KURANI KERİMDE AHİRZAMAN-DÜNYA VE KâİNATIN SON BULMASI
BAK: https://www.youtube.com/watch?v=tsTfdgkNSZ0
Kur’an-ı Kerim’de ahir zaman, dünya hayatının sonu ve kâinatın sona ermesi konuları, çeşitli ayetlerde ele alınarak, insanların bu dünyadaki geçici yaşamlarının ardından gelecekte yaşanacak olayları ve ahiret hayatını vurgular. Bu konular, müminlerin dikkatini ahiret hayatına yönlendirmeyi amaçlar.
Ahir Zaman
1. İşaretler: Ahir zaman, genel olarak kıyamet öncesi dönemi ifade eder. Bu dönemde meydana gelecek bazı olaylar, toplumların bozulması, ahlaki çöküş ve çeşitli felaketler gibi belirtilerle tasvir edilir. “Onların kıyamet saatini beklemedikleri bir anda gelir.” (Muhammed, 18) ayeti, bu durumu ifade eder.
2. Peygamberlerin Gönderilmesi: Ahir zamanda, insanların doğru yolda kalmaları için Allah tarafından peygamberler gönderilmiştir. Hz. Muhammed, bu son peygamber olarak, insanlara hidayet ve rehberlik etmiştir. “Muhammed, Allah’ın elçisidir.” (Fetih, 29) ayeti, bu durumu belirtir.
Dünya ve Kâinatın Sonu
1. Dünya Hayatının Geçiciliği: Kur’an, dünya hayatının geçici olduğunu ve gerçek yaşamın ahirette olduğunu vurgular. “Bu dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.” (Ankebut, 64) ayeti, dünya hayatının geçici doğasına dikkat çeker.
2. Kıyamet Günü: Kur’an, kıyamet gününde tüm insanların yeniden dirileceğini ve yaptıklarının karşılığını göreceğini bildirir. “O gün, insanlar, yaptıkları amellere göre en iyi sonuçları alacaklardır.” (Zilzal, 6-8) ayetleri, kıyamet gününün önemini belirtir.
3. Evrenin Yok Olması: Kur’an, kıyamet günü evrenin büyük bir sarsıntıyla yok olacağını ifade eder. “Gökler ve yer, birbiriyle kaynaşacak; sonra, birbiriyle çatışacak.” (İnfitar, 1-2) ayetleri, kâinatın son bulma sürecini anlatır.
Kıyamet ve Ahiret Hayatı
1. Hesap Günü: Kur’an, herkesin kıyamet günü yaptıklarından hesaba çekileceğini belirtir. “O gün, hiçbir canın, diğerinin lehine bir şey yapması mümkün olmayacak.” (Müminun, 101) ayeti, bu durumu açıklar.
2. Cennet ve Cehennem: Kıyamet günü, müminler cennetle, inkâr edenler ise cehennemle karşılaşacaklardır. “Kim ahiret yurdunu isterse, ona gerekli çabayı gösterir.” (İsra, 19) ayeti, insanların tercihlerinin sonuçlarını vurgular.
Sonuç
Kur’an-ı Kerim’de ahir zaman, dünya hayatının sonu ve kâinatın sona ermesi, insanlara geçici dünya hayatının ardında ahiret hayatının gerçek olduğunu hatırlatmayı amaçlar. Bu konular, insanların davranışlarını ve inançlarını şekillendirmek için birer uyarı niteliğindedir. Müminler, bu dünyada geçici olan yaşamlarının ardından gelecek olan ebedi hayata hazırlık yapmalı ve doğru yolda kalmalıdırlar.
@@@@@@@
Kur’an-ı Kerim’de Ahiret Zamanı, Dünya ve Kâinatın Sonu Kur’an-ı Kerim, insanlığın varoluş amacı, dünya hayatının anlamı ve ahiret hayatının önemi gibi temel konuların yanı sıra, dünya ve kâinatın sonu hakkında da önemli bilgiler vermektedir. Ahiret Zamanı ve Kıyamet * Ahiret: Dünya hayatından sonra gelecek olan ebedi hayata verilen isimdir. İnsanların yaptıklarının karşılığını alacağı, iyilerin cennete, kötülerin ise cehenneme gideceği bir dönemdir. * Kıyamet: Dünyanın sonu ve ahiret hayatının başlangıcı olarak kabul edilen büyük bir olaydır. Kur’an’da kıyametin belirtileri, işareti ve nasıl olacağı hakkında birçok ayet bulunmaktadır. Kıyametin Belirtileri Kur’an’da kıyametin yaklaştığını gösteren birçok işaretten bahsedilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: * Zemin sarsıntıları, depremler: Dünya üzerindeki büyük depremler ve doğal afetler kıyametin yaklaştığının işaretlerindendir. * İnsanların ahlaki bozulması: Adaletsizlik, zulüm, yalan söyleme gibi kötü davranışların artması kıyametin alametlerindendir. * İnsanların mal sevgisine düşkün olması: Dünya malına aşırı düşkünlük ve ahiret hayatını unutmak kıyametin yaklaştığının bir göstergesidir. * İlim adamlarının azalması: İlim öğrenmeye ve öğretmeye önem vermeyen, cahiliye dönemine dönüş gibi bir durumun yaşanması. * Dinin zayıflaması: İnsanların dinlerinden uzaklaşması, ibadetleri terk etmesi ve dinin sadece şekle indirgenmesi. Dünya ve Kâinatın Sonu Kıyamet günü, gökler yarılacak, dağlar yerinden oynayacak, denizler kaynayacak gibi büyük değişimler yaşanacaktır. Güneş söner, yıldızlar kayar ve dünya tamamen farklı bir hal alacaktır. Bu süreçte insanlar diriltilecek ve yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Ahiret Hayatında İnsanların Durumu Kıyamet günü, insanların yaptıklarının karşılığını alacağı bir gün olacaktır. İyilik yapanlar cennete, kötülük yapanlar ise cehenneme gidecektir. Cennet, nimetlerin sonsuz olduğu, her türlü isteğin karşılandığı bir yer olarak tasvir edilirken, cehennem ise azabın sürekli olduğu, acıların hiç dinmediği bir yer olarak anlatılır. Neden Ahiret Hayatına İnanmalıyız? * Adaletin gerçekleşmesi: Dünya hayatında her zaman adaletin tesis edilmesi mümkün olmayabilir. Ancak ahirette herkes yaptığının karşılığını görecektir. * Hayatın anlamı: Ahiret inancı, insan hayatına bir anlam ve amaç verir. Dünya hayatının geçici olduğunu ve asıl hayatın ahirette olduğunu hatırlatır. * İyilik yapmaya teşvik: Ahiret inancı, insanları iyi ameller yapmaya, kötülüklerden kaçınmaya teşvik eder. Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim, dünya hayatının geçici olduğunu ve asıl hayatın ahirette olduğunu vurgular. Kıyamet günü, insanların yaptıklarının karşılığını alacağı büyük bir değişimdir. Bu nedenle, Müslümanlar dünya hayatını ahiret hayatına hazırlık olarak görmeli ve iyi ameller yapmaya özen göstermelidirler.
Kur’an-ı Kerim’de akıl ve ilim, insanların Allah’ın yaratılışını anlamaları ve doğru yolda ilerlemeleri için temel kavramlar olarak öne çıkar. Kur’an, insanları düşünmeye, sorgulamaya ve öğrenmeye teşvik ederken, akıl ve ilmin önemini vurgular. İşte bu konudaki bazı önemli noktalar:
1. Akıl ve Sorumluluk
Akıl Verilmesi: Kur’an, insanın akıl ile donatıldığını ve bu aklın sorumluluk getirdiğini belirtir. “Aklınızı kullanmaz mısınız?” (Bakara, 44) Bu ayet, aklın kullanılmasını ve insanın sorumluluğunu hatırlatır.
2. Bilgi ve İlim
İlmin Değeri: Kur’an, ilmin önemini sıkça vurgular. “İlim sahipleri, Allah’tan daha çok korkar.” (Fatır, 28) Bu, ilmin insanın Allah’a olan bağlılığını artıran bir faktör olduğunu gösterir.
Okuma Emri: Kur’an’ın ilk ayetleri arasında yer alan “Oku!” emri, bilginin ve öğrenmenin ne kadar değerli olduğunu ortaya koyar. (Alak, 1)
3. Düşünme ve Tefekkür
Tefekkür Etmek: Kur’an, düşünmeyi teşvik eder. “Onlar, göklerin ve yerin yaratılışında elbette ibretler vardır.” (Ali İmran, 190) Bu ayet, evrendeki düzenin ve yaratılışın üzerinde düşünmeyi teşvik eder.
Kainatın Ayetleri: Kur’an, insanlara doğa olayları ve yaratılış üzerinden ibret almayı önerir. “Gerçekten, göklerde ve yerde birçok ayetler vardır.” (Casiye, 13) Bu, insanların Allah’ın varlığını ve kudretini anlamaları için bir çağrıdır.
4. Akıl ve İman
İman ile Akıl İlişkisi: Akıl, imanın temel taşlarından biridir. Kur’an, akıl sahiplerini müjdeleyerek, onların Allah’ın varlığına ve birliğine ulaşabileceklerini belirtir. “İnkar edenlerin akılları mühürlenmiştir.” (Bakara, 7) Bu, aklın doğru kullanılması gerektiğini vurgular.
5. İlim ve Farkındalık
Kendini Tanıma: Kur’an, insanın kendini tanıması ve anlaması için ilim sahibi olmasını teşvik eder. “Bilmeyenlerle, bilenler bir olur mu?” (Zümer, 9) Bu, bilgi edinmenin ve öğrenmenin önemini ön plana çıkarır.
6. İlim ve Amel
İlim ve Amelin Birlikteliği: Kur’an, ilmin amelle birleşmesi gerektiğini belirtir. “Onlar, kendilerine verilen ilmi gizleyenler, Allah’ın lanetini üzerlerine çeker.” (Bakara, 159) Bu, ilmin yalnızca bilgi olarak kalmaması, aynı zamanda pratikte de uygulanması gerektiğini ifade eder.
Sonuç
Kur’an-ı Kerim, akıl ve ilim arasında sıkı bir bağ kurar. İnsanların akıllarını kullanmaları, ilim edinmeleri ve bu bilgileri hayatta uygulamaları gerektiğini vurgular. Akıl, insanı doğru yola yönlendiren bir rehber olarak görülürken, ilim ise bu yolda ilerlemek için gereken bilgi ve donanımı sağlar. Kur’an, düşünmeye, sorgulamaya ve öğrenmeye teşvik ederek, insanın Allah’a ve evrene karşı sorumluluklarını anlamasına yardımcı olur. Bu bağlamda, akıl ve ilim, inanç ve eylem bütünlüğünü sağlamak için kritik öneme sahiptir.
@@@@@@@
Kur’an-ı Kerim’de Akıl ve İlim Bağlantısı Kur’an-ı Kerim, insanlara akıllarını kullanarak düşünmelerini ve bilgi edinmelerini emreder. Akıl ve ilim, Kur’an’da sıkça birlikte anılan ve birbirini tamamlayan iki önemli kavramdır. Akıl ve İmanın İlişkisi Kur’an’a göre, iman sadece kalple kabul etmek değil, aynı zamanda akılla düşünmek ve delilleri değerlendirmektir. Allah, insanlara akıl vermiş ve bu aklı kullanarak O’nun varlığını, birliğini ve kudretini anlamalarını istemiştir. İman eden bir insan, aklını kullanarak dinin gerekçelerini ve delillerini araştırır ve bu sayede inancını daha da güçlendirir. İlim Talebinin Önemi Kur’an, ilim öğrenmenin önemini vurgulayarak, müminleri sürekli olarak bilgi edinmeye teşvik eder. İlim, insanı cehaletten kurtarır, doğru yola ulaştırır ve Allah’a daha yakın kılar. Peygamber Efendimiz (sav) de, “İlim öğrenmek her mümine farzdır” hadisiyle ilimin önemini belirtmiştir. Akıl ve İlimin Birlikte Kullanılması Kur’an, akıl ve ilimi birbirinden ayrı görmez, aksine bu ikisinin birlikte kullanılması gerektiğini vurgular. Akıl, elde edilen bilgilerin doğru olup olmadığını değerlendirmek için kullanılırken, ilim ise akla gerekli bilgiyi sağlar. * Akıl, İmanın Temeli: İman, akıl yoluyla elde edilen bir sonuçtur. Akıl sayesinde insanlar, Allah’ın varlığını ve birliğini anlarlar. * İlim, İmanı Güçlendirir: İlim, insanın imanını daha da güçlendirir ve derinleştirir. İlim sahibi olan bir kişi, dinin gerekçelerini daha iyi anlar ve inancını daha sağlam temeller üzerine oturtur. * Akıl, Şüphelerden Korur: Akıl, insanı hurafelerden ve batıl inançlardan korur. Akıl sahibi bir insan, her şeyi sorgular ve doğruyu yanlıştan ayırt eder. Kur’an Ayetlerinde Akıl ve İlime Verilen Önem * “De ki: Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Sizin saklı tuttuklarınız da, açığa vurduklarınız da O’nundur. Allah, göğüslerin (iç dünyalarının) gizlediği şeyleri bilir.” (En’am Suresi, 67. ayet) * “Onlara de ki: Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Sizin kendiniz için erkek çocuk edinmeniz, O’nun için kız çocuk edinmesi misali midir? İşte siz batıl bir varsayımda bulunuyorsunuz.” (Nahl Suresi, 81. ayet) * “O, size ayetlerini gösteriyor ki, belki aklınızı kullanırsınız.” (Yunus Suresi, 101. ayet) Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim, akıl ve ilimi birbirinden ayrı görmez, aksine bu ikisinin birlikte kullanılması gerektiğini vurgular. Akıl, imanın temeli ve imanın güçlenmesinde önemli bir rol oynar. İlim ise akla gerekli bilgiyi sağlar ve insanı doğru yola ulaştırır. *********** *”Hem öyle bir surette ifade ediyor ki, o ifade ile şöyle işaret eder ki: ‘Elbette nev-i beşer, ahir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.’ “
“Hem o Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, cezâlet ve belâgat-ı Kur’âniyeyi mükerreren ileri sürdüğünden remzen anlattırıyor ki: ‘Ulum ve fünûnun en parlağı olan belagat ve cezâlet, bütün envâıyla ahir zamanda en merğub bir suret alacaktır. Hatta insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silahını cezâlet-i beyandan ve en mukavemet-suz kuvvetini belâgat-ı edadan alacaktır.” bk. Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam
Kur’an-ı Kerim, hayatın farklı yönlerini ele alan, derin anlamlar ve mesajlarla dolu bir kutsal kitaptır. İçinde evrenin yaratılışından ahlak kurallarına, bilimle örtüşen ayetlerden sosyal ve toplumsal meselelere kadar birçok ilginç konu yer alır. İşte Kur’an’daki bazı dikkat çekici ayet ve konular:
1. Evrenin ve Dünyanın Yaratılışı
“O, gökleri ve yeri bir örnek olmaksızın yaratandır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece ‘Ol!’ der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117. Ayet)
Kur’an’da evrenin yaratılışı hakkında birçok ayet bulunur. Bunlar arasında göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı (Araf Suresi, 54. Ayet) ve başlangıçta bir duman halindeyken (Fussilet Suresi, 11. Ayet) yaratılışın meydana geldiği ifade edilir. Bu ayetler modern bilimle bazı noktalarda paralellikler gösterir.
