SON MAKALELER-YOUTUBE’LERİM ve SON YAZILARIM

  1.  SON MAKALELER

  2. SON MAKALELER – 2 –

  3. CHATGPT’ DE ARA:  ChatGPT – Türkiye | OpenAI 

  4. Tesbitler – islam bilgi arşivi » Blog Archive » CHATGPT VE YAPAY ZEKA SOHBETLERİ VE

  5. MAKALELER

  6. CHATGPT VE YAPAY ZEKA MAKALE VE  SOHBETLERİ-2-

  7. SESLİ-VİDEO-ZENGİN İSLAM BİLGİ ARŞİVİ Uygulama indir 

   https://drive.google.com/file/d/1CTPZ5oSy006aSfsCh5-9BUVcUKRjbi12/view?usp=drivesdk

  6- 6 ŞUBAT DEPREMİ: *DEPREMLE İMTİHANIMIZ DEVAM EDİYOR

   7- YOUTUBE’LER VE TELEGRAMLAR

  8- GAZZE VE İSRAİL VAHŞETİ-YAHUDİLİK

   9- İSLAM BİLGİ ARŞİVİ LİNKLERİ-TÜM DOSYALAR TEK BİR LİNKTE

10-Ahiret ahvali- Mehmet Özçelik’in kitabını özetler misin?

11-Risale-i Nur Külliyatı’ndan Konularına Göre VECİZ SÖZLER- Mehmet Özçelik’in kitabını özetler misin?

12- MİRAÇ HAKİKATI

13- MAKALE VE VİDEOLARIM

14- RAMAZAN ÜZERİNE

15- 23 MART BEDİÜZZAMAN HAFTASI

WHATSAPP’TA TAKİP ET
İSLAM BİLGİ ARŞİVİ
https://whatsapp.com/channel/0029VaekzTeIyPtKQ2dbGh20

Radyo Mehmet Özçelik

www.mehmetözçelik.com.tr

 

       

Loading

No ResponsesOcak 24th, 2021

ARŞİVİM ve NURLU HAKİKATLER APK-SI-

https://archive.org/details/@mozcelik02

*NURLU HAKİKATLER APK-SI-İNDİR-İZİN VER

https://cloud.degoo.com/share/5W5sX7_c8r8V7ip72skheQ 

 

 

 
 

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2021

TÜM YOUBE VİDEOLARI TEK BİR LİNKTE

MEHMET ÖZÇELİK- Tüm Eserleri

KUR’AN DENİZİNDEN DAMLALAR-TEFEKKÜR DÜNYASI-SESLİ ESERLER

KURAN DENİZİNDEN DAMLALAR-624 video

TEFEKKÜR –484 video

TEFEKKÜR-TEFSİR-KURAN-ALLAH-AHİRET-MUHTELİF KONULAR

NURLU HAKİKATLAR- 424 video

Loading

No ResponsesMayıs 23rd, 2020

YOTUBEDEKİ KONULARINA GÖRE VİDEOLARIM-2-

TESBİTLER

KUR’AN-I KERİM VE TEFSİR

TEFSİR DERSLERİ

TEFEKKÜR DÜNYASI

KUR’AN-I KERİM VE TEFSİR- ARAPÇA CELALEYN ÜZERİNE

HAYATA DAİR-TEFEKKÜR DÜNYAMIZDAN

Loading

No ResponsesMayıs 20th, 2020

YOTUBEDEKİ KONULARINA GÖRE VİDEOLARIM

YOTUBEDEKİ KONULARINA GÖRE VİDEOLARIM

 

TEFEKKÜR DÜNYASI

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXVX9aw4IdwiusGEaSynljy

SESLİ İBRETLİ- DÜŞÜNDÜREN ESERLER

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVX1WF4TPZhoDEhXYnYJgwiU

ARAPÇA CELALEYN TEFSİRİ

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWSE4Wv7SC36FbTsfeJYQLL

 

Loading

No ResponsesMayıs 19th, 2020

TELEGRAM ARŞİVİ

ARŞİV-SESLİ ESERLER-MAKALELER
https://t.me/Tesbitler

https://t.me/tesbitler02

https://t.me/tesbitlerpdf

https://t.me/kddtefsir 

https://t.me/kurandenizindendamlalar   

https://t.me/radyosohbetlerimp3

https://t.me/tefekkurdunyasi 

Loading

No ResponsesMart 4th, 2020

MASAÜSTÜ RADYO PLAYER-İNDİR-BİLGİSAYARINDA DİNLE

Loading

No ResponsesKasım 12th, 2019

TEFSİR VE SOHBET VİDEOLARI

KUR’AN DENİZİNDEN DAMLALAR-TEFEKKÜR DÜNYASI-SESLİ ESERLER

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVUaKOcG2_ckoYyETBkd6M_P

KURAN DENİZİNDEN DAMLALAR-624 video

https://www.youtube.com/playlist?list=PLQgK90GAEjg4Zl5B4qjz4kRWbolcb9Md

TEFSİR DERSLERİ

https://www.youtube.com/playlist?list=PLQgK90GAEjjViGYF5mLMKNNOmA07Nlkg

CELALEYN ÜZERİNE

https://www.youtube.com/playlist?list=PLQx5BUZ40juu5a3z8NPhFsv9e96x6oGgU

KURAN DENİZİNDEN DAMLALAR

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWxzl9g1JrFTZbeoYJe_GVr

ARAPÇA CELALEYN TEFSİRİ

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWSE4Wv7SC36FbTsfeJYQLL

SESLİ ÇANTAY MEALİ https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVU1guCMJYzeMrZKc2fxpcjj

TEFSİR DERSLERİ

https://www.youtube.com/playlist?list=PLQgK90GAEjjViGYF5mLMKNNOmA07Nlkg

 

Loading

No ResponsesEkim 2nd, 2019

DEV ARŞİV-1-

Loading

No ResponsesAğustos 11th, 2019

PLAY STORE- DAKİ UYGULAMAM

https://goo.gl/tbJDWm

Loading

No ResponsesAğustos 5th, 2019

TÜM UYGULAMALARIM

TÜM UYGULAMALARIM

Play store uygulaması- NURLU HAKİKATLAR-indir-izin ver ve Yükle

https://cloud.degoo.com/share/5W5sX7_c8r8V7ip72skheQ

 

Loading

No ResponsesTemmuz 28th, 2019

Verimli Toprak Gibi İnsan Olmak: Kalbin Tarlasında Hakikat Yağmurları

Verimli Toprak Gibi İnsan Olmak: Kalbin Tarlasında Hakikat Yağmurları

“(Toprağı) iyi ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar. (Toprağı) kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz. Şükredecek bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde açıklıyoruz.”Araf Suresi 58. Ayet

Rahmet yüklü rüzgârlar gibi Peygamberler, semavî rahmetin ilk habercileri ve taşıyıcılarıdır. Onlara indirilen ilâhî kitaplar ise, çorak gönülleri dirilten, kupkuru kalpleri yeşerten birer rahmet yağmurudur. Tıpkı bir tarlanın yağmura, güneşe, tohuma ve bakımına ihtiyacı olduğu gibi, insan kalbinin de hidayete, ilme, hikmete ve güzel ahlâka ihtiyacı vardır.

Toprak gibidir insan.

Kimisi verimli, kimisi çorak. Kimi tohum ektiğinde bereketle geri verir; kimi ise ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın diken verir, taş verir, yabani ot verir. Birinin gönlünde Kur’an yeşerir, merhamet filizlenir, güzel ahlâk meyve verir. Diğerinin gönlüne ise ne ekilse tutmaz, çünkü o kalp, gafletin kuraklığıyla çatlamış, nefsin taşlarıyla örtülmüştür.

“İsin yanına varan is, misin yanına varan mis kokar.” der atalarımız. Kiminle yürürsen, kiminle oturur kalkarsan, gönlünü kimlerle hemhal edersen ona benzersin. Zira toprak, ne ekilirse onu verir; kalp de neyle beslenirse ona dönüşür. Mis kokulu bir çevre, insanın gönül bahçesini gül bahçesine çevirir. Fakat is dolu bir ortamda gönül kararır, kalp katılaşır.

Her insan bir tarladır.

Bazısı içindeki cevheri işleyerek rahmete dönüşür, toplumun yükünü taşır, fayda verir. Kimisi ise nefsin rüzgârına kapılır, gölgesinden başka bir şey vermez etrafına.

Zira Allah, kullarını zayi etmek istemez. Fakat toprağın kabul etmediği tohum gibi, bazı gönüller de rahmet mesajını geri çevirir. Oysa Rabbimiz, “şükredecek bir toplum için” ayetlerini farklı şekillerde beyan eder. Düşünsünler, ibret alsınlar, dönüş yapsınlar diye…

Murâdîfleriyle bir bakış:

Verimli toprak: Gönlü açık, kalbi uyanık, hikmete susamış insan.

Çorak arazi: Katılaşmış kalp, nefsin esareti altındaki birey.

Yağmur: İlâhî mesaj, vahiy, hikmet ve nasihat.

