Kur’an-ı Kerim Melekleri hangi özellikleriyle anlatmaktadır?
Kur’an-ı Kerim, melekleri Allah’ın yarattığı, fiziksel özelliklerden arınmış, emirlerini eksiksiz yerine getiren ve insanlardan farklı özelliklere sahip varlıklar olarak tanıtır. Melekler, Allah’ın emir ve iradesini yerine getirmekle görevlidir. İşte Kur’an-ı Kerim’in melekleri anlattığı temel özellikler:
1. Nurdan Yaratılmış Varlıklar
Hamele-i Arş: Arşı taşıyan meleklerdir. (Hakka, 69/17)
8. Şefaat Edenler
Melekler, Allah’ın izin verdiği kişiler için şefaatte bulunabilirler.
“Onlar, ancak Allah’ın razı olduğu kimseye şefaat edebilirler.” (Enbiya, 21/28)
9. Merhamet ve Yardım Elçileri
Melekler, Allah’ın izniyle müminlere yardım eder ve onları desteklerler. Özellikle savaşlarda meleklerin yardımı Kur’an’da anlatılır.
“Rabbiniz size, birbiri ardınca bin melekle yardım edecektir.” (Enfal, 8/9)
10. Korku ve Sevgi Duyguları
Melekler, Allah’a derin bir saygı ve korku (takva) duyarlar.
“Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine emredileni yaparlar.” (Nahl, 16/50)
11. Kötülükten Arınmış ve Saf Varlıklar
Melekler, kötülük yapmayan, günahsız ve saf varlıklardır.
“Şerefli elçiler, güçlü ve arındırılmış, elçi olan Cebrail tarafından indirilmiştir.” (Abese, 80/15-16)
Kur’an-ı Kerim, melekleri Allah’ın yaratma gücünü, hikmetini ve düzenini gösteren birer delil olarak tanıtır. İnsanlara, meleklerin varlığını kabul etmenin iman esaslarından biri olduğunu öğretir.
1335 senesi Eylül’ünde, dehrin hadisatının verdiği yeisle, şiddetle muztarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Mânen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sâdıkada bir ziya gördüm. Tafsilâtı terk ile, yalnız bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:
Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misâle girdim. Biri geldi, dedi: “Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.”
Gittim, gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap edip kapıda durdum. Onlardan bir zât dedi ki: “Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!”
Ayakta durup dedim: “Sorun, cevap vereyim.”
Biri dedi: “Bu mağlûbiyetin neticesi ne olacak; galibiyette ne olurdu?”
Dedim: “Musibet şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i’lâ-yı kelimetullah ve bekâ-yı istiklâliyet-i İslâm için, farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücut olan âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiye
nin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir. Zira, şu musibet, maye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde tacil etti. Biz incinirken âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlûbiyetle bir saadet-i âcile-i (عَاجِلَه) muvakkate kaybettik. Fakat bir saadeti âcile-i (اٰجِلَه) müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz’î ve mütehavvil ve mahdut olan hâli, geniş istikballe mübadele eden kazanır.”
Birden meclis tarafından denildi: “İzah et.”
Dedim: “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedîdâne kapılacak idik. Hâlbuki o cereyan hem zâlimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik. Şu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden, maslahat-ı beşer fetvâsıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, mânen vahşi bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecektik.”
Meclisten biri dedi: “Neden şeriat şu medeniyeti HAŞİYE reddeder?”
Dedim: “Çünkü, beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe’ni tecavüzdür. Hedef-i kastı menfaattır. O ise, şe’ni tezahumdur. Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âhari yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O hevâ ise, şe’ni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mânevîsine sebep olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.
“İşte, onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekâvete atmış; onunu mümevveh saadete çıkarmış; diğer onu da, beyne beyne bırakmış. Saadet odur ki, külle, ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i kalilindir ki, nev-i beşere rahmet olan Kur’ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Hem serbest hevânın tahakkümüyle, havâic-i gayr-ı zaruriye havâic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y, masrafa kâfi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet, haşmete bedel, ferdi, şahsı fakir ahlâksız etmiştir. Kurûn-u ûlânın mecmu vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!
“Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı cây-ı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, Roma felsefesinin dehâsıyla aşılanmaz, imtizaç etmez, bel’ olunmaz, tâbi olmaz. Bir asıldan tev’em olarak neş’et eden eski Roma ve Yunan iki dehâları, su ve yağ gibi mürur-u a’sâr ve medeniyet ve Hıristiyanlığın temzicine çalıştığı halde, yine istiklâllerini muhafaza, âdetâ tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tev’em ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim medeniyetin esası olan Roma dehâsıyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel’ olunmaz.”
Dediler: “Şeriat-ı garrâdaki medeniyet nasıldır?”
Dedim: “Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz’ eder.
“İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü’l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe’ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ yerine hüdâdır ki, şe’ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder. Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa, İslâmdan doksan, belki doksan beştir.”
“Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise, âkılâne davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.”
“Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese “Öl!” diğeri diyecek “Diril!” Birinin menfaati zarar, ihtilâf, tedennî, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder. Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.”
Birden o meclisten tasdik emare
leri tezahür etti. Dediler: “Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!”[3]
@@@@@@@@@@
Bediüzzaman Said Nursi’nin Rüyada bir Hitabe adlı yazısını değerlendirir misiniz?
Bediüzzaman Said Nursi’nin “Rüyada Bir Hitabe” adlı yazısı, onun önemli eserlerinden biridir ve İslam dünyasının manevi durumu ile geleceği hakkında derin analizler ve tasvirler içerir. Bu yazı, rüya formunda yazılmış olup, Bediüzzaman’ın İslam toplumuna hitaben yaptığı bir konuşmayı sembolik ve edebi bir üslupla aktarmaktadır. Yazı, 1922 yılında kaleme alınmıştır ve dönemin sosyal, siyasi ve dini atmosferine ışık tutmaktadır.
Eserin İçeriği
“Rüyada Bir Hitabe”, İslam ümmetinin içinde bulunduğu zayıf durumu ve yeniden diriliş için gerekli olan manevi ve fikri unsurları ele alır. Bu yazıda Bediüzzaman:
Manevi uyanışa vurgu yapar. İslam dünyasının yaşadığı gerilemenin temel nedenlerini cehalet, fakirlik ve ayrılık olarak sıralar ve bunların üstesinden gelmek için ilim, ittifak (birlik) ve çalışkanlık gibi kavramların önemini dile getirir.
Modernite ile İslam’ın uyumu üzerinde durur. Batının ilmi ve teknolojik gelişmelerinden faydalanmanın gerekliliğini vurgularken, bunun dinin temel prensipleriyle çelişmeyeceğini ifade eder.
Zihinsel ve ruhsal dönüşümü önerir. İnsanların yalnızca bireysel anlamda değil, toplumsal düzeyde de İslami değerlere sarılarak kendilerini yenilemeleri gerektiğini savunur.
Temel Mesajlar
1. İslam Dünyasının Yeniden Dirilişi: Yazı, İslam ümmetine kendine güveni geri kazanma, geçmişten ders çıkarma ve geleceği inşa etme çağrısı yapar.
2. İlmin Önemi: Bediüzzaman, İslam’ın ilimle desteklenmesi gerektiğini ve bilimin dinin bir düşmanı değil, onu anlamaya ve yaşamaya bir araç olduğunu belirtir.
3. Birlik ve Dayanışma: Müslümanların bölünmüşlüğüne dikkat çeker ve bu durumun ümmeti zayıflattığını söyler. Birlikte hareket etmenin gücüne vurgu yapar.
4. Manevi Değerlerin Korunması: Modernleşme sürecinde İslam’ın öz değerlerinden taviz verilmemesi gerektiğini savunur.
Yazının Önemi
“Rüyada Bir Hitabe”, hem edebi açıdan hem de içerdiği manevi ve sosyal mesajlar açısından değerlidir. Yazı, dönemin koşullarını dikkate alarak bir yenilenme manifestosu niteliği taşır. Ayrıca, Bediüzzaman’ın derin tefekkür gücünü ve toplumun meselelerine olan duyarlılığını ortaya koyar. Eser, bugünün okuyucuları için de rehber niteliğindedir, çünkü evrensel mesajlar içerir ve modern Müslüman bireyin kimlik sorunlarına çözüm yolları sunar.
Değerlendirme
Bu eser, İslam dünyasının kriz anlarında nasıl yeniden toparlanabileceği üzerine önemli bir fikri miras sunar. Bediüzzaman’ın rüya formundaki bu hitabesi, hem bir öz eleştiri hem de bir umut kaynağıdır. Yazının dili ve sembolik anlatımı, okuyucuyu derin düşünmeye sevk eder ve ona geniş bir perspektif kazandırır. “Rüyada Bir Hitabe”, İslam düşüncesinde Bediüzzaman’ın özgün yerini anlamak için mutlaka okunması gereken bir metindir.
@@@@@@@@
S- Zindan-ı atalete düştüğümüzün sebebi nedir?
C- Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı
لَا تَقْنَطُوا
kılıncını istimal ediniz.
Sonra müzahametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zabteden meyl-üt tefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz
كُونُوا لِلّٰهِ
akikatını o düşmana gönderiniz.
Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden acûliyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz,
وَاصْبِرُوا وَ صَابِرُوا وَ رَابِطُوا
yu siper ediniz.
Sonra da, medenî-i bittab’ olduğundan ebna-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramağa mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar. Siz de,
خَيْرُ النَّاسِ اَنْفَعُهُمْ لِلنَّاسِ
olan mücahid-i âlîhimmeti mübarezesine çıkarınız.
Sonra başkasının tekâsülünden görenek fırsat bulup, hücum edip belini kırar. Siz de
Sonra da acz ve nefsin itimadsızlığından neş’et eden tefviz ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de
لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ
olan hakikat-ı şâhika üzerine çıkarınız. Tâ o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin.
Sonra Allah’ın vazifesine müdahale etmek olan dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, Risale-i Nur Kütüphanesi
Ara…
gözünü kör eder. Siz de
olan kâr-aşina ve vazifeşinas olan hakikatı gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin.
Sonra umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meyl-ür rahat geliyor. Himmeti kaydeder, zindan-ı sefalete atar. Siz de
لَيْسَ لِْ۫لاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى
olan mücahid-i âlîcenabı o cellad-ı sehhara gönderiniz. Evet size meşakkatte büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı, yalnız sa’y ve cidaldedir.
“Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir?”
“O vakit Eski Said demiş: ‘Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyete hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak.’ Şeyh Bahid’e söylemiş.”
“O allâme zat demiş: ‘Ben de tasdik ediyorum.’ Beraberinde gelen hocalara dedi: ‘Ben bununla münazara edip galebe edemem.'”
“Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asır Avrupa’dan daha dinden uzak…
“İkinci tevellüd de inşaallah yirmi otuz sene sonra çıkacak. Çok emarelerle, hem şarkta, hem garpta Avrupa içinde bir İslâm devleti çıkacak.”bk. Emirdağ Lâhikası-II, 82. Mektup.
******
Maalesef evvelden içimizdeki Yunanlılar denirdi.
Şimdi ise bu durum maskelerin düşmesiyle; içimizdeki İsraillilerin, içimizdeki ABD’liler, içimizdeki Esad’lılar, içimizdeki PKK’lılar, içimizdeki FETÖ’cüler, içimizdeki Lgbt’liler, içimizdeki muhalifler, içimizdeki Işidciler, içimizdeki radikaller, içimizdeki gezi provokatörleri, içimizdeki darbeciler, içimizdeki Kemalistler, içimizdeki azınlıklar, içimizdeki masonlar, içimizdeki evanjelistler, vs.
*************
İslam ülkeleri Osmanlı’nın yönetiminde ne kadar kaldı ve ne zaman ve nasıl ayrılıp devlet kurdu?
Osmanlı İmparatorluğu, yaklaşık 600 yıllık bir süre boyunca (1299-1923) geniş bir coğrafyada hüküm sürmüştür. Bu süre zarfında, İslam dünyasının büyük bir kısmını kontrol altına almıştır. Ancak Osmanlı yönetimi altındaki İslam ülkeleri, imparatorluğun zayıflamasıyla birlikte birer birer ayrılarak bağımsız devletler haline gelmiştir. Bu süreç şu şekilde özetlenebilir:
Osmanlı Hakimiyetindeki İslam Ülkeleri
Osmanlı İmparatorluğu, İslam dünyasının büyük bölümünü, özellikle de şu bölgeleri kontrol etmiştir:
1. Arap Yarımadası (Hicaz, Mekke, Medine ve çevresi)
2. Levant Bölgesi (Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün)
3. Mısır ve Kuzey Afrika (Libya, Tunus, Cezayir)
4. Irak ve Basra Körfezi
5. Balkanlar (Müslüman nüfus barındıran bölgeler)
6. Anadolu ve Kafkaslar
Bu topraklar, Osmanlı’nın en güçlü dönemlerinde (16. ve 17. yüzyıllar) sıkı bir merkezi otoriteyle yönetiliyordu. Özellikle Halifeliğin Osmanlı padişahlarına geçmesiyle (1517’de Yavuz Sultan Selim döneminde), İslam dünyası üzerinde dini ve siyasi bir liderlik de tesis edildi.
Osmanlı’dan Ayrılma Süreci
19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başları, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş süreci olarak tanımlanır. Ayrılma süreci, çeşitli nedenlerle gerçekleşmiştir:
1. Milliyetçilik Hareketleri
Osmanlı topraklarındaki Arap, Kürt, Arnavut, ve diğer halklar arasında milliyetçilik akımları güçlenmiştir.
Özellikle Batı’nın etkisiyle Arap topraklarında bağımsızlık hareketleri başlamıştır.
2. Avrupalı Güçlerin Müdahalesi
İngiltere, Fransa ve İtalya gibi devletler, Osmanlı topraklarını paylaşmak amacıyla bölgedeki halkları kışkırttı.
Örneğin, Sykes-Picot Anlaşması (1916), Osmanlı’nın Arap topraklarının İngiltere ve Fransa arasında nasıl bölüşüleceğini belirledi.
3. I. Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın Yenilgisi
I. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Osmanlı, İttifak Devletleri yanında savaşa girdi ve yenildi.
Bu yenilgi, Arap topraklarının İngiliz ve Fransız mandasına geçmesine yol açtı.
4. Mondros Ateşkes Anlaşması (1918)
Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan çekilmesiyle birlikte, Arap toprakları işgal edildi.
İngiltere ve Fransa, Mandater Sistem kapsamında Arap ülkelerini yönetmeye başladı.
5. Osmanlı’nın Resmi Dağılışı (1923)
1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Osmanlı İmparatorluğu resmen sona erdi.
Osmanlı’dan Ayrılan İslam Ülkeleri ve Devletleşme Süreci
Osmanlı’dan ayrılan İslam ülkeleri, çoğunlukla 20. yüzyılın ilk yarısında bağımsızlıklarını ilan etmiştir:
1. Mısır: 1882’de İngiltere tarafından işgal edildi, 1922’de bağımsızlık kazandı.
2. Suriye ve Lübnan: 1920’de Fransa’nın mandası oldu, 1946’da bağımsızlık kazandılar.
3. Irak: 1920’de İngiliz mandası oldu, 1932’de bağımsızlık ilan etti.
4. Ürdün: 1921’de İngiliz yönetimi altında Emirlik olarak kuruldu, 1946’da bağımsız oldu.