2. İnsanın Yaratılışı
“İnsanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” (Rahman Suresi, 14. Ayet)
İnsan yaratılışı ile ilgili ayetler, insanın bir nutfe (döllenmiş yumurta) olarak yaratıldığını ve bir dizi evreden geçerek insan haline geldiğini anlatır (Müminun Suresi, 12-14. Ayetler). Bu ayetler, modern embriyolojinin evreleri ile benzerlikler taşır.
3. Bilimsel Keşiflere İşaret Eden Ayetler
“Görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi de Biz onları ayırdık…” (Enbiya Suresi, 30. Ayet)
Bu ayet, bazı yorumcular tarafından Büyük Patlama (Big Bang) teorisi ile ilişkilendirilmiştir. Evrenin başlangıçta tek bir bütün olduğu ve sonra genişlediği görüşü, bu ayetle paralellik göstermektedir.
4. Denizlerin Birbirine Karışmaması
“Birbiriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. Fakat aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.” (Rahman Suresi, 19-20. Ayetler)
Denizlerin birbirine karışmaması durumu, deniz biyolojisinde “deniz suyu bariyerleri” olarak bilinen olayla uyumludur. Farklı yoğunluktaki sular birbirine karışmaz, bu da denizlerde farklı ekosistemlerin korunmasını sağlar.
5. Göklerin Yedi Tabaka Olarak Yaratılması
“Üstünüzde yedi sağlam gök yarattık ve Biz yaratıklarımızdan habersiz değiliz.” (Müminun Suresi, 17. Ayet)
Yedi kat gökler ifadesi, bilim insanları tarafından atmosferin farklı katmanları olarak yorumlanabilir. Atmosferin yedi farklı katmanı olduğu bilinir: troposfer, stratosfer, mezosfer, termosfer, ekzosfer vb.
6. Karadeliklere ve Uzayın Derinliklerine İşaret
“Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim. Eğer bilirseniz, bu çok büyük bir yemindir.” (Vakıa Suresi, 75-76. Ayetler)
Bu ayet, bazı yorumlara göre karadelikler ve yıldızların ölümleri gibi gök cisimleri ile ilgili ilginç bilimsel olgulara işaret etmektedir.
7. Adalet, Ahlak ve İnsan Hakları Üzerine
“Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin; adil olun, bu takvaya daha yakındır.” (Maide Suresi, 8. Ayet)
Bu ayet, kişisel duyguların adaleti engellememesi gerektiğine işaret eder. Adaletin toplumsal huzur için önemini vurgular.
8. İnsanların Duyguları ve Psikolojik Durumları
“İnsana bir zarar dokundu mu, yanı üzere bize yalvarır; sonra kendisinden sıkıntıyı kaldırdığımızda sanki kendisine dokunan sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçip gider.” (Yunus Suresi, 12. Ayet)
Kur’an’da insanın psikolojik halleri, kaygı, kibir ve şükran eksikliği gibi davranışları analiz edilir. Bu ayetlerde insana özgü zaaflar ve ahlaki dersler vurgulanır.
9. Zaman ve Görecelik Kavramı
“Rabbinin katında bir gün, saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac Suresi, 47. Ayet)
Zamanın göreceliği konusu, Einstein’ın Görelilik Teorisi ile örtüşebilecek ilginç bir ayet olarak yorumlanır. Kur’an’da zaman, Allah’ın nezdinde farklı bir ölçüyle ele alınır.
10. Kıyamet ve Ahiret Hayatı
“Sur’a bir üfürülüş üflenir. Yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılınca, işte o gün olan olmuştur.” (Hakka Suresi, 13-15. Ayetler)
Kıyamet ile ilgili ayetlerde, kıyametin dehşeti ve kıyamet sonrasında yeniden diriliş konuları ele alınır. Bu ayetler, ahirete dair detaylar ve ibretler içerir.
Bu ayetler ve konular, Kur’an’ın derinliklerini ve her yönüyle insanlara yol gösterici olma misyonunu anlamaya yardımcı olabilir.
Bu dört terim, İslam düşüncesinde zihinsel faaliyetleri ifade etmek için kullanılan kavramlardır ve her birinin kendine özgü anlamları vardır:
1. Taakkul (عقل): Taakkul, akıl yürütme veya aklını kullanma anlamına gelir. Bir mesele üzerinde düşünerek doğru ve yanlış arasında ayrım yapmayı, mantıklı sonuçlara ulaşmayı ifade eder. Akıl ve mantık yoluyla gerçekleri idrak etme çabasını kapsar. Taakkul, insanın olaylar ve durumlar üzerinde aklını kullanarak düşünmesi, analiz yapması demektir.
2. Tefekkür (فكر): Tefekkür, derinlemesine düşünmek ve içsel bir anlam arayışı anlamına gelir. Genellikle evren, yaratılış, hayatın anlamı gibi konular üzerine yoğunlaşan bir tefekkür, kişinin manevi boyutta kendini geliştirmesi için yapılır. Tefekkür, sadece aklın değil, aynı zamanda ruhun da dahil olduğu bir düşünme sürecidir.
3. Tedebbür (دبر): Tedebbür, bir olay veya konu üzerinde derinlemesine düşünmek, olayların sonuçlarını önceden görmeye çalışmak ve uzun vadeli çıkarımlar yapmak anlamına gelir. Tedebbür, olayları sadece yüzeysel olarak değil, arka planları ve gelecekteki etkileriyle ele almayı ifade eder. Tedebbür, tefekkürden farklı olarak, daha çok sebepler ve sonuçlar üzerinde durur.
4. Teşa’ur (شعور): Teşa’ur, hissetme, farkında olma ve duyarlı olma anlamına gelir. Teşa’ur, olayların sadece zihinsel boyutuyla değil, aynı zamanda duygusal boyutuyla da algılanmasını ifade eder. Bir konunun ya da durumun duygusal olarak hissedilmesi, manevi anlamda derinleşmesi için kişinin bilinçli bir farkındalığa sahip olmasıdır. Kainatın özü ve özeti hayat,hayatın özeti de şuurdur.
Özetle:
Taakkul: Akıl yürütme, mantıklı düşünme.
Tefekkür: Derin düşünme, manevi anlam arayışı.
Tedebbür: Olayları sonuçlarıyla birlikte ele alma, uzun vadeli düşünme.
Teşa’ur: Duyusal farkındalık, hissetme.
Bu kavramlar, bir konuyu farklı açılardan ele alarak daha geniş bir bakış açısına sahip olmayı sağlar. *************** Kur’an-ı Kerim’de düşünceyi teşvik eden ayetler.
Kur’an-ı Kerim’de düşünceyi, aklı kullanmayı, tefekkür etmeyi teşvik eden pek çok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, insanları yaratılışı, evreni, yaşamı ve Allah’ın kudretini anlamak için düşünmeye yönlendirir. İşte düşünceyi teşvik eden bazı ayetler:
1. Ali İmran Suresi, 190-191. Ayetler:
> “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler ve derler ki: ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tenzih ederiz; bizi cehennem azabından koru.'”
2. Rum Suresi, 21. Ayet:
> “Kendi cinsinizden, kendilerine ısınmanız için eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun varlığının delillerindendir. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.”
3. Zümer Suresi, 9. Ayet:
> “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alır.”
4. Yunus Suresi, 101. Ayet:
> “De ki: ‘Göklerde ve yerde neler var, bir bakın!’ Ancak iman etmeyen bir topluma deliller ve uyarılar fayda vermez.”
5. Enfal Suresi, 22. Ayet:
> “Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, aklını kullanmayan sağırlar ve dilsizlerdir.”
6. Bakara Suresi, 164. Ayet:
> “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda veren şeylerle denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları farklı yönlerden estirmesinde ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutlarda aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır.”
7. Muhammed Suresi, 24. Ayet:
> “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?”
Bu ayetler, insanları evrenin yaratılışını, Allah’ın sanatını, hikmetini ve dünya hayatının anlamını kavrayabilmek için düşünmeye çağırır. MEHMET ÖZÇELİK 04-11-2024
KURANI KERİMDE ALLAH VE YARATICILIĞI Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın yaratma olarak kullandığı kelimeler.
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın yaratmayı ifade etmek için çeşitli kelimeler kullanılmıştır. Bu kelimeler, yaratma sürecinin farklı yönlerini ve anlamlarını yansıtır. İşte Kur’an’da yaratma anlamında kullanılan bazı önemli kelimeler:
1. “Halk” (خَلَقَ): En sık kullanılan yaratma fiillerinden biridir ve “yaratmak, yoktan var etmek” anlamına gelir. Allah’ın her şeyi, özellikle evreni ve canlıları yoktan yarattığını ifade eder. Örneğin, “O, gökleri ve yeri yarattı” (En’âm, 6:1).
2. “Bedi” (بَدِيع): Yoktan yaratmak veya örneği olmadan yaratmak anlamında kullanılır. Allah’ın bir şeyi var ederken hiçbir örneğe ya da yardıma ihtiyaç duymadığını ifade eder. “Göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır” (Bakara, 2:117).
3. “Fatr” (فَاطِر): “Yarmak, açmak, ortaya çıkarmak” anlamına gelir. Allah’ın yaratma sürecini detaylandıran bir kelimedir ve genellikle göklerin ve yerin yaratılması bağlamında kullanılır. “Gökleri ve yeri yaratan Allah” (Fâtır, 35:1).
4. “Bera” (بَرَأَ): “Yaratmak, şekil vermek” anlamında olup Allah’ın insanı ve diğer varlıkları özel bir tasarım ve özelliklerle yarattığını vurgular. “Yaratan, var eden, şekil veren Allah’tır” (Haşr, 59:24).
5. “Nesh” (نَسَخَ): Bir şeyin yerini başka bir şeyle değiştirmek anlamına gelir. Doğrudan yaratma anlamında sıkça geçmese de yaratılışta bir düzenin ve devamlılığın sağlanması bağlamında kullanılır.
6. “Tasviye” (تَسْوِيَة): “Düzene koymak, şekil vermek” anlamındadır. Allah’ın yaratmaya devam ettiği ve her şeyin en mükemmel şekilde düzenlenmiş olduğu anlamını taşır. “Sonra onu düzenleyip biçimlendirdi” (Secde, 32:9).
7. “İhya” (إِحْيَاء): Canlandırmak, hayat vermek anlamında olup Allah’ın ölüden diriyi çıkarma, yok olanı canlandırma yeteneğini ifade eder. Bu kelime özellikle kıyamet ve ahiret inancıyla ilgilidir.
8. **Cea’l (جعل)**: “Yapmak”, “kılmak”. Daha çok bir şeyin belirli bir hale getirilmesi, düzenlenmesi anlamında kullanılır.
Bu kelimeler, Allah’ın yaratıcı gücünün çeşitli yönlerini ortaya koyar ve Kur’an’da yaratılışın çok yönlü ve derin bir süreç olduğunu vurgular.
@@@@@@@
Kur’an-ı Kerim’de Allah için kullanılan kelimeler.
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın yüceliğini, benzersizliğini ve kudretini ifade eden birçok isim ve sıfat kullanılmıştır. Bu isimler, Allah’ın farklı özelliklerini ve sıfatlarını ortaya koyar. İşte Kur’an’da Allah için kullanılan bazı önemli isimler ve anlamları:
1. Allah (الله): Kur’an’da Allah’ın zatına özgü özel bir isimdir. Başka hiçbir varlık için kullanılmaz ve tüm güzel isimleri kapsayan en kapsamlı addır.
2. Rab (الرَّبّ): Terbiye eden, yöneten, düzenleyen anlamına gelir. Allah’ın tüm varlıkların Rabbi olduğu, her şeyi yönettiği ve koruduğu anlamını taşır.
3. Rahmân (الرَّحْمٰن): Sonsuz rahmet sahibi, bütün varlıkları kapsayan rahmeti ifade eder. Allah’ın merhametinin çok geniş ve sınırsız olduğunu vurgular.
4. Rahîm (الرَّحِيم): Özellikle müminlere yönelik rahmetini ifade eder. Rahmân ve Rahîm isimleri birlikte Allah’ın hem tüm varlıklara hem de özellikle inananlara yönelik rahmetini belirtir.
5. Mâlik (مَالِك): Mülk ve egemenlik sahibi anlamına gelir. Allah’ın kıyamet günü ve tüm zamanların hakimi olduğunu ifade eder.
6. Kuddûs (الْقُدُّوس): Her türlü eksiklikten münezzeh, kutsal anlamındadır. Allah’ın yüceliğini, temizliğini ve noksansız olduğunu belirtir.
7. Selâm (السَّلَام): Barış, huzur kaynağı anlamına gelir. Allah’ın güven ve huzur veren, her türlü tehlikeden emin kılan olduğunu ifade eder.
