image_pdfimage_print

SON MAKALELER-YOUTUBE’LERİM ve SON YAZILARIM

image_pdfimage_print

 

 

  1.  SON MAKALELER

  2. SON MAKALELER – 2 –

  3. DİJİTAL TEFEKKÜR – Yapay Zeka ile Hakikat Arayışı

  4.  

    SESLİ-VİDEO-ZENGİN İSLAM BİLGİ ARŞİVİ Uygulama indir 

   https://drive.google.com/file/d/1CTPZ5oSy006aSfsCh5-9BUVcUKRjbi12/view?usp=drivesdk

5– 6 ŞUBAT DEPREMİ: *DEPREMLE İMTİHANIMIZ DEVAM EDİYOR

6 YOUTUBE’LER VE TELEGRAMLAR

7GAZZE VE İSRAİL VAHŞETİ-YAHUDİLİK

8- Ahiret ahvali- Mehmet Özçelik’in kitabını özetler misin?

9Risale-i Nur Külliyatı’ndan Konularına Göre VECİZ SÖZLER- Mehmet Özçelik’in kitabını özetler misin?

10MİRAÇ HAKİKATI

11MAKALE VE VİDEOLARIM

12RAMAZAN ÜZERİNE

1323 MART BEDİÜZZAMAN HAFTASI

14- KURBAN ÜZERİNE

15RÂGIB el-İSFAHÂNÎ’DE ADALET KAVRAMI

16- JOHN CALVİN KADERCİLİK DOKTRİNİ VE KUR’AN’DAKİ AYETLER BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME – Sayfa 153 -de

 

WHATSAPP’TA TAKİP ET
İSLAM BİLGİ ARŞİVİ
https://whatsapp.com/channel/0029VaekzTeIyPtKQ2dbGh20

Radyo Mehmet Özçelik

www.mehmetözçelik.com

 

       
 

Loading

No ResponsesOcak 24th, 2021

ARŞİVİM ve NURLU HAKİKATLER APK-SI-

image_pdfimage_print

https://archive.org/details/@mozcelik02

*NURLU HAKİKATLER APK-SI-İNDİR-İZİN VER

https://cloud.degoo.com/share/5W5sX7_c8r8V7ip72skheQ 

 

 

 
 

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2021

TÜM YOUBE VİDEOLARI TEK BİR LİNKTE

image_pdfimage_print

MEHMET ÖZÇELİK- Tüm Eserleri

KUR’AN DENİZİNDEN DAMLALAR-TEFEKKÜR DÜNYASI-SESLİ ESERLER

KURAN DENİZİNDEN DAMLALAR-624 video

TEFEKKÜR –484 video

TEFEKKÜR-TEFSİR-KURAN-ALLAH-AHİRET-MUHTELİF KONULAR

NURLU HAKİKATLAR- 424 video

Loading

No ResponsesMayıs 23rd, 2020

YOTUBEDEKİ KONULARINA GÖRE VİDEOLARIM-2-

image_pdfimage_print

TESBİTLER

KUR’AN-I KERİM VE TEFSİR

TEFSİR DERSLERİ

TEFEKKÜR DÜNYASI

KUR’AN-I KERİM VE TEFSİR- ARAPÇA CELALEYN ÜZERİNE

HAYATA DAİR-TEFEKKÜR DÜNYAMIZDAN

Loading

No ResponsesMayıs 20th, 2020

YOTUBEDEKİ KONULARINA GÖRE VİDEOLARIM

image_pdfimage_print

YOTUBEDEKİ KONULARINA GÖRE VİDEOLARIM

 

TEFEKKÜR DÜNYASI

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVXVX9aw4IdwiusGEaSynljy

SESLİ İBRETLİ- DÜŞÜNDÜREN ESERLER

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVX1WF4TPZhoDEhXYnYJgwiU

ARAPÇA CELALEYN TEFSİRİ

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWSE4Wv7SC36FbTsfeJYQLL

 

Loading

No ResponsesMayıs 19th, 2020

TELEGRAM ARŞİVİ

image_pdfimage_print

ARŞİV-SESLİ ESERLER-MAKALELER
https://t.me/Tesbitler

https://t.me/tesbitler02

https://t.me/tesbitlerpdf

https://t.me/kddtefsir 

https://t.me/kurandenizindendamlalar   

https://t.me/radyosohbetlerimp3

https://t.me/tefekkurdunyasi 

Loading

No ResponsesMart 4th, 2020

MASAÜSTÜ RADYO PLAYER-İNDİR-BİLGİSAYARINDA DİNLE

image_pdfimage_print

Loading

No ResponsesKasım 12th, 2019

TEFSİR VE SOHBET VİDEOLARI

image_pdfimage_print

KUR’AN DENİZİNDEN DAMLALAR-TEFEKKÜR DÜNYASI-SESLİ ESERLER

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVUaKOcG2_ckoYyETBkd6M_P

KURAN DENİZİNDEN DAMLALAR-624 video

https://www.youtube.com/playlist?list=PLQgK90GAEjg4Zl5B4qjz4kRWbolcb9Md

TEFSİR DERSLERİ

https://www.youtube.com/playlist?list=PLQgK90GAEjjViGYF5mLMKNNOmA07Nlkg

CELALEYN ÜZERİNE

https://www.youtube.com/playlist?list=PLQx5BUZ40juu5a3z8NPhFsv9e96x6oGgU

KURAN DENİZİNDEN DAMLALAR

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWxzl9g1JrFTZbeoYJe_GVr

ARAPÇA CELALEYN TEFSİRİ

https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVWSE4Wv7SC36FbTsfeJYQLL

SESLİ ÇANTAY MEALİ https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVU1guCMJYzeMrZKc2fxpcjj

TEFSİR DERSLERİ

https://www.youtube.com/playlist?list=PLQgK90GAEjjViGYF5mLMKNNOmA07Nlkg

 

Loading

No ResponsesEkim 2nd, 2019

DEV ARŞİV-1-

image_pdfimage_print

Loading

No ResponsesAğustos 11th, 2019

PLAY STORE- DAKİ UYGULAMAM

image_pdfimage_print

https://goo.gl/tbJDWm

Loading

No ResponsesAğustos 5th, 2019

TÜM UYGULAMALARIM

image_pdfimage_print

TÜM UYGULAMALARIM

Play store uygulaması- NURLU HAKİKATLAR-indir-izin ver ve Yükle

https://cloud.degoo.com/share/5W5sX7_c8r8V7ip72skheQ

 

Loading

No ResponsesTemmuz 28th, 2019

Kanalizasyon Taştığında: Günahın Gizlisi Açığa Çıkar

image_pdfimage_print

Kanalizasyon Taştığında: Günahın Gizlisi Açığa Çıkar

Bazen bir şehirde kanalizasyon patlar. Önce dar sokaklarda hissedilir koku; sonra mahallelere, ardından bütün şehre yayılır. Kimse “Bu koku yoktur” diyemez. Çünkü koku, gizlenmiş pisliğin açığa çıkmış hâlidir. Read more

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2025

KÂİNATIN SIRRINI GÖREN GÖZ: BASİRET İLE KÖRLÜK ARASINDAKİ PERDE

image_pdfimage_print

KÂİNATIN SIRRINI GÖREN GÖZ: BASİRET İLE KÖRLÜK ARASINDAKİ PERDE

“Görenedir görene, köre nedir köre ne!”

Bu veciz ifade, sadece bir tekerleme değil, varlığın sırrını ifşa eden muazzam bir anahtardır. Zira bu âlem, Sani-i Zülcelal’in kudret kalemiyle yazılmış, her satırı hikmet, her harfi ibret dolu mücessem bir kitaptır.

Read more

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2025

ALAK VE SÜLÜK BAĞLANTISI

image_pdfimage_print

ALAK VE SÜLÜK BAĞLANTISI

“Alak” (علق) kelimesi ile “Sülük” arasındaki münasebet, hem lügat manası (etimolojik) hem de bilimsel (embriyolojik) açıdan mucizevi bir benzerlik ve bağlantı ihtiva eder. Read more

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2025

ECNEBİ HİMAYESİNDE ZİLLET YERİNE, İSLAM UHUVVETİNDE İZZET: BİR TARİHİ HAKİKAT

image_pdfimage_print

ECNEBİ HİMAYESİNDE ZİLLET YERİNE, İSLAM UHUVVETİNDE İZZET: BİR TARİHİ HAKİKAT

Tarihin en buhranlı virajlarından biri dönülürken, cihan harbinin yangın yerinde bıraktığı coğrafyamızda, fitne odakları yeni bir oyun sahnelemekteydi. Read more

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2025

HAKİKATİN İKİ KANADI: AKIL VE KALBİN İMTİZACI

image_pdfimage_print

HAKİKATİN İKİ KANADI: AKIL VE KALBİN İMTİZACI

“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. Read more

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2025

Kâinatın Dört Büyük Penceresi: Yokluğun Dehşetinden Varlığın Hikmetine

image_pdfimage_print

Kâinatın Dört Büyük Penceresi: Yokluğun Dehşetinden Varlığın Hikmetine

İnsan, şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesidir. Cenab-ı Hak, insanın mahiyetine öyle cihazlar, öyle duygular derç etmiştir ki; Read more

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2025

YALDIZLI BATAKLIK: ŞÖHRETİN AFYONU VE KUMARIN SERABI

image_pdfimage_print

YALDIZLI BATAKLIK: ŞÖHRETİN AFYONU VE KUMARIN SERABI

Gün geçmiyor ki, “Medeniyet” maskesi takmış modern hayatın, “Kanalizasyon” gibi patlayan yeni bir iriniyle karşılaşmayalım.