5. Filistin: 1948’de İsrail’in kurulmasıyla farklı bir siyasi statüye girdi.
6. Suudi Arabistan: 1932’de bağımsız bir devlet olarak ilan edildi.
7. Libya: İtalyan işgalinden sonra 1951’de bağımsızlık kazandı.
8. Tunus ve Cezayir: Fransız sömürgesi olarak kaldı; Tunus 1956’da, Cezayir 1962’de bağımsız oldu.
Sonuç
Osmanlı İmparatorluğu, İslam dünyasını yüzlerce yıl birleştiren bir güç olmuştur. Ancak milliyetçilik, sömürgecilik ve I. Dünya Savaşı gibi etkenlerle bu topraklar Osmanlı’dan ayrılmış ve farklı zamanlarda bağımsız devletler haline gelmiştir. Bugünkü İslam ülkelerinin birçoğu, Osmanlı’nın çöküş sürecinin doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
***********
Kaç tane İslam ülkeleri bulunmaktadır?
Dünyada İslam İş birliği Teşkilatı’na (İİT) üye olan 57 ülke bulunmaktadır. Ancak “İslam ülkesi” tanımı, nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu veya İslam’ı resmi din olarak kabul eden ülkeleri kapsar.
İslam ülkeleri genel olarak şu şekilde gruplandırılabilir:
1. Arap Ülkeleri
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yer alan, Arapça konuşulan ve büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkeler:
Suudi Arabistan
Mısır
Ürdün
Fas
Tunus
Cezayir
Libya
Lübnan
Suriye
Irak
Yemen
Umman
Kuveyt
Birleşik Arap Emirlikleri
Katar
Bahreyn
2. Güney ve Güneydoğu Asya
Müslüman çoğunluğa sahip ülkeler:
Endonezya (dünyanın en büyük Müslüman nüfusu)
Pakistan
Bangladeş
Malezya
Maldivler
Brunei
3. Orta Asya ve Kafkaslar
Kazakistan
Kırgızistan
Özbekistan
Türkmenistan
Tacikistan
Azerbaycan
4. Afrika’nın Geri Kalanı
Nijerya
Sudan
Somali
Çad
Nijer
Mali
Senegal
Moritanya
Gambiya
Sierra Leone (önemli bir Müslüman nüfus)
Cibuti
Komor Adaları
Guinea
Burkina Faso
5. Avrupa ve Balkanlar
Türkiye (resmi olarak laik, ancak nüfusun çoğu Müslüman)
Arnavutluk
Bosna-Hersek
Kosova
6. Diğerleri
İran
Afganistan
Suriye
Ürdün
Filistin
Özet:
Dünya genelinde, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan veya İslam’ı resmi din olarak kabul eden 50’den fazla ülke bulunmaktadır. Ancak, bu liste farklı ölçütlere göre değişebilir. Örneğin, Hindistan gibi ülkelerde büyük bir Müslüman nüfus bulunmasına rağmen, Hindistan “İslam ülkesi” olarak kabul edilmez.
************
İngilizler neden ve nasıl İstanbul’u işgal etti ve de nasıl işgal kalktı. Verilmiş bir taviz ve söz mü vardı?
İngilizlerin İstanbul’u işgali, I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi ve bu yenilginin sonuçlarıyla doğrudan bağlantılıdır. İşgalin nedenleri, süreçleri ve sona ermesi şu şekilde açıklanabilir:
İngilizlerin İstanbul’u İşgal Nedenleri
1. Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’nda Yenilgisi
Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri (Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan) yanında savaşa katıldı ve yenildi. Savaş sonrası 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı’nın fiilen teslim olduğunu kabul eden bir belgeydi. Bu anlaşmanın 7. ve 24. maddeleri, Müttefik Devletlere Osmanlı topraklarını işgal etme hakkı tanıyordu.
2. Boğazların Kontrolü ve Stratejik Önemi
İstanbul, Osmanlı’nın başkenti olmasının ötesinde, Boğazların kontrolü açısından stratejik bir öneme sahipti. İngiltere, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını kontrol ederek hem Rusya’ya erişim sağlamayı hem de Doğu Akdeniz’de güç kazanmayı amaçlıyordu.
3. Osmanlı’nın Siyasi ve Askeri Etkisizleştirilmesi
İngiltere, Fransa ve İtalya, Osmanlı’nın kalan gücünü tamamen ortadan kaldırmak ve imparatorluğun parçalanmasını hızlandırmak istiyordu. İstanbul’un işgali, Osmanlı yönetimini tamamen denetim altına alma girişimiydi.
4. Sevr Antlaşması’nın Uygulanması
İtilaf Devletleri, Osmanlı’yı Sevr Antlaşması’nı imzalamaya zorlamak için İstanbul’un işgalini bir baskı aracı olarak kullandı.
İşgalin Süreci
1. İlk İşgal (13 Kasım 1918)
Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan kısa bir süre sonra, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’ın donanmaları 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi ve şehri fiilen işgal etti. Bu süreçte Osmanlı yönetimi sembolik olarak devam etti, ancak İtilaf Devletleri gerçek iktidarı ellerinde tutuyordu.
2. Resmi İşgal (16 Mart 1920)
İngiltere, İstanbul’u tamamen kontrol etmek için 16 Mart 1920’de resmi işgali başlattı. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı dağıtıldı, birçok aydın ve siyasetçi sürgüne gönderildi veya tutuklandı.
İşgalin Kalkması
İstanbul’un işgalden kurtulması, Türkiye’nin ulusal bağımsızlık mücadelesi ve Mudanya Ateşkes Antlaşması ile doğrudan bağlantılıdır:
1. Milli Mücadele ve Ankara Hükümeti
Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Milli Mücadele, Anadolu’da güçlü bir direniş örgütledi. Bu direniş, Osmanlı’nın İtilaf Devletlerine boyun eğen yönetimine alternatif bir hükümet oluşturdu.
2. Sakarya ve Büyük Taarruz Zaferleri
Türk ordusunun Yunanistan’a karşı kazandığı zaferler, İtilaf Devletlerini diplomatik müzakerelere zorladı. Özellikle Büyük Taarruz (1922), işgal güçlerinin Türkiye üzerindeki baskısını azalttı.
3. Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922)
Mudanya Ateşkes Antlaşması ile İtilaf Devletleri, Türk ordusunun İstanbul ve Boğazlara ilerlemesini durdurdu ve İstanbul’un tahliyesi için anlaşmaya vardı. Ateşkes, Türkiye’nin diplomatik ve askeri başarısının bir sonucuydu.
4. İngilizlerin İstanbul’dan Çekilmesi (6 Ekim 1923)
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, işgal güçleri İstanbul’u tamamen boşalttı. 6 Ekim 1923’te Türk ordusu İstanbul’a girdi ve şehir resmen Türkiye’nin kontrolüne geçti.
İşgalin Kalkmasında Taviz veya Söz Verildi mi?
Siyasi Gerçek:
İtilaf Devletleri, Anadolu’daki Türk direnişini durduramayacaklarını ve İstanbul’daki işgalin sürdürülemeyeceğini anlamışlardır. Bu nedenle diplomatik yollarla geri çekilmeyi kabul etmişlerdir.
Sonuç
İngilizlerin İstanbul’u işgal etmesi, Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisiyle bağlantılıdır ve Türk halkının Milli Mücadele’deki başarısı sayesinde sona erdirilmiştir. İstanbul’un işgalden kurtulması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecindeki en önemli adımlardan biridir.
************
Hama katliamı.
Hama Katliamı, 2 Şubat 1982 tarihinde Suriye’nin Hama şehrinde, Hafız Esad yönetimindeki Suriye rejiminin, Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütünün isyanını bastırmak amacıyla düzenlediği askeri operasyon ve katliamdır. Bu olay, modern Ortadoğu tarihinin en kanlı baskılarından biri olarak kabul edilir.
Katliamın Arka Planı
1970’li yıllarda Müslüman Kardeşler, Hafız Esad yönetimine karşı ciddi bir muhalefet yürütüyordu. Sünni ağırlıklı Müslüman Kardeşler, Esad’ın Nusayri (Alevi) rejimine ve otoriter yönetimine karşı çıkıyordu. 1976 yılında Lübnan İç Savaşı’nda Esad rejiminin Hristiyan grupları desteklemesi, Müslüman Kardeşler ile rejim arasındaki gerginliği artırdı. 1980’li yıllarda ise örgüt, Suriye genelinde silahlı direniş hareketine girişti.
Olayın Gelişimi
1982 yılında Müslüman Kardeşler’in Hama’da başlattığı bir ayaklanma, Esad rejimi tarafından sert bir şekilde bastırıldı. Hafız Esad, kardeşi Rıfat Esad’ın komutasındaki birliklerle şehri kuşattı. Bu süreçte ağır silahlar, tanklar ve hava saldırıları kullanıldı.
Sonuç ve Etkiler
Katliam sırasında 10.000 ile 40.000 arasında sivilin öldüğü tahmin edilmektedir. Ancak tam sayı hala bilinmemektedir, çünkü olayla ilgili resmi bir soruşturma yapılmamıştır.
Şehir büyük ölçüde yıkılmış, binlerce kişi evsiz kalmıştır.
Hama Katliamı, Hafız Esad rejiminin otoriter yönetimini daha da güçlendirdi ve Suriyeliler arasında korku iklimi oluşturdu.
Müslüman Kardeşler örgütü büyük bir darbe aldı ve Suriye’deki etkisi uzun yıllar boyunca azaldı.
@@@@@@@
Hama katliamında ne gibi zulüm ve vahşetler yapıldı?
Hama Katliamı, 1982 yılında Hafız Esad rejimi tarafından Müslüman Kardeşler ayaklanmasını bastırmak amacıyla gerçekleştirilmiş ve birçok insan hakları ihlali ve vahşetle anılmıştır. Aşağıda, katliam sırasında yaşanan zulüm ve vahşetlerin bazı örnekleri yer almaktadır:
1. Toplu Katliam ve Sivillerin Hedef Alınması
Kuşatma ve Bombardıman: Şehir, yaklaşık üç hafta boyunca ağır silahlar, tanklar ve topçu ateşiyle yoğun bir şekilde bombalandı. Bu bombardımanda, sadece direnişçiler değil, büyük ölçüde sivil nüfus hedef alındı.
Toplu İnfazlar: Şehirde ele geçirilen binlerce erkek, kadın ve çocuk toplu infazlara uğradı. Camiler, meydanlar ve okul bahçeleri gibi alanlarda yüzlerce kişi kurşuna dizildi.
2. Kadın ve Çocuklara Yönelik Şiddet
Kadınlar ve çocuklar, sistematik şiddete ve kötü muameleye maruz kaldı.
Bazı tanıklara göre, hamile kadınlar öldürüldü ve çocuklar ailelerinin önünde infaz edildi.
3. Evlerin ve İbadethanelerin Yok Edilmesi
Hama şehrindeki binlerce ev, bombardıman ve ardından gelen yıkım ekipleri tarafından yerle bir edildi. Bu süreçte, birçok aile enkaz altında hayatını kaybetti.
Şehirdeki camiler, özellikle Müslüman Kardeşler üyelerinin toplandığı düşünülen ibadethaneler hedef alındı ve yok edildi.
4. Kimyasal ve Aşırı Güç Kullanımı
Olay sırasında bazı kaynaklar, kimyasal silahların da kullanıldığına dair iddialarda bulunmuştur, ancak bu durum tam olarak kanıtlanamamıştır.
Şehir, ağır silahlarla tamamen kuşatma altına alınarak insani yardımın girmesi engellendi. Bu, halkın açlık ve susuzluk gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılmasına neden oldu.
5. İşkence ve Kayıplar
Binlerce kişi rejim güçleri tarafından tutuklandı ve cezaevlerinde işkenceye uğradı. Bazıları kayboldu ve akıbetlerinden hiçbir zaman haber alınamadı.
İşkencelerde, elektrik verme, aç bırakma, dayak gibi insanlık dışı yöntemler kullanıldığı rapor edilmiştir.
6. Şehirde Korku İkliminin Oluşturulması
Katliamdan sonra, hayatta kalanlar arasında yaygın bir korku ve sindirme politikası yürütüldü. Hama halkının yıllarca katliam hakkında konuşması yasaklandı.
Ailelerin katledilen yakınlarının cenazelerini almasına dahi izin verilmedi ve bazı kurbanlar toplu mezarlara gömüldü.
Sonuç ve İnsanlık Suçları
Hama Katliamı, uluslararası toplum tarafından büyük bir vahşet olarak görülmesine rağmen, dönemin siyasi dengeleri nedeniyle ciddi bir müdahale yapılmadı. Olay, insanlığa karşı işlenen suçlar ve sistematik baskı politikalarının bir örneği olarak tarihe geçti. Hafız Esad rejimi, bu katliamla kendi iktidarını sağlamlaştırırken, Suriye halkı üzerinde derin bir travma bıraktı.
Katliam, uluslararası alanda geniş yankı uyandırmasına rağmen, dönemin Soğuk Savaş dengeleri nedeniyle büyük bir müdahale ya da yaptırımla karşılaşmadı. Bu olay, Hafız Esad’ın liderlik tarzının bir sembolü haline gelmiş ve 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’na giden süreçte önemli bir tarihsel dönemeç olarak görülmüştür.
1-İyi bir eğitim için öğretmenlerden beklentileriniz nelerdir?
Derslerde sohbet olmalı bazen dışarıda işlenmeli
Üniversite gezisi yapılmalı, derste sıkılmamalı, örnek öğretmen tavsiye edilmeli, dersler anlaşılır, akıcı olmalı, empati yapılmalı, derslerin bir kısmı teste ayrılmalı.
Alanlarında bilgi sahibi olunmalı, mantıki cevaplar vermeli, dersi bozanları uzaklaştırmalı, öğretmen öğrenci diyaloğu sağlanmalı, ders odaklı olmalı, üniversite için destek olunmalı, ayrım yapılmamalı, son sınıf öğrenciler yorulmamalı, kelebek sistemi sınavı olmasın, anlaşılır olsun, bizler anlaşılalım, bize kızılmamalı.
2-Öğrencilerden gördüğünüz eksik ve yanlış uygulamalar ve yapılması gerekenler nelerdir?
Bilinçsiz, görgü kuralları bilmeyen, şımarık, dağınıklık, su-i İstimal, katı durumlar ve ders üzerine olmalı, öğrenciler disiplinli olmalı, gerekirse okuldan atılmalı, çok konuşulmamalı, kitaptan ders işlenmeli, öğrenciye yakışır davranışlar olmalı, yaptırım olmalı, ciddi bir disiplin olmalı, saygılı olmalı, devlet malına zarar verilmemeli, olgun olunmalı, çalışkan ve ahlaklı olunmalı, dikkat dağınıklığı giderilmeli, öğrenci karakterine önem verilmeli, insan olduğu hatırlatılmalı.
Çok çalışılmalı, davranışlara dikkat edilmeli, dengesiz olmamalı, çok konuşulmamalı, rehber öğretmen daha çok ilgilenmeli, uyarılmalı, okula teşvik edici etkinlik yapılmalı, öğrenci siyasetten uzak olmalı, düzenli çalışmıyor, dinlemeyen gönderilmeli.
