Düşmanın hariçten yapamadığını, İran içeriden yapmıştır.
Yandaşlarıyla…
İran- ABD yapımı seçim filmi devreye konuldu.
-İran’la muhabbeti sürdürenler, Kuran ile muhabbet ve irtibatını kontrol etsinler.
Okuduğumuz Kuranın 17 bin ayetten ibaret olduğunu, gerçek Kuranın Hz. Fatıma’nın yanında olup, onu da mehdi geldiğinde çıkaracaktır, diyenleri sevenler ve onları İslam devleti kabul edenler bin kere daha düşünsünler.
-ABD’nin PKK’ya verdiği 50 bin tır silah, Yunanistan’a verilen savaş silahları ve bize verilmesi gerekirken verilmeyen silahlar, sürekli tehditlerle, ekonomik sıkıntılarla, iç kaoslarla uğraştırılmamız asla ve asla bir tesadüf değil, büyük bir hesabın döşenen taşlarıdır.
Taşlar döşeniyor.
İçteki taşlar ve dıştaki taşlar.
Maddi taşlar ve manevi taşlar.
Yüz yıllık hesaplar.
Hatta Şah İsmail’in[2] yarım bırakıp Yavuz’a toslamasını tekrar devreye koymaktır niyet.
Yıkıntı, döküntü, kan ve göz yaşlarıyla dolu yeni bir Bizans oluşturulmaya çalışılıyor.
Unutulan hesap ise; Allah’ın hesabı…
“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”[6]
“Ayette sözü edilen tuzak, İsrailoğullarının Hz. İsa’ya suikast düzenleme girişimidir. “Allah’ın tuzak kurması” kavramı ise, Allah’ın kurulan tuzağı bozmasını veya tuzak kuranları cezalandırmasını ifade etmektedir.”
Asırlardır hep en ağır imtihanımız siyasetle oldu.
Ve en çok kaybettiğimiz ve kayıp verdiğimiz alanda bu oldu.
Başta Cemel Vak’asında bir tesbite göre on bin ve Sıffin’de 70 bin şehit verdik.
Kirli siyaset.
Kirli düşünce.
Kirli faaliyet.[1]
Bu kirlilikten üzerine epey yazı yazdım.
1970’ lere geri döndürülmeye çalışılıyor, oda iç ve dış kirli ittifaklarla.[2]
İşte bu kirlilikten dolayıdır ki Bediüzzaman, şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçıp Allaha silinmiştir.
-“Bu topraklarda CHP zulmünün ne olduğunu en iyi siz bilirsiniz. Tek parti zulmünü en iyi siz bilirsiniz. Çünkü Isparta, hem o tek partinin iman ve inanç düşmanı politikaları sebebiyle Barla’ya, bu güzel diyara gelen Bediüzzaman’a sahip çıkmıştır hem de Senirkent olayında, Ocak 1947’de tek parti zulmüne karşı dimdik ayakta durmuştur. Bediüzzaman’ı Isparta’ya süren zihniyet, aynı zihniyet diyor ki ‘Diyaneti kaldıralım’. Bu CHP zihniyeti, Türkiye’de ne kadar müspet değer varsa, Isparta’nın gül gibi kokladığı ne kadar güzel değer varsa hepsine savaş açan tek parti zihniyeti. Ama Isparta ona karşı her zaman şehit Başbakanımız Adnan Menderes’in arkasında durdu.”
“Tek başına iktidar olamadılar, olamayacaklar”
Bediüzzaman Said Nursi’nin, Adnan Menderes’e yazdığı mektupta “Bu millet kendi ihtiyarıyla hiçbir zaman bir daha CHP’yi iktidara getirmeyecektir” dediğini aktaran Davutoğlu, o günden bu yana CHP’nin milli irade ile hiçbir zaman iktidar olamadığını ve olamayacağını söyledi.”[3]
-AK Parti’de siyaset yaptığı dönemde “Bir gün bu davaya ihanet edersem yüzüme tükürün” diyen Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, CHP ile kol kola girerek terör örgütü PKK’nın siyasi kolu HDP ile iş tutan İYİ Parti lideri Meral Akşener’i ziyaret etti.[4]
-Yeniden bir araya gelen Altılı Masa’nın genel başkanları, Saadet Partisi Genel Merkezi’nde düzenlenen “Liderler Buluşması”na katılmak için bir araya geldi. Bina önüne giden CHP’liler ‘Türkiye laiktir laik kalacak’ sloganları attı.[5]
-Saadet Partisi rayından çıktı! Kılıçdaroğlu’nu ‘mücahid’ ilan ettiler.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının Saadet Partisi binasının önünde ilan edilmesiyle başlayan tepkilerin ardından partiden Kılıçdaroğlu’nu ‘mücahid’ ilan eden açıklamaların gelmesi de çok sürmedi.[6]
-Saadet Partili Ümit Çebi Necmettin Erbakan ile özdeşleşen ‘mücahit’ unvanını Kılıçdaroğlu için kullandı.
Saadet Partisi’nin Genel İdare Kurulu Üyesi Ümit Çebi, Milli Görüş hareketinin kurucu lideri Necmettin Erbakan ile özdeşleşen ‘mücahit’ unvanını Kılıçdaroğlu için kullandı. Sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda. “Geliyor Mücahid Kılıçdaroğlu.” ifadesini kullanan Çebi, tepkilere sebep oldu.[7]
-Saadet’in peşine takıldığı aday bu… İşte Kılıçdaroğlu’nun ‘Erbakan’a zindan’ imzası
Erbakan Hoca’nın kurduğu Saadet Partisi’nde düzenlenen törenle 6’lı masanın cumhurbaşkanı adayı olarak açıklanan CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, Erbakan’ın cezaevine atılması için AYM’ye yaptığı başvuru yeniden gündeme geldi.[8]
-Milli Görüş’ün 10 ismi Haber7’ye konuştu: “Tarih bunu affetmeyecektir!”
Merhum Erbakan Hoca’nın 28 Şubat’ta bedel ödemiş dava arkadaşları, Haber7’ye yaptıkları açıklamada Saadet Partisi ve Temel Karamollaoğlu’nun çizgisini eleştirdi. Milli Görüşçüler, Karamollaoğlu için “Baba katiliyle baban bir safta” dedi.[9]
-CHP yandaşı Enver Aysever koalisyon pişmanlığını itiraf etti: “Seçimde oyumu Kemal Bey’e vereceğim ama bunu vallahi de billahi de kafamı duvarlara vurarak yapacağım. büyük pişmanlık duyacağım.”[10]
-Saadet Partisi Sözcüsü Birol Aydın’dan Akşener’in HDP çıkışına cevap: Kılıçdaroğlu ziyaret edecek etmezse büyük eksiklik olur.
Saadet Partisi Sözcüsü Birol Aydın, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “CHP, HDP’yle görüşebilir ama masaya getiremez” açıklamasıyla ilgili konuştu. Kılıçdaroğlu’nun ziyaret edeceği adreslerden birinin de HDP olduğunu söyleyen Aydın, “Elbette ziyaret etmesi gerekir. Ziyaret etmemesi büyük bir eksiklik olur” dedi.[11]
-Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu, adaylık açıklamasında yaptığı konuşmadan kesitler içeren bir videoyu ‘Adaylarımız…’ mesajıyla “millete” vurgu yaparak paylaşırken, DP lideri Uysal, açıklamasında “adayımız demokrasi, adayımız adalet” vurgusu yaptı.[12]
-Demokrasi, adalet, parlamenter sistem taahhüdüyle oy isteyen cumhurbaşkanı adayı ve Millet İttifakı açık arayla seçimi kazanmalı ki, bu değişim en kısa zamanda başarılsın.
Berat Gecesi atılan tarihî adımın buna vesile olması dileğiyle “Hayırlı olsun” diyoruz.[13]
“Millet ittifakı” olarak “altılı işbirliği”nin “ortak politikalar mutabakatı”nı kamuoyuna deklare etmesiyle, millet irâdesinin yok sayıldığı “ucûbe sistem”i tasfiyede, Türkiye’nin “beka sorunu” haline gelen “tek şahıs yönetimi”ni ıskartaya çıkarıp yerine “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” ikamede önemli bir merhale aşıldı.
Neticede, “millet ittifakı”nın “ortak politikalar mutabakatı”, millete söyleyeceği hiçbir sözü, vereceği hiçbir vaadi kalmayan, ülkeyi hukuksuzluk, yasa dışılık ve başıbozuklukla felâkete sürükleyen “köhnemiş iktidar”ın ve iflas eden “tek kişilik hükûmet”in tedâvülden kaldırılmasının milâdı olacak.[14]
Depremin bir çok sebepleri içerisinde en önemlisi insanların ders çıkarıp ibret almasıydı.
Alındı mı?
Ne kadar alındı?
Gündemi ve dünyası; patates, soğan, domates, peynir, ev kirası gibi hem ekonomi olanlarda neler değişti?
Kadere fetva vermeye devam mı ediyoruz, vaz mı geçtik?
Hala patates ve soğana, ev kirası ve fırsatçılığa devam etmekle, devamının ne olacağının farkında değil miyiz?
Artık her şeyin gül gülistanlık olup, musibetlerin devam etmeyeceğini mi düşünüyoruz?
