İNGİLİZİN İSLAM DÜŞMANLIĞI

İNGİLİZİN İSLAM DÜŞMANLIĞI

İngilizlerin İslam düşmanlığı M. Sıddık gümüş. ün kitabında ibretli olan paragraflar ve kitabın özeti nedir?

  1. Sıddık Gümüş, İslami konularda yazdığı eserlerle tanınan bir yazardır. **”İngilizlerin İslam Düşmanlığı”** adlı kitabı, İslam’a ve Müslümanlara karşı tarih boyunca İngilizler tarafından sürdürülen düşmanca tutumları ve politikaları ele almaktadır. Yazar, kitabında özellikle İngiltere’nin sömürgecilik döneminde İslam dünyasında izlediği stratejilere, Müslüman topluluklar üzerinde uyguladığı baskılara ve İslam’a zarar verme çabalarına değinir.Kitabın ana temasını, İngilizlerin İslam’ı ve Müslüman toplumları zayıflatma amacıyla geliştirdikleri siyasi ve sosyal stratejiler oluşturur. Yazar, İngilizlerin İslam coğrafyasında fitne çıkarmak için başvurduğu yolları ve bu süreçte nasıl bir “böl ve yönet” politikası izlediklerini örneklerle açıklar. Ayrıca, İslam dünyasında İngiliz ajanlarının faaliyetlerinden, İslam’ın ve Müslümanların hedef alınarak oluşturulan propagandalardan bahseder.

    ### İbretli Paragraflar

    Kitaptan bazı dikkat çekici ve ibretlik noktalar şunlardır:

    1. **Sömürgecilik ve Din Kullanımı**: İngilizlerin, Müslüman toplumlar üzerindeki etkilerini artırmak için sömürgecilik döneminde dini kullanmaları, Müslümanları bölmek için reformcu hareketleri desteklemeleri ve mezhep çatışmalarını körüklemeleri.

    2. **Ajanlık Faaliyetleri**: İngiliz ajanlarının İslam ülkelerinde fitne çıkarmak ve Müslüman liderleri itibarsızlaştırmak için gerçekleştirdikleri çeşitli operasyonlar. Yazar, ajanların Müslüman kılığına girerek toplumları içeriden zayıflatma çabalarına dikkat çeker.

    3. **Propaganda ve Medya**: İngilizlerin, Müslümanlara ve İslam’a karşı Batı medyasında yürüttüğü karalama kampanyaları. Kitapta, özellikle İslam’ın terörle ilişkilendirilmesine yönelik medya çalışmalarına vurgu yapılır.

    4. **Hilafetin Yıkılması**: İngilizlerin, İslam dünyasını bir arada tutan en önemli siyasi otorite olan Osmanlı Hilafeti’ni zayıflatma ve yıkma çabaları. Bu bölümde, hilafetin ortadan kaldırılması için yürütülen planlar ve uygulamalar ayrıntılı şekilde ele alınır.

    ### Kitabın Özeti

    Kitap, İngilizlerin İslam dünyasına yönelik düşmanlığını tarihsel ve siyasi perspektiflerden inceler. Özellikle Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci, Müslüman toplumların bağımsızlık mücadeleleri ve modern dönemde İslam’a yönelik batılı saldırılar üzerinden değerlendirmeler yapar. Yazar, İslam’ı hedef alan stratejik hamlelerin sadece askeri ya da siyasi değil, aynı zamanda kültürel ve dini boyutlarının da olduğunu savunur. İngilizlerin, Müslüman coğrafyalar üzerinde uyguladıkları “böl ve yönet” politikaları, yerel işbirlikçiler ve ajanlar aracılığıyla yürütülen İslam karşıtı faaliyetler detaylı bir şekilde açıklanır.

    M. Sıddık Gümüş, eseriyle İslam dünyasındaki Müslümanlara bir uyarı niteliği taşıyan mesajlar vermeyi amaçlar. Batı’nın özellikle İngiltere’nin tarihsel ve güncel İslam karşıtı politikalarının farkında olunması gerektiğini belirtir ve Müslümanları birlik ve beraberliğe davet eder.

    Kitap, İslam düşmanlığı konusunu ele alarak, Müslüman okuyuculara İslam’a yönelik tehditlerin farkında olmaları gerektiğini ve bu tehditlere karşı bilinçlenmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

    @@@@@@@

    İhsan Süreyya Sırma, Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerler adlı kitapta Özetle vurgulanan ve özet konu nedir?

    İhsan Süreyya Sırma’nın **”Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerler”** adlı kitabı, İngilizlerin tarih boyunca sömürgecilik faaliyetleri kapsamında misyonerleri nasıl bir araç olarak kullandıklarını ele alır. Kitap, misyonerlerin sadece dini yayma amaçlı değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda birer sömürü ajanı olarak görev yaptığını vurgular.

    ### Kitabın Özeti

    İhsan Süreyya Sırma, kitabında İngiliz misyonerlerinin özellikle Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ve İslam dünyasında yürüttüğü faaliyetleri detaylandırır. Yazar, İngiliz misyonerlerinin bölgedeki Müslüman toplulukları zayıflatmak, bölmek ve Batı’nın çıkarlarına hizmet etmek amacıyla dini kisve altında nasıl çalıştığını anlatır.

    **Ana Temalar: **

    1. **Misyonerlerin Asıl Amacı**: Kitap, misyonerlerin asıl amacının Hristiyanlığı yaymaktan ziyade, İngiltere’nin emperyal çıkarlarını korumak olduğunu savunur. Misyonerler, Hristiyanlık vaazları altında halkın zihnini şekillendirmeye, Batı kültürünü ve değerlerini yaymaya çalışmışlardır.

    2. **Osmanlı ve İslam Dünyası**: Misyonerlerin faaliyetleri özellikle Osmanlı topraklarında yoğunlaşmıştır. Yazar, İngiliz misyonerlerinin Osmanlı halkını bölmek için yürüttükleri çalışmaların altını çizer. Ermeniler, Kürtler, Araplar ve diğer azınlıklar arasında fitne ve ayrılık çıkarmaya yönelik bu çabalar, Osmanlı’yı zayıflatmak için bir araç olarak kullanılmıştır.

    3. **Eğitim ve Sağlık Kurumları**: Misyonerler, bölgeye nüfuz etmek amacıyla eğitim ve sağlık kurumları kurmuşlardır. Bu okullar ve hastaneler aracılığıyla yerel halk üzerinde etki kurmayı başarmış, aynı zamanda ajanlık faaliyetleri yürütmüşlerdir. Kitapta, bu kurumların nasıl Batı’nın siyasi çıkarlarına hizmet ettiği anlatılır.

    4. **Siyasi ve İstihbarat Faaliyetleri**: Misyonerler, dini vaazlar verirken aynı zamanda siyasi ajanlık görevlerini de yerine getirmişlerdir. Yerel halkın nabzını tutmuş, isyanları körüklemiş ve Batı devletlerine bilgi sağlamışlardır. Yazar, bu faaliyetlerin birçok Osmanlı toprağında büyük toplumsal ve siyasi karışıklıklara yol açtığını belirtir.

    5. **Böl ve Yönet Stratejisi**: Misyonerlerin faaliyetleri, İngilizlerin genel olarak Osmanlı ve İslam dünyasında izlediği “böl ve yönet” stratejisiyle uyumludur. Misyonerler aracılığıyla farklı etnik ve dini gruplar arasında nifak tohumları ekilmiş, böylece Batı emperyalizmi bölgedeki hakimiyetini sürdürmüştür.

    ### Kitapta Vurgulananlar

    – **Misyonerlerin Sözcüsü Oldukları Güçler**: Misyonerler, sadece dini liderler ya da Hristiyanlığı yaymaya çalışan kişiler değil, aynı zamanda emperyalist güçlerin temsilcileri olarak çalışmıştır.
    – **Eğitim ve Kültürel Emperyalizm**: Batı kültürünü ve Hristiyanlık değerlerini yaymak için kurulan okullar ve üniversiteler, bölgedeki yerli kültürleri ve dini inanışları zayıflatmayı amaçlamıştır.
    – **Müslümanların Uyanıklığı**: Yazar, Müslüman toplumlara misyonerlerin amaçlarının farkında olmaları gerektiğini, dini ve kültürel kimliklerine sahip çıkmalarını öğütler.

    ### Sonuç

    Kitap, İngiliz misyonerlerinin İslam dünyasında oynadığı kritik rolü anlamak için önemli bir kaynak niteliğindedir. İhsan Süreyya Sırma, tarihsel belgeler ve olaylar üzerinden, misyonerlerin aslında emperyalist politikaların bir parçası olduğunu ve bu faaliyetlerin sadece dini değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda yürütüldüğünü göstermeye çalışır. Kitap, sömürgecilik tarihine ve misyonerlik faaliyetlerinin arkasındaki gerçeklere ışık tutarak Müslümanların bu konuda bilinçlenmesini amaçlar.

    @@@@@@

    Murat Bardakçı, Şahbaba adlı kitapta İngilizler ile ilgili ne gibi bir tesbitte bulunmaktadır?

    Murat Bardakçı’nın **”Şahbaba”** adlı kitabı, İran’ın son Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin babası Rıza Şah Pehlevi’nin hayatını ve İran tarihindeki yerini ele alır. Kitapta İran tarihinin önemli bir dönemine ışık tutulur ve özellikle Rıza Şah’ın iktidara geliş süreci, yönetimi ve sonrasındaki gelişmeler ayrıntılı şekilde anlatılır.

    **İngilizlerle İlgili Tespitler**:

    Murat Bardakçı, **”Şahbaba”** adlı eserinde Rıza Şah Pehlevi’nin iktidara gelmesinde ve yönetiminde İngilizlerin oynadığı rolü ve İran üzerindeki etkilerini vurgular. Kitapta, Rıza Şah’ın başlangıçta İngilizlerin desteğiyle iktidara geldiği, ancak zamanla İngilizlerin politikalarına karşı çıkmaya başladığı ve bunun neticesinde İngiltere ile arasının açıldığı belirtilir. Bu sürecin sonunda, Rıza Şah’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Sovyet güçleri tarafından İran’a yapılan askeri müdahale ile tahttan indirildiği anlatılır.

    Bardakçı, İngilizlerin İran üzerindeki etkisini ve çıkarlarını sıkça vurgular. Özellikle, İran’ın stratejik konumu ve petrol zenginlikleri nedeniyle İngiltere’nin İran’daki siyasi gelişmelere yön vermeye çalıştığını ve bu amaçla hem Rıza Şah döneminde hem de sonrasında çeşitli müdahalelerde bulunduğunu belirtir. İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarını korumak amacıyla İran’daki liderleri ve politik gelişmeleri yakından takip ettiğini ve gerektiğinde müdahale ettiğini tespit eder.

    Sonuç olarak, Bardakçı’nın **”Şahbaba”** kitabında İngilizlerle ilgili en önemli tespit, İran üzerindeki büyük güçlerin, özellikle İngiltere’nin, ülkedeki iktidar değişiklikleri ve siyasi gelişmelerde kritik bir rol oynadığıdır. Rıza Şah’ın iktidara gelişinde ve düşüşünde İngiliz etkisi belirgin bir şekilde ortaya konur.

    Bak.
    https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0ngiliz+https://m.star.com.tr/yazar/dusmanimizi-taniyor-muyuz-yazi-1883383/

    @@@@@@

    İngilizlerin entrikaları ve bunun üzerine yazılmış kitaplar hangileridir?

    İngilizlerin tarih boyunca çeşitli bölgelerde yürüttüğü entrikalar, sömürge politikaları, siyasi oyunlar ve müdahaleler birçok tarihçi, yazar ve araştırmacı tarafından ele alınmıştır. Bu konuda çeşitli kitaplar, makaleler ve analizler yazılmıştır. Aşağıda, İngiliz entrikalarını konu alan önemli kitaplar ve bu eserlerin odaklandığı ana temalar bulunmaktadır:

    ### 1. **”Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerler” – İhsan Süreyya Sırma**
    – **Ana Tema**: İngiliz misyonerlerinin dini yayma amacı altında aslında birer siyasi ajan olarak kullanıldığı, bu misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu ve İslam dünyasında böl ve yönet politikaları çerçevesinde çalıştıkları anlatılır.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: Eğitim ve sağlık kurumları aracılığıyla kültürel emperyalizm, dini kisve altında siyasi ve istihbari faaliyetler.

    ### 2. **”İngilizlerin İslam Düşmanlığı” – M. Sıddık Gümüş**
    – **Ana Tema**: İngilizlerin, İslam dünyasına yönelik düşmanca politikalarını ele alır. Müslüman coğrafyaları bölme, İslam’ı zayıflatma çabaları ve Hilafeti yıkma girişimleri üzerinde durulur.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına yönelik İngiliz planları, İslam dünyasında fitne çıkarma ve ajanlar vasıtasıyla yürütülen operasyonlar.

    ### 3. **”Ortadoğu’da Oyun İçinde Oyun” – Taha Akyol**
    – **Ana Tema**: Osmanlı’nın son dönemlerinde İngilizler ve diğer Batı devletlerinin Ortadoğu üzerindeki politikaları. İngilizlerin bölgeyi nasıl şekillendirdiği, haritaları nasıl çizdiği ve ulus devletler oluşturduğu üzerine kapsamlı analizler yapılır.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: Sykes-Picot Anlaşması, Arap topraklarının paylaşımı, petrol yatakları üzerindeki mücadeleler ve İngilizlerin yerel güçleri kullanma stratejileri.

    ### 4. **”Şahbaba” – Murat Bardakçı**
    – **Ana Tema**: İran’ın modernleşme süreci, Pehlevi Hanedanı ve İngiliz etkisi. Özellikle Rıza Şah Pehlevi’nin iktidara gelişinde ve düşüşünde İngilizlerin oynadığı rolü inceler.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: Rıza Şah’ın İngiliz desteğiyle iktidara gelmesi, sonrasında İngilizlerin stratejik müdahaleleri ve İran’daki çıkarlarını koruma çabaları.

    ### 5. **”The Grand Chessboard” – Zbigniew Brzezinski**
    – **Ana Tema**: Küresel güç dengeleri ve büyük devletlerin jeopolitik stratejileri. Brzezinski, küresel satranç tahtasında ABD, İngiltere ve diğer büyük güçlerin nüfuz sahalarını genişletmek için oynadıkları oyunları detaylandırır.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngiltere’nin modern dönemdeki küresel politikaları, Ortadoğu ve Güney Asya’daki müdahaleleri ve siyasi manipülasyonlar.

    ### 6. **”The Real Story of the Bilderberg Group” – Daniel Estulin**
    – **Ana Tema**: Küresel güçlerin perde arkasında gerçekleştirdiği gizli toplantılar ve dünya siyasetine yön veren kararların nasıl alındığı üzerine bir inceleme.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngiltere’nin elit gruplar ve gizli cemiyetler üzerinden küresel stratejiler oluşturma çabaları, çeşitli ülkelerdeki siyasi olaylara müdahaleler.

    ### 7. **”Sykes-Picot: The Hidden Origins of the Modern Middle East” – James Barr**
    – **Ana Tema**: İngiliz ve Fransızların 1. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’yu nasıl paylaştıkları ve bölgeyi nasıl şekillendirdikleri.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngilizlerin Ortadoğu’da sınırları belirlerken yerel halkları nasıl kullandıkları, petrol ve stratejik yollar üzerinde kurdukları denetim.

    ### 8. **”The Secret History of British Intelligence in the Twentieth Century” – Gordon Thomas**
    – **Ana Tema**: İngiliz istihbaratının 20. yüzyılda yürüttüğü gizli operasyonlar ve entrikalar.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: MI6’nın dünya çapındaki operasyonları, İngilizlerin sömürge topraklarında ve Soğuk Savaş dönemindeki müdahaleleri.

    ### 9. **”A Peace to End All Peace: The Fall of the Ottoman Empire and the Creation of the Modern Middle East” – David Fromkin**
    – **Ana Tema**: Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma süreci ve İngilizlerin bu dönemde oynadığı rol. Özellikle İngilizlerin Ortadoğu’yu nasıl yeniden şekillendirdiği üzerinde duruluyor.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngilizlerin Osmanlı’nın dağılmasından sonra oluşturdukları yeni devletler ve liderler üzerindeki etkileri.

    ### 10. **”Jön Türklerin Siyasi Fikirleri ve İngiliz Siyaseti” – Mahir İz**
    – **Ana Tema**: Jön Türk hareketi ve İngilizlerin bu hareketi nasıl etkilediği, yönlendirdiği ve Osmanlı Devleti’nin siyasi yapısını zayıflatma politikaları.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngilizlerin Osmanlı’daki milliyetçi hareketleri ve Jön Türkleri kendi çıkarları doğrultusunda desteklemesi.

    Bu eserler, İngilizlerin farklı dönemlerde ve coğrafyalarda uyguladığı entrikaları, siyasi müdahaleleri ve manipülasyonları detaylandırarak okuyuculara derin bir bakış açısı sunmaktadır. Özellikle İngilizlerin sömürgecilik dönemindeki stratejik hamleleri ve bu hamlelerin uzun vadeli etkileri geniş bir yelpazede ele alınmıştır.

    @@@@@@

    İngilizlerin Türkiye üzerinde oynadıkları gizli oyunlar ve entrikaları nelerdir?

    İngilizlerin Türkiye üzerinde oynadığı gizli oyunlar ve entrikalar, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci boyunca etkili olmuştur. İngiltere, hem Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflatmak hem de bölgedeki stratejik çıkarlarını korumak için çeşitli siyasi, askeri ve diplomatik hamlelerde bulunmuştur. Aşağıda, İngilizlerin Türkiye üzerinde oynadıkları bazı önemli entrikalar ve gizli oyunlar yer almaktadır:

    ### 1. **Osmanlı’nın Zayıflatılması ve Dağılması**
    – **”Böl ve Yönet” Politikası**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nu uzun süre hem bir tehdit hem de bir fırsat olarak görmüştür. Osmanlı’nın stratejik toprakları (özellikle Ortadoğu ve Akdeniz bölgeleri) İngiliz çıkarları için kritik öneme sahipti. İngilizler, Osmanlı’yı zayıflatmak için **”böl ve yönet”** politikasını devreye sokarak imparatorluk içerisindeki farklı etnik ve dini grupları desteklemiş, bu gruplar arasında ayrılıkçı hareketleri teşvik etmiştir. Özellikle Araplar ve Ermeniler üzerinde bu stratejiyi uygulayarak, Osmanlı’nın içten çöküşünü hızlandırmayı hedeflemişlerdir.

    – **Ermeni Meselesi**: İngiltere, Osmanlı’ya karşı Ermeni milliyetçi hareketlerini ve bağımsızlık taleplerini desteklemiştir. Ermeni sorununun uluslararası platformlarda tartışılmasına katkıda bulunarak Osmanlı’yı uluslararası arenada zor duruma sokmuştur. Bu süreç, Osmanlı’nın iç istikrarını zayıflatmak amacıyla bir kaldıraç olarak kullanılmıştır.

    ### 2. **İngiltere’nin Sevr Antlaşması’ndaki Rolü**
    – **Sevr Antlaşması (1920)**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra Sevr Antlaşması’nın hazırlanmasında önemli bir rol oynamıştır. Antlaşmanın amacı, Osmanlı Devleti’ni tamamen parçalayarak kalan topraklarını da bölüşmekti. Özellikle İstanbul ve Boğazlar bölgesi ile birlikte Anadolu’nun büyük bir kısmının işgal edilmesi ve uluslararası kontrole verilmesi planlanıyordu. İngilizler, Anadolu topraklarının Yunanlar, Ermeniler ve diğer gruplar arasında bölüşülmesini destekleyerek Türkiye’nin tam anlamıyla kontrol altına alınmasını hedeflemiştir.

    ### 3. **Milli Mücadele Dönemindeki Müdahaleler**
    – **İstanbul’un İşgali ve Saltanatın Zayıflatılması**: İngilizler, 1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’u işgal ederek hükümeti ve padişahı kendi kontrolleri altına almaya çalışmışlardır. Bu süreçte Osmanlı Sultanı Vahdettin’i, İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda kullanarak Anadolu’daki direnişi zayıflatmaya çalışmışlardır. Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve diğer milli liderlerin başlattığı **Kurtuluş Savaşı**, İngilizlerin bu girişimlerine karşı önemli bir zaferle sonuçlanmıştır.

    – **Yunanistan’ı Destekleme**: Kurtuluş Savaşı sırasında İngiltere, Yunanistan’a büyük askeri ve ekonomik destek sağlamıştır. İngilizler, Yunan ordusunun Anadolu’yu işgal etmesiyle Türkiye’nin güçsüz kalmasını ve Batı’nın kontrolü altında olmasını hedeflemişlerdir. Yunan ordusunun yenilmesiyle bu plan başarısız olmuştur, ancak İngiltere’nin Türkiye’ye yönelik bu dolaylı müdahalesi önemli bir rol oynamıştır.

    ### 4. **Lozan Görüşmeleri ve Boğazlar Meselesi**
    – **Lozan Antlaşması (1923)**: İngiltere, Lozan görüşmeleri sırasında Türkiye’nin yeni sınırlarının belirlenmesinde ve özellikle Boğazlar Meselesi’nde stratejik çıkarlarını korumaya çalışmıştır. Boğazlar, İngiltere için büyük stratejik öneme sahip olduğundan, İngiltere bu bölgenin uluslararası kontrol altında olmasını istemiştir. Türkiye, büyük diplomatik çabalar sonucunda Boğazlar üzerinde kontrolü geri almış, ancak bu süreçte İngiltere’nin Türkiye’yi zayıflatma girişimleri öne çıkmıştır.

    ### 5. **Kürt Meselesi ve İngiliz Stratejileri**
    – **Kürt Ayrılıkçılığını Destekleme**: İngiltere, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Kürt meselesine de müdahil olmuştur. Özellikle 1920’lerde, Kürt ayrılıkçı hareketlerini destekleyerek Türkiye’yi içten zayıflatmayı amaçlamışlardır. İngiltere, Irak’ta kendi kontrolü altında bir Kürt devleti kurmayı ve Türkiye’nin güneydoğusunda benzer bir ayrılıkçılık hareketi çıkarmayı planlamıştır. Bu planlar uzun vadede etkili olmasa da İngiltere’nin Türkiye’ye karşı bir koz olarak Kürt meselesini zaman zaman gündeme getirdiği görülmüştür.

    ### 6. **Petrol ve Orta Doğu Üzerindeki Çıkarlar**
    – **Musul Sorunu**: 1920’lerde İngiltere, Türkiye ile Irak arasındaki **Musul Sorunu**nda büyük bir rol oynamıştır. Musul, zengin petrol yataklarına sahip bir bölgeydi ve İngiltere, Musul’un Türkiye’den ayrılarak Irak’a (İngiliz mandası altındaki bir bölgeye) katılmasını sağlamıştır. Bu süreçte İngilizler, Türkiye’nin zayıflığını kullanarak Musul üzerindeki hak iddialarını sonlandırmış ve bölgedeki petrol rezervlerini kontrol altına almıştır.

    ### 7. **Cumhuriyet Döneminde İngiliz Etkisi**
    – **Kemalizm ve Laiklik Üzerine Oyunlar**: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra İngiltere, yeni Türkiye’nin Batı ile entegrasyonunu destekler gibi görünse de, Türkiye’nin güçlü bir bölgesel güç olmasını engellemek için çeşitli politik hamlelerde bulunmuştur. Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasını önlemek amacıyla NATO ve Batı bloğu ile olan ilişkilerini pekiştirmiştir, ancak aynı zamanda Türkiye’nin laiklik ve modernleşme projelerini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır.

    ### 8. **Kıbrıs Sorunu**
    – **Kıbrıs’taki İngiliz Politikaları**: Kıbrıs, 20. yüzyılın ortalarında İngiltere’nin önemli bir askeri üssüne sahip olduğu bir bölgeydi. İngiltere, Kıbrıs’taki Türk ve Rum toplumları arasında yaşanan çatışmaları dengelemek ve kendi stratejik çıkarlarını korumak için çeşitli entrikalar çevirmiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında da İngiltere, Kıbrıs’taki çıkarlarını koruma adına diplomatik hamlelerde bulunmuş ve Türkiye’ye karşı çeşitli baskılar uygulamıştır.

    ### Sonuç

    İngilizlerin Türkiye üzerindeki entrikaları ve oyunları, özellikle Osmanlı’nın zayıflaması ve Cumhuriyet’in kuruluş döneminde belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu süreçte İngiltere, Türkiye’nin iç meselelerine ve bölgesel dinamiklerine sürekli müdahale ederek kendi çıkarlarını koruma amacını gütmüştür. **”Böl ve yönet” politikası, Osmanlı’yı zayıflatma çabaları, Kürt ve Ermeni meselelerinde oynanan oyunlar, Sevr ve Lozan antlaşmalarındaki diplomatik girişimler** İngiltere’nin Türkiye üzerindeki entrikalarının başlıca örnekleridir.

    @@@@@@

    İngilizlerin İslam dünyası üzerinde oynadıkları gizli oyunlar ve entrikaları nelerdir?

    İngilizler, İslam dünyası üzerinde uzun yıllar boyunca çeşitli entrikalar ve gizli oyunlar oynayarak bölgedeki çıkarlarını korumayı ve genişletmeyi hedeflemiştir. Bu entrikalar, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması ve dağılması sürecinde hız kazanmış, sömürgecilik dönemi boyunca ve sonrasında farklı stratejilerle devam etmiştir. Aşağıda, İngilizlerin İslam dünyası üzerinde oynadığı başlıca entrikalar ve gizli oyunlar sıralanmıştır:

    ### 1. **Osmanlı İmparatorluğu’nun Zayıflatılması**
    – **Arap İsyanları ve Bölme Politikası**: İngiltere, Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak amacıyla **”böl ve yönet”** stratejisini uygulamış ve Arap Yarımadası’ndaki milliyetçi akımları desteklemiştir. **1916 yılında Mekke Şerifi Hüseyin ile yapılan gizli anlaşmalar** (McMahon-Hüseyin Mektuplaşmaları), Arapların Osmanlı’ya karşı ayaklanmasını sağlamıştır. Bu süreçte İngiltere, Araplara bağımsızlık vaat ederken aslında kendi çıkarlarını ön planda tutmuştur. Araplar İngilizlerin desteğiyle Osmanlı’ya karşı ayaklanırken, İngiltere Sykes-Picot Anlaşması ile bölgenin kontrolünü Fransa ile paylaşmayı planlamıştı.

    – **Ermeni ve Kürt Sorunları**: Osmanlı’yı içeriden zayıflatmak amacıyla İngiltere, Osmanlı içerisindeki Ermeni ve Kürt unsurların bağımsızlık taleplerini desteklemiş ve bu grupların Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmasını teşvik etmiştir. Bu grupların desteğiyle Osmanlı Devleti’ni daha da zayıflatmayı hedeflemişlerdir.

    ### 2. **Hilafetin Kaldırılması**
    – **Hilafetin Yıkılması İçin Oynanan Oyunlar**: İngiltere, Müslüman dünyasının birlik sembolü olan **hilafeti** zayıflatmak ve ortadan kaldırmak için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Hilafet makamının İslam dünyası üzerindeki birleştirici etkisini ortadan kaldırarak, Müslümanları parçalamayı amaçlamıştır. İngilizlerin desteğiyle 1924’te Türkiye’de hilafetin kaldırılması, İslam dünyasında büyük bir boşluk yaratmış ve Müslümanların siyasi bir birlik etrafında toplanmalarını engellemiştir.

    ### 3. **Sykes-Picot Anlaşması ve Ortadoğu’nun Paylaşımı**
    – **Ortadoğu’nun Yapay Sınırlarla Bölünmesi**: 1916’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan **Sykes-Picot Anlaşması**, Osmanlı’nın çöküşünden sonra Ortadoğu’yu nasıl paylaşacaklarını belirleyen gizli bir antlaşmaydı. Bu antlaşma ile İngiltere ve Fransa, bölgeyi etnik ve dini farklılıkları göz ardı eden yapay sınırlarla böldü. Bu yapay sınırlar, Ortadoğu’daki istikrarsızlıkların ve çatışmaların temel sebeplerinden biri olmuştur. İngiltere, bu sınırları çizerken kendi stratejik çıkarlarını koruyacak şekilde hareket etmiştir; özellikle **Irak, Ürdün ve Filistin** gibi petrol zengini ve stratejik öneme sahip bölgeleri kontrol altına almıştır.

    ### 4. **Balfour Deklarasyonu ve Filistin Sorunu**
    – **İsrail’in Kuruluşu İçin Zemin Hazırlama**: İngiltere, 1917’de yayımlanan **Balfour Deklarasyonu** ile Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını resmen desteklemiştir. İngiltere, bu deklarasyonla hem Yahudi lobisini yanına almayı hem de Ortadoğu’da Batı çıkarlarına hizmet edecek bir devlet kurmayı amaçlamıştır. Filistin’de Yahudi göçünü destekleyerek Arapların tepkisini çekmiş ve Filistin sorununun temelini atmıştır. İngilizler, Filistin topraklarını Yahudi yerleşimcilere açarak bölgedeki Müslüman çoğunluğu zayıflatmayı hedeflemiş ve böylece Ortadoğu’da kalıcı bir gerilim yaratmıştır.

    ### 5. **Arap Dünyasında Kukla Devletlerin Kurulması**
    – **Kukla Liderlerin Yetiştirilmesi**: İngiltere, Osmanlı sonrası dönemde Arap dünyasında bağımsız devletler kurulmasına destek vermiş gibi görünse de, bu devletlerin başına genellikle İngiltere’nin kontrol edebileceği kukla liderler yerleştirmiştir. **Ürdün Kralı Abdullah, Irak Kralı Faysal** gibi isimler, İngiltere’nin desteğiyle tahta geçmiş ve İngiliz çıkarlarını koruyan liderler olmuştur. Bu liderler, İngiltere’nin Ortadoğu’daki stratejik çıkarlarına hizmet etmek üzere yönetilmişlerdir.

    ### 6. **İran’daki Müdahaleler**
    – **Rıza Şah ve Pehlevi Hanedanı**: İran’da İngiltere’nin entrikaları, Rıza Şah Pehlevi’nin iktidara gelmesinde açıkça görülür. Rıza Şah, İngiltere’nin desteğiyle İran’da Batı yanlısı bir yönetim kurmuş ve ülkenin zengin petrol kaynakları üzerinde İngilizlerin denetimini artırmıştır. Özellikle **Anglo-İranian Oil Company** aracılığıyla İngiltere, İran’ın petrol kaynaklarını kontrol etmiş ve ülkedeki Batı karşıtı hareketleri bastırmak için müdahalelerde bulunmuştur.

    – **Muhammed Musaddık’ın Devrilmesi**: 1951’de İran Başbakanı Muhammed Musaddık, İran petrollerini millileştirme girişiminde bulunduğunda, İngiltere buna karşı sert bir tepki göstermiştir. İngiltere ve ABD, 1953’te bir darbeyle Musaddık’ı devirmiş ve petrolün yeniden İngiliz kontrolüne geçmesini sağlamıştır. Bu müdahale, İran’da Batı karşıtlığını güçlendiren bir olay olarak tarihe geçmiştir.

    ### 7. **Kuzey Afrika’da İngiliz Entrikaları**
    – **Mısır ve Süveyş Kanalı Üzerindeki Kontrol**: İngiltere, **Süveyş Kanalı’nı** kontrol ederek bölgedeki stratejik deniz yollarını ele geçirmiştir. Mısır, uzun yıllar boyunca İngiltere’nin kontrolü altında kalmış ve İngilizler, Mısır’da **kukla liderler** aracılığıyla kendi çıkarlarını korumuştur. 1952’de Mısır’da General Cemal Abdül Nasır’ın liderliğinde gerçekleşen devrim, İngiltere’nin Mısır üzerindeki etkisini sona erdirse de Süveyş Kanalı üzerindeki entrikalar uzun süre devam etmiştir.

    ### 8. **Hindistan ve Pakistan’da Müslümanları Zayıflatma**
    – **Hint Alt Kıtası’nda Böl ve Yönet**: İngiltere, Hindistan’da Müslümanları ve Hinduları birbirine karşı kullanarak bölgeyi kontrol altında tutmuştur. Müslümanların siyasi ve ekonomik olarak zayıflamasını sağlamak için çeşitli entrikalara başvurmuşlardır. Özellikle **Hindistan’ın bağımsızlığı** sırasında, Müslümanların ayrı bir devlet kurmasını teşvik ederek Hindistan’ı bölmüş ve **Pakistan’ın** kurulmasına zemin hazırlamıştır. Ancak bu bölünme, Müslümanların uzun süre istikrarsızlıkla mücadele etmesine yol açmıştır.

    ### 9. **Afganistan ve İngiliz Oyunları**
    – **Büyük Oyun**: 19. yüzyılda İngiltere ve Rusya arasında Orta Asya ve Afganistan’da nüfuz mücadelesi yaşanmıştır. İngiltere, **Büyük Oyun** olarak bilinen bu süreçte, Afganistan üzerinde kontrol kurmaya çalışmış ve Rusya’nın bölgeye sızmasını engellemeye çalışmıştır. Afganistan’da çıkan iç karışıklıklar, İngiltere tarafından manipüle edilerek bölgedeki İngiliz hâkimiyeti güçlendirilmiştir.

    ### 10. **Gizli Cemiyetler ve İngiliz Ajanları**
    – **Misyonerler ve İstihbarat Faaliyetleri**: İngiltere, İslam dünyasında misyonerler aracılığıyla siyasi nüfuzunu genişletmiştir. **İngiliz misyonerleri**, sadece dini faaliyetler yürütmekle kalmamış, aynı zamanda istihbarat toplayarak İngiliz politikalarına hizmet etmişlerdir. Özellikle Osmanlı topraklarında kurulan misyoner okulları ve hastaneler, İslam dünyasında İngiltere’nin çıkarlarına hizmet eden kurumlar haline gelmiştir.

    ### Sonuç

    İngiltere’nin İslam dünyası üzerindeki entrikaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflatılması, yapay sınırlarla bölünmesi, vs…

    @@@@@

    İngilizlerin Osmanlı’nın yıkılışındaki rolleri nelerdir?

    İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışındaki rolleri, stratejik, diplomatik, askeri ve siyasi düzeyde çok geniş kapsamlı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde İngiltere, hem bölgesel çıkarlarını korumak hem de Osmanlı’yı zayıflatarak parçalamak amacıyla bir dizi plan ve girişimde bulunmuştur. Aşağıda, İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasındaki rolleri detaylandırılmıştır:

    ### 1. **Osmanlı’yı Ekonomik ve Askeri Olarak Zayıflatma**
    – **Borçlandırma ve Düyûn-u Umumiye**: 19. yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu, büyük ekonomik sorunlarla boğuşuyordu ve İngiltere gibi Batılı güçlerden borç almak zorunda kaldı. Bu borçlanma süreci Osmanlı’yı mali bağımlılığa sürükledi. 1881’de **Düyûn-u Umumiye İdaresi** kuruldu ve bu yapı, Osmanlı’nın dış borçlarının ödenmesi için gelir kaynaklarını doğrudan kontrol etmeye başladı. İngiltere bu süreçte mali kontrol mekanizmasını kullanarak Osmanlı ekonomisini daha da zayıflattı ve imparatorluğun iç işlerine müdahale etme imkanı buldu.

    – **Donanma ve Ordu Üzerindeki Etki**: Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılda askeri açıdan modernleşmeye çalışırken İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinden silah, teknoloji ve eğitim desteği almak zorunda kaldı. Ancak bu modernizasyon çabaları, Osmanlı’nın askeri gücünü bağımsız bir şekilde geliştirmesine izin vermedi. İngiltere’nin bu konuda oynadığı rol, Osmanlı ordusunu modernleştirmekten ziyade onun Avrupa’ya bağımlı hale gelmesine neden oldu.

    ### 2. **Arap Yarımadası’ndaki Ayrılıkçı Hareketlerin Desteklenmesi**
    – **Arap Milliyetçiliğinin Teşvik Edilmesi**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap topraklarındaki etkisini zayıflatmak amacıyla Arap milliyetçiliğini destekledi. **Mekke Şerifi Hüseyin** ile yapılan gizli görüşmeler ve anlaşmalar, Arapları Osmanlı’ya karşı isyan etmeye teşvik etti. **1916 Arap İsyanı**, İngiltere’nin maddi ve askeri desteğiyle gerçekleşti ve Osmanlı’nın Arap topraklarındaki kontrolünü kaybetmesine yol açtı. Bu isyan, Osmanlı’nın bölünme sürecini hızlandırdı.

    – **Lawrence of Arabia**: İngiliz istihbarat subayı **T.E. Lawrence** (Lawrence of Arabia), Arap isyanında önemli bir rol oynamıştır. Lawrence, Arap liderleri organize ederek ve Osmanlı karşıtı direnişi yönlendirerek Osmanlı’nın bölgedeki etkisini kırmayı başarmıştır. Bu süreçte İngiltere, Arap topraklarını kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeyi ve Osmanlı’ya karşı kullanmayı başarmıştır.

    ### 3. **Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın Yenilgiye Sürüklenmesi**
    – **İtilaf Devletleri ile Osmanlı’nın Karşı Karşıya Gelmesi**: Osmanlı İmparatorluğu, **Birinci Dünya Savaşı’na** Almanya’nın yanında dahil oldu. İngiltere, bu savaşı Osmanlı’yı yıkmak için büyük bir fırsat olarak gördü. İngiltere, **Çanakkale Cephesi**, **Ortadoğu ve Filistin Cepheleri** gibi önemli savaş cephelerinde Osmanlı’ya karşı savaştı ve bu cephelerde Osmanlı’yı ağır kayıplara uğrattı. Savaş, Osmanlı’nın zaten zayıflamış olan ekonomik ve askeri yapısını tamamen çökertecek düzeyde etkili oldu.

    – **Osmanlı Topraklarının Paylaşılması**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta yenilmesinin ardından topraklarını paylaşma planları yaptı. 1916’da Fransa ile imzaladığı **Sykes-Picot Anlaşması**, Osmanlı topraklarının İngiltere ve Fransa arasında nasıl bölüşüleceğini belirleyen gizli bir anlaşmaydı. Bu anlaşma ile İngiltere, **Filistin, Ürdün ve Irak** gibi stratejik bölgeleri kontrol etmeyi amaçladı. Bu, Osmanlı’nın bölünmesinin planlandığı en önemli adımlardan biri oldu.

    ### 4. **Sevr Antlaşması ve Osmanlı’nın Parçalanması**
    – **Sevr Antlaşması (1920)**: Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İtilaf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen bölme ve etkisiz hale getirme amacıyla **Sevr Antlaşması’nı** Osmanlı Devleti’ne dayattı. Bu antlaşma, Osmanlı topraklarının büyük bir kısmının yabancı güçler ve azınlık gruplar arasında paylaşılmasını öngörüyordu. İngiltere, bu süreçte Boğazların kontrolünü uluslararası bir komisyona devretmeyi ve **İstanbul** dahil Osmanlı’nın stratejik bölgelerini doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol etmeyi amaçladı. Sevr Antlaşması, Osmanlı’nın siyasi olarak sona erdirilmesi anlamına geliyordu, ancak **Kurtuluş Savaşı** ile bu plan başarısız oldu.

    ### 5. **Ermeni ve Kürt Ayrılıkçı Hareketlerinin Desteklenmesi**
    – **Ermeni Meselesi**: İngiltere, Osmanlı topraklarındaki Ermeni ayrılıkçı hareketlerini ve Ermeni milliyetçiliğini destekledi. Özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru Ermeni milliyetçiliği, Batılı güçler tarafından Osmanlı Devleti’ne karşı bir araç olarak kullanıldı. İngiltere, Ermeni sorununun uluslararası gündeme taşınmasına katkıda bulunarak Osmanlı’nın iç işlerini zayıflatmayı ve Osmanlı’yı uluslararası alanda sıkıştırmayı hedefledi. Bu, Osmanlı’nın hem iç istikrarını bozdu hem de dış ilişkilerinde zorluklar yaşamasına neden oldu.

    – **Kürt Ayrılıkçı Hareketleri**: İngiltere, Osmanlı’nın dağılma sürecinde Kürt milliyetçiliğini de destekleyerek bölgede bir Kürt devleti kurulmasını teşvik etti. İngiltere, Kürtleri Osmanlı’ya karşı bir koz olarak kullandı ve bu bölgedeki ayrılıkçı hareketlerin gelişmesini sağladı. Ancak bu planlar uzun vadede başarısız olsa da Osmanlı’nın dağılma sürecinde etkili oldu.

    ### 6. **Lozan Görüşmeleri ve Yeni Türkiye’nin Kuruluşuna Müdahale**
    – **Lozan Antlaşması (1923)**: Kurtuluş Savaşı’nın ardından yapılan Lozan görüşmelerinde İngiltere, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının belirlenmesi ve Boğazlar üzerindeki egemenlik gibi konularda müdahil oldu. İngiltere, Lozan görüşmeleri sırasında Türkiye’nin gücünü sınırlamaya ve özellikle stratejik olarak önemli olan **Boğazlar ve Musul** üzerinde kontrol sağlamaya çalıştı. Türkiye, bu görüşmelerde İngiltere’nin taleplerine karşı direnerek bağımsızlığını korumayı başardı, ancak Musul meselesi gibi bazı konular İngiliz etkisiyle çözümsüz kaldı.

    ### 7. **İslam Dünyası ve Hilafetin Yıkılması**
    – **Hilafetin Zayıflatılması**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun dünya çapındaki Müslümanlar üzerindeki etkisini sona erdirmek için hilafeti zayıflatma ve kaldırma sürecine destek verdi. Osmanlı Padişahları’nın halife sıfatıyla İslam dünyasında siyasi ve dini liderlik iddiası, İngiltere gibi sömürgeci güçler için tehdit oluşturuyordu. Özellikle Hindistan ve Ortadoğu’daki Müslümanlar üzerindeki etkisini sınırlamak amacıyla İngiltere, hilafetin kaldırılmasına dolaylı destek verdi ve Osmanlı’nın İslam dünyasındaki birleştirici rolünün sona ermesini sağladı.