8. Azîz (الْعَزِيز): İzzet sahibi, çok güçlü ve üstün anlamına gelir. Allah’ın kudret ve yücelik açısından erişilmez olduğunu vurgular.
9. Cebbâr (الْجَبَّار): İradesini her durumda gerçekleştiren, dilediğini zorla yaptırabilen anlamındadır. Allah’ın mutlak güç ve irade sahibi olduğunu belirtir.
10. Hâlık (الْخَالِق): Yaratıcı, yoktan var eden anlamına gelir. Allah’ın her şeyi yaratan olduğu ifade edilir.
11. Bârî (الْبَارِئ): Her şeyi kusursuz bir uyum içinde yaratan, var eden anlamındadır.
12. Müheymin (الْمُهَيْمِن): Gözeten, koruyan anlamındadır. Allah’ın her şeyi kontrol altında tutan, her an her şeyi bilen olduğunu belirtir.
13. Alîm (الْعَلِيم): Her şeyi bilen anlamına gelir. Allah’ın geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsayan bilgisi olduğu ifade edilir.
14. Hakîm (الْحَكِيم): Hikmet sahibi, her işinde en doğru kararı veren anlamına gelir. Allah’ın her işinin yerinde ve hikmetli olduğunu belirtir.
15. Latîf (اللَّطِيف): Lütuf sahibi, çok ince iş gören anlamındadır. Allah’ın yarattıklarına karşı çok ince ve gizli rahmeti olduğunu ifade eder.
16. Razzâk (الرَّزَّاق): Rızık veren anlamına gelir. Allah’ın tüm varlıkların rızkını en güzel şekilde sağladığını ifade eder.
17. Mucîb (الْمُجِيب): Dualara icabet eden anlamına gelir. Allah’ın kullarının çağrılarına cevap verdiğini ifade eder.
18. Sabûr (الصَّبُور): Çok sabırlı anlamındadır. Allah’ın kullarının yanlışlarına karşı hemen cezalandırmayan, onlara tövbe fırsatı tanıyan sabırlı olduğunu ifade eder.
19. Ehad (الأَحَد): Tek, biricik anlamına gelir. Allah’ın eşi, benzeri olmadığını vurgular.
20. Samed (الصَّمَد): Hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu anlamına gelir. Allah’ın mutlak bağımsızlığını ifade eder.
Bu isimler ve sıfatlar, Allah’ın sonsuz ilmini, kudretini, adaletini, rahmetini ve birliğini derinlemesine ifade eden anlamlar içerir. Allah’ın 99 ismi (Esmâ-i Hüsnâ) olarak bilinen bu isimler, O’nun benzersiz özelliklerini ve kullarıyla olan ilişkisini farklı yönleriyle ortaya koyar.
@@@@@@@@
Kur’an-ı Kerim’de şahıs olarak kimlerin ismi geçmektedir?
Kur’an-ı Kerim’de birçok şahsın ismi doğrudan zikredilmiştir. Bu isimler, peygamberler, tarihi şahsiyetler, krallar, kadınlar ve çeşitli toplumların önderleri gibi farklı kişilerden oluşur. Bu şahıslar genellikle kıssalar ve olaylar aracılığıyla anlatılır, insanlara ibret ve ders olması amacıyla aktarılır. İşte Kur’an’da adı geçen önemli şahıslar:
1. Peygamberler
Kur’an’da adı geçen peygamberler, insanların Allah’a olan imanlarını güçlendirmek ve doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir. Adı geçen peygamberler şunlardır:
Âdem (عَادَمَ): İlk insan ve ilk peygamber.
Nûh (نُوح): Büyük Tufan ile tanınan peygamber.
İdris (إِدْرِيس): Sabırlı ve erdemli olarak anılan peygamber.
Bu kişiler peygamber olmasalar da, Kur’an’da önemli olaylarla birlikte anılmışlardır:
Âsiye: Firavun’un eşi, Hz. Musa’ya iman eden bir kadındır. Kur’an’da adı geçmez ancak mümin kadınlar arasında örnek gösterilir.
Hâmân (هَامَان): Firavun’un danışmanı, Hz. Musa’ya karşı düşmanlık eden biridir.
Karun (قَارُون): Zenginliği ve kibriyle tanınan, Hz. Musa zamanında yaşayan biri.
Lukman (لُقْمَان): Bilge bir şahıs olarak bilinir; oğluna nasihatleri Lukman Suresi’nde yer alır.
Üzeyir (عُزَيْر): Yahudiler arasında önemli bir şahsiyet; Allah’ın kudretiyle ilgili bir kıssa ile anılır.
Bu şahıslar, Kur’an kıssalarında insanların ders alması ve ibret çıkarması için anlatılmıştır. Kur’an, her birini belirli hikmetlerle ele alır ve okuyucularına onların hayatından dersler sunar. Bu şahısların kıssaları, inanç, sabır, adalet ve ahlak gibi değerleri anlamamıza yardımcı olur.
KURANI KERİMDE NÜZUL SEBEPLERİ Esbabı nüzulde hangi ayet ve sure kimin hakkında inmiştir?
Kur’an-ı Kerim’in çeşitli ayetleri belirli olaylar veya kişilerle doğrudan ilişkili olarak inmiştir. Bu olaylar ve nedenler, esbab-ı nüzul (iniş sebepleri) olarak adlandırılır. Esbab-ı nüzul, ayetlerin hangi şartlarda, kimler hakkında veya hangi olay vesilesiyle indiğini anlamak için önemlidir. Bu bilgiler, ayetlerin daha iyi anlaşılmasını sağlar ve bazı hükümleri açıklığa kavuşturur.
Aşağıda, esbab-ı nüzul bilgileri bilinen bazı ayet ve surelerin, kimin hakkında ya da hangi olay üzerine indirildiğine dair örnekler bulunmaktadır:
1. Abese Suresi (80:1-10)
Sebep: Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’nin ileri gelenlerinden olan Kureyşli liderlerle İslam’ı tebliğ etmekle meşgulken, âmâ bir sahabe olan Abdullah bin Ümmü Mektum sohbet esnasında yanına gelir. Hz. Peygamber, sohbete devam etmek isterken Abdullah’ın sorularını hemen cevaplayamaz. Bunun üzerine “Abese Suresi” iner ve Hz. Peygamber’in bu tavrı dolayısıyla nazik bir uyarı yapılır.
2. Nisa Suresi, 58. Ayet
Sebep: Bu ayet, adaletle hükmetmenin önemini vurgular. Hz. Peygamber’in Kâbe’nin anahtarını Osman bin Talha’dan alıp amcası Abbas’a vermek istemesi üzerine Osman’ın itirazı ve Hz. Peygamber’in emaneti yerine iade etmesiyle ilgilidir. Bunun üzerine “Emanetleri ehline verin…” anlamındaki ayet inmiştir.
3. Tebbet Suresi (111:1-5)
Sebep: Bu sure, Peygamberimiz’e düşmanlık yapan Ebu Leheb ve karısı Ümmü Cemil hakkında inmiştir. Ebu Leheb, Hz. Muhammed’in davetine düşmanca karşılık vermiş, onun davasına engel olmaya çalışmıştır. Bunun üzerine Ebu Leheb’in ve eşinin akıbetini haber veren bu sure nazil olmuştur.
4. Mücadele Suresi, 1-4. Ayetler
Sebep: Havle binti Salebe adlı bir sahabeye eşi “zıhar” yaparak onu annesi gibi ilan etmiştir. Havle, bu durumun çözümünü sormak için Peygamberimize gelir ve ardından bu ayetler iner. Ayetlerde zıhar uygulaması ele alınarak çözümler getirilmiştir.
5. Al-i İmran Suresi, 61. Ayet (Mübahele Ayeti)
Sebep: Hz. Peygamber, Hristiyan Necran heyetiyle tevhid konusunda bir tartışma yaparken, onların inatçı tavırları üzerine Allah bu ayeti indirerek onları “mübahele”ye, yani her iki tarafın da Allah’tan doğru olanın yanında olmasını dilemeye davet etmiştir. Heyet mübaheleden çekinmiş ve İslam’la barış yapmıştır.
6. Al-i İmran Suresi, 102. Ayet
Sebep: Bu ayet, Medineli Ensar kabileleri olan Evs ve Hazrec arasında geçmişte yaşanan düşmanlıkları ve İslam’la gelen birliği korumalarını hatırlatmak amacıyla inmiştir. Ayet, müminlerin Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalarını ve tefrikadan sakınmalarını emreder.
7. Nur Suresi, 11-26. Ayetler (İfk Hadisesi)
Sebep: Hz. Aişe’ye (r.a.) atılan iftira üzerine inmiştir. Hz. Aişe’ye iftira edenlere karşı Allah’ın hükümleri bildirilmiş ve iftirayı atanların ceza göreceği açıklanmıştır. Ayetler, müminlerin böyle bir durumda nasıl davranmaları gerektiğini öğretir.
8. Tevbe Suresi, 40. Ayet (Sevr Mağarası Olayı)
Sebep: Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir’in hicret sırasında Sevr Mağarası’nda saklandıkları sırada müşriklerin onları bulamayışı ile ilgilidir. Bu olayda Hz. Ebubekir’in endişesi üzerine Hz. Peygamber’in “Korkma, Allah bizimle beraberdir” diyerek onu teselli etmesi anlatılır.
9. Maun Suresi
Sebep: Mekke’nin ileri gelenlerinden biri olan Ebu Cehil’in yetimlere ve ihtiyaç sahiplerine kötü davranışı sebebiyle inmiştir. Sure, dini yalanlayan, yetimlere ve miskinlere yardım etmeyen, gösteriş için ibadet eden kişileri eleştirir.
10. Enfal Suresi, 67. Ayet
Sebep: Bedir Savaşı sonrasında esirler konusundaki karar hakkında inmiştir. Müslümanların Bedir Savaşı’nda düşmandan aldıkları esirler karşılığında fidye almayı düşünmeleri üzerine Allah, savaşta zafer kazanmadan önce fidye alınmasının doğru olmadığını bildirmiştir.
11. Haşr Suresi, 6-7. Ayetler
Sebep: Benî Nadir Yahudilerinin Medine’den sürgün edilmesi üzerine nazil olmuştur. Ayetler, elde edilen ganimetlerin dağıtımı ve müminler arasındaki paylaşım esaslarını düzenler.
12. Ahzab Suresi, 37. Ayet
Sebep: Hz. Peygamber’in evlatlığı Zeyd bin Harise ile ilgili bir olay üzerine inmiştir. Ayet, evlat edinmenin gerçek bir soy bağı oluşturmadığını ve evlatlığın boşadığı kadınla evlenmenin caiz olduğunu bildirir.
13. Bakara Suresi, 189. Ayet
Sebep: Cahiliye döneminde bazı Arap kabileleri hac ibadetinde yanlış adetlere sahipti. Ayet, haccın usullerini açıklamak ve Müslümanların doğru bir ibadet anlayışını kazanmaları için inmiştir.
Bu örnekler, ayetlerin iniş sebeplerinin insanların olayları daha iyi anlamasına yardımcı olduğunu gösterir. Esbab-ı nüzul, ayetlerin bağlamını ve anlamını derinlemesine kavramak için temel bir yaklaşımdır.
-Bu konuda Hasan Basri Çantay ve Celaleyn tefsir mealleri bazen bir kelime ve cümle ile konuyu vuzuha kavuşturmaktadır.
BAK: https://www.youtube.com/watch?v=aHxipAk5ss4 -Arapça Hulud kelimesinin geldiği manalar. Arapça ‘da “hulud” (خُلُود) kelimesi, “sonsuzluk, ebedilik, süreklilik” gibi anlamlara gelir ve kök anlamı “uzun süre kalma, sürekli olma”dır. Bu kelime, özellikle Kur’an’da ahiret hayatının ebediliğini ifade etmek için sıkça kullanılır. Hulud kelimesinin geldiği manalar, dil açısından çeşitli yönleriyle açıklanabilir:
1. Ebedî Kalıcılık veya Sonsuzluk
“Hulud” kelimesi, kalıcılığın ve sürekliliğin sembolüdür. Arapçada, bir şeyin sürekli kalmasını ifade etmek için kullanılır. Bu anlamıyla “hulud”, zamanla sınırlanmayan bir durumu ifade eder. Bu bağlamda, “cennet” ve “cehennem” hayatı için kullanıldığında, orada kalmanın sürekli olacağını belirtir. Örneğin, Kur’an’da “halidîne fîhâ ebeden” (orada ebedi olarak kalacaklar) ifadesinde hulud, ebedî kalıcılığı vurgular.
2. Genel Olarak Uzun Süre Kalma
“Hulud”, her zaman ebedi anlamına gelmeyebilir; bazı durumlarda uzun süre bir yerde kalmayı veya devamlı olmayı ifade edebilir. Yani, bir yerde uzun süre kalmak veya bir şeyin uzun ömürlü olması gibi anlamlara da gelir. Ancak Kur’an bağlamında genellikle ebedîlik anlamında kullanılır.
3. Sürekli Bir Durum veya Hal
Hulud, bir şeyin sürekli olarak devam ettiği bir durumu da ifade eder. Yani değişmeyen, kalıcı ve devam eden bir haldir. Örneğin, “şeceratü’l-huld” (sonsuzluk ağacı) ifadesinde, sürekli yaşamak veya ölümsüzlük arzusu bu kelime ile ifade edilir. Arap kültüründe ölümsüzlük fikrini simgelemek için de hulud kelimesi kullanılmıştır.
4. Ölmezlik veya Ölümsüzlük
Hulud kelimesi, bazı durumlarda “ölmezlik” veya “ölümsüzlük” anlamına gelir. Bu anlam, Arapça’da “darü’l-huld” (ölümsüzlük diyarı) ifadesinde görülür. “Darü’l-huld”, özellikle ahiret yurdu olarak kullanılan bir tabirdir ve kişinin orada ebedî yaşayacağını, ölümün olmadığı bir hayat süreceğini ifade eder.