3-Öğretmenlerden ve idareden beklentileriniz ve istekleriniz nelerdir?
3.Sosyal aktivite olmalı, kolaylık sağlanmalı, telefon toplanmamalı, dersler verimli işlenmeli, adaletli olup kıyafete karışılmamalı, ders saati ve öyle arası kısaltılmalı, dersler hafifletilmeli, okul forması kalkmalı, adaletli olunmalı, kantinin indirimli olması gerekir.
Kütüphaneye yönelik çalışma yapılmalı, Yks’ye kolay ulaşılabilmeli, kopya konusunda dikkat, nefret ettirilmemeli, dayak olmamalı, idare yardımcı olmalı, öyle arası serbest olmalı, öğretmenler halden daha çok anlamalı, öğrencilere gerekli izinler verilmeli.
İdarenin öğrenciye katkısı olmalı, rehberlik yetersiz olmamalı, kitap israfı olmamalı, dijitale geçilmeli, sabah sınıfa alınırken soğukta dışarıda bekletilmemeli, müzik odaları açılmalı, Kur’an-ı Kerim sınıfları açılmalı, disiplinli olunmalı, öğle sonu dersler olmamalı, meslek dersleri 12. sınıfta olmamalı.
4-Dersler ve ders kitapları ile ilgili görüşleriniz nelerdir?
Ders süresi azaltılmalı, eksik konular giderilmeli, öğrenciler okuldan erken çıkmalı, üniversiteye yönelik dersler olmalı, kitaplar sınıf düzeyine uygun olmalı, akıcı olmalı, gereksiz konular çıkarılmalı, kitaplar kısa ve öz olmalı, kitapların son sayfası teste dayalı ve konu anlatımlı olmalı, üniversite sınavı için ayrı bir kitap olmalı, staj usulü gelmeli, eksik bilgi verilmemeli, kitaplar para ile satılmalı, kitaplar sıkıcı olmamalı, ders saatleri kısa olmalı, ders kitapları pekiştirici olmalı, gereksiz bilgiler var, dersler ağır, dersler iyi, ders kitapları çok detaylı, derslerin peş peşe olması yoruyor, sıkıcı oluyor.
5-Milli Eğitim sisteminde, en iyi bir eğitim konusunda beklentileriniz nelerdir?
5.Ders akışı sevdirilmeli, okumak istemeyenler sanata gönderilmeli, kitap geliştirilmeli, sınav test ve ÖSYM tarzında olmalı, ders 30 dakikaya düşürülmeli, disiplin azaltılmalı, yeteneğe göre yönlendirilmeli çocuklar zorlanmamalı, okullarda vasıflı ve liyakatli insanlar olmalı, sistem düzenlenmeli, 5 yılda bir değişmeli, üniversite sınavları kolay olmalı, disiplin olmalı, atamalar öğretmenlerin seçimi daha özenli olmalı, okulların imkan düzeyi sağlanmalı, devamsızlık hakkı arttırılmalı, öğrenciye verilen bilginin kalıcı olması gerekir, okul 4 gün olmalı, ortaokulda test olmalı, farklı eğitim sistemleri getirilmeli, üniversite sınavı kalkmalı, önceki notlara göre girilmeli, disiplinli ders işlenmeli, deneme sınavları yapılmalı, öğretmen birçok dersi anlatamazken öğrenci nasıl anlasın, sistem değişmeli.
6-Sizler Milli Eğitim Bakanı ve Öğretmen olsaydınız neler yapar ve ne gibi uygulamalarda bulunurdunuz?
3 haftada bir gezi düzenlenmeli, öğretmenler denetlenmeli, kendini güncellemeli, sosyalleşme ve aktivite olmalı, 3 gün staj iki gün okul olmalı, test çözmeye yönelik olmalı, eğitim sistemine çeki düzen verilmeli, öğrenci dostu olunmalı, telefondan yararlanma imkanı sağlanmalı, üniversitelerin kalitesi artmalı, sayıları azalmalı, çoktan seçmeli sınavlar olmalı, sessizlik sağlanmalı, okullarda büyük bahçeler olmalı, zora gidecek şeyler yapılmamalı, yeme içmelerde kırıcı olunmamalı, açık öğretim liseleri geçişleri kolaylaştırılmalı, okul 13,30’a kadar olmalı, öğrencilerin seviyesine inilmeli, onlarla vakit geçirilmeli, öğrenciler kendi kulüplerini kurabilmeli, yurt dışına çıkma imkanı olmalı, sağlık ve dinlenme odaları olmalı, ders kişinin alanına göre olmalı.
sınıf boş zaman kaybı, devamsızlık kalksın 12’ler için, alana yönelik eğitim verilmeli, sosyal aktivite arttırılmalı, lise 3 + 1 olmalı, bir yıl üniversiteye hazırlık olmalı, askeri lise açılmalı, tatiller arttırılmalı, zorunlu eğitim olmamalı, okul saatleri azaltılmalı, mesleğe yönlendirilmeli.
1-iyi bir eğitim için öğretmenlerden beklentilerininiz nelerdir?
Öğretmenlerin arkadaşça davranmaları. Öğrencilerin dersi nasıl anladığını tespit edip o şekilde ders işlemeleri lazım. Öğrenci dersi ek seferde anlamış mı sormalı. Ödev verilmemeli. Öğretmenler daha iyi bir performans göstermeli ve öğrenciye daha ilgili olmalı. Sınav soruları kolay olmalı. Derste biraz daha cana yakın olmalı. Bireysel ilgi gösterilmeli. Sadece sorularla, testlerle değil, deneylerle de dersi anlatılıp öğretilmeli. Arkadaşça yaklaşılmalı. Proje sınıfına sınavı zor yapıp, normal sınıflara kolay yapıyorlar, hepimiz eşitiz bu düzeltilmeli ve sınavlarda her sınıfın eşit ve aynı sınava girmeli. Öğretmen sadece ders anlatmayıp, arada şaka yapmalı ve öğrencinin içini ferahlatıp rahatlatması, öğrencinin daha verimli çalışmasını yardımcı olabilir. Öğrencilerin düzeyine göre anlatılmalı. Sınıf temel düzeyi temel alınmalı. Öğrencinin derse katılımı sağlansın. Daha iyi bir eğitim için ders saatlerinin ideal olması gerekir, aksi takdirde öğrencilerin derslerinin verimi maksimuma çıkarılabilir. Öğretmenlerin ders anlatmalarını istiyorum. Daha anlaşılır ve daha çok deney kullanılmalı. Dersler anlatılıp videoyla da desteklenip, önemli yerler yazdırılsın.
Öğretmenlerden beklentim öğretmenlerin dersleri sadece söyleyerek değil, göstererek işlemesidir. Günlük hayattan uygulamalı örnekler vermelidir. Teknoloji iyi kullanılmalı. Dersler iyi ve akıcı bir şekilde işlenmelidir. İyi bir eğitim için öğretmenin değil, eğitim sisteminin düzeltilmesi lazım. Daha iyi bir ders anlatma yöntemi uygulanmalı. Öğrencilerin dersi nasıl anladığını tespit edip o şekilde ders işlenmesi lazımdır. Öğrenciye dersi anladın mı diye sorulmalı. Ödev verilmemeli. Öğrencilerle daha yakından ilgilenilmeli. Öğrencilere hoşgörülü ve iyi davranılmalı. Ezbere öğretmemeli.
2-Öğrencilerden gördüğünüz eksik ve yanlış uygulamalar ve yapılması gerekenler nelerdir?
2.Dersi kaynatmak, ders düzenini bozmak, derste uyumak. Öğrencilerin öncelikle aile ortamında terbiye ve disiplin alması lazım, eğer ikisi eksik ise öğrenci fazla takmayacak ve sınavları önemsemeyecektir. Aile ortamında disiplin ve terbiye olması şarttır. Sınıf içerisinde doğru düzen olmalı. Bunun için düzenleme yapılabilir. Öğrenciler iyi olmayan ve okumayan öğrencilerin toplanıp başka bir okula gönderilmesi gerekir. Çok fazla küfür dolaşıyor. Derste uyuyorlar, dersi kaynatıyorlar, öğrenciler yaramazlık, şımarma gibi şeyler yapmamalı, öğretmenlere daha saygılı olmalı. Yapılması gerekenler ise, öğretmenlerimizin daha disiplinli olması ve öğrenciyi sıkmayacak bir biçimde olmalı. Çete kurup okulu kötülüyorlar. Akran zorbalığı oluyor, kendilerini mafya zannetmeleri. Rehberlik servisine gönderilip ve yaptığı yanlış uygulamanın nedeni araştırılsın. Öğrencide bıçak falan yakalandıysa okuldan direkt atılsın. Yanlış ve eksik bir harekette idareye bırakılsın. Ders kaynatılmamalı ve derslerin daha iyi eğlenceli anlatılması ve de derse dikkatini verip, dersin huzurunu bozmamalı. Eksik odaklanma ve çok konuşma ve dersin düzenini bozma durumu, derste yatmamaları, öğrencilerin bilgileri tamamen ezber bir şekilde kullanmaları, hiçbir şekilde bilgileri gerektiği gibi kullanmamaları. Öğrenciye eğitimi sevdirmek amaçlanmalı. Eksiklerin üzerine gidip giderilmeli. Bir öğrencinin yasak olduğu halde bir uygulamayı yapması, diğerlerinin hakkına girmektir. Ya bu tarz uygulamalar serbestleştirilmeli ya da cezalar ağırlaştırılmalı. Okula hazırlıklı gelinmelidir.
3-Öğretmenlerden ve idareden beklentileriniz ve istekleriniz nelerdir?
3.Disiplin suçlarını azaltırdım. Adaletli davranmaları gerek. Dersleri kısa ve öz anlatmalı. Öğle arası kısaltılsın. Telefonlar toplanmasın. Öğretmenlerden ve idareden beklentilerimiz okula daha iyi bakmaları ve daha çok çaba göstermeleridir. Sınavla ilgili yardımcı olunmalı. Konular açısından dersleri kısa ve öz anlatmalı. Kimya, fizik ve biyoloji için ders laboratuvarlarının açılıp, dersler orada işlenmeli. Disiplin suçları azaltılmalı. Her okula gelmediğimizde yok yazılıyoruz, bazen yazılmasa iyi olur, geç kaldığımızda yarım gün yok yerine hiç girilmemeli. Bütün okullara devlet dolap yaptırsın çünkü evi uzak olan bir kişi, bir şeyi unuttuğu zaman okula çok geç kalıyor, dolap olursa en azından yok olmaz, öğrenci de hoca ödev verdiğinde ödevi yanına alır. Kelebek sistemi sınav olmamalı. Her öğrenciye en azından bir tane iphone ya da bir tane tablet, en azından bir tane akıllı telefon verilmeli. Derslere girildikten sonra geç kalan öğrencilere fırsat tanınmalı. Okulda öğrenciye göre ayrımcılık yapılmamalı, eşit davranılmalı. Beklentilerim ders saatlerinin azaltılması, haftada 30 saat ders işlenmeli. Yabancı öğrenci kontenjanı olmamalı. Telefonlar alınmamalı. Sınav soruları verilmeli. Yoklama kaldırılmalı. İdare öğrencilere karşı gerekli ilgi ve özen göstermeli. Disiplin kuralları kolaylaştırılsın. Öğretmenler daha iyi ve aktif olmalı. Telefonlar toplanmasın. Sınavlar kolay olsun. Saç sakal zorunluluğu kaldırılsın. Öğle arası kısaltılsın. Hoşgörülü olunmalı, adaletli olunmalı. Öğretmedikleri konuyu ödev vermeyip, okulda öğretsinler.
4-Dersler ve ders kitapları ile ilgili görüşleriniz nelerdir?
4.Kısa ve öz hazırlanmalı. Yks yetersiz kalıyor. Konularda çok fazla detaya girilmesin. Proje sınıflarıyla diğer sınıflara sınavda bizlere daha zor sormaları garip geliyor. Kitaplar bazı yerlerde çok uzun ve gereksiz. Bazı kitapların sayfaları kopuyor. Seçmeli dersler yerine mesela Türk Dili ve Medeniyet tarihi gibi dersler yerine Edebiyat Matematik tarzı dersler arttırılsın. Kitaplar güzel, testler kaldırıldı sorular geldi, bu güzel bir şey. Çok gereksiz bilgiler var, öğrencilere saçma bilgiler yerine, işe yarar bilgiler verilmeli. Derslerimiz iyi ve olumlu geçiyor fakat ders kitapları ile sınavlar ve denemeler testlerde zorlanıyorum ve yapamıyorum. Derslerden sayısal olanların sayısı az, bazı dersler var kaldırılması gerekir. Ders kitaplarında çok eksik bilgiler var, daha çok teste yer verilmeli. Bazı derslerin azaltılması gerekir. Derslerde yazmalı ve anlatmalı anlatım dışında, görsel resimlerle destekleyici ders işlenebilir. Ders kitapları kısa, öz ve anlaşılır olmalı, dersler daha temel anlatılmalı, konunun çok detayına girdikleri için anlaşılmıyor. Ders kitapları sonraki gelen, bir yıl sonraki öğrencilere verilip, onların da kullanmaları sağlanmalı. Ders kitapları yetersiz oluyor. Her konuyu işlemek vakitleri çok harcamaya sebep oluyor, ders kitapları kullanılmıyor, yerine test kitabı için kırtasiye yardımı verilmeli. Bazıları gereksiz ve yetersiz kalıyor.
5-Milli eğitim sisteminde, en iyi bir eğitim konusunda beklentileriniz nelerdir?
5.Ezbere öğretilen eğitim sistemi değişmeli, seçmeli dersler yerine Yks-ye yönelik ders sayıları artırılmalı, ders süreleri azaltılmalı, kısa ve öz şey verilmeli. Milli eğitim sisteminde en iyi eğitim öğrenciye hoş davranılmalı, ayrıca herkes adil bir sistemde eğitim görmeli. Öğrencilerin dersi nasıl daha iyi anladığını tespit edip ona göre ders anlatılmalı. Her okulun fen dersleri dalları için ayrı ayrı laboratuvarların olması ve derslerin orada gerçek ve ders ortamında deneylerle işlenmesi gerekir. Hem öğretmen daha fazla zevk alır anlatırken, hem de öğrenci dersten zevk alır. Sınavları hocaların yapmasını istiyoruz. Her dersi zorunlu olarak alıyoruz, istediğimiz derslere girmeyi isterdim. İl genelinde okullarla ilgili etkinlik vesaire derse teşvik edilmeli, önemli olan her gün çalışmak değil, verimli çalışmaktır. O yüzden çalışmak isteyen insan okula gelsin ve çalışsın, okula gelmeyen kişi ise gitsin kendi işinin başına baksın. Eğitimi zorunlu kılmayın. Lgs ve Yks sisteminin baştan aşağı değiştirilmesi, Lgs’nin kaldırılması Yks’nın zorluğunun kolaylaştırılması, beyin gücünün en aza indirilmesi lazım. İstediğimiz dersi görebilme imkanı olmalı. Herkese tablet verilmeli. Okul dersleri 8 saat olmamalı. Sınavlar birisi kovalıyormuş gibi her gün iki sınav olmamalı, haftada üç sınav olsun. Okul kıyafeti olmasın. Öğretmenlerin gelişmişlik hali, çalışmaya istekli sınıfın olması lazım. Sınıfta iyi ders almak için telefon imkânı olsun. Öğrenci devamsızlıktan kalmasın. Öğrenciler hem mutlu olurlar. Hem de dersleri iyi geçerler. Her okulda teknoloji geliştirilmeli. Ayt’de çıkmayacak dersler yerine alanımızın dersleri işlensin. Günlük en fazla 6 saat olmalı. Dersler sadeleşmeli. İmam hatiplerdeki din dersleri tek çatı altında işlenilebilir olmalı. Ezberci ve daha rahat eğitim sisteminden ziyade, öğrencilere öğrenmenin ve bilgilerin nasıl ve nerede uygulanması gerektiğinin öğretilmesi gerekir. Milli Eğitim sistemi değiştirilsin. Konuların daha kısa olması gerekir. Derslerin sürelerinin biraz daha kısa olması gerekir. Açık uçlu sorular kaldırılsın. Derslerin kısa ve öz olması, ders süresi kısaltılmalı. Konular kısa ve öz, akla uygun, kalıcı bir şekilde öğretilmeli. Düzgünce öğrencilere öğrenmesi gerekenler okulda öğretilmeli. Ezber öğreten eğim sisteminin değişmesi lazım.