    ### 8. **Osmanlı’nın Sömürgecilik Karşıtı Mücadelesini Engelleme**
    – **Sömürgecilik Karşıtı Mücadelenin Bastırılması**: Osmanlı İmparatorluğu, İslam dünyasında sömürgeciliğe karşı duruşuyla da dikkat çekmiştir. İngiltere, bu direnci zayıflatmak için Osmanlı’yı sürekli olarak baskı altında tutmuş ve bölgedeki İslam dünyasında Osmanlı karşıtı hareketleri desteklemiştir. Özellikle Hindistan ve Mısır gibi İngiliz sömürgesi olan bölgelerde Osmanlı’nın etkisini kırmak için çeşitli politikalar uygulanmıştır.

    ### Sonuç

    İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasında ve nihai çöküşünde büyük rol oynamıştır.

    @@@@@@

    İngilizlerin İslam dinini yıkmak amacıyla din kisvesiyle altında yetiştirdiği ve yerleştirdi kişiler ve yaptığı planlar nelerdir?

    İngiltere, İslam dünyasında kendi çıkarlarını korumak ve genişletmek amacıyla, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı dönemden itibaren dini ve kültürel yapılar üzerinde çeşitli stratejiler geliştirmiştir. İngilizler, İslam’ı zayıflatma ve bölgedeki Müslümanları kontrol etme amacıyla farklı taktikler kullanmışlardır. Bu süreçte **din kisvesi altında** yetiştirilen ve görevlendirilen kişiler, kurulan cemiyetler ve yapılan planlar, İslam dünyasında ciddi etkiler bırakmıştır. İşte İngilizlerin bu yöndeki başlıca planları ve kişileri:

    ### 1. **Vehhabilik Hareketinin Desteklenmesi**
    – **Muhammed bin Abdülvahhab ve Vehhabilik**: 18. yüzyılın ortalarında **Muhammed bin Abdülvahhab** tarafından başlatılan Vehhabilik hareketi, İslam’ın selefi bir yorumunu benimseyen ve Osmanlı yönetimine karşı çıkan bir akım olarak gelişmiştir. İngiltere, bu hareketi Osmanlı İmparatorluğu’nun İslam dünyasındaki dini otoritesine karşı bir araç olarak kullanmıştır. **Suudi Arabistan’ın kurucusu İbn Suud** ile yapılan ittifaklar sayesinde İngiltere, Vehhabilik hareketini desteklemiş ve bu hareketin Arap yarımadasında yayılmasını sağlamıştır.

    Vehhabilik, Osmanlı’nın İslam dünyasındaki dini liderliğini zayıflatmak ve bölgedeki birliği bozmak amacıyla kullanıldı. Bu hareket, İslam dünyasında hilafet ve Osmanlı yönetimine karşı muhalefet oluşturarak, Müslümanların birliğini kırmayı hedeflemiştir.

    ### 2. **Misyoner Faaliyetleri ve Eğitim Kurumları**
    – **İngiliz Misyoner Okulları**: İngiltere, Osmanlı topraklarında misyonerler aracılığıyla eğitim ve sağlık alanlarında çeşitli faaliyetler yürütmüştür. Misyoner okulları, özellikle azınlıkların yoğun olduğu bölgelerde açılmış ve bu okullar aracılığıyla Batı kültürü ve Hristiyanlık propagandası yapılmıştır. Bu okullar, yerel halk arasında Osmanlı’ya ve İslam’a karşı bir tepki oluşturmayı hedeflemiş ve Müslümanların Batı kültürüyle etkileşimlerini artırmıştır. Misyonerler, aynı zamanda Osmanlı topraklarında istihbarat toplama ve İngiltere’nin bölgedeki siyasi amaçlarını ilerletme görevini üstlenmiştir.

    – **İngiliz Misyonerleri ve Propaganda**: Misyonerler aracılığıyla, İslam’ın Batı karşıtı bir tehdit olduğu iddiaları yayılmış ve bu durum, İngiltere’nin sömürgeci politikalarını meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Aynı zamanda bu misyonerler, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflatılması ve Müslüman toplumların Batı kültürüne entegre edilmesi amacıyla bölgedeki sosyal ve dini yapıları bozmayı hedeflemiştir.

    ### 3. **Şeyhü’l-İslamlık ve Dini Liderlik Üzerindeki Etki**
    – **Dini Liderlerin Etki Altına Alınması**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde dini liderler ve Şeyhü’l-İslamlık makamı üzerinde etkili olmaya çalışmıştır. Özellikle Osmanlı’nın parçalanma sürecinde İngiliz ajanları, dini liderlerle yakın temas kurarak, onların İngiliz çıkarlarına hizmet eden fetvalar vermesini sağlamaya çalışmıştır. Bu süreçte, dini otoriteler aracılığıyla Osmanlı toplumunda kafa karışıklığı ve ayrışma yaratılmak istenmiştir.

    ### 4. **Kadıyanilik Hareketi**
    – **Mirza Gulam Ahmed ve Kadıyanilik**: 19. yüzyılda İngiliz Hindistan’ında ortaya çıkan **Kadıyanilik (Ahmediye Hareketi)**, İslam’ın geleneksel öğretilerine aykırı iddialar öne süren bir dini hareket olarak bilinir. Kadıyanilik hareketinin kurucusu **Mirza Gulam Ahmed**, kendisinin Mehdi olduğunu iddia etmiş ve İslam’ın yeniden yorumlanması gerektiğini savunmuştur. İngilizler, bu hareketi desteklemiş ve Hindistan’daki Müslümanları bölmek amacıyla kullanmıştır. Kadıyanilik, özellikle İngiliz sömürge yönetimi altındaki Hindistan’da Müslüman toplum içinde büyük bir bölünmeye yol açmıştır.

    Bu hareket, İngiltere’nin İslam dünyasında çıkardığı mezhep farklılıklarını derinleştirme ve Müslümanları dini olarak zayıflatma stratejisinin bir parçası olarak görülmektedir. Kadıyanilik, Hindistan’daki Müslümanların birliğini bozmuş ve İngiliz sömürgeciliğinin amaçlarına hizmet etmiştir.

    ### 5. **Orta Doğu’da Kukla Yönetimlerin Desteklenmesi**
    – **Ürdün ve Irak’ta Kukla Liderler**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından Orta Doğu’da kukla yönetimler kurarak bu bölgeleri kontrol etmeye çalışmıştır. **Ürdün Kralı Abdullah ve Irak Kralı Faysal**, İngiltere’nin desteğiyle başa geçen liderlerdi. Bu liderler, İngiliz çıkarlarına hizmet eden, Batı’ya yakın duruş sergileyen isimlerdi. İngiltere, bu liderler aracılığıyla İslam dünyasındaki siyasi yapıları kontrol altında tutmayı başarmış ve Müslüman toplumları bölerek zayıflatma stratejisini sürdürmüştür.

    ### 6. **Sykes-Picot Anlaşması ve İslam Dünyasının Bölünmesi**
    – **Yapay Sınırlarla Müslümanların Bölünmesi**: 1916’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan **Sykes-Picot Anlaşması**, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından İslam dünyasında yapay sınırlarla bölünmüş yeni devletlerin kurulmasını öngörüyordu. Bu anlaşma, Arap topraklarının İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasını sağlamış ve Müslüman halkları birbirinden koparmıştır. Bu sınırlar, etnik ve mezhepsel farklılıkları göz ardı ederek oluşturulmuş ve İslam dünyasında kalıcı sorunların temelini atmıştır.

    İngiltere, bu anlaşma ile İslam dünyasını küçük, zayıf ve birbirine düşman devletler haline getirerek Müslümanların bir araya gelmesini engellemeyi amaçlamıştır. Bu süreçte bölgesel liderler İngiltere’nin kontrolü altına alınmış ve Batı çıkarlarına hizmet eden yönetimler oluşturulmuştur.

    ### 7. **Balfour Deklarasyonu ve Filistin Sorunu**
    – **Yahudi Devletinin Kurulması İçin Zemin Hazırlama**: 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanı **Arthur Balfour** tarafından yayımlanan **Balfour Deklarasyonu**, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını resmen desteklemiştir. İngiltere, bu deklarasyonla İslam dünyasında Filistin sorununun temelini atmış ve Müslümanlar arasında büyük bir çatışmaya neden olmuştur. Filistin’de Yahudi yerleşimcilerin göçünü destekleyerek, bölgedeki Müslüman nüfusu zayıflatmış ve Müslümanlar arasında bir iç karışıklık yaratmıştır.

    Bu plan, İngiltere’nin İslam dünyasında uzun vadeli bir gerilim yaratma stratejisinin bir parçası olarak görülmektedir. İngiltere, Yahudi göçünü teşvik ederek, Müslümanların Filistin üzerindeki haklarını zayıflatmış ve bölgedeki Müslümanlar arasında bölünme ve çatışma çıkarmıştır.

    ### 8. **İslam Karşıtı Propaganda ve Medya**
    – **Müslümanları Aşağılayan Yayınlar**: İngiltere, Batı dünyasında İslam karşıtı propagandayı artırmak için medya ve basın organlarını kullanmıştır. Müslümanların geri kalmış, fanatik ve tehdit oluşturduğu yönündeki propagandalar, İngiliz kamuoyunda ve Batı dünyasında Müslümanlara karşı olumsuz bir algı oluşturmuştur. Bu tür yayınlar, İslam dünyasındaki Batı karşıtı direnişi zayıflatma ve Batı’nın İslam dünyasına müdahalesini meşrulaştırma amacı taşımıştır.

    ### Sonuç

    İngiltere, İslam dünyasında din kisvesi altında çeşitli hareketleri destekleyerek ve İslam’ın içindeki farklılıkları derinleştirerek Müslümanları bölmeyi hedeflemiştir. Vehhabilik, Kadıyanilik gibi mezhep hareketlerinin teşvik edilmesi, kukla yönetimlerin kurulması, misyoner faaliyetleri ve İslam karşıtı propaganda bu stratejinin bir parçasıdır. Bu planlar, İslam dünyasında kalıcı bölünmelere ve çatışmaların fitili i ateşlemiştir.

 

Loading

No ResponsesEylül 12th, 2024

İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALARI

İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALARI

 

İslam hukukunda kısas olayı nasıl ve hangi durumda uygulanır?


İslam hukukunda **kısas**, “mukabele” veya “misilleme” anlamına gelir ve cezalandırma ilkesini ifade eder. Kısas, özellikle **kasten adam öldürme** veya **bedene zarar verme** gibi suçlar için uygulanır. Bu ilkenin temel amacı, adaletin sağlanması ve suçlunun işlediği suçun benzeri bir cezayla karşılık bulmasıdır.

Kısasın uygulanması belirli şartlara bağlıdır:

### 1. **Kasten Adam Öldürme (Katil): **
Kısas, kasten işlenen bir cinayet durumunda uygulanabilir. Suçlunun kasten birini öldürmesi durumunda, maktulün ailesi kısas talep edebilir. Yani katil, öldürdüğü kişiyle aynı şekilde cezalandırılır (öldürülür). Ancak maktulün ailesi, kısastan vazgeçip diyet (kan parası) talep etme hakkına sahiptir. Diyet ödenirse, kısas cezası uygulanmaz.

### 2. **Bedene Zarar Verme (Yaralama): **
Kısas, kasıtlı olarak bir kişinin vücuduna zarar verilmesi durumunda da uygulanabilir. Zarar gören kişinin uğradığı zarar aynı şekilde suçluya uygulanır. Örneğin, birinin bir uzvunu kesmek gibi bir zarar vermesi durumunda, suçlunun da aynı uzvunun kesilmesi gibi bir ceza uygulanabilir. Yine burada da zarar gören kişi affedebilir ve diyet talep edebilir.

### 3. **Kısasın Şartları: **
– **Kasıtlı bir suç** işlenmiş olmalıdır. Kazaen işlenen suçlarda kısas uygulanmaz, bu durumda diyet ödenir.
– Suçun kesin olarak ispat edilmesi gerekir. Tanıkların ifadesi veya somut delillerin bulunması önemlidir.
– Maktul veya mağdurun ailesi kısası talep etmelidir. Bu talep edilmediği takdirde diyet yoluna gidilebilir.
– Kısasın adil bir şekilde uygulanması gerekir. Kısas, intikam amacıyla değil, adaletin sağlanması için yapılır.

### 4. **Affetme ve Diyet: **
Kısas uygulamasında, mağdur tarafın suçluyu affetmesi İslam hukukunda büyük bir fazilet olarak kabul edilir. Mağdur taraf, suçluyu affedip diyet alabilir veya hiçbir karşılık beklemeden affedebilir. Bu, İslam’da merhamet ve bağışlamanın önemini vurgular.

### 5. **Kısasın Uygulanmama Durumları: **
– Suç kasıtlı değilse, yani kazaen bir ölüm veya yaralanma meydana gelmişse, kısas uygulanmaz. Bunun yerine diyet ödenir.
– Maktul veya mağdurun ailesi kısastan vazgeçerse, suçluya kısas uygulanmaz. Aile diyet isteyebilir veya suçluyu tamamen affedebilir.

Kısas, İslam ceza hukukunda adaletin sağlanması için getirilen bir ceza türüdür, ancak affetme ve merhamet daima teşvik edilen bir durumdur.

@@@@@@

İslam hukukunda hırsızlıktan dolayı el kesme nasıl ve hangi durumlarda uygulanır?

İslam hukukunda **hırsızlık suçu**, belirli şartlar altında cezai yaptırıma tabi tutulur ve bu cezaların en bilineni **el kesme cezasıdır**. Ancak, bu cezanın uygulanabilmesi için çok katı ve kesin şartlar vardır. Bu ceza, sadece ciddi ve belirli koşullar sağlandığında uygulanabilir.

### El Kesme Cezasının Uygulama Şartları

1. **Hırsızlık Suçunun Tanımı: **
– Hırsızlık, bir kimsenin **gizlice** başkasının malını izinsiz olarak alması anlamına gelir. Suçun gizli olarak işlenmesi önemlidir; aleni bir şekilde yapılan gasplar veya soygunlar hırsızlık sayılmaz ve el kesme cezası yerine farklı cezalar uygulanır.

2. **Çalınan Malın Değeri: **
– El kesme cezasının uygulanabilmesi için çalınan malın **nisap** miktarını aşması gereklidir. Bu nisap miktarı, yaklaşık olarak **bir dinar (4.25 gram altın) ** veya aynı değerde bir maldır. Küçük miktardaki malların çalınması durumunda el kesme cezası uygulanmaz.

3. **Malın Korunaklı Bir Yerde Bulunması: **
– Çalınan malın, sahibinin koruması altındaki bir yerden alınmış olması gerekir. Örneğin, bir ev, dükkân veya depo gibi korunaklı bir alandan çalınmış olmalıdır. Eğer mal açıkta veya korumasız bir yerde bırakılmışsa, bu durumda el kesme cezası uygulanmaz.

4. **Şahitlerin İfadesi veya İtiraf: **
– Hırsızlık suçunun ispatı, iki adil ve güvenilir şahidin olayı doğrulamasıyla ya da suçlunun suçu itiraf etmesiyle mümkündür. Yeterli delil olmadan bu ceza uygulanamaz.

5. **Suçun Kasıtlı ve Bilinçli Olarak İşlenmesi: **
– Hırsızın akıl sağlığı yerinde olmalı ve yaptığı eylemin farkında olmalıdır. Zihinsel engelli, küçük yaşta veya akli dengesi yerinde olmayan bir kişi hırsızlık yaparsa el kesme cezası uygulanmaz.

6. **Zorunlu İhtiyaç Durumu: **
– Eğer hırsızlık, bir kişinin **açlık** veya **zorunlu bir ihtiyaç** nedeniyle yapıldığı kanıtlanırsa el kesme cezası uygulanmaz. İslam hukukunda, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan birinin suçlu sayılmaması gerektiği kabul edilir.

7. **Hırsızlıkta Zor ve Baskı: **
– Hırsızlık, bir başkasının zorlaması veya baskısıyla yapılmışsa, el kesme cezası uygulanmaz. Failin iradesi dışında gerçekleştirdiği bir suçtan dolayı bu ceza verilmez.

### El Kesme Cezasının Uygulanmama Durumları:
– **Küçük Hırsızlıklar:** Nisap miktarının altında kalan mallar için bu ceza uygulanmaz.
– **Kıtlık Zamanı:** Toplumsal bir sıkıntı, kıtlık, ekonomik kriz gibi durumlarda yapılan hırsızlıklarda el kesme cezası genellikle uygulanmaz.
– **Hırsızlık Yapılan Malın Sahibi:** Eğer çalınan mal sahibine ait değilse, mesela kamu malıysa veya mülkiyeti belirsizse el kesme cezası uygulanmaz.

### El Kesme Cezasının Amacı ve Anlamı:
El kesme cezasının İslam hukukundaki amacı, toplumu hırsızlıktan caydırmak ve mal güvenliğini sağlamaktır. Ancak bu cezanın uygulanabilmesi için çok titiz bir değerlendirme yapılır ve yukarıda sayılan tüm şartların kesin olarak yerine getirilmesi gerekir. Ayrıca, hırsızlık yapan kişinin affedilmesi ya da tövbe etmesi durumunda da cezanın uygulanmayabileceği görüşü bazı İslam hukukçuları tarafından savunulur.

Özetle, el kesme cezası İslam hukukunda ağır bir ceza olarak yer alsa da, bu cezanın uygulanabilmesi için çok sıkı şartlar vardır ve genellikle merhamet, affetme ve toplumsal koşullar dikkate alınarak alternatif cezalar tercih edilir.

@@@@@@@

İslam hukukunda bir kişi hangi durumlarda mürted sayılır ve cezası nedir?

İslam hukukunda **mürted**, İslam dinini terk eden, yani **dinden dönen** kişi anlamına gelir. Mürtedlik, İslam dinini açıkça reddetmek, başka bir dine geçmek ya da inançsızlığı ifade etmek gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Mürtedliğin hem teolojik hem de hukuki sonuçları bulunmaktadır. Ancak, bu konu İslam hukukçuları arasında tartışmalı olup, mürtedin durumu ve cezası konusunda farklı yaklaşımlar mevcuttur.

### Mürted Sayılma Durumları

1. **İslam’ı Terk Etme (Apostazi):**
– Kişi, İslam dininden bilinçli ve iradi bir şekilde ayrıldığını beyan ederse, mürted sayılır. Bu, başka bir dine geçmek ya da inançsız olduğunu açıkça ifade etmekle gerçekleşebilir.

2. **İslam İnancını Reddetme veya Küfür:**
– İslam’ın temel inanç esaslarını, yani Allah’ın varlığı, peygamberlik, ahiret, namaz, oruç gibi ibadetleri inkâr etmek ya da bu esaslara alaycı bir şekilde yaklaşmak mürted sayılma sebebidir.

3. **Açıkça Küfre Neden Olan Söz ve Fiiller:**
– İslam hukukunda bazı sözler veya eylemler küfre neden olabilir. Örneğin, Allah’a, peygambere ya da Kur’an’a hakaret etmek, İslam’ın kutsallarına yönelik aşağılama ya da saygısızlık yapmak da mürtedliğe yol açabilir.

4. **Diğer Dinlere Geçme:**
– Bir Müslümanın başka bir dine (Hristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm, vs.) geçmesi ya da ateist olduğunu ilan etmesi de mürted olarak kabul edilmesine neden olur.

5. **Bilgilendirme ve Bilinç:**
– Bir kişinin mürted sayılması için eyleminin bilerek ve kasıtlı bir şekilde yapılmış olması gerekir. Cahilce ya da zorunlu koşullar altında (örneğin tehdit altında) yapılan sözler ya da eylemler mürtedlik olarak değerlendirilemez.

### Mürtedin Cezası

İslam hukukunda mürtedlik cezası konusunda farklı görüşler bulunsa da, klasik İslam hukuku kaynaklarına göre, mürtedliğin cezası genellikle ağırdır. Ancak, bu cezaların uygulanması için kesin şartlar bulunmaktadır.

1. **Tövbe ve Geri Dönme Fırsatı:**
– Çoğu İslam hukukçusu, mürted kişinin cezası uygulanmadan önce ona **tövbe etme ve İslam’a geri dönme** fırsatı verilmesi gerektiğini savunur. Genellikle üç gün süre verilir ve bu süre zarfında kişi İslam’a dönmeye davet edilir. Eğer kişi bu süre sonunda tövbe edip İslam’a geri dönerse, mürtedlik cezası uygulanmaz.

2. **Cezanın Türü:**
– Klasik İslam hukukuna göre, mürtedin cezası **ölüm** olarak belirlenmiştir. Bu ceza özellikle erkek mürtedler için geçerlidir. Kadın mürtedler için ise, bazı görüşlere göre, ölüm cezası yerine hapsedilme cezası uygulanabilir. Ancak kadının tövbe etmesi ve İslam’a geri dönmesi durumunda serbest bırakılabileceği belirtilir.

3. **Zorlayıcı Durumlar ve Affetme:**
– Bir kişinin mürted sayılması için, bu kararı zorla değil, kendi iradesiyle vermesi gerekir. Zorlayıcı veya tehdit edici durumlar (örneğin savaş ya da işkence altında yapılan inkârlar) mürtedlik olarak kabul edilmez. Ayrıca bazı İslam âlimleri, mürtedin affedilebileceği ya da cezadan muaf tutulabileceği görüşündedir.

### Mürtedlik Cezası Üzerine Farklı Görüşler

Mürtedlik cezası, İslam hukukunda tarihsel olarak önemli bir konu olsa da, günümüzde bu cezaların uygulanıp uygulanamayacağı konusunda İslam dünyasında farklı görüşler bulunmaktadır:

– **Klasik Görüş: ** Klasik fıkıh kitaplarında mürtedliğin cezası ölüm olarak belirtilmiştir. Ancak bu cezanın uygulanması, kişinin suçunun ispatlanması, tövbe teklif edilmesi gibi şartlara bağlıdır.

– **Modern Yaklaşımlar: ** Bazı modern İslam âlimleri, mürtedliğin dünyevi ceza gerektirmediğini, bunun ahirette Allah’ın vereceği bir cezaya konu olduğunu savunurlar. Bu görüşe göre, din özgürlüğü çerçevesinde insanların dini tercihlerine müdahale edilmemelidir.

– **İslam Ülkelerindeki Uygulamalar: ** Bazı İslam ülkeleri, mürtedlik suçunu hâlâ ağır cezalara tabi tutarken, birçok ülkede bu cezalar uygulanmamaktadır. Özellikle modern laik hukuk sistemine sahip Müslüman ülkelerde mürtedliğe dünyevi bir ceza verilmez.

### Özet

İslam hukukunda mürtedlik ağır bir suç olarak kabul edilir ve genellikle ölüm cezası ile cezalandırılır. Ancak mürtedin cezalandırılabilmesi için kişinin kasıtlı ve bilinçli bir şekilde İslam’dan döndüğünün kesin olarak kanıtlanması gerekir. Bununla birlikte, mürted kişiye tövbe ve İslam’a geri dönme fırsatı tanınır. Günümüzde mürtedlik cezası, İslam dünyasında tartışmalı bir konudur ve birçok farklı görüş bulunmaktadır.

@@@@@@

İslam hukukunda ihanet eden hainin cezası nedir?

İslam hukukunda **ihanet**, özellikle devlet, toplum ya da bir kimseye karşı sadakatsizlik ve güvenin ihlali anlamına gelir. İhanet çeşitli şekillerde olabilir: devlet sırlarını düşmana ifşa etmek, Müslüman toplumuna zarar vermek ya da anlaşmalara aykırı hareket etmek gibi. İhanet suçu, İslam hukukunda çok ciddiye alınan ve ağır cezalar öngörülen bir suçtur. Ancak, ihanetin türüne ve şartlarına bağlı olarak cezalar değişiklik gösterebilir.

### İhanetin Tanımları

1. **Devlete İhanet: **
– Devlete ihanet, savaş sırasında düşmana yardım etmek, devletin sırlarını ifşa etmek veya düşmanla işbirliği yapmak gibi eylemlerden oluşabilir. Bu tür ihanet, İslam hukukunda en ağır şekilde cezalandırılan ihanet türüdür.

2. **Bireysel İhanet: **
– Bir kişinin, başka bir kişi veya topluma karşı yaptığı ihanet de İslam hukukunda ihlal sayılır. Özellikle güven ve emanetin ihlali, bireysel ihanet olarak kabul edilir. Bu tür ihanet, daha çok ahlaki ve dini sorumluluklar bağlamında değerlendirilir.

3. **Anlaşma İhlali (Misak): **
– Bir kişi ya da devlet, yaptığı anlaşmalara sadık kalmadığında, bu da bir tür ihanet olarak görülür. Örneğin, bir savaş esnasında barış anlaşmasına riayet etmemek veya düşmanla yapılan bir anlaşmayı bozmak da ihanet sayılır.

### İhanetin Cezası

İslam hukukunda ihanetin cezası, işlenen ihanetin türüne ve ciddiyetine göre farklılık gösterir. En yaygın ihanet cezaları şu şekildedir:

1. **Devlete ve Topluma Karşı İhanet: **
– İslam hukukunda, özellikle savaş sırasında devlete ve topluma karşı yapılan ihanetin cezası çok ağırdır. Klasik fıkıh kaynaklarına göre, savaş zamanında düşmana yardım eden veya casusluk yapan kişi, ölüm cezası ile cezalandırılabilir.
– **Hainin Cezası: ** Devlete karşı işlenen büyük ihanetlerde, suçu ispatlanan kişinin cezası ölüm olabilir. Bu cezaya savaşta düşmana yardım eden casuslar ve ajanlar tabidir. Ayrıca malına el konulması veya hapis gibi cezalar da öngörülebilir.

2. **Bireysel İhanet: **
– Bireysel ihanet genellikle ahlaki bir suç olarak değerlendirilir. Bir kişinin, güvenilirliğini ve emaneti suistimal etmesi durumunda, daha çok sosyal kınama, itibar kaybı veya diyet (tazminat) gibi cezalar uygulanabilir.
– Bireysel düzeydeki ihanet suçlarında, özellikle mal veya cana zarar verme söz konusuysa, İslam hukuku tazminat (diyet) veya hapis cezası gibi cezalarla kişiyi cezalandırabilir.

3. **Anlaşma İhlali: **
– İslam hukukunda yapılan anlaşmalara sadakat çok önemlidir. Eğer bir devlet ya da birey, yaptığı bir anlaşmayı bozar ve bu ihanet sonucunda zarara yol açarsa, ihanet eden taraf cezalandırılır. Cezalar, anlaşmanın ciddiyetine ve bozulan anlaşmanın etkilerine göre değişiklik gösterebilir. Savaş zamanında anlaşma ihlali, ölüm cezası gibi ağır cezalarla sonuçlanabilir.

### İhanet ve İslam Hukukunda Affetme

İslam hukukunda ihanet suçu işleyen birinin affedilmesi de mümkündür. Özellikle bireysel ihanetlerde, zarar gören tarafın ihanet eden kişiyi affetmesi faziletli bir davranış olarak görülür. Ancak devlete karşı yapılan büyük ihanetlerde, affetme yetkisi devlete ya da yöneticiye aittir.

### Modern Yorumlar ve Uygulamalar

Günümüzde, İslam dünyasında ihanet suçları ile ilgili cezalar, modern ceza yasaları çerçevesinde değerlendirilmektedir. Birçok İslam ülkesinde devlete ihanet suçları, klasik İslam hukukundaki cezalar yerine, modern ceza hukukuna göre uygulanır. Bununla birlikte, bazı ülkelerde ihanet suçları hâlâ ağır cezalarla, hatta ölüm cezasıyla sonuçlanabilir.

### Özet

İslam hukukunda ihanet, devlete, bireylere veya anlaşmalara karşı sadakatsizlik anlamına gelir ve ihanetin türüne göre cezaları değişir. Devlete karşı ihanetin cezası genellikle çok ağır olup ölüm cezası ya da mal müsaderesi gibi cezalar içerir. Bireysel düzeydeki ihanetlerde ise daha çok tazminat ve itibar kaybı gibi cezalar uygulanır.

@@@@@

İslam hukukunda en ağır ceza tatbiki edilen suçlar hangileridir ve sebepleri nelerdir?

İslam hukukunda (fıkıh) **en ağır ceza** verilen suçlar, genellikle toplum düzenini, can ve mal güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden suçlardır. Bu suçlar için uygulanan cezalar, **”had cezaları”** olarak bilinir ve Kur’an-ı Kerim ve hadislerde açıkça belirtilmiştir. Had cezaları, sabit ve değişmez cezalardır, yani işlenen suçun belirli şartlar altında kesin bir cezası vardır.

İslam hukukunda en ağır cezalar şu suçlar için tatbik edilir:

### 1. **Zina Suçu**
– **Cezası: ** Bekârlar için **100 sopa**, evli kişiler için ise **recm (taşlanarak ölüm)** cezası.
– **Sebebi:** İslam’da aile yapısı ve toplumun ahlaki düzeni son derece önemlidir. Zina, bu yapıyı bozan, toplumsal ahlakı ve düzeni tehlikeye atan bir suç olarak kabul edilir. Evli bir kişinin zina yapması, topluma ve aile birliğine büyük zarar verdiği için cezaları çok ağırdır.
– **Uygulama Şartları: ** Zina cezasının uygulanabilmesi için dört güvenilir şahidin zina eylemini bizzat görmesi veya suçlunun kendi iradesiyle suçunu itiraf etmesi gerekmektedir.

### 2. **Hırsızlık Suçu**
– **Cezası: ** **El kesme**.
– **Sebebi:** Hırsızlık, toplumda mal güvenliğini tehdit eden bir suçtur. İnsanların mal varlıklarını koruma hakkı kutsal kabul edilir. Toplumda güvenliğin sağlanması için hırsızlık gibi suçların caydırıcı cezalarla engellenmesi amaçlanır.
– **Uygulama Şartları:** Hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için çalınan malın **nisap** miktarını (yaklaşık bir dinar değerinde) aşması, malın koruma altında bir yerden alınmış olması, suçu işleyen kişinin hırsızlığı bilinçli ve kasıtlı olarak yapmış olması gibi şartlar gereklidir.

### 3. **İçki (Sarhoş Edici Maddeler) Kullanımı**
– **Cezası:** **80 sopa**.
– **Sebebi:** Alkol ve diğer sarhoş edici maddeler, kişilerin akıl ve iradesini zayıflatarak ahlaki ve toplumsal bozulmalara yol açabilir. İslam’da akıl korunması gereken beş temel değerden (zaruriyat-ı hamse) biri olarak kabul edildiği için, bu maddelerin kullanımı yasaklanmış ve ağır cezalar getirilmiştir.

### 4. **İftira Suçu (Kazf)**
– **Cezası: ** **80 sopa**.
– **Sebebi: ** İftira, bir kişiye özellikle zina gibi ağır bir suç isnat ederek onun namusuna, onuruna zarar vermektir. İslam toplumunda kişilerin şeref ve haysiyetlerinin korunması çok önemlidir. Bu nedenle, iftiraya çok ağır cezalar uygulanır.
– **Uygulama Şartları: ** İftira atan kişinin ceza alabilmesi için suçu ispat edememesi veya yalancı şahitlik yaptığı durumlar olmalıdır.

### 5. **Adam Öldürme (Katil)**
– **Cezası:** **Kısas (misilleme olarak ölüm)** veya **diyet** (kan bedeli).
– **Sebebi:** İslam’da insan hayatı kutsaldır ve birinin hayatına kasıtlı olarak son vermek en ağır suçlardan biridir. Kısas cezası, adaletin sağlanması ve toplumda caydırıcılık oluşturmak için uygulanır. Ancak maktulün ailesi kısastan vazgeçip, diyet (tazminat) talep etme hakkına sahiptir.
– **Uygulama Şartları: ** Kasten adam öldürme durumlarında kısas uygulanır. Ancak maktulün ailesi affetme hakkına sahiptir.

### 6. **Devlete İhanet ve Yol Kesicilik (Hirâbe)**
– **Cezası: ** Duruma göre **ölüm, sürgün, çapraz el ve ayak kesme** gibi cezalar.
– **Sebebi: ** Hirâbe, toplumun güvenliğini tehdit eden, insanların can ve mal güvenliğini ortadan kaldıran bir suçtur. İslam hukukunda yol kesicilik, isyan, devlete ihanet veya terörizm gibi eylemler bu kapsama girer. Bu tür suçlar, toplumda kaos ve korku yaratacağı için en ağır cezalarla karşılık bulur.
– **Uygulama Şartları: ** Suçun doğrudan toplumun güvenliğini tehdit etmesi ve cana veya mala yönelik ciddi bir zarar vermesi gerekir.

### 7. **Mürtedlik (Dinden Dönme) **
– **Cezası:** **Ölüm cezası** (klasik fıkıhta).
– **Sebebi:** İslam’da mürtedlik, yani dinden dönme, toplumsal ve dini bir tehlike olarak kabul edilmiştir. Dinden dönen bir kişinin, İslam toplumu içinde fitne ve bozulmaya neden olacağı düşünülmüş ve bu nedenle ağır bir cezaya tabi tutulmuştur.
– **Uygulama Şartları: ** Klasik İslam hukukuna göre, mürted kişinin önce İslam’a dönmesi için üç gün süre verilir. Eğer kişi tövbe etmezse, ölüm cezası uygulanabilir. Ancak bu ceza günümüzde birçok İslam âlimi ve hukukçusu tarafından farklı şekillerde yorumlanmaktadır.

### Özet

İslam hukukunda en ağır cezalara tabi olan suçlar, toplumun temel değerlerini (can, mal, namus, akıl ve din) tehdit eden suçlardır. Bu suçlar için uygulanan ağır cezaların amacı, toplum düzenini korumak, suçları caydırmak ve adaleti sağlamaktır. Ancak bu cezaların uygulanması için kesin şartların sağlanması gerekmekte ve suçun kanıtlanması için yüksek bir ispat standardı aranmaktadır.

 

Loading

No ResponsesEylül 12th, 2024

DÜNYA BU ZULMÜ TAŞIMAZ VE TAŞIYAMAZ

DÜNYA BU ZULMÜ TAŞIMAZ VE TAŞIYAMAZ

Gerçekten dünya bu zulümleri, bunca zulümleri taşıyacak güç ve kuvvette değil.

Bu sabır küpü işi de değil.
Bunu bilen Yahudiler[1] ,kendilerince Armagedon[2] yani Tanrıyı kıyamete zorlamaktadırlar.

-“Küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azimdir ve rahmetin ref’ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hatta, deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, “İstirahatimizin selbine sebep oldular” diye rivayet-i sahiha vardır.”[3]


-Hadiste var ki: “Hatta deniz dibindeki balıklar dahi günahkar ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır” derler.
Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, masum hayvanlar da azap çekerler.”[4]

-Bunca zulümler, [5] büyük musibetlerin[6] celbine bir davetiyedir.

Dünyanın midesini bulandıracak çocuk ölümleri, masumların feryatları, Gazze’de olduğu gibi ayrım yapmadan herkesi toplu bir şekilde imha ve soykırıma uğratmanın sancısını dünya kaldıramaz.

Başını da döndürür, midesini de bulandırır, ölüm döşeğine de yatırır.

**************  

Son dönemlerde köpekler saldırganlaşıp önüne gelen çocuk yaşlı demeden parçalanması akla bazı şeyleri getiriyor,

Acaba bu hayvanlara verilen yemlerde mi bir problem var?
Nitekim bizde bulunan kediye verdiğimiz yaş mamadan sonra saldırganlaşabiliyordu.
Peki ya insanlara ne oluyor?
En küçük bir bahaneden dolayı saldırganlaşıp, adam öldürüyor.
Onunda yedikleri hazır yiyeceklerde mi bir problem var?
Sosyal hayat, TV, reklamlar, filimler, Dijital medya bu insanları esir alıp, kontrol mü ediyor?
Kontrolden mi çıkarıyor?
Psikopat bir toplum olduk.
Allah yardımcımız olsun.
Sahip olmadıklarımız değil, sahip olduklarımız bizleri yoldan çıkardı.
Dünyevileşme, bir anda her şeye sahip olma, zenginlik hırsı, doyumsuzluk, kolaycılık, liyakatsizlik, manevi yoksulluk, zayıf bir Allah ve ahiret inancı. Yıpratılan din ve aile yapısı.

Köksüzlük. Geçmiş ve tarihi bağlardan kopukluk. Genetik yapıda değişim ve bozukluk. Birbirine karışmış karışık nesiller. Başkaları tarafından sürülen tarlalar, bozuk ekinler ve büyüyen ve etrafı saran ayrık otları. Yabani ve yabancı aşı ve aşılamalar.
Gerçekten biz biz olup, bizde ve kendimizde kaldık mı?
Kayıp ve kaybedilen nesillerle karşı karşıyayız.
Allah neslimizi ve nefsimizi korusun.
-Betonlaşan bir dünyada, maddeleşen bir hayat girdabında seyrediyoruz.
Gözümüz kapalı, ışıklar sönük, kabuğuna hapsolmuş, medeni köleleriz.
Her birimiz bir tutkunun esiriyiz.
En zor harcanacak şeyi, en kolayca harcamaktayız.
Harcanmış ve harcanan nesilleriz.
Kıble değişmiş, mabetler başka, putlar icat edilmiş, putperest teresler artmış, cemiyetler farklı, her şey yabancı gibi.
Allah encamımızı ve serencamımızı hayretsin.

-Hak kuldan intikamını kul ile alır. Dini irfan bilmeyen bunu kul etti sanır.

MEHMET ÖZÇELİK

09-09-2024

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=Yahudi

[2] https://tesbitler.com/2015/01/02/abd-ve-abdnin-hristiyanlik-propagandasi-ve-armagedon/

[3] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/birden-ihtar-edilen-bir-mesele/49

[4] Et-Terib ve t-Terhib, 1:28; Hayatü l-Hayavanü l-Kübra, 1.381.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/bana-hizmet-eden-kucucuk-bir-risale-i-nur-talebesinin-coklar-namina/32

[5] https://tesbitler.com/index.php?s=Zul%C3%BCm

[6] https://tesbitler.com/index.php?s=Musibet

 

Loading

No ResponsesEylül 9th, 2024

EŞYADAKİ DEĞİŞİM

EŞYADAKİ DEĞİŞİM[1]

Her an değişimdeyiz.
“Külle yemin hüve fî şe’n”,

“O her an yaratma halindedir.”[2]
“Ve tilkel eyyamu nudaviluha beynen Nâs.”,

“O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz…”[3]
Allah her gün bir dünya götürüyor, bir dünya getiriyor.
Tüm bu değişimlerin Zamanla bir ilgisi vardır.[4]
Bir dursa her şey yok olacak.
Bir şeye iki kere tecelli etmemektedir.
EŞYADAKİ değişim, tecellideki değişimden ileri gelir.
Kayyumiyet hakikati ile sıkı bir ilgisi vardır.[5]
Kainat adeta bir Fabrika gibi işler.
Çocuğun oluşumu, Doğumu, büyümesi, yaşlanıp ölmesi hep bir seyir içerisindedir.

“Semâvat, ayaz, bulutsuz, yağmuru yağdıracak bir kabiliyette olmadığı gibi, arz da kup kuru, nebatatı yetiştirecek bir şekilde değildir. Sonra ikisinin de yapışıklıklarını izâle ve fetk ettik. Birisinden sular inmeye, ötekisinden nebatat çıkmaya başladı. Mezkûr âyetin ifade ettiği şu mânâya delâlet eden -2- âyet-i kerimesidir. Çünkü, hayvanî ve nebatî olan hayatları koruyan gıdalar ancak arz ve semânın izdivacından tevellüd edebilir.
….. Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun? Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her sene de bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun,haberin var mıdır? Belki her senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir. Bunu hiç düşünemiyorsun. Çünkü kafan boştur. Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce nümuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin. Doktora git, kafanı tedavi ettir.”[6]

@@@@@@

“O gün semâyı, kitap sayfalarını dürer gibi düreriz.”[7]
“O, gündüzü, peşi sıra kovalayan gece ile örter.” [8]
“İşte, tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler.”[9]

@@@@@@ 

Hareket halinde olan kâinat sürekli genişlemektedir.

“Göğü, gücümüzle Biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz.”[10]

Atomlardaki sürekli dönme gibi, kâinatta sürekli dönmektedir.

Böylece atomu büyülttüğünüzde kâinatta, kainatı küçültüp atom haline getirdiğinizde aynı sistem ve hareketi görürsünüz.

Allah’ın Sıfatlarının sürekliliği söz konusudur, Halık yani yaratıcı sıfatı gibi.

Allah sürekli yaratandır.

Zira Allah’ın zatı ezeli ve ebedi olduğu gibi, sıfatları da ezeli ve ebedidir.

                                                                      @@@@@@

İnsan ve kâinattaki sürekli değişim, varoluşun temel özelliklerinden biridir. Bu değişim hem fiziksel, hem biyolojik hem de metafizik düzeyde kendini gösterir ve İslami, felsefî ve bilimsel perspektiflerden ele alınabilir.

### 1. **İnsandaki Sürekli Değişim**:

   – **Fiziksel Değişim**: İnsan bedeni doğumdan ölüme kadar sürekli bir değişim içerisindedir. Büyüme, gelişme, yaşlanma, hücrelerin yenilenmesi ve ölmesi gibi biyolojik süreçler devamlı bir dönüşüm yaratır.

   – **Psikolojik ve Zihinsel Değişim**: İnsan zihni de sürekli gelişir ve değişir. Öğrenme, deneyim kazanma, duygusal durumlar, kişisel gelişim, dünya görüşü ve algılar zamanla dönüşür.

   – **Ruhsal ve Manevi Değişim**: Dini veya felsefi açıdan bakıldığında, insanın manevi yolculuğu da sürekli bir değişim sürecidir. Bu, kişinin ahlaki ve ruhsal gelişimini içerir. İnsanın ruhu, dünya tecrübeleri ve ahlaki seçimlerle olgunlaşır.

 

### 2. **Kâinattaki Sürekli Değişim**:

   – **Kozmik Değişim**: Evren sürekli bir genişleme ve değişim içindedir. Bilimsel açıdan bakıldığında, evrenin genişlemesi, galaksilerin oluşumu ve yok olması, yıldızların doğumu ve ölümü, kara deliklerin oluşumu gibi süreçler kozmik düzeyde değişimin bir parçasıdır.

   – **Döngüsel Doğa**: Gezegenler, mevsimler, okyanus akıntıları, rüzgarlar gibi doğal süreçler sürekli bir devinim ve döngü içerisindedir. Bu döngüler doğadaki dengeyi sağlar.