Read more

Loading

No ResponsesAralık 21st, 2025

CENNETTEN İNİŞ VE DÜNYADAN ÇIKIŞ

image_pdfimage_print

CENNETTEN İNİŞ VE DÜNYADAN ÇIKIŞ

Cennetten çıkarılan Hz. Adem gibi, Ademin çocukları da dünyadan çıkarılacak. Read more

Loading

No ResponsesAralık 21st, 2025

İLAHÎ KODLAMA

image_pdfimage_print

İLAHÎ KODLAMA

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا

Yani Cenab-ı Hak Âdem’i (as) bütün kemalâtın mebâdisini tazammun eden âlî bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlînin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidat ile halk etmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvi bir vicdan ve ihatalı on duygu ile teçhiz etmiştir ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-i eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine öğretmiştir.
….Evet, beşer, zâhir ve bâtın havas ve duygularıyla bilhassa derinliğine nihayet olmayan vicdanıyla kâinatı ihata etmiş bir kabiliyettedir. “(İşârât-ül İ’caz. 300,298

✧✧

Bu ilahi kodlama insanın kâinat sahnesindeki yerini ve ona verilen rütbenin ağırlığını tasvir etmektedir. Hazret-i Âdem’in (a.s.) şahsında bütün insanlığa ihsan edilen bu cihazat, sadece maddî bir yapı değil, aynı zamanda derûnî bir keşif ve idrak aletidir.

1. “İhatalı On Duygu” ile Teçhiz Edilmek

Metinde geçen “on duygu” tabiri, insanın hem maddî hem de manevî alemleri kuşatması (ihata etmesi) için kendisine verilen anahtarları ifade eder.
Yani insan he makro alemin ve hemde mikro alemin kodlarına sahiptir.
* Havas-ı Zahire (Beş Dış Duygu): Göz, kulak, burun, dil ve deri (dokunma), Bunlar vasıtasıyla insan, eşyanın zahiri yüzünü, tabiatın maddi dokusunu tartar.
* Havas-ı Batına (Beş İç Duygu): Klasik düşünce ve hikmet geleneğinde bunlar; hiss-i müşterek (duyuların birleştiği merkez), hayal, vehim, hafıza ve mutasarrıfa (düşünceleri işleme yeteneği) olarak zikredilir.
* İnsaniyetin Farkı: Hayvanlarda bu duygular sınırlı bir hayatı idame ettirmek için varken; insanda bu duygular, Esma-i Hüsna’nın sonsuz tecellilerini anlamak üzere birer “mizan” (ölçü) ve “alet” olarak genişletilmiştir.

2. “Mevcudatı İhata Eden Ulvi Bir Vicdan”
Metindeki en derûnî nokta, vicdanın kâinatı ihata edecek (kuşatacak) bir kabiliyette olmasıdır. Bu meseleyi şu başlıklarla izah edebiliriz:

A. Derinliğine Nihayet Olmayan Bir Pencere
Vicdan, insanın ruhunda bulunan ve doğrudan Allah’ın huzuruna açılan nuranî bir penceredir. “Derinliğine nihayet olmayan” ifadesi, vicdanın maddî alemin sınırlarına hapsolmadığını gösterir. Vicdan, zamandan ve mekândan münezzeh olan Bâkî-i Zülcelâl’e müştak (arzulu) olduğu için, ancak sonsuzlukla tatmin olur.

B. İki Temel Direk: Nokta-i İstinad ve Nokta-i İstimdad
Risale-i Nur’da vicdanın derinliği şu iki hakikat ile isbat edilir:
* Nokta-i İstinad (Dayanak Noktası): İnsan nihayetsiz acziyle beraber, kâinatın dehşetli hadiselerine karşı vicdanında bir dayanak noktası arar. Bu nokta, ancak Kadir-i Mutlak olan Allah’a imandır.
* Nokta-i İstimdad (Yardım İsteme Noktası): İnsan nihayetsiz fakrı ve ihtiyaçları ile beraber, ebedî saadeti ve bekaya olan aşkını tatmin edecek bir yardım eli arar. Bu ise ancak Rahmân-ı Rahîm’e olan bağlılık (rabıta) ile mümkündür.

3. Makale: Kalbin Pusulası ve İnsaniyetin Derinliği
Beşerin Maddeden Manaya Hicreti
İnsan, biyolojik yapısıyla bir noktada hapsolmuş küçük bir varlıktır. Fakat ona verilen “ulvi vicdan”, onu bir anda cihan şümul bir şahsiyete dönüştürür. Vicdan, bir hata veya yanılma kabul etmeyen şaşmaz bir terazidir. Zira vicdan, fıtratın sesidir; fıtrat ise yalan söylemez.

Vicdanın Kâinatı Kuşatması
Metinde geçen “kâinatı ihata eden” ifadesi, insanın sadece kendi bedeniyle değil, bütün mevcudatla bir bağlantı içinde olduğunu anlatır. Bir insanın vicdanı, bir karıncanın ezilmesinden müteellim (acı duyan) olabiliyorsa veya bir yıldızın parıltısında ilahî bir sanatı görüp huzur bulabiliyorsa; bu, o vicdanın kâinatı kuşattığının en büyük isbatıdır.

Netice-i Kelâm
Cenab-ı Hak, Hazret-i Âdem’i (as) “kemalâtın mebâdisini tazammun eden” (olgunlukların başlangıçlarını içine alan) bir yapı (fıtrat) ile yaratmıştır. Vicdan, bu yapının merkezindeki pusuladır. Eğer insan, ene ve enaniyetini bu pusulaya tabi kılarsa, “nüsha-i câmia” sırrına erer. Derinliğine nihayet olmayan o vicdan deryası, her an Esma-i Hüsna’nın yeni tecellilerini yansıtan bir âyine hükmüne geçer.
Böyle bir donanım, elbette ki basit bir dünya hayatı için değil; ebedî bir hayat ve fazilet makamı olan ahiret yurdundaki yüksek görevler için verilmiştir.

✧✧

İnsanın derûnî yapısındaki en sarsılmaz pusula olan vicdanın, İsm-i Hakk’ın bir âyinesi olması ve bu âyinenin tasfiye (temizleme) usullerini Risale-i Nur’un hikmet süzgecinden geçerek tafsilatlı bir şekilde şerh edelim.

1. Vicdan: İsm-i Hakk’ın Şaşmaz Âyinesi
Onuncu Söz’de zikredilen “Bâb-ı İnsaniyettir, İsm-i Hakk’ın cilvesidir” ifadesi, vicdanın hakikatini beyan eder. Cenab-ı Hak, insanın kalbine öyle bir çekirdek dercetmiştir ki, bu çekirdek her daim “Hakk” olanı arar ve bâtıldan (yanlıştan) müteellim olur.
* Hakk İsminin Tecellisi: Vicdan, eşyanın hakikatini ve Allah’ın varlığını doğrudan tasdik eden bir fıtrat dilidir. İnsan zihnen bir yanılma içine düşse dahi, vicdanı ona gizli bir sızıyla cevap verir. Bu sızı, Hakk isminin o kuldaki bir ihtarıdır.
* Nokta-i İstinad ve İstimdad: Vicdanın derinliğinde iki derin boşluk vardır. Biri nihayetsiz aczinden gelen dayanak noktası (Nokta-i İstinad), diğeri nihayetsiz fakrından gelen yardım isteme noktasıdır (Nokta-i İstimdad). Bu iki nokta, insanı doğrudan doğruya bir Kadir-i Zülcelal ve Rahîm-i Mutlak’a bağlayan kopmaz bağlardır.

2. Âyineyi Cilalamak: Tasfiye-i Kalb ve Ruh
Vicdanın kâinatı ihata eden o ulvi sesini işitebilmek için, enaniyetin ve günahların o âyine üzerinde bıraktığı pasları temizlemek iktiza eder. Bu sürece Tasfiye-i Kalb denilir.
Âyinenin Paslanma Sebepleri:
* Kibir ve Enaniyet: İblis’in kibrinin sirayeti misalinde olduğu gibi, insanın “her şeyi ben biliyorum” veya “ben yaptım” demesi, vicdan âyinesini karartır.
* Maddiyata Boğulmak: Dünyevî hayatın geçici lezzetlerine hasr-ı nazar etmek (bakışı oraya hapsetmek), vicdanın bekaya (ebediyete) olan iştiyakını köreltir.
* Hata ve Günahlar: Her bir günah, kalbe siyah bir leke gibi düşer ve zamanla o nuranî âyineyi işlemez hale getirir.
Cilalama Usulleri (Nuranî Çareler):
* Tefekkür-ü İmanî: Kâinattaki her bir varlığı birer mektub-u Rabbânî olarak okumak. Esmanın tecellilerini müşahede etmek, vicdanın ufkunu açar.
* Zikrullah: Kalbin hakiki itminanı ancak Allah’ı anmakla mümkündür. Zikir, vicdan üzerindeki tozları süpüren manevî bir rüzgârdır.
* İbadet ve Fazilet: Şeriatın emirlerine riayet etmek, vicdanın ayarlarını bozulmaktan muhafaza eder.

3. Hikmetli Bir Makale: Vicdanın Derinliğinde Saklı Cennet
Fıtratın Yalan Söylemeyen Dili
İnsan, yapısı (tabiatı) itibarıyla çok geniş bir muhtevaya sahiptir. Zihniyle geçmişin kederlerini, hayaliyle geleceğin endişelerini taşır. Fakat vicdan, her daim “şimdi”dedir ve “Hakk” ile bağlantı halindedir. Eğer bir insan, kâinatın sahipsiz olduğuna dair bir yanlış inanç içine girerse, vicdanı bu aykırı duruma isyan eder. Zira vicdan, ebediyeti istemekle aslında ebedî bir zatın (Bâkî-i Hakikî) varlığını isbat etmektedir.