Tohum: Kur’an ayetleri, güzel sözler, salih ameller.

Meyve: Güzel ahlâk, faydalı işler, topluma hizmet.

Son Söz:

Kendimizi sorgulamalıyız: Hangi toprağa benziyoruz? Kalbimiz hakikatin tohumlarına açık mı, yoksa taşlaşmış mı? Hangi rüzgârla savruluyoruz; rahmet mi, nefis mi? Ve nihayet, kokumuz ne? Mis mi, is mi?

Allah bizleri, kalbi rahmetle yumuşayan, gönlü hakikatle yeşeren, sözüyle, duruşuyla ve ameliyle topluma fayda sağlayan güzel insanlardan eylesin.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

Pansumanla İyileşmez: Türkiye’nin Asıl Yaralarına Köklü Bir Dokunuş Lazım

Pansumanla İyileşmez: Türkiye’nin Asıl Yaralarına Köklü Bir Dokunuş Lazım

Bazı hastalıklar vardır ki, üzerine sarılan bezle, vurulan ilaçla geçmez. O yara, derinin altında birikmiş, sinire, organa işlemişse; geçici tedaviler ancak sancıyı dindirir ama hastalığı büyütür. Türkiye, bugün böyle bir durumun içindedir. Her alanda “pansuman”la yetinmeye çalışıyor, ama derindeki hastalıklar kangrene dönüşüyor.

Geçici Çözümlerle Oyalanmak

Ekonomide bir gecelik müdahalelerle düşen kur, ertesi gün yeniden fırlar. Adalette yapılan göstermelik değişiklikler, mağduriyetleri ortadan kaldırmaz. Eğitimde reform adıyla gelen yüzeysel değişiklikler, gençliği hakikatten uzaklaştırır. Ahlaki bozulma ise, sadece yasaklarla değil, köklü bir maneviyat hamlesiyle düzelebilir. Türkiye, yıllardır sorunlara geçici çözümler üretmekle, esas olanı ihmal etti: sağlam ve sabit bir temel kurmak.

Kaygan Zemin Üzerine Gelecek Kurulmaz

Zemini kaygan olan bir bina, isterse saray gibi süslü olsun; en ufak sarsıntıda çöker. Bugün toplum olarak içinde yaşadığımız zemin; değerlerden uzak, günübirlik tepkilerle şekillenen, hakikatin değil hissin konuştuğu bir zemindir. Bu zeminde istikrar değil, sürekli bocalama olur. İlerlemenin değil, tükenmenin zeminidir bu. Oysa bizim ihtiyacımız olan; hakikatle yoğrulmuş, sabırla kurulan, kökleri mazide, dalları istikbale uzanan bir zemin.

Tarihten Bir İbret: Selçuklu ve Osmanlı’dan Dersler

Selçuklu, içerideki çözülmeyi ciddiye almadığında, Moğol istilasına direnemedi. Osmanlı, Lale Devri’nin gösterişli ama zayıf yapısını fark edemeyince, ardı ardına gelen savaşlarda çöküş kaçınılmaz oldu. Her ikisinin ortak hatası şuydu: görünene aldanmak, kökleri ihmal etmek. Bugün biz de benzer bir gaflete düşersek, tarihin ibretli sayfaları tekrar yaşanır.

Köklü Zemin: Adalet, Ahlak ve Hakikat

Bu milletin ayağını sabit kılacak olan; adaletle örülmüş bir sistemdir. Haklının güçlü, mazlumun korunur olduğu bir düzen, her şeyin temeli olmalıdır. Ahlak ise bu yapının çimentosudur. Ahlaki yozlaşmayı ne kanunlar engeller, ne cezalar yeter. Manevi diriliş olmadan, hiçbir kalıcı çözüm olmaz. Üçüncü sütun ise hakikattir. Yalanla, algıyla, manipülasyonla yürünen yol; uçurumun kenarına çıkar.

Bugün ve Yarın İçin Çağrı

Ey bu vatanın evladı!
Sen geçici çözümlerle oyalanmamalısın.
Bir millet, köklü değerler üzerine yükselirse tarihe yön verir. Yoksa başkalarının yön verdiği bir kalabalığa dönüşür. Bugün pansumanla oyalanmak, yarının felaketine davetiye çıkarmaktır.
Çözüm derindedir. Arayış, kalpte ve akılda başlamalıdır. Ve zemin, sadece siyasetle değil; inançla, fikirle, gayretle kurulmalıdır.

Son söz:
Yara derindeyse, merhem de derin olmalıdır. Türkiye’nin ihtiyacı pansuman değil, tedavi değil, diriliştir. Bu diriliş; değerle, dua ile, doğruyla başlar.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

Çatışmaların Gölgesinde Kalan Hakikat: İçerde Oyalanan Türkiye, Dışarda Sessiz Kalan Dünya

Çatışmaların Gölgesinde Kalan Hakikat: İçerde Oyalanan Türkiye, Dışarda Sessiz Kalan Dünya

Tarih, milletlerin sadece düşmanlarının saldırılarıyla değil, kendi içlerindeki ayrılıklar, gafletler ve kışkırtmalarla da çöktüğüne dair sayısız örnekle doludur. Türkiye, bugün benzer bir sürecin içinde çırpınırken, bu topraklarda yaşayan her bir fert şunu sormalıdır: “Biz birbirimizle meşgul edilirken, dünyada neler oluyor?”

Tarihten Günümüze: Fitneyle Gelen Çöküşler

Osmanlı’nın son dönemleri, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başları, içerideki etnik ve mezhebi kışkırtmalarla zayıflatıldı. Balkanlarda, Anadolu’da ve Arap coğrafyasında isyanlar çıkarıldı. “Kardeş kardeşe kırdırılırken”, Batı emperyalizmi sessizce işgal planlarını yürüttü. Bugün benzer bir oyun sahnede.

Bugünün Perdesi: Barış İradesine Darbeler

Türkiye’de farklı inanç grupları, etnik yapılar ve siyasi düşünceler üzerinden toplumu kamplara ayıran bir dil kasıtlı biçimde tırmandırılmakta. Toplumsal barışa dair her umut yeşerdiğinde, bir provokasyonla kökünden koparılmak isteniyor. Barışa yönelik bir Türkiye’nin yükselmesi; yalnızca içerideki huzuru değil, dışarıdaki zulüm mekanizmalarının da maskesini düşürecek güce sahip.

Gazze ve Suriye: Susturulan Vicdanlar

İsrail’in Gazze’de aylardır sürdürdüğü insanlık dışı saldırılar, ABD’nin Ortadoğu politikalarıyla birleşince bir soykırım tablosuna dönüşmüş durumda. Suriye’de ise yıllardır süren iç savaş, halkı perişan etti, toprakları parçalayacak senaryolar hazırlandı. Fakat ne zaman bu zulümler gündeme gelse, Türkiye içinde bir kriz patlatılıyor; kavgalar, linçler, siyasi gerginlikler manşetlere taşınıyor. Gözler Gazze’den, Suriye’den, Yemen’den, Arakan’dan uzaklaştırılıyor.

İbretlik Sual: Kimin Oyunu Bu?

“Türkiye neden sürekli içeride kavga ettiriliyor?”
Bu sorunun cevabı basit: Çünkü güçlü bir Türkiye, mazlum coğrafyaların umudu olur. Çünkü barış içinde birleşmiş bir Türkiye, emperyalist projelerin karşısında durabilecek ender ülkelerden biridir. Çünkü bu milletin mayasında “hak” ve “adalet” var. Bu mayayı bozmadan, bu topraklar sömürülmez, bu halk esir edilemez.

Uyanmanın Vakti: Kardeşlik Direniştir

Toplumsal kutuplaşmalar, mezhep ayrılıkları, siyasi kamplaşmalar ve kimlik kavgaları… Bunlar bir milletin enerjisini içe çeker. Oysa aynı enerji, Filistin’de bir çocuğun hayatını kurtarabilir, Suriye’de barışı inşa edebilir, ümmetin yeniden dirilişine vesile olabilir. Bu nedenle içeride barış, dışarıda adalet demektir. Kardeşlik, sadece bir duygu değil, aynı zamanda bir direniş şeklidir.

Sonuç: Yeni Bir İstiklal Cephesi

Bugün millet olarak içerde birlik, dışarda duruş sergileyemezsek, yarının tarihi bugünkü gafletimizi lanetle anacaktır. Unutulmamalıdır ki; İstanbul’da bir kardeşin kardeşle kavgası, Gazze’de bir çocuğun ölümüne sessiz kalmaktır. Siyasi hesaplardan, ideolojik ayrımlardan önce gelen bir gerçek var: Bu topraklarda yaşayan herkesin sorumluluğu, sadece kendine değil; mazlumlara, tarihe ve geleceğe karşıdır.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

ÇİÇEKLER BAHARDA AÇAR: İMTİHANIN ARDINDAKİ HİKMET

ÇİÇEKLER BAHARDA AÇAR: İMTİHANIN ARDINDAKİ HİKMET

“Eğer size bir sıkıntı isabet ederse, başka halklara da benzeri sıkıntı isabet etmiştir. Bu günleri, insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah’ın içinizdeki gerçek iman edenleri ayırt etmesi ve gerçeğin tanıklarını belli etmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.”
(Âl-i İmran, 140)

Hayat, sabit bir çizgi değil; inişli çıkışlı bir yolculuktur. Her insan, her millet, her ümmet zaman zaman imtihanlarla yüzleşir. Bazen zillet, bazen izzet, bazen kış, bazen bahar yaşar. Ama asıl olan; kışta sabreden, baharda açacak çiçeği umandır.