   – **Mikrokozmos**: Atomlar ve moleküller düzeyinde bile sürekli bir hareket ve enerji alışverişi vardır. Bu, maddeyi ve enerjiyi sürekli bir değişim içinde tutar.

 

### 3. **Metafizik ve Felsefi Bakış Açısı**:

   – **İslamî Perspektif**: İslam’da Allah’ın “El-Bedi” ve “El-Halik” gibi isimleri, O’nun yaratma ve yenileme gücünü ifade eder. Kâinattaki değişim, Allah’ın yaratma kudretinin ve hikmetinin bir yansıması olarak görülür. Her an her şeyin yeniden yaratılması ve sürdürülmesi, İslamî teolojide “teceddüd-ü emsal” kavramı ile ifade edilir.

   – **Felsefi Perspektif**: Herakleitos’un “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın” sözü, varoluşun sürekli değişim içinde olduğunu ifade eder. Bu görüşe göre, değişim varlığın en temel özelliğidir ve hiçbir şey sabit değildir.

 

Sonuç olarak, hem insan hem de kâinat sürekli bir değişim döngüsüne tabidir. Bu değişim, varoluşun sürekliliğini ve gelişimini sağlayan bir mekanizma olarak anlaşılabilir.

*************

“Evet, her gün her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, o geçici her bir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla ‌لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ‌ cümlesini binler defa tekrar ile o değişen perdelere ve âlemlere her birisine bir ‌لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ‌ ı lamba yaptığı gibi öyle de o kesretli, geçici perdeleri ve tazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-i hayatında in’ikas eden suretlerini çirkinleştirmemek ve lehinde şahit olabilen o misafir vaziyetleri aleyhine çevirmemek için o cinayetlerin cezalarını ve Padişah-ı Ezelî’nin şiddetli ve inatları kıran tehditlerini, her vakit Kur’an’ı okumakla tahattur edip nefsin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle Kur’an, gayet mu’cizane tekrar eder ve bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarla tehdidat-ı Kur’aniyeyi hakikatsiz tevehhüm etmekten şeytan bile kaçar. Ve onları dinlemeyen münkirlere cehennem azabı ayn-ı adalettir, diye gösterir.” Onuncu Mesele.

************

Kıssadan Hisse;

Nasrettin Hoca bir vakit eşeğini hava alsın diye, zar zor dama çıkarmış.

Bir müddet sonra “Yeter artık inme vakti” diye çekmiş eşeği, kan ter içinde kalmış Hoca, ama nafile. İnmemiş eşek bir türlü.

“Ne halin varsa gör “diye eşeği damda bırakıp  inmiş aşağı.

Oynama alanı bulan eşek, zıplamış durmuş damda.

Öyle zıplamış ki dam delinip aşağı düşüp ölmüş.

Akıbeti ibretle izleyen Hocamız hemen dersi çıkarmış tabi:

– “Demek ki eşeğin mertebesini yükseltirsen hem bulunduğu yere zarar veriyor hem de kendine…! “

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=cZhMIasUpb0&t=1s

[2] Rahman.29.

[3] Âl-i İmrân Suresi.140.

[4] https://tesbitler.com/2020/03/12/zamanda-yolculuk/

[5] https://tesbitler.com/2015/01/02/kayyum-ismi/

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mesnevi-i-nuriye/habbe/103

[7] Enbiyâ Sûresi: 104.

[8] A’râf Sûresi: 54.

[9] Yâsin Sûresi: 53.

[10] Zariyat.47.

Loading

No ResponsesEylül 9th, 2024

KULAK-KAFA VE KALB

KULAK-KAFA VE KALB[1]

İnsana ve insanın dünyasına giriş kapısı kulaktır.

Onun için insan her şeyi kulaktan alır veya öğrenir.
Veyahut ta kulaktan zehirlenir.
Peygamberlerden sağır yoktur ancak Yakup peygamber gibi görmeyen, Musa Peygamber gibi peltek var.
Bir ara başım döndü rahatsızlaştım.
Doktor iki kulağıma baktı, ikisinde de tıkanma var deyip, damla verdi. Rahatladım.
Bu durumu bir de ChatGpt de araştırdığımda Özetle şu çıktı.

@@@@@

Kulak, Beyin ve Kalp Arasındaki İlişki
Kulak, beyin ve kalp, insan vücudunun birbirine bağlı ve etkileşimli üç önemli organıdır. Bu üç organ arasındaki ilişki, karmaşık bir sinir sistemi ağı ve hormonsal etkileşimler sayesinde gerçekleşir.
Kulak, Beyin ve Kalp Arasındaki Bağlantının Önemi:
* Denge ve Koordinasyon: İç kulakta bulunan denge organları, beyne vücudun pozisyonu hakkında sürekli bilgi gönderir. Beyin bu bilgiyi kullanarak kaslara komutlar gönderir ve vücudun dengede kalmasını sağlar. Kalp atış hızının düzenlenmesi de bu denge mekanizmasıyla yakından ilişkilidir.
* Stres ve Duygular: Yüksek sesler, ani gürültüler veya hoş olmayan sesler, beyinde stres tepkisini tetikleyebilir. Bu durum kalp atış hızını artırır, kan basıncını yükseltir ve vücudu alarma geçirir.
* Uyku: Kulaklarımız, uyku düzenimizin düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. Gürültü, uyku kalitesini olumsuz etkileyerek kalp sağlığı ve genel sağlığı etkileyebilir.
* Müzik Terapisi: Müzik, beyindeki duygusal merkezleri ve ödül sistemini uyararak ruh halini iyileştirir. Bu durum kalp atış hızını düzenler, kan basıncını düşürür ve stresi azaltır.
* İşitme Kaybı ve Sağlık Sorunları: İşitme kaybı, yalnızlık, depresyon gibi psikolojik sorunlara yol açabilir. Bu durum, kalp hastalıkları, inme ve demans gibi sağlık sorunları riskini artırabilir.
Özetle:
Kulak, beyin ve kalp arasındaki ilişki, vücudun genel sağlığı için oldukça önemlidir. Kulak sağlığının korunması, beyin sağlığının korunması ve kalp sağlığının korunması birbirini tamamlayan faktörlerdir. Düzenli sağlık kontrolleri, sağlıklı yaşam alışkanlıkları ve işitme sorunlarının zamanında tedavi edilmesi, bu üç organ arasındaki dengeyi korumak için önemlidir.
Ek Bilgiler:
* Tinnitus (kulak çınlaması): Stres, yüksek tansiyon, kulak enfeksiyonları gibi birçok farklı nedenden kaynaklanabilir ve kalp sağlığı ile de ilişkilendirilebilir.
* Meniere hastalığı: İç kulağı etkileyen bir hastalık olup, baş dönmesi, işitme kaybı ve tinnitus gibi belirtilere neden olur. Bu hastalık, kalp ritmi bozuklukları gibi diğer sağlık sorunlarıyla da birlikte görülebilir.

@@@@@@@

Manevi olarak kulak, beyin ve kalb arasında ne gibi bir irtibat, yakınlık ve bağlılık, ilgi ve alaka var?

Manevi Açıdan Kulak, Beyin ve Kalp Arasındaki İrtibat
Manevi olarak kulak, beyin ve kalp; insanın ruhu, zihni ve kalbiyle yakından ilişkili üç önemli organ olarak görülür. Bu üç organ arasındaki etkileşim, insanın dünya ile olan bağlantısını, içsel deneyimlerini ve manevi gelişimini şekillendirir.
Kulak: Evrenin Sesini Dinlemek
* İlahi İşaretler: Manevi öğretilerde kulak, ilahi mesajları, iç sesleri ve evrenin ritmini duymak için bir araç olarak kabul edilir.
* Bilgelik Kaynağı: Dinleme eylemi, sadece sesleri duymakla kalmaz, aynı zamanda başkalarının deneyimlerini anlamak, bilgi edinmek ve bilgeliğe ulaşmak için bir kapıdır.
* Dönüşümün Aracı: İlahi sözlerin, müziklerin ve doğanın seslerinin dinlenmesi, insanın iç dünyasında dönüşümlere yol açabilir ve ruhsal bir uyanış sağlayabilir.
Beyin: Anlamları Yorumlamak ve Bilgeliği Üretmek
* Fikirlerin Merkezi: Beyin, duyular aracılığıyla alınan bilgileri işler, anlamlar üretir ve düşünceleri şekillendirir.
* İnanç Sistemleri: İnanç sistemleri, değerler ve dünya görüşü, beyinde şekillenir ve insanın davranışlarını yönlendirir.
* Sezgi ve İlham: Beyin, sadece mantıksal düşüncelere değil, aynı zamanda sezgilere, ilhama ve iç görüye de açık olabilir.
Kalp: Sevginin ve Bağlantının Merkezi
* Aşk ve Merhamet: Kalp, sevgi, şefkat ve merhamet gibi duyguların merkezi olarak kabul edilir.
* İçsel Bilgi: Kalp, bazen zihnin anlayamadığı şeyleri hissedebilir ve içsel bir bilgeliğe sahip olabilir.
* Evrensel Bağlantı: Kalp, insanı evrensel bir bütünün parçası olarak hissederek, diğer canlılarla ve evrenle bir bağ kurmasına yardımcı olur.
Üçlünün Birliği
Bu üç organın manevi açıdan bir araya gelmesi, insanın tam potansiyelini gerçekleştirmesine olanak tanır.
* Kulak dinler, beyin anlar, kalp hisseder: Bu üçlü bir araya geldiğinde, insan daha derin bir anlayışa, daha büyük bir bilgeliğe ve daha güçlü bir manevi bağlantıya ulaşabilir.
* Denge ve Uyum: Kulak, beyin ve kalp arasındaki denge ve uyum, içsel huzur ve mutluluk için önemlidir.
* Manevi Büyüme: Bu üç organın birlikte çalışması, insanın manevi olarak büyümesine ve gelişmesine katkıda bulunur.
Özetle:
Manevi olarak kulak, beyin ve kalp, insanın ruhani yolculuğunda birbirini tamamlayan önemli unsurlardır. Kulak, evrenin sesini dinlemek için bir kapıdır, beyin anlamları yorumlar ve bilgeliği üretir, kalp ise sevgi ve bağlantının merkezi olarak hizmet eder. Bu üç organın uyumlu çalışması, insanın daha bütünleşik ve anlamlı bir yaşam sürmesini sağlar.

***************   

“Lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vahime bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler.”


Kulak varsa, kulağa hitap edecek bir de dil gerekir. İnsanın kalbinin bir köşesinde bulunan lümme-i şeytan (şeytanın kürsüsü) ya da vehim duygusu, kulak ile ifade edilirken, şeytan da bu duyguları kullanan dil ile ifade ediliyor.

Şeytan insana şerleri telkinde bulunuyor, insanın nefis, vehim, şehvet ve öfke gibi duyguları da bu telkine kulak verip harekete geçiyorlar. Üstad Hazretleri bu münasebeti kulak ve dil şeklinde tasvir ediyor. Alıcı ve verici gibi; şeytan veriyor, o duygular da alıyor…

Kulak alıcı, dil vericidir.

@@@@@@

Gece namazına veya sabah namazına kalkmadan devamlı surette uyuyan kimse hakkında Resûl-i Ekrem (asm) kinâyeli bir ifadeyle “Öyleyse o adamın kulaklarına -veya kulağına- şeytan işemiştir.” buyurmak suretiyle, şeytanın o kimseyi hükmü altına aldığını, tuzağına düşürdüğünü, onun da bu hâlinden âdeta memnun olduğunu ve şeytanın tuzağından kurtulmaya niyeti bulunmadığını, şeytanın da kendisine bu kadar boyun eğen ve bir dediğini iki etmeyen bu şahsı iyice hafife alıp kendisiyle alay ettiğini anlatmak istemiştir.

Şüphesiz boş ve mânasız işlerle uğraşan, faydasız sözlerle oyalanan kimselerin kulağı, ilâhî sözleri ve ezan sesini duyamayacak kadar kirlenir. Ona meleğin sesinden çok şeytanın sesi ve telkini hoş gelir. Bunun sonucu olarak vaktinde uyanıp kalkamaz ve ibadetini en değerli zamanda yapamaz.

“Şeytanın kulağa işemesi” meselesinin mecâzî bir anlatım değil gerçek olduğunu düşünen âlimler de bulunmaktadır.

@@@@@

[1] https://www.youtube.com/watch?v=QcSmW8hS_KE&t=327s

Loading

No ResponsesEylül 8th, 2024

FİKREN- KALBEN- RUHEN İŞGAL VE KUŞATILMIŞLIK

FİKREN- KALBEN- RUHEN İŞGAL VE KUŞATILMIŞLIK

Fikren, kalben ve ruhen işgal edilmişler, kendisinin de, Gazze’nin de işgalini durduramazlar.

Kuşatılmış İslam ülkeleri kuşatmayı nasıl kaldırabilirler?
Ancak kendi kuşatılmışlıklarına son vererek.

– Dışarı ile mücadele ederken içeri kesinlikle unutulmamalıdır. Bütün genel kanaat ve görünen o ki, içerideki dengesiz olan insanlar, iç ayaklanmalar, iç kışkırtmalar, psikopat olan insanlar tahrik edilerekten başta devlet ricaline, devlet mensuplarına hakaret etmek suretiyle ve ona onurlu olmayan bir zihniyetin sahip çıkmasıyla birlikte ortalık ve ortam karıştırılmaya çalışılmaktadır.

Tıpkı küfürbaz birine yapılan özel davet gibi.

Bu mu onur?[1]

Her zaman söylediğim gibi; Türkiye’nin zemini kaygan bir zemindir ve çok rahatlıkla alta konulan bir muz kabuğu, bir sabun parçası ile dahi toplumun ayağı kaydırılmakta, bazı hassas noktalar tahrik edilerekten adeta iç kavgaya doğru toplum sevk edilmektedir.

Şu anda böyle bir kötü zihniyet bulunmaktadır. Biz dışarı ile ve dağdaki PKK ile uğraşırken onun uzantısı olan içteki psikopat gibi insanlar, dengesiz tipli insanlar kışkırtmalara, bir yandan ordu, bir yandan toplumun farklı kesimleri tahrik edilip birbirleriyle kavga edilir hale getirilmektedir.

Devlet bunu hassasiyetle göz önünde bulundurmalı, meselenin üzerine gitmeli, meseleyi sadece serbest bırakaraktan dışarıdan takip etme ile değil, bizzat ağır cezaları ile cezalandırmalıdır.

-Mesela; Türkiye’nin en sakin ili olan Adıyaman’da ve hatta merkezde PKK ve de sempatizanları arttıkça terör ve uyuşturucuda da bir artış görülmektedir. 

En azından terörün uğrak ve geçiş yeri olurken, uyuşturucunun da satış yeri yapılmaya çalışılmaktadır. 

-PKK’lı taraftar ve sempatizanlarının artışı otomatikman terör ve uyuşturucunun da artışını etkilemektedir. Çünkü PKK demek uyuşturucu demektir. 

*************   

– “CHP ile Haçlının tarihe bakışı aynı.

MHP lideri Bahçeli, bölücülüğün CHP’nin siyasetine iyice sirayet ettiğini vurgulayarak, “DEM’lenen CHP’nin siyasi pozu ve pozisyonu yüksek düzeyli tehdittir. Cumhuru ve Cumhuriyet’i ayrıştırma partisine dönüşen CHP’nin Türk tarihine bakışı Haçlı emellerinin bakışıyla neredeyse birebir aynıdır” dedi.”[2]

-CHP’nin devletçilik okunu değiştiren CHP genel başkanı Özgür Özel bu hareketiyle CHP’nin değiştiğini mi gösteriyor?

Yüz yıldır Kemalizm rolünü üstlenerek ayakta kalmak için on senede bir darbelerde varlığını sürdürdü.

Şimdi o yol kapanınca PKK ve FETÖ’ye mi kayıyor?

*****************  

İçinde masonların yoğun hatta hâkim olduğu İttihat ve Terakki cemiyeti Osmanlıyı yıkmakla kalmamış, kendi varlığını hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve sonrasında da göstermiştir.

Belki her partide olabileceği gibi özellikle Cumhuriyetin kurucu Partisi olan CHP’nin içerisinde varlığını ve hakimiyetini daha çok ve bariz bir şekilde göstermiş ve sürdürmüştür.
Azınlık bile olsa kontrolü elinde tutmuş, din karşıtı söylem ve duruşuyla toplumdaki çatışmayı ve kavgayı sürdürmüştür.
CHP’nin bazen toplumla ve dinle barışı sözde kalmış, içindeki tepkiler bunu bastırmıştır.
Tıpkı başörtüsü meselesinde olduğu gibi.
CHP’nin içerisinde bulunan bu % 5 ve 10 bile olsa diğer çoğunluğa hakim olmuş ve kontrolünde tutmuştur.
Bunlar Türkiye’yi de darbelerle kontrol ettiler, her 10 yılda bir.
Onun için ağzımız çok yandı.
Ayranı üfleyerek içmek mecburiyetinde kaldık.[3]
Onun içindir ki, Teğmenlerin kılıçlı yemini ağızları yakma tedirginliği veren yersiz bir çıkıştır.
15 temmuz bildirisi ‘Yurtta Sulh cihanda sulh’ şeklinde oldu, önceki darbelerde alet edildiği gibi.

– Mezuniyet töreninde Teğmenlerin yapılan yeminlerin dışında bir kısım teğmenin Atatürk’ün askerleri olduklarını ifade ederek, her darbede kullanılan Atatürkçülük burada da kullanılarak temayüle aykırı olarak, kural dışı yeminde bulunuluyor.

15 Temmuz’un şifresi olan Kapadokya’nın yine ABD tarafından kullanılarak gündeme gelmesi acaba;

Yeni bir 15 Temmuz benzerinin Yunan denizinden mi, PKK’nın dağdan şehre inmesiyle mi yoksa İsraillin saldırganlığının uzantısının Türkiye’ye de ulaştırılmasıyla mı bir darbe planı düzenleniyor?

Çünkü uzun zamandır alt yapısı bir yandan içi farklı kesimlerle karıştırarak, dış ile irtibatını sağlamak suretiyle yapılmak mı isteniyor?

-Oyun hiçbir zaman için bitmedi ve bitmeyecektir de.

Teyakkuzda ve uyanık olmak gerek.

Nitekim İran’ın Kerkük’ün siyasi, askerî, ekonomik-enerji hesapları olduğunu ve günlük 6 milyon dolardan fazla petrol geliri olduğunu kaydeden General Casim “Türkiye’nin orada olmasından en fazla rahatsız olan güç İran. ‘SİHA’yı biz düşürdük’ diyen Tuğgeneral Hamudi de İran’a bağlı Şii Asaib Ehlül Hak kontenjanından orduya giren eski bir milis. Irak Harp Akademisinden gelen biri değil. SİHA operasyonu, Irak ve Türkiye ilişkilerinin gelişmesini sabote ederek bu diyalog zeminini vurmak isteyenlerin işiydi” dedi.[4]

-Dünyayı şekillendirmeye çalışan başta ABD gücü ve İngiliz aklı boş durmuyor.

Bu dünden bugüne devam etti.

Seçime yakın kazanma ihtimalinin yüksek olmasına rağmen Trump’ın devre dışı bırakılmaya çalışılması, Bizdeki Turgut Özal suikastına benziyor.[5] 

Not: Heykelcilik zihniyeti Yahudi zihniyetidir.

Hz. Musa altı yüz bin civarındaki Yahudi’yi firavunun zulmünden kurtarıp Tih çölüne giderken bir köyden geçerler.

O köyde bulunan insanlar puta tapmaktadırlar.

Bunları gören, Firavundan kurtulan ve Hz. Musa’nın peşinden giden bu Yahudiler;

-Ya Musa bunların putu var, bize de bir put yap, demeleri gibi.
“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.
Şüphesiz bunların (din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır.”[6]

MEHMET ÖZÇELİK

07-09-2024

 

 

 

 

 

 

[1] https://www.yenisafak.com/gundem/chpnin-onuru-bu-mu-kufurcuye-ozel-davet-4642069

[2] https://www.yenisafak.com/gundem/chp-ile-haclinin-tarihe-bakisi-ayni-4641323

[3] * https://www.yenisafak.com/gundem/marmariste-fetocu-darbecilerin-saldirdigi-otelde-izler-korunuyor-4632866

https://video.haber7.com/video-galeri/284546-eli-kanli-cuntacilardan-inkar-ve-yalan-bombardimani-darbeye-degil-arsa-bakmaya-gitmisler

Darbe girişiminin telsiz kayıtları: Ölüm emri yağdırdılar!

Vurun, polisleri, polis araçlarını vurun.
https://video.haber7.com/video-galeri/284536-darbe-girisiminin-telsiz-kayitlari-olum-emri-yagdirdilar

[4] https://www.haber7.com/guncel/haber/3455727-bagdat-geregini-yapti-o-general-tutuklandi-derin-baglantilari-ortaya-cikti

[5] https://www.yenisafak.com/dunya/trumpin-mitinginde-ates-acildi-kursun-kafasini-siyirdi-4632906

https://www.haber7.com/foto-galeri/86629-eski-abd-baskani-trump-suikasta-ugradi-iste-dunya-siyasi-tarihinde-liderlere-yonelik-suikastlar

https://video.haber7.com/video-galeri/285824-11-eylul-saldirilarinin-hic-yayinlanmamis-goruntuleri-23-yil-sonra-ortaya-cikti

[6] Araf. 138.139.

Loading

No ResponsesEylül 7th, 2024

CÜNEYT SUAVİ HİKAYELERİ

CÜNEYT SUAVİ HİKAYELERİ

 

   İhtiyar adam, zorlukla taşıdığı süt güğümlerini çadır direkleri arasından geçirmeye çalışırken:

   -Süüt…!, diye bağırıyordu. Süt isteyen süt kuzularına…

   İhtiyar, henüz sözünü tamamlamamıştı ki, çadırından çıkan öfkeli bir adam:

   -Sen aklını kaçırdın herhalde! diye kükredi. Biz yaralılarımızla uğraşırken, sen para kazanma sevdasındasın.

   Yaşlı adamın gözleri dolmuştu. Yumuşak bir sesle:

   -Bu depremde dört torunumu kaybettim evladım, dedi. Onların içecekleri sütü diğer yavrularıma hediye etmek istemişsem, hata mı etmişim.

  • ••

   Bu hadiseyi anlatanlar, “ihtiyar adama çıkışan o kişinin ağlayışını ve ona sarılarak özür dileyişini hiç unutmuyoruz” diyorlar.

**************** 

   GERİ ALINAN DUA

   KIRK GRAM TEBESSÜM

   CÜNEYD SUAVİ

   

   Bir imam ve müezzin, câmilerine getirilen bir cenâzeyi kaldırdıktan sonra, mezarcıyı da yanlarına alarak aynı kabristanda yatan bir evliyâyı ziyaret etmişler. Mezarcı, tam ayrılacakları sırada:

   – Muhterem hocam, demiş. Bu fırsat, bir daha ele geçmez. Hazır dua ederken, diğer insanlarda olmayan bir şeyi isteyelim.

   İmam, Allah’ın verdiği nimetlerin herkese yettiğini ve daha fazlasına göz dikmenin nankörlük sayılacağını defalarca söylemiş ama boşuna. Sonunda mezarcıyı kıramamış ve hiç kimsenin göremediği

şeyleri görecek gözlere sahip olmak için Allah’a niyazda bulunmuşlar. Duaları, icâbet saatine rasgeldiği için kabul edilmiş. Ve bunu ilk farkeden de imam olmuş.

   İmam efendi, o evliyâya son bir fâtiha okuduktan sonra “âmin” demek için ellerini havaya kaldırdığında bir de ne görsün? Gökyüzünde dolaşan koca bir göl, üzerlerine doğru gelmiyor mu?

   Rengi bir anda sapsarı kesilen imam, anında kelime-i şahadet getirdikten sonra:

   – Hakkınızı helâl edin kardeşler, demiş. Külli nefsin zâikatül mevt. Ölmüşlerimiz birazdan bize kavuşacaklar.                       

   Mezarlığın yanından geçmekte olan köy öğretmeni, imamın bu telaşı üzerine başını yukarı kaldırdığında, hareket hâlindeki bulutları görüp:

   – Korktuğun şey, yağmur bulutlarından başka bir şey değil be hocam, demiş. Evet, bir bakıma koca bir göldeki suyu taşırlar ama, onu bir çok yere dağıttıkları için tehlikeli olmazlar.

   İmam efendi, o ana kadar hiç kimsenin görmediği şeyleri gören gözlerine mi inansın, yoksa öğretmene mi? Tabi ki hiç aldırmamış denilenlere. 

   İmam, yukarıdaki gölün ne kadar dehşet verici olduğunu anlatıp dururken, beli bir haftadır tutuk olduğu için ancak yere doğru bakabilen müezzin, faltaşı gibi açılan gözlerini topraktan ayırmadan:

   – Üstümüzdeki şey göl müdür deniz midir bilmem ama, bir an önce yere aksa iyi olacak hocam, demiş. Bastığımız yerin aşağısında koca bir cehennem var. Belki faydası olur sönmesine. 

   İmam, müezzinin sözü üzerine aşağı baktığında, bu sefer de kıpkırmızı kesilmiş. Erimiş madenlerden oluşan koca bir kazan, ayaklarının altındaki incecik toprak tabakasının altında fokur fokur kaynayıp

duruyormuş. Köy öğretmeni, zangır zangır titreyen imamla müezzini sakinleştirmeye çalışarak:

   – Dünyanın merkezinde magma tabakası vardır, demiş. Ama ilim gözüyle görülür ancak. Siz maşallah nedense farklısınız.

   Bu sözlerden de tatmin olmayan imamla müezzin, topraktan biraz olsun uzaklaşabilmek için tırmanacak yüksek bir ağaç ararken, bir korkuluk gibi hareketsiz duran mezarcıyı görüp meraka kapılmışlar.

Müezzin, makinalı tüfek gibi takırdayan dişleri arasından zorlukla bir kaç kelime çıkartap:

   – Yahu mübârek, demiş. Bir şey görmüyor musun ki, bu kadar tepkisizsin?

   Mezarcı, derinden inleyerek:

   – Keşke öyle olsaydı, demiş. Bu yeni gözlerle, üç gün sonra öleceğimi gördüm. Şimdiye kadar yüzlerce kişiyi mezara koymama rağmen, kendim için böyle birşey düşünmemiştim.

   Öğretmen, hepsinin deli olduğuna karar verip ayrılmış. Mezarcı ise, gömüleceği yeri de gördüğü için, kendi mezarına fâtihalar okuyup üflüyormuş. İmam, sonunda vaziyete el koyarak:

   – Anlaşılan haddimizi çok aştık, demiş. Gelin tekrar dua edelim ki normale dönelim, yoksa ömrümüzün geri kalanını akıl hastanesinde geçiririz..

   Biraz önceki evliyâyı şefaatçi yaparak tekrar dua ettiklerinde, icâbet saatinin son saniyelerini yakalayıp eski hâllerine dönmüşler. Ama mezarcı:

   – Sizler paçayı kurtardınız, diye ağlayıp duruyormuş. İyi ama ben ne halt yerim şimdi?

***************  

   YARIŞ

   HAYATIN İÇİNDEN

   Cüneyd Suavi

   

   En son teknolojik buluşların sergilendiği “Robotlar Fuarı”nı dolduran yüzlerce kişi, engebeli araziler için geliştirilen insan şeklindeki modellerin yarışmasını seyrediyordu. Herbiri onbinlerce dolar

kıymetindeki robotlardan bazıları, önlerine konan engellere ayak uyduramayıp devrilirken, bazıları da metal gövdelerine yerleştirilen bilgisayarlar marifetiyle ayakta kalmayı becerebiliyor ve meraklı seyirciler

tarafından büyük bir hayranlıkla alkışlanıyordu.

   Yarışmanın sonlarına doğru kalabalık arasından sıyrılan 6-7 yaşlarındaki bir çocuk robotlara ayrılan alana girdi ve aynı onlar gibi sallanarak yürümeye başladı. Küçük çocuğun sevimli hareketleri,

kendilerini ruhsuz makinalara kaptıran seyircileri eğlendirip güldürmeye yetmişti.

   Çocuk, birçok robotun takıldığı engelleri birer ikişer aşarak “mucid” olduğu söylenen kişilerin masasına geldi ve en önde oturan gözlüklü adama:

   — Bu robotların büyük işler becereceği söyleniyor, dedi. Hem de çok değerliymişler, öyle değil mi?

   — Elbette, diye cevap verdi adam. Bunların hiç birine paha biçilmez.

   Çocuk, titrek bir sesle:

   — Ama çoğu devrildiler, dedi. Oysa ki ben yıkılmadım.

   Masa başındakiler, ufaklığın sözünden birşey anlamamıştı. Bakışlarını ondan çevirip robotlara yönelttiler.

   Çocuk, yerine dönerken yine sallanmasına rağmen, doğuştan sahip olduğu kalça çıkığına artık üzülmüyordu.

*****************   

   TARİF

   HAYATIN İÇİNDEN

   Cüneyd Suavi

   

   Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:

   — Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler.

   Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:

   — Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

   Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

   Çocuk:

   — Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

   — İyi ama, demiş adam. Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?

   — Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolya lar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.

   Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken farketmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden

anlamış, adamın kendisini farkettiğini.

   Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:

   — Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?

   Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:

   — Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.

******************  

                    

                     2001-OCAK-289. SAYI

BAHARA ÖZLEM

Cüneyd Suavi

 

İlk önce güller açtı bahçemizde…

Efendimiz’in (s.a.v.) “Benim nurumdan yaratıldı” dediği o Cennet çiçeklerinin kokusu kapladı her yeri. İlk fasıl tamamlanıp yerlerini geriden gelen tomurcuklara bıraktığında, bu sefer

de rengarenk şebboyların o latif kokuları duyulmaya başlandı. Hiç bir bakım gerektirmeyen bu mütevazi çiçekler, her seneki yerlerinden baharla birlikte boy gösterip boyunlarını

büktüğünde, hanımellerinin ciğerlere bayram yaptıran o asil nefesi sardı ortalığı.

Geçen hafta yazlığımıza geldiğimizde beyaz zambakların, bu hafta ise mutfağımızın hemen önündeki manolya ağacının büyüleyici kokusunu teneffüs ettik. Henüz okullar kapanmadığı

için bir kaç gün sonra Adapazarı’ndaki evimize tekrar döneceğiz. Burada kalacağım günler boyunca manolya çiçeklerinin de kar beyazı yapraklarını dökerek bize veda edeceği

anlaşılıyor. Tabi ki bu yıl için. Ama pek üzülmüyorum. Çünkü balkonumuzun biraz ilerisindeki ıhlamur ağacı, tomurcuklarını birer birer açıp Cennetin bilmem hangi köşesinden

gönderilen o güzelim kokuları yaymaya başlayacak. Daha sonra da ikinci fasıl güllere bırakacak görevini..

Bu güzellikleri hak etmek için yaptığım pek bir şey yok. Çünkü bahçemi ne yeterince sulamaya vaktim var, ne de ekip biçmeye. Onları kuru topraktan çıkartan kudret, uçsuz bucaksız

gökyüzünden indirdiği rahmetle onların susuzluğunu giderirken, ihtiyaç duydukları mineralleri de yine kara topraktan süzüp gönderiyor kendilerine. Sonra da:

— Alın bu Cennet kokularını kullarıma ulaştırın!.. diye emrediyor onlara. Ulaştırın ki, benim çiçekleri hiç solmayan o baki memkeletime şevkleri artsın. Ve kendilerini hangi güzelliklerin

beklediğini görebilsinler.

Güzeli görmeyenler, çirkinlerle yetinmek zorundalar…

****************   

TARİF

HAYATIN İÇİNDEN

Cüneyd Suavi

 

Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:

— Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler.

Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:

— Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

Çocuk:

— Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

— İyi ama, demiş adam. Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?

— Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolya lar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.

Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken farketmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini.

Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:

— Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?

Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:

— Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.

*************  

BAHARA ÖZLEM

Cüneyd Suavi

 

İlk önce güller açtı bahçemizde…

Efendimiz’in (s.a.v.) “Benim nurumdan yaratıldı” dediği o Cennet çiçeklerinin kokusu kapladı her yeri. İlk fasıl tamamlanıp yerlerini geriden gelen tomurcuklara bıraktığında, bu sefer de rengarenk şebboyların o latif kokuları duyulmaya başlandı. Hiç bir bakım gerektirmeyen bu mütevazi çiçekler, her seneki yerlerinden baharla birlikte boy gösterip boyunlarını büktüğünde, hanımellerinin ciğerlere bayram yaptıran o asil nefesi sardı ortalığı.

Geçen hafta yazlığımıza geldiğimizde beyaz zambakların, bu hafta ise mutfağımızın hemen önündeki manolya ağacının büyüleyici kokusunu teneffüs ettik. Henüz okullar kapanmadığı için bir kaç gün sonra Adapazarı’ndaki evimize tekrar döneceğiz. Burada kalacağım günler boyunca manolya çiçeklerinin de kar beyazı yapraklarını dökerek bize veda edeceği anlaşılıyor. Tabi ki bu yıl için. Ama pek üzülmüyorum. Çünkü balkonumuzun biraz ilerisindeki ıhlamur ağacı, tomurcuklarını birer birer açıp Cennetin bilmem hangi köşesinden gönderilen o güzelim kokuları yaymaya başlayacak. Daha sonra da ikinci fasıl güllere bırakacak görevini..

Bu güzellikleri hak etmek için yaptığım pek bir şey yok. Çünkü bahçemi ne yeterince sulamaya vaktim var, ne de ekip biçmeye. Onları kuru topraktan çıkartan kudret, uçsuz bucaksız gökyüzünden indirdiği rahmetle onların susuzluğunu giderirken, ihtiyaç duydukları mineralleri de yine kara topraktan süzüp gönderiyor kendilerine. Sonra da:

— Alın bu Cennet kokularını kullarıma ulaştırın!.. diye emrediyor onlara. Ulaştırın ki, benim çiçekleri hiç solmayan o baki memkeletime şevkleri artsın. Ve kendilerini hangi güzelliklerin beklediğini görebilsinler.

Güzeli görmeyenler, çirkinlerle yetinmek zorundalar…

 

****************  

DIŞİŞLERİMİZİN İÇ İŞLERİ

TARİHE DÜŞÜLEN NOTLAR

İBRAHİM ERDİNÇ ŞUMNU

 

Sultan Üçüncü Selim devri… Fransa, Napolyon Bonapart’ın gözükara atılganlığıyla Akdeniz’in doğu ve güney sahillerinde yeni sömürgeler elde etme peşindedir… Tulon limanına toplanan Fransız donanması, Osmanlı’nın Mısır vilayetini işgale hazırlanıyor… Kritik günler… İşte bu sırada, Fransa’da olup bitenleri öğrenip Bab-ı Âli’ye bildirmekle vazifeli olan Paris büyük elçiliğimizden gelen bir rapor, tarihimizdeki bazı akıl almaz gafilliklere bir örnek teşkil edebilmesi bakımından ilgi çekicidir.

Paris sefirimiz Moralı Ali Efendi, Napolyon’un sefer hazırlıklarından büsbütün habersiz, sadece ramazanda sahur ve iftar vakitlerinin tayininde çektiği sıkıntıları anlatıyor ve ezcümle şöyle diyordu:

“Şu mübarek günlerde, devlet-i aliyye’mizin himayesi altında, gündüzlerimizi oruçla, gecelerimizi teravih namazının edasıyla ihya etmekteyiz… Ancak Parisin kaderi budur ki, havası çok defa mağmum ve mütegayyirdir… Sahur ve iftar vakitlerini doğru olarak tayin etmede müşkilatımız vardır…”

Paris’te havanın kararsız ve çok defa kapalı olması yüzünden, elbette önemli olan namaz ve oruç ibadetiyle ilgili endişeleri dile getiren Dışişleri’miz, güpegündüz süren harp hazırlıklarından tek kelimeyle bile bahsetmemektedir…

Napolyon’un Mısır harekatını, iş işten geçtikten sonra İngiliz sefirinden öğrenen Üçüncü Selim, öfke içinde ve o nazik mizacına ters düşebilecek bir üslûpla, Ali Efendi’nin raporunun altına şu satırları ilâve ediyor:

“Parisin semasının mütegayyir olmasıyla güneş ve hilali göremeyen bu herif, derya üzerindeki sefineleri de mi hevanın mağmum olmasından göremedi!… Mütegayyir ve mağmum olan semâ değil, bu adamın akl-ü iz’ânıdır!…”

O zaman Dışişleri’nin mazereti, hiç değilse dinî vecibelere gösterilen hassasiyet imiş… Bugünkü kayıtsızlıklara ne gibi bahaneler bulunuyor acaba?…

***************  

İSKEMLE İHTİLALİ

CÜNEYD SUAVİ

 

Küçük bir ülkenin insanları sabahleyin radyo ve televizyonlarını açtıklarında, normal programın kesilerek ard arda marşlar çalındığını duyarak meraka kapılmışlar. Biraz sonra ekrana çıkan bir erkek spiker, ayakta dimdik durmuş vaziyette:

–Büyük milletimiz!.. diye konuşmaya başlamış. Sivil bir darbe ile ülke yönetimine el konulmuştur. Bu günden itibaren her türlü iskemle, koltuk ve kanepenin yanısıra yerden yüksek karyolaların kullanılması yasaklanmıştır. Bu yasağı ihlal edenler, acayip şekilde cezalandırılacaktır.

Konuşmayı dinleyenler, bütün ihtilallerde olduğu gibi “kan gövdeyi götürecek” diye endişe ederken, bu tek maddelik bildiri karşısında oldukça ferahlamış ve emirlere her zamanki sessizlikleriyle itaat ederek yasaklanan eşyaları dışarı atmışlar. Fakir fukara da hepsini parçalayıp kışlık odun yapmışlar.

İskemle ve koltukları çıkartanlar, evde ne kadar yatak minder varsa hepsini yere indirerek orada oturmaya; geceleri de aynı yerde yatmaya başlamışlar. Ve önceleri biraz sıkıntı çekmelerine rağmen bu işe alışmışlar. Üstelik, kısa bir süre sonra yemek masalarını da kapı dışarı etmişler. Çünkü iskemle ve kanepeler olmayınca, bu yüksek masaların bir işe yaramadığını görmüşler. Fakir halka tekrar gün doğmuş ve masalar da kışlık odunlar arasına katılmış. İnsanlar, yerdeki sedirlerin arasına yaydıkları bir örtü veya yer masası üzerinde yemek yedikten sonra, ortadaki masayı yuvarlayıp kaldırıyor ve daha önce uzun merasimler gerektiren yemek işini şipşak hallediyorlarmış.

Yer minderlerine iyice alışan insanlar, bir müddet sonra yüksek dolap veya sehpalar üzerindeki televizyonlarını seyrederken boyunlarının tutulduğunu farketmiş ve bu zahmetten kurtulmak için onları yere indirip altındaki eşyaları evden atmışlar. Sehpa ve dolapların çıkartılmasıyla birlikte odalar daha da rahatlamış ve “küçücük” denilen evlerin aslında ne kadar geniş olduğu anlaşılmış. Bu arada sokağa atılan yeni eşyalarla, dar gelirli vatandaşların yakacak ihtiyacı da tamamlanmış.

Bir ay kadar sonra herkes: “Allah bu ihtilali yapanlardan razı olsun” demeye başlamış. Çünkü her geçen gün başka bir kolaylık ortaya çıkıyormuş. Yerde oturulduğu için elbise ve pantolonların ütüsü hemen bozulduğundan, TV ekranlarında boy gösteren modacılar:

–Sayın seyirciler!.. diye kırıtıyorlarmış. Daha önceki yıllarda nasıl ki yırtık kot, dizleri ya da poposu aşındırılmış pantolon ve yamalı elbise modası görülmüşse, şimdi de buruşuk elbise rüzgarı esmektedir. Buruşmayan kumaşlar ucuzlayıncaya kadar da bu moda geçerli olacaktır.”

İnsanlar, duydukları karşısında adeta havalara uçmuş ve haberin bitmesini bile beklemeden evlerindeki bütün ütüleri dışarı fırlatmışlar. Bu sefer de hurdacılar bayram yapmış. Ütülerin atılmasıyla birlikte elektrik faturaları hafiflemiş, hanımların pembe dizileri seyrederken prizde unuttukları ütülerden çıkan yangınlar sona ermiş ve tabi ki ütü masalarının da atılmasıyla birlikte odalar iyiden iyiye ferahlamış. Artık 70-80 metre karelik evler rağbet görüyor ve büyük evlerde yaşamış olan hanımlar, sabah kahvelerini yudumlarken: “Bu evin çilesini boşuna çekmişiz kardeş, gençliğimiz gitti vallahi” diyerek hayıflanıyormuş. Evlerin küçülmesiyle birlikte ev işlerine yardımcı olan kadınlara ayrılan paralar çocukların harçlıklarına ilave edilirken, sadece “komşularda var” diye alınan lüks eşyalar için harcanan milyonlar da, yine onların dengeli beslenmelerine ayrılmış. Dolayısıyla ikide birde hastalanan çocukların ilaç paraları, kısa bir süre sonra dörtte bire düşerek geçim derdini önemli ölçüde hafifletmiş.

Küçük ülkenin bahtiyar insanları, boğazlarını sıkarcasına etraflarını kuşatan eşyaları kullanmaya mahkum olmadıklarını ve eski insanların masallarda kalan mutluluklarının sebebini kavrayarak gerçek hürriyetin ne demek olduğunu öğrenmişler. Ve borçsuz yaşamanın verdiği rahatlıktan mı, yoksa yer yatağı sayesinde düzelen omurgalarından dolayı mıdır bilinmez, her yerde dimdik yürümeye başlamışlar.

Aradan sadece bir yıl geçtikten sonra, insanlar yine marş sesleri ile uyanmışlar. Ve karşılarında yine aynı spikeri görmüşler. Ama adam, bu sefer lüks bir koltukta oturuyor ve:

–Büyük milletimiz!… diyormuş. Geçen yılki darbeciler, yeni bir ihtilalle işbaşından uzaklaştırılmıştır. Bu konuda, başta koltuk ve kanepe üreticileri olmak üzere ülkemizin büyük iş adamlarının desteği alınmış durumdadır. Büyük gazetelerimiz de, yarından itibaren her beş kupona bir iskemle hediyesiyle sizleri ihya edecektir. Ayrıntılı haber “Azzzz sonra” verilecektir.

