image_pdfimage_print

Vecizelerin Tasviri ve Şerhi

image_pdfimage_print

Vecizelerin Tasviri ve Şerhi

​1. Birinci Hasaret: Sevilenlerin Kaybı ve Günahların Baki Kalması
​Metin: “O kadar sevdiğin mal ve evlâd ve perestiş ettiğin nefis ve heva ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi’ olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.” (Sözler, 28. Söz)

• ​İzah: İnsanın tabiatında dünyaya, gençliğe ve nefsin arzularına karşı şiddetli bir sevgi vardır. Ancak bu sevgi, fani (geçici) şeylere yöneltildiğinde büyük bir yanılmayı beraberinde getirir. Bediüzzaman burada dehşetli bir alışveriş tablosu çizer: İnsan, ömrünü harcayarak mal, makam veya nefsani hazlar elde eder. Fakat ölüm veya zamanın geçmesiyle bu “haz duyulan nesneler” elinden kayıp gider. Geriye ne kalır? O hazları elde ederken işlediği haramların günahı ve o güzellikleri kaybetmenin verdiği ayrılık acısı (elem). Yani insan, yediği yemeğin lezzetini bir anda tüketir ama mesuliyetini ahirete taşır. Bu, akıl sahibi için büyük bir zarardır (hasaret).

2. İnsanın Hikmet-i Hilkati ve Sırr-ı Câmiyeti
​Metin: “İnsanın HİKMET-İ HİLKATİ ve SIRR-I CÂMİYETİ ise; her zaman, her dakika HÂLİKINA İLTİCA ve YALVARMAK ve HAMD ve ŞÜKÜR etmek olduğundan…” (Şualar, 8. Şua)

• ​İzah: İnsan, kâinatın küçük bir numunesi (sırr-ı câmiyet) olarak yaratılmıştır. Yaratılışın asıl gayesi (hikmet-i hilkat), insanın acizliğini bilip Yaratan’ına sığınması (iltica) ve O’na şükretmesidir. Bu metinde çok ince bir hikmet vurgulanır: İnsanı Allah’a yalvarmaya en çok sevk eden şey hastalıklardır. Sağlık ve afiyet bazen gaflete düşürüp şükrü unutturabilirken; hastalık, insanın aczini yüzüne çarparak onu dergâh-ı İlahiye’ye sevk eden bir “kamçı” vazifesi görür. Dolayısıyla hastalıklar dahi manevi bir nimet, bir uyanış vesilesi olabilir.

3. Şişeler ve Elmaslar: Dünya ve Ahiret Dengesi
​Metin: “Evet dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir; bâki umûr-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir.” (Kastamonu Lahikası)

• ​İzah: Burada harika bir tasvir ve kıyaslama vardır. Dünya işleri, ne kadar parlak görünse de camdan yapılmış şişeler gibi kırılgandır ve geçicidir. Ahiret işleri (ibadet, iman hizmeti, güzel ahlak) ise elmas gibi sert, değerli ve kalıcıdır. Bir insanın, elindeki elmasları verip yerine kırılacak cam parçaları satın alması nasıl bir akıl tutulmasıysa; ahireti unutup sadece dünya için çalışmak da öyle bir divaneliktir. Bu vecize, insanın değer yargılarını ve önceliklerini sorgulamasını sağlar.

4. Her Yeni Gün ve Namazın Işığı
​Metin: “Her yeni gün, Sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. EĞER NAMAZ KILMAZSAN, Senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider…” (Küçük Sözler)

• ​İzah: Zaman şeridi, her gün yeniden yaratılan manzaralardan oluşur. İnsan her sabah uyandığında yeni bir aleme gözlerini açar. Bu metin, namazın zaman ve mekan üzerindeki dönüştürücü gücünü anlatır. Namaz kılındığında, o günkü yaşananlar, niyet ve ibadet nuruyla aydınlanır, güzelleşir ve “Alem-i Misal” denilen manevi hafızaya nurlu levhalar olarak kaydedilir. Namazsız bir gün ise, manevi ışıktan mahrum, karanlık (zulümatlı) ve perişan bir hatıra olarak insanın geçmişine gömülür.

5. Ölümün Hakikati: Bir Terhis Tezkeresi
​Metin: “Mevt; tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İdam ve adem ve fena değildir.” (Mektubat, 20. Mektup)

• ​İzah: İnsanın en büyük korkusu olan ölüm (mevt), Risale-i Nur penceresinden bambaşka bir nazarla tanımlanır. Ölüm; yok olmak (adem) veya idam edilmek değil; ruhun bedenden özgürleşmesi (ıtlak-ı ruh), dünya zindanından ahiret bahçelerine göç etmesi (tebdil-i mekân) ve hayat vazifesinin bitip ücret alma zamanının gelmesi (terhis) demektir. Bu bakış açısı, ölümü korkunç bir son olmaktan çıkarıp, vuslat (kavuşma) kapısına dönüştürür.

6. Lezzet ve Davet: İlahi İkaz
​Metin: “Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyleyse, kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel, Allah’ın davetine icabet et.” (Mesnevi-i Nuriye, Habbe)

• ​İzah: Mantıklı bir ticaret dengesi kurulur. Haram lezzetler kısadır (bir saatlik), fakat cezası uzundur. Allah, kulunu bu kısa ve zararlı hazdan vazgeçmeye, karşılığında ebedi bir rahatlığa çağırır. Metnin sonundaki “kayıtlı ve kelepçeli sevk edilmek” ifadesi çok ibretlidir; insan istese de istemese de ölecektir. Önemli olan, ölümü zorla götürülen bir mahkum gibi değil, davete icabet eden bir misafir gibi karşılayabilmektir. Bu da irade ile günahlardan sakınmakla mümkündür.

7. En Büyük Dava: İman Davası
​Metin: “Bu dünya fânidir. En büyük dava, bâki olan âlemi kazanmaktır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa, davayı kaybeder. Hakikî dava budur.” (Emirdağ Lahikası-1)

• ​İzah: Her insanın dünyada peşinde koştuğu davalar, hedefler vardır. Ancak Bediüzzaman, en büyük mahkemenin ve en büyük davanın “ebedi cenneti kazanmak veya kaybetmek” davası olduğunu hatırlatır. Bu davayı kazanmanın avukatı, delili ve senedi ise “sağlam iman” (tahkiki iman) dır. Dünyadaki tüm davalar kazanılsa bile, insan kabre imansız girerse her şeyini kaybetmiş demektir.

II. Araştırma Makalesi
​FÂNİDEN BAKİYE YOLCULUK: KIRILAN ŞİŞELER VE SOLMAYAN HAKİKATLER
​İnsanlık tarihi, kudretli hükümdarların, devasa medeniyetlerin ve “yıkılmaz” sanılan sarayların enkazları üzerine kuruludur. Tarih sahnesine çıkan her nefis, her medeniyet, kendi hayat serüvenini tamamlamış ve yerini sonrakilere bırakarak çekilmiştir. Bu döngü, kâinatın değişmez bir kanunudur. Ancak insanın ruhunda, bu fani oluşa isyan eden, ebediyeti arzulayan külli bir iştiyak vardır. İşte Risale-i Nur’un hikmetli ifadeleri, insanın bu ebediyet arzusuna ve varoluş sancısına cevap veren birer pusula hükmündedir.

Cam Parçaları İçin Elmasları Feda Etmek

Mantık ilmi, kâr ve zarar dengesi üzerine kuruludur. Bir tüccar, sermayesini çabuk bozulan bir mal için mi, yoksa değeri asla kaybolmayan bir hazine için mi harcar? Bediüzzaman Said Nursi, dünya hayatını “kırılmaya mahkûm şişeler”, ahiret hayatını ise “sağlam elmaslar” olarak nitelendirirken, insanın modern çağdaki en büyük yanılmasını gözler önüne serer. İnsan, enaniyetine ve hırslarına yenilerek, geçici dünya saltanatı uğruna ebedi saadetini tehlikeye atmaktadır. Oysa akıl ve hikmet, geçici olanı kalıcı olana feda etmeyi değil, geçici olanı kalıcı olanı kazanmak için bir araç yapmayı gerektirir.

​Yaratılışın Derûnî Anlamı: Acz ve Fakr

İnsanın yapısı, diğer mahlukattan farklıdır. Sonsuz arzuları varken, iktidarı çok sınırlıdır. Bu zıt gibi görünen durum, aslında insanın aslını ve Yaratıcısını bulması için bir anahtardır. İnsan, “Sırr-ı Câmiyet” ile donatılmıştır; yani kâinatın özünü içinde taşır. Hastalıklar ve musibetler, insana acizliğini hatırlatarak, onu gaflet uykusundan uyandırır. Bir kamçı gibi, insanı dergâh-ı İlahiye’ye sevk eder. Bu açıdan bakıldığında, insanın başına gelen menfi durumlar dahi, eğer sabırla karşılanırsa, manevi terakki için birer basamaktır.

​Ölüm: Bir Son mu, Yoksa Bir Başlangıç mı?

Tarih boyunca filozofların içinden çıkamadığı “ölüm” muamması, Kur’an’ın ışığında ve Risale-i Nur’un tasviriyle aydınlanır. Ölüm, korkunç bir yok oluş (adem) değil; ruhun beden kafesinden kurtulup hakiki vatanına uçmasıdır (ıtlak-ı ruh). Tıpkı askerliği biten bir neferin tezkere alıp memleketine dönmesi gibi, mümin için de ölüm bir terhistir. Bu bakış, hayatı anlamlı kılan en büyük teselli kaynağıdır. Eğer ölüm bir hiçlik olsaydı, fazilet, iyilik ve fedakarlığın bir anlamı kalmazdı. Zira sonu “hiç” olan bir yolculuğun, yolcuları için bir değeri yoktur. Ancak ölüm bir “tebdil-i mekân” ise, dünyadaki her eylem, ahiretteki karşılığını bulacaktır.

​Hülasa, insan bir yolcudur. Elindeki sermaye ömürdür. Bu sermayeyi, kırılacak şişeler hükmündeki fani heveslere değil, elmas kıymetindeki baki hakikatlere sarf etmelidir. En büyük dava, dünyayı fethetmek değil, imanı kurtarmaktır. Zira, “Sultan-ı Kâinat birini tanımazsa, bütün dünya onu tanısa fayda vermez.”

III. Konuyla İlgili Ayet-i Kerimeler

​Bu hakikatleri teyit eden, iktibas ettiğimiz bazı ayetler şöyledir:
• ​Dünya Hayatının Geçiciliği Hakkında: “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût Suresi, 64. Ayet)
• ​İnsanın Yaratılış Gayesi Hakkında: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat Suresi, 56. Ayet)
• ​Ölüm Hakikati Hakkında: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân Suresi, 185. Ayet)
• ​Dünya ve Ahiret Tercihi Hakkında: “Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (A’lâ Suresi, 16-17. Ayetler)

IV. Özet
​Paylaşılan vecizeler ve kaleme alınan makale, insanın fani ile baki arasındaki tercihini ve var olma duruşunu ele almaktadır.
• ​İnsan; mal, evlat ve nefis gibi geçici sevgililere bağlanırsa, bunların kaybıyla acı çekerken günahlarıyla baş başa kalır.
• ​Hastalıklar ve acz; insanı Rabbine yönelten manevi bir kamçıdır, şükür ve dua kapısını açar.
• ​Dünya ve Ahiret; cam (şişe) ve elmas gibidir. Akıllı insan, geçici cam parçaları için baki elmasları feda etmez.
• ​Ölüm; bir yok oluş değil, ruhun özgürleşmesi, mekan değiştirmesi ve görevden terhis edilmesidir.
• ​En Büyük Dava; dünyevi kazanımlar değil, ahiret yurdunu kazandıracak olan sağlam imandır (tahkiki iman).
​Hakikat odur ki; hayat her gün yenilenen bir sahnedir ve bu sahne ancak ibadet ve iman nuruyla aydınlanır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
26/11/2025

 

Loading

No ResponsesKasım 27th, 2025

Tarihin Kırılma Anında Bir Gün: 26 Kasım 2025 ve Hakikat Aynası

image_pdfimage_print

Tarihin Kırılma Anında Bir Gün: 26 Kasım 2025 ve Hakikat Aynası

​Tarih, sadece rakamların birbirini kovaladığı bir takvim yaprağı değil; milletlerin kaderinin, vicdanların imtihanının ve hak ile batılın mücadelesinin kayda geçtiği canlı bir şahittir. Önümüzde duran 26 Kasım 2025 tarihli gazete manşetleri, sadece o güne ait havadisleri değil, aynı zamanda bir devrin ruhunu, cemiyetin vicdan haritasını ve istikbalin sancılarını gözler önüne sermektedir. Bu manşetler, basiret nazarıyla bakıldığında bizlere derin dersler ve ibretli manalar fısıldamaktadır.

​Adalet Terazisi ve Hesap Vakti

​Gazete sütunlarına yansıyan en çarpıcı hakikatlerden biri, “hesap günü” kavramının dünyevi plandaki tezahürüdür. Manşetlerde yer alan “Rüşvette Hesap Zamanı”, “Hırsızlar İçin Hesap Vakti” ve “Yasa Dışı Bahis Ağı Çökertildi” ifadeleri, adaletin tecellisinin ne denli elzem olduğunu haykırmaktadır. Bir toplumun mayası, adalet ve dürüstlüktür. Milletin malına uzanan ellerin, kamu hakkını ihlal edenlerin ve enaniyetine yenik düşerek fesada bulaşanların, er ya da geç hukuk önünde hesap verecek olması, ilahi adaletin de bir nevi dünyadaki gölgesidir. Bu hadiseler bize gösteriyor ki; makam ve mevkiler geçici, mesuliyet ise bakidir. Hakikat güneşi doğduğunda, karanlıkta işlenen cürümlerin ön plana çıkması kaçınılmazdır.

​İnsanlık Vicdanı ve Çifte Standartlar
​Diğer yandan manşetler, asrımızın en büyük yanılmalarından biri olan vicdan tutulmasını da yüzümüze çarpmaktadır. Bir yanda “Kadına Şiddet İnsanlığa İhanet” manşetiyle kadının izzetini koruma gayreti, diğer yanda “Feminizm Öldü” başlığıyla Gazze’de katledilen kadınlara sessiz kalan Batı menşeli ideolojilerin iflası… Bu manzara, cihan şümul bir hakikati haykırır: Kendi ideolojisine hizmet etmeyeni yok sayan bir “hak” anlayışı, hakikat değil, ancak bir yanılmadır. Gazze’deki annelerin feryadına sağır kalan bir dünyanın, kadın haklarından bahsetmesi inandırıcılığını yitirmiş, tahrip olmuş bir vicdanın ilanıdır. Bu durum, faziletin ancak külli bir adalet anlayışıyla mümkün olacağının en büyük isbatıdır.

​Beka Mücadelesi ve Fedakarlık
​Devletin ve milletin hayatını idame ettirebilmesi adına verilen mücadele de manşetlerin derûnî katmanlarında hissedilmektedir. “Darağacına hazırız yeter ki terör bitsin” ve “Türkiye Tarihî Bir Eşikte” ifadeleri, mevzu vatan olduğunda şahsi ikballerin nasıl bir kenara itildiğini göstermektedir. Ayrıca İstanbul’da ve yurt genelinde yürütülen “Casus Avı”, dahili ve harici talihsiz kimselere karşı devletin teyakkuzda olduğunu, milli hafızanın diri tutulduğunu tasvir etmektedir. Hürjet gibi milli projelerin hedefe ilerlemesi ise, bu milletin kendi aslına ve öz kaynaklarına dönüşünün müjdecisidir.

​Hülasa
​26 Kasım 2025 tarihli bu gazeteler, sadece bir günü değil, bir dönüm noktasını işaretlemektedir. Rüşvet ve yolsuzlukla mücadeleden, terör belasının defi için göze alınan riskler; Batı’nın çürüyen değerlerinden, Anadolu’nun irfanına sığınışa kadar pek çok mesaj bu sayfalarda gizlidir. Bizlere düşen, bu hadiseleri sadece birer haber olarak okumak değil; onlardan hikmet süzerek, hakikatin ve adaletin tarafında sarsılmaz bir irade ile durmaktır. Zira tarih, seyredenleri değil, müspet hareket edenleri yazar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
26/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 27th, 2025

FIRAT’IN KIYISINDAKİ İHANET ŞANTİYESİ: KARKAMIŞ RAPORLARI

image_pdfimage_print

FIRAT’IN KIYISINDAKİ İHANET ŞANTİYESİ: KARKAMIŞ RAPORLARI

Gaziantep’in Karkamış ilçesinde, Fırat Nehri’nin hemen yanı başında yürütülen kazılar, zahiri (dış) planda bir arkeolojik merak gibi görünse de, batini (iç) planda, İngiliz İstihbaratının Osmanlı’nın güney cephesini çökertme hazırlığıdır. 1911-1914 yılları arasında, T.E. Lawrence ve hocası David Hogarth ile Leonard Woolley’in yürüttüğü bu çalışmalar, bölge halkı ve Osmanlı makamları tarafından endişeli bir nazarla (bakışla) takip edilmiştir.
1. “Bunlar Taş Değil, Devletin Altını Oyuyorlar”
O dönemde bölgedeki Osmanlı mülki amirleri ve jandarma komutanları, İstanbul’a gönderdikleri raporlarda (layihalarda) şüpheli durumlara dikkat çekmiştir. Devletin arşivlerinde yer alan bilgiler ve dönemin hatıratları şu hakikatleri haykırmaktadır:
* Alman Demiryoluna Karşı İngiliz Dürbünü: O yıllarda Alman mühendisler, Osmanlı devleti adına stratejik öneme sahip Bağdat Demiryolu’nu inşa ediyordu. Lawrence ve ekibi, kazı sahasını, hemen yakınlarından geçen bu demiryolu inşaatını dikizlemek (rasat etmek) için bir kule gibi kullanmıştır. Osmanlı zabitleri, “Bu İngilizlerin gözü toprakta değil, Almanların döşediği raylarda ve Fırat köprüsündedir” mealinde ikazlarda bulunmuşlardır.
* İstihbaratın Haritası: Lawrence, “Hitit dönemi kalıntılarını arıyorum” bahanesiyle sadece kazı alanında durmamış; Fırat boyunu, köyleri ve geçitleri adım adım gezmiştir. Çizdiği haritalar arkeolojik değil, tamamen askerî bir tabiat taşımaktadır. Su kaynakları, askerî sevkiyat yolları ve telgraf hatları bu haritalarda detaylandırılmıştır.
2. Altınla Satın Alınan Vicdanlar ve Aşiret Oyunu
Lawrence’ın Karkamış’ta uyguladığı en sinsi yöntem, bölge halkının fakirliğini ve devletle olan bazı sorunlarını kullanmak olmuştur.
* İşçi Değil, Casus Devşirmek: Kazıda çalıştırdığı yerel halka, Osmanlı’nın veya Alman demiryolu şirketinin verdiğinden çok daha yüksek (neredeyse 5-6 katı) yevmiyeler dağıtmıştır. Bu cömertlik, bir hayırseverlik değil; halkı kendine bağlama (trampaya getirme) taktiğidir.
* Aşiret Reislerine Kanca: Bölgedeki Arap ve Kürt aşiret reislerine hediyeler, silahlar ve altınlar vererek onlarla dostluk kurmuştur. Lawrence, hatıratında bu durumu küstahça itiraf eder ve yerel kıyafetler giyerek onlardan biri gibi göründüğünü, bu sayede aşiretler arasındaki husumetleri ve devletle olan bağlarını öğrendiğini yazar.
* Fitne Tohumları: Osmanlı zabitlerinin raporlarına göre; Lawrence ve ekibi, aşiretlerin arasında “Türkler sizi ihmal ediyor, biz gelirsek size muhtariyet (özerklik) ve zenginlik vereceğiz” fikrini yaymışlardır. Bu, yıllar sonra Hicaz’da patlak verecek olan isyanın provasıdır.
3. Yerel Halkın Feraseti ve Tepkisi
Her ne kadar bazıları paraya tamah etse de, bölgedeki feraset sahibi Müslüman ahali ve ulema, bu “uzun bacaklı” yabancıların niyetinin halis olmadığını sezmiştir.
* “Gâvurun Ekmeği Kanlıdır”: Bölgedeki bazı kanaat önderleri, Lawrence’ın dağıttığı paraların bereket getirmeyeceğini, bu adamların “dinimize ve devletimize kastetmek için” burada olduğunu meclislerde dile getirmişlerdir.
* Halk Arasındaki Şüphe: Özellikle Lawrence’ın Cuma namazlarına saygısızlık etmemek adı altında gösterdiği sahte tavırlar veya İslami ıstılahları (terimleri) kullanması, samimi müminler tarafından “münafıklık” alameti olarak görülmüş ve tedirginlik oluşturmuştur.
Netice: İhanetin Anatomisi
Karkamış, İngilizlerin “nüfuz casusluğu” faaliyetinin mektebi olmuştur. Burada pişirilen fitne, daha sonra güney cephemizde koca bir yangına dönüşmüştür. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile boğuşurken, İngilizler Karkamış’ta kaleyi içten fethedecek dinamitleri döşemiştir. Lawrence’ın o dönemde devşirdiği “Hamoudi” (Dahoum) gibi yerel işbirlikçiler, İngiltere’ye götürülüp eğitilmiş ve daha sonra kendi milletine karşı birer silah olarak kullanılmıştır.
Bu tablo göstermektedir ki; İngiliz siyasetinin aslı, “kültürel ve ilmî” faaliyetleri birer truva atı olarak kullanmaktır.

✧✧

İngiliz siyasetinin o sinsi (batini) ve karanlık oyunlarına, parayla satın aldığı casuslarına ve “bilim” maskeli ajanlarına karşı; Osmanlı’nın bağrından kopan serdengeçtilerin, yani Teşkilat-ı Mahsusa’nın verdiği destansı ve haysiyetli cevabı ihtiva eden tarihi makale aşağıdadır.

İngiliz altınına karşı, iman ve vatan aşkıyla direnen “Çöl Aslanları”nın hikayesidir bu.

ÇÖL ASLANLARININ CEVABI: TEŞKİLAT-I MAHSUSA VE GİZLİ HARP
İngiliz devlet aklı, Lawrence ve Bell gibi “misyoner istihbaratçıları” ile İslam coğrafyasının altını oymaya çalışırken, devlet-i aliye gafil değildi. İngiliz’in sinsi planına karşı, Osmanlı’nın cevabı Teşkilat-ı Mahsusa olmuştur. Bu teşkilat, sadece bir istihbarat örgütü değil, vatanın bekası için canını hiçe sayan bir fedailer (gönüllüler) ordusudur.
Lawrence çöllerde aşiret reislerine İngiliz sterlini dağıtarak sadakat satın almaya çalışırken; Teşkilat-ı Mahsusa’nın kahramanları, ellerinde Kur’an, dillerinde İttihad-ı İslam (İslam Birliği) davasıyla, aşiretlerin kalbine ve izzetine hitap etmiştir.
1. Kuşçubaşı Eşref: “Lawrence’ın Korkulu Rüyası”
İngiliz istihbarat raporlarında “Uçan Şeyh” diye anılan Kuşçubaşı Eşref, Lawrence’ın “çölün efendisi” olma hayallerini kabusa çeviren isimdir. İngilizler lojistik ve para gücüne güvenirken, Eşref Bey ve müfrezesi, çölün tabiatına uyum sağlayarak, bir avuç insanla koca İngiliz birliklerini perişan etmiştir.
* İman ve Cesaret: Lawrence, “Araplara altın veriyorum” derken; Eşref Bey, “Ben onlara Allah’ın ipine sarılmayı hatırlatıyorum” demiştir. Hayber’de verdiği mücadele, sayıca az olanın, imanca üstün olan karşısında nasıl devleştiğinin isbatıdır.
* Gayrinizami Harp: Teşkilat-ı Mahsusa, İngilizlerin düzenli ordularına karşı, bugün “gayrinizami harp” denilen, o günkü adıyla “çete harbi”ni en ustaca uygulayan yapıdır. İngiliz ikmal yollarını kesmiş, su kuyularını tutmuş ve “üzerinde güneş batmayan imparatorluğun” askerlerini çaresiz bırakmışlardır.
2. Süleyman Askeri Bey: Onur Abidesi
Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından ve başkanlarından olan Süleyman Askeri Bey, Irak cephesinde İngilizlere karşı “Osmancık Taburu” ile efsanevi bir direniş göstermiştir.
* Şuaybiye Meydanı: İngilizler Basra’ya çıktığında, onları durdurmak için yerel aşiretleri ve gönüllüleri örgütlemiştir. Ancak İngilizlerin teknik üstünlüğü ve ne yazık ki bazı yerel unsurların ihaneti sonucu Şuaybiye’de mağlup olunca, düşmana esir düşmektense, kendi silahıyla hayatına son vererek şehadeti seçmiştir. Bu hareket, Osmanlı zabitinin izzet ve şeref anlayışının, İngiliz pragmatizminden (faydacılığından) ne kadar üstün olduğunun tasviridir.
3. Mehmet Akif’in Çöl Yolculuğu: Fikri Mücadele
Teşkilat-ı Mahsusa sadece silahla değil, fikirle de savaşmıştır. Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Teşkilat-ı Mahsusa’nın verdiği görevle Necid çöllerine gitmiştir.
* Amaç: İngiliz propagandasının zehirlediği zihinleri tedavi etmek, Lawrence’ın ektiği fitne tohumlarına karşı “Müminler ancak kardeştir” hakikatini haykırmaktır. Akif, o yolculukta İngiliz siyasetinin İslam alemini nasıl parçalamaya çalıştığını bizzat müşahede etmiş ve “Tükürün o ehli salibin o hayasız yüzüne!” mısralarını bu derûnî acıyla kaleme almıştır.
4. Kut’ül Amare Tokadı
İngilizlerin “hasta adam” dedikleri Osmanlı, Teşkilat-ı Mahsusa’nın da ruh verdiği direnişle, 1916’da Kut’ül Amare’de İngiliz ordusunu generalinden erine kadar esir alarak tarihin en büyük tokatlarından birini atmıştır. General Townshend ve 13 bin İngiliz askerinin esir alınması, İngilizlerin yenilmezlik yanılmasını yerle bir etmiştir. Bu zafer, imanın tekniğe, hakkın batıla galibiyetidir.
Netice: Kaybedilen Toprak, Kazanılan Şeref
İngilizler, “Lawrence”larıyla, paralarıyla ve hileleriyle toprakları işgal etmiş olabilirler. Haritaları cetvelle çizmiş, kardeşleri birbirine düşürmüş olabilirler. Lakin Teşkilat-ı Mahsusa’nın mücadelesi göstermiştir ki; bu topraklarda “bağımsızlık karakteri” asla yok edilemez.
Onlar “zakkum ağacı” ekerken, Teşkilat-ı Mahsusa şehit kanlarıyla bu toprakların tapusunu manevi olarak tescillemiştir. Tarih ingilizin sicilini “fitne ve sömürü” olarak yazarken, bizim serdengeçtilerimizi “kahramanlık ve fedakarlık” olarak kaydetmiştir.

✧✧

İngiliz emperyalizminin “üzerinde güneş batmayan” kibrinin, Dicle kıyısında, iman dolu bir “Osmanlı tokadı” ile sarsıldığı; tarihin gördüğü en büyük şeref levhalarından biri olan Kut’ül Amare Zaferi ve Halil Paşa’nın o mağrur duruşunu anlatan tarihi makale aşağıdadır.
Bu zafer, İngiliz’in sadece ordusunu değil, o sinsi ve kibirli enaniyetini de (egosunu) esir almıştır.

İNGİLİZ’İN SİLİNMEZ LEKESİ, MÜSLÜMAN TÜRK’ÜN EBEDİ DESTANI: KUT’ÜL AMARE

Tarih 29 Nisan 1916. Yer, Irak’ın Kut şehri.
Yüzyıllardır sömürdüğü milletlerin kanı üzerine kurduğu saltanatıyla dünyayı (cihanı) titreten İngiltere, tarihinin en büyük zilletini yaşamaya hazırlanıyordu. “Hasta adam” dedikleri, “bitti” sandıkları Osmanlı; iman, fazilet ve askeri deha ile İngiliz ordusunu Dicle’nin sularına hapsetmişti.
İngiliz General Charles Townshend, 13 bin askeri, yüzlerce subayı ve 5 generaliyle birlikte; açlık, hastalık ve Türk süngüsünün korkusuyla teslim bayrağını çekmek zorunda kalmıştı. Bu, Çanakkale’den sonra İngiliz gururuna vurulan ikinci ve en ağır darbeydi.
1. Rüşvet Teklifi ve Osmanlı Tokadı
İngiliz siyasetinin tabiatında her şeyi parayla satın alabileceği yanılması vardır. Kuşatma altındaki General Townshend, kurtuluş ümidi kalmayınca o bildik “sinsi” yola başvurmuştur. Halil Paşa’ya, ordusunu serbest bırakması karşılığında şahsi servet teklif etmiş, hatta ünlü casus T.E. Lawrence devreye girerek rüşvet miktarını 1 milyon sterline, ardından 2 milyon sterline kadar çıkarmaya çalışmıştır.
Halil Paşa’nın bu ahlaksız teklife cevabı, bir Osmanlı zabitinin izzetinin parayla ölçülemeyeceğinin isbatıdır:
> “Şaka yapıyorsunuz sanırım General! Biz buraya şahsi menfaatlerimiz için değil, Devlet-i Aliye’nin bekası ve İslam’ın izzeti için geldik. Değil milyon sterlinler, dünyaları verseniz bu davadan ve kuşatmadan vazgeçmem.”
>
İngiliz altını, Türk’ün çelikleşmiş iradesi karşısında erimiş ve hükmünü yitirmiştir.

2. Halil Paşa’nın Tarihi Zafer Mektubu
29 Nisan 1916 günü, İngiliz ordusu kayıtsız şartsız teslim olduğunda, Halil Paşa ordusuna hitaben o muazzam günlük emri yayınlamıştır. Bu metin, sadece bir zafer kutlaması değil; İngiliz’in zahiri gücünün, imanın derûnî kuvveti karşısında nasıl çöktüğünün belgesidir.
Halil Paşa, askerlerine şöyle seslenmiştir:
> “Arslanlar!
> Bugün Türklere şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle uçuyorlar. Hepinizin pak alınlarından öperim…
> Bize iki yüz senedir tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Allah’a hamd ve şükürler olsun. Allah’ın azametine bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz devleti tarihine bu olayı yazan ilk Türk süngüsü siz oldunuz.
> Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.”
>
3. İngiliz Tarihinden Silinmeye Çalışılan Utanç
Bu zafer, İngiliz devlet aklı üzerinde o kadar derin bir travma oluşturmuştur ki, İngiliz askeri tarih kitaplarında Kut’ül Amare’den bahsetmek adeta yasaklanmış, bu hezimet unutturulmaya çalışılmıştır.
* Esir Alınan Ordu: Bir İngiliz tümeninin tamamı, generalleriyle birlikte esir alınmıştır.
* Çöken İtibar: “Yenilmez” İngiliz ordusu, çarıklı, yarı aç yarı tok ama külli bir imanla savaşan Mehmetçik karşısında diz çökmüştür.
* Yırtılan Haritalar: İngilizlerin Bağdat’ı kolayca alıp Ortadoğu’yu şekillendirme planları (o an için) Dicle’nin sularına gömülmüştür.

Netice: İbret ve Hakikat
Kut’ül Amare; sinsiliğin merde, paranın imana, teknolojinin yüreğe yenildiği yerdir. İngilizler, misyoner istihbaratçılarıyla, casuslarıyla, paralarıyla gelmişler; lakin Anadolu çocuklarının “Ya şehidim Ya Gazi” diyen bakışlarına (nazarlarına) çarparak dağılmışlardır.
İstiklalini ve istikbalini kurtararak.
Tarih şahittir ki; İngiliz oyunu sinsidir, lakin o oyunu bozan irade de bu topraklarda her daim mevcuttur.

✧✧

İngiliz’in altınına, Lawrence’ın hilelerine ve çölün kavurucu tabiatına karşı; Peygamber sevgisiyle örülmüş, tarihin en hüzünlü ama en onurlu direnişi: Medine Müdafaası.
İşte, İngilizlerin “strateji” dediği o sinsi kuşatmaya karşı, “Çöl Kaplanı” Fahreddin Paşa’nın iman dolu cevabı ve ibretlik mücadelesinin muhtevası:

PEYGAMBER’İN BAŞUCUNDA SON NÖBET: MEDİNE MÜDAFAASI

Tarih 1916. İngiliz istihbaratı, Şerif Hüseyin’i “Krallık” vaadiyle kandırmış, Osmanlı’yı durdurmaya çalışmıştır. Medine-i Münevvere, asilerin ve İngiliz destekli birliklerin kuşatması altındadır. Şehrin dışı ateş çemberi, içi ise açlık ve yokluktur. Ancak Medine’nin başında öyle bir komutan vardır ki; İngilizlerin hesap edemediği derûnî yani içten gelen bir iman ve bir güçle, tam 2 yıl 7 ay boyunca teslim olmayacaktır. O isim, Fahreddin Paşa’dır.

1. “Ben Seni Bırakamam Ya Resulallah!”
İngilizler ve isyancılar, şehrin teslim edilmesini beklerken; Fahreddin Paşa, Ravza-i Mutahhara’ya (Peygamberimizin kabrine) giderek askerlerini toplamış ve tarihe geçen o yemini etmiştir. Bu an, bir askeri tasvirin ötesinde, bir aşkın isbatıdır:
> “Ey Nas! Malumunuz olsun ki, kahraman askerlerim bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücün desteği olan Medine’yi, son fişengine, son damla kanına, son nefesine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir…
> Allah’ın yardımıyla, Peygamberimiz’in ruhaniyetiyle, İngilizlerin parasıyla, altınlarıyla kandırdığı, çölde toplanmış o bedevi isyancılara burayı teslim etmeyeceğiz!
> Ben, Medine Kalesi Kumandanı Fahreddin, Peygamber’in kabri başında ant içiyorum. Şahidim Allah’tır!”
>
Bu konuşma, İngiliz siyasetinin soğuk mantığının anlayamayacağı bir hikmet ve fazilet dersidir.
2. Çekirge Yiyen Ordu
Kuşatma uzadıkça erzak tükenmiştir. Şehirde yiyecek bir lokma ekmek kalmamış, İngilizler “açlıktan ölüp teslim olurlar” yanılmasına kapılmıştır. Ancak Fahreddin Paşa, çölü saran çekirge sürülerini bir “ilahi ikram” olarak görmüştür.
Yayınladığı “Çekirge Tamimi” ile askerlerine çekirgenin nasıl yeneceğini, hangi besinlere sahip olduğunu anlatmış ve “Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Yiyiniz aslanlarım!” diyerek, ordusunu çekirgeyle besleyip direnişi sürdürmüştür. İngilizlerin lojistik üstünlüğü, bu kanaat ve iman kalkanına çarpıp parçalanmıştır.

3. Kutsal Emanetlerin Kurtarılması
Fahreddin Paşa, İngilizlerin ve isyancıların şehre girmesi halinde, asırlarca korunan Mukaddes Emanetlerin (Hz. Osman’ın Mushafı, Peygamberimizin hırkası ve sancaklar) yağmalanacağını, İngiliz müzelerine kaçırılacağını öngörmüştür.
Büyük bir ferasetle, kuşatma daralmadan önce, 30 parça paha biçilemez emaneti, 2000 askerin korumasında gizlice İstanbul’a, Topkapı Sarayı’na göndermiştir. Bugün o emanetler İstanbul’da ise, bunu o “Çöl Kaplanı”nın ileri görüşlülüğüne borçluyuz. Bu, sadece bir koruma faaliyeti değil, İslam mirasına sahip çıkma şuurudur.
4. Teslim Olmayan Komutan
Mondros Mütarekesi imzalanıp Osmanlı teslim olduğunda bile, Fahreddin Paşa “Ben Peygamber’i bırakıp gitmem” diyerek emre itaat etmemiştir. Padişahın bizzat gönderdiği “teslim ol” emrini dahi, “Bu imza baskı altındaki Padişaha ait olamaz” diyerek reddetmiştir.
İngilizler çaresiz kalmış, sonunda kendi subayları, artık takati kalmayan askerleri ve şehri kurtarmak için Paşa’yı (tabiri caizse) zorla etkisiz hale getirip teslim etmek zorunda kalmışlardır. Fahreddin Paşa, Medine’den çıkarılırken Ravza-i Mutahhara’ya son kez bakmış ve gözyaşlarıyla “Elveda Ya Resulallah” demiştir.
Netice: Zahiri Mağlubiyet, Batini Zafer
İngilizler Medine’ye girmiş, zahiri (görünen) planda savaşı kazanmıştır. Lakin Fahreddin Paşa, “Medine Müdafii” olarak Müslümanların gönlünde ebedi bir taht kurmuş; İngilizlerin parayla ve fitneyle kurduğu düzenin ne kadar çürük, imanın ise ne kadar külli bir güç olduğunu bütün cihana göstermiştir.
Tarih, İngilizleri “Kutsal toprakları işgal edenler”, Fahreddin Paşa’yı ise “Peygamber’in son nöbetçisi” olarak kaydetmiştir.