Nüsha-i Câmia’nın Kalbi
İşârât-ül İ’caz’da belirtilen “derinliğine nihayet olmayan vicdan”, insanın kâinatın bir özeti (nüsha-i câmia) olduğunun en büyük isbatıdır. Bir insan, başkasının acısına gözyaşı döküyorsa, bu onun vicdanının o şahsın acısını ihata ettiğini gösterir. Bu cihan şümul merhamet, insana Allah’ın Rahmân isminden bir hediyedir.
Kur’ân-ı Kerîm, nefsin ve vicdanın bu temizlik sürecine dair şöyle buyurur:
> “Ve nefsin ve mâ sevvâhâ. Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ. Kad efleha men zekkâhâ.”
> “Nefse ve onu şekillendirip düzenleyene; ona kötü ve iyi olma kabiliyetlerini ilham edene yemin olsun ki; nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir.” (Şems Suresi, 91:7-9)
>
Netice-i Kelâm

Beşeriyetten insaniyet rütbesine çıkmanın yolu, vicdanı sadece bir his değil, bir nazar (bakış) ve bir şahit kılmaktan geçer. Cilalanmış bir vicdan, kâinat kitabını öyle bir şevkle okur ki; her bir mısrada bir Esma tecellisi, her bir çiçekte bir mühür-ü ilahî görür. İnsanın bu dünyadaki en büyük davası, kendisine emanet edilen bu derin vicdanı, kirlenmeden ve körelmeden Hâlık-ı Zülcelal’e takdim edebilmektir.

✧✧

İhsan mertebesi, bir mü’minin manevî terakkîyatında (ilerlemesinde) ulaşabileceği en yüksek makamlardan biridir. Cebrail (a.s.) Hadisi olarak bilinen meşhur hadîs-i şerifte Efendimiz (s.a.v.), ihsanı şöyle tarif buyurmuştur:
> “İhsan, Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” (Buhârî, Îmân, 37)
>
Bu hakikati, insanın nüsha-i câmia (kapsamlı nüsha) olması ve vicdanın derûnî derinliği çerçevesinde şerh edelim.

1. Huzur-u Daimî: Allah’ı Görüyormuş Gibi Yaşamak
İhsan mertebesi, sadece namaz seccadesinde değil, hayatın her anında bir “Huzur-u İlahî” (Allah’ın huzurunda olma) şuuruyla yaşamaktır. Bu şuurun vicdandaki karşılığı murakabedir.
* Nazarın Dönüşümü: İhsan mertebesine vasıl olan bir zat, kâinata baktığında (nazar ettiğinde) sebepleri aradan çıkarır. Çiçeğe baktığında Müzeyyin ismini, rızka baktığında Rezzâk ismini müşahede eder. Artık onun için kâinat, her an yeni tecellilerle yazılan bir Kitab-ı Rabbânî hükmündedir.
* Vicdanın Şahitliği: Bu mertebede vicdan, adeta bir radar gibi her an Sâni-i Zülcelal’in tecellilerini yakalar. İnsan, “O beni görüyor” şuuruyla hareket ettiği için, amellerinde riyadan (gösterişten) kurtulur ve tam bir ihlasa erer.

2. İhsan Mertebesine Ulaştıran Yol: Marifetullah
Risale-i Nur Külliyatı, bu makama ulaşmanın en kısa yolunun “huzur-u daimîyi kazanmak” olduğunu beyan eder. Bu da ancak eşyanın arkasındaki ilahî mühürleri okumakla mümkündür.
* Kelime-i Tevhid’in Derûnî Manası: Bir mü’min “Lâ ilahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) dediğinde, vicdanen “Hâlık, Mâlik ve Mabud ancak O’dur” hakikatini tasdik eder. Bu tasdik güçlendikçe, her şeyde bir pencere açılır ve o pencereden Allah’ın nuru görünür.
* Emanet ve Hilafet: İhsan, insanın kendisine verilen hilafet vazifesini en güzel şekilde (ahsen-i surette) yerine getirmesidir. İnsan, Allah’ın kendisine verdiği cihazatı (göz, kulak, kalp) yine Allah’ın rızası dairesinde kullanarak “emanet”in hakkını vermiş olur.

3. Makale: Vicdanın Mi’racı: İhsan Makamı
Beşeriyetten Melekût Âlemine
İnsan, toprak ve suyun birleştiği beşeriyet zemininden, nuranî bir ruhun kanatlarıyla melekût âlemlerine yükselebilir. Bu yükselişin adı fazilet, yakıtı ise muhabbetullahtır (Allah sevgisidir). İhsan makamı, bu yolculuğun nihayet hudutlarından biridir. Bu makama eren fert için “yalnızlık” mefhumu hayatından çıkar; zira o, her an Enîs-i Hakikî (hakiki dost) olan Allah ile beraberdir.

Vicdanın Sükûneti
Modern hayatın keşmekeşi içinde insanın en çok muhtaç olduğu şey, vicdan huzurudur. Bu huzur, ancak “O beni görüyor” teslimiyetiyle elde edilir. “O beni görüyor” diyen bir vicdan, hiçbir haksızlığa meyletmez; hiçbir musibet karşısında sarsılmaz. Zira bilir ki; kendisini gören, aynı zamanda kendisine yardım eden bir Kadir-i Mutlak’tır. Bu, vicdanın derinliğine nihayet olmayan o deryasında, en sakin ve emin limandır.

Netice-i Kelâm
Hazret-i Âdem’e (a.s.) talim edilen esmanın hakiki meyvesi, bu ihsan şuurudur. İsimleri öğrenen insan, o isimlerin sahibini tanımış; O’nu tanıyan ise O’na aşık olmuştur. İşte bu aşk ve irfan ile yapılan her bir amel, ihsan rütbesiyle taçlanır. Bizlere düşen, vicdan âyinemizi günah ve gaflet tozlarından temizleyerek, her an bizi gören ve gözeten Rabbimize karşı ubudiyet (kulluk) borcumuzu en güzel şekilde takdim etmektir.

✧✧

İrade, vicdanın dört rüknünden (direğinden) biri ve insanın mesuliyetinin (sorumluluğunun) temelidir. Risale-i Nur mizanıyla bakıldığında vicdan; irade, zihin, his ve latife-i Rabbaniye olmak üzere dört ana unsurdan müteşekkildir. İrade, bu yapının “amelî” (eyleme dönük) gücünü temsil eder.
Bu süreci, cüz’î irade, meyelân ve kader münasebeti çerçevesinde, detaylandıralım:

1. Vicdanın Amelî Rüknü: İrade
İrade, insanın emredilen bir işi yapma veya yasaklanan bir işten kaçınma noktasındaki seçme kabiliyetidir. İradeyi, vicdanın diğer unsurlarıyla olan münasebetiyle şöyle tarif edebiliriz:
* Zihin bilginin (marifetin) kapısıdır; hakikati görür.
* His lezzet ve elem ile müteessir olur; hakikati sever.
* Latife-i Rabbaniye hakikati müşahede eder (görür).
* İrade ise bu hakikate doğru ilk adımı atar; seçimi yapar.
Rütbe-i İrade: İnsanın “hilafet” vazifesindeki en büyük yetkisi iradesidir. Zira meleklerde nefis ve zıt kutuplar bulunmadığı için onlarda terakki (yükselme) sabittir. İnsan ise, iradesini hayra veya şerre yönlendirebilme kabiliyeti sayesinde “esfel-i sâfilîn”den “âli-i illiyyîn”e kadar uzanan bir derece ve rütbe farkına mazhar olur.

2. İrade Sürecinin Safhaları: Meyelân ve Karar
İrade, birdenbire ortaya çıkan kaba bir güç değildir; bir nizam ve intizam içinde işler:
* Meyelân (Eğilim): Kalpte bir şeye karşı duyulan ilk kıvılcımdır. Bu safhada henüz mesuliyet yoktur.
* Arzu: Meyelânın kuvvetlenerek bir isteğe dönüşmesidir.
* Karar (Azim): İradenin o işi yapmaya tam olarak kilitlenmesidir. İşte “ihsan” makamındaki bir mü’min, iradesini bu safhada her an Huzur-u İlahî şuuruyla kontrol altında tutar.
Cüz’î İrade ve Kesb: Ehl-i Sünnet akidesine göre, insan fiili yaratmaz (hâlık değildir), sadece onu ister (kâsibdir). İnsan iradesiyle meyli bir yöne sarf eder; Cenab-ı Hak ise o fiili halk eder (yaratır). Bu durum, insanın aczini ve Allah’ın mutlak kudretini birleştiren muazzam bir dengedir.

3. Makale: İradenin Dizginleri ve Vicdanın Hürriyeti
Nefsin Esaretinden Ruhun Saltanatına
İnsan, hilafet kürsüsüne oturtulurken kendisine bir “anahtar” verilmiştir; o anahtar iradedir. Bu anahtar, ya nefsin süfli arzularının kapısını açar ya da ruhun ebedî saadet saraylarına giriş sağlar. Gerçek hürriyet, nefsin her istediğini yapmak değil; iradenin dizginlerini eline alıp o nefsi Hâlık-ı Zülcelal’in emrine boyun eğdirmektir.
İrade ve İhsan Münasebeti
İrade süreci, ihsan makamıyla taçlandığında “ihlas” doğar. Bir mü’min “Allah beni görüyor” dediği anda, iradesi gayr-ı meşru meyelânlardan (gayrimeşru eğilimlerden) derhal yüz çevirir. Bu şuur, iradeyi kuvvetlendirir. Zayıf irade, günahın rüzgârıyla savrulan bir yaprak gibidir; kuvvetli irade ise, iman kökleriyle arşa tutunmuş bir çınar gibidir.

