Dünyadaki hesap dünyayı tek bir elden idare etme hesabıdır.
Batı Suriye ve Ortadoğu’da kaos çıkararak bu kargaşadan istifade ile kontrolü ele geçirmeyi hedeflemektedir.
Hakimiyetini entrika ve öldürmelerle, özellikle devlet adamlarını ve önemli kişileri zehirleyerek bunu gerçekleştiriyor.
Türkiye’ye hazımsızlığın sebebi; sessiz değişimin olması. Büyük değişimlerin vuku bulması. Yeni bir sayfanın burada açılmış olmasıdır.
Bu amaçla başta Türkiye olmak üzere her türlü kirli oyun ve ortaklık oynanmaktadır.
Ne kadar kirli oluşumlar varsa, bunları bir araya getirerek dünya birliğine gidilmekte, artık devletlere darbe yerine, kişilere darbe yapılmakta ve kişiler kontrol altına alınmaktadır.
-“Fransızlara konuşan CHP’li Kaboğlu’dan korkunç HDP itirafı: Merkez parti olacak.
CHP ile HDP’nin karanlık planları ortaya çıkıyor. CHP’li İbrahim Kaboğlu, Fransız medyasının “HDP ile müzakere olacak mı?” sorusuna “Tabii, çünkü HDP merkez parti olacak” şeklinde yanıt verdi. İttifakta HDP’nin ‘önemli’ bir parti olacağını söyleyen Kaboğlu, “Onlarla zaten önemli ilişkilerimiz var” dedi. Kaboğlu, “Meral Akşener bile bunun bilincinde” sözlerini sarf etti.”[1]
– İşte haçlı zihniyetinin ortaklarıyla ortaklık şartları.
-Bizde birileri değil, birçokları Abd ve İsrail başta olmak üzere batı tarafından beslenmektedir.
Yazarlar ve bazı teşkilat adı altında…
-Etrafımız yangın alanına çevriliyor.
Lübnan ve Pakistan.
Sürekli bizde de yapılmak istenen buydu.
Ortadoğu kasıtlı olarak yandırılıyor.
Haçlı zihniyeti mensuplarını devreye koyarak veya azınlıkları tahrik ederek ya da daha büyük çaplı olarak Şia’nın yayılmacılığını sağlayıp destekleyerek Müslümanları birbirine kırdırmak istiyor.
Türkiye’ye de, Ortadoğu’ya da bir Yavuz veya Yavuz gibi bir lider lazım.
Özellikle fitneler yalan haberlerle fitilleri ateşlenmektedir.[4]
– Türkiye’deki komünistler kendilerini yeniden tanımlamalı ve onların yeni tanımı yapılmalıdır.
Batıya olan düşmanlığını İslam’a yöneltmemelidir.
Müslüman bir aile ve soydan gelirken, neye inanıp inanmadığını bir değil, birçok defa daha gözden geçirmelidir.[5]
– Türkiye’de 70.binden fazla cami, yüz binden fazla imam-müezzin-müftü-vaiz,600-den fazla imam-hatib okulu,17 ilahiyat, vakıflarda devletin hizmetinde ve laikiz.???
-Lgbt-ye müsaade edip bizde de uygulamaya çalışan Abd ve batının ahlak konusunda nerelerde olduğu bilinmeli ve bunu savunanlar iyice tanınmalıdır.
Kişi neye ortak olduğuna bir daha baksın.
Neyi savunup, kimin arkasından gittiğine bir baksın.
– “ABD’deki cinsel taciz raporunda kilise suçlu: 156 rahip 600’den fazla kişiye tacizde bulundu.”[6]
– “Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, taife-i nisaiye ve onların fitnesi olduğu hadisin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet, nasıl ki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silahşor kadınlardan mürekkeb bir taife-i askeriye olarak hârika harbler yaptıkları naklediliyor.[7]
Deniz gibi. Okyanus gibi.
Suyu da derinden ve derinliklerde akar.
Sessizdir.
Çay ve ırmak gibi gürültü yapmaz.
Dere gibi bulanıklık tutmaz.
Koca balıkları da küçük balıkları da içinde barındırır.
Koca gemileri üzerinde taşıdığı gibi, çakalları boğup, sahile atar, ya da içinde eritir.
İçinde çok şeyleri barındırır.
Tarihi. Maziyi. Müstakbeli.
Tarihin kalıntılarını.
Barbarosları.
Ve onun yetiştirdiği;
Turgut Reis, Salih Reis, Piri Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis ve Kılıç Ali Reis’tir.
“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz…”
Hak yolda ve hak yolunda nice cehennemdeki ateşi söndürmüş, gönüllere serinlik vermiştir.
– “İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?”[1]
************
-Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan
su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda
vermez.)
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa
gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök
kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)
Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su
(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile
mahvetsin) , boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine
su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)
Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su
(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim
ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek
dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)
Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su
(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan
bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su
vermek hayırlı bir iştir.)
Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su
(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin
bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş
salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)
Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su
(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem,
öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla
sevgiliye su sunun.)
İçimizi de içimizdekini de…
Elbette Allah biliyor…
ALLAH her şeyi biliyor.
Allah biliyor ya!
Onun bilmesi yetiyor.
Başkaları bilmese de.
Bilmesek de.
Ne gam.
Amelimizi de biliyor, imanımızı da.
Gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da.
Karanlıktakini de, aydınlıktakini de.
Yerin altındakini de, üstündekini de.
Yokluktakini de, varlıktakini de.
Çünkü Onun için yok, yoktur.
Çünkü varlığının zıddı olan yok yok, yokluk hiç yok.
Yokluk nisbidir, nispetle bilinir.
Bizim gibi mahluklar için geçerlidir.
Halik bundan Müberra’dır, müstesnadır.
İyi ki biliyor.
Ya bilmese!
Ya bilmeseydi!
Bilinmeseydi.
Ezelden ebede.
Dünden bugüne.
Bugünden yarına.
Tüm zamanları.
Bütün mekanları.
Her maddeyi.
Her maneviyi.
Her lafzı.
Her manayı.
Zahiri ve de batini.
Dilin söylediğini.
Gözün gördüğünü.
Aklın düşündüğünü.
Kalbin onayladığını.
Olmuşu da ölmüşü de.
Kısaca;
Kendisini de.
Kendisinin dışındakileri de.
O Alimdir, her şey malum.
O Ariftir, her şey maruf.
O hakimdir, her şey mahkum.
Hiç sınırsız olan, sınırlı olanı görmez ve bilmez mi?
Gözler Onu idrak ve ihata edemez.
O ise gözleri ve gözlerin gördüklerini de görür ve kapsam alanındadır.
Onun zat ve sıfatının harici yoktur ki, varlıklar Onun dışına çıkıp, kaçsınlar.
Vasıfların fevkindedir.
Diller vasfetmekten acizdir.
Ancak Onu O vasfeder, vasfedebilir.
O kendisini vasfettiği gibidir.