****************  

Bir adam hacca gidiyordu. Yanındaki bin altını bir arkadaşına bıraktı. Hacdan döndüğünde parasını geri istedi. Öbürü inkâr edip dedi ki:
-Hayır sen bana para mara bırakmamıştın. Hacı mahkemeye müracaat etti. Bir ağacın altında parayı verdiğini söyledi. Başka şahidi yoktu. Hâkim hacıya dedi ki:
-Peki git bana o ağaçtan bir dal getir. Olur ya belki şâhitlik eder. Hacı gitti. Hâkim de bir kitap okumaya başladı. Aradan epeyce zaman geçince, hâkim başını kaldırıp dedi ki:
-Amma da uzattı, nerede kaldı bu adam? Suçlu dalgınlıkla şöyle söylendi:
-Hâkim bey ancak gelir. Ağaç uzaktır. Hâkim gülerek dedi ki:
-Gördün mü? İşte ağaç şahidlik etti!

**************  

YARIŞ

HAYATIN İÇİNDEN

Cüneyd Suavi

 

En son teknolojik buluşların sergilendiği “Robotlar Fuarı”nı dolduran yüzlerce kişi, engebeli araziler için geliştirilen insan şeklindeki modellerin yarışmasını seyrediyordu. Herbiri onbinlerce dolar kıymetindeki robotlardan bazıları, önlerine konan engellere ayak uyduramayıp devrilirken, bazıları da metal gövdelerine yerleştirilen bilgisayarlar marifetiyle ayakta kalmayı becerebiliyor ve meraklı seyirciler tarafından büyük bir hayranlıkla alkışlanıyordu.

Yarışmanın sonlarına doğru kalabalık arasından sıyrılan 6-7 yaşlarındaki bir çocuk robotlara ayrılan alana girdi ve aynı onlar gibi sallanarak yürümeye başladı. Küçük çocuğun sevimli hareketleri, kendilerini ruhsuz makinalara kaptıran seyircileri eğlendirip güldürmeye yetmişti.

Çocuk, birçok robotun takıldığı engelleri birer ikişer aşarak “mucid” olduğu söylenen kişilerin masasına geldi ve en önde oturan gözlüklü adama:

— Bu robotların büyük işler becereceği söyleniyor, dedi. Hem de çok değerliymişler, öyle değil mi?

— Elbette, diye cevap verdi adam. Bunların hiç birine paha biçilmez.

Çocuk, titrek bir sesle:

— Ama çoğu devrildiler, dedi. Oysa ki ben yıkılmadım.

Masa başındakiler, ufaklığın sözünden birşey anlamamıştı. Bakışlarını ondan çevirip robotlara yönelttiler.

Çocuk, yerine dönerken yine sallanmasına rağmen, doğuştan sahip olduğu kalça çıkığına artık üzülmüyordu.

*********************

Babacı

Küçük çocuk okuldan gelir gelmez holün sonundaki odaya doğru gitti. Ve duvarın dibinde duran tabureye çıkarak, kapının üstündeki camlı bölümden baktı. Babacığı her zamanki yerinde, eski bir sedirde oturuyordu. Önünde de birkaç tane içki şişesi vardı. Sedirin üstüne yayılan örtü, sigara yanıklarıyla yer yer delinmiş, dökülen sıvılarla rengini kaybetmişti. Köşedeki televizyon yine açıktı, babası ona bakacak durumda olmasa da…

Küçük çocuk okula yeni başlamıştı. Buna rağmen kontrol görevini, büyüklere taş çıkartacak bir şekilde yapar, bu işe her şeyden fazla önem verirdi. Çünkü babası sızınca sigarasını elinden düşürür, bazen üstünü başını, bazen yorganı, bazen de yerdeki kilimleri yakardı. Üstelik de her yere alkol bulaştığından, o zamana kadar bir yangın çıkmaması, mucizeden başka bir şey değildi.

Babası için ettiği dualar, daha yangın çıkmadan onu söndürüyordu.

Küçük çocuk kontrol işlemini, kapının üstünden yapmak zorunda idi. Çünkü içeri girse çok kötü azarlanır, duyduğu üzüntüden, o günkü hiç bir dersine çalışamazdı. Anneciği “geçim işi”ni üstlenmişti. Sürekli olmasa da, haftada birkaç gün temizliğe giderdi. Küçük çocuk bu günlerde babasına daha fazla ihtimam gösterirdi. Holün duvarındaki sarkaçlı saatleri, ona görev vaktini bildirirdi. Buçuklarla birlikte, bu da yarım saatte bir demekti. İkide bir yerinden kalkmaya üşense de, babasına duyduğu sevgiden ötürü, bu işten asla şikâyet etmezdi. En büyük üzüntüsü ona yaklaşamamak, bir kerecik bile okşanmamaktı. “Tek çocuk çok kıymetlidir” diyenler, bu bakımdan kesinlikle yanılıyordu.

Babası, yıllar boyu kapandığı odadan sadece tuvalet ihtiyacı için ayrılır, daha sonra hiç bir mekâna uğramadan, adeta koşarcasına geri dönerdi. Küçük çocuk kapının açıldığını duyunca aceleyle koridora fırlayıp, babasının kendisiyle konuşmasını, hatta bazen rüyasında gördüğü gibi, sarılarak öpmesini beklerdi.

Fakat ondan sadece tek bir kelime duyardı: “N’aber?”

“İyiyim babacım!.” derdi gülümseyerek ve sevgisini gönlüne hapsederek…

Çocuk bir gün yine okuldan döndüğünde, kontrol vazifesini yapmak istedi. Fakat çıktığı taburenin bir ayağı aniden kırılınca, kapının pervazına asılı kaldı. Ellerini bırakarak aşağı atlaması, onun için son derece basit bir işti. Fakat tabure devrilip tersine dönmüş, sivri bir kama şeklinde kırılan ayak, tam atlayacağı yere gelmişti.

Çocuk o şekilde sallanıp durmaktayken, babası sesleri duyup dışarı çıktı. Ve tabureyi bir kenara ittikten sonra, oğlunu bel kısmından sıkıca kavrayarak:

“Ellerini bırak!” diye bağırdı. “Merak etme seni tuttum, düşmezsin.”

Küçük çocuk, bu sözleri hiç duymamış gibiydi. O şekilde beklerken:

“Bırak, bırak, korkma!” diye tekrarladı babası. “Seni çok sıkı tuttum, endişelenme!”

Çocuk, ancak kendisinin duyacağı şekilde:

“Gücüm tükenmeden bırakmam babacım!” dedi. “Çünkü bana ilk defa sarılıyorsun.”

*************  

Kâbus

Çocukluğumdan beri dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlere girmeyip kaçardım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım.

Oysa ki o dar yerlere, şimdi ister istemez girecektim.

Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görüyordum.

“Genç yaşta öldü zavallı!” diyorlardı. “Halbuki ne kadar çok işleri vardı.”

Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Meselâ, oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile televizyonun taksitlerini henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup, dostlarımı orada toplamak da hayal olmuştu. Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım.

Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses, beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve:

“Geçti artık geçti!” diyordu.

İçimden: “Keşke geçmemiş olsaydı!..” diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.

Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:

“Aman Allah’ım!.” dedim. “Ne olacak şimdi hâlim?”

Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu.

Cenâze namazı için câmiye gidiyor olmalıydık.

Cami deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi, elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikâyet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim.

Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım.

Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses:

“Geçti artık geçti!” diye tekrarladı. “Bitti artık!..”

Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “Herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen, dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da millî takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:

“Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli!” diyordu. “Sırılsıklam olduk ya!..”

Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi?

Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura indirdi.

Boylu boyunca yattığım yerden etrafa baktım.

Aman Allah’ım!.. Bu kabir değil miydi?

O âna kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim?

Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum.

Tekrar koyu bir karanlıkta kalmış ve bütün âcizliğimle dua etmeye başlamıştım.

“Yâ Rabbi!..” diyordum. “Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim.”

Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak:

“Geçti artık geçti!” diye tekrarladı. “Her şey bitti artık!..”

Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu.

Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım, beni ayıltmaya çalışarak:

“Geçti artık geçti!” diye bağırıp duruyordu. “Geçti bak, hiçbir şeyin kalmadı!..”

Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak hâlinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu.

Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toplamaya çalışırken:

“Yâ Rabbi!. Sana zerrelerim adedince şükürler olsun!” diyordum. “İyi bir kul olmak için, ya bir fırsat daha vermeseydin?”

*******

Çorbacı

Büyükçe bir şehirde, büyükçe bir lokanta bulunuyormuş. Gerçi ondan büyükleri de varmış ama o civarın en usta aşçıları oradaymış. Çorbaları birisi, kebapları diğeri, börekleri öteki yapıyormuş. Dördüncü aşçı ise, bir tatlı uzmanıymış.

Lokanta kısa sürede dillere destan olmuş ve müşterisi her geçen gün daha da artmış. Sadece öğlen ve akşam saatlerinde değil, sabahları da hınca hınç dolarmış. Çorba meraklıları yataktan kalkar kalmaz, sanki büyülenmiş gibi oraya koşar, mercimek çorbasından tâ işkembeye; ev tarhanasından ezogeline kadar, birkaç tabak çorba içip mest olurlarmış.

Öğle saatlerinde, mis gibi bir döner kokusu sararmış çevreyi. Döneri yapan usta, kekik kaplı yaylalardan getirttiği hayvanları kendi eliyle keser, daha sonra etleri dolapta bekletir, doğal soslarla süsleyip takdim edermiş.

Böreği yapan aşçıya gelince:

Elinde bir keramet varmış sanki. Hiç oklava kullanmadan hamura şekil verir; biraz açıldığında, sanki bir çarşaf gibi savururmuş. Tatlı ustası da ondan geri kalmazmış. Yufkaları o kadar ince açarmış ki, gazete okunurmuş arkasından. Kullanılan her malzeme birbirinden özelmiş. Unundan fıstığına, tereyağına kadar…

Kısacası lokanta, bir lezzet merkeziymiş, herkesin damak zevkini okşayan.

Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, lokantada bir şeyler dönmeye başlamış. Çorbayı yapan usta, yakışıklı tipiyle, güzel konuşmasıyla ve otoriter tavrıyla, lokanta sahibinin gözüne girmiş. Ve onun sağ kolu hükmüne geçerek, işyerinin kârına ortak olmuş. Patron ona çok güvendiği için, daha az uğruyormuş dükkânına.

Çorbacıya gün doğmuş elbette ki. Tam bir despot kesilmiş, on beş yıllık meslektaşlarının başına. “Şunu şöyle yapın, şöyle yapmayın!” gibilerden sağa sola emirler yağdırmaya, insanların kalplerini kırmaya, her fırsatta onları azarlamaya başlamış. Aşçılar susmayı tercih edince, o daha da yüklenmiş.

Çorbacı, sabah müşterilerinin sayısına aldanıp, lokantada en çok çorbaların sevildiğine karar vermiş. Ona göre diğer yemekler önemsizmiş. Bu inançla aklına bir fikir yerleşmiş: Eğer diğer aşçıları işten atarsa, maliyetler düşecek, böylelikle kârı katlanacakmış. Fakat bu iş için de, yüklü bir tazminat gerekiyormuş.

Çorbacı, en sonunda bir plan yapmış. Buna göre aşçılar, kendi istekleriyle ayrılacak, bu yüzden de tazminata gerek kalmayacakmış. Bu plan gereğince, diğer aşçıların sahasına el atmış. İlk önce döner işine sarılmış ve marketlerden aldığı dondurulmuş etleri, hamburger gibi kotarıp servise sokmuş. Hemen arkasından da, dillere destan olan “Yayla Döneri”ni mönüden kaldırarak, yerine kendi icadı “Çağ Kebabı”nı koymuş. Bu arada lokantanın dört bir yanına, o kebabın büyük boyda resimlerini aşmış, ağızları sulandıracak güzellikte. Çünkü reklâm, ona göre çok önemliymiş ve insanları robot gibi yönlendirirmiş.

Gururu kırılan döner ustası, bu olaylar üzerine istifa edip, başka bir lokantada işe girmiş.

Duydukları aşırı güvenden dolayı: “Bu lokantada; tabak, çatal, kaşık, bardak ve tuzlukların dışında, önünüze konanları gönül rahatlığı ile yiyebilirsiniz” sloganına hem gönülden hem mideden inanan müşteriler, “Çağ Kebabı”ndan da yemek isteseler de, tadını beğenmeyip yarım bırakmışlar tabaklarında.

Çorbacı, daha sonra börek işine girmiş. Marketlerden hazır yufka aldırıp, kalitesiz malzemeyi içine basmış. Hatta “israf haramdır” falan deyip, bazen tabaklarda kalan dönerleri kullanmış. Bu arada, mönüdeki “Anadolu Böreği”ni tümden kaldırıp, “Çağdaş Börek”in resmini basarak…

Börekçi de ayrılmış o hafta içinde.

Lokantaya gelenler:

“Geçen günkü dönerler çok berbattı. Bu sefer döner yerine, yeni börekten yiyelim” demişlerse de, birkaç lokma aldıktan sonra bırakmışlar.

Çorbacının tatlısı da aynı sonucu vermiş.

Börekçiden hemen sonra, tatlıcı da ayrılmış lokantadan.

Çorbacı her işe el attığından, çorba yapmak için vakit bulamıyormuş. Sonunda hazır çorbalar imdadına yetişmiş. Tabi ki reklâm işini ihmal etmeden…

Lokantanın sahibi, müşterilerin her geçen gün biraz daha azaldığını fark edince durumu araştırmış ve neler olup bittiğini anlar anlamaz, çorbacıyı kapı önüne koymuş. Daha sonra iş yerini elden çıkartmış ve doğduğu köye, alabalıklarla dolu bir dere kenarındaki baba evine dönmüş.

Çorbacı, diğer aşçılar gibi iş bulamamış.

Kaybolmuş o civarlardan sessiz sedasız.

Eski müşterileri, şimdi beyaz eşya satan o binanın önünden her geçişte, döner ve börek kokusu duyuyorlarmış.

Bir de sıcacık tarhana kokusu…

***************  

Kırkta Bir

Küçük bir balıkçı köyünde yaşayanlar, birçok balıkçı gibi, denizi çok iyi tanıyorlardı. Gökyüzüne şöyle bir göz attıklarında, havanın gün boyu nasıl olacağını, rüzgârın durumunu ve ne yönden eseceğini hemen çıkartırlardı.

Bir fırtına tehlikesi söz konusuysa, tekneleri güvenli bir yere çektikten sonra, denizi üstten gören genişçe bir barınağa sığınırlardı. Çam kütüklerinden yapılmıştı burası. Mis gibi reçine koktuğu için, onlara deniz kokusunu aratmazdı.

Bu mekânda sohbet edip çay içerlerken, bir yandan da sahili gözlerlerdi. Çünkü köyün en yaşlı balıkçısı, sanki onlara meydan okur gibi, fırtına yaklaştığında sandalına atlayıp, açık denize doğru yönelirdi.

Köy sakinleri, ihtiyarın bu işine pek akıl erdiremez, bu konuda birçok tahmin yürütürlerdi. Zira yaşlı balıkçı hiç kimseyle konuşmaz, sırlarını açmaya yanaşmazdı. Kimi köylüye göre, ihtiyarcık denizde ölmek istiyordu. Ama bu ihtimal kuvvetli sayılmazdı. Yaşlı adam dindar biri olduğu için, kendisini bile bile tehlikeye atmazdı.

Karlı dağlarla çevrilen koyun sonunda, büyük balıkçı gemileri dolaşırdı. Bereketli bir av bölgesiydi burası. Bu yüzden de köylüler, ihtiyarın oraya gittiğini söyler, fakat neler yaptığını bilemezlerdi.

Yaşlı balıkçı, deniz patlayınca balık tutamazdı tabi ki. Dalgalar insan boyuna yükseldiğinde, ne sandal dururdu yerli yerinde, ne de ağları. Olta bile atamazdı o kargaşada. Teknesinin her tahtası ayrı ayrı gıcırdar, dip kısmı da bir karış suyla kaplanırdı. Dört bir yana savrulurdu fındık kabuğu gibi. Bu yüzden başı dönse de sabretmeye çalışır, sonunda halsiz düşerek geri dönerdi. Zaten merak edilen konu buydu. Bir balıkçı eğer balık tutamıyorsa, bu konuda en ufak bir şansı bulunmuyorsa, üstelik de yaşı seksene dayanmışsa; fırtınalı bir denize yelken açması, intihardan başka bir şey değildi.

Yaşlı adam, bir gün aniden hastalandı. Arkadaşları, onun kollarına girip evine götürdüler. Ve yıllar yılı merak ettikleri konuyu, bir kez daha kendisine sormayı denediler. İhtiyarın gözleri, penceresinin dışından görünen denizdeydi. Üç beş balıkçı teknesi geri dönüyor, onları da aç karınlı martılar izliyordu.

Yaşlı adam, gözlerini denizden ayırmadan:

— Fırtına yaklaşırken, kıyıda beklemem mümkün değildi, dedi. “Belki biri yardım bekliyordur” diyerek, defalarca denize açılmıştım.

Yanında bulunanlar, ihtiyarın sözlerine anlam veremiyordu. Bir sahrada tek bir kumu aramak neyse, bu iş de ondan farklı sayılmazdı.

Yaşlı adam, yatağından güçlükle doğrularak:

— Henüz gençken büyük bir gemide tayfaydım, dedi. Uykusuzluk ve yorgunluk belimizi bükmüştü. Deniz birden patladı ve sert bir rüzgâr beni güverteden kopartıp, yarı donmuş suların içine fırlattı.

Balıkçılar, merakla dinliyordu. Denize düşen birini o dalgada kurtarmak, herkesin bildiği gibi âdeta imkânsızdı. Eğer kışsa, zaten hiç kimse uğraşmazdı. Düşen kişi çok iyi yüzme bilse bile, birkaç dakika içinde donup giderdi.

Yaşlı adam, devam edip:

— Beni kurtaran da bir ihtiyardı, dedi. Nerden çıktı, nasıl yetişti bilmiyorum. Kendi paltosuna sarıp ısıttı beni, bir babanın yavrusunu sarması gibi.

İçerde bulunanlar, bu işin sırrını nihayet çözmüşlerdi. Hasta adam anlaşılan ona özenmiş, birini kurtarmak için boşuna beklemişti. Hem de yıllarca. Böyle bir şey hangi yönden bakılırsa bakılsın, son derece saçmaydı. Bu yüzden yaşlı adama itiraz edip:

— İyi ama, dediler. Buna benzer bir olay, kırk yılda bir görülür, belki görülmez.

— Bunu ben de biliyorum, dedi balıkçı. Tam kırk yıldan bu yana, gece gündüz dua ettim o ihtiyara. Hâlâ da ediyorum. Kırkta bir ihtimal düşük sayılsa bile, ömür boyunca sürecek bir dua almak için, kırk fırtınaya katlanmak fazla bir şey değil ki!

***************

Özenti 

Fakir bir adam, her gün televizyonlarda boy gösteren ve “ülkenin sayılı zenginlerinden biri” şeklinde tanıtılan sanayiciye özenip, onun gibi olmaya karar vermiş. Sık sık Allah’a yalvarıp:

— Ver Yarabbi!, diyormuş. Fakirlikten bezdim usandım artık!.

— Adam, bu işi aklına koyunca, cebinde kalan son kuruşlarını, yine zenginlerin yazdığı “Nasıl Zengin Olunur?” ya da “Zenginliğin Sırları” gibi kitaplara yatırıp, her birini dikkatlice okumuş. Okumuş ama, açıkçası pek bir şey anlamamış. Her halde en iyi yol, dedesinden duyduğu şeyleri yapmakmış.

— Allah bütün duaları işitir!. dermiş, nur yüzlü dedeciği. Ne istersen O’ndan istemelisin.

Torunu, mecbur kalınca bu yolu seçmiş. Üstelik de dua için para gerekmiyormuş. Bir cuma namazında, sabaha karşı kılınan teheccüd namazının ve hemen arkasından yapılan duaların kıymetini öğrenince, geceleri yatmamaya başlamış. Saatlerce namaz kılıp, göz yaşları içinde dua etmiş. Bu arada kurbanlar da adamış tabi. Fakirlikten kurtulursa bir koyun, zengin sayılınca iri bir dana, köşeyi döndüğünde de bir deve kesecekmiş. Gelen miktara göre, bu sayı daha da artabilirmiş.

Paranın gelmesi geciktiğinde, bu sefer de oruca niyetlenmiş. Her ayın on beş günü, hiç aksatmadan oruç tutuyormuş, üstelik de fazla bir şey yemeden. Sonunda bir deri bir kemik kalmış ama, kendisine bir haller olmaya başlamış. Yakınlarına, gaipten tuhaf sesler duyduğunu, hatta bazen birileriyle konuştuğunu söyleyip duruyormuş.

Duyduğu ses her neyse, bir gün ona seslenip:

— Ey garip adam!, demiş. Özendiğin o kişiyi tanıyor musun?

Adam biraz düşünmüş. Bahsedilen kişiyi, sadece ekranlarda gördüğünden, nasıl yaşadığını, neler yiyip içtiğini, nerelerde gezdiğini pek bilmiyormuş.

— İstersen daha yakından tanı!, demiş ses. Hem önceki hayatını, hem sonrasını.

Ve manevî bir sinemayla, hayranlık duyduğu kişi gösterilmiş adama.

Perdeye ilk yansıyan, o zenginin önündeki bir insan seli imiş.

Adam, hemen sormuş: “Bu kuyruk nedir?” diye.

— Zengin adam, işçilere aylık veriyor!, denmiş. Bir çok fabrikasında, karınca sürüsü gibi işçi çalışır. Maaşları kendisi vermekten hoşlanır.

Fakirin hayranlığı, iyice artmış. Böylesine alçak gönüllü bir kişiyi, ilk defa görüyormuş.

Manevî sinemada, manzaralar peş peşe sıralanmış. Biraz sonra farklı bir görüntü gelmiş perdeye. Zenginin elinde süslü bir bavul varmış, yanında da bir çok koruması elbette. Fakir olan, hayranlıkla ona bakarken, duyduğu ses bu sefer:

— Beğendiğin o kişi, güzel bir tatile çıkıyor!, demiş. Mevsim henüz kış ama, o sıcak bir ülkede dinlenecek. Tabi ki güneşte biraz bronzlaşacak!.

Fakir adam, bir kez daha içini çekmiş. Çünkü o güne kadar, ırgat gibi çalışmaktan tatil yapmamış.

— Ver Allah’ım!, demiş, sessizce mırıldanıp. Ben de onun gibi keyif süreyim.

Fakir adam daha sonra, o zenginin hayatından bir çok tablo seyretmiş. Boğazdaki muhteşem villasını, en son model üç beş tane arabasını, bankadaki hesaplarını falan.

Fukaracık, hülyalara dalıp giderken, o ses tekrar çınlayıp:

— İstersen farklı bir film koyalım, demiş. Anlaşılan bu işten çok hoşlandın.

— Evet!, diye atılmış fakir adam. Hoşlanmamak mümkün mü?

Görüntüler tekrar sıralanınca, adam bir yanlışlık var zannederek:

— Bu manzara yeni değil her halde!, demiş. Biraz önce aynısını görmüştük. Bir çok insan yine kuyruğa girmiş. İkinci görüntüde, bavulunu tekrar yanına almış. Her halde yine tatile gidiyor.

— Hayır!, demiş, kendisiyle konuşan. Kuyruktaki kişiler, ‘kul hakkı’ndan alacaklı olanlar. O zenginden hakkını istiyorlar.

O bavula gelince:

Adam uzun bir tatile çıkıyor. Fakat bu sefer, çok daha sıcak bir yerde bronzlaşacak. Gördüğün manzaralar, adamın öldükten sonraki halleridir.

*************

Başım Gözüm Üstüne! 

2021 Yılının son aylarında, küçük kızım Dahiliye Uzmanı çıktığı için ‘Mecburi Hizmet Kurası’ çekmek zorunda kaldı.

Evimiz Kocaeli’nden, İstanbul’a doğru 20 kilometre uzakta, ‘Şirinyalı’ denilen bölgedeydi. Ve hemen deniz kenarında olduğu için, oradan ayrılmak bize zor geliyordu.

Kura günü yaklaşırken bu nedenle hepimiz huzursuzduk. Çünkü kızım bekârdı ve nereye giderse gitsin onun yanında olmamız gerekiyordu. Oysa ben ve çocuklarım doğduğumuz günden beri Sakarya, Kocaeli ve İstanbul üçgeninde yaşıyorduk. Açıkçası biraz tembel olduğumuzdan, ‘başka bir şehir’ denince hemen burun kıvırıp:

“İsteyenler, istedikleri yere gitsin! Buraları bize bol bol yeter.” diyorduk.

Endişemizin yanında bir yandan da büyük bir ümit besliyorduk. Çünkü evimize yakın Dilovası Bölgesinden Dahiliye Uzmanı talep edilmişti. Kızım iyi bir kurayla oradaki hastaneyi kazanacak olursa, 15 ay boyunca aynı yerde kalacak ve doktorları çok korkutan ‘doğu hizmetinden’ kurtulacaktı.(!)

Kura günü yaklaşırken hem kızım hem de annesi işlerini bırakarak bazı adaylara telefon etmeye başladı. Haberlere bakılırsa bu kadroya 3 doktor baş vuracak, hatta son günler içinde belki 2 kişiye inecekti.

Kızım için büyük bir müjdeydi bu… %50 İhtimal çok yüksekti çünkü. Hatta dualar da hesaba katılırsa, o hastaneyi kazanmak neredeyse kesindi. Bu durumda ‘ev taşıma veya yerleştirme’ derdi olmazdı. Elbette ki gurbet acısı yaşamak da… Yapılacak masraflar da birden ‘sıfıra inerek’ bizi rahatlatırdı. Üstelik kızım, kahvaltıdan hemen sonra arabasına atlayıp sadece on dakikada hastaneye ulaşır ve işi sona erdiğinde trafik derdi çekmeden yine aynı rahatlıkla eve dönerdi.

Sonraki günler içinde bir ‘dua ekibi’ ile bol bol dua edildi. ‘Tefriciye’ler çekildi… Ve kura günü geldiğinde kızım, annesini alıp İzmit’e gitti.

Eşimin akrabaları, ona şansından dolayı ‘Talihli’ lakabını takmışlardı.

Elbette ki benim gibi harika biriyle yuva kurduğu için…

Eşim bu nedenle şansına güvenerek:

“Kura çekilir çekilmez sana telefon ederek ‘Dilovası müjdesini’ vereceğim inşallah. Daha sonra bu müjdeyi hemen ‘ıslatır’ ve eşi-dostu çağırarak güzel bir ‘ıslama köfte’ yaparız.” dedi.

Islama köfteyi bilenler bilir:

Sakarya’nın meşhur köftesidir bu… Kızartılacak ekmekler daha önce kemik suyuna batırılır. Ve ızgara köftelerle birlikte servis edilir. Bir de ‘üzüm şırası’ istenir yanında. Böylelikle ‘muhteşem üçlü’ tamamlanır ve onları kim yerse yesin: “İşte, köfte budur!” der.

Eşim, kızımla birlikte evden çıkınca, ben de vazifelerimi tekrarlamak maksadıyla bir kez daha dualara sarıldım. Dilovası Hastanesi ‘çantada keklik’ olsa da elbette ki dua etmeden yapamazdım. Çünkü kız babası olmak kolay değildi. Oğlum da doktordu ama kura günü geldiğinde buna benzer bir sıkıntı yaşamamıştı. Zaten uzak bir yeri kazanmış olsa da:

“Haydi yavrum, Allah selamet versin!” derdik. “Nasıl olsa erkeksin, üstelik de her yer bizim vatanımız değil mi?”

Kura çekildiği zaman telefonum büyük bir şevkle çalmaya başladı.

Aceleyle açtım ama sadece trafik sesi duyuluyordu.

Yani korna sesi veya insan gürültüleri…

En sonunda işin aslı ortaya çıktı:

Kızımın çektiği kura belli olunca, bizim hanım kendisini sokağa atmış, avazı çıktığı kadar bağırıp ağlıyordu.

“Eşim herhalde sevinçten ağlıyor.” falan desem de bu sözlere kendim bile inanmıyordum.

Bu nedenle hemen sordum:

“Hanım ne oldu?” diye. “Çabuk söyle, yoksa Sakarya’ya mı gidiyoruz?”

Hanım, içini çekerek:

“Keşke Sakarya olsaydı,” diye inledi. “Hatta Eskişehir veya Ankara…”

Sırtımdan ter boşanırken:

“Yapma be Hanım!” dedim. “Bu ihtiyar hâlimizle Ankara’nın ötesine nasıl gideriz yahu? Yoksa Konya falan mı?”

“Oraya bile razıydım. Hatta Urfa çıksa bile bayram yapardım.”

Eşim benim kalp krizi geçirmemden korktuğundan haberleri ‘alıştırarak’ veriyordu.

Sakin olmaya çalışıp tekrar sordum elbette:

“Urfa’dan öteye hangi şehir vardı ya? Bildiğim kadarı ile Mardin, değil mi?”

Hanım tekrar feryat edip:

“Ona bile çoktan razıydım, dedi. “Kurada Hakkâri çıktı, Hakkâri! Yani Türkiye’nin en uç noktası…”

Konuşmakta zorlansam da bu sefer ben onu teselli edip:

“Boş ver be hanım!” dedim. “Kendini üzme! Bütün her şey kaderle takdir edilmiştir. Hem geçen gün internete girip bakmıştım. Hakkâri denilen şehir Paris’ten güzel. Zaten 300 bine yakın nüfusa sahip. Kısacası canın ne isterse hepsi var… Alışveriş merkezleri, pastaneler, lokantalar ya da birbirinden güzel piknik yerleri… Say sayabildiğince… Devlet Hastanesi ise neredeyse kusursuz… Merak etme çok rahat edeceğiz. Kızımız da rahat edecek, korkma!”

Hanım, neredeyse bayılmak üzereyken:

“Oraya da katlanırdım elbette,” dedi. “Fakat kura şehir merkezine değil de, Hakkâri’nin Çukurca İlçesi’ne çıktı. Yani 80 kilometre ötedeki çatışma bölgesine… Kısacası tam Irak sınırına… İlçenin nüfusu 7 binden fazla değilmiş, 7 bin kişi de köylerde yaşıyormuş.”

Eşim ancak 7 günde kendine gelebildi. Kızım ise çok şükür ki daha kısa sürede…

Benim halimi sormayın, ihtiyar biri olarak sanki korkunç bir kâbus yaşıyordum. İzmit’teki evimizden on dakika ötedeki pideciye gitmek bile beni yorarken, şimdi doktor kızım için bu şehirden hicret edip Çukurca’ya yerleşmek zorundaydım. Üstelik de ev eşyalarıyla birlikte…

Yerimiz belli olunca hemen haritayı açıp gideceğimiz yolu belirledik. Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna kadar, ‘kuş uçuşu’ 1650 kilometre görünüyordu. Bu yol uçakla gidilse kolaydı ama, bizim böyle bir şansımız bulunmuyordu. Gideceğimiz diyarda kızıma araba lazım olduğu için, hazırlıklar bittiğinde onu eşyayla doldurup ’güneşin doğduğu yöne’ hareket ettik. 

Yani ‘kara yolu’ ile tam 2 bin kilometre öteye…

Önce Kahraman Maraş’ta, daha sonra Van’da birer gün konaklayarak…

Şu an Haziran Ayı’nın son günündeyiz. (2022) Ve Rabbimize çok şükür ki halimizden fazlasıyla memnunuz. Kızım evden çıktığında 2 dakika içinde hastaneye yürüyerek gidebiliyor. Ve küçüğünden büyüğüne herkes tarafından sevilip sayılıyor.

Üstelik de her fırsatta “Başım-gözüm üstüne!” denilerek…

Küçücük çocuklar bile bu sözleri içtenlikle söylüyor bize.

Bu da dua hükmüne geçiyor inşallah.

Irak sınırına bakan yüksek tepeler, Çukurca’nın merkezinden ya da evimizden bin metre kadar uzak. Yani yüksek sesle bağıracak olursak, tepedeki kışlalarda kalan Mehmetçikler bizi duyabilecek. ‘Obüs’ veya ‘doçka’ gibi ağır silahlar, zirvenin diğer yanına, yani Çukurca halkının görmediği alanlara yerleştirilmiş. Böylelikle silahların o korkunç sesleri perdelenmeye çalışılmış. Fakat buna rağmen bize ulaşan sesler, yaşadığımız evlerin camlarını titretmeye yetiyor.

Çatışmalar neredeyse hiç kesilmiyor.

Özellikle geceleri 3-5 dakika arayla üstümüzden geçen Atak Helikopterleri ve çok daha yüksekten uçan F16’lar, Irak’a doğru yönelip karşı dağın arkasında kayboluyorlar.

Bu sesler duyulduğunda dua vaktinin geldiği anlaşılıyor:

Mehmetçiğimiz için dua etmek… Ya da bütün masum veya mazlumlar için…

Kızımın görev yaptığı Çukurca Hastanesine bazen yaralı askerler getiriliyor. 

Bazen ise şehitler…

Bu da gözyaşı dökmenin vakti herhalde…

(Bu satırları, 1 Temmuz gecesi saat 23.00’de yazarken, evimizin yanındaki Emir Sultan Camisine iki şehit getirerek cenaze namazlarını kıldılar. Bu kadar geç bir saatte kılınan cenaze namazı görmemiştik. Öyle zannediyorum ki Çukurca Halkı, o mübarek şehitlerin cennete uçmak üzere çok acele ettiklerini hissetmiştir.)

Ne zaman dışarı çıkıp polis veya askerleri görecek olsam, hemen yanlarına gidip onları kucaklıyor ve imanlı bir askerliğin faziletinden, ya da bütün müminlerden aldıkları dualardan söz ediyorum.

Bu sözlere öyle mutlu oluyorlar ki…

“Hocam, duanızı bizden eksik etmeyin! Çünkü buna ihtiyacımız var!” diyorlar.

Özellikle askerlerle sohbet ederken, bir şeyi açıkça görüp hayrete düştüm. 

Hepsi inanılmaz derecede nurluydu.

Müstakbel evliyalar ve şehitler gibi yani…

Özellikle komandalar (çatışma olmasa bile) büyük zorluklar altında sanki her an savaş halindeymiş gibiler. Üstelik bu Mehmetçikler dağın en üst noktasında kaldıklarından, bütün tedbirlere rağmen ‘yıldırım düşmesi’ sonucunda yaralanıyor. Doktor kızım bu konuda çok sayıda yaralı asker geldiğini ve bir kısmının Hakkâri’ye yani şehir merkezine nakledildiğini sık sık söylüyor.

Böyle bir şey hiç aklıma gelmezdi ama, gazilik ya da şehitlik kolay değil ki…

Rabbimizin ihsanıyla Çukurca’da bir bakıma ‘postacı’ oldum sanki. Ne zaman dışarı çıksam, içi kitap dolu olan çantamı da alıyorum yanıma. Küçük-büyük, asker-polis, esnaf veya öğrenci farkı gözetmeden, birçoğuyla sohbet edip onlara uygun kitaplar hediye ediyorum. 

Yani Allah’ın izniyle bir bakıma cennet hayatı yaşıyorum.

İşin en güzel tarafı insanların birçoğuyla tanışmış olmak.

Fakat bunun kötü bir tarafı var: 

Alışverişe gidince para vermeye kalksanız, hemen kaşlarını çatıp: 

“Hocam! Başım gözüm üzerine geldiniz ama, bize para lazım değil.” diyorlar. “Bir dahaki sefere verirsiniz.”

İnanması çok zor ama esnaftan bazılarıyla kavga(!) etmedikçe para veremiyoruz. Ve elimizde olmasa da ‘birkaç kuruş sebebiyle’ birbirini boğazlayan insanları hatırlayıp üzülüyoruz.

 

Çukurca’nın bir ucundan diğer ucuna kadar, en fazla on dakikada yürümek mümkün. Zaten tek bir caddemiz var, ‘sokak’ demek de mümkün. Ve onun kenarına sıralanan dükkanlar.  Fakat bize sorarsanız en büyük lüksümüz ‘A101’i dolaşmak… Oraya adım atınca İstanbul’a geldik sanıp adeta kendimizden geçiyoruz.

Bir gün eşimle birlikte o dükkânı dolaşırken 8 yaşındaki Esra ile tanıştık. Annesiyle birlikte gelmişti oraya… Gördüğümüz kadarıyla ekonomik durumları çok kötü olduğu için, patates ve soğan gibi temel gıdaları almak zorundalardı.

Ya da ekmek, pirinç veya makarna gibi şeyler… Zaten Esra’nın annesi onların fiyatlarını dikkatle inceliyor ve biraz pahalı bulunca hemen almaktan vazgeçip yerine koyuyordu.

İşimiz bittiği zaman onları tekrar gördük. Hesabı ödemek için kasaya gelmişlerdi. Fakat Esra bu sırada canı çok çektiği için raflardan bir gofret alıp diğer yiyeceklerin üst kısmına koydu.

Belki 2-3 liralık bir gofretti bu, belki de daha ucuz. Bu nedenle kolayca ödenirdi.

Ben ve eşim onları uzaktan izlerken, annesi gofreti görüp küçük kızın kulağına doğru eğildi ve onu yanağından öpüp bir şey söyledi.

Esra hiçbir şey demeden gofreti aldığı yere götürüp koydu.

Üstelik de suratını bile asmadan… 

Çünkü o gofret yerine bir ekmek alınsa daha iyi olabilirdi.

Biz eşimle birlikte onları görsek de, annesi ve Esra bizi fark etmemişti. 

Bu yüzden hemen Esra’nın yanına gidip:

“Benim kızım annesine çok yardım ettiği için harika bir hediyeyi hak etti,” dedim. “Bir paket çikolataya ne dersin Esra? Üstelik de fındıklı…” 

Esra bir anda şaşırıp konuşmakta zorlanırken bu sefer de eşim araya girip:

“Esra belki fıstıklısını sever.” dedi. “En iyisi ben de bir paket fıstıklı alayım…” 

İki paket çikolata, biraz sonra Esra’nın elindeydi.

Sanki bütün dünya eline geçmiş gibi…

Bu olaydan sonra bütün kalbimle inandım ki, 2 paket hediyenin o küçük kıza verdiği mutluluk için, Kocaeli’nden kalkarak 2 bin kilometre yol gelmeye değerdi.

Hem Esra hem de annesi o tertemiz kalpleriyle bu gerçeği hissetmiş olmalı ki, marketten ayrılırken bize teşekkür ederek, yine o güzel sözlerle uğurladılar:  

“Başım gözüm üstüne, hoş geldiniz…”

*************** 

Gençlik İksiri

Yaşım 80’i bulsa da ne zararı var?

Vücudum çürüse bile ruhum baki değil mi?

Mademki bir müjde vermiş o şefkatli Peygamber

Bir saraya girer gibi kabre girsem ne çıkar?

 

Kısacası şu yani:

Artık ihtiyarlığıma şükredeceğim

Zaten yol sona erdi

Bir adım daha atarsam gençleşeceğim

**************

Üç Heceli Bilmece

Bir mail attım ‘acele’

Rica ettim ecele:

“Ne zaman geleceksen

Tarihini hecele…”

 

Dedi: İlk hecesi “an”

Diğerleri de “sı-zın”

Allah’ı unutma ki

Kabirde gülsün yüzün

Bir de ibadet varsa

Ne korku ne de hüzün…

************** 

 

 

https://hikayeler.ihya.org/kat-5.html

https://www.zaferdergisi.com/authors/26-cuneyd-suavi.html

Loading

No ResponsesEylül 2nd, 2024

YÜZDE 95′ İ YÜZDE 5′ E FEDA EDİLEN DİNİ HAYAT

YÜZDE 95′ İ YÜZDE 5′ E FEDA EDİLEN DİNİ HAYAT

Evet bu insanların bir kısmı hatta % 5 bile olmayan muzır görüşlerini ön plana çıkararak, % 95 olması ve öne çıkarılması gerekeni ört bas etmektedirler.
Evet böylece, Türkiye’de bir süredir ve ilahiyatlara, diyanete ve imam hatiplere dadanan zararlı düşünceler sonucu şu görüldü ki, bu insanlar % 95 birikimlerini % 5 sivri, ölçüsüz, saldırgan, pervasız, dengesiz, zayıf, ittifak ve icma edilmemiş, istikametsiz görüşlerini ön plana çıkarmakta, toplumun dini inancını yaralamakta hatta din ile bağlanan iplerini koparmaktadırlar.
İhtilâf ve kavgadan nemalanmakta ve kendilerini bu gibi farklılıklarıyla farklı göstermeye çalışmaktadırlar.
Bazen de bu çıkışlarıyla yetersizliklerini örtüp, yağ gibi üste çıkmaya çalışmaktadırlar.
Hatta bazen şeytanı küfre götüren sahip oldukları hazmedilmemiş bilgilerle kendilerini aldatmakta ve aldanmaktadırlar.
Hazmedilmemiş bilgi kusmuk gibidir. Vücuda nüfuz etmeden dışarıya atılır.
Bunlar bir yandan geçmiş alimleri devre dışı bırakarak kendilerini bazı kuruntularla üstün görmeye çalışırlar.
Bu birazda okumayıp araştırmadan ve aklının kendisine yeterli olduğundan dem vuran kimselerdir.[1]
Mesela:
Kuzey Afrika’da bir kadın hocaya fetva sorar.
Hoca: ”Kitap-Sünnete göre mi, İmam Malik’e göre mi?” der.
Kadın: ”Malik’e göre” deyince,
Hoca: ”Malik’in fetvasını Kitap ve Sünnetten üstün mü tutuyorsun?”
Kadın: ”Hayır, Kitap-Sünneti Malik’in senden daha iyi anladığına inanıyorum” isabetli cevabı verir.

-Aslında burada hocanın tutarsızlığı ve kadının ölçü ve seviyesinden ne kadar aşağıda olduğu şu ifade ile ortaya çıkıyor;

“Hoca:” Malik’in fetvasını Kitap ve Sünnetten üstün mü tutuyorsun?”