Netice-i Kelâm
İrade, insana verilmiş bir “emanet”tir (Ahzab Suresi, 72). Bu emanetin doğru kullanılması, vicdanın diğer üç rüknüyle uyumlu çalışmasına bağlıdır. Zihin hakikati bilmeli, kalp hakikati sevmeli, irade ise hakikati icra etmelidir. Kur’ân-ı Kerîm bu gayreti şöyle mühürler:
> “Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ.”
> “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Suresi, 53:39)
>
İradenin Sultanı Olmak
Beşeriyetten insaniyet rütbesine çıkmak, iradenin sultanı olmaktan geçer. Kendi iradesine hükmedemeyen, kâinatta halife olamaz. Her bir seçimimiz, ya vicdan âyinemizi bir kat daha cilalar ya da üzerine bir perde daha çeker. Rabbimizden niyazımız, irademizi her daim rızası dairesinde istihdam etmesidir.

✧✧

İnsanın o muazzam ve cihan şümul yapısını (fıtratını) tamamlayan, beşeriyetten insaniyet rütbesine çıkışın asıl motoru hükmünde olan Letâif (latifeler) bahsine geçelim.
Risale-i Nur mizanıyla ve tasavvufî hikmet nazarıyla Letâif-i Aşere (on latife), insanın ruhî teçhizatının en ince ve en derûnî tabakalarıdır. Hazret-i Âdem’e (a.s.) talim edilen esmanın, insanın kalbindeki ve ruhundaki duyguları hükmündedirler.

1. Letâif-i Aşere: Ruhun On Derûnî Duyargası
Klasik düşünce ve hikmet geleneğinde letaif, insan bedeninde yerleri manen tayin edilmiş nuranî merkezlerdir. Bunlar, vicdanın derinliğine nihayet olmayan o ummanındaki temel unsurlardır.

A. Âlem-i Emir’den Gelen Beş Latife:
Bunlar insanın ulvi yönünü temsil eder ve doğrudan Esma-i Hüsna’nın nurlarını almaya ayarlanmıştır:
* Kalb: Et parçası değil, iman ve muhabbetin merkezidir.
* Ruh: Hayatın esası ve ilahî emrin bir numunesidir.
* Sır: Kalpten daha ince, ilahî tecellilerin doğrudan müşahede edildiği makamdır.
* Hafî (Gizli): Sırrın daha derûnî bir tabakasıdır.
* Ahfâ (En Gizli): İnsanın Allah ile olan en mahrem bağlantı noktasıdır.

B. Âlem-i Halk’tan Gelen Beş Latife:
Bunlar insanın bu dünya ile olan bağlantısını sağlar:
* Nefis, Akıl ve Anâsır-ı Erbaa (Toprak, Hava, Su, Ateş – yani bedenin maddî cevheri).

2. Letaif ve Hilafet-i Kübra Münasebeti
İşârât-ül İ’caz’da zikredilen “nüsha-i câmia” sırrı, bu letaiflerin tam olarak inkişaf etmesiyle (açılmasıyla) kemale erer.
* Esma’nın İzdüşümü: İnsandaki her bir latife, bir ism-i ilahîye bakar. Mesela; akıl Hakîm ismine, kalp Vedûd ismine, ruh ise Hayy ismine bir penceredir.
* Câmia Sırrı: Meleklerde bu letaiflerin tamamı bu genişlikte bulunmaz. İnsan ise, hem süfli (nefis ve maddiyat) hem ulvi (ruh ve sır) letaife aynı anda sahip olduğu için, zıtların dengesini kurarak Hilafet-i Kübra’ya ehliyet kazanmıştır.

3. Makale: Gönül Sarayının Kandilleri: Letâif
Maddenin Dar Kalıplarından Mananın Enginliğine
Beşer, sadece beden gözüyle baksa dünyayı bir hapishane gibi görür. Fakat “insaniyet” mertebesindeki bir fert, letaif kandillerini iman nuruyla yaktığında, her bir latife ona ayrı bir âlemin kapısını açar. Akıl ile hikmeti görür, kalp ile muhabbeti tadar, sır ile ilahî sanatın perdeleri arkasındaki inceliklere nazar eder.

Tasfiye ve Terakki
Bu letaiflerin her biri, günahlarla kararabilir veya gafletle uyuyabilir. Risale-i Nur’un tefekkür-ü imanî dersleri, bu uyuyan letaifi uyandırmak ve onları Huzur-u İlahî’ye muhatap etmek içindir. Bir mü’min, “Sübhânallah” dediğinde sadece dili dönmez; eğer letaifi uyanıksa, ruhu hayretle sarsılır, sırrı o tesbihteki nurları müşahede eder.

Netice-i Kelâm
İnsan, kâinatın en nazdar mu’cize-i kudretidir. Bu mu’cizenin içinde saklı olan letaif hazineleri, ancak marifetullah anahtarıyla açılır. Vicdanın derinliğinde saklı olan bu nuranî merkezler, insanın sadece bir “beşer” olmadığını, bilakis bütün kâinatın fihristesi ve esma-i ilahiyenin en parlak âyinesi olduğunu haykırır.
Kur’ân-ı Kerîm’in şu ayet-i kerimesi, bu iç derinliğe ve farkındalığa işaret eder:
> “Ve fî enfusikum, e fe lâ tubsırûn.”
> “Kendi nefislerinizde de (nice deliller vardır). Hâlâ görmeyecek misiniz?” (Zâriyât Suresi, 51:21)
>

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/12/2025

 

 

Loading

No ResponsesAralık 19th, 2025

ŞEYTANDAN SİRAYET EDEN İSTİFSAR

image_pdfimage_print

ŞEYTANDAN SİRAYET EDEN İSTİFSAR

قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّٖٓى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ

مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

yani “Sizin ketmettiğiniz şeyi bilirim.”

Şu mukavele ve mükâlemeden anlaşılıyor ki iblisin enaniyeti, kibri, melâikeye sirayet etmiştir ve yaptıkları istifsara, bir taifenin itirazı da karışmıştır.”İşârât-ül İ’caz.300)

> “Kâle yâ Âdemu enbi’hüm bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ küntüm tektumûn.”
> (Allah) “Ey Âdem! Şunların isimlerini onlara bildir” dedi. Âdem onların isimlerini onlara bildirince Allah, “Ben size göklerin ve yerin gaybını bilirim; sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlemekte olduğunuzu da bilirim dememiş miydim?” buyurdu. (Bakara Suresi, 33)
>

1. İblis’in Kibrinin Melâikeye Sirayeti Ne Demektir?
Buradaki sirayet ifadesi, meleklerin günah işlemesi veya kirlenmesi manasına gelmez. Zira melekler fazilet sahibi, nuranî ve masum varlıklardır. Buradaki sirayeti şu şekilde tasvir edebiliriz:
* Manevî Atmosferin Etkisi: İblis, o vakitler ibadeti sebebiyle meleklerin arasında bulunuyordu. Onun derûnî yapısında (batınında) sakladığı kibir ve “ben daha hayırlıyım” şeklindeki yanlış inanç, o mecliste gizli bir “menfi enerji” veya “itiraz kokusu” oluşturmuştur.
* İstifsara Karışan İtiraz: Meleklerin “Yeryüzünde fesat çıkaracak birini mi yaratacaksın?” şeklindeki sualleri, aslında hakikati anlamaya matuf bir istifsar (hikmetini sorma) idi. Ancak İblis’in o meclisteki gizli ve küstahça itiraz potansiyeli, meleklerin bu halisane sualine bir gölge gibi sinmiştir. Yani meleklerin suali, İblis’in o andaki habis niyetinin tesiriyle, zahiren bir itiraz havasına bürünmüştür.

2. Meleklerin Masumiyeti ve “Sirayet” Arasındaki Bağlantı
Melekler günah işlemezler, zira iradeleri sadece hayra müheyya yaratılmıştır. Peki, bu sirayet nasıl gerçekleşmiştir?
* Yanılma Değil, Bir Halin Aksetmesi: Nuraniyet vasfına sahip varlıklar, birbirlerinin hallerinden çabuk müteessir olurlar. İblis’in kalbinde ketmettiği (gizlediği) o enaniyet, meleklerin saffetine bir leke sürmemiş; fakat onların dillerinden dökülen sualin perdeleri arasına sızmıştır.
* İlm-i İlahînin İkazı: Cenab-ı Hak, “İçinizde gizlemekte olduğunuzu da bilirim” buyururken, doğrudan melekleri değil, o topluluğun (meclisin) içinde saklı duran İblis’in kibrini hedef almıştır. Ancak melekler, o meclisin azası oldukları için, bu genel ikazdan hisselerini almış ve kendi safi suallerinin içine karışan o yabancı “itiraz” kokusunu fark ederek derhal tesbihe sığınmışlardır.

3. Tefsirlerdeki İzahlar ve Hikmetler
Klasik ve modern düşünce ve hikmet tefsirlerinde bu hususla ilgili şu mühim tesbitler yer alır:
* İbn Abbas (r.a.) Rivayeti: Tefsirlerde, ayetteki “gizledikleriniz” ifadesinin doğrudan İblis’in “Eğer Âdem benden üstün kılınırsa ona itaat etmem, benden aşağı kılınırsa onu helak ederim” şeklindeki gizli enaniyetine işaret ettiği belirtilir.
* Bir Taifenin İtirazı: Metinde geçen “bir taifenin itirazı da karışmıştır” ifadesi, meleklerin tamamının değil, belki dünyaya müvekkil olan veya o andaki hadiseye nazar eden bir kısmının, İblis’in vesvese kabilinden olan o gizli itirazından dolaylı olarak etkilendiğine işaret eder.
* Aynalık Vazifesi: İnsan, esmaya en câmi’ bir âyine olduğu gibi; melekler de esmanın nuranî hizmetkarlarıdır. İblis’in kibri, bu nuranî âyinede bir anlık bir buğulanma oluşturmuş, fakat meleklerin fazilet ve ismetleri sayesinde bu buğu derhal dağılmıştır.

