YAKINDA OLAN ÖLÜM

YAKINDA OLAN ÖLÜM
Ben Allah ile bir sözleşme yaptım.85 yaşına kadar yaşayacağım,demişti.
Bunu söylediğinde daha 30 yaşlarında idi.
Bu sözü dediğinin ertesi günü bıçaklanmış,ölümden dönmüştü.Bir gün önce yapılan sözleşme feshedilmişti.
Bu herkes için geçerli olmaktadır.Kimsenin bir garantisi yoktur.
*10 yaşındaki çocuğu kendisine;baba yaşlanacaksın ve sonra da öleceksin değil mi?diye soruyordu.
Şimdiden gözü mirasta herhalde?
*Her insan her zaman ve her yerde ölüme çok yakındır.
Bu hayatı veren O olduğu gibi,alacak olan da elbette yinede O olacaktır.
Bu hayatı verene neden bu hayat feda olmasın?
*Genç ölümü düşünmeli..ölenleri düşünmeli..tsunamiyi düşünmeli..her gün ölen milyonlarca insanı düşünmeli..her gün kazalardan giden binlerce insanı düşünmeli.. gençliğin hiç şüphe yok ki gideceğini düşünmeli..50 sene önce kemal-i neş-e ile gülenlerin bu gün ya toprak olduğunu veya sevmek beklediği nazarlardan nefret gördüğünü düşünmeli.. helal dairesinin geniş olup,harama girmeye hiç lüzum olmadığını düşünmeli.. hayatını sefahetlerle sefalet içerisinde sürdürmemesi gerektiğini düşünmeli.. geçici lezzetlerle ebedi elemleri almamalı,ebedi lezzetleri kaybetmemeli.. gençlik üzerinde oynanan oyunun farkına varmalı..imanını kuvvetlendirmeli..hastahaneleri, hapishaneleri,mezaristanı düşünüp,ziyaret edip ibret almalı,ders çıkarmalı.
Yâdında mı doğduğun günler
Sen ağlar iken gülerdi âlem
Bir ömür sür ki, mevtin olsun
Sana hande, âleme mâtem
MEHMET ÖZÇELİK
28-03-2011




NEVRUZ VE HAŞİR

NEVRUZ VE HAŞİR

NEVRUZ : İlkbahar, yeni gün. Baharın başlangıcı olan 21 Mart günü.
NEVRUZİYE : Nevruz gününe âit olan. Hususan o gün için yazılan, söylenen manzume.
*”Gel, bugün Nevruz-u Sultanîdir. Haşiye Bir tebeddülât olacak, acîb işler çıkacak. Şu baharın şu güzel gününde, şu güzel çiçekli olan şu yeşil sahrâya gidip bir seyran ederiz.
Haşiye: Bu Sûretin remzini Dokuzuncu Hakikatte göreceksin. Meselâ, Nevruz günü bahar mevsimine işarettir; çiçekli, yeşil sahrâ ise bahar mevsimindeki rûy-i zemindir. Değişen perdeler, manzaralar ise fasl-ı baharın ibtidâsından yazın intihâsına kadar, Sâni-i Kadîr-i Zülcelâlin, Fâtır-ı Hakîm-i Zülcemâlin kemâl-i intizam ile değiştirdiği ve kemâl-i rahmet ile tazelendirdiği ve birbiri arkasında gönderdiği mevcudât-ı bahariye tabakâtına ve masnuât-ı sayfiye tâifelerine ve erzak-ı hayvaniye ve insaniyeye medâr olan mat’umâta işarettir.”

*’Vel-mevtu yevmu nevruzinâ-Ölüm, Nevruz Bayramı günümüzdür.”
Mevlana-da ‘Şeb-i Arus’yani gerdek gecesi olarak nitelemektedir.

*Her bahar ve gördüğümüz çiçekli ve parlak yaz mevsimi bakıp da göremediğimiz bir çok ince sırları,dört yüz bin çeşit varlıkların kışın ölümünden sonra baharda dirilişi,tüm varlıklarında haşir baharında dirilişinin bir çok işaretlerini vermektedir.

*Başta Rasulullah ve Kur’an-ın dörtte biri Ahrete İmanı İşler. Tüm peygamberlerin Allah’a imandan sonra ortaklaşa birleştikleri en önemli mesele Ahirete iman meselesidir.

*Allah Ahireti va’d etmiştir.Va’dini elbette yerine getirecektir.

*Ahiretin akli ve nakli bir çok isbatı vardır.Allah dünyada da onun örneğini göstermiştir.Nitekim:

“Yahut altı üstüne gelmiş (ıpıssız duran) bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, “Allah, burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek (acaba)?” demişti. Bunun üzerine, Allah onu öldürüp yüzyıl ölü bıraktı, sonra diriltti ve ona sordu: “Ne kadar (ölü) kaldın?” O, “Bir gün veya bir günden daha az kaldım” diye cevap verdi. Allah, şöyle dedi: “Hayır, yüz sene kaldın. Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir. (Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya getiriyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca, şöyle dedi: “Şimdi, biliyorum ki; şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”

*İnsanlık tarihinin en zalimlerinden olan Buhtun nasır tarafından Kudüs yakılıp yıkılmış,Üzeyir peygamber de esir olmuştu.
Buht-un-Nasır tevratı bilen kırk bin kişiyi öldürmüş idi.
Daha sonra Üzeyir peygamber bundan kurtularak âyette anlatılan köye gelmişti.
Harabe bir köye geliyor,her şey yok olmuş,yakılmış,yıkılmış idi.Allahın varlıkları nasıl dirilteceğini düşünüyor ve uyuyor.Uyandığında bir gün veya daha az uyuduğunu söylüyor.Oysa merkebi iskelet olmuş,yemeği de çürümemiş.100 sene uyumuştu..yani ölmüştü.
Allah’ın emriyle iskelet haline gelen merkebi tekrar gözünün önünde diriltilmişti.
Daha sonra köyüne gelmiş,zorla da olsa evini bulmuştu.Evinin önünde gözü görmeyen kişiyi görüp,kim olduğunu sormuştu.
O kişinin hizmetçisi olduğunu öğrenmişti.O kişi ise eğer doğru söylüyorsan, Üzeyir üstün özellikte,kutsal bir kimse idi,o halde gözlerimi aç,dedi ve açtı.
Sonra onu 120 yaşında olan oğluna götürdü.
Üzeyir Tevratı ezbere okudu ve daha sonra da –Üzeyir Allahın oğludur-dediler.

“Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!”

*Allah İbrahim peygambere de dünya tekrar dirilişin örneğini gösterdi.
“Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

*Yaratmanın her çeşidini bilen Allah,yoktan yarattığı,Hz.Âdem gibi babasız ve annesiz yarattığı,topraktan ve meniden yarattığı gibi,Hz.isa gibi babasız olarak da yaratır.

*Ne şaşılacak bir durumdur ki,insan kendi yaratılışına bakmaz,neden yaratıldığını hiç düşünmez.
“Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın.
Bir atılan sudan yaratılmıştır ki, arka kemiği ile göğüs kemikleri arasından çıkıverir.”
Böyle bir insan gururlanıp kibirlenerek tekrar diriltilişi inkâr eder.
“İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.”

Ve Mekkenin üçlü çete başları olan Ebu Cehil,Übey bin Halef ve Âs bin Vâil gibi azgınlar ellerin aldıkları eski zamandan kalma kemiği ovalayıp Rasulullaha hitaben:
“Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?”
De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir.”
Oysa Allah’ın kudretinde farklılık ve sınır olmadığı için,Allah bir anda yaratır.
“(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir tek insanı yaratmak ve diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

*Allah hadis-i Kudside:”Sebakat rahmeti alâ ğadabi.”’Rahmetim Gadabımı geçmiştir.
Allah’ın Rahmet ve Adaleti öldükten sonra tekrar dirilmeyi iktiza etmektedir.

“Eğer Allah Ahireti biz insanlara vermek istemeseydi,bizim içerimize sonsuz yaşama istek ve duygusunu da vermezdi.
Bizdeki ağız,kulak,göz gibi duyguların gereği olan şeyler nasıl var olup,onlarla görüyor,işitiyor,yiyiyor isek,ölümsüzlük istek duygusunun bizdeki varlığı da,sonsuz bir hayatın varlığına işaret ve şehadet etmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
14-03-2010




KIYAMET ALAMETLERİ

KIYAMET ALAMETLERİ
1400 sene önce gelen âyette;-Kıyamet yaklaştı- buyurulursa,acaba bu gün kıyametin yakınlığı konusunda ne söylemek gerekir.
On büyük ve yüzlerce küçük alametlerden bazıları önemli çapta görülmektedir.Mesela:
Mehdi ve Deccal konusunda;daha nasıl bir insan bekliyorsunuz?
Gelecek olan şerirler daha bu yapılanlardan daha büyük ne yapabilirler? Sıralayalım;
Lenin gibi,Mao gibi,Hitler gibi,Cengiz ve Hülagu gibi,Bush gibi,Türkiye-deki bir asırlık sıkıntılar ve tek şef dönemleri gibi,bin yıllık birikimlerin ve tesislerin yıkılıp yerine getirilenlerin doku ve kan uyuşmazlığı yaşaması ve yaşatması,Saddam gibi, Mübarek gibi,Hafız Esad gibi,Kaddafi vs.gibi yıllarca kalıp daha nasıl despotlukta bulunabilir?
Kominizm gibi nasıl bir inançsızlık sistemi gelebilir?
1. ve 2. Dünya savaşlarından daha büyük nasıl bir savaş olabilir?
Bizdeki bin yıldır kaldırılan değerlerden daha başka ne kaldırabilir?
Kaldırılabilecek bir şey eğer kalmış ise!
Hadislerde ahirzamandaki fitnelere dikkatler çekilmektedir.
O zamanda olağan dışı,görülmemiş ve duyulmayan olaylar zuhur eder.
*2.19— Tabarani, Kebir isimli eserinde, Ebu Naim ise Ali Hilal’dan tahric ettiler. Resulüllah (s.a.v.) Hz. Fatma’ya şöyle buyurdu: Beni Hak ile baas eden Allah’a yemin ederim ki, şu ümmetin Mehdi’si Hasan ve Hüseyin’dendir. Dünya hercü-merc içinde kaldığında, fitneler zuhur ettiğinde, yollar kesildiğinde, bazıları bazısına hücum ettiğinde, büyük küçüğe merhamet etmediği, büyük büyüğe vakarlı davranmadığında; Allah, bu sırada, onlardan adavetin kökünü kazıyarak dalalet kalelerini feth edecek ve evvelce Benin ayakta tuttuğum gibi, ahir zamanda, dini ayakta tutacak, önceden zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracak birini gönderecektir.

*4.3— Naim b. Hammad, Ebu Said-ül Hudri’den tahric etti. O dedi, Resulullah (s.a.v.) buyurdu: Benden sonra fitneler görülecektir. O fitnelerden biri de “Ahlas” (Deve çulu) fitnesidir. Orada harb ve hicretler olur. Sonra ondan daha şiddetli bir fitne olur, ha kesildi denirken, sonra daha da devam eder ve fitnenin girmediği hiç bir ev ve dokunmadığı hiçbir müslüman kalmaz. Bu hal Itretimden (soyumdan) bir Recul –adam-çıkana kadar devam eder.

*1.6— Naim b. Hammad, Said bin Müseyyeb’den tahric etti. Buyurdu ki: Başlangıcı çocuk oyuncağı gibi basit olan, fakat, bir tarafta sükunet bulsa da, diğer tarafta genişleyerek devam eden ve ancak semadan bir münadinin üç defa “Uyanın, falan Emir sizin gerçek emirinizdir” deyinceye kadar sona ermeyen fitneler görülür.

*4.2— Tabarani, Avf b. Malik’den tahric etti, Peygamber (s.a.v.) buyurdu: Tozlu, dumanlı karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek, tabi. Ehli Beytimden kendisine Mehdi denilen bir zat çıkıncaya kadar. Şayet O’na yetişirsen, O’na tabi ol ve hidayete erenlerden ol.

*4.1— İbni Ebi Şeybe, Ebi Celd’den tahric etti, O dedi ki: Bir fitne görülür, bunu diğer fitneler takib eder, ve birinciler sonuncuların kılıçla çatışmaya dönüşünü kamçılar, ve bundan sonra bütün haramların helal sayılacağı bir fitne gelir. Sonra da hilafet, yeryüzünün en hayırlısı olan Mehdi’ye evinde otururken gelecektir.

*4.24— Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildi Rusulullah (s.a.v.) buyurdu: 4’üncü fitne on sekiz gün (veya/yıl) sürer. Sonra açılır. O zaman Fırat altından bir dağı ortaya çıkarmış olur. Ümmet ona üşüşür. Bunun üzerine her dokuzdan yedisi öldürülür.

* H.3— İbni Adiyy diyor ki: Ebu İshak, İbrahim b. Abdullah Nebti, (aradaki ravi silsilesi ile) rivayet etti. Enes b. Malik (r.a.)’dan O dedi ki, Resullullah (s.a.v.) buyurdu: Dünyanın ömrü, ahiret günlerinden yedi gündür. Allah Teala buyurdu ki: “Senin Rabbinin yanındaki birgün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.”

* H.5— İbni Ebi Hatem, Tefsir’inde İbni Abbas’dan rivayet etti ki: Dünya, ahiret haftalarından bir hafta olup, yedi bin senedir ve bunun altı bini geçmiştir.
H.6— İbni Abbas’dan sahih olarak nakledilen şöyle bir rivayet vardır. O dedi ki: Dünya yedi gündür. Her bir gün bin yıl gibidir. Ve Resulullah (s.a.v.)’de onun sonunda gönderildi.

*“Hicretten 1400 sene sonraki akidlerden “iki veya üç akid say” O vakit Mehdi çıkar ve bütün dünya ile harp eder. Dalalete düsenler -Hıristiyanlar- ve Allah’ın öfkesine uğramıs olanlar (Yahudiler) ve münafıklar İsra ve Miraç beldesi olan Kudüs’teki “Meciddun Dağları”nda onun için toplanırlar”. (Mehdîyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd, s: 216),Begavi Mealimut Tenzil(4/101) Fethul Bari (13/98) Bkz; İbni Kesir.En Nihaye (1/166-169)
61- Ebu Said el Hudri radıyallahu anh’ın Nebi sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’den rivayet ettiği hadis- i şerifte buyrulur ki;

“Deccal’in çocuğu olmaz ve o ne Medine’ye ne de Mekke’ye giremez.”
Ebu Muaz der ki;bugüne kadar peygamberlik iddiasında bulunan yalancılardan
meşhurlarının adları şunlardır;
1- Esved el Ansi, 2- Müseyleme, 3- Secah Bintil Haris, 4-Tuleyha Bin Huveylid,
5- Cündüp Bin Gülsüm,6- Kehmeş el Kilabi, 7- Ebu Cavane el Amiri,8- Huzeyl Bin Yafur, 9- Huzeyl Bin Vasi, 10- Muhtar Bin Ubeyd es Sekafi, 11- Hanzala Bin Yezid el Kufi,12- Abhele bin Ka’b,13- Nadr Bin Haris et Teymi,14-Ahmed Bin Yahya, 15- Ebut Tayyib el Mütenebbi ,16-Üstaz Siz el Horasani ,17- Abdullah er Rumi, 18- İbnul Mukaffa, 19- Hallac el Mansur ,20-Şihabeddin es Sühreverdi Maktul, 21- Mehmed Ali Ağca, 22- İskender Evrenosoğlu (Ali mihr) ,23-Mirza Ali Muhammed ,24-Mirza Gulam Ahmed Kadıyani ,25-KriGnamorti el Hindi,26-ReGat Halife ,27-Sai Baba-sh.82
147- Katade radıyallahu anh dedi ki;”Ye’cüc ve Me’cüc yirmi iki kabileden ibarettir.Onların yirmi birini Zülkarneyn (A.S.) sedde hapsetmiştir. Diğer kabile ise saldırı esnasında kaybolan ve seddin arkasında kalan Türklerdir.”208-sh-119
(Bak:Mesih Deccal-Mecdi Muhammed Şehavi.Tercüme-Seyfullah Erdoğmuş)

*”MÜŞTAK Baba’nın, Ankara’nın 1923 yılında başkent olacağını söylediği şiiri, orijinal diliyle şöyle:
‘Me’vá-yı názenine kim elf olursa efser / Lá-büdd olur o me’va İslámbol ile hemser // Nun ve’l-kalem başından alınsa nun-ı Yunus / Aldıkda harf-i diger olur bu remz ızhár // Miftáh-ı sure-i Kaf ser-had-i kaf tá kaf / Munzamm olunmak ister Rá-yı Resul-i Peyamber // Háy-ı huy ile áhir maksud oldu záhir / Beyt-i veliyyü’l-ekrem Elhác Abd-i ekber // Ey pádişáh-ı fehhám Sultan Hacı Bayram / Revhán ister ikram-ı Müşták-ı abd-i çáker’
Şimdi, şiirin günümüz Türkçesiyle basit ama serbest tercümesini yapalım:
‘1000 mánásına gelen ELF sözü, güzeller beldesinin başına EFSER, [/] yani tác olarak konursa, o belde İstanbul’dan farksız bir hále gelir.[//] Sonra, Yunus Suresi’ndeki NUN [/] […] ve Kaf Suresi’ndeki KAF harfleri alınır. [/] Resul’ün, yani Hazreti Peygamber’in RI harfi de bunlara iláve olunmak ister [//] ve maksad ‘háy-ı huy’ sözündeki ‘HE’ harfi ile tamamlanır. [/] […] Ey anlayışlıların padişáhı olan Sultan Hacı Bayram! Senin bulunduğun o güzel belde [?], bu değersiz kul Müştak’tan hürmet istiyor!’”