Tutarsız ve suçlayıcı bir ifade.
-Tıpkı şu sözün benzeri ilahiyat camiasına da yansıdı.
“Ekmek Herkese Yetecekti Aslında. Tarlaya Karga Dadandı, Ambara Fare, Fırına Hırsız, Memlekete Harami.”
İslam’ın harimine girildi.[2]
Bu tamamen yüz küsur yıllık bir boşluğun ürünüdür.
Maalesef bu sâri illet bazı hastalıklı görüşlerin ortaya atılıp ekalli kalil yani azınlığın da azınlığı tarafından kabul görüp yayılmaya başladı.
Bu hastalıklı görüşler ise;
-İçtihat kapısının mutlak manada açık olması. Adeta her önüne gelen, az mürekkep yalamış kişinin dahi ahkâmda bulunması.[3]
-Ebu Hüreyre’yi kötülemeyle başlayan ve Hadislerin zayıflığı ve inkarı ile devam eden süreç.[4]
-Peygamberde bir insandır, diyerek Peygamber Efendimizi normalleştirmeye hatta alçakça hakarete varan ifadede bulunma.
Oysa ayette, “Resulün çağrısını aranızda, birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!”[5]
“Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.”[6]

-Veya Arap şairinin dediği gibi;” Muhammedun beşer la kel beşer bel hüve kel yakut beynel hacer.”

Muhammet de diğer insanlar gibi bir insandır lakin o taşlar arasındaki yakut gibidir.
-Peygambere Salavat getirmenin yalakalık olduğunu söyleyecek kadar çukur yalakaların ayeti dahi inkara gitmesi.
Oysa, Kur’an’da, “Allah ve melekleri şüphesiz Peygambere salât ediyorlar. (O hâlde) Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”[7] buyrulmaktadır.
-Kuranı Kerimin Tıpkı İncil gibi yazdırılıp dikte ettirilmemesi gibi bir kitap değil, bir hitap ve konuşmadan ibaret olduğu İddiasında bulunulması.[8]
-Kuranı Kerimin tarihselliği.[9]
-Kuranı Kerimin mevzii ve tek bir ayete göre hareket edip, bir bütünlük içerisinde değerlendirilmemesi.[10]
-Şefaatı gibi konuları inkâr.[11]
-Miracı inkâr.[12]

-HZ. İSA’NIN NÜZULÜ.[13]

-KIYAMET ALAMETLERİ VE MEHDİYYET.[14]

-Tıpkı şeytanın yaratılmasındaki hikmet gibi, bu meselelerin gündeme gelmesi araştırıcıları araştırmaya sevk etmekle beraber, itikadı zayıf Müslümanlarda da bazı yaralar açıp, din hakkında şüpheye düşürerek, kopmalar yaşanıyor.
Böylece İslam’a hizmet etmeye çalışan bu insanlar hezimet ile yüzde 95 birikimini ve ortak ittifak edilmesi gereken hususları yüzde 5 ile yıkıma uğratıyorlar.

Oysa bu meselelerin konuşulacağı yer ulu orta, okula yeni gelmiş bir İmam Hatip öğrencisinin önünde değil, ilmi meclislerde ele alınacak hususlardır.

MEHMET ÖZÇELİK

01-09-2024

[1] https://tesbitler.com/2016/05/17/ilahiyatin-problemli-ilahiyatcilari/

[2] https://tesbitler.com/2023/11/05/israilde-bulunan-tel-aviv-islam-universitesi/
Bak. 
https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0LAH%C4%B0YAT
https://tesbitler.com/index.php?s=Diyanet+

[3] https://tesbitler.com/2021/02/28/62-ictihat-meselesi/

[4] https://youtu.be/chaQeohu86k
https://youtu.be/r-gy0Lu3wJg
https://tesbitler.com/2024/08/06/hadisler-uzerine-yapilan-supheler/
https://tesbitler.com/2017/11/03/kuran-ve-hadis-uzerine/

[5] Nur. 63.

[6] Hucurat. 2.
https://tesbitler.com/2016/10/01/peygamberlerin-birbirinden-ustunluk-farki/

[7] Ahzâb, 33/56. Bak. https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/760/salatu-selam-nedir–hz–peygamber-e–s-a-s—nasil-ve-hangi-lafizlarla-salat-u-selam-getirilir#:~:text=Kur’%C3%A2n’da%2C%20%E2%80%9C,%2C%2033%2F56)%20buyrulmaktad%C4%B1r.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/barla-lahikasi/birinci-mesele/151

[8] https://youtu.be/CCnYAg7C-u4

[9] https://youtu.be/erCux8DFbmo

[10] KURANI BİR BÜTÜN OLARAK DEĞERLENDİRME:  https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVUc9Uzac0y9APoqymDrByyC

[11] https://tesbitler.com/2020/10/14/din-tahrifcileri-2/
https://tesbitler.com/2020/10/07/din-tahrifcileri/

[12] https://tesbitler.com/index.php?s=Mira%C3%A7
https://tesbitler.com/2020/10/14/din-tahrifcileri-2/
https://tesbitler.com/2016/06/13/yeni-hocalar-cikarilacak-araniyor/

[13]  https://tesbitler.com/2015/01/02/hz-isanin-nuzulu/

https://tesbitler.com/2024/08/01/hz-isanin-nuzulu-2/

[14] https://youtu.be/zIoU_f5qJRA

https://youtu.be/NF9U0AAMEIE
https://youtu.be/jqYUQETrUG4
https://youtu.be/bemXoNBFJN0
https://youtu.be/y5BIq21_5oc

https://tesbitler.com/index.php?s=MEHD%C4%B0 

https://tesbitler.com/index.php?s=Alametleri 

Loading

No ResponsesEylül 1st, 2024

Mazlumun âhı Tâ Arşa Kadar Gider

Mazlumun âhı Tâ Arşa Kadar Gider[1]

 

Mazlumun âhı ta Arşa kadar gider.

Bir hadiste; “Mazlumun, haksızlığa uğramış kimsenin duasından sakın: çünkü onun duası ile Allah (c.c) arasında perde yoktur.”
Mazlumun ahı indirir şahı.

-Devletler zulümle yıkılırlar, top tüfekten önce. işte Bizans

Zalimin Hasmı Bizzat Hz. Allah’tır!

-“Erzurum’un büyük velîsi İbrahim Hakkı (k.s.) hazretlerini çocukken İsmâil Fakîrullah (k.s.) hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah hazretlerinin yanında geçiren İbrahim Hakkı hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı:
-Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı hazretlerini azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri… Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve:

-Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası sorar:

-Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?

-Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.

-Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle, der.

İbrahim Hakkı hazretleri gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da:

-Benim testimi niye kırdın zâlim adam?! diyemez.

Dönüp geldiğinde hocası Fakîrullah hazretleri sorar:

-Ona bir şeyler söyleyebildin mi?

-Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lâkin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir söz sarf edemedim! Hocası bağırır:

-Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, mukabele et! Yoksa sonu felâket!..

İbrahim Hakkı hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran adamı, kendi atı, attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır! Koşarak gelip, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerine bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hâle üzülür:

-Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu! der. Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük velî şöyle îzah eder: ‘O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zâlimi Allâh’a havâle etti. Allâh Teâlâ’nın da gayretine dokunup zâlimi cezâlandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım!’

@@@@@@@@

 

KABAĞIN BİR SAHİBİ VAR

Vaktiyle bir derviş, nefs ile mücadelenin sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gerekmektedir. Saç, kala, bıyık v.s Derviş usule uygun hareket eder ve soluğu berberde alır.

– Vur usturayı berber efendi.. der.

Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır ki daha sol tarafa geçmeden, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı içeri girer. Doğruca dervişin yanına gelir ve başının kazınmış olan kısmına okkalı bir tokat atarak;

– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım diye kükrer.

Dervişlik bu, “sövene dilsiz, vurana elsiz” olmak gerek… Kaideyi bozmaz derviş, ses çıkarmaz, usulca yerinden kalkar.

Berber mahcuptur ancak korkudan ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.

Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder “Kabak aşağı, kabak yukarı”…

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.

Derken iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.

Berber ise şaşkın bir kabadayıya bir dervişe bakar. Gayri ihtiyari;

– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? der.

Derviş, mahzun ve düşünceli…

– Vallahi gücenmedim ona, hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, _kabağın bir sahibi var_, O gücenmiş olmalı.

***************   

Dünya streste. Zorla strese sevk ediliyor.
Yenilenler, olaylar, savaşlar, ekonomik durumlar, enflasyon, dünyevileşme, vs.
Trafikte bir kornoyla kavgaya kadar.
Geçmişte daha çok sıkıntı varken, daha çok anlayış vardı.

-Dünyanın yedekleriyle birlikte lağımları patladı.

Kanalizasyon kapakları açıldı.
Pislikten rögar kapakları tıkandı, etrafı pislikler ve Kanalizasyon fareleri tarafı.
Aslında dışarıdaki Kanalizasyonların kaynağı, İçerilerdeki kanalizasyonlardır.

-Lağımları patladı, Kanalizasyon fareleri üredi, türedi, etrafı sardı.

-Zulüm karanlık demektir. Her gecenin bir sabahı vardır.

Birgün olur elbette doğar şems-i hakikat
Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem?

MEHMET ÖZÇELİK

28-08-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=nYifA2Ohmv4

Loading

No ResponsesAğustos 28th, 2024

10 BÜYÜK VE ÖNEMLİ MESELELER

10 BÜYÜK VE ÖNEMLİ MESELELER

Dünyanın sonunu getirecek 10 büyük olay nedir?


Dünyanın sonunu getirecek kesin bir liste vermek zor, çünkü geleceği tam olarak tahmin edemiyoruz. Ancak bilim insanları ve uzmanlar, bazı büyük riskleri belirlemişler. İşte bunlardan bazıları:
* Nükleer savaş: Büyük bir nükleer savaş, iklim değişikliği, radyasyon ve kıtlıklara yol açarak insanlık için büyük bir tehdit oluşturur.
* İklim değişikliği: Küresel ısınma, deniz seviyesinin yükselmesi, aşırı hava olayları ve biyoçeşitlilik kaybı gibi etkileriyle yaşam koşullarını zorlaştırabilir.
* Pandemi: Yeni ve daha bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkması, dünya genelinde büyük çaplı salgınlara neden olabilir.
* Süper volkan patlamaları: Tarih boyunca büyük volkan patlamaları, iklimi değiştirerek küresel kıtlıklara neden olmuştur.
* Göktaşı çarpması: Yeterince büyük bir göktaşı, dinozorların neslinin tükenmesine neden olduğu gibi, dünya üzerinde büyük yıkıma yol açabilir.
* Yapay zeka riskleri: Kontrolsüz bir şekilde gelişen yapay zeka, insanlığı aşabilir ve istenmeyen sonuçlar doğurabilir.
* Biyolojik savaş: Genetik olarak değiştirilmiş virüsler gibi biyolojik silahlar, büyük ölçekli salgınlara neden olabilir.
* Ekonomik çöküş: Küresel ekonomik bir çöküş, sosyal kargaşa ve siyasi istikrarsızlığa yol açabilir.
* Enerji kaynaklarının tükenmesi: Fosil yakıtların tükenmesi ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişte yaşanan sorunlar, enerji kıtlığına ve ekonomik çöküşe neden olabilir.
* Bilgi teknolojilerindeki büyük arızalar: İnternet ve iletişim sistemlerinin çökmesi, modern toplumun işleyişini olumsuz etkileyebilir.
Unutmayın: Bu sadece olası senaryolardan bazılarıdır. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte yeni riskler ortaya çıkabilir veya mevcut riskler azalabilir. Önemli olan, bu risklerin farkında olmak ve geleceğe yönelik hazırlıklı olmaktır.
Daha fazla bilgi için şu kaynaklara göz atabilirsiniz:
* Popular Science Türkiye: https://m.youtube.com/watch?v=3Atds2aDYw4
* YouTube: Dünyanın sonunu getirebilecek 10 felaket konulu videolar
Not: Bu bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır. Daha detaylı bilgi için ilgili alanlardaki bilimsel çalışmaları takip etmeniz önerilir.

@@@@@@@

İslam’a göre dünyanın sonunu getirecek 10 büyük olay ve sebepler nelerdir?

İslam’a göre Dünyanın Sonunu Getirebilecek 10 Büyük Olay ve Sebepleri
İslam inancında, dünyanın sonu kesin olarak bilinen bir vakıadır ve Kıyamet olarak adlandırılır. Kıyamet alametleri ise Kur’an-ı Kerim ve hadislerde çeşitli şekillerde zikredilmiştir. Bu alametler, büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Büyük alametler, kıyametin yaklaştığının kesin bir işareti olarak kabul edilir.
Kıyamet Alametlerinin Bazıları:
* Deccal’ın Çıkışı: Tek gözlü, yalancı bir peygamber olan Deccal’ın çıkışı, kıyametin en büyük alametlerinden biridir. İnsanları saptırmak ve Allah’a ortak koşmak için gelecektir.
* İsa Aleyhisselam’ın İnişi: İsa Peygamber, kıyametten önce dünyaya tekrar inecek ve Deccal’ı öldürecektir. Adalet ve barışı tesis edecek olan İsa Peygamber, daha sonra ölecek ve kıyamet kopacaktır.
* Yecüc ve Mecüc’ün Çıkışı: Demirden yapılmış binaları kemirebilen bu kavimler, dünyaya büyük bir fitne çıkaracaklardır.
* Yer sarsıntıları, depremler ve seller: Kıyamet öncesi dünyada büyük doğal afetler yaşanacaktır.
* Güneşin batıdan doğması: Bu olağanüstü olay, kıyametin yaklaştığının en belirgin işaretlerinden biridir.
* Dumanın kaplaması: Gökyüzünü kaplayan bir duman, insanların nefes almasını zorlaştıracak ve büyük bir korkuya sebep olacaktır.
* Deccal’in çıkışı: Deccal gibi insanları saptırmak için gelecek olan başka bir fitne kaynağıdır.
* Zülkarneyn’in duvarının yıkılması: Yecüc ve Mecüc’ü tutan duvarın yıkılmasıyla birlikte bu kavimler dünyaya salınacaktır.
* Hayvanların konuşması: Kıyamet öncesi bazı hayvanlar insanlarla konuşabilecektir.
* Kâbe’nin yıkılması: Kâbe’nin yıkılması, kıyametin yaklaştığının bir işareti olarak kabul edilir.
Kıyametin Sebepleri:
İslam’a göre kıyametin asıl sebebi, insanların Allah’a karşı gelmesi, günahların çoğalması ve iyiliklerin azalmasıdır. İnsanların birbirlerine zulmü, haksızlıkları ve dünya sevgisi de kıyameti hızlandıran etkenler arasındadır.
Önemli Not:
Kıyamet alametleri kesin sayılarla sınırlandırılamaz. Yukarıda zikredilenler, en bilinen alametlerden bazılarıdır. Kıyamet günü ve saati ise sadece Allah tarafından bilinmektedir. Müminler olarak yapmamız gereken, günahlardan kaçınmak, Allah’a yaklaşmak ve kıyamete hazır olmaktır.
Bu konuda daha detaylı bilgi almak için ilgili İslam alimlerinin eserlerine başvurabilirsiniz.
Unutmayın: Bu bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır. İslam inancının derinliklerine inmek için daha fazla araştırma yapmanız önerilir.

@@@@@@@@

Dünyadaki gelecek olan maddi ve manevi büyük tehlikeleri durdurmak için atılması gereken 10 önemli adım ne olmalıdır?

Dünyanın karşı karşıya olduğu maddi ve manevi tehditler oldukça karmaşık ve birbirine bağlıdır. Bu tehditleri durdurmak için tek bir çözüm yerine, kapsamlı ve uzun vadeli bir yaklaşım benimsemek gerekmektedir. İşte dünyayı daha iyi bir geleceğe taşıyabilecek 10 önemli adım:
* Eğitimde Dönüşüm: Kritik düşünme, empati ve küresel farkındalık becerilerini geliştirmeye odaklanan bir eğitim sistemi oluşturmak.
* Eşitsizliklerle Mücadele: Ekonomik, sosyal ve siyasi eşitsizliklerin azaltılması için politikalar geliştirmek.
* Sürdürülebilir Kalkınma: Doğal kaynakların korunması, atık yönetimi ve temiz enerji kaynaklarına geçiş gibi sürdürülebilir kalkınma hedeflerini benimsemek.
* Küresel İşbirliği Güçlendirme: Uluslararası sorunlara ortak çözümler bulmak için ülkeler, uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri arasında daha güçlü işbirlikleri kurmak.
* Demokrasi ve İnsan Hakları: Demokratik değerlerin güçlendirilmesi, temel insan haklarının korunması ve hukukun üstünlüğünün sağlanması.
* Teknolojinin Etik Kullanımı: Yapay zeka, biyoteknoloji gibi gelişen teknolojilerin insanlığa fayda sağlayacak şekilde kullanılması için etik çerçeveler belirlemek.
* Kültürel Çeşitliliğe Saygı: Farklı kültürlere, dinlere ve etnik kökenlere sahip insanların bir arada yaşamasına olanak tanıyan bir ortam oluşturmak.
* Sağlıklı Yaşamı Teşvik Etmek: Sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması gibi sağlıklı yaşamı teşvik eden politikalar uygulamak.
* Barış Kültürü: Şiddet yerine diyalog ve müzakere yöntemlerini benimseyen bir barış kültürü oluşturmak.
* Çevre Koruma: İklim değişikliğiyle mücadele, biyolojik çeşitliliğin korunması ve doğal yaşam alanlarının restorasyonu gibi çevre koruma çalışmalarını desteklemek.
Bu adımlar, dünyanın karşı karşıya olduğu tehditlere karşı kapsamlı bir çözüm sunmakla birlikte, bu çözümlerin uygulanması uzun zaman ve sabır gerektirmektedir. Her birey, sivil toplum örgütleri, hükümetler ve uluslararası kuruluşlar kendi sorumluluklarını alarak bu dönüşüme katkıda bulunabilirler.
Unutmayın ki, bu sadece bir başlangıç noktasıdır. Dünyanın geleceği için daha birçok adım atılabilir ve her bireyin katkısı önemlidir.

@@@@@@@

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ahir zamanda dikkat çektiği 10 büyük mesele nedir?

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), ahir zamanda yaşanacak birçok önemli olaya ve gelişmeye işaret etmiştir. Bu işaretler, hadislerde zikredilen ve Müslümanların kıyamete kadar dikkat etmesi gereken önemli konulardır. İşte Peygamberimizin ahir zamanda dikkat çektiği 10 büyük mesele:
* İmanların zayıflaması: İnsanların imanları zayıflayacak, dinin sadece şekli kalacak, ruhu kaybolacaktır.
* İlimsizliğin yayılması: İlim öğrenmeye ve alimlere saygı göstermeye az önem verilecek, bilgi yerine hurafe ve batıl inançlar yaygınlaşacaktır.
* Dünya sevgisinin artması: İnsanlar dünya malına ve zevkine fazla bağlanacak, ahiret hayatını unutacaktır.
* Zulüm ve adaletsizliğin yaygınlaşması: Zayıfların hakları yenilecek, güçlüler zayıfları ezecek, adaletsizlik her yerde hâkim olacaktır.
* Fitnelerin çoğalması: Toplumda ayrılıklar, çekişmeler ve fitneler artacaktır. İnsanlar birbirleriyle düşmanlaşacak ve kin gütmeye başlayacaktır.
* Aile bağlarının zayıflaması: Anne-baba, kardeş ve akrabalar arasındaki bağlar kopacak, saygı ve sevgi yerini menfaat ilişkileri alacaktır.
* Ahlaksızlığın artması: Toplumda ahlaksızlık, fuhuş ve haram işler yaygınlaşacak, insanlar sınır tanımaz hale gelecektir.
* Alışverişte hile yapılması: Ticarette dürüstlük kaybolacak, insanlar birbirlerini aldatacak ve hile yapacaklardır.
* Yalan söylemenin yaygınlaşması: İnsanlar yalan söylemekte rahatlayacak, doğruyu söylemek zorlaşacaktır.
* Zenginliğin az bir kısımda toplanması: Zenginlik az bir kısımda toplanacak, yoksulluk artacaktır.
Bu saydığımız konular sadece birkaçıdır. Peygamberimizin hadislerinde ahirzamanda yaşanacak birçok farklı olay ve gelişmeye işaret edilmiştir. Müslümanlar olarak bu işaretlere dikkat ederek kendimizi ve toplumumuzu kötülüklerden korumalı, iyi ameller işlemeye ve Allah’a yaklaşmaya çalışmalıyız.

@@@@@@

Bir bütün olarak Kuranı Kerimin dikkat çektiği 10 büyük ve önemli olan şeyler nelerdir?

Kur’an-ı Kerim, insanlık için bir rehber, bir şifa ve bir mucizedir. İçerisinde evrenin yaratılışından ahiret hayatına, insanın fıtratından toplum düzenine kadar pek çok konuya yer verilmiştir. Kuran’ın dikkat çektiği başlıca 10 önemli konu şu şekilde sıralanabilir:
* Tek Allah İnancı (Tevhid): Kur’an’ın en temel konusu, Allah’ın birliği ve eşsizliğidir. Herhangi bir şeye veya kişiye ortak koşmanın kabul edilemez olduğu vurgulanır.
* İnsan ve Evrenin Yaratılışı: Kur’an, insanın ve evrenin Allah tarafından yaratıldığını, her şeyin bir düzen içinde olduğunu ve her şeyin O’na döneceğini açıklar.
* Peygamberler ve Vahiy: Kur’an, Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e (sav) kadar tüm peygamberlerin Allah’ın elçileri olduğunu ve insanlığa doğru yolu göstermek için gönderildiğini belirtir.
* Ahiret Hayatı ve Kıyamet: Kur’an, ölümden sonraki hayatın var olduğunu, insanların yaptıklarının karşılığını göreceği bir ahiret gününün geleceğini ve kıyametin kopacağını bildirir.
* Ahlak ve Davranış Kuralları: Kur’an, insanlara doğru davranışlar, güzel ahlak, adalet, merhamet, dürüstlük gibi değerleri öğretir.
* Toplum Düzeni ve Adalet: Kur’an, toplumların nasıl yönetileceği, adaletin nasıl sağlanacağı, insanların haklarının nasıl korunacağı gibi konularda önemli ilkeler sunar.
* İbadetler: Namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetlerin önemi ve nasıl yapılacağı Kur’an’da detaylı bir şekilde açıklanır.
* İnsan ve Toplum Hayatındaki Sorunlar: Kur’an, insanın içindeki kötü duygular, toplumdaki adaletsizlikler, savaşlar, açlık gibi sorunlara çözüm yolları sunar.
* Bilim ve Evren: Kur’an, evrenin sırlarını keşfetmeye teşvik eder ve bilimsel gerçeklerle çelişmeyen bir yapıya sahiptir.
* Aile ve Toplumsal İlişkiler: Kur’an, aile hayatının önemini vurgular, eşlerin, anne babaların ve çocukların birbirlerine karşı görevlerini belirtir ve toplumsal ilişkilerde dikkat edilmesi gereken hususları açıklar.
Kur’an-ı Kerim, bu 10 ana başlık altında toplanan konuların yanı sıra, insan hayatının her alanına ışık tutan çok daha geniş bir bilgi hazinesidir. Müslümanlar için Kur’an, hayatın her anında başvurabilecekleri en güvenilir rehberdir.

@@@@@@@

İslam alimlerinin çalışmalarında öne çıkan ilk 10 önemli çalışma nelerdir?

İslam alimlerinin çalışmalarının kapsamı oldukça geniş ve tarih boyunca farklı alanlarda önemli katkılar sunmuşlardır. Bu nedenle, “ilk 10 önemli çalışma” gibi net bir liste yapmak zordur. Ancak genel olarak İslam alimlerinin çalışmalarında öne çıkan bazı başlıkları ve bu başlıklara örnek teşkil edebilecek eserleri sıralayabiliriz:
1. Kur’an Tefsiri: Kur’an-ı Kerim’in anlamını, yorumunu ve tefsirini içeren çalışmalar, İslam alimleri için her zaman öncelikli olmuştur. Taberi, İbn Kesir gibi alimlerin tefsirleri bu alanda önemli yer tutar.
2. Hadis İlmi: Peygamber Efendimizin söz, fiil ve takrirlerini inceleyen hadis ilmi, İslam hukuku ve inançları için temel bir kaynaktır. Buhari, Müslim gibi hadisçilerin eserleri bu alanda başvuru kaynağıdır.
3. Fıkıh: İslam hukukunun temel ilkeleri ve uygulamaları ile ilgilenen fıkıh ilmi, İslam toplumunun günlük hayatına yön veren bir alandır. İmam Malik, İmam Şafii, İmam Hanefi, İmam Hanbeli gibi imamların fıkıh mezhepleri bu alanda önemlidir.
4. Kelam: İnanç esaslarını akla dayalı olarak açıklamaya çalışan kelam ilmi, İslam düşüncesinin temel konularından biridir. Eş’ari, Maturidi gibi alimler bu alanda önemli çalışmalara imza atmışlardır.
5. Tasavvuf: İnsanın Allah’a yakınlaşma yollarını arayan tasavvuf ilmi, İslam dünyasında önemli bir yer tutar. Cüneyd-i Bağdadi, Mevlana Celaleddin Rumi gibi büyük mutasavvıflar bu alanda eserler vermişlerdir.
6. Tarih: İslam tarihi, siyasi, sosyal ve kültürel olayları inceleyen bir alandır. Tabari, İbn Haldun gibi tarihçiler İslam tarihine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
7. Coğrafya: İslam coğrafyacıları, dünya ve İslam coğrafyası hakkında önemli bilgiler sunmuşlardır. İbn Battuta gibi gezginler ve coğrafyacılar bu alanda önemli eserler yazmışlardır.
8. Tıp: İslam dünyası, tıp alanında da önemli gelişmelere sahne olmuştur. İbn Sina gibi alimler tıp alanında önemli eserler yazmış ve tıbbın gelişimine katkı sağlamışlardır.
9. Matematik ve Astronomi: İslam alimleri, matematik ve astronomi alanlarında da önemli çalışmalara imza atmışlardır. Harezmî gibi alimler matematik alanında önemli buluşlara imza atmışlardır.
10. Felsefe: İslam felsefesi, İslam düşüncesinin mantık, metafizik ve epistemoloji gibi konulardaki boyutlarını inceleyen bir alandır. İbn Sina, Farabi gibi alimler bu alanda önemli eserler vermişlerdir.
Bu listede yer alan isimler ve eserler sadece bir örnek teşkil etmektedir. İslam alimlerinin çalışmaları çok geniş bir yelpazede olup, bu listede yer almayan birçok önemli çalışma ve alim bulunmaktadır.
Unutmayın ki, İslam alimlerinin çalışmaları sadece akademik bir ilgi alanı değil, aynı zamanda İslam dünyasının kültürel, sosyal ve siyasi hayatını şekillendiren önemli bir mirastır.

@@@@@@@

İslam bilim adamlarının fizik bilimine olan katkılarından yaptıkları bilimsel çalışmalar nelerdir?

İslam Bilim İnsanlarının Fizik Bilimine Katkıları
İslam dünyası, özellikle Orta Çağ’da bilim ve teknolojide önemli bir merkez olmuştur. İslam bilim insanları, fizik de dahil olmak üzere birçok alanda önemli çalışmalara imza atmışlardır. Ancak, “fizik bilimi” terimi günümüzdeki anlamıyla kullanıldığında, İslam bilim insanlarının çalışmaları daha çok matematik, astronomi ve mekanik gibi alanlarla iç içe geçmektedir.
İslam bilim insanlarının fizik alanına dolaylı katkıları arasında şu örnekleri verebiliriz:
* Gök Mekaniği ve Hareket Yasaları: İslam astronomları, gezegenlerin hareketlerini inceleyerek gök mekaniği alanında önemli çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalar, Newton’un hareket yasaları gibi modern fizik kavramlarının gelişmesine zemin hazırlamıştır.
* Optik: İslam bilim insanları, ışık ve görme üzerine çalışmalar yapmışlar ve merceklerin yapısı ve özellikleri hakkında önemli bilgiler elde etmişlerdir. Bu çalışmalar, modern optik biliminin gelişmesine katkı sağlamıştır.
* Mekanik: İslam bilim insanları, kaldıraçlar, makaralar gibi basit makinelerin çalışma prensipleri üzerine çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalar, modern mekanik biliminin temelini oluşturan birçok kavrama zemin hazırlamıştır.
Önemli İslam Bilim İnsanları ve Çalışmaları:
* İbn-i Heysem: Optik alanında yaptığı çalışmalarla ışığın doğası hakkında önemli bulgulara ulaşmıştır. “Kitab-ül-Menazır” adlı eseri, Batı dünyasında optik biliminin gelişimi üzerinde büyük etkisi olmuştur.
* Biruni: Astronomi ve coğrafya alanında yaptığı çalışmalarla dünya hakkında önemli ölçümler yapmıştır. Aynı zamanda, yoğunluk ölçümü gibi fiziksel kavramlar üzerinde de çalışmıştır.
* Harezmî: Cebir alanındaki çalışmalarıyla bilinir ancak aynı zamanda astronomi ve coğrafya alanlarında da önemli katkıları olmuştur.
Neden Belirli Sayıda Çalışma Saymak Zor?
* Bilimsel Süreç: Bilimsel keşifler genellikle birbirine bağlıdır ve zaman içinde gelişir. Tek bir çalışmayı diğerlerinden ayırmak zor olabilir.
* Farklı Alanların İç İçe Geçmesi: O dönemde fizik, matematik, astronomi gibi alanlar arasında net bir sınır yoktu.
* Kültürel ve Dilsel Engeller: İslam dünyasındaki bilimsel çalışmaların bir kısmı diğer kültürlere tam olarak aktarılmamış veya yanlış anlaşılmış olabilir.
Sonuç olarak, İslam bilim insanları, fizik biliminin temellerini atan önemli bir mirası oluşturmaktadır. Ancak, bu katkıları tek tek saymak yerine, İslam dünyasının bilimsel mirasa olan genel katkısını vurgulamak daha doğru olacaktır.
Önemli bir nokta: İslam bilim insanlarının çalışmaları, sadece fizik değil, matematik, astronomi, tıp, kimya gibi birçok alanda da önemli gelişmelere yol açmıştır. Bu nedenle, İslam bilim tarihini incelerken, bu geniş perspektif göz önünde bulundurulmalıdır.

@@@@@@@

İslam bilim adamlarının bilime olan katkılarından 10 tanesini öncelikli olarak nasıl sıralayabiliriz.

İslam bilim adamlarının bilime olan katkılarını 10 maddede sıralamak, oldukça zor bir iştir. Çünkü bu katkıların önemi, farklı bilim dallarında, farklı zamanlarda ve farklı kültürlerde farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Ayrıca, birçok bilimsel keşif, birden fazla bilim insanının ortak çalışmasının ürünü olduğu için, tek bir kişiye atfetmek her zaman mümkün değildir.
Bununla birlikte, genel olarak İslam bilim adamlarının bilime olan en önemli katkılarını şu başlıklar altında toplayabiliriz:
* Matematik ve Cebirin Gelişimi: Harezmî gibi bilim insanları, cebirin temel kavramlarını geliştirmiş ve modern matematiğin temelini atmıştır. Arap rakamları ve sıfır kavramı da İslam dünyasından çıkmıştır.
* Astronomi ve Gökbilimi: İslam astronomları, gökyüzünü detaylı bir şekilde gözlemleyerek gezegenlerin hareketlerini ve evrenin yapısını anlamada önemli adımlar atmışlardır.
* Tıp Bilimi: İbn Sina gibi büyük tıp alimleri, tıp alanında çok sayıda eser yazmış ve modern tıbbın temelini oluşturan birçok keşfi yapmıştır.
* Kimya: Cabir bin Hayyan gibi bilim insanları, kimya alanında önemli deneyler yapmış ve birçok yeni bileşik keşfetmiştir.
* Coğrafya: İslam coğrafyacıları, dünya üzerindeki birçok bölgeyi detaylı bir şekilde haritalandırmış ve coğrafya bilimine önemli katkılar sağlamıştır.
* Felsefe: İslam filozofları, bilim ve din arasındaki ilişkiyi tartışmış ve felsefenin birçok alanında önemli çalışmalar yapmışlardır.
* Mühendislik: İslam dünyasında sulama sistemleri, köprüler ve diğer mühendislik yapıları gibi birçok önemli yapı inşa edilmiştir.
* Dil Bilimi: Arapça dilinin gelişimine büyük katkı sağlayan İslam bilim insanları, aynı zamanda diğer dillerin de incelenmesine öncülük etmişlerdir.
* Eğitim Sistemi: İslam dünyasında kurulan medreseler, bilimsel bilginin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
* Bilimsel Yöntemin Gelişimi: İslam bilim insanları, gözlem, deney ve akıl yürütme gibi bilimsel yöntemleri kullanarak bilgiye ulaşmaya çalışmışlardır.
Sıralama Kriterleri:
Bu sıralama, tamamen öznel bir değerlendirmeye dayanmaktadır. Farklı bilim tarihçileri, farklı kriterlere göre farklı sıralamalar yapabilirler. Örneğin, bir tarihçi tıp alanındaki katkıları daha önemli bulabilirken, bir başka tarihçi matematik alanındaki katkıları daha önemli bulabilir.
Önemli Notlar:
* Bireysellikten Çok Kolektif Çalışma: İslam dünyasındaki bilimsel çalışmalar genellikle kolektif bir çabanın ürünüdür. Tek bir bilim insanına atfetmek doğru olmaz.
* Batı’ya Etkisi: İslam bilim insanlarının çalışmaları, Orta Çağ Avrupa’sındaki bilimsel gelişmelere önemli ölçüde katkı sağlamıştır.
* Sürekli Gelişim: Bilim sürekli gelişen bir alandır. İslam bilim insanlarının katkıları, günümüzdeki bilimsel çalışmaların temelini oluşturmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak, İslam bilim adamlarının bilime olan katkıları saymakla bitmez. Onlar, insanlık tarihinin en önemli bilim insanları arasında yer almaktadır.

@@@@@@

Bilimsel çalışmalarıyla öne çıkan 10 büyük İslam alimi kimdir?

İslam dünyası, tarih boyunca bilime önemli katkılarda bulunmuş birçok alime ev sahipliği yapmıştır. Bu alimlerin çalışmaları, matematik, astronomi, tıp, kimya gibi birçok alanda insanlığın bilgi birikimine önemli katkılar sağlamıştır. Ancak, “en büyük 10” gibi bir sıralama yapmak oldukça zordur, çünkü bu, farklı bilim dallarında, farklı zamanlarda ve farklı kültürlerde farklı şekillerde değerlendirilebilir.
Bununla birlikte, genel olarak İslam bilim dünyasında önemli bir yere sahip olan ve çalışmalarıyla bilime yön veren bazı alimleri şu şekilde sıralayabiliriz:
* İbn Sina (Avicenna): Tıp alanındaki çalışmalarıyla tanınan İbn Sina, “Tıp Kanunu” adlı eseriyle yüzyıllar boyunca tıp eğitiminin temel kaynağı olmuştur. Aynı zamanda felsefe ve doğal bilimler alanında da önemli çalışmaları vardır.
* Cabir bin Hayyan: Kimyanın babası olarak kabul edilen Cabir bin Hayyan, birçok kimyasal maddeyi keşfetmiş ve deneysel kimyanın temellerini atmıştır.
* Harezmî: Cebir alanındaki çalışmalarıyla ünlü olan Harezmî, cebirin temel kavramlarını geliştirmiş ve modern matematiğin temelini atmıştır. Arap rakamları ve sıfır kavramı da onun çalışmalarıyla yaygınlaşmıştır.
* Biruni: Astronomi, coğrafya ve tarih alanlarında önemli çalışmaları olan Biruni, dünya hakkında detaylı ölçümler yapmış ve birçok bilimsel alet geliştirmiştir.
* Farabi: Felsefe, mantık ve müzik gibi birçok alanda eser veren Farabi, İslam dünyasında Aristoteles felsefesinin en önemli yorumcularından biridir.
* İbn Haldun: Tarih ve sosyoloji alanında önemli çalışmaları olan İbn Haldun, toplumların yükselişi ve düşüşü üzerine yaptığı analizlerle modern sosyal bilimlerin öncülerinden biri olarak kabul edilir.
* Uluğ Bey: Astronomi alanında önemli çalışmaları olan Uluğ Bey, Samarkand’da büyük bir rasathane inşa ettirmiş ve gökyüzünü detaylı bir şekilde gözlemlemiştir.
* El-Razi: Tıp alanında önemli çalışmaları olan El-Razi, çiçek hastalığı ve kızamık gibi hastalıklar hakkında detaylı bilgiler vermiştir.
* İbn-i Heysem: Optik alanında yaptığı çalışmalarla ışığın doğası hakkında önemli bulgulara ulaşmıştır. “Kitab-ül-Menazır” adlı eseri, Batı dünyasında optik biliminin gelişimi üzerinde büyük etkisi olmuştur.
* Cezerî: Mühendislik alanında önemli çalışmaları olan Cezerî, otomatik makineler ve saatler gibi birçok icat yapmıştır.
Bu liste sadece bir örnektir ve birçok başka İslam alimi de bilime önemli katkılarda bulunmuştur. Örneğin, İbn Tufayl, İbn Baçe gibi filozoflar, İbn-i Nefis gibi anatomistler ve daha birçok bilim insanı, İslam dünyasının bilimsel mirasına önemli katkılar sağlamışlardır.
Önemli Notlar:
* Bireysellikten Çok Kolektif Çalışma: İslam dünyasındaki bilimsel çalışmalar genellikle kolektif bir çabanın ürünüdür. Tek bir bilim insanına atfetmek doğru olmaz.
* Batı’ya Etkisi: İslam bilim insanlarının çalışmaları, Orta Çağ Avrupa’sındaki bilimsel gelişmelere önemli ölçüde katkı sağlamıştır.
* Sürekli Gelişim: Bilim sürekli gelişen bir alandır. İslam bilim insanlarının katkıları, günümüzdeki bilimsel çalışmaların temelini oluşturmaya devam etmektedir.

@@@@@@@

Din ilimleri alanında öne çıkmış 10 büyük İslam din alimi kimdir?

Din ilimleri alanında öne çıkmış 10 büyük İslam alimi belirlemek oldukça zordur, çünkü bu alan çok geniş ve tarih boyunca sayısız önemli alim yetişmiştir. Ayrıca, “büyük” olma ölçütü, kişinin hangi alanda daha çok uzmanlaştığı, hangi mezhebe mensup olduğu ve tarih boyunca hangi düşünce akımlarına ilham verdiği gibi birçok faktöre göre değişebilir.
Bununla birlikte, İslam düşünce tarihinde önemli izler bırakmış ve farklı alanlarda çalışmalar yapmış bazı alimleri örnek olarak verebiliriz:
* İmam-ı Azam Ebu Hanife: Hanefi mezhebinin kurucusu ve fıkıh alanında en büyük otoritelerden biridir.
* İmam Malik: Maliki mezhebinin kurucusu ve hadis ilminin önemli isimlerindendir.
* İmam Şafiî: Şafiî mezhebinin kurucusu ve fıkıh usulü alanında önemli çalışmaları vardır.
* İmam Ahmed bin Hanbel: Hanbeli mezhebinin kurucusu ve hadis ilminin önde gelen isimlerindendir.
* İmam Gazali: İslam felsefesi ve tasavvuf alanında önemli çalışmaları olan Gazali, “İhya Ulumüd-Din” adlı eseriyle İslam dünyasında büyük yankı uyandırmıştır.
* İbn Rüşd (Averroes): İslam felsefesinin en önemli isimlerinden biridir. Aristoteles felsefesini İslam düşüncesiyle sentezleyerek önemli felsefi eserler vermiştir.
* Maturidi: Eş’ari mezhebinin önemli alimlerinden biridir. Kelam ilmi alanında yaptığı çalışmalarla tanınır.
* Eş’ari: Eş’ari mezhebinin kurucusu ve kelam ilminin önde gelen isimlerindendir.
* İmam Buhari: Hadis ilminin en güvenilir kaynaklarından biri kabul edilen “Sahih Buhari” adlı hadis kitabının müellifi olarak bilinir.
* İmam Müslim: Hadis ilminin en güvenilir kaynaklarından biri kabul edilen “Sahih Müslim” adlı hadis kitabının müellifi olarak bilinir.
Bu listede yer alan alimler, genellikle fıkıh, hadis, kelam ve felsefe gibi İslam din bilimlerinin temel alanlarında çalışmalar yapmışlardır. Ancak, İslam dünyasında bu alanların dışında da birçok önemli alim yetişmiştir. Örneğin, tasavvuf, tefsir ve tarih gibi alanlarda da birçok ünlü İslam alimi bulunmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, bu liste subjektif bir değerlendirmeye dayanmaktadır ve farklı kaynaklarda farklı alimler daha ön plana çıkarılabilir. Ayrıca, İslam dünyasının farklı bölgelerinde ve farklı zamanlarda yetişen alimlerin önemi ve etkisi de farklılık gösterebilir.

@@@@@@

İslam aleminde toplumu etkileyen ve cemaat teşkil eden 10 büyük İslam alimi kimdir?