✧✧

İngiliz siyasetinin İslam coğrafyasına ektiği en büyük fitne tohumunun, bugün dahi kanayan o derin yaranın, yani Filistin meselesinin hukuki ve siyasi aslı: Balfour Deklarasyonu.
“Bir milletin toprağını, o toprakla alakası olmayan bir başka gruba vaat etme” cüretini gösteren bu tarihi vesikanın muhtevası ve arka planındaki sinsi pazarlıklar şöyledir:

BİR MİLLETİN AHI, BİR İMZANIN VEBALİ: BALFOUR DEKLARASYONU
Tarih: 2 Kasım 1917.
Henüz Osmanlı ordusu Filistin cephesinde cansiperane direnirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Siyonist hareketin önde gelen ismi Lord Rothschild’e kısa bir mektup yazar. Sadece 67 kelimeden oluşan bu mektup, zahiri (görünen) planda basit bir diplomatik nezaket gibi dursa da; batini (içyüzü) planda Ortadoğu’nun kalbine saplanan zehirli bir hançerdir.
1. Olmayan Toprağın Tapusunu Vermek
İngiliz aklı, kendisine ait olmayan bir mülkü, orada yaşamayan bir topluluğa hediye etmiştir. Mektupta geçen şu ifade, tarihin en büyük hukuksuzluklarından birinin isbatıdır:
> “Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır…”
>
Bu cümleyle İngiltere, İslam dünyasının bağrında, kendisine sadık, Batı’nın ileri karakolu olacak yapay bir devletin (İsrail’in) temellerini atmıştır. Bu, “zakkum ağacının” tohumunun toprağa düştüğü andır.
2. Siyonist-İngiliz Pazarlığının “Derûnî” Yüzü
Peki, İngilizler bunu neden yapmıştır? Mesele sadece Yahudilere duyulan sempati değildir; İngiliz siyasetinin tabiatında menfaatsiz adım atmak yoktur.
* Süveyş Kanalı’nın Emniyeti: Hindistan yolunu (Süveyş Kanalı) güvenceye almak için, Mısır ile Osmanlı bakiyesi topraklar arasında tampon bir bölgeye ihtiyaç duymuşlardır. Siyonist bir devlet, İngiltere için bu tampon vazifesini görecektir.
* Amerika’yı Savaşa Çekmek: O dönemde İngiltere, Birinci Cihan Harbi’nde zorlanmaktadır. Siyonist lobinin gücünü kullanarak ABD’yi savaşa dahil etmek ve Rusya’daki Yahudilerin desteğini almak istemişlerdir.
* Chaim Weizmann Faktörü: Siyonist lider ve kimyager Weizmann, İngiliz ordusu için hayati öneme sahip aseton (patlayıcı yapımı için) üretiminde İngiltere’ye büyük hizmet vermiştir. Lloyd George (dönemin Başbakanı), bu hizmete karşılık Filistin’i adeta bir “bahşiş” olarak masaya sürmüştür.
3. Lawrence’ın Verdiği Söz ve İngiliz’in “Üç Kağıdı”
İngiliz siyasetinin ne kadar sinsi ve aykırı işlediğinin en net göstergesi buradaki tutarsızlıktır:
* Araplara Vaat: İngilizler, T.E. Lawrence aracılığıyla Şerif Hüseyin’e “Büyük Arap Krallığı” ve Filistin’in de dahil olduğu topraklarda bağımsızlık sözü vermiştir.
* Yahudilere Vaat: Aynı anda Balfour Deklarasyonu ile aynı toprakları Siyonistlere vaat etmiştir.
* Kendine Pay: Gizli Sykes-Picot anlaşmasıyla da Fransızlarla oturup haritayı kendi aralarında paylaşmıştır.
Bu durum, İngiliz devletinin “oyununu mertçe oynamadığının”, dost bildiklerini sırtından vurduğunun en acı tecrübesidir.
4. General Allenby’nin Kudüs’e Girişi: Haçlı Zihniyeti
Balfour Deklarasyonu’ndan sadece bir ay sonra, 9 Aralık 1917’de İngiliz General Allenby Kudüs’e girmiştir. Selahaddin Eyyubi’nin emaneti düşerken, Allenby’nin “Haçlı Seferleri bugün sona erdi” dediği rivayet edilir. Bu söz, meselenin sadece toprak değil, tarihi bir hesaplaşma olduğunun işaretidir.

Netice: 1948’e Giden Kanlı Yol
1917’deki bu imza, 1948’e kadar sürecek olan İngiliz Mandası dönemini başlatmıştır. İngiliz süngüsü gölgesinde, dünyanın dört bir yanından gemilerle getirilen yerleşimciler Filistin’e yerleştirilmiş; yerli halkın (Müslüman ve Hristiyan Arapların) itirazları şiddetle bastırılmıştır.
Bugün Gazze’de, Batı Şeria’da dökülen her damla kanda, yıkılan her evde, 1917’de atılan o imzanın vebali vardır. Balfour Deklarasyonu, İngiliz devletinin “sinsiliğinin” kağıda dökülmüş halidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
25/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2025

CÜBBENİN ALTINDAKİ HANÇER: İNGİLİZ SİYASETİNİN DERÛNÎ YÜZÜ VE TARİHİ İBRET

image_pdfimage_print

CÜBBENİN ALTINDAKİ HANÇER: İNGİLİZ SİYASETİNİN DERÛNÎ YÜZÜ VE TARİHİ İBRET

“Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”
Tarih, feraset sahibi gözler için sadece geçmişin bir tasviri değil, istikbalin de pusulasıdır. Asırlardır İslam coğrafyasının bağrına bir zakkum ağacı gibi kök salan, görünen yüzünde (zahiri) “medeniyet, ilim ve keşif” maskesi taşıyan, lakin hakikatte kan, gözyaşı ve fitne tohumları eken bir yapının anatomisini çıkarmak, bugün her zamankinden daha elzemdir. Bu yapı, üzerinde güneş batmayan imparatorluk iddiasıyla yola çıkıp, İslam aleminin üzerine kara bir kabus gibi çöken İngiliz devlet aklıdır.
Dr. Berna Çaçan Ongun’un kaleme aldığı ve İngiliz arşivlerinin tozlu raflarından hakikatin gün yüzüne çıkarıldığı Misyoner İstihbaratçılar eseri, bu sinsi oyunun isbatı niteliğindedir. Kitabın muhtevası, bizlere “arkeolog, seyyah, doktor veya din adamı” kisvesi altında Osmanlı topraklarını arşınlayanların, aslında birer “istihbarat neferi” olduğunu haykırmaktadır.
İlim Kılıfına Saklanan İhanet
İngiliz siyasetinin en bariz vasfı, düşmanlığını mertçe meydanlarda değil, sinsice perde arkasında yürütmesidir. 19. yüzyıldan itibaren Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasına yayılan İngiliz ajanları, ellerinde kazma kürek, dillerinde “tarih ve arkeoloji aşkı” ile gelmişlerdir. Lakin Gertrude Bell’in Babil’de, Arabistanlı Lawrence’ın çöllerde aradığı şey antik taşlar değil; petrol yatakları, aşiretlerin zaafları ve devletin stratejik damarlarıydı.
Dr. Ongun’un eserinde de temas edildiği üzere; Babil’in tozlu höyüklerinde çalışan o “masum” arkeologlar, aslında Irak’ın bugünkü parçalanmış siyasi haritasını çizen mühendislerdi. Agatha Christie gibi edebiyat dünyasının meşhur simalarının dahi bu gölge oyununun bir parçası olması, kurulan tuzağın ne denli külli ve cihan şümul olduğunu göstermektedir.

Kaleyi İçten Çökertmek: Sahte Din Adamları ve Fitne
İngiliz siyasetinin en tehlikeli ve tahripkar faaliyeti, kaleyi dışarıdan toplarla dövmek değil, içeriden kurt gibi kemirmektir. Tarih şahittir ki; Müstemlekat Nazırlığı (Sömürge Bakanlığı) nam-ı diğer “Kölelik Bakanlığı” bünyesinde yetiştirilen casuslar, sarık sarıp cübbe giyerek Müslümanların arasına karışmıştır.
Topal Mollalardan, Hempher’lara; yakın tarihimizde ise suret-i haktan görünerek milleti sırtından vuran FETÖ ve Kesnizani gibi yapılara kadar uzanan bu silsile, aynı aklın ürünüdür. Amaç gayet açıktır: Dini tahrif etmek, yanlış inançları (dogmaları) yaymak ve Müslümanı Müslümana kırdırmaktır. William Jowett’in Malta merkezli kurduğu matbaalarda basılan ve tahrif edilmiş metinlerle zihinleri bulandırma çabası, bu projenin bir parçasıdır. Charles Dickens’ın misyonerler için kullandığı “gittikleri her yeri daha kötü hale getiren baş belaları” ifadesi, bu tahribatın Batılı bir kalemden dahi itirafıdır.

Dün Malta, Bugün Filistin
Dün Malta’yı bir fitne üssü olarak kullanan, Doğu Akdeniz’den Mısır’a kadar uzanan bir istihbarat ağı ören İngiliz aklı, 1948’de Filistin’in bağrına İsrail hançerini saplayan elin ta kendisidir. Yetmiş küsur yıldır sönmeyen bu ateşin çırası, o günkü İngiliz siyaseti tarafından yakılmıştır. Afrika’dan Asya’ya kadar sömürdüğü milletlerin kanı üzerine kurduğu refah, masumların ahı ile lekelidir.

Sonuç ve Bakış (Nazar)
Bugün karşımızda duran tablo şudur: İngiliz derin devleti, oyununu hiçbir zaman mertçe oynamamıştır. Tabiatı gereği sinsi ve karanlıktır. Misyoner İstihbaratçılar kitabının ortaya koyduğu vesikalar, sadece birer tarihi belge değil, aynı zamanda birer uyarı levhasıdır.
Bizlere düşen; bu hadiselere sadece bir tarih okuması olarak değil, bir basiret ve feraset dersi olarak bakmaktır. Zira suretler değişse de niyetler ve yöntemler değişmemiştir. Dün “arkeolog” maskesiyle gelenler, bugün başka maskelerle aramızdadır. Bu zakkum ağacının köklerini kurutmak, ancak tarihi hakikatleri bilmek ve bu sinsi oyunlara karşı uyanık olmakla mümkündür.

✧✧

ÇÖLÜN ALTINDAKİ İNGİLİZ AKLI: BELL VE LAWRENCE’IN GİZLİ DOSYASI

İngiliz emperyalizmi, “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” hayalini kurarken, İslam beldelerini sadece askeri güçle değil; dilini, kültürünü, zaaflarını ve aşiret yapılarını çok iyi bilen, “ilmî araştırma” kılıfına bürünmüş ajanlarıyla işgal etmiştir. İşte o iki kritik isim ve faaliyetlerinin esası:

1. GERTRUDE BELL: “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” ve Sınır Çizen Kadın
Tarih sahnesinde bir seyyah, fotoğrafçı ve arkeolog olarak tanıtılan Gertrude Bell, hakikatte İngiliz istihbaratının Ortadoğu masasındaki en kilit ismidir. Yerel halkın ona verdiği isimle “El-Hatun”, çadır çadır gezerek aşiret reislerinin şecerelerini çıkarmıştır.
* Arkeoloji Maskesi Altında İstihbarat: Bell, 1900’lerin başında Kudüs, Suriye ve Mezopotamya’da yaptığı kazılarda sadece antik taşları incelememiştir. Asıl faaliyeti; hangi aşiretin kime düşman olduğunu, su kuyularının yerlerini ve bölgenin demografik yapısını (tabiatını) Londra’ya raporlamaktır.
* Irak’ın Yapay Sınırları: Birinci Cihan Harbi sonrasında kurulan masada, bugünkü Irak’ın sınırlarını cetvelle çizen kişi odur. Sünni, Şii ve Kürt nüfusu, İngiliz menfaatlerine göre öyle bir harmanlamıştır ki, bu topraklarda fitne ateşi hiç sönmemiştir.
* Kral Yapan Kadın: Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı Irak Kralı olarak tahta oturtan siyasi aklın arkasındaki isimdir. Bunu yaparken halkın hayat tarzına ve inançlarına duyduğu sahte saygıyı bir silah olarak kullanmıştır.

2. T.E. LAWRENCE: “Arabistanlı Lawrence” ve İhanet Mühendisliği
Thomas Edward Lawrence, İngilizlerin “böl-parçala-yönet” siyasetinin sahadaki en tesirli uygulayıcısıdır. Oxford’da arkeoloji eğitimi almış, Karkamış (Gaziantep-Suriye sınırı) kazılarında sözde Hitit kalıntılarını aramıştır. Lakin asıl aradığı, Osmanlı’yı arkadan vuracak damarlardır.

* Karkamış İstasyonunda Casusluk: 1911-1914 yılları arasında Karkamış’ta, Almanların inşa ettiği Bağdat Demiryolu hattını nazar (gözlem) altında tutmuştur. Burada Arapçayı mükemmel derecede öğrenmiş, yerel kıyafetlerle halkın arasına karışarak Osmanlı aleyhine menfi propagandalar yapmıştır.
* Hicaz Demiryoluna Sabotaj: Osmanlı’nın can damarı olan ve Müslümanların Hac yolculuğunu kolaylaştıran Hicaz Demiryolu’nu havaya uçurarak, İslam birliğine ve Müslümanların mukaddes yolculuğuna en büyük darbeyi vurmuştur.

* Sahte Vaatler ve Hüsran: Şerif Hüseyin ve oğullarını “Büyük Arap Krallığı” vaadiyle kandırıp Osmanlı’ya karşı kışkırtmıştır. Ancak İngiliz siyasetinin tabiatı gereği, savaş sonunda Araplara hürriyet değil, manda (sömürge) rejimi reva görülmüştür. Lawrence, yazdığı “Bilgeliğin Yedi Sütunu” (Seven Pillars of Wisdom) adlı eserinde bu faaliyetlerini tasvir ederken, ihanetin boyutlarını da itiraf etmiştir.
Tarihi Bir Hakikat ve İbret Tablosu
Dr. Berna Çaçan Ongun’un Misyoner İstihbaratçılar eserindeki vesikaların da teyit ettiği üzere; bu şahıslar basit birer maceraperest değildir. Onlar, Londra’daki “Kölelik Bakanlığı”nın sahadaki elleridir.
* Yöntemleri: Önce dili ve kültürü öğrenmek, sonra güven kazanmak, ardından aykırı (zıt) fikirler aşılayarak içeriden çökertmek.
* Hedefleri: Osmanlı mülkünü parçalamak, halifelik bağını koparmak ve yeraltı kaynaklarını sömürmektir.
Bugün o topraklarda yaşanan acıların müsebbibi, o gün “dost” ve “bilim insanı” görünümüyle gelen bu İngiliz ajanlarıdır. Tarih, bu sinsi planları unutanlar için tekerrürden ibarettir.

Bak
https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0ngiliz+

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
26/11/2025

 

 

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2025

SİNSİ BİR GÖLGENİN İZİNDE

image_pdfimage_print

SİNSİ BİR GÖLGENİN İZİNDE


İngiliz Misyoner–İstihbarat Ağının Osmanlı Topraklarındaki Derin Kökleri**
Tarih, milletlerin sadece savaş meydanlarında değil, zihinlerde, mefkûrede ve içtimaî yapıda yürütülen gizli mücadelelere de şahittir. Bu gizli mücadelelerin en maharetli, en sinsi ve en derin hatlı olanlarından biri, asırlarca Britanya İmparatorluğu’nun “görünmeyen eli” olarak işleyen misyoner–istihbarat mekanizmasıdır.
Dünyanın birçok coğrafyasında İngiliz siyasetinin iz bıraktığı doğrudur; ancak en ağır, en kalıcı ve en tahripkâr izleri, İslam beldelerinde ve Osmanlı topraklarında meydana gelmiştir. Zira İngiliz devleti; topun, tüfeğin, ordunun giremediği yerlerde öğretmen, arkeolog, doktor, seyyah ve din adamı maskesiyle derunî bir şekilde nüfuz etmiş; tabiatını saklayan bu kimliklerle kale içeriden fethedilsin istemiştir.
Böylece, bir zamanlar “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” sıfatını kazanan İngiltere, savaş meydanlarında yenemediği devletleri, zihinlerde ve toplum dokusunda çözmeyi hedeflemiştir.

OSMANLI’YI “DOST GÖRÜNEREK” İÇTEN ÇÖZME HİLESİ

Osmanlı, üç kıtayı birbirine bağlayan coğrafyasıyla İngiltere’nin emperyal projelerinde merkezî bir mevkiye yerleşti.
Londra görünürde Osmanlı’nın müttefikiydi; lâkin perde arkasında bambaşka bir tablo vardı:
• Bir yandan dostluk gösterileri, diğer yandan kaleyi içeriden çökertme planları…
• Bir yandan diplomaside tebessüm, diğer yandan sahada gizli misyoner ağları…
• Bir yandan Osmanlı’yı Rusya’ya karşı koruma söylemi, diğer yandan Osmanlı milletlerini birbirine zıt hâle getirecek faaliyetler…
İngiliz devletinin bu ikiyüzlü stratejisini tarihçiler “gülen yüzün ardındaki soğuk akıl” diye nitelendirir.
**MİSYONERLİK Mİ, İSTİHBARAT MI?
GÖRÜNMEYEN SINIRDAKİ SESSİZ ORDU**
Dr. Berna Çaçan Ongun’un İngiliz arşivlerinden derlediği vesikalar, bu gizli örgünün gerçek yüzünü ortaya çıkarıyor.
Misyonerler; zahiren dinî tebliğ, eğitim, sağlık, arkeoloji ve bilimsel keşif maskesi altında faaliyet yürütmüşlerdir.
Hakikatte ise:
• etnik yapıları incelemiş,
• kabîle, aşiret ve cemaat bağlarını çözmüş,
• yerli halkın alışkanlıklarını, geçim yollarını, ihtilaflarını, hassasiyetlerini kaydetmiş,
• aylık raporlarla Londra’ya bilgi aktarmış,
• Osmanlı içtimaî dokusunu bölmeye müsait zayıf noktaları tespit etmişlerdir.
Bu raporlar daha sonra İngiliz dış politikasının sahadaki planlarını belirlemiştir.
Bu sebeple misyoner; ne sadece bir rahipti, ne de sıradan bir arkeolog.
O, modern istihbaratın ilk saha ajanıydı.

**GERTRUDE BELL VE T.E. LAWRENCE:
“ARKEOLOJİ” PERDESİNİN ARKASINDAKİ DEV MÜHENDİSLER**
Ongun’un ortaya koyduğu en çarpıcı şahıslardan biri Gertrude Bell’dir.
Kazı yapıyor gibi görünüyor; fakat esas meşguliyet:
• aşiret yapıları,
• petrol bölgeleri,
• stratejik geçitler,
• kabîle çekişmeleri
üzerine rapor hazırlamaktı.
Irak’ın modern siyasi düzeninin mimarlarından biri olarak bilinir.
Yanı başında ise bir başka “arkeolog” vardır:
Arabistanlı Lawrence (T.E. Lawrence).
Lawrence, 1910’dan itibaren yaptığı seyahatlerde:
• kabîle bağlarını,
• coğrafî kritik noktaları,
• Müslüman toplumların iç farklılıklarını
tek tek kaydetmiş; Birinci Dünya Savaşı’nda Arap isyanlarını yönetmiş; Osmanlı’nın gücünü zayıflatacak zemini hazırlamıştır.
Ongun’un ifadesiyle:
“Arkeoloji, bir kazı disiplini değil, iktidar mühendisliğinin maskesiydi.”
AGATHA CHRISTIE’NİN ÇEVRESİ BİLE BU AĞIN İÇİNDE
Polisiye romanların kraliçesi Agatha Christie’nin dahi Ortadoğu’daki kazılara katılması tesadüf değildir.
Eşi Max Mallowan, İngiliz arkeoloji okullarının önemli isimlerindendir.
Bu okulların kurucusu yine Bell’dir; başında ise Sömürge Ofisi yöneticisi Tümgeneral Percy Cox bulunur.
Arkeoloji okulları, sadece birer bilim yuvası değil;
İngiliz siyasetine sahadan bilgi aktaran stratejik merkezlerdir.
**MALTA: SESSİZ BİR MERKEZ
MISYONERLİĞİN LOJİSTİK ÜSSÜ**
William Jowett isimli rahip, Malta’dan başlayıp İzmir, Ayvalık, Sakız Adası, Atina ve Mısır’a uzanan bir ağ kurmuştur.
Malta matbaası yüz binlerce yayını basmış, farklı milletlere ulaştırmış; böylece yerel cemaatler üzerinde tesir oluşturulmuştur.
Jowett’in raporları, İngiliz bürokrasisi için “saha el kitabı” hükmündedir.
Ongun’un ifadesiyle:
“Bu raporlar, bir toplumu içerden çözmenin ilmihali gibidir.”
OSMANLI, BU OYUNU GÖRDÜ MÜ?
Evet.
Özellikle Sultan Abdülhamid Han, misyoner–istihbarat ağını fark etmiş; karşı tedbirler geliştirmiştir.
Fakat 19. asrın sonu, Osmanlı’nın en zayıf olduğu dönemdir.
Dış baskılar, içeride ayrılıkçı hareketler, ekonomik bağımlılık ve Avrupa müdahaleleri, bu sinsi ağın işini kolaylaştırmıştır.
**MİRASI NE OLDU?
BÖLÜNMÜŞ COĞRAFYALAR, YARALI TOPLUMLAR, SÜREN KAOS**
Gertrude Bell’in çizdiği Irak haritası bugün bile kanayan bir meseledir.
Lawrence’ın yönlendirdiği Arap isyanları, İslam beldelerinde asırlık zıtlıkların kaynağı olmuştur.
Malta merkezli faaliyetler, Rumların milliyetçi hareketlerine ivme kazandırmıştır.
Mısır ve Kuzey Afrika’da yürütülen çalışmalar, İngiliz sömürge politikasının zeminini hazırlamıştır.
Ve Filistin…
1948’de kurulmasına zemin hazırladıkları İsrail, yetmiş yılı aşkın süredir bölgenin ateşini söndüremez hâle getirmiştir.
Bir İngiliz atasözü şöyle der:
“Bir yerde iki balık kavga ediyorsa, oradan uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”
Bu söz, emperyal aklın tabiatını özetler.
SONUÇ: TARİHİN SESSİZ SAYFALARINDAN YÜKSELEN İBRET
Bugün İslam coğrafyasında yaşanan birçok zıtlık ve çatlak, geçmişte kurulan bu görünmez ağların birikimidir.
İngiliz misyoner–istihbarat hattı; savaşsız işgalin, silahsız fethetmenin, dost görünüp içeriyi çözmenin en maharetli örneğidir.
Bu yüzden tarih, sadece okunmak için değil, ibret alınmak için vardır.

Bak:
https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0ngiliz+

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
25/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2025

İhtiyarlar Risalesi’nden Gurbet ve Vuslat Nurları

image_pdfimage_print

İhtiyarlar Risalesi’nden Gurbet ve Vuslat Nurları

İnsan yaşlandıkça, dünyanın fani yüzü solmaya başlar. Dostlar birer birer “asli vatan” tarafına göç ederken, geride kalan ruh, zahiri alemde büyük bir kimsesizlik hisseder. Bediüzzaman, bu gurbet halini ve o halin içindeki manevi teselliyi şöyle ifade eder:
1. Gurbet İçinde Gurbet ve Dostların Ayrılığı

Bediüzzaman, Altıncı Rica’da, dostlarının çoğunun berzah âlemine göçmesiyle hissettiği o derin hüznü ve yalnızlığı anlatır. Bu, aslında hepimizin hissettiği “dünyadan kopuş” ve asıl menzile yöneliş sancısıdır:
> “Bir zaman elîm bir esaretimde, insanlardan tevahhuş edip Barla Yaylası’nda Çam Dağı’nın tepesinde yalnız kaldım. Yalnızlıkta bir nur arıyordum. Bir gece, o yüksek tepenin başındaki yüksek bir çam ağacının üstündeki üstü açık odacıkta idim. Üç dört gurbeti birbiri içinde ihtiyarlık bana ihtar etti.

Altıncı Mektup’ta izah edildiği gibi; o gece ıssız, sessiz, yalnız ağaçların hışırtılarından ve hemhemelerinden gelen hazîn bir sadâ, bir ses rikkatime, ihtiyarlığıma, gurbetime ziyade dokundu. İhtiyarlık bana ihtar etti ki gündüz nasıl şu siyah bir kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi, öyle de senin ömrünün gündüzü de geceye ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatın yazı dahi ölümün kış gecesine inkılab edeceğini kalbimin kulağına söyledi. Nefsim bilmecburiye dedi: Evet, ben vatanımdan garib olduğum gibi bu elli sene zarfındaki ömrümde zeval bulan sevdiklerimden ayrı düştüğümden ve arkalarında onlara ağlayarak kaldığımdan bu vatan gurbetinden daha ziyade hazîn ve elîm bir gurbettir. Ve bu gece ve dağın garibane vaziyetindeki hazîn gurbetten daha ziyade hazîn ve elîm bir gurbete yakınlaşıyorum ki bütün dünyadan birden müfarakat zamanı yakınlaştığını ihtiyarlık bana haber veriyor.

Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradım. Birden iman-ı billah imdada yetişti. Öyle bir ünsiyet verdi ki bulunduğum muzaaf vahşet, bin defa tezauf etse idi yine o teselli kâfi gelirdi.”
> (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, Altıncı Rica.)
>
2. Mezarın Hakikati: Zindan Değil, Dostlara Kavuşma Kapısı

İnsan zahiri nazarıyla baktığında ölümü karanlık bir kuyu, mezarı da bir yokluk kapısı zanneder. Ancak iman nuruyla bakıldığında, o kapının aslında “gurbetteki garib”in, sevdiklerine kavuştuğu bir koridor olduğu görülür. Sekizinci Rica’da bu hakikat şöyle isbat edilir:
> “En evvel herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’an ile gördüm ki ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de fakat mü’min için asıl siması nuranidir, güzeldir gördüm.
………İşte ey ihtiyar ve ihtiyareler! Ben Kur’an-ı Hakîm’in nuruyla ve ihtiyarlığımın ihtarıyla ve iman dahi gözümü açmasıyla bu hakikati gördüm ve çok risalelerde kat’î bürhanlarla ispat ettim. Kendime hakiki bir teselli ve kuvvetli bir rica ve parlak bir ziya gördüm. Ve ihtiyarlığıma memnun oldum ve gençliğin gitmesinden mesrur oldum. Siz de ağlamayınız ve şükrediniz. Madem iman var ve hakikat böyledir; ehl-i gaflet ağlasın, ehl-i dalalet ağlasın.”
> (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, Sekizinci Rica.)
>
3. Dünyadan Terhis ve Ebedi Menzile Yolculuk
On Birinci Rica’da ise, dünyadaki faaliyet ve hizmetin bittiğini, artık “paydos” emrinin gelmekte olduğunu hisseden bir ruhun, gidişata nasıl hikmetle baktığı anlatılır. Bu, bir kaçış değil, bir terhistir:
> “Bir baharı, bir tek çiçek kolaylığında icad eder. Çünkü toplamaya muhtaç değil. “Emr-i kün feyekûn”e mâlik olduğundan ve her baharda hadsiz mevcudat-ı bahariyenin madde-i unsuriyesinden başka, hadsiz sıfât ve ahval ve eşkâllerini hiçten icad ettiğinden ve ilminde her şeyin planı, modeli, fihristesi ve programı taayyün ettiğinden ve bütün zerrat onun ilim ve kudreti dairesinde hareket ettiklerinden, kibrit çakar gibi her şeyi nihayet kolaylıkla icad eder. Ve hiçbir şey, zerre miktar hareketini şaşırmaz. Seyyarat mutî bir ordusu olduğu gibi zerrat dahi muntazam bir ordusu hükmüne geçer.”
> (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, On Birinci Rica.)
>
Bu iktibaslardan da anlaşılacağı üzere; yaşlılık ve ölüm korkusu, aslında ruhun asıl vatanına duyduğu hasretin bir dışavurumudur. İman, bu hüznü lezzetli bir vuslat iştiyakına dönüştürür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
24/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 25th, 2025

Gurbetten Sılaya: Ruhun Asli Vatanına Hüzünlü Dönüşü

image_pdfimage_print

Gurbetten Sılaya: Ruhun Asli Vatanına Hüzünlü Dönüşü

İnsan, şu fani dünyada bir yolcudur. Lakin bu yolculuk, yalnızca anne karnından mezara kadar süren kısa bir hayat şeridinden ibaret değildir. Bu sefer, ezelden başlayıp ebede uzanan, külli bir dairenin tamamlanmasıdır. Ruhlarımız, Bezm-i Elest’te “Evet” dediği günden beri, o ezelî ahdi yerine getirmek ve asıl yurduna kavuşmak için yoldadır.
Dünyaya gelişimiz, aslında hüzünlü bir gurbete çıkıştır. Adem babamız ve Havva annemizin Cennet’ten yeryüzüne inişiyle başlayan bu ayrılık hikâyesi, her birimizin derûnî dünyasında tekrar tekrar yaşanır. Bizler, o asli vatanın çocuklarıyız; fakat şimdi gurbet diyarındayız. Bu yüzden insanın kalbi, dünyadaki hiçbir surî lezzetle tam manasıyla tatmin olmaz. Çünkü tabiatı gereği, fani olanla değil, baki olanla sükûn bulmak ister.

Bir Garip Yolcu ve Hüzünlü Ayrılık

Şu dünya hanı, bizim için bir “bekleme salonu” hükmündedir. İnsan burada bir garib, bir misafirdir. Zahiri nazarlar, dünyanın süslü yüzüne aldanıp burayı kalıcı zannetse de, hakikat ehli için dünya, sadece bir geçiş güzergâhıdır. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, bu hali Mektubat adlı eserinde şu veciz ifadelerle tasvir eder:
> “Sizlere müjde! Mevt i’dam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.”
> (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yirminci Mektup, Birinci Makam, Yedinci Kelime.)
>
İşte bu cümlelerdeki hikmet, hüznümüzü ümide çeviren yegâne hakikattir. Ölüm, zahiren soğuk ve korkutucu bir ayrılık gibi görünse de, hakikatte gurbetten sılaya dönüşün biletidir. Uzun bir ayrılıktan sonra, gurbetteki garib ve gurebanın, baba ocağına, o asli vatanına dönmesi gibi; ruh da tenden sıyrılarak asıl menziline doğru kanatlanır.

Büyük Buluşma: Vuslat

Bu yolculuğun sonundaki o “büyük buluşma”, Adem ve Havva’nın evlatlarının, asırlar süren bir hasretin ardından tekrar bir araya gelmesidir. Dünya gurbetinde çekilen çileler, ayrılıklar ve hüzünler, o vuslat anının lezzetini artırmak içindir. Enaniyet ve nefis perdeleri kalktığında, insan Rabbine kavuşmanın ve O’nun rızasına ermenin huzurunu tadar.
Cenab-ı Hak, Fecr Suresi’nde bu kutlu dönüşü ve vuslatı şöyle müjdeler:
> “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!”
> (Fecr Suresi, 27-30. Ayetler)
>
Sonuç Yerine: Menzile Varış

Bütün bu gelişler ve gidişler, o son menzile varmak içindir. İnsanın dünyadaki faaliyeti, bu dönüş yolculuğuna hazırlıktan ibarettir. Hüzünlüyüz; çünkü gurbetteyiz. Mahzunuz; çünkü ayrılık ateşini tadıyoruz. Ancak ümitsiz değiliz. Çünkü biliyoruz ki, bu yolun sonu yokluğa değil, varlığın ta kendisine, ebedi bir huzura çıkar.
Ölüm, bir yanılma yahut bir son değil; bilakis perdenin açılması ve hakikatin bütün çıplaklığıyla görünmesidir. Gurbetteki yolcu, yükünü bırakır, yorgunluğunu atar ve “Elhamdülillah” diyerek asıl yurdunun kapısından içeri girer. İşte o an, bütün hüzünler son bulur ve ebedi vuslat başlar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
24/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 25th, 2025

Kâinatın Tılsımını Çözen Anahtarlar: İnsan, Peygamber ve Ebediyet Yolculuğu

image_pdfimage_print

Kâinatın Tılsımını Çözen Anahtarlar: İnsan, Peygamber ve Ebediyet Yolculuğu

İnsan, şu kâinat sarayının en nazlı misafiri ve en ehemmiyetli vazifedaridir. O misafir İnsan yaratılış gayesinden başlayıp, ona yol gösteren rehberine, hayatın faniliğinden ebedi saadetine uzanan bir hakikat haritası çizmektedir.

1. : Sîmadaki Sikke-i Ehadiyet ve İnsanın Başıboş Olmayışı
> İktibas: “Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu sîmayı veren, o sîmada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz’eden zât, seni başı boş bıraksın; sana ehemmiyet vermesin; senin harekâtına dikkat etmesin;”
> Kaynak: Sözler, Onuncu Söz (Haşir Risalesi)
>
İzah ve Şerh:
Bu ifade, Haşir Risalesi’nin mantık örgüsü içerisinde, insanın yaratılışındaki sanat ile ahiretin gerekliliği arasında kurulan muazzam bir bağdır. İnsanın yüzü (sîması), küçük bir harita gibidir; bütün insanların yüzüne benzemekle “birlik” (Vahdet) mührünü, fakat hiçbir yüze tam olarak benzememekle de “birlik içinde teklik” (Ehadiyet) mührünü taşır.
Bu kadar ince bir sanatla, her ferdi şahsına münhasır yaratan bir Sanatkâr (Sâni-i Zülcelal), elbette o sanat eserinin fiillerini, amellerini ve hayatının neticesini başıboş bırakmaz. Bir ressam, en kıymetli tablosunu çöpe atar mı? Veya bir padişah, özenle seçtiği elçisini takip etmez mi? Bu vecize, insanın “başıboş” bir varlık olmadığını, her halinin kayda geçtiğini ve bu dikkatin neticesinde büyük bir mahkemenin (Mahkeme-i Kübra) kurulacağını akli bir delille isbat eder. İnsana verilen bu kıymet, aslında onun ebede namzet olduğunun en büyük delilidir.

2. : Kâinatın En Büyük Muallimi ve Rehberi

> İktibas: “Hem madem Hâlıkımız, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmı tayin etmiş ve en son elçi olarak göndermiş…”
> Kaynak: Şualar, On Birinci Şua (Meyve Risalesi)
>
İzah ve Şerh:
İnsan, aklıyla “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularını sorar. Ancak akıl, vahiy nuru olmadan bu sorulara tatmin edici bir cevap veremez. İşte bu noktada, Âlemlerin Rabbi, cevapları bildirmesi için Hz. Muhammed’i (asm) “En Büyük Muallim” olarak tayin etmiştir.
Buradaki hikmet şudur: Bir saray yapılsa ve içi antika eserlerle donatılsa, fakat o eserlerin manasını anlatan bir rehber olmasa, o sarayın yapılmasının bir hükmü kalmaz. Kâinat sarayının manasını okuyan, bildiren ve “Hâlıkımız bizden ne istiyor?” sualine cevap veren zat, Resul-i Ekrem’dir (asm). O, elindeki Kur’an mucizesiyle ve binler mucizatının tasdikiyle, hem dünya (şehadet âlemi) hem de gayb âlemi namına konuşur. En büyük davası ise “Haşir”dir, yani öldükten sonra diriliştir. Böyle sadık ve bürhanlı bir muallimin sözü, “güneş ve gündüz gibi” kat’idir.

3. : Muallimin Manevi Kıymeti ve Dini Terbiye

> İktibas: “Şu zamanın dindar bir muallimine eski zamanın velileri nazarı ile bakıyorum. Çünkü eski zamanda dinî terbiye ebeveyne verilmişti, bu zamanda o vazife muallimlere verilmiş.”
> Kaynak: Bediüzzaman Said Nursi (Hatıralar ve Lâhikalar muhtevasında geçen manalar)
>
İzah ve Şerh:
Bediüzzaman Hazretleri, yaşadığı asrın içtimai yaralarını teşhis ederken, eğitimin ve muallimin (öğretmenin) hayati rolüne dikkat çeker. Eskiden aile hayatı İslam terbiyesi üzerine bina edildiğinden, çocuk dini eğitimini evde alırdı. Ancak asrın getirdiği dünyevileşme ve aile yapısındaki sarsıntılar, bu mukaddes vazifeyi öğretmenlerin omuzlarına yüklemiştir.
Bu sebeple, bir öğretmenin sadece fen ilimlerini değil, aynı zamanda manevi ilimleri ve güzel ahlakı çocuğa aşılaması, onu “eski zaman velileri” gibi kıymetli kılar. Çünkü bir çocuğun imanını kurtarmak, ona ebedi bir hazine vermektir. Bediüzzaman’ın “benim çocuğum olmadığından, bütün dünyadaki çocuklara şefkat cihetiyle alâkadarım” demesi, onun hizmetinin temelindeki şefkat ve merhamet hissinin ne kadar cihanşümul olduğunu gösterir.