*Ye’cüc-Me’cüc bir mana Çin ve Japonya-dan gelen ve sızan bir afetin,nükleer santralden sızan radyasyonun milyonlarca insanı tehdit etmesi ve öldürmesi olarak düşünülebilir.
*Ye’cüc-Me’cüc;Tefsirlere göre insan eti ve ot yiyen,yağmacı,vahşi bir insan topluluğu.
“Japonya’da genç kızlar arasında kürtaj oranının rekor seviyede arttığı bildirildi. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2000’de 44 bin 477 genç kız kürtaj yaptırırken, bu sayı 2001’de 46 bin 511’e çıktı. 1995 istatistikleri ise kürtaj yaptıran gençlerin sayısını 26 bin 177 olarak gösteriyordu.
Ülkede 19 yaş ve altındaki gençlerin yaptırdığı kürtajların, toplam kürtaj sayısının yüzde 14’ünü oluşturduğu belirtildi.
Japonya’da uzun zamandır yasal olan kürtaj, kolayca yaptırılabiliyor ve bazı Batı ülkelerindeki gibi dini ve siyasi tartışma konusu olmuyor.
Yetkililer, gençler arasında kürtaj sayısının artmasının nedenini, cinsel ilişki yaşının düşmesine bağlıyorlar.”
TAIWAN ve ÇİN’DE YEMEK DİYE YEDİKLERI ŞEY DAHA DOĞMADAN ÖLEN CENİN veya KüRTAJ İLE ALINAN 4-5 AYLIK BEBEKLER !..

Hastanelerden 50-70$ karşılığında alınıyormuş !..
“Dünyadaki bütün canlıların etlerinden yemek hazırlayarak onu, Yüesey (Guandong kızartması) diye adlandırarak Çin lokantalarına satan Çinli teröristler sokaklarda yalnız dolaşan insanları yakalayıp götürerek Lokantalarının mutfaklarında çeşitli yemekler hazırlayarak satışa sunmaktadırlar. Çin hükümeti zaman, zaman bazılarını ifşa ederek cezalandırsa da çoğunluğuna göz yummaktadırlar. Çünkü Çinli yetkililerin bir çoklarının bu türden özel yemeklere düşkünlükleri biliniyor.Doğu Türkistanlı Uygur,Kazak, Kırgız büyükler dinlemeyen çocuklara “seni çinliler tutup öldürüp yerler, eve erken dön”-diye nasihat ediyor bile.

Çin Oldukça Büyük Uluslar Arası Bir ‘Pazar’ dır.
Ayrıca ceninlerden ve çeşitli insan uzuvlarından hazırlanan ve Çin tababetinde kullanılan ilaçların bir çokları, Çin komünist partisi hükümranlığındaki emeğin ucuz, ulaşımın kolay, yabancı yatırımcıların yatırım yapma fırsatlarının çok olduğu söylenen, ayrıcalıklarla dolu bir uluslar arası Pazar olduğu iddia edilen Çin’de çokça bulunmaktadır.”
Bu haber uzunca ve mide bulandırıcı bir uygulama olarak detayları anlatılmaktadır.
*Ve mesela; 13.yüzyılda çinde ve oradan avrupaya yayılan ve milyonlarca insanın hastalanıp ölmesine neden olan salgın hastalık bir fareden bulaşmıştı.Sebeb olarak cadılar,cadılara benzeyen kediler yok edildi,kendi günahlarından kaynaklandığı düşünülüp,kendilerini kırbaçladılar.Gemiler yoluyla batıya giden fareler salgın hastalıkları milyonlara bulaştırmış oldular.Belkide kedileri öldürmeselerdi,o fareler kediler tarafından yok edilecek,hastalıkların bu kadar yayılması engellenmiş olacaktı..
Kıyamet alametleri imanın şartlarından değildir.Bundan dolayı,yapılan yorumlar veya farklı tanımlar veya inanmama durumu imanı tehlikeye atmaz.
MEHMET ÖZÇELİK
04-04-2011




CENNET’TE ÂİLE

CENNET’TE ÂİLE

Kur’an-ı Kerim-de cennette kadınlar eşler tanımlanırken,aile ortamı şu ifadelerle dile getirilir:

”Orada çok temiz zevceler de onların.”[1]

“Adn cennetine girecekler atalarından,eşlerinden ve zürriyetlerinden Salih olanlarla birlikte olacaklar.Melekler de her kapıdan yanlarına girip şöyle diyecekler;Sabrettiğiniz için size selam olsun.Ahiret yurdu ne güzeldir.”[2]

“Siz ve eşleriniz cennete girin.Orada ağırlanıp sevindirileceksiniz.”[3]

Cennet ne kadar erkek içinse,o kadar da kadın içindir.[4]

Yani denilecek olursa ki;Ahirette farklı kabiliyetler olacak mı?

Elbette.Zira dünya hayatındaki tüm imtihanlar bu farklı neticeyi vermek içindir.Ve insanlar kadın olsun erkek olsun bu kabiliyeti nisbetince cennetten ayrı ayrı zevk alacaklardır.Bir örnek verecek olursak;Peygamberimizin cennettin tüm tabakasında bulunan insanları kendi seviyesinde bulunan ve hazırlanan bir sofraya davet etse,her bir insan tıpkı dünyada da örnekleri olduğu gibi,farklı farklı lezzet alacaklardır.Sofra ve iyecekler bir olduğu halde,lezzetler farklıdır.Buda iman ve Salih amel mihengiyle olur.

“Ayrıca biz onları ceylan gözlü hurilerle evlendirdik.”[5]

“Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler vardır ki,bunlardan önce onlara ne insan,ne de cin dokunmuştur.”[6]

Cennet kadınları sıfat olarak tavsif edilirken en önemli özellik olarak şöyle tanımlanırlar:

“İçlerinde güzel huylu,güzel yüzlü kadınlar vardır.”[7]

“Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş huriler vardır.”[8]

“Bunlardan önce onlara ne insan,ne de cin dokunmuştur.”[9]

En önemli özelliği orada usanç yoktur.[10]

Orada tükenme de yoktur.[11]

Âyetlerde kesin olarak anlaşılan odur ki;Cennette aile ve aile hayatı vardır.Kadın için erkek,erkek için de kadın vardır.Tabaka tabaka olan cennet,her biri için uygun tabaka da eşlerle aile hayatını sürdürürler.Yani;elbetteki cehennemde olan veya cennetin en aşağı tabakasında bulunan bir erkekle,cennette ve en üst derece bulunan hanımı aynı durumda bir araya gelecek değillerdir.Denklik esasdır.Fıkhen de dünyadaki ölümle nikah bozulmaktadır.

“Ekl ve şürb ve muamele-i zevciye gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider. Fakat o vazifeye bir ücret-i muaccele olarak öyle mütenevvi leziz lezzet içlerine bırakılmıştır ki, sair lezaize tereccuh ediyor. Madem bu dâr-ı elemde, bu kadar acib ve ayrı ayrı lezzetlere medar; ekl ve nikâhtır. Elbette dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennet’te o lezzetler; o kadar ulvî bir suret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştiha suretinde ilâve ederek, Cennet’e lâyık ve ebediyete münasib, en câmi’ hayatdar bir maden-i lezzet olur.”[12]

“Vâlideyn ve evlâda muhabbet-i meşruanın neticesi: (Nass-ı Kur’an ile) Cenab-ı Erhamürrâhimîn, onların makamları ayrı ayrı da olsa yine o mes’ud aileye safi olarak lezzet-i sohbeti, Cennet’e lâyık bir hüsn-ü muaşeret suretinde, dâr-ı bekada ebedî mülâkat ile ihsan eder. Ve onbeş yaşına girmeden, yani hadd-i büluğa vâsıl olmadan vefat eden çocuklar,-Vildanun Muhalledun- ile tabir edilen Cennet çocukları şeklinde ve Cennet’e lâyık bir tarzda gayet süslü, sevimli bir surette, onları Cennet’te dahi peder ve vâlidelerinin kucaklarına verir. Veledperverlik hislerini memnun eder. Ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir. Zira çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden; ebedî, sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar. Dünyadaki her lezzetli şeyin en a’lâsı Cennet’te bulunur. Yalnız çok şirin olan veledperverlik, yani çocuklarını sevip okşamak zevki -Cennet tenasül yeri olmadığından- Cennet’te yoktur zannedilirdi. İşte bu surette o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır. İşte kabl-el büluğ evlâdı vefat edenlere müjde…”[13]

“Mü’minlerin kabl-el büluğ vefat eden evlâdları, Cennet’te ebedî, sevimli, Cennet’e lâyık bir surette daimî çocuk kalacaklarını.. ve Cennet’e giden peder ve vâlidelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını.. ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını.. ve herbir lezzetli şey’in Cennet’te bulunduğunu.. “Cennet tenasül yeri olmadığından, evlâd muhabbeti ve okşaması olmadığı”nı diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını.. hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlâd sevmesine ve okşamasına bedel safi, elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu şu âyet-i kerime –Vildanun muhalledun- cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.”[14]

Cennetteki cimada evlad olmaz.[15]

Dünya hayatındaki tenasülde ise;”Hayvanattan olsun nebatattan olsun tevellüd ile tenasül şümulüne dâhil olan her ferd vech-i arzı istilâ ve tasallut etmek niyetindedir ki, arzı kendisine ve zürriyetine has ve hâlis bir mescid yapmakla Fâtır-ı Hakîm’in esma-i hüsnasını izhar ile Hâlıkına gayr-ı mütenahî bir ibadette bulunsun.”[16]

“Tenasül, teselsülde şerait-i âdiye-i itibariyedendir.”[17]

”O Hâlık-ı Kerim, tenasül kanun-u azîminde istihdam ettiği hayvanata ücret olarak birer maaş gibi birer lezzet-i cüz’iye veriyor.”[18]

“Ezel ve ebed sultanının pek çok esma-i hüsnası vardır. Tecelliyat-ı celaliye ve tezahürat-ı cemaliye ile pek çok şuunatı ve ünvanları vardır. Nur ve zulmet, yaz ve kış, Cennet ve Cehennem’in vücudunu iktiza eden isim ve ünvan ve şe’n ise; kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü, kanun-u mübarezenin dahi bir derece tamimini isterler… Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”[19]

”Bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev’in bekası içindir.”[20]

Beşeri bu şekilde çoğaltan Allah;” Acib istinsah eder o kudretin kalemi.. şu sırr-ı tenasülât…”[21] Elbette kendisi bundan münezzehtir.Çünki” tegayyür, ya tenasül, ya tecezzi eden elbet; ne Hâlık’tır, ne Kayyum’dur, ne İlah…”[22]

“Âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.”[23]

Hırakl peygamberimize gönderdiği mektubunda;Yazmışsınki;beni eni yerler ve gökler kadar olan cennete-[24] davet ediyorsun,cehennem nerede?

Rasulullah dedi;Sübhanallah,gündüz geldiğinde,gece nerede?[25]yani,onun arka yüzünde,cennet yukarıda,cehennem aşağıda.

-Hadisler de ise:Ebu Hureyreden rivayet edilen hadisde:”Ehl-i Cennet’ten her birinin iki kadını vardır ki, vücûdünün letâfetinden iki baldırı (kemiği) nin iliği etinin üstünden görünür.”

-Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur:Cennet hûrilerinden bir kadın yer halkına baksa hiç şüphesiz o, Cennet’le yer arasındaki fezâyı aydınlatır. Ve orayı bir güzel koku doldurur. Yine muhakkaktır ki, o kadının baş örtüsü, dünyâdan ve dünyâdaki her şeyden değerlidir.

–Ebu Hureyrden rivayette:”Tüm ümmetim cennete girecek Ebâ yani yüz çevirip itaatsizlikte direnerek ısrar eden müstesna.Eba kimdir?diye sorulduğunda peygamberimiz;Bana isyan eden ebädır,dedi.”[26]

13-9-2002

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Bakara.25,Âl-i İmran.15,Nisa.57.

[2] Ra’d.23-24.,Nahl.32.

[3] Zuhruf.70.

[4] Fetih.5.

[5] Tur.20.

[6] Rahman.56.

[7] Rahman.70.

[8] Rahmanç72.

[9] Rahman.74.

[10] Fatır.35.

[11] Sad.54.

[12] Sözler.B.Said Nursi.499.

[13] Sözler.648.

[14] Mektubat.B.Said Nursi.78.

[15] Mecmuatün minet-Tefasir.Kadı Beyzavi.(Arapça)1/86.

[16] Mesnevi-i Nuriye.B.Said Nursi.217.

[17] Muhakemat.B.Said Nursi.125,123.

[18] Sözler.B.Said Nursi.555.

[19] Age.179.

[20] Age.409,388.İşarat-ül İ’caz.B.Said Nursi.145.

[21] Age.704.

[22] Sözler.age.697.

[23] Age.232.

[24] Al-i İmran.133,Hadid.21.

[25] Mecmuatün minet-Tefasir.(Arapça)1/587.

[26] Age.1/483.




S İ D R E T Ü L M Ü N T E H A

S İ D R E T Ü L M Ü N T E H A

Son sınır. Sonsuzluğun başlangıcı. Kesişme noktası. Sınır ve hat. Mâverâ. Fizik ötesi,metafizik alem. Öteler ötesinin başlangıç noktası. Berzah. Mayınlı tarla. Mahrem bölge. Olmak ile ölmek,yanmak ile yakmak mahalli…

Kaynaktan çıkan damlanın aslına rücu’u. Damlanın okyanusu varışı. Doğuma giden ölüm noktası. Olmanın yok olma yeri…

Rıza ve Mahbubiyetin buluşma noktası…

İnsanların ulaşamayıp,Cebrâilin geçemediği,Muhammed Mustafanın hicret yeri. Dâvet yeri. Müjde yeri…

Kul olarak varıp,rasul ve elçi olarak dönme,varlıkların mahsullerini takdim yeri…

Selâm ile Kelâmın buluştuğu yer…

Madde ile mânanın,fizik ile metafiziğin,mümkin ile vâcibin birbirinden ayrıştırıldığı ince nokta…

Sanal aleme geçiş…

Ruha göçüş…

Madde ile maddi basamakların son bulduğu zirve…

Zaman ve Mekân kaydından âzade harem dairesi…

Habib ile Mahbubun buluşma noktaları…

Yerdekilerin göktekilere karşı Mi’raç mu’cizesi…

Tefevvuk sebebi ve vesilesi…

Çok inceleri eleyen elek…

Sidretül münteha..en son sedir…

Şiddetül münteha..en son azamet…

Dilekçelerin ve arzuhallerin en son baş vurulduğu merci ve makam…

Her şeyin idare edilip yönlendirildiği idari mekanizma…

Sonsuzluk koridorlarının başlangıcı…

Gerçek başlangıcın ve varlığın başladığı,bitiş noktası…

Mâsivanın olmadığı ve bulunmadığı alem…

Merâtib-i Külliye-i Esmâ-iyede bir yükseliş ve varıştır..tâ sidre-i münteha kapısından girip,kâb-ı kavseyne ulaşıncaya kadar…

Alemlerin iltisak ve ittisal nokta ve dairesidir. Âdeta devleti idare eden bakanlıkların,baş-bakanlık dairesi gibidir. Ki onlardan,o dairelerden biri Cennetül Me’vadır.

………

MEHMET ÖZÇELİK




ÖLDÜRÜLEMİYEN MEHDİ

ÖLDÜRÜLEMİYEN MEHDİ

Kırşehirin eşrafından emekli imam ve hafız İhsan Barutçu hocamız;küçük yaşlarda hafızlığa çalıştığı sırada hocalarından Mehdi hakkında konuşurlarken şunları duyduğunu anlatmıştı;

Âhirzamanda Mehdi 20 sefer ölüp dirilecek…

Bunun tevili ile ilgili olarak ise;Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri,kendiside eserlerinde bir çok defa dile getirdiği üzere;19 defa öldürücü zehirlerle zehirlendiği halde,Allahın inayetiyle kurtulmuş,vücudunda bir ur olarak top halinde toplanmıştır.

2.sinde de öldüğünde rahat bırakılmamış,kabrinden çıkarılarak sonuncusu böyle gerçekleşmiştir.

İster bu durum bir hadise isnad edilsin,ister evliya kerâmeti olarak veya ilmin istihracı sonucu olsun;bu ifade tıpa tıp Bediüzzaman hazretlerine tevafuk ve tetabuk etmektedir.

