her yıl dünyada ne kadar insan Müslüman olmaktadır

her yıl dünyada ne kadar insan Müslüman olmaktadır


Dünyada her yıl ne kadar insanın Müslüman olduğu sorusunun kesin bir cevabı yoktur. Ancak, bazı araştırma kuruluşları, dünyadaki Müslüman nüfusunun sayısını ve büyüme oranını tahmin etmeye çalışmaktadır. Örneğin, ABD merkezli Pew Araştırma Merkezi, 2015 verilerine dayanarak, dünyada 1 milyar 800 milyon Müslüman olduğunu belirtmiştir1. Bu sayı, dünya nüfusunun yüzde 24’ünü oluşturmaktadır1. Ayrıca, Pew Araştırma Merkezi, İslam’ın günümüzde en hızlı büyüyen din olduğunu ve yaşadığımız yüzyılın sonuna doğru ise dünya üzerindeki Müslüman nüfusunun, Hristiyan nüfusunu geçeceğini öngörmektedir2.

Dünyadaki Müslüman nüfusunun artmasındaki en önemli sebeplerden biri, Müslüman ailelerin, Hristiyan ailelerden daha fazla çocuk sahibi olmalarıdır1. Ayrıca, dünyadaki Müslüman kadınların çocuk yapma oranının 2.9 olduğu; diğer tüm grupların toplam oranının ise 2.2 olduğu belirtilmektedir1. Dünyadaki Müslüman nüfusunun en genç nüfus olduğu da ifade edilmektedir1.

Dolayısıyla, dünyada her yıl ne kadar insanın Müslüman olduğunu tam olarak bilmek mümkün değildir. Ancak, mevcut veriler ve tahminler, İslam’ın dünyada yaygınlaşmaya devam ettiğini göstermektedir.

************** 

Her yıl dünyada ne kadar insan Müslüman olmaktadır


Dünyadaki Müslüman nüfusu her yıl artmaktadır, ancak kesin rakamların tam olarak belirlenmesi zordur. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde Müslüman nüfusun hızla arttığı bilinmektedir. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, 2010-2015 yılları arasında dünya genelinde yıllık ortalama olarak 25 milyon kişi Müslüman olmuştur. Ancak bu sadece tahmini bir rakamdır ve gerçek sayının daha yüksek olabileceği düşünülmektedir. Özellikle Afrika ve Asya kıtalarında İslam dinine geçişlerin yaygın olduğu bilinmektedir.

@@@@@

Her yıl ingilterede ne kadar insan Müslüman oluyor

İngiltere’de her yıl Müslüman olan insanların sayısı net olarak belirlenmemektedir. Ancak, İngiltere’de Müslüman nüfusun arttığına dair bazı tahminler ve istatistikler bulunmaktadır.

İngiltere Ulusal İstatistik Ofisi (ONS) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2011’de İngiltere’deki Müslüman nüfusunun yaklaşık 2.7 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bu, İngiltere nüfusunun yaklaşık %4.5’ine denk gelmektedir.

Diğer bir araştırmaya göre, 2016 yılında İngiltere’de Müslüman nüfusunun 3.1 milyona yükseldiği tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, Müslüman nüfusunun yıllık artış hızı hakkında kesin verilere sahip değiliz.

Müslüman olmak isteyen kişilerin sayısı her yıl değişiklik gösterebilir ve bu sürece etki eden çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bunlar arasında kişisel inançlar, evlilik, genç nüfusun etkisi gibi faktörler yer almaktadır.

*************  

Osmanlı Devleti, 623 senelik şanlı tarihi boyunca 60 kadar ülkeyi hâkimiyeti altına alıp, 3 kıtada hüküm sürmeyi başardı.

https://www.yasemin.com/foto-galeri/67268-osmanli-imparatorlugu-hangi-ulkeleri-yonetti-kac-tane-oldugunu-duyunca-cok-sasiracaksiniz

Loading

No ResponsesEylül 1st, 2023

Müslümanların yaşadığı ülkeler hangileridir?

Müslümanların yaşadığı ülkeler hangileridir?


Müslümanların yaşadığı ülkeler, nüfusunun çoğunluğu veya önemli bir bölümü Müslüman olan ülkelerdir. Dünyada yaklaşık 50 ülke Müslüman çoğunluklu ülke olarak kabul edilmektedir1. Bu ülkelerin çoğu Asya, Afrika ve Orta Doğu’da bulunmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde de Müslüman azınlıklar vardır.

Müslümanların yaşadığı ülkeler arasında en kalabalık olanı Endonezya’dır. Endonezya’da yaklaşık 231 milyon Müslüman yaşamaktadır1. Endonezya’yı Pakistan, Hindistan ve Bangladeş takip etmektedir. Bu dört ülke, dünyadaki Müslüman nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturmaktadır1.

Müslümanların yaşadığı ülkeler hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, Bing arama motorunu kullanabilirsiniz. Bing, size web arama sonuçları, resim arama sonuçları, haber arama sonuçları ve soru-cevap sonuçları sunabilir. Ayrıca, sizin için bazı grafik sanatlar da oluşturabilir.

Umarım bu cevap sizin için yararlı olmuştur. Başka bir sorunuz varsa, lütfen bana sorun.

@@@##

Hangi ülkede en az Müslüman yaşıyor?

Merhaba, bu Bing. Size yardımcı olmaktan memnunum. ?

Dünyada en az Müslüman yaşayan ülke sorusunun kesin bir cevabı yoktur. Çünkü her ülkenin resmi olarak kaydettiği veya açıkladığı bir din istatistiği bulunmamaktadır. Ancak, bazı araştırma kuruluşları, dünyadaki Müslüman nüfusunun sayısını ve dağılımını tahmin etmeye çalışmaktadır. Örneğin, ABD merkezli Pew Araştırma Merkezi, 2009 yılında yayınladığı bir raporda, dünyada yaklaşık 1,57 milyar Müslüman olduğunu belirtmiştir1. Bu rapora göre, dünyada Müslüman nüfusunun yüzde 1’in altında olduğu 49 ülke bulunmaktadır1. Bu ülkelerin çoğu Avrupa, Amerika ve Okyanusya kıtalarında yer almaktadır.

Pew Araştırma Merkezi’nin raporuna göre, dünyada en az Müslüman yaşayan ülkelerden bazıları şunlardır1:

Vatikan: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 0 kişi)
Tokelau: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 0 kişi)
Niue: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 0 kişi)
Tuvalu: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 1 kişi)
Andorra: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 2 kişi)
San Marino: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 3 kişi)
Monako: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 4 kişi)
Bu ülkelerin hepsi çok küçük ve izole olmuş ülkelerdir. Bu nedenle, Müslüman nüfuslarının çok düşük olması şaşırtıcı değildir. Ancak, daha büyük ve gelişmiş ülkelerde de Müslüman nüfusunun çok az olduğu görülmektedir. Örneğin;

Japonya: Nüfusun yüzde 0,1’i Müslüman (yaklaşık 185 bin kişi)
Kore Cumhuriyeti: Nüfusun yüzde 0,2’si Müslüman (yaklaşık 100 bin kişi)
Polonya: Nüfusun yüzde 0,1’i Müslüman (yaklaşık 35 bin kişi)
İzlanda: Nüfusun yüzde 0,1’i Müslüman (yaklaşık 3 bin kişi)
Bu ülkelerin kültürleri, tarihleri ve coğrafi konumları nedeniyle İslam ile çok az temasları olmuştur. Bu da Müslüman nüfuslarının çok az olmasına sebep olmuştur.

%%%%%%%%

Loading

No ResponsesEylül 1st, 2023

Adıyaman’a İshak baba isyanını sebep ve sonuçları nelerdir

İshak Baba İsyanı SonuçlarıAdıyaman’a İshak baba isyanını sebep ve sonuçları nelerdirAdıyaman’da yaşanan İshak Baba İsyanı, 1908 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde meydana gelmiş bir ayaklanmadır. İsyanın sebepleri arasında vergi yükü, toprak sahipleri ile çiftçiler arasındaki gerilimler, askerlik hizmetlerinin zorunlu olması gibi sosyal ve ekonomik faktörler yer almaktadır.İshak Baba İsyanı’nın sonuçları ise şunlar olabilir:İsyanın bastırılmasıyla birlikte, isyan liderleri ve bazı katılımcılar idam edildi.İsyanın ardından bölgedeki güvenlik önlemleri arttırıldı ve Osmanlı yönetimi isyanın tekrarlanmasını engellemeye çalıştı.İsyan, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflayan otoritesinin bir göstergesi olarak görüldü ve imparatorluğun çöküşünün yaklaştığına dair işaretlerden biri olarak kabul edildi.Daha fazla detay veya kaynak isterseniz yardımcı olmaktan mutluluk duyarım.@@@####Adıyaman Türkmen İsyanlarıAdıyaman’da Türkmen isyanlarıAdıyaman’da yaşanan Türkmen isyanları, genellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine ve Türkiye’nin kuruluş yıllarına denk gelen olaylardır. Bu isyanlar, etnik ve sosyal nedenlerle ortaya çıkmış olup, yerel halkın Osmanlı yönetimine karşı tepkilerini yansıtıyordu. Daha fazla detay vermemi ister misiniz?@@@####Adıyaman ve çevresinde ne gibi isyan hareketleri vuku bulmuşturAdıyaman ve çevresinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve Türkiye’nin kuruluş yıllarında çeşitli isyan hareketleri yaşanmıştır. Bu isyanlar genellikle etnik, sosyal ve ekonomik nedenlere dayanıyordu. İşte bazı örnekler:Şeyh Said İsyanı (1925): Adıyaman ve çevresinde yer alan Diyarbakır yönetimindeki bazı aşiret liderleri, Şeyh Said önderliğinde ayaklandı. İsyan, Kürt milliyetçiliği ve dini faktörlerin birleşimiyle şekillenmişti.Dersim İsyanları (1937-1938): Adıyaman’ın kuzeydoğusundaki Dersim bölgesinde de isyanlar yaşandı. Kürt aşiretlerinin önderliğindeki hareket, askeri operasyonlarla bastırıldı. Bu dönemde çok sayıda sivil de zarar gördü.Kürt İsyanları: Adıyaman ve çevresi, Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerden biriydi ve zaman zaman Kürt milliyetçiliği etrafında isyanlar yaşandı. Bu isyanlar, Türkiye’nin kuruluş yıllarından itibaren sürekli bir gerginliğe yol açtı.Aşiret İsyanları: Adıyaman ve çevresinde, yerel aşiretler arasında rekabet, toprak anlaşmazlıkları ve diğer sebeplerden dolayı zaman zaman isyanlar meydana geldi.Bu isyanlar genellikle yerel halkın yönetimle veya diğer gruplarla yaşadığı sorunların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ancak isyanların tamamını detaylı olarak ele almak oldukça karmaşıktır.@@@@@##Adıyaman’da Baba İlyas ile Baba İshak arasındaki isyan olaylarının bağlantısı nedirAdıyaman’da Baba İlyas ile Baba İshak arasındaki isyan olaylarının bağlantısı, her ikisinin de Alevi-Bektaşi dergahlarına liderlik etmiş, halk arasında saygı görmüş ve bölgedeki köylü ve aşiretlerin desteğini almış önderler olmalarıdır.Baba İlyas, 14. yüzyılın başlarında Baba İshak isyanından yaklaşık 100 yıl önce, Hürremiyye tarikatından gelen bir şeyh idi. İslamiyet’e daha yakın bir şekilde inanıyor ve halka dini öğretilerini yaymaya çalışıyordu. Zamanla Baba İlyas’a olan saygı ve popülerlik arttı ve dergahı büyük bir takipçi kitlesi tarafından ziyaret edildi.Baba İlyas’ın ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra Baba İshak isyanı ortaya çıktı. Baba İshak da Baba İlyas gibi Alevi-Bektaşi dergahlarında liderlik eden bir şeyhti. Onun isyanının temel nedenleri, bölgedeki zorlu yaşam koşulları, ağır vergiler ve haksızlık idi. Ayrıca tarihsel ve sosyal dinamikler Baba İshak’ın isyanının yayılmasını kolaylaştırmıştır.Baba İlyas, Baba İshak’ın fikirlerini benimsemiş ve takipçilerini Baba İshak’ın önderliğindeki isyana katılmaya teşvik etmiştir. Dolayısıyla isyanların bağlantısı, Baba İshak’ın Baba İlyas’ın mirasını sürdürmesi ve halk desteğiyle birlikte ortaya çıkmış olmalarıdır. Her iki isyan da halkın adalet taleplerini yükseltmek, zulme karşı direnmek ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla gerçekleşmiştir.%%%%%%^^Anadolu vilayetlerinde şiiliğin yayılmacı politikaları nasıl başlamış ve gelişmiştirAnadolu vilayetlerinde Şiilik’in yayılmacı politikaları, Safeviler döneminde başlamıştır. Safeviler, 16. yüzyılda İran’da Şii İslam mezhebini resmi mezhep olarak kabul etmiş ve bu mezhebi yaymak için çeşitli politikalar izlemişlerdir.Safevi hükümdarları, Anadolu vilayetlerindeki Alevi-Bektaşi cemaatinin de Şii İslam üzerine dönüşmesini hedeflemişlerdir. Amacı, Anadolu’daki Alevi ve Bektaşi yapılarını güçlendirerek Şii İslam’ın İran’ı kuşatması ve bölgede etkisini artırmasıydı. Safeviler, Alevi ve Bektaşi dedelerini himaye etmiş, onlara maddi ve manevi destek sağlamışlardır. Bu destekle birlikte Alevi ve Bektaşi yapıları, Şii inanç ve uygulamalarını benimsemiş ve yaygınlaştırmışlardır.Safeviler döneminde Anadolu’daki Alevi ve Bektaşi yapıları, özellikle kırsal kesimlerde büyük bir etkinlik kazanmıştır. Safevi hükümdarları, bu bölgelerde din adamları yetiştirerek Şii inancını yaymayı hedeflemişlerdir. Alevi-Bektaşi ocakları, dergahlar ve cemevleri gibi yapılar kurulmuş, bu yapılar üzerinden Şii inancının yayılması sağlanmıştır.Şiilik’in yayılmacı politikaları, Osmanlı Devleti tarafından da endişeyle takip edilmiştir. Osmanlı Devleti, Anadolu vilayetlerindeki Şii yayılmacılığına karşı tedbirler almıştır. Bu tedbirler arasında, Şii propagandasının önlenmesi, Alevi ve Bektaşi yapılarının kontrol altına alınması ve Şii liderlerin etkinliklerinin sınırlandırılması yer almaktadır.Ancak, Şiilik’in Anadolu vilayetlerindeki yayılmacı politikaları, Osmanlı Devleti’nin baskılarına rağmen devam etmiştir. Özellikle 19. yüzyılda Azerbaycan ve İran’daki siyasi değişimlerin etkisiyle Şiilik, Anadolu’da daha da güçlenmiştir. Bu dönemde Alevi ve Bektaşi yapıları, Şii inancını daha da benimsemiş ve Şii uygulamalarını daha fazla yaygınlaştırmışlardır.Sonuç olarak, Anadolu vilayetlerinde Şiilik’in yayılmacı politikaları Safeviler döneminde başlamış ve Alevi-Bektaşi yapılarının himayesi ve Osmanlı Devleti’nin baskılarına rağmen gelişmiştir. Özellikle 19. yüzyılda Azerbaycan ve İran’daki siyasi değişimlerin etkisiyle Şiilik, Anadolu’da daha da yaygınlaşmıştır. Bu dönemde Alevi-Bektaşi yapıları, Şii inancını benimsemiş ve yaymışlardır.%%%%%%%%Türkiye’de şiiliğin yayılmacı politikaları ve etkileri nelerdir?Türkiye’de Şiilik mezhebinin yayılmacı politikaları ve etkileri çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bu etkiler arasında şunlar sayılabilir:Siyasi etkiler: İran, Şii İslam’ın en büyük merkezlerinden biri olduğu için, Türkiye’deki Şii toplumunun politik etkileri olabilir. Şii nüfusunun etkisiyle, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarında daha Şii dostu bir yaklaşım benimsemesi mümkündür.Dini etkiler: Türkiye’deki Şii toplumunun yayılmasıyla birlikte, Şii inançlar ve uygulamalar Türkiye’nin İslam pratiğini etkileyebilir. Bu, özellikle Alevi inancıyla bağlantılıdır, çünkü Alevilik, Şiilikten etkilenen bir mezheptir.Kültürel etkiler: İran’ın Şii İslam’ı temel alan kültürel etkisi, Türkiye’deki Şii toplumu aracılığıyla yayılabilir. Bu, Şii festivallerin ve kutlamaların Türkiye’de daha yaygın hale gelmesiyle ortaya çıkabilir.Bölgesel etkiler: Türkiye’de Şiiliğin yayılması, Türkiye’yi İran ve Irak gibi Şii çoğunluğa sahip ülkelerle daha yakın ilişkiler kurmaya teşvik edebilir. Bu durum, Kürt meselesi gibi bazı bölgesel sorunlar üzerindeki etkileri artırabilir.Ancak, Türkiye’de Şiilik hâlâ Sünni İslam’ın çoğunluk olduğu bir ülkedir ve Şii İslam’ın genel etkisi, Sünni inanç ve uygulamalara kıyasla sınırlıdır. Türkiye’nin laiklik ilkesi ve Sünni İslamın etkisi, Şiilik etkisinin yayılmasını sınırlayan önemli faktörlerdir.&&&&&&&&&&Türkiye’de aktif olarak şiilik üzerine faaliyet gösteren şahıs ve kurumlar hangileridir?Türkiye’de aktif olarak Şiilik üzerine faaliyet gösteren bazı şahıslar ve kurumlar aşağıdaki gibidir:Caferilik Vakfı: Türkiye’deki Şii Müslümanlar arasında dinî ve kültürel faaliyetler düzenleyen bir vakıf.Heyderi Vakfı: Türkiye’de Şiilik üzerine eğitim ve hizmet faaliyetleri gerçekleştiren bir vakıf.Kerbela Araştırmaları Grubu: Şiilik ile ilgili araştırmalar yaparak bilimsel çalışmalar yürüten bir grup.Şii Haber Ajansı (SHA): Türkiye’deki Şii Müslümanlar için haber ve bilgi kaynağı olan bir haber ajansı.Mehdi Derneği: Türkiye’deki Şiilik inancını benimseyenler arasında dini faaliyetler yürüten bir dernek.İmam Sadık Vakfı: Türkiye’de Şiilik üzerine eğitim ve kültürel faaliyetler düzenleyen bir vakıf.Bu listede sadece bazı örnekler verilmiştir ve Türkiye’de aktif olarak Şiilik üzerine faaliyet gösteren daha birçok kişi ve kurum bulunmaktadır. Bu kişi ve kurumlar, Şii cemaatlerin ihtiyaçlarına ve inançlarına yönelik hizmetler sunmakta ve Şii camiasının birliğini ve dayanışmasını güçlendirmek amacıyla çalışmaktadır.%%%%%%%%Şiiliğin ehli sünnetten ayrıldığı temel itikadı ve ameli hususlar hangileridir?Şiilik, tasavvuf ve mistisizme dayanan İslam’ın bir mezhebidir. Ehli Sünnet’ten ayrılan temel itikadi ve ameli hususlar şunlardır:İmamet İnancı: Şiilikte imamet inancı vardır ve Hz. Ali’nin ve onu takip eden on iki imamın önderlik ettiği bir imamet zinciri kabul edilir. Şii Müslümanlar, bu imamların Allah’ın vahyiyle donatılmış en yüksek otorite olduğuna inanır. Ehli Sünnet ise, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ise hilafetin seçimle belirlendiğini savunan bir anlayışa sahiptir.Taklit: Şii İslamında taklit, bir müminin taklidini yaptığı yetkin bir alimin (müctehid) hükümlerine uymayı içerir. Ehli Sünnet’te ise taklit yerine, müminlerin Kur’an ve hadislere dayanarak kendi aklını kullanarak hüküm çıkarması teşvik edilir.Kerbela Olayı: Şiilikte Kerbela olayı büyük bir öneme sahiptir. Hz. Hüseyin ve ailesinin Kerbela’da Şam ordusu tarafından şehit edilmesi, Şiilikte Hz. Hüseyin’i haklı ve mazlum bir lider olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Ehli Sünnet’te ise bu olayın dini bir öneme sahip olduğu kabul edilmez.İmamlara İlahi Nitelikler Atfedilmesi: Şiilikte imamlar, Allah’a benzeyen nitelikler ve ilahi otoriteye sahip olarak kabul edilir. Bu, imamlara özel bir dini otorite atfeden ve onlara dualar edilen bir inanç sistemidir. Ehli Sünnet’te ise peygamber dışında hiç kimseye ilahi nitelikler atfedilmez.Alevilik: Alevilik, Şiilikten etkilenmiş bir inanç sistemidir. Alevilikte çeşitli ritüeller, semboller ve cem adı verilen toplumsal ibadetler bulunur. Alevilikte ayrıca, Ali ve on iki İmamlar’a özel bir sevgi ve saygı beslenir ve onlar kutsal olarak kabul edilir. Ehli Sünnet’te ise Alevilik gibi bir inanç sistemi yoktur.Bu hususlar, Şii İslam’ın Ehli Sünnet’ten ayrıldığı temel itikadi ve ameli unsurlarıdır. Ancak her iki mezhep de Allah’a, peygamberlere ve İslam’ın temel prensiplerine inanır ve ahlaki değerleri paylaşır.%%%%%%%%1970 yıllarında Türkiye’de iranın ve Humeyninin ne gibi etkileri olmuştur?1970’li yıllarda Türkiye’de İran ve Humeyni’nin etkileri şu şekilde özetlenebilir:İslami Hareketlerin Yükselişi: İran İslam Devrimi, 1979 yılında gerçekleşti ve bu dönemde İslami hareketler Türkiye’de de etkinlik göstermeye başladı. İran’da gerçekleşen devrim, Türkiye’de İslami kimliklerin siyasal alanda daha görünür olmasına ve İslamcı düşüncenin etkisini artırmaya yol açtı.Ülkedeki Siyasal İstikrarsızlık ve Radikalizasyon: İran İslam Devrimi, Türkiye’deki sol ve sağ eğilimli siyasi gruplar üzerinde etkisi oldu. Özellikle sol görüşlü gruplar, İran modelini benimseyerek silahlı mücadele yollarına yöneldi. Türkiye’de çeşitli sol örgütlerin silahlı eylemleri arttı ve ülkedeki siyasal istikrarsızlık ve radikalizasyon artış gösterdi.Sosyal ve Kültürel Etkiler: İran İslam Devrimi, Türkiye’deki toplumsal ve kültürel yapı üzerinde de etkili oldu. İslami değerlerin güçlenmesiyle birlikte, geleneksel İslami pratikler ve kıyafetler gibi unsurlar daha fazla görünür hale geldi. Türkiye’de başörtüsü tartışmalarının artması da bu döneme denk gelir.Komşu Ülke Algısı ve İran’la İlişkiler: İran İslam Devrimi sonrasında İran, Türkiye’nin komşu ülke algısında da değişikliklere neden oldu. Türkiye’nin batılılaşma sürecinden farklı bir yol izlediğini gösteren ve bölgesel bir güç haline gelen İran, Türkiye ile ilişkilerde de etkili bir aktör haline geldi. İkili ilişkilerde bazen yakınlaşma, bazen de gerilimler yaşandı.Bu etkilerin yanı sıra, İran İslam Devrimi sonrası Türkiye’de İran yanlısı ve İran karşıtı grupların ortaya çıkması, İran’ın bölgesel politikalarının Türkiye’yi etkilemesi gibi birçok farklı etkileşim ve dinamik yaşandı.%%%%%%%Tarihin akışı içerisinde iranla ne gibi savaşlar yaptık ve sonuçları ne oldu?Türkiye tarihinin farklı dönemlerinde İran ile çeşitli savaşlar yapmıştır. İşte bu savaşlardan bazıları ve sonuçları:Osmanlı-İran Savaşı (1578-1590): Safevî Devletiyle yapılan bu savaşta Osmanlılar, Tebriz’i ele geçirdi ve Halep Antlaşması ile savaşı sona erdirdi. Sonuç olarak Osmanlılar, İran üzerindeki nüfuzlarını arttırdılar.Osmanlı-İran Savaşı (1730-1736): Nadir Şah’ın tahta geçmesiyle başlayan bu savaşta Osmanlılar, Bağdat’ı geri aldı ve Kasr-ı Şirin Antlaşması ile savaşı sonlandırdılar. Sonuç olarak Osmanlılar, İran’daki etkinliklerini sürdürdüler.Osmanlı-İran Savaşı (1821-1823): Bu savaşta Elazığ, Diyarbakır, Van gibi şehirlerde çarpışmalar yaşandı. Erzurum Antlaşması ile savaş sona erdi ve sınır anlaşmazlıkları belirlendi. Sonuç olarak sınırlar nisbi olarak değişti, ancak iki ülke arasındaki gerginlik devam etti.İran-Irak Savaşı (1980-1988): İran ile Irak arasında gerçekleşen bu savaş, iki ülkenin arasındaki siyasi ve dini farklılıklardan kaynaklanıyordu. Uzun ve kanlı bir savaş olan bu çatışma sonucunda, milyonlarca insan hayatını kaybetti ve her iki taraf da ağır kayıplar verdi. Savaş sonucunda, sınırlar önceden olduğu gibi kaldı ve statüko korundu.Bu savaşlar, Türkiye ile İran arasındaki ilişkileri etkiledi ve zaman zaman gerilimlere neden oldu. Ancak her iki ülke de tarih boyunca birçok kez işbirliği yapma ve ilişkileri normalleştirme çabalarında bulunmuştur. Günümüzde Türkiye ve İran, pek çok alanda işbirliği yaparak ilişkilerini geliştirmektedir.%%%%%%^Batı’nın ve İsrail’in İran politikaları nelerdir?Batı’nın ve İsrail’in İran politikaları oldukça karmaşıktır ve zaman içerisinde değişiklik gösterebilir. Ancak genel olarak, Batı ve İsrail, İran’ın nükleer programı, İslam Devrimi sonrasında desteklediği terör örgütleri ve Orta Doğu’daki bölgesel etkisinin azaltılması gibi konular nedeniyle İran’a karşı sert bir tutum takınmışlardır.Batı ülkeleri, özellikle Amerika Birleşik Devletleri, İran’ı uluslararası toplumun normlarına uymaya ve nükleer programını sivil amaçlarla sınırlamaya çağırmıştır. Bu bağlamda, Batı ülkeleri İran’a yönelik çeşitli yaptırımlar uygulamış ve uluslararası anlaşmalardaki taahhütlerini takip etmelerini sağlamak için baskı yapmışlardır. Ayrıca, Batı ülkeleri, İran’ın bölgesel etkisini de sınırlamak için müttefikleriyle işbirliği yapmış ve İran’a karşı bölgesel müttefiklerini desteklemiştir.İsrail ise İran’ın bölgesel güç olma hedeflerinden dolayı İran’a karşı sert bir politika izlemektedir. İsrail, İran’ın nükleer programının sivil amaçlarla sınırlı olmadığına inanmakta ve İran’ın İsrail’in varlığına tehdit oluşturduğunu düşünmektedir. İsrail, İran’ın desteklediği terör örgütleri, özellikle Hizbullah’ın Güney Lübnan’da faaliyet göstermesini ve İran’ın Suriye üzerinden İsrail’e yönelik tehditlerini de ciddi bir şekilde ele almaktadır. İsrail, İran’a karşı stratejik çıkarlarını korumak için gerektiğinde askeri operasyonları da dahil olmak üzere farklı yöntemler kullanmaktadır.Ancak, Batı ve İsrail’in İran politikaları karmaşık ve değişken olabilir. Diplomatik müzakereler, uluslararası gelişmeler ve güvenlik endişeleri gibi faktörler, politikaların değişmesine yada yumuşamış bir tutum takınmasına yol açabilir.%%%%%%%%%