Acaba uyanana kadar veya kendimizi toparlayıp hizaya gelmek için devam etmeyeceğine dair garantimiz mi var?
Her şeyin bir hesabının olmayacağını ve de elden çıkmayacağını mi düşünüyoruz?
Hz. Musa kötü bir adam için;
Ya Rabbi bunu ıslah et, der.
Ertesi günü bakar ki, adam ölmüş.
Ya Rabbi, ben bunun ölmesi için değil, ıslahı, kendisini düzeltmesi için dua ettiydim, der.
Allah da cevaben; Ya Musa, onun ıslahı ancak ölmesi iledir, der.
Ya biz müsbet yönden kendimizi düzeltip ıslah edeceğiz, ya da bu işi Allah yapacaktır.
O ise bildiği gibi, en iyi şekliyle yapar.
Hâşâ zulmetmez.
Adalet eder.
*************
Kimse var mııı?
Pek kimse kalmadı ama hatıralar ve hatıraları geriye kaldı.
Fotoğrafları ve onları hatırlatan eşyaları kaldı.
-Merhum Annem defnedildikten üç gün sonra torunu tarafından rüyada görülür.
Annemin kendisine uzun boylu, bastonu olmadan ve genç olarak kendisine doğru geldiğini görür.
Oysa annem 85 yaşında, orta boylu ve baston kullanır.
Yeğenimin amcasını enkazdan çıkarırken güldüğünü ve buna bir anlam veremediğini söyledi.
Bende kendisine; elbette yıllarca İslama yapmış olduğu hizmetin mükafatını daha cennete gitmeden görmüş olmasının sevinci ifadesi olduğunu söyledim.
-“Türkiye’yi derinden sarsan asrın felaketinin ardından enkaz atından çıkarılarak kurtarılan depremzedeler yaşadıkları korku dolu anları anlattı. Hayatlarında görmedikleri bir kabusu yaşadıklarını ve enkaz altında kaldıkları süre zarfında sürekli dua ettiklerini belirten depremzedelerden Döne Balcı isimli kadın enkaz altındayken bir şehidin kendisine zemzem suyu getirdiğini ve kızının başındaki kanamayı durdurarak bir saat sonra akrabalarının kendilerini kurtaracaklarını ve kurtarılmasının da aynı şekilde gerçekleştiğini söyledi. Hatay’daki evinin enkazından çıkarıldıktan 6 gün sonra Manisa Şehir Hastanesinde yeniden buluşan anne ve kızın buluşma anları ise duygu dolu anlara sahne oldu.
9 Şubat’ta Manisa Şehir Hastanesine getirilen 10 yaşındaki Melisa Balcı ve 12 Şubat’ta hastaneye sevki gerçekleştirilen Anne Döne Balcı 14 Şubat tarihinde enkazdan sonra ilk kez buluşarak hasret giderdi. Anne ve kızın tedavileri sürüyor.”[1]
-“17 Ağustos 1999’daki Gölcük depreminin meydana geldiği gün dünyaya gelen Osman Enes Baştürk, Kahramanmaraş merkezli, 11 ili etkileyen depremde Nurdağı ilçesindeki evlerinin enkazı altında kalarak hayatını kaybetti.”[2]
-“ Savaştan kaçan Ukraynalı kadın ve iki çocuğu depremde hayatını kaybetti.”[3]
*”Hatay’da enkaz altında 100 saat boyunca yaşam mücadelesi veren 14 yaşındaki Burak Sürücü, enkaz altında yaşadıklarını anlattı. “Allah’a inandım sabrettim” diyerek zorlukların üstesinden geldiğini söyleyen Burak’ın sözlerini duyanlar gözyaşlarına hakim olamadı.
Enkazın altında ilk gün çok zor geçti. Çok susadım ama sabrettim ve Allah’ın izniyle oradan çıkacağıma inandım.” diyerek sözlerine başlayan Burak şöyle konuştu:
“Kardeşimle ilk gün uyuduk. Altımda sivri taşlar vardı ve canımı çok acıtıyordu. Kardeşimin altında minder vardı onun içine sıkıştı. 2. gün enkazın altında zor geçti. Çok susadım bunun yanında acıkmıştım ve midem ağrıyordu. Vurarak dışardakilere sesimi duyurdum. Çok bağırdım, sesimi duydular ve ondan sonra bana çıkaracaklarını söylediler ben de sakinliğimi korudum.4. gün sabah saatlerinde beni enkazın altından şükürler olsun çıkardılar. Kardeşimi sakinleştirmeye çalıştım. Elimde büyük bir taş vardı onunla 3 defa vurarak kendimi gösterdim. Çok küçük bir alanım vardı, orada yaşamak çok zor. Bunun ancak benim halimi bilen anlar.”[4]
*”Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Suriye’de çöken bir binanın enkazında dünyaya gelen kız bebeğini evlat edinmek için binlerce kişi başvuruda bulundu. Göbek kordonu annesine bağlı halde bulunan bebek, amcası tarafından evlat edinildi. Bebeğin annesi, enkaz altında doğum yaptıktan sonra hayatını kaybetmişti.
Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremler Türkiye’nin 11 ilinde büyük yıkıma yol açarken, Suriye’nin kuzeyinde de binlerce can kaybına neden oldu.
Annesi enkazda doğurduktan sonra hayatını kaybetti
Suriye’nin kuzeyini vuran depremde en çok akıllarda yer eden ise enkaz altında doğan bebeğin mahalle halkı tarafından göbek bağı ile kurtarıldığı anların görüntüsü olmuştu. Anne Afraa Abu Hadiya ise bebeğini doğurduktan sonra enkazda can vermişti. Depremde hayata gözlerini açan ancak annesi, babası ve 4 kardeşini kaybeden bebeği amcası evlat edindi. Bebeğe annesinin adı verildi.”[5]
*”Canlı yayında depremle ilgili açıklamalarda bulunan Ersoy “Hatay’ın en zengin aileleri ile aynı arabada yattık. Çorba sırası beklediler, daha düne kadar saray gibi evde yaşayan insanlar 30 dakika 40 dakika çorba sırasını, çadır sırasını beklediler. Bir tane çadır bulabilir miyiz diye… Saray gibi evlerde yaşayan insanlar… Son model arabaları enkaz altında kaldı insanların…. Herkes bir anda eşitlendi. Ev sahibi ve kiracı eşitlendi. Biz burada hep beraber bir enkaz altında kaldık.” sözleriyle adeta tüyleri diken diken etti.”[6]
-“Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından 23 marketinden 20’si ve 8 evi yıkılan iş insanı Mehmet Bulanık, CNN Türk Özel Haberler Şefi Fulya Öztürk‘e verdiği röportajda ders niteliğinde açıklamalar yaptı.
İş insanı Bulanık “Tabii ki üzülüyorum. Allahtan geldiği için ama inanın hiç umurumda bile değil” diyerek başladığı açıklamasında “Allah kötüyü gösterdi bize, iyi de gösterecektir. Depremden önce eşim kahvaltı hazır diye seslendi. Gittim şöyle baktım masaya inanın çatal koyacak yer yok. Aileme şöyle dedim ‘Yemin ederim Allah bize ceza verir. 20 çeşit kahvaltı koymuşsun’. Bir de benim ortanca oğlum masada durmuş ‘Yiyecek bir şey bulamıyorum’ diyordu. Şimdi bir sandviçle doyuyoruz. İnşallah ‘Şu yoksa yemem’ diyen çocuklarımız bundan ders alır” dedi.
Bulanık depremden önce oğluyla arasında geçen bir anıyı anlatarak, “Depoda çaydanlık aradım. Depoda kapağı olmayan çaydanlık bulunca hazine buldum zannettim, o kadar çok sevindim ki. Oğluma dönüp’20 çeşit kahvaltı sofrasından o çaydanlığa seviniyoruz. İnsanoğlu ne oldum demeyecek ne olacağım diyecek. Ama önemli olan bütün bunları anlaması bütün bunlardan ders çıkarması” ifadelerini kullandı.”[7]
*”Enkaz altından 29 sonra gelen mucize! Doğum bile yapmış…
Hatay’ın Antakya ilçesinde depremde yıkılan binanın bodrumunda mahsur kalan ve enkaz altındayken doğum yapan 2,5 yaşındaki doberman cinsi köpek, üç yavrusuyla birlikte 29 gün sonra sağ kurtarıldı.”[8]
Suriye’de olduğu gibi Türkiye’de de, Yahudi, ermeni ve azınlığın hakimiyeti sağlanmaya ve Suriye gibi savaş ortamının hazırlanarak dağıtılmaya çalışılıyor.
Plan bu.
Yüz yıllık uygulama bu.
Orduda başlatıldı, başarılı gibi olmaya çalıştı Çevik Bir’ce…
Ve bunda Müslümanlar kullanıldı, vaatlerde bulunuldu. İttifaklar kuruldu.
**********
Altılı masada CHP ve İp’ in planları hep hazırdı.
Taktik icabı süreye oynadılar.
Masayı yıkan taraf olmamak için çok -zahiren nazik – tavırlar sergilediler.
Kılıçdaroğlu’nun olacağını neredeyse hepsi ve en azından Akşener biliyordu.
Bir şeyler koparabilir miyim, düşüncesinde idi.