6-Sizler Milli Eğitim Bakanı ve Öğretmen olsaydınız neler yapar ve ne gibi uygulamalarda bulunurdunuz?
6.Eğitimde fırsat eşitliğine bir el atılmalı. Sınav soruları üstünde durulmalı. Kıyafet zorunluluğu kaldırılmalı. Ezberci eğitimlerden uzak durulmalı. Eğitimi sevdirmek için elinden gelen yapılmalı. Öncelikle lisedekiler için yüzdelikle alan, her okulun yanına pansiyon ve yemekhane yaptırırdım. Devamsızlığı fazla dert etmeden, isteyen okur, isteyen çalışır geleneğini uygulardım. Öğrencilerin mutlu olacağı bir sistem oluştururdum. Sınav soruları ve yakın soruların üstüne durur ve onlara sınav sorusu diye sorardım. Okul kıyafeti olmamalı. Sakal uzatılmalı. Okullarda dalların ayrıca Laboratuvarları olmalı açık derslerini orada işlenmesini sağlardım teneffüsleri uzatırdım dersleri kısaltırdım okul kıyafeti zorunluluğunu kaldırırdım öğretmen olsam öğrenciler okuldan soğutmak yerine onları okula çekmeye çalışırım onlarla ilgilenir sorunlarını çözerdim. Her gün her öğrenciye bir tane çikolata verirdim. Temel öğrenciler temel sınıfı yani bir sınıfta bir çalışkan bir tembel gibi sınıflar olmasın. Yabancı uyruklara ayrı kontenjan verilmeli. Bazı dersleri kaldırırdım, okul saatini 5’e indirirdim. Haftada 10 değil 3 sınav yapardım. Yoklamayı kaldırırdım, sınıf mevcudunu azaltır, telefonları serbest yapar ancak bahçede kullanmak şartıyla izin verirdim. Okul kıyafetini kaldırırdım. Her öğrenciye bir rehber hocası atayarak, onların gelecekleri hakkında yönlendirmek ve sadece işine yarayan dersler görmesini sağlardım. Örnek olarak mühendis olmak isteyen birisi bazı meslek derslerini görmemeli. Yazılan çözümleri bulup dikkate alırdım. Öğrenci ve öğretmenlerin tavsiyelerini dinlerdim Eğitimdeki fırsat eşitliğine bir el atılmalı. Dersleri 30 dakika yapardım. Öğrenciler dinlenilmeli, istekleri az da olsa katkıda bulunmalı. Kıyafet zorunluluğu olmamalı Öğrencilere hayatı anlatıp, hayatı öğretmeli. İzinleri arttırırım. Ezberci eğitimden uzak durur, çocuklara eğitimi sevdirmek için elimden geleni yapardım. Günlük ders saatlerini azaltırdım. Teknoloji ve yenilikçi düzende, çağın gereğine uygun dersler verilmelidir. Gereksiz dersleri kaldırırdım. Devamsızlığı en fazla 40 gün yapardım.
1-İyi bir eğitim için öğretmenlerden beklentilerininiz nelerdir?
Sadece ders işlememeli. Öğrencilerle şakalaşarak sohbetli olmalı. Etkileşimli olmalı. Ders anlatılmalı. Öğrenciler aktif kullanılmalı. İyi anlatım olmalı. İyi not verilmeli. İlgilenilmeli. Öğrenci önemsenmeli. Ders sıkıcı olmamalı. Masraf çıkartılmamalı. Akılda kalıcı etkinlikler yapılmalı. Öğrenciler aşağılanmamalı. Verimli ders ve anlatım olmalı. Sınav kolay olmalı. Önemli yerler not alınmalı. Empati kurulmalı. Anlatım dili iyi olmalı. Sinir seviyesine dikkat edilmeli. Dersler yavaş ve anlaşılır anlatılmalı. Performanslı olmalı.
2-Öğrencilerden gördüğünüz eksik ve yanlış uygulamalar ve yapılması gerekenler nelerdir?
2.Derste uyunulmamalı. Ders dinlenmeli. Laf atılmamalı. Hakaret edilmemeli. Merhamet edilmeli. Hemen idareye gönderilmemeli. Öğrenciler sınavları son güne bırakmamalı. Az ders çalışmamalı. Öğrenciler ödevleri eksik yapmamalı. Ders dinlenmiyor, saygısız olunuyor, Düzenli tekrar olmalı. Tuvaletlerde sigara içilmesine dikkat edilmeli. Kötü söz olmamalı. İyiye teşvik edilmeli. Ders sabote edilmemeli. Dersler sadece yazılı haftasına bırakılmamalı. Sınıflar temiz tutulmalı. Sınıflar arası ödüllü yarış olmalı. Uyuyanlara ceza verilmeli.
3-Öğretmenlerden ve idareden beklentileriniz ve istekleriniz nelerdir?
Geziye götürülmeli. Sınavlar basit olmalı. Olaylar anlaşılmadan yargılanmamalı. Adaletli olunmalı. Öğrenci şımartılmamalı. Bazı dersler boş geçiyor gibi hissediliyor. Kaynak kitaplar ders kitaplarına tercih ediliyor. Öğrenciyi sıkmamalı. Okul zorunlu olmamalı. Öğrenci umursanmalı. Arapça Dersi olmamalı. Eşofman yasak olmamalı. Öyle arası kaldırılmalı. Yazılı haftasında sadece yazılı saatlerinde okula gelinmeli. Haksızlık yapılmamalı. Nazik olmalı.
4-Dersler ve ders kitapları ile ilgili görüşleriniz nelerdir?
4.Ders kitapları dersten uzak konu anlatıyor, bu yüzden kitaplar kullanılmıyor. Ders kitapları derinleştirilmeli. Dersler üniversite sınavına uygun olmalı. Ders kitaplarında gereksiz sayfalar var. Verimsiz dersler oluyor. Ders kitapları yetersiz. Dikkat çekici ve klasik soru olmalı. Karmaşık ve çok kalın çantaya sığmıyor, kaliteli olmalı, çok fazla bilgi var.
5-Milli eğitim sisteminde, en iyi bir eğitim konusunda beklentileriniz nelerdir?
5.Sadece yazılı olarak ders işlenmemeli, görsel işlenmeli. Dersler 8 saat yerine 4-5 saat olmalı, sonra etüt ve etkinlik olmalı. Okullar yeni nesile uygun olmalı. Öğrenci Öğretmen ve idareye oy vermeli. Test olmalı. Sıkı kurallar olmamalı. Öğrenci anlaşılmalı. İleri ülkeler örnek alınmalı. Yeteneğe göre yetiştirilmeli. Konular azaltılmalı, bilimsel dersler konulmalı.
6-Sizler Milli Eğitim Bakanı ve Öğretmen olsaydınız neler yapar ve ne gibi uygulamalarda bulunurdunuz?
6.Derslerle ilgili projeler yapar. Sınav ve dersleri azaltır. Öğrenciyi yormayacak sistem oluşturur. Sınav ve ödevleri kaldırır. Meslek liselerini canlandırır. Toplumun ihtiyaçlarını giderir. Sınavlarla değil süreç ve proje odaklı not verdirir. Alan genişletir. Sınav sistemini değiştirir. Telefon kuralını kaldırır. Öğrencilerin görüşlerini dinler. Gereksiz kutlamaları kaldırır, bir ay boyunca hazırlık yapılarak ders ve zaman kaybını engeller. Meslek derslerini birleştirir. Ders sayısını 5 ders olarak belirler. Yemek hane ve spor salonları yapar. 3 gün tatil yapar. Din derslerinden sınavı kaldırır ve öğrenciyi zorlamazdım.
Kur’an-ı Kerim Kâinatı hangi özellikleriyle anlatmakta ve ele almaktadır?
Kur’an-ı Kerim, kâinatı Allah’ın kudretinin, ilminin ve yaratıcı sanatının bir tecellisi olarak anlatır. Kâinat, Allah’ın varlığını, birliğini ve büyüklüğünü gösteren bir kitap gibidir. Kur’an, kâinatı hem bir ibret vesilesi hem de insana Allah’ın sonsuz hikmetini hatırlatan bir ayet (işaret) olarak ele alır. İşte Kur’an-ı Kerim’in kâinatı anlattığı başlıca özellikler:
1. Allah’ın Yaratıcı Kudreti
Kâinat, Allah’ın yaratıcı gücünün en büyük delillerinden biridir. Göklerin ve yerin yaratılışı, Allah’ın büyüklüğünü ve sınırsız kudretini gösterir.
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için deliller vardır.” (Ali İmran, 3/190)
2. Düzen ve Denge
Kâinatta bir düzen, ölçü ve denge vardır. Bu düzen, Allah’ın ilim ve hikmetinin bir yansımasıdır.
“O, her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanın yaratılışına bir çamurdan başladı.” (Secde, 32/7)
“Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer, 54/49)
3. Gökler ve Yer
Kur’an’da gökler ve yer, kâinatın ana unsurları olarak sıkça anılır. Göklerin kat kat yaratıldığı, yerin ise insanların yaşaması için uygun şekilde tasarlandığı belirtilir.
“Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yaratandır.” (Talak, 65/12)
“Yeryüzünü sizin için döşek, gökyüzünü ise bir bina yaptık.” (Bakara, 2/22)
4. Gece ve Gündüz
Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesi, Allah’ın yaratmasındaki düzenin bir parçasıdır. Bu, insanın yaşamına uygun bir düzen sağlamak için yaratılmıştır.
“Geceyi ve gündüzü birbiri ardınca getiren O’dur. Bunda, düşünen kimseler için bir ibret vardır.” (Furkan, 25/62)
5. Güneş ve Ay
Güneş ve Ay, Allah’ın kâinattaki düzeninin ve nimetinin birer delilidir. İkisi de belirli bir ölçü ve yörüngeye sahiptir.
“Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” (Rahman, 55/5)
“Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmiştir.” (Nahl, 16/12)
6. Yıldızlar ve Galaksiler
Yıldızlar, gökyüzünün süsleri olarak anılır ve Allah’ın büyüklüğünü hatırlatır. Ayrıca deniz yolculuğunda yön bulma gibi pratik faydalar sağladığı belirtilir.
“Andolsun, biz en yakın göğü kandillerle süsledik.” (Mülk, 67/5)
“O, yıldızları sizin için yarattı ki karada ve denizde yollarınızı bulabilesiniz.” (Enam, 6/97)
7. Yer ve Denizlerin Hikmeti
Yeryüzü, Allah’ın rahmetinin bir tecellisidir. Dağlar, denizler ve nehirler, insan hayatını kolaylaştırmak ve çeşitli nimetler sunmak için yaratılmıştır.
“Yeryüzünde sizi sarsmaması için sağlam dağlar yerleştirdi, nehirler ve yollar meydana getirdi ki doğru yolu bulasınız.” (Nahl, 16/15)
“O, iki denizi salıverdi; birbirine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.” (Rahman, 55/19-20)
8. Yağmur ve Bitkiler
Yağmurun indirilmesi ve onunla toprağın diriltilmesi, Allah’ın rahmetinin ve diriltici gücünün bir örneğidir.
“Allah’ın rahmet eserlerine bir bak: Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? İşte bu, ölüleri de diriltecek O’dur.” (Rum, 30/50)
9. Kâinatın İbret Vesilesi Olması
Kâinat, Allah’ı tanımak ve O’nun büyüklüğünü anlamak için bir ibret kaynağıdır. İnsan, kâinata bakarak Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmelidir.
“Deveye bir bakmazlar mı, nasıl yaratılmış? Göğe bakmazlar mı, nasıl yükseltilmiş?” (Gaşiye, 88/17-18)
10. Kıyamet ve Kâinatın Sonu
Kâinatın bir başlangıcı olduğu gibi bir sonu da vardır. Kıyamet günü, kâinattaki düzen bozulacak ve her şey Allah’ın huzurunda toplanacaktır.
“O gün gök yarılır, sarkar ve zayıflar.” (Hakka, 69/16)
“Dağlar yürütülür, bir serap haline gelir.” (Nebe, 78/20)
11. Ahiret ile Bağlantı
Kâinattaki düzen, ahiretteki mükâfat ve cezayı anlamak için bir örnek teşkil eder. Allah’ın gökleri ve yeri yaratması, ahirette insanları tekrar diriltmesinin bir delilidir.
“Göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmez.” (Mümin, 40/57)
12. İnsan ve Kâinat Arasındaki İlişki
İnsan, kâinatın bir parçasıdır ve ona uygun şekilde yaratılmıştır. Kâinat, insanın faydasına sunulmuş bir nimet olmakla birlikte, bu nimetlerin bir sınav olduğunu da hatırlatır.
“Yeryüzündeki her şeyi sizin için yaratan O’dur.” (Bakara, 2/29)
Kur’an-ı Kerim, kâinatı Allah’ın sanatının bir tecellisi, insanın ise bu kâinatta bir halife olduğunu hatırlatarak, insanın şükretmesini ve ibret almasını öğütler. Bu yaklaşım, Allah’ın büyüklüğünü ve yaratıcı gücünü derinlemesine kavrayabilmek için kâinat üzerinde düşünmeyi teşvik eder.
İnsanın duygu, kabiliyet ve latifelerini söndürüp öldüren sebep ve faktörler. Günahların duygular üzerinde görülen etkileri.
İnsanın duygularını, kabiliyetlerini ve latifelerini söndürüp öldüren sebepler, genellikle yaratılış amacına aykırı davranışlar ve manevi hassasiyetlerin yitirilmesinden kaynaklanır. Bu süreçte, günahlar ve olumsuz faktörler hem insanın fıtri özelliklerini hem de manevi yönünü zayıflatarak duygular üzerinde derin etkiler bırakır.
1. Duygu, Kabiliyet ve Latifeleri Söndüren Sebepler
a. Günahlar:
Günahlar, insanın ruhunda karanlık bir etki bırakır ve fıtri güzelliklerin körelmesine neden olur:
Günahların Ruh ve Kalp Üzerindeki Etkisi:
> “Hayır, onların kazandıkları (günahlar) kalplerini karartmıştır.”