Loading

No ResponsesEylül 1st, 2023

İslam hukuku feraiz bölümü neyi ele almaktadır?

İslam hukuku feraiz bölümü neyi ele almaktadır?

İslam hukuku, feraiz bölümü miras hukukunu ele alır. Bu bölüm, bir kişinin ölümü durumunda mal varlığının nasıl mirasçılara dağıtılacağını ve mirasçılara düşen payları belirler.

İslam hukukunda miras taksimi nasıl yapılır?

İslam hukukunda miras taksimi, feraiz yani miras hukuku kurallarına göre belirlenir. Miras taksimi yapılırken aşağıdaki temel adımlar göz önünde bulundurulur:

Mirasçıların Belirlenmesi: İslam hukukuna göre, mirasçılar önceden belirlenmiş kategorilere göre sıralanır. Bunlar genellikle çocuklar, eş, anne-baba, büyük ebeveynler, kardeşler ve diğer akrabalardır.

Miras Paylarının Hesaplanması: Mirasçılara düşen paylar, İslam hukukuna göre belirlenen oranlar doğrultusunda hesaplanır. İslam hukukunda farklı ilişkiler ve statüler için farklı miras payı oranları belirlenmiştir.

Mirasçılara Dağıtım: Miras taksimi, belirlenen oranlar çerçevesinde gerçekleştirilir. Öncelikle borçlar ve diğer öncelikli masraflar düşüldükten sonra kalan miras malı mirasçılar arasında dağıtılır.

Kadınların ve Erkeklerin Miras Hakları: İslam hukukunda kadınlar ve erkekler arasında miras payları farklıdır. Bu farklılık, aynı derecedeki erkek ve kadın mirasçılar arasında geçerlidir.

İslam hukuku, farklı mezheplere göre miras taksimi konusunda farklı yorumlar içerebilir. Bu nedenle, detaylı bilgi için ilgili mezhebin görüşlerine başvurmanız önemlidir.

***************

İslam hukukunda ölen kişinin mallarının taksiminde kime ne kadar verilir?

İslam hukukunda ölen kişinin mallarının taksimi, mirasçıların ilişkilerine ve statülerine göre belirlenen oranlar doğrultusunda yapılır. Temelde mirasçıların sırası ve alacakları paylar aşağıdaki gibi düzenlenmiştir:

Çocuklar: Ölen kişinin çocuklarına mirasın yarısı ayrılır. Eğer sadece bir çocuk varsa, mirasın yarısı ona verilir. Birden fazla çocuk varsa, mirasın yarısı tüm çocuklar arasında paylaştırılır.

Eş (Koca veya Karı): Eğer ölen kişi bir eş bırakmışsa, koca veya karıya mirasın dörtte biri ayrılır.

Anne-Baba: Ölen kişi anne veya baba ya da her ikisini de bırakmışsa, mirasın geri kalanı onlara ayrılır. Eğer sadece anne veya baba varsa, mirasın üçte biri ona verilir.

Büyük Ebeveynler: Eğer ölen kişi büyük ebeveynleri bırakmışsa, mirasın altıda biri onlara ayrılır.

Kardeşler: Eğer ölen kişi kardeşleri bırakmışsa, mirasın geri kalanı onlara ayrılır. Eğer sadece erkek kardeşler varsa, kız kardeşlere miras hakkı yoktur.

Diğer Akrabalar: Daha uzak akrabalara da miras payları ayrılmıştır, ancak bu durum öncelikli mirasçıların paylarını etkilemez.

İslam hukukunda kadın ve erkek mirasçılar arasında pay farklılıkları bulunmaktadır. Örneğin, bir erkek çocuğunun payı, kız çocuğunun payından genellikle daha büyük olabilir.

Mirasın taksimi, yerel yasalar ve mezheplere göre değişiklik gösterebilir. Detaylı ve kesin bilgi için ilgili mezhebin görüşlerine veya yerel yetkililere başvurmanız önemlidir.

****************

Kuran-ı Kerim’de miras ile ilgili ayetler

Kuran-ı Kerim’de mirasla ilgili ayetler bulunmaktadır. İşte bazı mirasla ilgili ayetler:

Nisa Suresi, Ayet 11:
“Allah size çocuklarınızın mirasını şöyle tavsiye eder: Erkek çocuğa, iki dişinin payı kadar; eğer (ölenin) çocuğu yoksa ve (ancak) kız kardeşi varsa, o zaman ona iki kız kardeşin payı kadar. Eğer kardeşi erkek ve kız ise, o zaman erkeğe dişinin yarısı kadar. Allah sizin düşündüğünüzü yapar.”

Nisa Suresi, Ayet 12:
“Oğullarınızı sizin için birer mal gibi edinmek istemenizden dolayı size düşen kısım (miras payı) daha azdır. Analarınızın malından pay almak ve onların nezdinde de bir kısım daha düşer. Eğer çocukları yoksa, o zaman ananızın mirasında sizin için daha fazla bir pay vardır.”

Nisa Suresi, Ayet 176:
“Onlar senden fetva isterler. De ki: “Allah size, miras konusunda, çocuklarınıza ölen kişinin mirasında paylarını: İki dişi hisse olarak erkeğin payını belirtiyor. Eğer çocukları yoksa ve kendisi (mirasçı olarak) kız kardeşse, ona iki kız kardeşin payı düşer. Eğer çocukları yoksa ve (sadece) kardeşleri varsa, o zaman erkek kardeşe bir hisse düşer. Annesi ve babası da birbirine miras bırakanın (yani ölenin) malından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yoksa ve (yalnız) annesi varsa, o zaman annesine üçte bir düşer. Çocuğu olursa, anne-babanın (mirasından) her birinin altıda bir hissesi vardır. Bu (hükümler), ölenin (borçlarından) sonraki paylaştırmadan meydana gelmiştir. Babalarınız, oğullarınız ve kardeşleriniz (miras hakkında) ne getirirseniz, bilin ki Allah onda bir hüküm koyucudur. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, yumuşak (hüküm ve hikmet sahibi) olandır.”

Bu ayetler, İslam hukukunda miras taksimini ve mirasçılara düşen payları belirlemek amacıyla rehberlik sağlar.

*************

Miras ile ilgili Hadisler

Miras ile ilgili İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hadislerinde de birçok bilgi yer almaktadır. İşte mirasla ilgili bazı hadisler:

Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: “Bir kadın gelip, ‘Ey Allah’ın Elçisi! Babam vefat etti, annem, üç kız kardeşim ve ben varız. Babamdan bize yetecek kadar mal kalmadı. Kız kardeşlerime nasıl paylaştırabilirim?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v) ona, ‘Babandan geriye bir pay düşmez’ buyurdu. Kadın aynı soruyu birkaç defa tekrarladı ve her defasında Hz. Peygamber (s.a.v) aynı cevabı verdi.” (Buhari, Cihad 135; Müslim, Miras 11)

Hz. İbnu Abbas (r.a) anlatıyor: “Bir kadın gelip, ‘Ey Allah’ın Elçisi! Kocam hicret etti. Benim de bir kızım var. (Miras payını) nereden vereyim?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v), ‘Kocan vefat edinceye kadar bekleyeceksin. Oğlun olursa ondan, oğlun olmazsa kızından alırsın’ buyurdu.” (Buhari, Cihad 135; Müslim, Miras 13)

Hz. İbnu Ömer (r.a) anlatıyor: “Bir adam Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelip, ‘Babam vefat etti. Bana iki kız kardeşim ve annem mirasçı oldu. Babamdan başka hiç kimse yok. Kız kardeşlerime nasıl pay veririm?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v), ‘Babandan başka hiç kimse yok mu?’ diye sordu. Adam, ‘Evet’ dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) ona, ‘Anne-babanın malının beşte birini kız kardeşlerine paylaştır’ buyurdu.” (Buhari, Miras 3; Müslim, Miras 7)

Bu hadisler, mirasın nasıl paylaştırılması gerektiği konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) rehberliğini göstermektedir. İslam hukukunun temel kaynaklarından biri olan hadisler, miras hukuku konusunda da önemli bilgiler sunmaktadır.

Bak. https://www.yenisafak.com/islam-sanatlari/varise-vasiyet-yoktur-4552123

 

Loading

No ResponsesEylül 1st, 2023

Türkiye’de bulunan kripto Gregoryanlar

Türkiye’de bulunan kripto Gregoryanlar.[1]


Türkiye’de bulunan Gregoryanlar, Anadolu’da Hristiyan inancının Doğu Ortodoks mezhebine mensup olan kişileri ifade eder. Gregoryanlar, Türkiye’nin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğun olarak yaşamaktadır. Bu bölgelerdeki köylerde ve büyük şehirlerde, özellikle Hatay, Mardin ve Şanlıurfa gibi illerde Gregoryan cemaatleri bulunmaktadır. Bu cemaatler, tarihi kiliseler ve manastırlar üzerinden Hristiyan ibadetlerini yapmaktadır. Türkiye’deki Gregoryanlar, Anadolu’nun tarihi ve kültürel dokusunun önemli bir parçasıdır.

%%%%%%^

Türkiye’de bulunan kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri nelerdir?

Türkiye’de bulunan kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri belirli bir grup üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak genel olarak kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri şu şekilde sıralanabilir:

Temsil ve Lobici Faaliyetler: Kripto Ermeniler, siyasette Ermeni diasporasının çıkarlarını temsil etme ve savunma amacıyla lobi faaliyetleri yürütmektedir. Bu faaliyetler aracılığıyla siyasi karar süreçlerine müdahale etme ve Ermeni çıkarlarını savunma çabası içerisindedirler.

Yerel ve Ulusal Düzeyde Etki: Kripto Ermeniler, siyasi partilere üye olma ve aktif bir şekilde siyasete katılma hakkına sahiptir. Dolayısıyla yerel ve ulusal düzeyde etkilerini gösterme imkânına sahiptirler. Bu kapsamda, siyasi parti üyeliği ve adaylık gibi faaliyetlerde bulunarak siyasete etki edebilirler.

Dış Politikada Rol Oynama: Kripto Ermeniler, dış politika alanında Ermenistan’ın ve Ermeni diasporasının çıkarlarını savunma amacıyla etkileşimde bulunabilirler. Bu etkileşimler, diaspora örgütleri, STK’lar ve diğer platformlar aracılığıyla gerçekleşebilir.

Uluslararası İlişkilerde Görünürlük: Kripto Ermeniler, uluslararası platformlarda Ermeni sorununun çözümüne katkıda bulunacak çabalar gösterebilirler. Bu kapsamda, uluslararası toplantılara katılma, söz hakkı elde etme ve diaspora etkisini uluslararası ilişkilerde görünür kılma gibi faaliyetlerde bulunabilirler.

Öte yandan, kripto Ermenilerin sayısal olarak az olmaları ve Ermeni meselesinin Türk kamuoyu ve siyasetinde hassas bir konu olması nedeniyle, siyasi etkileri genel olarak kısıtlı olabilir. Ancak, aktif bir şekilde siyasete katılmaları ve lobi faaliyetlerinde bulunmaları, siyasi arenada dikkate alınmalarını sağlayabilir.

@@@@@@#

Türkiye’de bulunan kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri nelerdir diye soruyorsunuz. Bu konu hakkında internette birçok haber, makale ve yorum bulunmaktadır. Ben size bunlardan bazılarını özetleyerek anlatmaya çalışacağım.

Kripto Ermeni, kendini Türk, Kürt veya Alevi olarak gizleyen Ermeni kökenli kişi veya aile anlamına gelmektedir. Bu terim, 1915 yılında Osmanlı Devleti tarafından uygulanan Ermeni tehciri sırasında veya sonrasında asimile olan veya zorla Müslümanlaştırılan Ermeniler için kullanılmaktadır. Kripto Ermenilerin sayısı ve kimlikleri kesin olarak bilinmemektedir, ancak bazı araştırmacılar Türkiye’de 37 bin 55 kripto Ermeni ailenin yaşadığını iddia etmektedir1.

Kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri ise tartışmalı bir konudur. Bazı görüşlere göre, kripto Ermeniler Türkiye’nin bölünmesine ve Ermeni meselesinin uluslararası alanda gündeme gelmesine hizmet eden gizli bir güçtür. Bu görüşü savunanlar, kripto Ermenilerin PKK, HDP, CHP gibi siyasi partilerde veya sivil toplum kuruluşlarında yer aldıklarını ve Türkiye karşıtı faaliyetler yürüttüklerini öne sürmektedir23. Bu görüşün temsilcilerinden biri olan ASİMDER Genel Başkanı Göksel Gülbey, kripto Ermenilerin Alevilik üzerinden Türkiye’yi bölmeye çalıştıklarını ve cemevi tartışmasını çıkaranların da kripto Ermeniler olduğunu söylemiştir1.

Bazı görüşlere göre ise, kripto Ermeniler Türkiye’nin demokratikleşmesine ve çoğulculuğuna katkı sağlayan bir unsur olarak görülmelidir. Bu görüşü savunanlar, kripto Ermenilerin aslında Türk toplumunun bir parçası olduğunu ve kendilerini gizlemek zorunda kalmalarının tarihsel ve sosyal nedenleri olduğunu belirtmektedir. Bu görüşün temsilcilerinden biri olan gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, kripto Ermenilerin Türkiye’nin zenginliği olduğunu ve onların açığa çıkmasının Türkiye-Ermenistan ilişkilerine de olumlu yansıyacağını ifade etmiştir.

Sonuç olarak, Türkiye’de bulunan kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri farklı bakış açılarıyla değerlendirilmektedir. Bu konuda kesin bir yargıya varmak zor olabilir, ancak önemli olan kripto Ermenilerin de insan haklarına saygılı bir şekilde yaşamalarını sağlamaktır.

%%%%%%%%%

Türkiye’de bulunan kripto Gregoryanlar hakkında bilgi verir misiniz

Kripto Gregoryanlar, Türkiye’de yaşayan ve gizli olarak Gregoryan Kilisesi’ne bağlı olan bir grup insanı ifade eder. Bu terim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Gregoryan Ermenilerin asimilasyonu ve baskısı sonucu ortaya çıkmıştır. Kripto Gregoryanlar, kimliklerini gizlemek için Müslüman isimleri kullanmış, camilere gitmiş ve Ramazan orucu tutmuşlardır. Ancak, evlerinde gizlice Gregoryan ibadetlerini sürdürmüşlerdir. Kripto Gregoryanlar, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır. Özellikle Kayseri, Sivas, Malatya, Elazığ, Gaziantep ve Adana gibi şehirlerde yoğunlaşmışlardır1.

Kripto Gregoryanlar hakkında çok fazla bilimsel araştırma yapılmamıştır. Ancak, bazı akademisyenler ve gazeteciler bu konuyu incelemiş ve kripto Gregoryanlarla röportajlar yapmıştır. Örneğin, Ara Sarafian2, Ayşe Gül Altınay3, Ayşe Hür ve Rober Koptaş gibi isimler kripto Gregoryanların tarihini, kültürünü ve kimlik sorunlarını ele almışlardır.

Kripto Gregoryanlar, Türkiye’de azınlık haklarına sahip değildir. Bu nedenle, kimliklerini açığa vurmak isteyenler çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Bazı kripto Gregoryanlar, Ermeni Kilisesi’ne resmi olarak kaydolmak istemektedir. Ancak, bunun için nüfus cüzdanlarında din hanesinin değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da bürokratik engeller ve sosyal baskı nedeniyle kolay olmamaktadır. Ayrıca, kripto Gregoryanların soykırım travması, ayrımcılık ve asimilasyon gibi sorunlarla da baş etmek zorunda oldukları belirtilmektedir.

Kripto Gregoryanlar, Türkiye’deki çok kültürlülüğün bir parçasıdır. Onların varlığı ve hakları tanınmalı ve korunmalıdır. Kripto Gregoryanların tarihi ve kültürü hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size aşağıdaki kaynakları öneririm:

[Kripto Ermeniler: Türkiye’nin Gizli Kalan Gerçeği], Ara Sarafian
[Unutulanlar, Hatırlananlar: Ermeni Kadınlarına Yönelik Şiddet], Ayşe Gül Altınay
[Türkiye’de ‘kripto Ermeniler’ var mı?], Ayşe Hür
[Türkiye’deki Kripto Ermeniler], Rober Koptaş

%%%%%%%%

Türkiye’de bulunan kripto yahudler hakkında bilgi verir misiniz

Kripto yahudiler, Türkiye’de yaşayan ve gizli olarak Yahudiliği uygulayan bir grup insanı ifade eder. Bu terim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Yahudilerin asimilasyonu ve baskısı sonucu ortaya çıkmıştır. Kripto yahudiler, kimliklerini gizlemek için Müslüman isimleri kullanmış, camilere gitmiş ve Ramazan orucu tutmuşlardır. Ancak, evlerinde gizlice Yahudi ibadetlerini sürdürmüşlerdir. Kripto yahudiler, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır. Özellikle İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Adana ve Antakya gibi şehirlerde yoğunlaşmışlardır1.

Kripto yahudiler hakkında çok fazla bilimsel araştırma yapılmamıştır. Ancak, bazı akademisyenler ve gazeteciler bu konuyu incelemiş ve kripto yahudilerle röportajlar yapmıştır. Örneğin, Rifat Bali2, Selim Nüzhet Gerçek3, Cengiz Sisman ve Aylin Koç gibi isimler kripto yahudilerin tarihini, kültürünü ve kimlik sorunlarını ele almışlardır.

Kripto yahudiler, Türkiye’de azınlık haklarına sahip değildir. Bu nedenle, kimliklerini açığa vurmak isteyenler çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Bazı kripto yahudiler, Yahudi cemaatine resmi olarak katılmak istemektedir. Ancak, bunun için nüfus cüzdanlarında din hanesinin değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da bürokratik engeller ve sosyal baskı nedeniyle kolay olmamaktadır. Ayrıca, kripto yahudilerin soykırım travması, ayrımcılık ve asimilasyon gibi sorunlarla da baş etmek zorunda oldukları belirtilmektedir.

Kripto yahudiler, Türkiye’deki çok kültürlülüğün bir parçasıdır. Onların varlığı ve hakları tanınmalı ve korunmalıdır. Kripto yahudilerin tarihi ve kültürü hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size aşağıdaki kaynakları öneririm:

Türkiye’deki Kripto Pakraduniler ve Kripto Yahudiler – HyeTert
Türkiye’deki Kripto Pakraduniler | Politika Dergisi

₺₺₺₺₺₺₺₺

Türkiye’de bulunan Selanik yahudileri hakkında bilgi verir misiniz

Selanik yahudileri, Türkiye’de yaşayan ve Selanik’ten göç etmiş olan bir Yahudi topluluğudur. Selanik, Osmanlı döneminde Yahudi kültürü açısından önemli bir merkezdi. 1492’de İspanya’dan sürülen Sefarad Yahudileri, Osmanlı’nın himayesinde Selanik’e yerleştiler ve kentin nüfusunun çoğunluğunu oluşturdular. Selanik Yahudileri, ticaret, sanat, eğitim ve siyaset alanlarında etkin rol oynadılar. Ayrıca, Sabetay Sevi gibi bazı dini liderler de Selanik’te ortaya çıktılar.

Selanik’in 1912’de Balkan Savaşları’nda Yunanistan’a kaybedilmesi, Selanik Yahudilerinin durumunu değiştirdi. Yunan yönetimi altında, Selanik Yahudileri asimilasyon baskısı ve ayrımcılıkla karşılaştılar. Birçok Yahudi aile, Türkiye’ye veya başka ülkelere göç etti. 1917’de çıkan büyük yangın, Selanik’in Yahudi mahallelerini harap etti. 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapıldı. Bu antlaşma kapsamında, Selanik’teki Müslümanlar Türkiye’ye, Türkiye’deki Rumlar ise Yunanistan’a gönderildi. Ancak, antlaşma Yahudileri kapsamadığı için, Selanik’te kalan Yahudilerin sayısı azaldı.

Selanik Yahudilerinin en büyük felaketi, Nazi işgali sırasında yaşandı. 1941-1944 yılları arasında, yaklaşık 50 bin Selanik Yahudisi toplama kamplarına gönderildi ve çoğu Auschwitz-Birkenau’da öldürüldü. Sadece 2000 kadar Selanik Yahudisi hayatta kaldı. Savaştan sonra, Selanik’e dönen Yahudilerin sayısı çok azdı ve kentteki Yahudi kültürü büyük ölçüde yok oldu.

Bugün Türkiye’de yaşayan Selanik yahudileri, Selanik’ten göç eden veya soykırımdan kurtulan ailelerin torunlarıdır. Türkiye’deki Yahudi nüfusunun önemli bir bölümünü oluştururlar. Selanik yahudileri, Türkçe’nin yanı sıra Ladino adı verilen bir Yahudi İspanyolcası da konuşurlar. Selanik yahudilerinin tarihi ve kültürü hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size aşağıdaki kaynakları öneririm:

Selanik’teki Yahudilerin tarihi –
Türkiye’de Yahudilik –
Selanik’in İspanya Yahudileri (Yerleşme, Yükseliş, Büyük Yıkım)

%%%%%%%

dünya tarihinde yahudilerin çıkardıkları fitne ve isyanlar nelerdir?

Yahudilerin dünya tarihinde çıkardıkları fitne ve isyanlar nelerdir sorunuzun cevabı için, size web arama sonuçlarını gösteriyorum. Bu sonuçlar, Yahudilerin tarih boyunca yaşadıkları çeşitli olaylar, savaşlar, sürgünler ve zulümler hakkında bilgi vermektedir. Ancak, bu sonuçlar tamamen objektif ve tarafsız olmayabilir. Bu nedenle, Yahudilerin tarihi hakkında daha derinlemesine ve dengeli bir şekilde öğrenmek isterseniz, farklı kaynakları karşılaştırmalı ve eleştirel bir şekilde okumalısınız.

Web arama sonuçlarından bazıları şunlardır:

Yahudi diasporası – Wikiwand: Bu sayfa, Yahudilerin dünya üzerinde dağılımını ve göçlerini anlatmaktadır. Yahudilerin ilk sürgünü M.Ö. 6. yüzyılda Babil Kralı Nebukadnezar tarafından gerçekleştirilmiştir. Daha sonra M.Ö. 2. yüzyılda Roma İmparatorluğu ile yaptıkları savaşlarda yenilmiş ve Filistin’den çıkarılmışlardır. Bu süreçte birçok Yahudi isyan etmiş, ancak bastırılmıştır. Örneğin, M.S. 66-73 yılları arasında Yahuda liderliğindeki Yahudi-Roma Savaşı’nda Kudüs Tapınağı yıkılmıştır. M.S. 132-135 yılları arasında ise Bar Kohba liderliğindeki ikinci Yahudi-Roma Savaşı’nda Yahudiler tamamen Filistin’den sürülmüştür1.
DERS TANITIMI – avys.omu.edu.tr: Bu sayfa, hak dinler olarak kabul edilen Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam hakkında bir ders tanıtımı sunmaktadır. Yahudilik bölümünde, Yahudilerin inanç esasları, ibadet şekilleri, mezhepleri ve kutsal günleri anlatılmaktadır. Ayrıca, Hz. Musa ve Yahudilerin kısa tarihi de verilmektedir2.
Dünyadaki Yahudilerin ülkelere göre nüfusu – Dünya haberleri: Bu sayfa, dünyada yaşayan Yahudilerin hangi ülkelerde ne kadar olduğunu gösteren bir liste sunmaktadır. Listenin başında İsrail (6 milyon), ABD (5 milyon) ve Fransa (500 bin) gelmektedir. Türkiye’de ise yaklaşık 17 bin Yahudi yaşamaktadır3.

%%%%%%%%

dünya tarihi boyunca Ermenilerin çıkardıkları fitne ve isyanlar nelerdir?

Dünya tarihi boyunca Ermenilerin çıkardıkları fitne ve isyanlar nelerdir sorunuzun cevabı için, size web arama sonuçlarını gösteriyorum. Bu sonuçlar, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nda ve I. Dünya Savaşı’nda yaptıkları ayaklanmalar, savaşlar, katliamlar ve sürgünler hakkında bilgi vermektedir. Ancak, bu sonuçlar tamamen objektif ve tarafsız olmayabilir. Bu nedenle, Ermenilerin tarihi hakkında daha derinlemesine ve dengeli bir şekilde öğrenmek isterseniz, farklı kaynakları karşılaştırmalı ve eleştirel bir şekilde okumalısınız.

Web arama sonuçlarından bazıları şunlardır:

Ermeni isyanları – Vikipedi: Bu sayfa, Ermeni isyanlarının nedenlerini, gelişimini, sonuçlarını ve taraflarını anlatmaktadır. Ermeni isyanları, Taşnak, Armenakan, Hınçak gibi Ermeni milliyetçi partilerinin Osmanlı Devleti’ne karşı yürüttüğü silahlı mücadelelerdir. Bu partiler, Doğu Anadolu’da Ermeni devleti kurmak için hem Osmanlı’ya hem de Müslüman halka karşı saldırılar düzenlemişlerdir. Ayrıca, Rusya’nın desteğini almak için Rus ordusuna katılmış veya yardım etmişlerdir. Ermeni isyanları, 24 Nisan 1915’te başlayan Ermeni Kırımı’nın önemli bir sebebi olarak görülmektedir1.
VAN’DA ERMENİ İSYANLARI (1896-1916) – Sakarya Üniversitesi: Bu sayfa, Van’da yaşanan Ermeni isyanlarının tarihçesini ve etkilerini anlatmaktadır. Van, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı ve ayaklandığı bir şehirdir. 1896’da başlayan ve 1916’ya kadar devam eden isyanlarda, Van’daki Ermeniler hem Osmanlı askerleriyle hem de Müslüman halkla çatışmışlardır. İsyanların en büyüğü 1915’te yaşanmıştır. Bu isyanda, Van’daki Ermeniler Rus ordusunun yardımıyla şehri ele geçirmişler ve binlerce Müslümanı katletmişlerdir2.
Ermeni isyancıları 300 tüfek ve 1.000 tabanca ile 1.500 gönüllü Ermeni ile 30.000’i bulan Ermeni Vanlılar ve 15.000 Ermeni mültecinin korunmasını üstlenmiş: 1915’teki Van isyanında Ermenilerin sahip oldukları silahlar ve insan sayısı verilmektedir3.

 

[1] Bak. https://www.facebook.com/100001471524516/posts/pfbid02c5EoKWZ6Fw5iFDc83LeP2svmtPuQpD4ZZWEZekTFMg8yUyu6pE6dSxDpwvW9Et1gl/?mibextid=Nif5oz

https://www.facebook.com/1273037395/posts/pfbid0My9RL5TKbLAbnxTocRh3ve7fMu7YsDNPRMNrkf1EsHRBzkHPgaSwQvj1EVtytq6cl/?mibextid=Nif5oz

 

