ORUCUN FIKHİ VE İTİKADİ YÖNLERİ .

ORUCUN FIKHİ VE İTİKADİ YÖNLERİ .


Orucun Fıkhî ve İtikadî Yönleri

Oruç, İslam’ın beş temel şartından biri olup, hem fıkhî (hukuki) hem de itikadî (inançla ilgili) yönleri olan önemli bir ibadettir.

1. Orucun Fıkhî (İbadetle İlgili Hukuki) Yönü

Fıkıh, İslam hukukunu ifade eder ve ibadetlerin nasıl yerine getirileceğini belirler. Orucun fıkhî yönü, onun farz oluşu, kimlerin sorumlu olduğu, nasıl tutulacağı ve hangi durumlarda bozulacağı gibi konuları kapsar.

a) Orucun Farz Olması ve Dayanağı

Oruç, İslam’da farz olan ibadetlerdendir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

> “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.” (Bakara 2/183)

Bu ayet, orucun farz olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

b) Oruç Kimlere Farzdır?

Oruç, belirli şartları taşıyan Müslümanlara farzdır:

Müslüman olmak (Gayrimüslimler oruçla yükümlü değildir.)

Akıl sağlığının yerinde olması

Buluğ çağına (ergenliğe) ulaşmış olmak

Oruç tutmaya engel bir sağlık sorunu veya yolculuk hâlinde olmamak

c) Oruç Nasıl Tutulur? (Şartları ve Rükünleri)

Oruç, imsak vaktinden güneş batıncaya kadar şunlardan uzak durarak tutulur:

Yemek içmek, Oruç bozan diğer fiillerden kaçınmak

Oruç, niyet ederek tutulur. Niyetin kalben yapılması yeterlidir, ancak dil ile ifade edilmesi de müstehaptır.

d) Oruç Bozan ve Bozmayan Durumlar

Oruç bozan durumlar: Yemek, içmek, bilerek kusmak vb.

Oruç bozmayan ancak mekruh olan durumlar: Aşırı su ile ağız çalkalamak, oruçlu iken gereksiz yere tartışmak ve kötü söz söylemek.

Mazeret nedeniyle oruç tutamayanlar: Hasta, yolcu, hamile veya emziren kadınlar, yaşlılar (fidye verebilirler).

e) Oruç Çeşitleri

1. Farz Oruçlar: Ramazan orucu, adak oruçları, kefaret oruçları.

2. Vacip Oruçlar: Nezredilen (adak olarak adanmış) oruçlar.

3. Sünnet Oruçlar: Pazartesi ve perşembe oruçları, Şevval oruçları.

4. Müstehap Oruçlar: Muharrem ayının 9. ve 10. günlerinde tutulan Aşure orucu vb.

5. Haram ve Mekruh Oruçlar: Ramazan Bayramı’nın 1. günü ve Kurban Bayramı’nın 4 günü oruç tutmak haramdır.

2. Orucun İtikadî (İnançla İlgili) Yönü

İtikad, bir Müslümanın iman esasları çerçevesinde sahip olduğu inançları ifade eder. Oruç, bir ibadet olarak Müslümanın Allah’a olan bağlılığını ve ahirete olan inancını güçlendiren bir ibadettir.

a) Oruç, Takva ve Kulluğu Güçlendirir

Kur’an’da orucun “takvaya erişmek” amacıyla farz kılındığı belirtilmiştir. (Bakara 2/183)

Oruç, kişinin nefsini disipline etmesini sağlar.

İnsan, oruç tutarken sadece fiziksel açlığı değil, gözünü, dilini ve kalbini de kötülüklerden uzak tutmayı öğrenir.

Böylece kişi ahlâken ve manevî olarak olgunlaşır ve Allah’a daha yakın olur.

b) Oruç, Ahiret İnancını Güçlendirir

Oruç, insana dünya nimetlerinin geçici olduğunu öğretir ve ahiret hayatına hazırlık yapmasını hatırlatır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) oruç tutmanın kıyamet gününde kişiye şefaatçi olacağını bildirmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/174)

Cennette, yalnızca oruç tutanlara özel “Reyyan Kapısı” bulunacaktır. (Buhârî, Savm, 4)

c) Oruç, Allah’a Teslimiyetin Göstergesidir

Oruç, Allah’ın rızası için yapılan bir ibadettir ve kulun O’na teslimiyetini gösterir.

Oruçta riyâ (gösteriş) daha azdır, çünkü insanlar görmese de oruçlu kişi, Allah’ın gözetiminde olduğunu bilir.

Bu da samimi bir iman bilinci kazandırır.

d) Oruç, Günahların Affına Vesiledir

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Kim inanarak ve sevabını yalnızca Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6)

Bu hadis, orucun günahları affettiren bir ibadet olduğunu göstermektedir.

Sonuç

Oruç, hem fıkhî hem de itikadî yönleriyle Müslümanlar için büyük bir ibadettir.

Fıkhî olarak, belirli şartları yerine getiren herkesin tutması gereken bir farzdır.

İtikadî olarak, insanın Allah’a olan bağlılığını, ahiret inancını ve takvasını güçlendiren bir ibadettir.

Bu nedenle oruç, sadece bir beden disiplini değil, aynı zamanda ruhsal arınma ve Allah’a yaklaşma vesilesidir.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

ORUCUN HİKMETLERİ NELERDİR?

ORUCUN HİKMETLERİ NELERDİR?


Orucun Hikmetleri

Oruç, sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret bir ibadet değildir. İçinde sayısız hikmetler barındıran, insanı hem dünya hem de ahiret açısından olgunlaştıran bir kulluk görevidir. Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadetiyle ilgili şöyle buyrulmuştur:

> “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.”
(Bakara 2/183)

Bu ayette belirtildiği gibi oruç, insanın takvaya ulaşmasını sağlayan önemli bir ibadettir. İşte orucun hikmetlerinden bazıları:

1. Nefsin Terbiyesi ve İrade Eğitimi

Oruç, insanın nefsini dizginleyerek sabır ve irade gücünü artırmasını sağlar.

Kişi, yemek, içmek ve diğer dünyevî arzularına karşı kendini tutmayı öğrenir.

Nefsinin isteklerine anında boyun eğmek yerine, sabretmeyi ve beklemeyi öğrenir.

Bu sabır eğitimi, insanın diğer hayat alanlarında da daha güçlü ve iradeli olmasını sağlar.

2. Takva Bilincini Artırması

Takva, Allah’a karşı gelmekten sakınmak ve O’nun rızasını kazanmak için bilinçli bir hayat sürmektir. Oruç, insanı takvaya götüren en önemli ibadetlerden biridir.

Oruç tutan kişi, yalnızca aç kalmaz, aynı zamanda dilini, gözünü ve kalbini de kötülüklerden korur.

Allah’ın kendisini her an gördüğünü hissederek daha bilinçli bir şekilde yaşar.

Gizli bir ibadet olduğu için gösterişten uzak, samimi bir kulluk bilinci oluşturur.

3. Şükür ve Kanaatkârlık Duygusunu Geliştirmesi

Oruç, insana sahip olduğu nimetlerin değerini öğretir.

Günlük hayatta fark etmeden tüketilen nimetlerin kıymeti daha iyi anlaşılır.

Açlık ve susuzluk, fakirlerin ve yoksulların hâlini anlamaya vesile olur.

Şükretmeyi öğrenen insan, israftan kaçınır ve kanaatkâr bir hayat sürmeye yönelir.

4. Toplumsal Dayanışma ve Yardımlaşmayı Artırması

Oruç, bireyleri birbirine yaklaştıran, paylaşma ve yardımlaşma duygularını güçlendiren bir ibadettir.

Zengin ve fakir aynı açlığı yaşadığı için insanlar arasındaki sosyal farklar azalır.

İftar sofraları, dostlukları pekiştirir ve aile bağlarını güçlendirir.

Fakirlere yardım etme bilinci artar, sadaka, zekât ve hayır işlerine yönelim çoğalır.

5. Sağlık ve Beden Üzerindeki Faydaları

Modern tıp da orucun sağlık üzerindeki faydalarını kabul etmektedir.

Sindirim sistemini dinlendirerek mide, bağırsak ve karaciğer sağlığını korur.

Hücrelerin kendini yenilemesini sağlayan otofaji mekanizmasını tetikler.

Kan şekerini dengeler, insülin direncini azaltır ve kilo kontrolüne yardımcı olur.

Bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudu hastalıklara karşı korur.

6. Ruhsal ve Psikolojik Huzur Vermesi

Oruç, sadece bedeni değil, ruhu da dinlendiren bir ibadettir.

Günlük stresten ve gereksiz dünyevî kaygılardan uzaklaştırır.

Kişiye iç huzur kazandırır, sabırlı ve sakin olmayı öğretir.

Beyinde mutluluk hormonları (serotonin ve dopamin) salgısını artırarak psikolojik dengeyi sağlar.

7. Ahiret Kazancı ve Cennetteki Mükâfatı

Oruç, insanı hem dünyada hem de ahirette büyük kazançlara ulaştıran bir ibadettir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruç tutanların Cennette özel bir kapıdan (Reyyan Kapısı) gireceğini müjdelemiştir. (Buhârî, Savm, 4)

Oruç, kıyamet gününde kişinin günahlarının affedilmesine vesile olur. (Buhârî, Savm, 6)

Oruç, kıyamet gününde kişiye şefaatçi olacak ibadetlerden biridir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/174)

Sonuç

Orucun hikmetleri, hem bireysel hem de toplumsal açıdan insan hayatına birçok fayda sağlar. Nefsi terbiye etmesi, sabır ve irade kazandırması, takva bilincini artırması, sağlık açısından bedeni yenilemesi ve ahiret mükâfatına vesile olması gibi sayısız hikmeti vardır. Oruç, dünya hayatında insanı olgunlaştırırken, ahiret hayatında da sonsuz nimetlere ulaşmasına vesile olur.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI

TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI

Tebessüm enerji yüklüyor, veriyor, üretiyor iken, gülme enerji tüketiyor, kayıp kazanç farkı gibi.

TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI VE DİNİN BURADAKİ ÖLÇÜSÜ NEDİR?


Biri ruhtan, diğeri nefisten besleniyor.
Kontrollü ve kontrolsüz .

Tebessüm ve Gülmenin Farkı.
Tebessüm, hafif ve sessiz bir şekilde gülümsemektir. Yüzde bir aydınlık ve huzur ifadesi olarak ortaya çıkar. Gülmek ise genellikle sesli olur ve daha belirgin bir yüz hareketiyle gerçekleşir. Yani tebessüm, gülmenin daha ölçülü ve sakin hâlidir.

Dinin Ölçüsü ve İslam’daki Yeri
İslam’da tebessüm ve gülme insanın doğal bir ihtiyacı olarak görülür, ancak aşırılıktan kaçınılması öğütlenir.

1. Tebessüm Bir Sadakadır

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), tebessüm etmeyi teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36)

Tebessüm insanlara pozitif enerji verir ve sosyal ilişkileri güçlendirir.

2. Gülmenin Ölçüsü

Hz. Muhammed (s.a.v.), zaman zaman gülerdi ama kahkaha ile gülmezdi.

Aşırı ve kontrolsüz gülmek, kalbi gaflete düşürebilir. Şu hadis buna işaret eder:
“Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” (Tirmizî, Zühd, 2)

Sonuç:
Tebessüm güzel ve teşvik edilen bir davranışken, gülmenin ölçülü olması önerilir. Kahkaha ile sürekli gülmek, kişinin manevi hassasiyetini zayıflatabilir. Özetle, tebessüm sünnettir, gülmek doğaldır, ancak aşırıya kaçmamak gerekir.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

MEN LEM YAHKUM BİL MANA MEN LEM YUSADDIK

MEN LEM YAHKUM BİL MANA MEN LEM YUSADDIK[1]

Maide. Ve men lem yehküm Bi ma enzelellahu

fe ulaikehumul kafirun. Maide.44
fe ulaikehumuz zalimun. 45
fe ulaikehumul fasikun. 47
Men lem yahkum

Bil mana, men lem yusaddik

Mâide Suresi 44, 45 ve 47. Ayetlerin Tefsiri

Bu üç ayet, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin durumu hakkında oldukça net ifadeler içermektedir. Tefsirlerde, bu ayetler farklı açılardan ele alınmış ve hüküm koyma yetkisinin Allah’a ait olduğu vurgulanmıştır. Şimdi ayetleri ve bazı klasik tefsirlerden yorumlarını inceleyelim:

1. Mâide Suresi 44. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Bu ayetin Yahudilerle ilgili olduğu, onların Tevrat’taki hükümleri değiştirdiği ve uygulamadığı belirtilir. Ancak ayetin genel anlamda tüm insanlara yönelik olduğu da vurgulanır. İbn Abbas, bu ayetteki küfrün “büyük küfür” değil, “küfür içinde bir küfür” (yani iman dairesinden çıkaracak türde olmayıp, büyük bir günah ve zulüm) olduğunu ifade etmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Burada asıl vurgu, Allah’ın indirdiği hükümleri bilerek reddeden veya yerine başka hükümler koyan kişilerin kafir olduğudur. Ancak hükmü kabul etmekle beraber uygulamamak başka bir durumdur; bu kişi fasıklık ve zulüm içinde olabilir, ancak iman dairesinden çıkmayabilir.

2. Mâide Suresi 45. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Burada zalimlik, hem kişinin kendine hem de topluma yaptığı bir zulüm olarak değerlendirilir. Allah’ın hükümlerini uygulamayan kişi, toplumun adalet sistemini bozduğu ve insanların haklarını ihlal ettiği için zalimdir.

Taberî:
Ayetteki zulmün, büyük bir haksızlık olduğu belirtilir. Allah’ın hükümlerini terk eden kişi, sadece bir günah işlememekte, aynı zamanda adaleti ve hakları çiğneyerek büyük bir zulüm yapmaktadır.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Zulüm, bir şeyi olması gereken yerin dışına koymaktır. Allah’ın hükümlerini terk eden kişi, hem kendine hem de insanlara zarar vermiş olur ve böylece zalimlerden olur.

3. Mâide Suresi 47. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Fısk, bir şeyin sınırlarını aşmak ve sapkınlık anlamına gelir. Allah’ın hükmünü bırakıp başka hükümlere yönelen kişi, Allah’ın sınırlarını aşmış ve fasıklık yapmıştır.

Fahreddin Râzî:
Buradaki fısk, kişinin dinin temel esaslarını kabul etmekle beraber, bunları uygulamamak ve sürekli isyan içinde olmaktır. Bu kişi, imanını muhafaza edebilir ancak büyük bir günah içindedir.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Fısk, kişinin Allah’ın emirlerini terk edip günaha dalmasıdır. Eğer kişi, Allah’ın hükmünü inkâr etmiyor ancak uygulamıyorsa, o zaman fâsık olur. Ancak bilerek inkâr ediyorsa, bu onu küfre götürür.

Sonuç ve Özet:

Bu üç ayette Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin durumu sırasıyla kâfir, zalim ve fâsık olarak nitelendirilmiştir.

Eğer bir kişi Allah’ın hükmünü inkâr eder veya değiştirmeye çalışırsa, küfre girer (kafir olur).

Eğer bir kişi hakkı bilerek adaletin dışına çıkarsa ve başka hükümlere yönelirse, zalim olur.

Eğer bir kişi Allah’ın hükmünü kabul ettiği halde günaha dalıp onu uygulamazsa, fasık olur.

Bu ayetler, özellikle Yahudilerin Tevrat’taki hükümleri değiştirmesi bağlamında inmiştir ancak tüm insanlar için geçerli olacak şekilde yorumlanmıştır. Günümüzde de adaletin sağlanması için Allah’ın adalet ve hakkaniyet üzerine kurulu hükümlerine bağlı kalmanın önemi bu ayetlerle vurgulanmaktadır.

@@@@@@

**Maide Suresi 44, 45 ve 47. Ayetlerin Tefsiri ve İzahı**

Bu ayetler, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin durumunu üç farklı kavramla (kâfir, zâlim, fâsık) açıklar. İşte klasik ve modern tefsirler ışığında detaylı açıklama:

### **1. Maide 44: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Ayet, özellikle Yahudi âlimlerini hedef alır. Tevrat’ın hükümlerini çiğneyip keyfi kararlar verenler (örneğin, zina cezasını değiştirenler) kınanır.
– **Tefsirler**:
– **İbn Kesir**: “Allah’ın hükmünü reddetmek, O’nun otoritesini inkâr etmektir (küfr). Bu, ister açıkça inkârla, ister hükmü tahrif ederek olsun, kişiyi kâfir yapar.”
– **Taberî**: “Kâfir olmak için Allah’ı tamamen inkâr etmek şart değildir. O’nun hükümlerini görmezden gelmek de bir nevi inkârdır.”
– **Modern Yorum (Seyyid Kutub)**: “Toplumlar Allah’ın kanunları yerine beşerî sistemleri benimserse, bu kolektif bir küfürdür ve adaletsizliğe yol açar.”

### **2. Maide 45: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Bu ayet, adalet mekanizmasını çiğneyenleri (örneğin, kısası terk edip diyet alarak suçu örtbas edenleri) eleştirir.
– **Tefsirler**:
– **Râzî**: “Zulüm, hakkı çiğnemek ve insanların haklarını gaspetmektir. Allah’ın hükmünü bilip uygulamayanlar, hem kendine hem topluma zulmeder.”
– **İbn Âşûr**: “Zulüm, adaleti terk etmekle başlar. Toplumsal düzen bozulunca her türlü ahlaki çöküş ortaya çıkar.”
– **Hanbelîler**: “Hükmü bile bile değiştirmek, kişiyi zâlim kılar. Bu, inançla değil, amelî bir sapmadır.”

### **3. Maide 47: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Hristiyanların İncil’deki emirleri terk edip dinî tahrifat yapmaları kınanır.
– **Tefsirler**:
– **Zemahşerî (Mu‘tezilî)**: “Fısk, itaati terk edip isyana düşmektir. Kişi Allah’ı tanıdığı halde O’nun emirlerini görmezden gelirse fâsık olur.”
– **Beydâvî**: “Fâsıklık, sürekli günah işleme hâlidir. Bu ayet, hakikati bildiği hâlde ondan yüz çevirenlere işaret eder.”
– **Çağdaş Tefsir (Vehbe Zühaylî)**: “Fasık, Allah ile arasındaki ahdi bozan kimsedir. Müslüman bir yönetici Şeriat’ı terk ederse bu vasfı alır.”

### **Kavramların Farkları**:
1. **Kâfir**: Allah’ın hükmünü reddeden (inkâr veya tahrif yoluyla).
2. **Zâlim**: Adaleti çiğneyen, hakkı gasp eden.
3. **Fâsık**: İman ettiği hâlde israrla günah işleyen.

### **Tartışmalı Noktalar**:
– **Kimler Kapsamda?**:
– Klasik müfessirler, ayetlerin öncelikle Yahudi ve Hristiyanlara hitap ettiğini söyler.
– **İbn Teymiyye** gibi âlimler: “Müslümanlar da Allah’ın hükmünü terk ederse benzer vasıfları alır.”
– **Eş‘arîler**: “Küfür ancak açık inkârla olur. Hata veya zorlama durumları istisnadır.”

– **Modern Çağ Yansımaları**:
– Laik hukuk sistemleriyle yönetilen Müslüman ülkelerde bu ayetler sıklıkla tartışılır.
– **Muhammed Abduh**: “Ayetler, hüküm koyma yetkisini tamamen Allah’a vermeyen sistemleri eleştirir. Ancak cehalet veya içtihat hatası affedilebilir.”

### **Pratik Çıkarımlar**:
1. **Bireysel Sorumluluk**: Müslümanlar, Allah’ın hükümlerini öğrenmek ve uygulamakla yükümlüdür.
2. **Toplumsal Adalet**: Adalet mekanizmalarının İslami ilkelere dayanması gerekir.
3. **Siyasi Sistemler**: Şeriat’ı tamamen reddeden sistemler, bu ayetler ışığında eleştirilir.

