1980 12 EYLÜL DARBESİNDE ABD; BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI, DEDİ.
12 Eylül 1980 Darbesi ve “Bizim Çocuklar” Meselesi: Bir Ülkenin Kaderini Kimler Belirledi?
Giriş
Tarih, toplumların hafızasıdır. Bazı tarihler vardır ki, milletlerin yönünü değiştirir, nesiller boyu sürecek etkiler bırakır. 12 Eylül 1980 de işte böyle bir tarihtir. Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısını kökten değiştiren bu askeri darbe, sadece iç dinamiklerle açıklanamaz. Çünkü bu darbenin perde arkasında uluslararası güçlerin ve özellikle ABD’nin doğrudan müdahalesinin olduğu yıllar sonra bizzat yetkililer tarafından itiraf edilmiştir. Darbenin hemen ardından ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden Washington’a geçen bir mesajda “Bizim çocuklar başardı” ifadesi kullanılmıştır.
Peki, kimdi bu “bizim çocuklar”? Neden bir başka devletin yetkilileri, Türkiye’deki bir askeri darbeyi başarı olarak görüyordu? Bu makalede, 12 Eylül Darbesi’nin iç ve dış boyutlarını, Türkiye’ye olan etkilerini ve ibretlik yönlerini ele alacağız.
1. 12 Eylül’e Giden Süreç: Karanlık Günler
1970’lerin sonlarına gelindiğinde, Türkiye ekonomik krizlerle boğuşuyor, sokaklar sağ-sol çatışmaları ile kan gölüne dönüyordu. Günde 20-30 insan öldürülüyor, kahvehaneler, üniversiteler ve sendikalar saldırıya uğruyordu. Ülkede siyasi istikrarsızlık hâkimdi ve hükümetler art arda düşüyordu.
Ancak yıllar sonra ortaya çıkan belgeler ve tanıklıklar, bu çatışmaların sadece ideolojik grupların değil, derin devlet ve istihbarat örgütleri tarafından da bilinçli şekilde körüklendiğini gösterdi. Darbe ortamı oluşturuluyor, kaos ortamı bilerek büyütülüyordu. Tıpkı 27 Mayıs 1960 ve 1971 Muhtırası öncesinde olduğu gibi…
2. “Bizim Çocuklar” Ne Demekti?
12 Eylül sabahı tanklar sokaklara çıkmış, Meclis feshedilmiş, tüm siyasi partiler kapatılmıştı. Darbe lideri Kenan Evren ve ekibi yönetime el koymuştu. Darbe sonrası Türkiye’de binlerce insan tutuklandı, işkenceler başladı, idamlar gerçekleştirildi.
Ve işte tam bu noktada, darbenin asıl arkasındaki güç açığa çıktı. CIA’nın Ankara’daki istasyon şefi Paul Henze, Washington’a bir mesaj gönderdi:
“Our boys did it!” (Bizim çocuklar başardı!)
Bu ifade, ABD’nin darbeden önceden haberdar olduğunu, hatta desteklediğini gösteriyordu. Yıllar sonra eski CIA yetkilileri de bu müdahaleyi itiraf ettiler. ABD, Türkiye’deki askeri yönetimi destekleyerek, NATO müttefikini kendi çıkarlarına uygun hale getirmişti.
3. 12 Eylül’ün Türkiye’ye Maliyeti
Darbeden sonra Türkiye tam anlamıyla bir açık hava hapishanesine döndü:
650 bin kişi gözaltına alındı,
1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
50 kişi idam edildi,
171 kişi işkencede öldü,
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,
Tüm siyasi partiler, sendikalar, dernekler kapatıldı.
Ancak asıl büyük zarar, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığına oldu.
4. 24 Ocak Kararları ve Ekonomik Teslimiyet
Darbe öncesinde, 24 Ocak 1980’de Turgut Özal tarafından hazırlanan ve IMF destekli serbest piyasa reformları açıklanmıştı. Ancak bu kararları uygulamak için güçlü bir hükümet lazımdı. Koalisyon hükümetleri bu kararları hayata geçiremedi ve darbe tam da bu noktada devreye girdi.
Darbeyle birlikte neoliberal ekonomi politikaları, özelleştirmeler, sendikasızlaştırma ve sermayenin tekelleşmesi süreci başladı. ABD ve Batı’nın istediği şekilde Türkiye’nin ekonomik modeli değiştirildi.
Kenan Evren ve ekibi, darbeden sonra Özal’ı ekonominin başına getirdi ve 1983’te sivil yönetime geçildiğinde de Özal Başbakan oldu. Yani darbe, sadece siyasi düzeni değil, ekonomik yapıyı da küresel güçlerin lehine dönüştürdü.
5. “Bizim Çocuklar”ın Mirası: Hâlâ Devam Eden Etkiler
Bugün bile 12 Eylül’ün etkileri sürmektedir:
Darbe Anayasası (1982) hâlâ yürürlükte ve demokratik hakları kısıtlıyor.
Siyaset ve medya üzerindeki baskılar, o günlerden miras kaldı.
Ekonomik bağımsızlık kayboldu, küresel sermayeye bağımlılık arttı.
Toplum militarizme alıştırıldı, baskıcı rejimlere karşı duyarsız hale getirildi.
Tarih bize gösterdi ki, dış güçlerin desteklediği darbeler asla halkın yararına olmamıştır. 12 Eylül de bunun en açık örneğidir.
Sonuç: İbret Alınmazsa Tekrarı Kaçınılmazdır
ABD’nin “Bizim Çocuklar” dediği generaller, aslında Türkiye’nin bağımsızlığını büyük güçlere teslim eden piyonlardan ibaretti.
12 Eylül’den alınması gereken en büyük ders, dış müdahalelerle yapılan darbelerin, bir milletin geleceğini ipotek altına aldığı gerçeğidir.
Eğer milletler tarihlerini unutursa, aynı oyunlar tekrar sahnelenir. Türkiye, 12 Eylül gibi karanlık günleri tekrar yaşamamak için kendi bağımsız kararlarını alabilen, demokratik ve güçlü bir hukuk sistemi inşa etmelidir.
Çünkü unutulmamalıdır ki, gerçek bağımsızlık, sadece düşman işgaliyle değil, içerden yönetilen kuklalarla da kaybedilebilir.
### Türkiye’yi Bir Asırdır Azınlıklar Yönetti: Bir Tarih Okuması
Tarih, bir milletin aynasıdır; geçmişi anlamak, bugünü anlamanın anahtarıdır. “Türkiye’yi bir asırdır azınlıklar yönetti” iddiası, ilk duyuşta kulağa çarpıcı, hatta provokatif gelebilir. Ancak bu ifade, tarih açısından incelendiğinde, Türkiye’nin son yüzyılına dair derin tartışmalara kapı aralar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden Cumhuriyetin kuruluşuna, oradan günümüze uzanan süreçte, güç, kimlik ve yönetim kavramları sürekli bir dönüşüm içinde olmuştur. Peki, bu iddia ne kadar gerçeği yansıtır ve bize neyi sorgulatır?
#### Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: Çoğunluk ve Azınlık Kavramlarının Dönüşümü
Osmanlı İmparatorluğu, çok uluslu ve çok dinli bir yapıya sahipti. Türkler, nüfusun önemli bir kısmını oluştursa da, yönetimde ve ekonomide gayrimüslim azınlıkların etkisi inkâr edilemez. Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler, ticaret, sanat ve diplomaside öne çıkmış, hatta bazı dönemlerde bürokraside kilit roller üstlenmişlerdir. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile bu azınlıklara tanınan haklar, onları imparatorluğun modernleşme sürecinde önemli aktörler haline getirdi. Ancak bu durum, Türk çoğunluk arasında bir rahatsızlık oluşturmadı mı? Milliyetçilik rüzgarlarının esmeye başladığı 19. yüzyılın sonlarında, bu soru daha sık sorulur oldu.
#### Erken Cumhuriyet ve “Gizli Azınlık” İddiaları
Cumhuriyetin ilk yıllarında, Osmanlı’dan devralınan elit kesimlerin etkisi sürdü. Eğitimli, batılılaşmış ve genellikle İstanbul merkezli bu elitler, bazen “halktan kopuk” olmakla suçlandı. Özellikle tek parti döneminde, CHP’nin yönetim kadrolarında yer alan bazı isimlerin kökleri, zamanla buna malzeme oldu.
Ayrı bir azınlığa da gerek kalmayıp, onları ve Düşünce ve inançlarını devlete taşıdı adeta devlet oldu.
#### Soğuk Savaş ve Derin Yapılar
1950’lerle birlikte çok partili hayata geçiş, bu tartışmalara yeni bir boyut kattı. Demokrat Parti’nin yükselişi, halkın yönetime daha fazla katıldığı bir dönemi müjdeledi. Ancak 1960 darbesi ve sonraki askeri müdahaleler, “görünmez bir el” şüphesini güçlendirdi. Kimileri, bu eli “azınlık kökenli elitler” ya da “dış güçlerle bağlantılı unsurlar” olarak tanımladı. Soğuk Savaş’ın karmaşık atmosferinde, Türkiye’nin NATO üyeliği ve ABD ile yakın ilişkileri, bu teorileri besledi. Hatta güçlendirdi. “Devletin içinde devleti yöneten azınlıklar” fikri, halk arasında yankı buldu.
#### Günümüz: Düşünceler ve Gerçekler
21. yüzyılda, Türkiye’nin siyasi sahnesinde “azınlık” kavramı farklı bir anlam kazandı. Etnik, dini ya da ideolojik azınlıklar değil, daha çok “güç odakları” ve “derin yapılar” üzerinden bir okuma yapıldı. AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesiyle, eski elitlerin yerini yeni bir kadro aldı. Ancak bu değişim, “azınlık yönetimi” Düşüncesini bitirmedi; sadece şekil değiştirdi. Bugün küresel sermaye ya da uluslararası aktörlerin Türkiye’yi dolaylı yoldan yönettiği iddia ediliyor. Bu, belki de modern dünyanın bir gerçeği: Ulus-devletler, artık yalnızca iç dinamiklerle değil, dış etkilerle de şekilleniyor.
#### İbret ve Düşünce
Türkiye’nin bir asırlık serüveni, “azınlık” ve “çoğunluk” kavramlarının ne kadar kaygan bir zeminde durduğunu gösteriyor. Osmanlı’da gayrimüslimler, Cumhuriyet’te elitler, Soğuk Savaş’ta derin yapılar, günümüzde ise küresel güçler… Her dönemde, “yöneteni azınlık” olarak görme eğilimi ve gerçeği, belki de halkın kendi gücüne olan inancını sorgulamasıdır. İbret şurada: Tarih, bize kimlikler üzerinden değil, eylemler üzerinden bakmayı öğretmeli. Düşündürücü olan ise şu: Yönetim, gerçekten azınlıkların elinde miydi, yoksa bu, çoğunluğun kendini yeniden tanımlama sürecinin bir yansıması mı? Ve de çoğunluğun acziyeti ve yetersizliğimidir?
Sonuç olarak, Bu gerçekle birlikte, geleceği nasıl inşa edeceğimizi düşünmek, belki de en anlamlı adımdır.
@@@@@@
### **”Türkiye’yi Bir Asırdır Azınlıklar Yönetti” İddiası: Tarih, Gerçekler ve İbretler**
#### **1. Tarihsel Arka Plan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e**
– **Osmanlı’nın Çok Kimlikli Yapısı**: Osmanlı İmparatorluğu, etnik ve dini çeşitliliğiyle bilinen bir devletti. Gayrimüslimler (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler) “millet sistemi” içinde özerk bir statüye sahipti. Ancak yönetim ve askeri elitler, çoğunlukla Müslüman ve Türk asıllıydı.
– **”Gizli El” Söylemi**: 1950’lerden itibaren sol-sağ çatışmaları döneminde, “Türkiye’yi dış güçlerin yönettiği” veya “Dönmelerin iktidarda olduğu” olduğu düşünce ve gerçeği popülerleşti. Bu söylem, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek için kullanıldı.
#### **3. Siyasi İktidarlar ve Elitler: Kim Kimi Yönetiyor?**
– **Tek Parti Dönemi (1923-1950)**: CHP’nin Kemalist kadroları, Türk milliyetçiliği ekseninde devleti şekillendirdi. Aslında bu azınlık zihniyet ve icraatları çoğunluğa baskıyla galebe çaldı.
– **Çok Partili Hayat ve Demokrat Parti**: 1950’lerde Adnan Menderes, dindar-muhafazakâr kitleyi temsil etti.
– **2000’ler ve AK Parti**: Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, Anadolu’nun dindar-muhafazakâr kesimlerini iktidara taşıdı.
#### **Sonuç: Gerçek İktidar Kimde?**
Türkiye’nin siyasi tarihi, **iktidar mücadelelerinin** ve **elit değişimlerinin** bir yansımasıdır. Ancak bu mücadelelerde “azınlıklar” la beraber, farklı siyasi-ideolojik gruplar öne çıkmıştır.