O Karanlık Gecede, Kara Taş Üzerinde Kara Karıncanın Yürüdüğünü Görür, Ayağının Sesini İşitir;
midesinin kurulamasından haberi olup ihtiyacını gönderir, giderir.
O Allah’tır.
İyi ki Allah var. İyi ki ahiret var. O büyük mahkemede her şey İFŞA olup faş olacak ve açığa çıkacaktır. Gizli, açık, İyi veya kötü niyet. Bazı yüzler siyah, bazı yüzler bembeyaz. Organların dile gelip, dillendirip, dile geleceği yer. İçlerin dışa, dışların içe çevrildiği bir yer. “Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyûb’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor.” “Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.” Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ… Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ! Sesli, görüntülü, yazılı, bilgili, belgeli. İyilerin amel defterlerinin sağdan verilip, kötülerin de soldan ve arkadan verilerek; Haydi, kitabınızı okuyunuz, denildiği ve herkesin amel defterini görüp okuduğu yer. Monitör ve sinema ekranı gibi. O büyük mahkemenin hakimi Allah. Orada rüşvet, para, makam, evlat ve güç geçmiyor. Dayıda yok, dayılanmada. Hiç bir insana hatta canlıya zulmedilmeyecektir. Boynuzsuz köyünün hakkı, boynuzlu koyundan alınacaktır. Adalet güneş gibi tecelli edecektir. Zira Allah kullarına zulmetmez. Kullar kendilerine zulmetmedikçe. Kula Bela Gelmez Hak Yazmadıkça Hak Bela Yazmaz Kul Azmadıkça. “Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif ettik; ama onlar bunu yüklenmek istemediler. Ondan korktular ve onu insan yüklendi. Şüphesiz insan çok zalim, çok cahildir.”[1]
İnsan aldandı. İnsan aldattı. İnsan çok nankördür.
Sen öleceksin. Ben de. Biz de. Hepimiz de. Babam gibi. Annem gibi. Çünkü;
Her nefis ölümü tadacaktır. Gel, ölmeden evvel ölelim. Ölünüz, hitabıyla.
Ölümü de öldürelim. Ölümünde öldürüleceği gibi. Yaradan tarafından. Ölüp de dirilelim. Ölüm tarafından. Ölümü de öldürerek. Ölüm tarafından ölmeden. Bende ölüm gibiyim.
Ölümde ben gibi.
Mahluk…
Öl der ölürüz. Ölme der ölmeyiz. Ölümle anlam verdiklerimiz ölür. Anlamlar anlam bulur.
Anlamlı olur.
Anlamsızlar ise anlamsızlaşır ölümle.
İyi ki öldü…
Toprağı bol olsun.
Ateşi çok olsun.
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber… Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.
************
Birçok dirinin hayatlarıyla yapamadığını, bir Aylan Bebek ölümüyle bunu gerçekleştirdi.
Zihinlerde silinmez bir iz bıraktı.
Mazlum izi.
Suyun değil, suyu bozukların, susuz çöllerde yetişen dikenlerin öldürdüğü, akreplerin soldurduğu Aylan Bebek.
Simge bebek.
Göz yaşı bebek.
-Allah’ın hesabı topludur.
Alacak verecek, olacak ölecek.
************
Azrail, Temel’in yanına gelmiş ve ‘Hey dostum, vaktin tamam, hadi gidelim!’ demiş.
Bizim Temel başlamış yalvarıp yakarmaya; ‘Bana beş yıl süre var, ondan sonra gel canımı alıyorsan al’ demiş.
Azrail kabul etmiş pazarlığı. Temel de kendi kendine; ‘Pilot olursam beni 10 bin fit yukarıda, havada, 700 kilometre hızla uçarken yakalayamaz, onu atlatırım’ diye düşünmüş.
Derken beş yıl çabuk geçmiş. Sonunda Azrail pilot kabininde Temel’in yanına dikilivermiş;
‘Sana verdiğim süre tamamlandı, hadi, gidiyoruz’ demişse de Temel yan çizmeye başlamış; ‘Tamam ben senden beş yıllık süre istedim ama, bak şimdi havadayız. Şimdi canımı alırsan iyi olmaz, çünkü uçağın içinde, resmi ziyaret için yabancı ülkeye giden yüzlerce milletvekili var. Onlar ne olacak, bari onları düşün’ diye cevap vermiş.
Azrail; ‘Lan oğlum, sıkma canını. Ben onları bu uçağa toplayana kadar alnımın damarı çatladı, neler çektim neler, bil bilsen’ demiş.
*************
Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Arşa çıksan âkıbet yer, yer seni.
Onun için onun adı yer oldu.
Önce besler sonra kendi yer seni. | İbn-i Kemal Paşa.
“Her şey kaderle takdir edilmiştir. Kısmetine râzı ol ki, rahat edesin.”
“Nefis daima ıztıraplar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor. Hükm-ü kadere razı olmuyor. Halbuki, şemsin tulû ve gurubu muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada tulû ve gurubu ve sair mukadderat, kalem-i kaderle cephesinde yazılıdır. İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin-fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz ha!”
“Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habis olur. Aldatıcı olursa, fesadı daha şedit olur. Dahilî olursa, zararı daha azîm olur. Çünkü; dahili düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır. Haricî düşman ise, bilâkis, asabiyeti şiddetlendirir, salâbeti arttırır. Nifakın cinayeti, İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslâmı zelzeleye maruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan, ehl-i nifaka fazlaca teşniat ve takbihatta bulunmuştur.” [1]
Bulutlu mu, parçalı bulutlu mu, güneşli veya fırtınalı mı?
Bütün bu durumlar toplumun ruh ve akıl yapısını yansıtmaktadır.
– Belli ki hala eski günleri arzulayanlar var.
Terörden beslenenler var.
Sermayesi terör olanlar var.
Hep şimdiye kadar bunlar devletin içerisinde çöreklenmiş kimselere yaptırılmıştır.
Şimdi olduğu gibi.
Hükûmetler böyle devrildi.
Eski cumhurbaşkanı Kenan Evren in dediği gibi, bir sağdan aştık, bir soldan.
Aynı silahlar aynı el tarafından biri aleviye, biri de sünniye verildi, Kahramanmaraş, Sivas ve Çorum da olduğu gibi.
İşin içinde istihbarat da var.
Kalıntılarının şimdide olduğu gibi.
Hala karışıklıklardan nemalanan ve medet umanlar bulunmaktadır.
Ağa babaları tarafından…[2]
-1960 ve 1970 yıllarında aynı safta olan, aynı zihniyetteki insanlar; bugün o fikir ve düşüncelerini farklı fraksiyonlarda, hizip ve partilerde varlıklarını sürdürmektedirler.
Daha açık ifadeyle; 1970 yıllarında dağ eşkıya başı Abdullah Öcalan ile aynı safı ve yolu paylaşanlar, bugün farklı gibi görülen gruplar içerisinde bulunduklarını, yine bir araya gelerek göstermişlerdir.
O gün fakirlik edebiyatı yapan o sol zihniyet, bugün de aynısını devam ettirmektedirler.