### **Örneklerle Açıklama**:
– **Kâfir**: Tevrat’ta zina cezasını recm olarak bilip, “Kamçılama” ile değiştiren Yahudi âlimleri.
– **Zâlim**: Cinayet davalarında zengin-fakir ayrımı yapan bir hâkim.
– **Fâsık**: Hırsızlık yapan bir Müslümanın, had cezasını uygulamayan İslami bir yönetim.

Bu ayetler, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde Allah’ın hükümlerine bağlılığın önemini vurgular. Tefsirlerdeki farklılıklar ise, İslami hükümlerin uygulanma şartları ve niyetle ilişkilidir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=AAc9L5w6EMs

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

RUH YAPISI AYNI OLAN ŞER ODAKLARI OLAN İKİZLER

RUH YAPISI AYNI OLAN ŞER ODAKLARI OLAN İKİZLER

İlahi kanun gereği bahar gelmeden çiçek açmıyor. Erken olanda ömürlü olmuyor.

Tıpkı 61 yıl süren Esad zulmü 12 günde yıkıldı.
Arkasında milyonlarca hayatı söndürerek.
40 yıldan fazla süren PKK kendini feshederek bitişini ilan etti.
O da elli bin hayata mal olurken, milyonlarcasının da manevi hayatını bitirdi.
Miatlarını doldurup, inşallah yeni günlere kapı açılmış oldu.
İnsan fıtratına uygun olmayan hiçbir düşünce, ideoloji ve akım varlığını uzun süre sürdüremez.
Tarihin çöplüğüne atılmış olanlar bunun en bariz delilleridir.
Manilerin kalkması, yolların açılması demektir.
Türkiye gibi dünyada büyük bir değişimin eşiğinde ve içindedir.
Dünya kendisini arıyor.
Dünya sahibini arıyor.
Geçte olsa olacak ve bulacaktır.
Baharın esintileri yeni açacak çiçeklere zemin hazırlarken, toprakta kucağını açmış beklemektedir.
İlahi kanun hükmünü icra ederken, kimin haddine onun önünde durmak ve engellemek.
Her şey ilahi proğram çerçevesinde seyrini sürdürmektedir.
“O nûru gönder, İlâhî, asırlar oldu, yeter!
Bunaldı milletin âfâkı, bir sabâh ister.”
İnşallah o sabah yakındır.

************  

-1970’lerde dikenli olan sol zihniyet içerisinde beslemiş olduğu sosyalist zihniyetle birlikte daha sonra kendisini PKK olarak gösterdi. Bir yandan İran, bir yandan haçlı zihniyeti, 20 kadar devlet PKK’yı besledi. Bugün PKK bir netice alamayınca kendisini feshetti ancak bu bitmiş değil çünkü zihniyet olarak sosyalist zihniyet olarak temelinde sosyalist bir düşünce olarak aynı akımını devam ettirecek, sadece silahlar sustu, umarım ki yumruklar konuşmaz, fikirler konuşur.

1970’lerde olduğu gibi inşallah ıslah olur ve sosyalizmin bir çözüm olmadığını görürler ve inşallah bu durum kendilerinin intibahını da vesile olmuş olur

-Kısır zihniyetli, kötü niyetli, askeri ruhtan mahrum, bu milletin kanını taşımayan, helal süt emmemiş, ruhsuz insanların bin yıl sürecek dediği 28 Şubat, köksüz olduğundan milyonları mağdur etse de yıkılmaya mahkûm oldu.

Askeriyedeki bin yıllık gerçek ruh, istifrağ ile sahte olanları bir kusmuk olarak dışarıya attı.
İşte bu kusmuk zihniyet PKK ve FETÖ gibi benzerlerini besledi, büyüttü.
Geriye bin yıl sürecek bir mahcubiyet ve zillet kaldı.

-28 Şubat’ın 28. yılı: Bin yıl unutulmayacak karanlık olaylar zinciri.[1]

-Bir zamanlar Türkiye… Başörtülü öğretmene plaket verilmesini rütbeli bir asker engellemişti.[2]

-Kes lan.[3]

Bu ifade Sayın Erdoğanın dik duruş haykırışıdır.

-Başörtüsü zulmü, asırların kirli yüzüdür.[4]

Ortaklarıyla birlikte.[5]

*************

Pkk Nasıl Kuruldu…

“1965 yılında GAP bölgesindeyken, Diyarbakır’a 2685 tane ABD barış gönüllüsü geldi. Savaş olmayan yerde barış gönüllüsü ne yapar diye düşündüm.
2 yıl Diyarbakır’da kaldıktan sonra bölgeden ayrıldılar. 1969 yılında pkk kurulduğunu açıkladı ve 1974 yılında silahlı eylemlerine başladı.
Anladık ki 1965-1967 yılları arasında ABD barış gönüllüleri o bölgenin halkını nasıl ayrıştırırız diye araştırmışlar.” M. Recai KUTAN

-DEM Parti heyeti Öcalan’ın mesajını okudu: PKK kendisini feshetmelidir![6]

-PKK’nın kurucu zihniyeti temelde aynı zihniyet oldu.[7]

-ABD dürüst değil, tam bir ihanet için, PKK’nın yaptığı teröre kalkan ve destek olup, himaye etmektedir.

-“İRAN VE ABD GEÇMİŞTE TÜRKİYE’YE KARŞI BUNU YAPTI”


Geçmişte Irak’ta ABD ile Türkiye’ye karşı ittifak yaptıklarını söyleyen İranlı analist, aynı şeyi Suriye’de de yapabileceklerini belirtti.

Hanalizade, “İran ve ABD, Suriye’de Türkiye’ye karşı PKK/YPG’yi desteklemeli. Geçmişte Irak’ta Türkiye’ye karşı ABD ile işbirliği yaptık. Türkiye, YPG’yi tehdit olarak algılıyor. İran ile ABD bu konuda ortak politika geliştirebilir.” ifadelerini kullandı.

-ABD terörist mi değil mi?

Bilmek zor değil ki!
Bilmek isteyen ABD’den önce ve sonrası Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya, Yemene, Afganistan’a, darbe ile girdiği ülkelere bir baksın.

-Geçmişe bakıldığında Osmanlı ne kadar adaletle hatırlanacaksa, ABD de en az o kadar zulümle hatırlanacaktır.

************

Meyhaneye kerhaneye gidiyorsan CHP sayesinde, diyor.[8]

CHP.nin Müslüman zihniyeti ve aynı ruh.[9]

-Türkiye’yi 100 ve 150 yıldır azınlıklar yönetiyor.

Bunların başında laikler, Sabataistler, Kemalistler.
Maalesef evvelden içimizdeki Yunanlılar denirdi.
Şimdi ise bu durum maskelerin düşmesiyle; içimizdeki İsrailliler, içimizdeki ABD’liler, içimizdeki Esadcılar, içimizdeki PKK’lılar, içimizdeki FETÖ’cüler, içimizdeki Lgbt.liler, içimizdeki muhalifler, içimizdeki Işidciler, içimizdeki radikaller, içimizdeki gezi provokatörleri, içimizdeki darbeciler, içimizdeki Kemalistler, içimizdeki azınlıklar, içimizdeki masonlar, içimizdeki evanjelistler…

Ne kadarda içimizdekiler! Çoğalmış!
Belli ki en baştakiler bunları doğurdu.

MEHMET ÖZÇELİK

01-03-2025

[1] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3509459-28-subatin-28-yili-bin-yil-unutulmayacak-karanlik-olaylar-zinciri

[2] https://video.haber7.com/video-galeri/311732-bir-zamanlar-turkiye-basortulu-ogretmene-plaket-verilmesini-rutbeli-bir-asker-engellemisti

[3] https://www.facebook.com/share/16GK6gfsvx/

[4] https://www.facebook.com/share/r/1654XtAqkq/

[5] https://www.facebook.com/share/1F4QsgRs3b/

https://www.facebook.com/share/r/1654XtAqkq/

[6] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3509076-dem-parti-heyeti-ocalanin-mesajini-okudu-pkk-kendisini-feshetmelidir

https://www.diken.com.tr/ocalanin-aciklamasinin-tam-metni/

[7] https://www.instagram.com/reel/DEYVlkXtUfW/?igsh=eGE2aWR6bm9hZmc5

https://www.yenisafak.com/gundem/abd-uc-tugay-teklifimizi-reddetti-4663315

[8] https://www.instagram.com/reel/DDjtn04t_gN/?igsh=cW45eGhhN2FmbWcy

[9] https://www.instagram.com/reel/DETDFl6KgqP/?igsh=MXN3dGNlN2thOTduNA==

https://www.facebook.com/share/r/155iFQ9RAK/

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

MÜSLÜMAN MEMLEKETİNDE SALYANGOZ SATANLAR

MÜSLÜMAN MEMLEKETİNDE SALYANGOZ SATANLAR


Zorlu Holding CEO’su CEO’su (üst düzey yöneticisi) Cem Köksal’ın sosyal medyada da paylaşılan mesajında “Şirket olarak dinden bağımsız bir duruşumuz var. Çok uluslu bir şirket olmaya çalışırken, her dinden ve milletten de çalışanlarımız olmasını bekliyoruz,” yazdığı görülüyor.
Peki aynı uygulama hristiyanların kutladığı Yılbaşı kutlaması içinde geçerli midir?
Yılbaşı içinde böyle bir beyanda bulunuyor mu?
Bu bana Cemil Meriç’in şu sözünü hatırlattı: “Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır”.

Zorlu Holding CEO’su Cem Köksal’ın, Vestel CEO’su Ergün Güler’in Ramazan ayı tebrik mesajına verdiği yanıt, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Köksal, şirket olarak dinden bağımsız bir duruş sergilediklerini ve 70 yıllık şirket tarihinde Ramazan ayı kutlaması yapılmadığını belirtmiştir.