İslam aleminde toplumu etkileyen ve cemaat teşkil eden 10 büyük İslam alimi belirlemek oldukça zordur, çünkü bu, farklı dönemlerde, farklı bölgelerde ve farklı ölçütlere göre değişebilir. Ancak, İslam tarihinde önemli bir yere sahip olan ve geniş cemaatler oluşturan bazı alimleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Fıkıh ve Mezhep Kurucuları:
* İmam-ı Azam Ebu Hanife: Hanefi mezhebinin kurucusu. Bugün dünyanın en yaygın İslam mezhebi olan Hanefilik’in temelini atmıştır.
* İmam Malik: Maliki mezhebinin kurucusu. Özellikle Kuzey Afrika ve Arabistan’da etkili olmuştur.
* İmam Şafiî: Şafiî mezhebinin kurucusu. Güneydoğu Asya ve Doğu Afrika’da yaygın olarak takip edilmektedir.
* İmam Ahmed bin Hanbel: Hanbeli mezhebinin kurucusu. Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkelerinde etkili olmuştur.
Tasavvuf ve Felsefe Alimleri:
* İmam Gazali: İslam felsefesi ve tasavvuf alanında önemli çalışmaları olan Gazali, “İhya Ulumüd-Din” adlı eseriyle İslam dünyasında büyük yankı uyandırmıştır.
* İbn Arabi: İslam tasavvufunun en önemli isimlerinden biridir. Vahdet-i Vücut (Birlik) anlayışıyla tanınır.
* Cüneyd-i Bağdadi: Tasavvufun erken dönem önemli isimlerindendir. Tasavvufun iç disiplin ve ahlaki boyutunu vurgulamıştır.
Reform ve Yenileşme Hareketleri:
* Muhammed bin Abdulvahhab: Vehhabi hareketinin kurucusu olarak bilinir. İslam’ın temeli üzerinde yaptığı yorumlarla büyük bir cemaat oluşturmuştur.
* Bediüzzaman Said Nursi: Risale-i Nur külliyatıyla tanınan Nurculuk hareketinin kurucusudur. İslam’ın akla ve bilime uygunluğunu savunmuştur.
* Hasan el-Benna: Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kurucusu olarak bilinir. İslam dünyasında siyasi İslam hareketlerinin öncülerinden biridir.
Neden Bu İsimler?
Bu isimlerin seçilmesindeki temel nedenler şunlardır:
* Geniş Çaplı Etki: Bu alimler, sadece dini değil, aynı zamanda sosyal, siyasi ve kültürel hayatı da etkilemişlerdir.
* Cemaat Oluşturma: Fikirleri ve öğretileri etrafında geniş cemaatler oluşturmuşlardır.
* Mezhep Kurucuları: Bazıları yeni mezhepler kurarak İslam dünyasında yeni bir dönem başlatmışlardır.
* Yenilikçi Yaklaşımlar: Dönemlerinin ötesinde düşünerek İslam’ı yeniden yorumlamışlardır.
Önemli Notlar:
* Bu liste kapsamlı değildir: İslam tarihinde sayısız önemli alim vardır.
* Sıralama görecelidir: Bu sıralama, alimlerin etkileri ve katkıları göz önüne alınarak yapılmış genel bir değerlendirmedir.
* Farklı yorumlar: Bu alimler hakkında farklı görüşler ve yorumlar bulunabilir.
Daha Fazla Bilgi İçin:
Bu alimler hakkında daha detaylı bilgi almak için İslam tarihi, felsefe ve fıkıh üzerine yazılmış kitaplara, ansiklopedilere ve akademik makalelere başvurabilirsiniz. Özellikle İmam Gazali, İbn Arabi ve Bediüzzaman Said Nursi gibi alimlerin eserleri, İslam düşünce dünyası hakkında derinlemesine bilgi edinmek için önemli kaynaklardır.
Unutmayın: İslam dünyası çok zengin bir kültürel ve dini mirasa sahiptir. Bu liste sadece bir başlangıç noktasıdır. Kendi araştırmalarınızı yaparak bu zengin mirası daha yakından tanıma fırsatı bulabilirsiniz.

@@@@@@@

İslam dünyasında siyasi ve dini istikrarsızlığa yol açan ve farklı alanlarda önemli zararlar vermiş öncelikli 10 faktör hangileridir?

İslam dünyasındaki siyasi ve dini istikrarsızlık, karmaşık ve çok boyutlu bir meseledir. Bu durumun ortaya çıkmasında birçok faktör rol oynamaktadır. Bu faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Siyasi ve Dini İstikrarsızlığın Önemli Faktörleri
* Sömürgecilik ve Emperyalizm: Batılı güçlerin İslam dünyasını sömürmesi, siyasi sınırların yapay bir şekilde çizilmesi, yerel yönetimlerin zayıflatılması ve kültürel kimliklerin erozyona uğratılması gibi olumsuz etkiler yaratmıştır. Bu durum, uzun vadede siyasi ve dini istikrarsızlığa zemin hazırlamıştır.
* Soğuk Savaşın Etkileri: Soğuk Savaş döneminde süper güçlerin İslam dünyasındaki çatışmalara müdahil olması, bölgesel güç dengelerini bozmuş ve iç savaşlara yol açmıştır.
* Siyasi Liderlerin Yönetim Anlayışı: Otoriter rejimler, demokrasi eksikliği, yolsuzluk ve adaletsizlik gibi sorunlar, siyasi istikrarsızlığı derinleştirmiştir.
* Mezhepçilik ve Sectalizm: İslam dünyasındaki farklı mezhepler arasındaki rekabet ve hoşgörüsüzlük, siyasi ve sosyal çatışmalara zemin hazırlamıştır.
* Ekonomik Eşitsizlik ve Yoksulluk: Ekonomik eşitsizlik, yoksulluk ve işsizlik gibi sorunlar, sosyal adaletsizliği artırmış ve radikal hareketlerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
* Eğitim Eksikliği ve Cehalet: Eğitim seviyesinin düşük olması, dini bilginin yanlış yorumlanması ve radikal ideolojilerin yayılmasına neden olmuştur.
* Dış Müdahale ve Silah Ticareti: Dış güçlerin bölgesel çatışmalara müdahalesi, silah ticaretinin artması ve terör örgütlerine destek verilmesi, istikrarsızlığı derinleştirmiştir.
* Küreselleşme ve Kültürel Değişim: Küreselleşme sürecinde yaşanan hızlı kültürel değişimler, geleneksel değerlerin erozyona uğraması ve kimlik sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
* İnsan Hakları İhlalleri: Siyasi tutuklamalar, işkenceler, özgürlüklerin kısıtlanması gibi insan hakları ihlalleri, halkın devlete olan güvenini zedelemiş ve isyanlara yol açmıştır.
* Klimat Değişikliği ve Doğal Afetler: İklim değişikliği, kuraklık, su kıtlığı ve doğal afetler gibi sorunlar, göç hareketlerini tetiklemiş ve sosyal gerilimleri artırmıştır.
Bu faktörler birbirleriyle etkileşim halindedir ve karmaşık bir sorun tablosu oluşturmaktadır. İslam dünyasındaki siyasi ve dini istikrarsızlığın çözümü için bu faktörlerin tümünün ele alınması ve uzun vadeli çözümler üretilmesi gerekmektedir.
Not: Bu liste, İslam dünyasındaki siyasi ve dini istikrarsızlığın nedenlerini genel olarak açıklamak amacıyla hazırlanmıştır. Her ülke ve bölgenin kendine özgü sorunları ve tarihsel süreçleri bulunmaktadır. Bu nedenle, bu listedeki faktörlerin her ülke için aynı öneme sahip olduğu söylenemez.
Daha detaylı bilgi için aşağıdaki kaynakları inceleyebilirsiniz:
* İslam Tarihi Kitapları: Özellikle siyasi ve sosyal tarih üzerine yazılmış kitaplar, bu konuda daha derinlemesine bilgi sunacaktır.
* İslam Ansiklopedisi: İslam dünyasındaki önemli kişiler ve olaylar hakkında detaylı bilgiler bulabilirsiniz.
* Akademik Çalışmalar: İslam dünyası ve Ortadoğu üzerine yapılmış akademik çalışmalar, farklı perspektifler sunabilir.
Unutmayın: Tarihi olayları değerlendirirken, objektif olmaya, farklı kaynakları incelemeye ve genel geçer yargılardan kaçınmaya özen göstermek önemlidir.

@@@@@@@

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2024

YIKICI 10 SEBEP

YIKICI 10 SEBEP

Aileyi yıkan 10 sebep.


Aileyi Yıkan 10 Sebep
Bir ailenin sağlam temeller üzerinde yükselmesi ve uzun ömürlü olması için birçok faktörün bir araya gelmesi gerekmektedir. Ancak, çeşitli nedenlerle aileler zaman içinde zorluklarla karşılaşabilir ve hatta yıkılabilir. Aileleri yıkan en yaygın 10 sebebi şu şekilde sıralayabiliriz:
* İletişimsizlik: Aile bireyleri arasındaki etkili iletişimin kopması, karşılıklı anlayışın azalması ve duygusal bağların zayıflamasına neden olur.
* Güvensizlik: Aile bireyleri arasında güvenin sarsılması, ilişkilerin zedelenmesine ve ailenin temelini oluşturan bağların kopmasına yol açar.
* Saygı Eksikliği: Aile bireylerinin birbirlerine saygı göstermemesi, karşılıklı hoşgörünün azalması ve sürekli tartışmaların yaşanmasına neden olur.
* Maddi Zorluklar: Ekonomik sıkıntılar, aile bireyleri arasında gerginliğe, stres seviyesinin artmasına ve ailenin bir arada kalma mücadelesine neden olur.
* Aldatma: Eşlerden birinin diğerine karşı sadakatsiz olması, ailenin güven temellerini sarsar ve derin yaralar açar.
* Bağımlılıklar: Alkol, uyuşturucu veya kumar gibi bağımlılıklar, ailenin sosyal ve ekonomik yapısını bozar ve bireysel ilişkileri zedeler.
* Şiddet: Fiziksel veya psikolojik şiddet, aile ortamında korku ve güvensizlik yaratır, çocukların gelişimini olumsuz etkiler ve aileyi dağıtır.
* Farklı Değerler ve Beklentiler: Aile bireylerinin değerler ve yaşam tarzları konusunda farklı düşünmesi, anlaşmazlıkları artırır ve ailenin bir arada kalmasını zorlaştırır.
* Dış Etkenler: Arkadaş çevresi, sosyal medya, iş hayatı gibi dış etkenler, ailenin iç dinamiklerini etkileyebilir ve aile bireylerini birbirinden uzaklaştırabilir.
* Affetmeme ve Unutamama: Geçmişte yaşanan olumsuz olayların sürekli hatırlanması, kin ve nefret duygularının beslenmesi, ailenin ileriye doğru bakmasını engeller.
Aile birliği, sürekli çaba ve fedakarlık gerektiren bir süreçtir. Bu sorunlarla başa çıkmak ve aileyi korumak için profesyonel yardım almak da faydalı olabilir.
Aile sorunlarına çözüm bulmak için neler yapılabilir?
* Açık ve dürüst iletişim kurmak: Duyguları ifade etmekten çekinmemek, dinlemek ve anlaşılmaya çalışmak önemlidir.
* Güven inşa etmek: Karşılıklı güven oluşturmak için samimi olmak ve sözlere dikkat etmek gerekir.
* Saygı göstermek: Her bireyin farklı olduğunu kabul etmek ve birbirine saygı göstermek önemlidir.
* Ortak hedefler belirlemek: Aile olarak ortak hedefler belirlemek ve bu hedeflere birlikte ulaşmak için çalışmak, aileyi bir araya getirir.
* Profesyonel yardım almak: Aile danışmanından destek almak, sorunların çözümünde önemli bir adım olabilir.
Unutmayın, sağlıklı ve mutlu bir aile, toplumun temel yapı taşıdır.

Not: Bu liste genel bir çerçeve sunmaktadır. Her ailenin yaşadığı sorunlar farklılık gösterebilir ve bu nedenle kişiye özel çözümler bulunması önemlidir.

@@@@@@@@

Toplumu yıkan 10 sebep.

Toplumu yıkan 10 sebep, oldukça geniş bir konu ve birçok faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkabilen karmaşık bir durum. Ancak, genel olarak toplumları olumsuz etkileyen bazı temel nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
* Eşitsizlik: Ekonomik, sosyal ve siyasi eşitsizliklerin artması, toplumsal gerilimleri yükseltir ve huzursuzluğa neden olur.
* Adaletsizlik: Hukukun herkese eşit uygulanmaması, adalet duygusunun zedelenmesi ve toplumsal güvenin sarsılması anlamına gelir.
* Yoksulluk: Yoksulluk, eğitimsizliğe, sağlıksız yaşam koşullarına ve suç oranlarının artmasına neden olarak toplumsal çöküşü hızlandırır.
* Eğitimsizliğe Verilen Önemsizlik: Eğitim seviyesinin düşük olması, toplumsal bilincin gelişmemesine ve üretkenliğin azalmasına neden olur.
* Çevre Sorunları: İklim değişikliği, doğal kaynakların tükenmesi gibi çevre sorunları, göçlere, çatışmalara ve ekonomik çöküşlere yol açabilir.
* Kutuplaşma ve Ayrımcılık: Toplumsal gruplar arasındaki kutuplaşma, ayrımcılık ve nefret söylemleri, toplumsal bütünlüğü zedeler ve şiddete davetiye çıkarır.
* Siyasi İstikrarsızlık: Siyasi istikrarsızlık, ekonomik belirsizlikleri artırır, yatırımları engeller ve toplumsal huzursuzluğa neden olur.
* Küreselleşmenin Olumsuz Yönleri: Küreselleşmenin eşitsizlikleri artırması, kültürel kimliklerin zayıflaması ve yerel ekonomilerin çökmesi gibi olumsuz etkileri olabilir.
* Yanlış Bilgi ve Propaganda: Sosyal medya ve diğer iletişim araçları aracılığıyla yayılan yanlış bilgiler ve propaganda, toplumsal kaosa neden olabilir.
* Terör ve Şiddet: Terör eylemleri, siyasi şiddet ve çatışmalar, toplumsal güvenliği sarsar ve ekonomik kayıplara yol açar.
Bu faktörlerin yanı sıra, savaşlar, doğal afetler, salgın hastalıklar gibi beklenmedik olaylar da toplumları olumsuz etkileyebilir.
Toplumları yıkan bu sorunların çözümü için:
* Eşitlikçi bir toplum inşa etmek: Herkes için eşit fırsatlar sunmak ve adaletli bir dağıtım sistemi oluşturmak.
* Eğitime yatırım yapmak: Eğitim seviyesini artırmak ve yaşam boyu öğrenmeyi teşvik etmek.
* Çevre sorunlarına çözüm bulmak: Sürdürülebilir bir gelecek için çevreye duyarlı politikalar uygulamak.
* Hoşgörü ve saygı kültürünü yaygınlaştırmak: Farklılıkları kabul etmek ve bir arada yaşama kültürünü geliştirmek.
* Demokratik değerleri güçlendirmek: Katılımcı demokrasiyi yaygınlaştırmak ve insan haklarına saygı göstermek.
* Uluslararası işbirliği: Küresel sorunlara karşı ortak çözümler üretmek için uluslararası işbirliğini güçlendirmek.
Bu sayede daha adil, daha huzurlu ve daha sürdürülebilir bir dünya inşa etmek mümkün olabilir.
Unutmayın: Bu liste genel bir çerçeve sunmaktadır ve her toplumun kendine özgü sorunları ve çözüm yolları olabilir.

@@@@@@

Eğitimi çökerten 10 sebep.

Eğitim sisteminin çöküşü, toplumların geleceği için büyük bir tehdit oluşturur. Bu çöküşe neden olan birçok faktör bir araya gelerek karmaşık bir tablo ortaya çıkarır. Eğitimi çökerten 10 temel sebebi şu şekilde sıralayabiliriz:
* Yetersiz Finansman: Okulların yeterli bütçeye sahip olmaması, öğretmen maaşlarının düşük olması, eğitim materyallerinin yetersizliği gibi faktörler eğitim kalitesini düşürür.
* Siyasetin Eğitime Müdahalesi: Eğitim sisteminin siyasi amaçlarla kullanılması, müfredatların sık sık değiştirilmesi ve öğretmenlerin görevden alınması gibi durumlar eğitimde istikrarı bozar.
* Öğretmen Eksikliği ve Kalite Sorunu: Öğretmenlerin niteliksiz olması, motivasyonlarının düşük olması ve mesleki gelişim fırsatlarının sınırlı olması eğitim kalitesini düşürür.
* Eğitim Sisteminin Esnek Olmaması: Değişen dünyaya ayak uyduramayan, öğrenci merkezli olmayan ve tek tip bir eğitim sistemi öğrencilerin farklı yetenek ve ilgi alanlarını göz ardı eder.
* Ailelerin Eğitime Yeterince Değer Vermemesi: Ailelerin çocuklarının eğitimine yeterince önem vermemesi, öğrencilerin okul başarısını olumsuz etkiler.
* Teknolojinin Yanlış Kullanımı: Teknolojinin eğitimde etkin bir şekilde kullanılmaması veya yanlış kullanılması öğrencilerin öğrenme süreçlerini olumsuz etkileyebilir.
* Sınıf Mevcutlarının Fazla Olması: Sınıf mevcutlarının fazla olması öğretmenlerin öğrencilere bireysel olarak ilgilenmesini zorlaştırır ve öğrenme kalitesini düşürür.
* Okul Şiddeti ve Zorbalık: Okul ortamında yaşanan şiddet ve zorbalık olayları, öğrencilerin öğrenme motivasyonlarını düşürür ve psikolojik sorunlara yol açar.
* Eğitim Sisteminin Bürokratik Engellerle Dolması: Eğitim sistemindeki bürokratik engeller, öğretmenlerin iş yükünü artırır ve öğrencilerin öğrenme sürecini yavaşlatır.
* Toplumsal Olayların Eğitime Yansıması: Savaşlar, ekonomik krizler, doğal afetler gibi toplumsal olaylar, eğitimi olumsuz etkileyerek öğrencilerin geleceklerine dair kaygılarını artırır.
Bu sorunların çözümü için; eğitim sistemine yeterli kaynak aktarılması, öğretmenlerin yetiştirilmesi ve desteklenmesi, eğitim sisteminin öğrenci merkezli hale getirilmesi, ailelerin eğitime katılımının sağlanması, teknolojinin eğitimde etkin bir şekilde kullanılması gibi birçok adım atılması gerekmektedir.
Eğitim, bir toplumun geleceğidir. Eğitim sistemindeki sorunların çözümü, daha iyi bir gelecek için atılacak en önemli adımlardan biridir.

@@@@@@

Kişiyi madden ve manen bitiren 10 sebep.

Bir kişiyi hem maddi hem de manevi olarak yıpratabilecek birçok faktör bulunmaktadır. İşte bu faktörlerden bazıları:
* Sürekli Stres ve Kaygı: İş hayatı, aile sorunları, ekonomik sıkıntılar gibi sürekli stres ve kaygı yaratan durumlar, kişinin hem fiziksel hem de mental sağlığını olumsuz etkiler.
* Kronik Hastalıklar: Uzun süreli devam eden fiziksel hastalıklar, kişinin yaşam kalitesini düşürür ve psikolojik olarak yıpratır.
* Yakınlarını Kaybetmek: Sevdiği birini kaybetmek, kişinin derin bir üzüntü yaşamasına ve uzun süreli depresyona girmesine neden olabilir.
* Maddi Zorluklar: Borçlar, işsizlik, yoksulluk gibi maddi zorluklar, kişinin kendine güvenini sarsar ve yaşam standartlarını düşürür.
* İlişki Sorunları: Evlilik, arkadaşlık veya aile ilişkilerindeki sorunlar, kişinin duygusal olarak yıpranmasına ve yalnızlık hissetmesine neden olur.
* Bağımlılıklar: Alkol, uyuşturucu veya kumar gibi bağımlılıklar, hem fiziksel hem de psikolojik sağlığı ciddi şekilde etkiler ve kişinin hayatını mahveder.
* İş Yerinde Yaşanan Zorluklar: Mobbing, ayrımcılık, iş güvencesizliği gibi iş yerinde yaşanan zorluklar, kişinin psikolojik sağlığını bozar ve motivasyonunu düşürür.
* Toplumsal Olaylar: Savaşlar, doğal afetler, ekonomik krizler gibi toplumsal olaylar, insanların hayatlarını derinden etkiler ve psikolojik travmalara neden olabilir.
* Fiziksel Şiddet: Fiziksel şiddet, kişinin hem bedensel hem de ruhsal sağlığını ciddi şekilde zedeler.
* Mükemmeliyetçilik: Her zaman mükemmel olmaya çalışmak, kişinin kendisini sürekli eleştirmesine ve başarısızlık korkusu yaşamasına neden olur.
Bu faktörler, tek başına veya bir araya gelerek kişileri derin yaralar alabilir. Bu nedenle, bu tür sorunlarla karşılaşıldığında profesyonel yardım almak önemlidir. Psikolog veya psikiyatr gibi uzmanlardan destek almak, kişinin bu zorlu süreçleri daha kolay atlatmasına yardımcı olabilir.
Unutmayın: Herkes hayatında zorluklarla karşılaşabilir. Önemli olan bu zorlukların üstesinden gelmek için çaba göstermek ve destek aramaktan çekinmemektir.

@@@@@@@@@

Kişinin sağlığını tehdit eden 10 sebep.

Bir kişinin sağlığını tehdit eden birçok faktör bulunmaktadır. Bunlar hem çevresel, hem genetik hem de yaşam tarzı ile ilgili olabilir. İşte sağlığı tehdit eden başlıca 10 sebep:
* Dengesiz Beslenme: Yetersiz veya aşırı beslenme, fast food tüketimi, şekerli ve yağlı gıdalara olan bağımlılık gibi faktörler, obezite, diyabet, kalp hastalıkları gibi birçok hastalığa zemin hazırlar.
* Hareketsiz Yaşam: Düzenli egzersiz yapmamak, kas ve kemik erimesine, obeziteye, kalp hastalıklarına ve ruh sağlığı sorunlarına yol açabilir.
* Sigara ve Alkol Kullanımı: Sigara ve alkol kullanımı, akciğer kanseri, kalp hastalıkları, karaciğer hastalıkları gibi birçok hastalığa neden olur.
* Uyku Düzeni Bozuklukları: Yetersiz veya düzensiz uyku, bağışıklık sistemini zayıflatır, dikkat eksikliğine, obeziteye ve ruh sağlığı sorunlarına yol açabilir.
* Stres: İş, aile veya sosyal çevre kaynaklı stres, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, sindirim sistemi sorunları ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olabilir.
* Hava Kirliliği: Hava kirliliği, solunum yolu hastalıkları, kalp hastalıkları ve kanser riskini artırır.
* Su Kirliliği: Kirli su kaynaklarından tüketilen su, çeşitli bulaşıcı hastalıklara neden olabilir.
* Gürültü Kirliliği: Uzun süreli gürültüye maruz kalmak, işitme kaybı, uyku sorunları, stres ve kalp hastalıklarına yol açabilir.
* Genetik Yatkınlık: Bazı hastalıklar, genetik yatkınlık nedeniyle ortaya çıkabilir. Ancak yaşam tarzı değişiklikleri ile bu risk azaltılabilir.
* Kronik Hastalıklar: Diyabet, hipertansiyon gibi kronik hastalıklar, diğer hastalıklar için risk faktörü oluşturur ve yaşam kalitesini düşürür.
Sağlıklı bir yaşam için:
* Dengeli beslenmeye dikkat edin: Bol bol meyve, sebze, tam tahıllı ürünler tüketin.
* Düzenli egzersiz yapın: Her gün en az 30 dakika orta şiddette egzersiz yapmaya özen gösterin.
* Sigara ve alkolden uzak durun: Sigara ve alkol kullanımı sağlığınızı ciddi şekilde tehdit eder.
* Yeterli uyuyun: Her gece 7-8 saat uyumaya çalışın.
* Stresle başa çıkmanın yollarını öğrenin: Meditasyon, yoga gibi yöntemlerle stresi azaltabilirsiniz.
* Düzenli olarak doktor kontrollerine gidin: Sağlığınızı takip etmek için düzenli olarak doktor kontrollerine gidin.
* Çevrenizi temiz tutun: Hava ve su kirliliğine karşı duyarlı olun.
Unutmayın: Sağlıklı bir yaşam, sadece fiziksel sağlığı değil, aynı zamanda zihinsel ve sosyal sağlığı da kapsar. Bu nedenle, dengeli bir yaşam sürmeye özen gösterin.

@@@@@@@

Gıda terörün de 10 büyük tehlike.

Gıda terörü, insan sağlığını ve güvenliğini kasıtlı olarak tehlikeye atan, gıdalara zararlı maddeler katma veya gıda üretimini bozma gibi eylemleri kapsayan ciddi bir suçtur. Bu tür eylemler, toplumda büyük paniğe neden olabilir ve ekonomik kayıplara yol açabilir. İşte gıda terörünün 10 büyük tehlikesi:
* Toplu Zehirlenmeler: Gıdalara kasıtlı olarak zararlı maddeler katılması, büyük çaplı gıda zehirlenmelerine ve ölümlere yol açabilir.
* Panik ve Güvensizlik: Gıda terörü olayları, toplumda büyük bir panik ve güvensizlik yaratır. İnsanlar, tükettikleri gıdalara karşı güvensiz hale gelirler.
* Ekonomik Kayıplar: Gıda terörü olayları, ilgili sektörlerde büyük ekonomik kayıplara neden olur. Tüketici güveninin sarsılması, satışların düşmesine ve işletmelerin kapanmasına yol açabilir.
* Uluslararası Ticaretin Etkilenmesi: Gıda terörü olayları, bir ülkenin gıda ürünlerinin diğer ülkeler tarafından güvenilir olmaktan çıkarmasına ve uluslararası ticaretin sekteye uğramasına neden olabilir.
* Tarım ve Gıda Sektöründe Büyük Zorluklar: Gıda terörü, tarım ve gıda sektöründe büyük zorluklara neden olur. Üreticiler, ürünlerini korumak için daha fazla önlem almak zorunda kalır.
* Kamu Sağlığı Sistemini Zorlaması: Gıda zehirlenmeleri, kamu sağlık sistemini büyük ölçüde zorlar. Hastanelerde yatak doluluk oranları artar ve sağlık çalışanları büyük bir yük altında kalır.
* Psikolojik Travmalar: Gıda terörü olaylarına maruz kalan insanlar, uzun süreli psikolojik travmalar yaşayabilir.
* Sosyal ve Siyasi Karışıklıklar: Gıda terörü, toplumsal ve siyasi karışıklıklara neden olabilir. Hükümetler, bu tür olaylara karşı etkili önlemler alamazlarsa, halkın güvenini kaybedebilirler.
* Biyolojik Silah Olarak Kullanılması: Gıda terörü, biyolojik bir silah olarak kullanılabilir. Genetik olarak değiştirilmiş veya patojen mikroorganizmalarla bulaşmış gıdaların kullanılması, büyük çaplı salgınlara neden olabilir.
* Gıda Güvenliği Düzenlemelerinin Zayıflaması: Gıda terörü olayları, gıda güvenliği düzenlemelerinin daha da sıkılaştırılmasına neden olabilir. Bu durum, gıda üreticileri için ek maliyetlere yol açabilir.
Gıda terörünün önlenmesi için, gıda üretiminden tüketime kadar olan tüm aşamalarda sıkı güvenlik önlemleri alınması, gıda güvenliği bilincinin artırılması ve uluslararası iş birliği gibi birçok önlem alınması gerekmektedir.

@@@@@@@@

Kötü arkadaş ve çevrenin verdiği 10 büyük zarar.

Kötü arkadaş ve çevrenin bir insanın hayatı üzerindeki olumsuz etkileri oldukça büyüktür. İşte bu etkilerin başlıcaları:
* Kötü alışkanlıklar kazandırma: Sigara, alkol, uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıklar, genellikle kötü arkadaş çevrelerinde yaygınlaşır ve bireyleri bu alışkanlıklara yönlendirir.
* Suç işleme eğilimi: Suç işleme, hırsızlık, şiddet gibi davranışlar, kötü arkadaş çevrelerinde yaygın görülen olumsuz davranışlardır.
* Eğitimden uzaklaşma: Derslere gitmeme, ödev yapmama, sınavlara hazırlanmama gibi durumlar, kötü arkadaş çevresinin etkisiyle sıkça görülür.
* Aile bağlarının zayıflaması: Aile ile vakit geçirmemek, aile büyüklerine saygısızlık etmek, kötü arkadaş çevresinin etkisiyle ortaya çıkabilecek durumlardır.
* Gelecek hedeflerinin kaybolması: Hayattan beklentilerin düşmesi, hedeflerin belirsizleşmesi ve geleceğe dair umutların azalması, kötü arkadaş çevresinin etkisiyle ortaya çıkabilir.
* Kendine güvenin azalması: Sürekli eleştiri almak, aşağılanmak, kötü arkadaş çevresinde kendini yalnız hissetmek, kişinin kendine güvenini sarsar.
* Psikolojik sorunlar: Depresyon, anksiyete, özgüven eksikliği gibi psikolojik sorunlar, kötü arkadaş çevresinin etkisiyle ortaya çıkabilir ve zamanla daha ciddi boyutlara ulaşabilir.
* Sosyal izolasyon: Kötü arkadaş çevresinden dolayı diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanmak, sosyal izolasyona yol açabilir.
* Maddi zorluklar: Hırsızlık, dolandırıcılık gibi suçlara karışmak veya gereksiz harcamalar yapmak, kişinin maddi durumunu olumsuz etkileyebilir.
* Gelecek planlarının bozulması: Üniversiteye gidememe, iyi bir iş bulamama, kariyer yapma gibi hedeflere ulaşamama, kötü arkadaş çevresinin etkisiyle ortaya çıkabilecek sonuçlardır.
Kötü arkadaş çevresinin etkilerinden korunmak için:
* Kendine güvenli ol: Kendi değerlerini bil ve başkalarının düşüncelerine fazla önem verme.
* Hedeflerin olsun: Hayatta ne yapmak istediğini belirle ve bu hedeflere ulaşmak için çaba göster.
* İyi insanlarla arkadaş ol: Pozitif, destekleyici ve başarılı insanlarla arkadaşlık kurmaya çalış.
* Ailenin değerini bil: Ailenin önemini anla ve onlarla güçlü bağlar kur.
* Hayır demeyi öğren: İstemediğin bir şeyi yapmaya zorlanıyorsan, hayır demeyi öğren.
* Hobilerin olsun: Kendini geliştirmek için hobilerin olsun ve boş zamanlarını değerlendir.
* Profesyonel yardım al: Gerekirse bir psikologdan destek alarak bu durumun üstesinden gelebilirsin.
Unutma: Arkadaş seçimi, hayatının kalitesini belirleyen önemli bir faktördür. Doğru arkadaşları seçerek daha mutlu ve başarılı bir hayat sürebilirsin.

@@@@@@@@

İnsanın kendi cinsi olan insana verebileceği 10 büyük zarar.

İnsanın kendi cinsine verebileceği zararlar, fiziksel, psikolojik ve sosyal birçok boyutta incelenebilir. İşte insanın insana verebileceği 10 büyük zarar:
* Fiziksel Şiddet: Dövme, yaralama, cinsel saldırı gibi fiziksel şiddet eylemleri, bireylerde kalıcı hasarlara ve travmalara yol açabilir.
* Psikolojik Şiddet: Aşağılama, küçümseme, tehdit, duygusal manipülasyon gibi psikolojik şiddet yöntemleri, bireyin öz güvenini zedeler, depresyon ve anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıklara neden olabilir.
* Sözlü Taciz: Hakaret, küfür, aşağılayıcı sözler gibi sözlü tacizler, bireyin psikolojisini olumsuz etkiler ve sosyal ilişkilerini bozar.
* Sosyal İzolasyon: Bir bireyi kasıtlı olarak sosyal çevreden uzaklaştırmak, dışlamak, yalnızlaştırmak, onun psikolojik sağlığını ciddi şekilde etkiler.
* Ekonomik İstismar: Bir bireyin parasını, malını veya emeğini haksız yere kullanmak, ekonomik bağımlılığa neden olur ve mağduru güçsüzleştirir.
* Cinsel İstismar: Çocuklara, ergenlere veya yetişkinlere karşı cinsel içerikli eylemlerde bulunmak, ciddi psikolojik travmalara ve fiziksel hasarlara yol açar.
* Siyasi Şiddet: Siyasi görüşleri nedeniyle bir bireye veya gruba yönelik şiddet eylemleri, toplumsal huzursuzluğa ve çatışmalara neden olur.
* Ayrımcılık: Cinsiyet, ırk, din, etnik köken gibi farklılıklara dayalı ayrımcılık, bireylerin eşit haklardan mahrum kalmasına ve toplumda gerginliğe yol açar.
* Yalan ve Dolandırıcılık: Güven duygusunu sarsan yalan ve dolandırıcılık eylemleri, insan ilişkilerini zedeler ve toplumsal güvensizliğe neden olur.
* İhmal: Çocuklara, yaşlılara veya engellilere karşı ihmal, onların fiziksel ve duygusal gelişimini olumsuz etkiler ve hayatta kalma şanslarını azaltır.
Bu zararların her biri, bireylerin fiziksel, psikolojik ve sosyal yaşamlarını olumsuz etkiler ve toplumun genel yapısını bozar. Bu tür eylemlerin önlenmesi için, bireysel farkındalık, eğitim, yasal düzenlemeler ve toplumsal duyarlılık gibi birçok faktörün bir araya gelmesi gerekmektedir.
Unutmayın: Her insan, saygı ve eşitlik içinde yaşama hakkına sahiptir. Kimse, fiziksel veya psikolojik şiddete maruz kalmamalıdır.

@@@@@@@

İnsanın bitki, hayvan ve tabiata vereceği 10 büyük zarar.

İnsanların bitki, hayvan ve tabiata verebileceği zararlar, günümüzde giderek artan çevre sorunlarının temel nedenleridir. Bu zararlar, sadece doğayı değil, aynı zamanda insan sağlığını ve geleceğini de tehdit etmektedir. İşte insanın bitki, hayvan ve tabiata verebileceği 10 büyük zarar:
* Ormansızlaşma: Ağaçların aşırı kesilmesi, habitat kaybına, biyolojik çeşitliliğin azalmasına ve iklim değişikliğine neden olur.
* Su Kirliliği: Endüstriyel atıklar, tarım ilaçları ve evsel atıklar, su kaynaklarını kirletir, su canlılarının yaşam alanlarını yok eder ve insan sağlığını tehdit eder.
* Hava Kirliliği: Fabrika bacalarından çıkan zehirli gazlar, araç egzozları ve yakıt tüketimi, hava kalitesini düşürür, solunum yolu hastalıklarına neden olur ve iklim değişikliğini hızlandırır.
* Toprak Kirliliği: Tarım ilaçları, endüstriyel atıklar ve çöpler, toprağın verimliliğini azaltır, bitki ve hayvan yaşamını olumsuz etkiler.
* Biyolojik Çeşitliliğin Azalması: Habitat kaybı, avlanma ve iklim değişikliği gibi faktörler, birçok bitki ve hayvan türünün neslinin tükenmesine neden olur.
* İklim Değişikliği: Sera gazı emisyonları, küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine neden olur, bu da aşırı hava olayları, deniz seviyesinin yükselmesi gibi birçok olumsuz sonuç doğurur.
* Ozon Tabakasının İncelmesi: Bazı kimyasallar, ozon tabakasını incelterek zararlı ultraviyole ışınlarının yeryüzüne ulaşmasına neden olur.
* Radyoaktif Kirlilik: Nükleer santral kazaları ve atıkların yanlış depolanması, çevreyi radyoaktif maddelerle kirletir ve canlı yaşamı için büyük tehdit oluşturur.
* Gürültü Kirliliği: Trafik, inşaat ve sanayi faaliyetleri gibi kaynaklardan oluşan gürültü, hayvanların iletişimini bozar, üremelerini engeller ve insan sağlığını olumsuz etkiler.
* Plastik Kirliliği: Plastik atıklar, denizleri ve okyanusları kirletir, deniz canlılarının ölümüne neden olur ve ekosistemleri bozar.
Bu zararların önlenmesi için bireysel ve toplumsal duyarlılık, sürdürülebilir yaşam tarzı, çevre dostu teknolojilerin kullanımı ve uluslararası işbirliği gibi birçok çaba gösterilmelidir.

@@@@@@@@

İnsanı farklı ve değerli kılan 10 özellik.

İnsanı farklı ve değerli kılan birçok özellik vardır. Bu özellikler, bireyin genetik yapısından, yaşadığı çevreye, edindiği deneyimlere ve kişisel gelişimine kadar birçok faktöre bağlı olarak şekillenir. İşte insanı farklı ve değerli kılan 10 özellik:
* Empati: Başkalarının duygularını anlama ve paylaşma yeteneği, insanları birbirine bağlayan en önemli bağlardan biridir.
* Merak: Yeni şeyler öğrenmeye ve keşfetmeye açık olmak, insanı sürekli gelişmeye teşvik eder ve çevresine katkı sağlamasını sağlar.
* Üretkenliği: Farklı ve özgün fikirler üretme yeteneği, insanı diğerlerinden ayırır ve sorunlara yeni çözümler bulmasını sağlar.
* Merhamet: Başkalarının zorluklarına karşı duyarlı olmak ve yardım etmek isteği, insanı insani kılar.
* Adalet duygusu: Herkesin eşit haklara sahip olduğuna inanmak ve adaletsizliğe karşı durmak, toplumsal barış için önemlidir.
* Öğrenme isteği: Yeni bilgiler edinmeye ve kendini geliştirmeye açık olmak, insanın hayat boyu öğrenen bir birey olmasını sağlar.
* Bağımsızlık: Kendi kararlarını alabilme ve sorumluluklarını üstlenme yeteneği, insanın özgürlüğünü ve özgünlüğünü korumasını sağlar.
* Çevreye duyarlılık: Doğayı koruma ve sürdürülebilir bir gelecek için çaba göstermek, insanın sorumluluk bilincini gösterir.
* Mizah anlayışı: Hayatın zorluklarına gülümseyerek bakabilmek, insanın stresi azaltmasına ve daha mutlu bir yaşam sürmesine yardımcı olur.
* Direnç: Zorluklar karşısında pes etmemek ve mücadele etmek, insanın karakterini güçlendirir.
Bu özellikler, her bireyde farklı oranlarda bulunabilir ve yaşam boyunca gelişebilir. Önemli olan, bu özelliklerin farkında olmak ve onları geliştirmek için çaba göstermektir. Çünkü her insan, kendine özgü yetenekleri ve değerleriyle dünyaya bir katkı sunar.
Unutmayın: İnsanı değerli kılan sadece bu 10 özellik değildir. Her bireyin kendine özgü bir değeri vardır ve bu değer, kişinin içinde taşıdığı tüm özelliklerin birleşimiyle ortaya çıkar.

@@@@@@@

Dünyanın diğer gezegenlerden öne çıkan 10 farklı özellikleri.

Dünyamız, evrende bildiğimiz kadarıyla yaşamın var olduğu tek gezegen. Peki onu diğer gezegenlerden ayıran, yaşamı mümkün kılan bu kadar özel özellik nedir? İşte Dünya’yı özel kılan 10 farklı özellik:
* Sıvı Su: Dünya’da bol miktarda sıvı halde su bulunması, yaşamın temel bileşenlerinden biri olan suyun varlığı için kritik bir faktördür.
* Kararlı Atmosfer: Dünya’nın atmosferi, yaşam için gerekli gazları (oksijen, azot, karbondioksit) içerir ve zararlı güneş ışınlarını filtreler.
* Düzenli Sıcaklık: Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığı ve atmosferi sayesinde, yaşamın var olabileceği uygun sıcaklık aralığı korunur.
* Güçlü Manyetik Alan: Dünya’nın manyetik alanı, zararlı güneş rüzgarlarından korur ve atmosferin uzaya kaçmasını engeller.
* Tektonik Plakalar: Dünya’nın kabuğu, sürekli hareket eden tektonik plakalardan oluşur. Bu hareketler, yeni toprakların oluşmasını sağlar ve gezegenin jeolojik döngüsünü devam ettirir.
* Ağır Elementler: Dünya, yaşam için gerekli olan karbon, oksijen, azot gibi ağır elementlere ev sahipliği yapar.
* Büyük Bir Uydu: Ay: Ay, Dünya’nın dönüş hızını yavaşlatır ve mevsimlerin oluşmasına katkıda bulunur. Ayrıca, okyanuslardaki gelgit hareketlerini etkiler.
* Çeşitli Ekosistemler: Dünya’da çöllerden ormanlara, okyanuslardan dağlara kadar çok çeşitli ekosistemler bulunmaktadır. Bu çeşitlilik, yaşamın devamlılığı için önemlidir.
* Yaşamın Evrimi: Dünya’da milyarlarca yıl boyunca süren evrim süreci, çok çeşitli canlı türlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
* Karbon Döngüsü: Dünya’da karbon döngüsü sayesinde, karbon sürekli olarak atmosfer, okyanuslar ve canlı organizmalar arasında dolaşır. Bu döngü, iklim düzenlenmesinde önemli bir rol oynar.
Bu özellikler, Dünya’yı evrende bildiğimiz kadarıyla yaşam barındıran tek gezegen yapar. Ancak evrende Dünya gibi gezegenler olabilir mi sorusu, bilim dünyasının hala cevap aramakta olduğu önemli bir sorudur.
Özetle: Dünya’nın sıvı suyu, kararlı atmosferi, uygun sıcaklığı, manyetik alanı, tektonik plakaları, ağır elementleri, Ay’ı, çeşitli ekosistemleri, yaşamın evrimi ve karbon döngüsü gibi birçok özelliği onu diğer gezegenlerden ayırır ve yaşamın var olabileceği benzersiz bir yer haline getirir.

@@@@@@@@

Bir insanı oluşturan fiziki ve manevi 10 özellik.