O da, cumhurbaşkanından sonra bir tek yetkili olarak kendisi olmalıydı?
Diğerleri nasıl tutulacaktı?
Onların ağızlarına da kaçırmamak için bal çalınmalıydı.
O da, bir bakanlık ve eşit derecede Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı.
Bol kepçe ve bol keseden devlet taksim ediliyordu.
Aynı teklif gizli ortak HDP ile, Fatih Erbakan içinde teklif edilmişti.
Sekiz başlı bir devlet.
Sekiz başlı dev…
Talandan mal kaçırma çalışmaları.
Bir yılda cumhurbaşkanını belirleyemeyen ve masayı devirenler, devleti nasıl yöneteceklerdi?
Zaten mesele yönetmek değil, yönetmeme uğruna sayın Erdoğan’ı devirmekti.
Tıpkı yüz yıl öncesinde, Abdülhamid gitsin de, kim gelirse gelsin.
Ve, ondan sonrasının ne olacağını düşünmemiştik, pişmanlıkları.
İçte ve dışta kaostan beslenenlerin 70 yıllık taktikleri.
Öncesi tek adam, tek parti, tek şef dönemi.
Sonrası darbeleri yapmak için kaos dönemi.
Azınlıkların çoğunluğa hakimiyeti ve yönetimi taktiği.
Hilal ve haçın savaşı.
Bir yüz yıl daha valilerle devleti yönetme çabası.
Vesayet yönetimi.
**********
-Sabıkalıları affeden A.N. Sezer bir kitap fırlattı, devlet ekonomikmen çöktü, hükümet yıkıldı.
Altılı masanın altılı restini bir de düşünün;
6 ay, 6 hafta hatta 6 gün bile zor gider.
En kötüsü bir şey yapmadan yapılanları siler.
A. Babacan’ın, gelince Bayraktarı sorgulayacağız, açık ifadeyle kapatacağız demesi gibi.
Yapım değil, yıkım ittifakı olacaktır.
**************
ABD işgal planı hep devrede.
Hiç terk etmedi ve terk etmeyecek de.
Hem kendini ve İsrail’i garantiye almak, Yunanistan ve PKK’ya yer açmak, sosyalist bir Kürt devleti kurarak sürekli, yüz yıl öncesi gibi, kavgalı bir toplum oluşturmak, İslam dünyasını kontrol edip Rusya’yı köşeye sıkıştırmak önemli emelleri ve yüz yıllık planları arasındadır.
Ya boşluk arıyor, ya da boşluk oluşturuyor.
Deprem ve provokatörlerle.[1]
-Beni seçerseniz her eve bir çadır vereceğim, söz.
Depremleri kaldıracağım.
Depremsiz bir gelecek vadediyorum.
Önceki vaatler gibi.
Bedava su, süt, internet, vs.
-Kimse kızmasın ve yanlış anlamasın ama, camileri cuma ve bayram günleri çok aktif yapıp, diğer günler camiye harcanan paraları ve de kiraya verilip gelen gelirleri o mahalledeki evlere dağıtacağım.
-Nüfus planlamasını başlatıp, daha az insan, daha çok gelir ve harcama politikasını uygulamaya koyacağım.
Çocuklarda ağlamayacak, annelerde…
Dışarıdan gelen yardımlarla memurların maaşları garanti altına alınacak.
Zenginden alıp fakire vereceğiz.
Her şey çok güzel olacak.
Bu memleket nimet nimet…
Bir kerede beni deneyin canım, n’olacak yani!
Ölmezsiniz ya!
Bir kereden…
Yaşar mısınız, bilemem!
Merkez bankasında birikmiş o kadar para var.
Oturur beraber, kardeş kardeş yeriz.
Kalırsa tabi ya…
-Lgbt-liler artık çarşı pazarda utanmadan dolaşabilecekler.
Gerçi utanmıyorlar ya… Utanmazlar, korkmayın.
Üniversite öğrencilerine burs vereceğiz. Burssuz öğrenci kalmayacak.
Her ne kadar bursu engellemiş olsak da…
Dağdakilerini indirirken, hapistekileri de unutmadık ancak unutturacağız.
Onları oradan kurtarıp, her birine hazineden üst dereceden tazminatlar ödeyeceğiz.
Onları o deliğe tıkayanları sadece yargılamayıp, ihaleyle astıracağız.
İslamiyet’le yapılan kavgaları kaldırmak üzere tüm dinleri birleştireceğiz. Tüm dinlerin heykellerini şehrin giriş ve çıkışlarına dikeceğiz.
Bu kadar camilerin atıl durumdan kurtarılmasını sağlamak amacıyla; oraları çocuklara açacağız, oyuncaklar koyup avutma yuvaları yapacağız.
Devletin fazla olan arşivlerini o güvenli yerlerde saklayacağız.
Fazla arşivlerin bir kopyasını alıp, diğerlerini imha ederek, depolarda yer açacağız.
(Acaba daha ne söylesem, milletin nasıl dikkatini çekebilirim, konuşsanıza, nasıl danışmansınız siz? Adıyamanlı bir Dursun Çavuş varmış? (Bu konuşma yanlışlıkla mikrofon açık iken sehven konuşulmuştur. )
Bekar gençleri evlendireceğim. Hiçbir bekar kalmayacak. Hatta resmi uygulamalarla bile vakit kaybetmeyecekler.
Çocuk evliliklerin önüne geçip, otuz yaşından sonra evlenme kanunu çıkarıp, artan fazla nüfusun önüne geçmek, sofranızdaki ekmeğin azalmaması için bir çocuktan fazlasına müsaade edilmeyecek.
İki çocuğu olanlar vatandaşlıktan çıkarılacak.
İşte ekonomiyi nasıl düzelteceğimi soranlara en iyi çözüm. Her sene milyon vatandaş eksilirse, yaşlılarda ölünce, zamanla 84 milyon 44 milyona inecek.
Söz veriyorum, beş senede nüfusu yarıya düşüreceğim.
Uzayda ne işimiz var? Köyleri açacağız, millet uzaya değil, köyüne gidecek. Dünyaya domates ihraç edeceğiz. Ekonomi canlanacak.
Son model teknoloji alımlarının önüne geçeceğiz. Yirmi yılda bir değiştirme şartını getireceğiz.
Tüm askeri yatırımları durduracağız çünkü savaşı kaldıracağız. Herkesle koyun gibi yaşayacağız.
Öyle olunca asker, polis sayısını önce yarıya düşürecek, sonra da kaldıracağız.
Çevremizdeki tüm devletlerle düşmanlığı kaldıracağız. Onlarla iyi geçineceğiz, akşamları çay sohbetleri düzenleyeceğiz.
Çaylar bizden…
Tabi ya bize nereden gelecekse!
Bir çayın kırk yıl hatırı olduğuna göre, en az kırk yıl kavgasız yaşayacağız.
Herkesin tüm borçlarını sıfırlayacağım. Artık her şeye yeniden, temiz bir sayfa açıp, yeni bir başlangıç yapacağız.
Apo-yu Cumhurbaşkanı, FETÖ’yü Şeyhülislam yapacağız. Böylece onların saldırılarını durdurmuş olacağız.
Seçimleri kaldıracağız, herkese seçilme imkânı sağlayacağız. Bunun için de kura yöntemini uygulayacağız. Kime çıkarsa…
Çıkmayanlar üzülmesin, bir dahaki sefere… Beş yılda bir. Bir kere olan bir daha olmayacak, böylece birkaç asır içinde herkes başa gelecek. Ben getireceğim.
Yalnız ben değişmeyeceğim… Çünkü değiştirmem için, kalmam gerek.
(Çok lüzumluydu da…)
Allah’ın suyu bedava olacak. Zenginlerden alıp fakirlere dağıtacağız. Onlar kazanacak, siz yiyeceksiniz. Boğazınızda kalmayacak, üstüne bedava su dağıtacağım.
Tüm kabristanları kaldırıp, başkasının devletini işgal etmeden, yerimizi genişleteceğiz. Oralara dinlenme çadırları kuracağız. Tabi ya dinlenebilirseniz…
Bu kadar telefona ne gerek var. Her mahalleye bir telefon neyinize yetmiyor. O paraları ekonomiye kazandıracağız.
Artık şehirlerdeki arabaları da kaldırıp, her mahalleye bir tır yerleştireceğiz. Trafiğe kesin çözüm bulacağız. Arabalar şehirlerden kalkınca yakıttan tasarruf, insanlarımız kazadan ölmeyecek, trafik problemi kökünden halledilmiş olacak.
Her eve atık kablo ve tenekelerden yapılmış sanat eserleri göndereceğiz. Böylece atıkların önüne geçeceğiz, şehirler temiz olacak. Sanatlar canlanacak.
İneklere ve hayvanlara da özgürlük sağlayacağız. Onların arkalarına renkli torbalar bağlayıp, pislikleri yakıt olarak kullanıp, apartmanların yakıt ihtiyaçlarını gidereceğiz. Öyle ki üstüne çay içmeniz için, çayınızı o kimyasal olmayan yakıtlarla pişireceksiniz. Afiyet olsun.
Dedelerinize sorduğunuzda hep onlar; nerede o eski günler, diyorlar.