Bu açıklamanın ardından, Zorlu Holding’in daha önce Noel ve Cadılar Bayramı gibi Hristiyan kültürüne ait günleri kutladığına dair paylaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu durum, şirketin dini günlere yaklaşımındaki tutarlılığı sorgulayan eleştirilere yol açmıştır.

Bu olay, merhum düşünür Cemil Meriç’in “Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır” sözünü hatırlatmaktadır. Meriç’in bu ifadesi, bazı aydınların genel olarak dine değil, özellikle İslam’a karşı olumsuz bir tutum sergilediklerini vurgulamaktadır.

Şirketlerin dini günlere yaklaşımı, çalışanların moral ve motivasyonunu etkileyen önemli bir faktördür. Çalışanların inançlarına saygı göstermek ve bu tür günleri kutlamak, aidiyet duygusunu güçlendirebilir. Ancak, belirli dini günleri kutlayıp diğerlerini görmezden gelmek, kurum içi eşitlik ve tarafsızlık ilkeleriyle zıt ve ters bir durumdur.

Sonuç olarak, kurumların dini günlere yaklaşımında tutarlılık ve çalışanların inançlarına saygı esastır. Aksi takdirde, çalışanlar arasında ayrımcılık anlayışı oluşabilir ve bu da kurum kültürünü olumsuz etkiler.

@@@@@@@

“Müslüman memleketinde salyangoz satanlar” deyimi, toplumun değerlerine ve genel kabul gören normlarına aykırı işler yapan kişileri veya grupları tanımlamak için kullanılır.

Bu deyimde:

“Müslüman memleketi” ifadesi, belirli dini ve kültürel değerlerin hâkim olduğu bir toplumu temsil eder.

“Salyangoz satmak” ise, o toplumun genel kabul görmeyen veya hoş karşılanmayan bir davranışını simgeler (İslam kültüründe salyangoz, helal olup olmadığı tartışmalı bir gıda olarak görülür).

Dolayısıyla, bu deyim genellikle toplumun değerlerine, geleneklerine veya inançlarına ters düşen işler yapanları eleştirmek için kullanılır. Bir başka anlamıyla, içinde bulunduğu toplumu, kültürü ve inançları umursamadan kendi çıkarları doğrultusunda hareket edenleri de tanımlayabilir.

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

ORUCUN KİŞİNİN NEFSİNİN TERBIYESINE BAKAN YÖNLERİ .

ORUCUN KİŞİNİN NEFSİNİN TERBIYESINE BAKAN YÖNLERİ .


Orucun Nefsi Terbiye Eden Yönleri

İnsanın en büyük imtihanlarından biri, nefsinin arzularına yenik düşmemektir. Nefis, insanı kötülüğe teşvik eden ve sürekli olarak haz peşinde koşmasını isteyen bir yapıya sahiptir. Oruç, nefsi terbiye eden en etkili ibadetlerden biridir. Açlık, susuzluk ve dünyevî isteklerden uzak durarak kişi, nefsini kontrol etmeyi öğrenir ve iradesini güçlendirir.

İşte orucun kişinin nefsini terbiye eden yönleri:

1. Nefsin Arzularını Kontrol Altına Alır

Nefis, insanı sürekli olarak yemek, içmek, uyumak, eğlenmek ve rahat etmek gibi dünyevî arzulara yönlendirir. Oruç ise bu arzuları sınırlandırarak insanın nefsine hâkim olmasını sağlar. Gün boyunca aç kalan kişi, nefsinin isteklerine dur demeyi öğrenir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), gençlere yönelik şu tavsiyesiyle orucun nefsî arzular üzerindeki etkisini açıkça belirtmiştir:
“Ey gençler! Sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik gözü haramdan sakındırır ve iffeti korur. Evliliğe güç yetiremeyen ise oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için bir kalkandır.” (Buhârî, Savm, 10)

Bu hadis, orucun insanın nefsanî arzularını dizginleme konusunda nasıl bir kalkan görevi gördüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

2. Sabır ve Dayanıklılığı Geliştirir

Oruç, insanın sabrını sınayan ve geliştiren bir ibadettir. Açlık ve susuzluk, insanın tahammül sınırlarını zorlar ve sabırlı olmayı öğretir. Aynı zamanda, günlük hayatta karşılaşılan sıkıntılar karşısında daha dirençli olmayı sağlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayını “sabır ayı” olarak tanımlamıştır. Sabır, sadece açlığa ve susuzluğa karşı değil, öfkeye, kötü sözlere ve haramlara karşı da gösterilmelidir.

Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Oruç sabrın yarısıdır.” (İbn Mâce, Sıyâm, 44)

Bu hadis, orucun insana sabrı öğretme noktasında ne kadar güçlü bir eğitim aracı olduğunu gösterir.

3. Öfke Kontrolünü ve Nefsî Dizgini Sağlar

Oruç, insanın sadece midesini değil, aynı zamanda dilini, gözünü ve kalbini de terbiye etmesini sağlar. Günlük hayatta insanlar, öfkelendiğinde veya sinirlendiğinde kontrolsüz tepkiler verebilir. Oruç, bu tür dürtüleri dizginlemeye yardımcı olur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruçlu kişinin öfkelenmemesi gerektiğini şu şekilde öğütlemiştir:
“Oruçlu bir kimse kötü söz söylemesin, kimseyle kavga etmesin. Eğer biri ona sataşır veya kötü söz söylerse, ‘Ben oruçluyum’ desin ve kendini tutsun.” (Buhârî, Savm, 9)

Bu tavsiye, orucun sadece fiziksel bir ibadet olmadığını, aynı zamanda karakter terbiyesinde de önemli bir rol oynadığını gösterir.

4. İsrafı ve Açgözlülüğü Önler

Nefis, insanı sürekli daha fazlasını istemeye teşvik eder. Dünyada açlıktan ölen milyonlarca insan varken, nefsi doyurmak için aşırı tüketim yapmak, israfın ve bencilliğin bir göstergesidir. Oruç, bu açgözlülüğe karşı bir denge unsuru olarak karşımıza çıkar.

Oruç tutan kişi, açlığın ne demek olduğunu bizzat tecrübe eder ve elindeki nimetlerin kıymetini daha iyi anlar. Fakirleri ve yoksulları düşünüp onlara yardım etme isteği artar. Bu da bencillikten uzak, paylaşımcı bir ruh hâlini geliştirir.

5. Nefsi Tevazuya Yönlendirir

Nefis, insanı zaman zaman kibir ve gurura sürükleyebilir. Sahip olduğu güç, mal ve makam ile kendini üstün gören insan, oruç sayesinde aslında ne kadar aciz ve muhtaç olduğunu fark eder. Gün boyunca yemek ve su bulamayan bir insan, Rabbine olan muhtaçlığını daha derinden hisseder.

Oruç, kişiyi “benlikten” uzaklaştırarak “Allah’a kulluk bilincine” yönlendirir. Nefsinin güçsüzlüğünü fark eden insan, Allah’ın rahmetine sığınır ve gerçek tevazuya ulaşır.

6. Ruhsal Arınma ve Nefsin Huzur Bulması

Nefis, sürekli dünyevî hazlar peşinde koşarak insanı yorar ve huzursuz bir hâle getirir. Oruç, bu hırslardan arınarak ruhun huzur bulmasını sağlar. Dünyevî zevklerden uzaklaşan insan, içsel bir dinginlik yaşar ve manevi olarak kendini daha güçlü hisseder.

Bu ruhsal huzur, kişinin hayata daha olumlu bakmasını sağlar. Oruç sayesinde nefsi dizginlenen insan, daha sakin, huzurlu ve bilinçli bir yaşam sürmeye başlar.

Sonuç: Oruç, Nefis Üzerinde Bir Eğitimdir

Oruç, nefsi eğiten, terbiye eden ve insana gerçek özgürlüğü öğreten bir ibadettir. Çünkü gerçek özgürlük, nefsin esiri olmamak ve arzuların kölesi hâline gelmemektir.

Nefsini kontrol edebilen insan, hayatta daha güçlü olur.

Öfkesini, arzularını ve isteklerini yönetebilen kişi, ahlâken olgunlaşır.

Oruç sayesinde sabır, şükür, tevazu ve merhamet gibi güzel hasletler gelişir.

Bu yüzden oruç, sadece Ramazan ayında değil, hayatın her alanında insanın nefsini terbiye eden bir yol gösterici olarak kabul edilmelidir.

 

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLETTEN VE DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA VE ÖNÜNÜ KESME AMAÇLIDIR.

28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLETTEN VE DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA VE ÖNÜNÜ KESME AMAÇLIDIR.


28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ: İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA OPERASYONU

Giriş: Vesayetin Karanlık Oyunu

28 Şubat 1997’de gerçekleşen ve “postmodern darbe” olarak adlandırılan süreç, aslında sadece belirli bir hükümeti hedef almamış, inançlı Anadolu insanının devlet yönetiminden dışlanmasını amaçlayan sistematik bir operasyonun parçası olmuştur. Bu süreç, “irtica tehdidi” bahanesiyle dindar insanların kamu kurumlarından, akademiden, medyadan ve siyasetten tasfiye edilmesini hedefleyen kirli bir projeydi.

28 Şubatçılar, Anadolu’nun köklü değerlerine sahip insanlarının devlet yönetiminde etkili olmasını en büyük tehdit olarak gördüler. Çünkü halkın iradesiyle gelen yeni nesil yöneticiler, askeri vesayet düzenine ve oligarşik bürokrasiye meydan okuyordu. Bunun önüne geçmek için medya, sermaye ve askeri bürokrasi iş birliği içinde, Türkiye’yi baskı altına aldı.

1. Hedef: Devlet Yönetiminden İnançlı İnsanları Tasfiye Etmek

28 Şubat’ın en büyük hedeflerinden biri, inançlı Anadolu insanının devlet yönetiminde söz sahibi olmasını engellemekti. Bunun için:

Kamu kurumlarında “irticai faaliyet” bahanesiyle dindar memurlar fişlendi ve ihraç edildi.