– “Şeytan sizi fakirlikle korkutur; sizi her türlü hayasızlığı ve ahlâksızlığı yapmaya teşvik eder. Allah ise size bağışlamayı ve bol nimet vermeyi va’deder. Allah, lutfu pek geniş olan, her şeyi hakkıyla bilendir.”[3]
-Bütün siyaseti hapisten iki kişinin çıkarılmasına bina edilen bir siyaset; pespaye, seviyesiz, kısır, benzeri görülmemiş derece de yerlerde sürünen ve sürülen süprüntü bir siyasettir.
Bir süpürgelik işi var.
Birinin altında pkk, diğerinin altında fetö yatıyor.
Yani o iki kişi, normal kişi değil.
Zaman geçtikçe yapılan olumlu işlerin olumlu neticeleri göründükçe, geçmişin sarhoşluğu gittikçe daha net görülüyor ve de görülecektir.
Zira yapılan tahriplerin üç yüz yılda tamir edilemeyecek tahriplerdir. Külli bir tamirat gerek. Külli bir tamirat da görülmekte ve görülmeye de devam edecektir.
Hırçınlaşır boşuna değil. Birilerinin elinden emziği alındı. Hırçınlaşmalar ve yalandan ağlamalar boşuna değil. Yüz yıldır uygulanan keyfi küfri uygulamaların azalması, ellerinden bazı imkanların çıkması gerçek yüzlerini daha net gösteriyor. Münafığından Ermeni’sine, dağdaki eşkıyasından hapisteki suçluya, haçlısından yunanına kadar ne kadar şaibeli ve kirli eller varsa, ellerine bir şeyler tutuşturma yarışına girilmiş durumda. Allah imhal edip mühlet verir ancak ihmal etmez. Ta ki herkes içindekini ortaya döksün. Zehir mi bal mı?
-Uçları ecnebi elinde olan dünya siyaseti,
Türkiye’de yüz yıldır gizli oynanan kirli oyun artık aleni olarak oynanmaktadır.[1]
O da hırçınca…
-Türkiye’deki siyasi oyun sadece Türkiye’yi değil, Türk ve İslam dünyasını da bölmeye yönelik vaatler ve uygulamalardır.[2]
“Kılıçdaroğlu yine hadisi yanlış söyledi: Cennetin anahtarı kadınların ayakları altında”[4]
-Şimdiye kadar dünyaya yayılan savaş, İslam dünyasının içerisinde sürdürülmektedir.
-Türkiye’de entrikalar hiç bitmedi.
Bizim için kararlar hep dışarıdan alındı veya dayatıldı.[5]
– Türkiye’nin yükselişi, İslam dünyasının gelişmesidir. Aynı zamanda insanlığın ve geleceğin kazanımıdır. Dünyanın yükselişi, bizim yükselişimizden geçmektedir. Buda ittihadı İslam’ın tahakkukuyla olacaktır. Oda buradaki milletin siyasetin hakimiyeti ile olacaktır.
************
İran 8 yıl boyunca Irak’la değil Saddam’la savaştı hatta savaştırıldı.
Zalim olduğu için değil, İran’ın, İsrail’in ve de ABD’nin ve Şia’nın yayılmacılığının önünde durduğu için devirdiler.
Şimdi Iraklılar Saddam’ı mumla arayıp, ağlıyorlar.
Onlar elbette Saddam’ı götürdükleri için değil, İran’ı, Şia’yı ve en büyük olup hala devam eden ABD’nin dehşetli zulmünü getirip devam ettirdikleri için geleceklerine ağlıyorlar.
Bugün Türkiye’de de Sünni ve samimi bir Müslüman olan Sayın Erdoğan’ı devirmeye ve yerine alevi olduğunu söyleyen -ne kadar aleviyse- Kemal Kılıçdaroğlu nu getirmeye çalışılması, İslam’ı durduramayan Hristiyanlığın, azınlık olan İran yani Şiilik ile durdurulmaya çalışılmasıdır.
Bu da kavga ve savaş ortamını oluşturarak.
Suriye’de olduğu gibi.
– “Nuh: ‘Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında Sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar’ dedi.”[6]
Ne hakka ne de halka hizmeti olmayandan, insanın ne dünyasına ve ne de ahiretine bir fayda gelmez.
Abdülhamid gitsin de ne olursa olsun diyen dünküler koca Osmanlıyı bitirdi ve batırdı.
Bugünde Erdoğan gitsin de ne olursa olsun diyenler, onca hizmeti atıl duruma düşürüp, en az kaosu yüz yıl geriye götüreceklerdir.
Bizde maalesef, “Ben öldükten sonra dünya ne olursa olsun; isterse tûfan olsun”; geleceği görmeyen bozuk zihniyet hala yaşamaktadır.
*************
Pkk bir Ermeni faaliyetidir.
Yüz sene önce yaptıkları zulüm ve katliamlar ne ise, 1980’ lerde büyük elçilerimizi su-i kastla öldürmeleri ne ise, PKK da aynen odur ve onun kirli yirmi devletinde içteki aynı kanı taşıyanlarla bir ortaklığıdır.
Peki Pkk Ermeni de, ya onun arkasında duranlar nedir ve neyin hesabındadırlar.
-Deprem ile açılan 150 milyarlık açık, Gabarda ve muhtelif yerlerde bulunan petrol, doğal gaz ve altın madenlerinin bulunmasıyla fazlasıyla telafi edilmektedir.
-İnönü Menderese; iktidar oldun ancak muktedir olamadın, demişti.
Bugün bu millet hem iktidar ve hem de muktedirdir.
15 Temmuz bunun isbatıdır.
Artık sadece içteki zincirler değil, dıştaki Bizans kapıları da kırılmıştır.
*************
Celladına aşık olmuşsa bir millet
İster ezan, ister çan dinlet
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet
Müstehaktır ona her türlü zillet.
Dünya üç beş bilgisizin elinde
Sanırlar ki tüm ilim kendilerinde
Üzülme, eşeği eşek beğenir
Bir hayır var sana bana kötü demelerinde.
Felek ne cömerttir aşağılık insanlara
Han, hamam, dolap, değirmen hep onlara
Kendini satmayan adama ekmek yok
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya.
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye
Altınlarıyla gümüşleriyle övünmeye
Tam işleri dilediği düzene sokar
Ecel çıkıverir pusudan: Benim, ben diye. Ömer HAYYAM
******************
Onu i’lâ eden etmiş ebediyyen i’lâ…
Etse dünyâları tûfan gibi levs istîlâ .
Bu, semâlarda yüzen şâhikanın pâk eteği,
Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi.
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın,
Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın;
Hakkı son sadme-i kahrıyla bitirsin isyan;
Edebin şimdiki ma’nâsına densin “hezeyan”;
Kalmasın, hâsılı , altüst olarak hissiyyât,
Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayât;
Yine kürsî-i mehîbinde Süleymâniyye,
Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye.