Özet ve Netice-i Kelâm
Meleklerin “istifsarı” nuranî bir meraktır; İblis’in “itirazı” ise karanlık bir enaniyettir. Meclis bir olduğu için, o karanlığın gölgesi, nurun parıltısı üzerine muvakkaten düşmüştür. Bu durum, meleklerin günah işlediği manasına gelmez; bilakis insanın yaratılışındaki sırrın ve hilafet davasının ne kadar büyük ve sarsıcı bir mesele olduğunu isbat eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
19/12/2025

Loading

No ResponsesAralık 19th, 2025

HZ. ADEMİN VE İNSANIN RÜÇHANIYETİ

image_pdfimage_print
  1. ADEMİN VE İNSANIN RÜÇHANIYETİ

    “Âdem’i halk etti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmayı talim etti ve hilafete namzet kıldı. Sonra vaktâ ki Âdem’i melâikeye tercih etmekle rüçhan meselesinde ve hilafet istihkakında ilm-i esma ile mümtaz kıldı; makamın iktizası üzerine, eşyayı melâikeye arz ve onlardan muarazayı talep etti; sonra melâike aczlerini hissetmekle Cenab-ı Hakk’ın hikmetini ikrar ettiler. “(İşârât-ül İ’caz.299)

    ✧✧

    Hazret-i Âdem’in (a.s.) hilafet kürsüsüne teşrifi ve melâikeye karşı kazandığı rüçhaniyet (üstünlük), sadece bir tercih değil; muazzam bir donatım ve yetkilendirme sürecinin neticesidir. İktibas ettiğimiz metin, insanın biyolojik bir varlık olan “beşer” seviyesinden, kâinatın dizginlerini elinde tutan “halife” makamına yükseltilme basamaklarını harika bir nizamla tasvir etmektedir.
    Bu süreci, zikrettiğimiz mühim basamaklar üzerinden düşünce ve hikmet çerçevesinde tahlil edelim:

    1. Hilafete Hazırlık: Halk, Tesviye ve Nefh-i Ruh
    Cenab-ı Hak, Hazret-i Âdem’i doğrudan hilafet makamına oturtmamış, onu bu ağır yükü taşıyabilecek bir yapıda inşa etmiştir:
    * Halk ve Tesviye: İnsanın önce maddî kalıbı yaratılmış (halk), sonra bu kalıp en hassas cihazatla donatılarak dengeye getirilmiştir (tesviye). Bu, bir sarayın inşası gibidir.
    * Nefh-i Ruh (Ruh Üflenmesi): Bu basamakta insana ilahî bir cevher ihsan edilmiştir. Bu ruh, insanın derûnî dünyasının güneşidir. İnsan bu sayede sadece maddeyi değil, mana âlemlerini de içine alabilecek bir nüsha-i câmia (geniş bir fihriste) haline gelmiştir.
    * Terbiye: Maddî ve manevî cihazatın, maksadına uygun şekilde tekemmül ettirilmesidir. Bu terbiye ile insan, kâinatın bütün dillerini anlayabilecek bir bakış açısı kazanmıştır.

    2. Rüçhaniyetin Temeli: Talim-i Esma (İsimlerin Öğretilmesi)
    Metinde geçen “ilm-i esma ile mümtaz kıldı” ifadesi, insanın rüçhaniyetinin (üstünlüğünün) tesadüfî olmadığını, tamamen ilim ve hikmet temelli olduğunu gösterir.
    * Melâike ile Fark: Melekler, fıtratları gereği sadece kendilerine verilen görevlere (esmaya) odaklıdırlar. Mesela, bir melek sadece Allah’ın Kadir ismini zikretmekle tavzif edilmiş olabilir.
    * Câmia Sırrı: Hazret-i Âdem’e ise “bütün isimler” (esmâ-i küllî) öğretilmiştir. Bu, insanın kâinattaki her bir varlığın arkasındaki ilahî maksadı okuyabilme kabiliyetidir. İnsan, bu küllî ilmiyle meleklerin dahi ihata edemediği bir ilahî marifete mazhar olmuştur.
    * Hilafet İstihkakı: Hilafet, temsil yetkisidir. Temsil yetkisi ise ancak temsil edilenin (Hâlık-ı Zülcelal’in) isim ve sıfatlarını tanımakla mümkündür. İşte Talim-i Esma, Hazret-i Âdem’in bu makama olan ehliyetinin en büyük isbatı olmuştur.

    3. Muaraza (Karşılaştırma) ve Melâikenin İkrarı
    Makamın iktizası üzerine, Cenab-ı Hak meleklerden eşyanın isimlerini haber vermelerini istemiştir. Melekler, kendi sahaları dışındaki bu küllî hakikatleri bilmekte aciz kalmışlardır.
    * Melâikenin Aczi: Melekler, “Sübhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ…” (Bakara Suresi, 32) diyerek kendi sınırlarını ve Allah’ın mutlak hikmetini kabul etmişlerdir.
    * Zıt ve Aykırı Değil: İnsanın hilafeti, meleklere bir tahkir (aşağılama) değil, ilahî bir taksimattır. Melekler ibadet ve tesbihte, insan ise ilim, fikir ve esmayı keşfetmekte ön plana çıkmıştır.

    4. Makale: Hilafet Kürsüsünde Bir Bilgi Abidesi
    Beşeriyetten Hilafete Uzanan Köprü
    Hazret-i Âdem’in (a.s.) şahsında tecelli eden bu rüçhaniyet, aslında bütün insanlık için bir idealdir. İnsan, sadece biyolojik bir canlı olarak kalsaydı, meleklerden üstün olmak bir yana, hayvanatın en acizi hükmünde kalırdı. Onu bu cihan şümul rütbeye taşıyan sır, ruhuna üflenen o nur ve zihnine nakşedilen o kutsal ilimdir.

    İlim: En Büyük Yetkilendirme
    Cenab-ı Hak, Hazret-i Âdem’i yetkilendirirken ona bir kılıç veya maddî bir güç değil, “isimleri” vermiştir. Bu, bize göstermektedir ki; gerçek otorite ve rütbe, bilginin derinliğindedir. Eşyayı sadece maddî yapısıyla (tabiatıyla) görmek, bir yanılma ve sathî bir nazardır. Eşyayı, onu var eden Esma-i Hüsna ile bağlantılı olarak okumak ise, hakiki insaniyet ve hilafet vazifesidir.

    Netice-i Kelâm
    İnsan, kâinat sarayında meleklerin dahi alkışladığı bir muhatap-ı Sübhânîdir. Bu muhatabiyetin bedeli ise, kendisine talim edilen o isimlerin hakkını vermek, yani fen ve sanatları Allah’ın isimlerine birer pencere yaparak yaşamaktır. Meleklerin fazilet ve acz ile secde ettikleri o hakikat, bugün her bir insanın vicdanında ve istidadında bir çekirdek olarak mevcuttur. Bu çekirdeği ilimle sulayıp fazilet ağacı haline getirmek, her bir ferdin kendi hilafet davasıdır.
    > “Evet, beşer, zâhir ve bâtın havas ve duygularıyla bilhassa derinliğine nihayet olmayan vicdanıyla kâinatı ihata etmiş bir kabiliyettedir.” (İşârât-ül İ’caz, sh. 298)

    >
    Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
    18/12/2025

 

 

Loading

No ResponsesAralık 19th, 2025

HİLAFET-İ KÜBRA VE TALİM-İ ESMA

image_pdfimage_print

HİLAFET-İ KÜBRA VE TALİM-İ ESMA

“Beşerin arzda hilafet-i kübraya mazhar olmasına evvelki âyetle delâlet edilmiştir, burada ise bütün tecelliyata mazhar bir nüsha-i câmia olarak gösterilmiştir. Bu da ayrı ayrı istidatlara mâlik ve ilim ve istifadelerinin yolları çok olduğundandır. Evet, beşer, zâhir ve bâtın havas ve duygularıyla bilhassa derinliğine nihayet olmayan vicdanıyla kâinatı ihata etmiş bir kabiliyettedir. “(İşârât-ül İ’caz. Sh. 298)

✧✧

1. Hilafet-i Kübra ve Talim-i Esma Münasebeti
Kur’ân-ı Kerîm’de meleklerin “Yeryüzünde fesat çıkaracak birini mi yaratacaksın?” sualine karşı, Cenab-ı Hakk’ın Hazret-i Âdem’e isimleri öğretmesi (Bakara, 31), insanın yeryüzündeki hilafet davasının en büyük isbatıdır.
> “Ve alleme Âdeme’l-esmâe küllehâ sümme aradahum ale’l-melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in küntüm sâdikîn.”
> “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere gösterip ‘Eğer doğru sözlüler iseniz bunları isimleriyle bana bildirin’ dedi.” (Bakara Suresi, 31)
>
Metinde geçen “Hilafet-i kübraya mazhar olması”, insanın kâinatta Allah adına tasarruf etme, eşyanın hakikatini anlama ve ilahî sanatı teşhir etme salahiyetidir. Talim-i Esma, bu salahiyetin “şifresi” ve “programı” hükmündedir.