Güç mücadelesi her dönemde sürmüş, gücü elde etme uğruna her türlü gayri meşru ittifaklar yapılmıştır.
Darbeler ve özellikle 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi bunun en bariz örneğidir.
“Veyl olsun” ifadesi, çok şiddetli bir tehdit, pişmanlık ve azap uyarısı anlamına gelir. Hadislerde bu ifade, genellikle belirli kötü davranışları yapanlar için kullanılmıştır. İşte bazı hadislerde geçen “Veyl olsun” ifadeleri:
Açıklama:
Bu hadis, ticarette hile yapanları şiddetle uyarır. Aynı ifade Kur’an-ı Kerim’de Mutaffifin Suresi’nin ilk ayetinde de geçer:
“Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline!” (Mutaffifin, 1)
2. Münafıkların Vasıflarını Taşıyanlara Veyl Olsun
Hadis:
“Üç şey vardır ki kimde bulunursa o kimse münafıktır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Veyl olsun o kimseye!” (Buhârî, Îmân, 24; Müslim, Îmân, 107)
Açıklama:
Peygamberimiz (s.a.v.), münafıklık alametleri taşıyan kişileri bu ifadeyle uyarmıştır.
3. Namazı Kılmayan veya Geciktirenlere Veyl Olsun
Hadis:
“Veyl olsun o kimseye ki namazını (önemsemeyip) geciktirir!” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 107)
Açıklama:
Bu hadis, namazı kılmayan veya vaktinde kılmayan kimseleri tehdit etmektedir. Aynı anlam, Maun Suresi 4-5. ayetlerinde de geçmektedir:
“Veyl olsun, şu namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar.”
4. Başkasına Kötü Örnek Olanlara Veyl Olsun
Hadis:
“İnsanları saptıran ve kötülüğe öncülük eden kişiye veyl olsun!” (Müslim, Zikir, 5)
Açıklama:
Bir insan kötü bir şeye öncülük ederse, onun işlediği günah kadar kendisi de sorumlu olur.
5. Riya Yapan ve Gösteriş İçin İbadet Edenlere Veyl Olsun
Hadis:
“Veyl olsun o kimseye ki ibadet ederken riyakârlık yapar!” (İbn Mâce, Zühd, 21)
Açıklama:
Bu hadis, insanların görmesi için ibadet edenleri ve Allah için değil, gösteriş için amel işleyenleri uyarır.
Sonuç
Hadislerde “Veyl olsun” ifadesi genellikle ahlaki zayıflıkları, haksızlıkları ve büyük günahları işleyenlere karşı bir tehdit olarak kullanılmıştır. Bu ifadeler, uyarıcı ve ibret verici bir anlam taşır ve kişinin kendini düzeltmesi için teşvik edici bir öğüttür.
@@@@@@
Hadislerde Burnu sürünsün ifadesi geçen hadisler
“Burnu sürünsün” ifadesi, hadislerde şiddetli bir pişmanlığı ve kötü bir durumu anlatan bir beddua ifadesidir. Genellikle büyük bir nimeti kaçıran veya önemli bir görevi yerine getirmeyen kişiler için kullanılmıştır. İşte bu ifadeyi ihtiva eden bazı hadisler:
1. Anne Babasına İyilik Etmeyene “Burnu Sürülsün”
Hadis:
“Anne babasından biri veya her ikisi yanında ihtiyarladığı hâlde cenneti kazanamayan kimsenin burnu sürtülsün!” (Müslim, Birr 9; Tirmizî, Deavât 110)
✅ Açıklama:
Bu hadis, anne babasına hayattayken iyilik etmeyen ve onların rızasını kazanmayan kişiye şiddetli bir uyarıdır. Peygamberimiz (s.a.v.), böyle bir kişinin büyük bir fırsatı kaçırdığını ifade etmektedir.
2. Ramazan Ayına Ulaşıp Affedilmeyene “Burnu Sürülsün”
✅ Açıklama:
Ramazan, günahların affedildiği ve bol sevap kazanma fırsatının olduğu bir aydır. Bu fırsatı değerlendirmeyen kişi büyük bir kayıp içindedir.
Hadis:
“Yanında adım anıldığı hâlde bana salavat getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün!” (Tirmizî, Deavât 110)
✅ Açıklama:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), adının geçtiği yerde salavat getirmenin Müslümanlar için bir saygı ve sevgi göstergesi olduğunu ifade etmektedir.
4. Üç Defa Beddua Edilen Kişi
Hadis:
Cebrâil (a.s.), Peygamberimize (s.a.v.) üç kişiye beddua etti:
Anne babasına iyilik etmeyen,
Ramazan ayında affedilmeyen,
Peygamber’in adını duyunca salavat getirmeyen.
Peygamberimiz (s.a.v.) de bu beddualara “Âmin” demiştir. (Müslim, Birr 9; Tirmizî, Deavât 110)
Sonuç:
“Burnu sürünsün” ifadesi, büyük bir fırsatı kaçıran ve önemli bir ibadeti ihmal eden kişilere karşı kullanılan şiddetli bir uyarıdır. Özellikle anne-babaya iyilik, Ramazan’ı değerlendirme ve Peygamber’e salavat getirme konularında dikkatli olmak gerekir.
@@@@@@
Hadislerde Beddua ifade eden sözler
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), genel olarak beddua etmekten kaçınmış, hatta düşmanlarına bile hidayet dilemiştir. Ancak bazı hadislerde, adaletsiz davrananlara, İslam’a zarar verenlere ve büyük kötülükler yapanlara yönelik beddua ifadeleri yer almıştır. İşte hadislerde geçen beddua muhtevalı sözler:
1. Üç Kişiye Cebrâil’in Bedduası (Peygamberimizin “Âmin” Dediği Beddua)
Hadis:
Cebrâil (a.s.), Peygamberimize (s.a.v.) üç kişiye beddua etti:
1. Anne babasına iyilik etmeyen kimseye,
2. Ramazan ayında affedilmeyen kimseye,
3. Peygamber’in adı anıldığında salavat getirmeyen kimseye.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bu beddualara “Âmin” dedi.
(Müslim, Birr 9; Tirmizî, Deavât 110)
✅ Açıklama: Bu hadis, büyük fırsatları kaçıran kişiler için bir uyarıdır.
2. Zulmedenlere Beddua
Hadis:
“Allah’ım! Kavmimin başına Yusuf’un başına gelen kıtlığı ver.” (Buhârî, Tefsîr, 12/5)
✅ Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), kendisine aşırı zulmeden Kureyş müşrikleri için bu duayı yapmıştır. Ancak daha sonra onlar için hidayet dilemiştir.
3. Ticarette Hile Yapanlara Beddua
Hadis:
“Bizi aldatan bizden değildir. Allah, hilekâr ve sahtekâr tüccara lanet etsin!” (Müslim, Îmân 164)
✅ Açıklama: Ticarette hile yapanlar için büyük bir uyarıdır.
✅ Açıklama: Yetim malına haksızlık yapanlar için büyük bir uyarıdır.
Sonuç:
Peygamberimiz (s.a.v.), genellikle affediciydi ancak zulmedenler, ticarette hile yapanlar, yetim malı yiyenler ve ibadetleri terk edenler için beddua etmiştir. Bu hadisler, insanları hatalarından döndürmek için bir uyarı niteliğindedir.
@@@@@
Hadislerde İki kere zikredilerek geçen hadisler
Hadislerde bazı ifadeler, konunun önemini vurgulamak için iki kere tekrar edilerek söylenmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir konuyu pekiştirmek, dikkat çekmek veya sahabenin daha iyi kavramasını sağlamak için bu yöntemi kullanmıştır. İşte iki kere tekrar edilen bazı hadisler:
7
1. “Dikkat edin! Dikkat edin!”
Hadis:
“Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzgün olur. O bozulursa bütün beden bozulur. Dikkat edin! O kalptir.”
(Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107)
✅ Açıklama: Kalbin önemine vurgu yapmak için “Dikkat edin!” ifadesi iki kez tekrar edilmiştir.
2. “Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!”
Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Yanında adım anıldığı hâlde bana salavat getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün! Yazıklar olsun ona! Yazıklar olsun ona!”
(Tirmizî, Deavât 110)
✅ Açıklama: Bu hadistei salavat getirmenin önemine dikkat çekmek için tekrar yapılmıştır.
3. “İki şey vardır! İki şey vardır!”
Hadis:
“İki şey vardır ki onları muhafaza eden kimseyi cennet garantilemiştir: Bunlardan biri namazdır, diğeri ise dili korumaktır. İki şey vardır! İki şey vardır!”
(Tirmizî, Zühd 61)
✅ Açıklama: Namaz ve dilin korunmasının cennete götüren amellerden olduğu vurgulanmaktadır.
4. “Cennete giremez! Cennete giremez!”
Hadis:
“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez! Cennete giremez!”
(Müslim, Îmân 147)
✅ Açıklama: Kibrin tehlikesini vurgulamak için iki kez tekrarlanmıştır.
5. “Üç şey vardır! Üç şey vardır
Hadis:
“Üç şey vardır ki kimde bulunursa Allah ona yardım eder: Allah yolunda cihat eden, borç ödeyen ve evlenmek isteyen. Üç şey vardır! Üç şey vardır!”
(Tirmizî, Nikâh 18)
✅ Açıklama: Allah’ın yardım ettiği kimselerin önemi vurgulanmıştır.
Sonuç:
Hadislerde iki kere tekrar edilen ifadeler, konunun önemini artırmak, dikkat çekmek ve sahabenin daha iyi anlamasını sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Özellikle ahlaki konular, ibadetler ve cennet-cehennem ile ilgili uyarılar bu şekilde pekiştirilmişti
@@@@@@
Hadislerde üç kere zikredilerek geçen hadisler
Hadislerde bazı ifadeler, konunun önemini vurgulamak, sahabenin dikkatini çekmek ve mesajın iyice anlaşılmasını sağlamak için üç kere tekrar edilerek söylenmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), önemli meseleleri bu yöntemle pekiştirmiştir. İşte hadislerde üç kere tekrar edilen bazı ifadeler:
1. “Size haber vereyim mi?” (Üç kere tekrar etmiştir)
Hadis:
“Size büyük günahları haber vereyim mi? Size büyük günahları haber vereyim mi? Size büyük günahları haber vereyim mi?”
Sahabe “Evet, Ya Rasulallah!” deyince şöyle buyurdu:
Allah’a ortak koşmak,
Anne babaya isyan etmek,
Yalancı şahitlik yapmak (veya yalan konuşmak).
(Buhârî, Edeb 6; Müslim, Îmân 143)
✅ Açıklama: Büyük günahların önemini vurgulamak için üç kere tekrar edilmiştir.
2. “Allah’ım, ümmetimi bağışla!” (Üç kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle dua etti:
“Allah’ım, ümmetimi bağışla! Allah’ım, ümmetimi bağışla! Allah’ım, ümmetimi bağışla!”
Sonra ağladı. Allah, Cebrail (a.s.)’ı göndererek sebebini sordu. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle dedi:
“Ümmetimin günahlarını düşündüm!”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/403)
✅ Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), ümmetinin bağışlanması için üç kere dua etmiş ve bu konudaki hassasiyetini göstermiştir.
3. “Din nasihattir!” (Üç kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Din nasihattir! Din nasihattir! Din nasihattir!”
Sahabe “Kimin için Ya Rasulallah?” diye sorunca şöyle cevap verdi:
Allah için,
Resulü için,
Müminlerin yöneticileri ve halk için.
(Müslim, Îmân 95)
✅ Açıklama: İslam’ın temelini oluşturan nasihatin önemini vurgulamak için üç kere tekrar edilmiştir.
4. “Birbirinize selâmı yayınız!” (Üç kere tekrar etmiştir)
✅ Açıklama: Selâm vermenin İslam toplumunda yaygınlaşması için üç kere vurgulanmıştır.
5. “Anne! Anne! Anne!” (Üç kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Bir adam, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) gelerek:
“Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlar arasında kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
“Annen!” dedi.
Adam tekrar sordu:
“Sonra kim?”
“Annen!” dedi.
Adam tekrar sordu:
“Sonra kim?”
“Annen!” dedi.
Adam tekrar sordu:
“Sonra kim?”
“Baban!” dedi.
(Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1)
✅ Açıklama: Annenin haklarının babadan bile önce geldiğini göstermek için üç kere “Annen!” ifadesi tekrar edilmiştir.
6. “Yalan söylemekten sakının!” (Üç kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.), şöyle buyurdu:
“Yalan söylemekten sakının! Yalan söylemekten sakının! Yalan söylemekten sakının!”
(Tirmizî, Birr 46)
✅ Açıklama: Yalanın büyük bir günah olduğunu anlatmak için üç kere tekrar edilmiştir.
7. “Şu kişiye yazıklar olsun!” (Üç kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Yanında adım anıldığı hâlde bana salavat getirmeyen kimseye yazıklar olsun! Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!”
(Tirmizî, Deavât 110)
✅ Açıklama: Salavat getirmenin önemine dikkat çekmek için üç kere tekrar edilmiştir.