-Hocamız diğer bir rivayetinde,çeşitli tevillere müsaid olsa bile nakilde;

Hz. Alinin oğlu (Mehdi) bir kayada (kovuğunda) gizlenip,âhirzamanda çıkacak…

Allahu a’lem bir tevili şudur ki;Bediüzzamanın doğduğu yer olan Bitlis / Hizan / Nurs karyesi etrafı 15 köyle çevrilmiş,ortada çukurda,etrafı dağlarla kaplı bir coğrafi yapıya sahibtir. Âdeta yalçın kayalıkların bir kovuğunu andırmaktadır.

Ve bütün eserleri oralarda yazılmış,Barlada,Burdurda tâ Tiflise kadar hep yalçın kayalarda zuhur etmiş,eserleride oranın mahsulü olmaktadır.

Akılların takdirine bıraktığımız bu ifadelerin hiçbir isabet ve sevab ciheti olmasa bile,günah yönüde bulunmamaktadır.

Sadece hakikata açılan bir penceredir…

“Bediüzzaman; Şarkî Anadolu’da “Medresetüz-zehra” namında bir dârülfünun açmak, ya Van’da veyahut da Diyarbakır’da dârülfünun derecesinde bir medrese tesisine çalışmak için İstanbul’a geldi. İstanbul’a gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: “Şarkın yalçın kayalıklarından, bir ateşpâre-i zekâ, İstanbul âfâkında tulû etti.”[1]

“Kürdistan’ın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Said Nursî’yi ilzam edemeyen İstanbul uleması…”[2]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Tarihçe-i Hayat.52.

[2] Age.53.




M E H D İ L İ K

M E H D İ L İ K

Mehdi;hidayete eren veya hidayete vesile olan,sahibuz-zaman,ahirzamanda gelib bütün müslümanları hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye cami’ eserleriyle uyandıracak,dinlerini takviye ve imanlarını tecdid edecek olan,Peygamberimizin (SAM) Âl-inden bir zattır.[1]

Bu konuda yapılan rivayetlerde:”Şu ümmetin mehdisi Hasan ve Hüseyin’dir.”[2]

“Zamanın inkita’a uğradığı (sistemlerin değiştiği) bir dönemde,mehdi denen bir adam gelecek ve ihsanı bol ve güzel olacaktır.”[3]

Mehdinin gelmesiyle:”İnsanlar asrı saadet dönemine adeta geri döner.”[4]

Evvelce benim ayakta tuttuğum gibi,ahirzamanda dini ayakta tutacak.”[5]

“(Mehdi) Fatıma’nın evladındandır.”[6]

Hadiste:”Ahirzamanda gelecek olan Hazreti mehdi,Âl-i Beyt’ten olacak.”[7]

“Hadiste:”Süfyani Deccal çıkmadığı müddetçe,mehdi de gelmeyecektir.”[8]

Beyazid-i Bestami ve Aliyyül Kari;Hz. Mehdi’nin babadan Hasenî,ana cihetinden de Hüseynî olduğunu söyler.[9]

“Mehdi sanki Beni İsrailden bir raculdür. (Tavrı onlara benzer,yani heybetli ve acar.)[10]

Naim,Tavusdan tahric etti,dedi ki:” Ben mehdiye yetişene kadar ölmeyeyim istedim. Zira onun döneminde iyi insanların iyiliği artar,kötülere karşı bile iyilik yapılır.”[11]

Şerlerin önünde en büyük bir sed,engel teşkil edecektir.[12]

“……Hicaz’dan gelip Şam’da minbere oturduğunda 18 (40) yaşında olacaktır.”[13]

-Mehdi Şam’da gelecek- denilirken,Şimalde anlamı da vardır. Ka’be’nin şimali olanlara Şam diyorlar. Rüknü Şamî.

Mehdi hakkında muhtelif rivayetler zikredilmektedir.[14]

Bazı zatlarca mehdi’nin:”Araptan değil,Acem’den olacağı,onun babasının ismi pek duyulmuş isimlerden olmayacağı”[15] ‘da bazı zatlarca ifade edilmiştir. Araptan olmayıp,Acemden olacak ifadesiyle,Arabın dışındaki milletlerden olacak,demektir.

“Her asır, hatta asr-ı hakikat-bin olan asrı saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hatta bazıları şeraiti hemen hemen çıkmış demişler.”[16]

Ve alametleri olan Mehdi ve Deccalı beklemişlerdir.

Suyuti:”9. asırdan sonra,Hz. Mehdi veya İsa’nın gelmesi umulur.”demiştir.[17]

Bazı İslâm alimleri Mehdi’nin ne zaman geleceğini Ebced ve Cifir hesabıyla tarih düşmüşlerdir:

Mesela:Şa’rani,Tabakat-ül Kübra adlı eserinde;1200 Hicri asırda olacağını…

-Nurul Ebsar eseri olan İs’af-ur Rağıbin-de;1225’de,Hicri-Kamerice olsa 1294’de olacağını…

-Ahmed Zeyni Dahlan El-Fütuhat-ül İslamiye eseri 2 / 296’da Şeyh Salahaddin Es-Safedi’nin Eş-şeceretün Numaniye eserinden naklen:”Osmanlı devletinin,Hazret-i Mehdinin zuhuruna kadar devam edeceğini ve bu devlet,her şeyiyle Mehdi’ye yardımcı olacağını kaydetmiştir.”

-El-İşaa Fi Eşrat-üs Sa’a eseri sh.189’da Kur’an-ın “Bağteten” kelimesinin Cifri karşılığı olan 1407’de Mehdi’nin zuhur asrı olacağını kaydetmiştir.

– – -Muhyiddin-i A’rabi Anka-u Mağrib adlı eserinde sh.77’de 1403’de zuhur edeceğini söyler.”[18] Hadiste:” Maidet-ül Kur’an)[19]”Ümmetimden iki adam vardır. Onlardan biri Vehb’dir.(denilir.) Allah ona Hikmet verir. Diğeri Gaylan (denilir) onun bu milletin üzerindeki fitnesi,şeytanın fitnesinden daha şiddetlidir. (İblis’den ümmetim üzerinde daha zararlıdır.)”[20]

Hadiste:”Ümmetimden bir taife hak üzere,galib olarak,kıyamete kadar devam edecektir.”buyurulmaktadır.[21]

“Allah bu ümmet için her yüz sene başında (Dinin hakikatlarını asrın idrakine uygun olarak anlatan) bir Müceddid gönderir.”[22]

Mehdi,bir şahıs olduğu gibi,manevi bir şahsiyeti de temsil eder. Hidayete vesile olacak yolları açar.İslam ile ilgili kaldırılmak istenen her şeyi,tekrar asıl ve esasını muhafaza ile tesis eder.

Hadiste:”Mehdiden sonra (Hz. İsa’nın 40 senelik devrinden sonra) artık hayat yaşamakta bir hayır yoktur.”[23]

Peygamberimiz mehdiden sonra Kahtani (Kahtandan)’nin geleceği,iki kulağı delik,babası Kureyşi ve mehdiden geri olmayan bir şahsında geleceğini buyururlar.”[24]

Adının Mansur olduğu ifade edilmekle beraber,ondan sonrada Selam ve en sonra da emirul Usub geleceği ifade edilir.[25]

Bediüzzaman Mehdinin vazifelerinin;”Siyaset aleminde,Diyanet aleminde,Saltanat aleminde,Cihad alemindeki çok dairelerde icraatları olduğu” [26]nu ifade eder.

Mehdi kendi kesbiyle olmayıp ilahi inayete mazhar olacağı,büyük içtihada sahib,en yüksek bir kutbiyyet mertebesinde olacağı hadislerde belirtilmiştir.[27]

“…… İmam-ı Mehdi çıktığı zaman hasseten fukaha ona düşman olacak. Onun kılıncı kardeşleridir. Elinde kılınç olmasa idi, -yani kardeşleri olmasa idi- zamanın fukahası onun katliyle fetva verirlerdi. Lakin Cenâb-ı hak onu keremiyle ve kılınç ile tathir edecek,onlar ona itimad edeceklerdir. Hükmünü inanmayan da kabule mecbur olup aksini izmar edecekler.”[28]

Sakalsız olacağı da hadiste ifade edilmektedir.[29]

-İsmail Hakkı Hazretlerinin “Ruhul Beyanında” Efendimiz Hz. Ali’ye buyurmuşlar:”Besmele-i şerifin hesab-ı cifrisi bitince Mehdinin doğum tarihidir.”der.

Muhyiddin-i Arabi buna “Savm” kelimesini ekler ki;Besmele 1186 veya 1188 (iki elifle),Savm ise 131 veya 136,Hicri 1322 ve 1324 eder ki buda büyük hesablarda küçük hesab farklılığının olabileceğini de göstermektedir.[30]

Hadiste:”Allah bu dini Ali’nin fethiyle (eliyle) fethetti. Ve din bozulduğunda da onu ancak (onun soyundan gelen) Mehdi düzeltecektir.”[31]

Mehdinin kendine has kılınan 9 hassası şöyle olduğu belirtilir:

1)Cenâb-ı Hak ahkamına da’veti basiretle olması için “Nüfuzul Basar” yani söylediği hakikatlar zan ve içtihadla değil,belki görür gibi kat’i ve yakinidir.

2)İlka vaktinde hitabı ilahiyi bilmek.

3)Cenâb-ı Hak tarafından ilham olunan hakikatların tercümesini bilmek. Yani harflerin sureti ihtiyarlarıyla olup ruhları ve manaları Cenâb-ı Hak kelâmı olacak.

4)Ulul Emirlere tayini meratib etmek.

5)Gadab anında merhamet.

6)Meleğin muhtaç olduğu erzakları bilmek yani afaki ve enfüsi alemlerin ihtiyaçlarını bilmek.

7)Birbirine mütedahil karışık efkar ve mevzuatı:”Yûliculleyle fin-Nehari ve Yûlicun Nehare fil Leyl”[32],”Allah geceyi gündüze katar,gündüzü geceye katar.” Gece ve gündüz gibi hakkı batıldan ayıracak.

8)İnsanların her ihtiyacını temin etmek.

9)Yalınız müddetindeki umuru kevniyyedeki muhtaç olduğu umuru gayba vükuf peyda etmek.[33]

Ve en önemli üç özelliği de:

1)Sünnetle amel edecek.

2)Yatanı uyandırmayacak.

3)Kan dökmeyecek.

Yani Bid’at ve Dalalet ve Hab-ı Gaflet ile sarhoş olanları rencide etmeden,zarar vermeden faidelendirecek. Aklını,ruhunu,kalbini doyurarak onları okşayarak rah-ı hakikate sevk eder.[34]

D E C C A L

Küfür ve inkarı ulûhiyeti,ateizmi,kominizmi,materyalizmi ve tüm diğer şeytani düşünceleri temsil eden ve uygulamasına çalışan bir şahıs ve o şahsı temsil eden ideolojisi ve de onun hempaları olan topluluğuna verilen genel adını kapsamaktadır.

Hadislerde Deccalın sıfat ve vasıfları tarif edilmektedir.[35]

Her yere uğrar,uğramasına bir mani olmayıp,Mekke ve Medine’nin haricindedir. Oraya girmek istese de giremez.[36]

Medine’ye geldiğinde üç sarsıntı geçireceği,her kafir ve münafık ona karşı istikbal edeceği..”rivayet edilir.[37]

“Onun sağ gözü meshedilmiştir.”[38] Yani görmez. Buradaki körlük bizzat maddi körlük olup,öbür gözüne göre az görür,teshir edici manyetik bir özelliğe sahib olmakla beraber,aynı zamanda ahireti gören manevi gözünün de kör olmuş olduğu ifade edilir. Böylece bu manaya göre dünya gözünün görür olması düşünülebilir.[39]

Peygamberimiz bir hutbesinde Allah’ı sena ettikten sonra,deccaldan bahsetti ve:”Ben sizi ondan sakındırıyorum. Çünki hiçbir nebi yoktur ki kendi kavmini ondan sakındırmış olmasın. Fakat ben size hiçbir nebinin kavmine söylemediğini söyleyeceğim:”Deccal şaşıdır. Allah ise şaşı değildir.”[40]

Hz. Âişe’den:”İşitirdim;Rasulullah namazda deccalın fitnesinden Allah’a sığınırdı.[41]

Peygamberimiz Deccal konusunda Hz. Esma’ya:”O gün, (Cenâb-ı Hakkı) tesbih eder ve Kelime-i Tevhid okursanız açlıktan emin olursunuz.”buyurdu ve devamla:”Böyle feryat etmeye hacet yok. Ben hayatta olur isem,size siper olurum. (O çıktığında) ben sağ olmazsam

Allah taala Mü’minleri korur.”buyurdu.

-“Deccalın,iki gözü arasında –Bu kafirdir.- yazılıdır.” Onu,onun amelini kerih gören ve her mü’min okur.[42]

Bediüzzaman bundan maksadın:”Kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir.”der.[43]

Deccal”yeryüzünde 40 gün kalır. (Deccalın) bir günü bir sene,bir günü bir ay,bir günü bir Cuma,bir günü (dördüncü gün) sair günler gibi,sizin günleriniz gibi olur.”[44]

Bu konuda Bediüzzaman iki tevilde bulunur. İkincisinde:”hem büyük deccalın,hem İslam deccalının üç devre-i istibdatları manasında üç eyyam (gün) var.” Bir günü bir devre-i hükümetinde öyle büyük icraat yapar ki,üç yüz senede yapılmaz. İkinci günü,yani ikinci devresi,bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi,bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi,adileşir,bir şey yapamaz,yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.”[45]

“Şu altı şey gelmeden önce amele devam edin. (Yoksa amel kabul olmaz.)..Onlardan birisi de) Deccalın çıkması….”[46]

“İki büyük cemaat davaları bir olduğu halde çarpışmadıkça (ki aralarında bir çok katller olur.) kıyamet kopmaz. Hatta bir çok otuza yakın deccal ve kazibler çıkar ve kendilerinin rasulullah olduğunu zanneder.”[47]

Deccalın Zuhuru [48] ‘nda Sure-i Kehf’in başından (ve sonundan) on ayet ezberleyen deccalın fitnesinden korunur.”buyurmaktadır.[49]

Rasulullah İbni Said-i (Sayyad) göstererek-Deccal- dediği ve Hz. Ömer’inde;İzin ver,Ya Rasulallah onun boynunu vurayım,dediğinde Rasulullahın da:”Eğer o deccal ise sen ona bir şey yapamazsın.(Öldüremezsin) Eğer o değilse katlinde bir fayda yok.” Ve

-Hz. Ömer Rasulullahın yanında İbni Said (Sayyad)’in deccal olduğuna dair yemin ettiğinde Rasulullah onu yalanlamamıştır.[50]

Rasulullah bunun manasının:”Yahudiler içinde tevellüd edecek.(doğacak)”[51] Onlarca desteklenecek.[52]

Bir hadiste de Deccalın:”Yalancı cennet ve cehenneminin…”[53] olacağından bahsedilmektedir. Bu konuda Bediüzzaman:”(Bindiği bineği olan trende) Düşmanlarını ateşli başına,dostlarını ziyafetli başına gönderir.”der.[54]

Ve bu şahsın en önemli tahriblerinden biri de:”An’anat-ı İslâmiyenin zararına çalışacak.”diye hadiste haber verilmiştir.[55]

Muhiddin-i Arabi Fütuhatı Mekkiyyesinde:”Deccal kelamcıların değişmez gördüğü ve nübüvvetin tanınması için koyduğu prensibleri de bozacaktır.”[56]

Mevlâna Deccalın körlüğünü:”İnsan hevâ ve gazab sebebiyle kör olur.”şeklinde izah eder.[57]

Suyûtinin kaydettiği bir rivayete göre de deccalın (her hangi)”Bir yüz senenin başında geleceği ifade edilmektedir.”[58]

Yalancı olup,yalanla iş gördüğünden kendisine Mesih adı verilmiştir.[59]

Ve toplumdan,yasaklanan içkiyi kaldırarak su gibi içer ve içilmesine sebeb olarak,toplumdan hürmet ve merhameti kaldırarak anarşinin çıkmasına sebeb olduğundan bu ad ile adlandırılmaktadır.[60]

Bir de İslâm aleminde çıkan vardır ki ona Süfyan denilir.

Süfyan için;”Ciğerleri yiyenlerin oğlu”olan Süfyani kuru bir vadiden çıkar. Kelb kabilesinden abus çehreli,sert kalbli adamlardan bir ordu düzenler ve bunlar her tarafa zulmederler. O,Medrese ve Mescidleri yıkar,rüku ve secdeye giden herkesi cezalandırır. Zulüm,fesad ve fısk çıkarır. Alim ve zahidleri katleder,pek çok şehride işgal eder. Kan akıtmayı helal kılarak Al-i Muhammede düşman kesilir. Temiz insanlara ihaneti tecviz eder.”[61]

Hadiste belirtildiği üzere Süfyan ve deccalın başarı ve muvaffakiyetlerinin en önemli sebebleri:”Müslümanların ve insanların hırs ve parçalanmaları,birbirleriyle uğraşmalarından istifade edip,az bir kuvvet ile galebe çalar,üstün gelir,hükmünü icra eder.”[62]

Peygamberimiz hadislerinde,fitne ve şerrinden korunulması için Deccalın ilan edilip,insanlara bildirilmesini ve tanıtılmasını ifade ederler.