Sıkıntı da nimettir.
Zira ayet, başa gelen musibetleri sadece bir ceza olarak değil, bir ayıklama, bir arıtma, bir imtihan süreci olarak tarif eder. İmtihanın amacı yoksa, sıkıntının bir anlamı kalmaz. Ama Allah, bu günleri döndürerek, iman edenle etmeyeni, sabredenle isyan edeni, sadık olanla görünürde kalanları ayırt eder.

Çiçekler, her mevsimde değil, baharda açar. Ama baharın habercisi olan kış, her çiçeği büyütmez. Ancak kökü sağlam, sabrı derin, umudu diri olan çiçekler baharı görür. İşte mümin de böyledir: Musibet kışlarında kök salar, sabırla bekler ve sonunda rahmet baharında açar.

Zorluklar, aslında perde arkasında rahmet taşır.
Bazen bir musibet, bin nasihatten daha etkilidir. Kalbi uyandırır, gönlü arındırır, insanı özüne döndürür. Dert, insanı dua eder hale getirir. Sessiz kalan kalpler, sıkıntıyla Rabbine yönelir. Ve işte o zaman ayet tecelli eder:
“Allah, içinizden iman edenleri ayırt eder…”
Yani sıkıntılar sadece bir elem değil, kimliğimizi ortaya çıkaran bir aynadır.

Zalimler sevilmez, sabredenler sevilir.
Ayetin sonunda geçen “Allah, zalimleri sevmez” ifadesi, zulmün hiçbir bahaneyle meşrulaştırılamayacağının altını çizer. Bu hem başkalarına yapılan zulüm için geçerlidir, hem de insanın kendine yaptığı içteki zulüm için. Sabırsızlık, isyan, şikâyet… Bunlar da insanı karartan zulüm türlerindendir.

Bu günler döner…
Unutulmamalı ki, hiçbir acı baki kalmaz. Tıpkı hiçbir baharın da ebedî olmaması gibi. Mevsimler döner, günler değişir. Ama bu dönüşümde kazananlar, Allah’a güvenenler, sabırla direnenler ve sarsılsa da yıkılmayanlardır.

Son söz:
Hayat bir imtihandır. Her kış, içinde bir baharı saklar. Çiçekler baharda açar; ama kökü kışa dayanabilenler, sabırla toprağı delenler…
İşte bu yüzden, gelen musibetten korkma. Çünkü o, seni sen yapmak için gelmiştir. Baharın çiçeği olmak istiyorsan, kışın fırtınasına sabretmeyi bilmelisin.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

HİLAFETİN YENİ VERSİYONU: FARZ-I AYN OLAN İTTİHAD-I İSLAM

HİLAFETİN YENİ VERSİYONU: FARZ-I AYN OLAN İTTİHAD-I İSLAM
İslam dünyasının geleceği burada. Dünyanın korkmasına gerek yok. Ve de korkunun ecele faydası yoktur.

Asırlardır ümmetin yüreğinde sızlayan bir hasret var: Birlik. Eskilerin “hilafet” dediği o merkezî yapı, bugün belki aynı isimle değil ama aynı ruhla, yeniden çağrılmakta: İttihad-ı İslam. Artık bu çağın en büyük farzlarından biri budur: Müslümanların birliği. Hem de farz-ı kifaye değil, farz-ı ayn gibi bir ihtiyaçtır bu.

Hilafet, bir şekil değil; bir şuurdur.
Tarihte hilafet bir sancak, bir merkez, bir liderlikti. Ama onun arkasında asıl olan ruh, ümmetin birlikte hareket etmesiydi. Bugün o sancak düşmüş olabilir; ama sancaktan daha değerli olan ruh, hâlâ diridir ve yeniden ayağa kalkmak için bir işaret beklemektedir. Bu çağın hilafeti, İttihad-ı İslam şuurudur.

İttihad-ı İslam, siyasi bir proje değil; imani bir zarurettir.
Bu birlik, ne bir devlet kurma hayalidir ne de emperyal hedefler. Bu birlik, parçalanmış yürekleri birleştirme çağrısıdır. Her biri ayrı ayrı ezilen, sömürülen, birbirine düşman edilen ümmet coğrafyalarının, “tek bir vücut gibi” hareket etme zorunluluğudur.

Dünya neden korkuyor?
Birlik olmuş bir İslam dünyasından neden korkulur? Çünkü hak ve adalet ayakta durursa, zulüm sallanır. Ama dünyaya sesleniyoruz: Korkmanıza gerek yok. İslam’ın birliği, adaletin dirilişidir. Mazlumun sesi, yetimin umudu, zalimin freni olacaktır. Ama asla bir istilanın değil, bir ıslahın adı olacaktır.

Ve unutulmasın:
Korkunun ecele faydası yoktur.
Zulümle abad olunmaz. Parçalanmış bir ümmet, sadece düşmanlarının ekmeğine yağ sürer. Ama birleşmiş bir ümmet, sadece kendisini değil, tüm insanlığı da selamete çıkarır.

Bediüzzaman’ın deyimiyle:
“İttihad-ı İslam, bu zamanın en büyük farz vazifesidir.”
Bu söz, bir fikir değil, bir feryattır. Müslüman, kardeşine sırtını döndüğü sürece ne huzur bulur, ne izzet. Birbirine omuz vermediği sürece, sürekli başkalarının gölgesine mahkûm kalır.

Ey ümmetin evlatları!
Uyanın. Mezhep farklılıklarını, ırk ayrılıklarını, coğrafya sınırlarını aşın. “La ilahe illallah” ortak paydasında buluşun. Kıblemiz bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir, gayemiz bir… Neden yolumuz ayrı?

Son söz:
Hilafet, salt bir makam değildir. Bu çağın hilafeti; adaletin, kardeşliğin, dayanışmanın, şuurun dirilişidir. İttihad-ı İslam, bu çağın adıdır. Ve artık beklemek değil, inşa etmek zamanıdır. Her müminin duası, gayreti, kalbi bu birliğe akmalıdır. Çünkü İslam dünyasının geleceği burada yazılacaktır.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

MESLEĞİNE MUHABBET, BAŞKASININ MESLEĞİNE ADALET

MESLEĞİNE MUHABBET, BAŞKASININ MESLEĞİNE ADALET

“Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, ‘Mesleğim haktır veya daha güzeldir.’ demeye hakkın var. Fakat ‘Yalnız hak benim mesleğimdir.’ demeye hakkın yoktur.”
(Mektubat, 22. Mektup, 1. Mebhas)

İnsan, düşünür, inanır, tercih eder. Fakat bu tercih, onu başkalarını küçümsemeye ve yok saymaya götürüyorsa, orada ne hak kalır, ne de hakikat.

Bediüzzaman Hazretleri’nin bu cümlesi, bize bir hakikat terbiyesi sunar: Kendi yoluna muhabbetle bağlı ol, ama başkasının yoluna adaletle bak. Çünkü herkesin kalbinde farklı bir imtihan, zihninde farklı bir arayış, yolunda farklı bir hikmet gizlidir.

Hakikatin tekelcisi olunmaz.
Bir fikri benimsemek, onu en doğru görmek hakkımızdır. Lakin bu, başkasının fikrini bütünüyle bâtıl ilan etmek hakkını vermez. Zira hakikat çok yönlüdür. Aynı güneşe farklı pencerelerden bakanlar gibi, her bakışın kendine göre bir anlamı vardır.

Bediüzzaman bu ifadeyle, münakaşa eden değil, müzakere eden bir zihniyetin temellerini atar. “Benim mesleğim haktır” demek, bir bağlılıktır. Ama “Yalnız benim mesleğim haktır” demek, bir inhisar, bir taassup, bir gururdur.

İnanç ve fikir alanında tekçilik, manevî bir zulümdür.
Kendini mutlak doğru görmek, başkasını hor görmekle neticelenir. Bu ise cemiyetin kalbine nifak, toplumun ruhuna fitne eker. Oysa adaletli bir nazar, farklılıkları düşmanlık değil, rahmet vesilesi görür.

Unutulmamalıdır ki, şeytan dahi “Ben daha hayırlıyım” diyerek lanetlendi. Kendini üstün görmek, ibadetle değil, adaletle sınanır. Ve en güzel adalet, kişinin kendi gibi düşünmeyene karşı takındığı tutumdur.