Başörtülü kadınlar üniversitelerden ve kamu kurumlarından atıldı.

İmam hatip okullarına yönelik katsayı engeli getirilerek dindar nesillerin önü kesildi.

Askeriye içindeki dindar subay ve astsubaylar tasfiye edildi.

Sermaye grupları fişlenerek, Anadolu’nun yükselen iş insanları ekonomik olarak çökertildi.

28 Şubat sürecinin amacı, sadece hükümeti devirmek değil, dindar insanları devlet kademelerinden ve toplumun merkezinden dışlamaktı.

2. Medya ve Sermaye İş Birliği: Algı Operasyonlarıyla Halkı Korkutma

Bu süreçte medya, 28 Şubatçıların en güçlü silahlarından biri oldu. “İrtica geliyor!” manşetleriyle halkın dindar kesimi şeytanlaştırıldı. Özgürlük ve demokrasi savunuculuğu yaptığını iddia eden bazı gazeteler ve televizyon kanalları, askeri vesayetin yanında saf tuttu.

Özellikle:

Sahte brifinglerle toplum korkutuldu, hükümet düşmanlaştırıldı.

Başörtülü öğrenciler ve çalışan kadınlar “çağdışı” ilan edilerek ötekileştirildi.

Anadolu’dan gelen muhafazakâr iş insanları “yeşil sermaye” diyerek hedef alındı ve iflas ettirildi.

Ekonomik olarak güçlenen Anadolu insanının siyasette ve devlette etkin olmasının önünü kesmek için, sermaye kesimine baskılar yapıldı.

3. Sonuç: Milletin Direnişi ve Vesayetin Çöküşü

28 Şubat’ın planları kısmen başarılı olsa da, uzun vadede milletin direnci bu vesayetçi zihniyeti tarihin çöplüğüne gönderdi. 2000’li yıllarla birlikte:

Başörtüsü yasağı kaldırıldı.

Katsayı engeli ortadan kalktı.

28 Şubat’ın mağdurları itibarlarını geri kazandı.

Darbeciler yargılandı ve mahkûm edildi.

28 Şubat süreci, Anadolu insanını devletten uzaklaştırmayı amaçlayan bir operasyondu. Ancak millet, iradesine sahip çıkarak, vesayet düzenine son verdi.

Son Söz: Tarih, Vesayeti ve Zulmü Unutmaz

28 Şubat, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde kara bir leke olarak anılmaya devam edecektir. Ancak bu süreç, aynı zamanda Anadolu insanının iradesine sahip çıkma gücünü de göstermiştir.

Millet iradesini hiçe sayan her girişim, er ya da geç milletin tokadıyla karşılaşacaktır.

@@@@@@@@

https://m.haber7.com/siyaset/haber/3509641-28-subatin-turkiyeye-en-agir-darbesi-anadolu-cocuklarinin-onunu-boyle-kestiler

 

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

28 ŞUBATÇILARIN KİRLİ VE UTANÇ VERİCİ BEYANLARI

28 ŞUBATÇILARIN KİRLİ VE UTANÇ VERİCİ BEYANLARI


28 Şubat süreci, yalnızca askeri ve bürokratik vesayet odaklarının değil, aynı zamanda medya, akademi ve iş dünyasındaki bazı figürlerin de desteğiyle yürütülen kirli bir operasyondu. Bu süreçte, sözde çağdaşlık ve laiklik maskesiyle hareket eden bazı kadın figürler, başörtülü kadınlara ve dindar insanlara yönelik ayrımcılığın ve zulmün öncülerinden oldular.

Kadın Hakları Adına Kadınlara Zulüm

28 Şubat sürecinde, başörtülü kadınlar eğitim hakkından mahrum bırakıldı, kamu kurumlarından ve üniversitelerden atıldı. Ancak bu zulmü en çok savunanlar arasında, kendilerini kadın hakları savunucusu olarak lanse eden bazı kadın figürler de vardı. Medyada, siyasette ve akademide etkin olan bu isimler, dindar kadınların maruz kaldığı zulmü görmezden gelmekle kalmadı, bunu destekleyen açıklamalar da yaptılar.

Başörtüsü yasağını destekleyen kadın akademisyenler ve gazeteciler, “Türkiye, İran olmayacak” bahanesiyle dindar kadınları kamusal alandan dışlamaya çalıştı.

Bazı kadın dernekleri, kadın hakları mücadelesi verdiklerini iddia ederken, başörtülü kadınları yok saydı ve onların haklarını savunmadı.

Medyada etkin olan kadın figürler, “Türban bir siyasi simgedir” söylemiyle başörtülü kadınların eğitim ve çalışma haklarını savunmayı reddetti.

Kadın Dayanışmasının İhaneti

28 Şubat’ın en büyük ironilerinden biri, kendilerini feminist veya çağdaş kadın hakları savunucusu olarak gösteren bazı isimlerin, sırf başörtülü oldukları için kadınları mağdur eden uygulamaları desteklemeleriydi. Feminist söylemi sıkça kullanan bu isimler, kadın haklarını savunmaktan çok, belli bir ideolojinin sözcüsü olarak hareket ettiler.

Bugün geriye dönüp bakıldığında, bu isimlerin tarih önünde mahkûm olduğu görülmektedir. 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağını destekleyen, dindar kadınların hayatını karartan, onların eğitim ve çalışma haklarını engelleyen bu figürler, Türkiye’nin hak ve inanç mücadelesinde kara bir leke olarak anılmaya devam edecektir.

Kadın haklarını savunduğunu iddia eden ama başörtülü kadınları ezen bu figürler, tarihin utanç sayfalarındaki yerini almıştır.

@@@@@@@@

**28 Şubat Süreci ve Tartışmalı Beyanlar**
28 Şubat 1997’de Türkiye’de yaşanan ve “post-modern darbe” olarak adlandırılan süreç, ordunun laiklik vurgusuyla Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi hükümetine yönelik baskılarıyla sonuçlandı. Bu dönemde, askerî ve sivil bürokrasi ile bazı medya kuruluşları, “irtica” (gericilik) tehdidi algısıyla siyasi İslam’ı hedef alan sert açıklamalar yaptı.

### Tartışmalı Beyan ve Uygulamalar:
1. **Anti-Demokratik Söylemler:**
– Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın “Cumhuriyet’in temel niteliklerini yıpratacak davranışlar” ifadesi gibi açıklamalar, hükümetin meşruiyetini sorguladı.
– Bazı komutanlar, “ülkenin bölünmez bütünlüğü” adına siyasi partilere ve dindar kesimlere yönelik tehditkâr mesajlar verdi.

2. **Ayrımcı Politikalar:**
– Başörtüsü yasağı kamusal alanda yoğunlaştırıldı; üniversitelerde ve devlet dairelerinde başörtülü kadınlar hedef alındı.
– İmam hatip liseleri ve Kur’an kurslarına kısıtlamalar getirildi; “8 yıllık kesintisiz eğitim” yasasıyla bu okulların orta kısımları kapatıldı.

3. **Medya ve Toplum Üzerinde Baskı:**
– Bazı medya organları, dindar kesimleri “tehdit” olarak gösteren haberler yaptı. Örneğin, “irtica” korkusuyla dindar vatandaşların özel yaşamları hedef gösterildi.
– “Batı Çalışma Grubu” (BÇG) gibi oluşumlar, dindar vatandaşları fişlemekle suçlandı.

4. **Ekonomik Yaptırımlar:**
– “Rekabet Kurumu” aracılığıyla İslami sermaye gruplarına yönelik baskılar arttı; bazı iş adamları “yeşil sermaye” etiketiyle karalama kampanyalarına maruz kaldı.

### Eleştiriler ve Sonuçları:
– Bu süreç, demokratik hakların askıya alınması ve dindar kesimlerin mağduriyeti nedeniyle “utanç verici” unutulmaz bir tablo oluşturdu.
– 2010’larda Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) döneminde, 28 Şubat davaları açıldı; bazı asker ve bürokratlar yargılandı.
– Toplumda derin kırılmalara yol açtı.

 

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

RUH İKİZLERİ: 28 ŞUBATÇILAR VE PKK

RUH İKİZLERİ: 28 ŞUBATÇILAR VE PKK


Tarihi, İbretli ve Düşündürücü Bir Değerlendirme

Türkiye’nin yakın siyasi tarihine bakıldığında, birbirinden farklı görünen bazı odakların aslında ortak bir hedef doğrultusunda hareket ettiğine dair çarpıcı benzerlikler göze çarpar. 28 Şubat sürecini yöneten vesayetçi zihniyet ile bölücü terör örgütü PKK’nın, millete, devlete ve değerlerimize karşı benzer tutumlar içinde olduğu gerçeği, dikkatli bir okuma ile açıkça ortaya çıkmaktadır.

28 Şubat: Darbelerle Milletin Değerlerine Saldırı

28 Şubat 1997’de, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarıyla başlayan ve postmodern darbe olarak adlandırılan süreç, esasen milletin inançlarına, kimliğine ve özgür iradesine karşı yapılmış bir operasyondu. “Bin yıl sürecek” denilen bu süreçte, dindar insanlar ötekileştirildi, başörtülü öğrenciler üniversitelerden atıldı, imam hatip okulları hedef alındı, sermaye grupları fişlendi ve askeri vesayet, seçilmiş hükümeti istifaya zorladı.

Bu sürecin mimarları, milletin iradesini ve inancını bir tehdit olarak gören ve halkın iradesini baskı altına almak için her türlü antidemokratik yöntemi meşru sayan vesayetçi bir zihniyeti temsil ediyordu. Askerî ve bürokratik elitler, medya ve sermaye çevreleriyle işbirliği yaparak, milli ve manevi değerleri savunan kesimleri sindirmeye çalıştı.