Bununla beraber mehdi hususunda da:”Asrın imamını ve cemaatını tanımayan,cahiliye ölümü ile ölür.”[63] Rakibsiz mücadele olmaz. Deccal varsa mehdide vardır. Mehdi varsa Deccal da olacaktır.

Deccalın tahriblerini Mehdi:”İmanı kurtarmak,Hilafeti tesis etmek,Şeâiri islâmiyeyi ihya ve Şeriatı Muhammediyeyi”[64] icra ve tatbik eder. Yani bu üç görevi yapar.

Deccala:”Siyaset canibiyle”[65] galebe edilmez. İnsanlar da onu ancak:”İman nuruyla”[66] tanır.

Bediüzzaman iman hizmetine devam edişini şöyle açıklar:”Ben beşinci şua aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve bu damla başa çıkılmaz,mukabele edilmez diye dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip,yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarf ettim.”[67]

Deccal,ilahlık iddiasında bulunur,harikulade işler yapar,yeryüzünde 40 gün kalır.[68]

Kıyamete yakın müslümanların ruhu önceden kabzedilince:”İnsanların şerlileri kalırlar.. Yeryüzünde eşeklerin birbiriyle cima ettikleri gibi (kadın-erkek) cima ederler. Kıyamet,ancak bunların üzerine kopar.”[69]

Deccal ilimle insanları sapıklığa götürmeye çalışırken,Mehdi’nin en belirgin özelliği ve “Sıfatı ilimdir.”[70]

Şer ve şerrin en büyüğü olan imansızlık ve sefahette,tarihte görülmemiş bir şekilde tahribat yapan bir kimseye Deccal denilmesi dinen bir mahzuru gerektirmediği gibi,hayırda yani tarihte emsali görülmemiş bir şekilde İman ve Kur’an meselelerinde büyük bir hizmet geliştirmekte olan bir kimseye de Mehdi demenin dinen bir mahzur ve sakıncası yoktur.

“Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe,kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.”[71]

Hadiste:”deccal öyle bir zamanda çıkacak ki insanlar birbirlerine karşı buğz ve şikak içinde oldukları ve dinde hafiflik geçirdikleri ve aralarındaki musalaha işinin kötüleştiği bir vakitte olacaktır.”(Müstedrek-ül Hakim)

Hadiste:”Ümmetim için en çok korktuğum şey,yakin ve iman zaafiyetidir.”[72]

“Deccal sokaklarda yürüye yürüye yemek yiyecektir. Öyle yapan ve yapanlar Deccalı veya deccalın zamanını bildirmiş olurlar.”[73]

Hadislerde Hilafetin kalkışı,deccalın gelişi olarak nitelendirilmiştir.[74]

Hadiste:”Ümmetimden başı sarıklı yetmiş bin alim kişi,deccala tabi olacaklar.”[75]

Hadiste:”Benim ümmetimin üstünden 1180 sene geçtiğinde;bekar kalmak,uzlet etmek ve dağların başında münzevi kalmak gibi haller helal olur.”[76]

Peygamberimiz bir gün hutbesinde;Deccalın harikulade özelliklerinden bahsederek”[77],Deccal:”Bazılarına musallat olup ve onları öldürür (ken),bazılarını da öldüremez.”[78] Yani onların korunmuş ve inayet altında olduklarından haber verir.

AHİRZAMAN VE KIYAMET

Ahirzaman [79] insanlığın,dünyanın son bulması,bitişi anlamınadır. Ahirzamanın fitnesi,diğer zaman ve zamanlardan daha dehşetli olur.

Fitnede en büyük rolü kadın oynar.[80] İnsanlar nefislerinin mahkumu olur.[81]İstibdad hüküm sürer.[82] Açlık hükmedecek. [83] Anarşi her yeri istila edecek.[84]

Hadis de Peygamberimiz,yerde anarşinin doldurmadığı bir karışıklık yerin bulunmayacağını şöyle belirtir:”Yerde Ye’cüc ve Me’cüc[85]’ün yağları ve pis kokularının doldurmadığı bir karışlık yer bile bulamazlar.”[86]

“Kıyamet günü insanlar arasında en önce hükme bağlanacak dava,kanlar hususunda olacaktır.”[87]

Kıyametle ilgili ayetlerde[88] ve Hadislerde genişçe bilgi verilmektedir.

Hadislerde:”Kafir kıyamet günü yüzü üzerinde haşredilir,zira dünyada onu ayağı üzerine yürütmeğe kadir olan Allah,buna da kadirdir.”[89]

“Kafir;hasenatının karşılığını,dünyada yer. Mü’minin ki ise,ahirete tercih edilir.”[90]

“Ademoğlu kıyamette beş şeyden sorulur:1)Ömrünü nerede geçirdiği. 2)Gençliğini nerede eskittiği,tükettiği. 3)Malını nerede kazandığı. 4)nereye sarf ettiği. 5)Bildiğiyle amel edip etmediği…”[91]

Haşrin vasıfları: İnsanların nasıl haşredileceği,sur,sırat,şefaat,havz gibi…[92]

Kıyametlerin alametleri ile ilgili Hadislerde ise:

-“Bir ateş çıkar,insanları meşrıkten mağribe (doğudan batıya) doğru sevk eder.(toplar)[93] (Anarşi ateşiyle,ateş arasında kalan insanların doğudan batıya doğru göç etmeleri düşünülebilir.)

-“Fıratın altında bir hazineyle Hasfı (batması) yakındır.”[94]

-“İlim kalkar,[95] Zelzeleler çoğalır,[96] Fitneler çıkıp,karışıklık ve katller olur.[97] Mal çoğalır,öyle ki mal sahibi sadakasını kimin kabul edeceğini düşünür,taşınır. Ta ki versin. Verdiği kimse de benim ona ihtiyacım yok,der. [98] İnsanlar binalar yükseltir.[99]

Bir adam başka birinin kabrinden geçince;keşke bunun yerinde ben olsaydım,der.[100] İsa’nın inmesi,Aduvvullah (Allah düşmanları) bunu gördüğünde tuzun suda erimesi gibi erir,Allah İsa’nın eliyle onu (Deccalı) öldürür.[101] Müslümanlar yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki taş ve ağaç der:Ey müslim gel,arkamda yahudi var,öldür. Ğarkad ağacı hariç,o yahudi ağacıdır.[102]

“Şu altı şey gelmeden önce amele devam edin. (Yoksa amel makbul olmaz.):1)Güneşin mağribden doğması. 2)Duhan.(Duman) 3)Deccal. 4)Dabbe. (Gözle görülmeyen,sürünen mikroskobik bir hayvan.Aids gibi.) 5)Hususi Kıtlık. 6)Umumi Kıtlık.”[103]

“Karışıklıkta (Herc-ü Merc,fitne,anarşi) yapılan ibadet,bana yapılan hicret gibidir.”[104]

“Kıyamet şerlilerin başına kopar.”[105]

-Kıyamet Alametleri: 1)İlmin kalkması. 2)Cahilliğin İzharı. 3)Zinanın İfşası. 4)İçki içilmesi. 5)Kadınların çoğalması. 6)Erkeklerin azalması hatta elli kadına bir erkek düşmesi.”[106]

“Türklerle savaşılmadıkça kıyamet kopmaz.”[107]

“Kıyamet ancak gündüzün kopacaktır.”[108]

“İnsanlar üzerine öyle günler gelecek ki,faiz yemeyen hiç kimse kalmıyacak. Yemeyene dahi tozu toprağı bulaşacak.”(Nese-i,İbni Mace)

“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki,o günün mü’mini,onların arasında gizlenecek,aynen,bugün münafığın sizin içinizde gizlendiği gibi..(Kenzul Ummal)

-Ye’cüc-Me’cüc denilen anarşistlerin çıkışı da kıyametin görünen en belirgin belirtisidir.[109]

-“Kıyamet alametleri bir ipe dizilmiş tesbih taneleri gibidir. İp bir kere koptu mu hepsi peş peşe zuhur eder.”[110]

Diğer bir rivayette de:”Kıyametin ilk alameti ile son alameti arasında altı aylık müddet vardır. Bunlar tıpkı bir tesbihin taneleri gibi bu müddet içerisinde peş peşe geleceklerdir.”[111]

“İş ehil olmayana tevdi edildi mi kıyameti bekleyin.”[112]

Her şeyin bir eceli ve ömrü olduğu gibi dünyanın da bir mukadder ve muayyen ömrü bulunmaktadır. Bu konuda Peygamber Efendimiz,ümmetinin ömrünün 1500 seneyi geçmeyeceğini ifade eder.[113]

Abdullah bin Abbas rivayetinde Hz. Adem’den Hz. Nuh’a kadar;2256 yıl,Nuh’dan İbrahime;1079 yıl. Hz. Musa’dan,Hz. Süleyman’ın Beyti Makdis mescidini bina edinceye kadar;506 yıl. Ondan İskender’e kadar;220 yıl. İskender’den Hz. İsa doğuncaya kadar 369 yıl. Hz. İsa’dan Peygamberimize kadar 551 yıl. Aradaki 434 yıl Fetretten sayılmıştır. Ancak Havarilerin etrafa dağılıp bu işi yaptıkları ifade edilmektedir.

Ve dünyanın 7000 yıl kılındığı ifade edilmektedir.[114]

“Her bir ümmetin bir ömrü vardır. ecelleri geldiğinde ne bir saat geri kalır,ne de bir saat ileri gider.”[115]

Muhammed ümmetinin de,Küfür ve Münafıklığın da…

Enes bin Malik’in tahric ettiği hadisde:”Dünyanın ömrü,ahiret günlerinden yedi gündür. Allah buyurdu ki:”Rabbinin katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”[116]

Yine Enes bin Malik’den:”Kim bir din kardeşinin,Allah yolunda ihtiyacını görürse,Allah onun için gündüzlerini oruçla,gecelerini de,ibadetle geçirmişçesine,şu dünyanın yedi in yıllık ömrü müddetine sevab yazar.”[117]

Peygamberimiz buyurmaktadırlar:”Allahın öyle kulları vardır ki,onlar ne peygamberdir,ne şehittirler. Ama hem peygamberler,hem şehidler onlara gıpta etmektedirler,kıyamet günü onların Allah katındaki makamları bu gıptaya sebeb olmaktadır.

Bunun üzerine soruldu:”O bahtiyar kişiler kimlerdir?

CEVABEN: Onlar aralarında akrabalık ve birbirine mal verme konusu olmaksızın,Allah için birbirlerini severler. Allah’a and olsun ki,onların yüzleri nurdur,onlar Nur üzerinedirler. İnsanlar korktuğunda onlar korkmazlar,insanlar üzüldüğünde onlar üzülmezler.

Haberiniz olsun ki,Allah dostları üzerinde hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de…”(Ebu Davud)

“”Alem-i sağir denilen insan,ölümden ve harabiyetten kurtulamadığı gibi;insanı kebir denilen aleminde,ölümden necatı yoktur. Ve keza,kainatın bir ağacı ölümden,dağılmaktan halas olmadığı gibi,şecere-i hilkatten olan kainat silsilesinin de harabiyetten kurtuluşu yoktur. Evet,eğer kainat ömrü fıtrisinden evvel harici bir tahribata veya Sanii tarafından bir hedm ve kıyamete maruz kalmasa bile,fenni bir hesab ile öyle bir gün gelecektir ki,”Güneş

dürüldüğünde…”[118] ve “Gök yarıldığında..”[119] gibi ayetlere mâsadak olacaktır;ve insanı kebir denilen koca kainat,boşluğu sekerâtının bağırtılarıyla dolduracaktır.”[120]

6-11-1994

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yeni Lugat.Abdullah Yeğin. 398,Kastamonu Lahikası.B.Said Nursi.83-84,134,Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. Abdulkadir Badıllı.397-398,704,255,262,266,279,283,289,294,300,314,330,484-485, Emirdağ Lahikası. 1 / 259-260. –

[2] Ahirzaman mehdisinin alametleri. Celaleddin Suyuti.A. bin H. Müttaki.12.

[3] Age.14.

[4] Age.11.

[5] Age.1-12,65-66.

[6] Age.18-19,Bak.Kütüb-ü Sitte Tercümesi. Prof. İ.Canan. 14 / 276.

[7] R.N.K.Kaynakları.871.

[8] R.N.K.Kaynakları.797.

[9] Yeni Asya gazt.Şaban Döğen.13-6-1995.Aldığı kaynak ise;Tılsımlar mecmuası.205-206,Tılsımlar mecmuasının Zeyli.46.Sünen-i ibni Mace Tercümesi ve Şerhi. 10 / 351.

[10] A.M. Alametleri.age.23.

[11] Age.17.

[12] Bak.Şualar. B. Said Nursi.656,605.

[13] A. M. Alametleri.age.21.

[14] Mektubat.age.96.4.Esas, 15. Mektub. 4. Sual, 29. Mektub.5.6.İşaret,Sözler. B.Said Nursi.24. Söz. 3. Dal,Bak.Sur dergisi.1989.Eylül,Mehdi ve Altın çağ.Harun Yahya.10-181.

[15] R.N.K.Kaynakları.704,Yeni Asya gazt.1-3-1994.A.Badıllı’nın makalesi.

[16] Age.330 ve bunun hadislerdeki ve diğer eserlerdeki me’hazleri için aynı yere bak.

[17] Age.728.

[18] Age.955.

[19] Ahmet Feyzi Efendinin –Bediüzzamanın talebelerinden,nurun manevi avukatlarından- yazmış olduğu;”Maidet-ül Kur’an”adlı eserinde Kur’an ve hadis ışığında ebced hesabıyla Bediüzzaman’ın Mehdiliğini isbat etmektedir.Age.sh.1-31.

[20] R.N.K.Kaynakları.Age.893.

[21] Age.588.

[22] Ebu Davud. 4 / 480,Sikke-i Tasdik-i Gaybi. B. Said Nursi.14,Ebu Davud. Mişkat. 1 / 82,İmam-ı Rabbani ve İslam Tasavvufu.Doç. Hayrettin Karaman.17, İmam-ı Rabbani ve İslam. Mevdudi. Terc.H.Karaman.7.

[23] A. M. Alametleri.11.

[24] Age.84-85.

[25] Age.85-86.

[26] Şualar. 496, Kastamonu Lahikası. 173,177.

[27] Tılsımlar mecmuasının zeyli.sh.50.

[28] Ramuz.age.56,73.

[29] Age.sh.60.

[30] Age.75-77.

[31] Age.82-84.

[32] Hac.61,Al-i İmran.27,Lokman.29,Fatır.13,Hadid.6.

[33] Tılsımlar mecmuasının zeyli.age.63.

[34] Age.65.

[35] Kütüb-ü Sitte Tercümesi. age. 14 / 291, R.N.K.Kaynakları. 705,278,287,289,293-294,614,637-638,689,693-696,711.

[36] K.S.Tercümesi. 14 / 292,294, Buhari.(Arapça) Fiten Babı. 8 / 102,İslam Tarihi.A.Köksal. 9 / 364.

[37] Buhari.age. 8 / 102.

[38] Kütüb-ü Sitte Tercümesi. 14 / 297-298.

[39] Bak. Şualar.age.499.

[40] Buhari. Fiten Babı.(Arapça) 8 / 102,Müslim.(Arapça) 3 / 2248,Tirmizi. (Arapça) 4 / 507.

[41] Buhari.age. 8 / 102,Tirmizi.age. 4 / 507.

[42] Müslim.age. 3 / 2245.

[43] Şualar.age.490.

[44] Müslim.age. 3 / 2252.

[45] Şualar.493,Bak.R.N.K.Kaynakları.age.330,387-389,545,637-638,641-649,685-686,717.

[46] Müslim.age. 3 / 2267,2162.

[47] Buhari.age. 8 / 100,Ebu Davud.age. 4 / 505, Hak Dini Kur’an Dili.E.H.Yazır. 5 / 3374,Müslim.age. 3 / 2214.

[48] Ebu Davud.age. 4 / 493,,Sahih-i Buhari. 1407.

[49] Ebu Davud.age. 4 / 497.

[50] Age. 4 / 505,K.S.Tercümesi. 14 / 299,Tac. (Arapça) 5 / 319,geniş bilgi için bak.age. 5 / 345-354.

[51] Şualar. 500.

[52] H.D.Kur’an Dili.age. 6 / 6170.

[53] İbni Mace.(Arapça) 2 / 1353.

[54] Şualar.495,Mektubat.61.

[55] Emirdağ Lahikası. B.Said Nursi. 1 / 283.

[56] Deccal. Dr. Z. Sarıtoprak.113.

[57] Age.113.

[58] Age.72.

[59] H.D.K.Dili.age. 6 / 4172.

[60] Şualar.498.

[61] A. M. Alametleri. age.37.

[62] Bak.R.N.K.Kaynakları. 545.

[63] Asrın Müceddidi.Nurlardan bir demet serisi. (8) sh.69,Yeni Ansiklopedi. 2447,2685.

[64] Emirdağ Lahikası. 1 / 265.

[65] Tarihçe-i Hayat.B.Said Nursi.147.

[66] Sözler.343.

[67] Şualar.358.