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

Fransa’nın Afrika’daki sömürgeciliği

Fransa’nın Afrika’daki sömürgeciliği
Fransa, tarihsel olarak Afrika’da geniş bir sömürge imparatorluğu kurmuştur. 19. ve 20. yüzyıllarda Fransız sömürgeciliği, günümüzdeki birçok Afrika ülkesini etkilemiştir. Fransızlar, ekonomik çıkarlar ve yeraltı kaynakları için bu bölgeleri sömürgeleştirmiş, kültürel ve siyasi etkilerini sürdürmüşlerdir. Bu durum, sömürge sonrası dönemde de etkilerini sürdürmüş ve bazı Afrika ülkelerinin bağımsızlık ve gelişim süreçlerini etkilemiştir.%%%%%%%%%Fransa’nın Afrika’daki sömürgecilik yıllarıFransa’nın Afrika’daki sömürgecilik yılları, 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Fransızların Afrika’daki sömürge faaliyetleri, birçok Afrika ülkesinin bugünkü sınırlarını oluşturan kolonilerin kurulmasıyla başlamıştır.Bölgedeki ilk Fransız yerleşimi, 1830 yılında Cezayir’in işgal edilmesiyle gerçekleşti. Cezayir, Fransızların Afrika’daki en önemli ve uzun süreli sömürgelerinden biri oldu. Diğer önemli sömürgeler arasında Senegal, Mali, Burkina Faso, Nijer, Nijerya, Fildişi Sahili, Benin, Togo, Çad, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Gabon, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Madagaskar ve Komor Adaları bulunmaktadır.Fransız sömürgeciliği, bölgedeki yerli halkları ekonomik sömürüye tabi tutarken aynı zamanda kültürel asimilasyon politikaları uygulamıştır. Fransız yerleşimciler ve yöneticiler, yerli halkları Fransızca ve Fransız kültürüne asimile etmeye çalışmışlardır. Ayrıca, yerli halklara Fransız vatandaşlığı vermek için baskı uygulamışlar ve bu şekilde yerli halkları Fransız sömürge imparatorluğuna bağımlı hale getirmişlerdir.Fransız sömürgeciliği, özellikle ekonomik çıkarlar doğrultusunda en değerli kaynaklara sahip olan bölgelerde yoğunlaşmıştır. Özellikle madenler, tarım alanları ve doğal kaynaklar sömürgeciler için büyük önem taşımıştır. Bu kaynaklar, Fransa’nın kendi sanayi ve ekonomisini güçlendirmek için kullanılmıştır.Fransız sömürgeciliği, 20. yüzyılın ortalarında başlayan bağımsızlık hareketleri ile son bulmuştur. Birçok Afrika ülkesi, Fransa’dan bağımsızlık elde etmiştir. Ancak, bu bağımsızlık süreci sancılı olmuş ve bazıları için hala etkileri devam etmektedir. Fransız sömürgeciliğinin mirası, Afrika ülkelerinin ekonomik, siyasi ve sosyal yapısının şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.#######Fransa Afrika’da nereleri ve neleri sömürmüştür?Fransa, tarihi boyunca Afrika’nın birçok bölgesinde sömürgeci politikalar uygulamıştır. İşte Fransa’nın Afrika’da sömürdüğü başlıca bölgeler ve sömürdükleri:Cezayir: Fransa, 19. yüzyılın başında Cezayir’i işgal etmiş ve 132 yıl boyunca sömürgeci yönetim altında tutmuştur. Cezayir, Fransa’nın tarım ve maden kaynakları açısından önemli bir bölge olarak görülmüştür.Senegal ve Batı Afrika: Fransa, 17. yüzyıldan itibaren Senegal’de koloniler kurmaya başlamıştır. Senegal, Batı Afrika’nın birçok bölgesi ile birlikte Fransız Batı Afrika’sı adı altında toplanmıştır. Bu bölgede kauçuk, palmiye yağı ve yeraltı kaynaklarına yönelik sömürü yapılmıştır.Madagaskar: Fransa, 19. yüzyılın ikinci yarısında Madagaskar’ı işgal ederek burayı bir sömürge haline getirmiştir. Adada tarım, gıda ürünleri ve kahve üretimine dayalı sömürü politikaları uygulanmıştır.Orta Afrika: Fransa, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Orta Afrika’nın bazı bölgelerini işgal etmiştir. Bu bölgede elmas, altın ve diğer maden kaynakları ekonomik çıkarlar için kullanılmıştır.Sahra Altı Afrika: Fransa, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Sahra Altı Afrika’da birçok bölgeyi işgal etmiştir. Bu bölgelerde kauçuk, palmiye yağı, kakao ve mısır gibi tarım ürünleri sömürülmüştür. Aynı zamanda altın, uranyum, bakır, demir ve diğer maden kaynakları da sömürülmüştür.Bu bölgelerde tarım, madencilik ve diğer kaynakların sömürülmesiyle birlikte yerel halklar üzerinde kültürel, ekonomik ve siyasi baskılar uygulanmıştır. Fransa’nın sömürgeci politikaları, Afrika’daki yerel halkların kendi kaynaklarından yoksun bırakılmasına ve bazen de zorla çalışmaya zorlanmasına neden olmuştur. Bu dönemde yerli nüfuslar zorla yerlerinden edilerek, siyasi ve sosyal yapıları Fransız yönetiminin kontrolü altına alınmıştır. Bugün Afrika’nın birçok ülkesinde Fransız birikimlerinin etkileri hala hissedilmektedir.₺₺₺₺₺₺₺Fransa’nın zulümlerle dolu tarihteki kirli siciliFransa, tarih boyunca birçok zulmü içeren bir sicile sahiptir. Bu zulümler çeşitli dönemlerde gerçekleşmiş olup, farklı nedenlere dayanmaktadır. İşte Fransa’nın tarihteki kirli sicilinde yer alan bazı olaylar:Haçlı Seferleri: Fransa, 11. ve 13. yüzyıllar arasında düzenlenen Haçlı Seferleri’ne aktif bir şekilde katılmıştır. Bu seferler sırasında Müslümanların yaşadığı topraklara saldırılar düzenlenmiş, pek çok kişi katledilmiş ve yerle bir edilmiştir.Jeanne d’Arc’ın İdamı: Fransız milliyetçisi Jeanne d’Arc, İngiliz hakimiyetine karşı Fransız direnişinin sembol isimlerinden biridir. Ancak 1431 yılında, Casusluk suçlamasıyla kilise tarafından yakalanarak yakılmıştır.Köle Ticareti: Fransa da zamanında köle ticaretinin yoğun olarak yapıldığı ülkelerden biridir. Özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda, Fildişi Sahili ve Gine Körfezi’nden getirilen köleler Fransa’da satılıp kullanılmıştır.Fransız Devrimi: Fransız Devrimi, 1789-1799 yılları arasında gerçekleşen ve monarşiyi deviren bir olaydır. Ancak bu devrim sürecinde pek çok masum insan öldürülmüş, infazlar ve idamlar artmıştır.Cezayir Savaşı: 1954-1962 yılları arasında gerçekleşen Cezayir Savaşı, Fransa’nın Cezayir üzerindeki sömürgeci politikalarına karşı gerçekleşen bir bağımsızlık hareketidir. Bu dönemde Fransız askerleri birçok insanı katletmiş, işkenceler yapmış ve köyleri yerle bir etmiştir.Ruanda Soykırımı: 1994 yılında gerçekleşen Ruanda Soykırımı’nda, Hutu etnik grubu Tutsilere karşı bir soykırım gerçekleştirmiş ve bu dönemde yüz binlerce kişi öldürülmüştür. Fransa, bu süreçte Hutu hükümetine destek vermiş ve soykırımın gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur.Bu olaylar, Fransa’nın tarihindeki sadece birkaç örnek olup, ülkenin sicili zulümlerle doludur. Ancak bu olumsuz olaylarla birlikte Fransa’nın kültürel ve sanatsal açıdan da zengin bir geçmişi olduğunu unutmamak gerekmektedir.%%%%%%%%Fransa’nın İslam ülkeleri üzerinde uyguladığı politikaları nelerdir?Fransa’nın İslam ülkeleri üzerinde uyguladığı politikalar çeşitli alanlarda farklılık gösterebilir. Bunlardan bazıları şunlardır:Laiklik İlkesi: Fransa, laik bir devlettir ve herhangi bir dini kurumun devlet işlerine müdahalesine izin vermez. Bu nedenle Fransa’nın İslam ülkeleriyle ilişkilerinde laiklik ilkesini koruma amacı güden politikalar izlenebilir.İslamafobia ve Radikalleşmeyle Mücadele: Fransa, son yıllarda terör saldırıları ve radikal İslamcı faaliyetlerle mücadele etmek için çeşitli politikalar uygulamıştır. Bu politikalar, İslami radikalizmin yayılmasını önlemek amacı taşırken, aynı zamanda İslamafobia olarak adlandırılan İslam karşıtı düşünceleri ve eylemleri de engellemeyi hedefler.Göç Politikaları: Fransa, İslam ülkelerinden gelen göçmenlerle ilgili olarak çeşitli politikalar uygulamaktadır. Göçmen akışını kontrol etmek ve entegrasyonu sağlamak amacıyla göçmenlik politikaları ve entegrasyon çabaları yürütülürken, aynı zamanda güvenlik endişeleri de dikkate alınır.Diplomatik İlişkiler: Fransa, İslam ülkeleriyle diplomatik ilişkilerini ekonomik, askeri veya politik anlaşmalarla şekillendirebilir. Bu anlaşmalar çeşitli alanlarda işbirliği, yatırım, ticaret veya güvenlik konularında olabilir. Fransa, bazı İslam ülkeleriyle stratejik ortaklık ilişkileri de geliştirebilir.İslamofobiyle Mücadele: Fransa, İslamofobiye karşı mücadelede öncü bir ülke olarak kabul edilir. İslamofobiye karşı yasal düzenlemeler yapılmış, cami yapımlarına izin verilmiş ve İslam karşıtı söylemler veya eylemlerle mücadele eden birçok sivil toplum örgütü desteklenmiştir.Bu noktada belirtmek gerekir ki, Fransa’nın İslam ülkeleri üzerinde uyguladığı politikalar genel olarak ülkenin çıkarları, güvenlik kaygıları ve laiklik ilkesi doğrultusunda şekillenir. Ancak politikalar zaman içinde değişebilir ve farklı dönemlerde farklı yaklaşımlar benimsenebilir.%%%%%%%Başta Türkiye olmak üzere Fransa’nın İslam ülkelerinde laikliği yerleştirmesinin temel amacı nedir?Fransa gibi laik bir ülkenin İslam ülkelerinde laikliği yerleştirmeye yönelik çabalarının temel amacı, din ve devlet işlerinin ayrı olduğu, bireylerin inanç özgürlüğünü koruyan, toplumsal düzeni ve hukukun üstünlüğünü sağlayan bir yapı oluşturmaktır. Bu çabaların günümüzde özellikle radikalizm ve aşırılıkçılıkla mücadele, demokrasi ve insan haklarının yaygınlaştırılması, toplumsal barışın ve eşitliğin sağlanması gibi hedeflerle ilişkisi vardır.Fransa’da laiklik, 1905 yılında kabul edilen Laiklik Yasası ile resmen kabul edilmiş ve bu yasa, Hristiyanlık gibi toplumun diğer kesimlerini de kapsayarak farklı dinlere ve inançlara eşit mesafede durulmasını sağlamayı hedeflemiştir. Fransa, kendi içinde farklı dini grupların ve inançların barış içinde yan yana yaşamasını sağlamak için laikliği benimsemiştir.Fransa’nın İslam ülkelerine yönelik laiklik çabaları ise genellikle iki farklı nedenle ilişkilendirilebilir:Laiklik İdeallerinin Yayılması: Fransız laikliği, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması, bireylerin inanç özgürlüğüne saygı gösterilmesi, demokrasi ve insan haklarının korunması gibi idealleri kapsamaktadır. Fransa, bu değerleri ve demokratik yapısını İslam ülkelerine yayarak demokrasi, insan hakları ve toplumsal düzenin güçlenmesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir.Radicalization and Extremism Concerns: Fransa, son yıllarda yaşanan terör saldırıları ve radikalleşme eğilimleri nedeniyle İslam ülkelerindeki laiklik çabalarını artırmıştır. Terörle mücadele, aşırılıkçılığın önlenmesi ve toplumsal uyumun sağlanması amacıyla laiklik, Fransa tarafından bir savunma mekanizması olarak görülmektedir. Fransa, İslam ülkelerindeki dini kurumları ve radikalizme eğilimli grupları denetlemek ve kontrol altında tutmak için laiklik prensiplerini benimsemeyi önemli bir adım olarak görmektedir.Bu nedenlerle, Fransa’nın İslam ülkelerinde laikliği yerleştirmeye yönelik çabalarının temel amacı, demokrasi, insan hakları ve toplumsal düzenin güçlenmesi, terörle mücadele ve aşırılıkçılığın önlenmesi gibi hedeflerle ilişkilidir.%%%%%%%Fransa’nın İslam ülkelerinde laikliği yerleştirmesine dair özel bir amaç belirtmek zor, çünkü bu konu karmaşık ve çok yönlüdür. Ancak genel olarak Fransa’nın laikliği savunmasının nedenleri arasında kendi tarihî deneyimleri, siyasi görüşleri ve içsel dinamikleri bulunabilir. Fransa’da laiklik, devletin ve dini kurumların ayrılmasını öngören bir prensip olarak kabul edilir. Fransız Devrimi’nin etkisiyle gelişmiş ve tarihsel olarak Fransız toplumunun bir parçası olmuştur.Fransa’nın İslam ülkelerinde laikliği desteklemesinin amacı, kendi laiklik modelini tanıtarak veya paylaşarak farklı topluluklar arasında uyum ve entegrasyonu teşvik etmek olabilir. Ancak bu tür politikaların nasıl algılandığı ve kabul edildiği ülkelere göre farklılık gösterebilir. Unutmayın ki uluslararası ilişkiler ve kültürel etkileşim karmaşık bir süreçtir ve tek bir amaca indirgenemeyebilir.%%%%%%%

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

Tarih boyunca İngiltere’nin Afrika’daki sömürgeciliği

Tarih boyunca İngiltere’nin Afrika’daki sömürgeciliğiİngiltere’nin Afrika’daki sömürgeciliği, 16. yüzyıldan itibaren başlamış ve 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. İngilizler, ticari ve siyasi amaçlarla çeşitli Afrika bölgelerine yerleşmiş, yerel halkları sömürmüş ve kaynaklarına el koymuşlardır. Bu dönem boyunca İngiliz İmparatorluğu, Afrika’da geniş topraklar kazanmış ve bu bölgelerde ekonomik çıkarlarını artırmıştır. Sömürgecilik, yerel kültürleri ve toplulukları olumsuz etkilemiş ve uzun süreli sonuçlar doğurmuştur.%%%%%%%İngiltere Afrika’da nereleri ve neleri sömürmüştür?İngiltere, Afrika kıtasında birçok bölgeyi ve kaynağı sömürmüştür. İşgal ve sömürgecilik dönemlerinde, İngiltere’nin hakim olduğu Afrika bölgeleri şunlardır:Mısır: İngiltere, 1882 yılında Mısır’ı işgal etmiştir. Mısır, İngiltere’nin önemli bir kolu olarak kabul edilmiş ve İngilizler tarafından sömürülmüştür. Bu dönemde, Mısır’ın doğal kaynakları, tarım ürünleri ve yer altı kaynakları İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda kullanılmıştır.Güney Afrika: İngiltere, 1806 yılında Hollanda kolonisi olan Cape Colony’in kontrolünü ele geçirmiştir. Daha sonra Boer Savaşları adı verilen süreçte, İngiltere Boer Cumhuriyetleri olan Transvaal ve Orange Free State’i de hakimiyeti altına almıştır. İngiltere’nin Güney Afrika’daki ana amaçları, yer altı zenginlikleri (altın ve elmas madenleri), tarım ürünleri ve stratejik öneme sahip limanlardır.Kenya: İngiltere, 1888 yılında Bölgesel Koruma Kuruluşu adı altında Kenya’yı işgal etmiş ve 1920’de resmen koloni haline getirmiştir. Kenya, İngiltere’nin tarım ürünleri (kavrulmuş kahve ve çay gibi), mineral kaynakları ve stratejik konumu nedeniyle önemli bir sömürge haline gelmiştir.Nijerya: İngiltere, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Nijerya’yı işgal etmiştir. Nijerya, İngiltere’nin Batı Afrika’daki en önemli kolonisi haline gelmiş ve tarım ürünleri (kakao, yerfıstığı, palmiye yağı gibi) ve doğal kaynaklarının sömürülmesine yönelik bir dönem yaşamıştır.Uganda: İngiltere, 1894’te Uganda’yı işgal etmiş ve burayı bir koloniye dönüştürmüştür. Buganda Kingdom’u ile ittifaklar kurarak bölgenin kontrolünü ele geçiren İngiltere, Uganda’nın tarım ürünleri (muz, kahve, pamuk) ve doğal kaynakları (altın, demir, bakır) üzerinde hakimiyet kurmuştur.İngiltere’nin sömürdüğü diğer Afrika bölgeleri arasında Gana, Zimbabwe, Tanzanya, Zambiya, Lesotho, Botsvana ve Malavi gibi ülkeler de bulunmaktadır. İngiltere’nin sömürge dönemi boyunca, yerel kaynaklar ve işgücü sömürülmüş ve ekonomik, siyasi ve sosyal yapılar üzerinde derin etkiler bırakmıştır.%%%%%%İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliğiİngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği, İngiliz İmparatorluğu döneminde gerçekleşmiştir. Bu dönem 16. yüzyıldan itibaren başlayıp, 20. yüzyılın başına kadar devam etmiştir.İngiltere’nin ilk olarak İslam ülkelerine yönelik sömürgeci faaliyetleri, Hindistan’la başlamıştır. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin 17. yüzyılda Hindistan’da kurulan yerleşimler ve ticari faaliyetlerle başlayan egemenlik anlayışı, zamanla büyümüş ve bölgedeki diğer ülkelerde de benzer uygulamalar gerçekleştirilmiştir.Bununla birlikte, İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği sadece Hindistan ile sınırlı kalmamıştır. Orta Doğu ve Afrika’daki birçok İslam ülkesi de İngiltere’nin egemenliği altına girmiştir. Örneğin, Mısır, Sudan, Irak, Ürdün, Filistin, Kuveyt, Yemen gibi ülkeler İngiltere’nin sömürgeci politikalarının hedefi olmuştur.İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği, çoğunlukla ekonomik ve siyasi çıkarlar doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu dönemde İngiltere, İslam ülkelerinin doğal kaynaklarına, tarım ürünlerine ve ticaret yollarına erişmek amacıyla buralarda etkinlik göstermiştir. Aynı zamanda İngiltere, İslam ülkelerindeki toplumsal ve siyasal yapıyı da kontrol etmek istemiştir.İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği, sömürge döneminin sona ermesiyle son bulmuştur. Ancak bu dönem, İslam ülkelerinin siyasal, ekonomik ve toplumsal yapısını derinden etkilemiş ve bırakmış olduğu izler hala hissedilmektedir.%%%%%%%İngiltere’nin yüz yıl önce kurduğu müstemlekat nazırlığı yani kölelik bakanlığının faaliyetleri nelerdir?İngiltere’nin tarihinde kölelik ve sömürgecilik faaliyetleri mevcuttur. İngiltere, 18. ve 19. yüzyıllarda başta Afrika olmak üzere çeşitli bölgelerden köleleri alarak sömürgelerinde çalıştırmıştır. Bu süreçte İngiltere’nin kölelik ve sömürge politikalarının faaliyetleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:Transatlantik Köle Ticareti: 16. yüzyıldan itibaren İngiltere, Afrika’dan köleleri Avrupa’ya ve Amerika kıtasına ihraç etmiştir. Başta İngiliz Batı Hint Adaları ve Kuzey Amerika kolonileri olmak üzere, İngiltere’nin sömürgelerinde kölelik önemli bir çalışma sistemi olmuştur.Kölelik Karşıtı Hareketler: 18. ve 19. yüzyıllarda kölelik karşıtı hareketler, köle ticaretini ve köleliği protesto etmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu hareketlerde yer alan birçok İngiliz aktivist, reformcu ve siyasetçi, köle ticaretinin ve köleliğin sonlandırılması için çalışmıştır.Köle Ticaretinin Yasaklanması: 1807 yılında İngiltere, Transatlantik köle ticaretini yasaklayan yasayı çıkarmıştır. Ancak bu yasak, İngiliz gemilerinin köle taşımasını engellemek amacıyla geçerlilik kazanmıştır. 1833 yılında köleliği tamamen yasaklayan bir yasa çıkarmış ve 1838 yılına kadar İngiltere’deki tüm kölelerin serbest bırakılmasını sağlamıştır.Sömürge Yönetimi: İngiltere’nin sahip olduğu sömürgelerde kölelik sona erdikten sonra, sömürge yönetimi politikaları sürmüştür. Bu dönemde İngiltere, sömürgelerinde yerel halkı sömürerek zenginleşmiş, topraklarını ve kaynaklarını kontrol etmiştir.Bu faaliyetler, İngiltere’nin kölelik ve sömürgecilik geçmişiyle ilgilidir. Ancak, özellikle son yüz yılda bu faaliyetlerin yerini farklı politikalar almış ve İngiltere, kölelik karşıtı bir rol üstlenmiştir. Bugün İngiltere, kölelik ve sömürgecilik mirasıyla yüzleşme çabaları içerisinde ve insan hakları konusunda aktif bir rol oynamaktadır.%%%%%%İngiltere’nin sicili kirli ve kanlı olan tarihi hakkında bilgi verir misiniz?İngiltere’nin tarihi, bazı dönemlerde kirli ve kanlı olaylarla doludur. Özellikle Orta Çağ’da, iç savaşlar, çatışmalar ve siyasi entrikalar nedeniyle ülke büyük bir kargaşa yaşadı. Aşağıda, İngiltere’nin tarihindeki bazı kirli ve kanlı dönemler hakkında bilgi bulabilirsiniz:Saxon ve Viking İstilaları: 8. ve 9. yüzyıllarda, İngiltere, Viking saldırılarına ve istilalarına maruz kaldı. Bu dönemde, birçok vahşi savaş gerçekleşti ve İngiltere’nin yerlisi olan Anglosaksonlar ve Vikingler arasında çatışmalar yaşandı.Norman İstilası: 1066’da İngiltere’yi ele geçiren Normandiya Dükü William ve ordusu, İngiltere’ye şiddetli bir saldırı düzenledi. Bu istila sırasında yoğun kan dökülmesi yaşandı ve İngiltere’nin Anglo-Sakson yönetimi tamamen değişerek Normandiya etkisi altına girdi.Yeşilçamur: 12. yüzyılda İngiltere, nüfusun artması nedeniyle arazi ve kaynaklar üzerindeki çekişmelerle karşı karşıya kaldı. Bu dönemde yaşanan kirli mücadeleler, birçok sivilin öldürülmesine ve kasaba ve köylerin yakılmasına yol açtı.Sivil Savaşlar: 17. yüzyılda İngiltere, Parlamento ve Kraliyet güçleri arasında sivil savaşlara sahne oldu. Bu dönemde, kiliselerin, şehirlerin ve kırsal bölgelerin yağmalanması, birçok insanın ölümüne yol açtı.Kraliyet Soykırımı: İngiltere’nin 17. yüzyılda kısa bir süre Cumhuriyet dönemi yaşamasının ardından, Kral II. Charles’ın yeniden tahta geçmesiyle birlikte, Cromwell liderliğindeki Parlamento güçleri ile kraliyet taraftarları arasında çatışmalar yaşandı. Bu dönemde İngiltere’de bir dizi politik suikast gerçekleşti ve birçok kişi idam edildi.İngiliz İç Savaşı: 19. yüzyılın ortalarında, İngiltere’de işçi sınıfının hakları ve yanlışlara karşı yapılan sokak gösterileri, polis şiddeti ve zorlu müdahalelerle sonuçlandı. Özellikle Peterloo Katliamı olarak bilinen olayda, Manchester’da düzenlenen bir gösteri sırasında askerlerin ateş açması sonucu 15 kişi öldü ve birçok kişi yaralandı.Yukarıdaki örnekler, İngiltere’nin tarihindeki bazı kirli ve kanlı dönemlere ilişkin bilgilerdir. Bunlar, İngiltere’deki tüm tarih boyunca meydana gelen olayların sadece birkaçıdır ve ülkenin tarihi genel olarak çeşitli dönemlerden oluşmaktadır.

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

Çinde komünizmin kuruluşunda yapılan vahşet ve kan dökmeler

Çinde komünizmin kuruluşunda yapılan vahşet ve kan dökmeler


Çin’deki komünizmin kuruluş dönemi, özellikle Çin Komünist Partisi’nin iktidara gelmesi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması sırasında çeşitli iç çatışmalar, politik baskılar ve şiddet olaylarına sahne oldu. Bu süreçteki kan dökme ve vahşet olayları, birçok farklı kaynağa ve değerlendirmeye göre farklılık gösterebilir. Mao Zedong liderliğindeki Çin Komünist Partisi, 1949 yılında iktidarı ele geçirerek Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu.

@@@@@-

Çinde komünizmin kuruluşunda ne gibi tepki görmüş ve buna karşı nasıl bir baskı uygulanmıştır?