(Mutaffifin, 83:14)
Günahlar kalpte bir kararma meydana getirir ve insanın manevi duyarlılığını zayıflatır.
Latifelerin Hissizleşmesi:
Her bir günah, insanın manevi duyularını etkisiz hale getirir, Allah’ı tanıma ve sevme kabiliyetini zedeler.
b. Nefsin ve Şeytanın Tesirleri:
Nefis ve şeytan, insanın duygularını ve kabiliyetlerini yanlış yönlendiren iki önemli faktördür:
Duyguların Yanlış Kullanımı:
Allah için yaratılmış sevgi, korku ve ümit gibi duygular, dünya ve nefsani arzular için kullanıldığında insanı asıl hedefinden uzaklaştırır.
Şeytanın Aldatması:
Şeytan, insanı süslü ve geçici zevklerle kandırarak kabiliyetlerini yanlış kullanmasına yol açar:
> “Şeytan, onların yaptıklarını süslü gösterdi.”
(En’am, 6:43)
c. Dünya Sevgisi ve Gaflet:
Dünya sevgisi, insanın manevi yönünü körelten başlıca sebeplerden biridir:
Dünya Hayatına Dalma:
İnsan, dünya nimetlerine aşırı bağlandığında manevi kabiliyetlerini ihmal eder ve köreltir:
> “Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.”
(Ankebut, 29:64)
d. İlim ve Tefekkürden Uzaklaşma:
İnsanın akıl ve duygularını besleyen en önemli kaynaklardan biri ilim ve tefekkürdür. Bunlardan uzaklaşmak, insanın manevi yeteneklerini öldürür:
Allah’ın verdiği kabiliyetleri ve nimetleri israf etmek, bu özelliklerin zayıflamasına yol açar:
Şükürsüzlük:
> “Eğer şükrederseniz, elbette size daha fazlasını veririm. Ama nankörlük ederseniz, azabım şiddetlidir.”
(İbrahim, 14:7)
2. Günahların Duygular Üzerindeki Etkileri
a. Günahların Duygulara Verdiği Zarar:
Günahlar, insanın Allah’a olan yakınlığını ve manevi duyarlılığını azaltır. Her günah, insanın ruhunda bir yara açar:
Sevgi ve Şefkatin Sapması:
Sevgi, Allah’tan başka şeylere yöneldiğinde, insan Allah’ın verdiği bu nimeti yanlış kullanmış olur. Örneğin, mal sevgisi, makam sevgisi gibi dünyevi tutkular sevginin özünü kirletir.
Korkunun Yanlış Yönlendirilmesi:
Allah’a duyulması gereken korku, insanın geçici şeylerden (fakirlik, insanlar) korkmasına dönüşür. Bu durum insanı daha da güçsüz kılar.
Vicdanın Zayıflaması:
Sürekli işlenen günahlar, insanın vicdanını köreltir ve yanlışlara karşı duyarsız hale getirir.
b. Kalpte ve Latifelerde Oluşan Kararma:
Bediüzzaman Said Nursî, günahların insanın kalbine ve manevi latifelerine zarar verdiğini şöyle açıklar:
Her Günah Kalpte Bir Leke Bırakır:
> “Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır. Günah, istiğfarla silinmezse kalpte siyah bir leke bırakır.”
(Sözler, 23. Söz)
Günahlar, insanın manevi duygularını zayıflatır ve yok eder.
c. Huzur ve Rahatlık Kaybı:
Günahlar, insanın ruhunda huzursuzluk ve sıkıntıya yol açar:
İçsel Çelişkiler:
İnsan, fıtratına aykırı hareket ettiğinde manevi bir huzursuzluk hisseder. Bu durum, duyguların işlevselliğini bozar:
> “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
(Rad, 13:28)
3. İnsanın Duygularını ve Latifelerini Öldüren Faktörlere Karşı Çözüm
a. İman ve Tövbe:
Günahlardan kurtulmanın ve duyguları yeniden diriltmenin en etkili yolu, samimi bir tövbe ile Allah’a yönelmektir:
Tövbe ve Arınma:
> “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah’a dönün.”
(Tahrim, 66:8)
b. İbadet ve Zikir:
İbadet ve zikir, insanın manevi yönünü güçlendiren en önemli araçlardır. Özellikle namaz ve Kur’an okumak, duyguların ve kabiliyetlerin yeniden canlanmasını sağlar:
Namazın Etkisi:
> “Şüphesiz ki namaz, insanı her türlü kötülükten ve fahşadan alıkoyar.”
(Ankebut, 29:45)
c. Tefekkür ve İlmi Gelişim:
Allah’ın yaratışını düşünmek ve ilmi çalışmalarla aklı ve ruhu beslemek, insanın kabiliyetlerini yeniden güçlendirmesine yardımcı olur:
Tefekkürün Önemi:
> “Göklerin ve yerin yaratılışında tefekkür ederler.”
(Ali İmran, 3:191)
d. Salih İnsanlarla Birlikte Olmak:
İnsanın çevresi, manevi hayatını etkileyen önemli bir faktördür. Salih insanlarla birlikte olmak, insanın duygularını ve latifelerini diri tutar:
Arkadaş Seçimi:
> “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru kimselerle birlikte olun.”
(Tevbe, 9:119)
Sonuç:
İnsanın duygularını, kabiliyetlerini ve latifelerini söndüren en önemli sebep günahlar ve gaflettir. Bu süreçte, insanın manevi hassasiyeti azalır, duygular yanlış yönlendirilir ve kabiliyetler körelir. Ancak iman, tövbe, ibadet ve tefekkür gibi manevi araçlar, bu zararları telafi ederek insanın duygularını ve kabiliyetlerini yeniden canlandırabilir. İnsan, kendisine verilen emanetleri doğru kullanarak hem dünya hem de ahiret saadetini kazanabilir.
Hadisi şeriflerin günümüze kadar kronolojik olarak geliş şekli.
Evvela, 1000 kadar kişi Peygamber Efendimizden hadis rivayet etmiş, bunun 125 kadarı kadın sahabe ve 52 kadarı da aynı zamanda hadisleri yazmıştır.
İslam’ın 4 kaynağından ikincisidir. Tedvin donemi ve dinin pratiğini oluşturmaktadır.
Hadis-i şeriflerin günümüze kadar geliş süreci, İslam tarihinin en önemli ve detaylı konularından biridir. Hadisler, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sözleri, fiilleri ve takrirleri (onayları) olarak, İslam’ın ikinci temel kaynağını oluşturur. İşte hadislerin kronolojik gelişim süreci:
1. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Dönemi (610-632)
Hadislerin Söylenmesi ve Uygulanması: Peygamber Efendimiz, insanlara İslam’ı öğretirken sözlü iletişimi esas aldı. Söylediği hadisler günlük hayatın farklı alanlarını kapsıyordu. Sahabeler, bu hadisleri öğrenir, uygular ve birbirlerine aktarırdı.
Ezberleme ve Uygulama: Sahabe, hadisleri ezberlemeye büyük önem verdi. Arap toplumunda güçlü bir sözlü gelenek olduğundan, hadislerin ezberlenmesi kolaydı.
Yazıya Geçirme: Peygamber Efendimiz, hadislerin yazılmasını genelde Kur’an ile karışmaması için sınırlamıştı. Ancak bazı sahabelere, özellikle hadis yazma izni verdiği bilinir (ör. Abdullah bin Amr bin el-Âs’ın “es-Sahîfe es-Sâdıka” adlı koleksiyonu).
2. Sahabe Dönemi (632-661)
Hadislerin Sözlü Olarak Aktarımı: Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra sahabeler, hadisleri farklı bölgelerdeki insanlara öğretmeye devam etti. Hadisler hem birebir anlatım hem de uygulamalarla aktarıldı.
İlk Yazılı Koleksiyonlar: Bazı sahabeler hadisleri yazmaya başladı. Ancak bu yazılar genelde kişisel notlar halinde idi. Resmi bir hadis derlemesi yapılmadı.
Hadislerin Kontrolü: Sahabeler, hadis rivayetlerinde titizlikle doğruluk kontrolü yapardı. Örneğin, bir hadis duyduklarında başka sahabelerle teyit ederlerdi.
3. Tabiîn Dönemi (661-750)
Hadislerin Yaygınlaşması: İslam topraklarının genişlemesiyle hadisler daha geniş bir coğrafyada yayılmaya başladı. Ancak sözlü aktarım hâlâ baskındı.
İsnad Sisteminin Ortaya Çıkışı: Bu dönemde, hadislerin sahihliğini kontrol etmek için isnad (rivayet zinciri) sistemi geliştirildi. Rivayet eden kişilerin güvenilirliği önem kazandı.
Hadislerin Yazıya Geçirilmesi: Yazıya geçirme çalışmaları daha da arttı. Örneğin, Ömer bin Abdülaziz, hadislerin toplanması için talimat verdi.
4. Hadislerin Tedvin Dönemi (750-850)
Hadislerin Toplanması ve Sistematik Hale Getirilmesi: Bu dönemde, hadisler sistemli bir şekilde toplanmaya ve kitaplaştırılmaya başlandı. Bu dönemin önemli özelliği, sahih ve zayıf hadislerin ayrılması için metodolojiler geliştirilmesidir.
Ünlü Hadis Koleksiyonları:
İmam Malik’in “Muvatta” adlı eseri, ilk sistematik hadis kitabı olarak kabul edilir.
İmam Ahmed bin Hanbel’in “Müsned” eseri de bu dönemde derlenmiştir.
5. Altın Çağ: Klasik Hadis Kitaplarının Yazılması (850-950)
Kütüb-i Sitte’nin Ortaya Çıkışı: Hadis ilminin en önemli kaynakları bu dönemde yazıldı. Bu koleksiyonlar, hadislerin sahihliğine göre sınıflandırıldı:
Sahih-i Buhari (İmam Buhari) Sahih-i Müslim (İmam Müslim) Sünen-i Ebu Davud Sünen-i Tirmizi Sünen-i Nesai Sünen-i İbn Mace
Metin ve İsnad Eleştirisi: Hadislerin güvenilirliğini belirlemek için isnad (zincir) ve metin (içerik) eleştirisi metodolojileri geliştirildi.
6. Hadis İlminin Kurumsallaşması (950-1500)
Şerh Çalışmaları: Bu dönemde hadis kitapları üzerine açıklamalar (şerhler) yazıldı. Örneğin, İmam Nevevi’nin Sahih-i Müslim’e yazdığı şerh önemli bir eserdir.
Hadis İlmi Kavramlarının Gelişimi:
Cerh ve Ta’dil: Ravilerin güvenilirliğini belirleme sistemi.
Sahih, Hasen, Zayıf Hadis: Hadislerin sınıflandırılması.
Hadis Eğitimi: Medreselerde hadis ilmi önemli bir alan haline geldi.
7. Modern Dönem (1500-2024)
Hadis Çalışmalarında Modern Yöntemler: Hadisler, matbaanın yaygınlaşmasıyla daha kolay çoğaltıldı ve yayıldı. Günümüzde dijital kütüphaneler ve veri tabanları sayesinde hadisler daha geniş kitlelere ulaşmaktadır.
Eleştirel İncelemeler: Hadislerin sahihliği, hem klasik yöntemlerle hem de modern akademik yöntemlerle araştırılmaktadır.
Hadis İlminin Globalleşmesi: Hadis çalışmaları dünyanın dört bir yanına yayıldı. Çeşitli dillerde hadis kitapları tercüme edildi.
Sonuç: Hadis-i şeriflerin günümüze kadar gelmesindeki süreçte, sahabelerin titizliği, tabiin ve muhaddislerin çabaları, İslam ümmeti için büyük bir miras oluşturmuştur. Bu süreç, hem sözlü hem de yazılı aktarıma dayalı, aynı zamanda doğruluk kontrolüne odaklanan bir sistemle gerçekleşmiştir.
@@@@@@@
Peygamberimiz ve sahabe döneminde yaşanan ibretlik olaylar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sahabe döneminde yaşanan birçok ibretlik olay, Müslümanların hayatına rehberlik edecek dersler içermektedir. Bu olaylar, iman, sabır, fedakârlık, kardeşlik ve ahlak gibi değerleri en güzel şekilde öğretir. İşte o dönemde yaşanmış bazı ibretlik olaylar:
1. Taif’te Sabır ve Merhamet
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), İslam’ı tebliğ etmek amacıyla Taif’e gitmişti. Ancak Taif halkı onu alayla karşıladı, taşladı ve yaraladı. Buna rağmen Peygamberimiz, onları beddua etmek yerine, dua ederek şöyle dedi:
> “Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” Bu olay, affetmenin ve merhametin önemini bizlere öğretir.
2. Bir Sahabenin İmanı: Habbab bin Eret
Mekke döneminde Müslümanlar büyük işkencelere maruz kalıyordu. Sahabelerden biri olan Habbab bin Eret, köle olduğu için ağır işkenceler gördü. Demirden yapılmış zırh giydirilerek kızgın kumların üzerine yatırıldı. Ancak imanından asla taviz vermedi. Bu olay, zorluklara karşı sabır ve iman gücünün önemini gösterir.
3. Savaşta Kardeşlik: Yermük Savaşı
Yermük Savaşı’nda ağır yaralanan üç sahabe (Huzeyfe, İkrime ve Haris bin Hişam), su istedi. Su taşıyan kişi, önce Huzeyfe’ye götürdü. Huzeyfe, “Kardeşim İkrime’ye götür” dedi. İkrime ise, “Önce Haris’e ver” diyerek suyu reddetti. Haris’in yanına varıldığında şehit olmuştu, ardından İkrime ve Huzeyfe de vefat etti. Bu olay, Müslümanlar arasındaki fedakârlık ve kardeşlik duygusunun ne kadar güçlü olduğunu anlatır.
4. Peygamberimizin Bir Yahudi Komşusuna Merhameti
Peygamber Efendimiz’in komşularından biri olan bir Yahudi, ona sürekli eziyet eder, kapısına çöp dökerdi. Bir gün Peygamberimiz, bu Yahudi’nin hasta olduğunu öğrendi. Onu ziyarete gitti. Yahudi, bu davranıştan çok etkilenerek Müslüman oldu. Bu olay, hoşgörü ve güzel ahlakın insanları nasıl etkilediğini ortaya koyar.
5. Bedir Savaşı’nda Adalet
Bedir Savaşı öncesinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.), orduyu hizaya dizmişti. Sahabeden Sawad bin Gaziyye, sıranın dışında kalmıştı. Peygamberimiz ona elindeki asa ile dokundu. Sawad, “Ya Resulallah! Canım acıdı, hakkımı isterim.” dedi. Peygamberimiz hemen asayı ona verdi ve “Sen de bana vur!” dedi. Bunun üzerine Sawad, Peygamberimiz’e sarıldı ve “Ya Resulallah, seni kucaklamak istedim” dedi. Bu olay, Peygamberimizin adaletini ve merhametini gösterir.
6. Hz. Ömer’in Adaleti
Halifelik döneminde Hz. Ömer (r.a.), geceleri halkın durumunu öğrenmek için sokaklarda dolaşırdı. Bir gece, bir annenin çocuklarını avutmak için boş bir tencereyi kaynattığını gördü. Kadın, fakirlikten dolayı çocuklarını doyuramadığını söyledi. Hz. Ömer hemen ambarlardan erzak alıp kadına götürdü ve “Bu benim hatamdır, Allah beni sorguya çeker” dedi. Bu olay, yöneticilerin halkın sıkıntılarına duyarlı olması gerektiğini öğretir.