İslam kardeşliği, taassubun değil, anlayışın temelidir.
Kardeşlik, aynı düşünmek değil; farklı düşündüğü halde birbirini sevebilmektir. Kişi mesleğine sadık olabilir, olmalıdır da. Lakin bu sadakat, diğer yolları bütünüyle reddetmeye değil, onları da dinleyerek hikmeti aramaya vesile olmalıdır.

Sonuç olarak:
Her yol, hakka açılan bir kapı olabilir. Her kalp, hakikati arayan bir kıbledir. Yeter ki gururla değil, tevazu ile bakılsın. Mesleğimize muhabbetle sarılalım; ama başkalarının mesleklerine de adaletle bakalım. Zira hakikat, yalnızca bizim elimizde değil; Allah’ın ilminde gizlidir.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

ZAMAN SULH – BİRLİK, BERABERLİK VE KARDEŞLİK ZAMANIDIR

ZAMAN SULH – BİRLİK, BERABERLİK VE KARDEŞLİK ZAMANIDIR
Kavga çözümsüzlüktür.

Tarih boyunca insanlık, ne zaman birliğe sarılmışsa yükselmiş; ne zaman ayrılığa düşmüşse zelil olmuştur. Kalplerin birleştiği, gönüllerin aynı hedefte çarptığı zamanlar, insanlığın huzur ve saadet bulduğu nadir anlardır. Bugün ise öyle bir zamandayız ki, ihtilaf değil ittifak; kin değil muhabbet; kavga değil sulh çağrısı yapmak en büyük görevdir.

Kavga, aklın değil, nefsin ürünüdür.
Kavga, haklıyı değil güçlüyü belirler. Oysa hak, güçle değil, hikmetle ve adaletle tecelli eder. İnsanlar birbirlerini dinlemeden hüküm verdiklerinde, anlaşmazlıklar derinleşir. Oysa dinlemek, anlamaya çalışmak, farklılıkları zenginlik bilmek asıl erdemdir.

Hz. Mevlânâ’nın şu sözü ne kadar da hikmetlidir:
“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir.”
İşte bu yüzden bugün, aynı duyguda, aynı hedefte birleşme zamanıdır. Dilde, fikirde ve gönülde bir olma zamanıdır.

Birlik rahmettir, ayrılık azap.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Mü’minler bir binanın tuğlaları gibidir, biri diğerini destekler” buyurmuştur. Binanın tuğlaları arasındaki uyum bozulduğunda, en güçlü yapı bile yıkılır. Toplum da böyledir. Eğer birlik duygusu yıkılırsa, kavga, nefret ve ayrışma alır başını gider. Oysa birbirimizi sevmek, affetmek, anlamaya çalışmak kadar insanî ve İslamî bir davranış olamaz.

Kardeşlik yaratılıştandır, düşmanlık sonradan öğrenilir.
İnsanoğlu fıtraten barış sever. Fakat nefis ve şeytan, düşmanlığı cilalayıp süslü gösterir. “Ben haklıyım” kibriyle yapılan her tartışma, aslında bir başka haksızlığa kapı aralar. Kavga, bir anlık zafer gibi görünse de, ardında pişmanlık, kırgınlık ve yıkım bırakır. Oysa bir tebessüm, bir selam, bir gönül alma; nice yıkımı onarır, nice yarayı sarar.

Bu çağ, gönül yapma çağıdır.
İnsanlık büyük bir imtihandan geçmektedir. Savaşlar, ayrılıklar, toplumsal çözülmeler karşısında en güçlü silahımız, birliğimizdir. O yüzden şimdi tam zamanı: Gönülleri birleştirme zamanı. Farklılıklarımızı düşmanlık değil, zenginlik vesilesi kılma zamanı. “Ben” değil “biz” deme zamanı.

Son söz:
Kavga, çözümsüzlüğün maskesidir. Oysa çözüm, selamda, sulhta, kardeşlikte gizlidir. Gelin, bu çağın çağrısına kulak verelim. Birlikte yürüyelim, birlikte dua edelim, birlikte onaralım. Çünkü zaman sulh, birlik, beraberlik ve kardeşlik zamanıdır.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

İbrâhîm Gibi Olmak: Teslimiyetin ve Hanîfliğin Çağrısı

İbrâhîm Gibi Olmak: Teslimiyetin ve Hanîfliğin Çağrısı

“Ve kendisi iyilik eden bir kimse olarak, nefsini Allah’a teslîm eden ve Hanîf(hakka yönelmiş) olarak İbrâhîm’in dînine tâbi’ olan kimseden, din bakımından daha güzel kim olabilir? Zîrâ Allah, İbrâhîm’i dost edinmiştir.” (Nisa, 4/125)

İnsanlık tarihi boyunca arayış bitmedi. Kalbini hakikate açanlar da oldu, nefsinin peşinden koşanlar da. Ancak Rabbimizin bu ayette işaret ettiği “en güzel din üzere olmak”, insanın yaratılış amacına uygun olarak yaşamasını sağlayan yegâne yoldur. Bu yol, Hz. İbrâhîm’in yoludur. Hanîf bir duruşun, tevhid inancının, teslimiyetin ve ihsanın sembolüdür o.

Hanîf: Yalnızca Hakka Yönelmek

Hanîf, bâtıldan yüz çevirip Hakk’a yönelen demektir. Hz. İbrâhîm, putlarla dolu bir toplumun içinde, fıtratının sesini dinleyerek yıldızlara, aya ve güneşe tapmayı reddetmiş, “Ben batıp gidenleri sevmem” (En’âm, 6/76-79) diyerek Rabbine teslim olmuştur. Bugünün dünyasında da teslimiyeti kıracak, imanı gölgeleyip perdeleyecek çokça put var: makam, para, şöhret, ego… Hanîf olmak, tüm bu sahte ilaçların yerine kalbi yalnız Allah’a yönlendirmektir. Bu, bir akide tavrı olduğu kadar, bir hayat tarzıdır da.

Nefsini Allah’a Teslim Etmek

Teslimiyet; sadece dilde “inanıyorum” demek değil, nefsin arzularını Allah’ın emirleriyle terbiye etmektir. Hz. İbrâhîm, oğlunu kurban etme emri geldiğinde hiçbir tereddüt göstermemiştir. Oysa bu, her baba için en ağır imtihandır. O, kalbinin en kıymetlisini bile Allah için feda etmeye hazırdı. Bugün biz ne kadar teslimiz? Namaz, infak, sabır, tevazu gibi farz ve faziletlerde ne kadar nefsimizi aşabiliyoruz?

İyilik Eden (Muhsin) Olmak

Ayette geçen “muhsin” vasfı, sadece iyi işler yapmak değil, işleri Allah’ı görüyormuşçasına yapmaktır. Bu da ihsan makamıdır. Hz. İbrâhîm, tevhidi anlatırken, kavmiyle münakaşaya girerken, misafire ikram ederken, dua ederken her hâlinde bu bilinçle hareket etmiştir. Bugün biz iyiliği gösteriş için mi yapıyoruz, yoksa Rabbimizin rızasını kazanmak için mi?

Allah’ın Dostluğuna Layık Olmak

“Allah, İbrâhîm’i dost edinmiştir.” Bu ifade, ilahî bir iltifattır. Dostluk, güven ve yakınlıktır. Allah’ın dostu olmak, O’na en yakın olanlardan olmak demektir. Bu makam, sıradan bir mükâfat değil, ilahî bir yakınlıktır. Bu dostluk, samimiyetle, istikametle ve sadakatle kazanılır. Peki biz dostluğa mı adayız, yoksa gaflete mi?

Günümüzde Hanîf Olmak

Bugün hakla bâtılın sınırları bulanıklaştırılmış, modern putlar süslü ambalajlarla sunulmuşken; hanîf kalabilmek, cesaret ister. Zihinlerin bulandığı, kalplerin karardığı, imanın tehlikeye girdiği bir çağda hanîf duruş, Hakk’ın tarafında açıkça saf tutmayı gerektirir. Bu da hem bilgiyle hem de salih amelle mümkündür.

Sonuç: En Güzel Din Üzere Olmak

İnsanın kalbini, aklını ve amelini içine alan bu ayet; bize gerçek bir hayat felsefesi sunar: Hanîf olmak, nefsini Allah’a teslim etmek ve iyilik üzere bir hayat sürmek… İşte bu, dinin özü, hayatın gayesi ve kurtuluşun sırrıdır. Ve bu yolu en güzel şekilde yürüyen Hz. İbrâhîm, bize hem bir örnek hem de bir davet niteliğindedir. Çünkü o, yalnızca bir peygamber değil, dost edinilmiş bir kuldur.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

Ruhların Tanışıklığı ve İlahi Çekim: Gönüllerin Meçhul Dili

Ruhların Tanışıklığı ve İlahi Çekim: Gönüllerin Meçhul Dili

“Ruhlar toplanmış cemaatler (gibidir). Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar.” [Buhârî, Enbiya 2; Müslim, Birr 159, (2638); Ebû Dâvud, Edeb 19, (4834).]