Sizleri dedelerinizin zamanına kısa sürede götüreceğiz, irtica ile mücadele ederek.
Bütün dinlere eşit davranacağız. Herkesi memleketimize ibadet yerlerini açmaya davet edeceğiz.
Ateşe ve ineğe tapanlara imkanlar sağlayacağız.
Okullardaki tüm sınavları kaldıracağım, üniversitelere elini kolunu sallayarak girişler sağlanacak.
Dışarıya gönderdiğimiz askerlerimizi geri çekeceğiz.
Abd abimizi, Yunan kardeşimizi, Fransa dayımızı, Ademin çocukları olan Avrupalıları hiç üzmeyeceğiz.
Kurallar yok, sizleri kanun ve kurallarla boğmayacağız. On kanun maddesiyle herkesi idare edeceğiz.
Neyinize yetmiyor…
– Bende proje çok, vaatlerde. İşte onlardan birkaçı;
-Ben gelirsem kurtla kuzu beraber yaşayacak.
Nasıl mı?
Dağdaki eşkıyayı belediyelere, devlet kurumlarına yerleştireceğim, kardeş kardeş geçinecekler.
Sus payı olarak bir de bakanlık vereceğim. Herkes kendi bakanlığında horozunu öttürsün!
-Bundan sonra balığa yalnız gitmeyeceğim. Milletimi de yanımda götüreceğim. Aynı zamanda geceleyin 120 milyardan fazla olan otellerde yalnız kalmayacağım. Vatandaşlarımızı yanıma alıp beraber çay içeceğiz. Yemek yiyeceğiz. Yurtdışına yardımcılarını gönderirken vatandaşlardan da birkaç kişi göndermeye çaba göstereceğim ve güzel olan bu İstanbul’da ve İstanbul’u hep beraber güzelce yiyeceğiz, yaşayacağız.
Dışarda kıyamet kopsa da içerde her şey güzel olacak.
İstanbul balık gibi maşallah.
-Müjdelerimiz devam edecek.
Hacca gidenlerden yüzde 25 vergi alıp, onunla gençlerimizi umreye ücretsiz göndereceğiz.
Umreye gitmemiş kalmayacak.
Suud Kraliyet Ailesiyle sözleşme yapıp, hacca gelenlere heykel satıp, onunla Afrika ülkelerini kalkındıracağız.
Her eve bir heykel projesiyle toplumun şeyini yani ufkunu açacağız.
Aslında daha söyleyeceğim çok şey var da siz onların çoğunu biliyor ve duyuyorsunuz. Daha başa gelmeden hepsini söylemeyeyim, sonra başkaları bunları kullanabilirler.
Anladınız değil mi?
Anladınız da ben anlatabildim mi?
Seçimlerden sonra görüşmek üzere…
Not; (Seçimden sonra alınan oy sayısını da sevinerek açıklayacağım;
Çıkan oy sayısı; 2 oy.
Biri benim de acaba ikinci dangalak kim?)
O kadar da vaatte bulunmuştum.
Hatta Umreden sonra hacca bile gidecektim.
Şeriatı da Sosyalizmi de ancak ben getirebileceğimi söylemiştim.
Ben kaybetmedim, Türkiye kaybetti.
Neyse, bari geri kalan parayla bir cami yaptırayım, onunla anılayım.
Onları başarılı kılan kendi başarıları olmayıp, müslümanların ihtilaf ve başarısızlığıdır.
“Onlar müstahkem kaleler içinde veya duvarlar arkasında olmadan sizinle toplu hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır.”[1]
“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.”[2]
“Onlara gösterdiğimiz her bir mucize önceki benzerinden daha büyüktü. Doğru yola dönsünler diye, onları azaba uğrattık.”[3]
Ey dışarıdaki haçlı ve moğallar v e ey içimizdeki haçlı muhipleri olan kriptolar;[4]
Sayın Süleyman Soylu’nun ifadesiyle;
Çekin pis ellerinizi üstümüzden…
İçişleri Bakanı Soylu’dan ABD’ye Gözdağı: Pis Ellerini Çek![5]
-İşte o kirli eller ve dillerden, kan akan kalemlerdeki kokuşmuş herzeler:
“ABD’li Foreign Policy dergisi, 1 Ocak 2023 tarihli yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük bir seçim yenilgisiyle “indirileceğini” yazmış, bu süreçte ülkenin “kan banyosu”na döneceğini ifade ederek açıktan sopa göstermişti. Ardından finans kapitalin sesi The Economist dergisi, 21 Ocak 2023 tarihli kapağına Erdoğan’ın fotoğrafını basarak “Türkiye’nin yaklaşan diktatörlüğü” manşetiyle çıktı. Birkaç gün sonra da Bloomberg, Türkiye’yi NATO’ya “kafa tutan ülke” olarak niteleyerek, buna izin verilmemesi çağrısında bulundu.
Seçim öncesi Batı’dan üst üste gelen bu tehdit mesajlarına, şimdi de Almanya’nın en ünlü dergilerinden Stern eklendi.
Stern dergisi, Türkiye’deki seçimle ilgili hazırladığı analizine tam 10 sayfa ayırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan dergi, “Kundakçı (Brandstifter) Erdoğan” kapağı ile çıktı. Kapak yazısının içerideki başlığı ise “Erdoğan iktidarda kalabilmek için vicdansızca çatışmalar çıkarıyor: Kendi ülkesinde, Suriye’de ve ayrıca Almanya’da” oldu.”[6]
-1967 yılından beridir İsrail Mescidi Aksanın altını oyuyor. Bir vesileyle altını boşaltıp sinsice çökertecek, yıkımını sağlayacak.
Kendince Süleyman mabedini ortaya çıkaracak
Elbette dinin en küçük meselesi, dünyanın en önemli meselelerinden geri değildir.
Zaman ve zemin ve de ihtilafa neden olacak durumlara düşülmemelidir.
Basiretli olup şerri defetmenin, hayrı celbetmekten daha önemli olduğu unutulmamalıdır.
Zira memleket işgal edilirse, Müslümanlar nifak ve şikaklarla kavga ortamına çekilirse o zaman dinde kalmaz, dindarda.
Zira bu memlekete 1400 yıldır düşman girdiği halde ezan susmamış ancak 1932-1950 arasında 18 yıl boyunca ezan yasaklanmış, okuyanlar ağır şekilde cezalandırılmıştır.
Bugün din konusunda Ulema konuşmayınca, her önüne gelenin konuşması gibi.
Mesela; Bağdat işgal edildiğinde maalesef konuşulan şey, güneşte ısıtılan suyla abdest alınır mı?
İstanbul işgal edildiğinde güya alimler; dad harfi dad ile mi yoksa za ilemi okunacak tartışmasına girmiş.
1970’ lerde de; acaba hoparlörlerde okunan ezan sahih midir, çatışması içerisine girilmiştir. Hala o zihniyet devam etmektedir.
Nesimi şöyle der:
Ey nesimi, can nesimi bil ki hak aynındadır.
Cümle mahlukun vebali ulema boynundadır.
-Bugün her zamankinden daha dehşetli bir surette, yüz yıllık kriptoları devreye koyarak, silahşorlar ve kalem-şörleriyle birlikte saldırılmakta; Hilalle haçın savaşı sürdürülmektedir.
-Hristiyanlığın kaybettiğini gören haçlılar, İslamiyet’in kazanmasını istemiyorlar.
“Londra’da 500 Kilise kapatıldı, 400 yeni cami açıldı”
Artık kiliseye gidilmiyor, insanlar ateist oluyor.”[7] -”Kanada’nın Ontario bölgesindeki eski yatılı kilise okulu sahasındaki araştırmada, mezar olduğu değerlendirilen 171 yeni yer tespit edildiği, bunların okulda yatılı kalan çocuklara ait mezarlar olabileceği belirtildi.”[8]
-“RAHİPLERİN CİNSEL İSTİSMARINI GÖZARDI ETTİ”
Söz konusu araştırmaya göre, Papa 2. John Paul, piskoposluk yaptığı Polonya’nın Krakow şehrinde idaresi altındaki bazı rahiplerin cinsel istismarını göz ardı etti ve onları görevden almadı.”[9]
“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.”[10]
Söğüt gibi küçük bir kasabadan çıkarak, 24 milyon m2 alanı fethedip, 624 yıl dünyanın üçte ikisine hükmeden Osmanlı, yavaş yavaş bunları kaybedip Abdülhamid döneminde 5 milyon kareye ve sonrasında bugün 781 m2-ye sıkıştırılmıştır.
Osmanlıyı bitiren Mithat Paşanın marifetleri ile bu küçülme hızlanmıştır.[1]
Şimdi ise niyet, tekrar onu Söğüt gibi bir kasabaya mahkûm etmektir.
Bölüp parçalayarak.
Kürt ve Türk diye ayırarak.
Alevi Sünni ayrımı yaparak.
Yani tüm birlik ve beraberliği bozarak.
Ancak kader ağlarını örerken, yeni bir başlangıç olan Söğüt, yine yeni bir başlangıç olacaktır yükselişimize… İnşaallah…
***********
Batının işgal plan ve oyunları hiç bitmedi ve de bitmeyecek.
Bu yarım asırdır darbelerle sürdürüldü.
Kuruluşta ve Lozan’da gizli anlaşmalarla bağlandık, dağlandık, adeta doğrandık.