5. Sabitlik ve Değişmezlik
Hulud kelimesi, Arapça’da “sabit olma” ve “değişmezlik” gibi anlamlarda da kullanılır. Bir şeyin hulud üzere olması, o şeyin sabit kalacağını, değişmeyeceğini veya ortadan kalkmayacağını ifade eder. Kur’an’da ahiret hayatı için kullanılan hulud ifadesi, ahiretin sabit ve değişmez bir gerçeklik olduğunu vurgular.
6. Zamanın Ötesinde Kalıcılık
Hulud kelimesi, zamanın ötesine geçen bir kalıcılığı ifade etmek için de kullanılır. Yani, belirli bir zamana tabi olmadan, her türlü zaman kavramının ötesinde kalıcılığı ifade eder. Ahirette cennet ve cehennem hayatı için kullanılan hulud kelimesi, bu hayatın zamanla sınırlı olmadığını, ebedi olarak süreceğini ifade eder.
Sonuç
Arapçada “hulud” kelimesi; ebedilik, uzun süre kalma, süreklilik, sabitlik, ölümsüzlük gibi anlamlara gelir. Kur’an’da özellikle ahiret hayatının kalıcı olduğunu belirtmek için “hulud” ifadesi sıkça kullanılır. Cennet ve cehennemin ebediliğini anlatırken bu kelime, ahiret hayatının sürekli, sonsuz ve değişmez olduğunu vurgulamak için seçilmiştir. Bu, Allah’ın insanlara verdiği ebedi mükâfat ve cezanın adaletine de işaret eder.
@@@@@@@@@@
-İnsanı cehennemde ebedi olarak kalmasına sebep olacak işler ve buna ayetlerden örnekler.
İslam’a göre bazı büyük günahlar ve imanla ilgili sapmalar, Allah’ın affını ve merhametini ortadan kaldıracak kadar ciddi olarak görülür. Bu günahlardan tövbe edilmemesi veya iman ile ilgili yanlış inançlarla ölünmesi halinde, kişinin ebedi olarak cehennemde kalacağı kabul edilir. Bu konuda Kur’an’da geçen bazı ayetler şunlardır:
1. Şirk Koşmak Allah’a ortak koşmak (şirk), İslam’da en büyük günah kabul edilir. Tevbe edilmediği sürece Allah’ın affetmeyeceğini bildirdiği bu günah, kişinin ebedi olarak cehennemde kalmasına sebep olur.
“Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediği kimseyi bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa Suresi, 4:48)
“Gerçekten kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar ve onun varacağı yer ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Maide Suresi, 5:72)
2. Küfür Etmek (Allah’ı ve Peygamberlerini İnkâr Etmek) Allah’a ve peygamberlerine iman etmeyen, yani küfür üzere olan kişiler için cehennemin ebedi azabı olduğu bildirilmiştir:
“Allah’a ve peygamberlerine inanmayanlar, Allah’ı ve peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyenler ve ‘bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek bunların arasında bir yol tutmak isteyenler, işte bunlar gerçek kâfirlerdir. Biz kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa Suresi, 4:150-151)
“Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir. Onlar ebedi olarak lanet içinde kalacaklardır; azapları hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez.” (Bakara Suresi, 2:161-162)
3. Münafıklık (İki Yüzlülük) İslam’ı dışarıdan kabul ediyor gibi görünüp içten inanmayarak iki yüzlü davranan münafıkların da cehennemde ebedi olarak kalacakları bildirilir:
“Şüphesiz münafıklar, cehennemin en alt tabakasındadırlar. Sen onlara bir yardımcı bulamazsın.” (Nisa Suresi, 4:145)
4. Allah’ın Ayetlerini ve Hükümlerini Reddetmek veya Alay Etmek Allah’ın emirlerini, ayetlerini ya da dinin değerlerini küçümseyenler veya alaya alanlar da büyük bir azapla karşılaşacaklarını bilmelidir:
“Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmedin mi? Onlar, sapıklığı satın alıyor ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar. Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Allah dost olarak yeter; yardımcı olarak da Allah yeter.” (Nisa Suresi, 4:44-45)
“Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında, onlara sağır ve kör davrananlar gibi sırt çevirenlerden daha zalim kim olabilir?” (Secde Suresi, 32:22)
5. Kul Hakkına Girmek İnsanlara karşı haksızlık yapmak, zulmetmek, yetim malı yemek gibi başkalarının hakkına girmek de ebedi ceza gerektiren günahlar arasında sayılmaktadır:
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş yemiş olurlar ve çılgın alevli ateşe gireceklerdir.” (Nisa Suresi, 4:10)
6. Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr Etmek Ahirete inanmamak, yeniden dirilmeyi inkâr etmek de ebedi azaba sebep olacak inançsızlık türlerindendir:
“İnkâr edenlere gelince; onların ne malları ne evlatları Allah’a karşı kendilerine bir yarar sağlayacaktır. Onlar cehennemin yakıtıdırlar.” (Ali İmran Suresi, 3:10)
İslam’da Allah’ın rahmetinin ve affının geniş olduğuna da vurgu yapılır. Ancak, eğer kişi bu günahları işlerken tevbe etmeden hayatını kaybederse, İslam inancına göre cehennemde ebedi olarak kalabilir. Allah’ın affına erişebilmek için samimi bir şekilde tövbe etmek, doğru yola dönmek ve imanı korumak gerektiği belirtilir.
@@@@@@@
Ayetlerden Örnekler Bu konuda birçok ayet bulunmaktadır. İşte bazı örnekler: * Nisa Suresi, 14. ayet: “Allah’a ve O’nun Resulüne karşı gelenler için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Bu, büyük bir azaptır.” * Ahzab Suresi, 56. ayet: “Şüphesiz münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinin dostudurlar. Kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyarlar ve bağışlama hususunda cimrilik ederler. Onlar, Allah’a karşı büyük bir isyanda bulunmuşlardır.” * Maide Suresi, 60. ayet: “Şüphesiz ki, Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Ondan başka ilah edinmeyi bağışlar. Dilediği kimseye bağışlar. Allah çok bağışlayıcı, merhametlidir.”
@@@@@@
Sonsuzluk ile ilgili ayetler…
Araf Suresi, 36. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. Araf Suresi, 42. ayet: İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. Kehf Suresi, 35. ayet: Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): “Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum” dedi. Kehf Suresi, 57. ayet: Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. Taha Suresi, 120. ayet: Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?”
@@@@@@@
Kur’ân-ı Kerimde pek çok âyette cennet ve cehennemden bahsedilirken hâlidîne fîhâ ebedâ “Orada ebedî (sonsuz) olarak kalacaklardır” (Nisâ, 57; Maide, 119; Ahzâb, 65; Cin, 23 …) ifâdesiyle cennet ve cehennem hayatının sonsuz olduğu ifâde edilmiş, yine, “İrinli suyu içmeye çalışır fakat fakat boğazından geçiremez. Ona her taraftan ölüm gelir, fakat o ölmez” (İbrahîm, 17), “İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez…” (Fâtır, 36), “(Cennetlikler) ilk tattıkları ölüm dışında orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur” (Duhân, 56) gibi âyetlerde de cennet ve cehennemde ölüm olmadığı, hem cennetliklerin hem de cehennemliklerin bulundukları mekânlarda ölümsüz olarak kalacakları ifâde edilmiştir. Bu husus itiraza yer bırakmayacak bir şekilde açık ve kesindir.
@@@@@@@@
Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”
Âl-iİmrân / 15- Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).
Diyanet Vakfi = (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.
Âl-iİmrân / 136- Ulâike cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Diyanet Vakfi = İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!
Âl-iİmrân / 198- Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh(indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun lil ebrâr(ebrâri).
Diyanet Vakfi = Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki (nimetler) daha hayırlıdır.
Nisâ / 13- Tilke hudûdullâh(hudûdullâhi). Ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ. Ve zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = Bunlar, Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.
Nisâ / 57- Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun, ve nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).
Diyanet Vakfi = İnanıp, iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız.
Nisâ / 122- Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Va’dallâhi hakkâ(hakkan). Ve men asdaku minallâhi kîlâ(kîlen).
Diyanet Vakfi = İman eden ve iyi işler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vâdetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah’tan daha doğru olabilir?
Mâide / 85- Fe esâbehumullâhu bimâ kâlû cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâûl muhsinîn(muhsinîne).
Diyanet Vakfi = Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükâfatı işte budur.
Diyanet Vakfi = (Bu konuşmadan sonra) Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.
En’âm / 128- Ve yevme yahşuruhum cemîâ(cemîan), yâ ma’şerel cinni kadisteksertum minel ins(insi) ve kâle evliyauhum minel insi rabbenâstemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenâllezî eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).
Diyanet Vakfi = Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, «Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız» der. Onların, insanlardan olan dostları ise: «Ey Rabbimiz! (Biz) birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. Allah da buyurur ki: Allah’ın dilediği hariç, içinde ebedî kalacağınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir.
A’râf / 20- Fe vesvese lehumuş şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev’âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn(hâlidîne).
Diyanet Vakfi = Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.
Tevbe / 68- Vaadallâhul munâfikîne vel munâfikâti vel kuffâre nâre cehenneme hâlidîne fîhâ hiye hasbuhum, ve leanehumullâh(leanehumullâhu) ve lehum azâbun mukîm (mukîmun).
Diyanet Vakfi = Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vâdetti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap vardır.
Tevbe / 72- Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adnin, ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.
Tevbe / 100- Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = (İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.
Hûd / 108- Ve emmâllezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuke, atâen gayra meczûz(meczûzin).
Diyanet Vakfi = Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur.
İbrahim / 23- Ve udhilellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ bi izni rabbihim, tahiyyetuhum fîhâ selâm(selâmun).
Diyanet Vakfi = İman edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedî kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Orada (birbirleriyle) karşılaştıkça söyledikleri «selam» dır.
Diyanet Vakfi = Onlar için orada ebedî kalmak üzere diledikleri her şey vardır. İşte bu, Rabbinin üzerine (aldığı ve yerine getirilmesi) istenen bir vaaddir.
Diyanet Vakfi = İman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, içinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükâfatı ne güzeldir!
Diyanet Vakfi = (8-9) Şüphesiz, iman edip de güzel davranışlarda bulunanlar için, içinde devamlı kalacakları ve nimetleri bol cennetler vardır. Bu, Allah’ın verdiği gerçek sözdür. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
Fetih / 5- Li yudhilel mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve yukeffire anhum seyyiâtihim, ve kâne zâlike indallâhi fevzen azîmâ(azîmen).
Diyanet Vakfi = (Bütün bu lütuflar) mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.
Mücâdele / 22- Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Diyanet Vakfi = Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.
Teğâbun / 9- Yevme yecmeukum li yevmil cem’i zâlike yevmut tegâbun(tegâbuni), ve men yû’min billâhi ve ya’mel sâlihan yukeffir anhu seyyiâtihî ve yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür. (Ancak) kim Allah’a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter, onu (ve benzerlerini), içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.
Teğâbun / 10- Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâri hâlidîne fîhâ ve bi’sel masîr(masîru).
Diyanet Vakfi = İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. Ne kötü gidilecek yerdir orası!
Talâk / 11- Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve men yû’min billâhi ve ya’mel sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ(rızkan).
Diyanet Vakfi = İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah’ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah’a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.
Cin / 23- İllâ belâgan minallâhi risâlâtihî, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe inne lehu nâra cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden).
Diyanet Vakfi = (Benim yaptığım) ancak Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.
Beyyine / 6- İnnellezîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne fî nâri cehenneme hâlidîne fîhâ, ulâike hum şerrul beriyyeti.
Diyanet Vakfi = Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.
Beyyine / 8- Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anhu, zâlike li men haşiye rabbehu.
Diyanet Vakfi = Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir. ********** Kadı Beyzavi tefsirinde cennet ve cehennemin ebedi oluşu konusu.
Kadı Beyzavi’nin meşhur tefsiri olan Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vil, İslam literatüründe geniş kabul görmüş klasik tefsirlerden biridir. Beyzavi, cennet ve cehennemin ebedi oluşunu ve bu konuda ayetlerde geçen ifadeleri ayrıntılı olarak ele alır.
1. Cennet ve Cehennemin Ebediliği Meselesi
Beyzavi’ye göre, Kur’an’da cennet ve cehennem azabının ebedi olacağına işaret eden birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerde “halidîn” (sonsuz kalma) ve “ebeden” (ebediyen) gibi terimler kullanılmaktadır. Beyzavi, bu ifadelerin açık ve mutlak bir şekilde cennet ve cehennemin sürekliliğini işaret ettiğini belirtir. Özellikle, Nisa Suresi 4:57, Bakara Suresi 2:25 ve Hud Suresi 11:107 gibi ayetlerde bu sonsuzluğun vurgulandığını ifade eder.
Beyzavi’ye göre, cennet ehlinden olanların nimetleri sürekli olacak ve onlar cennette sonsuz bir mutluluk içinde kalacaklardır. Cehennem ehlinden olanlar ise iman etmeden ölmüş olan kimseler olup, cehennemde ebedi olarak kalacaklardır.
2. İbn Teymiyye ve Cehennemin Sürekliliği Konusu
Beyzavi, bazı İslam âlimlerinin, özellikle İbn Teymiyye gibi bazı selefi yorumcuların, cehennemin ebediliği meselesini farklı bir açıdan ele aldığını belirtir. İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye, cehennem azabının bir süre sonra son bulabileceğini öne sürmüşlerdir. Ancak Beyzavi, Kur’an’daki ifadelerin cehennemin de sürekli olduğunu belirttiğini söyleyerek bu görüşlere katılmaz. Beyzavi’ye göre, cehennem azabının sürekli olacağı, birçok ayette açıkça belirtilmiştir.
3. Ayet Yorumları ve Kelime Tahlili
Beyzavi, “halidîn fîhâ ebeden” (orada ebediyen kalıcıdırlar) ifadesiyle geçen ayetleri açıklarken, bu ifadenin süresizliği vurguladığını ve azabın veya nimetin kesintiye uğramayacağını açıkça belirtir. Bu bağlamda, “ebeden” ifadesinin yalnızca cennet için değil, cehennem için de geçerli olduğunu dile getirir.