İnsan bazen biriyle ilk defa karşılaşır fakat onu yıllardır tanıyormuş gibi hisseder. Yüzünde bir aşinalık, sesinde bir tanıdıklık, kalbinde ise tarif edilemeyen bir sıcaklık vardır. Ya da tam tersi, biriyle aynı ortamda bulunur ama içi daralır, kalbi huzursuz olur, kelimeler yerini bulmaz. Oysa bu kişiyle ne bir husumeti, ne de geçmişi vardır. Bu iki hâl arasında görünmeyen, fakat derin bir hakikat gizlidir: Ruhların tanışıklığı veya yabancılığı.

Hz. Peygamber’in bu hadisi, bize ruhların da bir dili, bir hafızası, bir irtibat noktası olduğunu haber verir. Ruhlar, cismanî hayat başlamadan önce bir araya gelmiş, belki de yaratılış öncesi bir sahnede birbirlerini tanımışlardır. Bu tanışıklık, dünya hayatında bedenlerle karşılaştıklarında tekrar canlanır. Tıpkı eski dostların yıllar sonra birbirine sarılması gibi…

Ruhların Buluşma Noktası: Elest Bezmi mi?

Kur’an’da geçen “Elestü bi-Rabbikum” hitabını hatırlayalım:

> “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”
(A’râf, 7/172)

Bu ilahi hitapla bütün ruhlar, yaratılış öncesinde Rabbine “evet” demişti. İşte ruhların birbirini tanıması da bu ilahi sahneden kalan izlerle mümkün olabilir. Belki de bazı ruhlar, bu bezmde birbirlerine daha yakın durdu; bazılarıysa uzak ve ilgisiz kaldı. Dünya hayatındaki sıcaklıklar, dostluklar ya da uzaklaşmaların temeli orada atılmış olabilir.

Tasavvufî Yorum: Ruhların Akrabalığı

İbnü’l-Arabî’ye göre, hakiki yakınlık kalplerin değil, ruhların benzerliğinde saklıdır. Ruh, Hakk’a yönelmişse, onun benzeri olan diğer ruhlarla uyum içindedir. Dünya meşgalesi, araya giren nefsanî perdeler bu uyumu zayıflatabilir, ama büsbütün silemez. Çünkü ruhlar, nuranî varlıklardır; nur da nuru çeker.

Mevlânâ, bu hakikati şöyle dile getirir:

> “Ten kafesi bir kalıptır, gönül ise o kalıbın sırrı. Gönüller buluşunca ne diller gerek, ne sözler…”

İbretli Bir Hakikat: Her Kalp Dost Değildir

Bu hadis aynı zamanda bizlere dikkatli olmayı, her yüze gülmemeyi, her kalbe emanet vermemeyi de öğretir. Bazı ruhlar vardır ki, size yabancıdır. Sizin yöneldiğiniz yere bakmazlar; sizin hissettiğinizi anlamazlar. Onlarla aynı dili konuşmak, aynı sofrada oturmak bile sizi yorar. Çünkü ruhlar birbirini tanımamıştır. Zorlama muhabbetlerin, içi boş dostlukların temelinde bu ruhî uyumsuzluk yatar.

Dolayısıyla bir kimseye hemen ısınıyorsanız, bu manevi bir yakınlığın emaresi olabilir. Ama bir başkasına karşı nedensiz bir mesafe hissediyorsanız, belki de bu ruhların geçmişinde gizli bir ayrılığın yansımasıdır.

İlahi Bir Çekim Yasası

Bu hadis, aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik bir gerçekliğe de ışık tutar: İnsan, kendi gibi olanı çeker. Sadık, sadıkla; halis, halisle; fasık, fasıkla beraber olur. Hayat bunu defalarca ispatlar. Bu yüzden Rabbimiz şöyle der:

> “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 9/119)

Ruhun yönü nereye dönükse, arkadaşları da orada belirir.

Sonuç: Kalbin Uyumu, Ruhun Hafızasındadır

Her karşılaşma, zahirde bir tesadüf gibi görünse de, belki de ruhların çok önceden başlayan yolculuğunun bir durağıdır. Bazı kalpler birbirine çekilir, bazılarıysa birbirini iter. Bu ne kibirdir ne de önyargı; bazen sadece bir manevi hakikatin tezahürüdür.

O hâlde dua edelim:

> “Ya Rabbi! Ruhumu, ruhuna yakın olanlarla karşılaştır. Kalbimi, Senin sevdiğin kullarının kalbiyle uyumlu kıl. Gönlümü, tanışan ruhlarla birleştir; yabancı kalplere mahkûm etme…”

@@@@@@#

https://www.google.com/amp/s/sorularlaislamiyet.com/ruhlar-toplanmis-cemaatler-gibidir-onlardan-birbiriyle-onceden-tanisanlar-kaynasir-tanismayanlar%3famp

 

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

Papaların kehaneti adlı eserde gizemli,tarihsel olaylar.

Papaların kehaneti adlı eserde gizemli,tarihsel olaylar.

“Papaların Kehaneti” (Prophecy of the Popes) adıyla bilinen bu eser, genellikle 12. yüzyılda yaşamış Aziz Malaki’ye (St. Malachy) atfedilen kehanetlere dayandırılır. Efsaneye göre Malaki, Roma’yı ziyaret ettikten sonra 112 kehanetlik bir liste kaleme almış ve bu liste Vatikan arşivlerinde saklanmıştır. 1595’te ise bu liste ilk kez yayınlanmıştır. İşte bu eser hem gizemi hem tarihsel boyutları hem de geleceğe dair iddialarıyla dikkat çeker.

Özetle “Papaların Kehaneti” Eserinde Neler Anlatılır?

1. 112 Papalık Kehaneti

Aziz Malaki’nin yazdığına inanılan listede, 1143 yılından itibaren görev yapan 112 papa için kısa, sembolik ve şifreli tanımlamalar yer alır.

Her bir tanım, ilgili papanın ismi, kökeni, arması, görevi veya dönemiyle ilişkilendirilir. Örneğin, “De Medietate Lunae” (Ay’ın Yarısından) gibi ifadeler kullanılmıştır.

2. Tarihsel Doğruluk ve Uyum

1595’e kadar gelen papalar için yapılan tanımlar oldukça isabetlidir ve çoğu zaman doğrudan ilişkilendirilebilir. Bu da eserin gerçekten bir kehanet mi, yoksa sonradan yazılmış bir kurgu mu olduğu tartışmalarını doğurur.

1595’ten sonraki papalar için yapılan tanımlamalar daha genel ve yorum gerektiricidir.

3. Son Papa ve “Petrus Romanus”

Listenin son sırasında “Petrus Romanus” (Romalı Petrus) adlı bir papa yer alır. Bu papa döneminde büyük yıkımlar, zulümler, kıyamet benzeri olaylar yaşanacağı söylenir.

Bu nedenle birçok kişi, bu son kehanetin kıyamet alametleriyle ilişkili olduğunu düşünür.

4. Gizem ve Komplo Teorileri

Vatikan’ın bu kehaneti gizlediği veya manipüle ettiği,

Kehanetin Illuminati, Masonluk gibi yapılarla bağlantılı olduğu,

Papa seçimi süreçlerinin bu kehanete göre şekillendiği gibi teoriler de kitapta ya doğrudan ya da dolaylı olarak işlenir.

5. Geleceğe Dair İddialar

Mevcut papa (özellikle Papa Francis) bu listedeki son papa mı?

Eğer öyleyse, Vatikan’ın ve Hristiyanlığın sonu mu geliyor?

Tüm bu sorular kehanetin günümüzde tekrar gündeme gelmesine sebep olmuştur.

Sonuç Olarak

“Papaların Kehaneti”, dini sembollerle örülü, tarihsel olaylara gizemli bir bakış sunan ve geleceğe dair mistik bir beklenti oluşturan, tartışmalı ve etkileyici bir metindir. Gerçekliği sorgulansa da, hem akademik hem popüler kültürde dikkat çekici bir yer edinmiştir.

@@@@@@

Aziz Malaki’ye atfedilen “Papaların Kehaneti” listesindeki bazı dikkat çekici örnekleri ve özellikle son papalara dair açıklamaları özetleyerek paylaşayım. Toplamda 112 kehanet vardır; ama özellikle son birkaç tanesi günümüzle ilişkilendirildiği için daha fazla ilgi çeker.

Papaların Kehaneti – Seçilmiş Bazı Örnekler:

1. Celestine II (1143–1144) – Ex castro Tiberis (“Tiber Kalesi’nden”)

Kehanetle, papanın doğum yeri olan Tifernum (Tiber nehri yakınında) ilişkilendirilir.

63. Clement XIII (1758–1769) – Rosa Umbriae (“Umbrian Gülü”)

Papa Clement, Umbria bölgesindendi ve gül, onun armasında vardı.

75. Pius VII (1800–1823) – Aquae Electi (“Seçilmişlerin Suları”)

Papa, deniz kenarındaki Cesena şehrinden gelmişti.