Komünizmin kuruluş döneminde farklı ülkelerde farklı tepkilerle karşılaştı. Birçok ülkede, komünist fikirler ve hareketler hükümetler ve diğer toplumsal gruplar tarafından ciddi bir tehdit olarak görüldü. Bu nedenle, komünizme karşı çeşitli baskılar uygulandı.

Özellikle Soğuk Savaş döneminde, komünizme karşı yaygın bir anti-komünist propaganda ve baskı dönemi yaşandı. Birçok ülkede, komünist partilere, liderlere ve destekçilere karşı gözaltılar, tutuklamalar ve yargılamalar gerçekleştirildi. Ayrıca, komünist yayınlar ve etkinlikler sıkı bir şekilde denetlendi veya yasaklandı.

Bazı ülkelerde, komünistler siyasi arenada baskı altında tutulurken, diğer ülkelerde komünist hareketlere silahlı müdahalelerde bulunuldu. Soğuk Savaş döneminde ABD liderliğindeki Batı bloku ile Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu bloku arasındaki ideolojik çatışma, bu baskıların artmasına neden oldu.

Ancak, tüm ülkelerde aynı derecede baskı uygulanmadı ve komünist hareketler farklı dönemlerde farklı oranlarda etkili olabildi. Tarihsel ve coğrafi bağlamlar, tepkilerin ve baskıların yoğunluğunu etkiledi.

%%%%%%%

Rusyada komünizmin uygulanmasında halktan ne gibi tepkiler gelmiş ve onlara ne gibi muameleler yapılmıştır?

Rusya’da komünizmin uygulanması sırasında, farklı dönemlerde halktan çeşitli tepkiler görmüş ve bu tepkilere farklı şekillerde yanıt verilmiştir. Devrim sonrası dönemde, komünist rejim halka toprak reformları, eğitim ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz sağlanması gibi vaatlerde bulunmuş olsa da, bu vaatlerin gerçekleşmesi zaman alabilirdi ve halk arasında sabır azalmıştı.

Başlangıçta, bazı kesimler komünist rejimi desteklerken, diğerleri ise muhalefet gösterdi. Özellikle köylü sınıfı, toprak reformlarının uygulanması sırasında karışık duygular yaşadı. Topraklarının kamulaştırılması, bazı köylülerin hoşnutluğuna sebep olurken, diğerleri bunun zararlı olduğunu düşündü.

Komünist rejim, muhalefeti bastırmak için sert önlemler aldı. Halk arasında olan bitenler hakkında özgürce konuşma, basın özgürlüğü ve siyasi özgürlükler kısıtlandı. Halkın muhalefetini bastırmak için zorlayıcı yöntemler ve hatta şiddet kullanıldı. Bu durum zamanla toplumsal hoşnutsuzluğa yol açtı.

Stalin dönemi özellikle sert önlemlerle bilinir. Büyük Tehcir ve Holodomor gibi trajik olaylar, halkın komünist rejime karşı büyüyen hoşnutsuzluğunu artırdı. İnsanların ifade özgürlüğü daha da sınırlanırken, muhaliflerin sindirilmesi için baskı ve korkutma yöntemleri kullanıldı.

Sonuç olarak, komünizmin uygulanması sırasında Rus halkının tepkileri karmaşıktı ve zaman içinde değişti. Rejim, destek bulduğu kadar muhalefetle de karşılaştı ve muhalifleri bastırmak için sert önlemler aldı. Bu dönemin toplumsal ve siyasi karmaşıklığı oldukça geniş bir yelpazede yaşanan tepkilerle şekillendi.

%%%%%%%

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

Türkiye’de inkilapların yapılmasında ne gibi tepkiler olmuş ve onlara karşı nasıl karşılık verilmiştir?

Türkiye’de inkilapların yapılmasında ne gibi tepkiler olmuş ve onlara karşı nasıl karşılık verilmiştir?

Türkiye’de inkılapların yapılması sürecinde çeşitli tepkiler olmuştur. Bazı kesimler inkılapları olumlu bir şekilde desteklerken, bazıları ise eleştiri ve karşıtlık göstermiştir.

Örneğin, Cumhuriyet’in ilanı ve laiklik ilkesinin kabulü gibi önemli inkılaplara karşı dini ve geleneksel değerlere bağlı olan kesimler tepki göstermiş ve bu değişikliklere karşı çıkmışlardır. Aynı şekilde, özellikle köklü değişiklikler getiren inkılaplar, toplumun farklı kesimlerinde karışık tepkilere yol açmıştır.

Tepkilere karşılık olarak ise Türkiye’deki yönetim, genellikle reformların savunucularıyla iş birliği yaparak ve toplumu ikna ederek tepkilere cevap vermiştir. Ayrıca, eğitim ve medya gibi alanlarda yapılan düzenlemelerle halkın inkılaplara olan anlayışı ve desteği artırılmaya çalışılmıştır.

Bu süreç boyunca, inkılapların getirdiği değişiklikler ve toplumsal dönüşümler, zamanla daha geniş bir kabul görmüş ve Türkiye’nin modernleşme yolunda ilerlemesine katkı sağlamıştır.

%%^%^^

Türkiye’de 1925-1950 yıllarında ne gibi baskılar uygulanmıştır?

Türkiye’de 1925-1950 yılları arasında çeşitli politik ve sosyal baskılar yaşanmıştır. Özellikle İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde (1938-1950), çok partili siyasi sisteme geçişin olmaması ve CHP’nin tek parti yönetimi, muhalefetin kısıtlanmasına yol açmıştır. Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı yıllarında nötr kalma politikası ve savaşın getirdiği zorluklar da baskıları artırmıştır. Bu dönemde bazı siyasi ve toplumsal gruplar üzerinde sansür, gözaltılar ve yargısız infazlar gibi baskı yöntemleri kullanılmıştır.

%%%%%%%%

Türkiye’de 1925-1950 yıllarında dini alanda ne gibi baskılar uygulanmıştır?

Türkiye’de 1925-1950 yılları arasında dini alanda çeşitli baskılar yaşanmıştır. Özellikle 1920’lerin sonlarından itibaren başlayan dini reformlar ve laikleşme politikalarıyla birlikte, tarikatların kapatılması, din eğitiminin düzenlenmesi ve dinin kamusal alandaki etkisinin sınırlandırılması gibi önlemler alınmıştır. 1925’te Şeyh Said İsyanı’nın ardından tarikatlar kapatılmış, 1928’de Latin alfabesine geçilerek din eğitimi değişmiş, 1937’de Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak devlet denetimine alınmıştır. Bu dönemde camilerde hutbeler devlet kontrolünde verilmiş ve din eğitimi daha fazla devlet müdahalesine açık hale gelmiştir.

%%%%%%%%

1980 öncesi kanunun 163 maddesi ile dini alanda ne gibi baskılar yapılmış ve uygulanmıştır?

1980 öncesi Türkiye’de Kanunun 163. maddesi, dini alanda çeşitli baskıların ve uygulamaların merkezinde yer aldığı bir döneme işaret eder. Bu madde, dini öğretim ve faaliyetleri düzenlemek amacıyla kullanılmıştır. Bu dönemde:

Dini Eğitim Kontrolü: Kanunun 163. maddesi, dini eğitim kurumlarına devlet kontrolü sağlama amacıyla kullanıldı. Bu durum, dini eğitim veren kurumların devlet tarafından denetlendiği ve içeriğinin belirlendiği bir düzenlemeyi içeriyordu.

Dini Yayınlar ve Faaliyetler: Kanun, dini yayınları ve faaliyetleri düzenlemek için kullanıldı. Devlet, dini yayınların içeriğini denetlemekte ve dini faaliyetleri düzenlemekte yetkiliydi. Bu durum, dini grupların faaliyetlerini kısıtlayan bir etki yaratabilirdi.

Cemaat ve Tarikatlar: Kanun, cemaat ve tarikatların faaliyetlerini sınırlayıcı bir şekilde kullanıldı. Bu dönemde cemaat ve tarikatların etkinlikleri kontrol altına alınmaya çalışıldı ve devlet denetimine tabi tutuldu.

Dini Liderlerin Rolü: Kanun, din adamlarının ve liderlerinin faaliyetlerini sınırlamaya yönelik bir rol oynadı. Devlet, din adamlarının faaliyetlerini izleyebilir ve gerektiğinde sınırlayabilirdi.

Dini İfade ve Kıyafet Özgürlüğü: Kanunun 163. maddesi, dini ifade ve kıyafet özgürlüğünü de sınırlayabilirdi. Dini sembollerin ve ifadelerin kamusal alanda kullanımı denetime tabi tutulabilirdi.

Tüm bu durumlar, dini özgürlüklerin kısıtlandığı ve devletin dini alandaki faaliyetleri denetlemek ve kontrol etmek amacıyla kullanıldığı bir döneme işaret eder. Ancak 1980 sonrasında Türkiye’de birçok konuda liberalleşme ve reformlar yaşandı, bu da dini özgürlüklerin genişlemesine ve kanunların değişmesine yol açtı.

%%%%%%^

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulup inkilapların yerlestirilmesinde Atatürk ne gibi dini alanda baskı ve yaptırımlarda bulunmuştur?

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve inkılapların yerleştirilmesi sürecinde laiklik ilkesini vurgulayarak, dinin devlet işlerine karışmasını engellemeye çalıştı. Bu çerçevede bir dizi adım attı:

Şer’i Mahkemelerin Kaldırılması: 1924 yılında Şer’iye ve Evkaf Vekaleti (Din ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırıldı. Şer’i mahkemelerin yerine sivil mahkemeler kuruldu.

Laik Eğitim Sistemi: Din eğitimi ile devlet eğitimini ayırmayı amaçlayan bir eğitim reformu gerçekleştirildi. 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün eğitim kurumlarının devlet denetimine alınması ve din eğitiminin düzenlenmesi sağlandı.

Şapka Kanunu: 1925 yılında kabul edilen bu kanun, geleneksel olarak giyilen fes yerine herkesin aynı tarzda şapka giymesi gerektiğini belirtiyordu. Bu, dini sembollerden birini kaldırmayı amaçlayan bir adımdı.

Takvim ve Saat Reformu: 1926’da Hicri takvim yerine miladi takvimi kabul etti. Ayrıca 1931’de saatleri değiştirerek, takvimi sadece miladi takvime göre düzenlemeyi amaçladı.

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması: 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verildi. Bu manevi liderlik sağlayan yerlerin kapatılmasıyla dinî otoritenin zayıflatılması amaçlandı.

Lâik Anayasalar: 1924 ve 1961 anayasalarında laikliği vurgulayan maddeler yer aldı. 1928’de ise Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesiyle dini kullanarak halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suç sayıldı.

Atatürk’ün amaçları arasında dinin özel bir alana çekilmesi ve devlet işlerinden ayrılması vardı. Bu adımlar bazı kesimler arasında destek bulurken, bazı kesimlerde eleştirilere yol açtı. Dinî alanda uygulanan baskı ve yaptırımlar, laik devlet yapısının oluşturulması amacı doğrultusunda atılan adımlar olarak değerlendirilir.

%%%%%%%%

Harf inkilabının topluma getirdiği olumsuzluklar nelerdir?

Harf inkılabının topluma getirdiği olumsuzluklar arasında, geleneksel yazı sisteminden kopma ve geçiş sürecinde yaşanan zorluklar, okuma-yazma becerisine erişimdeki eşitsizlikler, dilin sadeleştirilmesiyle kültürel zenginliğin kaybı gibi faktörler yer alabilir. Ancak, bu konuda daha fazla detay ve örnek vermeniz mümkün olabilir.

*Harf inkilabının topluma getirdiği olumsuzlukları detaylandırıp örnekler verebilir misiniz

Elbette, işte harf inkılabının topluma getirdiği olumsuzlukları daha detaylı bir şekilde açıklamış ve örneklerle desteklemiş halde:

Geleneksel Yazı Sisteminden Kopma: Harf inkılabıyla birlikte Osmanlıca yerine Latin alfabesi kullanılmaya başlandı. Bu durum, yaşlı nesillerin yeni yazı sistemine adapte olma konusunda zorluklar yaşamasına neden oldu. Özellikle bu dönemde yetişmiş olan bazı kişiler, Latin alfabesini öğrenmekte zorlanmış ve iletişimde sıkıntılar yaşamış olabilir.

Eğitim Eşitsizliği: Harf inkılabının ardından okuma-yazma becerisi kazanmak, özellikle kırsal bölgelerde ve ekonomik olarak dezavantajlı gruplarda daha yavaş gerçekleşti. Bu da toplum içinde okuma-yazma eğitimine erişimde eşitsizlikleri artırabilir. Örneğin, kırsal bölgelerdeki çocuklar, şehirdeki çocuklara kıyasla okuma-yazma konusunda daha fazla güçlük yaşayabilir.

Kültürel Zenginliğin Kaybı: Harf inkılabıyla birlikte dil sadeleştirilmiş ve Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yerini Türkçe kökenliler almıştır. Bu durum, eski metinlerin anlaşılmasını zorlaştırdığı gibi, geleneksel kültürel zenginliğin de kaybedilmesine yol açmış olabilir.

Yabancı Kelimelerin Baskınlığı: Latin alfabesi ve sadeleştirilmiş dil, yabancı kelimelerin Türkçe içinde daha baskın hale gelmesine neden olabilir. Bu da dilin özgün yapısının ve kimliğinin kaybolmasına yol açabilir. Örneğin, bazı teknik terimlerde yabancı kökenli kelimeler kullanılmasıyla, dilin özgünlüğü zedelenebilir.

Yazılı Mirasın Azalması: Harf inkılabı sonrası, eski el yazmaları ve Osmanlıca metinlere olan erişim zorlaştı. Bu da tarih, kültür ve bilim alanlarında araştırma yapmayı güçleştirebilir ve yazılı mirasın azalmasına yol açabilir.

Karmaşık Çeviri Süreçleri: Harf inkılabı sonucunda ortaya çıkan farklı yazı sistemleri, çeviri süreçlerini karmaşıklaştırmış olabilir. Özellikle tarihi metinlerin çevirisinde anlam kaybı yaşanabilir.

Bu olumsuzluklar, harf inkılabının toplum üzerindeki etkilerini açıklamaktadır. Ancak, harf inkılabının getirdiği olumlu yönler ve modernleşme sürecine katkıları da dikkate alınmalıdır.

%%%%%%%%%

Hilafetin kaldırılmasının getirdiği olumsuzluklar nelerdir?

Halifeliğin kaldırılmasının bazı olumsuz etkileri olmuştur. Bu etkiler arasında kültürel ve siyasi değişiklikler, toplumsal bölünmeler, yönetim boşluğu ve dini liderlik eksikliği sayılabilir. Ancak, bu konuda daha fazla detay vermek için tarihsel ve bölgesel bağlama ihtiyaç duyarım. Hangi dönemi ve bölgeyi kastediyorsunuz?

*Hilafetin kaldırılmasının getirdiği olumsuzlukları detaylandırıp ve özellikle Türkiye’ye verdiği zararları açıklar mısınız

Türkiye’de 1924 yılında halifeliğin kaldırılması, birçok siyasi, kültürel ve toplumsal etkiye yol açmıştır. İşte bu kararın Türkiye’ye getirdiği bazı olumsuzluklar:

Siyasi Karışıklık: Halifelik kaldırıldığında Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki siyasi ve dini liderliği temsil eden bir unsur da kaybedildi. Bu, siyasi istikrarsızlığa ve farklı görüşler arasında çatışmalara yol açabilir.

Dini Liderlik Eksikliği: Halife, Müslüman dünyasının dini lideri olarak kabul ediliyordu. Halifeliğin kaldırılmasıyla bu dini liderlik boşluğu ortaya çıktı. Bu, Müslüman toplulukları bir arada tutan bir sembolün kaybına neden oldu.

Toplumsal Bölünme: Halifelik, Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı etnik ve dini gruplarını bir araya getiren bir faktördü. Halifeliğin kaldırılması, bu gruplar arasındaki bölünmeyi artırabilir ve toplumsal dengesizlikleri tetikleyebilirdi.

Dini ve Kültürel Değişiklikler: Halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte Türkiye, laik bir devlet yapısına geçiş yaptı. Bu, dini kurumların devletle bağını zayıflattı ve Türkiye’nin daha seküler bir kimlik kazanmasına neden oldu. Ancak, bu durum bazı kesimlerde dini ve kültürel değerlerin zayıflamasına yol açtı.

Kimlik ve Kimlik Kaybı: Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte, Türkiye yeni bir ulusal kimlik inşa etme sürecine girdi. Bu süreç bazı insanlar için kimlik kaybına veya kimlik bunalımına neden olabilir.

Siyasi İslam ve Radikalleşme: Halifelik, İslam’ın siyasi boyutunu temsil ediyordu. Halifeliğin kaldırılması, bazı kesimlerde siyasi İslam’ın güçlenmesine ve radikalleşme eğilimlerinin artmasına neden olabilir.

Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra, halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte Türkiye’de modernleşme ve demokratikleşme çabaları da hız kazandı. Bu süreçte laiklik ilkesi vurgulandı ve yeni bir siyasi, kültürel ve toplumsal dönüşüm başladı.

&&&&&&&& 


Bizler hilafetin kaldırılmasıyla maddi ve manevi ne gibi kayıplar yaşadık?

Hilafetin kaldırılmasının Türkiye üzerindeki maddi ve manevi etkileri farklı perspektiflere göre değerlendirilebilir:

Maddi Kayıplar:

Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki toprak kayıpları ve ekonomik zorluklarla mücadele ediyordu. Halifeliğin kaldırılması, devletin dini liderlik konumunu kaybetmesi anlamına geldi ancak bu durumun doğrudan maddi kayıplarla ilişkisi daha zayıf olabilir.
Manevi Kayıplar:

Halifelik, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki siyasi ve dini otoriteyi temsil ediyordu. Bu nedenle, halifeliğin kaldırılması bazı insanlar için manevi bir kayıp olarak algılanabilir. İslam’ın siyasi lideri olarak kabul edilen halife, Müslüman topluluklar arasında bir birlik sembolüydü ve kaldırılması bu birliği zayıflatabilir.

Türk milletinin kimliği ve tarihine bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu ve halifelik dönemi önemli bir rol oynamıştır. Bu nedenle, halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte Türk toplumunda bazı kesimlerde manevi bir bağın zayıfladığı düşünülebilir.

Ancak bu konuda farklı görüşler ve değerlendirmeler olabilir. Kimi insanlar halifeliğin kaldırılmasını modernleşme ve demokratikleşme çabalarının bir parçası olarak görüp olumlu bir adım olarak değerlendirebilirken, kimileri de manevi ve tarihsel bağların kopmasını olumsuz bir gelişme olarak algılayabilir.

%%%%%%^

İstiklal mahkemeleri niçin kuruldu ve ne kadar alım ve vatandaş asıldı?

İstiklal Mahkemeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde, Milli Mücadele’nin ardından ülkenin iç düzenini sağlamak amacıyla kuruldu. Bu mahkemeler, özellikle işgalcilere ve içerideki isyancılara karşı hızlı ve etkili bir şekilde adalet sağlama amacı güdüyordu. Ancak zaman içinde bu mahkemelerin yargılama yöntemleri ve sonuçları bazı eleştirilere yol açtı.

Ne kadar kişinin asıldığına dair kesin bir sayı vermek zor olabilir, çünkü kaynaklar arasında farklılıklar olabilir. Ancak, yüzlerce kişinin idam edildiği tahmin edilmektedir. İstiklal Mahkemeleri’nin yargılamaları ve sonuçları, tarihçiler ve araştırmacılar arasında hala tartışmalı bir konudur. Daha fazla ayrıntı için güvenilir tarih kaynaklarına başvurmanızı öneririm.

%%%%%%::%

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

KIYAMETTEN ÖNCEKİ HELAK

KIYAMETTEN ÖNCEKİ HELAK

وَاِنْ مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ اَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَاباً شَدٖيداًؕ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُوراً ﴿٥٨﴾

“(Günaha batmış) ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk etmiş veya onları çetin bir şekilde azaba uğratmış olacağız. Bu, kitapta yazılıdır.” [1]
1445 sene önce ahirzaman ve Peygamberimizde ahirzaman peygamberi olursa;
1445 sene sonra olan şu zaman elbette ahirinde ahiri olur.
Geçmiş kavimlerdeki toplu helake karşılık, zamanımızda köy, karye, belde,kasaba, şehir,devlet ve devletler olarak; ya deprem, ya yangın,ya sel ve fırtına gibi afetlerle gerçekleşmektedir.

“ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ:
Cenab-ı Hak musibetleri veriyor, belaları musallat ediyor. Hususan masumlara, hattâ hayvanlara bu zulüm değil mi?

Elcevab:
Hâşâ! Mülk Onundur. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hem acaba: San’atkâr bir zât, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp gayet san’atkârane yaptığı murassa’ bir libası sana giydiriyor, hünerini, meharetini göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor.. seni oturtuyor, kaldırıyor. Sen ona diyebilir misin ki: “Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana, oturtup kaldırmakla zahmet verdin”? Elbette diyemezsin. Dersen, divanelik edersin. Aynen öyle de: Sâni’-i Zülcelal göz, kulak, lisan gibi duygularla murassa’ gayet san’atkârane bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder, susuz eder.. bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i esmasını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor. Sen eğer desen: “Beni ne için bu mesaibe mübtela ediyorsun?” Temsilde işaret edildiği gibi, yüz hikmet seni susturacak. Zâten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır. Hayat, harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder. Hayat cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.”[2]

“Üçüncü nokta : Ayette vardır: “Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” (Enfal Suresi: 25.) Çünkü, musibet-i ammeden masumlar harika bir tarzda, yangın içinde selamette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i ammede masumlar da bela çekerler.” [3]

“[Şefkat yüzünden, esasat-ı İslamiyenin haricindeki bid’at ve dalâlet yollarına sapanları çeviren bir hakikattır.]
Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmetenli’l-Âlemîn zâtın (a.s.m.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir.
Meselâ, kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur’an’ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azimini inkâr ve tekzip olduğu gibi, bir zulm-ü azim ve gayet derecede bir merhametsizliktir.
Çünkü masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.
Risale-i Nur’da kat’iyetle ispat edilmiş ki, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azimdir ve rahmetin ref’ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hatta, deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, “İstirahatimizin selbine sebep oldular” diye rivayet-i sahiha vardır.
O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkata lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman masumlar da yanarlar; onlara acımak olmuyor. Fakat, cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.
Bir zaman, eski Harb-i Umumîde, düşmanların ehl-i İslama ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim.
Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belalara mukabil rahmet-i İlahiyenin hazinesinden öyle mükâfâtları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, “Ya Rabbi, şükür elhamdü lillâh” diyeceklerini bildim ve kat’î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum.”[4]

Mehmet Özçelik

 31.08.2023.

[1] İsra.58.

[2] Bediüzzaman. Mektubat.12. Mektup.

[3] Emirdağ Lahikası. 32.

[4] Kastamonu Lahikası. 48-49. Bak.79,104,174.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/birden-ihtar-edilen-bir-mesele/79
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/dort-bes-kardeslerime-ait-birer-kisacik-konusacagim/104
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/isarat-i-kur-aniye-ve-uc-keramet-i-aleviye-ve-keramet-i-gavsiye-hakkin/174

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

MERHUM İZ Mİ BIRAKTI YARA MI?

MERHUM İZ Mİ BIRAKTI YARA MI?

 

Günahıyla sevabıyla dünyadan Hüseyin Atay’da göçtü.
Allah amelince muamele etsin.
Merhum Hüseyin Atay belli ki herkeste bir iz ve de bir yara bırakmış.[1]
1984 yılında Ali Bardakoğlu hoca Hüseyin Atay’ı sadece son sınıf öğrencilerine konferans vermek üzere Ankara’dan Kayseri’ye davet etmişti.
Bize de ısrarla; sessizce dinleyip, itirazda bulunmamayı ve de soru sormamayı tenbih etmişti.
Yüzlerce öğrenci ve akademisyenler pür dikkat dinliyorduk.
Çok seri konuşuyordu.
Bir ara, Riyazus Salihin Hadis kitabının sahibi İmamı Nevevi Hazretleri için;
İmamı Nevevi gibi bilmem ne heriflerin yazdıkları eserlerden dolayı insanların araştırmasının önü kapandı, dedi.
Birden ben ayağa kalkıp kendisine cevap verecektim ancak sol yanında ayakta uslu bir talebe gibi bekleyen Bardakoğlu, sinirli ve kızgın bir şekilde oturmamı söyledi.
Aslında bende kendisine şunu soracaktım;
Sizde Arapçadan Türkçe ‘ye yaptığınız çeviri ve yazdığınız kitaplardan dolayı bizlerin araştırmasını engellediniz diye, bizde size mi hakaret edelim?
-Yine aykırı bir görüşte daha bulunmuş, salonun öbür başında bulunan Hadis hocamız muhterem Selahattin Polat’ta bir çıkışta bulunmuştu.
Ona da yanında bulunan arkadaşları müdahale ederek susturmuşlardı.

@@@@@##

Merhumu Chatgpt–ye sorduk;

Hüseyin Atay’ın ehli sünnete aykırı görüşleri nelerdir

Hüseyin Atay’ın ehli sünnete aykırı olduğu iddia edilen bazı görüşleri şunlar olabilir:

1. İslam diniyle ilgili bazı önemli konularda yorumlarının radikal ve muhalif olduğu iddia edilir. Örneğin, İslam’ın kadına verdiği hakları sınırlayan veya İslam’ın eşitlikçi prensiplerine aykırı olduğu söylenen görüşleri vardır.

2. Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinin doğru yorumlandığını iddia eder ve bunlar üzerinde kendi yorumlarını yapar. Bu da ehli sünnete aykırı olduğu düşünülür.

3. Hüseyin Atay bazen İslam tarihinde yaşanan bazı olayları veya İslam peygamberinin hayatını eleştirici şekilde yorumladığı iddia edilir. Bu da ehli sünnete aykırı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.

4. Bazı konularda geleneksel İslam hukukuyla ilgili farklı görüşler savunduğu iddia edilir. Örneğin, ceza hukuku veya miras hukuku gibi konularda farklı yorumlara sahip olabilir.

Bu görüşler üstünlükle eleştiri, yorum ve algılamalardan ibarettir ve Hüseyin Atay’ın düşüncelerini tam olarak yansıtmayabilir. Ehli sünnete aykırı olduğu iddia edilen görüşler çeşitli kaynaklardan öğrenilebilir. En doğru ve sağlıklı bilgiyi ise Hüseyin Atay’ın eserlerinden veya kendisinin açıklamalarından edinmek daha doğru olacaktır.

MEHMET ÖZÇELİK

31-08-2023

[1] https://tesbitler.com/2015/11/14/ilahiyat-cephesindeki-tehlike/?fbclid=IwAR0Pz8pAJHRo4opyJ8UVy6Qvg5HI_ZduQd5ezLxKy20GVGCUyMgTrsp7iws
https://reddiyeler.com/kategori.asp?katID=76

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

BABA OLMAK

BABA OLMAK
İnsan, Rabbimiz tarafından Ruhlar aleminde yaratılır, sonra o Ruh anne karnında cenine verilir, doğum, çocukluk, gençlik, olgun yaş arkasından artık geri dönüş başlar, irade kısılır, güç azalır, kan ve can yavaş -yavaş her ay ve yıl bir öncesine göre geriler çekilir. Babalar ve analar çocukları üzerine titrer soğuktan yelden sıcaktan haşerattan hastalıktan korumak için gece gündüz demez çalışır, didinir. Nihayet okul çağı gelir en iyi okulda okutayım en iyi yedireyim, en iyisini giydireyim diye analar babalar çırpınır didinir durur. Okul biter, iyi bir işe sokayım diye çabalanır-çırpınılır.İyi iş bulunur bu sefer de iyi bir eş arayışı başlar, Peşinden torunlar olur, onların peşine koşulur. Hele günümüz şartlarında hele kadın ve erkek çalışıyorsa torunların büyümesi okuması her türlü hayat zorluklarıyla boğuşmak ana babanın üzerinde ağır bir yük olarak devam eder.
Nihayetinde görülür ki bu dünya rahatça yaşamak için gelinilen bir yer değil.Müslümanca bir hayat sürülüyorsa anlaşılır ki;” Allah Resulü şöyle buyururlar: “Dünyada rahat yoktur.”
Bu genel bir kaidedir. Dünya rahat yeri değil, çalışma ve yorulma yeridir. “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadis-i şerifi de aynı manayı ders verir: Tarlada rahat yoktur.
Daima huzur içinde ve sıhhatli yaşayan, ne kendisi ne sevdikleri hiçbir dert çekmeyen, yorulmayan, ihtiyarlamayan bir insan düşünülemez. O halde dünyanın yapısında rahat yoktur. Bu bütün insanlar için böyledir; mümin kâfir farkı yoktur. Bununla birlikte, dünya nimetlerinden istifade ederek bir derece refah içinde yaşayan bir kâfirin bu hali, ahirette çekeceği ebedî azapla mukayese edildiğinde bir cennet gibi görünür.
Müminin bu dünyada çektiği sıkıntılar ise, cennetteki ebedî saadetine nispetle cehennem gibi olur.“Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü’mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten).”
“Bediüzzaman Hazretleri iki dünyada da mesut olmanın yolunu şöyle gösteriyor:“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”
Bu süreçte her ne kadar ana baba beraber koştursa beraber mücadele etse de, Babalar çoğu zaman yükü esas omuzlayandır. Ailede; bayat ekmekleri tüketmek meyvelerin zayi olacaklarını seçip yemek, eski yemekleri önce tüketmek, çocuklardan kalan giysiler zayi olmasın diye yeni elbise ayakkabı giyememek yine sessiz kahraman olan babanın görevidir. Ben babamın 7 çocuğu yetiştirirken sessiz çırpınmalarını içime kadar hisseden biriyim. Ailenin her birine elbise, ayakkabı, harçlık, okul masrafları, evlilik yaşına gelince everme telaş ve yükü babamın belini büken yüklerdi. Hiç unutmuyorum Bize okul harçlığı yetiştirebilmek için gece yarılarına kadar tarla sular, güzden kışa soba yapar, biz rahatça uyurken o birkaç saat uyku ile soba yapar siparişini aldığı müşterisine yetiştirir bize harçlık ev ihtiyaçlarına para çıkarırdı. Eğer ellerini yumruk yapıp başını o ellere koymuşsa bil ki babamın bir sıkıntısı var ama söyleyemez. Bazen de sebepsiz öfkesinden anlaşılırdı bizimle ilgili bir sıkıntısı var o yükün altında bocalıyor.
Rabbimizin kanunu bir gün gelir o babalar da artık ihtiyarlar güçten düşer, her ay bir önceki ayı aratır. O, 300 kg çuvalı taşıyan kahraman artık zamanla 5 kiloyu hatta 2 ekmeği taşıyamaz hale gelir. Artık o evlatlara muhtaç hale gelmiş, görev evlatlara geçmiştir. Eğer O baba evlatları Rabbimizin rızası dairesinde yetiştirmiş, evlat dünyevi ve gayrı ahlakı cereyanlara, çevrelere kapılmamış dini terbiyesini iyi almışsa görevin artık kendisinde olduğunu bilir. Kurân ve sünnetten aldığı telkinatla o devin yıkılışına göz yumamaz görevin kendisinde olduğunu bilir. Rabbimizin bu konuda emirleri; Kur’anı kerimde anne ve babanın haklarına çok önem verilmiştir. Dolayısıyla Kur’anı kerimin birkaç ayetinde Allaha şirk koşma anlayışı nehiy edildikten hemen sonra anne ve babaya iyilik ve güzellik yapılmasına dikkat çekilmiş ve bu yönde emir verilmiştir. Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyilik yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara “Öf!” bile deme, onları azarlama, onlara gönül alıcı tatlı ve güzel söz söyle!
Efendimizin(s.a.v) sünnetine göre; Anne babasına bakmıyanın hali çok kötü, mesela; bir defasında öfkeli bir şekilde üç defa: “Yazıklar olsun o kimseye.” dediler. Ashab-ı Kirâm: “Kimdir o? Ey Allah’ın Resûlü” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: “Ana-babası veya bunlardan biri yanında ihtiyarladığı hâlde, Cennet’e giremeyip Cehennem’e giden kimseye.”

Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle buyurur: “Evet dünyada en yüksek hakikat, peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünki onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlâdlarının hayatı için feda edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılab etmemiş herbir veled; o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmektir. “İşte o mübarek ihtiyarların vücutlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek, ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır bil, ayıl! Evet hayatını senin hayatına feda edenin zeval-i hayatını arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!”
Nihayetinde evlatlar bu anlayış ve kültürde yetişmişlerse Baba ve anaların yatakta o çaresiz bakışlarına kayıtsız kalamaz, Rabbinden aldığı emirle, Peygamberinin sünnetine uygun, Velilerden gördüğü örneklerle artık görevin kendisinde olduğunu bilir fedakarane sadıkane vefadarane babasının imdadına koşar vefa borcunu öder evlatlık görevini yapar inşallah Rızayı ilahiye ulaşır.
Ya bir evlat İslam ahlakıyla yetişmemişse günümüzde çok örneklerde görüldüğü gibi çok yazık o düşkün ana-babaların haline Allah yardım etsin.
Tabi burada konumuz Baba olduğu için genelde babadan, baba hakkından bahsettik ama ana hakkı daha önce geliyor, o başka bir çalışma ve makale konusu olabilir.
Rabbimiz çocuklarımızı İslam ahlakıyla yetiştirmeyi, Hayrul halef olmalarına vesile olmayı, birlikte rızasını ve cennetini kazanmayı nasip etsin. Üstad Bediüzzamanın duasıyla; “Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et, Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli ve Ona yalvarmayı ve duamızın kabulünü nasip etsin. 31/08/2023
Mustafa Güneş

 

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

Pentagonun kuruluş amacı ve faaliyetleri nelerdir?

Pentagonun kuruluş amacı ve faaliyetleri nelerdir?


Pentagon, Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı’nın merkezi olarak bilinen ve ABD ordusunun yönetimi, planlaması ve operasyonel faaliyetlerinin koordinasyonunu sağlayan bir binadır. Pentagon’un kuruluş amacı ve faaliyetleri şunları içerir:

Savunma stratejilerinin oluşturulması: Pentagon, ABD’nin savunma politikalarının oluşturulmasına öncülük eder. Savunma stratejileri, ulusal çıkarlar doğrultusunda tehditleri tespit etmeyi, kaynakları yönlendirmeyi ve güvenlik politikalarını belirlemeyi amaçlar.

Savunma bütçesinin yönetimi: Pentagon, ABD ordusunun bütçesini yönetir ve kaynakların etkili bir şekilde kullanılmasını sağlar. Savunma bütçesi, askeri personel maaşları, ekipman ve teknoloji geliştirme, tesis inşası ve bakımı gibi çeşitli alanlara ayrılır.

Ordu ve askeri birimlerin yönetimi: Pentagon, ABD ordusunun yönetimi ve kontrolü için birçok büro, ofis ve departmana ev sahipliği yapar. Bu birimler arasında Genelkurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri Birlikleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri İdari İşler Ajansı gibi önemli yapılar bulunur.

Savunma stratejilerinin uygulanması: Pentagon, belirlenen savunma stratejilerinin uygulanmasını ve operasyonel faaliyetlerin koordinasyonunu sağlar. Bunlar arasında askeri operasyonlar planlama, lojistik destek sağlama, istihbarat toplama ve tehditlerle mücadele etme gibi faaliyetler yer alır.

Savunma politikaları ve düzenlemelerinin oluşturulması: Pentagon, savunma politikaları ve düzenlemelerinin oluşturulmasına katkıda bulunur. Bu politikalar ve düzenlemeler, askeri personele yönelik kurallar, askeri ekipmanın kullanımıyla ilgili yönergeler ve uluslararası anlaşmalara uyum gibi konuları kapsar.

Pentagon, ABD ordusunun merkezi bir karargah olarak faaliyet göstererek ülkenin savunma ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik stratejilerin belirlenmesi ve uygulanmasını sağlar. Aynı zamanda, uluslararası ittifak ve iş birliklerine dayalı olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal güvenlik politikalarının yürütülmesine yardımcı olur.

%%%%%%%

Pentagon İslam ülkeleri ve liderleri üzerinde ne gibi darbeye ve rejim değişikliğine yönelik faaliyetlerde bulunmuştur?

Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı), geçmişte İslam ülkeleri ve liderleri üzerinde darbe ve rejim değişikliğine yönelik çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. İşte bazı örnekler:

İran (1953): ABD, İran’da demokratik olarak seçilen Başbakan Muhammed Musaddık’ın yerine Şah Rıza Pehlevi’yi getirmek için CIA tarafından desteklenen bir darbe düzenlemiştir. Bu darbenin amacı, ABD’nin İran petrol endüstrisine kontrol sağlamak ve Sovyet yayılmasını önlemektir.

Irak (2003): ABD liderliğindeki koalisyon güçleri, yanlış istihbarat bilgilerine dayanarak Saddam Hüseyin rejimine karşı askeri müdahalede bulunmuş ve Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle sonuçlanan bir savaş başlatmıştır.

Libya (2011): ABD, NATO koalisyonuyla birlikte Libya lideri Muammer Kaddafi’yi devirmek için askeri operasyonlara katılmıştır. Bu operasyon sonucunda Kaddafi, ayaklanma tarafından öldürülmüş ve Libya’da rejim değişikliği gerçekleşmiştir.

Afganistan (2001): ABD, Taliban rejimini devirmek için Afganistan’a askeri müdahalede bulunmuştur. Bu müdahale, 11 Eylül saldırılarının ardından gerçekleşmiş ve Taliban rejimi devrildi.

Mısır (2011): Pentagon, Mısır lideri Hüsnü Mübarek’in devrilmesi sırasında rol oynamıştır. Mısır halkının devrim talepleri üzerine ABD, Mübarek’e olan desteğini çekmiş ve rejim değişikliği gerçekleşmiştir.

Bu sadece birkaç örnektir ve Pentagon’un İslam ülkeleri ve liderleri üzerindeki faaliyetleriyle ilgili daha fazla bilgi bulunmaktadır. Ancak bütün bu faaliyetlerin sonuçları tartışmalıdır ve bazıları istikrarsızlık, iç savaşlar ve terörizm gibi sorunlara yol açmıştır.

&&&&&&&&

Pentagon Türkiye’deki darbelerde ne gibi etki ve etkinliklerde bulunmuştur?

Pentagon’un Türkiye’deki darbelerdeki etki ve etkinlikleri, genellikle darbe teşebbüslerini ve darbecileri teşhis etme, darbelerin sonuçlarını değerlendirme ve darbeden sonraki dönemde Türk hükümetiyle ilişkileri yönlendirme gibi alanlarda odaklanmıştır.

Örneğin, 1960 darbesinde Pentagon, Türk ordusunun içindeki darbecileri desteklemeye çalışmış ve darbenin başarılı olmasından sonra yeni hükümet ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. Benzer şekilde, 1971 ve 1980 darbelerinde de Pentagon, darbe teşebbüslerinin sonuçlarını değerlendirmiş ve darbeden sonra Türk hükümetiyle ilişkilerini sürdürmeye çalışmıştır.

Ancak, 2016’daki başarısız darbe girişimi olan 15 Temmuz’da Pentagon’un etkisi ve etkinliği daha karmaşık bir hal almıştır. Darbe girişimi sonrasında Türk hükümeti, ABD’yi darbenin planlamasında ve desteklenmesinde dolaylı olarak rol oynamakla suçlamıştır. Pentagon ise bunu reddetmiş ve darbe karşıtı bir duruş sergilemiştir. Darbe girişimi sonrasında Türk-Amerikan ilişkileri gerilmiş ve ABD’li yetkililer ile Türk hükümeti arasında karşılıklı suçlamalar ortaya çıkmıştır.

Sonuç olarak, Pentagon’un Türkiye’deki darbelere etkisi ve etkinliği darbelerin türüne ve koşullarına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Ancak genel olarak, Pentagon’un darbe girişimlerinin sonuçlarını değerlendirme ve Türk hükümetiyle ilişkileri yönlendirme gibi roller üstlendiği söylenebilir.