7. Hicrette Mağarada İman ve Teslimiyet
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.), hicret sırasında Sevr Mağarası’nda saklanırken müşrikler mağaranın önüne kadar geldi. Hz. Ebu Bekir endişelenince Peygamberimiz ona şöyle dedi:
> “Üzülme! Allah bizimle beraberdir.” Bu olay, Allah’a tevekkül etmenin önemini vurgular.
8. Ümmü Süleym’in Sabrı
Ümmü Süleym’in küçük çocuğu hastalandı ve vefat etti. Kocası Ebu Talha eve geldiğinde Ümmü Süleym, çocuğun öldüğünü hemen söylemedi. Ona güzel bir şekilde yemeğini yedirdi ve ancak uygun bir dille durumu açıkladı. Peygamberimiz, Ümmü Süleym’in bu sabrını ve metanetini överek, “Allah, bu davranışınızdan dolayı size cennet nasip etsin” buyurdu. Bu olay, zor zamanlarda sabır ve metanetin önemini gösterir.
9. Hz. Bilal’in İmanına Karşı Direnişi
Hz. Bilal (r.a.), köle olduğu için İslam’ı kabul ettiği dönemde Efendisi Ümeyye bin Halef tarafından kızgın kumlara yatırıldı ve göğsüne ağır taşlar konuldu. Bilal, bütün bu işkencelere rağmen sadece “Ahad, Ahad (Allah tektir)” diyordu. Bu olay, tevhid inancına bağlılığın ve iman gücünün güzel bir örneğidir.
10. Tebük Seferinde Hz. Ebu Bekir’in Fedakârlığı
Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi için sahabeden yardım istediğinde Hz. Ebu Bekir, tüm malını ve mülkünü bağışladı. Peygamberimiz, “Ailene ne bıraktın?” diye sorduğunda, “Allah ve Resulü’nü bıraktım” dedi. Bu olay, Allah yolunda fedakârlığın zirvesidir.
Bu ibretlik olaylar, İslam ahlakının ve sahabe neslinin örnek alınması gereken özelliklerini yansıtır. Her biri, farklı bir erdemi öğretir ve hayatımızda rehberlik eder.
İnsan duygulardan mı ibarettir? Bu duyguların gelişimi ne kadar ve nereye kadar gidecektir?
İnsan sadece duygulardan ibaret değildir; insan, duygu, düşünce, irade, akıl, ruh ve beden gibi bir bütünlük içerisinde var olan çok yönlü bir varlıktır. Ancak duygular, insanın iç dünyasını anlamada ve kendini ifade etmede merkezi bir role sahiptir. İnsanın yaratılışında duygu, akıl ve iradenin birlikte bulunması, onun manevi ve ahlaki olarak gelişim potansiyeline işaret eder.
İnsan Duygulardan mı İbarettir?
1. Duygular İnsanlığın Bir Parçasıdır:
Duygular, insanın çevresine, olaylara ve diğer varlıklara verdiği tepkilerdir. Sevgi, korku, öfke, şefkat, üzüntü, mutluluk gibi duygular, insanın iç dünyasını zenginleştirir ve ilişkilerini şekillendirir. Ancak insan sadece bu duyguların etkisiyle hareket eden bir varlık değildir.
2. Aklın ve İradenin Rolü:
İnsan duygularıyla hareket ederken, akıl ve iradesiyle bu duyguları kontrol edebilir, yönlendirebilir ve onlara anlam katabilir. Örneğin, öfke duygusu akılla kontrol edilmezse zararlı sonuçlara yol açabilir, ancak adalet duygusu ve merhametle birleştiğinde bir erdeme dönüşebilir.
3. Ruhun Katkısı:
Duygular, ruhun bir yansıması olarak da görülebilir. İnsan ruhu, duyguları geliştirebilir ve onları ahlaki ve manevi bir amaca yönlendirebilir. Bu durum, insanın sıradan biyolojik bir varlık olmadığını, derin bir manevi boyut taşıdığını gösterir.
Duyguların Gelişimi Ne Kadar ve Nereye Kadar Gidebilir?
1. Duyguların Gelişimi:
Duygular, insanda doğuştan gelen bir potansiyel olarak bulunur ve çevresel faktörler, deneyimler, eğitim ve manevi yönelimle gelişir:
Doğuştan Gelen Potansiyel: Sevgi, korku, merhamet gibi temel duygular insan doğasında vardır.
Eğitim ve Deneyim: Duygular, insanın yaşadığı deneyimler ve aldığı eğitimle şekillenir. Örneğin, bir insanın empati yeteneği, yaşadığı olaylar ve aldığı değer eğitimi ile gelişebilir.
Manevi Eğitim: İnanç, ibadet ve tefekkür gibi manevi pratikler, insanın duygularını derinleştirir ve olgunlaştırır. Örneğin, Allah sevgisi ve O’na olan teslimiyet, insanın diğer varlıklara karşı şefkatini artırır.
2. Gelişim Sınırı:
İnsanın duygularının gelişimi, sonsuz bir potansiyele sahiptir. Manevi ve ahlaki yönden sürekli bir tekâmül mümkündür:
Kendi Kendini Aşmak: İnsanın duygusal gelişimi, nefsin arzularından ve sınırlarından kurtulup daha yüce amaçlara yönelmesiyle sınırsız bir boyuta ulaşabilir.
İlahi Hedefler: İslam, insanın Allah’a yaklaşma sürecini (kurbet) manevi bir yükseliş olarak tanımlar. Bu süreçte insan, duygularını Allah’ın rızasına uygun hale getirebilir. Örneğin, dünyevi sevgi, ilahi sevgiye dönüşebilir.
Duyguların Sınırları ve İdeali
Ahlaki ve Manevi Yönelim: Duygular, doğru yönlendirilmediğinde insanı bencil, kibirli veya hırslı bir varlık haline getirebilir. Ancak bu duygular, ahlaki ve manevi bir temele oturduğunda insanın hem kendisine hem de çevresine faydalı hale gelir.
Olgunlaşma Süreci: İnsanın ideal bir duygusal olgunluğa ulaşması, sabır, şükür, tevazu, sevgi, adalet gibi erdemleri içselleştirmesiyle mümkündür. Bu süreçte duyguların denetimi ve yönlendirilmesi esastır.
Sonsuz Potansiyel: İnsanın duygusal ve manevi gelişimi, ahirette de devam eden bir süreçtir. Dünya hayatında elde edilen manevi birikim, sonsuz bir hayatın başlangıcıdır.
Sonuç
İnsan duygulardan ibaret değildir, ancak duygular insanın kimliğini ve ahlaki yapısını şekillendiren temel unsurlardan biridir. Bu duygular, doğru yönlendirilip eğitildiğinde insanın hem bireysel hem de toplumsal anlamda kemale ulaşmasına vesile olur. İnsan, aklı ve ruhuyla duygularını anlamlandırır ve bu sayede ilahi hedeflere doğru sınırsız bir gelişim potansiyeli taşır.
“İslâmiyet için fethedilemeyecek insan yoktur mühim olan İslam’a hizmette bulunanların çok dikkatli olması. İnsan yüz kapılı bir saraya benzer. Mutlaka bir kapıdan girilerek o insan fethedilir.”
Bir kapı açılmadığı zaman diğer kapıların da açılmayacak düşünülemez.
Bu söz, İslamiyet’in insanlara ulaşma ve onların kalplerine dokunma konusundaki gücüne işaret eder. Aynı zamanda, İslam’ı tebliğ edenlerin dikkatli, özenli ve hikmetli bir yaklaşım sergilemeleri gerektiğini vurgular. Sözde geçen bazı önemli noktaları açıklayalım:
1. “İslamiyet için fethedilemeyecek insan yoktur”
Bu ifade, İslam’ın evrenselliğine ve insan fıtratına hitap eden bir yapıya sahip olduğuna işaret eder. İnsanların kalplerine İslam’ın mesajını ulaştırmak mümkündür, çünkü bu din, insanın doğasına uygun bir hakikati ifade eder.
2. “Mühim olan İslam’a hizmette bulunanların çok dikkatli olması”
İslam’ı anlatan veya temsil eden kişilerin, bu sorumluluğun ağırlığını bilerek hareket etmeleri gerekir. Tebliğde kullanılan yöntemlerin şefkatli, hikmetli ve anlayışlı olması, muhatapların durumuna göre hareket edilmesi büyük önem taşır. Önyargıların kırılması ve gönüllere ulaşılması ancak bu şekilde mümkündür.
3. “İnsan yüz kapılı bir saraya benzer”
Bu benzetme, insanın karmaşık ve çok yönlü bir varlık olduğunu anlatır. Her insanın farklı düşünce yapısı, duyguları ve hayat tecrübeleri vardır. Bu yüzden her insana aynı yöntemle yaklaşmak doğru olmayabilir.
4. “Mutlaka bir kapıdan girilerek o insan fethedilir”
Bu cümle, her insanın İslam’ı anlayıp kabul edebileceği bir yönü veya kapısı olduğunu ifade eder. Bir insanın kalbine ulaşmak için o kişiye uygun bir yaklaşım benimsemek gerekir. Bu kapı, bazen bir hikmetli söz, bazen bir güzel davranış, bazen de kişinin içinde bulunduğu bir durum üzerinden açılabilir.
Genel Değerlendirme
Bu sözden, İslam’ı tebliğ edenlerin hem muhatabını tanıması hem de kendi üslubuna dikkat etmesi gerektiği sonucu çıkarılabilir. Her insanın kalbine ulaşabilecek bir yol vardır; önemli olan o yolu bulabilmek ve doğru bir şekilde kullanmaktır. Tebliğde şefkat, sabır, hikmet ve ahlak en temel unsurlardır.
“Ey hoca; sanma ki senden altın ve gümüş isterler,
Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde, tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.”
-Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin’i örnekleriyle açıklar mısın?
Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, İslami terminolojide, Allah’ın insana bahşettiği yeteneklerin doğru şekilde kullanılmasıyla ilgili iki kavramdır. Bu terimler genellikle insanın sözleri ve anlayışı ile Allah’a olan kulluk ilişkisini nasıl düzenlemesi gerektiğini ifade eder. Bu iki kavramın anlamlarını detaylandırarak örneklerle açıklayalım:
Femi Muhsin (Güzel Konuşma ve Sözü Doğru Kullanma)
“Femi Muhsin,” kişinin dilini Allah’ın razı olduğu şekilde kullanması anlamına gelir. Allah’ın verdiği dil nimetini güzel, hayırlı ve faydalı sözlerle değerlendirmek, kötü ve zararlı sözlerden kaçınmak bu kavramın özüdür.
Femi Muhsin’in Özellikleri:
1. Doğruyu Söylemek: Yalan söylememek, insanları yanıltmamak.
2. Faydalı Konuşmak: İnsanları hayra davet eden, onlara yol gösteren sözler sarf etmek.
3. Kötülükten Uzak Durmak: Dedikodu, gıybet, iftira, küfür gibi kötü sözlerden sakınmak.
4. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı anan, O’nu hatırlatan sözlerle konuşmak.
Femi Muhsin’e Örnekler:
Hz. Peygamber’in Sözleri: Peygamber Efendimiz (sav), “Ya hayır söyleyin ya da susun” buyurarak dilin doğru kullanılmasını emretmiştir. O, sözü her zaman hikmetle ve fayda sağlayacak şekilde kullanırdı.
Bir Alimin Nasihati: İnsanlara faydalı nasihatlerde bulunan bir alim, dilini Allah’ın rızasına uygun kullandığı için Femi Muhsin’e örnektir.
Anne veya Babaya Güzel Söz Söylemek: Allah’ın emri olan anne-babaya iyi davranış, güzel sözlerle yaklaşmak da Femi Muhsin halidir.
Fehmi Muhsin (Doğru Anlayış ve Kavrayış)
“Fehmi Muhsin,” kişinin Allah’ın verdiği akıl ve anlayış nimetini hikmetle kullanmasıdır. İnsan, doğru olanı idrak etmek ve bunu hayatında uygulamak için Allah’ın verdiği akıl ve fehmi iyi kullanmalıdır. Fehmi muhsin, kişinin olayları, insanları ve Allah’ın emirlerini doğru bir şekilde anlaması ve bunu hayata geçirmesi anlamına gelir.
Fehmi Muhsin’in Özellikleri:
1. Kur’an ve Sünneti Anlamak: Allah’ın emir ve yasaklarını doğru bir şekilde kavrayarak yaşamak.
2. İdrak ve Basiret Sahibi Olmak: Hakkı batıldan ayırt edebilmek.
3. Derin Düşünmek: Olayların arkasındaki hikmeti ve Allah’ın takdirini anlamaya çalışmak.
4. Hayata Uygulamak: Doğru anlayışı sadece bilgi olarak değil, eyleme dönüştürmek.
Fehmi Muhsin’e Örnekler:
Hz. Süleyman’ın Hikmeti: Kur’an’da geçen bir olayda Hz. Süleyman, iki kadının çocukları üzerinde tartışmasını basiret ve hikmetle çözmüştür. Bu, Fehmi Muhsin’in en güzel örneklerinden biridir.
Kur’an’ı Doğru Anlayan Bir Mümin: Ayetlerin anlamını kavrayıp hayatına uygulayan bir mümin, Fehmi Muhsin halindedir.
Bir Velinin Derin İdraki: Bir veli veya arif kişinin Allah’ın takdirindeki hikmetleri kavrayıp insanlara öğüt vermesi, bu kavramın uygulamasıdır.
—
Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin Arasındaki Bağlantı
Dil ve Anlayışın Birlikteliği: Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, birlikte çalışır. Dil ile söylenen sözler, ancak doğru bir anlayıştan kaynaklandığında anlamlı ve faydalı olur.
İlahi Hikmetin Yansıması: Allah, insana dil ve akıl nimetini birlikte vermiştir. Kişi, dilini güzel sözlerle süslerken, bu sözlerin temelinde doğru bir anlayış ve hikmet olmalıdır.
—
Günlük Hayattan Örnekler:
1. Bir Öğretmen: Öğrencilerine hikmetli bilgiler veren, onların anlayışını artıran bir öğretmen hem dilini (femi Muhsin) hem de aklını (Fehmi Muhsin) doğru kullanmaktadır.
2. Bir Müminin Nasihati: Bir müminin, ihtiyacı olan bir insana Allah’ın emirlerini hikmetle anlatması, hem dilini güzel kullanması (femi Muhsin) hem de derin bir anlayışa sahip olması (Fehmi Muhsin) örneğidir.
3. Aile İlişkileri: Anne-babanın çocuklarına hikmetli öğütler vermesi ve onların yeteneklerini keşfetmesine yardımcı olması, bu iki kavramın birlikte uygulanmasıdır.
—
Sonuç:
Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, insanın dil ve akıl nimetlerini Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanması anlamına gelir. Femi Muhsin, dil ile faydalı, hikmetli ve güzel söz söylemeyi; Fehmi Muhsin ise olayları doğru anlamayı ve idrak etmeyi ifade eder. Bu iki kavram, insanın hem bireysel hem toplumsal hayatında dengeli ve faydalı bir şekilde hareket etmesi için rehberlik eder. Allah, bu iki nimeti doğru kullanmayı nasip edenlerden eylesin.