Son Papalar (Kehanete göre 20. yüzyıldan sonra):

107. Benedict XV (1914–1922) – Religio depopulata (“Dinsel yıkım”)

I. Dünya Savaşı ve Avrupa’daki büyük dinsel kriz dönemiyle uyumludur.

108. Pius XI (1922–1939) – Fides intrepida (“Korkusuz inanç”)

Faşizm ve Nazizm döneminde kilisenin direnişini temsil eder.

109. Pius XII (1939–1958) – Pastor angelicus (“Meleksi çoban”)

Çok dindar ve nazik bir ruhani lider olarak anılır.

110. John XXIII (1958–1963) – Pastor et nauta (“Çoban ve denizci”)

Papa olmadan önce Venedik Patriği idi (denizci bir şehir).

111. John Paul I (1978) – De medietate lunae (“Ay’ın yarısından”)

Sadece 33 gün papa kaldı. Dolunay ve yeni ay arasında seçildi ve öldü.

112. John Paul II (1978–2005) – De labore solis (“Güneşin emeğinden”)

Güneş tutulmasında doğduğu ve tutulmada öldüğü söylenir. Ayrıca yoğun seyahatleri “güneş gibi doğup batması” ile simgelenmiştir.

113. Benedict XVI (2005–2013) – Gloria olivae (“Zeytinin Şanı”)

“Zeytin” barışın ve bilgeliğin sembolüdür. Benedictus adını bilge bir azizden almıştır. Ayrıca Benedict tarikatı barışçıl bir tarikat olarak bilinir.

114. ??? – Petrus Romanus (“Romalı Petrus”)

Kehanete göre son papa:

> “Son zulüm zamanında Roma kilisesini Petrus Romanus yönetecek. O, koyunlarını büyük sıkıntılar içinde otlatacak. Ve bu sıkıntılar sona erdiğinde, yedi tepeli şehir yıkılacak ve korkunç Yargıç halkını yargılayacaktır. Son.”

Bu ifade açıkça kıyamet benzeri olayları, Roma’nın çöküşünü ve dünya sonunu ima eder.

Bazı araştırmacılar Papa Francis’i bu son papa olarak görmektedir çünkü Benedict XVI “geri çekilen” ilk papa olmuştu ve Francis onun ardından seçilen ilk Cizvit papadır.

“Petrus Romanus” adı doğrudan Francis’e uymaz ama bazı yorumlara göre “Franciscus” (Aziz Francis) da İtalya-Roma bağlamında simgesel bir anlam taşır.

Gizem ve Tartışmalar

Liste neden 1595’e kadar çok isabetli ama sonrası daha belirsiz?

Gerçekten Aziz Malaki mi yazdı, yoksa bu metin Vatikan çevresinde mi üretildi?

Bu bir ilahi ilham mı, yoksa tarihi manipüle eden bir yapı mı var?

@@@@@

https://www.haber7.com/foto-galeri/91595-papanin-olumunun-ardindan-900-yillik-kitap-yeniden-gundemde-carpici-son-papa-iddiasi

 

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

KÂİNATLA BERABER DEVAM EDEN VAR OLUŞ SÜRECİMİZ

KÂİNATLA BERABER DEVAM EDEN VAR OLUŞ SÜRECİMİZ

İnsan, kâinatın içinde bir damla kadar görünse de, hakikatte bir âlem gibidir. Kâinat nasıl ki sonsuz bir nizam ve intizamla hareket ediyor; her zerresi ilahi bir plana göre işliyor, insanın varlığı da bu büyük sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Biz farkında olalım ya da olmayalım, var oluş sürecimiz kâinatla beraber yürümekte; onunla başlamakta, onunla devam etmekte ve onunla nihayete ermektedir.

Bir tohumun toprağa düşmesi gibi düştük bu dünyaya. Annemizin rahminde başlayan serüvenimiz, tıpkı kâinattaki ilk kıvılcım gibi bir “ol” emriyle şekillendi. O tohum, toprakla, suyla, ışıkla nasıl gelişip ağaç oluyorsa, biz de rahmetle, hikmetle ve ilimle yoğrularak insan suretine büründük. Her nefes, bizi bu büyük sistemin içinde var eden kudreti hatırlatıyor.

Kâinat dönüyor, yıldızlar yer değiştirmekte, galaksiler hareket halinde; aynı şekilde biz de içimizdeki âlemlerle dönüyor, gelişiyor, değişiyoruz. Bu değişim bazen fark edilir, bazen derinden ve sessizce olur. Her hücremiz yenileniyor; her düşüncemiz, her hissimiz bir anlık da olsa varlığımıza yeni bir katman ekliyor.

İbret verici olan şudur ki, bu süreklilik içinde bir anlık gaflet bile insanı kendi var oluş hikmetinden uzaklaştırabilir. Tıpkı Güneş’in bir anlık ışık vermemesiyle dünyanın karanlığa gömülmesi gibi, kalbin bir an gaflete düşmesi insanın iç dünyasında fırtınalar koparabilir. Bu yüzden, var oluş sürecimizi yalnız biyolojik bir gerçeklik olarak değil, aynı zamanda ruhsal ve hikmetli bir yolculuk olarak görmek gerekir.

Allah’ın isimleri kâinatta tecelli eder; Er-Rahman, Er-Rahîm, El-Hakîm… Her bir isim, varlığımıza ayrı bir anlam katar. Merhametle yaşamak, hikmetle düşünmek, adaletle hükmetmek… Bunlar, sadece ahlaki görevler değil; aynı zamanda kâinata ayak uydurmanın, onunla birlikte var olmanın gereğidir. Çünkü kâinat boşluk kabul etmez, hikmetsiz hiçbir şey yaratılmamıştır.

İnsan, bu büyük varlık zincirinin hem bir halkası, hem de halifesidir. Yeryüzünün imarından, kalbinin ihyasına kadar birçok sorumluluk ona verilmiştir. Her davranışı, her niyeti, onun bu sürece ne kadar uyumlu olduğunu ya da ne kadar savrulduğunu gösterir. Varlığını Allah’a bağlayan bir insan, kâinatla barış içinde olur; kendini Yaratan’a unutan ise kâinatla çatışmaya başlar, hem içi bozulur, hem dışı.

Düşünmeliyiz: Biz bu kâinatta misafiriz ama boşuna değil. Her nefes, her an, bize bu var oluş sürecini hatırlatmakta. Gözümüz gökyüzüne her döndüğünde, kalbimiz “Ben neredeyim, nereye gidiyorum?” sorusunu sormalı. Zira bu soru, insanı insan yapar; gafletten hakikate geçişin ilk kapısını aralar.

Unutmayalım, kâinatla beraber akan bu var oluş nehrinde sürüklenmek değil, yön bulmak için yaratıldık. Akıntıya kapılıp gitmek değil, o akıntının kaynağını ve menzilini anlamak için buradayız. Ve her anlayış, bizi hakikate bir adım daha yaklaştırır.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

CİNSİYETSİZLİK Mİ, YOKSA CİNSİYET VE KİŞİLİK BOZUKLUĞU MU?

CİNSİYETSİZLİK Mİ, YOKSA CİNSİYET VE KİŞİLİK BOZUKLUĞU MU?
Bir Kavmin Çöküşü: Sodom ve Gomore Üzerine Düşünceler

Modern çağ, insan fıtratını yerinden oynatan, cinsiyetin doğallığını sarsan bir ideolojik fırtınaya tutulmuş durumda: “Cinsiyetsizlik” adı altında öz benliğin ve yaradılış düzeninin inkârı. Bu gidişat, yeni gibi sunulsa da, aslında tarihin en karanlık dönemlerinden birinin tekrarıdır: Sodom ve Gomore’nin hikâyesi bu bakımdan sadece bir kıssa değil, ibretlik bir uyarıdır.

1. Fıtratla Savaş: İnsanın Kendi Hakikatine İsyanı

İnsan erkek veya kadın olarak yaratılır. Bu sadece biyolojik değil, ruhsal ve toplumsal bir dengedir. Her cinsin kendine has bir güzelliği, görevi ve hikmeti vardır. Bu denge bozulduğunda yalnız fert değil, toplum da çöker. Bugün cinsiyetsizlik ideolojisi, tam da bu hikmetli dengeye savaş açmış durumda. Kadını kadınlıktan, erkeği erkeklikten uzaklaştırıyor; çocukları ise kimliksiz, cinsiyetsiz ve kişiliksiz bireyler hâline getirmeye çalışıyor.

Bu, yalnızca bir tercihler meselesi değil; insanın özünü, ailesini, neslini ve toplumunu hedef alan sistematik bir bozulmadır.

2. Lut Kavmi: Sapkınlığın Resmîleştiği Bir Toplum

Kur’an’da defalarca geçen Lut Kavmi, bu sapmanın en eski ve çarpıcı örneklerinden biridir. Erkeklerin erkeklere yöneldiği, iffetin alaya alındığı, ahlâksızlığın normalleştirildiği bir toplum… Hz. Lut’un defalarca uyarmasına rağmen bu kavim, sapkınlığı bir hak, bir yaşam tarzı gibi benimsedi. Sonuç: Yerle bir edilen şehirler, gökten yağan taşlar ve ibretlik bir son.