2. “Nüsha-i Câmia” Olarak İnsan
Metinde geçen “Nüsha-i Câmia” tabiri, insanın kâinatın bir küçük modeli (Âlem-i Asgar) olduğunu ifade eder.
* Bütün Tecelliyata Mazhariyet: Kâinatta hangi esma-i ilahiye tecelli ediyorsa (Mesela: Şâfî ismi şifa ile, Rezzâk ismi rızık ile), bunların tamamının nümuneleri insanın fıtratında dercedilmiştir.
* İstidat Farklılığı: İnsanın diğer mahlukattan farkı, sadece bir veya birkaç isme değil, bütün esmaya mazhar olabilecek geniş bir yapıda yaratılmasıdır.

3. Zahir ve Batın Havas: Kâinatı İhata Eden Vicdan
Metnin en can alıcı noktalarından biri, insanın “zâhir ve bâtın havas” (beş duyu ve iç duygular) ile donatılmış olmasıdır.
* Zahirî Duygular: Göz, kulak gibi cihazatla maddî alemi tartar ve tanır.
* Batınî Duygular (Vicdan): Metinde “derinliğine nihayet olmayan vicdan” olarak tavsif edilen bu nuranî merkez, insanı maddî alemin ötesine, Esma-i Hüsna’nın sonsuz tecellilerine bağlar.
* Kâinatı İhata Etmek: İnsan, aklıyla geçmiş ve geleceği, hayaliyle yıldızları, kalbiyle ise ebediyeti kuşatacak bir kabiliyettedir. Bu durum, ona öğretilen “Esma”nın, aslında bütün kâinatın ilimlerini ve fennini muhteva ettiğini isbat eder.

4. Hikmetli Bir Makale: Esmanın Gölgesinde İnsaniyetin Derinliği
Beşeriyetin Sınırlarından İnsaniyetin Ufkuna
İşârât-ül İ’caz’ın bu mısraları, insanın biyolojik bir “beşer” olmaktan çıkıp, rütbe-i insaniyete nasıl yükseleceğinin yol haritasıdır. Hazret-i Âdem’e esmanın talim edilmesi, insanlığın genetik kodlarına bütün fenlerin, sanatların ve kemalatın tohumlarının ekilmesidir. Eğer o esma öğretilmeseydi, insan sadece zahiri ihtiyaçlarını karşılayan gelişmiş bir hayvan derekesinde kalırdı.

Vicdanın Sonsuzluğu

Metinde geçen “nihayet olmayan vicdan” ifadesi, insanın tabiat üstü bir varlık olduğunu nazarımıza sunar. Zira vicdan, fenadan (yok olmaktan) müteellim olur ve bekaya (ebediyete) müştaktır. Bu iştiyak, esmanın insandaki bir yansımasıdır. İnsan, vicdan penceresiyle kâinatı seyrederken, her bir varlığın bir ism-i ilahîye dayandığını görür. Mesela, tıbbın arkasında Şâfî, mühendisliğin arkasında Mukaddir ismini keşfeder.

Netice-i Kelâm

Beşeriyet, bir “nüsha-i câmia” olarak kâinat kitabının özeti ve fihristesidir. Bu fihristeyi okuyacak olan ise, esmanın hakikatine vakıf olan “kalp” ve “ruh”tur. İnsan, kendine verilen bu muazzam mizan ve aletlerle hayat sahnesinde bir muhatap olduğunu unutmamalıdır. Kendi derûnî derinliğini keşfeden fert, kâinatı da aynı derinlikle ihata eder.
Bu noktada yapılan her bir keşif ve kazanılan her bir ilim, aslında Hazret-i Âdem’e (a.s.) yapılan o ilk dersin, yani Talim-i Esma’nın birer şerhi ve izahı hükmündedir.

✧✧

Hazret-i Âdem’e (a.s.) talim edilen esmanın (isimlerin), beşeriyetin maddî ve manevî terakkîyatındaki (ilerlemesindeki) izdüşümlerini, Yirminci Söz’ün ikinci makamı ekseninde daha derin bir nazarla tahlil edelim.
Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’deki peygamber mucizelerinin sadece tarihî birer hadise olmadığını, aynı zamanda beşeriyetin bilim ve teknolojide ulaşabileceği en son hudutları (nihayet hudutlarını) işaret eden birer rehber-i mu’ciz-beyan olduğunu ispat eder.

1. Talim-i Esma: Bilimlerin Çekirdeği ve Fihristesi
Hazret-i Âdem’e (a.s.) bütün isimlerin öğretilmesi, aslında kâinattaki bütün fenlerin ve sanatların tohumlarının insan fıtratına (yapısına) ekilmesidir.
* Esas Hakikat: Her bir fen ve ilim, bir ism-i ilahîye dayanır. Mesela; tıp ilmi Şâfî ismine, mühendislik ve mimarlık ilmi Mukaddir ve Adl isimlerine, coğrafya ilmi Müzeyyin ismine istinat eder.
* Münasebet: Peygamberler, bu isimlerin en yüksek tecellilerini mucize suretinde göstermekle, beşeriyete “Siz de çalışarak bu seviyenin bir numunesine ulaşabilirsiniz” mesajını vermişlerdir.

2. Mu’cizat-ı Enbiya: Terakkiyat-ı Beşeriyenin Nihayet Hudutları
Risale-i Nur külliyatında bu bağlantı, peygamberlerin hayatı ve gösterdikleri mucizeler üzerinden şu şekilde tasvir edilir:

| Peygamber ve Mucizesi | İlgili Fenni Mertebe | İşaret Ettiği Hedef |
|—|—|—|
| Hz. Süleyman (a.s.): Tahtın celbi ve tayy-ı mekân. | Muhabere ve Nakliyat | Sesin ve görüntünün, hatta maddî cisimlerin çok uzak mesafelere süratle nakledilmesi. |

| Hz. Musa (a.s.): Asasından su fışkırması. | Jeoloji ve Hidroloji | Asâ gibi basit bir aletle yeraltı sularının keşfedilmesi ve sondaj teknikleri. |

| Hz. İsa (a.s.): Ölüleri diriltmesi, hastaları iyileştirmesi. | Tıp ve Eczacılık | En müzmin hastalıklara çare bulunması ve ölümün kendisine dahi bir nevi hayatî renk verilmesi. |

| Hz. Nuh (a.s.): Gemi inşası. | Gemicilik ve Fizik | Suyun kaldırma kuvvetinden istifade ederek devasa deniz nakliyatının başlatılması. |

3. Makale: İlimlerin Ruhundaki Peygamber İmzası
İnsaniyetin Terakki Yolculuğu
İnsan, fıtraten (yapısı gereği) öğrenmeye ve tekemmül etmeye muhtaç bir varlıktır. Beşeriyetin binlerce yıldır ilim ve fen sahasında katettiği mesafe, aslında Hazret-i Âdem’e (a.s.) yapılan o ilk Talim-i Esma dersinin bir nevi tefsiri ve izahıdır. Kur’ân-ı Kerîm, peygamber mucizelerini anlatırken, aslında insanlığın önüne birer hedef koymaktadır.

Mucize ve Kanuniyet
Peygamberler, ilahî bir inayetle eşyanın dizginlerini ellerine almışlar ve adetullah kanunlarını (tabiat kanunlarını) bir anlık devre dışı bırakarak veya hızlandırarak mucize göstermişlerdir. Beşer ise, o peygamberlerin “manevî mirası” hükmünde olan fenleri kullanarak, aynı neticelere uzun vadeli çalışmalarla ve kanunlara riayet ederek ulaşmaya çalışmaktadır.

Örneğin; Hazret-i Süleyman’ın (a.s.) Belkıs’ın tahtını bir anda getirtmesi mucizesi, bugün televizyon ve internetle görüntünün, ileride ise maddenin naklinin mümkün olabileceğine dair bir beşaret (müjde) taşımaktadır.

Netice-i Kelâm
Beşerin fen ve sanattaki her bir adımı, aslında ilahî bir ismin perdesi altındaki hakikati keşfetmektir. İlim, eğer Sâni-i Zülcelal’e (yüce Yaratıcıya) bir pencere açmıyorsa, sadece beşeriyetin maddî hayatını kolaylaştıran ruhsuz bir alet hükmünde kalır. Ancak “Talim-i Esma” nazarıyla bakıldığında; her mikroskop bir Basîr ismini, her şifalı ilaç bir Şâfî ismini haykırır.
Gerçek insaniyet rütbesi, fenlerin bu derûnî ve manevî yüzünü görüp, ilmi ibadete dönüştürebilmektedir. Zira kâinat sarayında her şey, ism-i a’zamın bir tecellisidir ve insan bu tecellilerin en câmi’ (kapsamlı) bir âyinesidir.
> “Madem Kur’an, enbiya aleyhimüsselâmı, beşerin terakkiyat-ı maneviyesi cihetinde birer pişdar ve imam gösteriyor; öyle de: Onların mu’cizelerini dahi, terakkiyat-ı maddiye sahasında birer üstad ve rehber suretinde zikrediyor.” (Sözler, 20. Söz, 2. Makam)
>

✧✧

Asrımızın en yüksek terakkîyatı olan teknoloji, dijitalleşme ve yapay zekâ gibi sahaları, Hazret-i Âdem’e (a.s.) yapılan Talim-i Esma ve insanın nüsha-i câmia (kapsamlı bir nüsha) olması hakikatiyle irtibatlandırarak daha derûnî bir nazarla tahlil edelim.