%%%%%%%

Pentagon Türkiye’de 15 temmuz 2016 darbe ve işgal girişiminin plan ve uygulanmasında ne gibi aktif rol oynamıştır?

Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensupları tarafından planlanmış ve uygulanmıştır. Bu örgütün ABD’de yaşayan lideri Fethullah Gülen, darbenin arkasındaki isim olarak gösterilmektedir1. Darbe girişimi sırasında ve sonrasında, Türkiye hükümeti ve kamuoyu, ABD’yi FETÖ’ye destek vermekle ve darbeye karışmakla suçlamıştır2. Bu suçlamaların temelinde, Pentagon’un FETÖ’cü askerlere eğitim verdiği, ABD’nin darbe girişiminden önceden haberdar olduğu, darbecilerin ABD’ye kaçmasına izin verdiği gibi iddialar yer almaktadır2. Ancak ABD hükümeti, bu iddiaları reddetmiş ve darbe girişimini kınamıştır2. ABD’nin darbe girişimine ne kadar dahil olduğu konusunda kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Bu konu, Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz etkileyen bir faktör olarak devam etmektedir2

%%%%%^^

15 Temmuz darbe girişimi nasıl gerçekleşti?

15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’de 2016 yılında Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensupları tarafından planlanmış ve uygulanmış bir askeri darbe teşebbüsüdür. Bu girişim, Türk halkının ve güvenlik güçlerinin direnişiyle başarısız olmuştur. 15 Temmuz darbe girişimi nasıl gerçekleştiğine dair ayrıntılı bir cevap vermek için, size web arama sonuçlarımı sunacağım. Bu sonuçlar, farklı kaynaklardan alınmış haberler, makaleler ve analizler içermektedir. Bu sonuçlar arasında seçtiğiniz bağlantılara tıklayarak ilgili sayfalara gidebilirsiniz.

15 Temmuz darbe girişiminin başlangıcı, o gün saat 16.16’da Kara Havacılık Komutanlığı’nda görevli bir subayın MİT’e giderek, FETÖ üyesi askerler tarafından MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın alınması için kuruma saldırı olacağını ihbar etmesiyle oldu1. Bu ihbar üzerine MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı bilgilendirdi ve karargaha davet edildi1. Fidan, karargaha giderek komuta kademesiyle görüştü ve gelen ihbarın daha büyük bir planın parçası olabileceğini söyledi1. Bu sırada darbecilerin planını erkene almaya karar verdikleri ve saat 20.00 civarında harekete geçtikleri anlaşıldı1.

Darbeciler, Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı, MİT, TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi gibi önemli noktaları ele geçirmeye çalıştılar. Ayrıca İstanbul’da da Boğaziçi Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü trafiğe kapattılar. Darbecilerin kullandığı savaş uçakları ve helikopterler, Ankara ve İstanbul’da sivil hedeflere ateş açtılar2. Darbe girişiminin haberinin yayılmasıyla birlikte halk sokaklara çıkarak darbeye karşı direndi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Marmaris’te bulunduğu otelden ayrılarak İstanbul’a geldi. Erdoğan, CNN Türk’te canlı yayına bağlanarak halka meydanlara çıkma çağrısı yaptı2.

Darbe girişimi sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin büyük çoğunluğu darbeye karşı tavır aldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve diğer komutanlar darbeciler tarafından rehin alındılar ancak daha sonra kurtarıldılar2. Darbe girişimine karşı çıkan askerler, polisler ve siviller darbecilerle çatıştılar. Darbe girişimi gece boyunca devam etti ancak sabah saatlerinde tamamen bastırıldı2.

15 Temmuz darbe girişimi sonucunda 251 kişi şehit oldu, 2196 kişi de yaralandı3. Darbe girişimine katılan veya destek veren binlerce asker, polis, yargıç, savcı, akademisyen ve kamu görevlisi gözaltına alındı veya ihraç edildi3. Darbe girişiminin arkasında FETÖ lideri Fethullah Gülen’in olduğu iddia edildi ancak ABD’de yaşayan Gülen’in iadesi henüz gerçekleşmedi3.

15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’nin yakın tarihinde yaşadığı en büyük krizlerden biri olarak kabul edilmektedir. Darbe girişimi, Türkiye’nin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatını derinden etkilemiştir. Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de iki yıl boyunca olağanüstü hal ilan edilmiştir3. Darbe girişimi, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini de etkilemiştir. Türkiye, darbe girişimine karşı yeterli destek vermediğini düşündüğü ABD ve AB ile ilişkilerini gözden geçirmiş, Rusya, İran ve Katar gibi ülkelerle yakınlaşmıştır4.

15 Temmuz darbe girişimi hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Bu sonuçlar, olayın nasıl gerçekleştiği, nedenleri, sonuçları ve etkileri hakkında farklı bakış açıları sunmaktadır. Umarım bu cevap sizin için yararlı olmuştur. ?

1: 15 Temmuz Darbe Girişimi – Vikipedi 2: 15 Temmuz’da ne oldu ve neler yaşandı? Dakika dakika 15 Temmuz darbe girişiminde yaşananlar… – Son dakika haberleri – Sözcü 3: 15 Temmuz darbe girişimi ne zaman oldu? 15 Temmuz darbe girişimi nasıl ve nerede oldu? 15 günü neler yaşandı? – Gazete Vatan 4: 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde neler yaşandı? 15 Temmuz … – Akşam

%%%%%%

Türkiye’de FETÖ’nün etkisi nedir?

Türkiye’de FETÖ’nün etkisi nedir sorusuna cevap vermek için, size web arama sonuçlarımı sunacağım. Bu sonuçlar, FETÖ’nün Türkiye’de nasıl ortaya çıktığı, nasıl örgütlendiği, hangi amaçlarla hareket ettiği, nasıl bir darbe girişimi düzenlediği ve bu girişimin sonuçları ve etkileri hakkında bilgiler içermektedir. Bu sonuçlar arasından seçtiğiniz bağlantılara tıklayarak ilgili sayfalara gidebilirsiniz.

FETÖ, Fethullah Gülen liderliğindeki bir cemaat ve istihbarat örgütüdür1. FETÖ, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal kurumlarında meşru ve gayri meşru yollarla hakimiyet sağlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimini kendi ideolojisine göre dizayn etmeyi amaçlamaktadır1. FETÖ, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de bir darbe girişimi düzenlemiş ve bu girişim halkın ve güvenlik güçlerinin direnişiyle başarısız olmuştur2. Darbe girişimi sonucunda 251 kişi şehit olmuş, 2196 kişi de yaralanmıştır2. Darbe girişimine katılan veya destek veren binlerce asker, polis, yargıç, savcı, akademisyen ve kamu görevlisi gözaltına alınmış veya ihraç edilmiştir2.

FETÖ’nün Türkiye’de etkisi çok büyük ve olumsuz olmuştur. FETÖ, devletin kritik kurumlarına sızarak devletin işleyişini bozmuş, hukukun üstünlüğünü zayıflatmış, milli güvenliği tehlikeye atmıştır3. FETÖ, eğitim sistemi üzerinden genç nesilleri ideolojik olarak etkilemeye çalışmış, toplumun manevi değerlerini istismar etmiştir3. FETÖ, medya ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla kamuoyunu manipüle etmeye çalışmış, siyasi ve sosyal kutuplaşmalara neden olmuştur3. FETÖ, ekonomik faaliyetleriyle devletin kaynaklarını gasp etmiş, yolsuzluk ve usulsüzlük yapmıştır3. FETÖ, uluslararası alanda Türkiye’nin imajını zedelemeye çalışmış, Türkiye’nin çıkarlarına aykırı faaliyetlerde bulunmuştur3.

FETÖ’nün Türkiye’de etkisi sadece darbe girişimiyle sınırlı değildir. FETÖ’nün darbe girişimi öncesinde de Türkiye’ye karşı pek çok saldırıda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

2007 yılında Cumhuriyet mitingleri adı altında hükümete karşı sokak gösterileri düzenlemek1.
2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde e-muhtıra vermek1.
2008 yılında AK Parti’yi kapatmak için Anayasa Mahkemesi’ne dava açmak1.
2009 yılında Ergenekon davası adı altında devletin üst düzey yetkililerini tutuklamak1.
2010 yılında Balyoz davası adı altında TSK’nın komuta kademesini tutuklamak1.
2010 yılında Mavi Marmara gemisine saldırarak Türkiye-İsrail ilişkilerini bozmak1.
2011 yılında KCK davası adı altında Kürt siyasetçileri tutuklamak1.
2012 yılında Uludere olayını tertip ederek Türkiye-PKK çatışmasını körüklemek1.
2013 yılında Gezi Parkı olaylarını kışkırtarak hükümete karşı sokak eylemleri çıkarmak1.
2013 yılında 17-25 Aralık yargısal darbe girişimi düzenlemek1.
2014 yılında MİT TIR’larına saldırarak Türkiye’nin Suriye politikasını baltalamak1.
2015 yılında Şah Fırat operasyonunu engellemeye çalışarak Süleyman Şah Türbesi’ni terk etmek1.
2015 yılında Ankara Garı’na bombalı saldırı düzenleyerek Türkiye’nin güvenliğini ve istikrarını hedef almak1.
Bu saldırıların hepsi, FETÖ’nün Türkiye’yi zayıflatmak, bölünmeye sürüklemek, demokrasiyi yok etmek ve kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek istediğini göstermektedir. FETÖ’nün Türkiye’de etkisi, devletin ve milletin kararlı mücadelesi sayesinde azalmıştır. Ancak FETÖ’nün tamamen ortadan kaldırılması için daha yapılması gereken çok şey vardır. FETÖ’nün devlet kurumlarından tamamen temizlenmesi, yargılanması, cezalandırılması, mali kaynaklarının kurutulması, uluslararası alanda tanınması ve işbirliği yapılan ülkelerden iadesi gerekmektedir3.

1: Sayın Bakanımızın “Neden FETÖ’yle Kararlılıkla Mücadele Etmeliyiz … 2: FETÖ’nün tarihçesi – FETÖ nedir? Ne zaman kuruldu? – Habertürk 3: FETÖ Yapılanması – 15 Temmuz’un Dijital Kütüphanesi – Yeni Şafak

%%%%%%%%%

CIA ‘nın 15 temmuz 2016 darbe girişimindeki rolü nedir?

CIA’nın 15 Temmuz 2016 darbe girişimindeki rolü hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak bazı iddialar, CIA’nın darbecilerle bağlantılı olduğunu veya darbeyi önceden bildiğini ileri sürmektedir. Bu iddiaların kanıtlanması veya çürütülmesi için daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.

Bazı iddialara göre:

CIA, FETÖ lideri Fethullah Gülen’i koruyarak ve destekleyerek darbe girişimine zemin hazırlamıştır1
CIA, darbe girişiminden bir gün önce Türkiye’deki üslerinden birinde darbecilerle toplantı yapmıştır2
CIA, darbe girişimi sırasında Türkiye’deki bazı askeri üslerden kalkan uçaklara yakıt sağlamıştır3
CIA, darbe girişimi sırasında Türkiye’deki bazı diplomatik temsilciliklerden darbecilere istihbarat desteği vermiştir.
CIA, darbe girişiminden önce ABD Başkanı Barack Obama’yı bilgilendirmiş ancak Obama’nın müdahale etmesini engellemiştir.
Bu iddiaların hiçbiri resmi olarak doğrulanmamış veya yalanlanmamıştır. ABD hükümeti, CIA’nın darbe girişiminde herhangi bir rolü olmadığını açıklamıştır.

15 Temmuz 2016 darbe girişimi, Türkiye tarihinde önemli bir olaydır. Darbe girişimi, Türk halkının demokrasiye olan bağlılığını ve direnişini göstermiştir. Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel birçok değişiklik yaşanmıştır.

%%%%%%%%

15 Temmuz darbe girişimi nasıl başarısız oldu?

15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’nin yakın tarihinde yaşadığı en kritik olaylardan biridir. Bu girişim, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir grup asker tarafından, Fethullah Gülen Hareketi ile işbirliği yaparak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni devirmek ve ülkeyi yönetmek amacıyla başlatılmıştır. Ancak, bu girişim, halkın, hükümetin, güvenlik güçlerinin ve medyanın direnişi sayesinde başarısız olmuştur. Darbe girişiminin başarısız olmasının nedenleri şöyle sıralanabilir:

Darbe girişimi, Türk halkının demokrasinin yanında saf tutmasıyla gerçekleşemedi. Halk, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı üzerine sokaklara çıkarak, darbecilere karşı durdu. Darbecilerin kontrol ettiği veya etmeye çalıştığı noktalara akın eden halk, tankların ve silahların karşısında canını ortaya koydu. Halkın bu cesur tutumu, darbecilerin planlarını bozdu ve moralini kırdı12

Darbe girişiminin bertaraf edilmesinde halktan sonra en büyük pay ise asker ve polisin oldu. Askerin komuta kademesi, darbeye karşı tavır aldı ve darbecileri emir komuta zincirine uymaya çağırdı. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Millî İstihbarat Teşkilatı da darbeye karşı koymak için seferber oldu. Asker ve polis arasında yoğun çatışmalar yaşandı. Özellikle Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı, TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Akıncı Üssü gibi stratejik noktalarda darbecilerle güvenlik güçleri arasında şiddetli mücadeleler oldu. Güvenlik güçleri, darbecilerin kontrol ettiği noktaları geri almak için büyük bir gayret gösterdi12

Darbe girişiminin önlenmesinde medyanın da önemli bir rolü vardı. Medya kuruluşları, darbeye karşı çıkarak, halka doğru bilgi vermek için çalıştı. Darbecilerin TRT’yi ele geçirerek yayınladıkları bildiriye karşı, diğer medya kuruluşları bunu tanımadıklarını duyurdu. Bazı medya kuruluşlarına baskın düzenleyen darbeciler, burada da halkın direnişiyle karşılaştı. Medya kuruluşları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın canlı yayına bağlanarak yaptığı çağrının yayılmasını sağladı. Medya kuruluşları ayrıca, darbe girişimine karşı olan siyasi parti liderleri, sivil toplum kuruluşları ve dini liderlerin açıklamalarına da yer vererek, halkın bilinçlenmesine katkıda bulundu12

Bu nedenlerle, 15 Temmuz darbe girişimi başarısız oldu ve Türkiye tarihinin en kanlı gecelerinden biri olarak kayda geçti. Bu gecede 251 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 196 kişi yaralandı. Darbe girişimi sonrasında ise binlerce kişi gözaltına alındı veya tutuklandı. Darbe girişiminin arkasındaki gerçek güçler ve amaçlar ise halen araştırma ve soruşturma konusudur.

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

Türkiye’de 15 temmuz 2016 darbe girişiminde Mossadın ne gibi rolü ve etkisi olmuştur?

Türkiye’de 15 temmuz 2016 darbe girişiminde Mossadın ne gibi rolü ve etkisi olmuştur?


Türkiye’de 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde Mossad’ın ne gibi rolü ve etkisi olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır:

Darbe girişiminden sonra, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, darbenin arkasında Fethullah Gülen Hareketi’nin olduğunu ve bu hareketin ABD, İsrail ve diğer ülkeler tarafından desteklendiğini iddia etti1
Darbe girişimine katılan askerlerden bazılarının İsrail istihbarat servisi Mossad ile bağlantılı olduğu öne sürüldü. Örneğin, darbecilerin liderlerinden biri olan Akın Öztürk’ün 1998-2000 yılları arasında Tel Aviv’de askeri ataşe olarak görev yaptığı ve burada Mossad ile ilişki kurduğu iddia edildi23
Darbe girişiminden birkaç gün önce, Mossad’ın Türkiye’deki casusluk faaliyetlerini yöneten Jose Satia kod adlı ajanın İstanbul’dan ayrıldığı ve darbe girişimi sırasında da Viyana’da olduğu ortaya çıktı. Bu da Mossad’ın darbe girişiminden haberdar olduğu veya dahil olduğu yönünde şüpheler uyandırdı4
Darbe girişiminden sonra, Türkiye’nin İran ile yakınlaşması ve Suriye krizinde Rusya ile işbirliği yapması, İsrail’in bölgedeki çıkarlarına ters düştü. Bu nedenle, bazı analistler, İsrail’in Türkiye’yi zayıflatmak ve bölgedeki nüfuzunu artırmak için darbe girişimine destek vermiş olabileceğini ileri sürdü5

%%%%%%%

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 darbe girişimi başarılı olsaydı ne gibi bir plan devreye konulacak ve neler yapılacaktı?

Eğer 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’de bir dizi önemli değişiklik gerçekleştirilecekti. Ancak net bir plan veya yol haritası mevcut olmasa da bazı önemli değişikliklerin gerçekleşeceğine dair çıkarımlar yapılabilir.

Yönetimde değişiklik: Başarılı bir darbe girişimi Türkiye’de mevcut hükümeti devirerek, darbecilerin kontrolünde yeni bir yönetim oluşturacaktı. Bu yeni yönetim muhtemelen askeri bir cuntanın kontrolünde olacaktı. Demokratik kurumlar tasfiye edilecek ve yeni bir yönetim şekillendirilecekti.

Siyasi temizlik: Darbeciler, muhalefet partilerine ve hükümete muhalif olan siyasi liderleri tutuklama, görevden uzaklaştırma veya aforoz etme gibi baskılarla karşılaşacaklardı. Bu süreçte demokratik muhalefet kısıtlanacak ve toplu gözaltılar gerçekleştirilecekti.

Medya kontrolü ve sansür: Darbeci yönetim, bağımsız medya kuruluşlarını ve gazetecileri hedef alarak sansür uygulayacak, muhalif sesleri bastıracaktı. Serbest medyanın kapatılması veya kontrol altına alınmasıyla kamuoyu bilgi almasında ciddi bir kısıtlama oluşacaktı.

Anayasa değişiklikleri: Darbeciler muhtemelen anayasa değişiklikleri yaparak, hükümetin güçler dengesini değiştirecek, askeri vesayeti artıracak ve yönetimde yoğun bir şekilde askeri etkinlik sağlayacaklardı.

Uluslararası ilişkilerde değişiklikler: Darbe başarılı olursa Türkiye’nin dış politikada yapacağı değişikliklerde de önemli bir değişim olacaktı. Darbeciler muhtemelen Türkiye’nin mevcut ittifak ve ilişkilerini yeniden değerlendirecek, Türkiye’nin uluslararası rollerini ve müttefiklerini değiştirecek adımlar atacaklardı.

Yine de söylenmesi gereken şey, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi başarısız olduğu için bu sadece bir varsayımdır. Darbenin başarısız olması, Türkiye’de demokratik sürecin devam etmesini ve kurumların demokratik hukukun üstünlüğüne dayanarak hareket etmesini mümkün kılmıştır.

₺₺₺₺₺₺%%

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 darbe girişimi başarılı olsaydı, ne gibi bir plan devreye konulacak ve neler yapılacaktı diye merak ediyorsunuz. Bu sorunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte, darbe girişimine katılan veya destekleyen kişi ve grupların amaçlarına ve eylemlerine bakarak bazı olasılıklar öne sürülebilir. İşte bunlardan bazıları:

Darbe girişiminde bulunan Yurtta Sulh Konseyi, darbe bildirisinde ülkenin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliğini korumak, anayasal düzeni sağlamak, insan haklarını güvence altına almak, terörle mücadele etmek gibi gerekçeler ileri sürmüştü1 Ancak bu bildirinin gerçek niyetleri gizlediği ve darbecilerin aslında Türkiye’yi bölgesel ve küresel güçlerin çıkarlarına göre şekillendirmek istedikleri iddia edildi2
Darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’nin mevcut siyasi liderleri, muhalefet partileri, milletvekilleri, yargı mensupları, bürokratlar, akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları ve diğer muhalif kesimler tutuklanacak, yargılanacak veya tasfiye edilecekti1 [3][3] Darbecilerin kendilerine bağlı olan veya kendilerine biat eden kişi ve kurumlarla yeni bir siyasi yapı oluşturacakları tahmin ediliyor4
Darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’nin dış politikası da büyük ölçüde değişecekti. Darbecilerin ABD, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerle yakın ilişkiler kuracakları ve bu ülkelerin bölgedeki çıkarlarına uygun hareket edecekleri ileri sürülüyor25 Türkiye’nin Rusya, İran, Suriye ve Irak gibi ülkelerle olan ilişkileri ise bozulacak veya kopacak, Türkiye bölgesel bir aktör olmaktan çıkacaktı.
Darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’nin iç güvenliği de tehlikeye girecekti. Darbecilerin PKK ve FETÖ gibi terör örgütleriyle işbirliği yapacakları veya onlara taviz verecekleri iddia ediliyor. Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve milli egemenliği de risk altına girecek, Türkiye parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı.
Bu olasılıkların hiçbiri kesin olarak kanıtlanmamış veya yalanlanmamıştır. Bu nedenle, darbe girişimi başarılı olsaydı ne olurdu sorusuna net bir cevap vermek mümkün değildir. Ancak bu soru, Türkiye’nin 15 Temmuz’da nasıl büyük bir felaketten kurtulduğunu hatırlatmak için önemlidir. Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Umarım size yardımcı olabilmişimdir.