PKK: Silahlı Terörle Milli Birliği Hedef Alma

Diğer yanda, 1978’de kurulan PKK terör örgütü, etnik ayrılıkçılığı körükleyerek Türkiye’yi bölmek için kanlı eylemler gerçekleştirdi. Bebek, çocuk, öğretmen, asker ve polis demeden binlerce insanı katleden bu terör yapılanması, Türkiye’nin birlik ve beraberliğini yok etmeye çalıştı. 28 Şubat sürecinde ise dikkat çekici bir şekilde PKK’nın eylemlerinin yoğunluğu azalırken, devlet içindeki vesayetçi yapıların dindar insanlara yönelik baskısı arttı.

Bu durum, bazı karanlık odakların, Türkiye’nin bölünmesi veya zayıflatılması konusunda örtülü bir iş birliği içinde olduğunu düşündürmektedir. 28 Şubat’ı uygulayan askeri vesayet, dindar insanları hedef alırken, PKK da milli birliği sarsmaya çalışıyordu. Yöntemleri farklı, ama hedefleri benzerdi: Türkiye’nin güçlü, bağımsız ve millet iradesine dayalı bir yönetim anlayışına sahip olmasını engellemek.

28 Şubatçılar ile PKK’nın Benzerlikleri

1. Milli İradeye Karşı Tavır

28 Şubat sürecinde seçilmiş hükümet, askerî ve bürokratik baskılarla devrildi.

PKK da halkın demokratik yollarla seçtiği yönetime karşı silahlı saldırılarla istikrarsızlık oluşturmayı hedefledi.

2. Dini ve Milli Değerlere Düşmanlık

28 Şubatçılar, başörtüsüne ve İslami kimliğe savaş açtı.

PKK ise Kürt halkının dini ve milli değerlerini yok etmeye çalıştı.

3. Dış Güçlerin Desteği

28 Şubat süreci, Batı’nın “irtica tehdidi” bahanesiyle desteklediği bir operasyondu.

PKK da yıllarca ABD ve Avrupa ülkelerinden siyasi ve lojistik destek aldı.

4. Türkiye’nin Güçlenmesini Engelleme Çabası

28 Şubatçılar, Türkiye’nin ekonomik, askeri ve siyasi bağımsızlığını hedef alan politikalar izledi.

PKK da terör saldırılarıyla Türkiye’yi meşgul edip kalkınmasını yavaşlatmaya çalıştı.

Sonuç: Milletin Zaferi

Bugün geriye dönüp baktığımızda, milletin iradesine yapılan bu saldırıların başarısız olduğu görülmektedir. 28 Şubat’ın baskıcı rejimi çökmüş, sorumlular yargılanmış, mağdurlar itibarlarını geri kazanmıştır. Aynı şekilde, PKK terör örgütü de devletin kararlı mücadelesiyle büyük darbeler almış, bölge halkının desteğini kaybetmiş ve etkisiz hale getirilmiştir.

Türkiye, her türlü vesayetçi anlayışa ve terör yapılanmasına karşı dimdik ayakta durmayı başarmış bir ülkedir. 28 Şubatçılar da PKK da tarihin çöplüğüne atılmıştır. Millet, iradesine sahip çıkmış, geçmişten ders alarak geleceğini inşa etmeye devam etmektedir.

Tarih, ihanetleri de zaferleri de unutmayan büyük bir öğretmendir.

*************   

Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile ilgili konuşan AK Parti kaynakları “Dışarıda İran, içeride Marksist artıklar süreci enfekte edebilir. Aynı şekilde DEM ve PKK içinde de rahatsız olanlar var” dedi. [1]

CIA ve Pentagon’un psikolojik harp elemanı olarak bilinen Michael Rubin, “PKK’nın silah bırakması aptallık olur” diyerek Öcalan’ın çağrısını baltalamaya çalıştı. Rubin, Öcalan’ın serbest bırakılıp Erdoğan’ın istifa etmesini istedi.[2]

 

 

[1] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3509758-ocalanin-cagrisiyla-ilgili-turkiyeden-uyari-o-ulke-harekete-gecebilir

[2] https://www.haber7.com/dunya/haber/3509755-ocalanin-cagrisi-sonrasi-o-ulkeden-ses-geldi-rahatsiz-oldular-skandal-sozler

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

GÜNLERİN VE TARİHİN DEVRİ

GÜNLERİN VE TARİHİN DEVRİ


“ve tilkel eyyamu nudaviluha beynen nas” Al-i İmran. 140. Ayetini geçmiş ve gelecek tarih açısından değerlendirilirmesi.

“İşte biz, o günleri insanlar arasında döndürüp dururuz.” (Âl-i İmrân, 140)

Bu ayet, tarihi süreçte zafer ve yenilgilerin, güç ve zayıflığın, yükseliş ve çöküşün sürekli değiştiğini, hiçbir millet veya topluluğun sürekli bir üstünlük ya da aşağılık içinde kalmadığını ifade eder.

Geçmiş Tarih Açısından Değerlendirme

1. İslam’ın İlk Dönemleri:

Ayet, Uhud Savaşı sonrasında nazil olmuştur. Müslümanlar, Bedir’de büyük bir zafer kazanmışken, Uhud’da bazı hatalar nedeniyle kısmi bir mağlubiyet yaşamışlardı.

Allah, bu olayın bir ders olduğunu ve zaferin mutlak bir hakikat olmadığını bildirmiştir.

2. Tarih Boyunca Devletlerin Yükselişi ve Çöküşü:

Roma, Bizans, Sasani, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı gibi birçok medeniyet ve devlet tarih sahnesinde yükselmiş, sonra çeşitli sebeplerle zayıflamış ve yerlerini başka güçlere bırakmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, 624 yıl boyunca bir dünya devleti olmuş, ancak tarihi sürecin gereği olarak gerilemiş ve yerini yeni güçlere bırakmıştır.

Endülüs İslam Devleti, bilim, sanat ve medeniyet alanında zirveye ulaşmış, ancak iç çekişmeler ve Haçlı saldırıları sonucunda yok olmuştur.

Gelecek Tarih Açısından Değerlendirme

1. Güçlü Olan Sonsuza Kadar Güçlü Kalmaz

Bugün küresel güç olan bazı devletler, zaman içinde tarih sahnesinden silinebilir veya zayıflayabilir.

Teknolojik ve ekonomik gücü elinde bulunduran ülkeler, eğer adaletten ve insani değerlerden saparlarsa, zamanla yerlerini başka güçlere bırakacaktır.

2. Müslüman Dünyası İçin Dersler

Tarihi olaylar gösteriyor ki, yükseliş adalet, ilim, birlik ve sağlam bir inanç ile mümkün olurken, çöküş zulüm, bilgisizlik, ayrılık ve ahlaki yozlaşma ile gelir.

Müslüman toplumlar, tekrar güçlenmek için ilim, teknoloji, ahlaki üstünlük ve birlik içinde hareket etmelidir.

Sonuç

Bu ayet, tarihin bir dönüşüm içinde olduğunu, güç ve zayıflığın el değiştirdiğini hatırlatır. Geçmişte bu dönüşüme uyanlar yükselmiş, uymayanlar yok olmuştur. Gelecekte de bu ilahi yasa değişmeyecektir. Kim adalet ve hak yolunda ilerlerse, tarih ona kapılarını açacaktır.

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

ORUCUN KİŞİYE RUHİ- MANEVİ VE AHLAKİ KAZANDIRDIĞI FAYDALAR.

ORUCUN KİŞİYE RUHİ- MANEVİ VE AHLAKİ KAZANDIRDIĞI FAYDALAR.


Orucun Kişiye Ruhî, Manevî ve Ahlâkî Kazandırdığı Faydalar

Oruç, sadece aç kalmaktan ibaret bir ibadet değildir; insanın ruhunu arındıran, manevi yükselişini sağlayan ve ahlâkını güzelleştiren bir eğitim sürecidir. Oruç tutan kişi, yalnızca bedenini değil, ruhunu da disipline sokarak Allah’a yaklaşır. İşte orucun bireye kazandırdığı ruhî, manevî ve ahlâkî faydalar:

1. Ruhî Faydaları

a) Sabır ve Dayanıklılık Kazandırır

Oruç, açlığa, susuzluğa ve dünyevî arzulara karşı sabretmeyi öğretir. İnsan, nefsine hâkim olmayı öğrenerek zor zamanlarda sabırlı olma becerisi kazanır. Sabır, sadece oruç esnasında değil, hayatın tüm alanlarında kişiye büyük bir direnç sağlar.

b) Ruhsal Arınma Sağlar

Oruç, insanın iç dünyasını temizler. Sürekli yemek yeme alışkanlığı ve dünyevî arzuların peşinden koşmak, ruhu ağırlaştırır. Oruç sayesinde kişi, içsel bir detoks sürecine girer, ruhunu arındırır ve daha hafif, daha huzurlu hisseder.

c) Stres ve Kaygıyı Azaltır

Oruç tutan kişi, günlük koşturmacalardan bir süreliğine sıyrılarak iç huzurunu yakalar. Yemek, içmek gibi dünyevî meşgalelerden uzaklaşarak ibadet ve tefekküre yönelir. Bu da stresi azaltır ve ruhsal dengeyi sağlar.

2. Manevî Faydaları

a) Allah’a Yakınlaştırır

Oruç, kul ile Allah arasındaki bağı güçlendirir. Bir Müslüman, oruç tutarak Allah’ın emrine itaat ettiğini gösterir ve O’nun rızasını kazanmayı hedefler. Açlık ve susuzlukla nefsini terbiye eden kişi, Allah’a olan bağlılığını derinden hisseder.

b) Takva Bilincini Artırır

Kur’an-ı Kerim’de orucun farz kılınmasının sebebi olarak “takva sahibi olmak” gösterilir (Bakara 2/183). Takva, Allah’ın emir ve yasaklarına titizlikle uyma bilincidir. Oruç, insanın bu bilinci geliştirmesine yardımcı olur.

c) Şükür ve Tevazuyu Öğretir

Günlük hayatında yiyecek ve içecek bolluğu içinde yaşayan insan, oruç tutarken nimetlerin kıymetini daha iyi anlar. Aç kalmanın ne demek olduğunu bizzat deneyimleyerek fakirlerin halini anlamaya başlar. Bu da şükür duygusunu artırır ve tevazuyu pekiştirir.

d) Günahlardan Arındırır

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kim yalan sözü ve onunla amel etmeyi bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (Buhârî, Savm, 8) buyurarak orucun sadece aç kalmaktan ibaret olmadığını belirtmiştir. Oruç, kişinin hem dilini, hem gözünü, hem de kalbini kötü işlerden uzaklaştırmasını sağlar.