İslamiyet’i anlatmada Müslüman ve gayri Müslimlere daha etkili ve gerçekçi olması açısından hangi yöntemler uygulanmalıdır?
İslam’ı anlatmada etkili ve gerçekçi yöntemler, muhatabın inanç, kültür ve bilgi seviyesini göz önünde bulundurmayı gerektirir. Hem Müslümanlara hem de gayrimüslimlere yönelik tebliğde kullanılabilecek bazı temel prensipler ve yöntemler şunlardır:
1. Etkili İletişim ve Samimiyet
İhlas: Allah rızası için tebliğ etmek, kişisel menfaatlerden arınmış bir niyetle hareket etmek şarttır. Samimi bir kalpten gelen mesajlar muhatap üzerinde daha etkili olur.
Empati ve Anlayış: Muhatabın kültürel ve duygusal durumunu anlamaya çalışarak onunla ortak bir zemin bulmak.
Doğru Dil Kullanımı: Karmaşık dini terimler yerine, muhatabın anlayacağı sade bir dil kullanmak.
2. Davranışla Tebliğ (Temsil)
Örnek Olma: Peygamber Efendimiz (sav), sözlerinden çok davranışlarıyla insanlara rehberlik etmiştir. İslam’ı temsil eden bir kişi, ahlakı ve tutumuyla en etkili mesajı verir.
Adalet ve Şefkat: İnsanlara karşı adil, hoşgörülü ve merhametli olmak, İslam’ın güzel yüzünü yansıtır.
3. Muhataba Göre Yaklaşım
Müslümanlara Yönelik:
Dinî bilgiyi artırmaya ve uygulamaya teşvik etmek.
İslam’ın ahlâkî yönlerini hatırlatmak, ibadet ve kulluk bilincini güçlendirmek.
İhlası ve Allah rızasını gözeterek hareket etmeye yönlendirmek.
Gayrimüslimlere Yönelik:
Ön yargıları kırmak için İslam’ın hoşgörüsünü ve evrensel değerlerini ön plana çıkarmak.
Diyalog ve tartışmadan kaçınarak, karşılıklı saygıya dayalı bir yaklaşım sergilemek.
Kuran ve sünnetin temel insani değerlerini vurgulamak (adalet, barış, sevgi, komşuluk vb.).
4. İlmi ve Mantıksal Yaklaşım
Bilgiyle Donanım: Dini meseleleri ilmi bir şekilde anlatmak için yeterli bilgiye sahip olmak gerekir. Özellikle farklı inanç sistemlerini anlamak, gayrimüslimlere yönelik tebliğde önemlidir.
Mantıksal İkna: İnançla ilgili konularda muhatabı ikna etmek için akıl ve mantıkla desteklenen deliller sunmak.
5. Dua ve Tevekkül
Dua Etmek: Tebliğde başarı Allah’tan gelir. Bu nedenle, muhatap için hidayet dilemek önemlidir.
Sabır ve Tevekkül: Herkesi hemen ikna etmek mümkün olmayabilir. Sabırlı ve ısrarlı olmak, sonuçları Allah’a bırakmak gerekir.
6. Güncel Araçların Kullanımı
Sosyal Medya ve Teknoloji: Modern dünyada dijital platformlar, geniş kitlelere ulaşmak için etkili araçlardır.
Sanat ve Kültür: İslam’ın estetik yönünü tanıtmak için sanat, edebiyat ve müzik gibi alanlardan faydalanmak.
7. Karşılıklı Diyalog ve Sorulara Cevap Verme
Sorulara Açık Olmak: İnsanların sorduğu sorulara açık ve yapıcı bir şekilde cevap vermek.
Diyalog: Tartışma değil, karşılıklı anlayış ve öğrenme üzerine kurulu bir iletişim geliştirmek.
Sonuç
Etkili bir tebliğ, sadece anlatmak değil, aynı zamanda temsil etmektir. Peygamberimiz (sav), muhataplarının seviyesine göre yaklaşmış, onların ihtiyaçlarını anlamış ve en güzel şekilde İslam’ı tebliğ etmiştir. Modern zamanlarda da bu yöntemin özünü koruyarak güncel araçlarla desteklemek önemlidir.
@@@@@@
İslam’ı tebliğ eden kişide olmazsa olmaz ve olması gereken özellikler neler olmalıdır?
İslam’ı tebliğ eden kişinin hem ahlaki hem de bilgi yönünden donanımlı olması gerekir. Bu özellikler, tebliğcinin mesajını doğru, etkili ve kalıcı bir şekilde iletebilmesi için önemlidir. İşte bir tebliğcide bulunması gereken başlıca özellikler:
Olmazsa Olmaz Özellikler
1. İhlas ve Samimiyet
Tebliğin amacı, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Gösteriş, çıkar ya da kişisel tatmin için tebliğde bulunmak mesajın etkisini kaybettirir.
2. Doğru Bilgi
İslam’ın temel prensiplerini, Kur’an ve sünnetten öğrenerek sağlam bir bilgi temeline sahip olmak gerekir. Yanlış veya eksik bilgiyle yapılan tebliğ hem anlatanı hem de dinleyeni yanıltır.
3. Güzel Ahlak
Tebliğ eden kişinin ahlaki duruşu, anlattıklarından daha etkili olabilir. Peygamber Efendimiz (sav), güzel ahlakıyla İslam’ı yaymış, sözleri kadar davranışlarıyla da örnek olmuştur.
4. Sabır
Tebliğ sabır gerektirir. İnsanlar hemen kabul etmeyebilir, hatta karşı çıkabilir. Bu durumda sabırlı olmak ve yumuşak bir üslupla devam etmek gerekir.
5. Empati ve Anlayış
Karşı tarafın duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışmak, onları dinlemek ve ortak bir zemin bulmak, tebliğin etkisini artırır.
6. Hoşgörü ve Merhamet
Tebliğci, kimseyi küçümsememeli, hata yapanlara karşı anlayış göstermeli ve onları sevgiyle doğruya yönlendirmelidir.
Olması Gereken Özellikler
1. Bilgiye Açıklık
Kendi bilgi ve anlayışını sürekli geliştirmek, hem dini hem de güncel meseleleri öğrenmek için çaba harcamalıdır.
2. Adaletli Olma
İnsanlar arasında ayrım yapmamalı, her bireye eşit ve adil yaklaşmalıdır.
3. İletişim Becerisi
Anlatım dili açık, etkili ve muhatabın seviyesine uygun olmalıdır. Sert, kırıcı veya karmaşık bir dil kullanılmamalıdır.
4. Söz ve Davranış Uyumu
Tebliğ eden kişi, anlattıklarını bizzat uygulamalıdır. Sözü ve davranışı bir olmayan bir tebliğci, mesajın inandırıcılığını kaybeder.
5. Tevekkül
Sonuçların Allah’a ait olduğunu bilerek, sadece vazifesini yerine getirmeye odaklanmalıdır. Hidayeti verenin Allah olduğunu unutmamalıdır.
6. Dua
Allah’tan yardım istemeli hem kendisi hem de muhatapları için dua etmelidir.
7. İstikrar ve Süreklilik
Tebliğ süreklilik gerektirir. Ara sıra yapılan değil, istikrarlı bir şekilde sürdürülen tebliğ etkili olur.
Kaçınılması Gereken Özellikler
Kibir ve Kendini Üstün Görme: Tebliğci, muhatabına karşı asla kibirli olmamalıdır. Kendisini üstün gören bir kişi karşı tarafı etkileyemez.
Sabırsızlık: Tepkiler karşısında sinirlenmek veya aceleci davranmak tebliğin ruhuna aykırıdır.
Cezalandırıcı ve Sert Tavır: Yargılayıcı bir dil ve tavır, insanları İslam’dan uzaklaştırır.
Sonuç
İslam’ı tebliğ eden kişi, Peygamber Efendimiz’in (sav) “üsve-i hasene” (güzel örnek) olarak tanımlanan yöntemlerini rehber edinmelidir. Bilgi, ahlak ve hikmetle hareket eden bir tebliğci, mesajını en etkili şekilde iletebilir ve gönüllere dokunabilir.
93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı), Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında gerçekleşen ve özellikle Balkanlar ile Kafkasya’da büyük etkiler bırakan bir savaştır. Savaşın adı, Osmanlı takvimine göre 1293 yılına denk geldiği için “93 Harbi” olarak anılır. İşte savaşın başlaması, gelişimi ve sonuçları:
Başlangıcı
1. Sebepler:
Panslavizm ve Rusya’nın Balkan politikası: Rusya, Slav ırkını birleştirme ideali doğrultusunda Balkanlardaki Slav topluluklarını destekledi.
Milliyetçilik hareketleri: Balkanlarda Sırp, Bulgar ve diğer etnik grupların Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesi hız kazandı.
1875-76 Balkan Ayaklanmaları: Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da çıkan ayaklanmalara Osmanlı müdahalesi, Avrupa’da tepki topladı.
Avrupa’nın müdahalesi: Büyük devletler, Osmanlı’yı reform yapmaya zorladı; Osmanlı’nın bunları uygulamakta yetersiz kalması Rusya’nın savaşa müdahalesine zemin hazırladı.
2. Savaşın İlanı: Rusya, Osmanlı’nın reformları gerçekleştiremediğini öne sürerek 24 Nisan 1877’de savaş ilan etti. Savaş hem Balkanlar hem de Kafkasya cephelerinde başladı.
Gelişimi
1. Balkan Cephesi:
Rus İlerleyişi: Rus kuvvetleri Romanya üzerinden Balkanlara girdi ve Plevne’yi kuşattı.
Osmanlı Direnişi: Osmanlı ordusu, Gazi Osman Paşa komutasında Plevne’de büyük bir direniş gösterdi. Ancak lojistik desteğin yetersizliği nedeniyle Plevne düştü (Aralık 1877).
Rusların İstanbul’a Yaklaşması: Plevne’nin düşmesinden sonra Ruslar hızla ilerleyerek Edirne’ye kadar geldiler.
2. Kafkasya Cephesi:
Rus orduları, Kars, Ardahan ve Batum bölgelerine saldırdı. Osmanlı kuvvetleri başta savunma yapabilse de Kars ve Ardahan düştü.
Sonuçları
1. Ayastefanos Antlaşması (3 Mart 1878):
Osmanlı Devleti büyük toprak kayıplarına uğradı. Bulgaristan özerk bir prenslik haline geldi.
Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakıldı.
2. Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878):
Avrupa devletlerinin müdahalesiyle Ayastefanos Antlaşması gözden geçirildi.
Bulgaristan daha küçük bir özerk prenslik olarak düzenlendi.
Bosna-Hersek, Osmanlı’ya bağlı kalmak şartıyla Avusturya-Macaristan yönetimine bırakıldı.
Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlık kazandı.
3. Etkileri:
Osmanlı’nın Balkanlardaki hakimiyeti büyük ölçüde zayıfladı.
Rusya, Doğu Anadolu’da güç kazandı.
Balkanlarda ulus-devletlerin sayısı arttı ve Osmanlı’nın çözülme süreci hızlandı.
93 Harbi, Osmanlı’nın zayıflığını ve reform yapma konusundaki yetersizliğini gözler önüne sermiştir. Bu savaş aynı zamanda Balkanlardaki ulusal hareketlerin başarıya ulaşmasında bir dönüm noktasıdır.
@@@@@@
Osmanlı İmparatorluğu nasıl parçalandı ve nasıl sonuçlandı?
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, uzun bir süreç sonunda gerçekleşmiş ve I. Dünya Savaşı’nın ardından resmiyet kazanmıştır. Süreç hem iç sorunlar hem de dış müdahalelerle hızlanmış, 20. yüzyılın başında imparatorluk tamamen dağılmıştır.
Parçalanma Sürecinin Aşamaları
1. İç Dinamikler: Yönetim ve Ekonomik Zayıflıklar
Merkezi Otoritenin Zayıflaması: Osmanlı, özellikle 17. yüzyıldan itibaren merkezi otoritesini kaybetmeye başladı. Yerel yöneticiler (ayanlar) güçlenirken, vergi düzeni ve tımar sistemi bozuldu.
Ekonomik Çöküş: Kapitülasyonlar, sanayi devrimine ayak uyduramama ve borçlanma Osmanlı ekonomisini zayıflattı. 1881’de Düyun-u Umumiye kurularak Osmanlı’nın maliyesi Avrupalı devletlerin kontrolüne geçti.
Milliyetçilik Hareketleri: Fransız İhtilali’nin etkisiyle Balkanlar’da ve diğer Osmanlı topraklarında milliyetçi hareketler güçlendi. Sırp, Yunan, Bulgar ve Arap toplulukları bağımsızlık için isyan etti.
Batılı Güçlerin Müdahalesi: İngiltere, Fransa ve Avusturya gibi ülkeler Osmanlı’nın iç işlerine müdahale ederek parçalanmayı hızlandırdı.
Sürekli Toprak Kayıpları:
19. Yüzyıl: Yunanistan (1830), Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsızlık kazandı. Kuzey Afrika’da Cezayir (Fransa, 1830) ve Mısır (İngiltere, 1882) kaybedildi.
20. Yüzyıl: Balkan Savaşları (1912-1913) sonucunda Osmanlı Balkanlar’daki tüm topraklarını kaybetti.
3. I. Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın Dağılışı
Osmanlı, I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katıldı. Savaş, Osmanlı’nın zaten zayıf olan yapısını tamamen çökertti.
30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanarak Osmanlı fiilen sona erdi.
İşgal güçleri, İstanbul başta olmak üzere Osmanlı topraklarını işgal etti.
Sonuçlanması
1. Sevr Antlaşması (1920):
Osmanlı, bu antlaşma ile Anadolu’nun büyük bölümünü ve Arap topraklarını kaybetti.
İstanbul ve küçük bir Anadolu bölgesi Osmanlı’ya bırakıldı, ancak bu antlaşma uygulanamadı.
2. Kurtuluş Savaşı ve Lozan Antlaşması (1923):
Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’yla (1919-1922) Sevr Antlaşması reddedildi.
Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, Osmanlı resmen sona erdi.
Osmanlı’nın Parçalanmasının Sonuçları
1. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu: Osmanlı topraklarının küçülen kısmında yeni bir ulus devlet kuruldu.
2. Ortadoğu’nun Şekillenmesi: Osmanlı’dan ayrılan Arap toprakları, İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne geçti. Bu bölgeler günümüz Ortadoğu sınırlarını oluşturdu.
3. Balkan ve Kuzey Afrika’da Yeni Devletler: Osmanlı hâkimiyetindeki topraklar Balkanlar ve Afrika’da yeni ulus devletlerin doğmasına yol açtı.
4. Modernleşme ve Milliyetçilik: Osmanlı’nın yıkılışı, modern ulus devlet anlayışını ve milliyetçiliği güçlendirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, bir dünya imparatorluğunun yerini modern ulus devletlerin aldığı bir dönüşüm süreci olarak tarihe geçti.
Öncesinde Hz. Adem ve Havva’yı, atalarımızı cennetten çıkartan şeytan, bugün onun çocukları, onun nesilleri, onun kanını taşıyanlar, Adem’in çocuklarını dünyadan çıkartmaya çalışmaktadırlar.