[68] Riyazüs Salihin. İmam-ı Nevevi. 187,1059-1067,Arzdan arşa mi’raç.Prof. H.V. Aiberg. 1 / 86.

[69] R.Salihin.age.1061,Tac. age. 5 / 345-358,Kıyamet ve Deccal ile ilgili olarak bak.el-Lü’lü-ü vel Mercan.(Arapça) 2 / 431-446.

[70] Arzdan arşa mi’raç.age. 1 / 42-43,60-61.

[71] R.N.K.Kaynakları.470,Şualar.579.

[72] Age.902.

[73] Müsned.Age.789.

[74] Age.789-790.

[75] Age.796.

[76] Age.883.

[77] Asrı saadet hutbeleri.M. Yusuf Kandehlevi. Çevr.Kerim Türkoğlu.35-40.

[78] Age.37.

[79] R.N.K.Kaynakları.278,287,289,293-294,614,637-638,689,693-696,705,711,Zafer dergisi.Mart.1988.

[80] Age.614,711.

[81] Age.643.

[82] Age.642.

[83] Age.695.

[84] Age.696.

[85] Kehf.94,Enbiya.96.

[86] R.Salihin.1060.

[87] Age.1078.

[88] Ayetler:Kıyame.26 ve sonrası,Bakara.244,Zilzal,Karia,Hacc.1-2,Hakka.1-3,19-20,Taha.37,Mearic.1-2,Abese.34,Tekvir,İnfitar (sureleri),Müddessir.8-9,Enbiya.97-104,Tur.11-12,Bak.Arzdan Arşa Mi’rac. 1 / 285-286.

[89] Müslim (Arapça) age. 3 / 2162.

[90] Age. 3 / 2162.

[91] Tirmizi. (Arapça)age. 4 / 612.

[92] Age. 4 / 612 ve sonrası.

[93] Buhari.(Arapça)age. 8 / 100.

[94] Buhari.age. 8 / 100, A. M. Alametleri.age.28,Müslim.age. 3 / 2219,Ebu Davud.age. 4 / 493.

[95] Buhari.age.8 / 100 ve devamı.

[96] Age. 8 / 100.

[97] Age. 8 / 100.

[98] Age. 8 / 100.

[99] Age. 8 / 100.

[100] Age. 8 / 100,Müslim.age. 3 / 2231.

[101] Müslim.age. 3 / 2221,H.D.K.Dili.age. 2 / 1114, 5 / 3374, bak.İslam Tarihi.age. 10 / 200,Mesnevi şerhi.T.Mevlevi. 7 / 392,Tefsir-i Kebir (terc.heyet) 6 / 123-124,313-314.

[102] Müslim.age. 3 / 2239.

[103] Age. 3 / 2267.

[104] Age. 3 / 2268.

[105] Age. 3 / 2268.

[106] Tirmizi.age. 4 / 481.

[107] Age. 4 / 481,Ebu Davud.age. 4 / 486.

[108] (Ebu Hüreyre’den)A.M. Alametleri.age. 29.

[109] Kehf.94,Enbiya.96,H.D.K.Dili. 5 / 3287-3371.

[110] Kütüb-ü Sitte Terc. 14 / 326.

[111] Age. 14 / 326.

[112] Daha geniş bilgi için bak.age. 14 / 305-346.-Buhari.

[113] Şualar.513,495,R.N.K.Kaynakları.704,Suyuti.el-Keşfu an Mücavezeti Hazihil Ümmeti el-Elfu,el-havi lil Fetavi,Suyuti. 2 / 248,tefsiri Ruhul Beyan. Bursevi.(Arapça) 4 / 262,Ahmed bin Hanbel.İlel.sh.89.

[114] Taberi Tercümesinden. sh.289-290.

[115] Yunus.49.

[116] Hac.47.

[117] Kitabul Bürhan fi Alametil Mehdiyyil Ahirizaman..sh.88,Bak.R.N.K.Kaynakları. 706.

[118] Tekvir.1.

[119] İnşikak.1.

[120] İşarat-ül İ’caz. B.Said Nursi.161.




DABBETÜL ARZ

DABBETÜL ARZ

Ebu Katade radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “(Kıyametin büyük) alâmetleri ikiyüz (senesin)den sonra gelecektir.”

Kıyametin kopuşu ise,tesbih ipinin kopması gibi birbirini takib edecektir.

İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselam yanımıza gelip şöyle buyurdular: “Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman (artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır. Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah’a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:) l) Zina: Bir millette zina ortaya çıkar ve aIenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o millette tâun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde görûlmeyen hastalıklar yayılır. 2) Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar.

3) Zekat vermemek: Hangi millet mallarının zekatını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi.

4) Ahdin bozulması: Hangi millet Allah ve Resülünün ahdini (yani düşmanla yaptığı anlaşmayı) bozarsa, Allah Teâla hazretleri o millete, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır.

5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları Kitabullahla ameli terkederek Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır.”[1]

Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kıyametin kopmasına yakın (bazı insanlar günahları sebebiyle) “mesh”e (hayvan süretine çevrilme), “hasf”e (yere batma) ve “kazf’e (taşlanma azabı) uğrayacaktır.”

Abdullah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetimde hasf, mesh ve kazf olacaktır.”

İbnu Amr İbnu’l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Çıkış itibariyle, Kıyamet alametlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması, kuşluk vakti insanlara dabbetu’l-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir.”[2]

“O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.”[3]

Dabbe,debelenme,kımıldama gibi anlamlara gelib,bütün hayvanlar için kullanılır.[4]

Bu konuda Bediüzzaman:“Amma “Dabbet-ül Arz”: Kur’anda gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim:

”Gaybı ancak Allah bilir.”Nasılki kavm-i Firavun’a “çekirge âfâtı ve bit belası” ve Kâ’be tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe’ye “Ebabil Kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ü küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe bir nev’dir. Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa,her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki 2 “Asâsını kemirmekte olan bir ağaç kurdu.” Sebe’ Sûresi, 34:14.
”âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû’-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.”[5]

Burada o hayvanın konuşmasından maksad;lisanı haliyle yapılan bir konuşmadır.[6]

“Bakınız bu dabbetülarz, dehşetli hücum ve gürültüsü ve bağırmasıyla ve tünel deliğinden çıkıp hücum ettiği dakikada, geçeceği yola bir metre yakınlıkta o çocuk duruyor. O dabbetülarz tehdidiyle ve hücumunun tahakkümü ile bağırarak tehdid ediyor. “Bana rast gelenlerin vay haline” dediği halde o masum yolunda duruyor. Mükemmel bir hürriyet ve hârika bir cesaret ve kahramanlıkla beş para onun tehdidine ehemmiyet vermiyor. Bu dabbetülarzın hücumunu istihfaf ediyor ve kahramancıklığıyla diyor: “Ey şimendifer! Sen ra’d ve gök gürültüsü gibi bağırmanla beni korkutamazsın.”[7]

“İşte ey bu şimendiferdeki arkadaşlarım ve elli sene sonra, fenlere çalışan kardeşlerim! Bu mâsum çocuğun yerinde, Rüstem-i İranî veya Herkül-ü Yunanî o acip kahramanlıklariyle beraber tayy-ı zaman ederek o çocuğun yerinde bulunduğunu farzediniz. Onların zamanında şimendifer olmadığı için, elbette şimendifer bir intizam ile hareket ettiğine bir itikadları olmayacak. Birden bu tünel deliğinden, başında ateş ve nefesi gök gürültüsü gibi, gözlerinde elektrik berkleri olduğu halde, birden çıkan şimendiferin dehşetli tehdit hücumuyla Rüstem ve Herkül tarafına koşmasına karşı, o iki kahraman ne kadar korkacaklar; ne kadar kaçacaklar; o hârika cesaretleriyle bin metreden fazla kaçacaklar. Bakınız, nasıl bu dabbetülarzın tehdidine karşı hürriyetleri, cesaretleri mahvolur. Kaçmaktan başka çare bulamıyorlar. Çünkü onlar, onun kumandanına ve intizamına itikad etmedikleri için mutî bir merkep zannetmiyorlar; belki, gayet müthiş, parçalayıcı, vagon cesametinde yirmi arslanı arkasına takmış bir nevi arslan tevehhüm ederler.”[8]

Bediüzzaman dabbeyi trene teşbih etmektedir. Teşbihden amaç,onun azamet ve tehlikesini bildirmek içindir. Yoksa bizzat kasdedilen tren değildir.

Elmalı tefsirinde tren,otomobil ve bisiklet içinde kullanıldığı söylenmektedir.[9]

“Ne zaman ki Süleyman’a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asâsını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azab içinde bekleyip durmazlardı.”[10]

Kadı Beyzavi ve bazı hadisçiler bununla Hain,kötü kimseleri kasdetmişlerdir.

“cessâse”casuslar olarak göstermişlerdir.[11](Allahu a’lem,bundan murad muhabir ve medya manalarıda kasdedilebilir.) ki, bir hadiste haber verildiğine göre,cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir.[12]

Ebü’s-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garibliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder. Bundan dolayı hadiste bildirilen bazı garip rivayetleri kaydettikten sonra, şunu da ilave ediyor: Hz. Ali’den naklolundu: Kuyruğu olan bir dâbbe değil, sakalı olan bir dâbbedir, demiş bir erkek olduğuna işaret etmiştir. Fakat meşhur olan bir dâbbe olmasıdır.[13]

Şüphesiz Kur’ân’da {dabbeten} denildiği için bir dâbbedir. Fakat erkek bir dâbbedir. {(Dabbeten tükellimühüm-dan çıkarılmış) “Onlara söyleyen dâbbe” denilmesi ise, bunun bir insan olmasını belirtmek için açık bir delildir. (Burada bu dabbenin bir insan olması halinde her tarafa ve herkese yetişmesi ve zarar vermesi durumu olacaktırki buda bir ferdin yapabileceği bir iş değildir. Ondan dolayı dabbeden insan manasının anlaşılması gayet uzak bir ihtimaldir.)Burada söze mecazî bir mânâ vermek veya {tükellimühüm} fiilini “söylemek” mânâsına değil de cerh (yaralama) mânâsına konuşma ile yorumlamak, açık beyanın zıddınadır. Garib rivayetler ile Kur’ân’ı açık mânâsından çıkarmak yakin ilmine zarar vermektir.

Kaldı ki, Ahmed Tayalisi, Naim b. Hammad, Abd b. Hamid, Tirmizî hasen hadis diyerek, İbnü Mâce, İbnü Cerir, İbnü Münzir, İbnü Ebi Hatim, İbnü Merduye ve Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (r.a)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: “Dâbbetü’l-arz, Musa’nın âsası, Süleyman’ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak.”[14]

Bu hadise göre de, dâbbe, maddî ve manevî normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor. Şüphe yok ki, Musa’nın asasına, Süleyman’ın mührüne sahip olan kimse,büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette:”Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler” [15]buyurulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ’ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Burada bazı eserleri (haberleri) de kaydedelim:

1- İbnü Cerir’in Huzeyfe b. Esîd’den rivayet ettiğine göre: “Dâbbe’nin üç çıkışı vardı: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescidlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah’tan hiç bir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar” dedi. “O zaman insanlar ne halde olur” dedik. “Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar” dedi.[16]

2- İlim ehlinden bir çokları dâbbenin ortaya çıkması, emir bi’l-ma’rûf (iyilikleri emir), ve nehiy ani’l-münker (kötülüklerden menetme) terkedildiği vakittir demişler.[17]

İbnü Ömer (r.a) den rivayet edilir ki,[18]âyeti emir bi’l-ma’ruf ve nehiy ani’l-münker terk olunduğu vakittir, demiştir. Buna göre “müslümanlar da bozulup aleyhlerinde hüküm hak olduğu vakit” demek oluyor.[19]

“İnsanlar din konusunda aralarında bölüklere ayrıldılar.”[20] âyeti ile işaret edildiği ve sahih hadislerde de bildirildiği üzere, bu ümmette de ayrılıklar çıkacak; aralarında emir (komuta zinciri) parçalanarak memleketler elden çıkacak; bununla beraber yine de Peygamber ve ashabının yolunda giden bir fırka-i nâciye (ehl-i sünnet ve’l cemaat denilen kurtuluşa eren bir grup), bir iyiler grubu eksik olmayacak; zamanlar gelecek din garib olacak, iyi insanlar garib kalacak; sonra yine din, başlangıçta olduğu gibi dönüp yeniden ortaya çıkacak; peygamberlik iddiasında bulunacak olan otuz kadar Deccal’dan sonra ilâhlık davasına kalkışacak olan büyük Deccal, İsa Mesih’in yeryüzüne inmesiyle helak olacak; derken Ye’cûc ve Me’cûc çıkacak, yeryüzünde görülmedik fesatlar, tasvire sığmaz savaşlar yaptıktan sonra Allah’ın emriyle yok olacaklar. Artık salib (haç) kırılacak, domuz öldürülecek, iyi insanlar hakim olacak, Hz. Muhammed’in getirdiği şeriatın her tarafa yerleşmesiyle insanlık bir mutluluk dönemine girecektir. Nihayet küçük ve orta nice kıyametlerden sonrada Dâbbetü’l-arz’ın (yerden çıkacak bir hayvanın) çıkması, güneşin batıdan doğması ve Sûr’un üflenmesiyle büyük kıyamet kopacak ….”[21]

Zaman en büyük müfessirdir. Zaman hükmünü icra etse,elbette inkâr edilmez. Bu nakillerin hakikat payı taşıdıkları bir mâna olduğu gibi,AİDS mikrobu veya o mesabede ilikleri ağaç kurtları gibi kemiren her türlü hayvana teşmil edilebilir. İmana taalluk eden bir mesele olmadığı için,o mânaya tetabuk ve tevafuk eden her mâna,mantıklı oldukça kabul edilir,mantıklı olmazsa ferdi görüş olarak değerlendirilir. Herkese ulaşabilecek bir varlık ve canlı olması gerekirki,umumu alakadar eden bir mesele olsun.

Sefahet neticesinde kurtuluşu olmayan Aids hastalığına düşen insanların pişmanlıkları ve ikrarları hem bir ceza hem de bir ibret levhası olarak görülmekte,insanları intibaha sevketmektedir.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Mürşid.2.CD. 7170.

[2] Müslim.Fiten.118.(2941),Ebu Davud.Melahim.12.(4310).

[3] Neml.82.

[4] Mecmuatün minet-Tefasir.Kadı Beyzavi-Nesefi-Hazin-İbni Kesir.(Arp)5/153.

[5] Şualar.591-592,359,Barla Lahikası.147.

[6] Bak.Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan.4/153-155.

[7] Tarihçe-i Hayat.102,B.Cevab veriyor.102,Hutbe-i Şamiye.65,67.

[8] Tarihçe-i Hayat.103,102,Bediüzzaman Cevab Veriyor.102.

[9] Age.6 / 160.

[10] Sebe.14.

[11] Beydavi. II / 206.

[12] Müslim.Kitabul Fiten.52,Babı kıssatil cessase.24.

[13] Suyuti.Eddürrül Mensur. IV /382,Ebussuud. VI / 301.

[14] Tirmizi.Tefsiri sureti.27,İbni Mace.Fiten.31,Ahmed İbni Hanbel. II / 296,491,Kütüb-ü Sitte. İ.Canan. 14 / 342-343,Tac.(Arp) M.A.Nâsif. 4 / 197,Elmalı. 6 / 160-162.

[15] Neml.82.

[16] Suyuti.Eddürrül Mensur. IV / 381.

[17] Bak.Saffetüttefasir.M.A.Sabuni. 4 / 398,Büyük Kur’an Tefsiri.Konyalı Mehmet Vehbi. 10 / 1048,Muhtasar Tefsiri İbni Kesir. (Arp) 2 / 682.

[18] Neml.82.

[19] Elmalı.6 / 161.

[20] Enbiya.93.

[21] Elmalı. 5 / 466.




HERŞEYİN FAŞ OLDUĞU ZAMAN ÂHİRZAMAN

HERŞEYİN FAŞ OLDUĞU ZAMAN ÂHİRZAMAN

Asrımızdaki çıkışlar 3. asra benzemektedir.Gayrı müslimlerin islamiyete girişleri,eski tüm bilgi ve birikimleriyle beraber olmaktadır.Zamanımızda da hakeza.Tüm eski ve zayıf görüşlerle beraber,doğru ve yanlışların tüm birikimleri ortaya dökülmektedir.

İslamiyet en karışık dönem olan işte bu 3. asırda parlamış ve patlak vermiştir.Kimi hadislerin,kimi fıkıh,tefsir,kelam ,kimi de dinin tasavvuf gibi yaşayış,itikad,ibadetlerin muhafaza ve müesseseleşmesine gidilmiştir.Zamanımızda da herşey ve herkes artık netleşecek,birbirinden ayrılıp hükme bağlanacaktır.

Ahirzaman midesindeki bulunanları tamamen kusma ve boşaltma yoluna gitmekte,insanlarda kurtlarını ortaya dökmektedir.Menfilikler çoklukla zuhur ederken,müsbet tarzlarda en mükemmel şekliyle tezahür etmektedir.