3. Ahlâkî Faydaları

a) Nefsi Terbiye Eder

İnsan, günlük hayatta nefsinin isteklerine kolayca boyun eğebilir. Oruç, nefsi dizginleyerek iradeyi güçlendirir. Oruçlu insan, sadece yemekten ve içmekten değil, kötü söz, gıybet, öfke ve kibir gibi kötü ahlâkî davranışlardan da kaçınmalıdır.

b) Merhamet ve Yardımlaşma Duygusunu Artırır

Açlığın ne demek olduğunu hisseden insan, yoksulların hâlini daha iyi anlar ve onlara yardım etme isteği duyar. Bu da toplum içinde yardımlaşma ve dayanışmayı artırır.

c) Öfke Kontrolünü Sağlar

Oruç tutan kişi, sinirlendiğinde sabretmeyi öğrenir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruçlu birinin öfkelendiğinde “Ben oruçluyum!” diyerek kendisini kontrol etmesi gerektiğini söylemiştir (Buhârî, Savm, 9). Bu bilinç, insanın günlük hayatta daha sakin ve hoşgörülü olmasını sağlar.

d) Doğruluk ve Dürüstlüğü Güçlendirir

Oruç, insanın gizli bir ibadetidir. Kimse görmese bile kişi Allah için aç ve susuz kalır. Bu da insanda samimiyet ve dürüstlük duygusunu güçlendirir. Oruç tutan kişi, Allah’ın kendisini her an gördüğünü idrak ederek yalan söylemekten, hile yapmaktan ve kötü işlerden uzak durur.

Sonuç

Oruç, insanı hem ruhen hem de ahlâken eğiten bir ibadettir. Sabır, şükür, tevazu, merhamet, doğruluk ve dürüstlük gibi güzel huyları pekiştirir. Oruç sayesinde kişi, sadece aç kalmakla kalmaz, ruhunu ve ahlâkını da en güzel şekilde olgunlaştırır. Gerçek oruç, sadece mideyi değil, dili, gözü, kalbi ve tüm bedeni de kötülüklerden uzak tutarak Allah’a teslim olmaktır.

 

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

DÜNYA KURTLAR SOFRASINDA: TARİHİN TEKERRÜRÜ VE GÜÇ MÜCADELESİ

DÜNYA KURTLAR SOFRASINDA: TARİHİN TEKERRÜRÜ VE GÜÇ MÜCADELESİ


Tarih, bir av sahnesi gibidir. Kimi zaman aslanlar ve çakallar, kimi zaman ise kurtlar ve kuzular karşı karşıya gelir. İnsanlık tarihi, savaşların, entrikaların ve güç mücadelelerinin şekillendirdiği bir sahnedir. “Dünya kurtlar sofrasında” sözü, özellikle uluslararası siyasette ve ekonomik düzenlerde güçlülerin zayıfları acımasızca sömürdüğü gerçeğini özetleyen çarpıcı bir ifadedir.

Tarih Boyunca Kurtlar Sofrası

Tarihe baktığımızda, güçlü devletlerin zayıfları nasıl sömürdüğüne, zenginlerin fakirleri nasıl ezdiğine defalarca şahit olduk. İşte ibretlik birkaç örnek:

1. Roma’nın Küçük Devletleri Yutması
Roma İmparatorluğu, gücünü artırmak için diplomasi, savaş ve entrikalarla birçok küçük devleti yuttu. “Pax Romana” adı verilen barış dönemi bile, gerçekte zayıf milletlerin Roma’ya boyun eğmesiyle sağlanmıştı. Roma, askeri ve ekonomik gücüyle adeta bir kurt gibi hareket ederek, avını dikkatle seçip yok eden bir avcıydı.

2. Coğrafi Keşifler ve Sömürgecilik
15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa ülkeleri, Afrika, Amerika ve Asya kıtalarındaki zenginlikleri ele geçirmek için harekete geçti. Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak basması, aslında büyük bir yağma hareketinin başlangıcıydı. İspanyollar ve Portekizliler, yerli halkları katlederek onların altınlarını ve topraklarını ele geçirdi. Ardından İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi devletler, sömürgeler kurarak küresel ekonomiyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdi.

3. Sanayi Devrimi ve Emek Sömürüsü
Sanayi Devrimi, teknolojik ilerleme sağladı ancak beraberinde büyük bir sosyal adaletsizliği getirdi. Kapitalist sistemin doğuşuyla işçi sınıfı, uzun çalışma saatleri, düşük ücretler ve insanlık dışı koşullarla karşı karşıya kaldı. Çocuk işçiliği ve ağır sanayi şartları, adeta insan emeğinin bir kurda yem edilmesi gibiydi.

4. Modern Dünya ve Ekonomik Savaşlar
Günümüzde savaşlar artık sadece topla tüfekle yapılmıyor. Ekonomik ambargolar, finansal manipülasyonlar ve jeopolitik hamlelerle ülkeler birbirlerini zayıflatıyor. IMF ve Dünya Bankası gibi küresel finans kuruluşları, bazı ülkeler için “kurtlar sofrasında sunulan birer yem” gibi işlev görüyor. Borçlandırma politikalarıyla birçok ülke bağımsızlığını fiilen kaybediyor.

Ders Alınması Gereken Gerçekler

Tarih, güçlü olanın hükmettiği, zayıf olanın ise ezildiği bir döngü içinde ilerliyor. Ancak bu döngüden ders çıkarmayan milletler, sürekli aynı akıbete uğruyor. Atalarımızın “Güçlü olan ayakta kalır” sözü, bugünün dünyasında da geçerliliğini koruyor. Ancak burada önemli olan, güçlü olmanın sadece askeri ve ekonomik anlamda değil, kültürel, bilimsel ve teknolojik alanlarda da olmasıdır.

Dünya hâlâ kurtlar sofrası… Ancak kimlerin kurt, kimlerin kuzu olacağı, tarihten ders alıp almamakla doğrudan ilgilidir.

 

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

1980 12 EYLÜL DARBESİNDE ABD; BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI, DEDİ.

1980 12 EYLÜL DARBESİNDE ABD; BİZİM ÇOCUKLAR BAŞARDI, DEDİ.


12 Eylül 1980 Darbesi ve “Bizim Çocuklar” Meselesi: Bir Ülkenin Kaderini Kimler Belirledi?

Giriş

Tarih, toplumların hafızasıdır. Bazı tarihler vardır ki, milletlerin yönünü değiştirir, nesiller boyu sürecek etkiler bırakır. 12 Eylül 1980 de işte böyle bir tarihtir. Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısını kökten değiştiren bu askeri darbe, sadece iç dinamiklerle açıklanamaz. Çünkü bu darbenin perde arkasında uluslararası güçlerin ve özellikle ABD’nin doğrudan müdahalesinin olduğu yıllar sonra bizzat yetkililer tarafından itiraf edilmiştir. Darbenin hemen ardından ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden Washington’a geçen bir mesajda “Bizim çocuklar başardı” ifadesi kullanılmıştır.

Peki, kimdi bu “bizim çocuklar”? Neden bir başka devletin yetkilileri, Türkiye’deki bir askeri darbeyi başarı olarak görüyordu? Bu makalede, 12 Eylül Darbesi’nin iç ve dış boyutlarını, Türkiye’ye olan etkilerini ve ibretlik yönlerini ele alacağız.

1. 12 Eylül’e Giden Süreç: Karanlık Günler

1970’lerin sonlarına gelindiğinde, Türkiye ekonomik krizlerle boğuşuyor, sokaklar sağ-sol çatışmaları ile kan gölüne dönüyordu. Günde 20-30 insan öldürülüyor, kahvehaneler, üniversiteler ve sendikalar saldırıya uğruyordu. Ülkede siyasi istikrarsızlık hâkimdi ve hükümetler art arda düşüyordu.

Ancak yıllar sonra ortaya çıkan belgeler ve tanıklıklar, bu çatışmaların sadece ideolojik grupların değil, derin devlet ve istihbarat örgütleri tarafından da bilinçli şekilde körüklendiğini gösterdi. Darbe ortamı oluşturuluyor, kaos ortamı bilerek büyütülüyordu. Tıpkı 27 Mayıs 1960 ve 1971 Muhtırası öncesinde olduğu gibi…

2. “Bizim Çocuklar” Ne Demekti?

12 Eylül sabahı tanklar sokaklara çıkmış, Meclis feshedilmiş, tüm siyasi partiler kapatılmıştı. Darbe lideri Kenan Evren ve ekibi yönetime el koymuştu. Darbe sonrası Türkiye’de binlerce insan tutuklandı, işkenceler başladı, idamlar gerçekleştirildi.

Ve işte tam bu noktada, darbenin asıl arkasındaki güç açığa çıktı. CIA’nın Ankara’daki istasyon şefi Paul Henze, Washington’a bir mesaj gönderdi:

“Our boys did it!” (Bizim çocuklar başardı!)

Bu ifade, ABD’nin darbeden önceden haberdar olduğunu, hatta desteklediğini gösteriyordu. Yıllar sonra eski CIA yetkilileri de bu müdahaleyi itiraf ettiler. ABD, Türkiye’deki askeri yönetimi destekleyerek, NATO müttefikini kendi çıkarlarına uygun hale getirmişti.

3. 12 Eylül’ün Türkiye’ye Maliyeti

Darbeden sonra Türkiye tam anlamıyla bir açık hava hapishanesine döndü:

650 bin kişi gözaltına alındı,

1 milyon 683 bin kişi fişlendi,

50 kişi idam edildi,

171 kişi işkencede öldü,

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı,

Tüm siyasi partiler, sendikalar, dernekler kapatıldı.