Yıkılır bir gün olur mahkemeler, ma’bedler;
En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner;
Beşeriyyet yeni bir din tanıyıp ilhâdı,
Beşerin hâfızasından silinir Hakk’ın adı;
Gömülür hufre-i târihe me’âlî… Lâkin
Yine tek bir taşı düşmez şu Hudâ lânesinin;
Yine insanlığa nâ-mahrem olan bîgâne,
Bu harîmin ebediyyen giremez sînesine;
Yine yâdındaki Mevlâ’yı şu dört tane minâr,
Kalbe merbût birer dil gibi eyler ikrâr;
Yine mâzîye gömülmez bu muazzam çehre:
Leş değildir ki atılsın, o, umûmî kabre!. (Süleymaniye Kürsüsünde)
İttihat ve terakkiden bu yana hiç bu kadar siyaset kirlenmemişti.
Terörü temsil edenler ve onlarla bir araya gelenlerle, onlarla mücadele edip kurşun sıkan ve şehit olanların aileleri ve onlarla beraber olanlar.
1970 yıllarında sol zihniyet bu gün parti olarak anarşiden ve anarşiyi besleyenlerden yana olmuşlardır.
Dün Rusya’yla beraber olup,[1]ABD ye, – Go Home- diyenler, bugün ABD ve Batıya dost olup Rusya’ya – Go Out – demektedir.
-Türkiye’de ve Türkiye’nin kalbi olan mecliste bu millete dayatılanlar hep hırçınca yapıldı.
Tıpkı mahallenin huysuz ve hırçın çocuğu gibi.
Kurtlar kurdukları sofraya başkalarını almadılar.
Hain çobanla ortaklık yapıp akşam sürüdeki koyunları çalıp yediler, sabahleyin çobanla birlikte ağladılar.
Timsah göz yaşları döktüler.
Sahte ve sahtekarca…
-Keser döndü sap döndü.
Gün geldi hesap döndü.
Milletin maddi ve manevi şahlanış dönemi başladı.
“Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez.
Bir de Allah, iman edenleri günahlardan arındırmak, kâfirleri de yok etmek için böyle yapıyor.”[2]
-Cudi ve Gabarda bugün petrol çıkıyorsa, 50 yıldır buralar terörün merkezi ise ve de yüz yıl önce buralarda petrolün olduğunu merhum 2. Abdülhamid Han tesbit etmiş ise, işin içinde bunlar kadar, hatta bunlardan daha büyük bir ihanet çetesinin, bugünde olduğu gibi, nerede gaz, diyen kısır ve dar düşünceli ve kötü niyetli insanların bulunmasıdır.
-Aslında biz yüz yıldır fakirlikle değil, cahillikle değil, kısır zihniyetli insanlarla mücadele ettik.
Maneviyattan yoksun, maddeyi bile aşamamış dar görüşlü, dar düşünceli hatta ihanet içerisinde olan insanlarla mücadele ettik.
-Seçimin bir tarafında projeler, yapılanlar ve yapılacaklar konuşulurken, diğer tarafta seçimin tümü iki şahsın hapisten çıkarılması ve de yapılanların yıkılması üzerine bina edilmektedir.
[2]Âl-i İmrân Suresi – 140-141. (Bkz. 3/13, 123, 8/6-10, 44, 22/39 Müslümanlar hicretin üçüncü yılındaki (M. 23 Mart 625) Uhud Savaşı’nda gerek münafıkların tahriki gerekse ikinci bir emrin gelmesine karşı gösterdikleri sabırsızlıkları ve inançlarına uygun davranmadaki zaaflarından dolayı -70 şehit vererek- yenilgiye uğradılar. Bu olayda; peygambere itaatsizliğin ve ganimetler konusunda maddeye yönelişin insanları nasıl Allah’ın yardımından mahrum kıldığı anlatılmaktadır.)
“Seçime CHP listelerinden girme kararı alan Saadet Partisi şimdi de LGBT destekçisi derneklerle kol kola girdi. SP Kadın Kolları Başkanı Ekinci’nin Havle Derneği’nde yaptığı konuşma tepki çekti.
Saadet Parti’li Ekinci’nin “cinsel kimlik”, “kişinin kendisinin tercihi” şeklindeki sözleri LGBT’ye sinyal olarak yorumlandı.”[1]
Kimin eli kimin cebinde denilir ya!
Tam bir siyasi kirlilik içerisinde siyaset yürütülmektedir.[2]
– Ne garip bir tecellidir ki, dün Lut peygamberin karısı lgbt-lilerle iş tutuyordu, bugün ise İslami bir parti olduğunu söyleyen kadın temsilciler lgbt-lileri destekleyip, onlarla beraber oluyor. Şunu herkes gibi bende anlamakta zorluk çekmiştim. Lut kavminde livata yapan 30 kadar kişi, gece teheccüt namazı kılan ise 70-80 bin kişi olduğu yazıyor. Bir ev hariç hepsi helak ediliyor.[3]
Şimdi ise bu durum çok iyi anlaşılıyor. Şimdi lgbt-li yüzlerce olduğu düşünüldüğünde, arkasında dindar olduğunu söyleyen, onları tasvip eden, en azından ses çıkarmayanlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda işte size on binler. Allah helak edecek olsa sadece O yüzleri değil, arkasında duran yüz binleri de helak eder. Zulme rıza zulümdür, küfre rıza küfürdür. Bu ayıp iki cihanda lgbt-nin içinde ve arkasında duranlara yeter.
-Geçmiş yani babası hastanede ölüp de cenazesini dahi alamayanlar[4] ve yapılmakta olanlar,[5] çok çabuk unutuluyor.
*************
SİNSİ OYUN
Dün sağcıları yanına alıp Rusya’ya saldırıp vuran ABD, bugün ise solcu ve komünistleri yanına alıp Rusya’ya saldırıp vurmaktadır.
-Dağdaki eşkıya ile mücadele kadar önemli olan, içte ve dıştaki destekçileri ile de mücadele etmektir.
Kaynakları kurutulmalı, sesleri susturulmalıdır
-Sinsice oyun oynanmaktadır.
Masum görüntülü.
Bir de şunu deneyelim, oyunu ve hilesi.
Bu memleket, bu vatan, bu millet deneme tahtası mı, bir de şunu deneyelim mantıksızlığına gidiliyor.?
Denenmiş, denenmez. Şimdiye kadar yapılan denemelerin verdiği kayıplar az mı geldi? Sinsi bir ifade var. Karşıdakini yanıltmaya yönelik. İçindeki-ki-ni dışarıya tarafsız gibi yansıtıyor. Ve bu adam 50-60 yaşlarında. Hala netleşmediğini ve güya belli bir düşüncesinin olmadığını, düşüncesini karşıdakine telkin ederek söylemiş oluyor. Taraf olduğunu gösteriyor. Tarafsız olmak, zıt taraftan taraf olmaktır. Yani muhalif olmaktır. Hala kurt gövdenin içinde. “Bana ıztırap veren,” dedi “Yalnız İslâmın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ıztırabım, yegâne ıztırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!..” -Masallardaki dev adam;
7 başlı ejderha.
Hayal dünyasının insanları, hala uykuda, uyanamadı.
Belki kabirde.