Dini,ilmihali,kelamı değiştirip,zamanımıza uyduralım derken,batıdan dilimize giren kelimelerle izah ederek kısır bırakmaktayız.Referans,Format vs.

Cumhuriyet döneminde din;geçmişten gelen dinin dağıtılması sonucunda farklılıklar,tarikatlar çıkmış,menfiliklere yol açmıştır.Din çeşmesi kapatılınca herkesin kendi vüs’ati ve imkanınca açılan kuyulara etraftan sızmalar neticesinde farklı tatlarda sular ortaya çıkmıştır.Tatların farklılığı kaynağın değil,sızma ve kanalların farklılığından kaynaklanmaktadır.Devlet bir yandan dini başı boş bırakırken,bir yandan da kontrol altına almaya çalışmaktadır.

Bu konuda Bediüzzaman hazretleri şöyle özetler:

“Zaman-ı Sahabede Benî İsrail ve Nasara ülemalarından çoğu İslâmiyete girdiler. Eski malûmatları dahi onlarla beraber müslüman oldu. Bazı hilaf-ı vaki’ malûmat-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.”[1]

Nitekim;” İbn-i Abbas gençliğinde İsrailiyata, bazı hakaikin tezahürü için hikâyet tarîkiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.”[2]

“Belki hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın müzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder.”[3]

“İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet’e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki:

“O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktaki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlal için idi. Onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden, yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvî muhitleri; ve safi ve müstaid olan

fıtrat-ı asliyeleri talim ve terbiye eden yalnız Kur’an idi. Bundan sonra kavm-i Arab sair akvamı bel’ettiği gibi, milel-i sairenin malûmatları dahi müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise Vehb, Kâ’b gibi ülema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arabların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ülema-i ehl-i kitabdan İslâmiyet’e gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celalet ve tekemmül ettiklerinden, malûmat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. Çünki İslâmiyet’in usûlüne müsadim olmadığından, hikâyat gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliği için tenkidsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler, çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiler.

Hem de vaktaki şu İsrailiyat, Kitab ve Sünnet’in bazı îmaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me’haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadîsin manaları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; sû’-i ihtiyarlarıyla başka bir me’hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahirperestler, bazı âyât ve ehadîsi o hikâyat-ı İsrailiyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur’anı tefsir edecek, yine Kur’an ve hadîs-i sahihtir. Yoksa ahkâmı mensuh olduğu gibi, kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet mâsadak ile mana ayrıdırlar. Halbuki mâsadak olmaya mümkün olan şey, mana yerine ikame olundu. Çok da imkânat vukuata karıştırıldı.

Hem de vakta hikmet-i Yunaniyeyi müslüman etmek için Me’mun’un asrında tercüme olundu. Fakat pek çok esatîr ve hurafatın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan efkâr-ı Arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten taklide bir yol açtı.

Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet nasılki ihtilat-ı a’cam ile kelâm-ı Mudarî’nin melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ülema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi daire-i İslâmiyete duhûlleriyle beraber, bazı nekkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs ettiler. Fakat hayfa!. tamamıyla muvaffak olamadılar. İş bu kadar da kalmadı. Çünki tefsir-i Kur’an’a sarf-ı himmet edildiği vakit, bazı ehl-i zahir Kur’anın nakliyatını bazı İsrailiyata tatbik ve bir kısım akliyatını dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler. Çünki gördüler ki, Kur’an makul ve menkule müştemildir. Hadîs de öyle… Sonra kitab ve sünnetin bazı nakliyat-ı sadıkalarıyla ve bazı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münasebet istinbat ettiler.

Hem de hakikî olan akliyatlarıyla mevhum ve mümevveh olan şu hikmet arasında bir müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitab ve sünnetin manalarına tefsir ve maksadlarına beyan zannedip hükmeylediler.

……

Elhasıl: İfrat gibi tefrit de muzırdır, belki daha ziyade. Fakat ifrat, tefrite sebeb olduğundan daha kabahatlidir. Evet ifrat ile müsamahanın kapısı açıldı. Çürük şeyler o hakaik-i âliyeye karıştığından; ehl-i tefrit ile insafsız olan ehl-i tenkid, gayet haksızlık olarak şu çürük şeylerin yüzer misline olan hakaik-i âliye içinde gördüklerinden ürktüler, nefret ettiler. Hâşâ.. lekedar ve kıymetsiz zannettiler. Acaba defineye hariçten girmiş bir silik para bulunsa veyahut bir bostanda başka yerden düşmüş olan çürük ve acı bir elma görünse, hak ve insaf mıdır ki; umum defineyi kalp ve umum elmaları acı zannedip vazgeçmekle lekedar edilsin…”[4]

“Biz İsrailiyatı usûlüne ve hikâyatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.”[5]

Nitekim Sevr ve Hut ile ilgili hadisde bunu görmekteyiz.” Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevari hikâyelere bu hadîsi tatbik etmişler.”[6]

Bunun içinde yapılması gereken;” İslâmiyeti, onu paslandıran hikâyat ve İsrailiyat ve taassubat-ı bârideden kurtarmak.”tır.[7]

Bununla beraber eğer hangi asırda gelmem gerektiği ile karşı karşıya kalsaydım;asrı saadet hariç,ya üçüncü yada son asır olan bu asırda gelmeyi arzu ederdim.Zira her iki asırda islâmın şekillenmesi veya netleşmesini temin edip,zenginleşmesine sebeb olan asırdır.

Bu konularla ilgili olarak Allah rasulü şöyle buyururlar:

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Dikkat edin! Bana “Kitâb” verildi. Onunla beraber, “bir o kadar daha” verildi.

Dikkat edin! Karnı tok bir adamın, sedirinin üstüne oturup, şöyle demesi yakındır:”Aramızda Allahın kitabı vardır. Onun içinde helâl olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.”

Oysa, Allah Resûlünün haram kıldığı şey de, Allahın haram kıldığı şey gibidir.”[8]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Siz, sizden önceki insanların yollarına mutlaka karış karış, adım adım uyacaksınız, hatta onlar kertenkele deliğine girseler bile, siz de onlara uyup, o deliğe gireceksiniz.”[9]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ahirzamanda, din yoluyla dünyalık elde etmek isteyen bir takım adamlar ortaya çıkacak. insanlara şirin görünmek için koyun postuna bürünecekler. Dilleri baldan tatlı, fakat kalbleri kurt kalbi olacaktır.”[10]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Nefsim kudret elinde olan Allaha yemin ederim ki, Meryemoğlu isanın adalet sahibi olarak inmesi yakındır. O inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal da o kadar çoğalacak ki, kendisine verilmek istenen kimse onu kabul etmeyecek.”[11]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ömrüm uzarsa isa ile buluşmak isterim. Şâyet ömrüm yetmezse, içinizden kim onunla buluşursa, benden selâm söylesin.”[12]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Batılılar, kıyamet kopuncaya kadar hak üzere galip olmayacaktır.”[13]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ümmetim yağmur gibidir, sonu mu, yoksa başlangıcı mı hayırlıdır, bilinmez. Evveli ben, ortası Mehdi ve sonu Mesih olan bir ümmet, asla helâk olmaz.”[14]

Risale-i Nur’da Bediüzzaman İsa ve İsevilik konusunda özetle şöyle der:

Hz.İsa babasız olarak doğmuş,[15]Allah’ın peygamberi ve kelimesi,[16]bir Ruh ve kul olarak ,[17]İmran ailesinden [18],Meryem’in oğlu olarak İsrailoğullarına gönderilmiş,[19]bir peygamberdir.

Kendisine İncil verilmiş,[20]samimi olan havarileri ile dinini yaymıştır.[21]Bunlarında 12 kişi olduğu ifade edilir.

Her ne kadar Yahudiler tarafından öldürmeye teşebbüs edildiği,öldürüldüğü veya çarmıha gerildiği ifade edilse de,[22]Hz.isa kesinlikle öldürülmemiş,göğe yükseltilmiş olup,[23] ahirzamanda tekrar yer yüzüne inecektir.[24]

Hz.isa maddi vücuduyla yer yüzüne ineceğini hatta en uzak yerde de olsa Cenâb-ı hakka onu getirmenin kolay olacağını Bediüzzaman ifade eder.Öyle ki İslam alimleri Hz.İsa’nın Hanefi mezhebine göre,İslam hukukuna göre amel edeceğini bildirmişlerdir.

Ümmetini Allah’ın birliğine çağıran Hz.İsa’nın vefatından sonra,bugünkü hristiyanlıkta ise üç ilah inancı vardır.[25]

Hz.İsa 30 yaşında peygamber olmuş,33 yaşında göğe çekilmiştir.Ümmetinin içerisinde peygamber olarak kaldığı süre üç yıldır.Ulül azim peygamberlerdendir.

Ebu Hureyre’den (R.A.) Peygamber (A.S.M.) şöyle buyurdu:

والذىنفسى بيده ليوشكن ان ينزل فيكم ابن مريم حكما عدلا، فيكسر الصليب و يقتل الخنزير و يضع الجزية و يفيض المال حتى لا يقبله احد حتى تكون السجدة خيرا من الدنيا و ما فيها ثم يقول ابو هريرة واقرؤوا ان شئتم: وَإِن مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا

“Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki; Meryem’in oğlu İsa (A.S.)’ın adil bir hakim olarak aranıza inmesi yaklaşmıştır. İnecek ve haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldırıp İslam’dan başka bir şeyi kabul etmeyecektir. Mal kimsenin kabul etmeyeceği kadar bollaşacak, bir tek secde dünya ve dünyadaki bütün şeylerden daha hayırlı olacaktır. Bunu rivayet ettikten sonra Ebu Hureyre (R.A.) isterseniz; وَإِنْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا

ayetini okuyun dedi”.”Kendilerine kitap verilenlerden,ölümünden önce O’na iman etmeyecek tek bir kimse yoktur.Kıyamet gününde de o,onların aleyhine şahid olacaktır.”[26]

Âyet-i Kerîmesi, bütün fitne ve fesadın menbaının haham ve papalar olduğuna işaret etmektedir. Hem, bu haham ve papalar zahiren siyasetsiz göründükleri halde dünyanın bütün siyasetlerini karıştıran yine onlardır. Çünkü Yahudilerin “Protokolat” adlı siyasi kitaplarında belirtildiği gibi, bütün dünyayı idare eden 300 kişiden mürekkep gizli bir Yahudi hükûmeti vardır. Onların başında da devamlı bir haham vardır ki o ölünce yerine diğer bir haham seçilir. Bütün dünyadaki ifsadatın menbaı bu gizli hükûmet ve bunun başındaki hahamdır. Hem Fransız ihtilal-i kebiri, hem Rusya’daki koministlik inkılabı, hem de 1. ve 2. cihan harbleri bütün dünyayı idare eden o gizli hükümet ve başındaki hahamdan kaynaklandığı gibi, zamanımızda vuku bulan bütün harbler de yine onlardan kaynaklanmaktadır. Şu andaki bütün hristiyan papaları da gizlice o hahama bağlıdır ve onun tasarrufu altındadırlar. O haham ise bütün bu hristiyan papalarının dizginini elinde tutmakla, onları yoldan çıkararak her türlü ifsadatında kullanmaktadır.”[27]

“Denildi ki: Hz. İsa’nın göğe çekilmesinden seksen sene sonraya kadar hristiyanlar İslam dini üzerine idiler. Kıbleye (Kudüs) doğru namaz kılıyorlar, Ramazan orucunu tutuyarlardı. Bu, onlarla yahudiler arasındaki harbe kadar devam etti. Yahudilerin bir kumandanı vardı, çok cesur idi. Ona “BOLİS (Pavlos)” deniliyordu. İsa’nın ashabından çok kişi öldürdü. Bolis yahudilere dedi ki:

“Eğer İsa hak ise, peygamber ise onunla beraber olanlar da haktır. Biz ise onları vurduk, öldürdük. Bizim yerimiz Cehennem’dir. Biz zarar ederiz. Onlar Cennet’e, biz ise Cehennem’e gireceğiz. Onlara (İsevilere) hile yapıp saptıracağım ve onları da Cehennem’e sokacağım.”

Bolis’in “İkab” adında bir atı vardı. Bolis hristiyanların yanına gitti, pişmanlığını dile getirdi, başına toprak saçtı, hristiyanlara dedi ki:

“Ben Bolis’im (Pavlos). Sizin düşmanınızım. Gökten bana bir ses geldi. Bana, -Senin tevben kabul olunmaz. Ancak hristiyan olursan kabul olunur- dedi.”

Bunun üzerine hristiyanlar onu (Bolis’i) kilisenin bir odasına koydular. Bir sene gece-gündüz orada kaldı ve hiç dışarı çıkmadı. İncil’i iyice öğrendi. Bir sene sonra kiliseden çıktı. Hristiyanlara dedi ki:“Bana gökten ses geldi, Allah bana tevben kabul oldu dedi.” Hristiyanlar onu tasdik etti ve onu sevdiler. (Bolis onların reisi oldu) Sonra Beyt-ul Makdis’e geçti. “NASTURA” denilen birini onlara halife yaptı. Nastura’ya sır verdi (bir şey öğretti), dedi ki “İsa ilahdır (Meryem oğlu İsa ilahdır).” Sonra Rumlara döndü, onlara “İsa’nın bir ilahlık, bir de insaniyet yönü vardır” diye bildirdi. Sonra “YAKUB” denilen bir adama sır verdi (öğretti) ki “İsa insan değildir ki insan olsun, cisim değildir ki cisim olsun. O Allah’ın oğludur.” dedi. Başka bir adam çağırdı, onun ismi de “MELİK” idi. Ona da “Allah ölmez ki İsa da ölsün” dedi. Bu üç adamı ayrı ayrı çağırıp görüştü ve bu sırları verdi. Onlara ayrı ayrı, “Siz benim sırdaşımsınız. Ben İsa ile görüştüm. Benden razı oldu” dedi. Sonra yine onlara ayrı ayrı “kendimi yarın keseceğim, kurban edeceğim” dedi. Sonra mezbeheye (kurban kesimi yapılan yer) girdi ve kendini kesti. Bolis’in kendini kesmesinin üçüncü gününde bu üç kişi halkı kendi fikirlerine çağırdı. Onlara (bu üç kişiye) ayrı ayrı taifeler tabi oldu. Bu taifeler bu güne kadar birbirlerini öldürdüler, ihtilaf ettiler. Bu şekilde hristiyanlar üç fırkaya ayrıldılar. Onların şirke girmesine bu BOLİS denen adam sebeb oldu. –Allahu A’lem-”[28]

“Mısır Meliki Mukavkis dedi ki: Ey Nasara dininin salikleri! Müslümanların kitabı olan Kur’an’da ne varsa kitabınız olan İncil’de de aynısı vardır. “Bolis” adındaki kişi sizi dalalete götürdü, sizi İsa’nın dininden uzaklaştırdı ve şeriatınızı değiştirdi. Ve sizi, size layık olmayan isimle isimlendirdi (Yani İncil’de isminiz İslam iken, onu değiştirdi Nasara yaptı). Ve sizi hak yoldan saptırdı. Ve daha önce size haram olan herşeyi helal kıldı. Peygamberiniz İsa’nın size dediğini bırakıp Bolis’i (Pavlos’u) dinlemeniz safsatanın ta kendisi ve körlüğünüzün de delildir. Allah’ın Meryem oğlu İsa’ya vahyetmediği şeyleri, Meryem oğlu İsa, Allah’a iftira edip nasıl aksini söyler? Bolis (Pavlos), Hz. İsa’ya iftira ederek; “Allah, domuz eti yemeği ve her türlü günahları işlemeyi helal kılmıştır” diye Allah’a iftira ederek size söylemiştir. Siz de Bolis’in emrini dinlediniz ama İncil ile İsa’yı dinlemediniz. Haşa İsa, domuz eti yemeyi ve günahları işlemeyi helal kılmaz, kendi dininin adını İslam’dan başka bir adla adlandırmaz. Melik Mukavkis devamen dedi ki: Bütün peygamberler Hz. Muhammed’in (S.A.V.) getirdiği şeriat üzere gelmişlerdir. Yani ma’rufu emir ve münkeri nehyetmişlerdir.”[29]

Kur’an-da ehli kitabla ilgili olarak umumi hükümde bulunulmamaktadır.Hep hususi olarak içlerinde beyinsiz,alaya alan ve inkar edenler diye tahsis edilmiş,bazılar diye zikredilmiştir.Hükümler mutlak değil mukayyed,umumi değil hususidir.

Bu konuda Bediüzzaman eserlerinde özetle şöyle bahsetmektedir:

“Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal’ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.”[30]

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır. Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazret-i Cibril’in “Dıhye” suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil.. belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.”[31]

“Hem Firengistan diyarı, Hristiyan şevketi dairesidir.”[32]

“Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın bir mu’cizesine dair: “Allah’ın izni ile anadan doğma körü ve abrası iyileştireceğim,ölüleri dirilteceğim.”[33]

Kur’an, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibaa beşeri sarihan teşvik eder.”