Sonuç:
Peygamberimiz (s.a.v.), önemli konuların unutulmaması ve daha iyi anlaşılması için üç kere tekrar etme yöntemini sıkça kullanmıştır. Özellikle:
Büyük günahlar,
Ana-baba hakkı,
Selâm yayma,
Yalan ve kötü alışkanlıklardan sakınma,
Salavat getirmenin önemi gibi konularda bu yöntemi kullanarak mesajlarını pekiştirmiştir.
@@@@
Hadislerde Dört kere zikredilerek söylenen kelimeler ve hadisler
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir konunun önemini vurgulamak ve sahabenin dikkatini çekmek için bazen dört kere tekrar ederek konuşmuştur. İşte hadislerde dört kez tekrar edilen bazı ifadeler ve hadisler:
1. “Allah’ım, şahit ol!” (Dört kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Veda Hutbesi’nde ashabına:
“Size tebliğ ettim mi?” diye sordu.
Sahabe: “Evet!” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):
“Allah’ım, şahit ol! Allah’ım, şahit ol! Allah’ım, şahit ol! Allah’ım, şahit ol!” dedi.
(Müslim, Hac 147)
✅ Açıklama: Bu hadis, Peygamberimizin (s.a.v.), İslam mesajını insanlara tam olarak ilettiğini vurgulamak ve Allah’ı şahit tutmak için dört kez tekrar ettiğini göstermektedir.
2. “Vay o kimseye!” (Dört kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Vay o kimseye! Vay o kimseye! Vay o kimseye! Vay o kimseye! O kişi, malını haksız yollarla kazanıp harcayan kimsedir.”
(Buhârî, Büyû’ 23)
✅ Açıklama: Haram kazancın büyük bir felakete sebep olacağını vurgulamak için dört kez “Vay o kimseye!” denilmiştir.
3. “Allah’a sığınırım!” (Dört kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bazı kişilerin kötü sözler söylediğini duyduğunda şöyle buyurdu:
“Allah’a sığınırım! Allah’a sığınırım! Allah’a sığınırım! Allah’a sığınırım!”
(Müslim, Zikir 50)
✅ Açıklama: Kötü sözlerden kaçınmak gerektiğini göstermek için Allah’a sığınma duası dört kez tekrar edilmiştir.
4. “Ümmetime merhamet et!” (Dört kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.), ümmeti için dua ederken şöyle dedi:
“Allah’ım, ümmetime merhamet et! Allah’ım, ümmetime merhamet et! Allah’ım, ümmetime merhamet et! Allah’ım, ümmetime merhamet et!”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/403)
✅ Açıklama: Peygamberimizin (s.a.v.), ümmeti için olan merhamet ve sevgisini vurgulamak için bu duayı dört kez tekrar ettiği görülmektedir.
Sonuç:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), önemli konulara dikkat çekmek için dört kere tekrar etme yöntemini de kullanmıştır. Özellikle:
Allah’a şahit tutma,
Haksız kazançtan sakındırma,
Allah’a sığınma,
Ümmet için merhamet dileme gibi konularda bu tekrarlar mesajın etkisini artırmak için yapılmıştır.
@@@@@@@
Hadislerde Beş kere zikredilerek söylenen kelimeler ve hadisler
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bazen bir konunun önemini vurgulamak, sahabenin dikkatini çekmek ve mesajın iyice anlaşılmasını sağlamak için beş kere tekrar ederek konuşmuştur. Hadislerde beş kez tekrar edilen ifadeler nispeten daha azdır, ancak bazı örnekler bulunmaktadır. İşte bu tür hadislerden bazıları:
1. “Allah’ım, beni affet!” (Beş kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir seferinde Allah’a şöyle dua etmiştir:
“Allah’ım, beni affet! Allah’ım, beni affet! Allah’ım, beni affet! Allah’ım, beni affet! Allah’ım, beni affet!”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned 3/38)
✅ Açıklama: Bu dua, Peygamberimizin (s.a.v.) sürekli Allah’tan af dilemesini ve ümmetine de bunu öğretmesini gösterir.
2. “Allah en büyüktür!” (Beş kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Bir savaş esnasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Müslümanlara moral vermek ve Allah’ın yardımının yakın olduğunu göstermek için:
“Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!” diye tekbir getirmiştir.
(Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20)
✅ Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), savaşta Müslümanları cesaretlendirmek için beş kez tekbir getirmiştir.
3. “Allah’tan korkun!” (Beş kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sahabelere nasihat ederken şöyle buyurdu:
“Allah’tan korkun! Allah’tan korkun! Allah’tan korkun! Allah’tan korkun! Allah’tan korkun!”
(Tirmizî, Zühd 9)
✅ Açıklama: Takvanın (Allah korkusunun) önemini vurgulamak için beş kez tekrar edilmiştir.
4. “Cehennemden sakının!” (Beş kere tekrar etmiştir)
✅ Açıklama: Cehennemin şiddetli azabına karşı insanları uyarmak için beş kere tekrar edilmiştir.
5. “Ümmetime mağfiret et!” (Beş kere tekrar etmiştir)
Hadis:
Peygamberimiz (s.a.v.), ümmeti için sürekli dua ederdi. Bir defasında:
“Allah’ım, ümmetime mağfiret et! Allah’ım, ümmetime mağfiret et! Allah’ım, ümmetime mağfiret et! Allah’ım, ümmetime mağfiret et! Allah’ım, ümmetime mağfiret et!” diye dua etmiştir.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned 4/405)
✅ Açıklama: Peygamberimiz (s.a.v.), ümmeti için ne kadar çok dua ettiğini göstermek için bu duayı beş kere tekrar etmiştir.
Sonuç:
Hadislerde beş kere tekrar edilen ifadeler genellikle dua, uyarı ve tekbir içeriklidir.
Özellikle:
Allah’tan af dileme,
Tekbir getirme,
Allah korkusunu hatırlatma,
Cehenneme karşı uyarma,
Ümmet için bağışlanma dileme gibi konularda bu tekrarlar mesajın gücünü artırmak için yapılmıştır.
İslam geleneğinde zihni açan, anlayışı artıran, öğrenmeyi kolaylaştıran ve hikmete ulaştıran dualar bulunmaktadır. Bu dualar, hem Kur’an-ı Kerim’den hem de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetinden örneklerle desteklenir. İşte bu konuda öne çıkan dua ve tavsiyeler:
### **1. Kur’an-ı Kerim’den Dualar:**
#### **a) “رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا” (Rabbi zidnî ilmen)**
– **Ayet:**
*”Rabbim! Benim ilmimi artır.”*
**(Tâhâ Sûresi 20/114)**
– Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ayeti okumuş ve ilmin artması için dua etmiştir.
– Zihni açmak, öğrenme kapasitesini yükseltmek için sıkça okunur.
#### **b) “رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي” (Rabbişrah lî sadrî)**
– **Ayet:**
*”Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır.”*
**(Tâhâ Sûresi 20/25-28)**
– Hz. Musa’nın (a.s.) duasıdır. Zihin açıklığı ve zorlukların üstesinden gelmek için okunur.
#### **c) “رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا”**
– **Ayet:**
*”Rabbimiz! Katından bize rahmet ver ve işimizde bize doğruyu kolaylaştır.”*
**(Kehf Sûresi 18/10)**
– Hikmet ve doğru karar verme için okunur.
### **2. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) Dualar:**
#### **a) “اللَّهُمَّ انْفَعْنِي بِمَا عَلَّمْتَنِي وَعَلِّمْنِي مَا يَنْفَعُنِي”**
– **Anlamı:**
*”Allah’ım! Bana öğrettiğin şeylerden beni faydalandır, bana fayda verecek ilmi öğret.”*
**(İbn Mâce, Dua, 3)**
– İlim ve zihin açıklığı için sıkça okunan bir duadır.
#### **b) “اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ”**
– **Anlamı:**
*”Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.”*
**(Tirmizî, Deavât, 68)**
– Faydalı ilim talep etmek ve zihni gereksiz bilgilerden arındırmak için okunur.
#### **c) “اللَّهُمَّ لا سَهْلَ إلا مَا جَعَلْتَهُ سَهْلاً، وَأَنْتَ تَجْعَلُ الحَزْنَ إذَا شِئْتَ سَهْلاً”**
– **Anlamı:**
*”Allah’ım! Senin kolaylaştırdığın dışında hiçbir şey kolay değildir. Sen dilersen zorluğu kolaylığa çevirirsin.”*
**(İbn Hibban, Sahih)**
– Zor konuları anlamak ve zihin yorgunluğunu gidermek için okunur.
### **3. Zihin Açıklığı İçin Okunan Sure ve Âyetler:**
– **Sûratu’l-Fâtiha:** Her işin bereketi için okunur.
– **Âyetü’l-Kürsî (Bakara 255):** Hafıza kuvveti ve zihnî berraklık için.
– **Sûratu’l-İhlâs, Felak ve Nâs:** Zihnî karmaşadan korunmak için.
– **”فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ” (Fefehhemnâhâ Süleymân) Âyeti (Enbiyâ 21/79):** Hz. Süleyman’a verilen hikmete nail olmak için.
### **4. Âlimlerin Tavsiyeleri:**
1. **Sabah Namazı Sonrası İstiğfar ve Dua:**
– Sabah namazından sonra 70 defa *”Estağfirullâh el-Azîm ve etûbu ileyk”* okumak, zihnî berraklığa vesile olur.
2. **Bereket Vakitlerine Dikkat:**
– Seher vakti duaları ve Cuma günü duaları, özellikle makbuldür.
3. **Temizlik ve Beslenme:**
– Abdestli olmak ve helal lokma yemek, zihnî açıklığı artırır.
### **5. Önemli Not:**
– Dua, **niyet ve samimiyetle** yapılmalıdır.
– İlim talebi için dua ederken **çaba göstermek** (ders çalışmak, araştırmak) şarttır.
– Duaların kabulü için **salih amel, sabır ve şükür** ihmal edilmemelidir.
Allah (c.c.), Kur’an’da *”**Kullarım sana Beni sorduğunda, şüphesiz Ben onlara yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edenin çağrısına karşılık veririm**”* (Bakara 2/186) buyurur. Zihin açıklığı için yapılan dualar, samimiyetle ve Allah’a tevekkülle birleştiğinde bereketli sonuçlar doğurur. 🌟
@@@@@@
Zihni açan, hafızayı güçlendiren ve ilmi artıran dualar İslam alimleri tarafından tavsiye edilmiştir. İşte bazı etkili dualar:
1. Peygamberimizin (s.a.v.) Hafıza İçin Tavsiye Ettiği Dua
“Allahümme inni eûzü bike minel hemmi vel hazeni, ve eûzü bike minel aczi vel keseli, ve eûzü bike minel cübni vel buhli, ve eûzü bike min galebetid-deyni ve kahri’r-ricâl.”
Anlamı: “Allah’ım! Gam ve kederden sana sığınırım. Acizlik ve tembellikten sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım. Borcun ağırlığı ve insanların baskısından sana sığınırım.”
(Buhârî, De’avât, 24; Ebû Dâvûd, Salât, 367)
Bu dua, zihni açıp hafızayı kuvvetlendiren önemli dualardan biridir.
2. İlim ve Anlama Kabiliyeti İçin Dua
“Rabbi’şrah li sadri ve yessir li emri, vahlul ukdeten min lisâni, yefkahû kavli.”
(Tâhâ Suresi, 25-28)
Anlamı: “Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi bana kolaylaştır, dilimdeki düğümü çöz ki sözümü anlasınlar.”
Bu dua, Hz. Musa (a.s.)’ın yaptığı bir duadır ve ilmi anlamayı, kavrayışı kolaylaştırır.
3. Hafıza Güçlendiren Ayet ve Zikirler
“Rabbi zidnî ‘ilmen.” (Tâhâ, 114)
“Rabbim! İlmimi artır.”
Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) bu duayı yapması emredilmiştir.
“Sübhaneke la ‘ilme lena illa ma allemtena, inneke entel alîmül hakîm.” (Bakara, 32)
“Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki Sen her şeyi bilen ve hikmet sahibisin.”
“Hasbünallahu ve ni’me’l-vekil.”
“Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.”
Zihin açıklığı ve kaygıyı azaltmak için okunabilir.
4. Hafıza İçin İmam-ı Gazali’nin Tavsiyesi
İmam-ı Gazali, hafızayı güçlendirmek için her gün 21 defa “Ya Kaviyy, Ya Metin” (يَا قَوِيُّ يَا مَتِينُ) zikrini yapmayı önermiştir.
5. Besmele ve Felak-Nas Sureleri
Sabah ve akşam Besmele çekmek ve Felak, Nas surelerini okumak, zihni berraklaştırır, unutkanlığı azaltır.
Bu duaları düzenli bir şekilde okumak, hem zihni açar hem de hafızayı güçlendirir. Özellikle abdestli bir şekilde, samimi bir kalple okumak daha faydalı olur.