Belki mahşerde.
“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa, sahrâ-yı vahşette yatmakla gaflet sizi yağma edecektir.”
Dünya sona doğru giderken, artıklarını ve döküntülerini de geride bırakıyor. Dünyanın döküntü ve artıkları, dünya çöplüğünde yerini alıyor. İnanç fukarası inançsızlar hayattan koptukları gibi, toplumdan da birer birer kopuyor. Dünyanın kusmukları artık musluklardan akmıyor. Kanalizasyona dökülüyor. Döküntü, çöküntü ve bitmiş olarak. Dünya kendisini temizliyor, kusup dışarı atarak. Kıyametler bunu toplu olarak yapacak. Cehennem suretinde tezahür edecek. Cehennem hem dünyanın ve hem de kainatın genel çöplüğüdür. Kusmuklarını oraya boşaltıyor. Kusmuk, midenin kabul etmeyip, dışarıya attığı artıklardır. İnancı olmayıp dine ve Kur’ana saldıranlara midenin, aklın, kalp ve ruhun kabul etmeyip dışa attığı, dışa vurduğu artıklardır. Onlar sıra sıra dizilmiş kütükler, Cehennem odunlarıdırlar. Hayatta da cehennemi yaşadıklarından, Cehennemi de yaşatırlar. Onlar karanlığın çocuğudurlar. Yaşasın zalimler için cehennem.
O artıklardan birisi şöyle diyor;” “Kur’an kursları ve Şeriatçı fikirlere geçit vermeyeceğiz. 4-6 yaş arasındaki çocuklara din dersi verilmesini tavsiye eden kararın geri çekilmesini istiyoruz”[1]
Destici’nin deyimiyle, “Tito dediğin Marsist, Leninist düşüncede olan Sırp ve Hırvat karışımı melez birisi. Bundan niye rahatsız oluyorlar?”[2]
Rusya’da bile komünizm bitmiş ve de 1991 yılından itibaren devlet olarak terk etmiş iken bugün o da bir Müslüman memleketinde bu kalıntılar kendilerine müşteri aramakta ve de bulmaktadır.
Herhalde kendisi gibi döküntü ve kalıntı olanları.
– Bu millet yüz yıldır rencide olan hatta ölüme terkedilen gururunu ve kişiliğini geçte olsa ele geçirdi ve ayağa kalktı.
Bu millet maddi ve manevi çok yıpratıldı.
Komünizm, sosyalizm tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
Hala da devam etmektedir
Ancak bu sefer yerde değil, o ayaktadır.
************
Münafıklık bu dönemde önemli çapta deşifre olup ipi pazara çıksa da yine de Pazar kurmaya ve müşteri bulmaya çalışılır.
-Mescidi Dırar… Abdullah bin Sebe…
Asrımızda da yine faaliyettedir.
Böyle zararlı bir mescide Peygamber Efendimiz bile davet edilmişti.
Açılışa peygamberimizi davet etmişler, gidecekti.
Ancak son anda Ayetle uyarılır.
Bu sefer açılışı değil, kapanışı yapar, zararlı mescidin.[3]
-Tarih boyunca Peygamberimizden Fatih’e ve Özal’a kadar Yahudilerin en çok yaptıkları şeyin başında, Müslüman liderleri zehirleme olmuştur.
Buna çok dikkat edilmesi gerekmektedir.
Sayın Erdoğan büyük hizmetler yaptı.
Ayasofya’yı açmakla üzerimizden lanet kalktı.
En önemli birisi de bir kısım münafıkların yüzlerindeki perdeyi indirdi.
Saflar belli oldu.
***********
Sakın ola ki insanlar falan kişi gelmesin derlerken, bilmeden kimin gelmesine onay vermiş olduklarını unutmasınlar.
Birine olan hınç ve kin sakın ola ki celladına davetiye çıkarmış olmasın.
Geçmişi bilmeyip, ders çıkarıp ibret almayan zillete mahkûm olur.
Dünyasını bitirdiği gibi, ahiretini de bitirir.
Geçmiş geleceğin aynasıdır.
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.
Mümin bir delikten iki kere ısırılmaz.
Isırılıyorsa, buna izin veriyorsa, önce kendisini test etsin.
Tarafsız olmak, zıt tarafı tercih etmektir.
Zulme rıza zulüm, küfre rıza küfürdür.
Kime vereceğinizden daha önemlisi, kime vermeyeceğiniz ve de vermemeniz gerektiğidir.
Türkiye’nin problemi damar tıkanıklığıdır.
Damar, kanal ve yol açıcılara acilen ihtiyaç var.
Vücut kanının sağlıklı akmasını engelliyor.
Bir de kan cıvıtıcılar kanı fazla cıvıldaştırıyor, cıvıtıyor.
Birde farklı kan gruplarının vücuda enjekte edilmesiyle kan yapısı bozulduğundan, vücudu da bozuyor, dengesiz beslenmeye ve büyümeye neden oluyor.
Kandaki bu bozukluk insanın suyunu da südünü de bozuyor.
Vücuda enjekte edilen genetiği bozuk ve değiştirilmiş tohumlar, vücudun genetik yapısını da bozuyor.
Kültürü değiştirilmiş gıdalar, insan vücut genetiğini bozup tahrip ederken, manevi kültür yapısını da değiştirmektedir.
Kültürsüz nesillerin üremesine ve türemesine neden olmaktadır.
İnsanlığın harem dairesine girilmiş, mahkemeleri deşifre olmuş, DNA ve RNA’sı tahrip edilmiştir.
Virüs program files’da cirit atmaktadır.
Dosyalar tahrip olmuştur.
Güçlü antivirüslere ihtiyaç var.
Vücut yabancı ve yalancı virüslerden bir an önce temizlenmeli, kan değişimine ve yenilenip arındırılmasına gidilmelidir.
Vücutta yabancı, yabani ve yalancı ajanlar dolaşmaktadır.
KISSADAN HİSSE:
“Abdestsiz emzirilen süt.
İki kardeşten biri olan Ahmed-i Bîcan, bir gün bir camide vaaz etmekte iken ağabeyi Muhammed Yazıcıoğlu camiden içeriye girer ve küçük kardeşinin sohbetini dinlemeye başlar. Kardeşi ağabeyinin camiye geldiğinin farkındadır. Fakat bir de bakar ki, ağabeyi biraz sonra camiyi gülerek terk eder.
Kürsüde nasihat etmekte olan Ahmed-i Bîcan hazretleri, ağabeyinin bu halinden bir şey anlayamaz ve akşam eve geldiği zaman olayı annesine anlatıp durumu öğrenmesini ister. Anne, büyük oğlu Muhammed eve geldiği zaman, (Oğlum, kardeşin camiden niçin gülerek çıktığını soruyor, bir hata mı işledim diyor. Kardeşinin dersinden niçin gülerek çıktın) diye sorduğunda şöyle cevap verir:
“Anneciğim, ben kardeşimin vaazına gülmedim. Ben bir insanoğlunun sohbetini dinlemeye ne kadar melek gelmiş, oturacak yer bulamıyorlar da birbirlerinin üzerine oturuyorlar, onların hâli çok hoşuma gitti de ona tebessüm ettim. Ben de meleklerden camide oturacak yer kalmadığı için çıkıp gittim.”