4. : Ölümün İkazı ve Hubb-u Dünyanın İlacı

> İktibas: “Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır.”
> Kaynak: Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup
>
İzah ve Şerh:
İnsan, tabiatı gereği hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmaya meyillidir. Bu “tûl-i emel” (hiç ölmeyecek gibi uzun yaşama arzusu) ve “hubb-u dünya” (dünya sevgisi), kalbi karartır ve asıl vazifeyi unutturur. Bu manevi hastalığın en tesirli ilacı ise “Rabıta-i Mevt”tir; yani ölümü düşünmektir.
Ölüm, bir yok oluş değil, bir terhistir; ancak gaflet uykusundan uyandıran en gür sadadır. Ölümü hakiki manada tefekkür eden bir insan, elindeki oyuncakların kırılacağını bilen bir çocuk gibi dünya metaına hırsla saldırmaz. Bilir ki bu hayat fânidir, o halde bâki olan bir âlem için çalışmak lazımdır. Bu vecize, insanı karamsarlığa değil, bilakis hakikate uyanmaya ve tedbir almaya davet eder.

5. : Saadet-i Ebediyenin Anahtarı: İman

> İktibas: “Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.”
> Kaynak: Kastamonu Lâhikası
>
İzah ve Şerh:
Bütün bu izahların varıp dayandığı zirve nokta “İman”dır. İnsanın bu dünyadaki en büyük davası, imanla kabre girmektir. “Her kim olursan ol” hitabı, bu davetin külli ve cihanşümul olduğunu gösterir. Zengin-fakir, âlim-cahil fark etmeksizin herkesin, “saadet-i ebediye” (sonsuz mutluluk) sarayına girmek için bu anahtara ihtiyacı vardır.
Buradaki “gözünü aç” ihtarından maksat, baş gözü değil, kalp gözüdür; basirettir. Kâinattaki nizamı, sîmalardaki sikkeyi, peygamberlerin getirdiği haberi tarafsız ve dikkatli bir nazarla inceleyen herkes, hakikati müşahede edecektir. İmanını kurtarmak, bir insanın başına gelebilecek en büyük felaket olan ebedi haps-i münferitten kurtulması demektir.
ÖZET: İnsan, Kâinat ve Ebediyet Denklemi
Bu beş levha, birbiriyle irtibatlı muazzam bir hakikat dersidir. Dersin özü şudur:
İnsan, ilahi bir sanat eseri olarak Sîmasındaki mühürle Yaratıcısına işaret eder ve başıboş bırakılmadığını isbat eder. Bu yolculukta insanı şaşırtmayacak rehber, Muhammed-i Arabî (asm) ve onun izinden giden hakiki Muallimlerdir. İnsanı gaflet uykusundan uyandıran en büyük nasihatçi Ölüm, onu fani dünyadan baki âleme hazırlar. Ve nihayetinde, bütün bu sürecin gayesi, insanın İmanını kurtarıp Ebedi Saadeti kazanmasıdır.

Konuyla Müradif Ayet-i Kerimeler

* İnsanın başıboş bırakılmaması hakkında:
> “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?”
> (Kıyâmet Suresi, 75/36)
>
* Sîmadaki sanat ve yaratılış hakkında:
> “Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?”
> (İnfitâr Suresi, 82/6-8)
>
* Peygamberin rehberliği hakkında:
> “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”
> (Ahzâb Suresi, 33/21)
>
* Ölümün nasihat olması hakkında:
> “Her nefis ölümü tadacaktır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksiz ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.”
> (Âl-i İmrân Suresi, 3/185)
>
* İman ve hakikat nazarı hakkında:
> “(Resûlüm!) De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah’a çağırırız…”
> (Yûsuf Suresi, 12/108)
>

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
24/11/2025

 

 

Loading

No ResponsesKasım 25th, 2025

Küresel Satranç ve Maskeli Vicdan: Kan ve Altın Arasındaki Tercih

image_pdfimage_print

Küresel Satranç ve Maskeli Vicdan: Kan ve Altın Arasındaki Tercih

Dünya, “zahiri” (dış) yüzünde modern hukukun ve insan haklarının konuşulduğu bir medeniyet bahçesi gibi görünse de; “batini” (iç) yüzünde, gücün haklıyı ezdiği, mazlumun ahının arşa yükseldiği bir arenaya dönmüştür. Bugün yeryüzünde şahit olduğumuz hadiseler, basit birer sınır ihtilafı veya tesadüfi birer “yanılma” değildir. Bilakis, aslı ve esası çok daha derinlere inen, külli bir planın, cihan şümul bir satrancın hamleleridir.

Çıban Başı Yapılan Devletler ve Vekalet Savaşları

Küresel hegemonya, kendi “enaniyetini” (egosunu) tatmin etmek ve hakimiyetini baki kılmak adına, doğrudan sahaya inmek yerine “maşa” kullanmayı tercih etmektedir. İşte bu noktada, haritanın kilit noktalarındaki bazı devletler, adeta birer “çıban başı” haline getirilmektedir. Yunanistan’dan Ukrayna’ya, Ermenistan’dan Sırbistan’a ve İsrail’e kadar uzanan hat, tesadüfi bir coğrafi dağılım değildir.
Bu ülkeler, büyük güçlerin (ABD ve arkasındaki küresel sermaye odaklarının) elinde, hedefteki “merkez” devletleri kuşatmak için kullanılan birer koçbaşıdır. Türkiye, Rusya, Çin ve Hindistan gibi, dünyanın tek kutuplu yapısına “aykırı” duran ve kendi “tabiatı” gereği bağımsız hareket etme potansiyeli taşıyan güçler; bu “ileri karakol” devletler üzerinden yıpratılmaya çalışılmaktadır.
Bir yanda Ukrayna üzerinden Rusya’yı bataklığa çekme gayreti, diğer yanda Yunanistan ve adalar üzerinden Türkiye’yi Akdeniz’e hapsetme planı, aynı aklın ürünüdür. PKK ve DEAŞ gibi terör örgütleri ise, bu devletlerin dahi giremediği kılcal damarlarda kaos çıkarmakla vazifeli, “kullan-at” kabilinden aparatlar olarak sahaya sürülmektedir.

Kaostan Beslenen Sermaye ve İnsanlığın Sefaleti

Bu tablonun geri planında, dünyayı bir ticarethane, insanları ise birer rakam olarak gören, hissiyattan yoksun bir zümre bulunmaktadır. Rockefeller, Rothschild, Soros gibi ailelerle sembolleşen, lakin tesiri şahısları aşan bu “küresel faiz ve kaos lobisi”; servetini barıştan değil, kavgadan ve kandan devşirmektedir.
Silah satarken bir el, diğer elle de ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine, altınlarına ve ekonomilerine ipotek koymaktadır. Onların varlık sebebi, başkalarının yokluğuna ve hatta ölümüne bağlanmıştır. Bu, tarihin gördüğü en acımasız sömürü çarkıdır.
Dünya gelirinin yüzde seksenini, nüfusun o imtiyazlı yüzde yirmi ve hatta onun da içindeki yüzde beşlik kesim gasp ederken; geriye kalan yüzde yirmiyi, milyarlarca insan “dengesiz” bir şekilde paylaşma kavgası vermektedir.
İşte bu adaletsiz taksimatın neticesidir ki; bir coğrafyada insanlar “çok yemekten” obezite tedavisi görürken, diğer bir coğrafyada bir milyar insan bir lokma ekmek bulamadığı için ölüm sınırında yaşamaktadır. Bu tezat, modern dünyanın alnında kara bir lekedir.

İlahî İkaz ve Sonuç

Bu zulüm düzeni, insanlığın “fazilet” ve “hikmet”ten uzaklaşıp, maddeye ve güce tapmasının bir neticesidir. Kur’an-ı Kerim, servetin sadece zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaması gerektiğini ihtar eder.
Haşr Suresi 7. Ayet’te Rabbimiz şöyle buyurur:
> “…Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet (servet) ve güç olmasın…”
>
Bugün yaşananlar, sadece siyasi bir strateji değil, aynı zamanda büyük bir ahlaki çöküşün “isbatıdır”. Dünya, bu “yanlış inanç” ve sömürü düzeninden kurtulmadıkça, ne o “kuşatılan” devletler huzur bulacak ne de insanlık hak ettiği refaha erişecektir. Çare; külli bir şuurla, bu oyunun farkına varmak ve sadece maddi değil, manevi ve ahlaki bir duruşla bu kuşatmayı yarmaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
24/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 24th, 2025

RAHMET Mİ ADALET Mİ ?

image_pdfimage_print

RAHMET Mİ ADALET Mİ ?

Allah’ın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur.
Kendisi mukaddes ve her türlü noksanlıktan münezzehtir.
Vicdani olan şefkat,acıma ve merhameti her şeyi kuşatmıştır.
Ancak bunlarla beraber iradesiyle karar verip hükmederken, Hak ve Adil isimleri son kararı verir.
Her hak sahibine hakkını verip, kullarına ve hiç bir şeye zulmetmediği gibi.

O halde; Olaylara Allah’ın Rahmet ve Adaleti noktasından nasıl bakmalı ve nasıl değerlendirmeliyiz?

✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧

Evet, Allah’ın isim ve sıfatları sonsuzdur ve mahlukata benzemekten münezzehtir. Cenab-ı Hakk’ın şefkat ve merhameti her şeyi kuşatmış olmakla birlikte, bu merhamet O’nun Hak ve Adil isimlerinin tecellisine, yani adaletin yerini bulmasına mani değildir. Bilakis, adalet de merhametin bir başka veçhesidir; çünkü zalime ceza vermek, mazluma merhamet etmektir.
Olaylara (hadisata) Allah’ın Rahmet ve Adaleti penceresinden bakarken şu temel ölçüleri nazar-ı dikkate almak, meseleyi kavramamızı kolaylaştıracaktır:

1. Adalet ve Rahmetin Dengesi (Muvazene)

Allah’ın adaleti, her hak sahibine hakkını vermek ve her şeyi yerli yerine koymaktır. Rahmeti ise, mahlukatın acizliğine şefkatle mukabele edip onları terbiye etmektir. Bir musibet veya sıkıntı görüldüğünde, bunun sadece zahiri (dış) yüzüne bakarak hüküm vermek insanı yanılmaya düşürebilir.
Olayların arkasındaki “kader” planında, Allah’ın adaleti kulun hatasına bir ceza (kefaret) olarak tecelli edebilirken, aynı olay rahmet cihetiyle o kulun manevi derecesini artırmaya veya onu daha büyük bir zarardan korumaya vesile olabilir.
Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle beyan edilir:
> “…Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük.» Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım…”
> (A’râf Suresi, 156. Ayet)
>
2. Olayların Zahiri ve Batini Yüzü

Hadisatın bir mülk (bizim gördüğümüz dış yüzü), bir de melekût (Allah’a bakan iç yüzü) ciheti vardır. İnsan aklı ve nefsi, olayların zahiri yüzündeki çirkinliklere veya zorluklara takılabilir. Ancak hakikatte ve neticede, Allah’ın yarattığı her şeyde ya bizzat bir güzellik (hüsn-ü bizzat) veya neticeleri itibariyle bir güzellik (hüsn-ü bilvasıta) vardır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nda bu bakış açısını şöyle tasvir eder:
> “Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”
> (Bak: https://tesbitler.com/2025/11/14/husnu-bizzat/ )
>
3. Zulüm ve Adalet-i İlahiyenin Farkı
İnsanlar, kendi cüz-i iradeleriyle verdikleri kararlarda bazen nefislerine uyarak zulmedebilirler. Bir olayda insan eliyle gelen bir zulüm olsa bile, Allah o olayı yaratırken adildir. Yani; bir zalim sizi haksız yere üzebilir (bu onun zulmüdür ve cezasını çekecektir), fakat Allah’ın bu olaya izin vermesi, sizin geçmişteki bir hatanıza kefaret veya gelecekteki bir makamınıza hazırlık olduğu için adalet ve rahmettir.
Buna “Kader adalet eder, insan zulmeder” düsturuyla bakmalıyız.

4. Hayır ve Şer Telakkisi
Bizim “şer” (kötü) zannettiğimiz olaylarda Allah’ın büyük bir hayır murad etmiş olması mümkündür. Rahmet, bazen acı ilaç suretinde gelir. Hasta için acı ilaç veya neşter, zahiren sıkıntılı olsa da neticesi itibariyle şifa ve rahmettir.
> “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
> (Bakara Suresi, 216.)
>
Özetle Nasıl Değerlendirmeliyiz?
Olaylara bakarken şu üç soruyu sormak, istikametli bir nazar (bakış) sağlar:
* Bu olayda benim sorumluluğum ve hatam nedir? (Nefsimizi hesaba çekmek – Adalet-i Nefs)
* Cenab-ı Hak bu olayla bana neyi öğretiyor veya beni hangi hatamdan arındırıyor? (Hikmet ve Terbiye-i Rabbaniye)
* Zahiri zorlukların arkasında saklı olan rahmet hediyeleri neler olabilir? (Hüsn-ü Zan ve Ümit)
Allah’ın icraatını, O’nun sonsuz ilmi ve hikmeti penceresinden değerlendirdiğimizde, “Kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilecek bir teslimiyet makamına yaklaşmış oluruz.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
23/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 24th, 2025

FITRATA BAŞKALDIRI: NESLİ İFSAT EDEN “ÇAĞDAŞ” SEFAHAT VE AKIBETİMİZ

image_pdfimage_print

FITRATA BAŞKALDIRI: NESLİ İFSAT EDEN “ÇAĞDAŞ” SEFAHAT VE AKIBETİMİZ

İnsanlık tarihi, iman ve küfür mücadelesinin sahnesidir. Ancak bu asırda, inançsızlıktan neşet eden öyle büyük bir bela zuhur etmiştir ki; o da hayayı, edebi ve fıtratı hedef alan, ahlaksızlığı “hürriyet” maskesi altında pazarlayan sefahat cereyanıdır.
Bugün “LGBT” ve türevleri adıyla önümüze konulan, kökü dışarıda, tesiri ise hanelerimizin içine kadar uzanan bu hareket, asrın en büyük manevi vebasıdır.
Siyaset Masasında Ahlakın İflası
Gazete manşetlerine yansıyan ve yürekleri dağlayan son hadiseler, bu tehlikenin kapımıza dayandığını değil, bizzat evin içine sokulmak istendiğini isbat ediyor. Yeni Şafak gazetesinin manşetinde de görüldüğü üzere; CHP’nin parti programına aldığı, “cinsel yönelim” adı altında meşrulaştırılmaya çalışılan bu sapkınlık, sadece siyasi bir tercih değil, toplumun temel taşı olan aileye ve nesle yapılmış açık bir suikasttır.
Program taslağındaki “Evde, okulda, iş yerinde, siyasal hayatta, kısacası hayatın her alanında” ifadesi dehşet vericidir. Bu, sapkınlığın sadece şahsi bir “yanılma” değil, devlet eliyle teşvik edilen, okullardaki masum yavrularımıza kadar zerk edilmek istenen bir zehir olduğunun itirafıdır. Aileyi, anneyi, babayı ve fıtratı inkar eden bu anlayış; nesli kurutmak, cemiyeti maneviyatsız bir yığına dönüştürmek isteyen “ifsat komitelerinin” faaliyetinden başka bir şey değildir.

Epstein Skandalı: “Medeni” Dünyanın Maskesi Düştü

Bize “çağdaşlık”, “özgürlük” ve “insan hakkı” masalları anlatan Batı medeniyetinin, perde arkasında nasıl bir çirkef yuvası olduğu, patlak veren Epstein skandalı ile bütün çıplaklığıyla ortaya dökülmüştür. Dünyanın en “seçkin” görünen isimlerinin, siyasetçilerinin ve zenginlerinin, çocukların istismar edildiği, fuhşiyatın ve sapkınlığın zirve yaptığı bir adada nasıl bir bataklığa saplandığına cihan şümul bir nazarla şahit olduk.
Bu skandal, sadece bir şahsın suçu değil; nefsi, hevası ve şehveti ilah edinen, hududullahı (Allah’ın sınırlarını) tanımayan sistemin çöküşüdür. Batı’nın kokuşmuş değerlerini “ilericilik” diye bu millete dayatanlar, aslında Epstein’in temsil ettiği o karanlık ve süfli dünyanın şubesi olmaya taliptirler.

İlahi İkaz: Lut Kavminin Akıbeti

Tarih, tekerrürden ibarettir derler; eğer ibret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi? Kur’an-ı Kerim, bizlere asırlar öncesinden, haddi aşan ve fıtrata savaş açan bir kavmin, Lut kavminin hazin sonunu haber vererek ikazda bulunur.
Cenab-ı Hak, A’raf Suresi’nde şöyle buyurmaktadır:
> “Hani Lût da kavmine şöyle demişti: ‘Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Çünkü siz, kadınları bırakıp da cinsel arzuyla erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz, haddi aşan bir toplumsunuz.'” (A’râf, 7/80-81)
>
Ayette geçen “haddi aşan toplum” ifadesi, bugünkü “sınır tanımaz” özgürlük anlayışının tam karşılığıdır. Allah’ın koyduğu fıtrat kanunlarını çiğneyenler, taş yağmuruyla helak olan o kavmin akıbetine doğru koşar adım gitmektedirler.

Risale-i Nur Penceresinden Bakış

Asrın manevi tabibi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, sefahatin ve ahlaksızlığın, medeniyet-i sefihane vasıtasıyla insanlığı nasıl bir uçuruma sürüklediğini eserlerinde mükemmel bir surette tasvir etmiştir. Hevesat-ı nefsaniyenin peşine düşenlerin, hem dünyalarını hem de ahiretlerini nasıl berbat ettiklerini şöyle ifade eder:
> “Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akılla onların sefahat ve batıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihane taklit edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlaksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.” (Lem’alar.17. Lem’a. Beşinci nota)
>
Görüldüğü üzere, bugün siyasi parti programlarına giren, okullara sokulmak istenen bu “terbiye-i sefihane”, gençliğin imanını ve milli hamiyetini söndürmeye yönelik bir projedir.

Netice-i Kelam

Bugün karşı karşıya kaldığımız tehlike, basit bir siyasi tartışma meselesi değildir. Mesele; fıtratın muhafazası, neslin devamı ve imanın selametidir. “Cinsel yönelim” kılıfı altında sunulan bu ahlaksızlık, Lut kavmini helak eden hastalığın bu asırdaki metastaz yapmış halidir.
Müslüman Türk milleti, feraset ve basiret ile hareket etmeli, bu “süslü” ve “demokratik” ambalajlı zehri reddetmelidir. Aksi takdirde, hayasızlığın ve fuhşiyatın istila ettiği bir toplumda, ne aile kalır, ne devlet, ne de istikbal. Unutmayalım ki; edebi olmayanın, ebedi bir geleceği de olmaz.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
23/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 24th, 2025

ASIRLIK HEYECAN

image_pdfimage_print

ASIRLIK HEYECAN

Mevcut bilgilere göre PKK’da silahsızlanma/çekilme ve yeni bir “barış/çatışmasızlık” süreci fiilen ilerliyor; bu süreç bölgesel jeopolitik dengelerden, özellikle İsrail–İran gerilimi ve ABD’nin bölgesel politikalarıyla doğrudan etkilenebilir. İsrail veya ABD’nin doğrudan ve tek başına “süreci sabote etme” niyeti/kararı olduğunu kesinleştirebilecek açık bir delil yok; ama hem niyet hem de kapasite açısından bu aktörlerin—dolaylı yollardan ve bölgesel dengelere göre—süreci zorlayabilecek veya sarsabilecek araçlara sahip oldukları açık.
Mümkün olabilecek senaryoları, dayanakları ve hangi göstergelere dikkat edilmesi gerektiğini ihtiva eden bir hatırlama.

Neden Önemli?

2025 sonu itibarıyla PKK cephesinde silahsızlanma/çekilme işaretleri, Ankara’da yeni bir “yeni safha” söylemi ve Meclis içi adımlar görülüyor; bu, Türkiye için tarihsel bir dönemeçtir. Bölgede aynı zamanda İsrail–İran gerilimi ve büyük güç rekabetinin yoğunlaşması var — bu ikili açı, iç barış süreçlerini dış müdahalelere açık hâle getirir.

Dayanaklar
• PKK’nın silahsızlanma ve örgütsel dönüşüm tercihine dair haberler ve uluslararası teyitler — PKK cephesinden ve büyük ajanslardan gelen bildirimler sürecin gerçek olduğunu gösteriyor.
• Türkiye yönetiminin “yeni safha” ilanı ve Meclis/komisyon adımları — iktidar seviyesinde operasyonel ve hukuki hazırlık yapıldığını gösterir.
• Bölgesel güvenlik baskıları: İsrail–İran çatışmasının Türkiye’deki barış çabalarını dolaylı etkileme riski ve farklı analiz yazıları bu riskin gerçekliğini vurguluyor.
• Türk kamuoyu ve bazı siyasetçilerin dış aktörlerin (özellikle İsrail/ABD) süreci sabote edebileceğine dair kaygıları, siyasi zeminde kırılganlık oluşturuyor.
Muhtemel niyet ve kapasite değerlendirmesi
• İSRAİL: Bölgesel istikrar ve İran’a karşı stratejik kaygılar açısından Türkiye’nin PKK ile barışa çevrilmesinin İran veya bölgedeki bazı hedefleri zorlaştıracağını düşünen aktörler olabilir. İsrail’in istihbarat ve bölgesel etki araçları güçlüdür; dolaylı operasyonel taktikler (muhbir ağları, medya-psikolojik operasyonlar, proxy etkileme, bölgesel aktörlerle koordinasyon) üzerinden sürece baskı yapabilir. Ancak doğrudan büyük operasyon yapmanın maliyeti ve diplomatik sonuçları yüksektir.
• ABD: ABD’nin resmi politikası terörle mücadele ve bölgesel istikrar üzerinedir; bir yandan Türkiye ile işbirliğini sürdürür, diğer yandan bölgesel müttefikleri (ör. Kürt gruplar, İran’a karşı ittifak) ile ilişkileri dengelemek zorundadır. ABD’nin “sabotaj”tan ziyade, kendi stratejik çıkarlarına göre süreci şekillendirmeye çalışması, zaman zaman Türkiye’nin tercihleriyle çalışabilir. Diplomasi, istihbarat paylaşımı ve bölgesel koordinasyonla sürece etki edebilir.
Olabilecek sabotaj/aksatma yolları (dolaylı ve doğrudan senaryolar)
• Provokasyonlar ve saldırılar: Barışı bozacak yüksek etkili saldırılar (büyük bombalama, askeri kayıplar) süreci aksatır; bu tür eylemler karanlık aktörlerce sahnelenebilir veya provoke edilebilir.
• Bilgi/siber ve algı operasyonları: Medya dezenformasyonu, sızdırmalar, “güvenilmeyen anlaşma” düşüncesi oluşturma.
• Proxy/yerel aktör manipülasyonu: Bölgedeki silahlı unsurların kışkırtılması; çekilme sürecini baltalayacak küçük grupların desteklenmesi.
• Diplomatik/ekonomik baskı: Bazı dış aktörlerin Türkiye’ye yönelik yaptırım ya da tehdit söylemleriyle süreçten caydırma girişimleri.
Bu yolların hepsi doğrudan “İsrail yaptı/ABD yaptı” şeklinde tekil bir suçlama gerektirmez; çok aktörlü ve zincirleme etkilerle süreç zedelenebilir.
Hangisi daha muhtemel?
• En muhtemel: Dolaylı etki ve baskı — istihbarat, algı operasyonları, bölgesel aktörleri kullanma. Bu, hem maliyet-etki hem de diplomatik risk açısından tercih edilen yoldur.
• Daha az muhtemel: Açık, büyük çaplı doğrudan operasyonlar (ör. bir devletin açık müdahalesi) — bunun sonuçları çok ağır ve iz bırakıcı olur; devletler bunu tercih etmeyebilir.
Hangi göstergelere dikkat edilmeli? (erken uyarı işaretleri)
• Barış sürecini hedef alan yüksek profilli şiddet eylemleri (özellikle şehir içi, askeri konvoylara saldırılar).
• Süreci baltalayacak boyutta belge sızıntıları veya provokatif medya kampanyaları.
• Bölgesel güçler arasında diplomatik gerilim artışı ya da Türkiye aleyhine yapılan koordine açıklamalar.
• PKK içindeki radikal kanatların hareketlenmesi veya çekilme planlarının sabote edildiğine dair saha raporları.
Bu göstergeler görüldüğünde sürecin güvenlik, hukuki ve siyasi boyutlarda acil koruma adımlarıyla güçlendirilmesi gerekir.
Politik, güvenlik ve hukuki öneriler (Türkiye için uygulanabilir tedbirler)
• Şeffaflık ve iletişim: Sürecin şeffaf şekilde, Meclis ve bağımsız denetim mekanizmalarıyla yürütülmesi; böylece dezenformasyonun etkisi azalır.
• Hukuki altyapı: Muhafaza, güvence paketleri ve entegre hukukî düzenlemelerin hızla hazırlanması.
• Uluslararası garantörler ve gözlem: BM, AGİT veya güvenilir üçüncü tarafların teknik gözlem/garanti mekanizmalarına davet; dış etki iddialarını azaltır.
• İstihbarat ve güvenlik koordinasyonu: Saha istihbaratının güçlendirilmesi; provokatif saldırılara karşı önleyici tedbirler.
• Toplumsal barış inşası: Yerel düzeyde barış programları, mağduriyetlerin giderilmesi, ekonomik ve sosyal entegrasyon paketleri.
• Diplomasi hattı: ABD/İsrail/Avrupa ile doğrudan ve yüksek düzeyli dialog — “yeni safha”nın bölgesel istikrarı güçlendireceğini açıkça anlatacak diplomasi.
Sonuç — mantıklı beklenti nedir?
Süreci baltalamaya yönelik dış müdahale riski mevcut; fakat bunun tek bir ülkeye atfedilmesi karmaşık ve çoğu zaman isbatlanması zor bir iştir. Daha gerçekçi ve faydalı yaklaşım, sürecin kırılgan noktalarını güçlendirmek, erken uyarı gösterge sistemi kurmak ve uluslararası garantörlerle ilişki kurmaktır. Böylece hem sahadaki provokasyonlar kırılır hem de “dış güçler sabote ediyor” söyleminin işleyeceği zemin daraltılır.
Kısa politika önerisi (3 maddede)
• Meclis’te şeffaf izleme-komisyonu + bağımsız gözlemci heyet.
• Saha güvenliği için istihbarat ve yerel güvenlik güçlerinin koordineli önlemleri; özel kriz müdahale planı.
• Bölgesel aktörlerle diplomasi; sürecin bölgesel fayda getirdiğini anlatan aktif dış politika kampanyası.

Ancak bütün bu risklerle beraber bugünkü Türkiye eski ve 1993 yılının Türkiyesi değil.
Yılların tecrübesi ve birikimi mevcuttur.

Bak:

https://www.facebook.com/share/p/1AEVjsesZe/

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
23/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 24th, 2025

ESKİMEYEN ESKİLER

image_pdfimage_print

ESKİMEYEN ESKİLER

 

Her Ana ve baba çocuğunun en iyi şekilde yetişmesini görgülü, saygılı, merhametli, hürmetli, yardım sever, gayretli gibi güzel erdemlerle donanmasını, yetişmesini, iyi insanlar olmasını ister.

Toplumda ve kendi çocuklarımızda bu güzellikleri göremeyince şikayet ve ahu enin ederiz.Hep “ahh o eski bayramlar, o eski saygı- sevgi” diye hatırlatırız.Eskiden şöyleydi, şunlar bunlar vardı, diye günümüz yanlışlıklarını dile getirir şikayetçi oluruz..

Peki bütün bunlar durup dururken mi oldu eski güzel erdemler neden kayboldu? Bunun sebebi yine şikayetçi olan bizler değilmiyiz? Neden mi çünkü belki bilinçli ve çoğu zaman bilinçsiz bir şekilde yeni nesile kötü örnek olduk.Nefsii hareketler aile ve toplum içi gereksiz eleştiri ve tenkitler. Ânı kurtarmak için basitçe söylenen yalanlar, bayram ve güzel günlerdeki çocuğa kötü numune-i imtisal davranışlar, ahde vefanın unutulması,beşeri münasebetlerdeki menfileşme ve bencillik, umursamazlık, kayıtsızlık, özel günlerdeki kültür mirasımızın çocuklara yansıtılmaması. İçtimai hayattaki bize yakışmayan haller yeni nesil tarafından kapıldı, farkında olmadan şikayetçi olduğumuz bugünkü menfiliklerin oluşmasına herkes az çok zemin hazırladı. Belki tanımadığımız çocuklar büyüklerinden olumsuz birşeyler kaptı.

Tabi ki bunlar dinimize ve kültürümüze uymayan Rabbimizin rahmetine mugayir haller olduğu için hafazanallah rahmetten mahrum olduk. Ağır imtihanlarla karşılaştık lakin imtihan olduğunu anlayamadık ders çıkaramadık.

NE DİYOR ecdad “Başa bela gelmez hak yazmadıkça, hak bela yazmaz kul azmadıkça”

Hülasa şikayetçi olduğumuz hallerden az çok hepimiz mesulüz. Konuştuklarımız, en ufak hareketimiz, tavır ve davranışlarımız olumlu veya olumsuz temas halinde olduklarımızı etkiliyor.. “Sebep olan yapan gibidir” bundan ecir veya günah alıyoruz. Bunun toplumsal veya ferdi mükafatı ve cezası bazen bu dünyada veriliyor, ve şikayetçi olduğumuz toplum düzeni ortaya çıkıyor.Bu yüzden tanısak tanımasak herkese her yerde her zaman güzel örnekler sergilemek zorundayız. TABİ Kİ, EN GÜZELİ İHLASLA YAŞARSAK HEM RABBİMİZ RAZI OLUR HEM DE MEMNUN OLACAĞIMIZ NESİLLER VE HALLER MEYDANA GETİRİR.. RABBİMİZ RAZI OLACAĞI AMELLER İŞLEMEYİ NASİP EYLESİN.. ARKAMIZDAN GELENLERİ BİZDEN ŞİKAYETÇİ DEĞİL ŞEFAATÇİ EYLESİN..

MUSTAFA GÜNEŞ

23 kasım 2025..