Beyzavi’nin yaklaşımı, Ehl-i Sünnet’in genel görüşü ile uyumludur. Yani hem cennet hem de cehennemin ebedi olduğunu ve Kur’an’ın bunu birçok yerde açıkça ifade ettiğini savunur.
4. Sonuç Olarak Beyzavi’nin Görüşü
Beyzavi’ye göre, cennet ve cehennemin ebedi olup olmaması İslam inancının temel bir konusudur ve ayetler açık bir şekilde her iki yurdun da ebedi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sebeple, Beyzavi, Ehl-i Sünnet inancı doğrultusunda cennet ve cehennemin sürekliliğini kabul eder ve aksi görüşleri desteklemez.
@@@@@@@@
Seyyid kutubun tefsirinde cennet ve cehennemin ebedi oluşu konusu .
Seyyid Kutub’un tefsiri olan Fî Zılâli’l-Kur’ân (Kur’an’ın Gölgesinde), modern dönem İslam tefsirinde etkili bir eserdir. Seyyid Kutub, cennet ve cehennemin ebediliği meselesini işlerken, ahiret hayatının sürekliliğine vurgu yapar ve cennet ile cehennemin ebedi olduğunu kabul eder. İşte Kutub’un bu konudaki temel yaklaşımları:
1. Cennet ve Cehennemin Ebediliği: Allah’ın Adaletinin ve Rahmetinin Gereği
Seyyid Kutub’a göre, Kur’an’da cennet ve cehennem hayatının ebedi olduğuna dair net ifadeler bulunmaktadır. Kutub, Allah’ın adaletini ve rahmetini dikkate alarak, iman eden ve salih amel işleyenlerin sonsuz bir şekilde ödüllendirileceğini, inkar edenlerin ise ebedi bir azaba maruz kalacağını söyler. Özellikle, Kur’an’daki “halidîn fîhâ ebeden” (orada ebediyen kalıcıdırlar) ifadelerinin ebediliği kesin olarak vurguladığını ifade eder.
2. Ayetlerin Yorumu ve Ebedilik Kavramı
Kutub, cennet ve cehennemin ebediliğini anlatan ayetlerin önemine değinir. Örneğin, Nisa Suresi 4:57, Tevbe Suresi 9:72 ve Bakara Suresi 2:25 gibi ayetlerde geçen “ebedî kalıcı” ifadelerini yorumlarken, bu durumun hem cennet ehli hem de cehennem ehli için geçerli olduğunu belirtir. Kutub’a göre bu ifadeler, ahiretteki hayatın dünyadakinden farklı olduğunu ve her iki yurdun da geçici değil, sürekli bir varlık alanı olduğunu ortaya koyar.
3. İman, Küfür ve Cezanın Sürekliliği
Kutub, özellikle küfür üzere ölenlerin (iman etmeden ölenlerin) cehennemde ebedi kalacaklarını ve bunun Allah’ın koyduğu bir kanun olduğunu belirtir. İman etmeyenlerin cezası, onların dünyada Allah’ı inkâr ederek kendi iradeleriyle seçtikleri bir son olarak değerlendirilir. Kutub’a göre, insanın bu dünyadaki seçimleri, ahiretteki ebedi yaşamını belirler ve bu yaşam süresizdir.
4. Aksi Görüşlere Eleştirisi
Seyyid Kutub, bazı yorumcuların cehennemin bir süre sonra sona erebileceğine dair görüşlerini eleştirir ve bu düşünceleri Kur’an’ın ayetleriyle uyumsuz görür. Kutub’a göre, Kur’an’da cehennemin ebediliğine işaret eden ayetler açık ve kesindir; bu nedenle, ahiret azabının bir süre sonra biteceği şeklindeki yorumlar Kur’an’ın ruhuna aykırıdır.
5. Sonuç: Kutub’un Genel Görüşü
Seyyid Kutub, Ehl-i Sünnet çizgisine paralel olarak, cennet ve cehennemin ebedi olduğunu kabul eder ve bunun Kur’an’ın açık beyanlarıyla sabit olduğunu söyler. Ahiret hayatının sürekliliği, iman edenler için sonsuz bir nimet ve inkar edenler için ise ebedi bir azap olarak tanımlanır. Kutub, cennet ve cehennemin ebedi oluşunu, Allah’ın adaleti ve rahmeti bağlamında değerlendirerek, bu inancı Müslümanların ahiret inancının temel bir parçası olarak görür.
@@@@@@@
tefsirlerde örnekleriyle cennet ve cehennemin ebedi oluşu konusu .
Kur’an tefsirlerinde cennet ve cehennemin ebedi olduğu konusu, ayetlere dayandırılarak ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Klasik ve modern tefsirciler, cennet ve cehennemin sürekliliğini açıklarken çeşitli ayetlere dayanmış, ahiret hayatının ebedi olduğunu vurgulamışlardır. İşte bazı meşhur tefsirlerden cennet ve cehennemin ebediliği konusunun işlenişi:
1. Taberi Tefsiri
İmam Taberi, Cami’ul Beyan an Te’vil Ay’il Kur’an adlı tefsirinde, cennet ve cehennemin ebediliğini sıkça vurgular. Özellikle “halidîn fîhâ ebeden” ifadesinin geçtiği ayetleri yorumlarken, bu ifadenin sürekliliği ve ebediyeti açıkça ifade ettiğini belirtir. Taberi, Nisa Suresi 4:57 ve Tevbe Suresi 9:72 gibi ayetleri açıklarken, cennete girenlerin orada ebediyen kalacaklarını; aynı şekilde, iman etmeden ölenlerin de cehennemde ebedi olarak kalacaklarını söyler. Taberi’ye göre, bu ayetler ahiret hayatının geçici olmadığını, aksine ebedi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
2. Razi Tefsiri
Fahreddin er-Razi’nin Mefatihu’l-Gayb (Büyük Tefsir) adlı eseri, kelamî meseleleri derinlemesine ele almasıyla tanınır. Razi, cennet ve cehennemin ebediliği konusuna detaylı bir şekilde değinir. Nisa Suresi 4:168-169 ayetlerini açıklarken, Allah’ın adaletinin ve rahmetinin gereği olarak, iyilik yapanlara ebedi bir mükafat, inkâr edenlere ise ebedi bir azap verileceğini ifade eder. Razi, cennet ve cehennem hayatının ebediliğini sorgulayanlara karşı “ebeden” kelimesinin mutlak bir süreklilik anlamına geldiğini savunur. Ona göre, Allah’ın belirlediği ebedi ödül ve ceza, dünyadaki amellerin ahiretteki sonuçlarını daimî hale getirir.
3. Beyzavi Tefsiri
Kadı Beyzavi, Envârü’t-Tenzîl adlı tefsirinde, cennet ve cehennemin ebedi olduğunu vurgular. Beyzavi, Tevbe Suresi 9:68 ve Bakara Suresi 2:25 ayetlerinde geçen “halidîn” ve “ebeden” kelimelerinin ahiret hayatındaki sürekliliği ifade ettiğini açıkça belirtir. Beyzavi’ye göre, iman edenler cennete girdiklerinde oradan çıkarılmayacak ve nimetleri sona ermeyecektir. Aynı şekilde, inkâr edenlerin de cezası ebedi olacaktır. Bu yorumda, Beyzavi, cennet ve cehennemin sürekliliğinin Allah’ın kudretiyle ilgili olduğunu ifade eder.
4. İbn Kesir Tefsiri
İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim adlı eserinde, cennet ve cehennemin ebediliğini çeşitli ayetlerle açıklar. Özellikle, Hud Suresi 11:107-108 ayetlerini yorumlarken, Allah’ın cennet ehline rahmetiyle ebedi bir mutluluk verdiğini, cehennem ehlinin ise sonsuz bir azaba maruz kalacağını belirtir. İbn Kesir, ayetlerde geçen “ebedî olarak kalacaklar” ifadesini vurgulayarak, bunun Allah’ın takdiriyle sabit olduğunu ve ahirette ödül ve cezanın sürekliliğini gösterdiğini söyler.
5. Seyyid Kutub’un Tefsiri
Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân adlı tefsirinde, cennet ve cehennemin ebediliğini Allah’ın adalet ve rahmet sıfatlarıyla açıklar. Kutub, Nisa Suresi 4:57 ve Tevbe Suresi 9:72 gibi ayetleri açıklarken, cennet ve cehennemin ebedi olduğunu ve ahiret azabının bir süre sonra sona ermeyeceğini ifade eder. Seyyid Kutub’a göre, Kur’an’da “halidîn fîhâ ebeden” şeklindeki ifadeler, hem cennet ehlinin hem de cehennem ehlinin durumunun sürekli olduğunu gösterir. Bu sürekli yaşam, Allah’ın adaletine uygun olarak seçilmiş bir sonuçtur.
6. Elmalılı Hamdi Yazır’ın Tefsiri
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde, cennet ve cehennemin sürekliliğini Ehl-i Sünnet inancına uygun bir şekilde ele alır. Nisa Suresi 4:13-14 ayetlerini yorumlarken, cennetliklerin ebediyen cennette kalacağını ve cehennemliklerin de ebedi bir azaba maruz kalacağını belirtir. Elmalılı, ahiretin sürekliliğinin Kur’an’ın açık ayetleriyle sabit olduğunu ifade eder ve Allah’ın sonsuz adaletinin gereği olarak cennet ve cehennemin ebedi olduğunu savunur.
Sonuç
Bu tefsirlerde, Kur’an’daki “halidîn fîhâ ebeden” gibi ifadeler yorumlanırken, cennet ve cehennemin sürekliliği ve ebediliği üzerinde durulmuştur. Tefsir âlimleri, Allah’ın adaletine ve ayetlerdeki “ebedîlik” vurgusuna dayanarak, ahiret hayatının geçici değil, sonsuz olduğu sonucuna ulaşmışlardır. ************* Risale-i Nur külliyatında cennet ve cehennemin ebedi oluşu konusu.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Bediüzzaman Said Nursî, cennet ve cehennemin ebediliği konusunu detaylı bir şekilde ele alır ve bu sürekliliği aklî ve naklî delillerle izah eder. Said Nursî, Allah’ın sonsuz adaleti, merhameti ve hikmeti çerçevesinde cennet ve cehennemin ebedi oluşunu gerekçelendirir. İşte Risale-i Nur’da cennet ve cehennemin ebedi oluşuyla ilgili temel noktalar:
1. Ebedî Saadet ve Ebedî Azabın Gerekliliği
Risale-i Nur’da, ahirette müminler için ebedî bir saadet (cennet) ve kâfirler için ebedî bir azap (cehennem) bulunduğu ifade edilir. Said Nursî, dünyada Allah’ın emirlerine uygun yaşayan, iman eden ve ibadet edenlerin, sonsuz bir mutluluğa kavuşacaklarını; buna karşılık, Allah’a isyan eden ve inkâr üzere ölenlerin de ebedî bir azaba maruz kalacağını belirtir. Bu bağlamda, insanın yaratılış gayesinin Allah’a iman ve itaat olduğunu; bu yüzden, iman edenlerin mükafatlarının, iman etmeyenlerin ise cezalarının sürekli olmasının ilahi adaletin gereği olduğunu söyler.
2. Allah’ın Sonsuz Adalet ve Rahmet Sıfatı
Said Nursî, Allah’ın adalet ve rahmetinin sınırsız olduğunu, bu yüzden ahirette müminler için sonsuz bir cennet yaratıldığını ifade eder. “Allah adaleti gereği, imansız ve inkâr üzere ölenleri cehennemde ebedî olarak tutar.” der. Allah’ın adaletinin insanın yaptığı her amelin tam karşılığını gerektirdiğini, sonsuz rahmetinin de iman edenlere sonsuz bir cenneti ikram edeceğini vurgular. Bediüzzaman’a göre, kısa bir süre içinde işlenen küfür ve isyan, Allah’a karşı sınırsız bir hakaret anlamına geldiğinden, cezası da sınırsızdır.
3. Cennetin ve Cehennemin Ebediliği Aklen ve Mantıken Mümkündür
Risale-i Nur’da cennet ve cehennemin ebediliği, mantıkî ve aklî delillerle de açıklanır. Bediüzzaman, zaman kavramının ahirette farklı olduğunu, bu yüzden sonsuz bir yaşamın ahiret şartları içinde mümkün ve makul olduğunu belirtir. Sözler adlı eserde, cennet ve cehennemin ebedi olmasının dünya mantığıyla anlaşılmasının zor olabileceği, ancak Allah’ın kudretinin her şeyi kapsadığını ve ahirette her türlü imkânı sağlayacağını açıklar. Said Nursî’ye göre, Allah’ın kudreti ebedî olduğu için cennet ve cehennemin ebediliği de gayet makuldür.
4. İnsan İradesinin Ahiretteki Ebedi Sonuçları
Risale-i Nur’da, insanın bu dünyada yaptığı tercihlerin ahirette ebedî sonuçlar doğuracağı ifade edilir. Said Nursî’ye göre, insanın sınırlı ömründe yaptığı inkâr veya iman seçimi, ebedî hayatını belirler. Küfür üzere olan bir insan, Allah’ı ve ahireti inkâr ederek ebedî bir azabı hak ederken, iman eden bir kişi de Allah’ın ebedî rahmetini kazanır. Bu bağlamda, İman ve Küfür Muvazeneleri adlı bölümde, inkâr ve isyanın ebedî bir azabı gerektirdiği, iman ve ibadetin ise ebedî bir mükâfatla karşılık bulacağı ifade edilir.
5. Cennet ve Cehennemin Ebediliği Üzerine Metafizik ve Kur’ani Deliller
Risale-i Nur’da cennet ve cehennemin ebediliği, Kur’ânî delillerle de desteklenir. Said Nursî, “halidîn fîhâ ebeden” (orada ebedî kalacaklar) gibi ayetleri örnek göstererek, Kur’an’ın açık bir şekilde cennet ve cehennemin ebedi olduğunu ifade ettiğini belirtir. Bu ayetlerin, Allah’ın ebedî ödül ve ceza iradesini yansıttığını ve ahiretin sürekliliğinin Allah’ın koyduğu bir kanun olduğunu ifade eder. Özellikle Onuncu Söz adlı risalede, cennet ve cehennemin ebedi olmasının Kur’an’ın ruhuna uygun olduğu detaylı bir şekilde açıklanır.