Annesi, ağabeyinin bu sözlerini anlattığında Ahmed-i Bîcan çok müteessir olup dedi ki:
“Anneciğim, ağabeyim melekleri görebiliyor da, ben niye göremiyorum. Bunu ondan bir sorar mısın?”
O güzide anne büyük oğluna bunu sorduğunda aldığı cevap şöyle oldu:
“Anneciğim, bu noksanlığı sen kendinde araman lazım, sen benden daha iyi bilirsin.”
O vakit düşünme sırası anneye geldi. Uzun müddet tefekküre daldıktan sonra bunun sebebini şöyle açıkladı:
“Oğlum sana hiç abdestsiz süt emzirmedim. Ahmed’e ise henüz kundakta iken, ben namaza durmuştum, Ahmed de şiddetle ağlamaya başlamıştı. Bu sırada evimizde bir komşu kadın vardı. O, çocuk ağlamasın diye Ahmed’i aldı emzirmeye başladı. Ben hemen namazı kılıp elinden aldım ama, biraz emmişti. Sonra o kadına abdestli olup olmadığını sordum, bana abdestinin olmadığını söylemişti. Onun melekleri görmemesine sebep olsa olsa bu olmalı.”
Böyle bir dönemde fırsatçılık yapanlar için ders niteliğinde bir hadise
Hazret-i Ebû Bekir’in halifeliği sırasında Medine’de büyük bir kıtlık baş göstermişti. Halk ekmek yapmak için bir buğday tanesini bile bulamaz olmuştu. Bu durumu gören Medineli tüccarlar, ellerindeki bütün parayı buğday alıp satmaya yatırmışlardı.
Hazret-i Osman da bu arada Şam’a bir ticaret kafilesi göndermişti. Oradan yüz deve yükü buğday satın alarak Medine’ye getirtmişti. Bu miktar, halkın buğday ihtiyacını büyük ölçüde karşılayabilirdi. Bâzı tüccarlar derhal Hz. Osman’a müracaat ettiler. Şam’dan getirttiği bu buğdayı satın almak istediler. Buğdayın bir mennesine (5 kilo 12 gram ağırlığındaki bir ölçü birimi) 4 dirhem veriyorlardı. Fakat Hz. Osman, tüccarların verdiği fiyatı az buldu. “Sizden fazla veren var,” dedi ve buğdayını hiç kimseye satmak istemedi.
Tüccarlar bu durumda teklif ettikleri fiyatı arttırdılar. Fakat yine Hz. Osman’dan “Sizden fazla veren var” cevabını aldılar. Nihayet buğdayın bir mennesine 7 dirhem vermeye bile râzı oldular. Bu, verebilecekleri en son ve en yüksek fiyattı. Fakat Hz. Osman’ın ağzından “Sizden fazla veren var” sözünden başka lâf çıkmıyordu. Bâzıları onun bu tutumunu, fırsat düşkünlüğüne ve çok kazanmak hırsına veriyordu. Halk şiddetli ihtiyaç içinde kıvranırken, onun böyle davranmasını kendisine hiç yakıştıramıyordu.
Nihayet mes’eleyi Halife Hz. Ebû Bekir’e anlatmaya karar verdiler. Ondan, Hz. Osman’la aralarını bulmasını isteyeceklerdi. Halifenin huzuruna çıkarak, durumu olduğu gibi anlattılar. Hz. Ebû Bekir anlatılanları sonuna kadar dinledi. Ve onlara: “Bu işte bir gariplik var,” dedi. “Bana öyle geliyor ki, siz Hz. Osman’ın sözünü iyi anlayamadınız. O, Resûlüllah’ın dâmadı ve Cennet’te arkadaşıdır. Halkın ihtiyacını fırsat bilip ondan kâr ve çıkar elde edecek kimse değildir. Böyle davranışının mutlaka bir hikmeti vardır. Haydi, beraber gidip mes’eleyi bizzat kendisinden öğrenelim.”
Hep birlikte Hz. Osman’ın yanına vardılar. Hz. Ebû Bekir tüccarların anlattıklarını Hz. Osman’a söyledi. Ondan, niçin malını verilen fiyata satmadığını sordu.
Hz. Osman’ın bu suâle cevabı şaşırtıcıydı: “Ey Resûlüllah’ın halifesi! Bunlar benim bir menne buğdayımı 7 dirheme satın almak istiyorlar. Yani, bire 7 veriyorlar. Halbuki, ben onu, bire 700 veren birine satmak istiyorum. Yüce Allah, her bir hasenata karşılık 700’e kadar ecir ve mükâfat vereceğini va’detmiyor mu? Böyle kârlı bir ticaret varken, ben ne diye malımı onlara satayım.”
Hazret-i Osman’ın bu cevabı üzerine, tüccarlar derin bir düşünceye daldılar. Onun hakkında kötü düşünmekle ne kadar hatâ ettiklerini anlamışlardı. Hz. Osman, bundan sonra 100 deve yükü buğdayının hepsini de Medine halkına sadaka olarak dağıttı. Fakir ve yoksulların yüzünü güldürdü. Şehirdeki kıtlık da böylece büyük ölçüde giderilmiş oldu.
**************
Eski Türk yazıtlardan birinde şöyle yazar :
Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer ,
Karga yaşlı annesini besler ;
Bunun adı :
“ saygılı davranmaktır .”
Horoz şafak vakti öter ,
Yaban kazları
Her bahar kuzeye
Her sonbahar güneye uçar ;
Bunun adı :
‘’ söz tutmaktır .’’
Yeşilbaşlı ördek eşini kaybettikten sonra ölene kadar yeni bir eş bulmak istemez .
Bu :
‘’ sadakat ‘’
Olarak adlandırılır
Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır ,
Karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır ;
Bir gün Havariler, Hazreti İsa’dan gökten kendileri için bir sofra inmesi için dua etmesini istediler.
Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır.
“Havâriler “Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” diye sormuşlardı. O şöyle cevap verdi: “Eğer iman etmiş kimseler iseniz Allah’a saygılı olun.”(Maide 112)
Hazreti İsa, onların bu talebi karşısında öfkelendi ve “Allah’ın kudretinden şüphe mi ediyorsunuz?” diye sordu.
“Onlar “İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz güvenle dolsun, bize doğru söylediğini bilelim ve buna tanık olalım” dediler.(Maide 113)
Bunun üzerine Hz İsa (as) boy abdesti alıp, iki rekat namaz kıldıktan sonra Allah’a niyazda bulundu ve bugünün iman edenlerce bir bayram olarak kutlanmasını talep etti.