Evla leke fe evla… İNKÂRCILAR KESİNLİKLE KAÇAMIYACAKLAR
Evla leke fe evla bu ayetin tefsiri konusunda ne gibi izahlar yapılmaktadır ve gramer yönüyle açıklaması nedir?
“Evla leke fe evla” (أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ) ifadesi, Kıyamet Suresi 34-35. ayetlerinde geçmektedir. Bu ifadeyle ilgili çeşitli tefsir ve gramer açıklamaları yapılmıştır:
Tefsir Açısından Açıklamalar
1. Tehdit ve Azarlama: Çoğu müfessire göre bu ifade, inkarcıları azarlayan ve onlara yönelik bir tehdit ihtiva eden bir anlam taşır. “Evla” kelimesi, “yazıklar olsun”, “sana azap daha yakışır” veya “sana uygun olan budur” anlamlarına gelir. Müfessirler, bunun özellikle Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) inkâr eden müşriklere yönelik olduğunu belirtir.
2. Tekrarın Önemi: Ayette aynı ifade iki defa tekrarlanmıştır:
“أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ”
“ثُمَّ أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ”
Bu tekrar, azarlamanın şiddetini artırır ve kıyamet gününde azaba uğrayacak inkarcıların kesinlikle kaçamayacaklarını vurgular.
3. Farklı Tefsirler:
Mücahid ve Katâde gibi bazı müfessirler, bunun kesin bir tehdit ve azap habercisi olduğunu belirtmişlerdir.
Zemahşerî, kelimenin aslında bir dua veya beddua gibi bir anlam taşıdığını ifade eder: “Helâk sana daha uygundur, sana layıktır.”
İbn Abbas ise “Evla” kelimesinin “yaklaşma” anlamına gelebileceğini söyleyerek, “Azap sana yaklaştı” şeklinde bir yorum getirmiştir.
Gramer Açısından Açıklama
1. “Evla” Kelimesi:
“Evla” (أولى) Arapçada “yaklaşmak”, “layık olmak”, “hak etmek” anlamlarına gelir.
Nekre (belirsiz) bir isim olarak kullanılmıştır ve burada azap veya tehdit içerdiği için beddua anlamında değerlendirilmiştir.
İrab açısından, mübtedâ (özne) olarak gelebilir veya fiilî bir beddua cümlesinin haberidir.
2. “Fe Evla” Yapısı:
“Fe” harfi, sebep bildiren bağlaçtır. Yani, önceki ifadeyle bağlantı kurarak bir sonuç bildirir: “Öyleyse azap sana daha uygundur.”
İkinci “Evla”, birinciyi pekiştirme amacı taşır.
3. Tekrarın Gramer Açısından Önemi:
İlk cümlede tehdit başlatılmış, ikinci cümlede ise tehdit artırılmış ve kesinleşmiştir.
Zemahşeri ve diğer dil alimleri, tekrarın vurguyu artırdığını belirtirler.
Sonuç
“Evla leke fe evla”, inkarcıları tehdit eden, azap uyarısı ihtiva eden ve kesin bir şekilde cezalarının yaklaşmakta olduğunu vurgulayan bir ifadedir. Hem beddua hem de azarlama anlamı ihtiva eder. Gramer açısından ise “Evla” kelimesi isim olarak kullanılmış ve “fe” harfi ile pekiştirilmiştir. Tekrar edilmesi, tehdidin şiddetini artırmak içindir.
@@@@@@@
**”Evla leke fe evla”** ifadesi, Kur’an-ı Kerim’in **Kıyâme Sûresi 34-35. ayetlerinde** geçen bir ifadedir. Bu ayetlerin meali ve tefsiri hakkında İslam âlimleri tarafından yapılan açıklamalar ve gramer yönüyle analizi şöyledir:
### **Ayetin Metni ve Meali:**
**”فَأَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ﴿٣٤﴾ ثُمَّ أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ﴿٣٥﴾”**
*(Kıyâme 75/34-35)*
**Meal:** “Yazıklar olsun sana, yazıklar olsun! Sonra yazıklar olsun sana, yazıklar olsun!”
*(Diyanet İşleri Meali)*
Bu ifade, bazı meallerde **”Vay sana, vay! Sonra vay sana, vay!”** şeklinde de tercüme edilir. Ayetlerdeki **”evlâ”** kelimesi, “yakın olmak” veya “daha lâyık olmak” anlamındaki **”velâye”** kökünden türemiş bir üslup olup, bu bağlamda **”helâk ve azap yakınlığı”** ifade etmek için kullanılmıştır.
### **Tefsir Açıklamaları:**
1. **Konu ve Bağlam:**
– Bu ayetler, **kıyamet gününde inkârcıların durumunu** tasvir eder. Allah, insanları hesaba çekerken, dünyada hakikati reddedenlerin pişmanlık ve acı içinde olacağını vurgular.
– Bazı müfessirlere göre, bu ayetler özellikle **Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı inatla mücadele eden müşrikler** hakkında inmiştir. Onların ahiretteki perişanlığına dikkat çekilir.
2. **”Evlâ” Kelimesinin Anlamı:**
– **”Evlâ”**, Arapçada “daha lâyık, daha yakın” anlamına gelen **elife ve lâm harflerinden (أولى)** türemiş bir kelimedir. Burada **”azap ve helâkın yakınlığı”** anlamında kullanılmıştır.
– **”Evlâ leke”** ifadesi, “sana yazıklar olsun” veya “senin için kötülük yakındır” şeklinde yorumlanır. Tekrarlanması, azabın şiddetini ve kaçınılmazlığını vurgular.
3. **Tekrarın Hikmeti:**
– Ayette **”evlâ leke fe evlâ”** ifadesinin iki kez tekrarlanması, **azabın katmerliliğini ve inkârcıların durumunun vahametini** ortaya koyar.
– Bazı müfessirler, bu tekrarın **ahiretteki pişmanlığın artarak devam edeceğine** işaret ettiğini belirtir.
4. **Klasik Tefsirlerden Örnekler:**
– **İbn Kesir:** “Bu ayet, inkârcıların ahirette karşılaşacakları azabın şiddetini ve kaçınılmazlığını bildirir. ‘Evlâ leke’ ifadesi, onların dünyadaki kötü amellerinin karşılığını alacaklarını gösterir.”
– **Elmalılı Hamdi Yazır:** “Bu tekrar, azabın dehşetini ve inkârcıların içine düştüğü çaresizliği tasvir eder. Sanki her ‘evlâ’ bir darbe gibi iner.”
### **Gramer Yönüyle Açıklama:**
1. **”Evlâ” Kelimesinin Yapısı:**
– **”Evlâ” (أولى)**, Arapçada **ism-i tafdîl** (üstünlük ismi) kalıbındadır. Kökü **”veliyye”** (yakın olmak) fiilidir.
– **Tafdîl kalıbı (أفعل):** “Daha lâyık, daha yakın” anlamını verir. Burada mecazen **”azap yakınlığı”** ifade edilir.
2. **Cümle Yapısı:**
– **”Fe evlâ” (فأولى):** **”Fe”** atıf harfiyle bağlanan bu ifade, önceki cümlenin tekididir (pekiştirmesidir).
– **”Evlâ leke”** ifadesindeki **”leke”**, cer harfi **”lam”** ile muzafun ileyh olarak gelir ve **”sana ait olan”** anlamını katar.
3. **Tekrarın Gramer Analizi:**
– **”Evlâ leke fe evlâ”** ifadesindeki tekrar, Arap edebiyatında **”tekrîr-i lafzî”** (lafzen tekrar) sanatıdır. Bu, anlamı güçlendirmek ve vurguyu artırmak için kullanılır.
– **”Sümme evlâ leke fe evlâ”** (Sonra yazıklar olsun sana, yazıklar olsun!) ifadesindeki **”sümme”**, zaman veya derece bakımından bir artışı gösterir.
### **Belâğat Yönü:**
– **İltifat Sanatı:** Ayette hitap şekli, üçüncü şahıstan ikinci şahsa ani geçiş yapar (**”O, bize inanmazdı, namaz da kılmazdı”** gibi önceki ayetlerde üçüncü şahıs kullanılırken, burada “leke” ile ikinci şahsa dönülür). Bu, muhatabı şoke etmek ve dikkatini çekmek içindir.
– **Te’kid (Pekiştirme):** “Evlâ”nın tekrarı, azabın kesinliğini ve şiddetini vurgular.
### **Sonuç:**
Bu ayetler, insanı dünyadaki amellerinin ahiretteki karşılığı konusunda uyarmayı hedefler. Gramer ve belâğat açısından incelendiğinde, Arap dilinin zengin anlam derinliği ve Kur’an’ın eşsiz üslubu ortaya çıkar. **”Evlâ leke fe evlâ”** ifadesi, hem dilbilimsel incelik hem de tefsirî derinlik taşıyan bir örnektir.
TÜRKİYE’DEKİ DARBELERİ BESLEYEN İÇ VE DIŞ MİHRAKLAR VE OYNADIKLARI OYUNLARI
Türkiye’deki Darbeleri Besleyen İç ve Dış Mihraklar: Oynanan Oyunlar ve Alınması Gereken Dersler
Giriş
Tarih boyunca Türkiye, darbelerle şekillendirilen bir ülke oldu. 1960, 1971, 1980, 1997 ve 2016 darbeleri, ülkenin yönetimini değiştirdiği gibi, halkın iradesini de hiçe sayan kara lekeler olarak tarihe geçti.
Ancak her darbe, sadece askerî müdahaleyle gerçekleşmedi. Arkasında iç ve dış mihrakların ortak planları, ekonomik krizler, sosyal çatışmalar ve medya manipülasyonları vardı. Bu yazıda, Türkiye’deki darbeleri besleyen iç ve dış güçleri, bu güçlerin oynadığı oyunları ve darbelerin ülkeye verdiği zararları ele alacağız.
1. Darbelerin Arka Planındaki İç Mihraklar
1.1. Siyaset İçindeki Darbe Destekçileri
Darbelerin en önemli ayağı, siyasi sistemin içinde darbe yanlısı grupların bulunmasıdır. Muhalif partiler veya bazı siyasetçiler, hükümetleri zayıflatmak için askeri müdahaleyi destekleyerek darbenin önünü açmıştır.
Örneğin:
1960 Darbesi öncesinde, muhalefet ve bazı medya organları, Demokrat Parti’yi düşürmek için orduyu harekete geçirmeye çalıştı.
1971 Muhtırası öncesinde de benzer bir baskı oluşturuldu.
28 Şubat 1997’de ise medya, yargı ve bazı siyasetçiler orduya destek vererek hükümeti istifaya zorladı.
1.2. Medya ve Kamuoyu Yönlendirmesi
Medya, darbeleri meşrulaştıran en güçlü araçlardan biri oldu. 1960, 1980 ve 1997 darbelerinde basın, sürekli olarak kaos ortamı oluşturdu ve halkı darbenin kaçınılmaz olduğu fikrine inandırdı.
Özellikle 28 Şubat sürecinde medya, İslami kesimi şeytanlaştırarak ordu müdahalesini hazırladı. 2016’daki darbe girişiminde ise sosyal medya üzerinden büyük bir propaganda savaşı yürütüldü.
1.3. Bürokrasi ve Derin Yapılar
Türkiye’deki darbeleri besleyen bir diğer iç mihrak, bürokrasi içindeki darbeci zihniyetler ve derin devlet yapılarıdır. Bunlar, siyasi iradeye karşı örgütlenerek darbeler için zemin hazırlamışlardır.
1960 ve 1980’de askeri vesayet yönetimi doğrudan devraldı.
1997 ve 2016’da ise yargı, medya ve sermaye grupları askeri vesayeti destekledi.
2. Darbeleri Destekleyen Dış Mihraklar
2.1. ABD ve NATO Destekli Müdahaleler
ABD ve NATO, Türkiye’deki birçok darbenin dolaylı veya doğrudan arkasındaki güç oldu. Soğuk Savaş döneminde ABD, NATO müttefiki olan Türkiye’nin yönünü belirlemek için askeri darbeleri destekledi.
Örneğin:
12 Eylül 1980 Darbesi sonrası, ABD yetkilisi “Bizim çocuklar başardı” diyerek darbenin arkasındaki Amerikan desteğini itiraf etti.
15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sırasında, ABD’nin FETÖ lideri Gülen’i koruması ve darbeden sonra sessiz kalması, doğrudan bir destek şüphesi uyandırdı.
2.2. IMF ve Ekonomik Müdahaleler
Darbeler genellikle ekonomik krizler sonrası gelir. 1971, 1980 ve 2001 ekonomik krizleri sonrası Türkiye’de büyük değişimler yaşandı.
1980 Darbesi sonrası, IMF destekli neoliberal politikalar uygulandı ve Türkiye ekonomisi küresel sermayeye bağımlı hale getirildi.
2001 ekonomik krizinden sonra ise, 2002’de yeni bir siyasi düzen kurularak ekonomi dış mihrakların kontrolüne sokulmaya çalışıldı.
2.3. FETÖ ve CIA Bağlantısı
FETÖ’nün yıllarca devletin içinde örgütlenmesine göz yuman dış güçler, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’yi işgal etmeye çalıştı.