Loading

No ResponsesKasım 23rd, 2025

7-MUHTELİF KİTAP 13 KİTAP

image_pdfimage_print

7-MUHTELİF KİTAP 13 KİTAP

Mustafa Acıoğlu imzalı “Hadis İlmihali” isimli eseri.
Eser, Hadis Usûlü ilmini hem nazari (teorik) hem de tatbiki (pratik) bir surette ele almayı hedefleyen mühim bir çalışmadır.
Aşağıda, kitabın muhtevasına ve müellifin tesbitlerine dair hazırladığım tafsilatlı raporu takdim ediyorum.
📖 Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Hadis İlmihali (Usûl-ü Hadis alt başlığı ile ).
• Müellifi: Mustafa Acıoğlu. Müellif, 1979 Gaziantep doğumlu olup, Konya Hadimi Medresesi tarikinden icazet almıştır.
• Neşriyat: Kayıhan Yayınları.
• Baskı: Birinci Baskı, Mayıs 2010.
• ISBN: 978-605-5996-26-0.
• Yapısı ve Muhtevası: Eser bir Mukaddime ve İki Kitap (bölüm) halinde tasnif edilmiştir.
• Mukaddime (Giriş): Hadis ve Sünnet kavramlarının izahı, hadisin dindeki ehemmiyeti ve delil oluşuna dair bahisleri ihtiva eder.
• Birinci Kitap (Hadislerin Tedkik ve Tesbiti): Bu bölümde hadislerin asıl kaynaklarına nasıl ulaşılacağı (Tahric) , sened ve metin tenkidinin nasıl yapılacağı, ravilerin halleri (Cerh ve Tadil) , hadis alma yolları (Tahammül ve Eda) ve hadislerin sıhhat derecelerine (Makbul ve Merdud) göre tasnifi (Sahih, Hasen, Zayıf, Mevzu) gibi Usûl-ü Hadis’in temel mevzuları adım adım izah edilir.
• İkinci Kitap (Sünnetin Tedkik ve Tesbiti): Bu bölümde, sıhhati tesbit edilmiş makbul hadislerden ahkâmın nasıl çıkarılacağı (istinbat) ele alınır. Sünnet’in kısımları (Kavli, Fiili, Takriri) , emir ve nehiy sigaları, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) fiillerinin ve terklerinin tahlili ve en mühimi, hadisler arasında bir zıddiyet (tearuz) göründüğünde bunun nasıl halledileceğine (Nesh, Tercih, Telif/Cem) dair usuller beyan edilir.
🎯 Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Müellif, eserin “Önsöz” kısmında gayesini açıkça ortaya koymuştur. Kitap, klasik Usûl-ü Hadis eserlerinden farklı bir tasnif gayesi gütmektedir.
• Tatbikatı Göstermek: Kitabın asli mesajı, Hadis Usûlü’nü kuru kaideler olmaktan çıkarıp, “usul kitaplarında belirlenen esasların nasıl tatbik olunacağına” dair bir rehber olmaktır. Okuyucunun bir hadisi “adım adım nasıl inceleyeceğini” görmesini ve sıhhati hakkında “bir fikir edinmesini” hedefler.
• Dört Gruba Cevap Vermek: Müellif, bu eseri yazarken dört muhatap kitleyi gözettiğini belirtir:
• “Kur’an Müslümanlığı” Söyleminde Olanlar: Hadisleri Kur’an’a arzetmek gerektiğini söyleyen bu gruba , hadislerin daha Kur’an’a varmadan “ne kadar sıkı bir şekilde tedkik edildiğine şahid olmaları” mesajını verir.
• Hadis Rivayetini Hafife Alanlar: Takvim yaprağı gibi yerlerden hadis nakledenlere , bir söze “hadis” demenin ve onunla amel etmenin şartlarını ve “Peygamber şöyle buyurdu” demenin “ne denli bir vebal olduğunu” idrak ettirmeyi amaçlar.
• Hanefi Mezhebini Tenkit Eden “Hadis Ehli” Olduğunu Söyleyenler: Bu gruba, Hanefi ulemasının “müstakil bir hadis anlayışı olduğunu” ve bir hadisin “sahih olmasının her halükarda o hadisle amel edilmesi gerekmediğini”, zira o hadisin başka delillerle (nesh, tahsis, tearuz) irtibatının olabileceğini hatırlatır.
• Usûl Öğrenmek İsteyenler: Bu işe sevdalı olup kaidelerin nasıl uygulanacağını soranlara kısa yoldan maksatlarına ulaşmaları için bir rehber olmayı hedefler.
• Nihai Mesaj (Netice): Sünnetin, Kur’an’ı anlamak ve hayata yansıtmak için zaruri olduğu; Hadis ilminin “sahibsiz bir arazi olmadığı” , aksine fıkıh gibi “pişmiş ve yanmış” (yani kaideleri oturmuş) bir ilim olduğu vurgulanır.
📜 Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Hadis Usûlü sahasında pek çok mühim ilmi tesbit ve bilgiyi ihtiva etmektedir:
• Senedin (İsnad) Ehemmiyeti: Müellif, isnadın “başka milletlerde bulunmayan ve yalnız müslümanlara has olan bir sistem” olduğunu ve hadisin sıhhat tesbitinin “ancak onun bu iki kısmının yani sened ve metninin birlikte incelenmesiyle mümkün hale geldiğini” belirtir.
• Sened ve Metin Tenkidi Zarureti: Eser, sadece senede veya sadece metne ağırlık veren iki yaklaşımı da tenkit eder. En mühim tesbitlerinden biri şudur: “Halbuki birçok alimin de dediği gibi, senedin sıhhati her zaman metnin sıhhatli olmasını gerektirmez.. Bazen senedin sahih, metnin zayıf; bazen de senedin zayıf, metnin sahih olabileceği vurgulanır.
• Cerh ve Tadil Usûlü: Bir hadisin sıhhati, ravilerinin (nakledenlerin) durumuyla doğrudan alakalıdır. Ravilerin “Adalet” (ahlaki dürüstlük) ve “Zabt” (hafıza ve nakil hassasiyeti) yönünden incelenmesine “Cerh ve Tadil” denir. Kitap, bu tenkidin gıybet sayılmadığını, zira “dini korumaya yönelik bir zaruret” olduğunu belirtir.
• Hanefi Mezhebinin Hususi Usûlü: Kitap, Hanefi fukahasının hadis usûlünün, muhaddislerden bazı noktalarda ayrıldığını tesbit eder:
• Meşhur Hadis: Hanefilere göre “Meşhur” hadis, Sahabe tabakasında “ahad” (tekil) iken, Tabiun ve Tebe-i Tabiin nesillerinde “tevatür” derecesine ulaşan haberdir. Hanefiler bu nevi hadisi, Kur’an’ın umumunu tahsis edecek ve hatta “ziyade” (Kur’an’daki mutlak bir emri kayıtlamak) yapacak kadar kuvvetli görürler.
• Mürsel Hadis: Tabiundan bir ravinin sahabeyi atlayarak doğrudan Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) naklettiği “mürsel” hadis , muhaddislerin çoğuna göre zayıf iken, Hanefi ulemasına göre (bilhassa ilk üç nesilden geliyorsa) makbul ve “hüccettir” (delildir).
• Ravinin Fakih Olması: Hanefilere göre, hadisi nakleden ravinin (Ebu Hüreyre veya Enes b. Malik gibi) fakih olmaması durumunda, rivayeti eğer “kıyasa muhalif” ise kıyas tercih edilebilir . Fakih sahabilerin (Dört Halife, Abdullah b. Mes’ud gibi) rivayeti ise kıyasa tercih edilir.
• Metin Tenkidi Esasları: Bir hadisin metninin tedkik edilirken şu ölçütlerle mukayese edilmesi gerektiği belirtilir: 1) Kur’an , 2) Sahih Sünnet , 3) Akl-ı Selim , 4) Tarihi ve İçtimai Bilgiler , 5) Dil ve Üslub özellikleri.
• Tearuzun Halli (Zıt Hadislerin Çözümü): İki sahih hadis arasında zahiri bir zıddiyet varsa, bunun halli için şu yollar izlenir:
• Nesh: Bir hükmün diğerini zaman itibarıyla kaldırması.
• Tercih: Ravinin daha sika (güvenilir) olması, senedin daha kuvvetli olması gibi sebeplerle bir hadisi diğerine üstün tutmak.
• Telif (Cem): En makbul yoldur. İki hadisin de farklı durumlara (hal), farklı şahıslara veya farklı hükümlere (biri cevaz, biri azimet gibi) hamledilerek ikisiyle de amel edilmesi .
• Tevakkuf: Hiçbiri mümkün değilse, hüküm vermekten çekinmek.
🗣️ Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Eserin gayesini ve metodunu özetleyen bazı mühim iktibaslar şöyledir:
* “Hakikat şu ki, Allah (azze ve celle) ‘nin kitabından başka hiçbir kitap hatadan müstağni kalmaz.” * “Bu ilim dindir, dininizi kimden aldığınıza dikkat edin.” (Muhammed b. Sirin’den iktibas)
* “İsnad yani sened, başka milletlerde bulunmayan ve yalnız müslümanlara has olan bir sistemdir.” * “hadisin sahih olmasının her halukarda o hadisle amel edilmesi gerekmediğini bunun da bazı şart ve kayıtlarının olduğunu anlatmak istedim.” * “Halbuki birçok alimin de dediği gibi, senedin sıhhati her zaman metnin sıhhatli olmasını gerektirmez.” * “Raviyi cerh etmek, gıybet sayılmamıştır. Çünkü burada, önemli bir bilgi kaynağının korunmasına yönelik bir zaruret vardır.” * “Şu halde hadislerin tesbiti hususunda en salim ve makbul yol, ön yargısız olarak hem senedi hem de metni hakkıyla incelemeye çalışmak olmalıdır.” * “Nitekim hadis ile fıkıh birlikte oldukları zaman tekemmül eder. Birbirlerinden ayrıldıkları zaman ise noksan kalır.” * “Bu ilim sahibsiz bir arazi değildir.” * “Sünneti ihmal edenler, Kur’an’ın anlaşılmasını kaybettikleri gibi, en güzel insanın insanlık ve hayat değerlerini kaybettikleri gibi, İslamın hukuki boyutunu da kaybederler.”
📚 Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar (Müellifin Atıf Yaptığı)
Müellif, iddialarını desteklemek için Hadis Usûlü, Fıkıh Usûlü ve Rical sahalarındaki temel kaynaklara sıkça müracaat etmiştir. Eserin “Kitabiyat” bölümü oldukça geniştir. Metin içinde en çok atıf yapılan kaynaklardan bazıları şunlardır:
• Klasik Usûl Eserleri:
• İbnu’s-Salah (Mukaddime)
• el-Hakim (Marifetu Ulumi’l-Hadis)
• Hatib el-Bağdadi (el-Kifaye fi İlmi’r-Rivaye)
• İbni Hacer el-Askalani (Nüzhetü’n-Nazar, Fethu’l-Bari, Tehzib)
• es-Suyuti (Tedribu’r-Ravi)
• es-Sehavi (Fethu’l-Muğis)
• Hanefi Usûl Eserleri (Metodolojiyi izah için):
• es-Serahsi (Usul-ü Serahsi)
• el-Pezdevi (Kenzu’l-Vusul)
• Ebu Yusuf (er-Reddu ala Siyeri’l-Evzai)
• Rical ve Tabakat Eserleri:
• el-Mizzi (Tehzibu’l-Kemal)
• ez-Zehebi (Mizanu’l-İtidal, Siyeru A’lami’n-Nübela)
• Çağdaş Usûl Eserleri:
• Abdullah Aydınlı (Hadiste Tesbit Yöntemi) (Müellif bu eserden çokça istifade etmiştir.)
• Talat Koçyiğit (Hadis Usulü)
⚖️ Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Eserin bütününe nazar edildiğinde, müellifin ortaya koyduğu şahitler (deliller) ve bunlardan çıkarılması gereken neticeler şunlardır:
Şahitler (Deliller):
• Hadis ilminin (Usûl, Rical, Cerh ve Tadil, İlel) tarih boyunca geçirdiği tekâmül ve bu ilimlerin kendi içindeki tutarlı metodolojisi.
• Muhaddisler ile Fukahanın (bilhassa Hanefilerin) hadisleri kabul etme veya tenkit etmedeki usûl farklılıkları (mesela Mürsel ve Meşhur hadis tanımları).
• Sahih hadislerin dahi Kur’an, diğer Sünnetler veya akıl ile zahiren tearuz edebileceği ve bu tearuzun ilmi yollarla (Nesh, Tercih, Telif) çözülmesinin bir zaruret olduğu .
• Hadislerin sadece senedinin değil, metinlerinin de tenkide tabi tutulmasının (Aişe (r.a.) validemizin bazı hadisleri Kur’an’a arzetmesi gibi ) ilk dönemlerden beri var olan bir usûl olduğu.
Çıkarılacak Sonuçlar:
• Hadis Tenkidi Bütüncül Bir İştir: Bir hadisin sıhhatine hükmetmek, sadece senedine bakıp “sahih” demekle bitmez. O hadisin metninin Kur’an’a, mütevatir sünnete, akla, dile ve tarihi vakıalara aykırı olmaması (şazz veya muallel olmaması) gerekir.
• “Sahih” Demek, “Amel Vacibdir” Demek Değildir: Bir hadisin “sahih” olması, onunla amelin her durumda vacib olduğu manasına gelmez. O hadisin, hüküm ifade eden diğer deliller (Kitap, İcma, Kıyas ve diğer Sünnetler) arasındaki yerinin bilinmesi lazımdır. Hadis mensuh (hükmü kalkmış), muhassas (hükmü kısıtlanmış) veya tevile (yoruma) muhtaç olabilir .
• Fıkıh (Dirayet) Olmadan Hadis (Rivayet) Yetersizdir: Eserin temel neticesi, hadis ilminin fıkıh ilmiyle (yani anlama ve hüküm çıkarma dirayetiyle) birleşmesi gerektiğidir. Sünneti fıkhetmek (anlamak), sadece lafızları nakletmekten daha mühimdir.
• Hadis Usûlü, İhtilafları Anlamak İçin Anahtardır: Müellif, Hanefi mezhebi gibi müesses fıkıh mekteplerinin neden bazı “sahih” hadislerle zahiren amel etmediğini , bunun bir hadis inkârı olmadığını, aksine o mektebin kendi Usûl-ü Hadis ve Usûl-ü Fıkıh metodolojisinden (Mürselin kabulü, Meşhurun kuvveti, Kıyasın yeri gibi) kaynaklandığını isbat etmektedir.
📌 Özet Notu ve Mühim İktibaslar
Bu eser, Hadis Usûlü ilmini, klasik tasniften farklı olarak , bir hadisin tedkik edilme sürecini “adım adım” takip eden tatbiki bir el kitabı (ilmihal) olarak sunmaktadır.
Müellif, hadis ilmini “sahibsiz bir arazi” gibi görerek kaideleri ve fukahanın usûlünü bilmeden hadisler hakkında hüküm veren (gerek toptan reddeden, gerekse lafzına takılıp fıkhı hiçe sayan) muhtelif gruplara ilmi bir cevap vermeyi gaye edinmiştir.
Kitabın özeti şu iktibaslarla ifade edilebilir:
“Elinizdeki bu kısa eser de nisbeten bir hadis usulü kitabıdır. Ancak klasik hadis usulüne dair kaleme alınan eserlerden başka bir şekilde tertib ve tasnif olunmuştur… usul kitaplarında belirlenen esasların nasıl tatbik olunacağına dair malumatlar bulunsun; Okuyan kişi bir hadis nasıl incelenir bunu adım adım görsün…”
“Şu halde hadislerin tesbiti hususunda en salim ve makbul yol, ön yargısız olarak hem senedi hem de metni hakkıyla incelemeye çalışmak olmalıdır.”
“Hadislerin bu ana ve tali ilim dalları çerçevesinde incelenilmeden aranılan ve arzulanılan hakikatlere ulaşmak kabil değildir.”
“Nitekim hadis ile fıkıh birlikte oldukları zaman tekemmül eder. Birbirlerinden ayrıldıkları zaman ise noksan kalır.”
Sonuç Notu: “Hadis İlmihali”, Usûl-ü Hadis ilminin sadece sened tenkidinden ibaret olmadığını, aynı zamanda bir metin tenkidi ve fıkıh (anlama) faaliyeti olduğunu güçlü bir şekilde müdafaa eden, muhtasar (kısa) fakat muhtevalı bir eserdir. Hadislerin anlaşılması ve onlardan hüküm çıkarılması (İkinci Kitap) üzerine yaptığı vurgu, eseri klasik usûl kitaplarından ayırarak “ilmihal” ismini haklı çıkarmaktadır.

✧✧

 


“Hadiste Metin Tenkidi” başlıklı eser.
Bu metin, hadîs ilminin sadece sened (nakledenler zinciri) tenkidiyle değil, aynı zamanda metin (muhteva) tenkidiyle de ne kadar derûnî bir şekilde meşgul olduğunu isbat etmeyi hedefleyen mühim bir akademik çalışmadır.
Aşağıda, metnin tafsilatlı bir dökümünü ve tahlilini bulacaksınız.
1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu metin, hadîs ilmindeki “metin tenkidi” kavramını, tarihini, metodolojisini ve tatbikatını inceleyen akademik bir çalışmadır (bir kitap bölümü veya makaledir).
Eserin temel tezi, şarkiyatçılar ve bazı Müslüman müellifler tarafından yayılan, “hadîs imamlarının sadece rivayetlerin isnâd yönüyle yetindikleri, metin tenkidine yanaşmadıkları” şeklindeki iddiayı çürütmektir. Yazar, bu iddianın aksine, metin tenkidinin düşünce ve uygulama olarak Müslümanların yabancısı olmadığını ve hadîs usûlü ile fıkıh usûlü içinde bu tenkit mekanizmasının daima canlı tutulduğunu savunmaktadır.
Çalışma, modern tarihçilerin “dış tenkid” ve “iç tenkid” yöntemleriyle hadîs ilminin tenkit usûllerini mukayese etmekte , hadîs ilminin kendi sistematiğinin farklı ve daha şümullü olduğunu ortaya koymaktadır.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Metnin ana gayesi, İslâm ilim geleneğindeki tenkit zihniyetinin altını çizmektir. Bu çerçevede şu mesajlar öne çıkmaktadır:
• Metin Tenkidi İslâmî Bir Uygulamadır: Şarkiyatçıların iddialarının aksine, hadîs ilmi hiçbir zaman “senedi sağlamsa metni ne olursa olsun kabul edelim” dememiştir. Sahîh hadîsin şartları arasında metnin “şâzz” (güvenilir râvîlerin rivayetlerine muhâlif) veya “illetli” (gizli bir kusur taşıyan) olmaması şartları, doğrudan metin tenkidiyle alâkalıdır.
• Fıkıh İlmi, Metin Tenkidinin Kalesidir: Metnin vurguladığı en mühim hususlardan biri, metin tenkidi işinin sadece muhaddislere bırakılmadığı, bilhassa fıkıh ve fıkıh usûlü âlimleri tarafından sistematik olarak yapıldığıdır. Hadîsler arasındaki teâruz (çatışma), cem’ (uzlaştırma) ve tercih (üstün olanı seçme) gibi usûl-i fıkıh bahisleri, baştan sona bir metin tenkidi faaliyetidir.
• Senedin Sıhhati Metnin Sıhhatini Gerektirmez: Metin, “isnadı sahîh” olmasının hadîsin tamamının “sahîh” olduğu manasına gelmeyebileceğini, metinde illet veya şâzlık olabileceğini ısrarla vurgular.
• Tenkit Zihniyeti Sahâbeye Dayanır: Hadîs metinlerini Kur’ân’a, bilinen diğer sünnetlere ve akl-ı selîme arz etme (sunma) tatbikatı bizzat Sahâbe döneminde, bilhassa Hz. Âişe ve Hz. Ömer tarafından titizlikle uygulanmıştır.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, hadîs ilmindeki metin tenkidi uygulamalarını ve bu tenkidin dayandığı esasları (kriterleri) şu başlıklar altında toplamaktadır:
• Tarih Tenkidi ile Mukayese: Modern tarihçiliğin “iç tenkid” ve “dış tenkid” kavramlarının, hadîs ilmindeki isnâd ve metin tenkidine tam olarak tekabül etmediği, hadîs usûlünün râvîlerin tüm varyantlarını (tarîklerini) toplama ve râvîlerin psikolojik/sosyal şartlarını inceleme gibi konularda daha titiz olduğu tesbit edilir.
• Hadîs Istılahları Olarak Metin Tenkidi: Maklûb (ters çevrilmiş), müdrec (metne ilave yapılmış), musahhaf (hatalı yazılmış), şâzz (aykırı) ve münker (reddedilmiş) gibi hadîs tasniflerinin tamamı sened veya metin üzerinde yapılan tenkitlere dayanır.
• Muâraza (Mukayese) Sistemi: Hadîslerin sıhhatini tesbit için farklı rivayetlerin (tarîklerin) birbiriyle mukayese edilmesi , râvînin zabtını kontrol etmek için aynı hadîsin farklı zamanlarda sorularak denenmesi gibi yöntemler kullanılmıştır.
• Mevzûluk (Uydurma) Alâmetleri: Senedine bakılmaksızın, bir hadîsin metnindeki bazı özelliklerin onun uydurma olduğunu gösterebileceği belirtilir. Bunlar: Mantıksız ifadeler taşıması , tecrübe ve müşâhedeye aykırı olması , Kur’ân’ın sarih hükümlerine zıt olması , lafız veya manada bozukluk olması gibidir.
• Teâruz (Çatışma) Halinde Metin Tenkidi: Metin tenkidinin en geniş uygulama alanı, bir hadîsin daha kuvvetli bir delil ile çatışması (teâruz) halidir. Eser, bir hadîsin reddedilmesi veya te’vil edilmesi için şu kriterlere arz edildiğini belgeler:
• Kur’ân’ın Sarih Hükümlerine Muhalefet (Kur’ân’a Arz)
• Daha Kuvvetli Hadîslere (Mütevâtir/Meşhur Sünnete) Muhalefet
• İcmâ’a Muhalefet
• Dinin Genel ve Kesin Esaslarına Muhalefet
• Kıyâsa (Usûle/Genel Küllî Kaidelere) Muhalefet
• Akla Muhalefet
• Müşâhedeye, Tecrübeye ve İlme Muhalefet
• Tarihî Gerçeklere Muhalefet
• Umûm-u Belvâ (Herkesi İlgilendiren) Bir Konuda Tek Rivayet Olması
• Râvînin Kendi Rivayetine Muhalif Davranması
• Üslûb Tenkidi (Peygamber kelâmına benzememesi)
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Metinden, eserin tezini en iyi özetleyen bazı iktibaslar şunlardır:
* (Şarkiyatçıların iddiası hakkında): “Hadis imamlarının geçmişte sadece rivayetlerin isnåd yönünden tenkidi ile yetindikleri, rivayetin metnini tenkide yanaşmadıkları şeklinde bir yargıda bulunmuşlar…” * (Ahmed Emin’in iddiası): “Cerh-ta’dîl âlimleri metin tenkidinden ziyade isnâd tenkidiyle uğraştılar. … Råvîlerin cerh ve ta’dîline verdikleri önemin çok cüz’i bir kısmını dahi bu alana yöneltmediler.” * (Yazarın cevabı): “Yani metin tenkidi işini, hadîs ve fıkıh ilmi aralarında bölüşmüşlerdir.” * (İsnâdın yeterli olmaması): “İmam Nevevî … ‘Herhangi bir hadisin senedi sahîh veya hasen iken, illet veya şazlıktan dolayı metni zayıf olabilir.'” * (Metin tenkidi sezgisi): İbnu’l-Kayyım’dan iktibas: “‘Sahîh sünnetleri hazmetmiş, onları eti kemiği haline getirmiş … kişiler mevzû hadîsleri senedine bakmadan tanıyabilir.'” * (Hz. Ömer’in Kur’ân’a arzı): “Hz. Ömer, bu rivayetini [Fâtıma bint Kays’ın nafaka hadîsini] ‘Boşanan kadınları evlerinden çıkarmayınız’ ayetine aykırı bulur ve ‘Unutması veya hata etmesi mümkün olan bir kadının rivayetiyle Rabbimizin kitabını terk etmeyiz’ der.” * (Aklî tenkit): İbnu’l-Cevzî’den iktibas: “‘Sen bir hadîsi akla ve din prensiplerine aykırı bulursan anla ki o hadîs uydurmadır.'” * (Kıyâsın manası): “Ebû Zehra’nın bu ifadelerinden anlaşıldığına göre, burada kıyas dendiğinde Kur’ân ve sünnetten çıkarılan genel kaideler anlaşılacaktır.”
• (Tarihî tenkit): İbnu’l-Cevzî’nin tenkidi: “(Göz hastalığı için) Mushafa bakmamı tavsiye etti.’ İbnu’l-Cevzî bu hadîsî ‘Hz. Peygamber devrinde mushaf mi vardı ki baksın?’ diye tenkid etmektedir.” * (Tenkide muhalefet): İbnu’l-Kayyım’dan iktibas: “Bizim inancımıza göre hadis sahih olduğu sürece, başka bir hadis tarafından nesh edilmemişse, muhalefet edenlere itibar etmeksizin amel etmemiz farzdır.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Metin, hadîslerdeki metin tenkidi geleneğinin varlığını ispatlamak için bizzat bu geleneğin mahsulü olan birçok klasik esere ve âlime atıfta bulunmaktadır. Eserin kendi içinde zikrettiği ve bu tenkit zihniyetini temsil eden başlıca kaynaklar ve şahsiyetler şunlardır:
• Hz. Âişe (ve onun tenkitlerini toplayan Zerkeşî’nin “el-İcâbe” adlı eseri)
• Hatîb el-Bağdâdî ve eseri “el-Kifâye”
• İbnu’l-Cevzî (ve onun Mevzûât’ı [Uydurma Hadisler] ile ilgili çalışmaları)
• İbnu’l-Kayyım ve eseri “Menârü’l-Münif” (Bu eser, senede bakmaksızın bir hadîsin uydurma olduğunu anlamanın kaidelerini içerir)
• İbn Kuteybe ve eseri “Te’vîlu Muhtelifi’l-Hadîs” (Akla veya diğer naslara aykırı görünen hadîslerin te’vilini yapar)
• İbn Fûrek ve eseri “Müşkilu’l-Hadîs” (İtikâdî esaslara aykırı görünen hadîslerin te’vilini yapar)
• Usûl-i Fıkıh İmamları: Cessâs , Pezdevî , Serahsî , Gazzâlî , Şâtıbî gibi usûlcülerin eserleri, hadîslerin genel esaslara arzı konusunda temel kaynaklar olarak zikredilir.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Metnin ortaya koyduğu tezleri destekleyen en kuvvetli şâhidler (örnekler) ve bu şâhidlerden çıkarılacak sonuçlar şunlardır:
Şâhidler (Örnek Tatbikatlar)
• Hz. Âişe’nin Tenkidi: Metnin en çok vurguladığı şâhid Hz. Âişe’dir.
• Örnek: Hz. Ömer ve İbn Ömer’den nakledilen “Ailesinin ağlamasından dolayı ölüye azab edilir” rivayetini duyduğunda, bunun Kur’ân’daki “Kimse kimsenin günahını yüklenmez” (Necm: 38, En’âm: 164 vb.) mealindeki ayetlere aykırı olduğunu belirtmiş; râvîlerin hata ettiğini veya unuttuğunu , hadîsin aslının, ailesi ağlarken kabirde azap gören bir kâfir (Yahudi) hakkında olduğunu söyleyerek metni tashih etmiştir.
• Ebû Hanîfe’nin Tenkidi:
• Örnek: “Ganimetten ata iki, gaziye bir hisse verilmesini” ifade eden hadîs hakkında “Ben hayvanın hissesinin, mü’minin hissesinden çok olmasını kabul edemem” dediği nakledilir. Bu, hadîsi genel adalet prensibine (kıyâsa) arz etmektir.
• İmam Mâlik’in Tenkidi:
• Örnek: “Köpeğin yaladığı kabın yedi defa… yıkanmasını” emreden hadîs karşısında, Kur’ân’ın köpeğin avladığının yenilmesine izin vermesine (Mâide 4) dikkat çekerek, bu hadîsi Kur’ân’ın genel ruhuna (asıllara) aykırı bulmuştur.
• Tarihî Tenkit:
• Örnek: “Mescide kandil takan kimse için…” sevap vaat eden hadîsin, Zehebî tarafından “Hz. Peygamber’in hayatı boyunca mescidde ne kandil yakıldı, ne de hasır serildi” denilerek, tarihî vakıaya (anokronizm) aykırılık sebebiyle reddedilmesi.
Çıkarılacak Sonuçlar
• Hadîs ilmi, sadece “nakil” değil, aynı zamanda “akıl”, “usûl”, “dirâyet” ve “tenkit” ilmidir.
• İslâm âlimleri (muhaddisler, fukahâ ve kelâmcılar) nasları (ayet ve hadîsleri) hiçbir zaman birbirinden kopuk ele almamışlardır. Onları daima Kur’ân, mütevâtir sünnet, icmâ, akl-ı selîm ve dinin küllî kaideleri süzgecinden geçirmişlerdir.
• Bir rivayetin senedinin sahîh olması, onun tenkit edilemez olduğu manasına gelmez.
• Metinde de belirtildiği gibi, sonraki dönemlerde bu tenkit zihniyeti zayıflamış, “nakilcilik ve derlemecilik” öne çıkmıştır.
• Metin, günümüz Müslümanlarına, sünneti “asrın idrâkine” sunabilmek için bu klasik ve ilmî metin tenkidi geleneğini yeniden ihya etme vazifesini hatırlatmaktadır.
7. Kitabın Özeti ve Sonuç Notu
Bu çalışma, “Hadîste Metin Tenkidi”nin, İslâm ilim geleneğinin aslî ve sistematik bir parçası olduğunu muhtelif cepheleriyle ortaya koyan ilmî bir savunmadır. Eser, bu tenkit faaliyetinin sadece şarkiyatçılara veya modernistlere ait bir çaba olmadığını, bizzat Sahâbe, Tâbiîn ve mezhep imamları tarafından titizlikle yürütüldüğünü delillendirmektedir.
Özetle:
Yazar, hadîs ilminin, rivayetin sıhhatini tesbit için hem “isnad tenkidi” (dış tenkit) hem de “metin tenkidi” (iç tenkit) adı verilen iki kanatlı bir yapıya sahip olduğunu savunur. İsnadın sahîh olmasının tek başına yeterli olmadığını , metnin de Kur’ân’a , akla , tarihî gerçeklere , tecrübeye ve dinin genel ilkelerine aykırı olmaması gerektiğini vurgular.
Hz. Âişe’nin ve Hz. Ömer’in Kur’ân’a aykırı buldukları rivayetleri reddetmelerini, fukahânın teâruz (çatışma) başlığı altında yaptığı tercih ve te’villeri ve muhaddislerin mevzuluk alâmetleri listelerini, bu tenkit zihniyetinin en bariz delilleri olarak sunar.
Sonuç olarak bu metin, hadîs ve sünnetin anlaşılmasında, sadece rivayet zincirine değil, aynı zamanda rivayetin muhtevasına da odaklanan bütüncül bir usûl (metodoloji) teklif etmektedir. Bu usûl, İslâm düşüncesinin kendi klasik kaynaklarında mevcuttur ve yeniden canlandırılması gerekmektedir.
Başka bir tahlil veya mukayese arzu ederseniz, lütfen belirtiniz.

✧✧

“Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi” Cilt 1 (Kitap 1 ve 2) ve Cilt 2 (Kitap 1) nüshaları .

Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, 17. asırda yaşamış meşhur seyyah Evliya Çelebi’nin on ciltlik muazzam “Seyahatnâme”sinin günümüz Türkçesine aktarılmış bir neşridir.
• Hazırlayanlar: Eser, Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı tarafından hazırlanmıştır.
• Kaynak Esas: Bu çalışma, eserin en mühim ve tam nüshası kabul edilen “Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Bağdat 304 Numaralı Yazmadan” ve merhum Orhan Şaik Gökyay’ın bu nüshadan yaptığı Latin harflerine aktarılmış metni esas alarak hazırlanmıştır.
• Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından neşredilmiştir.
• Muhteva (Cilt 1): Birinci cildin tamamı (Kitap 1 ve Kitap 2), Evliya Çelebi’nin doğum yeri olan İstanbul’a ayrılmıştır. Bu ciltte İstanbul’un tarihçesi, efsanevî kurucuları , tılsımları , madenleri , fetihleri (Arap akınları ve Fatih Sultan Mehmed tarafından fethi ), selâtin camileri (Ayasofya , Fatih, Süleymaniye vb. ), medreseler, tekkeler, saraylar, hamamlar , sultanların, vezirlerin ve evliyaların türbeleri detaylıca tasvir edilir. Cildin ikinci kitabı , Galata , Tophane , Boğaziçi köyleri (Beşiktaş, Üsküdar, Rumeli Hisarı vb. ) ve Sultan IV. Murad’ın emriyle tertip edilen meşhur esnaf alaylarının dökümüyle devam eder.
• Muhteva (Cilt 2): İkinci cilt, Evliya Çelebi’nin asıl seyahatlerinin başladığı cilttir. 1050 (1640) senesinde İstanbul’dan ayrılarak Bursa’ya (Osmanlı’nın ilk payitahtı olması hasebiyle sultan türbeleri ve kaplıcaları detaylı anlatılır) geçer. Seyahat buradan Bolu , Karadeniz sahili boyunca Amasra , Sinop , Samsun , Trabzon şehirlerine; oradan Kafkasya (Abaza diyarı) ve Kırım’a (Azak gazası ) uzanır. Bu cilt ayrıca Girit Adası seferi ve 1050 (1640) senesinde Defterdarzâde Mehmed Paşa ile Erzurum’a yaptığı ayrı bir seyahati ve oradan Azerbaycan’a (Nahşıvan , Tebriz ) yaptığı yolculuğu da ihtiva eder.
Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Bu eserin iki farklı katmanda mesajı bulunmaktadır:
• Evliya Çelebi’nin Mesajı: Evliya Çelebi’nin gayesi, gördüğü meşhur rüya üzerine (“Şefaat yâ Resûlallah” yerine “Seyahat yâ Resûlallah” demesi ) başladığı elli bir yıllık seyahatlerinde şahit olduğu her şeyi kayda geçirmektir. Sa’d b. Ebî Vakkas’ın rüyadaki tavsiyesi üzerine, gezdiği memleketlerin “kalelerini, acayip ve garip eserleri, her beldenin övüleceklerini, sanatlarını, yiyecek ve içeceklerini… yazıp bir eser” bırakmayı hedeflemiştir. Eser, 17. asır Osmanlı coğrafyasının ve komşularının beşerî, coğrafî ve kültürel bir panoramasını sunarak, o devrin hayatını, zenginliğini ve çeşitliliğini gelecek nesillere aktarma mesajı taşır.
• Hazırlayanların (Kahraman ve Dağlı) Mesajı: Eserin “Sunuş” ve “Giriş” kısımlarında belirtildiği üzere, hazırlayanların mesajı; daha evvel ya sansürlü, eksik yahut 17. asır dilinin ağırlığı sebebiyle geniş kitlelere ulaşamayan bu temel eseri, “herkesin anlayabileceği günümüz Türkçesiyle” sunmaktır. Amaç, Evliya Çelebi’nin “üslûbuna mümkün olduğu kadar sadık kalarak” bu muazzam kültür hazinesinin “çok daha geniş kesimlerce okunması, bilinmesi” ve Türkiye’de (geçmişte) esere gösterilen ilgisizliği telafi etmektir.
Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Kitabın tamamı bir “tesbit” vesikasıdır. Evliya Çelebi gördüğü, duyduğu ve bizzat yaşadığı hadiseleri kaydetmiştir. Başlıca tesbitler şunlardır:
• Tarihî ve Coğrafî Tasvirler: Gezilen şehirlerin (İstanbul [Cilt 1], Bursa [Cilt 2], Trabzon [Cilt 2], Erzurum [Cilt 2] vb.) kalelerinin yapıları , büyüklükleri (adım ve arşın ile ), kapıları , mahalle, cami, medrese, han, hamam ve imaret sayıları gibi istatistikî bilgiler.
• İdarî ve Askerî Yapı: Osmanlı Devleti’nin eyalet ve sancak dökümleri , şehirlerin idarecileri (hakimleri) ve Tophane gibi askerî imalathanelerin işleyişi.
• Sosyolojik Tesbitler (Esnaf Alayları): En mühim tesbitlerden biri, Cilt 1, Kitap 2’de yer alan esnaf alayıdır. Sultan IV. Murad’ın Bağdad seferi öncesi İstanbul’da yaptırdığı bu resmigeçitte , Evliya Çelebi 1001 esnafı (metinde 1100 sınıf ) tasvir eder. Hekimler , ekmekçiler , gemiciler , kasaplar , müzisyenler (hanende, sazende) ve hatta hırsızlar, deyyuslar gibi toplumun her kesimini, giyimlerini, şakalarını ve en mühimi “pirlerini” (patron saint) kaydetmiştir.
• Etnografik ve Dilbilimsel Bilgiler: Gezdiği bölgelerdeki halkların (mesela Abaza kavmi , Acemler ) örf ve adetleri, giyim-kuşamları , dilleri (Abaza ve Acem dillerinden örnekler) ve lehçeleri (Bursa lehçesi ).
• Biyografik Bilgiler: Gördüğü yerlerde medfun bulunan sultanların (Osman Gazi , Orhan Gazi , Murad Hüdavendigâr vb.), vezirlerin, âlimlerin ve evliyaların (Emir Sultan , Hacı Bektaş-ı Veli , Sarı Saltık vb.) hayat hikâyeleri ve türbelerinin tasvirleri.
• Doğa Tarihi ve Harikalar: İstanbul’un tılsımları , madenleri , Bursa kaplıcalarının faydaları , Keşiş Dağı’ndaki “âb-ı zülal kurdu” , Erzurum’daki taşlaşmış ejderha gibi olağandışı hadiseler ve inanışlar.
Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
• Seyahatin Başlangıcı (Rüya): “Mübarek ellerini öp” deyince ağlamaklı olup mübarek ellerine küstahane dudaklarımı vurup mehâbetinden, “Şefaat yâ Resûlallah” diyecek yerde, “Seyahat yâ Resûlallah” demişim. Hemen Hazret tebessüm edip, “Allah’ım, şefaati, seyahati ve ziyareti sağlık ve esenlikle kolaylaştır.” deyip “Fâtiha” dediler.
• Seyahatin Gayesi (Rüyadaki Nasihat): “…gezip dolaştığın memleketleri, kaleleri, acayip ve garip eserleri, her beldenin övüleceklerini, sanatlarını, yiyecek ve içeceklerini, arz ve tûllarını (paralel ve meridyenlerini) yazıp bir eser eyle…” (Sa’d b. Ebî Vakkas’ın sözü).
• Babasının Nasihati: “Geçmiş padişahların… bütün ziyaretgahları, her diyarda olan ovaları, çölleri, yüce dağları ve taşları, ağaçları ve yöreleri özellikleriyle kaydet, havası ve suyunu, görmeye değer eserleri ve kalelerini, fatihleri, yapıcıları ve büyüklükleriyle yazıp Seyahatname adıyla bir kitap telif eyle.”
• İstanbul’un Fethi (Hadis): “Kostantiniyye mutlaka fetholunacaktır, onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.”
• Hezarfen Ahmed Çelebi: “…Sultan Murad Han, Sarayburnu’nda Sinanpaşa köşkünde seyr ederken Galata kulesinin en tepesinden Ahmed Çelebi lodos rüzgarıyla uçup Üsküdar’da Doğancılar Meydanı’na düşmüştür. Sonra Murad Han bir kese altın ihsan edip Hezarfen Ahmed Çelebi’yi Cezayir’e sürmüştür.”
• Lağari Hasan Çelebi (Roketçi): “… okka baruttan yedi kollu bir fişeng icat edip Sarayburnu’nda padişah huzurunda derya üzere fişeğe bindi… ‘Padişahım seni Buda’ya ısmarladım. İsa Peygamber ile konuşmaya gideriz.’ diye göklere yükselirken… Sinanpaşa Kasrı önünde denize düşüp yüzerek çıplak padişah huzurunda yer öpüp, ‘Padişahım, İsa Peygamber padişahıma selam eyledi’ diye şakalar etti.”
• Hazırlayanların Hissiyatı (Sunuş): “Ama günümüz Türkçesiyle yapılan bu yayından alınacak tadın da olsa olsa ‘diyet baklava’ tadında olacağını biliyoruz.”
Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Evliya Çelebi, bu eseri (Seyahatnâme) telif ederken hem kendi şahitliğine hem de görüştüğü kişilerin rivayetlerine ve daha eski kaynaklara müracaat etmiştir.
• Evliya’nın Zikrettiği Kaynaklar: Evliya Çelebi, hadiseler için sık sık “Yunan tarihçisi Yanevan” , “Yunan Tarihleri” , “Tuhfe adlı tarihte” , “Siyer kitapları” , “Müslim ve Buhâri” , “Câmiü’s-sağîr” , “Fütüvvetnâme-i Muhammedî” ve “Kemal Paşazâde” gibi yazılı kaynaklara atıf yapar.
• Hazırlayanların Kaynakları: Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı ise bu modern neşri hazırlarken, eserin asıl yazma nüshası olan “Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Bağdat 304 Numaralı Yazmadan” ve Orhan Şaik Gökyay’ın bu yazmayı esas alan transkripsiyonunu kullanmışlardır. Tarihlerin çevrilmesi için de Tarih Kurumu’nun “Tarih Çevirme Kılavuzu” kullanılmıştır.
Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler:
• Eserin birinci ve en mühim şahidi, bizzat seyyahın kendisi, yani Evliya Çelebi’dir. Hadiselerin büyük çoğunluğunu “hakîr” (kulunuz, ben) diyerek birinci ağızdan nakleder (Örn: Rüyası , babasının nasihati , Kırım’dan dönerken bindiği geminin batması , IV. Murad’ın meclisindeki musiki faslı ).
• Evliya Çelebi’nin bulunmadığı (özellikle eski tarihlere ait) hadiseler için, ya zikrettiği tarih kitaplarını ya da güvendiği şahısların rivayetlerini “şahit” gösterir. Mesela, Cem Sultan hadisesini “Sukemerli Koca Mustafa Çelebi”den nakleder. Ayasofya’daki Kırklar Makamı’nın kerametini “Gülabi Ağa”nın başından geçenler üzerinden anlatır. Dalgıç Hacı Nasır’ın balina karnındaki macerasını ve Unkapanı’ndaki acayip çocuğun hikayesini bizzat duyduğu şahitlerden iktibas eder.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Evliya Çelebi’nin 17. asırda elli yılı aşkın bir süre boyunca yaptığı seyahatler, onu sadece bir gezgin değil, aynı zamanda devrinin en mühim tarihçisi, coğrafyacısı, etnografı ve dilbilimcisi yapmıştır.
• Eser, Evliya Çelebi’nin (geçmişte bazılarınca iddia edildiği gibi) mübalağacı bir masalcı olmadığını , bilakis son derece dikkatli bir gözlemci ve “tesbit” ehli olduğunu ispatlamaktadır.
• Seyahatnâme, 17. asır Osmanlı İmparatorluğu’nun ve komşu coğrafyaların (Kafkasya, İran, Kırım vb.) idarî, içtimaî, dinî ve iktisadî yapısını anlamak için eşi bulunmaz bir birincil kaynaktır.
• Bu modern Türkçe neşir, eserin orijinal diline ve üslubuna mümkün mertebe sadık kalarak, bu büyük kültür mirasını günümüz okuyucusunun idrakine sunma vazifesini üstlenmiştir.
Özet Notu ve Sonuç
Elinizdeki bu kitaplar, Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik Seyahatnâmesinin, Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı tarafından günümüz Türkçesine aktarılan ilk ciltleridir. Bu neşrin gayesi, 17. asır dilinin zorluklarını aşarak eseri geniş bir okuyucu kitlesiyle buluşturmaktır.
Cilt 1 (Kitap 1 ve 2), bir seyahatnâmeden ziyade, Evliya Çelebi’nin doğduğu şehir olan İstanbul hakkında yazılmış muazzam bir monografidir. İstanbul’un tarihinden tılsımlarına , fethinden mimari eserlerine (camiler, saraylar, hamamlar ) ve en önemlisi IV. Murad devrindeki 1001 esnafın alay geçişine kadar her yönünü kayda geçirir.
Cilt 2 (Kitap 1) , Evliya’nın meşhur rüyasından aldığı ilhamla 1050 (1640) yılında başladığı asıl seyahatlerini ihtiva eder. Bursa’dan başlayarak Karadeniz sahilini, Trabzon’u , Kafkasya’yı , Kırım’ı , Girit seferini ve Erzurum ile İran’a yaptığı yolculukları tasvir eder.
Sonuç olarak; bu eser, Evliya Çelebi’nin “şahitliğinde” 17. asır dünyasını tasvir eden birincil bir kaynaktır. İçerdiği “bilgi, belge ve tesbitler”, dönemin sosyolojisi, idaresi, mimarisi, dili ve folkloru için paha biçilmez bir hazinedir. Hazırlayanların amacı, bu hazineyi aslına sadık kalarak modern okuyucuya ulaştırmaktır.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi

3. Cilt, 1. Kitap 1ve 2. Cilt, 2. Kitap dosyalarınız incelenmiştir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, “Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: Konya – Kayseri – Antakya – Şam – Urfa – Maraş – Sivas – Gazze – Sofya – Edirne” başlığını taşımaktadır.
• Cilt ve Baskı: Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik meşhur eserinin 3. Cildinin 1. Kitabıdır.
• Hazırlayanlar: Eser, Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı tarafından “günümüz Türkçesiyle” yayına hazırlanmıştır.
• Yayınevi ve Basım: Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından (YKY – 2353, Edebiyat – 717 serisi) İstanbul’da, Haziran 2006’da 1. Baskı olarak neşredilmiştir.
• Editör: Kitabın editörlüğünü M. Sabri Koz yapmıştır.
• Kapak: Kapakta, Charles Texier’in 1849 tarihli Description de l’Asie Mineure eserinden alınma “Konya Pazar Kapısı” gravürü kullanılmıştır.
• Usûl (Method): Kitabın “Giriş” bölümünde , bu neşrin gayesinin, daha evvelki sansürlü veya lüzumsuz görülerek çıkarılmış kısımları ihtiva eden tam bir metni, “herkesin anlayacağı günümüz Türkçesi” ile okuyucuya sunmak olduğu belirtilmiştir.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Bu eserin iki katmanlı mesajı vardır: Hazırlayanların (Yayınevinin) Mesajı ve Evliya Çelebi’nin (Asıl Metnin) Mesajı.
• Hazırlayanların Mesajı: “Giriş” bölümünde belirtildiği üzere, yayınevinin temel mesajı, Evliya Çelebi’nin “dünyanın saygın eserleri arasında yerini almış” “mümtaz bir yere sahip” bir şahsiyet olduğu ve eserinin Türkiye’de “hak ettiği ciddiyette ilgi görmediği” yönündeki “yanlış kanaat ve eksik bilgi”yi düzeltmektir. Amaç, bu külliyatı sansürsüz ve tam bir şekilde modern okuyucuya ulaştırmaktır.
• Evliya Çelebi’nin Mesajı: Bu cildin temel gayesi, “1058 yılı Şaban [Temmuz-Ağustos 1648] ayının sonunda Üsküdar’dan Şam’a gittiğimiz menzilleri bildirir” ifadesiyle başlar. Evliya Çelebi’nin bu seyahate çıkış niyeti, “hacca gitmek arzuları düşüp tertemiz niyet ile yola çıktık” şeklinde ifade edilir. Dolayısıyla kitabın ana mesajı, 1648-1650 yılları arasında Osmanlı coğrafyasının Asya ve Rumeli kısımlarındaki idari, sosyal, askeri ve coğrafi vaziyeti birinci elden şahitlikle kayda geçirmektir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Bu cilt, 1058 (1648) ile 1060 (1650) yılları arasını kapsayan altı ana seyahati ve Melek Ahmed Paşa’nın azline dair siyasi hadiseleri ihtiva eder.
Başlıca Tesbitler ve Seyahat Rotaları:
• Birinci Seyahat (Şam Yolculuğu): 1058 (1648) yılında Üsküdar’dan başlar. İznik , Söğüt (Ertuğrul Han ziyareti) , Seyyid Battal Gazi Kalesi , Konya (ve Meram’ın tafsilatlı tasviri) , Ereğli (ve meşhur su mucizesi) , Adana , Antakya (ve Habib-i Neccâr ziyareti) , Hama , Humus üzerinden Şam’a varışı anlatır.
• İkinci Seyahat (İstanbul’a Ulaklık): Şam’dan İstanbul’a “ulaklık” vazifesiyle dönüşünü ve bu esnada “Celâlî Gürcü Nebi, Haramî Katırcıoğlu ve adamlarının isyanının sebebini bildirir” başlığı altında Üsküdar’daki cenge şahitliğini aktarır.
• Üçüncü Seyahat (Dürrüzî Seferi): 1059 (1649) yılında Şam eyalet askeriyle Dürrüzî Maanoğulları’ndan “mal bakayası tahsil etmek için” yapılan seferi anlatır. Bu rota Ba’albek, Akka, Safet, Remle ve Gazzetü’l-Hâşim (Gazze) şehirlerini kapsar.
• Dördüncü Seyahat (Şam’a Dönüş): Gazze’den Şam’a dönüşü kısaca bildirir.
• Beşinci Seyahat (Rum Diyarı Seferi): 1059 (1649) yılında Şam’dan “Rum diyarına” (Anadolu) gider. Haleb (Aleppo), Urfa (Ruha), Harran, Rakka, Harput, Muş, Bingöl Yaylası ve Sivas’a varışını tafsilatıyla kaydeder.
• Altıncı Seyahat (İstanbul’a Dönüş): 1060 (1650) yılında Sivas’tan İstanbul’a döner. Zile, Çorum, İskilip, Merzifon, Gümüş, Çankırı, Mudurnu ve Göynük menzillerini anlatır.
• Siyasi Hadiseler ve Rumeli’ye Geçiş: Cildin son bölümü, Melek Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı, “Büyük zulüm ve acı musibetin anlatılması” başlığıyla esnaf ayaklanması sonucu azledilmesi ve hakîr Evliya’nın “ilk defa Rumeli’ne seyahate” çıkarak Melek Ahmed Paşa ile Özü eyaletine gidişini (Silivri, Çorlu, Burgaz, Aydos) anlatarak son bulur.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
• Evliya’nın Seyahat Sebebi: “Bu garip ve kusurlarla dolu riyasız Evliya’ya da cennet kokulu Şam yoluyla hacca gitmek arzuları düşüp tertemiz niyet ile yola çıktık.”
• Konya Meram’a Hayranlığı: “Gerçekten de bu hakîr de bu Konya gezisine gelinceye kadar 20 sene seyahatimiz olup böyle bir bahçe ve böyle güzel bir yeşillik görmedim.”
• Ereğli Mucizesine Vurgu: “Kâinatın Serveri Mucizesinin bildirilmesi, Cemâlî nazmı ile Ereğli övgüsü.” (Bu başlık altında, Peygamber Efendimizin (s.a.v) ağız suyunun (ağız bârı) Hz. Ömer vasıtasıyla Ereğli’ye gönderilip burada bir pınar oluşturmasını anlatan uzun bir manzume yer alır.)
• Azledilme Hadisesi: “Melek Ahmed Paşa’nın azline sebep olan madde ve sanat ehlinin ayaklanması.”
• Rumeli’ye İlk Çıkış: “Efendimiz Melek Ahmed Paşa ile Özü eyaletine bu hakîrin ilk defa Rumeli’ne seyahate çıkıp seyrettiğimiz köyleri, kasabaları ve kaleleri bildirir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Bu eserin (3. Cilt, 1. Kitap) “Giriş” bölümü, eserin kendisinin ve Evliya Çelebi’nin ilmi değerini destekleyen bazı kaynaklara ve çalışmalara atıfta bulunur:
• Evliya Çelebi Bibliyografyası: Eserin “Giriş” bölümü, Evliya Çelebi hakkında “çok geniş bir bibliyografyaya sahip” olduğunu, hakkında “enstitüler kurulmuş, ulusal ve uluslararası sempozyumlar düzenlenmiştir” ifadeleriyle belirtir.
• Yayınevinin Diğer Eserleri: Kitabın başında, YKY tarafından neşredilen hem orijinal “Çevriyazı” (10 Kitap) hem de “Günümüz Türkçesiyle” (diğer ciltler) serisi, bu cildin muhtevasını destekleyen ve tamamlayan ana kaynaklar olarak listelenmiştir.
• Tarihi Kaynaklar (Metin İçinde):
• Yanvan Tarihi: Evliya Çelebi, İznik Kalesi’ni Ereğli Kalesi’ni anlatırken “Yunan dilinde yazılmış Yanvan Tarihi’nde” veya “Rum tarihçileri” gibi ifadelere yer vererek kendi tesbitlerini tarihi kaynaklarla destekler.
• Gravür Kaynağı: Kapakta kullanılan gravür için Charles Texier, Description de l’Asie Mineure (Paris, 1849) eseri kaynak gösterilmiştir.
• Tarih Çevirme Kılavuzu: Hazırlayanlar, Hicri tarihleri Miladiye çevirmek için Tarih Çevirme Kılavuzu (Yücel Dağlı, Cumhure Üçer, Ankara, 1997) kullandıklarını belirtmişlerdir.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler:
• Bu cildin tamamındaki ana şahit, hadiseleri bizzat yaşayan “Hakîr” yani Evliya Çelebi’nin kendisidir.
• Evliya Çelebi, anlatımını güçlendirmek için hadiselere şahit olan veya rivayet eden başka kişilere de atıfta bulunur. Örneğin, Haleb’deki bir hadiseyi “Şamlı Molla Yahya’nın anlatımıyla” aktarır.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Devletin Büyüklüğü ve Çeşitliliği: 17. yüzyıl ortasında Osmanlı Devleti, Konya’daki Mevlevî kültüründen Şam ve Gazze’deki Arap ve Dürrüzî yaşantısına, Bingöl yaylalarından Rumeli’deki Aydos’a kadar muazzam bir coğrafi ve kültürel çeşitliliğe sahipti.
• Siyasi İstikrarsızlık: Kitap, 1648-1650 arasının yoğun bir siyasi buhran dönemi olduğunu göstermektedir. Evliya Çelebi, Celâlî Gürcü Nebi’nin Üsküdar’daki isyanına ve Sadrazam Melek Ahmed Paşa’nın İstanbul’daki esnaf ayaklanmasıyla azledilmesine bizzat şahit olmuştur.
• Evliya’nın Rolü: Evliya Çelebi sadece bir seyyah değil, aynı zamanda devletin resmi veya gayriresmi vazifelerini (ulaklık, vergi tahsili, paşa refakati) yürüten, siyasi hadiselerin merkezinde yer alan bir aydındır.
• Metnin Ehemmiyeti: Bu eserin “günümüz Türkçesiyle” ve “sansürsüz” yayımlanması, dönemin sosyal, idari ve askeri yapısını birinci elden bir şahidin gözünden anlamak için kritik bir kaynak teşkil etmektedir.
7. Kitabın Genel Yönleri ve Önemli Noktalarıyla İktibas Edilerek Hazırlanmış Sonuç ve Özet Notu
Özet Not:
“Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”nin 3. Cildinin 1. Kitabı , Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı tarafından hazırlanmış ve YKY tarafından 2006’da neşredilmiştir. Bu cilt, Evliya Çelebi’nin 1058 (1648) ile 1060 (1650) yılları arasındaki altı büyük seyahatini ve Melek Ahmed Paşa’nın azli gibi kritik siyasi hadiseleri ihtiva eder.
Genel Yönleri ve Önemli Noktaları (İktibaslar):
Eser, Evliya Çelebi’nin “hacca gitmek arzuları” ile 1058 (1648) yılında “Üsküdar’dan Şam’a gittiğimiz menzilleri bildirir” ifadesiyle başlar.
• Anadolu Güzergahı ve Tesbitleri: Bu ilk seyahatte İznik , Söğüt , Eskişehir , Seyyid Battal Gazi Türbesi gibi Osmanlı’nın kuruluş merkezlerini ziyaret eder. Konya ve bilhassa Meram Bağı hakkındaki müşahedeleri dikkat çekicidir. Meram için, “Gerçekten de bu hakîr de bu Konya gezisine gelinceye kadar 20 sene seyahatimiz olup böyle bir bahçe ve böyle güzel bir yeşillik görmedim” tesbitinde bulunur.
• Menkıbeler ve Rivayetler: Cilt, coğrafi bilgilerin yanı sıra meşhur menkıbelere de yer verir. Bunların en hacimlisi, Ereğli’de geçen ve “Kâinatın Serveri Mucizesinin bildirilmesi” başlığıyla sunulan, Hz. Peygamber’in (s.a.v) mucizevi ağız suyunun Hz. Ömer vasıtasıyla Rum Kayseri Harkil’e gönderilerek bir pınar oluşturmasını anlatan uzun manzum hikâyedir.
• Güney ve Doğu Seyahatleri: Şam’a varışının ardından, Evliya’nın vazifesi değişir. 1059 (1649) yılında “Maanoğulları üzerine gittiğimiz menzilleri” anlatarak Dürrüzîlerden vergi toplamak için Lübnan Dağları, Ba’albek, Akka, Safet ve Gazze’ye uzanan seferini kaydeder. Aynı yıl içinde Şam’dan Haleb’e, oradan da Fırat’ı geçerek Urfa, Harran, Harput, Muş ve Bingöl Yaylası üzerinden Sivas’a ulaşır.
• Siyasi Çalkantılar ve Rumeli’ye Geçiş: Cildin son bölümü, Evliya Çelebi’nin İstanbul’daki siyasi çalkantılara birinci elden şahitliğini gösterir. “Melek Ahmed Paşa’nın Sadrazamlığı” ve ardından esnaf ayaklanması sonucu “azledilmesi” hadiselerini tafsilatıyla anlatır. Cilt, Evliya’nın “ilk defa Rumeli’ne seyahate çıkıp” azledilen Melek Ahmed Paşa ile birlikte Özü (Silistre) eyaletine doğru yola çıkışını (Çekmece, Silivri, Çorlu, Burgaz üzerinden) anlatarak sona erer.
Sonuç: Bu cilt, Evliya Çelebi’nin 17. yüzyıl ortasında (1648-1650) Anadolu’nun merkezinden güneyine (Şam, Gazze), doğusuna (Urfa, Harput, Sivas) ve Rumeli’nin başlangıcına (Silivri, Burgaz) yaptığı seyahatlerin “günümüz Türkçesiyle” sunulmuş halidir. Eser, coğrafi tasvirlerin yanı sıra, menkıbeler, sosyal tesbitler ve Celâlî isyanları gibi mühim siyasi hadiselere dair birinci elden şahitlikler ihtiva etmesi bakımından paha biçilmez bir tarihi belge niteliğindedir.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nin 3., 4. ve 5. Ciltlerine ait bölümler.

Bu dosyalar, Evliya Çelebi’nin 17. yüzyıldaki seyahatlerinin modern Türkçe’ye aktarılmış halidir.
İşte bu kaynaklara dayanarak hazırladığım tafsilatlı cevap:
Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
İncelemekte olduğumuz “kitap”, Evliya Çelebi (Evliyâ Çelebi) tarafından kaleme alınan 10 ciltlik muazzam Seyahatnâme’nin günümüz Türkçesine uyarlanmış muhtelif ciltleridir. Elimizdeki nüshalar, Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından neşredilmiştir.
Bu modern neşrin hazırlayanları Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı’dır.
Elimizdeki mevcut dosyalara göre muhteva dökümü şöyledir:
• 3. Cilt, 2. Kitap: Konya, Kayseri, Antakya, Şam, Urfa, Maraş, Sivas, Gazze, Sofya ve Edirne gezilerini ihtiva eder.
• 4. Cilt, 1. ve 2. Kitap: Bağdad, Basra, Bitlis, Diyarbakır, Isfahan, Malatya, Mardin, Musul, Tebriz ve Van bölgelerindeki seyahatleri kapsar.
• 5. Cilt, 1. Kitap: Akkirman, Belgrad, Gelibolu, Manastır, Özü, Saraybosna, Slovenya, Tokat ve Üsküp gibi ağırlıklı olarak Rumeli ve Doğu Avrupa coğrafyasını ele alır.
Bu neşrin “Giriş” kısımlarında belirtildiğine göre, eserin günümüz Türkçesine çevrilmesindeki maksat, daha evvelki Osmanlıca baskılarda sansürlenmiş veya lüzumsuz görülerek çıkarılmış bölümleri de ihtiva eden, eserin tam bir yayımını okuyucuya sunmaktır.
Kitabın (Seyahatnâme’nin) Vermek İstediği Mesajlar
Evliya Çelebi’nin eserinin derûnî mesajı, 17. yüzyıl Osmanlı dünyasının ve komşu coğrafyaların “tüm yönleriyle” kaydını tutmaktır. Evliya, kendisini “âlem seyyahı ve insan dostu” olarak tanımlar. Eserin temel mesajları ve gayeleri şunlardır:
• Belgeleme ve Tesbit: Evliya, gezdiği yerlerin coğrafyasını, idarî yapılarını (eyalet, sancak, kaza dökümleri ), kalelerini, camilerini, medreselerini, hamamlarını, çarşılarını ve diğer imaretlerini büyük bir titizlikle kaydeder.
• Kültürel Muhafaza: Gidilen yerlerin halkının lisanlarını (lehçeler ), giyim kuşamlarını , yemeklerini , isim koyma âdetlerini ve sosyal hayatlarını (örn: Silistre’de Tuna’nın donması , Diyarbakır’da Şat kenarı eğlenceleri ) aktararak bir nevi kültürel hafıza oluşturur.
• Tarih ve Menkıbe Aktarımı: Sadece gördüklerini değil, o yerin tarihi fetihlerini (örn: Bağdad , Nihâvend , Edirne ), efsanelerini (menkıbeler, örn: Sarı Saltık , Akyazılı Sultan ) ve ziyaret yerlerindeki (türbeler) büyük zatların hikmetlerini nakleder.
• “Acayip ve Garip” Olanı Gösterme: Evliya, “Seyahat yâ Resûlallah” rüyasından aldığı ilhamla, dünyanın sadece bilinen değil, “acayip ve garip” yönlerini de (örn: taşa dönen ağaç , cadı tavuk hikayesi , Sincar’da haşeratın yaratılışı ) okuyucuya sunarak Yaratıcı’nın kudretini göstermeyi amaçlar.
Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Bu ciltler, 17. yüzyıl sosyal, idarî, askerî ve kültürel hayatına dair paha biçilmez tesbitler ihtiva eder:
Cilt 3 (Kısım 2)
• İdarî Yapı ve Şehirler: Sofya , Filibe ve bilhassa Edirne şehirleri detaylıca tasvir edilir. Edirne’nin mahalleleri, camileri (Selimiye , Üçşerefeli ), köprüleri , nehirleri (Tunca, Arda, Meriç ) ve özellikle Sultan II. Bayezid Han Darüşşifası anlatılır.
• Sosyal Hayat: Silistre’de Tuna Nehri’nin donması ve buz üzerinde kurulan pazar, kayan insanlar ve eğlenceler canlı bir şekilde tasvir edilir. Edirne Darüşşifası’nda hastalara (ve delilere) musiki ile tedavi yapıldığı tesbit edilir.
• Menkıbeler: Sarı Saltık’ın ve Akyazılı Sultan’ın menkıbeleri ve türbeleri detaylıca anlatılır.
• Lisan: “Çıtak” kavminin lisanından örnekler verilir.
• Kişisel Tesbitler: Evliya’nın Sofya’da gördüğü ve paşanın vefatını haber veren “acaip doğru rüyası”.
Cilt 4 (Kısım 1 ve 2)
• İdarî Yapı ve Coğrafya: Bu ciltler, doğu ve güneydoğu seyahatlerine odaklanır. Malatya (ve meşhur Aspuzan Bağı ), Diyarbakır (Kara Amid Kalesi , Dicle/Şat Nehri , Reyhan Bağı ), Mardin , Bitlis , Ahlat ve Van şehirleri detaylıca anlatılır.
• Askerî Olaylar: Evliya, Melek Ahmed Paşa’nın maiyetinde Bitlis Hanı Abdâl Han üzerine yapılan sefere bizzat şahit olur. Sincar Dağı’ndaki Yezidîler ile yapılan savaşı ve mağaralara sığınmalarını detaylıca aktarır.
• Belgeler ve Tesbitler: Bitlis Hanı’nın hazinesinden çıkan ganimetler arasında yer alan nadide kitapların bir dökümünü sunar. Bu liste, 17. yüzyıl Kürt beyi kütüphanesinin muhtevasına dair eşsiz bir belgedir (Tefsirler, Hadisler, Şahnâme, Sihâm-ı Kazâ vb. ).
• Lisan: Rojikî ve Sûrân Kürtçesi lisanlarından örnekler ve Abdâl Han’ın bu dilde yazdığı bir tahmis (şiir) iktibas edilir
• Elçilik Görevi: Evliya’nın Acem diyarına (Rumiye, Tebriz) elçi olarak gidişi ve oradaki hanlarla (Kayıtmaz Han) müzakereleri yer alır.
Cilt 5 (Kısım 1)
• Siyasî Olaylar (Merkez): Bu cilt, Evliya’nın İstanbul’daki en mühim siyasî hadiselerden birine şahitliğini ihtiva eder: Atmeydanı Vakası (Vaka-i Vakvakiye). Çınar ağacına asılan devlet adamlarını ve bu isyanın tafsilatını anlatır.
• Devlet İdaresi: Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazam oluşunu ve Melek Ahmed Paşa ile aralarındaki gerilimi aktarır. Padişah IV. Mehmed’in Celâlîleri teftişi için Anadolu’ya (Bursa, İznik) yaptığı seferi ve “adalet” adı altında yapılan katliamları kaydeder.
• Askerî Olaylar (Serhad): Melek Ahmed Paşa’nın Özü Valiliği sırasında Kazakların Özü Kalesi’ne (Cankirman) baskını ve Bozcaada’nın fethi haberinin gelişi detaylıca anlatılır. Kili Kalesi’nin tamiri ve balık dalyanları tasvir edilir.
• Kişisel Hadiseler: Evliya’nın Bitlis’te Ziyaeddin Han’ın katline şahit olması ve karlı dağlardan Ahlat’a kaçışı ve Kaya Sultan’ın vefatı gibi trajik olayları birinci ağızdan nakleder.
Vurucu Noktalar ve İktibas Edilen Hadiseler (Şahitlikler)
Evliya Çelebi’nin üslubu, mübalağa (abartı) ile keskin bir nazar (gözlem) arasında gider gelir. En vurucu noktalar, onun şahit olduğu veya “garip” bulduğu hadiselerdir:
• Pravadi’de Gürgen Ağacının Taşa Dönüşmesi: Şehir ileri gelenlerinin (Çeneklizâde, Naib Hüseyin Efendi) şahitliğiyle, bir pınara konan gürgen ağacından yapılmış eşyaların (kâse, fincan) üç günde yeşim taşına dönüştüğünü anlatır.
• Eski Zağra’da Saka Kuşu ile Köpeğin Cima Etmesi: Evliya, bir saka kuşunun dişi bir köpeği himaye ettiğini, diğer köpeklere saldırdığını ve hatta onunla çiftleştiğini bizzat “hakîr elime alıp gördüm” (taşı) ve “bu hakîrin kendi gördüğü meşhur bir seyirliktir” diyerek hayretle nakleder.
• Çalıkkavak’ta Cadıların Tavuğa Dönüşmesi: Bir köyde gece yarısı yaşlı bir kadının ve yedi çocuğunun, kendilerine kül sürerek tavuk ve piliçlere dönüştüğünü ve atları rahatsız ettiğini, bu olayın ardından burnunun kanadığını “hakîr Evliyâ’nın başından geçen” başlığıyla anlatır.
• Tuna’nın Donması (Silistre): Tuna Nehri’nin kışın 5 ay donduğunu, buzun kale duvarlarını aşıp evleri yıktığını, insanların buz üzerinde kızak kaydığını, salıncak kurduğunu ve hatta “âşık mâşuk birbirlerine kolan çekip sallanırlar” diyerek sosyal hayatı tasvir eder.
• Bayezid Han Darüşşifası (Edirne): Hastanede “divanelerin ruhuna gıda olması ve sevdayı def etmesi için” haftada üç kere on adet hanende (okuyucu) ve sâzende (çalgıcı) tarafından musiki icra edildiğini tesbit eder.
• Aspuzu Bağı’nda Nakışlı Elma (Malatya): Malatya’nın meşhur elmalarının üzerine, daha ağaçtayken balmumu veya kâğıtla beyitler yapıştırıldığını, elma olgunlaştıkça bu yazıların “al, beyaz ve sarı güzel yazılı beyitler” olarak meyvenin üzerinde belirdiğini kaydeder.
• Bitlis’ten Kaçış: Ziyaeddin Han’ın kardeşi Nûruddehr tarafından hançerlenerek katledilmesine şahit olur. Nûruddehr’in hazine odasına girmesini fırsat bilerek, gizlice ahıra iner, atına atlar ve Menteş Bölükbaşı ile birlikte karlı dağlardan “kar üzerine düşüp atları bütün kale altına geldiler” (kovalayanlar) ve “at boynuna düşüp kaçtılar” (kendileri) diyerek Ahlat Kalesi’ne sığınır.
• Atmcdanı Vakası (İstanbul): Zorbaların isteği üzerine katledilen Hâsodabaşı Hasan Ağa gibi devlet adamlarının cesetlerinin çınar ağacına asılmasını, “ayağına ip takıp sürüyeler” (Kör Hasan Paşa’nın bedduası) ve “Vakvak Ağacı’na asıldıkları” şeklinde dehşetle tasvir eder.
Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar (Eserin Kendi Kaynakçası)
Evliya Çelebi, sadece gezip görmekle kalmamış, gezdiği yerlerin tarihini ve coğrafyasını desteklemek için pek çok yazılı kaynağa da müracaat etmiştir. Bu ciltlerde atıfta bulunduğu (iktibas ettiği) kaynaklardan bazıları şunlardır:
• Tarih Kitapları: Yanvan Tarihi , Tarihçi Mıkdisî (veya Mıkdisî Tarihi) , Şerefnâme Tarihi , Tarih-i Hallikân , Takvîmü Büldân , Tarih-i Avân-ı Unvân , Tarih-i Hıtat.
• Coğrafya ve İlim: Batlamyus (Ptolemy).
• Dinî ve Menkıbevî Kaynaklar: Sahih hadisler , Gelibolulu Muhammediyye sahibi Yazıcıoğlu ve Saltukname (Ken’an Paşa’nın yazdığı).
• Bitlis Hanı Kütüphanesi (Cilt 4): Evliya, Abdâl Han’ın hazinesinden çıkan kitapları listelerken 17. yüzyıl âlimlerinin müracaat ettiği muazzam bir kütüphaneyi ortaya koyar:
• Tefsirler: Cerîr-i Taberî, Deylemî, Ebü’l-Leys, Ebussuud.
• Fıkıh: Kudûrî, Mültekâ, Keşşaf.
• Edebiyat: Şahnâme-i Firdevsî, Hamse-i Nizâmî, Dîvân-ı Hâfız, Gülistan, Bostân, Nefî Dîvânı ve Sihâm-ı Kazâ.
• Tarih ve Tezkire: Tezkiretü’ş-şu’arâ (Hasan Çelebi, Latîfî) , Kitâb-ı Bidâye ve’n-nihâye (İbn Kesîr) , Tabakât kitapları (Zehebî, Sübkî).
Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahit: Eserin tamamındaki birinci ve en mühim şahit, bizzat Evliya Çelebi’dir. Olayları “bu hakîr” diyerek birinci ağızdan anlatır. Savaşlara katılır (Bitlis , Sincar , Özü ), idarî görevler alır (Kili Kalesi mühimmatı için tahsilat ), elçilik yapar (Acem ), felaketlerden kaçar (Bitlis’ten firar ) ve siyasî hadiselerin (Atmeydanı Vakası ) tam ortasında yer alır.
• Diğer Şahitler: Evliya, kendi görmediği veya teyit etmek istediği hadiselerde yerel halktan muteber kişileri şahit gösterir (örn: Pravadi’de Naib Hüseyin Efendi ).
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Zengin ve Kozmopolit Bir Dünya: 17. yüzyıl Osmanlı coğrafyası, Evliya’nın gözünden, Sünnî Türk merkezlerinden ibaret değildir. Eser; Kürt aşiretlerini (Rojikî, Zirikî, Pinyanişi ), Yezidîleri , Ermenileri , Rumları, Bulgarları , Arapları , Acemleri ve Tatarları kendi lisanları, âdetleri ve idarî yapılarıyla birlikte resmeder.
• Sürekli Hareketlilik ve İstikrarsızlık: Eser, bir “Altın Çağ” tasvirinden ziyade, sürekli hareket halinde olan bir dünyayı gösterir. Sınırlar gergindir (Kazak baskınları , Acem sınırı ). Merkezî otorite zayıfladığında Celâlî isyanları (Abaza Kara Hasan ) veya iç çatışmalar (Bitlis Hanı’nın isyanı , Atmeydanı Vakası ) baş göstermektedir.
• Evliya’nın Metodu: Evliya Çelebi, duyduğu efsane (örn: Sincar’da haşeratın yaratılışı ) ile bizzat gördüğü gerçeği (örn: Edirne Darüşşifası ) aynı ciddiyetle kaydeder. Onun için ikisi de anlatılmaya değer “hakikatlerdir”. Bu durum, eseri hem paha biçilmez bir etnografik ve tarihî kaynak hem de 17. yüzyıl zihniyet dünyasını yansıtan bir başyapıt yapar.
Özet Not ve Sonuç
Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi, bu ciltlerde de görüldüğü üzere, “gördüm, işittim, kaydettim” prensibine dayanan, 17. yüzyıl dünyasını idarî, mimarî, sosyal, lisanî ve efsanevî tüm veçheleriyle kucaklayan bir “külliyat”tır.
Önemli Noktalar (İktibaslar):
• Gözlem Gücü (Tasvir): “Bu Silistre şehrinde… Tuna Nehri buz parçası olsa… nice bin adet Silistre yiğitleri sevgilileriyle Tuna buzu üzerine çadırlarını kurup içip eğlenip mehterhaneler ile bütün dilberanlar buz kayarlar, garip seyirliktir.”
• İdarî Tesbit (Devlet): “[Diyarbakır Eyaleti’nde] sekiz sancak da Kürt beyleridir… Yurtluk ve ocaklık diye temelli verilmiştir. Asla atama ve azil kabul etmezler… Padişah tarafından bu hâkimlere yazılan emirlerde ‘Cenâb’ lakabı yazılır.”
• Şahsî Macera (Hadise): “[Bitlis’te] Nûruddehr belinden hançerini çıkarıp hanın üzerinden… yorganmı fırlatıp hana bir depme vurup, ‘Kalk bire hey …. …..’ deyince… hançerle hanın memesi üstüne, bir de bağrına vurup hançeri karnında burdu.”
• Olağanüstü Olan (Acaib): “Bu Malatya elmalarına… elmalar ağacında iken balmumu ile bu elmalara şiirler yazarlar… olgunlaştıkça… al, beyaz ve sarı güzel yazılı beyitler çıkar ki her biri sanki birer açık sihirdir.”
Sonuç:
Bu eser, sadece bir gezi rehberi değil; bir tarih, coğrafya, lisan, folklor, mimarî ve sosyoloji ansiklopedisidir. Evliya Çelebi, bu ciltlerde Melek Ahmed Paşa’nın maiyetinde devletin hem merkezindeki (İstanbul’daki isyan ) hem de en uç serhadlerindeki (Özü , Sincar , Acem sınırı ) en kritik hadiselere bizzat şahitlik etmiştir. Bu dosyalar, onun ne kadar keskin bir “nazar” (bakış) sahibi ve yaşadığı asrın ne kadar karmaşık bir “hayat”ı olduğunu ispatlamaktadır.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinin

muhtelif ciltlerini esas alarak, bu cihanşümul eser hakkında tafsilatlı bir tahlil, tespit ve netice notu aşağıda takdim edilmiştir.
Seyahatnâme’nin bir bütün olarak temsil ettiği kıymeti, muhtevayı ve tesirleri tahlil etmek maksadıyla hazırlanmıştır.
1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Eserin Adı: Târîh-i Seyyâh Evliyâ Efendi (Günümüzde Evliya Çelebi Seyahatnâmesi olarak bilinir)
Müellifi: Evliya Çelebi (Derviş Mehmed Zıllî)
Dönemi: 17. asır (Hicrî 1040-1093 / Miladî 1630-1681 arası)
Yüklediğiniz dosyalar, bu muazzam eserin 10 ciltlik külliyatının birer parçasıdır. Seyahatnâme, 17. asır Osmanlı İmparatorluğu’nun ve komşu coğrafyaların (Avrupa, Asya, Afrika) en geniş ve en teferruatlı panoramasını sunan bir gezi-hatıra (seyahat-hatırat) şaheseridir.
Evliya Çelebi, 1611’de İstanbul’da doğmuş, saray terbiyesi almış, hafız, musikişinas ve lisanlara vâkıf bir “Çelebi”dir. Rivayete göre 1630’da gördüğü meşhur rüyasında (“Seyahat yâ Resûlallah” yerine “Şefaat yâ Resûlallah” diyecekken lisanı sürçer) Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) seyahat izni alır. Bu hadiseden sonra 51 yıl sürecek ve üç kıtaya yayılacak seyahatlerine başlar.
Eser, müellifin şahsî nazarlarını, müşahedelerini ve bazen de mübalağalı tasvirlerini ihtiva eder. Sadece bir gezi rehberi değil, aynı zamanda bir tarih, coğrafya, sosyoloji, antropoloji, dilbilim ve halk bilimi hazinesidir.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Seyahatnâme didaktik (öğretici) bir “mesaj” verme gayesinden ziyade, bir “kayıt” ve “tasvir” etme arzusunun mahsulüdür:
• Kayıt Altına Alma: Evliya Çelebi’nin temel gayesi, “fânî” olan dünyada gördüğü “bâkî” eserleri, âdetleri, yapıları ve hayatları kayıt altına alarak sonrakilere bir miras bırakmaktır. O, gördüğü her şeyi “Allah’ın sanatının tecellisi” olarak telakki eder.
• Merak ve Hayret: Eser, baştan sona müellifin bitmek bilmeyen merak ve hayret duygusuyla doludur. Okuyucuya, kâinatın ve medeniyetlerin ne kadar çeşitli ve hayret verici olduğunu göstermeyi hedefler.
• Osmanlı Cihan Devleti Vurgusu: Gezdiği yerlerin ezici çoğunluğu Osmanlı toprağıdır. Eser, bir yönüyle 17. asırda Osmanlı Devleti’nin coğrafî, askerî, idarî ve kültürel azametini gözler önüne seren bir vesikadır.
• İnsan ve Kültür Çeşitliliği: Evliya, Müslim-gayrimüslim ayrımı yapmadan, gezdiği yerlerdeki insanların lisanlarını, inançlarını, âdetlerini, yiyeceklerini ve giyimlerini büyük bir teferruatla tasvir eder. Bu, 17. asır için olağanüstü bir beşerî zenginlik sunumudur.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tespitler
Seyahatnâme’nin tamamı bir “tespit” ve “bilgi” külliyatıdır. O, gezdiği yerlerin adeta bir röntgenini çeker:
• Şehir Monografileri: Bir şehri anlatırken kalenin yapısından, içindeki ev sayısına, cami, medrese, hamam ve çarşılarına; havasından suyuna; halkının giyiminden lisanına kadar her yönüyle tasvir eder.
• Epigrafik Tespitler (Kitâbeler): Evliya Çelebi, gittiği yerlerdeki cami, kale, köprü ve bilhassa mezar taşlarındaki kitâbeleri okuyup kaydetmiştir. Bu kayıtlar, günümüze ulaşmayan pek çok tarihî vesikanın yegâne şahididir.
• Lisan ve Lehçe Kayıtları: Müellif, lisanlara olan merakıyla tanınır. Gezdiği bölgelerde konuşulan lisanlardan (Arnavutça, Rumca, Çerkesçe vb.) ve Türkçenin muhtelif şivelerinden kelime listeleri ve nükteler derlemiştir.
• Meslekler ve Esnaf Alayları: Bilhassa 1. Cilt’te (İstanbul) anlattığı “Esnaf Alayı”, 17. asır İstanbul’undaki yüzlerce meslek erbabının (müzisyenler, zanaatkârlar, eğlence erbabı) teferruatlı bir kaydıdır.
• Mutfak Kültürü: Yiyecek ve içecekler üzerine yaptığı tespitler eşsizdir. Seyahatnâme’de 40’tan fazla çorba, 40’ı aşkın pilav, onlarca ekmek, balık ve meyve çeşidinden bahsedilmesi, eserin gastronomi tarihi için de bir hazine olduğunu gösterir.
• Tabiat ve Madenler: Eser, bilim tarihi açısından da mühimdir. Evliya, gezdiği yerlerdeki maden yatakları, kaplıcalar ve cevherler hakkında da (bazen efsanelerle karışık) bilgiler verir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Evliya Çelebi’nin üslûbu secili (kafiyeli), akıcı, mizahî ve yer yer mübalağalıdır. Eserden bazı meşhur nükteler ve tespitler:
• Erzurum’un Soğuğu Üzerine: “Bir kedi damdan dama atlarken kışın şiddetinden havada donup kalmış. Baharda buzlar çözülünce ‘miyav’ diye yere düşmüş.” (Bu, onun mübalağa sanatını ve gözlemini birleştiren meşhur bir tasviridir.)
• Misafirlik Üzerine: “Misafir misafiri sevmez, ev sahibi ikisini de sevmez.”
• Babasının Nasihati: Evliya Çelebi, seyahate çıkmadan babasının kendisine verdiği nasihatleri kaydeder. Bunlar, eserin ahlâkî yapısını da gösterir:
• “Nan u nemek hakkını gözet.” (Tuz ve ekmek hakkını gözet, vefalı ol.)
• “Ser verecek sözün var ise sakın avratına deme.” (Başını feda edecek bir sırrın varsa, hanımına dahi söyleme.)
• “Daima temiz ol. Muharremat ve menhiyattan (haram ve yasaklardan) uzak dur.”
• “Her mecliste istima ettiğin (işittiğin) sözleri hıfz eyle (hafızanda tut).”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Evliya Çelebi, sadece kendi gözlemlerine dayanmaz; o aynı zamanda okuyan bir âlimdir. Eserini yazarken başvurduğu kaynaklar ve onunla aynı dönemi anlatan diğer mühim kaynaklar şunlardır:
• Evliya’nın Faydalandığı Kaynaklar: Kendi ifadelerinden Târih-i Peçevî, Künḥü’l-aḫbâr (Âlî Mustafa Efendi) gibi Osmanlı tarihlerini; Atlas Minor gibi Avrupa harita ve coğrafya kitaplarını ve gittiği yerlerdeki şifahî rivayetleri (halk hikâyeleri, efsaneler) kullandığı anlaşılmaktadır.
• Dönemin Diğer Kaynakları (Mukayese için): Seyahatnâme’nin tasvir ettiği hadiseleri ve mekânları teyit etmek veya mukayese etmek için Kâtip Çelebi’nin (Cihannümâ), Naimâ’nın (Naimâ Tarihi), Hezarfen Hüseyin Efendi’nin ve Peçevî İbrahim Efendi’nin eserleri başlıca kaynaklardır.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Seyahatnâme sadece bir gezi yazısı değil, Evliya Çelebi’nin 17. asır dünyasına yaptığı bir “şahitliktir”.
• Şahitlik: Evliya, 17. asırda Osmanlı’nın girdiği savaşlara (Kandiye Kuşatması, Uyvar Seferi vb.) bizzat katılmış bir “gazi” ve “şahit”tir. Savaş meydanlarını, diplomatik görüşmeleri ve idarî mekanizmaları içeriden tasvir eder.
• Toplumsal Eleştiri (Tenkit): Evliya, gördüğü aksaklıkları, idarî bozulmaları ve rüşvet gibi hadiseleri de üstü kapalı veya açık bir dille tenkit etmekten çekinmez. Bu sebepledir ki eseri, II. Abdülhamid devrinde “muzır neşriyat” (zararlı yayın) sayılarak bir müddet yasaklanmıştır.
• Kurgu ve Gerçeklik: Seyahatnâme’deki her bilginin “belge” niteliğinde doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. Evliya Çelebi “hoş-sohbet” (musahip) biridir; okuyucunun ilgisini canlı tutmak için duyduklarını gördüklerine katmış, rivayetleri hakikat gibi sunmuş ve mübalağa sanatını bolca kullanmıştır. Bu durum, eserin tarihî kıymetini azaltmaz, ancak “eleştirel” (tenkitli) bir nazarla okunmasını zarurî kılar. O, bazen hadiseleri “olmasını istediği” şekilde kurgulamıştır.
7. Sonuç ve Özet Notu
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, tek bir ömre sığdırılmış muazzam bir coğrafyanın, 51 yıllık bir seyahatin ve 17. asır medeniyetinin 10 ciltlik bir hazinesidir. Müellif, gezdiği yerlerin sadece “taşını toprağını” değil, “insanını, lisanını ve hayatını” da tasvir etmiştir.
Eserin ehemmiyeti şuradadır: O, bugün kaybolmuş bir dünyanın; âdetlerin, yapıların, lisanların ve lezzetlerin son şahididir. Evliya’nın şahsî üslûbu, mizahı ve mübalağaları, bu kuru bilgileri sıkıcı bir vesikalar yığını olmaktan çıkarıp, adeta o asırda yaşayan bir insanın diliyle canlı bir sohbete dönüştürmüştür.
Netice olarak, Seyahatnâme; tarih, coğrafya, dilbilim ve sosyoloji başta olmak üzere pek çok ilim dalı için tükenmez bir kaynak, Türk lisanının ise en zengin ve en renkli anıtlarından biridir.