Şeytanın çocuklarıyla Ademin çocukları sürekli birbirleriyle mücadele halindeler.
Ademin çocukları eve ve evine dönme peşinde, Şeytanın çocukları ise onları evlerinden etme ve uzaklaştırma hesabında.
Evet bu çıkışla beraber tekrar eve dönüş, evden çıkışla beraber evi arzu etme, ebedi hayatı arzu etme, ikisi birbirini tetiklemiş oluyor. Hüzünle sevincin yaşandığı yer 2011 yılında Suriye’nin Halebinden çevre ilçelerine varıncaya kadar Esad’ın zulmüyle orayı boşaltanlar Türkiye’ye, dünyanın farklı yerlerine giden o Suriyeliler birkaç gündür sevinç yaşıyorlar, tekrar Haleb’e ve çevresindeki ilçelere dönmenin sevincini yaşıyorlar. Tam bir mutluluk içerisinde, bir hasret içerisinde, bir gözyaşı içerisinde, bir şükür secdesi içerisinde evet evden çıkışla eve dönüşün, bir yandan dünyada yaşandığı, bir yandan insanların tekrar ölüm ile beraber inşallah imanla, ibadetle tekrar atalarının dönmüş olduğu eve bir dönüş sürecinin yolculuğunu yaşamış olmaktadırlar.
Evet inşallah hayırla dönüş nasip olsun diyelim.
Asırlardır göç yaşayan göçmen insan, yuvadan uçuşun ve kaçışın ızdırabıyla muzdarip yaşamaktadır.
@@@@@@
Cennetten çıkarılış ve eve dönüş arzu ve serüveni.
“Cennetten çıkarılış” ve “eve dönüş” teması, insanlık tarihinin en eski mitlerinden ve hikâyelerinden biridir. Bu tema, varoluşsal bir arayışı, kaybedilen bir bütünlüğü ve onun yeniden kazanılma özlemini temsil eder. Aynı zamanda, insanın manevi yolculuğunu, içsel dönüşümünü ve kendi özüne ulaşma çabasını ifade eder.
Cennetten Çıkarılış
Cennetten çıkarılış, birçok dini ve mitolojik anlatıda insanın “ilk kusuru” veya “ilk hatası” sonucu cennetten sürülmesiyle başlar. Bu hikâye, insanın doğayla, Yaratıcı’yla ve kendisiyle olan uyumunun bozulmasını simgeler. Örneğin:
Hristiyanlıkta: Âdem ile Havva’nın yasak meyveyi yemesiyle cennetten kovulmaları, itaat ve özgür irade arasındaki gerilimi simgeler. Bu olay, insanın Yaratıcı’dan uzaklaşmasını ve dünyada bir “yolculuk” veya “sürgün” hayatı yaşamasını anlatır.
İslam’da: Adem ve Havva’nın şeytana uyarak yasak ağaca yaklaşması, ama ardından tövbe edip bağışlanmaları, hem insanın hataya açık olduğunu hem de tövbenin dönüştürücü gücünü gösterir.
Cennetten çıkarılış aynı zamanda, insanın bilinç kazanımıyla saflığı kaybetmesini, ancak bu bilinçle daha derin bir anlam arayışına girmesini ifade eder.
Eve Dönüş Arzusu.
Eve dönüş, cennetten uzaklaşan insanın yeniden o bütünlüğe ve saflığa ulaşma çabasını temsil eder. Ancak bu, yalnızca fiziksel bir geri dönüş değil, aynı zamanda manevi bir yükseliştir.
Sufizm: İnsanın özünün Allah’tan geldiği ve bu dünyada misafir olduğu, asıl amacının tekrar Yaradan’a dönmek olduğu fikri temel bir öğedir. “Ayrılıktan şikâyet eden” Mevlana’nın Mesnevi’sindeki ney metaforu, bu eve dönüş özlemini çok güçlü bir şekilde ifade eder.
Homeros’un Odysseia’sı: Odysseus’un uzun ve zorlu bir yolculuk sonunda yurduna dönmesi, insanın hem dış hem iç dünyasında anlam arayışını simgeler.
Serüven ve Yolculuk
Bu arzu ve serüven, insanın kendi içindeki çelişkilerle, zaaflarla ve sınavlarla yüzleştiği bir yolculuktur. Bu yolculuk:
1. Kayıp ve Arayış: İnsan, cennetten kovulmakla bir “kayıp” yaşar ve bu kaybın ardından bir anlam arayışına girer.
2. Deneyim ve Olgunlaşma: Yolculuk sırasında karşılaşılan zorluklar, insanı olgunlaştırır ve kendine döndürür.
3. Birlik ve Bütünlük: Nihai hedef, insanın Tanrı ile, doğayla ve kendisiyle yeniden bütünleşmesidir.
Modern Anlamlar.
Bugün bu tema, sadece dini bir bağlamda değil, psikolojik, felsefi ve edebi alanlarda da kullanılır. İnsan, bazen iç huzuru arayarak, bazen de kaybettiği bir anıyı, duyguyu veya toplumu yeniden inşa etmeye çalışarak “eve dönüş” arayışına girer. Örneğin:
Psikoloji: Carl Jung’un bireyselleşme süreci, insanın kendi gölgesiyle yüzleşip daha bütün bir benlik oluşturmasını içerir.
Edebiyat: Kafka’nın Dava gibi eserlerinde insan, kendini yabancılaşmış bir dünyada kaybolmuş hisseder, ancak bu arayış yine de bir dönüş hikayesidir.
Sonuç olarak, cennetten çıkarılış ve eve dönüş serüveni hem bireysel hem de kolektif insan deneyiminin özünü yakalar. Bu yolculuk, kaybolmuş olanı arama ve bulunacak olanla yeniden bütünleşme çabasıdır.
@@@@@@
Bundan sonra İstanbul’da fazla kalmaz, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır, Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesine çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:
“Niye böyle dikkat ediyorsun?”
Bediüzzaman der: “Medresemin plânını yapıyorum.”
O der: “Nerelisin?”
Bediüzzaman: “Bitlisliyim.”
Rus polisi: “Bu Tiflis’dir!”
Bediüzzaman: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”
Rus polisi: “Ne demek?”
Bediüzzaman: “Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkasından inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.”
Rus polisi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”
Bediüzzaman: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”
Rus polisi: “İslâm parça parça olmuş.”
Bediüzzaman: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar. İlâ âhir…
Yahu, şu asilzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.[2]
@@@@@@@@
HİZBUŞ ŞEYTAN- ŞEYTANIN AVANELERİ
“Ey âdemoğulları! ¹ Şeytan kötülüklerini onlara göstermek için, elbiselerini soyarak², ana babanızı cennetten³ çıkardığı gibi sizi de bir fitneye düşürmesin. O ve taraftarları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları iman etmeyenlere dost kıldık.”[3]
“Ve kim Allah’ı ve O’nun Resul’ünü ve mü’minleri veli edinirse, Allah’ın taraftarları onlardır. Galip gelecek olanlar da onlardır.”
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
“Ve men yetevellallahe ve resulehu vellezine amenu fe inne hızbellahi humul galibun.”[4]
@@@@@@@
“Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın öğüdünü onlara unutturdu. Onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Dikkat edin! Şeytanın taraftarları kesinlikle kaybedenlerdir.”[5]
اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“İstahveze aleyhimuş şeytanu fe ensahum zikrallah, ulaike hizbuş şeytan, ela inne hizbeşşeytani humul hasirun.”
@@@@@@
Kuran-ı Kerim’de geçen Hizbuş Şeytan ifadesi.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın Hizbi” yani Allah’ın taraftarları ve “şeytanın hizbi” ifadeleri, hak ile batıl arasındaki mücadeleyi temsil eder ve insanlara bu iki grubun niteliklerini açıklayarak doğru yolu seçmelerini öğütler. Bu ifadeler, manevi, ahlaki ve toplumsal boyutlar taşır.
“Hizbullah” kelimesi, “Allah’ın taraftarları” veya “Allah’ın tarafında olanlar” anlamına gelir. Bu ifade, Allah’a iman eden, O’nun emirlerine uyan ve O’nun davasını savunan müminleri temsil eder. Mücadele Suresi 22. ayette şöyle buyrulmaktadır:
> “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, Allah’a ve Peygamberine düşman olan kimselerle dostluk ettiğini göremezsin. İşte onlar, Allah’ın kalplerine iman yazdığı ve kendilerini katından bir ruh ile desteklediği kimselerdir… İşte onlar, Allah’ın hizbidirler (taraftarlarıdır). Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın hizbi (taraftarları) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[7]
Bu ayet, Allah’ın taraftarı olanların temel özelliğinin, Allah’a ve Peygamberine sadakat, samimiyetle iman ve O’nun emirlerine uygun bir yaşam sürmek olduğunu gösterir.
Şeytanın Hizbi Nedir?
Bunun karşıtı olarak “şeytanın taraftarları” veya “şeytanın hizbi” ifadesi, batıl inançlara kapılan, kötülüğü yayan, insanları Allah’tan uzaklaştıran ve şeytanın yolunu izleyen kimseleri ifade eder. Mücadele Suresi 19. ayette şöyle buyrulur:
> “Şeytan onları etkisi altına almış, onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın hizbidir (taraftarlarıdır). Dikkat edin! Şeytanın hizbi hüsrana uğrayacakların ta kendileridir.”
Bu ayet, şeytanın taraftarlarının temel özelliklerini ortaya koyar: Allah’ı anmayı unutmak, şeytanın vesveselerine kapılmak ve yanlış bir yolda ilerlemek.
Allah’ın hizbi ve Şeytanın Hizbi Arasındaki Fark
Kur’an, bu iki grubun özelliklerini karşılaştırmalı olarak sunar:
Bu iki grup, aynı zamanda insanın içsel mücadelesini, yani nefis (şeytani taraf) ile ruh (ilahi taraf) arasındaki çatışmayı da sembolize eder.
Sonuç
Kur’an-ı Kerim, insanları açıkça Allah’ın hizbinde yer almaya çağırır ve bunun kurtuluş yolu olduğunu belirtir. Bu ifadeler, müminlerin yol göstericisi olmayı ve insanları iyiliğe teşvik ederek kötülükten sakındırmayı amaçlar. Mücadele Suresi 22. ayetin sonunda, Allah’ın taraftarlarının kurtuluşa ereceği müjdelenir:
> “Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın hizbi kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
Bu ifadeler, insanlara hangi yolu takip etmeleri gerektiği konusunda net bir rehber sunar: Allah’ın tarafında olmak, iman ve Salih amel ile bu dünyada ve ahirette kazananlardan olmaktır.
“Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur). ” Şuara. 89 ayetini örnekleriyle açıklar mısın?
Kalb-i selîm, şüphelerden, şirkten temizlenmiş, ihlâsla iman etmiş kalp demektir. Saîd b. Müseyyeb (r.a.) demiştir ki: Kalb-i selîm, mânen sıhhatte olan kalpdir ki bu da müminin kalbidir. Kâfir ve münafığın kalbi ise mânen hastadır.
Şuara Suresi 89. ayetinde geçen “Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler o günde fayda bulur” ifadesi, kişinin Allah katında başarılı ve kurtuluşa ermiş sayılabilmesi için kalb-i selîm yani “temiz bir kalbe” sahip olması gerektiğini vurgular. Bu ifade, Allah’a yönelişte ve ahiret gününde kabul görecek olanın, sadece dünyadaki mal, makam veya diğer dünyevi değerler değil, insanın saf ve temiz bir kalple Allah’a yaklaşması olduğunu belirtir.
Kalb-i Selîm Nedir?
Kalbin temizliği: İçinde şirk, kibir, haset, riya gibi olumsuzluklardan arınmış, Allah’a tam bir teslimiyetle yönelmiş kalptir.
Fıtrata uygunluk: Allah’ın yarattığı saf haliyle insanın öz benliğiyle barışık olmasıdır.
İman ve takva: Kalb-i selîm, Allah’a imanın yanında takva (Allah’a karşı derin bir saygı ve bilinç) ile şekillenir.
Örneklerle Açıklama
1. Peygamberlerin Örnekliği: Peygamberler, kalb-i selîmin en güzel örnekleridir. Örneğin, Hz. İbrahim (a.s), Allah’a olan sadakati ve tevekkülü ile saf bir iman sergilemiştir. Hz. İbrahim’in duası şöyledir: “Beni, o gün (ahiret günü) rezil etme. O gün ki, ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelenler başka.” (Şuara 87-89). Bu, ayetin bağlamını tamamlar.
2. Dünyevi Bağımlılıklardan Arınmak: Dünya malına ve makamına aşırı düşkünlük, kalbin Allah’tan uzaklaşmasına neden olur. Bir kişi ne kadar zengin veya başarılı olursa olsun, bu dünyevi kazanımlar ahirette fayda sağlamaz. Örneğin:
Zenginlik: Karun’un kıssası buna örnektir. Malıyla övünen Karun, kalbini dünya sevgisiyle doldurduğu için helak olmuştur.
Fakirlik: Ebu Hureyre gibi sahabeler, malları az olmasına rağmen iman dolu kalpleri sayesinde Allah katında yücelmişlerdir.
3. Ahlakî Temizlik: Kalb-i selîm, güzel ahlakla doğrudan ilişkilidir. Kibir, haset, riya gibi kötü huylar kalbin temizliğini bozar. Örneğin:
Bir kişi başkalarına iyilik yaparken bunu Allah rızası için değil de gösteriş amacıyla yapıyorsa, kalbi riya ile kirlenmiştir. Oysa bir kişi ihlasla (samimiyetle) hareket ederse kalbini temiz tutmuş olur.
4. Tevbe ve Arınma: Günah işlemek, insanın kalbini karartabilir. Ancak Allah’ın rahmeti geniştir. Samimi bir tevbe ile kalbini temizleyen kişi de kalb-i selîm sahibi olabilir. Örneğin, bir günahkâr, pişmanlık duyup Allah’a yönelerek hayatını düzeltirse, Allah onun kalbini arındırır.
Günümüz Hayatına Uygulaması
1. Samimiyetle İbadet: İbadetlerimizi gösteriş için değil, yalnızca Allah için yapmalıyız. Örneğin, namaz kılarken çevredeki insanların takdirini değil, Allah’ın rızasını aramalıyız.
2. Kötü Duygulardan Uzak Durmak: Başkalarına karşı haset ve kin duymamak, affedici ve hoşgörülü olmak, kalb-i selîmin işaretlerindendir.
3. Dünya Malına Fazla Bağlanmamak: Kazanç ve başarı hedeflenebilir; ancak bunlar hayatın amacı haline gelmemelidir. Dünya, Allah’a yakınlaşmak için bir araçtır, amaç değil.
4. Tevbe ve Dua: Her gün kalbimizi gözden geçirmeli, hatalarımız için Allah’tan af dilemeliyiz. Örneğin, sabah ve akşam zikirleriyle kalbimizi tazelemek bu konuda önemlidir.
Sonuç olarak, Şuara 89. ayeti, dünya hayatının geçiciliğini ve ahiret hayatının önemini hatırlatarak, insanın kalbini Allah’a adaması gerektiğini öğretir. Saf ve temiz bir kalp, kişinin cennete ulaşmasındaki en temel araçtır.