“İsa Aleyhisselâm, sair esma ile beraber Kadîr ismi onda daha galibdir.”[34]

“Ehl-i Teslis’in İsa Aleyhisselâm’a muhabbetleri faidesizdir.[35]

“Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm’ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar.”[36]

“Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.”[37]

“Hem pek çok Yahudi üleması ve Nasara üleması, ikrar ve itiraf etmişler ki: “Kitablarımızda Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın evsafı yazılıdır.” Evet gayr-ı müslim olarak başta meşhur Rum Meliklerinden Hirakl itiraf etmiş, demiş ki: “Evet İsa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan haber veriyor.”[38]

“İncil’in bir yerinde, İsa Aleyhisselâm demiş: “Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin.”

…Demek İsa Aleyhisselâm, çok defa Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan beşaret veriyor.”[39]

“Din-i İsevî’de yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a’zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci’ olmadığından; esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı inkâr ve tekzib çıkmaz. “[40]

“Şimdiki Hristiyanlık dini ise; “Velediyet Akidesi”ni kabul ettiği için vesait ve esbaba tesir-i hakikî verir. Din namına enaniyeti kırmaz, belki Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın bir mukaddes vekili diye o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika’nın esbak Reis-i Cumhuru Wilson ve İngiliz’in esbak Reis-i Vükelası Loid George gibi çoklar var ki, mutaassıb birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise öyle makamlara girenler, nâdiren tam dindar ve salabetli kalırlar. Çünki gururu ve enaniyeti bırakamıyorlar. Takva-yı hakikî ise, gurur ve enaniyetle içtima edemiyor.”[41]

“Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.”[42]

“Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a “Mesih” namı verildiği gibi her iki Deccal’a dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde denilmiş. Bunun hikmeti ve tevili nedir?

Elcevab: Allahu a’lem bunun hikmeti şudur ki: Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”[43]

İsa aleyhisselam 33 yaşında iken göğe çekildi.[44]

“Hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza’ etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. “[45]

“Misyonerler ve Hristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünki her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.”[46]

“Bir İsevî müslüman olsa, İsa Aleyhisselâm’ı daha ziyade sever.”[47]

“O zâtın (Mehdinin)üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir.”[48]

İsa (AS) ve İncil ile ilgili olarak:” Yetmişbirinci bâbında, (Ben kimsenin günahını affedemem. Ancak Allah günahları affeder. )

Yetmişikinci bâbında ise, (Ben bu dünyaya, cenâb-ı Hakkın dünyaya selâmet getirecek olanResûlünün yolunu hazırlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz! O gelinciye kadar sakın aldatılmayasınız. Çünkü benim sözlerimi alıp benim İncîlimi bozacak birçok yalancı peygamberler zuhûr edecektir), dedi. O zaman Andreasın, geleceğini söylediğin bu Resûl hakkında bize bazı işaretler söyle ki Onu bilelim suâline karşı, (Bu Resûl sizin zamanınızda gelmeyecektir. Sizden birkaç yıl sonra, benim İncîlim tahrîf edilmiş olacağı ve hakîkî inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zamanda gelecektir. İşte o zaman, cenâb-ı Hak insanlara acıyarak, elçisini gönderecektir. Onun başının üzerinde dâimâ beyaz bir bulut bulunacaktır. O çok kudretli olacak, putları kıracak, puta tapanları cezâlandıracaktır. Onun sâyesinde, insanlar Allahı tanıyacak ve Onu tâzîz edecek ve ben de hakîkî olarak tanınacağım. Benim insandan başka bir şey olduğumu söyliyenlerden intikam alacaktır) demektedir.

Doksanaltıncı bâbında ise, (Ruhumun huzurunda bulunduğu Allah hayydir, diridir. Allahü teâlâ babamız İbrâhîme, senin neslinden bütün insanları nîmetlendireceğim diye vaat etmiş ise de, O Mesîh [Resûl] ben değilim. Allahü teâlâ beni dünyadan çekip aldığı zaman, şeytan herkesi benim Allah veya Allahın oğlu olduğuma inandıracak. Bu lânetli fitneyi yeniden diriltecek. Sözlerim ve akîdem öylesine tahrîf edilecek ki, otuz kadar mümin ya kalacak, ya kalmıyacak. Bunun üzerine Allahü teâlâ insanlara merhamet ederek, her şeyi kendisi için yaratmış olduğu Resûlünü gönderecektir. Bu resûl güneyden gelecektir. Büyük kudret sahibi olacaktır. Putları kıracak, puta tapanları ortadan kaldıracak, şeytanın insanlar üzerindeki hâkimiyyetine son verecektir. Kendisi ile birlikte, Allahü teâlânın selâmeti de inanan insanlara ulaşacak ve kendisinin sözlerine inananlar, Allahü teâlânın türlü türlü nîmetlerine nâil olacaklardır) demektedir.

Doksanyedinci bâbında ise, (Söylediğin Mesîhin ismi nedir ve Onun gelişinin alâmetleri nelerdir?diye soran kâhine Îsâ şöyle dedi:Mesîhin (Resûlün) adı hayran olmaya değer güzelliktedir. Allahü teâlâ Onun ruhunu yarattığı zaman, Ona bu ismi verdi ve Onu semavî ihtişâmı içine koydu ve bekle ey Ahmed! Senin hâtırın için ben Cenneti, dünyayı ve birçok mahlûku yaratacağım. Bunları sana hediye ediyorum. Sana kıymet veren benden kıymet bulacak. Sana lânet eden [küfreden], tarafımdan lânet olunacaktır. Ben seni dünyaya, benim kurtarıcı Resûlüm olarak göndereceğim. Senin sözün sırf hakîkat olacaktır. Yer ve gök ortadan kalkabilir. Fakat, senin îmanın dâimâ sonsuz olacaktır, dedi. Onun mukaddes ismi Ahmeddir. Bunun üzerine Îsânın etrafında toplanmış olan halk, seslerini yükselterek, Ey Ahmed! Dünyayı kurtarmak için çabuk gel! diye bağırdılar) demektedir.

Yüzyirmisekizinci bâbında ise, (Kardeşlerim! Ben topraktan yaratılmış bir insanım. Sizin gibi toprak üzerinde yürüyorum. Günahlarınızı bilin ve tevbe edin! Kardeşlerim! Şeytan, Romalı askerlerin yardımı ile, size benim Allah olduğumu söyliyerek sizi aldatacak. Onların, sahte ve yalancı ilahlara kulluk ederek Allahın lânetine uğrayacaklarını görerek, onlara inanmayınız) demektedir.

Yüzotuzaltıncı bâbında, Cehennem hakkında izâhat verildikten sonra,Muhammed aleyhisselâmın kendi ümmetini Cehennemden nasıl kurtaracağı anlatılmaktadır.

Yüzaltmışüçüncü bâbında ise, (Havârîlerin, geleceğini söylediğin zat, kim olacak?suâline karşı, Îsâ aleyhisselâm, kalbinin bütün sevinci ile, Onun ismi Ahmeddir. O geldiği zaman, uzun müddet yağmur yağmasa bile, toprakta meyve ağaçları yetişecektir. Onun getirdiği Allahın rahmeti sâyesinde, insanlar Onun zamanında iyi şeyler yapmak fırsatını bulacaklar. Allahın rahmeti insanlar üzerine yağmur gibi yağacaktır, dedi) demektedir.

Îsâ aleyhisselâmın son günleri hakkında Barnabas İncîli şu mâlûmatı vermektedir: [Bâb 215-222] (Roma askerleri, Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zaman dört büyük melek Cebrâîl, İsrâfîl, Mikâîl ve Azrâîl, Allahü teâlânın emri ile Onu kucaklayıp pencereden çıkararak göğe kaldırdılar. Romalı askerler kendilerine kılavuzluk eden Yehûdâyı (Judas), sen Îsâsın! diye yakaladılar. Bütün inkârına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen sürükleye sürükleye hazırlanmış olan çarmığa götürüp astılar. Sonra Îsâ aleyhisselâm, annesi Meryem ve Havârilerine göründü. Meryeme, anne, görüyorsun ki, ben asılmadım. Benim yerime hâin Yehûdâ haça gerildi ve öldü. Şeytandan sakının! Çünkü o, dünyayı yanlış bilgi ile aldatmak için her şeyi yapacaktır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şâhit yapıyorum dedi. Ondan sonra inananları koruması ve günahkârların nedâmet getirmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Şâkirdlerine dönerek, Allahü teâlânın nîmeti ve rahmeti sizinle olsun dedi. Bundan sonra dört büyük melek onu şâkirdlerinin ve anasının gözü önünde tekrar semaya kaldırdılar. )”[49]

” (Amerikada neşrolunan AWAKE (Uyan!) mecmû’asının 8 Eylül 1957 tarihli nüshasında şöyle bir makâle çıktı:(Meğese Kitap-ı mukaddeste tamam 50. 000 hatâ varmış! Geçenlerde bir genç hıristiyan, KJV (Kral James Beyanı) olan Kitap-ı mukaddesten bir dâne satın almıştı. Tabî’î İncîli (Kitap-ı mukaddesi) Allah kelâmı olarak kabûl ettiğinden, içinde hiçbir hatâ bulunmadığını zannediyordu. Fakat eline geçen bir Look mecmû’asında (İncîl Hakkında Hakîkatler) ismindeki bir makâlede, 1133 [m. 1720] tarihinde kurulan bir dînî meclîsin Kral James tarafından hazırlatılan Kitap-ı mukaddeste 20. 000 hatâ bulunduğunu meydana çıkardığını okuyunca şaşırıp kaldı. Çok üzüldü. Bu mes’eleyi ruhanî arkadaşlarıyla görüştüğü zaman, onlar kendisine, (Bugünkü Kitap-ı mukaddeste, 20. 000 değil, 50. 000 hatâ vardır) demezler mi?Genç adam kendinden geçti. Şimdi bize soruyor: Allah aşkına söyleyin bana, bizim Allah kelâmı zannettiğimiz Tevrât ve İncîl, böyle hatâlarla dolu bir eser midir?”[50]

Asrımızdaki mantığı daha açık ifadeyle kendi düşünce ve mantığını esas alıp hüküm vermeye çalışan zevatlar;Hüseyin Atay,Süleyman Ateş,Yaşar Nuri öztürk,Ahmet Hulusi,Zekeriya Beyaz,Bayraktar Bayraklı..Selefi yolu takib etmeye çalışan Abdulaziz Bayındır,Muhammed Esed..

Bunlar ile ilgili olarak;

AHMET HULUSİ yazmış olduğu bir çok eserle,sadece muamelatın çerçevesinde değil,itikat sahasını da zorlamakta,yorumlarıyla güya mantığı esas almaya çalışırken dinin hüküm ve esaslarını inkar etmektedir.Yaptığı felsefeyle de islam felsefesinin dışında kalmaktadır.

M.Avni Özmansur 247 sayfalık”Kur’an-daki asıl islam bu”(Ahmet Hulusiye cevap.4) adlı kitabında bu sapık düşünceleri tahlil ve delil getirerek sıralamaktadır. Bunlar;İman, ibadet,ruh,cin,şeytan gibi konulardır.

Her yanlış düşüncenin her şeyi İle yanlış olması elbette düşünülemez.Yazdıklarından büyük tepki aldığına inanan A.Hulusi,bundan sonra köyüne geçip ve de göçüp orada hayatını sade olarak geçireceğini ifade eder.

Kuyuya attığı taş ve bulandırdığı sudan sonra…

”İslâm Dini’ni gerçekten samimiyetle benimsiyorsanız, geçmişin şartları içinde oluşmuş yorumları bir yana koyarak, Hz. Muhammed aleyhisselâmdan bize intikâl eden verileri günümüz şartları ve bilgileri ışığında yeniden değerlendirmeye alınız.

DİNDE REFORM OLMAZ!… Çünkü Din, “ebeden değişmez sünnetullah” üzerine bina olmuştur.

DİNİ ANLAMADA REFORM ise çağımızda zaten başlamıştır…

Ancak bu reform, çeşitli çevrelerde söylendiği şekliyle yani dine lokalize yaklaşımlarla asla gerçekleşmez!.”(Ahmet Hulusi)

Acaba A.Hulusi yaptıklarıyla hangi guruba girmiş oluyor?Yoksa kuruntulu bir tevile mi giriyor?Zira kendisinin ki anlama da reform değil,anlamamada deform’dur.

Ahmet Hulusi,meselelere mantıklı oluştan ziyade akılcı yanaşmakta,aklının aldığını kabul etmektedir.Dinin şekilci yanını tüm hadislerde gördükten sonra bu konulara eğildiğini söyler.Bundan hareketle,rasulullah gibi giyinmek değil,örfe göre giyinmek sünnettir,der.

-Riyazet yaptığını ifade eder.Muğlak bir ifadesinde;Nebi gelmez,resul gelmez,diye bir şey Kur’an-da yoktur,ifadesinde bulunmuştur.

MUHAMMED ESED:Avusturyalı,Yahudi asıllı olup,dindar bir aileden gelme bir mühtedidir.1900’de doğmuş,1926’da müslüman olmuş,1992’de ölmüştür.İslâmî alanda bir çok eserler vermiştir.Araştırmacı,çoğunlukla ortadoğuda bulunmuş,hakkında bir çok makale yazılan bir yazar ve araştırmacıdır.

Belliki İbni Teymiyeden de etkilenmiş,tıpkı bir cihette,hocasını takib edip savunan İbni Kayyım Cevzi gibi,akılla çözmeye kalkışmıştır.Mesela;cennetin nimetlerinin sonsuzluğunu söylerken,cehennemin azabının sonsuz olmadığını,onlar gibi iddia etmektedir.

Tefsir tarz ve yöntemi olarak uygun görülen bu eser yani Meali hakkında” Gerçekten, tefsiri okuyan herkes, müfessirimizin; İbn Hazm, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Şevkâni, M. Abduh, M. Reşid Rıza gibi zahiri ön plâna alan ve bir mezhep sistemi içine girmeyen bir çizgi izlediğini gözlemler.” [51]

S.Yıldırım tenkidini derinleştirerek,hadisler konusunda takib ettiği yöntemi şöyle açıklar:” Müfessirimiz, hadislerin İslâm dinindeki yerini ve dinin ikinci ana kaynağı olduğunu kabul etmekle beraber, bazan şahsî tercihlerine dayanarak ilgili hadîslere yer vermez. Meselâ Felak ve Nas sûrelerinin tefsirinde müfessirlerce yer verilen sihir rivâyetine, yani Hz. Peygamber’in (a.s.m.) sihre maruz kalıp bu sûreleri okumakla onun tesirinden kurtulduğuna dair hadîse, keza Fatiha sûresindeki hakkındaki “Onlar Yahudiler’dir” ve dâllin hakkındaki “Hıristiyanlar’dır” hadîsine hiç temas etmez.
Kur’ân Mesajı yazarının bir özelliği de, terim değeri olan alışılmış kelimeleri kullanma yerine, onları yeniden tanımlamayı tercih etmesidir. Meselâ, kâfirler: “hakikati inkâr eden herkes” , zâlimler: “zulüm yapmaya şartlanmış olanlar” , fasıklar: “yoldan çıkmış olanlar” , müttakiler: “Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar” , zekât: “arındırıcı malî yükümlülük” şeklinde çevrilir. Bu usûlü bilerek ve bir yenilik olması gayesiyle uyguladığı aşikârdır.”

Yahudilerin Cumartesi gününü ihlalden dolayı;-Maymun olun- [52]âyetini mecazi olarak ele almıştır.

Cinler konusunda varlıklarını kabul etmez.

Aklı ön plana çıkarıp,anlaşılmayan veya anlayamadığı noktaları tevil eder.

Ayın ikiye yarılışını,[53] bir kıyamet hadisesi olarak,ileride vuku bulacağını söyler.

Cehenneminde ebedi olmadığı yorumunu yapar.

Tesettür,Zina haddi,hırsızlıkla ilgili konularda aynı hataya düşüp,âyetleri kopuk değerlendirip,eksiz gözlemde bulunur.

Esed mealinde zikredilen olumsuzluklar sadece bunlarla kalmaz,ayrıca;

-Hz.İsa’nın göğe kaldırılmasını şaşkınlık olarak niteler. [54]

-Neshi reddeder. [55]

-Âyetleri Kitab-ı Mukaddese dayandırarak tefsir eder.[56]

-Kurtuluşun kaynağını islâma göre değil,farklı dinlerede dayandırarak zikreder.Peygambere inanma şartını kaldırır. [57]

Güzel olan müteşabihatlarda hataya düşmeyişi hususunda ise,kanaatı olarak ifade edilir. [58]

Mekke’de bulunan Rabıtat-ül Alemil İslâmî’nin sipariş etmiş olduğu bu meal,görülen yanlışlıklar üzerine,uygun olmadığı yönünde bir rapor verilmiştir.Ve yüz bin adet basılmışken,tekrar hamur haline getirilmiştir.

Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da tenkidi yapılmıştır. [59]

Anlaşılan o ki;geçmişi göz önünde bulundurup yeni izahlar getirmekten öte,kendisiyle başlanacak,kendisine aid bir anlayış tarzı ortaya koymaktadır.

Anlaşılıyor ki Esed;Tefsirini doğulu müslümanlara göre değil,batılı eski dindaşlarına göre,onları memnun edecek ve onların kabul edecekleri yöntemleri takib ederek yazılmış bir eserdir.