FETÖ’nün lideri Fetullah Gülen, ABD’de koruma altında tutuldu.
CIA destekli think-tank kuruluşları, darbeden önce ve sonra Türkiye’ye yönelik yaptırım tehditleri sundu.
3. Darbelerin Oynadığı Oyunlar: Türkiye’ye Kurulan Tuzaklar
3.1. Kaos Ortamı Oluşturma
Bütün darbelerden önce Türkiye’de büyük bir kaos yapılmıştır:
1960 öncesinde sağ-sol çatışmaları körüklendi.
1971 ve 1980’de terör olayları patladı, sol örgütler ve sağ gruplar birbirine düşman edildi.
1997’de dini gruplar hedef alınarak toplum bölündü.
2016’da ise FETÖ, devletin içinde bir paralel yapı oluşturarak iç savaş çıkarmaya çalıştı.
3.2. Ekonomik Darbeler ve Yoksullaştırma
Darbelerden sonra Türkiye hep ekonomik olarak bağımlı hale getirildi.
1980 Darbesi sonrası IMF politikaları devreye girdi.
1997’de sermaye grupları darbe sürecine destek verdi.
2016 sonrası ise Türkiye, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları tarafından finansal baskıya alındı.
3.3. Milli ve Dini Değerleri Zayıflatma
Darbelerin bir diğer amacı, Türkiye’nin milli ve dini kimliğini zayıflatmaktır.
1980 sonrası İslam’ı pasif hale getiren “ılımlı İslam” projesi uygulandı.
1997’de dindar kesim sindirildi ve başörtüsü yasakları getirildi.
2016’da FETÖ gibi ihanet şebekeleri kullanılarak İslamî değerler istismar edildi.
4. Darbelerden Çıkarılması Gereken Dersler
1. Milli Birlik ve Beraberlik:
Darbelerin en büyük kaynağı, toplumun bölünmesidir. Türk milleti bir araya geldiğinde darbeler başarısız olur (15 Temmuz gibi).
2. Bağımsız Ekonomi ve Savunma Sanayii:
Türkiye, ekonomik bağımsızlığını kazandıkça, dış müdahalelere karşı daha güçlü olur. Savunma sanayi projeleri, askeri bağımsızlığı sağlar.
3. Medya Manipülasyonlarına Karşı Bilinç:
Darbeler öncesi medya algı operasyonları ile zihinler şekillendirilmiştir. Alternatif medya kaynakları güçlendirilmelidir.
4. Güçlü Bir Hukuk Sistemi:
Darbecilerin yargılanması ve cezalandırılması sağlanarak, gelecek nesillere ders verilmelidir.
Sonuç: Türkiye’nin Kendi Kaderini Çizmesi Gerekir
Türkiye, darbelerle dizayn edilen bir ülke olmaktan çıkmalıdır. İçeride işbirlikçi gruplara ve dışarıdan gelen müdahalelere karşı güçlü bir irade sergileyerek bağımsız bir devlet olma yolunda ilerlemelidir.
Tarih, ibret alınmazsa tekerrür eder. Ancak bilinçli bir millet, bir daha bu tuzaklara düşmeyecektir. Artık “Bizim Çocuklar” değil, “Milletin Çocukları” kazanmalıdır.
ABD VE İSRAİL İŞGAL Mİ EDİYOR YOKSA KİN VE NEFRET Mİ AŞILIYOR? ŞEYTANİ BİR TAKTİK. DÜNYADA ŞEYTANİ DUYGULARLA SEYTANLARINI ÜRETİYOR.
ABD ve İsrail: İşgal mi Ediyor, Yoksa Kin ve Nefret mi Aşılıyor?
Şeytani Bir Taktik ile Dünyayı Kendi Şeytanlarını Üretmeye Zorluyorlar
Tarih boyunca emperyal güçlerin en büyük silahı, sadece silahlar ve ordular olmamıştır. Asıl güçlü oldukları nokta, insanların zihinlerine ekilen tohumlardır. İşgal ettikleri topraklarda sadece şehirleri değil, ruhları ve düşünceleri de ele geçirmeye çalışmışlardır. Bugün ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da ve dünyada uyguladığı strateji tam da budur: Bir yandan fiziki işgal sürerken, diğer yandan zihinlere kin, nefret ve umutsuzluk aşılanıyor.
Bu şeytani taktik, sadece toprakları ele geçirmeyi değil, aynı zamanda insanların geleceklerini, umutlarını ve birlik ruhlarını da yok etmeyi amaçlıyor. Düşmanlarını yok etmek yerine, onların ruhlarını şeytanlaştırarak yeni düşmanlar oluşturuyorlar.
1. Fiziki İşgalin Ötesinde: Ruhları ve Zihinleri Esir Almak
ABD’nin Afganistan, Irak, Suriye ve diğer bölgelerde yaptığı müdahaleler, İsrail’in Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal, sadece askeri operasyonlarla sınırlı değil. Bu güçler, önce savaşla şehirleri yıkıyor, sonra insanları birbiriyle çatıştırarak toplumu içten içe çökertiyorlar.
Filistin’de çocuklar bombalar altında büyüyor, sonra “terörist” ilan ediliyor.
Irak’ta mezhep çatışmaları körükleniyor, halk birbirine düşman ediliyor.
Suriye’de iç savaş kışkırtılıyor, ülke parçalanıyor.
Bu işgallerin ardından geriye sadece yerle bir olmuş şehirler değil, aynı zamanda kin ve nefretle doldurulmuş nesiller kalıyor. ABD ve İsrail, halkları birbirine düşman ederek, düşmanın sürekli var olmasını sağlıyor. Çünkü düşman varsa savaş da vardır, savaş varsa silah satışı da vardır.
2. Şeytanlaştırma Taktikleri: Kendi Şeytanlarını Üretiyorlar
İşgalci güçler, her zaman kendilerine karşı çıkacak grupları önce yok ediyor gibi yapar, sonra yeni düşmanlar üretirler.
Diktatörleri destekler, sonra onları “şeytan” ilan edip savaş açarlar. Saddam Hüseyin ve Kaddafi bunun en açık örnekleridir.
Terör örgütleriyle mücadele ettiklerini söyler, ama aslında onları büyütürler. ABD’nin DEAŞ’ı ve İsrail’in Hamas’ı nasıl kullandığı açıktır.
Müslüman ülkelerde istikrarsızlık oluşturur, sonra “bakın bunlar yönetilemez” derler. Böylece sürekli bir vesayet düzeni kurarlar.
Bu şeytani stratejiyle, halkları ve zihinleri yönetirler. Önce düşmanlarını oluşturur, sonra onlara savaş açar, ardından daha büyük düşmanlar üretirler. Böylece dünya, hep onların istediği gibi şekillenir.
3. Korku ve Nefret Tekraı: İnsanları Kendi Ellerimizle Şeytanlaştırıyoruz
ABD ve İsrail’in en büyük başarısı, bizi bize düşman etmeleridir. Onların silahlarına gerek kalmadan, biz birbirimize öfke ve nefret besleyerek, onların şeytani düzenini devam ettiriyoruz.
Kendi kardeşimize düşman oluyoruz. Mezhep, etnik kimlik veya siyasi görüş farkı yüzünden bölünüyoruz.
Düşmanımızı taklit ediyoruz. Öfkeye kapılıp, onların zalimliğini onlara karşı uygulamaya çalışıyoruz.
Umut ve adalet yerine, nefret ve intikamla hareket ediyoruz. Böylece, onların kurduğu tuzağa düşüyoruz.
Şeytanın en büyük hilesi, insanları kendisi gibi yapmaktır. ABD ve İsrail, sadece topraklarımızı değil, ruhlarımızı da şeytanlaştırmak istiyor.
Çözüm: Şeytani Oyunu Bozmak
Bu oyunu bozmanın yolu, akıl, birlik ve stratejiyle hareket etmektir.
Düşmanlarının yöntemlerini kullanarak düşmana karşı çıkılmaz. Adaletle ve bilinçle hareket edilmelidir.
Duygulara esir olunmamalıdır. Öfke ve nefret, düşmanı değil, bizi zayıflatır.
Gerçek düşmanı doğru tespit etmeliyiz. Müslümanlar, birbirleriyle savaşmak yerine, ortak düşmana karşı birleşmelidir.
ABD ve İsrail, bizi kendi şeytanlarımızı üretmeye zorluyor. Ama biz bu oyunu görmek zorundayız. Onların silahı kin ve nefrettir. Bizim silahımız ise sabır, akıl ve birlik olmalıdır.
Zulümle dünyayı yönetmek isteyenlerin tuzaklarına düşmeden, adaletle ve bilinçle mücadele edersek, şeytanın oyununu bozabiliriz.
ŞUBAT AYINDA İKİ BÜYÜK DEPREM: 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBE VE 6 ŞUBAT DEPREMİ. BİRİ MANEVİ, DİĞERİ MADDİ YIKIM
Şubat Ayında İki Büyük Deprem: Biri Manevi, Diğeri Maddi Yıkım
Tarih, insanlara ders vermek için tekerrür eder. Ancak, ibret almasını bilenler için… Şubat ayı, Türkiye’nin tarihinde derin yaralar açmış iki büyük felakete sahne oldu. Biri 28 Şubat 1997, “postmodern darbe” olarak anılan manevi bir yıkım; diğeri ise 6 Şubat 2023, binlerce insanın hayatına mal olan Kahramanmaraş merkezli büyük deprem. Biri toplumun inanç ve değerlerini hedef aldı, diğeri ise şehirleri ve canları…
Bu iki olay, farklı türden depremler gibi görünse de, aslında birbiriyle benzer yönleri olan büyük sarsıntılardı. Birinde insan eliyle yapılan baskılar vardı, diğerinde tabiatın amansız gücü… Ama her ikisi de yıkım, acı ve ders çıkarılması gereken olaylar olarak hafızalara kazındı.
28 Şubat: Manevi Yıkım ve Toplumsal Travma
28 Şubat 1997, Türk siyaset tarihine “postmodern darbe” olarak geçti. Tankların sokaklara indiği, medya manipülasyonlarının devreye sokulduğu, inançlı insanlara yönelik baskıların zirveye ulaştığı bir dönemdi. Bu süreçte:
İnanç özgürlüğüne müdahale edildi. Başörtüsü yasağı nedeniyle binlerce öğrenci eğitim hakkından mahrum kaldı.
Dindar kesim hedef alındı. İmam hatip okulları ve dindar memurlar üzerinde büyük baskılar oluşturuldu.
Ekonomik ve sosyal çalkantılar yaşandı. Baskılar sonucu hükümet devrildi, ekonomide büyük kayıplar yaşandı.
Toplumsal ayrışma derinleşti. İnsanlar, inançlarından dolayı ötekileştirildi, fişlendi, mağdur edildi.
28 Şubat sürecinin en büyük zararı, toplumsal hafızada bıraktığı derin yaralar oldu. İnsanlar din ile devlet arasında bir çatışma varmış gibi gösterilerek kutuplaştırıldı. Devlet eliyle yapılan bu manevi deprem, insanların inançlarına ve özgürlüklerine doğrudan bir saldırıydı.
Ama her karanlığın bir sabahı vardır… Yıllar sonra, bu zulme maruz kalanların büyük kısmı haklarını geri kazandı. Ancak, yaşanan mağduriyetler hafızalardan silinmedi. Manevi depremin artçıları hâlâ bazı zihinlerde yankılanıyor.
6 Şubat: Maddi Felaket ve Acı Kayıplar
Tam 26 yıl sonra, yine bir Şubat ayında, bu kez büyük bir doğal felaket yaşandı. 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler, 11 ilde büyük bir yıkıma neden oldu. 100 binden fazla insan hayatını kaybetti, yüz binlerce kişi evsiz kaldı.
Bu deprem, insan iradesinin aciz kaldığı bir yıkımı gözler önüne serdi. Fakat burada da bazı acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldık:
İhmal ve denetimsizlik, felaketi büyüttü. Sağlam yapılmayan binalar yüzünden binlerce insan enkaz altında kaldı.
Koordinasyon eksikliği, can kayıplarını artırdı. Yardımların ilk günlerde yetersiz kalması, birçok insanın kurtarılmasını geciktirdi.
Dayanışma ruhu ortaya çıktı. Tüm Türkiye, yardım seferberliği başlatarak bir araya geldi.
Deprem gerçeği tekrar hatırlandı. Ancak, geçmiş depremlerden alınması gereken dersler yine ihmal edildiği için bu kadar büyük bir kayıp yaşandı.
Tıpkı 28 Şubat gibi, 6 Şubat da hafızalarda acı bir iz bıraktı. Ancak bu kez kaybedilenler sadece haklar ve özgürlükler değil, aynı zamanda canlardı. İhmal, vurdumduymazlık ve tedbirsizlik, bu büyük felaketin asıl suç ortaklarıydı.