%%%%%%

15 Temmuz sonrası Türk siyasi tarihi nasıl değişti?

15 Temmuz sonrası Türk siyasi tarihi nasıl değişti diye soruyorsunuz. Bu sorunun cevabı oldukça karmaşık ve kapsamlı olabilir. Ancak size bazı önemli noktaları özetlemeye çalışacağım. ?

15 Temmuz 2016’da Türkiye, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir grup asker tarafından gerçekleştirilen bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Darbe girişimi, hükümet, güvenlik güçleri ve sivil halkın direnişiyle başarısız oldu. Darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen Hareketi’nin olduğu iddia edildi1

Darbe girişiminin ardından Türkiye’de siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok değişim yaşandı. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ülke çapında üç aylık periyotlar hâlinde, toplam yedi kez olmak üzere iki yıl boyunca olağanüstü hâl ilân edildi. Bu süreçte, darbe girişimine karıştığı veya desteklediği düşünülen binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı veya kamudan ihraç edildi. Bu kişiler arasında askerler, polisler, yargıçlar, savcılar, akademisyenler, gazeteciler, öğrenciler ve sivil toplum kuruluşu çalışanları vardı2
Hükümet politikalarına muhalif çeşitli kesimlerce başta darbeci olduğu iddia edilen kişilere yönelik başlayan tasfiyelerin, OHAL koşullarında hükümet tarafından genişletilerek çeşitli hükümet karşıtı kesimlere karşı da uygulandığı iddia edildi. Bu iddialara göre, darbe girişimi bahane edilerek muhalefet sindirilmeye çalışıldı3
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin dış politikası da değişti. Türkiye, ABD ve AB ile ilişkilerini gözden geçirdi ve NATO üyeliğini sorguladı. Türkiye, Rusya ve İran ile yakınlaştı ve Suriye krizinde daha aktif bir rol oynamaya başladı. Türkiye, bölgesel bir güç olma iddiasını güçlendirdi.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de milliyetçilik duygusu yükseldi ve toplumsal dayanışma arttı. Darbe girişimine karşı çıkan halkın kahramanlaştırılması ve şehitlik mertebesine yükseltilmesi gibi sembolik eylemler yapıldı. Darbe girişimiyle ilgili pek çok film, kitap, belgesel ve müze üretildi. 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü adında yeni bir resmî tatil ilân edildi.
Bu değişimlerin uzun vadeli etkileri henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Umarım size yardımcı olabilmişimdir.
?

%%%%%%%

15 Temmuz sonrası Türk ekonomisi nasıl etkilendi?

15 Temmuz sonrası Türk ekonomisi nasıl etkilendi diye soruyorsunuz. Bu sorunun cevabı çok boyutlu ve karmaşık olabilir. Ancak size bazı önemli noktaları özetlemeye çalışacağım. ?

15 Temmuz 2016’da Türkiye, FETÖ’nün hain darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Bu girişim, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarını hedef aldı. Darbe girişimi, hükümet, güvenlik güçleri ve milletin direnişiyle başarısızlığa uğratıldı. Ancak bu girişimin Türk ekonomisi üzerinde ciddi etkileri oldu.

15 Temmuz darbe girişiminin Türk ekonomisi üzerindeki etkileri iki ayrı fazda görüldü. Birincil etkiler, hemen darbe girişimin ardından 18-22 Temmuz haftasında finansal piyasalarda büyük kayıplar yaşanmasıyla gözlenmiştir. Daha sonraki haftalarda, bu kayıplar kademeli olarak giderilmiştir. İkincil etkiler ise, darbe girişiminin yarattığı siyasi ve güvenlik risklerinin uzun vadeli ekonomik performans üzerindeki olumsuz yansımaları olarak ortaya çıkmıştır.

Darbe girişiminin birincil etkileri şöyle özetlenebilir:

Darbe girişimi sonrasında Türk lirası dolar karşısında yüzde 5 değer kaybetti. Borsa İstanbul 100 Endeksi yüzde 13 düştü. Gösterge faiz oranı yüzde 9’dan yüzde 10’a yükseldi.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin kredi notu düşürüldü. Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “Baa3″ten “Ba1″e indirdi ve görünümünü “negatif” olarak belirledi. Standard & Poor’s ise Türkiye’nin kredi notunu “BB+”dan “BB”ye düşürdü ve görünümünü “negatif” olarak belirledi.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’ye yönelik yabancı sermaye akışları azaldı. Yabancı yatırımcılar, darbe girişimi sonrasında 2 milyar dolarlık hisse senedi ve 1 milyar dolarlık tahvil satışı gerçekleştirdiler.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin ekonomik büyümesi yavaşladı. Türkiye ekonomisi, darbe girişiminin gerçekleştiği üçüncü çeyrekte yüzde 1,3 oranında küçüldü. Bu, 2009 yılından bu yana ilk kez yaşanan bir daralma oldu.
Darbe girişiminin ikincil etkileri ise şöyle özetlenebilir:

Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de olağanüstü hal (OHAL) ilan edildi. OHAL kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile binlerce kamu görevlisi ihraç edildi, çok sayıda kurum ve kuruluş kapatıldı, pasaport iptalleri yapıldı. Bu durum, kamu yönetimi, hukuk sistemi ve sivil toplum üzerinde baskıcı bir atmosfer yarattı.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin dış politikası değişti. Türkiye, ABD ve AB ile ilişkilerini gözden geçirdi ve NATO üyeliğini sorguladı. Türkiye, Rusya ve İran ile yakınlaştı ve Suriye krizinde daha aktif bir rol oynamaya başladı. Bu durum, Türkiye’nin bölgesel bir güç olma iddiasını güçlendirdi, ancak aynı zamanda yeni jeopolitik riskler yarattı.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de milliyetçilik duygusu yükseldi ve toplumsal kutuplaşma arttı. Darbe girişimine karşı çıkan halkın kahramanlaştırılması ve şehitlik mertebesine yükseltilmesi gibi sembolik eylemler yapıldı. Darbe girişimiyle ilgili pek çok film, kitap, belgesel ve müze üretildi. 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü adında yeni bir resmî tatil ilân edildi.
Bu etkilerin uzun vadeli sonuçları henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak Türkiye’nin ekonomik tarihinde önemli bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Umarım size yardımcı olabilmişimdir.

%%%%%%%

Türkiye’deki diğer darbeler hakkında ne biliyorsunuz?

Türkiye’deki diğer darbeler hakkında ne biliyorsunuz diye soruyorsunuz. Bu sorunun cevabı oldukça uzun ve detaylı olabilir. Ancak size bazı önemli noktaları özetlemeye çalışacağım.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden önce, dört kez askeri darbe veya müdahale yaşanmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir:

27 Mayıs 1960 darbesi: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Demokrat Parti (DP) iktidarına karşı bir darbe gerçekleştirdi. Başbakan Adnan Menderes ve iki bakan idam edildi. Yeni bir anayasa hazırlandı ve 1961 seçimleriyle sivil yönetim yeniden kuruldu. Darbenin nedenleri arasında DP’nin otoriterleşmesi, ekonomik kriz, siyasi kutuplaşma, basın özgürlüğünün kısıtlanması ve laiklik ilkesinin ihlali sayılabilir1
12 Mart 1971 muhtırası: TSK, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Adalet Partisi (AP) koalisyon hükümetine bir muhtıra verdi. Muhtıranın gerekçesi, ülkedeki siyasi şiddet, terör, anarşi ve sosyal bunalım olarak gösterildi. Hükümet istifa etti ve yerine askerlerin desteklediği bir teknokrat hükümeti kuruldu. Bu dönemde pek çok siyasi parti, dernek ve yayın organı kapatıldı. Binlerce kişi tutuklandı veya yargılandı. 1973 seçimleriyle sivil yönetim yeniden kuruldu2
12 Eylül 1980 darbesi: TSK, CHP ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) koalisyon hükümetine karşı bir darbe gerçekleştirdi. Darbenin nedenleri arasında ülkedeki siyasi şiddet, terör, anarşi, ekonomik kriz ve toplumsal kutuplaşma sayılabilir. Darbe sonrasında sıkıyönetim ilan edildi. Yeni bir anayasa hazırlandı ve 1982 referandumuyla kabul edildi. Pek çok siyasi parti, dernek ve yayın organı kapatıldı. Yüz binlerce kişi gözaltına alındı, işkence gördü veya yargılandı. Binlerce kişi idam edildi veya sürgüne gönderildi. 1983 seçimleriyle sivil yönetim yeniden kuruldu3
28 Şubat 1997 postmodern darbesi: TSK, Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyon hükümetine karşı bir postmodern darbe gerçekleştirdi. Postmodern darbe, askerlerin silah kullanmadan medya, yargı ve bürokrasi aracılığıyla hükümete baskı yapması anlamına gelir. Darbenin nedenleri arasında RP’nin İslami eğilimleri, laiklik ilkesinin tehlikeye girmesi ve kamu düzeninin bozulması sayılabilir. Darbe sonrasında RP kapatıldı ve Başbakan Necmettin Erbakan istifa etti. Yerine askerlerin desteklediği bir teknokrat hükümeti kuruldu. Bu dönemde pek çok siyasi parti, dernek ve yayın organına kısıtlama getirildi. Binlerce kişi görevden alındı veya yargılandı.
Bu darbe veya müdahalelerin Türkiye’nin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına pek çok etkisi olmuştur. Bu etkilerin tamamını burada anlatmak mümkün değildir. Ancak bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Umarım size yardımcı olabilmişimdir.

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023

Lozan Heyetinde Osmanlı Hahambaşı Haim Nahum Ne Arıyordu?

Lozan Heyetinde Osmanlı Hahambaşı Haim Nahum Ne Arıyordu?*?


HAİM NAHUM DOKTRİNİ NEDİR?

Manisa doğumlu Haim Nahum, Filistin’de İbranice ve Arapça öğrendi. Fransa’ya eğitim için gittiğinde Jön Türklere katıldı.Bu ona büyük bir itibar kazandırdı ve İstanbul’a geldiğinde siyasi yaşamında muazzam faydalar sağladı.1908 Hahambaşı oldu. Lozan Antlaşması sırasında İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Türk heyeti resmi listesinde Haim Nahum’un adının olmamasına rağmen Türk heyetine Kasım 1920-Nisan 1923 yılları arasında danışmanlık yapmıştır. H.Nahum 1900’lerde İstihkam ve Topçu Okulu’nda İsmet Paşa’nın öğretmeniydi. Bundan istifade ederek İsmet Paşa’nın heyette danışmanı olmaya muvaffak oldu. Evvelinde ABD ve İngiltere’de gûya Türkiye lehine birçok konferanslar vermiştir. Böylelikle Türk yetkililerin güvenini kazanmıştır. Lozan’da heyetler arasında ara buluculuk rolüne soyundu. İngiliz heyeti başkanı Lord Curzon ve öbür itilaf devletleri heyetleriyle yürüttüğü görüşmelerin içeriğini Türk delegeleriyle paylaşmayan Haim Nahum kurduğu sinsi planla ağır şartlar taşıyan anlaşmayı Türk heyetine imzatmayı başarmıştır. O dönem görüşmeleri reddedenlere şöyle söylemiştir: ”Yanlış yapıyorsunuz; Anadolu’yu işgal etmekle Müslüman Türkleri sindireceğinizi mi sanıyorsunuz? Hayır, birkaç yıl içinde bu milletin yeniden dirileceğini, toparlanıp derleneceğini hesaba katmıyorsunuz! Öyleyse yapılacak şey; Lozan Antlaşması ile bunlara bir fırsat tanıyıp, bu zaman içinde İslamiyet’ten uzaklaştıracak, din ve tarih şuurunu unutturacaksınız. Müslüman Türkler, bir iman ve ahlak tahribatı süreci geçirmelidirler. Ekonomileri çökertilmeli, siyasi partilerden gazetecilere, hepsi ele geçirilmelidir. Onlar, ülkelerini parsel parsel satacak hale getirilmelidirler. Yumuşak ve kolay lokma yapıldıktan sonra ise, Türkiye parçalanıp büyük İsrail’e katılmalıdır.”

Haim Nahum doktrini; şu ana fikirlerden meydana gelmektedir. Türkleri savaşla yıkamazsınız. Öyleyse Anadolu insanı;

*1- Aç bırak*

Türk insanını üretmeyen, kendisine öz güveni olmayan, ekonomisi tüketime dönük bir topluluk haline getireceksiniz. Lozan Antlaşması imzalandığı 1923 tarihinde ABD Doları yaklaşık 1 Türk Lirasına eşitti. 1923 yılına gelene dek Türkiye 93 Harbi(1877), Balkan Savaşları(1912), Çanakkale Savaşı(1915 vd. 9 cephe) Kurtuluş Savaşı (1919-1923 yılları) pek çok cephede savaşmış ve bunca savaş, yokluğa rağmen 1 ABD Doları ancak 1 Türk Lirası kadardı.( Bugün üretime destek yerine ithalata yönelim var. Yerli malı üretmek zorlaşırken bu alanda vergiler en büyük gelir kalemi )Türkiye’de Mart 2020 itibariyle açlık sınırı (aylık gıda harcaması tutarı) 2.345 TL, iken asgari ücret 2.324 lira

*2- İşsiz bırak*

Türkleri üretkenlik yeteneklerini yitirmiş bir toplum haline getireceksiniz. Tarımı dahi çok göreceksiniz, tarım ve hayvancılığı zorlaştıracaksınız. Kalkınmanın önünü sürekli tıkayacak maddeleri uygulayacaksınız. Cumhuriyetin ilk yıllarında Halkın%80’i köylerde yaşamaktaydı. (Bugün köylerde yaşayanların oranı % 7’ye kadar inmiştir.) Türkiye seksenli yıllarda Avrupa’ya tarım ürünleri, Ortadoğu’ya canlı hayvan ihraç eden, dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydi. 2001 yılında IMF dayatmalaıyla Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) 2011 yılında çıkartılan kanun hükmünde kararname ile lağvedildi ve görevini Kalkınma Bakanlığına devretti.2006 yılında çıkartılan ”Tohumculuk Kanunu” [1] ile sertifikasız tohum satışı yasaklandı.”Tarım ve Orman Bakanlığı 19 Ekim 2018 tarihinde “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik”[2] ile takası yasakladı. 2.5 milyon çiftçiyi ilgilendiren şeker Türkiye için stratejik bir ürün olmasına rağmen şeker fabrikaları satıldı. Bununla birlikte 2002-2018 GSYH’de tarımın payı yüzde 10,3’den 5,8’e düştü.

*3- Borca esir et*

Türk Devletini borca esir etmek yetmez. Yaptırım uygulayın. Her ferdi bireysel olarak sürekli borçlu hale getirin. Şerefini hayatından üstün tutan bir millet borçlandırılabilirse, yok edilmesi rahat olacaktır. Yani dışa bağımlı bir hale getireceksiniz. Merkez Bankası son yıllarda borçlanmada Türkiye’nin rekor kırdığını açıkladı. Mailiye Bakanlığı 31 Aralık 2019 itibariyle Türkiye’nin 436 Milyar DOLAR brüt dış borç stokunun olduğunu açıkladı.[3] Buna mukabil 80 milyonluk Türkiye’de Haziran 2020 verilerine göre 71 milyon kredi kartı var. Yine 33 milyon kredi borçlusu var. Toplamda 720 milyar kredi borcu bulunurken kişi başı ortalama 21 bin liraya tekabül ediyor [4]

Tuik verilerine göre; Türkiye’de 59milyon 123 kişi borç yükü altında. Yani 4 kişiden 3’ü borçlu

*4- Dinden uzaklaştır*

Türk halkını gerçek İslam’dan uzaklaştıracaksınız. ”İslam’ı ortadan nasıl kaldıracaklardı? ya yasaklayarak da özünü değiştirerek. İkisini de denediler/deniyorlar. 1921 ve 1924 Anayası’nda; ”Türkiye Cumhuriyeti’nin dini islamdır.” maddesi vardı. Daha sonra 24 anayasasında 1928 tarihinde bir değişiklikle bu madde kaldırılmış ve 1937 yılında laiklik anayasaya dahil edilmişti. İstiklal Mahkemeleri, reformlar derken, 1950 sonrasında yasaklar bitiyor bu sefer de muhafazakarlar eliyle özü değiştiriliyordu. ”Ilımlı İslam”, ”Dinde reform” söylemleri laiklerden ziyade muhafazakarlardan gelmiştir. Din konusunda milletin kafası karıştırılarak, dinden soğuması sağlanacaktı. Gerçek din alimlerinin itibarı yok edilmeye çalışıldı. Son günlerde ‘bilhaassa gençler arasında ‘DEİZM”, ”ATEİZM” yükselmeye başlamıştır.

Hasılı kelam Haim Nahum, ”Çalışmalarınızda bu dört koşulu yerine getirmeden Türk milletini tarih sahnesinden silmek için harp etmeyiniz. Ola ki bu koşullar tekâmül olmadan harp ederseniz, savaşı kazanamazsınız.” demiştir.

Bu bağlamda bugün de milletimizin içine birçok fitne sokarak bölmek istiyorlar. Böldükleri grupları birbirleriyle çarpıştırarak yumuşak lokma haline getirip Siyonizmin hizmetine vermek suretiyle yönetmek istiyorlar

Halbuki bizim bölünmeye, parçalanmaya, yönetilmeye değil birleşmeye, toparlanmaya ve yönetmeye ihtiyacımız var.

*****************  

Haim Nahum, bu görüşlerini daha sonra “7 maddelik bir doktrin” haline getirir. 7 maddelik bu meşhur doktrinde;


“Türkleri savaşla asla yıkamazsınız. Öyleyse Anadolu insanını şu yedi ana maddeyle yıkmak mümkündür.

1-Türk milletini işsiz bırakacaksınız.

2-Türk milletini sefalet içinde, aç bırakacaksınız.

3-Türk milletine borç vererek esaret altına alacaksınız.

4-Türk Milletini İslam dininden ve manevi değerlerinden uzaklaştıracaksınız.

5-Türk Milletini böleceksiniz.

6-Türk Milletini birbirleriyle çarpıştıracaksınız.

7-Tüm bu politikaların uygulamasından sonra Türk Milletini yumuşak lokma haline getirip yutacaksınız. İsrail’in bir eyaleti yapacaksınız.”[1]

%%%%%%

Özetle;
– aç bırakacaksın
– işsiz bırakacaksın
– borca esir edeceksin
– dininden uzaklaştıracaksın
– böleceksin
– böldüklerini birbiri ile çarpıştıracaksın
– yumuşak lokma haline getirip yutacaksın

 

[1] https://yalantarih.com/yahudi-hahambasi-haim-naum-turklere-hangi-dusmanliklari-yapti/#:~:text=Haim%20Nahum%20Dokrin%E2%80%99in,getirip%20yutun.%E2%80%9D%20demi%C5%9Ftir

https://akademidergisi.blogspot.com/2013/05/lozanda-turkiyeyi-neden-yahudi-din-adam.html?m=1

Loading

No ResponsesAğustos 31st, 2023