✧✧

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin “el-Kavlu’l-Fasl” isimli eseri…

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
Bu eser, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin (v. 1954) kaleme aldığı, Arapça asıl adı “el-Kavlu’l-Fasl beyne’llezîne yü’minûne bi’l-ğayb ve’llezîne lâ yü’minûn” (Gayba İman Edenlerle Etmeyenlerin Arasını Ayıran Kesin Söz) olan hacimli bir reddiye kitabıdır.
• Türkçe Neşri: Eser, Muhammet Uysal tarafından Türkçeye tercüme edilmiş ve Ketebe Yayınları tarafından “Gaybın Önünde El-Kavlu’l-Fasl” adıyla neşredilmiştir.
• Asıl Kaynağı: Bu kitap, müellifin dört ciltlik muazzam eseri olan **”Mevkıfu’l-‘Akl ve’l-‘İlm ve’l-‘Âlem min Rabbi’l-‘Âlemîn ve ‘İbâdihi’l-Mürselîn”**in dördüncü cildinin ilk bölümüdür.
• Yazılış Sebebi: Mütercimin önsözünde ve müellifin kendi önsözünde belirtildiği üzere, kitap 20. yüzyılın başlarında Mısır’da ve İslam dünyasında yayılan “çağdaş sapmalara” ve pozitivist düşünceye karşı acil bir cevap olarak yazılmıştır.
• Yazılış Hikayesi: Mütercim, Ali Ulvi Kurucu’nun Hatıralar’ından iktibasla, Ezher ulemasının, Muhammed Hüseyin Heykel Paşa’nın yazdığı Muhammed’in Hayatı isimli kitapta Peygamber Efendimiz’in (sav) kevnî (fizikî) mucizelerini inkâr etmesine bir reddiye yazması için Mustafa Sabri Efendi’ye müracaat ettiğini nakleder. Kitabın basım masraflarına Müslüman Kardeşler’in lideri Hasan el-Bennâ, 200 adet peşin sipariş vererek destek olmuştur.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Mustafa Sabri Efendi, bu eseriyle İslam akidesinin temellerini sarsmaya yönelik “ıslahçı” veya “modernist” olarak adlandırılan akımlara karşı ilmî bir müdafaa yapmaktadır. Kitabın temel mesajları şunlardır:
• Gaybiyyâtın Müdafaası: Eserin ana gayesi, isminden de anlaşılacağı üzere, “pozitif bilim” ve materyalist felsefe adına gaybiyyâtı (duyular ötesi hakikatleri) inkâr eden zihniyeti çürütmektir.
• Nübüvvet ve Mucize İlişkisi: Peygamberliğin (Nübüvvet), Allah ile kul arasında hususi bir bağ olduğunu ve bunun ispatının da mucize olduğunu vurgular. Mucizenin inkârının, nübüvvetin inkârını da gerektireceğini savunur.
• Sünnetin Otoritesi: Hadis kitaplarının (Buhârî, Müslim vb.) “bilimsel metot” adı altında tenkit edilmesinin, aslında Sünnet rüknünü yıkmaya yönelik bir “cinayet” olduğunu beyan eder. Sünnet olmadan İslam’ın ibadet (namaz, zekât vb.) muhtevasının bilinemeyeceğini belirtir.
• Modernist Tevillerin Tenkidi: Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mahmud Şeltût gibi isimlerin âyetleri, gaybî hakikatleri (örneğin Nüzûl-i İsa , Şeytan’ın varlığı , denizin yarılması ) inkâr etmek için zorlama tevillere tâbi tutmasını tahrif olarak niteler.
• “Dâhîlik” İddiasına Reddiye: Peygamber Efendimiz’in (sav) vasfını “Nebi/Rasûl”den “Dâhî” seviyesine indiren (Akkad, Heykel, Zeki Mübarek gibi) yazarları tenkit eder. Bunun, peygamberliğin gaybî ve ilahî veçhesini ortadan kaldırma çabası olduğunu savunur.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Mustafa Sabri Efendi, iddialarını desteklemek ve muarızlarını çürütmek için hem naklî hem de aklî deliller sunar:
• Tesbit (Heykel Paşa’nın Metodu): Müellif, Heykel Paşa’nın Muhammed’in Hayatı kitabında kevnî mucizeleri zikretmemesinin sebebini, Paşa’nın “modern bilim metodu”na uymasına ve hadis rivayetlerini “siyasî çekişmeler” ve “propagandalar” sebebiyle şüpheli görmesine bağlar.
• Belge (Buhârî’nin Hadis Seçimi): Heykel Paşa’nın, Buhârî’nin 600.000 rivayetten sadece 4.000 hadis seçmesini hadislerin güvensizliğine delil getirmesini tenkit eder. Müellif, Buhârî’nin kendisinden nakledilen “Ben 100.000 sahih hadis ezberimdedir” ve “kitaba almadığım sahih hadisler daha fazladır” sözlerini şahit getirerek, bu seçimin hadislerin zayıflığından değil, Buhârî’nin kendi kitabının muhtasar olmasına yönelik titizliğinden (intikâ) kaynaklandığını ispat eder.
• Tesbit (Modernistlerin Silsilesi): Müellif, bu “sapmaların” bir silsile halinde birbirini takip ettiğini tesbit eder:
• Önce “pozitif bilim” ve “kâinatın yasaları” mutlak doğru kabul edilir.
• Bu yasalara aykırı görülen kevnî mucizeler (İsrâ, Şakk-ı Kamer, Nüzûl-i İsa) inkâr edilir.
• Bu mucizeleri nakleden Hadis Külliyatı ve Sünnet rüknü “güvenilmez” ilan edilir.
• Sünnet devreden çıkınca, Kur’ân’da mucizelere (Fil Vak’ası, Denizin Yarılması vb.) işaret eden âyetler, bilime uydurmak için tevil yoluyla tahrif edilir.
• Belge (Sünnetullah Âyetleri): Modernistlerin mucizelerin imkânsızlığına delil getirdikleri “…Allah’ın kanununda (sünnetullah) hiçbir değişiklik bulamazsın.” (Fâtır, 35/43) âyetini ele alır. Âyetlerin siyakını (bağlamını) inceleyerek, buradaki “sünnetullah”ın fizik kanunları değil, Allah’ın peygamberlerini yalanlayan kavimleri helak etme âdeti olduğunu ispat eder.
• Bilgi (Peygamberliğin Mükteseb Olmayışı): Peygamberliğin çalışarak kazanılan (mükteseb) bir sıfat değil, Allah’ın bir lütfu (vehbî) olduğunu savunur. Mükteseb olmasının kabulü halinde, Hz. Muhammed’in (sav) “son peygamber” olmasının anlamı kalmayacağını belirtir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Eser, son derece güçlü ve polemik üslubu ağır basan “vurucu” cümlelerle doludur:
* “Hatta bizzat “ıslahçı” diye isimlendirilenlerin bazılarında bozukluk; dini savunma işiyle uğraşanların bazılarında da ilhad ve dinsizlik gördüm.” * “Heykel Paşa’nın… kevnî mucizeleri reddetmek için İslâm’ın dört kalesinden İkincisi olan sünnetten feragat etmesi affedilmez bir cinayettir. Ezher Şeyhliği’nin (Merâgî) bu cinayeti desteklemesi ise daha korkunç ve daha acıdır.” * “…Sünnet rüknünün yıkılmasıyla… namazımız, orucumuz, zekâtımız ve haccımızın yıkılmasına da aldırış etmeyelim.” * “Mucizeleri ancak Allah’ı inkâr edenler inkâr eder.”
• “Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.” (Hâkka, 69/44-47) * (Dr. Zeki Mübarek’in “İnsanlar gaybî meselelere isyan edecekler” sözüne karşılık): “Bu sözün mânâsı Hz. Peygamber’in (sav) peygamberliğine, gaybî meselelerden olması hasebiyle… karşı çıkmayacaklarından emin olamayız.” * (Şeyh Şeltût’un Şeytan’ın varlığını inkârına tenkit): “Bu tevil, Kur’ân’ın delâletini ve mertebesini… değiştirip tersine çevirmiş oluyor… Şeyh’in kendisinin mucizeler… gibi gayba ait hususları inkâr konusunda çağdaş yazarlara uyum sağlama gayretidir.” * (Teselsülün batıl oluşu): “…varlığı olmayan sebeplerin sonsuzluğunun, sebeplerin varlığının yerine ikame edilmesidir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif (Mustafa Sabri Efendi), kendi tezini ispatlamak için muarızlarının kaynaklarını (Batı felsefesi) dahi kullanır veya İslam alimlerine atıf yapar:
• Batı Felsefesi: Müellif, “pozitif bilimin” mutlak olmadığını göstermek için Batılı filozoflardan (Hume , Kant , Leibniz , Poincaré gibi) iktibaslar yaparak, onların bile tecrübenin (deney) zorunlu bir bilgi vermediğini itiraf ettiklerini gösterir.
• İslam Alimleri (Müdafaa): Hadis metodolojisini savunurken Mevlânâ Şiblî Nu’mânî’nin Sîretü’n-Nebî eserinden ve Alman müsteşrik Dr. Springer’in “Ricâl ilmi” hakkındaki hayranlık dolu sözlerinden şahitler getirir.
• Klasik Kaynaklar: Temel dayanağı Ehl-i Sünnet kelamcıları (Devvânî , Gazzâlî ) ve Hadis İmamlarıdır (Buhârî , Müslim vb.).
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler (Muarızlar): Kitabın tamamı, karşı delil olarak modern Mısırlı yazarların eserlerini “şahit” gösterir. Mustafa Sabri Efendi, onların metinlerini doğrudan iktibas eder ve ardından bu metinlerdeki aklî ve naklî çelişkileri ortaya koyar. Ana hedefleri:
• Muhammed Hüseyin Heykel
• Muhammed Abduh
• Reşid Rıza
• Mahmud Şeltût
• Ferîd Vecdî
• Zeki Mübarek
• Şahit (Kur’ân): Müellifin en büyük şahidi Kur’ân’dır. Kur’ân’dan bizzat kevnî mucizelerin (İsrâ , Şakk-ı Kamer , Bedir melekleri ) varlığına dair deliller getirir.
• Çıkarılacak Sonuç:
• İslam akidesinde “gayb” (görünmeyen) temel bir esastır.
• Pozitivist bilimi mutlak hakikat sanmak, imanın temelini sarsan bir hastalıktır.
• Mucize, peygamberliğin ayrılmaz bir parçasıdır.
• Hz. Muhammed’in (sav) Kur’ân’dan başka kevnî (fizikî) mucizeleri (İsrâ, Ay’ın yarılması vb.) hem Kur’ân hem de mütevatir derecesine ulaşan Sünnet ile sabittir.
• Bu mucizeleri inkâr etmek için Sünnet’i tenkit etmek, kaçınılmaz olarak Kur’ân’ın da tahrif edilmesine veya inkârına yol açan tehlikeli bir yoldur.
7. Özet Notu ve Sonuç
Özet Notu:
El-Kavlu’l-Fasl, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin, 20. yüzyıl başındaki Mısırlı modernist yazarlara (Heykel, Abduh, Rıza, Şeltût, Vecdî) karşı kaleme aldığı ilmî bir reddiyedir. Eser, bu yazarların “pozitif bilim” adına Peygamber Efendimiz’in (sav) kevnî mucizelerini , Nüzûl-i İsa’yı ve Hadis Külliyatı’nın otoritesini inkâr etmelerini hedefler. Mustafa Sabri, bu inkârın temelinde “kâinatın yasalarına aykırılık” bahanesinin yattığını, ancak bu bahanenin hem aklî delillerle (bilimin sınırları) hem de naklî delillerle (Kur’ân’ın bizzat mucizeleri tasdik etmesi) çürüdüğünü ispat eder.
Sonuç:
Kitabın nihai sonucu, gayba imanın İslam akidesinin temeli olduğu ve bu temelin “bilim” adına feda edilemeyeceğidir. Müellif, muarızlarının iddialarının aksine, Sünnetullah (Allah’ın âdeti) tabirinin mucizeyi dışlamadığını, bilakis Allah’ın peygamberlerini yalanlayanları helak etme âdetini ifade ettiğini delillendirir. Sünnet’i (hadisleri) inkâr etmenin, ibadetlerin muhtevasını yok edeceğini ve bunun da Kur’ân’ın tahrifine kapı açan bir “cinayet” olduğunu kuvvetle savunur. Eser, Sünnet’in ve Ehl-i Sünnet akidesinin modernizm karşısındaki en güçlü müdafaalarından biridir.

✧✧

Prof. Dr. İsmail Yiğit’in “Emevîler (661-750)” adlı eseri.

İslâm tarihinin bu mühim devresini muhtelif veçheleriyle tahlil eden kıymetli bir çalışmadır.
1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eser Adı: Emevîler (661-750).
• Müellif: Prof. Dr. İsmail Yiğit. Müellif, 1951 Burdur doğumludur. Konya Yüksek İslam Enstitüsü (1974) mezunudur. Doktorasını Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde “Emevîler Döneminde İlmî Hareket” (1983) teziyle tamamlamış ve aynı fakülteden 2011’de emekli olmuştur.
• Yayınevi: Eser, TDV İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından yayına hazırlanmış ve Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları (TDV) bünyesinde neşredilmiştir.
• Seri: İSAM Yayınları 172, Temel Kültür Dizisi 36.
• Basım: İlk basımı Ekim 2016’da yapılmış , eldeki nüsha Şubat 2022 tarihli sekizinci basımdır.
• Muhteva Yapısı: Kitap bir önsöz ve altı bölümden müteşekkildir:
• Birinci Bölüm: Siyasî Tarih (Devletin kuruluşu, halifeler ve mühim hadiseler).
• İkinci Bölüm: İdarî ve Siyasî Teşkilât (Merkez teşkilatı, divanlar, taşra yönetimi, askerî teşkilât, şurta ve adlî teşkilât).
• Üçüncü Bölüm: Sosyal Durum (Toplumu oluşturan gruplar, Emevî toplumunda kadın, kılık kıyafet, yemekler, bayramlar, eğlence ve mûsiki).
• Dördüncü Bölüm: İktisadî Hayat (Beytülmalin gelirleri, iktâ uygulaması, tarımın geliştirilmesi).
• Beşinci Bölüm: İlim ve Kültür (Eğitim kurumları, dil, edebiyat, dinî ilimler, diğer ilimler ve siyasî/itikadî mezhepler).
• Altıncı Bölüm: Sanat (Mimari ve tezyinat).
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Kitabın “Önsöz” bölümü, müellifin eseri kaleme almaktaki maksadını ve Emevî tarihi yazımına dair temel mesajlarını ortaya koymaktadır:
• Tarih Yazımının Tenkidi: Eserin temel tezi, Emevî tarihinin, “kendilerini yıkan devletler döneminde yazılan” bir tarih olması sebebiyle “birtakım haksız tenkit ve isnatlara mâruz kaldığıdır”.
• Muhaliflerin Tesiri: Emevî tarihi, onları “kanlı bir ihtilâl” ile yıkan Abbâsîler ve onlara düşmanlık besleyen mutaassıp Şiî tarihçiler (Yâkūbî ve Ebû Mihnef gibi) tarafından yazılmıştır. Bu tarihçiler, Emevîlerin “yaptıkları iyi şeylerin pek çoğunu görmezden gelirken” hilâfeti saltanata çevirmeleri , Kerbelâ faciası ve Harre Savaşı gibi menfi hadiseleri ön plana çıkarmışlardır.
• Kötüleme Kampanyası: Müellif, “Emevî tarihi araştırmacılarının çoğu”nun , bu tarihin “başta Şîa olmak üzere muhalif gruplar” ve Şuûbiyye tarafından “bir kötüleme kampanyasına mâruz bırakıldığı ve büyük ölçüde tahrif edilmiş olduğu kanaatinde” olduğunu belirtir.
• Müsteşrik Tenkidi: Kitap, müsteşriklerin (Wellhausen , Hitti , Lammens vb.) Emevîleri “Araplar’ın dünyada millet olarak güçlerini ispat etmek üzere giriştikleri bir teşebbüs” olarak gördüklerini ve “dinin ancak ikinci derecede rol oynadığını” iddia ettiklerini belirtir. Fetihleri “sadece servet ve iktidar amaçlı bir hareket” olarak göstermelerini tenkit eder.
• Dinin Rolünü Vurgulama: Eser, Della Vida gibi bazı müsteşriklerin de kabul ettiği üzere, Emevî fetihlerinde “birinci faktörün din ve iman olduğunu” savunur. Emevî halifelerinin “İslâm’ın mesajını bütün dünyaya ulaştırma maksadını gütmeleri” bu tesbiti teyit etmektedir.
• Objektif Değerlendirme: Müellifin niyeti, “çelişkili rivayetlere konu olan tarihî olayları, objektif ve insaflı bir şekilde değerlendirmeye çalışmaktır” ve “İslâm tarihinin ilk iki asrının daha doğru anlaşılmasına” katkı sunmaktır.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, Emevîler devrini bütüncül bir bakış açısıyla ele alarak şu mühim tesbitlerde bulunmaktadır:
Siyasî ve Askerî Tesbitler
• Emevîler, Hulefâ-yi Râşidîn devrinden sonra kurulan “İslâm tarihinin ilk hânedanıdır” ve yaklaşık doksan yıl hüküm sürmüştür.
• Hânedan, Süfyânî (Muâviye ve sonraki iki halife) ve Mervânî (Mervân b. Hakem ve sonrası) olmak üzere iki koldan devam etmiştir.
• Devrin en mühim özelliği, Hz. Ali evlâdı , Hâricîler, Abdullah b. Zübeyr ve Abbâsîler gibi muhalif gruplarla yapılan mücadeleler ve Yemen asıllı (Kahtânî) kabilelerle Kuzey Arabistan menşeli (Adnânî) kabileler arasındaki “şiddetli kabile mücadeleleridir”.
• Bu iç sıkıntılara rağmen Emevîler devri, “fetihler ve İslâm’ın yayılması açısından İslâm tarihinin en parlak dönemlerinden birini teşkil eder”. İslâm ülkesinin sınırları “Türkistan’dan Fransa içlerine, Anadolu’dan Hindistan’a ulaşmıştır”.
• Muâviye b. Ebû Süfyân, oğlu Yezîd’i veliaht tayin ederek , Hulefâ-yi Râşidîn dönemindeki “istişarî temele dayanan yönetimi, veraset kuralını esas alan bir hânedana” dönüştürmüştür.
• I. Yezîd devrindeki Kerbelâ Vakası , Harre Savaşı ve Mekke kuşatması , Emevî tarihinin “büyük hatalarından biri olarak tarihe geçmiştir”.
• Abdülmelik b. Mervân, Abdullah b. Zübeyr’in hilâfetine son vererek “İslâm dünyasında siyasî birliği yeniden sağlamış, Emevî Devleti’ni âdeta ikinci defa kurarak güçlü bir hale getirmiştir”.
• I. Velîd b. Abdülmelik devri, “İslâm tarihinin ikinci büyük fetih harekâtının” başladığı, devletin “askerî gücünün zirvesinde” olduğu bir devirdir.
• Ömer b. Abdülazîz, “beşinci râşid halife” olarak kabul edilir. “Kur’an ve sünneti esas alan râşidî hilâfet anlayışının yeniden hâkim kılınmasının gerektiğine” inanmış, haksız yere alınan malları iade etmiş (Reddü’l-mezâlim) ve mevâlîden cizye alınması gibi haksız uygulamaları kaldırmıştır.
• Devletin yıkılışında kabile mücadeleleri (Yemenî-Mudarî) , hânedan içi ihtilaflar , mevâlîye yapılan muamele ve Şiî / Hâricî isyanları rol oynamıştır.
İdarî ve İktisadî Tesbitler
• Muâviye, Bizans ve İran’ı örnek alarak Dîvânü’l-hâtem (resmî evrakın mühürlenip kopyasının saklanması) , Dîvânü’r-resâil (resmî yazışmalar) ve Dîvânü’l-berîd (posta ve istihbarat) teşkilatlarını kurmuştur.
• Abdülmelik b. Mervân, “İslâm tarihinde ilk İslâmî sikkeyi bastırmasıyla” Bizans ve Sâsânî paralarına bağımlılığa son vermiştir.
• Yine Abdülmelik, “divan defterlerini Arapçaya çevirme faaliyetini başlatmıştır”. Bu, Irak , Suriye , Mısır ve Horasan’da uygulanmıştır.
• Abdülmelik ayrıca, elbiseler ve resmî evrak üzerine Grekçe yazılan tırâzların (işleme) yerine kelime-i tevhidi işletmiş, “tırâz geleneğini” başlatmıştır.
• Ülke idarî olarak 5 büyük eyalete ayrılmıştı: Hicaz , Irak (Horasan ve Mâverâünnehir ile) , el-Cezîre (İrmîniye ve Azerbaycan ile) , Mısır ve İfrîkıye (Mağrib ve Endülüs ile).
İlim ve Kültür Hayatına Dair Tesbitler
• Dinî ilimler (kıraat, tefsir, hadis, fıkıh, kelâm) bu dönemde tedvin edilmeye ve müstakil ilim dallarına ayrılmaya başlamıştır.
• Hadislerin resmen tedvini (toplanıp yazılması), âlimlerin vefatıyla kaybolmasından endişe duyan Halife Ömer b. Abdülazîz tarafından başlatılmıştır. Bu iş için Medine Valisi Ebû Bekir b. Hazm’a ve İbn Şihâb ez-Zührî’ye emir vermiştir1.
• Hadis rivayetinde “isnad” kullanımı bu devirde başlamış , râvilerin dürüstlüklerinin araştırılmasıyla (cerh ve ta’dîl) hadis uydurma faaliyetine karşı tedbir alınmıştır.
• Fıkıhta iki ana ekol teşekkül etmiştir: Medine merkezli “Hicaz ekolü” (ehl-i hadis) ve Kûfe merkezli “Irak ekolü” (ehl-i re’y).
• Dilin bozulmasını (lahn) önlemek ve Kur’an’ı korumak maksadıyla nahiv ilminin temelleri Basra’da Ebü’l-Esved ed-Düelî tarafından atılmıştır.
• Tercüme faaliyeti Emevî Emîri Hâlid b. Yezîd b. Muâviye’nin kimya (simya) , astronomi ve tıp alanlarındaki eserleri tercüme ettirmesiyle başlamıştır.
• Mevâlî (gayri Arap müslümanlar), “dönemin en ünlü hukukçularının çoğunun onların arasından yetiştiği” bir zümredir. Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Sîrîn, Atâ b. Ebû Rebâh, İkrime, Ebû Hanîfe ve Evzâî gibi pek çok âlim mevâlîdendir.
Siyasî ve İtikadî Fırkalar
• Şîa: Kerbelâ Vakası’ndan sonra “bir inanç halini almasına zemin hazırlanmıştır”. Bu dönemde Keysâniyye (Muhtâr es-Sekafî liderliğinde, mevâlî üzerinde etkili oldu) , İsnâaşeriyye (Muhammed el-Bâkır etrafında) ve Zeydiyye (Zeyd b. Ali’nin 122/739’da kıyamıyla) kolları teşekkül etmiştir.
• Hâricîler: En şiddetli muhalif gruptur. Büyük günah işleyenleri tekfir etmişlerdir. Ezârika (en aşırısı) , Necedât , Sufriyye ve İbâzıyye (en mutedili) gibi fırkalara ayrılmışlardır.
• Mürcie: Hâricîlere tepki olarak doğmuş , “büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah’a bırakıp” tekfir etmemiştir. Hâris b. Süreyc isyanıyla mevâlînin haklarını savunarak siyasî bir hüviyet kazanmıştır.
• Kaderiyye: Fiillerde insan iradesini öne çıkarmış ve III. Yezîd’in isyanını desteklemiştir.
• Cebriyye (Cehmiyye): İnsan fiillerinde ilâhî iradenin zorlayıcılığını (cebir) savunan Ca‘d b. Dirhem ve Cehm b. Safvân tarafından temsil edilmiştir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Kitabın temel tezlerini ve mühim tesbitlerini yansıtan bazı vurgulu ifadeler şunlardır:
* (Tarih Yazımı Üzerine) “Özellikle Emevîler gibi, tarihleri kendilerini yıkan devletler döneminde yazılan devletler, bu bakımdan birtakım haksız eleştiri ve isnatlara mâruz kalmışlardır.” * (Tahrifat İddiası) “Emevî tarihi araştırmacılarının çoğu, Emevî tarihinin… bir kötüleme kampanyasına mâruz bırakıldığı ve büyük ölçüde tahrif edilmiş olduğu kanaatindedir.³” * (Şîa ve Ehl-i Sünnet İddiası) “Bu eleştirilerin başında Ehl-i sünnet’in siyasî temellerinin… Emevîler zamanında oluşturulduğu… iddiaları gelmektedir.” * (Müsteşrik Tenkidi) “Wellhausen… bu devleti, Araplar’ın dünyada millet olarak güçlerini ispat etmek üzere giriştikleri bir teşebbüs olarak değerlendirmiş ve bu teşebbüste dinin ancak ikinci derecede rol oynadığını göstermeye çalışmıştır.”
• (Fetihlerin Sebebi) “…Emevîler zamanında gerçekleştirilen fetihlerde birinci faktörün din ve iman olduğunu söyler.” (Della Vida’dan iktibas) * (İç Çatışmalar) “Emevî Devleti’nin en önemli muhalifleri, Hz. Ali evlâdı ve taraftarları, onlardan kopan Hâricîler, Abdullah b. Zübeyr… ve Abbâsîler olarak sıralanabilir.” * (Muâviye’nin Siyaseti) “Kes sesini! Efendin Ziyâd’ın kılıcıyla elde ettiği başarıların çok daha fazlasını sadece dilimi kullanmak suretiyle kazandım!” * (Kerbelâ’nın Etkisi) “Kerbelâ Vakası… önceden bir siyasî görüş durumunda olan Şiîliğin bir inanç halini almasına zemin hazırlamış ve pek çok isyanın sebebini teşkil etmiştir.” * (Yıkılış Sebebi) “Mercirâhit Savaşı ile başlayan iki kabile boyu arasındaki mücadele, devletin yıkılışına kadar devam etmiş… Nitekim tarihçiler, iki boyun mücadelesini, Emevî Devleti’nin en önemli yıkılış sebepleri arasında saymışlardır.” * (Mevâlî ve İlim) “…mevâlînin bilhassa ilim alanında öne çıktığı, dönemin en ünlü hukukçularının çoğunun onların arasından yetiştiği… bilinmektedir.” * (Ömer b. Abdülazîz’in Duruşu) “Müslüman olmanın cizye vergisini düşürdüğünü vurgulayarak, mevâlîden bu vergiyi kaldırdı… bundan şikâyetçi olan valilerine, kendisinin vergi memuru değil, insanları hakka çağıran davetçi olduğunu söylerdi.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, bu eseri hazırlarken hem klasik İslâm tarihi kaynaklarına hem de modern araştırmalara müracaat etmiştir. Kitabın “Kaynakça” bölümünde zikredilen ve konuyu destekleyen başlıca kaynak grupları şunlardır:
• Klasik Ana Kaynaklar:
• Taberî, Târîh
• Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf ve Fütûhu’l-büldân
• İbn Sa‘d, et-Tabakāt
• İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh
• İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye
• Ya‘kūbî, Târîh
• Dîneverî, el-Ahbârü’t-tıvâl
• Halîfe b. Hayyât, Târîh
• Zehebî, A‘lâmü’n-nübelâ’
• Modern Araştırmalar ve Müsteşrikler:
• Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu
• Abdülazîz Dûrî, İlk Dönem İslam Tarihi ve İslam İktisat Tarihine Giriş
• Hasan İbrâhim Hasan, İslâm Tarihi
• Philip K. Hitti, Siyâsî ve Kültürel İslam Tarihi
• Muhammed Kürd Ali, Hıtatü’ş-Şâm
• Fuat Sezgin, GAS (Târîhu’t-türâsi’l-Arabî)
• Ünal Kılıç, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muaviye
• Fatih Erkoçoğlu, Abdülmelik b. Mervân ve Dönemi
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Şahitler (Döneme Damga Vuranlar)
Kitap, Emevî devrini şekillendiren kilit şahsiyetler üzerinden ilerlemektedir:
• Kurucu Halifeler: Muâviye b. Ebû Süfyân ve devleti yeniden tesis eden Abdülmelik b. Mervân.
• Fetih Kumandanları: Ukbe b. Nâfi, Kuteybe b. Müslim, Muhammed b. Kāsım, Mûsâ b. Nusayr ve Târık b. Ziyâd.
• İkonik Valiler: Amr b. Âs, Ziyâd b. Ebîh ve Haccâc b. Yûsuf.
• İstisna Halife: “Beşinci râşid halife” olarak anılan Ömer b. Abdülazîz.
• Muhalif Liderler: Hz. Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Zübeyr , Muhtâr es-Sekafî, Zeyd b. Ali ve Hâris b. Süreyc.
Çıkarılacak Sonuçlar
• Emevîler, İslâm tarihinin “ilk hânedanı” olup, hilâfeti saltanata dönüştürmüşlerdir.
• Emevî tarihi, fetihler ve medeniyetin inşası (ilim , idare , sanat ) ile iç mücadeleler (kabilecilik , mezhep isyanları ) arasında zıtlıklar barındıran karmaşık bir devirdir.
• Emevî tarihine dair klasik kaynaklardaki rivayetler, çoğunlukla Abbâsî ve Şiî muhalefetinin bakış açısını yansıtır; bu sebeple bu rivayetlere “ihtiyatlı davranmayı” gerektirmektedir.
• Devletin yıkılışındaki en temel amiller, hânedan içi çekişmeler ve kabilecilik taassubu (Yemenî-Mudarî mücadelesi) olmuştur.
• Mevâlînin (gayri Arap müslümanlar) idarî ve iktisadî olarak “ikinci sınıf müslüman” görülmesi , onların muhalif hareketlere (Şîa , Mürcie , Abbâsîler ) katılmasına sebep olmuştur.
• Abbâsî ihtilâli, Emevîlere karşı biriken bütün bu muhalefet unsurlarını (Şiî sloganlar , Yemenî kabileler , mevâlî ) tek bir bayrak altında toplayarak başarıya ulaşmıştır.
7. Özet Not ve Sonuç
Prof. Dr. İsmail Yiğit’in “Emevîler (661-750)” adlı bu eseri, İslâm tarihinin kurucu bir devresini, dönemin siyasî hadiselerini , idarî yapısını , sosyal ve iktisadî hayatını ve en mühimi de ilmî ve sanatsal birikimini ana hatlarıyla ortaya koyan “Temel Kültür Dizisi” formatında, yoğun ve akademik bir çalışmadır.
Eserin temel tezi, Emevî tarihinin, muhalifleri (bilhassa Abbâsîler ve Şîa ) tarafından sistematik bir “kötüleme kampanyasına” tabi tutulduğu ve bu sebeple “büyük ölçüde tahrif edildiği” yönündedir. Müellif, Emevîleri sadece hilâfeti saltanata çeviren , Kerbelâ ve Harre facialarına sebep olan bir hânedan olarak değil, aynı zamanda “İslâm tarihinin en parlak dönemlerinden birini teşkil eden” fetihleri gerçekleştiren , İslâm medeniyetinin kurumsal (divanlar , sikke , tırâz , Arapçanın resmî dil olması ) ve ilmî (hadis tedvini , fıkıh mektepleri , nahiv ) temellerini atan bir devlet olarak da 221 değerlendirmektedir.
Sonuç olarak kitap, Emevîlere dair menfi rivayetleri ve müsteşriklerin din faktörünü ihmal eden yaklaşımlarını tenkit ederek , “objektif ve insaflı” bir bakış açısıyla, bu devrin İslâm tarihindeki yerini yeniden tesbit etme gayretidir.