İki Deprem, Tek Ders: Zulüm ve İhmal Yıkıma Götürür
28 Şubat’ta inanç özgürlüğü yıkıldı, 6 Şubat’ta binalar…
Biri, insan eliyle yapılan bir yıkım, diğeri ise insan ihmaliyle büyüyen bir felaket oldu.
Bu iki olay bize şunu gösteriyor: İster manevi ister maddi olsun, zulüm ve ihmal yıkımı beraberinde getirir.
Adalet ve özgürlük ihmal edilirse, toplum çöker.
Deprem gerçeği göz ardı edilirse, şehirler çöker.
Geçmişte yaşanan bu büyük yıkımlardan ders almak zorundayız. 28 Şubat, adaletin ve inanç özgürlüğünün kıymetini bilmemiz gerektiğini gösterdi. 6 Şubat ise, tedbir ve bilimle hareket etmenin hayat kurtardığını öğretti.
Sonuç: Geçmişten Ders Almazsak Gelecek de Yıkılır
Tarih, hatalarımızı ve doğrularımızı hatırlatmak için vardır. Eğer geçmişte yaşanan yıkımlardan ders çıkarmazsak, gelecekte aynı felaketlerle yüzleşmek zorunda kalırız.
28 Şubat ve 6 Şubat, farklı türden depremler olsa da, ikisi de ihmalin, zulmün ve tedbirsizliğin nelere mal olabileceğini gösteren büyük ibretlerdir.
Ne hakları çiğneyen adaletsizliği, ne de canları hiçe sayan ihmalkârlığı tekrar etmemeliyiz. Çünkü her yıkım, yeni bir felaketin kapısını aralar…
Bediüzzaman “Âhirzamanda bir şahsın hatiât ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Eskide, “Acaba âdi bir adam, binler adam kadar günah işleyebilir mi? Ve o âhirzamanda bildiğimiz günahlardan başka hangi günahlardır ki, kâinatın heyet-i mecmuasına dokunur, kıyametin kopmasına ve dünyaları başlarına harap olmasına sebebiyet verir?” diye düşünürdüm. Şimdi bu zamanda müteaddit esbabını gördük.”
Ahir Zamanda Günahların Dehşetli Yekûnu ve İnsanlığın Sorumluluğu
Tarih boyunca, insanoğlu hem hayırda hem de şerde büyük işler başarmıştır. Ancak ahir zaman, yani kıyamete yakın dönem, insanların günahlarda daha hızlı ve geniş çapta ilerleyebileceği bir zaman dilimi olarak tarif edilmiştir. Eskiden, tek bir insanın binlerce kişi kadar günah işleyebileceği düşünülemezdi. Ancak modern çağda, bu hakikat açık bir şekilde görülmektedir.
Günümüz dünyasında bireysel hataların ve günahların etkisi, sadece kişiyi değil, tüm insanlığı ve hatta kainatın dengesini etkileyecek bir seviyeye ulaşmıştır. Bu nasıl mümkün olabilir?
1. Teknoloji ve Kitle İletişim Araçlarıyla Günahın Yaygınlaşması
Eskiden bir insanın günahı, kendisini ve yakın çevresini etkilerdi. Ancak şimdi, internet, televizyon, sosyal medya gibi araçlarla bir kişi, kötülüğü ve ahlaksızlığı milyonlara ulaştırabilir.
Bir yanlış fikir, yanlış inanç veya ahlaksız bir görüntü, saniyeler içinde tüm dünyaya yayılabilir.
Günah işlemek eskisine göre daha kolay ve daha hızlı hale gelmiştir.
İnsanlar, sanal ortamda yaptıkları günahları önemsiz görerek büyük bir vebalin içine düşebilmektedir.
Bir kişi, milyonlarca insana yanlış bir fikir aşılarsa, şehveti teşvik eden bir paylaşım yaparsa, imanı zedeleyecek fikirleri yayarsa, işlediği günah artık bireysel olmaktan çıkar ve binlerce, hatta milyonlarca kişinin manevi hayatına zarar verir.
2. Maddi ve Manevi Tahribatın Küreselleşmesi
Eskiden bir insan, sadece yaşadığı bölgeye zarar verebilirdi. Ama bugün:
Bir yönetici, yanlış bir karar ile milyonları açlığa, sefalete ve ölüme sürükleyebilir.
Bir bilim insanı veya mühendis, dünyayı tahrip edecek bir teknoloji geliştirebilir.
Sanayi ve kapitalizm, çevreyi kirleterek tabiatın dengesini bozabilir, küresel ısınmaya yol açabilir ve tüm canlıların hayatını tehdit edebilir.
Bugün çevre felaketleri, savaşlar, açlık, sosyal adaletsizlik ve küresel krizler, insanın kötülükte ne kadar büyük bir etki alanına ulaştığını göstermektedir. Bu günahlar sadece bireyleri değil, kainatın dengesini bile bozmaktadır.
3. İnsanlığın Ortak Günahları ve Kıyameti Yaklaştıran Sebepler
Hadislerde bildirildiği üzere, ahir zamanda günahlar o kadar artacak ki, bu dünya artık bu yükü taşıyamayacak hale gelecek.
Bugün insanlığın büyük kısmı, şu ortak günahlara bulaşmıştır:
Ahlaki dejenerasyon: Hayâ ve iffet kavramlarının yozlaştırılması.
Adaletsizlik ve zulüm: Haksız savaşlar, sömürü, zayıfların ezilmesi.
Tabiatın tahribi: Çevre kirliliği, hayvanların ve bitkilerin yok edilmesi.
İnançsızlık ve maneviyatsızlık: İnsanların Allah’ı ve ahireti unutması, dünyevileşmesi.
Fakirlerin aç bırakılması: Dünyada yeterince gıda olmasına rağmen milyonların açlıktan ölmesi.
Tüm bu günahlar, insanlığın ortak vebali haline gelmiş ve kıyametin habercisi olmuştur.
Sonuç: Çare Nedir?
Bugün, bir insanın yapacağı bir iyilik de, işleyebileceği bir günah da milyonları etkileyebilecek bir güce sahiptir. Bu yüzden sorumluluklarımız eskisinden çok daha büyük hale gelmiştir.
İyiliği ve doğruluğu yaymalıyız. Sosyal medyada, gerçek hayatta ve her platformda hakikati savunmalıyız.
Tövbeye sarılmalıyız. Ahir zamanın fitnelerinden korunmak için, sürekli kendimizi muhasebe etmeliyiz.
Maddi ve manevi çevremizi korumalıyız. Hem tabiata zarar vermemeli hem de ahlaki yozlaşmaya karşı durmalıyız.
Ahir zamanın fitneleri büyük olabilir, ama müminin imanı, iradesi ve gayreti de bu zorlukları aşacak kadar güçlü olmalıdır. Allah, bizleri büyük günahların yükünden korusun ve sırat-ı müstakimde sabit kılsın.
“İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlıdır. Fitne çıkarmaya yeltenen kişi kendisini o fitnenin içinde buluverir. Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa hemen oraya sığınsın.”
(B7081 Buhârî, Fiten, 9)
Fitne Zamanında Tutum ve Hikmet
Tarih boyunca toplumlar pek çok çalkantılı dönemden geçmiş, kargaşa ve fitneler zaman zaman insanları büyük imtihanlarla karşı karşıya bırakmıştır. Peygamber Efendimiz (sav)’in, “İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlıdır” buyurması, bu tür zor zamanlarda nasıl bir tutum sergilenmesi gerektiğine dair önemli bir öğüttür.
Fitne: Anlamı ve Etkileri
İslam literatüründe fitne, genellikle toplumsal kargaşa, inançların sınandığı zorluklar, ahlaki çöküş ve kardeşler arasındaki ayrışmalar olarak tanımlanır. Fitneler, insanların hak ile batılı ayırt etmekte zorlandığı, çoğu zaman doğruyu yanlıştan ayırmanın güçleştiği dönemlerdir. Böyle zamanlarda aceleci ve fevri davranışlar, kişiyi istemediği sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir.
Peygamberimizin (sav) bu hadisinde verdiği mesaj çok derindir. Oturmak, ayakta durmaktan daha hayırlı; yürümek, koşmaktan daha az risklidir. Bu, bir pasiflik tavsiyesi değildir, aksine bilinçli bir duruş önerisidir. Çünkü fitne dönemlerinde aceleyle harekete geçenler, çoğu zaman olayların içinde kaybolur ve kontrolü kaybederler.
Sükûnetin Hikmeti
Hadisten anlaşılan temel derslerden biri, fitne zamanlarında sükûnetin ve teenni ile hareket etmenin önemidir. İnsan, kargaşanın içine dalmadan önce durup düşünmeli, olayların gidişatını değerlendirmeli ve yanlış adımlar atmaktan kaçınmalıdır. Çünkü kargaşa ve kaos ortamında fevri hareket edenler, istemeden zulmün bir parçası olabilirler.
Hz. Ali (ra)’nin şu sözü bu durumu çok güzel özetler:
“Fitne zamanı kılıcını kınına koy, dilini tut ve evinde otur.”
Bu, korkaklık veya sorumluluktan kaçınmak değildir. Bilakis, fitne zamanlarında en büyük cihad, akıl ve hikmetle hareket etmek, yanlış bir tarafın içinde savrulmaktan sakınmaktır.
Kurtuluş Yolu: Huzurlu Limana Sığınmak
Hadisin sonunda geçen “Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa hemen oraya sığınsın” ifadesi, müminin kendini muhafaza etmesi gerektiğine işaret eder. Bu sığınak, fiziksel olarak güvenli bir mekân olabileceği gibi, manevi anlamda sağlam bir duruşa ve salih amellere yönelmeyi de ifade eder.
Peki, bugün fitnelerden korunmak için hangi sığınağa başvurmalıyız?
1. İlim ve Hikmet: Fitne zamanlarında bilgi kirliliği yoğundur. Doğru kaynaklardan beslenmek ve akıllıca hareket etmek gerekir.
2. Sabır ve Şükür: Fitneler, sabrı ve dirayeti sınar. Sabır, müminin en güçlü silahıdır.
3. Dua ve İbadet: Allah’a sığınmak, fitnelerin karanlığında ışık gibidir. Tevekkül ile hareket eden, doğru yolda kalır.
4. Doğru Dostluklar: Fitne zamanlarında yanlış arkadaşlar insanı felakete sürükleyebilir. Salih dostlarla bir arada olmak, en büyük sığınaklardan biridir.
Sonuç
Resûlullah (sav)’in bu hadisi, özellikle modern zamanlarda daha da anlam kazanmaktadır. Günümüzde bilgiye ulaşım kolaylaşmış ama hakikat ile yalan birbirine karışmıştır. İnsanlar sosyal medya ve farklı mecralar üzerinden hızla harekete geçmeye teşvik edilmekte, düşünmeden yapılan eylemler büyük fitnelere kapı aralamaktadır.
Böylesi bir çağda, hızlı değil bilinçli hareket etmek, saldırgan değil sağduyulu olmak, fevri değil sabırlı davranmak müminin en büyük meziyetlerindendir. En hayırlı kişi, fitneye körü körüne kapılmayan ve hikmetle hareket edendir. Fitne zamanlarında aklımıza kazımamız gereken en önemli düstur belki de budur: “Kim fitneden kaçıp sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın.”
Allah bizleri fitnelerin şerrinden korusun ve hak üzere sabit kılsın.
TÜRKİYE’DE 28 ŞUBAT 1997 YILINDA YAPILAN ZULÜM, BASKI, DİNİ YASAKLAR VE DİNDARLARA YAPILAN BASKILAR
28 Şubat 1997: Postmodern Darbe ve Dindarlara Yapılan Baskılar
28 Şubat 1997 süreci, Türkiye’de “postmodern darbe” olarak adlandırılan, özellikle dindar kesimler üzerinde büyük baskılara neden olan bir dönemdir. Bu süreçte, hükümet baskı altına alınmış, dindar vatandaşlara yönelik kısıtlamalar ve yasaklar uygulanmıştır.
1. 28 Şubat Sürecinin Arka Planı
1995 seçimlerinde Refah Partisi (RP) en yüksek oyu aldı ve Necmettin Erbakan, 1996’da başbakan oldu.
Askerî ve bürokratik çevreler, Refah Partisi’nin “irticai faaliyetlere göz yumduğu” iddiasıyla rahatsızlık duydu.
28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı yapıldı ve hükümete bir dizi karar dayatıldı.
2. Dindarlara Yönelik Baskılar ve Yasaklar
a) Başörtüsü Yasağı
Üniversitelerde ve kamu kurumlarında başörtüsü yasaklandı.
İmam Hatip Liseleri (İHL) öğrencileri ve dindar kadınlar büyük mağduriyet yaşadı.
Başörtülü öğrenciler okullara alınmadı, eğitim hakları engellendi.
“Katsayı engeli” ile İHL öğrencilerinin üniversiteye girişi zorlaştırıldı.
Dini eğitim veren kurumlara kısıtlamalar getirildi.
c) Memurlar ve Kamu Çalışanlarına Baskı
Başörtülü memurlar işten çıkarıldı veya istifaya zorlandı.