6. Cehennemin Ebediliğinin Hikmeti Üzerine
Risale-i Nur’da, cehennemin ebediliğinin arkasındaki hikmet de incelenir. Said Nursî, cehennemin ebedî olmasının, Allah’a isyan edenlerin O’na karşı olan küfürlerinin sürekli bir karşılık gerektirdiğini ifade eder. Küfür, Allah’ın sonsuz varlığını ve sıfatlarını reddetmek olduğu için, cezası da ebedî bir azap olur. Yani, küfürdeki inkârın büyüklüğü, onun cezasının da sonsuz olmasını gerektirir.
Sonuç
Risale-i Nur Külliyatı’nda Bediüzzaman Said Nursî, cennet ve cehennemin ebedi oluşunu hem naklî delillerle (ayetlerle) hem de aklî-mantıki açıklamalarla destekler. Ona göre, Allah’ın adaleti, kudreti, rahmeti ve hikmeti gereği cennet ebedî bir saadet yurdu, cehennem ise ebedî bir azap yurdudur. Bu ebedilik, hem Kur’an’ın beyanlarına hem de Allah’ın sonsuz sıfatlarına dayanarak anlam kazanır ve ahiret hayatının sürekliliğini gösterir. ************ Allah’ın her hak sahibine hakkını ve hak ettiğini vermesi Onun adaletinin bir gereğidir, sözünü örnekleriyle açıklar mısın
“Allah’ın her hak sahibine hakkını ve hak ettiğini vermesi, Onun adaletinin bir gereğidir” ifadesi, İslam düşüncesinde Allah’ın adalet sıfatının temel bir açıklamasıdır. Bu ilkeye göre, Allah her varlığa, onun yaratılış amacına ve davranışlarına uygun bir karşılık verir. Allah’ın adaletinin bir gereği olarak hak edenler ödüllendirilir, hak etmeyenler ise cezalandırılır. Bu adalet, dünyada olduğu gibi ahirette de geçerlidir.
İşte bu kavramı açıklayan bazı örnekler:
1. İman Edenlere Cennet Verilmesi
Allah, iman eden ve salih amel işleyen kullarını ahirette cennetle mükâfatlandıracağını vaat etmiştir. Bu, Allah’ın adaletinin bir gereğidir, çünkü iman ve ibadet eden kimse, ahirette Allah’a olan bağlılığının karşılığını ebedî bir saadet yurdu olan cennetle alır. Kur’an’da sıkça geçen şu ayet bunu ifade eder:
> “Şüphesiz iman eden ve salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız; orada ebedî kalacaklardır. Allah’ın verdiği söz hak ve gerçektir.” (Nisa Suresi, 4:122)
Bu ayete göre, Allah, iman edenlerin hakkını teslim ederek onları cennete sokar. Bu, Allah’ın adaletinin bir gereğidir; müminlerin yaptıkları iyiliklerin karşılığını tam olarak almalarıdır.
2. İnkar Edenlerin Cezalandırılması
Küfür üzere ölen kimseler, Allah’ı inkâr ettikleri ve O’nun varlığını reddettikleri için cehenneme girmeyi hak ederler. Bu da Allah’ın adaletinin bir parçasıdır, çünkü Allah, kendisine karşı yapılan inkârın karşılığını ceza olarak belirlemiştir. Kur’an’da bu durum şu şekilde ifade edilmiştir:
> “Küfredenler (inkâr edenler) için ise Rabbinden gazap ve şiddetli bir azap vardır.” (Bakara Suresi, 2:7)
Bu ayet, küfür üzere olanların Allah’ın azabını hak ettiklerini ve adalet gereği onlara cehennemin ebedi kılındığını ifade eder.
3. Dünyada Zulme Uğrayanların Ahirette Karşılığını Bulması
Dünyada haksızlığa uğrayan, mazlum olan kimseler, Allah’ın adaleti gereği ahirette hak ettikleri karşılığı alacaklardır. Dünyada zulmedenler de ahirette cezalandırılacaklardır. Kur’an’da bu adalet ilkesi şöyle açıklanır:
> “O gün, hiç kimseye zulmedilmeyecek ve herkese yaptıklarının tam karşılığı verilecektir.” (Yasin Suresi, 36:54)
-Bu ayet, zulüm görenlerin hakkını Allah’ın ahirette vereceğini ve zulmedenlerin de adalet gereği cezasını alacağını ifade eder.
4. Her Bireyin Dünyadaki Ameline Göre Karşılık Görmesi
Allah, insanın yaptığı her amelin karşılığını ahirette adaletle verir. İnsan, kendi iradesiyle seçtiği ve işlediği amellerin sonucuyla yüzleşecektir. Kişi dünyada ne yapmışsa, ahirette onun karşılığını alır. Bu da Allah’ın adaletinin bir gereğidir. Kur’an bu durumu şöyle ifade eder:
> “Kim zerre miktarı hayır işlerse onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlerse onu görür.” (Zilzal Suresi, 99:7-8)
Bu ayet, Allah’ın her bireyin yaptıklarının tam karşılığını vereceğini ve hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını vurgular. Yani Allah’ın adaleti, en küçük amelleri bile karşılıksız bırakmaz.
5. Dünya Hayatındaki Rızık ve Fırsatların Adilce Dağıtılması
Allah’ın adaleti, dünya hayatında her varlığa onun ihtiyacına uygun olarak rızık vermesinde de görülür. Örneğin, bazı insanlara daha fazla rızık ve imkan verilmişken, bazıları daha mütevazı bir hayat sürer. Ancak bu farklılıklar, Allah’ın adaletine ters düşmez, çünkü her birey, yaratılış amacına göre bu dünyada farklı nimetlerle sınanmaktadır. Kur’an’da şöyle buyrulur:
> “Allah rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Onlar dünya hayatı ile sevindiler. Halbuki dünya hayatı ahiretin yanında geçici bir yararlanmadan ibarettir.” (Ra’d Suresi, 13:26)
Bu ayet, dünya nimetlerinin adil bir şekilde verildiğini ve esas adaletin ahirette olacağını hatırlatır.
Sonuç
“Allah’ın her hak sahibine hakkını vermesi” ifadesi, Allah’ın hem dünya hem de ahirette mutlak adaleti uygulayacağını gösterir. İman edenlerin cennetle mükâfatlandırılması, inkâr edenlerin cehennemle cezalandırılması, mazlumların haklarının ahirette verilmesi, herkesin ameline göre karşılık görmesi gibi örnekler, Allah’ın adaletinin işleyişine dair bazı temel noktalardır. Allah, hiç kimseye haksızlık yapmaz ve herkesin hak ettiğini tam bir adaletle verir. Bu adalet anlayışı, İslam’ın temel inanç prensiplerinden biridir ve Allah’ın her hak sahibine hakkını verme ilkesinin bir yansımasıdır. *********** Bu dünyada nasıl ki farklı inanç, düşünce ve yaşayış içerisinde olan insanlar bir araya gelmiyor ve gelmek istemiyorsa, aynı durum ahiret için de geçerlidir. Hatta onlarla beraber olmayı cehennem addediyor. MEHMET ÖZÇELİK 02-11-2024
ÇÜRÜK DİŞ – “Diş çekimi” deyimi, zorlukla yapılan bir işi veya karşılıklı anlaşmazlıklar sonucu çözülmesi uzun süren bir durumu ifade eder. Genellikle “çok zahmetli, sancılı bir süreç” anlamında mecazi olarak kullanılır. Örneğin, “Onunla konuşmak diş çekimi gibi,” denildiğinde, konuşmanın çok zor ve yorucu geçtiği anlamına gelir. – Toplum bünyesi insan bünyesi gibidir. ÇÜRÜK bir dış ya ıslah olur, bünyede kalır veya vücudun rahatlaması için sökülüp atılır. Aksi takdirde vücut için bir eziyettir. Allah korusun, kanser vücuda ait olmayan, harici ve suni vücutta oluşmuş bir fazlalık ve gereksizliktir. Bazen atılması zordur. Islahı gayrı kabildir.
-Aslında bu dünya hayatında başa gelen ve yapılan imtihanlardaki amaç, her insana liyakatine, seviye ve becerisine, maddi ve manevi gelişimine ve gelişmişliğine göre ebedi hayatta layık olduğu yere göre ayarlanması, hak ve adaletin tecelli etmesidir. Ağır sınavlardan geçirilmesinin bir hikmeti de budur. Zira cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değildir. Tabiri caizse, Derviş dervişi tekkede, hacı hacıyı Mekke’de, berduş berduşu meyhanede bulma durumudur. – Son günlerde yaşanan cinayetler, çocuk ölümleri birilerinin toplumu germe çabasıdır Kar ve doludan önceki suni olarak estirilen fırtınalardır. -“Sakın zalimlerin yaptıkları şeylerden Allah’ı gafil sanma. O hesaplaşmayı gözlerin dehşetten donup kalacağı güne erteliyor.” MEHMET ÖZÇELİK 02-11-2024
“Meleke sahibi olmak” ifadesi, bir konuda ustalık, yetkinlik veya beceri kazanmış olmayı ifade eder. Türkçede “meleke” kelimesi, bir işi sürekli yapma sonucunda o işte alışkanlık ve yetenek geliştirme anlamına gelir. Dolayısıyla, “meleke sahibi” bir kişi, bir alanda deneyim kazanmış, yetenekli ve o işi iyi yapan birisidir.
Örneğin, bir zanaatkarın uzun yıllar çalışarak mesleğinde ustalaşması ve yetkin hale gelmesi, onun o işte “meleke sahibi” olduğunu gösterir. Bu ifade, sadece fiziksel işler için değil, zihinsel ya da sanatsal alanlar için de kullanılabilir.
-“Meleke sahibi olmak” ifadesini biraz daha açacak olursak, bu kavram, bir beceri veya yetenek üzerinde tekrarlı uygulamalar sonucunda gelişen bir alışkanlık ve yetkinlik düzeyini ifade eder. İnsanlar genellikle bir işi defalarca yaparak o konuda yetkin hale gelirler. Bu süreç, bilinçli bir çaba ile başlar, ancak zamanla kişinin bu beceriyi otomatik olarak gerçekleştirmesine olanak tanır.
“Meleke sahibi” bir kişi:
Bir işi ustalıkla yapar: Belli bir alanda eğitim almış ya da deneyim kazanmış olup, o işte yetkin bir seviyeye ulaşmıştır.
Alışkanlık geliştirmiştir: Yaptığı iş artık neredeyse doğal bir refleks haline gelir ve kişi bunu düşünmeden, seri ve doğru şekilde yapabilir.
Zorluklarla başa çıkabilir: Deneyim sayesinde, beklenmedik durumlarda hızlı ve etkili çözümler üretebilir.
Özgüven sahibidir: Kendi yeteneklerine ve deneyimlerine güvenir, bu da işi yaparken özgüven sağlar.
-Bu terim, sadece fiziksel işlerde değil, aynı zamanda zihinsel, duygusal veya sosyal becerilerde de kullanılır. Örneğin:
Bir sanatçı resim yapmada meleke sahibi olabilir.
Bir lider kriz yönetimi konusunda meleke sahibi olabilir. Bir doktor teşhis koyma ve tedavi planlama konusunda meleke kazanabilir. Sonuç olarak, meleke, bir işi tekrar ederek kazandığınız bir uzmanlık seviyesidir. Melekeler, yaşam boyu geliştirilebilecek becerilerdir ve zamanla daha iyi hale gelir.
İnsanı aldatan 2 şey.
Ayağını kaydıran, gözünü perdeleyip kör eden.
Kur’an-ı Kerim’de “ğurur” kökünden türeyen “ğarra” fiili ve “ğurur” ismi, “aldatma” ya da “kandırma” anlamlarına gelir. Bu kavramlar, özellikle dünya hayatının geçici nimetleriyle insanların aldanmasını ve doğru yoldan sapmasını ifade etmek için kullanılır. İlgili ayetlerde “aldanmak” ve “aldatmak” teması hem dünya hayatının geçiciliği hem de şeytanın insanları yanıltma çabaları çerçevesinde vurgulanır.
“Ey insanlar! Allah’ın vaadi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldatıcı (şeytan) sizi Allah ile aldatmasın.”
Bu ayette “ğarra” fiili, dünya hayatının insanları aldatması ve şeytanın Allah hakkında yanıltması bağlamında kullanılmıştır.
2. Hadîd Suresi, 20. Ayet:
“Biliniz ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, kendi aranızda bir övünme ve mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. … Dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.”
Burada dünya hayatının geçici ve aldatıcı olduğu, yani insanların onu sürekliymiş gibi düşünüp asıl ahirete hazırlık yapmayı unutmaması gerektiği anlatılır.
3. Âl-i İmrân Suresi, 185. Ayet:
“…Her nefis ölümü tadacaktır. … Bu dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir.”
Ayette dünya hayatının geçici ve yanıltıcı olduğu, esas yaşamın ahirette olduğu ifade edilmiştir.
Bu ve benzeri ayetlerde, “ğarre” (aldatmak) ve “ğurur” (aldanma) kelimeleriyle, insanlara dünya hayatının gelip geçici olduğu ve esas hayatın ahiret olduğu hatırlatılır. Şeytanın ve nefislerinin etkisiyle insanların, geçici dünya nimetlerine kapılıp asıl amacı unutmaması gerektiği uyarısında bulunulur.
Lokman Suresi, 33. ayet: Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç)bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah’ın va’di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.
Ğarur ifadesi
ARAF 27.
Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.
Kur’an-ı Kerim’de Ad kavmi, özellikle eski Arap toplumları arasında yer alan ve güçlü bir uygarlık olarak bilinen bir kavimdir. Ad kavmi, Nuh’un kavminden sonra gelen bir nesil olarak tanımlanır ve Hz. Hud’un tebliğ ettiği peygamberlik döneminde yaşamışlardır. Ad kavminin özellikleri ve akıbeti, çeşitli ayetlerde ele alınmaktadır.