Aynı plan bir yüz yıl için daha devreye koyulmaya çalışılmaktadır.
15 Temmuz 2016 hem bir işgal hareketi ve hem de bir iç isyan ve kavga hareketi idi.
Hala içteki kriptolar etkin durumdalar.
Nitekim işte Arayam Ateşyan içimizde bulunan Ermenileri bizzat ifşa ediyor.[2]
– “Eski adı Yedi Kilise olan Yukarı Bakraçlı Köyü, Fatih Altaylının dedesi Hüsamettin Altaylı ‘ya ait. Yedi Kilise olarak anılan mabet, içinde beş adet küçük kilisenin bulunduğu bir manastır. Yedi Kilise geçen yıl gerçekleşen ve Van’ın birçok ilçesini yerle bir eden depremde ağır hasar gördü.”[3]
Bir yandan Sabataist ve azınlıklar,[4] diğer yandan Ermeni[5] ve içte ve dışta yıkıcı faaliyetler bunların başta olanlarıdır.[6]
Kurt her ne kadar koyun postu da giyse, kurt kurttur.
Arslan aslanlığını, tilki tilkiliğini yapacaktır.
Yüz yıldır bu memlekette azınlıklar çoğunluklara hükmetti.
Tıpkı son olarak Suriye’de ve öncesinde İslam ülkelerinde olduğu gibi.
***********
Bazıları, yahu bunlar, bu hükümet başımıza geldi, bütün hu belalarda beraber geldi, diyor.
Zaten 150 yıldır katmerli belanın içindeydik!
Birde tersini düşünün, ya bu belalar 150 yıllık kısır zihniyetin döneminde ve iktidarlarında olsaydı!
O zaman sadece yıkılmaz, ölürdük de.
Nitekim 1999 Marmara depreminde, uykusundan rahatsız etmemek için Bülent Ecevit uyandırılmıyor.
Yaralı insanlar sokaklara çıplak vaziyette uzatılmış, sokaklarda çadır olmadan yatırılıp tedavi ediliyor.
Devlet ancak bir hafta sonra deprem bölgesine varabiliyor.
Bu 6 Şubat 2023 depremi onun katı ve de daha geniş alana yayılmış olarak.
11 vilayeti köyleriyle birlikte kapsamakta, 11 binin üzerinde artçı depremler yaşanmaktadır.
– Devlet için milletin fırsat olmasından çok, millet için bu hükumet bir fırsat ve imkândır, geçmişi bilip ders çıkaranlar için…
Devletinde kendisini daha önceki afetlerde ispat ettiği gibi, şimdi daha güçlü olarak ispat etme an ve zamanıdır. Bu millet kısır zihniyet ve zihniyetlilerden, kendi değerlerinden köpük; din, kan ve tarih uyuşmazlığı yaşayanlardan çok çekti.
– Rusların gözünden Cumhurbaşkanımız Erdoğan!. Başlıklı Rus vatandaşları ile yapılan röportajlarda görülmektedir ki; içimizdeki birçok insandan çok daha sağlıklı görüp değerlendirmektedirler.[7]
İçimizdeki yabancılara duyurulur.
Zihnini ipotek altında tutup, siyasetin kısır döngüsü içerisinde sürünenlere duyurulur.
************
-Hayırlarda şerlerde tüm tabileriyle karşı karşıya gelecektir.[8]
” Mehdi-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
……
İkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.
Üçüncü vazifesi: İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zât, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.”[9]
Nesimi şöyle der:
Ey nesimi, can nesimi bil ki hak aynındadır.
Cümle mahlukun vebali ulema boynundadır.
Bu dünyadan nice cehenneme cehenneme odun olacak insanlar gelip geçtiği gibi, cennete liyakat kesbetmiş insanlar da bu dünyadan masum ve mazlum olarak göçmüşlerdir.
“Ecel ve kabir insanı beklediği gibi, Cennet ve Cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.”
Cennet adamlar istediği gibi, cehennem de adam ister.”
“Onlara baktığında, dış görünüşleri itibariyle, seni hayran bırakırlar. Konuştuklarında, sözlerine itibar edersin. Aslında, elbise giydirilmiş kütükler gibidirler. Her koşuşturmayı kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar, düşmandırlar, onlara karşı dikkatli ol. Allah, onların canlarını alsın! Nasıl da döndürülüyorlar!”[1]
“Hiç şüphesiz siz ve Allah’tan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz. Siz oraya varacaksınız.”[2]
“Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.”[3]
“Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir).”[4]
Bu millete çektirenler birer birer gidiyorlar, büyük hesap gününde ilk hesaplarını vermek üzere…
“Aklını işletemeyenlerin arasına katıp da üzerime kirlilik yağdırma.”[5]
-Ne kendi eyledi râhat,ne halka verdi huzûr
Yıkıldı gitti cihândan, dayansın ehl-i kubûr..
-Cennet gülleri ise;
“Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.
İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, halîmdir.
Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın. O kimsenin misali, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak halde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifadeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidayet vermez.”[6]
Yunus Emre;
Olsun be aldırma Yaradan yâr’dır…
Sanma ki zalimin ettiği kâr’dır…
Mazlumun ahı indirir şâhı…)
Her şeyin bir vakti vardır..
**************
Her şey kader ile takdir edilmiştir.
Yüksek makamlardan bakan Muhyiddin-i Arabi’nin içinde bulunduğumuz 2023 yılı için bazı tesbitlerde bulunması gibi.[7]
Her musibetin arkası rahmet, her kışın sonrası bahardır.
Şeytanların ve şeytani oyun ve oyuncuların bir planı olduğu gibi,[8] önümüzde bizi bekleyen İttihad-ı İslam gibi, maddi manevi zenginlikler bu karanlık tünelin sonunda aydınlık olarak zuhur edecektir, inşallah…
Dünyayı ayağa kaldıran keşif! Havadan altın yağacak
Bilim insanları ’10 milyarda 1’lik keşfe imza attı. Yeni keşfe göre gökyüzünden altın yağacak. Yanlış duymadınız. Gökyüzünden gerçekten altın yağacak.[10]
-Geçmiş asırlarda kavimler tek bir günah sebebiyle helak edilmişlerdir.
Bütün asırların kirinin ve günahının boşaldığı bu asırda da elbette sıkıntılar yaşanacaktır.
Geçmiş kavimler; şirk, küfür, isyan ve zulümleri sebebiyle helak edildiler.[11]
Başımıza gelen tüm bu olaylarda işlediğimiz günahların hiç bir etkisi yoktur, demek; hala uyanmayıp, uyku halinin devam ettiğini göstermektedir.
Ayette; “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.”[12]
Dünya üzerinde yaşamış olan kavimlerin helak edilmeleri, işledikleri şirk, küfür, isyan ve zulüm gibi günahları sebebiyledir. Allah kullarına asla zulmetmez. Geçmiş kavimlerin kıssalarında insanlar için ibretler ve öğütler vardır.
Bu dünya cehennem odunlarıyla, cennet güllerinin ayrıştırıldığı bir bahçedir.
Şüphe hakikati bulmaksa, şüphe ile hakikate gidilecekse, şüphe edilir.
Başımıza gelen ve hatta gelecek olan olaylar bir oyunun ve örtülü savaşın sürdürülmesidir.
Buna ister Haarp deyin[1], ister darp ve darbe deyin, ister yüz yıllık hesabın yenilenmesi veya bin yıllık haçlı zihniyetinin hortlaması deyin; raunt bitmedi.
– Bu deprem vesilesiyle, yüz yıl sonra dünyada olan büyük değişim ve dönüşümler gibi, inşallah gerek Türkiye’de ve gerekse de dünya yeni bir değişim ve oluşumun eşiğindedir.
İçte ve dışta başkalarının da bunu düşünmemesi düşünülemez.
İçte ve dışta bazılarının tepinmeleri de bundandır.
Her şey son rauntta.
Akibet müttakilerindir.
Kaderde bu oyunda belirleyicidir.
Açılan Ayasofya’nın kapatılmasından, Anadolu’nun tekrar işgal heveslerine, zincirlerin kırılmasından, yeni zincirlerin takılmasına, yıkılıştan tekrar dirilişe kadar; bir yandan yüz yılın ve diğer yandan da bin yılın rövanşına açılan yeni bir dünyanın eşiğindeyiz.
**************
Trump: 3. Dünya Savaşı hiç bu kadar yakın olmamıştı.”
Eski ABD Başkanı Donald Trump, Washington’da “savaş yanlısı” bir düzen olduğunu öne sürerek, “3. Dünya Savaşı hiç bu kadar yakın olmamıştı.” dedi.
Obama’nın da Deaşı kurduğunu söylemişti.
Dışardan çok, içerden vuruluyoruz.
Bu milletin ebedi hayatını bitiren kısır zihniyet, dünyasını da bitirdi.
Çekilen bunca maddi ve manevi cehennemi hal; işte bunlar o kısır zihniyetin ürünü ve yüz yıllık mamulü.
“Devlet ve Allah kelimelerini aynı cümlede, aynı paragrafta, aynı yerde görmek asla istemiyorum artık yeter”[2]
Bizler kısır zihniyetli insanların olduğu dönemden geldik.