Namaz kılan, sakallı veya dindar memurlar fişlendi ve sürgüne gönderildi.
Dini derneklere ve vakıflara baskılar arttı, bazıları kapatıldı.
d) Dini Yayınlar ve Medya Sansürü
Dini yayın yapan TV kanalları kapatıldı veya baskıya uğradı.
İslami kesime yönelik medya linç kampanyaları düzenlendi.
Camiler ve dini toplantılar sıkı gözetim altına alındı.
e) İrtica Suçlamasıyla Tutuklamalar
Binlerce dindar insan “irtica” suçlamasıyla soruşturmalara uğradı.
Askeriyede dindar subaylar “disiplinsizlik” gerekçesiyle ordudan ihraç edildi.
Batı Çalışma Grubu (BÇG) adlı bir yapılanma oluşturuldu ve dindarlar fişlendi.
3. 28 Şubat’ın Sonuçları
Refah Partisi kapatıldı, Erbakan istifaya zorlandı.
Binlerce başörtülü öğrenci eğitim hakkını kaybetti.
Askerî vesayet güçlendi, demokrasi büyük yara aldı.
2012 yılında 28 Şubat’ın sorumluları yargılanmaya başlandı ve bazı generaller hapis cezası aldı.
2023’te darbe sanıkları affedildi, ancak mağduriyetler hâlâ tam olarak giderilemedi.
Sonuç
28 Şubat, Türkiye’de dindar kesime yönelik en büyük baskı süreçlerinden biri olarak tarihe geçti. Başörtüsü yasağı, katsayı adaletsizliği, dindar memurlara yönelik fişlemeler ve askeriyedeki ihraçlar, bu dönemin en ağır sonuçları oldu. 28 Şubat’ın izleri zamanla silinse de, bu süreç Türkiye’de demokrasinin nasıl kesintiye uğratıldığını gösteren önemli bir tarih olarak hafızalarda kaldı.
@@@@@@@@
**28 Şubat 1997 Süreci: Türkiye’de Askeri Müdahale, Dinî Baskılar ve Toplumsal Etkiler**
**Arka Plan ve Siyasi Müdahale**
28 Şubat 1997’de Türkiye’de gerçekleşen ve “post-modern darbe” olarak anılan süreç, ordunun laiklik ilkesini koruma gerekçesiyle Refah Partisi (RP) liderliğindeki koalisyon hükümetine yönelik baskısıyla başladı. Milli Güvenlik Kurulu (MGK), hükümete 18 maddelik bir dizi talimat vererek Necmettin Erbakan’ın istifasına yol açtı. Bu müdahale, geleneksel askeri darbelerden farklı olarak “yumuşak bir darbe” olarak tanımlandı.
**Temel Baskı ve Yasaklar**
1. **Eğitim Reformları**:
– Zorunlu eğitim 5 yıldan 8 yıla çıkarıldı. Bu, İmam Hatip ortaokullarının kapatılmasına ve öğrencilerin seküler okullara yönlendirilmesine neden oldu. İmam Hatip liseleri ise ancak lise düzeyinde eğitim verebildi.
– Kur’an kursları ve yaz okulları sıkı denetime alındı; bazıları kapatıldı.
2. **Başörtüsü Yasağı**:
– Kamu kurumlarında ve üniversitelerde başörtüsü yasağı şiddetlendi. Binlerce öğrenci ve çalışan eğitim/iş hayatından dışlandı. YÖK’ün kararlarıyla bu yasak, 2000’lerin başına kadar sürdü.
3. **Siyasi ve Toplumsal Baskılar**:
– Refah Partisi, 1998’de “laikliğe aykırı faaliyet” iddiasıyla kapatıldı.
– Dindar kesimlere yakın olduğu düşünülen iş adamlarına yönelik ekonomik yaptırımlar (örneğin, “irtica” ile mücadele adına banka hesaplarının dondurulması) uygulandı.
– Medya üzerinde denetim artırıldı; İslami eğilimli gazete ve TV kanalları kapatıldı veya sansürlendi.
4. **Kamu Çalışanlarına Yönelik Tasfiye**:
– Kamu kurumlarında “dindar” olduğu belirlenen personel görevden uzaklaştırıldı veya terfi engellendi.
– Askeri okullarda ve devlet dairelerinde “seküler yaşam tarzı” dayatıldı.
**Toplumsal Tepkiler ve İnsan Hikâyeleri**
– Başörtüsü yasağı nedeniyle eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalan öğrenciler, yurt dışında eğitim arayışına girdi.
– İmam Hatip okullarına devam eden öğrenciler, üniversite sınavlarında katsayı dezavantajıyla karşılaştı.
– Dindar kesimler, bu süreci “şehirli, modern Müslümanlara yönelik sistemli bir sindirme politikası” olarak tanımladı.
**Uzun Vadeli Etkiler**
– **Siyaset**: 28 Şubat, AK Parti’nin 2002’de iktidara gelişinde etkili oldu. Parti, “muhafazakar demokrat” kimliğiyle dindar kesimlerin temsilcisi haline geldi.
– **Toplumsal Kutuplaşma**: Laik ve dindar kesimler arasındaki gerilim derinleşti.
– **Hukuki ve Sembolik Adımlar**: 2010’larda, 28 Şubat davaları açıldı ve bazı mağdurlar tazminat aldı.
**Farklı Perspektifler**
– **Laik Kesim**: Süreci, “Türkiye’nin seküler karakterinin korunması” olarak değerlendirdi.
– **Dindar Kesim**: “Zulüm” olarak nitelendirilen uygulamaların demokratik hakları ihlal ettiğini savundu.
**Sonuç**
28 Şubat, Türkiye’nin demokrasi ve laiklik tartışmalarında kritik bir dönüm noktasıdır. Hem siyasi tarih hem de bireysel hayatlar üzerinde derin izler bırakan bu süreç, günümüzde hâlâ sembolik ve siyasi bir referans noktası olarak kullanılmaktadır.
Mahşer meydanındaki büyük sorgu tamamlanmıştı. Artık herkes, son kez sınanacakları yere doğru ilerliyordu. Önlerinde uzanan köprü, cehennemin üzerine kurulmuş Sırat Köprüsü idi.
Kıldan ince, kılıçtan keskin…
Köprünün altından cehennemin alevleri yükseliyor, oradan geçenlerin her adımı, ya kurtuluş ya da düşüş anlamına geliyordu.
Melekler çağırdı:
— “Her kul, ameline göre buradan geçecek!”
Kalabalığın içinden iki kişi ilerledi… Biri yüzü parlayan bir mümin, diğeri korkudan titreyen bir günahkâr…
BİRİNCİ KİŞİ: NUR GİBİ PARLAYAN MÜMİN
O, dünyada Allah’ın emirlerine uymaya gayret etmişti. Günahları olmuştu, hatalar yapmıştı ama hemen tövbe etmiş, Rabbine yönelmişti. Namazını terk etmemiş, kul hakkına dikkat etmiş, haramlardan kaçınmıştı.
Şimdi, elinde parlayan bir nur vardı. Önünü bu nur aydınlatıyordu. Cennetten esen bir meltem gibi, adımları hafif ve huzurluydu.
Bir ses duyuldu:
— “Müjdeler olsun! Sen bu yolu kolay geçeceksin.”
O, köprüye adımını attığında, ayakları sağlam basıyordu. Melekler ona eşlik ediyordu. Yaptığı iyilikler, duaları, oruçları, sadakaları kanat gibi olmuş, onu taşıyordu.
Birkaç adım attı ve ışık gibi hızla geçti. Arkasında bıraktığı mahşer meydanı ona artık uzaklaşmıştı. Önünde ise cennetin kapıları açılmıştı.
Melekler ona seslendi:
— “Ey mutlu kul! Gir cennete! Sen bugün ebedi huzura ereceksin!”
O an gözleri doldu. Dizlerinin üzerine çöküp şükretti. Artık ne korku ne de hüzün vardı…
Sonsuz mutluluk onu bekliyordu.
İKİNCİ KİŞİ: GÜNAHLARIN YÜKÜYLE YÜRÜYEN ADAM
Diğeri ise korkudan titriyordu. O da Allah’ı biliyordu ama dünyada nefsine uymuştu. Namazı terk etmiş, harama dalmış, zulmetmişti. Günahlarına aldırmamış, tövbeyi hep ertelemişti.
Şimdi, onun elinde bir nur yoktu. Önü zifiri karanlıktı.
Köprünün başına geldiğinde ayakları titredi. Aşağı baktı: Kıpkırmızı alevler, dehşet verici çığlıklar…
Tam o anda bir ses duyuldu:
— “Ey kul! Haydi, geç bakalım!”
Titreyerek yürümeye çalıştı. Ama günahları, bir ağırlık gibi onu aşağı çekiyordu. Ayakları kaydı.
Tövbesiz geçen namazsız günleri… Yetim hakkını yediği anlar… Haram sofraları… Hepsi şimdi sırtına binen bir yük olmuştu.
Düşmemek için çırpındı ama her adımda daha da sendeledi. Bir noktada ayakları takıldı, dengesini kaybetti ve boşluğa yuvarlandı…
Aşağıdan yükselen korkunç bir ses onu yuttu:
— “Hayırrrr! Bir şans daha! Bir kez daha! Ne olur!”
Ama artık dönüş yoktu. Günahlarının ağırlığı onu cehennemin derinliklerine çekti.
Ve sonsuz pişmanlık başladı…
SON SÖZ: SIRAT’TAN GEÇMEYE HAZIR MIYIZ?
O gün herkes Sırat’tan geçecek. Peki biz, hangi tarafta olacağız?
İyiliklerimiz bizi kanatlandıracak mı, yoksa günahlarımız bizi aşağı mı çekecek?
Bugün tövbe etme, Allah’a yönelme ve hazırlık yapma günü. Çünkü Sırat’tan düşen, bir daha asla geri dönmeyecek…
Zamanın ve mekânın ötesinde, insanoğlunun en çok merak ettiği o an gelmişti. Birçok kişi için şaşkınlık ve pişmanlıkla dolu bir başlangıcın kapısı aralanmıştı. Bu, dünyada inkâr edenlerin hakikatle yüzleştiği o andı…
Gözlerini açtıklarında, dünyada olduklarından farklı bir yerdeydiler. Tüm duyu organları eskisinden daha hassas, daha keskin hale gelmişti. Duydukları her ses, içlerine korku salıyor, gördükleri manzara sarsıcı bir gerçeklik sunuyordu.
Dünyada iken, “Bu anlattıkların hepsi bir efsanedir,” diyenlerin yüzleri kireç gibi bembeyaz kesildi. “Ahirette hesap görülecekse, biz de orada bir çare buluruz,” diyenler ise titremeye başladı. Zira hesap vakti gelmişti. Herkesin, yaptıklarının ve inkâr ettiklerinin kaydedildiği sayfalar, işledikleri en küçük ameli bile gözler önüne seriyordu.
Biri dizlerinin üzerine çökmüş, hüzün hüzüne “Bunlar doğru muymuş?” diye fısıldıyordu kendi kendine. Diğeri ise nefes almakta güçlük çekerek, “Keşke… Keşke inanıp hazırlıklı olsaydım…” diye inliyordu. Ama keşkeler artık bir şey ifade etmiyordu.
Gökten gelen nidalar yürekleri paramparça ediyordu:
“Bugün sizin hesap günü”
Zamanı geri almanın mümkün olmadığını anlamışlardı. Dünyada alay ettikleri, reddettikleri her şey, gerçek olarak karşılarına çıkmıştı. Şimdi dillerine “Rabbimiz, bızı döndür, artık inandık!” cümlesi düşmüştü ama onlar için dönüş yoktu.
Gerçekleri görmek için vaktinde şansı varken, kör olana, gerçekleri gösterdiğinde artık işi bitmiştir. İşte inkârcılar, inkâr ettikleri gerçeklerin ortasında, çaresizce o anın dehşetiyle yüzleşmeye bırakılmıştı…
Oruç, yalnızca İslam dinine özgü bir ibadet değildir. Allah, insanlık tarihi boyunca gönderdiği peygamberlere ve onların ümmetlerine farklı şekillerde oruç tutmayı emretmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de orucun geçmiş ümmetlere farz kılındığı açıkça belirtilir:
“Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı. Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara 2/183)
Bu ayetten anlaşıldığı üzere, oruç insanlık tarihi kadar eski bir ibadettir. Hz. Adem’den başlayarak tüm peygamberler, Allah’ın emriyle belirli şekillerde oruç tutmuşlardır.
Hz. Adem ve Oruç
İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’in orucu, Allah’a olan bağlılığını ve tövbesini göstermek için tuttuğu bir ibadet olarak kabul edilir. Rivayetlere göre, Hz. Adem ve Hz. Havva, cennetten dünyaya indirildiklerinde büyük bir pişmanlık içinde Allah’a yönelmişlerdir. Allah da onların tövbesini kabul etmiş, fakat bu süre içinde oruç tutmalarını emretmiştir. Hz. Adem’in, her ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerinde oruç tuttuğu rivayet edilir. Bu üç gün orucu, İslam’da da “Beyaz Günler Orucu” olarak devam etmiştir.