Bugünün “özgürlük” adı altındaki sapmalarını o günkü Lut Kavmi’nin yaşadıklarından ayıran ne var? Eğer cinsiyeti inkâr eden bu düşünce sistemi durdurulmazsa, akıbetin benzer olması da şaşırtıcı olmaz.

3. Ailenin Çöküşü: Neslin Tükenişi

Cinsiyetsizlik ideolojisi, ailenin tanımını yeniden yazmak istiyor. Anne yok, baba yok; iki erkek, iki kadın ya da “hiçbir şey olmayanlar” aile gibi sunuluyor. Bu bir “sosyal deney” değil, doğrudan nesle kasteden bir tuzaktır.

Aile, yalnız bir birlikte yaşama modeli değil; merhametin, sorumluluğun, neslin ve terbiyenin merkezidir. Bu merkezin ortadan kalkması, geleceği yetim bırakır. Bugün Batı toplumlarında artan yalnızlık, intiharlar, antidepresan kullanımı; bozulmuş aile düzeninin ve kimlik kaybının doğal sonucudur.

4. Cinsiyet Bozukluğu Değil, Kişilik Bozukluğu

İnsanın yaratılışını inkâr etmesi sadece biyolojik değil, psikolojik bir tahribattır. Fıtratına savaş açan insan, kendini kaybeder. Erkeklikten kaçan bir erkek, kadınlığa özenen bir kadın ya da hiçbir kimliği kabul etmeyen bir birey, aslında cinsiyet değil kişilik krizindedir. Bu kriz, çocuklara sirayet ettiğinde, gelecek nesiller kimliksiz, inançsız ve amaçsız hâle gelir.

5. İbret Alanlar İçin Mesajlar

Fıtrat, ilahi bir emanettir. Oynanacak bir kurgu değil.

Cinsiyet bir seçim değil, bir nasiptir. Seçilemez, silinemez, taklit edilemez.

Aile kutsaldır. Onu zayıflatmak toplumu zayıflatmaktır.

İffet, özgürlüğün değil, insanlığın ölçüsüdür. Her isteyen her istediğini yapamaz; bu anarşidir, özgürlük değil.

Lut Kavmi tarih değil, uyarıdır. Onlar yaşadı ve yok oldular. Biz okuyalım ve ibret alalım.

Son Söz: Kendine Gel Ey İnsan!

Bugün insan, kendine dair her şeyi unutmuş, hatta unutturulmak istenmiştir. Oysa hakikat, çok yakındır: Yaradılışına dön. Fıtratını koru. Neslini muhafaza et. Aileni sahiplen. Ve bil ki, Allah her şeyi yerli yerince yarattı. Sen de yerini bil!

 

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2025

BASAR VE BASİRETİ AÇIK İKİ HAKİKAT YOLCUSU: EVLİYA VE ASFİYÂ

BASAR VE BASİRETİ AÇIK İKİ HAKİKAT YOLCUSU: EVLİYA VE ASFİYÂ

Zamanın karanlığında hakikate giden yollar çoğu zaman sisle kaplanır. Göz gözü görmez, kalpler şaşkınlığa düşer, fikirler savrulur. İşte bu karanlık zamanlarda basar (göz) ve basîret (gönül gözü) nuruyla hakikati gören iki fırka parlar: Evliyâ ve Asfiyâ. Biri kalbin kemâliyle, diğeri aklın derinliğiyle Allah’a yönelmiş iki hakikat eridir. Her biri bir kandil gibi, ümmete yol gösteren rahmet nişâneleri olmuşlardır.

Evliya: Kalbin Yolcuları

Evliya, Allah’a dost olan kullardır. Zikirle, takvâ ile, sabırla yoğrulmuş hayatları; seher vakitlerinde gözyaşıyla yıkanmış kalpleri vardır. Onlar için Rabbânî yakınlık, sadece bir bilgi değil, bir hâl meselesidir. Kur’ân şöyle buyurur:

> “İyi bilin ki! Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.”
(Sûre: Yûnus, 62)

Evliyaullah, kalbî tefekkürle ve ilhamla Hakk’a yaklaşanlardır. Onlar, maddî gözle görünmeyeni gönül gözüyle hisseder. Nûrânî sezgiye sahip oldukları için fitnenin kokusunu uzaktan alır, ümmetin hastalıklarına şifâ reçeteleri sunarlar. Onların duaları, suskunlukları kadar konuşmaları da hikmettir. Her halleri ibret, her sükûtları derin bir tefekkürdür.

Asfiyâ: Akıl ve Hikmetin Yolcuları

Asfiyâ, aklın ve hikmetin zirvesine ulaşmış ariflerdir. Onlar, Kitap ve Sünnet’in hakikatini, hikmet süzgecinden geçirerek ümmete sunarlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur:

> “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.”
(Tirmizî, İlim, 19)

Asfiyâ, ilmin sahibidir; lakin kuru bilgi taşıyıcısı değildir. Kalp ve akıl dengesini kurmuş, hikmetle yoğrulmuş, irfanla parlar hâle gelmişlerdir. Onlar, dinin inceliklerini, ümmetin meselelerini aklî derinlikle değerlendirir. Onların kitapları, asırlara yön vermiş; sözleri, binlerce gönlü hakikate çekmiştir.

Basar ve Basîretle Bütünleşen Yolculuk

Evliyâ, kalp gözünü açık tutar; Asfiyâ, akıl gözüyle hakikati izler. İkisi de aynı kaynaktan beslenir: Kur’ân ve Sünnet. Fakat yolları farklı, hedefleri birdir. Biri gönlü temizler, diğeri aklı arındırır. Biri susarak öğretir, diğeri konuşarak. Lakin ikisi de bâtıldan uzak, hakikate yakın insanlardır.

Basar, görüneni fark ettirir. Basîret ise görünmeyenin arka planını gösterir. Evliyâ’nın sezgileriyle gördüğü bir hakikati, Asfiyâ delillerle temellendirir. Bu iki kudsî grup, ümmetin gözü ve kulağıdır. Onlar sustuğunda ümmet sağırlaşır, onlar çekildiğinde ümmet körleşir.

Ümmetin İhtiyacı: Hem Kalp Hem Akıl Işığı

Bugün ümmetin yaşadığı krizlerin en büyüğü, evliya nefesinden ve asfiyâ hikmetinden uzak düşmesidir. Kalp eğitimi olmadan sadece akıl; yahut sadece vecd ile bilgiye kapalı bir tefekkür, tek kanatla uçmaya benzer. Uçmak için iki kanat gerekir: aşk ve hikmet, ilham ve ilim, evliya ve asfiyâ.

Son Söz: İzleri Takip Et, Yolu Kaybetme

Bu iki yolcunun ardında yürüyenler, izlerini takip edenler, sırat-ı müstakîm üzerinde sabit kalır. Çünkü onlar Kur’ân’la aydınlanan, Sünnetle yoğrulan ve rahmetle hareket eden hakikat erleridir.

İz bıraktıkları her söz, gönüllere şifa, akıllara huzur verir. Onları tanımak, ümmeti tanımaktır. Onlara yaklaşmak, Allah’a yaklaşmaktır. Zira onlar, Hakk’ın gölgesinde yürüyen, halk içinde Hakk’la olanlardır.

Loading

No ResponsesNisan 21st, 2025

ŞEYTAN’IN HİLE VE DESİSELERİ: GİZLİ DÜŞMANIN AÇIK TUZAKLARI

ŞEYTAN’IN HİLE VE DESİSELERİ: GİZLİ DÜŞMANIN AÇIK TUZAKLARI

İnsan, yaratıldığı andan itibaren iki büyük düşmanla imtihan hâlindedir: biri içerdeki nefis, diğeri dışarıdaki şeytan. Her iki düşman da insanı hak yoldan saptırmak için gece gündüz çalışır. Ancak şeytan, tuzaklarını daha sinsi, daha derinden, daha örgülü kurar. Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfler, bu ebedî düşmanın karakterini, yöntemlerini ve hilelerini açıkça beyan eder. Çünkü onu tanımayan, onun tuzaklarına düşer.

Kur’ân’da Şeytan’ın Misyonu

Cenâb-ı Hak, şeytanın ilk isyanını, Âdem (a.s)’a secde etmeyişini şöyle bildirir:

> “Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.”
(Sûre: Sâd, 76)

Bu kibirli isyanın ardından şeytan Rabbine şöyle meydan okur:

> “Andolsun, onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım.”
(Sûre: A’râf, 16)

Şeytanın düşmanlığı açıktır, ama kandırması gizlidir. O, dosdoğru yolun (sırat-ı müstakîm) üzerindedir. Yani insanı bâtıla değil, hakikat yolunda saptırmaya çalışır. Bu, onun en büyük hilesidir.