-” Hiç olmazsa kendilerine tarafımızdan bir sıkıntı geldiğinde içten bir niyazda bulunsalardı! Fakat kalpleri iyice katılaştı; şeytan da onlara yaptıklarını şirin gösterdi.”[3]
“Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin ederim! Meryem oğlu İsa’nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adaletli bir hakim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitap’tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur.”
Sonra Ebu Hureyre der ki: “Dilerseniz şu ayeti okuyun. (Mealen):
“Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce O’nun (İsa’nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyamet gününde ise İsa onlar aleyhine şahitlik edecektir.”[4]
-Haarp silahının olduğu asla inkar edilemez. Belki şurada yapıldı, şurada yapılmadı gibi yorumlara gidilebilir.
Haarp de yani elektronik sinyallerle yerin altındaki hatları tetikleme mümkündür.
Uzaktan kumanda ile TV’yi çalıştırmadan aracı yürütmeye, böbreklerdeki taşı kırmadan wifi ile dünyanın her tarafına belge ve videoları indirme hatta ışınlama ile cisimlerin naklinin gerçekleştirilmesi bunun mümkün olduğunu göstermektedir.
Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Serdar Yıldırım’ın beyanı açıkça bunun varlığını ve etkisini göstermektedir.
Aşağıdaki kaynaklardaki tespit ve beyanlar bunun ispatıdır.[3]
**********
Bir Allah’ın kulu, vicdan sahibi, akıl ve idraki olan bir kimse diyebilir mi; altılı masa geldiğinde yaraları saracak, yıkılan binaların yerine yeni binalar yapacak, derde deva olacak bir çalışma yapacak, diyebilir mi?
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” Ziya Paşa
Kelin ilacı olsa önce kendi kafasına sürermiş.
Şimdiye kadar ne yaptılar ki, bundan sonra ne yapsınlar.
Nitekim 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde Bülent Ecevit döneminde hükümet bir hafta boyunca deprem bölgesine gidemediği gibi, haber bile alamadılar.[4]
Oysa şimdiki hükümet önce yaptıklarına istinaden, bunları da yapacağım diyorsa elbette yapacaktır.
Şuna kesin olarak inanıyorum ki; bu deprem mevcut hükümetin aleyhine değil, lehine olacaktır.
Daha önce başardığını ve birçok defa onu ispat etmesiyle göstereceği kanaatini güçlü şekilde oluşturdu.
Diğer altılı masanın yapmadığı ve de yapamayacakları çok açık ve net olarak toplumda bir kanaat oluşturmuştur.
İşte bir örneği;” Davutoğlu: Kendimi hiçbir zaman sağcı görmedim.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu, kendisini hiçbir zaman sağcı olarak görmediğini söyledi. Büyüdüğü ortamlarda sol görüşün ağır olduğunu belirten Davutoğlu, kültürel değerlerini de sol değerlerle birleştirdiğini ifade etti.
“Kendimi hiçbir zaman sağcı olarak görmedim. Marksist literatürü de ilk kez ortaokulda okudum, 68 neslinin hemen sonrası. Emperyalizme karşı mücadelenin tüm dünyada kıpraştığı bir dönemde geçti gençliğim. Bunun arayışındaydım.”[5]
Acaba bu ikrarıyla kendisine oy verenleri ve bundan sonra oy verecekleri kandırdığını mı söylemek istiyor?
Çünkü insanlar kendisini böyle bilmiyordu.
Kandırıldık, demezler mi?
Derlerse, haklı olmazlar mı?
-İnsanların can derdi olurken birdenbire seçimleri gündeme getiren insanlar, milletin canını değil, kendi iktidar ve menfaatini düşünen kısır zihniyetli insanlardır.
-İstanbul’da, İzmir’de ve Ankara’da düşülen hataya düşülmemeli, milleti uçuruma atmamalı.
Yüz yıllık kısır zihniyet bu millete her gün 12,7 şiddetinde bir deprem yaşattı.
İnançlı ve dindar kesimin iktidar olsa da muktedir olamayacaklarını dile getiriyorlardı.
Bütün mesele birilerinin iktidara gelmesinden ziyade, diğer birilerinin gelmemesidir.
Kimin iktidara gelmesi değil, kimin gelmemesidir…
Hele hele depremden oy devşirmek için ortamı bulandıranlar ve tahrik edenler, siyasi rant peşinde koşanlar leş kargalarıdırlar.
Ey insafsız!
Yar mısın, yoksa bu millete bar mısın?
Peygamber Efendimiz hicretten bir buçuk yıl önce maddi manevi destekçisi olan hanımı Hz. Hatice’yi ve 17 yıl boyunca kendisine adeta babalık yapan amcası Ebu Talibi kaybetmiştir.
O yıla Hüzün Yılı denilmiştir.
O kadar ölümde dahil zulme ve üzüntüye maruz kaldığı halde, bunların kaybı onların hüznünü geride bırakmıştır.
Ve bunun neticesinde Miraç gibi büyük bir ödül ve müjde ile ödüllendirilmiştir.
-Teşbihte hata olmaz ve haşa bir kıyaslama değil, bir temenni babında derim ki;
11 ili kapsayan deprem bir hüzün yılını oluşturmuştur.
Her evde adeta bir taziye durumu vardır.
Can ve mal kaybı büyüktür.
Şehirler dağılmıştır.
İnsanlar farklı yerlere göçmüştür.
Kıyametin ve mahşerin küçük bir provasını yaşamıştır.
6 Şubat’ta olan depremi takip eden 17 Şubat’ta Miraç Kandili ile müşerref olduk.
Bizde Rabbimizden bu hüznün arkasından bir müjde ve teselli bekliyoruz.
Vefat edenler kaybetmedi. Manevi şehit oldu, çocukları da şehit evladı, malları sadaka yerine geçti.
Mesela; Adı Yaman olan Adıyaman, oldu Acı Yaman.
Gelen ağlar, giden ağlar memlekette, şimdi herkes, tüm Türkiye ağlar.
Bu hüznün arkasından Rabbimizden temennimiz; Allah’ım! Ağlayan bu insanları güldür, kalplerindeki hüznü gider.
Kur’an-ı Kerim’ de kavimlerin şımarıklıklarından dolayı Zelzele, Recfe ve Sayha ile helak edildiklerini dehşetli ve korkunç bir şekilde dile getiriyor.
O korku verici sarsıntının o insanlara gaflet zamanı olan gece vakti gelmesi, (Lut kavmi gibi) veya Kaylule olan Arapların öğle vakti uyku anında onlara bu helaketin gelmesi (Şuayın kavmi gibi), onarı bu uyku anında yakalaması işin korku ve vehametini göstermektedir.
*ZELZELE:
-“Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı,
Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı,
Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman.
O gün yer, bütün haberlerini anlatır.
Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir.
O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır.
Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir.
Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.”[1]
-“Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.”[2]
-“Ey iman edenler! Allah’ın size şu lütfunu hatırlayın: Üzerinize düşman ordusu gelmişti de onların üzerine şiddetli bir fırtına ve göremediğiniz bir ordu göndermiştik. Allah bütün yaptıklarınızı görmekte idi.
Yukarınızdan ve sizden aşağıda bulunan bölgeden üzerinize gelmişlerdi; korkudan gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti; bu esnada Allah hakkında olmadık zanlara kapılmakta idiniz.
İşte o zaman müminler büyük bir imtihan geçirdiler ve adamakıllı sarsıldılar.”[3]
-“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kıyamet sarsıntısı gerçekten büyük bir olaydır.
Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutacak, her gebe kadın karnındaki çocuğu düşürecektir. Ve insanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi göreceksin; çünkü Allah’ın azabı (kıyametin dehşeti) çok çetindir!.”[4]
*RECFE:
-“Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz süre tanı.
Kuşkusuz katımızda (onlar için) prangalar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek, elem verici bir azap vardır.
O gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar savrulan kum yığınları halini alır.”[5]
-“Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf gördükleri kesimden inananlara dediler ki: “Siz Sâlih’in, rabbi tarafından gönderildiğine gerçekten inanıyor musunuz?” Onlar da, “Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inanırız” dediler.
Büyüklük taslayanlar ise, “Biz de sizin inandığınızı inkâr ediyoruz” diye karşılık verdiler.
Derken, o deveyi keserek öldürdüler, böylece rablerinin emrinden dışarı çıktılar ve “Ey Sâlih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı bize getir!” dediler.
Bunun üzerine onları o dehşetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yere serildiler.
Sâlih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Andolsun ki ben size rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”[7]
-“Kavminin inkârcı ileri gelenleri, “Eğer Şuayb’a uyarsanız o takdirde siz mutlaka hüsrana uğrarsınız!” dediler.
Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar.
Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular. Böylece asıl hüsrana uğrayanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar oldu.
Şuayb onlardan ayrıldı ve (bu arada) “Ey kavmim!” dedi, “Ben size rabbimizin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!”[8]
-“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: “Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.
Bize bu dünyada da âhirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”[9]
-“Medyenliler’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. “Ey kavmim” dedi, “Allah’a kul olun, âhiret gününü ümitle bekleyin; yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın!”