Ad Kavmi
1. Güçlü ve Zengin Bir Kavim: Ad kavmi, büyük yapılar inşa eden, güçlü ve zengin bir topluluk olarak tanımlanır. “Onlar, yer yüzünde büyük dağlar gibi yükselmişlerdi.” (Hakka, 7) ayeti, Ad kavminin fiziksel ve ekonomik gücünü ifade eder.
2. Hud Peygamberin Tebliği: Hz. Hud, Ad kavmine gönderilmiş bir peygamberdir. Onlara tevhid inancını, ahlakı ve Allah’a kulluğu anlatmıştır. Ancak Ad kavmi, Hud’un mesajını reddetmiş ve ona karşı gelmiştir. “Onların, kendilerine gönderilen Hud’u yalanladıkları” (Araf, 65) ayeti, bu durumu belirtir.
Akıbeti
1. Azap ile İmtihan: Ad kavmi, Allah’ın gönderdiği mesajı kabul etmemiş ve inkâr etmişlerdir. Bunun sonucunda Allah, onları büyük bir azapla cezalandırmıştır. “Onlara bir fırtına gönderildi.” (Hakka, 7) ayeti, bu azabın bir parçasını ifade eder.
2. Kayıp Kavim: Ad kavmi, helak olduktan sonra yok olmuş ve tarihte iz bırakmayan bir kavim haline gelmiştir. “Onlar, kendilerinden sonra gelmiş olanlar için bir ibret olmuştur.” (Furkan, 39) ayeti, Ad kavminin helakinin bir ders niteliği taşıdığını vurgular.
3. Kur’an’daki Uyarılar: Ad kavminin durumu, Kur’an’da inkâr eden toplumlara bir uyarı olarak sunulmuştur. “Her kavmin bir sonu vardır.” (Mümin, 77) ifadesi, kavimlerin ve toplumların başlarına gelebilecek sonları hatırlatır.
Sonuç
Kur’an-ı Kerim’de Ad kavmi, güçlü fakat ahlaki ve dini açıdan çöküş yaşayan bir toplum olarak ele alınır. Hz. Hud’un tebliğini reddeden bu kavim, Allah’ın azabına uğrayarak yok olmuştur. Ad kavminin hikayesi, inkâr eden toplumlara bir ibret dersi niteliği taşır ve bu olaylar, insanlara doğru yolda kalmaları gerektiğini hatırlatır.
@@@@@@
Kur’an-ı Kerim’de Ad Kavmi ve Akıbeti
Ad kavmi, Kur’an-ı Kerim’de sıkça zikredilen ve inkârları sebebiyle Allah’ın azabına uğrayan bir kavimdir. Güçlü, uzun boylu ve gelişmiş bir medeniyete sahip olmalarına rağmen, Allah’ın gönderdiği peygamberlere isyan etmişler ve sonunda büyük bir felaketle yok olmuşlardır.
Ad Kavminin Özellikleri
* Güçlü ve Fiziki Olarak Üstün: Ad kavmi, fiziksel olarak güçlü ve uzun boylu insanlardan oluşuyordu. Bu özellikleriyle diğer kavimlere üstünlük kuruyorlardı.
* Gelişmiş Medeniyet: Kendi elleriyle büyük şehirler ve yapılar inşa ediyorlardı. Özellikle İrem şehri, lüksü ve ihtişamıyla meşhurdu.
* Mal ve Mülk Zenginliği: Bol nimetlere sahiptiler ve dünya hayatının geçici zevklerine kapılmışlardı.
* Allah’a İsyan: Peygamberleri Hz. Hud’a inanmayıp, onu yalanlamışlar ve Allah’ın ayetlerini inkâr etmişlerdir.
Ad Kavminin Akıbeti
Allah, Ad kavminin inkârına karşılık olarak şiddetli bir rüzgâr gönderdi. Bu rüzgâr, günlerce esti ve Ad kavminin tüm şehirlerini yerle bir etti. Hiçbir yapı bu rüzgâra dayanamadı ve kavmin tamamı helak oldu. Bu olay, Kur’an’da inkarcıların sonunun nasıl olacağına dair önemli bir ibret niteliği taşımaktadır.
Ad Kavmi Hikayesinden Çıkarılacak Dersler
* İnanmanın Önemi: Allah’a ve peygamberlerine inanmak, insanın kurtuluşu için en önemli şarttır.
* Kibir ve Gururun Zararları: Ad kavmi gibi güçlü ve zengin olmak, insanı kibirlendirebilir ve Allah’a karşı gelmeye itebilir.
* Dünya Hayatının Geçiciliği: Dünya malı ve mülk, geçicidir ve asıl olan ahiret hayatıdır.
* Allah’ın Azabından Kaçınmak: İnkâr ve isyan, Allah’ın azabını celbeder.
Kur’an’da Ad kavmi ile ilgili ayetler incelendiğinde, bu kavmin hikayesinin insanlığa şu mesajları verdiği görülür:
* İnkârın sonuçları ağır olur.
* Allah’ın gücünün her şeye yeteceği.
* İman etmenin önemi.
* Dünya hayatının geçici olduğu ve ahirete hazırlanmanın gerekliliği.
Ad kavminin hikayesi, tarih boyunca birçok insan için ibret olmuş ve inananlar için bir uyarı niteliği taşımıştır.
1980- 12- Eylül ihtilalinde, ihtilal başı Kenan Evren şöyle söylemişti, bir sağdan astık, bir soldan.
Darbenin olgunlaşması bekledik.
Çünkü bir gün önce sağ sol kavgasıyla kan gövdeyi götürürken, bir gün sonra memleket süt liman olmuştu.
ABD ise, bizim çocuklar başardı, demişti.
İşte aynı çocuklar kendisine bugün de hizmet ediyor.
Biri sağdan FETÖ, biri soldan PKK.
İkisini de organize eden ABD- Pentagon- CIA.
FETÖ’nün CIA ile bağlantısını kuran Ekrem dumanlıdır.[1]
**************
TUSAŞ Saldırısında CIA Parmağı! Britanyalı O İsimden Skandal Saldırı İddiası.[2]
ABD Türkiye’yi kontrol konusunda hiç ihmal etmedi. Hep kontrolündeydi.
Kontrolünden çıktığını gördüğü anda darbe dahil, her türlü na-meşru yola namertçe baş vurdu.
ABD’nin yüz yıllık hedefi, bizden doğuyu koparmak, Suriye’den de koparacağı parçaları bir araya getirerek, sosyalist bir Kürt devleti kurup İsrail’in önünü açmak idi.
Böylece ABD, Ortadoğu’yu ve özellikle Türkiye’yi PKK ile kontrol ederken, İslam dünyasını da FETÖ ile kontrol edecektir.
Ortada 50 yıllık bir yatırım var.
Bu birikim terkedilmeyip, vitrindekilerle sürdürülecektir.
-Gülenin yeğeni Ebu Seleme Gülen, Youtube ’ta şöyle feveran etti:
“Fethullah Gülen öldü ve bizi yetim bıraktı. Ekrem gibi, Cevdet gibi, Mustafa Özcan gibi içkici ve dayakçı üvey babalara emanet etti bizi, gitti…
Böyle adamlardan bize baba mı olur?
Ama hepimizin babası oldular…
‘Hesap vermeden ölme hocam!’ diye yalvardım sana; ama dinlemedin…
Alçak Ekrem’i, hırsız Cevdet’i, katil ve darbeci Mustafa Özcan’ı başımıza bırakıp gittin…
Bizi ‘Âlî Heyet’ denilen haramzadelere emanet ettin…”[3]
– İsrail’in hadsizce saldırısından ancak iki sebeple durdurulabileceğini söylerdim.
Birincisi, içte ve özellikle rehine sahiplerinin ayaklanması.
İkincisi ise, onun ancak ve ancak sertlikten ve savaştan anlayacağı idi.
-İşte sayısız örneğinden sonuncusu,
“CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, terör soruşturması kapsamında gözaltına alındı.
694 KEZ TERÖRİSTLERLE GÖRÜŞMÜŞ
TRT Haber’in aktardığı bilgilere göre, 10 yıllık süreçte terör örgütü PKK mensuplarıyla birçok irtibatı tespit edildi. 694 kez PKK’lı teröristlerle görüştüğü, 14 kez de Kongre-gel eş başkanı Remzi Kartal ile irtibat kurduğu belirlendi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu destek çıktı. “[7]
–Peki bu adam bu kadar görüşme yapmış, neden beklenilmiş.? Bir suç bile ceza almaya yeterken PKK’lılarla 694 kere görüşmesi sabitken, kırmızı bültenle aranan PKK’lıyla 14 kere görüşmüşken, en büyük bir belediye olan Esenyurt belediyesine başkan seçilirken, neden beklenip, zarar vermesinin önü açılmış?
-Artık şunu diyeceğim, belli ki bir yerde değil, birçok yerde bir tıkanıklık var.
–Dağdaki PKK başta büyük şehirler ve belediyeleri olmak üzere şehirlere mi yerleşiyor?
Şehirden dağa kaçan PKK, tekrar boşluklardan istifade ederek şehirlere mi iniyor?
Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir akıtır.
Su aynı su.
Değişen ve değişik olan yapı.
Katranı kaynatsan olur mu şeker, canına yandığım aslına çeker
-İşte yine birkaç terör haberinden biri daha,
” İstanbul’da, terör örgütü PKK/KCK adına sokak olayları çıkarma arayışında olduğu tespit edilen 18 şüpheli, İzmir merkezli iki ilde PKK/KCK ile ilişkisi olduğu ve propagandasını yaptıkları belirlenen 10 şüpheli gözaltına alındı.”[9]
-İşte dıştaki kaynak ve destek,
” Arzı mevut hayali için Orta Doğu’yu kana bulayan İsrail, Kürtlere ve Dürzilere vatandaşlık vererek yeni bir oyun sahnelemeye hazırlanıyor.”[10]
-Almanya’nın Köln kentinde terör örgütü PKK/YPG yandaşlarının düzenlediği eylemde İsrail bayrağı açıldı.[11]
Yüz yıldır gizlice oynanan bu terör oyunu, 40 yıldır da sahaya çıkarak terör estiriyor.
Artık perdeler birer birer düşünce gizlemeden ve gizlenmeden açıktan oynanıyor.
Kur’an-ı Kerim, Müslümanların kutsal kitabı olarak özel bir saygı ile ele alınır. Onu okuma, dinleme ve anlama sürecinde bir dizi ahlaki ve manevi prensip benimsenmelidir. Kuran, hem ruhsal bir rehber olarak okunmalı, hem de içerdiği mesajlar derinlemesine kavranmalıdır. İşte Kuran’ın nasıl okunması, dinlenmesi ve anlaşılması gerektiğine dair temel ilkeler:
1. Okurken Saygı ve Temizlik
Kuran okunmadan önce abdest alınmalı, temiz bir ortamda ve huşu içinde okunmalıdır. Allah’ın kelamı olan Kuran’a saygı göstermek, onun manevi değerine uygun bir şekilde yaklaşmayı gerektirir.
Örnek Ayet: “Ona, ancak temiz olanlar dokunabilir.” (Vakıa Suresi, 56:79)
2. Tertil İle Okuma (Dikkatli ve Ağır Ağır Okuma)
Kuran’ın tertil ile okunması, yani dikkatli ve anlamına odaklanarak ağır ağır okunması teşvik edilmiştir. Tertil, ayetlerin üzerinde düşünmeyi ve acele etmeden, her bir kelimenin anlamına dikkat etmeyi ifade eder.
Örnek Ayet: “Kuran’ı tane tane, ağır ağır oku.” (Müzzemmil Suresi, 73:4)
3. Anlamını Düşünmek ve Üzerinde Tefekkür Etmek
Kur’an-ı Kerim, sadece Arapça olarak okunması gereken bir kitap değil, anlamının da kavranması gereken bir rehberdir. Kuran’ın öğütlerini anlamak için ayetler üzerinde derin düşünmek (tefekkür) gerekir.
Kuran dinlenirken dikkat kesilmek, kalpten bir teslimiyetle dinlemek esastır. Kuran okunduğunda ona kulak vermek, saygıyla dinlemek Allah’ın bir emridir ve dinleyiciye manevi bir huzur getirir.
Örnek Ayet: “Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (Araf Suresi, 7:204)
5. Dua ve Bağışlanma ile Başlamak
Kuran’ı okurken veya anlamaya çalışırken niyetin samimi olması önemlidir. Allah’tan doğru anlamayı ve hidayeti dilemek, kişinin Kuran’dan daha fazla fayda sağlamasına vesile olur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Kuran okumaya başlarken “Euzu-Besmele” çekmeyi tavsiye etmiştir. Bu, şeytanın vesveselerinden korunmak için bir dua niteliğindedir.
6. Doğru Telaffuz ve Tecvit Kurallarına Uygun Okuma
Kuran, Allah’ın vahyi olduğu için doğru telaffuz ve tecvit kurallarına göre okunması önemlidir. Tecvit kurallarına uymak, Kuran’ın Arapça aslını korur ve anlam kaybını önler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Kuran’ın güzel bir sesle, kurallarına uygun şekilde okunmasını tavsiye etmiştir.
7. Kuran’ı Ezberlemek ve Yaşantıya Aktarmak
Kuran’ı ezberlemek (hıfz), Müslümanlar arasında büyük bir değer taşır. Ancak, Kuran’ı ezberlemenin yanında ayetlerdeki mesajları hayatın her alanına taşımak da önemlidir. Yani, Kuran sadece hafızada kalmamalı, günlük yaşantımıza yansıtılmalıdır.
Örnek Ayet: “Bu, sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır ki, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsın.” (Sad Suresi, 38:29)
8. Kuran’ın Anlaşılmasına Yardımcı Olan Kaynaklardan Faydalanmak
Kuran, derin bir anlam içeriğine sahip olduğu için mealler, tefsirler ve güvenilir kaynaklardan yararlanarak daha iyi anlaşılabilir. Tefsir, Kuran ayetlerinin bağlamını, iniş nedenlerini (esbab-ı nüzul) ve detaylı açıklamalarını içerir.