Şeytanın Desiseleri ve Tuzakları

1. Günahtan Önceki Tuzak: Tefekkürsüzlük

Şeytanın ilk tuzağı insanı düşünmekten alıkoymaktır. Çünkü tefekkür eden insan hakikati fark eder. Şeytan, kalbe gaflet tohumları eker.

2. Günahı Süslemek

Kur’ân’da şöyle buyrulur:

> “Şeytan, onlara yaptıklarını süsledi.”
(Sûre: En’âm, 43)

Bir günahı zararsız, hatta faydalı gibi gösterir. Kumarı “eğlence”, zinayı “özgürlük”, haramı “serbestlik” gibi sunar. Böylece insan, kendi iradesiyle batıla yönelir.

3. Küçükle Başlayıp Büyüğe Çekmek

Şeytan bir anda büyük günah işletemez. Önce küçük kapılar aralar. “Bu da bir şey mi?” dedirtir. Sonra büyük bataklara çeker.

4. İbadetle Aldatmak

Bazı kullara takvâ suretinde yaklaşır. Riyâ, ucupluk (kendini beğenme), kibir gibi manevî hastalıkları ibadetle gizler. İnsan kendini salih sanırken, kalbi çürür.

5. Ümitsizlik Tohumları Ekmek

Tövbe etmek isteyen kula, “Senin gibi günahkârı Allah affetmez” diye fısıldar. Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurur:

> “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.”
(Sûre: Zümer, 53)

Ama şeytan ümidin düşmanı, Allah’ın rahmetinin unutturucusudur.

Hadîs-i Şerîflerde Şeytan

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:

> “Şeytan, insanoğlunun damarlarında kan gibi dolaşır.”
(Buhârî, İ’tisâm, 4)

Bu, onun sinsi ve sürekli etkisine işarettir. Zihne vesvese fısıldar, kalbe şüphe düşürür, dili yalanla aldatır. Gözden, kulaktan, kalpten girer; hisleri kullanarak iradeyi felç eder.

Bir başka hadis-i şerîfte:

> “Şeytan, birinizin namazında gelir ve ‘şunu hatırla, bunu düşün’ der. Ta ki kişi kaç rekât kıldığını şaşırır.”
(Buhârî, Salât, 93)

Yani şeytan, sadece günahlarla değil, ibadetle meşgulken bile musallat olur.

Şeytandan Kurtulma Yolu

1. İstiâze: Kur’ân’da şöyle buyrulur:

> “Eğer şeytandan bir vesvese gelirse, hemen Allah’a sığın.”
(Sûre: A’râf, 200)

2. Zikir ve Kur’ân: Şeytan, Allah’ın anıldığı yerde duramaz. Kalp zikre meşgul oldukça, vesvese sönmeye başlar.

3. Takva ve İhlâs: Samimi bir kul, şeytanın oyunlarını fark eder. Kur’ân, İblîs’in şu itirafını aktarır:

> “Senin ihlâslı kulların hariç, hepsini saptıracağım.”
(Sûre: Hicr, 40)

4. İlim ve Tefekkür: Cahillik, şeytanın ekmeğidir. Bilinçli, uyanık, ilimle donanmış bir kalp, tuzakları tanır.

Son Söz: Düşmanı Tanı, Tedbir Al

Şeytanın varlığı, imtihanın bir parçasıdır. Onunla mücadele, insanın ahlâkını kemale erdirir. Ama onu küçümsemek, gafletin en büyüğüdür. Çünkü şeytan, Hz. Âdem’i bile kandırmıştır. O hâlde en büyük tedbir: tevazu, istiğfar ve Allah’a sığınmaktır.

Şeytan aldatmak için çalışıyorsa, biz de kurtulmak için çabalamalıyız. Çünkü hak ile bâtıl arasındaki bu savaşta, en büyük s

Loading

No ResponsesNisan 21st, 2025

YOLLARIN HAKİKATİ: SIRAT, SEBÎL VE TARÎK ARASINDAKİ İNCELİK

YOLLARIN HAKİKATİ: SIRAT, SEBÎL VE TARÎK ARASINDAKİ İNCELİK

İnsan, dünyada yürüyen bir yolcudur. Her adımı ya hakikate ya da gaflete doğru atar. Kur’ân-ı Kerîm, bu yolculuğu anlatırken farklı kavramlar kullanır: Sırat, Sebîl ve Tarîk. Her biri “yol” anlamına gelse de, ihtiva ettikleri mâna derinliği ve işaret ettikleri yön bambaşkadır. Bu üç kelime, zahirde benzer; fakat bâtında farklı hakikatlere kapı aralar.

1. SIRAT: ENGELLERDEN ARINDIRILMIŞ BİR DOĞRULUK

Sırat, Kur’ân’da özellikle “sırât-ı müstakîm” yani dosdoğru yol ifadesiyle zikredilir. Bu yol, eğrisi olmayan, sağa sola sapmadan hedefe götüren yoldur.

> “Bizi sırât-ı müstakîme ilet.”
(Fâtiha, 6)

Sırat, yalnızca hakikatin yolu değil, aynı zamanda ilâhî terbiyenin çizdiği istikamettir. Bu yol tek yoldur. Ne çoğul hâli kullanılır, ne de alternatif kabul eder. Çünkü hakikat tektir, batıl ise çoktur.

Sırat, nitelikli bir yoldur: içinden nefsin, hevânın, şeytanın geçemeyeceği kadar dar; ama kalbiyle yürüyene cennet kapılarını açacak kadar geniştir.

2. SEBÎL: FİİLİYAT YOLU, MÜCADELE VE ÇABA İZLERİ

Sebîl, daha çok “Allah’ın yolu” anlamında kullanılır. Ancak sebîl, sırattan farklı olarak çoklukla gelir: “subul”. Çünkü Allah’a giden yolların çeşitliliği vardır; ilim, tebliğ, cihad, zikir, infak gibi.

> “Allah yolunda (sebîlillâh) mallarını infak edenler…”
(Bakara, 262)

Sebîl, daha çok amelî ve içtimâî faaliyetleri anlatır. Yani insanın yolda gösterdiği çaba, yürüyüş şekli ve gayretinin ifadesidir. Sırat, istikamet çizgisiyken; sebîl, o çizgi üzerinde yürüyüşün gayretidir.

Sırat hedefi gösterir, sebîl yürüyüşün tarzıdır.

3. TARÎK: YOLUN ZEMİNİ VE YÜZÜ

Tarîk, daha çok yolun kendisi, maddî yönüyle güzergâh anlamındadır. Arapça’da “taraka” kökünden gelir, “gece yürünülen yol” manasına da gelir. Tarîk, herkese açıktır; ister hayır için, ister şer için kullanılabilir.

Kur’ân’da bu anlamda geçen en dikkat çekici ayetlerden biri şöyledir:

> “Biz ona iki yol (necdeyn = iki tarîk) göstermedik mi?”
(Beled, 10)

Yani insanın önüne iki yol konmuştur: biri hayır, diğeri şer. Tarîk, tercihe açık bir yol türüdür. Hak da olabilir, batıl da. Bu yönüyle tarîk, insanın özgür tercih alanını simgeler.

İNCELİKLER VE DERİN FARKLAR

Sırat kavramı, dosdoğru ve tek yol anlamına gelir. Özelliği ilâhî bir çizgi olmasıdır ve işaret ettiği hakikatler tevhid, istikamet ve sırat-ı müstakîmdir.

Sebîl kavramı, Allah’a giden yolları ifade eder. Özellikleri çaba, mücadele ve ameldir. İşaret ettiği hakikatler ise cihad, infak, ilim ve hizmettir.

Tarîk kavramı, yürünebilir her yol anlamına gelir. Özelliği serbest seçim alanı olmasıdır ve hayır ya da şer yönündeki tercihler hakikatine işaret eder.

İBRET: YOLU BİLMEK YETMEZ, YÜRÜMEK GEREKİR

Nice insan vardır, sıratı bilir ama sebîlde yürümeye üşenir. Nice insan vardır, tarîkleri seçerken hevasına uyar, hakikatten sapar. Oysa hak yolda yürümek, sırf bilgiden değil; kalpten, azimden, niyetten geçer.

Sırat, Allah’ın çağrısıdır. Sebîl, kulun karşılık vermesidir. Tarîk ise tercih anıdır. Doğru yolda olmak bir nimettir; ama o yolda kalmak bir imtihandır.

SON SÖZ: YOLU YOLDA YÜRÜYENLER TANITIR

Her insan bir yoldadır. Kimi sırat üzerindedir, kimi sadece bir tarîkte sürüklenmektedir. Kimi sebîllerde yorulmuştur, kimi yolların kenarında oyalanmaktadır. Ama her hâlükârda bir yol üzerindeyiz.

Öyleyse Kur’ân’ın ve Nebevî Sünnet’in gösterdiği sırât-ı müstakîme yönelmeli, o yolda sebîlullâh için gayret etmeli ve karşımıza çıkan her tarîki basîretle seçmeliyiz.

Çünkü sonunda herkes, yürüdüğü yola varacaktır.
Ve her yol, sahibini ya rahmete

Loading

No ResponsesNisan 21st, 2025