Ama onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine kendilerini o dehşetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yere serildiler!”[10]
-“Münafıklar, kalplerinde çürüklük bulunanlar ve Medine’de asılsız haber yayanlar yaptıklarına son vermezlerse seni onların üzerine sevkedeceğiz; o zaman seninle beraber orada fazla oturamayacaklar, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmış olarak nerede bulunsalar yakalanıp öldürülecekler.
Bu, Allah’ın daha önce gelip geçenler hakkında koyduğu kanundur; Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamayacaksın.”[11]
SAYHA:
-“Emrimiz gelince Sâlih’i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak, helâk olmaktan ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz rabbin kuvvetlidir, üstündür.
Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
Sanki orada hiç oturmamışlardı. İşte böyle, Semûd kavmi rablerini inkâr etti. Vay Semûd’un haline!”[12]
-“Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; haksızlık edenleri de korkunç bir gürültü yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
Sanki orada hiç oturmamışlardı! İşte böyle, Semûd’un yıkıldığı gibi Medyen de yıkılıp gitti!”[13]
-“Nihayet ortalık aydınlanırken korkunç ses onları yakalayıverdi!
Ardından yurtlarının altını üstüne getirdik, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdırdık!”[14]
-“Ama sonunda sabaha girerlerken korkunç ses onları da yakaladı!
Aldıkları tedbirin kendilerine hiçbir faydası olmadı.”[15]
-“Sonra onların ardından başka bir nesil meydana getirdik.
Bunların arasından da kendilerine, “Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. İsyan etmekten sakınmıyor musunuz?” diyen bir elçi gönderdik.
Bu elçinin kavminden olup da inkâra sapan, âhirete ulaşmayı yalan sayan, dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz hatırlı kişiler halka şöyle dediler: “Bu da olsa olsa sizin gibi sıradan bir insan. Sizin yediğinizden yemekte, içtiğinizden içmektedir.
Sizin gibi sıradan bir insana uyacak olursanız o zaman herhalde kaybedenlerden olursunuz.
O size, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken tekrar hayat alanına çıkarılacağınızı mı söylüyor?
Bu size söylenenler gerçek olmaktan çok çok uzak!
Gerçek olan sadece şu yaşadığımız dünya hayatıdır. Ölür ve yaşarız. Bir daha da diriltilecek değiliz.
O, Allah hakkında sadece yalanlar düzüp koşan bir adamdır. Biz ona inanmıyoruz.”
O peygamber şöyle dedi: “Rabbim! Bunların beni yalancılıkla suçlamalarına karşı bana yardım et!”
Allah buyurdu ki: “Pek yakında onlar mutlaka pişman olacaklar!”
Nitekim kaçınılmaz bir âkıbet olarak onları o korkunç ses yakalayıverdi; böylece sel süprüntüsüne çevirdik onları! Zalimlerin canı cehenneme!”[16]
-“Kārûn, Firavun ve Hâmân’ın âkıbeti de aynı oldu. Gerçekte Mûsâ onlara açık seçik deliller getirmişti; ama onlar yeryüzünde ululuk tasladılar. Oysa kaçıp kurtulmaya güçleri de yoktu.
Her birini günahından dolayı cezalandırdık; kiminin üzerine taşları savuran fırtınalar gönderdik, kimini o korkunç ses yakaladı, kimini yerin dibine gömdük, kimini sularda boğduk. Allah’ın muradı onlara kötülük etmek değildi, fakat onlar kendi kendilerine kötülük ediyorlardı.”[17]
-“Onlara mâlûm şehir halkını örnek göster. Oraya elçiler gelmişti.
Biz kendilerine iki kişi göndermiştik ama ikisini de yalancılıkla itham ettiler. Bunun üzerine bir üçüncüyle destekledik. Onlar “Biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.
Diğerleri ise şöyle karşılık verdiler: “Siz de ancak bizler gibi insanlarsınız. Hem rahmân herhangi bir şey indirmiş değil; siz sadece yalan söylüyorsunuz!”
“Rabbimiz biliyor ki” dediler, “Biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.
Bize düşen, açıkça tebliğ etmekten ibarettir.”
(İnkârcılar) şu karşılığı verdiler: “Doğrusu sizin yüzünüzden üzerimize uğursuzluk geldi. Eğer vazgeçmezseniz, biliniz ki sizi taşlayacağız ve tarafımızdan size acı veren bir işkence yapılacaktır.”
Onlar da dediler ki: “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildi diye öyle mi? Hayır! Siz sınırı aşmış bir topluluksunuz.”
O sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi; şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.
Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar.
Hem ne diye beni yaratan ve sizin de dönüp kendisine varacağınız Allah’a kulluk etmeyeyim ki?
Hiç O’ndan başka mâbudlar edinir miyim! Eğer Rahmân bana bir zarar vermek isterse onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.
İşte o takdirde (başka bir tanrı edinirsem) ben apaçık bir sapkınlık içine düşmüş olurum.
İşte ben rabbinize iman etmiş bulunuyorum; bana kulak verin.”
Ona, “Cennete gir” denildi. “Rabbimin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini keşke kavmim bilseydi!” dedi.
Ondan sonra kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de.
(Cezaları) korkunç bir sesten ibaretti; sönüverdiler.
O kullara yazıklar olsun! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onu mutlaka alaya alırlardı.
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve onların artık kendilerine dönüp gelmediğini görmezler mi!
Elbette onların hepsi toplanıp huzurumuza getirilecek.”[18]
-“Ve şöyle derler: “Şayet gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek?”
Onlar, besbelli ki, birbirleriyle uğraşırken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar!
İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler ne de ailelerine dönebilecekler.”[19]
-“Sûra üflenmiştir. Artık onlar kabirlerinden kalkıp rablerine doğru koşmaktadırlar.
Derler ki: “Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği işte bu! Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!”
Olup biten yalnızca bir ses! Ama ardından onların tamamı, birden toplanmış olarak işte huzurumuzdalar.
Bugün hiç kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmaz. Sadece yapıp ettiklerinizin karşılığını görürsünüz.”[20]
-“Bunlar da şimdi, bir daha geri dönüşe imkân bırakmayacak olan korkunç bir sesi, yalnızca bunu beklemektedirler.”[21]
-“Seslenenin, yakın bir yerden seslendiği gün için dinlemede ol.
O dirilten sesi gerçekten işittikleri gün, işte o (ebedî hayata) çıkış günüdür.”[22]
-“Semûd kavmi de uyarıları ciddiye almadılar.
Dediler ki: “İçimizden tek başına bir beşere mi uyacağız? O takdirde doğru yoldan sapmış olur, yanarız.
İlâhî mesaj içimizden ona mı gönderilmiş? Hayır o, yalancının, küstahın biri!”
Yarın onlar asıl yalancı, küstah kimmiş görecekler!
(Allah Sâlih peygambere şöyle buyurdu:) “Şüphesiz biz (mucizevi özelliği olan o deveyi) onları sınamak için göndermiş bulunuyoruz. Şimdi sen onların ne yapacağını izle ve sabret.
Bir de onlara, suyun aralarında paylaşımlı olacağını bildir. Her hissenin sahibi (suyun) başına gelsin.”
Derken ilgili adamlarını çağırdılar; o da (deveye) saldırıp hunharca öldürdü.
Azabım ve uyarılarım nasılmış bir bakın!
Üzerlerine tek bir ses yolladık da hayvan ağılındaki (çiğnenip ufalanmış) kuru çalılar gibi oluverdiler.
Andolsun ki Kur’an’ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?”[23]
-“Münafıklar sana geldiklerinde, “Tanıklık ederiz ki sen gerçekten Allah’ın elçisisin” derler. Senin hiç kuşkusuz kendi elçisi olduğunu Allah elbette biliyor; ama Allah tanıklık eder ki münafıklar (inandık derken) kesinlikle yalan söylemektedirler.
Onlar yeminlerini kalkan edinip Allah yolundan yan çizmişlerdir. Onların yaptıkları ne kadar çirkin!
Şöyle ki, onlar sözde inandılar ama gerçekte inkâr ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlayıp kavrayamazlar.
Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir (böyle güvendeymiş gibi görünürler). Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan yüz çeviriyorlar!
Onlara “Gelin, Allah’ın resulü sizin için bağışlama dilesin” dendiğinde başlarını çevirirler ve büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.
Bağışlanmaları için Allah’a dua etmişsin veya etmemişsin onlar için birdir. Allah onları asla bağışlamayacaktır. Şüphesiz Allah günaha saplananları doğruya eriştirmez.
Onlar, “Resûlullah’ın yanındakilere geçimlik bir şeyler vermeyin ki etrafından dağılıp gitsinler” diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır; ama münafıklar anlamıyorlar!
Şöyle diyorlar: “Hele Medine’ye dönelim, o zaman güçlü olan zayıf olanı oradan çıkaracak!” Halbuki asıl güç ve izzet Allah’ındır, resulünündür, müminlerindir; fakat münafıklar bunu bilmezler!”[24]
Duyup gördüklerimiz, hissedip anladıklarımızla daha da derinleşiyor.
Allah cümlemize yardım etsin.
Bu durumda yapılacak her kesimin kendisine bir ders çıkarması ve ibret almasıdır.
Eski hayatını ve gidişatını kontrol edip, çeki düzen vermesidir.
Yeni bir hayat ve yeni bir sayfa açarak nefis muhasebesinde bulunulmasıdır.