“Meryem oğlu Îsâ şöyle yalvardı: “Allahım! Ey rabbimiz! Bize gökten öyle bir sofra indir ki, ilk gelenimizden son gelenimize kadar bizler için bir bayram ziyafeti ve senden bir işaret olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın. (Maide 114)
“Allah da şöyle buyurdu: “Onu size mutlaka indireceğim; fakat bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, varlıklar âleminde hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim.” (Maide 115)
Rivayet edildiğine göre, gökten inen sofrada kızarmış bir balık, tuz ve sirke vardı. Yeşilliklerle donatılmış olan sofrada ayrıca ekmek, zeytin, bal, peynir vs. vardı.
**************
SOFRANIN İNMESİ
Hz. İsa’nın büyük mucizelerinden birisi de sofranın inmesi idi. Sofranın inmesinin sebebi şu idi: Havariler, Hz. İsa’ya: ”Ey Meryem oğlu İsa! Rabb’in bize gökten bir sofra indirebilir mi?” dediler. Hz. İsa da: ”Allah’ım! Rabb’imiz! Bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki bizim için, önce ve sonra gelenler için (o gün) bir bayram olsun ve (bu hadise), senden bir mucize olsun .. ” (Maide suresi, ayet 114) diyerek dua etti. Bunun üzerine Allah (C.C.), üzerinde et ve ekmek bulunan bir sofra indirdi ve onlar bunu yiyip bitiremediler. Hz. İsa onlara: “Bu sofradan saklamak ve biriktirmek maksadıyla bir şeyler almadığınız müddetçe, böyle devam edecektir.” dedi. Fakat ne yazık ki, bir gün bile geçmeden onlar sofradan bir şeyler alıp biriktirme hareketine giriştiler. Rivayet edildiğine göre, meleklerin taşıyarak getirdikleri sofranın üzerinde yedi yufka ekmek ve yedi balık vardı. Melekler, sofrayı getirip Havarilerin önlerine koydular ve baştan sona kadar hepsi yiyip karınlarını doyurdular. Bir rivayette sofranın üzerinde cennet meyveleri olduğu, diğer rivayette et hariç her türlü yiyeceğin bulunduğu, bir başka rivayette ise her türlü yiyeceğin tadını taşıyan bir balık bulunduğu söylenir. Yemek yiyenlerin sayısı ise beş bin kişi idi. Onlar yedikçe yemekler artıp diz boyuna ulaşmıştı. Bunun üzerine Hz. İsa’ya: “Biz, senin gerçekten Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ederiz.” dediler. Buradan ayrılıp gittikten sonra hep sofra konusunu konuştular. Sofranın yanında hazır bulunmayanlar ise onlara: “İsa, gözlerinizi büyüledi.” dediler. Böylece onların bir kısmı fitneye tutulup inkara saptılar. Neticede küfür ve inkara sapan bu kişiler, domuz şekline sokuldular. Hilkati değişen bu kimselerin arasında kadın ve çocuk bulunmuyordu. Onlar, bu halleri üzerinde üç gün kaldıktan sonra helak oldular ve üreyip çoğalamadılar.
Bir rivayete göre, bu sofra, kırmızı bir sofra olup altında ve üstünde birer bulut olduğu halde onların gözlerinin önünde önlerine inmişti. Bu durum karşısında Hz. İsa ağlayarak: “Allah’ım! Beni şükredenlerden kıl! Allah’ım! Bu sofrayı bir azap ve ukubet vesilesi değil, onu bir rahmet kıl!” demişti. Bu sırada Yahudiler de hayatları boyunca bir benzerini görmedikleri ve kokusundan daha hoş bir koku koklamadıkları bu sofranın inişini seyrediyorlardı. Şem’ün, Hz. İsa’ya: “Ey Allah’ın Ruhu! Bu sofradakiler, dünya yiyeceklerinden mi, yoksa ahiret yiyeceklerinden mi?” diye sordu. Hz. Mesih: “Bu sofradakiler, ne dünya yiyeceklerinden, ne de ahiret yiyeceklerindendir. Bu, Allah’ın kudretiyle yarattığı bir sofradır.” diye cevap verdi. Sonra onlara: “Buyurun, istediğinizden yiyin!” dedi. Onlar da Hz. İsa’ya: “Ey Allah’ın Ruhu! Önce siz buyurun, yiyin” dediler. İsa’nın (A.S.): “Bu sofradan, yemek yemekten Allah’a sığınırım” demesi üzerine ne Hz. İsa ve ne de onlar bu sofradan yemek yediler. Sonra Hz. İsa, sayıları bin üç yüz olan hastaları, kötürümler ve fakirleri sofraya çağırdı. Bu sofradan yiyip karınlarını doyurdular; fakat buna rağmen sofradan hiçbir şey eksilmemişti. Hulasa bu sofradan yiyen hastalar ve kötürümler sağlıklarına kavuştular, fakirler de zengin oldular. Bundan sonra sofra, onların gözlerinin önünde yükselip kayboldu. Havariler ise, sofradan yemediklerine pişman oldular.
Diğer bir rivayete göre, sofra birer gün aralıkla kırk gün inmişti. Allah (C.C.), Hz. İsa’ya, sofraya fakirleri çağırmasını, zenginleri çağırmamasını emretti, O da Allah’ın bu emrine uydu. Fakat bu durum zenginlerin ağırına gitti. Bu yüzden sofranın indiğini inkar ettiler ve şüpheye düştüler; bu arada başkalarını da şüpheye düşürdüler. Bunun üzerine Allah (C.C.) Hz. İsa’ya: ”Ben sofrayı yalanlayanları, dünyada hiçbir kimseye yapmayacağım azapla azaplandırmaya ahdettim.” diye vahyetti. Bu sebeple Allah, onlardan üç yüz otuz üç kişinin hilkatini değiştirip domuz şekline soktu. Halk bu manzarayı görünce feryat ederek Hz. İsa’ya koştular ve ağlamağa başladılar. Hz. İsa da hilkati değiştirilen bu kişilerin hallerine bakıp ağladı. Domuz şekline dönen bu kimseler Hz. İsa’yı görünce, etrafında dönüp ağladılar. Hz. İsa ise onları teker teker isimleriyle çağırıyor, fakat onlar konuşamadıkları için başlarını sallayarak işaret ediyorlardı. Böylece onlar, bu halleri üzerine üç gün yaşadılar, sonra helak olup gittiler.
Hz. İsa bir gün insanları hak ve hakikate çağırmak için uzun bir yola çıkmıştı. Yolda ilerlerken bir adamla karşılaştı. Adam, Hz. İsa’ya,
– Ben de senin gittiğin yere gidiyorum. Sana arkadaş olabilir miyim? Bu yol tek başına çekilmez, dedi. Hz. İsa, adamın teklifini kabul etti ve beraberce yürümeye başladılar.
Bir nehir kenarına varmışlardı. İki yolcu da yorulmuş ve karınları acıkmıştı. Hz. İsa’nın yanında üç çörek vardı. Birisini, kendisi, diğerini de yol arkadaşı yedi. Hz. İsa, susamıştı. Su içmek için hemen yanı başındaki nehre git- ti ve oradan su içti. Geriye döndüğünde üçüncü çöreğin olmadığını gördü. Arkadaşına,
– Burada bir çörek olacaktı. Herhâlde sen yedin. Afiyet olsun, dedi. Arkadaşı çöreği kendisinin yediğini inkar edip şöyle dedi:
– Hayır ben yemedim. Kimin yediğini bilmiyorum. Bir ara arkamı dönmüştüm. Herhâlde bir hayvan alıp götürdü.