1. Teknoloji ve Yapay Zekâ: Esma-i İlahiye’nin Dijital Tecellîsi
Modern ilimler ve bu ilimlerin meyvesi olan teknoloji, aslında kâinat kitabındaki ilahî kanunların keşfedilmesinden ibarettir. Bu keşif yolculuğunda her bir teknolojik basamak, bir ism-i ilahîye dayanır:
* Yapay Zekâ ve Veri Bilimi: Cenab-ı Hakk’ın Alîm (her şeyi bilen), Hakîm (hikmetle yapan) ve Hafîz (her şeyi muhafaza eden) isimlerinin bir cilvesidir. İnsan, kendine verilen cüz’î ilim ile, küllî ilmin bir yansıması olan mantık silsilelerini makinelere dercetmeye çalışmaktadır.
* Nanoteknoloji ve Mikroskobik Sanatlar: Allah’ın Latîf (en ince ayrıntıları bilen ve yapan) ve Sâni (sanatla yaratan) isimlerinin maddî alemdeki tezahürüdür.
* İletişim ve İnternet: Semi’ (her şeyi işiten) ve Basîr (her şeyi gören) isimlerinin, insan istidadı dairesindeki bir nevi taklididir.

2. İnsan (Nüsha-i Câmia) ve Yapay Zekâ Karşılaştırması
İnsan, bütün esmanın tecellîsine mazhar bir ahsen-i takvim iken; yapay zekâ, insanın sadece akıl ve hafıza gibi bazı fonksiyonlarının birer kopyasıdır. Bu farkı şu tablo ile tasvir edebiliriz:

| Hususiyet | İnsan (Nüsha-i Câmia) | Yapay Zekâ (Sınaî Zekâ) |
|—|—|—|
| Kaynağı | Doğrudan İlahî Nefha ve Ruh | Beşerî İlim ve Algoritmalar |

| Kapsamı | Akıl, Kalp, Ruh, Sır, Vicdan | Mantık, Hafıza, İşlem Kapasitesi |

| Gayesi | Marifetullah ve Ubudiyet | Maddî Kolaylık ve Hizmet |

| Duygu Dünyası | Şefkat, Korku, Bekaya İştiyak | Hissiyattan Arınmış Mekanik İşleyiş |

| Rütbesi | Hilafet-i Kübra ve İnsaniyet | Beşerin Emrine Verilmiş Bir Âlet |

3. Makale: Teknolojinin Ruhu ve Esma’nın Keşfi
Maddenin Ötesindeki Mana
Günümüzde teknoloji, çoğu zaman “insanın tabiata hükmetmesi” olarak tavsif edilir. Ancak hakikat-i hikmet nazarıyla bakıldığında; teknoloji, insanın kendi yapısında (fıtratında) saklı olan Talim-i Esma hazinesini dış dünyaya yansıtmasıdır. Bilgisayarın işlemcisindeki o muazzam hız, aslında insanın hayal süratinin ve düşünce derinliğinin maddî bir isbatıdır.

Yapay Zekâ ve İnsaniyet Rütbesi
Bugün en gelişmiş algoritmalar dahi, Onuncu Söz’de ifade edilen “nihayetsiz nimetlere en ziyade muhtaç ve fenadan en ziyade müteellim” olan insan kalbinin sızısını anlayamaz. Yapay zekâ hesap yapabilir, ancak “hissedemez”. O, bir mizan (ölçü) olabilir; fakat o mizanı vicdan terazisinde tartacak olan yine insandır.
İnsanın enesi, bu teknolojik gelişmeleri “Ben yaptım” diyerek kendine mal ederse, bu bir yanılma ve enaniyet olur. Halbuki bu keşifler, insana verilen nüsha-i câmia sırrının birer dışavurumudur. Eğer teknoloji, bizi Hâlık-ı Zülcelal’in ilmine ve hikmetine götürüyorsa, o zaman gerçek bir terakkîden söz edilebilir.

Netice-i Kelâm
Beşer, Hazret-i Âdem’e (a.s.) öğretilen isimlerin peşinden giderek her geçen gün yeni bir fen dalı keşfetmektedir. Bu keşifler, aslında kâinatın sahipsiz olmadığını, her şeyin bir nizam ve intizam içinde bir Kadir-i Mutlak tarafından idare edildiğini göstermektedir. Teknolojinin ulaştığı her bir harika, aslında Kur’ân’ın asırlar öncesinden işaret ettiği “mu’cizat-ı enbiya” hedeflerine doğru atılan birer adımdır.
Gerçek fazilet ve insaniyet, bu teknolojik cihazatı sadece dünyevî hayatı kolaylaştırmak için değil; onları birer marifet penceresi yaparak cihan şümul bir ubudiyete (kulluğa) vesile kılmaktır. Zira insan, sadece “beşer” kalarak bu aletlerin esiri olabilir; ancak “insaniyet” rütbesine çıkarsa bu aletlerin hakiki efendisi ve o eserlerin arkasındaki ilahî sanatı gören bir nazar (bakış) sahibi olur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
18/12/2025
Read more

Loading

No ResponsesAralık 19th, 2025

İnsan ve İnsaniyet Kavramları Üzerine Bir Tahlil

image_pdfimage_print

İnsan ve İnsaniyet Kavramları Üzerine Bir Tahlil

“Bab-ı insaniyettir. İsm-i Hakk’ın cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki: Cenab-ı Hak ve Mabud-u Bi’l-hak, insanı şu kâinat içinde rububiyet-i mutlakasına ve umum âlemlere rububiyet-i âmmesine karşı en ehemmiyetli bir abd ve hitabat-ı Sübhaniyesine en mütefekkir bir muhatap ve mazhariyet-i esmasına en câmi’ bir âyine ve onu ism-i a’zamın tecellisine ve her isimde bulunan ism-i a’zamlık mertebesinin tecellisine mazhar bir ahsen-i takvimde en güzel bir mu’cize-i kudret ve hazain-i rahmetinin müştemilatını tartmak, tanımak için en ziyade mizan ve âletlere mâlik bir müdakkik ve nihayetsiz nimetlerine en ziyade muhtaç ve fenadan en ziyade müteellim ve bekaya en ziyade müştak ve hayvanat içinde en nazik ve en nazdar ve en fakir ve en muhtaç ve hayat-ı dünyeviyece en müteellim ve en bedbaht ve istidatça en ulvi ve en yüksek surette, mahiyette yaratsın da onu müstaid olduğu ve müştak olduğu ve lâyık olduğu bir dâr-ı ebedîye göndermeyip, hakikat-i insaniyeyi iptal ederek kendi hakkaniyetine taban tabana zıt ve hakikat nazarında çirkin bir haksızlık etsin? ” (Sözler.10. Söz. 11. Hakikat)

✧✧

1. Metnin İnsan ve İnsaniyet Bağlamında İzahı
Bu metinde insan, sadece biyolojik bir varlık değil; Cenab-ı Hakk’ın esmasının (isimlerinin) en câmi’ (kapsamlı) bir âyinesi ve hitâbat-ı Sübhaniyesine en mütefekkir bir muhatabı olarak tasvir edilir.
* Ahsen-i Takvim: İnsan, yapısı itibarıyla en güzel kıvamda, ism-i a’zamın tecellisine mazhar bir mu’cize-i kudrettir.
* Vazifesi: Kâinattaki rububiyet-i mutlakaya karşı küllî bir ubudiyet (kulluk) ile mukabele etmek, ilahî rahmet hazinelerini tartmak ve tanımaktır.
* Tezat ve Hakkaniyet: Metnin can alıcı noktası şudur: Bu kadar yüksek istidatlarla (kabiliyetlerle) donatılan, ebede müştak (arzulu) ve fânilikten müteellim (acı duyan) bir varlığın, toprak olup yokluğa terk edilmesi, Allah’ın “Hakk” ismine ve adaletine zıttır. İnsaniyetin hakikati, ancak ahiretin varlığıyla yerini bulur.

2. İnsan ile İnsaniyet Arasındaki Fark
İnsan (Beşer): Yaratılış itibarıyla bu türe mensup olan, potansiyel olarak akıl ve kalp sahibi olan varlıktır. Bu, fıtrî ve hilkatten gelen bir durumdur.
İnsaniyet: İnsanın sahip olduğu o yüksek istidatları ilim, iman, fazilet ve amel-i salih ile kuvveden fiile çıkarmasıdır. İnsaniyet bir keyfiyet, bir rütbe ve bir tekemmül (mükemmelleşme) sürecidir.