85 yaşında bulunan merhum annemi ve bazı akraba, dost ve yakınlarımı kaybettim. Allah hepsine rahmet etsin. Elbette kolay değil.
Ancak onlar kaybetmedi, kazandılar.
Kendileri manevi şehit, malları sadaka ve inşallah -Allah layık etsin- çocukları da şehit çocuğu olmuş oluyor.
***************
Zelzele ve deprem gibi hadiseler, insanlığı intibaha getirip, gaflet uykusundan uyarmak içindir.
Uyanmamak onun en büyük depremi yaşaması demektir.
Allah korusun, daha dehşetlisini uyanana kadar beklemesi demektir.
Olaylara hikmet cihetiyle bakmak gerektir.[1]
Deprem gibi olaylara Bediüzzaman şu ibret nazarıyla bakıp değerlendirir;
“Elbette, nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rû-yi zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh-u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında kat’iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz. Ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin yerini tutamaz.”[2]
“Çok tecrübelerimle umumî bir hatanın neticesinde hava ile zemin zelzele ile ve fırtına ile ga-dab-ı İlahîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar gibi adeta muhalif bir vaziyet gösterdiler.”[3]
“Neden dostların kusuratına tokat gelir; hücum eden düşmanlara bu tarzda gelmiyor?”
Elcevap: Memur olmayan, veya hususi, şahsı itibarıyla hiyanet eden, hususi tokat yer. Bu nevi vukuat pek çoktur. Ve tam sadakat edenlerde, maişetindeki bereket ve kalbindeki rahat cihetinde ikramlara mazhar olanlar dahi pek çoktur. Eğer memur ise, kanun namına kanunsuz hiyanet eden, ilişen, o memlekete, o biçare ahaliye bir umumi tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yağmursuzluk, ya hastalık, ya fırtına gibi umumi belalara bir vesile olur. Kendisi, zahiren hususi tokat yememiş gibi görünüyor.”[4]
“Adapazarı zelzelesinin aynı gününde, zelzeleden birkaç saat evvel, umumî ve herkese göstermek için, bir büyük tiyatro teşekkülüyle ve oyuncu kızlardan dört güzelini çırıl çıplak olarak âlâyişle çarşı ve pazarda gezdirerek, o câzibedarlara kapılan tiyatro binasında toplanan bin kişiden fazla seyirciler, oyun başlarken, birdenbire arz, kemal-i hiddet ve gayz ile onların hayasız yüzlerini dehşetli tokatladı, mahvedip zîr ü zeber etti. Ve o binayı hâk ile yeksan eyledi.” Kastamonu lahanası. 203.
“Nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gàyesiz göremezsin; nasıl, sen nizamsız, gàyesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vâkıalar olan şu hâdisât-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ, zemine nebâtât ve hayvanât envâından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler, baştan aşağıya kadar gàyelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gàyeler içinde kemâl-i intizam ile meczub Mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın benîâdem’den, bâhusus ehl-i imândan beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mâneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi (İzmir’in zelzelesi münâsebetiyle yazılmıştır.) mevtâlûd hâdisât-ı hayatiyesini, bir mülhidin neşrettiği gibi gàyesiz, tesadüfî zannederek bütün musîbetzedelerin elîm zâyiâtını bedelsiz, hebâen mensur gösterip, müthiş bir yeise atarlar. Hem, büyük bir hatâ, hem büyük bir zulüm ederler. Belki, öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîmin emriyle ehl-i imânın fânî malını sadaka hükmüne çevirip, ibkà etmektir ve küfrân-ı nimetten gelen günahlara kefârettir.
Nasıl ki birgün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirkâlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hàlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle, ehl-i şirki Cehenneme döker; ehl-i şükre, “Haydi, Cennete buyurun” der.”[5]
“O musîbetteki gazab ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü, o mâsumların fânî malları, onların hakkında sadaka olup, bâkî bir mal hükmüne geçtiği gibi, fânî hayatları dahi bir bâkî hayatı kazandıracak derecede, bir nevi şehâdet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve dâimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında, aynı gazab içinde bir rahmettir.”[6]
“Kadîr-i Mutlak, hikmetinin muktezâsıyla, zâhir esbâbı tasarrufâtına perde ediyor. Zelzeleyi irâde ettiği vakit, bâzan da bir mâdeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi mâdenî inkılâbât dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlâhî ile olur; başka olamaz.”[7]
“bu âhirde, beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümâtlı isyanından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından ve Hàlık-ı Arz ve Semâvât dahi, değil hususi bir Rubûbiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecellî ile kâinatın heyet-i mecmûasında ve Rubûbiyetin daire-i külliyesinde nev-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyânından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri Kâinat Sultanını tanıttırmak için emsâlsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve Harb-i Umumi gibi umumi ve dehşetli âfâtı, nev-i insanın yüzüne çarparak onunla Hikmetini, Kudretini, Adâletini, Kayyûmiyetini, İrâdesini ve Hâkimiyetini pek zâhir bir sûrette gösterdiği halde; insan sûretinde bir kısım ahmak şeytanlar ise, o küllî işârât-ı Rabbâniyeye ve terbiye-i İlâhiyeye karşı eblehâne bir temerrüd ile mukabele edip diyorlar ki, “Tabiattır, bir mâdenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti elektrikle çarpmasıdır ki, Amerika’da beş saat bütün makineleri durdurmuş ve Kastamonu vilâyeti cevvinde ve havasında semâyı kızartmış, yangın sûretini vermiş” diye mânâsız hezeyanlar ediyorlar. Dalâletten gelen hadsiz bir cehâlet ve zındıkadan neş’et eden çirkin bir temerrüd sebebiyle bilmiyorlar ki, esbâb yalnız birer bahanedirler, birer perdedirler. “[8]
“Yedinci Suâl: Bu hâdise-i arziye, bu memleketin ahâli-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyâde ilişiyor?
Elcevap: Bu hâdise hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazan’ın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribâtından intibâha gelmediklerinden, hafifçe gàfilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi çok emârelerin delâletiyle bu hâdise ehl-i imânı hedef edip, onlara bakıp, namaza ve niyâza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.
Bîçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyâde sarsmasının iki vechi var:
Biri: Hatâları az olmak cihetiyle, temizlemek için tâcil edildi.
İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatli imân muhâfızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlûp olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle, en evvel oraları tokatladı ihtimâli var.”[9]
“Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.
Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana âit gàyesi bir ise, Sâniinin esmâsına âit binlerdir.”[10]
“Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Kıyâmet gününün zelzelesi, muhakkak ki pek büyük bir şeydir.”[11]
Türkiye’nin önemli problemlerinden biri de; yönetici ve idarecilerdeki irade yetersizliğidir.
Yani yeterli derecede irade ortaya koyamamalarıdır.
Yani inisiyatif alıp da işi çözüme kavuşturmadaki aksamalardır.
Bu da toplumda kaosa, netice alamayıp, işlerin aksayıp sonuçlanamamasına neden olmaktadır.
Maalesef yönetici durumda olan kişi o kadar okumuş, belli kurumun ve emri altındaki birçok kişinin yöneticisi olmuşken, o yukarıya, yukarı daha yukarıya ve en yukarıya gidip onay çıktıktan sonra icra olunmaktadır.
Bir kişinin yapacağını alakasız on kişiye havale etme yetersizliğidir.
Adıyaman’da depremde merhum annemi sekiz gün boyunca enkazdan çıkaramamamız hep bu yönetici yetersizliği ve irade yoksunluğudur.
İnsanların sorumluluk almayıp ve de alamayıp, bu sorumluluğu başkalarına yüklemek amacıyla çözüme kavuşturup yapmak değil, adeta yapmamaya yönelik bir davranıştır.
Sekiz gündür sonuç alamazken[2]ve de hala alamayacakken Gürcistan’dan gelen yardım ekibi o performans ve inisiyatifi alarak bir iki saat içinde annemi enkazdan çıkardılar.
-Kız kardeşim ve yeğenim evleri hasarlı olup Bursa-Mudanya’da bir hayır severin yazlığına gidiyor ve durumunu arz etmek için Kaymakama baş vuruyor.
Kaymakam o deprem bölgesinden geldiğine dair bir belge istiyor.
Oysa her şey bir TC numarasıyla kayıtlıdır.
Beyan esastır.
Yanlış emsal olmaz.
Kaymakam beyefendi bir iki yanlış ve hatalar uğruna belki de birçok insanı işte bu yetersizlikten ve irade ortaya koyamamaktan dolayı mağdur ediyor.
Bu bilinen, bir de bilinmeyenler!!!
Hassas dönemde kolaylık gösterilmesi gerekirken, işi yokuşa sürmek yöneticilik değildir.
Neden hala Eski Erzincan Süper Valisi Merhum Recep Yazıcıoğlu rahmet ve minnetle anılmaktadır?
Her yerde yad edilip örnek gösterilmektedir?
Hakkında filim çevrilmektedir.
İkincisini gösterebilir misiniz?
Var mı?
Ne kadar?
İrade ortaya koyabiliyorlar mı?
Onun içindir ki; en önemli temennim; tüm devlet dairelerin girişine şu Hadis-i Şerif’in yazılıp, uygulanır hale gelmesidir.