Bir insanı oluşturan fiziki ve manevi özellikler, karmaşık bir bütünün parçalarıdır. Bu özellikler, genetik mirasımız, çevremiz, deneyimlerimiz ve kişisel gelişimimizle şekillenir. İşte bir insanı oluşturan fiziki ve manevi özelliklerden bazıları:
Fiziki Özellikler
Fiziki özellikler, bir insanın dış görünüşünü ve bedensel işlevlerini belirleyen karakteristiklerdir. Bunlar arasında şunlar sayılabilir:
* Genetik yapı: Boy, kilo, göz rengi, saç rengi gibi kalıtsal özellikler, bir insanın fiziksel görünümünü belirler.
* Beden yapısı: Kas sistemi, iskelet sistemi, organ sistemleri gibi vücudun yapısal özellikleri, insanın fiziksel yeteneklerini ve sağlığını etkiler.
* Fizyolojik süreçler: Solunum, sindirim, dolaşım gibi vücuttaki temel yaşam süreçleri, insanın hayatta kalmasını sağlar.
* Duyular: Görme, işitme, dokunma, tat alma ve koklama gibi duyular, çevreyle etkileşimimizi sağlar.
* Fiziksel yetenekler: Güç, hız, esneklik gibi fiziksel yetenekler, spor ve günlük yaşamda performansımızı etkiler.
Manevi Özellikler
Manevi özellikler, bir insanın iç dünyasını, değerlerini, inançlarını ve kişiliğini oluşturan soyut kavramlardır. Bunlar arasında şunlar sayılabilir:
* Kişilik: İçsel düşünce, duygu ve davranış kalıplarının bir araya gelmesiyle oluşan kişilik, insanı diğerlerinden farklı kılar.
* Değerler: Doğru ve yanlış, iyi ve kötü gibi kavramlar hakkında oluşturulan kişisel inançlar, insanın kararlarını ve davranışlarını etkiler.
* İnançlar: Din, felsefe veya başka bir inanç sistemine bağlılık, insanın hayatına anlam ve amaç kazandırır.
* Duygular: Sevinç, üzüntü, öfke, korku gibi duygular, insanın iç dünyasını zenginleştirir ve sosyal ilişkilerini etkiler.
* Bilinç: Kendi varlığının ve çevrenin farkında olma hali, insanı diğer canlılardan ayırır.
* Aşk: Başka bir insana, hayvana veya bir şeye duyulan yoğun sevgi, insanın hayatına anlam katar.
* Merak: Yeni şeyler öğrenme ve keşfetme isteği, insanın zihinsel gelişimini sağlar.
* Vicdan: Doğru ve yanlış arasındaki farkı ayırt etme ve buna göre davranma yeteneği, insanın ahlaki gelişimini gösterir.
* Hayal gücü: Yeni fikirler üretme ve farklı senaryolar oluşturma yeteneği, insanın yaratıcılığını besler.
* Amaç: Hayattaki hedefler ve bunlara ulaşma isteği, insanın hayatına yön verir.
Unutmayın: Bu liste, insanı oluşturan özelliklerin sadece bir kısmını içerir. Her insan, benzersiz bir kombinasyonda bu özelliklere sahiptir ve sürekli olarak gelişen ve değişen bir varlıktır.
Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki kaynakları inceleyebilirsiniz:
* Psikoloji kitapları: İnsan davranışları ve zihinsel süreçler hakkında daha derinlemesine bilgi edinmek için psikoloji kitaplarını okuyabilirsiniz.
* Felsefe kitapları: İnsan varoluşu, bilinç ve değerler hakkında felsefi metinleri inceleyebilirsiniz.
* Din kitapları: Farklı dinlerin insan hayatına bakış açılarını öğrenebilirsiniz.
Not: Bu bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır. Her birey, kendine özgü bir yapıya ve deneyime sahip olduğu için bu listedeki özellikler herkes için aynı şekilde geçerli olmayabilir.

@@@@@@@

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2024

Yasakçı zihniyet.

Yasakçı zihniyet.


Yasakçı zihniyet, bireylerin veya toplulukların özgürlüklerini kısıtlayan, yeni fikirleri ve farklılıklara karşı olumsuz bir tutum sergileyen bir düşünce biçimidir. Bu zihniyet, genellikle korku, güvensizlik veya kontrol ihtiyacından kaynaklanır ve toplumsal gelişimi engelleyebilir.
Örnekler:
* Fikirlerin sansürlenmesi: Farklı düşüncelerin ifade edilmesini engellemek.
* Değişime karşı direnç: Yeni ve farklı yöntemlere kapalı olmak.
* Özgürlüklerin kısıtlanması: Kişilerin kişisel hayatlarına müdahale etmek.
* Ayrımcılık: Belirli bir gruba karşı olumsuz tutum sergilemek.
Nedenleri:
* Güvensizlik: Bilinmeyen veya farklı olan her şeye karşı tedirginlik.
* Korku: Değişimin getireceği olası olumsuz sonuçlardan korkmak.
* Kontrol ihtiyacı: Her şeyi kendi denetiminde tutma isteği.
* Bilgisizlik: Farklılıklar hakkında yeterli bilgiye sahip olmamak.
Sonuçları:
* Toplumsal gerilim: Farklı düşüncelerin bastırılması, toplumsal huzursuzluğa yol açabilir.
* Gelişmenin yavaşlaması: Yeni fikirler ve yenilikler olmadan toplumlar geride kalabilir.
* Bireylerin mutsuzluğu: Özgürlükleri kısıtlanan bireyler, mutsuz ve tatminsiz olabilirler.
Yasakçı zihniyetin üstesinden nasıl gelinir?
* Farklılıklara saygı: Herkesin farklı olduğunu kabul etmek ve farklılıklara değer vermek.
* Açık fikirlilik: Yeni fikirleri dinlemek ve değerlendirmek.
* Eleştirel düşünme: Bilgileri sorgulamak ve kendi düşüncelerini geliştirmek.
* Eğitim: Farklılıklar ve özgürlükler hakkında bilinçlendirmek.
* Diyalog: Farklı görüşlere sahip insanlarla konuşmak ve ortak bir zemin bulmak.

@@@@@@@@@

Tarihteki Yasakçı Zihniyet Örnekleri.

Tarihin her döneminde, farklı kültürlerde ve coğrafyalarda yasakçı zihniyetin izlerine rastlamak mümkündür. İşte bazı önemli örnekler:
* Antik Yunan: Sokrates’in ölümüne yol açan suçlamalar (tanrıları tanımamak, gençleri bozmak) ve Atina’da demokrasinin yer yer askıya alınması.
* Orta Çağ Avrupa: Engizisyon mahkemeleri, kitap yakmaları, bilimsel düşüncenin engellenmesi.
* Nazi Almanyası: Yahudilere ve diğer azınlıklara yönelik soykırım, düşünce özgürlüğünün yok edilmesi.
* Sovyet Rusya: Siyasi muhaliflerin sürgün edilmesi, basın sansürü, bireysel özgürlüklerin kısıtlanması.
* Günümüzde bazı totaliter rejimler: Muhalif seslerin bastırılması, internet sansürü, insan hakları ihlalleri.
Bu örneklerden çıkarılacak genel sonuçlar:
* Siyasi iktidarların kötüye kullanımı: Yasakçı zihniyet, genellikle siyasi iktidarların güçlerini kötüye kullanmaları sonucu ortaya çıkar.
* Toplumsal korkuların alevlenmesi: Savaşlar, ekonomik krizler gibi toplumsal korkular, yasakçı zihniyetin güçlenmesine zemin hazırlar.
* Dini veya ideolojik fanatizm: Belirli bir dine veya ideolojiye körü körüne bağlılık, hoşgörüsüzlüğe ve yasakçı zihniyete yol açabilir.
* Bilgisizlik ve cehalet: Bilgisizlik, farklılıklara karşı önyargıların oluşmasına ve yasakçı zihniyetin güçlenmesine neden olabilir.
Tarihten çıkarılacak dersler:
* Özgürlüklerin önemi: Bireysel özgürlükler, toplumsal gelişmenin ve mutluluğun temel taşlarıdır.
* Hoşgörünün gücü: Farklılıklara saygı göstermek ve hoşgörülü olmak, toplumların bir arada yaşaması için gereklidir.
* Eğitimin rolü: Eğitim, insanların eleştirel düşünme becerilerini geliştirmesine ve yasakçı zihniyete karşı direnç göstermesine yardımcı olur.

@@@@@@

Yasakçı zihniyetin farklı kültürlerdeki yansımaları.

Her kültürde, farklı şekillerde ortaya çıkan yasakçı bir zihniyet, bireysel özgürlükleri sınırlayabilir ve toplumsal gelişimi engelleyebilir. Bu zihniyetin temeli, genellikle geleneksel inançlar, dini kurallar veya siyasi ideolojiler olabilir.
Yasakçı zihniyetin ortak özellikleri:
* Değişime karşı direnç: Yenilikçi fikirler ve farklı yaşam biçimlerine karşı olumsuz bir tutum.
* Bireysel özgürlüklerin kısıtlanması: Kişisel seçimler, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki kontrol.
* Sansür: Sanat, edebiyat, medya gibi alanlarda sansür uygulamaları.
* Ayrımcılık: Cinsiyet, etnik köken, dini inanç gibi farklılıklar temel alınarak yapılan ayrımcılık.
* Ceza odaklı yaklaşım: Hataları cezalandırmaya odaklanmak yerine, eğitici ve önleyici yöntemlere ağırlık vermemek.
Farklı kültürlerdeki örnekler:
* Tarihi dönemler: Orta Çağ Avrupa’sındaki engizisyon, dini farklılıklara karşı uygulanan şiddet politikaları.
* Doğu kültürleri: Konfüçyüsçülük gibi bazı felsefelerde hiyerarşi ve geleneklere bağlılık vurgusu.

Sonuç olarak:
Yasakçı zihniyet, her ne kadar farklı kültürlerde farklı şekillerde ortaya çıksa da, temelde insan haklarına ve özgürlüklere aykırı bir yaklaşımı temsil eder. Toplumsal gelişme ve bireysel mutluluk için, hoşgörü, saygı ve özgürlük değerlerinin ön plana çıkarılması gerekmektedir.

@@@@@@@@

Yasakçı zihniyetin günümüzdeki etkileri.

Yasakçı zihniyet, geçmişten günümüze kadar farklı şekillerde karşımıza çıkmaya devam eden, toplumsal ve bireysel yaşamı olumsuz etkileyen bir olgudur. Günümüzde de bu zihniyetin etkilerini birçok alanda görmekteyiz:
* Bilgiye Erişimin Sınırlanması: İnternetin yaygınlaşmasına rağmen, bazı ülkelerde hükümetler veya özel kuruluşlar tarafından bilgiye erişimin kısıtlanması, düşünce özgürlüğünü sınırlar ve toplumsal bilincin gelişmesini engeller.
* Düşünce ve İfade Özgürlüğünün Kısıtlanması: Farklı düşünceleri ifade etme özgürlüğünün kısıtlanması, toplumsal tartışmaların önünü keser ve demokratik süreçleri zayıflatır.
* Ayrımcılık ve Ötekileştirme: Cinsiyet, etnik köken, dini inanç gibi farklılıklar nedeniyle bireylerin ötekileştirilmesi, toplumsal huzuru bozar ve toplumsal birliği zayıflatır.
* Kutuplaşma: Toplumsal konularda farklı görüşlere sahip grupların birbirlerine düşmanca yaklaşması, çözüm odaklı tartışmaların önünü keser ve toplumsal sorunların çözülmesini zorlaştırır.
* Yenilikçiliğin Önlenmesi: Yeni fikirlerin ve teknolojilerin geliştirilmesinin engellenmesi, toplumsal ve ekonomik gelişmeyi yavaşlatır.
* Psikolojik Etkiler: Sürekli bir kontrol altında olma hissi, bireylerde kaygı, stres ve depresyon gibi psikolojik sorunlara yol açabilir.
Yasakçı zihniyetin nedenleri:
* Güçlü bir ideolojiye bağlılık: Belirli bir ideolojiye körü körüne bağlılık, farklı düşüncelerin kabul edilmesini zorlaştırır.
* Geleneksel değerlere aşırı bağlılık: Değişime karşı direnç, yeni fikirlerin kabul edilmesini engeller.
* Güvensizlik: Topluma veya bireylere duyulan güvensizlik, kontrol ihtiyacını artırır.
* Korku: Toplumsal karışıklıktan veya değişimden duyulan korku, otoriter yönetimlere olan ilgiyi artırabilir.
Çözüm Önerileri:
* Eğitim: Demokrasi, insan hakları ve hoşgörü konularında farkındalık yaratmak için eğitim programları geliştirilmelidir.
* Medya özgürlüğü: Medyanın bağımsız ve tarafsız bir şekilde çalışması sağlanmalıdır.
* Sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi: Sivil toplum örgütleri, toplumsal sorunlara dikkat çekmek ve çözüm önerileri geliştirmek için desteklenmelidir.
* Uluslararası işbirliği: İnsan hakları ve demokratik değerler konusunda uluslararası işbirliği güçlendirilmelidir.
Sonuç olarak, yasakçı zihniyet, günümüzde de birçok toplumu etkileyen önemli bir sorundur. Bu sorunun üstesinden gelmek için, bireysel ve toplumsal düzeyde farkındalık yaratmak ve çözüm odaklı yaklaşımlar geliştirmek gerekmektedir.

@@@@@@@

“İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar.”

“İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar” sözü, Said Nursi’nin önemli eserlerinden biri olan Risale-i Nur külliyatında geçen ve derin anlamlar taşıyan bir ifadedir. Bu cümle, hem tarihi bir bağlam içerisinde hem de güncel bir perspektifle değerlendirildiğinde farklı boyutları ortaya koyar.
Cümlenin Tarihi Bağlamı:
* Meşrutiyet Dönemi: Bu söz, Said Nursi’nin yaşadığı dönem olan Meşrutiyet dönemine atıfta bulunur. Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nda mutlak monarşiye karşı meşrutiyet yönetimi ilan edilmiş ve kişisel özgürlüklere dair bazı kazanımlar elde edilmişti.
* Hürriyet Kavramı: “İnsanlar hür oldular” ifadesi, bu dönemde elde edilen kişisel özgürlükleri ifade eder. Ancak Nursi, bu özgürlüğün mutlak olmadığını ve insanın fıtratında Allah’a kul olma gerçeğinin değiştirilemeyeceğini vurgular.
* Abdullah Olmak: “Yine abdullahtırlar” ifadesiyle Nursi, insanın Allah’a karşı sorumluluğunu ve kulluk görevini hatırlatır. Bu ifade, özgürlüğün sınırsız olmadığını ve insanın kendi iradesiyle bazı kararlar alsa da, nihayetinde Allah’a karşı sorumlu olduğunu belirtir.
Cümlenin Güncel Anlamı:
* Farklı İnanç Sistemleri: Günümüzde de farklı inanç sistemleri ve ideolojiler, insanlara farklı türde “kulluk” biçimleri sunabilir. Siyasi ideolojiler, milliyetçilik, materyalizm gibi farklı inançlar, insanların hayatlarını yönlendirebilir ve onları bir nevi “kul” haline getirebilir.
* Özgürlük ve Sorumluluk Dengesi: Bu söz, özgürlük ile sorumluluk arasındaki dengeyi vurgulamaktadır. İnsanlar özgür olmalarına rağmen, bu özgürlüğün sınırları ve beraberinde getirdiği sorumluluklar olduğunu unutmamalıdır.
* İnsanın Fıtratı: İnsan fıtratında Allah’a olan bağlılık ve ibadet etme ihtiyacı olduğu gerçeği, bu sözle vurgulanmaktadır. İnsan, ne kadar özgür olursa olsun, bu fıtratından kopamaz.
Sonuç olarak, “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar” sözü, insanın hem özgür olduğu hem de sorumluluklarının olduğu gerçeğini vurgular. Bu söz, sadece dini bir bakış açısıyla değil, aynı zamanda felsefi ve toplumsal bir boyutla da değerlendirilebilir. Günümüzde de bu söz, bireylerin kendi hayatlarına ve inançlarına dair düşünmelerini sağlayacak önemli bir mesaj içermektedir.

@@@@@@@

Benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?” Ben de dedim: BEN DİNDAR BİR CUMHURİYETÇİYİM

Eskişehir Mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. O zaman, şimdiki gibi, halî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu; ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden soruyordular; ben de derdim: “Bu karınca ve arı milletleri, cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim.”

Hulefa-i Raşidin Dindar Reis-i Cumhur idi

Onra dediler: “Sen, Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun?”Cevaben diyordum: “Hulefa-i Raşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (r.a.), Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kiram elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat, manasız isim ve resim değil, belki hakîkat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-i dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” İşte, ey müdde-i umûmi ve mahkeme azaları! Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz.

CUMHURİYET ADALETİ, MEŞVERETİ VE KANUN HAKİMİYETİNİ ESAS ALIR

Cumhuriyet ki adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel şeriat-ı garrâ teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinayettir. Ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa, istibdat tevzi olunmuş olur. hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da mârifet-i tam ve medeniyet-i âm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 65

Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, laik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim. On senedir—şimdi yirmi sene oluyor—ki, hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El-iyazü billah, eğer dinsizlik hesabına, îmanına ve ahiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilaperva îlan ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, îmana ve ahiretime feda etmeye hazırım. Tarihçe-i Hayat, s. 357, 358

***

Benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

CUMHURİYET Kİ ADALET, MEŞVERET VE KANUNDA İNHİSAR-I KUVVET

Cumhuriyet ki (HÂŞİYE) adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.

Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdat tevzî olunmuş olur. [“Şüphesiz ki Allah pek kuvvetli ve pek izzetlidir.” (Hac Suresi: 40)] hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da marifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır.

İttifak hüdâdadır, hevâda ve heveste değil.

İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Her şey hür oldu; Şeriat da hürdür, Meşrutiyet de. Mesâil-i Şeriatı rüşvet vermeyeceğiz…

HÂŞİYE: O zaman “Meşrutiyet,” şimdi o kelime yerine “Cumhuriyet” konulmuş.

Eski Said Dönemi Eserleri, s. 45.

HAZIRLAYAN

MEHMET ÖZÇELİK

26-*8-2024

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2024

MÜNAKAŞA ÜZERİNE

MÜNAKAŞA ÜZERİNE

İslam’a ve Kurana göre münakaşa adabı ve kuralları nasıl olmalıdır?


İslam’da Münakaşa Adabı ve Kuralları.


İslam, barış ve hoşgörü dinidir. Münakaşa etmek yerine, diyalog ve karşılıklı anlayışı teşvik eder. Ancak kaçınılmaz olarak tartışmalar yaşanabildiğinde, İslam’ın belirlediği bazı adab ve kurallara uymak önemlidir.
Münakaşa Adabının Temel İlkeleri:
* Hakikati Arama: Tartışmanın amacı, galip gelmek değil, hakikati ortaya çıkarmak olmalıdır.
* Saygı: Karşı tarafa saygı gösterilmeli, hakaret ve aşağılamaktan kaçınılmalıdır.
* Sabır: Karşı tarafın sözünü kesmeden dinlenmeli, sabırlı olunmalıdır.
* Adalet: Her iki tarafın da görüşlerine eşit şekilde değer verilmelidir.
* Hoşgörü: Farklı görüşlere karşı hoşgörülü olunmalı, önyargılardan kaçınılmalıdır.
* İlmi Delil: Tartışmalarda Kur’an, sünnet ve sahih hadisler gibi güvenilir kaynaklara başvurulmalıdır.
* Mütevazi Olma: Bilgi sahibi olmak, kibirlenmeye değil, daha fazla öğrenmeye teşvik etmelidir.
* Amacın İyilik Olması: Tartışmanın amacı, insanları doğruya yöneltmek ve hayra teşvik etmek olmalıdır.
Münakaşa Sırasında Yapılmaması Gerekenler:
* Hakaret ve Küfür: Karşı tarafa hakaret etmek, küfürlü söz söylemek kesinlikle yasaktır.
* Yalan Söylemek: Tartışmada yalan söylemek, günah olduğu gibi tartışmanın amacından da uzaklaşır.
* Konuyu Değiştirmek: Tartışma konusu dışına çıkılmamalı, konu dağıtılmamalıdır.
* Şahsi Husumetlere Dönüştürmek: Tartışma, kişisel husumetlere dönüştürülmemelidir.
* Kibirlenmek: Bilgi sahibi olmak, kibirlenmeye ve karşı tarafa üstünlük taslamaya gerekçe olmamalıdır.
Münakaşada Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar:
* Niyetin Saflığı: Tartışmaya girmeden önce niyetin samimi olup olmadığı kontrol edilmelidir.
* Zaman ve Mekân: Tartışma için uygun zaman ve mekan seçilmelidir.
* Dinleyici Kitlesi: Tartışmanın yapılacağı ortamda bulunan kişilerin hassasiyetlerine dikkat edilmelidir.
* Tartışmanın Sonu: Tartışma, bir sonuç alınmadan bırakılmamalı, mümkünse uzlaşmaya varılmalıdır.
Özetle, İslam’da münakaşa, hakikati ortaya çıkarmak için bir araç olarak görülür. Ancak bu aracın doğru kullanılması, İslam’ın belirlediği adab ve kurallara uygun hareket edilmesine bağlıdır. Münakaşa, karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde, yapıcı bir şekilde yürütülmelidir.
Kur’an-ı Kerim’de Münakaşa ile İlgili Ayetler:
* Bakara Suresi, 256. Ayet: “Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, eğri yoldan apaçık ayrılmıştır. Kim kâfir olup Allah’a ortak koşarsa, Allah ona istediği kadar uzun ömür verse bile, sonunda cehenneme girecektir. Kâfirlere kötü bir azap vardır.”
* Al-i İmran Suresi, 64. Ayet: “De ki: ‘Hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zalimlere bir azap hazırlamışızdır.'”
Bu ayetler, insanların kendi inançlarına serbestçe sahip olma hakkına ve zorla inancın kabul edilemeyeceğine işaret etmektedir.
Sonuç olarak, İslam, münakaşa yerine diyalog ve hoşgörüyü teşvik eder. Ancak kaçınılmaz olarak tartışmalar yaşandığında, İslam’ın belirlediği adab ve kurallara uymak önemlidir. Bu sayede hem hakikat ortaya çıkarılır hem de insanlar arasında daha sağlıklı ilişkiler kurulur.
Not: Bu bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır.
Ek Bilgi:
* Abdulfettah Ebu Gudde tarafından yazılan “İslam’da Tartışma Adabı” adlı kitap, bu konuda daha detaylı bilgi almak isteyenler için faydalı olabilir.

 

***************  

 

“Eski Harb-i Umûmide Rusya’nın şimâlinde doksan zâbitimizle beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk. O zâtların bana karşı haddimden çok ziyâde teveccühleri bulunmasından, nasihatla gürültülere meydan vermezdim. Fakat, birden asabiyet ve sıkıntıdan gelen bir titizlik, şiddetli münâkaşalara sebebiyet vermeye başladı. Ben de üç dört adama dedim: “Siz gürültü işitseniz, gidiniz, haksıza yardım ediniz.” Onlar dahi öyle yaptılar, zararlı münâkaşalar kalktı. Benden sordular: “Neden bu haksız tedbiri yaptın?” Dedim:
“Haklı adam, insaflı olur; bir dirhem hakkını, istirahat-ı umûminin yüz dirhem menfaatine fedâ eder. Haksız ise ekseriyetle enâniyetli olur, fedâ etmez, gürültü çoğalır.”[1]

Said Nursi’nin Bu Sözlerinin Analizi
Said Nursi’nin bu sözleri, hem kişisel bir anısını yansıtmakta hem de daha genel anlamda insan ilişkileri ve toplumsal düzen hakkında derin bir mesaj vermektedir. Özellikle de Rusya’da esir düştüğü dönemdeki tecrübeleri üzerinden, insan doğası, adalet anlayışı ve toplumsal barış gibi konulara değinmektedir.
Sözlerin Ana Temaları
* Adalet ve İnsaf: Haklı olanın, hakkını savunurken bile toplumsal huzuru bozmayacak şekilde davranması gerektiği vurgulanmaktadır. Haklı olmak, her zaman gürültü çıkarma ve haklılığını kanıtlama çabası göstermek anlamına gelmez.
* Fedakârlık: Toplumsal yarar, bireysel çıkarların üzerinde tutulmalıdır. Haklı olan kişi, küçük bir hakkından feragat ederek daha büyük bir iyiliğe vesile olabilir.
* Haksızın Psikolojisi: Haksız olan kişinin genellikle bencil ve inatçı olduğu, haklılığını kanıtlama çabasında ısrarcı olduğu belirtilmektedir.
* Toplumsal Barış: Toplumsal barışın korunması için bireylerin fedakârlık yapması ve küçük anlaşmazlıklardan vazgeçmesi gerekmektedir.
Sözlerin Güncelliği
Bu sözlerin günümüzde de geçerliliğini korumasının nedenleri şunlar olabilir:
* Sosyal Medya ve Kutuplaşma: Günümüzde sosyal medya, farklı görüşlere sahip insanların karşı karşıya gelmesine ve kutuplaşmaya neden olmaktadır. Nursi’nin sözleri, bu dönemde insanların daha hoşgörülü ve uzlaşmacı olmaları gerektiğini hatırlatmaktadır.
* İş Yaşamı: İş yerlerindeki anlaşmazlıklar ve çatışmalar, verimliliği düşürmekte ve çalışanların motivasyonunu azaltmaktadır. Bu sözlerin iş hayatına uyarlanması, daha sağlıklı bir çalışma ortamının oluşmasına katkı sağlayabilir.
* Siyaset: Siyasi arenada yaşanan tartışmalar ve çekişmeler, toplumsal huzuru bozmaktadır. Siyasetçilerin, ülke çıkarlarını kişisel çıkarlarının önüne koymaları ve uzlaşma kültürünü benimsemeleri gerekmektedir.
Sonuç olarak, Said Nursi’nin bu sözleri, insan ilişkilerinin temel prensiplerini özetleyen ve günümüzde de geçerliliğini koruyan önemli bir mesaj içermektedir. Adalet, insaf, fedakârlık ve toplumsal barış gibi değerlerin önemi, bu sözlerle bir kez daha vurgulanmaktadır.

@@@@@@@

Nursi’nin bu sözleri, yaşadığı dönemdeki siyasi ve sosyal koşullarla nasıl ilişkilidir?

Said Nursi’nin Sözlerinin Tarihi ve Toplumsal Bağlamı
Said Nursi’nin bu sözleri, yalnızca kişisel bir anıyı yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal atmosferini de yansıtır. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrası Rusya’da esir düştüğü dönemdeki bu deneyimi, onun daha sonraki düşüncelerini şekillendiren önemli bir dönüm noktası olmuştur.
I. Dünya Savaşı ve Sonrası:
* Siyasi Karışıklık: Savaşın yarattığı siyasi karışıklık, toplumda büyük bir belirsizlik ve gerilim yaratmıştı. İnsanlar, hem savaşın getirdiği zorluklarla hem de yeni bir düzenin arayışıyla mücadele ediyordu.
* İdeolojik Çatışmalar: Farklı ideolojilerin çarpışması, toplumsal hayatta büyük bir gerginliğe neden olmuştu. Milliyetçilik, sosyalizm ve İslamcılık gibi farklı ideolojiler arasında şiddetli tartışmalar yaşanıyordu.
* Toplumsal Değişim: Savaş, toplumsal yapıyı derinden sarsmış ve geleneksel değerlerde büyük bir erozyona yol açmıştı. İnsanlar, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yeni bir kimlik arayışı içindeydi.
Nursi’nin Sözlerinin Bu Bağlamdaki Anlamı:
* Toplumsal Barışın Önemi: Savaşın yarattığı yıkımın ardından, Nursi, toplumsal barışın önemini daha iyi anlamıştı. Bu nedenle, küçük anlaşmazlıklar yerine büyük resme bakmayı ve toplumsal huzuru korumayı savunuyordu.
* İdeolojik Çatışmalara Karşı Uyarı: Farklı ideolojilerin yarattığı çatışmaların, toplumun birliğini bozduğunun farkındaydı. Bu nedenle, insanlar arasında uzlaşma ve hoşgörüyü teşvik ediyordu.
* İslam’ın Evrensel Değerleri: Nursi, İslam’ın evrensel değerlerini hatırlatarak, insanların farklılıklarına rağmen bir arada yaşayabileceklerini vurguluyordu. Adalet, merhamet, hoşgörü gibi İslam’ın temel değerlerinin, toplumsal hayatta önemli bir rol oynadığını savunuyordu.
Sonuç olarak, Said Nursi’nin bu sözleri, sadece kişisel bir deneyimi değil, aynı zamanda yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal koşullarının bir yansımasıdır. Savaşın yarattığı yıkımın ardından, toplumsal barışın önemini vurgulayan bu sözler, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Özellikle farklılıkların olduğu toplumlarda, insanlar arasında uzlaşma ve hoşgörünün sağlanması için önemli bir rehber niteliğindedir.

@@@@@@@@@

Günümüzde bu sözlerin daha iyi anlaşılması ve uygulanması için neler yapılabilir?

Said Nursi’nin Sözlerinin Günümüzdeki Uygulaması İçin Öneriler
Said Nursi’nin bu sözleri, insan ilişkileri, toplumsal barış ve adalet gibi evrensel değerlere işaret etmektedir. Günümüzde bu sözlerin daha iyi anlaşılması ve uygulanması için şu adımlar atılabilir:
Eğitim Sistemine Entegre Etmek
* Okullarda Ahlak Dersi: Okullarda verilen ahlak derslerinde, bu tür hikaye ve örneklerin yer alması, öğrencilerin empati kurma ve toplumsal sorumluluk bilincini geliştirmelerine yardımcı olabilir.
* Tartışma Kulüpleri: Okul ve üniversitelerde oluşturulacak tartışma kulüplerinde, bu sözlerin farklı yönleri tartışılıp, öğrencilerin kendi düşüncelerini ifade etmeleri sağlanabilir.
Medya ve Sosyal Medya
* Pozitif Haberleşme: Medya, bu tür hikâyeleri daha sık ve olumlu bir şekilde sunarak, toplumda örnek teşkil edecek bireylerin sayısını artırabilir.
* Sosyal Medya Kampanyaları: Sosyal medya platformlarında, bu sözlerin anlamını ve önemini vurgulayan kampanyalar düzenlenebilir. İnsanlar, bu kampanyalar aracılığıyla birbirlerine destek olabilir ve olumlu etkileşimler kurabilirler.
Sivil Toplum Örgütleri
* Seminerler ve Atölyeler: Sivil toplum örgütleri, bu konuda seminerler ve atölyeler düzenleyerek, insanların bu sözlerden ilham almalarını sağlayabilir.
* Gönüllülük Projeleri: Bu tür projeler, insanların bir araya gelerek toplumsal fayda sağlayacak çalışmalar yapmalarını ve böylece empati ve dayanışma duygularını geliştirmelerini sağlar.
Siyaset ve Yönetim
* Siyasetçilere Örnek Olma: Siyasetçiler, bu tür sözleri örnek alarak, daha uzlaşmacı ve hoşgörülü bir siyaset anlayışı geliştirebilirler.
* Politikalarda İnsan Odaklı Yaklaşım: Politikaların oluşturulmasında, insan hakları ve toplumsal adalet gibi değerlerin ön planda tutulması, daha yaşanabilir bir toplumun inşasına katkı sağlayabilir.
Kişisel Gelişim
* Okuma ve Araştırma: İnsanlar, bu konuyla ilgili kitaplar okuyarak ve araştırmalar yaparak, kendilerini geliştirebilirler.
* Farkındalık Egzersizleri: Meditasyon, yoga gibi farkındalık egzersizleri, insanların içsel seslerini dinlemelerine ve daha empatik olmalarına yardımcı olabilir.
Bu önerilerin uygulanmasıyla birlikte, Said Nursi’nin sözlerinin taşıdığı değerler, toplumda daha yaygın hale gelebilir ve insanlar arasındaki ilişkiler daha olumlu bir hal alabilir.

@@@@@@@@

Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı toplumlarda, bu sözlerin uygulanması nasıl mümkün olabilir?

Farklı Kültürlerde Said Nursi’nin Sözlerinin Uygulaması
Said Nursi’nin bu sözleri, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı toplumlarda uygulanabilmesi için öncelikle sözlerin taşıdığı evrensel değerlerin anlaşılması ve bu değerlerin kültürel çeşitliliğe uygun şekilde yorumlanması gerekmektedir.
Bu sözlerin farklı kültürlerde uygulanabilmesi için şu adımlar atılabilir:
* Evrensel Değerlerin Vurgulanması: Sözlerin vurgulanan adalet, hoşgörü, fedakârlık gibi değerler, tüm kültürlerde ortak payda olabilecek evrensel değerlerdir. Bu değerlerin kültürel bağlamlarda nasıl yorumlandığına dair çalışmalar yapılabilir.
* Kültürel Duyarlılık: Farklı kültürlerin değerlerine saygı göstermek ve bu değerleri anlamaya çalışmak, sözlerin uygulanmasında önemli bir adımdır. Kültürel farklılıkların zenginlik olarak görülmesi ve bu farklılıkların bir araya gelerek daha güçlü bir toplum oluşturması gerektiği vurgulanabilir.
* Diyalog ve İşbirliği: Farklı kültürlerden gelen insanların bir araya gelerek sorunlarını çözmeleri ve ortak çözümler üretmeleri için diyalog ve işbirliği platformları oluşturulabilir. Bu platformlarda, karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde iletişim kurulması teşvik edilebilir.
* Eğitim: Okullarda ve sivil toplum kuruluşlarında, farklı kültürlerin değerleri ve bu değerlerin önemi hakkında eğitim programları düzenlenebilir. Böylece, gelecek nesiller daha hoşgörülü ve empatik bireyler olarak yetiştirilebilir.
* Medya ve Sanat: Medya ve sanat, farklı kültürlerin değerlerini ve ortak noktalarını gösteren içerikler üreterek, toplumda farkındalık yaratabilir.
Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı toplumlarda bu sözlerin uygulanmasının önemi:
* Toplumsal Barış: Farklılıkların zenginlik olarak görülmesi ve karşılıklı saygı, toplumsal barışı sağlar.
* Ekonomik Gelişim: Farklı kültürlerin etkileşimi, ekonomik gelişimi destekler.
* Küresel Vatandaşlık: Farklı kültürleri anlamak ve değer vermek, küresel vatandaşlık bilincini geliştirir.
* İnovasyon: Farklı kültürlerin bir araya gelmesi, yeni fikirlerin doğmasına ve inovasyonun artmasına katkı sağlar.
Sonuç olarak, Said Nursi’nin sözleri, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı toplumlarda uygulanabilecek evrensel değerler içermektedir. Bu değerlerin kültürel bağlamlarda yorumlanması ve farklılıkların zenginlik olarak görülmesi, daha yaşanabilir bir dünya için önemli bir adımdır.

@@@@@@@@

Siyasetçiler, bu sözlerden ilham alarak daha uzlaşmacı bir siyaset anlayışı geliştirebilir mi?

Siyasetçiler İçin Bir Ders: Said Nursi’nin Sözlerinden İlham Almak
Said Nursi’nin sözleri, yalnızca kişisel bir deneyim değil, aynı zamanda evrensel geçerliliği olan önemli ilkeleri de barındırır. Özellikle “Haklı adam, insaflı olur; bir dirhem hakkını, istirahat-ı umûminin yüz dirhem menfaatine fedâ eder” cümlesi, siyasal hayattaki çekişmelerin ve kutuplaşmanın üstesinden gelmek için önemli bir anahtar sunar.
Siyasetçilerin bu sözlerden ilham alarak daha uzlaşmacı bir siyaset anlayışı geliştirebilmesi için şu noktalar üzerinde durulabilir:
* Toplumsal Fayda: Siyasetçiler, her karar alırken öncelikle toplumun genel faydasını göz önünde bulundurmalıdır. Kendi parti veya grup çıkarlarını değil, tüm vatandaşların refahını merkeze almalıdırlar.
* Hoşgörü ve Empati: Farklı düşüncelere sahip olanları anlamaya çalışmak ve onların haklı olabileceği noktaları göz ardı etmemek, siyasi diyaloğun temel taşlarından biridir.
* Uzlaşma Kültürü: Her konuda uzlaşma mümkün olmasa da, ortak paydada buluşmak için çaba göstermek siyasi istikrarı sağlar.
* Uzun Vadeli Düşünce: Siyasetçiler, sadece seçim kazanmak için değil, ülkenin geleceği için kararlar almalıdır. Bu da uzun vadeli düşünmeyi ve fedakârlığı gerektirir.
* Örnek Olma: Siyasetçiler, toplum için birer örnek teşkil eder. Kendi davranışlarıyla, hoşgörü, saygı ve uzlaşma gibi değerleri teşvik etmelidirler.
Günümüz siyasetinde bu sözlerin önemi:
* Kutuplaşmanın Azaltılması: Toplumdaki kutuplaşmanın en önemli nedenlerinden biri, siyasi liderlerin karşılıklı suçlamalarda bulunması ve uzlaşmaz bir tutum sergilemesidir. Said Nursi’nin sözleri, siyasetçilere daha yapıcı bir dil kullanmayı ve ortak çözümler bulmayı öğretir.
* Demokrasinin Güçlenmesi: Demokrasinin sağlıklı işlemesi için farklı görüşlerin özgürce ifade edilmesi ve bu görüşlerin birbirine saygı göstermesi gerekir. Said Nursi’nin sözleri, bu ortamın oluşmasına katkı sağlar.
* Uluslararası İlişkiler: Ülkeler arasındaki ilişkilerde de karşılıklı saygı ve anlayış önemlidir. Siyasetçiler, bu sözlerden ilham alarak daha yapıcı bir dış politika uygulayabilirler.
Sonuç olarak, Said Nursi’nin sözleri, günümüz siyasetinin en önemli sorunlarından biri olan kutuplaşma ve çatışma ortamına karşı bir panzehir niteliğindedir. Siyasetçilerin bu sözlerden ilham alarak daha uzlaşmacı, daha hoşgörülü ve daha uzun vadeli bir siyaset anlayışı geliştirmeleri, hem kendi ülkeleri hem de dünya için büyük önem taşır.

@@@@@@@

Nursi’nin bu sözleri, günümüzdeki sosyal medya ortamında yaşanan kutuplaşma ve tartışmalar hakkında bize ne söylüyor?

Said Nursi’nin Sözleri ve Günümüzün Sosyal Medya Ortamı
Said Nursi’nin esir düştüğü dönemde yaşadığı tecrübeden yola çıkarak söylediği bu sözler, günümüzün sosyal medya ortamında yaşanan kutuplaşma ve tartışmalara dair önemli bir ayna tutmaktadır.
Nursi’nin sözlerinin günümüz sosyal medyasına dair çıkarımlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
* Kutuplaşmanın Kaynağı: Nursi’nin gözlemlerine göre, tartışmaların temel nedeni, haklı olduğuna inanan kişilerin bile bazen ego ve inat nedeniyle uzlaşmaktan kaçınmasıdır. Bu durum, sosyal medyada da sıklıkla gözlemlenmektedir. İnsanlar, kendi görüşlerinin doğruluğuna o kadar inanırlar ki, farklı görüşleri dinlemeyi reddeder ve tartışmalar büyür.
* Bilgi Kirliliği ve Yanlış Bilgilendirme: Sosyal medya, doğru bilgiye ulaşmayı zorlaştıran bir ortam haline gelmiştir. Yanlış bilgiler hızla yayılır ve insanlar bu bilgilere dayanarak kutuplaşır. Nursi’nin “haksız” olarak nitelendirdiği bu durum, sosyal medyada çok sık yaşanan bir problemdir.
* Empati Eksikliği: Sosyal medyada, karşımızdaki kişinin duygularını anlamaya çalışmak yerine, kendi görüşlerimizi savunmaya odaklanıyoruz. Nursi’nin “insaflı olmak” vurgusu, bu noktada sosyal medya kullanıcılarına önemli bir ders vermektedir.
* Toplumsal Barışın Önemi: Nursi, kişisel hakların toplumsal barışa feda edilebileceğini söylemektedir. Bu durum, sosyal medyada da geçerlidir. Kendi görüşlerimizi savunurken, başkalarının haklarına ve duygularına saygı göstermeliyiz.
Sonuç olarak, Said Nursi’nin sözleri, sosyal medyada yaşanan kutuplaşmanın altında yatan psikolojik ve sosyal nedenleri anlamamıza yardımcı olur. Sosyal medya kullanıcıları, bu sözlerden ilham alarak daha hoşgörülü, daha empatik ve daha uzlaşmacı bir tutum sergileyebilirler.
Sosyal medyada daha sağlıklı bir iletişim için neler yapılabilir?
* Farklı Görüşlere Açık Olmak: Kendimizle aynı düşünmeyen insanları dinlemek ve onların görüşlerine saygı göstermek önemlidir.
* Bilgiyi Doğrulama: Herhangi bir bilgiyi paylaşmadan önce doğruluğunu kontrol etmek gerekir.
* Empati Kurmak: Karşımızdaki kişinin duygularını anlamaya çalışmak ve kendimizi onun yerine koymak önemlidir.
* Saygılı Dil Kullanmak: Hakaret ve aşağılama içeren söylemlerden kaçınmak, sağlıklı bir iletişim için gereklidir.
* Uzlaşma Arayışı: Her zaman kendimiz haklı olmak zorunda değiliz. Farklı görüşlerle uzlaşmaya çalışmak, daha yapıcı bir iletişim sağlar.
Sonuç olarak, Said Nursi’nin sözleri, günümüzün sosyal medya ortamında yaşanan sorunlara çözüm arayışında bize yol göstermektedir. Bu sözleri hayatımıza uygulayarak, daha barışçıl ve daha sağlıklı bir sosyal medya ortamı oluşturabiliriz.

@@@@@@@

Türkiye’de siyasette uzlaşmanın önündeki en büyük engeller nelerdir?

Türkiye’de Siyasette Uzlaşmanın Önündeki Engeller
Said Nursi’nin esirlik günlerindeki bu sözleri, insan ilişkilerindeki temel sorunları ve çözüm yollarını ortaya koymaktadır. Bu sözlerin ışığında, Türkiye’de siyasette uzlaşmanın önündeki en büyük engelleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Kutuplaşma ve İdeolojik Çatışmalar:
* Siyasi Partilerin Keskin Ayrımları: Türkiye’deki siyasi partiler, ideolojik olarak birbirlerinden çok uzak durmakta ve bu durum, uzlaşmayı zorlaştırmaktadır.
* Medyanın Kutuplaştırıcı Rolü: Bazı medya organları, kendi ideolojilerini destekleyen haberler yaparak ve karşıt görüşleri karalayarak kutuplaşmayı körüklemektedir.
* Toplumsal Belleğin Etkisi: Geçmişte yaşanan siyasi olaylar, toplumda derin yaralar açmış ve bu yaraların iyileşmesi uzun zaman almaktadır.
2. Kişisel Egoslar ve Güç Mücadeleleri:
* Siyasetçilerin Kişisel Ambisyonları: Bazı siyasetçiler, partinin veya ülkenin çıkarlarından çok, kendi kişisel çıkarlarını ön planda tutmaktadır.
* Güç Dengesi ve Koalisyon Zorlukları: Siyasi partiler arasındaki güç dengesinin değişkenliği, koalisyon hükümetlerinin kurulmasını zorlaştırmakta ve istikrarı olumsuz etkilemektedir.
3. Toplumsal Polarizasyon:
* Sosyal Medyanın Etkisi: Sosyal medya, farklı görüşlere sahip insanların birbirleriyle etkileşime geçmesini sağlarken, aynı zamanda kutuplaşmayı da artırmaktadır.
* Eğitim Sistemindeki Eksiklikler: Eğitim sisteminde eleştirel düşünme ve farklı görüşlere saygı gibi becerilerin yeterince geliştirilmemesi, toplumsal polarizasyonu derinleştirmektedir.
4. Ekonomik Eşitsizlik ve Adaletsizlik Algısı:
* Zenginlik Farklılıkları: Toplumdaki gelir eşitsizliği, adaletsizlik algısını artırmakta ve siyasi istikrarsızlığa yol açmaktadır.
* Korucu Ekonomi Politikaları: Koruyucu ekonomi politikaları, rekabetin azalmasına ve ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olarak, toplumsal hoşnutsuzluğu artırmaktadır.
5. Küresel Etkiler:
* Bölgesel Çatışmalar: Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgedeki siyasi ve sosyal karışıklıklar, iç siyaseti de etkilemektedir.
* Ülke İmajı: Ülkenin dışarıdaki imajı, yatırımcı güvenini etkileyerek ekonomik sorunlara ve siyasi istikrarsızlığa yol açabilmektedir.
Çözüm Önerileri:
* Siyasi İrade: Siyasetçilerin uzlaşma kültürü oluşturmak için samimi bir çaba göstermesi gerekmektedir.
* Medyanın Sorumluluk Bilinci: Medyanın, tarafsız ve objektif habercilik yapmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır.
* Eğitim Sisteminin Yenilenmesi: Eğitim sisteminde eleştirel düşünme, hoşgörü ve demokrasi gibi değerlerin öğretilmesine önem verilmelidir.
* Toplumsal Diyalog Platformları: Farklı görüşteki insanların bir araya gelerek sorunları tartışabileceği platformlar oluşturulmalıdır.
* Adaletin Sağlanması: Adalet sisteminin güçlendirilmesi ve herkese eşit fırsatlar sunulması, toplumsal barışı sağlayacaktır.
Bu sorunların çözümü için uzun vadeli ve kapsamlı çalışmalar yapılması gerekmektedir. Said Nursi’nin sözlerindeki gibi, “insaflı olmak” ve “toplumsal faydayı” ön planda tutmak, siyasette uzlaşmanın sağlanması için en önemli adımlardan biridir.