✧✧

Mehmed Kırkıncı Hoca Efendi’ye (rh.) ait “Fikir Damlaları” isimli eseri.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Fikir Damlaları
• Müellifi: Mehmed Kırkıncı
• Neşir Bilgileri: Kitap, Erzurum Kültür Eğitim Kitabevi tarafından basılmıştır. İlk baskısı Temmuz 2024’te Erzurum’da yapılmıştır.
• Müellif Hakkında: Eserde verilen hayat hikâyesine göre Mehmed Kırkıncı Hoca Efendi (1928-2016) , Erzurum’da Serçemeli Mustafa Necati Efendi, Hacı Faruk Bey ve Molla Nadir Efendi gibi âlimlerden Arabî ilimler, ulum-u aklîye ve naklîye dersleri alarak icazet almıştır. Hayatındaki en mühim dönüm noktası, 1955 senesinde Isparta’da Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’ni ziyaret etmesi olmuştur. Bu ziyaretin “kendi ruh dünyasında büyük bir çığır açtığı” ve Üstad’ın dâvâsının onun dâvâsı olduğu belirtilmektedir. Hayatını iman ve Kur’ân dâvâsına adamış, özellikle üniversite hocaları ve öğrencileri üzerinde derin tesirler bırakmıştır.
• Muhtevası: Eser, müellifin muhtelif zamanlarda kaleme aldığı makalelerden ve suallere verdiği cevaplardan müteşekkildir. Kitabın “Takdim” yazısında , Selim Gündüzalp, Hoca Efendi’nin ilk eserlerinden olan “Hikmet Pırıltıları”nın , Risale-i Nur ders ve sohbetlerindeki izah ve açıklamalardan alınan notlar olduğunu ve bu eserin Risale-i Nur’un anlaşılmasında büyük rol oynadığını belirtir. “Fikir Damlaları” da bu minvalde, Hoca Efendi’nin Kur’ân, Risale-i Nur, Bediüzzaman, Mehdîyet, tarih şuuru, Avrupa medeniyeti ve İslâm âleminin meseleleri hakkındaki derin vukufiyetini ve tesbitlerini ihtiva eden bir düşünce derlemesidir.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin bütününde verilmek istenen temel mesajlar şunlardır:
• Kur’ân’ın Mutlak Hâkimiyeti: Kur’ân-ı Kerîm, ezelden gelen lâhutî bir sestir ve onun belâgati , en dâhi ediplerin (Velid b. Muğîre, Lebîd b. Rebîa gibi) aklını hayrette bırakmış ve onları acze düşürmüştür. Beşeriyetin nizam ve intizamı , fazileti ve saadeti ancak Kur’ân iledir. O, diğer semâvî kitapların tahrife uğramasının aksine, aslî safvetini muhafaza eden ve bütün semâvî dinlerin en mükemmeli olan İslâm’ın temelidir.
• Risale-i Nur’un Bu Asırdaki Vazifesi: İçinde bulunduğumuz asır, “inkâr-ı ulûhiyet” ve mânevî hastalıkların yaygınlaştığı dehşetli bir devirdir. Risale-i Nur Külliyatı, bu asrın “bütün mânevî hastalıklarına şifâ olacak” bir “tiryak-ı sâfî” (saf ilaç) ve Kur’ân’ın bu asra bakan hakikatlerini keşfeden bir tefsiridir. Onun en mühim vazifesi, insanlara “tahkikî îman” (araştırmaya dayalı sağlam iman) dersi vermektir.
• Bediüzzaman ve Mehdîyet: Bediüzzaman Hazretleri, Nurs Köyü’nden doğan bir “güneş” ve bu asrın müceddididir (yenileyicisidir). Eser, “Mehdî-i Âzam” bahsinde, Nur talebelerinin Üstadlarını Mehdî olarak görmelerini , Mehdî’nin en mühim vazifesi olan “îman-ı tahkikîyi neşr” vazifesinin bütünüyle Risale-i Nur’un “şahs-ı mânevîsi”nde görülmesinden kaynaklandığını izah eder. Üstad’ın bu makamı perdelemesi ise, ihlâs sırrına ve ehl-i siyasetin evhamına meydan vermemek içindir.
• Avrupa Medeniyetinin Tenkidi: Kitap, “Avrupa ikidir” tesbitini yapar. Birincisi, hakikî Îsevîlikten ve ilimden (fünun) neş’et eden faydalı Avrupa’dır39. İkincisi ise, “felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle” insanlığı “sefâhet ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa”dır. Müslümanların, Japonlar gibi , birinci Avrupa’nın ilim ve tekniğini alması , fakat ikinci Avrupa’nın “sefil medeniyeti”ne ve ahlâksızlığına şiddetle düşman olması gerektiği vurgulanır.
• Tarih Şuuru ve Osmanlı: Milletlerin mâzîsi ile bağının ehemmiyeti vurgulanır. Osmanlı Devleti, i’lâ-yı kelimetullahı esas gaye edinmiş ve mânevî mimarlar (Edebâli, Akşemseddin gibi) rehberliğinde yükselmiştir. Devletin inkırazı (çöküşü) ise, Tanzîmat ile başlayan , Avrupa’nın ilmini değil “sefâhat ve şekil yönünü” taklit etme hatasıyla meydana gelmiştir.
• Hizmette “Hasbîlik” Prensibi: Eser, İslâmî hizmetlerin muvaffakiyeti için “hasbî” (karşılıksız, sırf Allah rızası için) ve siyasetten uzak olması gerektiğini vurgular. Bu bağlamda, İhvân-ı Müslimîn ve Mevdudî gibi siyaseti metoda dâhil eden hareketlerin, niyetleri hâlis olsa da , “yol ve metod hatasından dolayı” muvaffak olamadıklarını tesbit eder.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, müellifin şahsî tesbitlerine ve Risale-i Nur’dan yaptığı iktibaslara dayanır:
• Tesbit (Kur’ân): Kur’ân, cehalet devrini Asr-ı Saadet’e , vahşî kabileleri ise “cihanın en medenî milletlerinin fevkine” çıkarmıştır. Diğer semâvî kitaplar (Tevrat ve İncil) ise tahrif edilmiştir; Yahudilik ırkî bir dindir , Hıristiyanlık ise teslis akîdesiyle ve aklı reddetmesiyle hakikatten uzaklaşmıştır.
• Tesbit (Risale-i Nur): Risale-i Nur, “medreselerde beş on seneye mukabil” ilmi, “beş on haftada” kazandırabilecek bir “sehl-i mümteni”dir (taklidi imkânsız, kolay görünen derinlik). O, “doğrudan doğruya Kur’ân’ın bâhir bir bürhanı… ve feyzinden gelen bir tercüme-i mânevîyesidir”.
• Belge (Bediüzzaman’ın Mehdîyet’le İlgili Sözleri): Kitap, Bediüzzaman’ın talebelerinin bu yöndeki “ziyâde hüsnü zanlarını” “bir nevi dua” 68olarak gördüğünü ve onlara “çok ilişmediğini” 69belirten Emirdağ Lâhikası iktibasına yer verir. Ayrıca, Mehdî’nin üç vazifesinden (iman, şeriat, ittihad-ı İslâm) en mühimmi olan iman hizmetinin “aynen bîtamâmiha Risale-i Nur’da” görüldüğünü belirten Sikke-i Tasdîk-i Gaybî iktibasları delil getirilir.
• Tesbit (İslâm Dünyası): 14. Hicrî asırda Arap dünyasının Batı’ya olan kinleri sebebiyle “sosyalizm ve komünizm sempatisine” dönüştüğü, Nâsır ve Kaddâfi’nin “basiretsizliği” ile Rusya’ya yanaşarak “yağmurdan kaçtılar doluya tutuldular” durumu yaşanmıştır.
• Tesbit (İran): İran’ın tarih boyunca Ehl-i Sünnet’ten ayrılması , dinî anlayışın şahısların (Âyetullahların) elinde kalmasına sebep olmuştur. Bu durum, “irşad postundan saltanat tahtına geçmek isteyen” Safevîler , Bâtınîler ve Hasan Sabbah gibi siyâsî-dinî hareketlere zemin hazırlamıştır. Humeyni hâdisesi de “aynı ruh ve yapının” tezahürü olarak görülür.
• Tesbit (Aydınlar): Yakın tarihîmizdeki aydınlar (“münevverler”), “Batı’nın hayat ve prensiplerini ruhlarına sindirmiş, meşreben derbeder, sefih” kimselerdi. Dinden uzaklaşmakla tekâmül edeceklerini sandılar. Günümüz aydını ise, “anarşinin temelde kaynağı ‘Dinî terbiye ve telkinin kifâyetsizliği’dir” hakikatini görmüş ve dine dönmeye başlamıştır.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler
Eserden, müellifin ana fikirlerini özetleyen bazı vurucu iktibaslar şunlardır:
* Risale-i Nur’un Vazifesi Üzerine: “Risale-i Nur gerçekten bu asrın bütün mânevî hastalıklarına şifâ olacak fevkalade meziyet ve hususiyetlere sahiptir.” * Risale-i Nur’un Tarzı: “Bu zaman, şahs-ı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâkî hakikatler, fânî ve âciz sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez!” * Mehdîyet Bahsi Üzerine (Bediüzzaman’dan İktibas): “Nur şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden… Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî telakkî ediyorlar.” * Avrupa Medeniyeti Hakkında: “Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinde sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dâvâ edersin ki, beşerin saadeti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.” * Japon Modeli: “Kesb-i medeniyette Japonlara iktida etmek bize lâzımdır ki, onlar Avrupa’dan mehâsin-i medeniyeti almakla beraber her kavmin mâye-i bekāsı olan âdât-ı millîyelerini muhafaza ettiler.” * İhvân-ı Müslimîn Tenkidi: “Fakat cemaatlerinin neşv ü nemâsı için sırf Kur’ân’ın hakikat ve mârifetiyle iktifa etmeyip, siyasî bir yol ile dâvâ ve gayelerini takviye ve tahkim cihetine gittiklerinden, neticede cemaatlerini vicdansız ve insafsız siyâsîlerin zulmüne maruz bıraktılar.” * Aydınlar ve Din: “Dindar olmak çağdaş olmanın gereğidir… Çağdaş dünyaya din; hava ve sudan daha ziyâde zaruridir, elzemdir.” * Tarih Şuuru: “Tanzîmat’tan bu yana çeşitli hile ve desîselerle milletimizi bu ruhtan, bu cevherden, bu merkezden uzaklaştırmak için büyük gayretler gösterildi.” * İstikbâl Hakkında (Bediüzzaman’dan İktibas): “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiye’nin ve hakaik-i îmaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler…”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Eserin müellifi Mehmed Kırkıncı, tesbitlerini ve düşüncelerini temellendirmek için başlıca iki ana kaynağa müracaat etmektedir:
• Kur’ân-ı Kerîm: Eserin ilk ve mutlak kaynağıdır. Bütün medeniyet, ahlâk ve hakikatlerin membaı olarak Kur’ân gösterilir.
• Risale-i Nur Külliyatı: Kitabın neredeyse tamamı Risale-i Nur Külliyatı’ndaki tesbitlerin bir şerhi ve izahı mahiyetindedir. Müellif, görüşlerini ispatlamak için doğrudan Külliyat’tan iktibaslar yapar. Bibliyografyada 98ve metin içinde Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar, Tarihçe-i Hayat, Emirdağ Lâhikası, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Muhakemat, Hutbe-i Şâmiye, İşârâtü’l İ’caz ve Âsâr-ı Bedîiyye gibi Risale-i Nur eserlerine atıflar bulunmaktadır.
Bunların dışında müellif, Avrupa’nın İslâm’a muhtaç olduğunu göstermek için bazı Batılı mütefekkirlerin (Prens Bismark, Bernard Shaw, Shebol, Dr. Johnson, Gaston Care, vb.) İslâm ve Peygamber Efendimiz (s.a.v) hakkındaki takdirkâr sözlerini şahit gösterir. Ayrıca Necip Fazıl Kısakürek’ten şiir iktibası yapılmıştır.
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
Eserin ortaya koyduğu deliller (şahitler) ve bunlardan çıkarılması gereken neticeler şöyledir:
Şahitler
• Mânevî Şahitler: Müellif, Risale-i Nur’un hakkaniyetine dair Bediüzzaman Hazretleri’nin tesbit ettiği Hz. Ali (r.a) ve Gavs-ı Âzam (r.a) gibi mânevî kutupların (keşfen) işâretlerini bir delil olarak sunar.
• Aklî Şahitler (Batılı Mütefekkirler): Avrupa’nın kendi mütefekkirleri (Prens Bismark , Bernard Shaw , Shebol vb.) dahi, Kur’ân’ın lâhutî (İlâhî) olduğunu, Hz. Muhammed’in (s.a.v) beşeriyetin halaskârı (kurtarıcısı) olduğunu ve Avrupa’nın saadet için İslâm şeriatına muhtaç olduğunu ikrar ve itiraf etmişlerdir.
• Asrî Şahitler: Kaptan Cousteau, Neil Armstrong, Cat Stevens ve Garaudy gibi modern ilim ve fikir sahasından insanların İslâm’ı seçmesi, İslâm’ın akıl ve fen ile zıt değil, bilakis uyum içinde olduğunun ve istikbâlin dini olduğunun canlı şahitleridir.
• Tarihî Şahitler: Tarih şahittir ki, ecdâdımız (Osmanlılar) dine temessük ettikçe (sarıldıkça) terakkî etmiş; Avrupa’yı taklit (Tanzîmat) ile dinî ve millî âdetlerden uzaklaştıkça inhitat (çöküş) yaşamıştır.
Çıkarılacak Sonuçlar
• Hizmet Metodu: İslâm’a hizmette muvaffakiyet, siyâsî metodlarla , sloganlarla veya kaba kuvvetle değil; ancak ve ancak “hasbî” (karşılıksız) , ilim, ikna, şefkat ve “ehl-i sünnet” dairesinde, ihlâslı bir “irşad” faaliyeti ile mümkündür.
• Medeniyet Tasavvuru: Kurtuluş, Avrupa’yı körü körüne taklitte veya tamamen reddetmekte değildir. Kurtuluş; Avrupa’nın “fen ve tekniğini” (maddî terakkîyi) almakla beraber, onların “sefil ve ahlâksız medeniyetini” şiddetle reddedip, İslâm ahlâkı ve hakaik-i îmaniyeyi hayata hâkim kılmaktır.
• Geleceğin Yönü: Beşeriyetin fıtratı ve aklın geldiği seviye , maddeci felsefelerin ve tahrif edilmiş dinlerin yetersizliğini ispat etmiştir. Gelecek asırlarda “en yüksek gür sadâ İslâm’ın sadâsı olacaktır”.
• Hâkimiyetin Şartı: Müslümanlar, İslâm ahlâkını ve iman hakikatlerini “ef’âlimizle izhar etsek” (fiillerimizle göstersek), diğer dinlerin tâbileri ve devletler “cemaatlerle İslâmiyet’e gireceklerdir”.
7. Genel Yönleri, Önemli Noktalarıyla İktibas, Sonuç ve Özet Notu
📜 Özet Notu
“Fikir Damlaları”, Mehmed Kırkıncı Hoca Efendi’nin (rh.) Kur’ân-ı Kerîm ve Risale-i Nur Külliyatı merkezli düşünce dünyasını ve tesbitlerini ihtiva eden bir eserdir. Kitap, Kur’ân’ın i’câzını ve belâgatini , Risale-i Nur’un bu asrın “tahkikî îman” ihtiyacına cevap veren yegâne tefsir olduğunu ve Bediüzzaman Hazretleri’nin bu devrin müceddidi ve mânevî rehberi olduğunu kuvvetli delillerle ortaya koyar.
Eser, aynı zamanda keskin bir medeniyet tenkidi ve tarih şuuru barındırır. Avrupa medeniyetini “iki”ye ayırır ; faydalı ilim ve sanatını almayı teşvik ederken, “sefih ve muzır” olan ahlâksız kültürünü şiddetle reddeder. Osmanlı’nın yükselişini dine hizmete , çöküşünü ise (Tanzîmat’la başlayan) Avrupa’yı yanlış taklide bağlar. Kitap, İslâm dünyasındaki siyasî hareketleri (İhvân-ı Müslimîn, Mevdudî gibi) tenkit ederek, kurtuluşun siyasetle değil, ihlâs ile yapılan “hasbî” iman hizmetiyle mümkün olacağını savunur.
✒️ Önemli Noktalarıyla İktibaslar
• Kur’ân’ın Hâkimiyeti: “Evet, her kimde bir hidâyet, bir nur, bir huzur, bir sürûr, bir tekâmül, bir eser-i terakkî görülmüş ise, bütün bunların membaı ve menşei Kur’ân’dır.”
• Risale-i Nur’un Vazifesi: “Rahmet-i ilâhiye bu tiryak, asrımızın tabib-i hâzıkı olan Bediüzzaman Hazretlerinin mübârek eli ile insanlık âlemine ihsan etti.” “Evvela bu tâlim ve tamimin gayesi; tesadüf, şirk ve tabiattan meydana gelen ifsad şebekelerini âlem-i İslâm’dan… nefiy ve ihraç etmektir.”
• Mehdîyet Meselesi: “Nur şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden… Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî telakkî ediyorlar.” (Müellif, Bediüzzaman’ın bu makamı “ihlâs zedelenir” ve “ehl-i siyaset evhama” düşer diye perdelediğini izah eder.)
• Hizmet Metodu Tenkidi: “Rahmetli Mevdudî hakkında kanaatim şudur: İslâmiyet’i yukarıdan aşağıya, tepeden inme tarzda getirme temâyülünde olan bu zât, siyâsî bir çalışmayla neticeye varmak istediğinden, yol ve metod hatasından dolayı muvaffak olamamıştır.”
• Avrupa ve Taklit: “Bizim Avrupa medeniyetinden istifademiz bir gerçek olmakla beraber, asıl olan, bizim onlara vereceğimiz mânevî değerlerdir.” “Maalesef biz şimdiye kadar zelil, fakir ve miskin kaldığımızdan, Kur’ân’ın o yüksek hakikatlerini onlara karşı perdeledik.”
• İstikbâl: “Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur’ân hükmedecek.”
⚖️ Sonuç
“Fikir Damlaları”, Mehmed Kırkıncı Hoca Efendi’nin (rh.) iman, tarih ve medeniyet üzerine yaptığı tesbitlerin bir hülâsasıdır. Eserin umumî neticesi, 14. hicrî asır ve sonrasında yaşanan mânevî buhranların, materyalizmin ve “küfr-ü mutlak”ın yegâne çaresinin, siyasetten ve felsefenin şüphelerinden uzak, “hasbî” bir surette Kur’ân hakikatlerini (bu asırda Risale-i Nur vasıtasıyla) neşretmek olduğudur.
Kitap, hem Batı’nın sefih medeniyetini hem de dine siyaseti karıştıran İslâmî hareketleri tenkit ederek, kurtuluşun ve hakikî terakkînin ancak ve ancak ihlâs ile yapılan iman hizmetinden ve ecdâdın mânevî mirasına sahip çıkmaktan geçtiğini isbat etmektedir.

✧✧

Altı ciltlik “Fütûhât-ı Mekkiyye” (Mekke Fethileri) adlı eser.

Muhyiddin İbn Arabî’nin (k.s.) en mühim ve en hacimli eseridir. Ekrem Demirli tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Litera Yayıncılık tarafından neşredilmiştir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Fütûhât-ı Mekkiyye (Mekke Fethileri/Açılımları)
• Müellif (Yazar): Muhyiddin İbn Arabî (Şeyh-i Ekber olarak da bilinir).
• Mütercim (Çevirmen): Ekrem Demirli.
• Yayınevi: Litera Yayıncılık.
• Muhteva: Eser, İslam tasavvufunun (mistisizminin) ve hikmetinin (felsefesinin) zirve eserlerinden biri olarak kabul edilir. İbn Arabî, bu eseri Mekke’de iken ilham ile (manevî bir açılım/fetih ile) yazmaya başladığını belirtir. Eser, Varlık (Vücûd), Hak (Allah) ve halk (yaratılmışlar), Esmâ-i Hüsnâ (İlahi İsimler), kâinatın yapısı, insanın kâinattaki yeri, nübüvvet (peygamberlik), velâyet (evliyalık) ve ibadetlerin derûnî (içsel) manaları gibi sayısız konuyu ihtiva eden ansiklopedik bir şaheserdir.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar Nelerdir?
Eserin temel mesajı, “Vahdet-i Vücûd” (Varlığın Birliği) olarak bilinen düşünce etrafında şekillenir. Ana mesajlar şunlardır:
• Varlığın aslı birdir ve O da Hak’tır. Kâinattaki bütün çokluk (kesret), bu tek Varlığın (Vahdet) muhtelif mertebelerdeki tecellîlerinden (görünümlerinden) ibarettir.
• Kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir “ayna”sıdır.
• İnsan (“İnsan-ı Kâmil” yani Olgun İnsan olarak), kâinatın küçük bir numunesi (özeti) olup, Hakk’ın bütün isimlerini kendinde toplayan yegâne varlıktır.
• Bilginin gayesi, eşyanın (varlıkların) zahiri (dışsal) yüzünün ötesindeki hakikatini, yani o şeyin Hak ile olan bağlantısını idrâk etmektir.
• Şeriatın (dinin zahiri hükümlerinin) ve ibadetlerin, bu hakikatlere ulaştıran derûnî ve bâtınî boyutları vardır.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler?
• Bilgi ve Tesbitler: İbn Arabî, varlık mertebeleri, meleklerin yapısı, arş, kürsü, harflerin ilmi (ilm-i hurûf), rüyaların tabiri, vaktin (zamanın) yapısı ve ibadetlerin sırları gibi pek çok metafizik (mâba’d-et-tabiî) ve manevî konuda derin “tesbitler”de bulunur.
• Belgeler (Kaynaklar/Şahitler): Müellifin bu tesbitlerini isbat için kullandığı temel “belge” ve “şahit”, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Sağladığınız her cildin sonundaki (Cilt 1, 2, 3, 4, 5, 6) “Son Notlar” kısımları, eserin metni içinde istinad edilen yüzlerce Kur’ân ayetinin referansları ile doludur.
• Örneğin, Cilt 1’in notlarında “en-Nahl 16/40”, “Yunus 10/3”, “el-A’râf 7/54”; Cilt 2’nin notlarında “Kaf 50/30”, “Ğâfir 40/12”; Cilt 3’ün notlarında “en-Nisa 4/34”, “Taha 20/114” gibi sayısız ayete atıf yapıldığı görülmektedir. Bu, eserin metodunun Kur’ân ayetlerinin derûnî tefsirine (yorumlanmasına) dayandığını açıkça göstermektedir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler?
Eserin tamamı bu kabil (tür) cümlelerle dolu olsa da, sağladığınız parçacıklardan Cilt 1’in hemen başından (Sayfa 3) bir “iktibas” (alıntı) yapmak mümkündür. Bu cümle, eserin temel düşünce yapısını ve üslubunu ortaya koymaktadır:
“Hamd, şeyleri bir yokluktan ve yokluğun yokluğundan var eden ve şeylerin varlığını kelimelerinin yönelişine dayandıran Allah’a mahsustur. Bu sayede onların yaratılmışlığını ve Hakk’ın kadimliğinden kaynaklanan ezeliliklerinin sırrını öğrendiğimiz gibi Allah’ın bize bildirdiği kadimliğini de öğreniriz.”
Bu cümle, varoluşun “yokluk” ve “varlık” arasındaki zıt ve aykırı (çelişkili) gibi görünen yapısını ve her şeyin temelinin Allah’ın “kelimeleri” (iradesi ve isimleri) olduğunu vurgulayarak eserin ana fikrine bir giriş yapar.
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar?
Müellifin (İbn Arabî) kendisi, yukarıda da belirtildiği gibi, düşünce ve tesbitlerini desteklemek için doğrudan Kur’ân-ı Kerîm ayetlerini kaynak olarak kullanır. “Son Notlar” bunun en açık isbatıdır. Bunun yanı sıra, eser hadîs-i şerîflere ve kendinden önceki sûfîlerin (maneviyat önderlerinin) sözlerine ve keşiflerine de atıfta bulunur (Bu detay asıl metinde görülebilir).
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar?
• Şahitler: Eserin temel “şahitleri” (delilleri), mantıkî çıkarımlar ve felsefî (hikmet temelli) analizlerden ziyade, Kur’ân ayetleri ve müellifin kendi manevî tecrübesi ve “keşf”i (manevî açılımı) olarak sunulur.
• Çıkarılacak Sonuçlar: Eserin okuyucudan çıkarmasını beklediği temel “sonuç”, varlığa ve hayata dair bakış açısını değiştirmektir. Okuyucunun, görünen (zahiri) âlemin ötesindeki birliği (vahdeti) idrâk etmesi, kendi varlığının hakikatini tanıması ve bu bilgiyle ahlâkını ve faziletini olgunlaştırarak “İnsan-ı Kâmil” olma yolunda ilerlemesi hedeflenir.
7. Genel Yönleri ve Önemli Noktalarıyla İktibas Edip Sonuç ve Özet Notu
Özet ve Sonuç Notu:
Tefdim ettiğiniz bu altı ciltlik Fütûhât-ı Mekkiyye tercümesi, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabî’nin İslâm düşünce ve hikmet tarihine bıraktığı en muazzam mirastır.
• Genel Yönü: Eser, bir “tasavvuf ansiklopedisi”dir. Varlıktan (ontoloji), bilgiden (epistemoloji), kâinattan (kozmoloji) ve ahlâktan (etik) bahseden, bütün bu alanları “Vahdet-i Vücûd” ana fikri altında birleştiren cihan şümul bir yapıttır.
• Önemli Noktaları:
• Vahdet-i Vücûd: Varlığın tek ve bir olduğu, çokluğun bu birliğin tecellîleri olduğu düşüncesi.
• Kur’ânî Temel: Eserin tamamı, Kur’ân ayetlerinin derûnî ve işârî (sembolik) tefsiri üzerine kuruludur. “Son Notlar”daki ayet listeleri bunun isbatıdır.
• İnsan-ı Kâmil: İnsanın, Hakk’ın bütün isimlerini yansıtan bir ayna olarak kâinatın gayesi olduğu fikri.
• İlham ve Keşf: Bilginin sadece nazarî (teorik) bakış ile değil, aynı zamanda manevî tecrübe ile elde edilişi.
• İktibas (Cilt 1, Sayfa 3’ten): “Hamd, şeyleri bir yokluktan ve yokluğun yokluğundan var eden… Allah’a mahsustur.”
Sonuç: Fütûhât-ı Mekkiyye, okunması derin bir tefekkür (düşünce) ve sabır gerektiren, ancak İslâm hikmetinin ve maneviyatının en yüksek zirvelerinden birini tasvir eden temel bir kaynaktır.

Fütûhât-ı Mekkiyye

Cilt 7, Cilt 8, Cilt 9, Cilt 10, Cilt 11 ve Cilt 12 dosyaları incelenmiştir.
Bu dosyalar, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri’nin (Şeyh-i Ekber) “Fütûhât-ı Mekkiyye” (Mekke Fetihleri) isimli muazzam eserinin Litera Yayıncılık’tan Ekrem Demirli çevirisiyle neşredilmiş ciltleridir.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi ve Genel Yönleri
“Fütûhât-ı Mekkiyye”, İslâm düşünce tarihinin ve tasavvuf (hikmet) geleneğinin en mühim ve hacimli eserlerinden biridir. İbn Arabi, bu eseri Mekke’de iken (H. 598 / M. 1202) yazmaya başladığını ve büyük kısmını ilham (keşf) yoluyla kaleme aldığını belirtir. Eser, 560 bölümden müteşekkildir.
Sağladığınız ciltlerin muhtevasına (içindekiler kısmına) bakıldığında, eserin tasavvufî makamlar, ahlâkî ve fıkhî meselelerin derûnî boyutları, ilahî isimler, varlık mertebeleri ve mârifetullah (Allah bilgisi) gibi pek çok konuyu ihtiva ettiği görülmektedir.
• Cilt 7: “Tövbe” ve “Tövbenin Terki” gibi ahlâkî ve manevî makamları ele alan bölümleri ihtiva eder.
• Cilt 8: “Fakirlik”, “Zenginlik”, “Tasavvuf”, “Tahkik” ve “Hikmet” makamları gibi seyr-i sülûkun temel duraklarını tasvir eder.
• Cilt 9: “Sır” gibi daha derûnî ve bâtınî konulara odaklanır.
• Cilt 10: “Muhammedî Münacat”, “Tevhidin Tenzihi” ve “Musevî Makam” gibi peygamberlerin meşrepleriyle ilgili menzilleri inceler.
• Cilt 11: “Mele-i A’la’nın Tartışması”, “Melamilerin Menzili” gibi mânevî ve ruhanî konuları ele alır.
• Cilt 12: “Vahiy Mertebeleri”, “Mülk Hamdi” ve “İhlasın Sırrı” gibi tevhîd ve vahiy ile ilgili meselelere derinlemesine nazar eder (bakar).
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin temel mesajı, “Vahdet-i Vücûd” (Varlığın Birliği) düşüncesidir. İbn Arabi’ye göre, hakikî varlık yalnızca Allah’tır (Hakk) ve kâinat (âlem), O’nun isim ve sıfatlarının bir tecellîsidir (ön planıdır). Eser, insanın bu tecellî âlemindeki yerini, Allah’ı bilme (mârifet) yolculuğunu ve “insan-ı kâmil” olma hedefini tasvir eder. Fıkhî hükümlerden varlık mertebelerine kadar her şeyin, bu ana düşünce (vahdet) açısından bir mânâsı olduğunu isbat etmeyi hedefler.
3. Bilgi, Belge, Tesbitler ve Vurucu Cümleler

Eserin tamamı, İbn Arabi’nin kendi mânevî tecrübelerine (keşf), âyet ve hadislerin derûnî tefsirlerine (işârî tefsir) ve varlık (vücûd) hakkındaki nazarî (bakışa dayalı) tesbitlerine dayanır.
4. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
İbn Arabi’nin düşünce sistemini ve “Fütûhât”ta ele alınan konuları daha iyi anlamak için başvurulabilecek temel kaynaklar şunlardır:
• Fusûsu’l-Hikem (Hikmetlerin Özleri): İbn Arabi’nin, “Fütûhât”tan sonra kaleme aldığı, Vahdet-i Vücûd düşüncesinin en özlü ve yoğun şekilde ifade edildiği eseridir.
• Sadreddin Konevî’nin Eserleri: İbn Arabi’nin üvey oğlu ve en mühim takipçisi olan Konevî, onun düşüncelerini şerh etmiş ve sistemleştirmiştir. (Örn: “el-Fukûk”, “Miftâhu’l-Gayb”)
• Diğer Şârihler: Dâvûd-ı Kayserî, Abdullah Bosnevî gibi Osmanlı düşünce geleneğindeki mühim şahsiyetlerin İbn Arabi’nin eserlerine (bilhassa “Fusûs”a) yazdıkları şerhler.
5. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
İbn Arabi’nin “şahitleri”, öncelikle kendi mânevî tecrübeleri ve ilhamlarıdır. İkinci olarak, bu tecrübelerini isbat etmek için Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîf’lerden getirdiği derûnî (bâtınî) delillerdir.
• Çıkarılacak Sonuç: Eserden çıkarılacak temel sonuç, varlığın zâhirî çokluğunun altında yatan derûnî birliğin idrak edilmesidir. İnsanın bu âlemdeki gayesi, kendi hakikatini ve Hakk’ın varlıktaki tecellîlerini bilmektir. İbn Arabi, şeriatın zâhirî hükümlerinin, hakikatin bâtınî bilgisine ulaşmak için bir vasıta olduğunu vurgular.
Özet Notu ve Sonuç
“Fütûhât-ı Mekkiyye”, bir tasavvuf ansiklopedisi olmanın ötesinde, İbn Arabi’nin “Şeyh-i Ekber” (En Büyük Şeyh) unvanını almasına sebep olan, İslâm hikmet geleneğinin zirve eseridir. Varlık, bilgi, ahlâk, ibadet ve mârifet konularında, zâhir ile bâtını, akıl ile keşfi birleştiren cihan şümul bir bakış açısı sunar.
Sağladığınız 7-12. ciltler, bu muazzam yapının “mânevî makamlar”, “peygamberlerin meşrepleri”, “vahiy” ve “tevhid” gibi mühim bölümlerini ihtiva etmektedir. Eserin tam olarak idrak edilmesi, ciddi bir ilmî birikim ve tasavvufî bir anlayış gerektirmektedir.

Fütûhât-ı Mekkiyye’nin 13, 14, 15, 16, 17 ve 18. ciltlerine ait dosyalar.

1. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar Nelerdir?
Fütûhât-ı Mekkiyye (Mekke Fetihleri), İbn Arabi’nin (Şeyh-i Ekber) tasavvufî düşünce ve hikmetinin zirvesini teşkil eder. Sunulan muhtevaya göre, eserin temel mesajları şunlardır:
• Varlığın Birliği (Tevhid): Eserin tamamına sinen ana mesaj, varlığın (vücûd) birliğidir. Hak (Allah), varlığın hem Batın (gizli) hem de Zahir (görünen) yönüdür . Âlem, Hakk’ın tecellilerinden (görünümlerinden) ibarettir. Eser, âlemi “rakk-ı menşur’da yazılmış bir kitap” olarak tasvir eder .
• Marifetullah (Allah Bilgisi): Eser, Allah’ı bilmenin (marifet) yollarını inceler. Akli delilin (nazarî düşünce) Allah’ın zatını kavramakta aciz olduğunu , hakiki marifetin ancak keşif (ilham, manevi açılış) ve Peygamberlerin getirdiği şeriat (ilahi yasa) yoluyla elde edilebileceğini vurgular . Bilgi, peygamberlerden kalan en büyük mirastır .
• İlahi Rahmetin Kuşatıcılığı: Eser, Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığı mesajını kuvvetle verir. Hatta 13. Cilt’teki 363. Bölümde, müşriklerin (Allah’a ortak koşanlar) dahi, bu fiillerinde “görünen bir rabbe ibadet etme” fıtratından saparak hataya düşseler de, neticede Allah’ın geniş rahmetinin bir tecellisine mazhar olabileceklerine dair derinlikli bir tahlil sunulur .
• İnsanın Yüce Makamı (İnsan-ı Kâmil): İnsan, “Allah’ın suretinde” yaratılmıştır . İnsan-ı Kâmil (Mükemmel İnsan), hem âlemin (makrokozmos) hem de Hakk’ın isim ve sıfatlarının bir özeti (mikrokozmos) konumundadır .
• Kulluk (Ubudiyyet): Eserin bütünü, en yüce mertebenin “kulluk” olduğunu tesbit eder. Gerçek tevhid, fiillerin failinin sadece Allah olduğunu (fiillerin tevhidi) idrak etmektir .
2. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, “menziller” (manevi duraklar), “münazeleler” (derûnî tartışmalar/diyaloglar) ve “tavsiyeler” şeklinde yapılandırılmıştır. Sunulan muhtevadaki bazı mühim tesbitler şunlardır:
• Ahir Zaman ve Mehdi (Cilt 13, Bölüm 366): Bu bölümde ahir zamanda zuhur edecek Mehdi hakkında çok tafsilatlı bilgiler ve tesbitler yer alır:
• Nesebi: Hz. Peygamber’in soyundan ve Hz. Fatma’nın oğullarındandır .
• Vazifesi: Dünyayı adaletle dolduracaktır . Dinin hakikatini izhar edecek, yeryüzünden mezhepleri kaldıracak ve geriye sadece “halis din” kalacaktır .
• Düşmanları: “Onun düşmanları içtihat ehli alimlerin taklitçileridir” . Bu taklitçi alimler, Mehdi’nin kendi imamlarının görüşlerinden farklı hükümler verdiğini görünce ona düşman olacaklardır .
• Vezirleri: Mehdi’nin, kendisine yardım edecek vezirleri olacaktır. Bu vezirler “Acemlerdir ve içlerinde Arap yoktur” ve dokuz temel vasfa sahiptirler (Göz keskinliği, ilahi hitabı bilmek vb.) .
• Hz. İsa’nın Nüzulü: Hz. İsa’nın Şam’da ineceği ve Mehdi’ye katılacağı belirtilir .
• Esma-i Hüsna Mertebeleri (Cilt 16, 17): Eserin bu ciltleri, Allah’ın Güzel İsimlerinin (Esma-i Hüsna) her birini manevi bir “mertebe” (station) olarak inceler. Her bir ismin (el-Vedad , el-Mecid , el-Hak , el-Vekil , en-Nur , el-Hadi vb.) varlıktaki tecellisi ve arifin bu tecelliden alacağı pay tasvir edilir.
• Kutuplar ve Menzilleri (Cilt 15, 16): Eser, manevi hiyerarşideki “Kutup” makamındaki velileri ve onların “menzillerini” inceler. Bu menziller, “La ilahe illallah” veya “Allahu Ekber” gibi zikirler olabildiği gibi, “Onların çoğu Allah’a iman etmez, onlar müşriktir” veya “O’nun benzeri bir şey yoktur” gibi Kur’an ayetlerinin derûnî manaları üzerine kuruludur.
• Hikmetli Tavsiyeler (Cilt 18): Bu cilt, seyr-ü sülük eden müride ve kemale ermiş kimselere yönelik “hikmetli tavsiyeler” içerir. Bu tavsiyeler “Nebevi Tavsiyeler” , “Salihlerin Tavsiyeleri” ve “İlahi Tavsiyeler” gibi başlıklar altında toplanmıştır.
3. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Eser, son derece derin ve vurgulu ifadelerle doludur. Sunulan muhtevadan bazı misaller:
• Marifet ve Acziyet Üzerine:
“Allah’ı bilmek bu acizliği bilmektir. Yoksa O’nu bilmek değildir!”
• Nefs ve Rab Bilgisi Üzerine:
“Her kim kendini bilirse, Rabbini de bilir.”
• Varlık, Hak ve Halk Üzerine:
“Halk Hakk’ın aynı / Inkâr etme, çünkü kevn O’nun aynı / Tefrik edersen, ayrım yok olucu, bil / Böyle değilse ibret al, fark O’nun farkı.”
“Attığında sen atmadın, fakat Allah attı.”
• Tevhid ve Şirk Üzerine:
“Onların çoğu Allah’a iman etmez, onlar müşriktir.” (Bu ayetin tahlilinde İbn Arabi, kişinin fiilleri kendine nispet etmesinin dahi gizli bir şirk olduğunu vurgular .)
• Zaman (Dehr) Üzerine:
“Dehr’e sövmeyin, çünkü Allah dehr’dir.”
• Güzellik (Cemâl) Üzerine:
“Allah güzeldir ve güzeli sever.”
• Mehdi’nin Düşmanları Üzerine:
“Onun düşmanları içtihat ehli alimlerin taklitçileridir.”
4. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
İbn Arabi, bu eserdeki tesbitlerini ve marifetini temellendirmek için şu kaynakları “şahit” olarak kullanır:
• Kur’an-ı Kerim: Eserin tamamı, Kur’an ayetlerinin derûnî ve bâtınî bir tefsiri mahiyetindedir. Her bölüm ve menzil, temel dayanağını ayetlerden alır (Örn: ).
• Hadis-i Şerifler (Kutsi ve Nebevi): Eser, “sahih bir rivayette”, “kutsi bir hadiste” veya doğrudan Hz. Peygamber’den iktibaslarla doludur. (Örn: İhsan Hadisi , Allah’ın suretinde yaratılma hadisi , Dehr hadisi ).
• Geçmiş Peygamberler: Hz. İbrahim , Hz. Musa , Hz. İsa , Hz. Davud ve Hz. Adem gibi peygamberlerin kıssaları ve sözleri, manevi hakikatler için birer delil olarak kullanılır.
• Büyük Sufiler (Veliler): Yazar, kendisinden önceki veya çağdaşı olan büyük arifleri ve velileri (Evliyaullah) şahit gösterir. Ebu Yezid el-Bestami , Cüneyd-i Bağdadî ve Sehl b. Abdullah et-Tüsteri gibi isimlerin sözleri ve halleri sıkça zikredilir.
• Mükaşefe (Keşif): Yazarın bizzat kendi manevi tecrübeleri (keşifleri), eserin temel kaynaklarındandır. (Örn: Fas’taki tecrübesi veya Hızır (a.s.) ile karşılaşması ).
5. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler: Yukarıda 4. maddede zikredilen Kur’an, Sünnet, Peygamberler, Veliler (Ebu Yezid, Cüneyd vb.) ve bizzat müellifin kendi keşfi, eserde sunulan manevi hakikatlerin “şahitleri” (delilleri) konumundadır. Eser, aklî delillerin ötesinde, bu “zevk” (manevi tatma) ve “müşahede” (görme) yoluyla elde edilen bilgiyi esas alır.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Varlık birdir; görünen her şey (halk), o bir varlığın (Hak) tecellisidir.
• Akıl (nazarî düşünce), Allah’ın zatını kavramakta yetersizdir; hakiki bilgi (marifet), ancak peygamberlere uymak ve keşif yoluyla elde edilir.
• Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir ve her şeyi kuşatır . Nihai olarak her şey rahmete dönecektir.
• İnsan-ı Kâmil, varlığın gayesi ve Hakk’ın suretidir . En yüce mertebe, bu hakikatin idrakiyle tam bir “kulluk” (ubudiyyet) makamına erişmektir.
• Şeriatın zahirî hükümlerine uymaksızın (“hikmet” iddiasıyla) manevi yolculuk mümkün değildir .
6. Genel Yönleri ile İktibas, Özet ve Sonuç Notu
Genel Yönler ve Önemli Noktalar (İktibaslar Eşliğinde):
Size sunulan bu altı cilt, Fütûhât-ı Mekkiyye gibi muazzam bir külliyatın mühim bir kısmını teşkil etmektedir. Eser, “Sifir” (Kitap) adı verilen büyük bölümlere, onlar da “Bölüm” (Bab) başlığı altındaki Menzillere (Manevi Duraklar) ve Münazelelere (Manevi Diyaloglar) ayrılmıştır.
• Cilt 13, “Yirmi Beşinci Sifir” ile başlar ve 363. Bölümden 367. Bölüme kadar olan kısmı ihtiva eder. Bu ciltte Tevhid, Marifet, Akıl ve Şeriat ilişkisi, İlahi Rahmetin genişliği ve Mehdi’nin vasıfları gibi temel konular derinlemesine işlenir.
• Cilt 14, “Yirmi Yedinci Sifir” ile başlar ve 373. Bölümden 410. Bölüme kadar devam eder. Bu ciltte “Rü’yet (Allah’ı Görme) Menzili” , “Hatemler (Veliliğin Mührü) Menzili” ve çeşitli “Münazeleler” (Manevi tartışmalar) bulunur.
• Cilt 15, “Yirmi Dokuzuncu Sifir” ve “Otuzuncu Sifir”i kapsar (Bölüm 411-496) . Bu cilt, “Münazeleler”e devam eder ve ardından “Muhammedi Kutuplar” ve onların “La ilahe illallah” , “Allahu Ekber” gibi zikir ve ayetlere dayanan manevi menzillerini açıklar.
• Cilt 16, “Otuz Birinci Sifir” ve “Otuz İkinci Sifir”e (Bölüm 497-558) yer verir. Kutupların menzillerini incelemeye devam eder ve 558. Bölüm ile “Esma-i Hüsna” (Allah’ın Güzel İsimleri) ve bu isimlerin mertebelerini şerh etmeye başlar.
• Cilt 17, “Otuz Üçüncü Sifir” ve “Otuz Dördüncü Sifir”i (Bölüm 559) ihtiva eder. Bu cilt, Cilt 16’da başlayan Esma-i Hüsna mertebelerinin (el-Vedad , el-Mecid , el-Hak , en-Nur , el-Hadi vb.) geniş bir tasvirini yapar. Ardından 559. Bölümde çeşitli “Hakikatler ve Sırlar” üzerinde durulur.
• Cilt 18, “Otuz Beşinci Sifir” , “Otuz Altıncı Sifir” ve “Otuz Yedinci Sifir”i kapsar. Bu cilt, “Açık ve Gizli Şirk” gibi konuların yanı sıra, eserin ameli ve ahlaki boyutunu teşkil eden “Seyr-ü Sülük Eden Müride… Hikmetli Tavsiyeler” başlığı altında Peygamberlerden , Salihlerden ve doğrudan İlahi kaynaktan gelen öğütleri derler.
Önemli Bir İktibas (Cilt 17):
“Allah âlemi örneksiz bir şekilde son derece güzel ve kâmil yaratmıştır, çünkü Allah güzeli sever ve O’ndan başka güzel yoktur. Demek ki Allah kendini sevmiş, sonra kendisini başkasında görmeyi sevmiş ve irade etmiştir. Bunun için de âlemi kendi güzelliğinin suretinde yaratmış, ona bakmış, bakışın kendisini sınırladığı kimsenin sevmesi gibi onu sevmiştir.”
Özet ve Sonuç Notu:
Sunulan bu ciltler, Fütûhât-ı Mekkiyye’nin varlığın ve bilginin en derûnî katmanlarını incelediğini göstermektedir. Eserin temel gayesi, tevhid-i vücûdî (varlığın birliği) hakikatini, yani bütün bir âlemin (halk) ve içindeki her şeyin, Hak’kın (Allah) tecellilerinden ibaret olduğunu açıklamaktır.
İbn Arabi, bu yüce hakikatlere ulaşmada aklî delillerin (nazarî düşünce) yetersiz kaldığını, gerçek marifetin ancak peygamberlere (ve onların vârisleri olan velilere) gelen keşif, ilham ve müşahede ile mümkün olacağını isbat eder .
Eser, Cilt 16 ve 17’de görüldüğü gibi, Allah’ın her bir “İsmini” varlıkta açılan bir “mertebe” olarak inceler. Cilt 18’de ise bu yüksek hikmetin, “tavsiyeler” yoluyla nasıl ahlaka ve hayata dönüştürüleceğini gösterir .
Neticede bu eser, okuyucusunu, varlıktaki her zerrede Hakk’ın yüzünü görmeye , O’nun rahmetinin ve ilminin her şeyi kuşattığını idrak etmeye ve nihayetinde “Allah’ın suretinde” yaratılmış bir halife olarak en kâmil kulluk mertebesine ulaşmaya davet etmektedir.

✧✧

Prof. Dr. Salahattin Polat’a ait “Hadis Araştırmaları” isimli eseri.

1. Kitap Hakkında Tafsilatlı Bilgi
• Eserin Adı: Hadis Araştırmaları – Tarih, Usûl, Tenkid, Yorum.
• Müellifi: Prof. Dr. Salahattin Polat. Müellif, 1954 Tosya doğumlu olup, 1976’da İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun olmuştur. 1977’de Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’ne Hadis asistanı olarak atanmış, 1981’de “Mürsel Hadisler” konulu doktorasını tamamlamış, 1992’de profesör olmuştur.
• Neşri: Eser, Kimlik Yayınları tarafından neşredilmiştir. Tarafınızdaki nüsha, 2017 tarihli “Genişletilmiş Altıncı Baskı”dır.
• Muhtevası ve Menşei: Kitap, müellifin ifade ettiği üzere, üniversitede lisans ve yüksek lisans seviyesinde verdiği ders notlarından, akademik yayın organlarındaki makalelerden ve kongre tebliğlerinden derlenmiştir6. İlk baskısı 1997’de yapılmış, akademik sahada çok sayıda atıf almış ve ders kitabı olarak okutulmuştur.
• Hedef Kitlesi: Eser, sadece hadis mütehassıslarına değil, “temel bir düzeyde hadis kültürü olan kişilere” hitap etmektedir. Hadis etrafındaki güncel tartışmaların merkezinde yer alan temel problemleri ele almayı hedeflemiştir9.
2. Kitabın Vermek İstediği Mesajlar
Eserin bütünü mütalaa edildiğinde, hadis ilminin hem tarihî temellerini hem de modern meydan okumalarını (challenges) tenkidî bir süzgeçten geçirdiği görülmektedir. Kitabın temel mesajları şunlardır:
• Hadis Tenkidinin Menşei: İsnad sistemi ve hadis tenkidi, bazı müsteşriklerin (oryantalistlerin) iddialarının aksine, dışarıdan (Yahudi geleneği vb.) alınmamış, bizzat Sahâbe-i Kirâm’ın (r.a.) gösterdiği ihtiyat, titizlik ve Kur’an’a arz tatbikatı ile temelleri atılan, Müslümanlara has (İslâm âlimlerine göre) bir sistemdir.
• Usûl Tenkidi: Hadis usûlü, sadece sened tenkidi (isnad kritiği) ile yetinmemiştir. “Hadiste Metin Tenkidi” başlığı altında incelendiği üzere, metnin Kur’an’a , akla , tarihî gerçeklere ve dinin genel esaslarına arz edilmesi tatbikatı mevcuttur. Müsteşriklerin (Caetani, Schacht) metin tenkidi yapılmadığı yönündeki iddiaları, bu tatbikatı göz ardı etmelerinden kaynaklanmaktadır.
• Cerh ve Ta’dîl’de Beşerî Unsur: “Cerh ve Ta’dîlde Öznellik Sorunu” başlığı altında vurgulandığı üzere, râvi tenkidi mutlak manada objektif bir süreç değildir. Hadis imamları dahi cerh ve ta’dîl yaparken beșerî zaaflardan (hata, dikkatsizlik) veya hissî tavırlardan (mezheb taassubu , așırılık/müteședdidlik , düșmanlık ve kıskançlık ) etkilenebilmiștir. Bu sebeple, rical kitaplarındaki her cerh hükmü, bu ihtimaller nazar-ı itibara alınarak yeniden tenkide tâbi tutulmalıdır.
• Sünnet’in Dinamik Yapısı: Sünnet, “olmuş bitmiş ve kurallar manzumesinden ibaret statik bir Ģey değil, her nesil tarafından sürekli yeniden üretilen, bir ırmak gibi geçmiĢten bu güne akıp gelen dinamik bir fenomendir.” Bu sebeple Sünnet’in “mahiyeti” , “değişim” ile münasebeti ve hayata intikalindeki “gerilim noktaları” üzerinde yeniden düșünülmelidir.
3. Kitapta Verilen Bilgi, Belge ve Tesbitler
Eser, üç ana bölüm üzerine bina edilmiştir:
• Birinci Bölüm: Hadis Tarihi ve Usûlü ile İlgili Problemler
• Bu bölümde, isnad sisteminin menşei üzerine yapılan tartışmalar ele alınır. Horovitz gibi müsteşriklerin isnadın Yahudi menşeli olduğu veya Schacht ve Caetani’nin isnadın geç dönemde (hicrî 2. asır) ortaya çıktığı iddiaları delilleriyle tenkit edilir. Buna mukabil, isnad tatbikatının temellerinin Sahâbe’nin hadis rivâyetindeki ihtiyatlarına dayandığı ve “fitne” sonrası Tâbiîn devrinde sistemleştiği tesbit edilir.
• Cerh ve Ta’dîl’deki öznellik (sübjektivite) meselesi incelenir. Râvî tenkidinde muteber olmayan cerh sebepleri (mezheb taassubu , fıkhî ihtilaflar , şahsî düşmanlıklar , cerhte aşırı titizlik/müteşeddidlik veya mütesâhil/gevşek olmak ) tafsilatlı olarak izah edilir.
• Ayrıca Ehl-i Bid’at’in rivayetlerinin değeri (bid’ati küfrü gerektirenler ve gerektirmeyenler ayrımı) ve Zayıf Hadislerle Amel (ahkâm ve fedâil konularındaki şartları) gibi klasik usûl meseleleri detaylıca tahlil edilir.
• İkinci Bölüm: Hadis Tenkidi ve Yorumu ile İlgili Problemler
• Bu bölümün en mühim bahsi **”Hadiste Metin Tenkidi”**dir. Müsteşriklerin ve bazı modern yazarların (Ahmed Emin ) “hadisçilerin metin tenkidi yapmadığı” iddiası ele alınır.
• Buna karşılık, metin tenkidinin bizzat Sahâbe (Hz. Âişe, Hz. Ömer ) ve klasik imamlar (İmam Mâlik , Ebû Hanîfe ) tarafından tatbik edildiği delillendirilir. Bu tenkidin esasları; Kur’ân’a arz , meşhur sünnete arz , icmâ’a arz , dinin genel esaslarına arz , akla arz ve tarihî gerçeklere arz olarak sıralanır.
• Metin tenkidi ile “anlam (yorum)” arasındaki zaruri ilişki ve Kur’ân’a arzın problemleri üzerinde durulur.
• Üçüncü Bölüm: Hz. Peygamberin Sünneti ve Anlaşılması
• Bu yeni bölümde , Sünnet’in anlaşılmasında yeni metot arayışları , Fıkıh Usûlü’nün bu konudaki yeterliliği veya yetersizliği tartışılır.
• Sünnet’in mahiyeti üzerine derinlemesine bir tahlil yapılır. Sünnet’in sadece hadis kitaplarındaki metinler olmadığı, aynı zamanda “toplumsallaşan ve gelenekselleşen” ve “her nesil tarafından sürekli yeniden üretilen… dinamik bir fenomen” olduğu tesbiti yapılır.
• Sünnet ve değişim bahsinde, Sünnet’in sabiteleri ve değişkenleri; “Sünnet’in Hayata İntikalindeki Gerilim Noktaları” bahsinde ise reel-ideal, birey-toplum, küresellik-yerellik gibi açmazlar tahlil edilir.
4. Vurucu ve Vurgu Yapılan Cümleler (İktibaslar)
Eser, akademik ve tenkidî bir üsluba sahip olup, birçok mühim tesbiti ihtiva etmektedir. Bunlardan bazıları:
* “İslâm âlimlerine göre isnâd, müslümanlara mahsus bir sistemdir…” (Müsteşriklerin aksine).
* (Abdullah b. Mübarek’ten iktibas:) “İsnâd dindendir. O olmasa herkes istediğini söylerdi.” * (Leknevî’den iktibas:) “Bazı cerh ve ta’dîl ehlinin, bir râvî hakkında cerh hükmü bulunmasından dolayı, o râvîye mecrûh damgası vurmakta acele etme. Meseleyi iyice incele. Çünkü bu çok tehlikeli bir iştir.” * (İbn Haldun’dan iktibas:) “Ekseriya tarihçiler, müfessirler ve hadisçiler hikâye ve olaylarda hataya düĢmüĢlerdir. Her türlü rivâyetlere güvenip onları temel esaslarla karşılaştırmamaları… yüzünden gerçekten uzaklaşmışlar, hata ve vehim çöllerinde kaybolmuşlardır.” * “Günümüzde metin tenkidi, bir fikir modası, entelektüellik gösterisi, münekkidlik hevesi, kısaca bir slogana dönüĢme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Fakat asıl tehlike, metin tenkidinin anlama/yorum problemleriyle iliĢkisinin farkında olmadan metin tenkidine teşebbüs etmektir.” * “Sünnet, Hz. Peygamber döneminde olmuĢ bitmiş ve kurallar manzumesinden ibaret statik bir şey değil, her nesil tarafından sürekli yeniden üretilen, bir ırmak gibi geçmişten bu güne akıp gelen dinamik bir fenomendir.”
5. Konuyu Destekleyen Diğer Kaynaklar
Müellif, iddialarını temellendirmek için hem klasik İslâmî kaynaklara hem de modern tenkitçilerin eserlerine müracaat etmiştir. Kitabın kendi kaynakçası , konuyu destekleyen temel eserleri göstermektedir. Başlıcaları:
• Usûl-i Hadîs ve Rical Kaynakları:
• Hatîb Bağdâdî (el-Kifâye, Târîhu Bağdâd)
• İbn Hacer Askalânî (Hedyü’s-Sârî, Lisânu’l-Mizân, Tehzîbu’t-Tehzîb)
• Zehebî (Mîzânu’l-İ’tidâl, Tezkiratü’l-Huffâz)
• Râmhürmüzî (el-Muhaddisu’l-Fâsıl)
• İbn Ebî Hâtim (el-Cerhu ve’t-Ta’dîl)
• Leknevî (er-Raf’u ve’t-Tekmîl, el-Ecvibe)
• İbn Salâh (Ulûmu’l-Hadîs)
• Hâkim Nîsâbûrî (Ma’rifetu Ulûmi’l-Hadîs)
• Tenkit Edilen Modern ve Müsteşrik Kaynakları:
• Horovitz (“Alter und Ursprung des Isnad”)
• J. Schacht (The Origins of Muhammadan Jurisprudence)
• Caetani (İslâm Tarihi)
• Goldziher (Muhammedanische Studien)
• Ahmed Emin (Fecru’l-İslâm, Duha’l-İslâm)
6. Şahitler ve Çıkarılacak Sonuçlar
• Şahitler (Deliller): Eserin ortaya koyduğu deliller; Sahâbe’nin (Hz. Aişe, Hz. Ömer) bizzat tatbikatı, İmam Mâlik, Ebû Hanîfe, Buhârî gibi müctehid imamların metotları ve Hatîb Bağdâdî, İbn Hacer, Zehebî, Leknevî gibi usûl otoritelerinin tesbitleridir. Müellif, bu klasik delilleri modern tenkitçilerin (Horovitz, Schacht) iddialarıyla mukayese ederek kullanmaktadır.
• Çıkarılacak Sonuçlar:
• Hadis ilmi, hem sened hem de metin tenkidi konusunda müsteşriklerin iddialarından çok daha evvel (Sahâbe devrinden itibaren) gelişmiş ve sağlam bir metodolojiye sahip olmuştur.
• Hadis tenkidi (Cerh ve Ta’dîl), mekanik bir süreç değil, “öznellik” barındıran ictihâdî bir faaliyettir. Bu sebeple klasik rical kitaplarındaki her hüküm, münekkidin kendi durumu (örn: taassubu veya aşırılığı ) dikkate alınarak yeniden değerlendirilmelidir.
• Sünnet, sadece Peygamberimizin (s.a.v) söz ve fiillerinin (hadislerin) statik bir toplamı değil, O’nun rehberliğinde oluşan, Kur’an’ı hayata aktaran ve nesilden nesile dinamik bir şekilde intikal eden “yaşayan bir gelenek” ve hayat tarzıdır.
• Sünnet’i doğru anlamak, onu tarihsel bağlamından ve “değişim” olgusundan bağımsız düşünmemeyi gerektirir. Sünnet’in lafzı kadar, o lafzın arkasındaki ilke ve maksat (makâsıd) da önemlidir.
7. Kitabın Genel Yönleri, Özet Notu ve Sonuç
Bu eser, Prof. Dr. Salahattin Polat’ın hadis usûlü sahasındaki derin vukufiyetini gösteren, derlemedir. Kitap, hadis ilmini sadece bir “rivâyet” ilmi olarak değil, aynı zamanda bir “dirâyet”, “tenkid” ve “yorum” (anlama) ilmi olarak ele almaktadır.
Özet İktibas:
“Elinizdeki kitap, üniversitede lisans ve yüksek lisans düzeyinde verdiğimiz derslerin notlarından, bazı akademik yayın organlarında yayınladığımız makalelerden ve kongrelerde sunduğumuz tebliğlerden seçilerek derlenmiştir. … Metinler seçilirken hadis etrafındaki tartışmalarda ele alınan temel problemlere yönelik olmaları göz önünde bulundurulmuştur. … Böyle bir birikime veya daha fazlasına sahip olanlar, bu kitaptaki konuların genellikle güncelliğini koruduğunu ve pek çok tartışmanın odağında yer alan meselelerle ilgili olduklarını fark edeceklerdir.”
Sonuç:
“Hadis Araştırmaları”, hadis usûlünün klasik yapısını müdafaa ederken, aynı zamanda bu yapının içindeki beșerî unsurları (öznellik, taassub, hata) cesaretle tenkit eden bir denge eseridir. Müellif, bir yandan müsteşriklerin hadis ilmine yönelik köksüz iddialarını ilmî delillerle çürütmekte , diğer yandan Sünnet’in donuk bir mazi değil, “değişim” ve “yorum” ile birlikte ele alınması gereken “dinamik bir fenomen” olduğunu vurgulayarak güncel meselelere de ışık tutmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
22/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 23rd, 2025

REDDİYE GELENEĞİ

image_pdfimage_print

REDDİYE GELENEĞİ

İslam düşünce ve hikmet tarihinde “Reddiye” geleneği, Hakk’ı batıldan ayırmak, yanlış inançları (dogmaları) çürütmek ve hakikati isbat etmek amacıyla ulemanın en çok başvurduğu faaliyetlerden biridir.
( Bak: https://tesbitler.com/index.php?s=Reddiye )
İslam alimleri, Kur’an ve Sünnet’in muhtevasını korumak adına, dönemlerinin sapkın fikirlerine karşı hem akli hem de nakli delillerle cevap vermişlerdir.
Tarih boyunca yazılan bu reddiyeleri, muhataplarına ve muhtevalarına göre dört ana başlıkta tasnif edebiliriz:
1. Felsefecilere ve Mutezile’ye Karşı: İmam Gazali’nin Mücadelesi
İslam dünyasında Yunan felsefesinin tesiriyle ortaya çıkan Meşşai ekolü (Farabi, İbn Sina gibi isimler), bazı noktalarda İslam akaidiyle zıt düşen fikirler ileri sürmüşlerdir. Örneğin; “Alemin ezeliliği” (yaratılmamış olduğu) ve “Allah’ın cüziyatı (detayları) bilmeyeceği” gibi iddialar.
* Eser: Tehafütü’l-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı).
* Cevap Yöntemi: İmam Gazali, felsefecilerin kendi mantık kurallarını kullanarak onların yanılmalarını ortaya koymuştur. Gazali, “Sebep-sonuç ilişkisinin zorunlu olmadığını, bunun Allah’ın yaratmasıyla (Adetullah) gerçekleşen bir tabiat kanunu olduğunu” isbat ederek determinizmi yıkmıştır.
2. Batınilere Karşı: İç (Batini) Sapmalara Reddiye
Kur’an’ın zahiri (açık) manalarını reddedip, sadece “gizli” manaları bildiklerini iddia eden ve şeriatı hükümsüz kılmaya çalışan Batınilere (İsmaililer vb.) karşı büyük bir fikri mücadele verilmiştir.
* Eser: İmam Gazali – Fedâihu’l-Bâtınıyye.
* Cevap Yöntemi: Bu grupların, ayetleri bağlamından kopararak keyfi yorumladıkları, İslam’ın aslını bozmaya çalıştıkları ve dini, masum imam dedikleri kişilerin tekeline almaya çalıştıkları isbat edilmiştir.
3. Ehl-i Kitab’a (Hıristiyan ve Yahudi) Karşı Reddiyeler
İslam alimleri, tahrif edilmiş Tevrat ve İncil’deki zıtlıkları ortaya koymak ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) müjdelendiği bölümleri göstermek için eserler yazmışlardır.
* Eser: İbn Hazm – el-Fasl veya İbn Teymiye – el-Cevâbü’s-Sahîh.
* Cevap Yöntemi: Metin tenkidi yaparak teslis (üçleme) inancının mantıksızlığını ve İncil nüshaları arasındaki çelişkileri tasvir etmişlerdir.
( Bak: https://tesbitler.com/2025/11/20/islam-inancina-gore-incil/
https://tesbitler.com/2025/11/20/islam-inancina-gore-tevrat/ )

4. Asrımızda Materyalizm ve Tabiatperestliğe Karşı: Risale-i Nur
Ahir zamanda fen ve felsefe gölgesinde gelen inkar fırtınasına, yani “Doğa yarattı” veya “Tesadüfen oldu” gibi yanlış inançlara karşı en külli ve tesirli reddiyeyi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri telif etmiştir.
Eski kelamcılar daha çok “Hudus” (sonradan yaratılma) delilini kullanırken, Bediüzzaman “İbda” (benzersiz yaratma) ve “Nizam” delilleriyle, her bir atomun (zerrenin) hareketinde Allah’ın kudretini göstermiştir.
* Eser: Tabiat Risalesi (23. Lem’a) ve Ayetü’l-Kübra.
* İddia: “Eşyayı tabiat yapıyor, sebepler icat ediyor.”
* Cevap Yöntemi (Reddiye): Bediüzzaman, ihtimalleri sınıflandırarak (Taksim-i Akli) tabiatın yaratıcı olamayacağını isbat eder. Kör, sağır ve şuursuz sebeplerin, o harika sanatlı eserleri (mesela bir gözü veya çiçeği) yapamayacağını, tabiatın ancak bir “matbaa” (baskı makinesi) olabileceğini, “matbaacı” olamayacağını haykırır.
Risale-i Nur’dan İktibas: Tabiatın Acizliği
Bediüzzaman, tabiatı ilahlaştıranlara karşı “Şualar’da şu çarpıcı cevabı verir:
> “”Birincisi: Hiçbir cihetle serseri tesadüfe ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata havalesi mümkün olmayan, hiçten hakîmâne icad ve san’atperverâne ibdâ ve ihtiyarkârâne ve alîmâne halk ve inşa ve yirmi cihetle ilim ve hikmet ve iradenin cilvesini gösteren ruhlandırmak ve ihyâ etmek hakikatidir ki, zîruhlar adedince şahitleri bulunan bir burhan-ı bâhir olarak, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun vücub-u vücuduna ve sıfât-ı seb’asına ve vahdetine şehadet eder.””
> (7.şua)
>
Netice:
Alimler; bazen mantıkla, bazen nakille, bazen de temsillerle (benzetmelerle) hakikati müdafaa etmişlerdir. Asrımızda ise ene (ego) ve tabiat kavramları üzerinden gelen şüpheleri, Risale-i Nur cihan şümul bir dille bertaraf etmiştir.

—•—•—•—•—•—•—•—•—•—•—•—

Son Osmanlı Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi, İslam düşünce tarihinde “Mısır Modernleşmesi” veya “Reformist Hareket” olarak bilinen akıma karşı Ehl-i Sünnet akaidini müdafaa eden en tavizsiz ve külli duruşa sahip alimdir.
Onun “el-Kavlu’l-Fasl” (Tam adı: El-Kavlü’l-Fasl fî te’yîdi emri’n-nüzûl) ve bilhassa “Mevkıfu’l-Akl” gibi eserleri; dini, Batı’nın pozitivist felsefesine uyarlama gayretinde olanlara karşı sert bir tenkit ve ilmi bir reddiye niteliği taşır. Mustafa Sabri Efendi, mucizeleri inkar veya tevil yoluna giden bu zevatı, İslam’ın aslını bozmak ve peygamberliği sıradanlaştırmakla itham etmiştir.
Mustafa Sabri Efendi’nin getirdiği cevaplar ve bu tartışmaların Türkiye’deki yansımalarını şu şekilde tasnif edebiliriz:
1. Muhammed Hüseyin Heykel ve “Hayat-ı Muhammed”
Mısır’da bir gazeteci ve siyasetçi olan Heykel, Hayat-ı Muhammed adlı eserinde Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatını tamamen rasyonel ve pozitivist bir bakışla kaleme almıştır.
* İddia: Heykel, Peygamber’in hissi mucizelerini (Ay’ın yarılması, parmaklarından su akması vb.) inkar etmiş veya görmezden gelmiştir. Ona göre Kur’an yegâne mucizedir ve Batı aklına uymayan harikulade olaylar siyerden temizlenmelidir.
* Mustafa Sabri Efendi’nin Cevabı (Reddiye): Sabri Efendi, Heykel’in bu tutumunu “Batı karşısında eziklik” olarak nitelendirir. Ona göre, hissi mucizeleri inkar etmek, nübüvvetin ilahi ve derûnî yönünü inkar etmektir. Mucizeler, Allah’ın “Adetullah” dediğimiz tabiat kanunlarını, peygamberini tasdik etmek için anlık olarak değiştirmesidir. Bunu inkar etmek, Allah’ın kudretini sınırlamak ve tarihi rivayetleri (tevatür) heva ve hevese göre elemektir.
* Türkiye’ye Yansıması: Heykel’in bu rasyonalist siyer anlayışı, Türkiye’de bazı akademik çevrelerde ve “İslam Tarihçiliği” metodolojisinde tesirli olmuş; mucizesiz, sadece “sosyal lider” profili çizen peygamber tasavvurlarına zemin hazırlamıştır.

2. Muhammed Abduh ve Reşid Rıza (Menar Ekolü)
Mustafa Sabri Efendi’nin en şiddetli mücadelesi bu ikiliye karşı olmuştur.
* İddia: Abduh ve talebesi Reşid Rıza, ayetleri modern bilimle uzlaştırma çabası içine girmişlerdir. Mesela Fil Suresi’ndeki Ebabil kuşlarını “sinekler/mikroplar”, attıkları taşları da “çiçek hastalığı mikrobu” olarak tevil etmişlerdir. Ayrıca cin, melek gibi gaybi varlıkları sembolik olarak yorumlama eğilimi göstermişlerdir.
* Mustafa Sabri Efendi’nin Cevabı (Reddiye): Sabri Efendi, bu yaklaşımın Kur’an’ın zahiri manasını keyfi olarak bozmak olduğunu isbat eder. Ona göre bu, “Mucizeyi inkâr etmek için ayeti tahrif etmektir.” Kur’an’da açıkça “kuş” ve “taş” denilirken, bunu mikroba benzetmek, o dönemin materyalist bilim anlayışına yaranma çabasıdır. Sabri Efendi, bu zihniyetin varacağı noktanın “Deizm” olduğunu, vahyin kudsiyetini zedelediğini ifade eder.
* Türkiye’ye Yansıması: Türkiye’deki “İlahiyat” camiasının önemli bir kısmı ve “İslamcı Modernist” kanat, Abduh-Rıza çizgisinden derinden etkilenmiştir. “Tarihselcilik” ve “Mealci” akımların külli bir kısmı, köklerini bu ekolün rasyonalizmine dayandırır.
3. Mahmud Şeltût ve Ferîd Vecdî
* İddia: Ferîd Vecdî, Kur’an’ı 20. yüzyıl bilimiyle tefsir etmeye çalışmış (Bilimsel Tefsir), Mahmud Şeltût ise fıkhi meselelerde modern çağa uygun “kolaylaştırıcı” (veya sekülerleşmeye kapı aralayan) fetvalar vermiştir (İsa’nın (a.s.) nüzulünü inkar gibi).
* Mustafa Sabri Efendi’nin Cevabı (Reddiye): Sabri Efendi, bilimin değişken, Kur’an’ın ise sabit olduğunu vurgular. Değişken olan bilimi, sabit olan ayete hakem kılmak, bilim değiştiğinde Kur’an’ın yanılmaya düştüğü iftirasını doğurur. Şeltût’un İsa (a.s.) hakkındaki görüşlerine karşı ise, sahih hadisleri ve icma-ı ümmeti çiğnediğini belirterek ağır tenkitlerde bulunur.
Burada Bediüzzaman Hazretleri ise ifrat ve tefritten uzak, vasat yolu takip ederek Sözler kitabının 20. Söz bahsinde; Peygamberlerin mucizelerinin zamanımızdaki teknolojik gelişmelerle ilgili olduğunu nazara verir.
Benzerlerini yapmaya teşvik eder.
4. Zeki Mübarek
* İddia: Mısırlı bir edebiyatçı olan Zeki Mübarek, tasavvuf büyüklerine ve klasik İslam literatürüne karşı alaycı ve küçümseyici bir dil kullanmıştır. Gazali gibi büyük alimleri dahi tenkit etmiştir.
* Mustafa Sabri Efendi’nin Cevabı (Reddiye): Sabri Efendi, Zeki Mübarek gibi isimlerin İslam mirasını “hurafeler yığını” gibi göstermeye çalıştığını, asıl amaçlarının İslam’ın manevi ve batini derinliğini yok ederek, içi boşaltılmış bir kültür müslümanlığı oluşturmak olduğunu söyler.

Genel Değerlendirme ve Türkiye’deki Yansımaları

Mustafa Sabri Efendi’nin bu reddiyeleri, sadece o dönemin Mısır’ı için değil, bugünün Türkiyesi için de çok mühim bir turnusol kağıdı vazifesi görür.
* İki Ana Ekolün Ayrışması: Türkiye’de dini düşünce kabaca ikiye ayrılırken bu tartışma merkezde durur.
* Bir tarafta, Abduh-Heykel çizgisini takip eden, “Akılcı”, “Kur’an İslamı” söylemini kullanan, hadisleri ve mucizeleri sorgulayan Modernist/İlahiyatçı kesim.
* Diğer tarafta, Mustafa Sabri Efendi ve onun talebesi Zahid el-Kevseri’nin çizgisini takip eden, geleneğe, hadise, icmaya ve mezhebe sıkı sıkıya bağlı Ehl-i Sünnet/Medrese asıllı kesim.
* Mucize ve Gayb Düşüncesi: Türkiye’de bugün Hz. İsa’nın babasız doğuşunu, nüzulünü veya Miraç hadisesini tartışmaya açanların argümanlarının muhtevası, Mustafa Sabri’nin yıllar önce çürüttüğü bu isimlerin iddialarının kopyasıdır.
* Risale-i Nur ile Paralellik: Bediüzzaman Said Nursi de aynı dönemde, Mustafa Sabri Efendi gibi mucizelerin hakikatini savunmuş (özellikle Mucizat-ı Ahmediye Risalesi ile), Abduh’un bazı fikirlerini (bilhassa Cücani yorumu üzerinden) tenkit etmiş ve akıl ile nakli, Batı felsefesine teslim olmadan, Kur’an’ın kendi nuru ile telif etmiştir.
Netice: Mustafa Sabri Efendi, “el-Kavlu’l-Fasl” ve diğer eserleriyle; İslam’ın modernleşme adına sekülerleştirilmesine karşı, aklın sınırlarını çizen ve vahyin hakimiyetini savunan bir kale gibidir. Türkiye’deki geleneksel Ehli Sünnet alimleri için o, “Dinin İzzetini Koruyan Mücahid”dir.

Bak: https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0LAH%C4%B0YAT

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
22/11/2025

 

 

Loading

No ResponsesKasım 23rd, 2025