Ancak asıl büyük zarar, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığına oldu.

4. 24 Ocak Kararları ve Ekonomik Teslimiyet

Darbe öncesinde, 24 Ocak 1980’de Turgut Özal tarafından hazırlanan ve IMF destekli serbest piyasa reformları açıklanmıştı. Ancak bu kararları uygulamak için güçlü bir hükümet lazımdı. Koalisyon hükümetleri bu kararları hayata geçiremedi ve darbe tam da bu noktada devreye girdi.

Darbeyle birlikte neoliberal ekonomi politikaları, özelleştirmeler, sendikasızlaştırma ve sermayenin tekelleşmesi süreci başladı. ABD ve Batı’nın istediği şekilde Türkiye’nin ekonomik modeli değiştirildi.

Kenan Evren ve ekibi, darbeden sonra Özal’ı ekonominin başına getirdi ve 1983’te sivil yönetime geçildiğinde de Özal Başbakan oldu. Yani darbe, sadece siyasi düzeni değil, ekonomik yapıyı da küresel güçlerin lehine dönüştürdü.

5. “Bizim Çocuklar”ın Mirası: Hâlâ Devam Eden Etkiler

Bugün bile 12 Eylül’ün etkileri sürmektedir:

Darbe Anayasası (1982) hâlâ yürürlükte ve demokratik hakları kısıtlıyor.

Siyaset ve medya üzerindeki baskılar, o günlerden miras kaldı.

Ekonomik bağımsızlık kayboldu, küresel sermayeye bağımlılık arttı.

Toplum militarizme alıştırıldı, baskıcı rejimlere karşı duyarsız hale getirildi.

Tarih bize gösterdi ki, dış güçlerin desteklediği darbeler asla halkın yararına olmamıştır. 12 Eylül de bunun en açık örneğidir.

Sonuç: İbret Alınmazsa Tekrarı Kaçınılmazdır

ABD’nin “Bizim Çocuklar” dediği generaller, aslında Türkiye’nin bağımsızlığını büyük güçlere teslim eden piyonlardan ibaretti.

12 Eylül’den alınması gereken en büyük ders, dış müdahalelerle yapılan darbelerin, bir milletin geleceğini ipotek altına aldığı gerçeğidir.

Eğer milletler tarihlerini unutursa, aynı oyunlar tekrar sahnelenir. Türkiye, 12 Eylül gibi karanlık günleri tekrar yaşamamak için kendi bağımsız kararlarını alabilen, demokratik ve güçlü bir hukuk sistemi inşa etmelidir.

Çünkü unutulmamalıdır ki, gerçek bağımsızlık, sadece düşman işgaliyle değil, içerden yönetilen kuklalarla da kaybedilebilir.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 28th, 2025

TÜRKİYE’Yİ BİR ASIRDIR AZINLIKLAR YÖNETTİ

TÜRKİYE’Yİ BİR ASIRDIR AZINLIKLAR YÖNETTİ


### Türkiye’yi Bir Asırdır Azınlıklar Yönetti: Bir Tarih Okuması

Tarih, bir milletin aynasıdır; geçmişi anlamak, bugünü anlamanın anahtarıdır. “Türkiye’yi bir asırdır azınlıklar yönetti” iddiası, ilk duyuşta kulağa çarpıcı, hatta provokatif gelebilir. Ancak bu ifade, tarih açısından incelendiğinde, Türkiye’nin son yüzyılına dair derin tartışmalara kapı aralar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden Cumhuriyetin kuruluşuna, oradan günümüze uzanan süreçte, güç, kimlik ve yönetim kavramları sürekli bir dönüşüm içinde olmuştur. Peki, bu iddia ne kadar gerçeği yansıtır ve bize neyi sorgulatır?

#### Osmanlı’dan Cumhuriyet’e: Çoğunluk ve Azınlık Kavramlarının Dönüşümü
Osmanlı İmparatorluğu, çok uluslu ve çok dinli bir yapıya sahipti. Türkler, nüfusun önemli bir kısmını oluştursa da, yönetimde ve ekonomide gayrimüslim azınlıkların etkisi inkâr edilemez. Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler, ticaret, sanat ve diplomaside öne çıkmış, hatta bazı dönemlerde bürokraside kilit roller üstlenmişlerdir. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile bu azınlıklara tanınan haklar, onları imparatorluğun modernleşme sürecinde önemli aktörler haline getirdi. Ancak bu durum, Türk çoğunluk arasında bir rahatsızlık oluşturmadı mı? Milliyetçilik rüzgarlarının esmeye başladığı 19. yüzyılın sonlarında, bu soru daha sık sorulur oldu.

#### Erken Cumhuriyet ve “Gizli Azınlık” İddiaları
Cumhuriyetin ilk yıllarında, Osmanlı’dan devralınan elit kesimlerin etkisi sürdü. Eğitimli, batılılaşmış ve genellikle İstanbul merkezli bu elitler, bazen “halktan kopuk” olmakla suçlandı. Özellikle tek parti döneminde, CHP’nin yönetim kadrolarında yer alan bazı isimlerin kökleri, zamanla buna malzeme oldu.
Ayrı bir azınlığa da gerek kalmayıp, onları ve Düşünce ve inançlarını devlete taşıdı adeta devlet oldu.

#### Soğuk Savaş ve Derin Yapılar
1950’lerle birlikte çok partili hayata geçiş, bu tartışmalara yeni bir boyut kattı. Demokrat Parti’nin yükselişi, halkın yönetime daha fazla katıldığı bir dönemi müjdeledi. Ancak 1960 darbesi ve sonraki askeri müdahaleler, “görünmez bir el” şüphesini güçlendirdi. Kimileri, bu eli “azınlık kökenli elitler” ya da “dış güçlerle bağlantılı unsurlar” olarak tanımladı. Soğuk Savaş’ın karmaşık atmosferinde, Türkiye’nin NATO üyeliği ve ABD ile yakın ilişkileri, bu teorileri besledi. Hatta güçlendirdi. “Devletin içinde devleti yöneten azınlıklar” fikri, halk arasında yankı buldu.

#### Günümüz: Düşünceler ve Gerçekler
21. yüzyılda, Türkiye’nin siyasi sahnesinde “azınlık” kavramı farklı bir anlam kazandı. Etnik, dini ya da ideolojik azınlıklar değil, daha çok “güç odakları” ve “derin yapılar” üzerinden bir okuma yapıldı. AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesiyle, eski elitlerin yerini yeni bir kadro aldı. Ancak bu değişim, “azınlık yönetimi” Düşüncesini bitirmedi; sadece şekil değiştirdi. Bugün küresel sermaye ya da uluslararası aktörlerin Türkiye’yi dolaylı yoldan yönettiği iddia ediliyor. Bu, belki de modern dünyanın bir gerçeği: Ulus-devletler, artık yalnızca iç dinamiklerle değil, dış etkilerle de şekilleniyor.

#### İbret ve Düşünce
Türkiye’nin bir asırlık serüveni, “azınlık” ve “çoğunluk” kavramlarının ne kadar kaygan bir zeminde durduğunu gösteriyor. Osmanlı’da gayrimüslimler, Cumhuriyet’te elitler, Soğuk Savaş’ta derin yapılar, günümüzde ise küresel güçler… Her dönemde, “yöneteni azınlık” olarak görme eğilimi ve gerçeği, belki de halkın kendi gücüne olan inancını sorgulamasıdır. İbret şurada: Tarih, bize kimlikler üzerinden değil, eylemler üzerinden bakmayı öğretmeli. Düşündürücü olan ise şu: Yönetim, gerçekten azınlıkların elinde miydi, yoksa bu, çoğunluğun kendini yeniden tanımlama sürecinin bir yansıması mı? Ve de çoğunluğun acziyeti ve yetersizliğimidir?

Sonuç olarak, Bu gerçekle birlikte, geleceği nasıl inşa edeceğimizi düşünmek, belki de en anlamlı adımdır.

@@@@@@

### **”Türkiye’yi Bir Asırdır Azınlıklar Yönetti” İddiası: Tarih, Gerçekler ve İbretler**

#### **1. Tarihsel Arka Plan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e**
– **Osmanlı’nın Çok Kimlikli Yapısı**: Osmanlı İmparatorluğu, etnik ve dini çeşitliliğiyle bilinen bir devletti. Gayrimüslimler (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler) “millet sistemi” içinde özerk bir statüye sahipti. Ancak yönetim ve askeri elitler, çoğunlukla Müslüman ve Türk asıllıydı.

– **”Gizli El” Söylemi**: 1950’lerden itibaren sol-sağ çatışmaları döneminde, “Türkiye’yi dış güçlerin yönettiği” veya “Dönmelerin iktidarda olduğu” olduğu düşünce ve gerçeği popülerleşti. Bu söylem, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek için kullanıldı.

#### **3. Siyasi İktidarlar ve Elitler: Kim Kimi Yönetiyor?**
– **Tek Parti Dönemi (1923-1950)**: CHP’nin Kemalist kadroları, Türk milliyetçiliği ekseninde devleti şekillendirdi. Aslında bu azınlık zihniyet ve icraatları çoğunluğa baskıyla galebe çaldı.
– **Çok Partili Hayat ve Demokrat Parti**: 1950’lerde Adnan Menderes, dindar-muhafazakâr kitleyi temsil etti.
– **2000’ler ve AK Parti**: Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, Anadolu’nun dindar-muhafazakâr kesimlerini iktidara taşıdı.

#### **Sonuç: Gerçek İktidar Kimde?**
Türkiye’nin siyasi tarihi, **iktidar mücadelelerinin** ve **elit değişimlerinin** bir yansımasıdır. Ancak bu mücadelelerde “azınlıklar” la beraber, farklı siyasi-ideolojik gruplar öne çıkmıştır.
Güç mücadelesi her dönemde sürmüş, gücü elde etme uğruna her türlü gayri meşru ittifaklar yapılmıştır.
Darbeler ve özellikle 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi bunun en bariz örneğidir.

Loading

No ResponsesŞubat 28th, 2025