Yol arkadaşının böyle bir yalana başvurması Hz. İsa’nın hiç hoşuna gitmemişti. Çöreğin yenmesi hiç önemli değildi. Önemli olan yalan söylenmesiydi.
Yemekten sonra iki arkadaş birlikte yola koyuldular. Yolda iki yavrulu bir geyik gördüler. Hz. İsa yavrulardan birini çağırdı. Geyik yavrusu yanlarına gelince Hz. İsa onu kesti. Etinin bir kısmını kızartarak yediler. Yemekten sonra Hz. İsa geyik yavrusunun kalıntılarına,
– Allah’ın izniyle canlanıp kalk, dedi. Geyik yavrusu derhâl canlanıp kalkarak oradan uzaklaşıverdi. Bu olay üzerine Hz. İsa yoldaşına,
– Sana az önceki mucizeyi gösteren Allah için soruyorum. Çöreği sen mi yedin. Doğru söyle, dedi. Adam yine,
– Bilmiyorum, dedim ya. Yeseydim söylerdim, diye cevap verdi.
Bir müddet sonra bir nehrin yanına vardılar. Hz. İsa adamın elinden tuttu. Su üstünde yürüyerek karşıya geçti- ler. Nehri aşınca adama şöyle bir soru sordu:
– Az önceki mucizeyi sana gösteren Allah hakkı için sana soruyorum. Çöreği sen mi yedin?
Adamın cevabı değişmemişti.
Bir müddet sonra bir çöle vardılar ve uygun bir yere oturdular. Hz. İsa bir yere kum ve toprak yığdı. Meydana gelen yığına,
– Allah’ın izni ile altın ol, dedi. Yığın da altın oluverdi. Hz. İsâ yığını üçe bölerek adama şöyle dedi:
– Üçte biri benim, üçte biri senin olsun. Diğer üçte birini ise çöreği alana vereceğim. Bu sözü duyan adam,
– Çöreği alan bendim, diyerek gerçeği itiraf etti. Bunun üzerine Hz. İsa,
– Al bunları. Altınların hepsi senin olsun. Senin gibi bir adamla ben daha fazla arkadaşlık yapamam, diyerek onunla arkadaşlığını sona erdirdi ve oradan uzaklaştı. Adamın der- di zaten altınlardı. Onun canına minnetti. Altınları hemen bir çuvalın içine doldurmaya başladı. Bu sırada yanına iki kişi geldi. Adamın yanındaki altınları görmüşlerdi. Niyetleri iyi değildi. Hemen kılıçlarını çekip adamı öldürmek istedi- ler. Adam şöyle bir teklifte bulundu:
– Dünya malı için kan dökmeye ne gerek var. Gelin, altınları üçe bölelim. Bu altınlar hepimize fazlasıyla yeter de artar bile.
İki arkadaş, adamın bu samimi gibi görünen teklifini ka- bul ettiler. Karınları acıkmıştı. İki arkadaştan birisi yiyecek bir şeyler almak için şehre gitti. Dönüşte aklına şöyle bir şey gelmişti:
– Altınları niye onlarla bölüşeyim ki! Aldığım şu yiye- cekler içine zehir atayım. Onlar bu yemekleri yiyip ölsün- ler. Altınlar da bana kalsın.
Bu sırada altınların yanında kalan Hz. İsa’nın yol arkadaşı ile diğer adam kendi aralarında şöyle bir karar vermişlerdi:
– Altınların üçte birini niye ona verelim ki! Döndüğünde onu öldürelim. Altınları ikimiz paylaşırız.
Adam döndüğünde hemen oracıkta onu öldürdüler. Zehirli yemeği de afiyetle yediler. Tabii aradan çok geç- meden onlar da zehirlenerek öldüler. Böylece altınlar üç ölünün yanı başında sahipsiz kaldı.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra Hz. İsa dönüş yolunda altınların yanında bu üç adamın cesedine rastladı ve şöyle dedi:
– İşte dünya budur. Onun, insanı Allah’tan uzaklaştıracak şerrinden sakınmak gerekir.
*****************
İsa aleyhisselamın Yahudi yol arkadaşı
İsa aleyhisselam bir Yahudi ile yolculuğa çıkar. Yanında üç ekmeği olan Yahudi, göstermeden ekmeğin birini yer. İsa aleyhisselam “Senin üç ekmeğin vardı, biri ne oldu?” diye sorunca Yahudi, “benim ekmeğim iki idi” diyerek yalan söyler…
Yollarına devam ederken bir cüzzamlı hastaya rastlarlar. İsa aleyhisselam asası ile dokununca hasta iyileşir. İsa aleyhisselam yine ekmeğinin kaç olduğunu sorar. Yahudi “iki” diye cevap verir…
Bu minval üzere giderken, İsa aleyhisselamın yolda nice mucizelerine şahit olan Yahudi iman etmemekte ısrar eder…
Valinin hasta kızı…
Bir müddet sonra İsa aleyhisselam bir ağacın gölgesinde uyumaya başlar. O bölgenin valisinin hasta bir kızı vardır. Ölüleri dirilten, hastalara şifa veren zatın kendi memleketine geldiğini duyup aratmaya başlar. Ağacın altında uyumakta olan İsa aleyhisselamın yanına varırlar. Ancak, Yahudi gelenlere “O sizin aradığınız benim, getirin hastayı iyileştireyim” der.
Hastayı getirdiklerinde asayı vurunca çocuk ölür. Yahudiyi idama mahkum ederler.
Bu sırada İsa aleyhisselam uykusundan uyanıp asasının kaybolduğunu görür ve biraz sonra da meseleyi öğrenir. Yahudinin asılmak üzere olduğunu görünce:
-Bu arkadaşımı serbest bırakırsanız, çocuğunuzu biiznillah diriltirim, der.
Kabul ederler. İsa aleyhisselam ölen çocuğun başına varıp: “Kum bi-iznillah” deyince çocuk hem de hastalıktan kurtulmuş olarak ayağa kalkar.
Bu mucizeyi de gören Yahudi’de hâlâ iman alameti yoktur…
Yollarına devam ederler. Bir müddet gittikten sonra beş parça külçe altına rastlarlar. Altınları taksim etmek mümkün olmadığından İsa aleyhisselam:
-Kimin ekmeği üçse o üç parçasını alsın, iki ekmeği olan da iki parça alsın, der.
Bu zamana kadar ekmeğinin iki olduğunu ısrarla söyleyen Yahudi:
-Benim üç ekmeğim vardı. Birisini senden gizli olarak yedim. Ben üç parça almam lazım, der.
İsa aleyhisselam “beşi de senin olsun” diyerek Yahudi ile olan yol arkadaşlığını bitirir ve oradan gider.