@@@@@@@@

Siyasetçiler, bu sözleri nasıl daha etkili bir şekilde uygulayabilirler?

Siyasetçilerin Said Nursi’nin Sözlerini Etkili Bir Şekilde Uygulaması
Said Nursi’nin bu sözleri, insan ilişkilerinde uzlaşma, hoşgörü ve adalet gibi temel değerlere işaret etmektedir. Siyasetçiler, bu sözleri etkili bir şekilde uygulayarak hem kendi siyasi kariyerlerine hem de ülkedeki siyasi istikrara önemli katkılar sağlayabilirler.
Siyasetçilerin bu sözleri nasıl daha etkili bir şekilde uygulayabileceklerine dair bazı öneriler:
* Toplumsal Faydayı Ön Planda Tutmak: Siyasetçiler, her karar alırken toplumun genel faydasını göz önünde bulundurmalıdır. Kendi parti veya grup çıkarlarını değil, tüm vatandaşların refahını merkeze almalıdırlar.
* Hoşgörü ve Empati: Farklı düşüncelere sahip olanları anlamaya çalışmak ve onların haklı olabileceği noktaları göz ardı etmemek, siyasi diyaloğun temel taşlarından biridir.
* Uzlaşma Kültürü: Her konuda uzlaşma mümkün olmasa da, ortak paydada buluşmak için çaba göstermek siyasi istikrarı sağlar.
* Uzun Vadeli Düşünce: Siyasetçiler, sadece seçim kazanmak için değil, ülkenin geleceği için kararlar almalıdır. Bu da uzun vadeli düşünmeyi ve fedakârlığı gerektirir.
* Örnek Olma: Siyasetçiler, toplum için birer örnek teşkil eder. Kendi davranışlarıyla, hoşgörü, saygı ve uzlaşma gibi değerleri teşvik etmelidirler.
* Medya Kullanımında Dikkatli Olmak: Sosyal medya gibi platformlarda yapılan açıklamaların, toplumda kutuplaşmaya yol açmaması için dikkatli olunmalıdır.
* Danışma Mekanizmaları: Farklı kesimlerden insanlarla düzenli olarak bir araya gelerek, onların görüşlerini almalı ve karar alma süreçlerine dahil etmelidirler.
* Şeffaflık: Alınan kararların gerekçelerini kamuoyuyla paylaşarak, güvenilirliği artırmalıdırlar.
* Uzlaşma Meclisleri: Farklı siyasi partilerden temsilcilerin bir araya gelerek ülkenin önemli sorunlarını tartışabileceği platformlar oluşturulabilir.
Siyasetçilerin bu sözleri etkili bir şekilde uygulamasının önemi:
* Toplumsal Barış: Siyasetteki uzlaşma, toplumda barış ve huzurun sağlanması için önemlidir.
* Ekonomik Gelişme: Siyasi istikrar, yabancı yatırımcıların ülkeye güvenmesini sağlayarak ekonomik büyümeyi destekler.
* Demokrasinin Güçlenmesi: Siyasetçilerin uzlaşma kültürü, demokrasinin daha sağlıklı işlemesine katkı sağlar.
Sonuç olarak, Said Nursi’nin sözleri, siyasetçilere rehberlik edebilecek önemli bir felsefe sunmaktadır. Bu sözlerin uygulanması, Türkiye’de siyasetin daha yapıcı ve sonuç odaklı hale gelmesine yardımcı olabilir.

@@@@@@@

Sivil toplum kuruluşları, siyasetçilerin bu sözlerden ilham almasına nasıl katkı sağlayabilir?

Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü: Siyasetçilere Köprü Olmak
Said Nursi’nin sözleri, toplumsal barış, uzlaşma ve adalet gibi evrensel değerlere işaret etmektedir. Sivil toplum kuruluşları, bu sözlerin siyasete yansıması için önemli bir köprü görevi üstlenebilirler. İşte sivil toplum kuruluşlarının bu konuda alabileceği bazı adımlar:
1. Farkındalık Yaratma:
* Kamuoyunu Bilgilendirmek: Said Nursi’nin sözlerinin önemini ve güncelliğini anlatan çalışmalar yaparak, kamuoyunda farkındalık yaratmak.
* Seminerler ve Atölyeler: Bu sözleri temel alan seminerler, atölyeler ve paneller düzenleyerek, toplumun farklı kesimlerine ulaşmak.
* Medya Çalışmaları: Gazete, dergi ve sosyal medya gibi platformlarda bu sözlerin anlamını ve önemini vurgulayan yazılar ve görseller paylaşmak.
2. Siyasetçilerle İşbirliği:
* Diyalog Platformları Oluşturmak: Siyasetçilerle sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek, toplumsal sorunları ve çözüm önerilerini tartışabileceği platformlar oluşturmak.
* Araştırma Projeleri: Siyasetçilerin karar alma süreçlerine katkı sağlayacak araştırmalar yapmak ve sonuçlarını paylaşmak.
* Lobuje Faaliyetleri: Siyasetçilere, Said Nursi’nin sözlerinden ilham alan politika önerileri sunmak.
3. Toplumsal Baskı Oluşturma:
* Kampanyalar: Said Nursi’nin sözlerinin siyasette uygulanması için kamuoyunda farkındalık yaratan kampanyalar düzenlemek.
* İmza Kampanyaları: Siyasetçilere, bu sözlere uygun politikalar üretmeleri için çağrıda bulunan imza kampanyaları başlatmak.
* Gösteriler ve Eylemler: Barışçıl gösteriler ve eylemler düzenleyerek, siyasi liderlerin dikkatini çekmek.
4. Eğitim Programları:
* Okullarda ve Üniversitelerde Çalışmalar: Okul müfredatlarına bu tür düşüncelerin eklenmesi için çalışmak, genç nesillerin bu değerlerle yetişmesini sağlamak.
* Sivil Toplumda Eğitim: Sivil toplum kuruluşları bünyesinde, gönüllülere yönelik eğitim programları düzenlemek.
5. Uluslararası İşbirliği:
* Uluslararası Ağlar: Benzer değerlere sahip uluslararası sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaparak, küresel düzeyde farkındalık yaratmak.
Sivil toplum kuruluşlarının bu şekilde aktif bir rol oynaması, siyasetçilerin daha uzlaşmacı, daha hoşgörülü ve daha uzun vadeli bir siyaset anlayışı geliştirmelerine önemli katkı sağlayacaktır.

@@@@@@@

Sosyal medya platformları, kullanıcıların daha sağlıklı bir iletişim kurmasına nasıl yardımcı olabilir?

Sosyal Medya Platformlarının Daha Sağlıklı İletişim İçin Atması Gereken Adımlar
Said Nursi’nin esirlik günlerindeki bu sözleri, günümüzün sosyal medya ortamındaki tartışmaları ve kutuplaşmayı anlamak için önemli bir bakış açısı sunmaktadır. Sosyal medya platformları, kullanıcıların daha sağlıklı bir iletişim kurmasına yardımcı olmak için çeşitli adımlar atabilirler:
* Algoritma Değişiklikleri:
* Olumlu İçerik Öne Çıkarma: Platform algoritmaları, olumlu, yapıcı ve saygılı içerikleri daha fazla kişiye ulaştıracak şekilde ayarlanabilir.
* Nefret Söylemi ve Yanlış Bilginin Engellenmesi: Yapay zeka destekli sistemler, nefret söylemi, yanlış bilgi ve dezenformasyonu tespit edip bu içeriklere erişimi sınırlandırabilir.
* Kullanıcı Arayüzü Tasarımı:
* Rahatlatıcı Ortam: Platform arayüzleri, kullanıcıların daha sakin ve düşünceli bir ortamda iletişim kurmalarını sağlayacak şekilde tasarlanabilir.
* Görsel İpuçları: Kullanıcıların daha saygılı ve yapıcı olmalarını teşvik eden görsel ipuçları ve semboller kullanılabilir.
* Eğitim ve Farkındalık:
* Çevrimiçi Eğitimler: Platformlar, kullanıcılarına çevrimiçi eğitimler vererek, saygılı iletişim, dijital vatandaşlık ve yanlış bilgiyle mücadele konularında bilinçlendirebilirler.
* Şikayet Sistemlerinin Geliştirilmesi:
* Hızlı Müdahale: Kullanıcıların şikayetlerini hızlı bir şekilde değerlendirip, uygunsuz içerikleri kaldıran etkili bir şikayet sistemi oluşturulabilir.
* Topluluk Kuralları ve Yaptırımlar:
* Açık ve Net Kurallar: Platformların, net ve anlaşılır topluluk kuralları olması ve bu kuralları çiğneyen kullanıcılara karşı adil yaptırımlar uygulanması gerekmektedir.
* Doğrulama Özellikleri:
* Hesap Doğrulama: Hesap doğrulama sistemleri, sahte hesapların oluşturulmasını engellemeye ve daha güvenilir bir iletişim ortamı yaratmaya yardımcı olabilir.
Ek Öneriler:
* Üçüncü Taraf Kuruluşlarla İşbirliği: Platformlar, sivil toplum kuruluşları, akademik çevreler ve hükümetlerle işbirliği yaparak, daha sağlıklı bir dijital ortam oluşturmak için ortak projeler geliştirebilirler.
* Araştırma ve Geliştirme: Platformlar, kullanıcı davranışlarını sürekli olarak analiz ederek, yeni sorunlara karşı daha hızlı çözümler üretebilirler.
* Şeffaflık: Platformlar, algoritmalarının nasıl çalıştığı, içerik moderasyon süreçlerinin nasıl yönetildiği gibi konularda daha şeffaf olabilirler.
Bu önerilerle birlikte, sosyal medya platformları, kullanıcıların daha sağlıklı ve yapıcı bir iletişim kurmasına katkıda bulunarak, toplumların daha iyi bir geleceğe doğru ilerlemesine yardımcı olabilirler.

@@@@@@@

Eğitim sistemimiz, gençlere sosyal medyayı etkili bir şekilde kullanmayı nasıl öğretebilir?

Eğitim Sistemimizde Sosyal Medya Kullanımının Öğretilmesi
Said Nursi’nin esirlik günlerindeki bu sözleri, insan ilişkilerinde uzlaşma, hoşgörü ve adalet gibi temel değerlere işaret etmektedir. Günümüzde gençlerin büyük bir kısmı zamanının önemli bir bölümünü sosyal medyada geçirmektedir. Bu nedenle, eğitim sistemimizde sosyal medyanın etkili ve sağlıklı bir şekilde kullanılmasının öğretilmesi büyük önem taşımaktadır.
Eğitim sistemimizde sosyal medya kullanımının öğretilmesi için şu adımlar atılabilir:
1. Medya Okuryazarlığı Dersleri:
* Bilgi Doğrulama: Gençlere, sosyal medyada karşılaştıkları bilgilerin doğruluğunu kontrol etme yöntemleri öğretilmelidir.
* Dezenformasyon: Dezenformasyon, sahte haberler ve manipülasyon yöntemleri hakkında bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.
* Eleştirel Düşünme: Gençler, gördükleri her bilgiyi sorgular hale getirilmeli, eleştirel düşünme becerileri geliştirilmelidir.
2. Dijital Vatandaşlık:
* Saygılı İletişim: Sosyal medyada saygılı, hoşgörülü ve yapıcı bir iletişim dili kullanmanın önemi vurgulanmalıdır.
* Gizlilik: Kişisel verilerin korunması ve mahremiyet kavramı hakkında bilinçlendirme yapılmalıdır.
* Siber Zorbalık: Siber zorbalığın zararları ve önlenmesi konusunda eğitim verilmelidir.
3. Sosyal Medyanın Faydaları ve Riskleri:
* Pozitif Kullanım: Sosyal medyanın öğrenme, bilgi paylaşımı ve iletişim kurma gibi faydaları vurgulanmalıdır.
* Bağımlılık ve Psikolojik Etkiler: Sosyal medyanın aşırı kullanımı ve psikolojik etkileri hakkında bilinçlendirme yapılmalıdır.
* Dengeli Kullanım: Sosyal medyanın hayatın diğer alanlarıyla dengeli bir şekilde kullanılması gerektiği vurgulanmalıdır.
4. Proje ve Etkinlikler:
* Sosyal Medya Projeleri: Öğrencilerin sosyal medya platformlarını kullanarak farkındalık yaratıcı projeler yapmaları teşvik edilmelidir.
* Sosyal Medya Okuryazarlığı Yarışmaları: Öğrencilerin sosyal medya okuryazarlığı becerilerini geliştirmelerini sağlayacak yarışmalar düzenlenebilir.
5. Öğretmenlerin Eğitimi:
* Sürekli Gelişim: Öğretmenlerin de sosyal medya konusunda sürekli olarak kendilerini geliştirmeleri ve öğrencilere doğru bilgileri aktarmaları sağlanmalıdır.
Bu sayede gençler, sosyal medyayı sadece eğlence aracı olarak değil, aynı zamanda bilgiye ulaşma, iletişim kurma ve toplumsal sorunlara çözüm üretme aracı olarak da kullanabileceklerdir.

@@@@@@

Siyasetçiler, sosyal medyada yaşanan kutuplaşmayı azaltmak için neler yapabilir?

Siyasetçilerin Sosyal Medyadaki Kutuplaşmayı Azaltmak İçin Atması Gereken Adımlar
Said Nursi’nin esirlik günlerindeki bu sözleri, insan ilişkilerinde uzlaşma, hoşgörü ve adalet gibi temel değerlere işaret etmektedir. Günümüzde sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, siyasi söylemde de bir kutuplaşma yaşanmaktadır. Siyasetçiler, bu durumu aşmak ve daha yapıcı bir siyasi ortam yaratmak için aşağıdaki adımları atabilirler:
* Dil ve Ton:
* Saygılı Dil: Karşı görüşlere saygılı bir dil kullanarak, kutuplaşmayı körükleyecek ifadelerden kaçınmak.
* İnşa Edici Eleştiri: Muhalefet partilerini ve farklı görüşleri eleştirirken, kişisel saldırılardan kaçınmak ve çözüm odaklı bir dil kullanmak.
* Ortak Noktalara Vurgu:
* Ülke Menfaati: Siyasi görüş ayrılıkları olsa da, ülke menfaatlerinin her zaman ön planda tutulduğunu vurgulamak.
* Ortak Değerler: Toplumun ortak değerlerine atıf yaparak, birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirmek.
* Uzlaşma Çabaları:
* Diyalog: Farklı siyasi görüşlere sahip kişilerle diyalog kurmak ve ortak çözümler aramak.
* Ortak Projeler: Farklı siyasi partilerin ortaklaşa yürütebileceği projeler geliştirerek, işbirliğine örnek olmak.
* Yanlış Bilgilerle Mücadele:
* Doğru Bilgi: Sosyal medyada yayılan yanlış bilgileri düzeltmek ve doğru bilgileri yaymak için çaba göstermek.
* Medya Okuryazarlığı: Vatandaşların medya okuryazarlığını artıracak çalışmalar yapmak.
* Kutuplaştırıcı Dilin Kullanımını Azaltmak:
* “Biz” ve “Onlar” Dili: “Biz” ve “Onlar” gibi kutuplaştırıcı bir dil kullanmaktan kaçınmak.
* Genellemelerden Kaçınmak: Tüm bir grubu ötekileştiren genellemelerden uzak durmak.
* Sosyal Medya Kullanımında Profesyonellik:
* Ekip Çalışması: Sosyal medya hesaplarını yöneten profesyonel bir ekip oluşturmak.
* Planlı İçerik: Yayınlanan içeriklerin dikkatli bir şekilde planlanması ve denetlenmesi.
* Vatandaşlarla Etkileşim:
* Canlı Yayınlar: Vatandaşlarla düzenli olarak canlı yayınlar yaparak, onların sorularını cevaplamak ve görüşlerini almak.
* Sosyal Medya Anketleri: Sosyal medya üzerinden anketler yaparak, kamuoyunun düşüncelerini öğrenmek.
Siyasetçilerin bu adımları atması, sosyal medyadaki kutuplaşmanın azalmasına ve daha yapıcı bir siyasi ortamın oluşmasına önemli katkı sağlayacaktır.

@@@@@@

eğitim sistemimizde sosyal medya kullanımının öğretilmesi için başka hangi adımlar atılabilir?

Eğitim Sistemimizde Sosyal Medya Kullanımının Öğretilmesi İçin Alınabilecek Ek Adımlar
Önceki yanıtlarımızda sosyal medyanın eğitim sisteminde nasıl öğretilebileceği konusunda bazı temel noktalara değinmiştik. Bu konuyu daha da derinlemesine incelemek ve ek öneriler sunmak faydalı olacaktır.
Okul Kütüphaneleri ve Medya Merkezlerinin Güçlendirilmesi
* Medya Okuryazarlığı Kaynakları: Okul kütüphaneleri, öğrencilerin medya okuryazarlığı becerilerini geliştirmelerine yardımcı olacak kitaplar, dergiler ve online kaynaklarla donatılmalıdır.
* Atölye Çalışmaları: Medya merkezlerinde düzenli olarak medya okuryazarlığı atölyeleri düzenlenerek öğrencilerin pratik yapmaları sağlanabilir.
* Teknoloji Takımı: Öğrencilerin teknoloji kullanımı konusunda destek alabilecekleri bir teknoloji takımı oluşturulabilir.
Veli Katılımının Artırılması
* Veli Eğitimleri: Velilere sosyal medya kullanımının riskleri ve faydaları hakkında eğitim verilerek, çocuklarının sosyal medya kullanımını takip etmeleri ve yönlendirmeleri konusunda desteklenebilirler.
* Okul-Veli İşbirliği: Okul ve veliler arasında düzenli toplantılar düzenlenerek, sosyal medya kullanımına dair ortak bir anlayış oluşturulabilir.
Okul Dışı Kuruluşlarla İşbirliği
* Sivil Toplum Kuruluşları: Sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaparak, öğrencilere yönelik sosyal medya okuryazarlığı programları düzenlenebilir.
* Üniversiteler: Üniversitelerin ilgili bölümlerinden akademisyenlerle işbirliği yaparak, öğrencilere daha derinlemesine bilgi verilebilir.
Psikolojik Destek
* Okul Psikologları: Öğrencilerin sosyal medyada yaşadıkları sorunlarla başa çıkabilmeleri için okul psikologlarından destek almaları sağlanabilir.
* Çevrimiçi Psikolojik Danışmanlık: Öğrencilere çevrimiçi psikolojik danışmanlık hizmeti sunulabilir.
Sosyal Medya Platformlarıyla İşbirliği
* Eğitim İçerikleri: Sosyal medya platformlarıyla işbirliği yaparak, öğrencilere yönelik eğitim içerikleri oluşturulabilir.
* Güvenli Alanlar: Öğrenciler için özel olarak tasarlanmış, güvenli sosyal medya platformları oluşturulabilir.
Değerlendirme ve Geliştirme
* Düzenli Değerlendirme: Öğrencilerin sosyal medya okuryazarlığı becerileri düzenli olarak değerlendirilmelidir.
* Geri Bildirim: Öğrencilerden alınan geri bildirimler doğrultusunda eğitim programları geliştirilmelidir.
Sonuç olarak, sosyal medya kullanımının eğitim sistemimizde öğretilmesi, gençlerin dijital dünyada daha bilinçli ve güvenli bir şekilde hareket etmelerini sağlayacaktır. Bu sayede hem bireysel gelişimleri desteklenecek hem de toplumumuzun dijital okuryazarlık düzeyi artacaktır.

@@@@@@@

Hangi yaş grubuna yönelik eğitim programları geliştirilmelidir?

Sosyal medya kullanımı, çocukluktan yetişkinliğe kadar her yaş grubunu etkilediği için, eğitim programları tüm yaş gruplarını kapsayacak şekilde tasarlanmalıdır. Ancak, her yaş grubunun farklı ihtiyaçları ve riskleri olduğu için, eğitim programları yaşa göre farklılaştırılmalıdır.
İşte farklı yaş gruplarına yönelik eğitim programlarına dair bazı öneriler:
* İlkokul: Bu yaş grubunda temel olarak sosyal medya nedir, nasıl kullanılır ve ne gibi riskleri vardır gibi konulara odaklanılmalıdır. Çocuklara, siber zorbalık, kişisel bilgilerin korunması ve internette güvenli gezinme konularında eğitim verilmelidir. Oyunlaştırılmış eğitimler ve görsel materyaller bu yaş grubunun dikkatini çekmek için oldukça etkili olacaktır.
* Ortaokul: Bu dönemde sosyal medyanın sosyal etkileşimler üzerindeki etkileri, çevrimiçi kimlik ve dijital ayak izi gibi konulara daha derinlemesine inilebilir. Eleştirel düşünme becerileri geliştirilerek, öğrencilerin sosyal medyada karşılaştıkları bilgileri doğrulamaları ve analiz etmeleri sağlanmalıdır.
* Lise: Lise çağındaki gençler, sosyal medyayı daha aktif olarak kullandıklarından, bu yaş grubuna yönelik eğitim programlarında, sosyal medyanın psikolojik etkileri, bağımlılık, çevrimiçi itibar yönetimi gibi konulara yer verilebilir. Ayrıca, sosyal medyanın kariyerlerine olan etkileri ve profesyonel ağ oluşturma konuları da ele alınabilir.
* Yetişkinler: Yetişkinlere yönelik eğitim programlarında, sosyal medyanın iş hayatındaki kullanımı, dijital pazarlama, sosyal medya analizi gibi konulara odaklanılabilir. Ayrıca, yaşlı nüfusun sosyal medyayı kullanırken karşılaşabileceği zorluklar ve çözümler de ele alınabilir.
Eğitim programlarının içeriği belirlenirken şu noktalara dikkat edilmelidir:
* Yaşa uygun dil: Her yaş grubunun anlayabileceği bir dil kullanılmalıdır.
* Pratik uygulamalar: Teorik bilgilerin yanı sıra, öğrencilerin sosyal medyayı kullanarak pratik yapmaları sağlanmalıdır.
* Güncel konular: Sosyal medyada sürekli yeni gelişmeler yaşandığı için, eğitim programları güncel konuları içermelidir.
* Farklı öğrenme stilleri: Farklı öğrenme stillerine hitap eden çeşitli eğitim yöntemleri kullanılmalıdır.
Örnek Eğitim Konuları:
* Sosyal medya platformlarının özellikleri ve işleyişi
* Çevrimiçi güvenlik ve gizlilik
* Siber zorbalık ve önleme yöntemleri
* Yanlış bilgi ve dezenformasyonla mücadele
* Sosyal medya bağımlılığı ve dijital detoks
* Sosyal medya etiği ve etik olmayan kullanımlar
* Sosyal medyanın psikolojik etkileri
* Sosyal medyanın iş hayatındaki kullanımı
* Sosyal medya analizi ve veri gizliliği
Sonuç olarak, sosyal medya kullanımıyla ilgili eğitim programları, yaşa ve bireysel ihtiyaçlara göre farklılaştırılarak, herkesin dijital dünyada daha bilinçli ve güvenli bir şekilde hareket etmesini sağlayabilir.

@@@@@@@

Eğitimin içeriği nasıl belirlenmelidir?

Eğitim İçeriğinin Belirlenmesi
Eğitim içeriği, hedeflenen öğrenme çıktılarına, öğrencilerin yaşına, bilgi düzeyine ve ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir. Özellikle sosyal medya gibi hızla değişen bir konuda eğitim içeriğini belirlerken şu faktörlere dikkat etmek önemlidir:
1. Hedef Kitle Analizi:
* Yaş: Çocuklar, gençler ve yetişkinler için farklı konulara ve farklı bir dilde eğitim verilmelidir.
* Bilgi Düzeyi: Öğrencilerin sosyal medya hakkında ne kadar bilgiye sahip oldukları belirlenmelidir.
* İhtiyaçlar: Öğrencilerin hangi konularda daha fazla bilgiye ihtiyaç duydukları belirlenmelidir (örneğin, siber zorbalık, gizlilik, kariyer gelişimi).
* İlgi Alanları: Öğrencilerin ilgi alanlarına uygun örnekler ve etkinlikler kullanılmalıdır.
2. Öğrenme Çıktıları:
* Bilgi: Öğrencilerin sosyal medya hakkında temel bilgileri öğrenmeleri sağlanmalıdır.
* Beceri: Öğrencilerin sosyal medyayı etkili ve güvenli bir şekilde kullanabilecekleri beceriler kazanmaları sağlanmalıdır.
* Tutum: Öğrencilerin sosyal medyaya karşı olumlu bir tutum geliştirmeleri ve etik değerlere uygun davranmaları sağlanmalıdır.
3. İçerik Alanları:
* Sosyal Medya Temelleri: Sosyal medya nedir, nasıl çalışır, farklı platformların özellikleri gibi temel bilgilerin verilmesi.
* Çevrimiçi Güvenlik: Şifre güvenliği, kişisel bilgilerin korunması, siber zorbalık, sahte haberler gibi konuların ele alınması.
* Etik Kullanım: Saygılı iletişim, telif hakları, dijital ayak izi gibi konuların vurgulanması.
* Sosyal Medyanın Psikolojik Etkileri: Bağımlılık, yalnızlık, depresyon gibi konuların ele alınması.
* Sosyal Medyanın Profesyonel Hayattaki Kullanımı: Kariyer gelişimi, ağ oluşturma, dijital pazarlama gibi konuların işlenmesi.
4. Eğitim Yöntemleri:
* Teorik Bilgi: Sunumlar, videolar, metinler gibi materyallerle teorik bilgiler verilebilir.
* Pratik Uygulamalar: Öğrencilerin sosyal medyayı kullanarak çeşitli etkinlikler yapmaları sağlanabilir (örneğin, bir sosyal medya hesabı oluşturma, bir kampanya başlatma).
* Tartışma ve Rol Oynama: Öğrencilerin farklı senaryolar üzerinde düşünmeleri ve tartışmaları sağlanabilir.
* Case Studies: Gerçek hayattan örneklerle öğrencilerin konuyu daha iyi anlamaları sağlanabilir.
5. Değerlendirme:
* Bilişsel Değerlendirme: Sınavlar, quizler gibi yöntemlerle öğrencilerin bilgi düzeyleri ölçülebilir.
* Performans Değerlendirmesi: Öğrencilerin sosyal medya projeleri, sunumları gibi performansları değerlendirilebilir.
* Tutum Değerlendirmesi: Anketler, gözlemler gibi yöntemlerle öğrencilerin sosyal medya hakkındaki düşünceleri ve tutumları ölçülebilir.
Örnek Eğitim İçeriği Tablosu:
| Yaş Grubu | Konu Alanları | Öğrenme Çıktıları | Değerlendirme Yöntemleri |
|—|—|—|—|
| İlkokul | Sosyal medya nedir, güvenli internet kullanımı | Sosyal medyanın temel kavramlarını bilir, güvenli internet davranışları sergiler. | Quiz, rol oynama |
| Ortaokul | Siber zorbalık, dijital ayak izi | Siber zorbalığın etkilerini bilir, dijital ayak izinin önemini anlar. | Proje, sunum |
| Lise | Sosyal medya ve kariyer, sosyal medya analizi | Sosyal medyayı profesyonel amaçlarla kullanır, veri analizini yapar. | Sınav, portfolyo |
Unutmayın: Eğitim içeriği, öğrencilerin geri bildirimleri ve değişen sosyal medya ortamına göre sürekli olarak güncellenmelidir.

@@@@@@@ 

 

“Kardeşlerim, çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın, sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakarane davranınız. Enaniyetlerine dokunmayınız. Bid at taraftarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedi lerle uğraşıp, onları dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rastgelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir senet olur. İstanbul da ihtiyar hocanın hücumu ne kadar zarar verdiğini bilirsiniz. Elden geldiği kadar Risale-i Nur lehine çevirmeye çalışınız.

Umum kardeşlerime birer birer selam…”[2]

@@@@@@@

madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilafdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak Kur’ân ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş düşmana karşı cüz i teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.
Hem, ölmüş insanları zemmetmek, hiç lüzumu yok. Onlar, dar-ı ahirete, mahall-i cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, emrolunan muhabbet-i Al-i Beytin muktezası değildir ve lazım da değildir diye, Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat, Sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı menetmişler. Çünkü Vakıa-i Cemelde Aşere-i Mübeşşereden Zübeyir ve Talha ve Aişe-i Sıddika (r.a.) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet Velcemaat, o harbi, içtihad neticesi deyip, “Hazret-i Ali (r.a.) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihad neticesi olduğu cihetle affedilir.”
Hem Vehhabilik damarı, hem müfrit Rafızilerin mezhepleri İslamiyete zarar vermesin diye, Sıffin Harbindeki bağilerden de bahis açmayı zararlı görüyorlar.
Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i kelamın büyük allamesi olan Sadeddin-i Taftazani, “Yezide lanet caizdir” demiş; fakat “Lanet vaciptir” dememiş. “Hayırdır ve sevabı vardır” dememiş. Çünkü, hem Kur’ân ı, hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kudsi sohbetlerini inkar eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer an bir adam, hiç mel unları hatıra getirmeyip lanet etmese, hiçbir zararı yok. Çünkü, zem ve lanet ise, medih ve muhabbet gibi değil; onlar amel-i salihte dahil olamaz. Eğer zararı varsa daha fena…”[3]

@@@@@@@

“Ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkur hakikate müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslamlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahis ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler, menfaatsiz, zararı var demişler.”[4]

@@@@@@@

“Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki, inşikaka ve iftiraka sebebiyet veren münakaşa etmesinler. Yalnız müdavele-i efkâr suretinde, nizâsız mübahaseye alışsınlar.”[5]

@@@@@

“Mesâil-i imaniyenin münakaşa suretinde bahsi caiz değildir.”[6]

@@@@@@

“Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıpta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Şederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Ve evlâtlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerîmin hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhâfaza etmek, yine Hakka âittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın hesâbına olduğunu gösteren alâmet ise, vefâtlarında sabır ile şükürdür, me’yusâne feryad etmemektir.”[7]

@@@@@@

“Şimdi siz, mâbeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz.”[8]


HAZIRLAYAN

MEHMET ÖZÇELİK

26-08-2024

[1]https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/hizmet-rehberi/birbiriyle-munakasa-etmemek/207

http://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/M%C3%BCnaka%C5%9Fa

[2] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/afyon-emniyet-mudurune-derimki/116
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/bu-fikra-bir-derece-mahremdir-yalniz-haslara-mahsustur/144

[3] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/bu-sikintili-zamanda-nefsim-sabirsizlikla-beni-taciz-ederken-bu-fikra/178

[4] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/bu-sikintili-zamanda-nefsim-sabirsizlikla-beni-taciz-ederken-bu-fikra/179

[5] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/on-altinci-lem-a/109

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/on-ikinci-mektub/46

[7] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/otuz-ikinci-soz/583

[8] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sualar/on-ucuncu-sua/289

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2024

GAZZEDE ACI VE GÖZ YAŞI

GAZZEDE ACI VE GÖZ YAŞI[1]

Gözden akan göz yaşı acının, hüznün, çaresizliğin, bitmişliğin son işaret fişeğidir.

Anneler hep ağlar, babalar en son ağlar.

Gözünden düşer bir damla.

Son damla.

Anadolu ağlıyor.

Analar hep ağlıyor.

Son ağlaması gereken babalarda ağlıyor.

Dünya ağlıyor.

Damlası olmayan, insanlıktan nasibi kalmayan, kanı kurumuşlar bakıyor.

Dolmuşluğun son görünür ifadesidir Gazze.

Bardağı taşıran son damladır Gazze.

Tsunamiyi oluşturan son dalga ve volkan patlaması halidir Gazze.

Tüm Asırların Zalimlerinin ve zulümlerinin birleştiği ve pisliklerinin toplandığı asır 20. ve 21. asır.

Ve son sahnesi İsrail.

Pisliklerin toplandığı, döküldüğü kanalizasyon İsrail.

Dünyanın ve Haçlının kanalizasyonu İsrail’de patladı.

İsrail dünyayı kokutuyor pisliğiyle.

Eğer Kur’an-ı Kerim bugün inseydi, Mısır yerine İsrail ve ABD ve de bir çok yavru firavunlarla beraber, Firavun yerine de Netenyahu ve Biden’dan bahsederdi.

Dalgıçlar boğulacakları zaman kendilerini dibe vurup öyle yüzeye çıkarlarmış.

Gazze, suda boğulan firavunun İsrail’de cisimleşip, insanlığı boğmak için dibe vurduğu yerdir.

İnsanlık dibe vurdu.

Dibi buldu.

Yükselmesi ve kendini bulması temennisiyle.

-İslam’ın yükselişi Arapların intibahına ve uyanmasına bağlıdır.

Ve farzı ayın olan ittihadı İslam’dır. 

Şu anda İslam’a ayak bağı olup yükselişini geciktiren, Arapların uykuda olmasıdır.

-“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.”[2]

-“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.”

Şüphesiz bunların (din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır.”[3]

– ﴿ Yahudiler “Allah’ın eli bağlanmış!” dediler. Asıl kendi elleri bağlanmıştır ve söyledikleri yüzünden lânetlenmişlerdir.”[4]

– “Fe bau Bi ğadabin ala ğadab.”

– “Böylece onlar gazap üstüne gazaba uğradılar. “[5]
– “Duribet aleyhimuz-zilletü ”

“Üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. “

-“  Duribet aleyhimul meskeneh  “

“Üzerlerine de miskinlik damgası vuruldu. “[6]

-Gazzede iman ve şehadet bir arada.

-Yıkılma ve kalkış yanyana.

-Alkış ve tufan, ölüş ve diriliş aynı pazarda.

-Hüzünle öfke aynı bedende.

-İnsanlık mı?

-Duygu ve his mi?

ŞEYY..!!

-Damlalar ve göz yaşları bitmiyor. Akmaya devam ediyor.

RABBİM BİTİRSİN, DİNDİRSİN.

“(Nihayet) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «O zalimler topluluğunun canı cehenneme!» denildi.”[7]

MEHMET ÖZÇELİK

26-08-2024

 

[1] https://youtu.be/UdaR200W6WA

https://www.youtube.com/watch?v=tuRIbL612MI&t=1s

https://www.youtube.com/watch?v=7t3wgisJmmg&t=154s

https://tesbitler.com/2024/08/12/son-damla-2/

https://tesbitler.com/2024/08/24/duygusuzlastik/

https://tesbitler.com/2024/08/24/gazze/

[2] Al-i İmran. 119.

[3] Araf.138. 139.

[4] Maide. 64.Bak. 18.

[5] Bakara. 90.

[6] Ali İmran. 112.113.

[7] Hud. 44.

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2024

DUYGUSUZLAŞTIK-2-

DUYGUSUZLAŞTIK-2-[1]

Filler nasıl evcilleştirilir bilir misiniz? Hindistan’da filleri evcilleştirmek için ilginç bir yöntem kullanılır. Ormanda yere filin içine düşebileceği büyüklükte bir çukur kazılır ve üzeri dallarla örtülür. Yavru fil gelip dallara bastığında çukurun içine düşer, ama şanssızlığı bununla bitmez. Fil avcıları yüzlerini de kapatan tümüyle simsiyah giysiler içinde, ellerinde sopalarla gelip fili bir de eşek sudan gelinceye kadar döverler. Hayvan yediği sopalardan, çukura düşmesi nedeniyle yaşadığı acıdan ve korkudan hayatında görmediği bir bunalım yaşar birkaç saat içinde…
sonra aynı avcılar ağaçların arkasına gider ve üzerlerindeki siyah elbiseleri tümüyle çıkarıp, baştan aşağı beyaz elbiselerle ve ellerinde çeşit çeşit meyve sepetleriyle geri gelirler. Fili besler, yaralarına pansuman yaparlar, Tıpkı iyilik meleği kesilirler ve onu düştüğü çukurdan çıkarırlar. Fil bu beyaz giysili kurtarıcılarının ona gösterdiği karşılıksız sevgi ve ilgiden dolayı o kadar minnettar kalır ki o andan itibaren her istediklerini yapar ve sözlerinden çıkmaz. Onların kendisini az önce döven siyah giysili adamlar olabileceği aklına dahi gelmez.

************** 

Duyarsızlıkta önce hayattan kopulur ve sonra benlikten ve adeta yalnızlığa itilir.

İslam dünyasının hali.
Bu bir esir alınma halidir.
Beynin körelmiş kronik halidir.
Dünya ile bağlantını kopması, kaygı hali.
Kaza geçirmenin travma hali gibi.
Uyuşturucu kullananın uyuşuk hali.
Depresyon geçirme, aklını kaybetme
Tedaviye ihtiyacımız var
Dağıttığımız aklımızı başımıza almamız gerekiyor.
Rüyada gibiyiz, bir türlü uyanamıyoruz.


@@@@@@@


Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir keresinde Sahâbe-i Kirâm’a “Açgözlü kimselerin yemeğe üşüşmeleri gibi, düşmanlarınızın üzerinize saldırmaları yakındır.” buyurdu. Orada bulunan bir sahâbî, “Sayıca az olduğumuz için mi düşmanlarımız üzerimize üşüşecekler?” diye sordu. Allah Resûlü (s.a.s), بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ، وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ “Hayır, siz sayıca çok olacaksınız. Fakat selin önündeki çer çöp gibi savrulacaksınız.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Allah, düşmanlarınızın kalbinden heybet ve azametinizi çıkartacak; sizin kalplerinize de vehni yerleştirecektir.” Sahâbî, “Ya Resûlallah! Vehen nedir?” diye sorunca Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْتِ “Dünyayı aşırı sevmek ve ölümü kötü görmektir!” buyurdu.


@@@@@@@ 

 

Evet gerçekten Duygusuzlaştık.

Babanın elinde çocuğu, kafatası paramparça, ailesinin vücut parçaları poşetin içinde, hayvana yapılmayacak ve tahammül edilmeyecek şeyler insana, çocuğa, kadına yapılmaktadır.

Tanrıyı kıyamete zorlamanın boyutu ancak bu kadar olur.

Armegedon.

Sınırları zorlayan bir durum İsrail’in vahşeti.

Tam bir vahşet.

-Geçmiş asırlarda bunların yüzde birini yapanları Allah yok etmişti.

“Yeryüzünde gezin, dolaşın. Öncekilerin boylarınca, günaha, isyana, küfre batmış milletlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna ibret nazarıyla bir bakın, inceleyin. Onların çoğu, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşan gizli şirki yaşayan, başka otoriteler kabul eden müşrikti.” de.”[5]

” Sizden önce nice ilâhî ceza kanunları uygulanmıştır. Yeryüzünde dolaşın. Allah’ın âyetlerini yalanlayanların âkıbetlerinin nasıl olduğuna ibret nazarıyla bir bakın, inceleyin.”

Duyguları söndüren bir karanlık.

Akılları durduran bir olay.

Hayatı bitiren vukuatlar.

İnsanlığın dibe vurduğu an

“Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”

İşte bu o olsa gerek.

“Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.”

İşte o hayvanlık, o hayvandan aşağılık, parçalamada, parçalayıcılıkta, gidişatta, tarz ve yöntem bu olsa gerek.

Duygusuzlaştık.

Duygusuzlukta normalleştik. Alıştık. Göz yumar hale geldik.

* Alışmak.

* Kabullenmek.

* Göz yummak.

* Normal karşılamak.

Örnek cümle:

* “Yeni işe başta zorlanmıştım ama zamanla alıştım.”

* “Durumu kabullenmek zorundaydık.”

“Eğer Allah dileseydi onlardan (muhaarebesiz olarak da) elbet intikaam alırdı. Fakat (muhaarebeyi emr etmesi) sizi birbirinizle imtihan etmesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin amel (ve hizmet) lerini asla boşa çıkarmaz O.”

-Tevrat’ta şiddet içerikli ayetler bulunmaktadır. İşte bazıları:

Amaleklilere Karşı Savaşma Emri:

“Her şeye Egemen RAB diyor ki, ‘İsrailliler’e yaptıkları kötülükten ötürü Amalekliler’i cezalandıracağım. Çünkü Mısır’dan çıkan İsrailliler’e karşı koydular.’”

*Muharref Tevrat’taki şiddet ifadeleri var. Misal olarak;

İsrail’in Halkları Yok Etme Emri:

“Ve Allah’ın Rabbin sana teslim edeceği bütün halkları bitireceksin ve gözlerin onlara acımayacak.”

MEHMET ÖZÇELİK

25-08-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=7t3wgisJmmg

https://tesbitler.com/2024/08/24/duygusuzlastik/

Loading

No ResponsesAğustos 25th, 2024