Hz. Nuh ve Oruç
Hz. Nuh’un kavmi, Allah’ın emirlerine karşı gelmiş ve büyük bir tufan ile helak olmuştur. Tufan sırasında Nuh Peygamber ve yanındaki müminler bir gemiye binerek kurtulmuşlardır. Rivayetlere göre, tufanın sona erdiği ve geminin karaya oturduğu gün Hz. Nuh ve müminler, Allah’a şükür için oruç tutmuşlardır. Bu gün, Muharrem ayının 10. günü olan Aşure Günü olarak bilinir ve oruç tutmak sünnettir.
Hz. İbrahim ve Oruç
Hz. İbrahim’in de düzenli olarak oruç tuttuğu rivayet edilir. Özellikle Allah’ın ona oğlunu kurban etme emrini verdiği günlerde oruç tuttuğu anlatılır. Hz. İbrahim’in ümmeti de belirli günlerde oruç tutarak Allah’a bağlılık göstermiştir.
Hz. Musa ve Oruç
Hz. Musa’nın orucu, en çok bilinen oruçlardan biridir. Kur’an-ı Kerim’de de geçen rivayete göre, Hz. Musa, Tur Dağı’nda Allah’tan vahiy almak için otuz gün oruç tutmuş ve daha sonra on gün daha ekleyerek kırk güne tamamlamıştır. Bu süre sonunda Allah, ona Tevrat’ı vahyetmiştir (Araf 7/142). Yahudiler, Hz. Musa’nın bu orucunu Muharrem ayında tutmaya devam etmişlerdir.
Hz. Davud ve Oruç
Hz. Davud, Allah’a olan ibadetlerinde çok titiz bir peygamberdi. Onun orucu, bir gün oruç tutup bir gün tutmamak şeklindeydi. Bu oruç, İslam’da “Davud Orucu” olarak bilinir ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu orucun en faziletli nafile oruçlardan biri olduğunu söylemiştir.
Hz. İsa ve Oruç
Hz. İsa da kavmine orucu emreden peygamberlerdendi. Hristiyanların inancına göre Hz. İsa, peygamberlik görevine başlamadan önce çölde 40 gün boyunca oruç tutmuştur. Bu oruç, Hristiyanlıkta günümüze kadar farklı şekillerde uygulanmış, ancak sonradan değişime uğramıştır. Günümüzde Hristiyanlar, Hz. İsa’nın bu orucunu anmak için Paskalya öncesi 40 günlük perhiz uygulamaktadırlar.
Hz. Muhammed ve Oruç
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), orucu en mükemmel haliyle ümmetine öğretmiştir. Ramazan orucu, onunla birlikte farz kılınmış, ayrıca nafile oruçları da teşvik etmiştir. Peygamberimiz, geçmiş peygamberlerin oruçlarını da sürdürmüş, özellikle Aşure Günü, Pazartesi-Perşembe oruçları ve Şaban ayında oruç tutmayı teşvik etmiştir.
Sonuç
Orucun insanlık tarihi boyunca var olduğu ve her peygambere farklı şekillerde emredildiği görülmektedir. Orucun temel amacı, nefsi terbiye etmek, sabrı artırmak ve Allah’a olan bağlılığı pekiştirmektir. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberlerin oruç tutmuş olması, bu ibadetin ne kadar önemli ve evrensel olduğunu göstermektedir.
Allah, bizleri de geçmiş peygamberlerin sünnetine uyarak oruç ibadetini hakkıyla yerine getirenlerden eylesin.
PEYGAMBER EFENDİMİZ RAMAZANI NASIL GEÇİRİR, GÜNÜ VE AYI NASIL DEĞERLENDİRİR, SAHURDA VE İFTARDA NE YAPARDI?
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Ramazan ayını büyük bir coşku ve ibadetle geçirirdi. Onun Ramazan’ı nasıl değerlendirdiğine dair öne çıkan bazı hususlar şunlardır:
Ramazan Ayındaki İbadetleri
1. Oruç Tutma: Peygamber Efendimiz, Ramazan ayında farz olan orucu eksiksiz tutar ve ümmetini de teşvik ederdi.
2. Kur’an ile Meşguliyet: Ramazan ayında Cebrail (a.s.) ile birlikte o ana kadar inen Kur’an’ı mukabele şeklinde gözden geçirirdi. Vefatından önceki son Ramazan’da bu mukabeleyi iki kez yapmıştır.
3. Teravih Namazı: Efendimiz (s.a.v.), teravih namazını cemaatle kılmaya teşvik etmiş ancak farz olmaması için sürekli cemaatle kılmamıştır.
4. İtikâfa Girmek: Ramazan’ın özellikle son on gününde Mescid-i Nebevî’de itikâfa girer, dünya işlerinden uzaklaşarak ibadete yoğunlaşırdı.
5. Dua ve Tövbe: Ramazan boyunca sürekli dua eder, ümmeti için af ve mağfiret dilerdi.
Peygamberimizin Sahur ve İftarı
1. Sahur:
Sahuru teşvik etmiş ve “Sahur yapın, çünkü sahurda bereket vardır.” (Buhârî, Savm, 20) buyurmuştur.
Hafif, mideyi yormayan ve besleyici gıdalar tercih ederdi. Genellikle hurma ve su ile sahur yapardı.
Sahuru geciktirir ve imsaka yakın bir zamanda yapardı.
2. İftar:
İftarı erken açmayı sünnet olarak tavsiye etmiştir: “İnsanlar iftarı erken yaptıkları sürece hayır üzeredirler.” (Buhârî, Savm, 45)
İftarını genellikle taze hurma ile açar, hurma yoksa birkaç yudum su ile orucunu bozardı.
“Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttum, Senin rızkınla iftar ettim.” gibi dualarla iftar açardı.
İftar sofralarında misafirleri ağırlamaya önem verir, başkalarını da iftara davet ederdi.
Ramazan’ın Son On Günü ve Kadir Gecesi
Ramazan’ın son on gününü daha yoğun ibadetle geçirirdi.
Gece ibadetlerini artırır, ailesini de ibadete teşvik ederdi.
Kadir Gecesi’ni ibadetle geçirir ve ümmetine de bu geceyi ihya etmelerini tavsiye ederdi.
Peygamber Efendimiz’in Ramazan ayındaki bu güzel alışkanlıkları, müminler için en güzel örneklerdir. Onun sünnetine uyarak Ramazan’ı ihya etmek, bu mübarek ayı en verimli şekilde değerlendirmemize yardımcı olacaktır.
@@@@@@@
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayını ibadet, infak, Kur’an tilaveti, tefekkür ve ahlaki erdemleri öne çıkararak geçirirdi. Onun Ramazan’ı değerlendirme şekli, hem bireysel hem de toplumsal hayata dair önemli örnekler barındırır. İşte detaylar:
### **1. İbadet ve Kur’an ile İlişkisi**
– **Tebliğ ve Tilavet:** Ramazan’da Cebrail (a.s.) ile Kur’an’ı mukabele usulüyle karşılıklı okurdu. Son yılında bu mukabele iki kez tekrarlandı (Buhârî, Savm, 7).
– **Gece İbadeti:** Teravih namazını hem tek başına hem de cemaatle kıldırdı. “Ramazan’da inanarak ve sevabını Allah’tan umarak namaz kılanın geçmiş günahları affolunur” buyururdu (Buhârî, Îmân, 27).
– **Dua ve Zikir:** Özellikle sahur ve iftar vakitlerinde, seherlerde ve secdelerde dua etmeye özen gösterirdi. “Üç kişinin duası reddedilmez: Oruçlunun iftar vaktindeki duası…” (Tirmizî, Deavât, 129).
### **2. Günlük Hayatı ve Ahlaki Hassasiyet**
– **Nefis Terbiyesi:** “Oruç kalkandır; oruçlu kötü söz söylemesin, kavga etmesin” (Buhârî, Savm, 9) uyarısıyla, diline ve davranışlarına hâkim olurdu.
– **İnfak ve Cömertlik:** “Cömertlik meleğinden daha cömert” olarak nitelenirdi (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 5). Fakirleri doyurur, sadakayı teşvik ederdi.
– **Aile ve Çocuklar:** Aile fertlerini oruca teşvik eder, çocukları sevindirirdi. Hz. Aişe validemiz, “Ramazan dışında hiçbir ayda bu kadar çok ibadet ettiğini görmedim” derdi (Müslim, Sıyâm, 204).
### **3. Sahur ve İftar Adabı**
– **Sahur:**
– **Vakit:** Sahuru geciktirir, “Bizimle Ehl-i Kitab’ın orucu arasındaki fark sahur yemeğidir” buyururdu (Müslim, Sıyâm, 46).
– **Muhteva:** Hurma, su veya az miktarda yemekle yetinirdi. “Sahurda bereket vardır” (Buhârî, Savm, 20) diyerek önemini anlatırdı.
– **Dua:** “Sahur yemeği yiyen, Allah’ın rahmetine ortak olur” (Deylemî, Müsned, 2/229) hadisiyle teşvik ederdi.
– **İftar:**
– **Acele Etmek:** Güneş batar batmaz “İftar ettirenlerin ecri kadar oruçlununki de artar” (Ebû Dâvûd, Savm, 21) diyerek acele ederdi.
– **Beslenme:** Taze hurma veya suyla orucunu açar, ardından akşam namazını kılar, sonra yemeğe geçerdi.
– **İftar Duası:**
> **”ذَهَبَ الظَّمَأُ وَابْتَلَّتِ الْعُرُوقُ، وَثَبَتَ الْأَجْرُ إِنْ شَاءَ اللَّهُ”**
*”Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah ecir hak oldu.”* (Ebû Dâvûd, Savm, 22)
### **4. Son On Gün ve İtikâf**
– **İtikâf:** Ramazan’ın son on gününde mescitte inzivaya çekilir, Kur’an, dua ve tefekkürle meşgul olurdu. “Leyletü’l-Kadr’i arayın” emriyle bu geceleri ihya ederdi (Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 3).
– **Kadir Gecesi:** “Kim Kadir Gecesi’nde inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ibadet ederse, geçmiş günahları affolunur” (Buhârî, Îmân, 35) müjdesini verirdi.
### **5. Toplumsal Dayanışma**
– **Zekât ve Fitre:** Fakirlerin Ramazan sevincine ortak olmaları için fitre vermeyi emrederdi (Buhârî, Zekât, 70-76).
– **İftar Sofraları:** Misafirleri ve yoksulları iftara davet eder, “Bir oruçluyu iftar ettirene, onun sevabı kadar ecir verilir” derdi (Tirmizî, Savm, 82).
### **Özetle:**
Peygamberimiz (s.a.v.), Ramazan’ı **ibadetle diri bir kalp, infakla coşan bir merhamet, Kur’an’la yenilenen bir ruh** halinde geçirirdi. Onun sünneti, orucu sadece aç kalmak değil, insanı “insan-ı kâmil” mertebesine yükselten bir eğitim süreci olarak öğretir.
@@@@@@
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayına büyük bir önem verir, bu ayı ibadet, dua ve tefekkürle geçirirdi. Ramazan ayının gündüzlerini oruçla, gecelerini ise ibadetle değerlendirirdi.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Ramazan Ayını Değerlendirmesi:
* Oruç: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında oruç tutmaya büyük özen gösterirdi. Sahura kalkar, iftarını zamanında yapar ve orucunu büyük bir titizlikle tutardı.
* Namaz: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında namazlara daha fazla önem verirdi. Teravih namazlarını kılar, Kur’an-ı Kerim okur ve dua ederdi.
* Kur’an-ı Kerim: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’i daha çok okur ve üzerinde tefekkür ederdi. Hatta Cebrail (a.s.) ile karşılıklı olarak Kur’an-ı Kerim’i hatmederlerdi.
* Sadaka ve İyilik: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında sadaka vermeye ve iyilik yapmaya daha çok önem verirdi. Muhtaçlara yardım eder, yoksulları gözetir ve insanlara karşı şefkatli davranırdı.
* Dua ve İstiğfar: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında bol bol dua eder ve istiğfarda bulunurdu. Allah’tan af diler, günahlarından tövbe eder ve bağışlanma dilerdi.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Sahur ve İftarı:
* Sahur: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sahura kalkar, hafif bir şeyler yer ve içerdi. Sahurda özellikle hurma ve süt gibi besinleri tercih ederdi. Sahurun bereketli bir öğün olduğunu belirtir ve ümmetine de sahura kalkmayı tavsiye ederdi.
* İftar: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) iftarını zamanında yapar, orucunu hurma veya su ile açardı. İftar yaparken acele etmez, yavaş yavaş yer ve içerdi. İftar sonrası bol bol dua eder ve Allah’a şükrederdi.
Özetle: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayını ibadet, dua, tefekkür ve iyilikle dolu bir şekilde geçirirdi. Ümmetine de bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirmeyi tavsiye ederdi.