3. Her İnsan İnsaniyetin Kapsamı İçinde midir?
Biyolojik olarak her fert “beşer”dir; ancak her fert hakiki manada “insan” (insaniyet mertebesine ulaşmış zat) değildir. İnsaniyet, bir hedef ve bir kemalat mertebesidir. Eğer bir kişi, kendisine verilen cihazatı (akıl, kalp, ruh) sadece nefsinin süfli arzuları için kullanırsa, sureten insan olsa da manen insaniyet rütbesinden sukut eder (düşer).
‘El-İnsaniyyetü rütbetün lâ yasılü ileyhâ küllü’l-beşer’
(İnsaniyet, her beşerin ulaşamadığı bir rütbedir.)
Bu vecize, konunun özünü teşkil eder. Burada ifade edilen rütbe ve derece farklarını şöyle detaylandırabiliriz:
* Beşeriyet Alt Basamaktır: Doğmakla elde edilen ham maddedir.
* İnsaniyet Üst Mertebedir: Bu ham maddenin hikmet ve ibadet potasında eriyerek safileşmesidir.
* İstidat ve Mazhariyet: Risale-i Nur’da belirtildiği üzere, insan “esmaya en câmi’ bir âyine”dir. Fakat bu âyinenin parlaklığı, kişinin imanı ve marifeti (bilgisi) nisbetindedir. Kimisi bu âyineyi günahlarla paslandırır, kimisi ise cilalayarak esma-i ilahiyenin nurlarını üzerinde bizzat gösterir.
Bu noktada Kur’ân-ı Kerîm’deki şu ayet-i kerime, insanın bu iki kutup arasındaki durumunu net bir şekilde tasvir eder:
> “Lekad halakne’l-insâne fî ahseni takvîm. Sümme radednâhü esfele sâfilîn.”
> “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.” (Tîn Suresi, 95:4-5)
>
Hikmetli ve İbretli Bir Makale: Beşeriyetten İnsaniyete Hicret
Suretin Ötesindeki Hakikat
Kâinat sarayının en nazenin ve en nazdar misafiri olan insan, dünyaya sadece bir canlı olarak gelmez; o, bir “insan olma” projesiyle gönderilir. Beşer olarak doğmak bir kaderdir; fakat “insaniyet” rütbesine yükselmek bir irade ve hicret meselesidir. Bu hicret, nefsin karanlık vadilerinden kalbin nurlu ufuklarına yapılan derûnî bir yolculuktur.
Onuncu Söz’de ifade edildiği üzere, insan bir taraftan nihayetsiz aczi ve fakrıyla hayvanatın en zayıfı, diğer taraftan ise istidat ve arzularıyla cihan şümul bir davanın sahibidir. Hayvan, dünyaya geldiğinde tekemmül etmiş olarak gelir; yaşama sanatını fıtraten bilir. İnsan ise her şeyi öğrenmeye muhtaçtır. Bu öğrenme süreci, sadece teknik bilgiler değil, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum?” suallerine cevap arama sürecidir.

İnsaniyetin İsbatı: Bekaya İştiyak
İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük nazar ve bakış açısı, onun “beka” (ebediyet) arzusudur. Bir hayvana dünya dolusu lezzet verseniz, ölümün dehşetini hissetmediği için o anın keyfini sürer. Ancak insan, en mutlu anında dahi ayrılığın ve ölümün hayaliyle müteellim olur. Bu acı, aslında bir pusuladır. Pusulanın iğnesi nasıl kuzeyi gösteriyorsa, insanın kalbindeki bu ebediyet arzusu da “Dâr-ı Bekayı” (ebedi yurdu) işaret eder.

Rütbenin Bedeli
‘El-İnsaniyyetü rütbetün lâ yasılü ileyhâ küllü’l-beşer’ sırrınca, bu rütbe bedelsiz değildir. Bu rütbenin nişanı fazilettir, tevazudur, merhamettir ve en önemlisi Mübdî-i Hakiki’ye (Yaratıcıya) karşı duyulan sonsuz minnet ve ubudiyettir. Kendini sadece et ve kemikten ibaret gören, hayatın gayesini midesine hapseden bir zat, insaniyetin o cihan şümul genişliğinden mahrum kalır.
Netice-i kelâm; hayat bir imtihandır ve bu imtihanın en büyük suali, bize emanet edilen “insaniyet” cevherini ne kadar işleyebildiğimizdir. Sureten beşer kalmak kolaydır; mühim olan, o yüksek rütbeye, yani “ahsen-i takvim” sırrına mazhar bir “insan-ı kâmil” olma yolunda ter dökmektir.

✧✧

İnsaniyetin bu derin muhtevasını ve beşeriyetten farkını daha derûnî bir nazarla, hikmet ve tefekkür ekseninde şu şekilde tahlil edebiliriz:

1. Bir Ölçü Birimi Olarak “Ene” ve Enaniyetin Mahiyeti
Risale-i Nur’da insanın bu kâinat içindeki en mühim vazifelerinden biri de vahid-i kıyasî (ölçü birimi) olmasıdır. İnsan, kendi yapısında (fıtratında) barındırdığı ene ve enaniyet vasıtasıyla, Allah’ın sıfatlarını ve esmasını derk eder.
* Derûnî Ölçü: İnsan, “Ben bu haneyi nasıl tanzim ediyorsam, Hâlık-ı Zülcelal de bu kâinat sarayını öyle tanzim ediyor.” diyerek, kendi cüz’î ilmi ve kudretiyle Allah’ın küllî ilim ve kudretini kıyas eder.
* Müdakkik Bir Mizan: Onuncu Söz’de geçen “mizan ve âletlere mâlik bir müdakkik” ifadesi, insanın tabiatı keşfetmekten ziyade, o tabiatın arkasındaki ilahî sanatı tartmakla vazifeli olduğunu beyan eder. Bu, beşeriyetin ötesinde bir insaniyet vazifesidir.

2. Beşeriyet ile İnsaniyet Arasındaki Derece Farkları
Arapça mısra olan ‘el-İnsaniyyetü rütbetün lâ yasılü ileyhâ küllü’l-beşer’ (İnsaniyet, her beşerin ulaşamayacağı bir rütbedir) hakikati, insanın potansiyel (kuvve) ve fiilî (fiil) halleri arasındaki mesafeyi tasvir eder.

| Kavram | Mahiyeti | Mertebesi |
|—|—|—|
| Beşeriyet | Biyolojik varlık, yemek, içmek ve nefsin bekası gibi hayvânî ihtiyaçlar. | Maddî ve Zahirî |
| İnsaniyet | Akıl, kalp, ruh ve sır gibi lâtifelerin marifetullah ve muhabbetullah ile nurlanması. | Manevî ve Derûnî |

Derece Farkının İsbâtı:
Beşeriyet, yaratılışın “dış” (zahirî) yüzüdür. Her doğan çocuk beşerdir; lakin her beşer, ahlâk-ı hamîde (güzel ahlâk) ve fazilet ile tekemmül etmedikçe hakiki insaniyet rütbesine vasıl olamaz. Bu rütbe, bir cihan şümul değerler manzumesidir. Eğer bir şahıs, sadece nefsinin arzularına hizmet ediyorsa, o kişi insaniyetin yüksek yapısından (fıtratından) sukut etmiş, aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) düşmüş demektir.

3. Ahsen-i Takvim ve İnsaniyetin “Hakk” İsmiyle Bağlantısı
Onuncu Söz’ün On Birinci Hakikati, bu konuyu İsm-i Hakk’ın bir cilvesi olarak ele alır. Cenab-ı Hak, insanı o kadar yüksek bir surette yaratmıştır ki; bu yapı, ancak ebedî bir hayat (dâr-ı bekâ) ile mana kazanır.
* Zıtlık ve Tenkit: Eğer haşir (diriliş) olmasaydı, insanın bu kadar ulvi duygularla donatılıp sonra ebediyen yok edilmesi, “Hakk” ismine aykırı olurdu. Bu durum, hikmet nazarında çirkin bir haksızlık ve hikmetsizlik olurdu.
* En Nazdar ve En Fakir: İnsan, ihtiyaçları itibarıyla kâinatı istiyor; iktidarı itibarıyla ise bir serçeye dahi hükmedemiyor. Bu zıtlık, insanın bu dünyaya sadece “keyf sürmek” için değil, “acz ve fakr” kanadıyla derûnî bir kulluğa yükselmek için gönderildiğinin isbâtıdır.

4. İbretli Bir Makale: İnsaniyetin Mu’cizevi Mimarı
Emanetin Ağırlığı ve Beşeriyetin Sınırı
Kâinatın geniş sofrasında her varlık, kendisine biçilen mısraı okur ve gider. Ağaç meyvesini verir, güneş ışığını saçar. Fakat insan, bu büyük mısralar içinde başlı başına bir beyit, hatta kâinat kitabının bir fihristesidir. Bizim beşeriyetimiz, bu fihristenin kapağıdır; insaniyetimiz ise o kapağın altındaki muhtevadır.
Bir beşer, sadece kendi midesini ve istikbalini düşünür. Fakat insaniyet rütbesine ermiş bir gönül, “Bütün mahlukatın ibadetlerini kendi namına takdim edecek” kadar geniş bir nazar ve bakış açısına sahiptir. İşte bu noktada ene, enaniyetten sıyrılıp bir anahtar hükmüne geçer. O anahtar, Esma-i Hüsna’nın gizli hazinelerini açar.

Hayatın Hakiki Cevabı
Zihnimizdeki “Neden bu kadar acı çekiyoruz?” sualine en latif cevap, yine insaniyetin yapısında gizlidir. Mücevher, ateşin içinde safileşir; insan da ibtila (imtihan) ve ihtiyaç ateşinde beşeriyetin kaba yüklerinden kurtulup insaniyetin elmas mertebesine çıkar.
Kur’ân-ı Kerîm, bu büyük hakikati şöyle mühürler:
> “Lekad halakne’l-insâne fî ahseni takvîm. Summe radednâhü esfele sâfilîn. İllellezîne âmenû ve amilü’s-sâlihâti fe lehüm ecrun gayru memnûn.”
> “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır.” (Tîn Suresi, 95:4-6)
>
Netice-i Kelâm:
Beşeriyet bir tohumdur; insaniyet ise o tohumun iman ve amel suyuyla çatlayıp meyve veren ağacıdır. Eğer tohum, toprak altında çürümeyi (nefsin terbiyesini) reddederse, ağaç olmanın o şahane rütbesinden ebediyen mahrum kalır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
18/12/2025a

Loading

No ResponsesAralık 19th, 2025

Nisa Suresi 157. ayet. HZ. İSA

image_pdfimage_print

Nisa Suresi 157. ayet. HZ. İSA

İslam itikadında Hz. İsa’nın (a.s.) akıbetini belirleyen Read more

Loading

No ResponsesAralık 19th, 2025

Zülkarneyn ve Ye’cüc-Me’cüc meselesi

image_pdfimage_print

Zülkarneyn ve Ye’cüc-Me’cüc meselesi Read more

Loading

No ResponsesAralık 19th, 2025