İslam alimleri, Kuran’ın doğru anlaşılması için Peygamberimizin sünnetini ve sahabe açıklamalarını dikkate almanın önemine değinmişlerdir.
9. Samimiyet ve İçtenlikle Okumak
Kuran, samimiyetle okunmalıdır. Okuyucu, Kuran’ı Allah’tan bir mesaj olarak okumalı ve her ayeti sanki Allah ona hitap ediyormuş gibi içtenlikle kabul etmelidir. Bu, ayetlerin etkisini daha derin hissetmeyi sağlar.
10. Sabırla, Düzenli ve İstikrarlı Bir Şekilde Okuma
Kuran, düzenli olarak okunması gereken bir kitaptır. Müslümanlar, belirli bir düzen içinde Kuran okumayı alışkanlık haline getirmelidirler. Bu, insanın manevi yönünü güçlendirecek, kalbine huzur verecektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Amellerin Allah’a en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır” buyurmuş, bu nedenle istikrar önemsenmiştir.
Sonuç
Kur’an-ı Kerim, Allah’ın insanlara bir rehber olarak gönderdiği kutsal bir kitaptır ve onun okunması, dinlenmesi ve anlaşılması büyük bir öneme sahiptir. Kuran’a saygıyla yaklaşmak, onu tertil ile okumak, anlamını derinlemesine kavramaya çalışmak ve öğrendiklerini hayatına yansıtmak, Kuran’dan en yüksek derecede istifade etmenin yoludur. Bu süreçte sabırlı, samimi ve sürekli bir çaba gerekmektedir. Kuran, hayatın her alanına yol gösteren bir rehber olduğu için, Müslümanlar onu okuyarak, dinleyerek ve yaşayarak imanlarını güçlendirirler.
-İyi ki Allah var, ahiret var, yüzleşilip sorgulanacak mahşer var, iyi ki üzerinden geçilip cennete gidilecek, geçilemeyip içine düşülecek bir cehennem var.
Yaşasın zalimler için cehennem.
-Kur’an-ı Kerim’de ahiret gününde insanların pişmanlık yaşayacağı birçok durum anlatılır. Özellikle iman etmeden veya iman edip iyi ameller yapmadan ölenler, yaptıkları yanlışların ve kaçırdıkları fırsatların farkına varıp büyük bir pişmanlık içinde olacaklardır. Ahiretteki pişmanlık, geri dönüşü olmayan bir kayıp anlamına gelir çünkü artık dünyaya geri dönme ve durumu düzeltme imkanı yoktur. Kur’an, bu pişmanlıkları insanları uyarmak ve onlara doğru yola yönlendirmek amacıyla anlatır.
1. İman Etmeyenlerin Pişmanlığı
İnkar edenler, ahiret gününde gerçeklerle yüzleştiğinde iman etmedikleri için büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Onlar, Allah’ın ayetlerini inkar etmiş, peygamberleri yalanlamış ve dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir:
İman Etmemenin Getirdiği Pişmanlık: “Onlar orada durmadan, ‘Keşke dünyaya dönsek de Rabbimizin ayetlerini inkâr etmeyip müminlerden olsak!’ diyecekler.” (En’am, 6/27). Bu ayet, inkâr edenlerin, iman etmedikleri için duyacakları büyük pişmanlığı gösterir.
Ahireti Unutmanın Pişmanlığı: Dünya hayatına dalıp ahireti unutmanın ve ahiretteki hesap gününü dikkate almamanın da pişmanlık yaratacağı belirtilir. “Onlar o gün kendi yaptıklarıyla yüz yüze gelirler ve (ahiret için) hiçbir hazırlık yapmamış olmanın pişmanlığını yaşarlar.” (Secde, 32/12).
2. Salih Amellerde Bulunmayanların Pişmanlığı
İman etmiş olsalar bile, Allah’ın hoşnut olacağı şekilde yaşamayan, farz görevlerini yerine getirmeyen ve iyilik yapmaktan uzak duran kişiler de pişmanlık içinde olacaklardır. İman ve amelleri birlikte yerine getirmeyenlerin durumuna dikkat çekilir:
Hayır Yapmamış Olmanın Pişmanlığı: “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden ölüm gelmeden önce infak edin. Ölüm gelip de ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip salihlerden olsam’ diyecek hiçbir kimse yoktur.” (Münafikun, 63/10). İnsanlar, infak ve iyilik yapmadıkları için ahirette derin bir pişmanlık duyacaklardır.
Boşa Geçirilen Zamanın Pişmanlığı: Ahiret günü, insanlar dünyada kendilerine verilen zamanı ve fırsatları kötüye kullandıkları için üzüleceklerdir. “(O gün) kişi, ‘Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!’ der.” (Fecr, 89/24).
3. Günahlardan Sakınmayanların Pişmanlığı
Günah işlemekten sakınmayan, tövbe etmeden veya pişman olmadan hayatını sürdürenler, ahirette bunun pişmanlığını derin bir şekilde hissedeceklerdir:
Şeytana Uymanın Pişmanlığı: Günah yoluna girip de şeytanın peşinden gidenlerin pişman olacağı vurgulanır. “Kişi, o gün elini ısırır ve der ki: ‘Keşke ben peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!’ Ah, yazık bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim! Andolsun, beni zikirden (Kur’an’dan) saptırdı.” (Furkan, 25/27-29).
Tövbe Etmeden Ölmenin Pişmanlığı: Tövbe etme fırsatını kaçıranların pişmanlığı anlatılır. Günahlarından arınmadan ölenler, ahirette Allah’ın huzuruna pişmanlık içinde çıkacaklardır: “Zulmeden herkes, yeryüzündeki her şeye sahip olsa, onu (azaptan kurtulmak için) fidye olarak vermek ister. (Azabı) gördüklerinde içlerinden derin bir pişmanlık duyarlar.” (Yunus, 10/54).
4. Kötü Arkadaş ve Çevrenin Etkisinde Kalmanın Pişmanlığı
Kur’an’da, insanın çevresine ve arkadaşlarına dikkat etmesi gerektiği, kötü arkadaşların kişiyi sapkınlığa sürükleyebileceği vurgulanır. Ahirette bazı kişiler, kendilerini saptıran insanlarla dost oldukları için pişmanlık yaşayacaklardır:
Kötü Arkadaş Seçmenin Pişmanlığı: “O gün, zalim kişi ellerini ısırarak der ki: ‘Keşke peygamberle beraber bir yol tutsaydım! Ah, yazık bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim!’” (Furkan, 25/27-28). Burada, kötü bir dostun, insanı saptırma gücüne sahip olduğu ifade edilir.
5. Allah’a Yakın Olma Fırsatını Kaçırmanın Pişmanlığı
Allah’a ve dine yaklaşmayan, dünyevi uğraşlarla meşgul olup manevi hayatını ihmal edenler, ahirette bu fırsatı değerlendiremedikleri için pişman olacaklardır:
Dünya Hayatını Ahirete Tercih Etmenin Pişmanlığı: “İnsan der ki: ‘Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!’” (Fecr, 89/24). İnsanlar, dünyada Allah’ın rızasına uygun yaşamadıkları ve ahiret için hazırlık yapmadıkları için büyük bir pişmanlık duyacaklardır.
Kur’an, ahiret gününde yaşanacak bu pişmanlıkların insanları etkilemesi ve onları doğru yola yönlendirmesi için bu ayetleri birer uyarı olarak sunar. İnsanlara, dünyada doğru yolda olmaları için fırsatları değerlendirmeleri, iman etmeleri, iyi ameller işlemeleri ve günahlarından tövbe etmeleri tavsiye edilir. Ahiret günü pişmanlık yaşamamak için dünya hayatını iyi değerlendirmek gerektiği vurgulanır.
@@@@@@@
Kur’an-ı Kerim’de Ahirette Pişmanlık ve Pişman Olunacak Hususlar
Kur’an-ı Kerim, ahiret hayatında insanların yaşayacağı pişmanlıkları ve bu pişmanlığın sebeplerini detaylı bir şekilde anlatır. Dünya hayatında yapılan yanlışların ve ihmal edilen ibadetlerin, ahirette büyük bir pişmanlığa yol açacağı vurgulanır.
Ahirette Pişmanlık Nedenleri
* İman etmemek: En büyük pişmanlık sebebi, Allah’a ve O’nun elçilerine inanmamak ve küfre sapmaktır.
* İyi ameller işlememek: Dünya hayatında yapılan iyiliklerin azlığı veya hiç iyilik yapmamak, ahirette büyük bir pişmanlığa neden olur.
* Günahlar işlemek: Büyük günahların yanı sıra, küçük görünen günahların da birikmesi, ahirette büyük bir yük olacaktır.
* Dünyaya bağlanmak: Dünya hayatına aşırı düşkünlük ve ahiret hayatını unutmak, insanı büyük bir pişmanlığa sürükler.
* Fırsatları değerlendirmemek: Allah’ın verdiği nimetler ve fırsatlar üzerinde düşünmeden yaşamak, ahirette pişmanlığa yol açar.
Ahirette Pişmanlık Anlatan Ayetler
* Müminun Suresi, 103. ayet: “Onlar, cehennem azabını tadacaklar ve: ‘Keşke biz dünyada iken Allah’a ibadet etseydik’ diyeceklerdir.”
* En’am Suresi, 28: “Onlar, kıyamet günü Allah’a yalvarıp yakaracaklar: ‘Ey Rabbimiz! Bizi çıkar da artık iyi ameller işleyip, artık inkar etmeyiz’ derler. Onlara denir ki: ‘Ey yalancılar! Siz daha önce çağrılmıştınız.’”
* Muminun Suresi, 106: “Onlar, cehennemde: ‘Keşke biz, Rabbimizin ayetlerine inanıp salih kimseler olsaydık’ derler.”
* Zuhruf Suresi, 78: “Onlar, cehennemde: ‘Keşke biz, Rabbimizin ayetlerine inanıp salih kimseler olsaydık’ derler.”
Ahirette Pişmanlığın Önemi
* Uyarıcı bir mesaj: Ahirette yaşanacak pişmanlık, insanların dünya hayatında iyi ameller yapmalarına ve günahlardan sakınmalarına yönelik bir uyarıdır.
* Tövbeye teşvik: Ahiret azabının korkusu, insanları günahlardan tövbe etmeye ve Allah’a yönelmeye teşvik eder.
* İmanlı bir hayat yaşama gerekliliği: Ahiretteki pişmanlık, insanlara imanlı ve takva sahibi bir hayat sürmenin önemini hatırlatır.
Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim, insanların ahirette yaşayacağı pişmanlıkları detaylı bir şekilde anlatarak, dünya hayatında yapılacakların önemini vurgular. Bu nedenle, her Müslüman, dünya hayatını bir imtihan olarak görüp, ahirette pişman olmamak için iyi ameller yapmaya ve Allah’ın emirlerine uymaya çalışmalıdır.
Kuran-ı Kerim’de “kalb” (kalp), sadece fiziksel bir organ olarak değil, aynı zamanda insanın ruhunu, manevi yönünü, düşünce ve duygu dünyasını ifade eden sembolik bir kavram olarak kullanılır. Kuran, kalbi insanların duygu, düşünce, inanç ve niyetlerinin merkezi olarak tanımlar ve Allah’a olan iman, doğruluk ve vicdan gibi niteliklerin de kalpte barındığını belirtir.
Kalbin İşlevleri ve Önemi
Kuran’a göre, kalp insanın en önemli yönlendirici merkezlerinden biridir. Kalp, iman ile dolabilir veya inkara, gaflete ve kötü niyetlere de meyledebilir. Bu yüzden Kuran, kalbin manevi sağlığını korumanın önemini vurgular. Bir ayette şöyle denir:
> “Onların kalpleri vardır, onunla anlamazlar.” (Araf Suresi, 7:179)
Bu ayet, kalbin sadece kan pompalayan bir organ olmadığını, aynı zamanda anlamayı, idrak etmeyi, doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi sağlayan bir merkez olduğunu belirtir. Kalplerin mühürlenmesi ise, insanın doğru yolu görmesine engel olan manevi bir körlük durumunu ifade eder:
Kalp, insanın Allah’a olan imanının merkezidir. Kuran’da, iman edenlerin kalplerinin Allah’a saygıyla dolduğu ve Allah’ı anmakla huzura kavuştuğu belirtilir:
> “Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d Suresi, 13:28)
Allah, iman edenlerin kalbine huzur ve güven verir ve kalpleri doğru yola iletir. Kalbin bir diğer işlevi ise, Allah’ın nuruyla aydınlanmasıdır.
Katılaşmış Kalpler
Kuran’da, kalplerin katılaşması, Allah’tan uzaklaşmış ve duyarsız hale gelmiş insanların durumunu ifade eder. Katılaşmış bir kalp, ilahi öğütlere duyarsız kalır ve doğru yolu bulma yeteneğini kaybeder:
> “Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı; taş gibi, hatta daha da katı…” (Bakara Suresi, 2:74)
Kalbin Arındırılması ve Saflığı
Kuran’da Allah’a yönelen ve kalplerini arındıranlardan övgüyle söz edilir. Takva sahibi kişiler, kalplerinin temizliğine önem verir ve Allah’a samimi bir şekilde bağlı kalırlar:
> “O gün ne mal ne de evlat fayda verir. Ancak Allah’a kalbi selim (temiz bir kalp) ile gelenler başka.” (Şuara Suresi, 26:88-89)
Bu ayet, Allah’a karşı saf, temiz ve arınmış bir kalple yaklaşmanın önemini vurgular. İslam’da kalbin temizlenmesi, kötü düşünce ve duygulardan uzak durarak Allah’a yakın olmaya çalışmakla mümkündür.
Sonuç
Kuran-ı Kerim’de kalp; akıl, iman, takva ve ahlak gibi kavramlarla yakından ilişkilidir. Kalbin sağlığı, insanın Allah ile olan ilişkisini ve yaşam amacını belirler. Kuran’da, kalbi arındırarak Allah’a samimi bir şekilde yönelmenin, insanı huzura ve kurtuluşa götüreceği vurgulanır.