Birazda İbrahim peygamberin putperestlere karşı secdeye kapanmalarını teklif ettiğinde onlarında,bir kere secdeye kapanmakla ne olacak deyip eğilmeleri ve İbrahim peygamberinde;-Ya Rabbi,yatırması benden,hidayet senden-demesi sonucunda,başlarını kaldırırken hidayet üzerine kalkmalarını hatırlatmaktadır.Ancak o İbrahim peygamber olup,bu Esed’dir..gerek soyca,gerek makamca…

Kendisi:” Kendim de Yahudi kökenli olmama rağmen, Siyonizme karşı başından beri güçlü bir muhalefet beslemişimdir içimde.”[60]

Tefsirini şöyle tanımlar:” “İslam’ın ana kaynağı olan kitabı doğru, sade, anlaşılır ve günün insanına, daha doğrusu Batı’lı insana, hitap eden bir uslupda yazmak, böylece onlara ön yargılarını terkettirecek doğru İslam’ı tanıtmaktır”.

Esed meali konusunda;“Özetle o, Kur’an’a “akılcı” yaklaşmamıştır, “akıllı” yaklaşmıştır. Akli yorumlarının bazısında isabet edememiştir.”[61]

Akıl bağlı olduğundan her zaman ölçü değildir.Eğer öyle olmuş olsaydı şunun da geçerli kabul edilmesi gerekirdi:

Mantıkla hareket etmeye çalışan Garody;inkâr etmese de,namazı 5 vakit değil de,ihtiyaç içerisinde 20 kere kılınması,orucu belli bir zamana hasretmemeye,el kesmeyi artık elektronik cihazlarla hırsızlık yapıldığından dolayı uygulamamak,Mirasta erkeğe değil,kadına iki pay vermeyi önerir.Helal ve haramların nisbi olup,bölgelere göre değişebileceğini savunur.Nitekim içkinin israf halinde haram olduğunu ifade eder.Ve kendisininde hanif olduğunu böylece ne hristiyan,ne yahud,ne de müslüman…

Esed mealinde terim ve kavramlara farklı anlamlar takmaktadır.İslama teslim olan gibi.

Esed meali ilk olarak 1996’da Türkçeye tercüme edilmiştir.Bir çok kimse tam tasvib etmediği halde,tam tenkide de cesaret bulamamış,ilk tenkid edenin kendisi olmasını istememiştir.Yapılan iyi bir çalışmayı tenkidde bir hassasiyet gösterilmiş,engellenmemiştir. Ancak tenkidden sonra tenkidler birbirini takib etmiştir.”[62]

Esedin meal tefsirinde şüphe uyandıran bir nokta da;onun yahudi asıllı ve o dinin eğitimi üzerine yetişmiş olmasıdır.

S.Hocaoğlu yazdığı 7 makale ile genişçe tahlil etmiş,sonuç olarak eksikleri olsa da olumlu bulmuştur.Zira bu çevirinin çevirisidir,durumunu da göz önünde bulundurmuştur.[63]

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK : Onun hakkında çok şey söylenmiştir.İşte onlardan bir kaçı:

M.Şevket Eygi,gerek Y.N.Öztürk gerekse Zekeriya Beyaz hakkında şunları söyler:

“Dr.Moon,Öztürk,Baykal

YENİ bir din mi dersiniz,tarikat mı dersiniz,işte bunun kurucusu Dr.Moon’un geçen yaz belli başlı Amerikan gazetelerine büyük ilanlar verdiğini daha önce yazmıştım.Önemine binaen konuyla ilgili olduğu için bu ilanların içeriğini kısaca özetliyorum.Dr.Moon şöyle diyordu:

Büyük bir toplantı yapıldı.Hz.İsa,Hz.Muhammed,Buda,Konfiçyüs,Martin Lüther geldiler.Hz.İsa beni ahirzaman mehdisi olarak ilan etti.Toplantıya Allah katılmadı,mektup gönderdi…”İki gazete ilanı basmadı,ötekiler yayınladı…

Dr. Moon Karun kadar zengin bir adam,doların mülti-milyarları ile oynuyor. Üniversiteleri var,gazeteleri var,televizyon istasyonları var,dünya çapında teşkilatı var.İşte bu zat Türkiye’ye de kanca atmış bulunuyor.Meşhur,mâruf,mâlum,mâhut Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk New York’ta Dr.Moon üniversitesinde iki yıl hocalık yapmış,ders okutmuş.Kendisi aynı zamanda bu yeni dinin kutsal metinler “Editorialboard”üyesi.Sık sık toplantılarına katılmış,Moon’cularla sıkı fıkı,içli dışlı olmuş.Bir İslâm ilâhiyatı profesörünün böyle nev-zuhur bir dinle ne alâkası olabilir.Oluyor işte.Yaşar Nuri Öztürk enteresan,cür’etkâr iddialara sahiptir.Bir ara kendisini”Çıplak uyarıcı”ilan etmişti.Çıplak uyarıcı Kur’an-ı Kerim-de geçen Arapça “Nezirun mubîn”in Türkçe karşılığıdır.Kur’an bu sıfatı sadece Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem için kullanıyor,başka bir insan için kullanmıyor.Peki Peygambere ait böyle bir sıfatı Öztürk kendisi için nasıl kullanıyor?Kullanır…O bir ilâhiyat profesörüdür,hem bu memlekette bu gibi işler için geniş bir inanç ve fikir hürriyeti vardır.

06-04-2002 tarihli Milliyet gazetesinde”İlâhiyatçılara Moon Çengeli”başlığı ile bir haber çıkmıştı.(Ömer Erbil imzasıyla)Bu haberden şu satırları naklediyorum:

“Ankara Sheraton Hotel’de bilimsel toplantı bahanesiyle Marmara Üniversitesi Dekanı Prof.Dr.Zekeriya Beyaz’ı tuzağa düşüren Moon tarikatı,ilâhiyatçılara çok daha önceden çengel atmış.Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof Mehmet Erkal,İ.Ü.İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof.Yaşar Öztürk’ün….tarikatın yurtdışındaki toplantılarına katıldığı belirlendi.”

Haberin alt kısmında katılan profesörlere sormuşlar.Prof.Dr.Mehmet Erkal”Roma’da bir toplantıya katıldım,kandırıldım”diyerek hatasını itiraf etmiş,tebrik ediyoruz.

Haftalık Aydınlık gazetesinde (26-11-2002) bu konu ile ilgili şu bilgiler var:

“Öztürk ANKA Ajansı’na Moon tarikatıyla ilişkisinin 1987’de Amerika’dan döndükten sonra bittiğini söylüyor ama 1988’de Bursa’da Sidre Yayınları’ndan çıkan “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” adlı kitabında,Uluslararası Ortadoğu Birliği’nin danışman kurulu üyesi olduğunu yazıyor!

ANKA Ajansı’nın Öztürk’e sorusu şöyle:”Halen tarikatın ayın organı Dünya Kutsal Metinleri’ndeki isminizden editör olarak söz ediliyor,bunu açıklar mısınız?

Öztürk,bu soruya şu yanıtı veriyor:”Editör deyimi yanlış.Danışman veya hazırlayıcılardan biri olduğumuzun söylenmesi gerekirdi.”

Türkiye ne garip bir ülke…Ehl-i sünnet mensubu bir ilâhiyatçı Nakşilik tarikatına veya Risale-i Nur cemaatına girerse suç oluyorda,Dr.Moon tarikatına veya dinine girerse suç olmuyor!

Yaşar Nuri Öztürk İslâm hükümlerinin ana kaynaklarından olan Sünnet’i ve icmâ-i ümmeti devre dışı bırakarak kendi kafasına göre,Kur’an müslümanlığı diye yeni bir sistem geliştirmek istiyor.Peki,onun tek kaynak olarak kabul ettiği Kur’an Dr.Moon dini için,Dr.Moon’unAmerikan gazetelerine verdiği ilandaki iddialar için ne diyor?..”

Bununla beraber,Türkiye’de Dr.Moon dini ile ilişki kuranlar sadece bazı ilahiyatçılar değil,aynı zamanda CHP genel Başkanı Deniz Baykal,Dinler arası diyalog perdesi altında çeşitli din ve cemaat üyelerinin de ilişkide olduğunu genişçe anlatır.

Moon:CIA tarafından desteklenmektedir. [64]

Dönme olan Muhammed Yahya ABD-li olup,Y.N.Öztürk-ün yüksek lisans öğrencisi oluşu,bu öğrencininde -moon olup-,özellikle Öztürkle ilgilenmesi ibretâmizdir.[65]

Y.N.Öztürk’ün hocası olan Karadeniz bölge vaizi Mustafa Cansız,ezan okunurken,kahvede tavla oynamasından dolayı tenkid edilmiştir.

Bir asrın sonu..aydınların son sözü;Yanıldık,Yandık,Aldandık,Aldatıldık, Sahiblenmedik,Kavgalı olduk,İtibarlılara itibar etmedik,Ubur ettik…

Tesettürü inkâr eden İslam Gerçeği isimli kitabın yazarlarından birisidir. Sol bir partiye üye olup, siyasete atılan Yaşar Nuri Öztürk, “Kur’anda İslam” kitabında diyor ki:

1- Ebrehe’nin ordusunu helak eden siccin taşları, veba mikroplarıdır, (s. 45)

2- Mi’raç ruhani bir olaydır, (s. 58)

3- Ayın ikiye ayrılma mucizesi, fiili değildir. Resulullah, böyle görüntü meydana getirdi, (s. 90)

4- Kur’anda kadere iman diye bir şey yoktur, (s. 93,95)

5- Davud Peygamber günah işlemiştir. Peygamberler günahtan beri değildir, (s. 101)

6- Kur’anı anlamadan okumak hatim sayılmaz, (s. 102)

7- Yolculukta bakımsız mescitlerde namaz kılmamalı, namazları cem etmelidir, (s. 104)

8- Cennette Allah görülmeyecektir. (s. 108)

9- Hazret-i Peygamber, ümmî değildi. (s. 110,334)

10- Cihazdan dinlemekle hatim olur. (s. 117)

11- Ölüler için Kur’an okunmaz, (s. 118-317)

12- Camilerdeki Muhammed v.s.nin ismi yazılı tablolar tevhid inancına ters düşer, (s. 120)

13- Resulullah, tek bir hadisin bile yazılmasına izin vermemiştir, (s. 127)

14- Hazret-i İbrahimin babası putperest idi. (s. 55)

15- Kur’anın hiçbir âyeti nesh edilmemiştir, (s. 157)

16- İslamiyette tenasüh (reenkarnasyon) vardır, (s. 161,249,257,283,312,320)

17- Kur’ana abdestsiz, gusülsüz el sürülür ve okunur, (s. 162,163,288)

18- Hazret-i Musa, günah işlemiştir. Bir kıbtiyi öldürmüştür, (s. 165)

19- Namazda her millet kendi lisanı ile okuyabilir (s. 295)

20- Allaha ve ahirete inanan ve barışa yönelik hizmetler sergileyen herkes, ister yahudi, ister hıristiyan olsun cennete girecektir, (s. 367,493,511)

21- Namaz kılarken kıbleye yönelme şartı yoktur. (s. 580)

22- Mezhebi dörtte sınırlamak, İslama yapılabilecek en büyük kötülüktür, (s. 399)

23- Oruç kefareti diye bir şey yoktur, (s. 415)

24- Dinden dönen, mürted olan öldürülmez. (s. 424)

25- Müslüman kadın, kitap ehli kâfirlerle evlenebilir, (s. 425)

26- Kadın hayz halinde, namaz kılar, oruç tutar, Kur’an okur, tavaf eder. (s. 429)

27- Şahitlikte iki kadının bir erkeğe eşitliği yanlıştır, (s. 453,452)

28- Kadınlara da cuma namazı farzdır. Cuma namazı iki rekattır, diğerleri bidattır. (s. 515)

29- Eskiden, köle kadınlardan ayırt edilmesi için, hür kadınlar örtünürdü.

Bugün için böyle bir şeye ihtiyaç olmadığı için, kadınların örtünmesi farz değildir. (s. 529 , 615)”(Mezhebsizlik hakkında bilgi.2)[66] [67]

Yazar her şeyi bilen ansiklöpedist bir edayla konulara yaklaşıyor. Bir çok temel ve geniş kapsamlı konularda onlara vakıfmış edasıyla sorgular ve kritik yapar tarzda

konuşuyor.Her konuya vakıf olamadığı için çelişkiler yakasını bırakmıyor.”

Yaşar Nuri,Kur’an-ı yüceltmek adına,Hz.Muhammede yetki vermeyip verilen yetkiyi elinden alınca,rahatlıkla yorumda bulunmakta,genel inanış ve uygulamalara aykırı düşmektedir.Şöyle ki:” “Hadislerin Peygambere ait olması bir ihtimaldir. Ama sadece bir ihtimaldir. Hadislerin hiç birine Kuran’da olmayan bir hükmü koydurtamayız. Ancak onları dinde hüküm olmayacak alanlarda kullanabiliriz. Dinde hükme gelince o yalnız Allah’ındır. Peygambere bile dinde hüküm koyma yetkisi verilmemiştir. “ve bunu da şirk saymıştır.Acaba kendisi hiç kaynak ve delil olarak kullanmıyor mu yoksa?Tıpkı Cuma namazının emri ile uygulamadaki farklılığı dolayısıyla reddetmesi ,sünnet namazı önemsememesi gibi.Bu durumda islamın bir çok mufassal hükmünün ve uygulamasının rahatlıkla yanlışlılığına gidilecektir.İbadet konularında ve genel muamelatta eğer kuran tafsilatıyla açıklamış olsaydı bir kitap değil en az yirmi kitab olması gerekecekti.Sünnet ve hadisler Kur’anın hem tefsiri,hem uygulamalarıdır.

HADİS konusunda Bediüzzaman Hazretleri özetle şöyle der:

“Kur’an-ı Hakîm’in ve Kur’anın müfessir-i hakikîsi olan hadîsin bir kısım yüksek ve ulvî hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyadı noksan olan kalblere yardım edecek basamaklar…”[68]

Evvela hadise Teslim ve İnkiyad gerekmektedir.

“Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’malin fazilet ve sevablarından bahseden ehadîs-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim onların bir kısmına zaîf veya mevzu demişler. İmanı zaîf ve enaniyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler.”[69]

İyi anlaşılmalı ve hemen inkârına gidilmemelidir.

“Ehadîs-i Şerife râvilerinin bazı kavilleri veyahut istinbat ettikleri manaları, metn-i hadîsten telakki ediliyordu. Halbuki insan hatadan hâlî olmadığı için, hilaf-ı vaki’ bazı istinbatları veya kavilleri hadîs zannedilerek za’fına hükmedilmiş.”[70]

Râvinin sözüyle karıştırılmamalıdır.

“Bazı ehl-i keşif ve ehl-i velayet olan muhaddisîn-i muhaddesûn ilhamlarıyla gelen bazı maânî, hadîs telakki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya -bazı arızalarla- hata olabilir. İşte bu neviden bir kısım hilaf-ı hakikat çıkabilir.”[71]

Ehli keşfin ilhamıyla iltibas edilmemelidir.

Sevr ve Hut gibi teşbihler Hakikat telakki edilmemelidir.[72]

Zira tüm itirazlar;İnsafsızlık,Dikkatsizlik,İmanın zaafiyeti,felsefenin kavi,bencil,münekkidlikden kaynaklanmakla beraber,bir kusur varsa bizlere aittir.[73]

“Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır.”[74]

“Hadîs Der Âyete: Sana Yetişmek Muhal!

Hadîs ile âyeti müvazene edersen, bilbedahe görürsün beşerin en beligi, vahyin de mübelliği, o dahi baliğ olmaz.”[75]

En muteber hadis kitabları ve alimlerince musaddak olan 19.Mektub hakkında da :” Şu risalede çok ehadîs-i şerife nakletmişim. Yanımda kütüb-ü hadîsiye bulunmuyor. Yazdığım hadîslerin lafzında yanlışım varsa; ya tashih edilsin veyahud “hadîs-i bilmana”dır denilsin. Çünki kavl-i racih odur ki: “Nakl-i hadîs-i bilmana caizdir.” Yani: Hadîsin yalnız manasını alıp, lafzını kendi zikreder. Madem öyledir; lafzında yanlışım varsa, hadîs-i bilmana nazarıyla bakılsın.”[76]

Bir kısım hadisler:” “Vahy-i sarihî”dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi…”[77]

Bir kısım hadiste:” bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor.”[78]

“Evet muhaddisînin muhakkikîninden “El-Hâfız” tabir ettikleri zâtlar, lâakal yüzbin hadîsi hıfzına almış binler muhakkik muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işa abdestiyle kılan müttaki muhaddisler ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih ve kabul ettikleri haber-i vâhid, tevatür kat’iyyetinden geri kalmaz. Evet fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlîsine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki; yüz hadîs içinde bir mevzu’u görse, “Mevzu’dur” der. “Bu, hadîs olmaz ve Peygamber’in sözü değildir” der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler tenkidde ifrat edip, bazı ehadîs-i sahihaya da mevzu’ demişler. Fakat her mevzu’ şey’in manası yanlıştır demek değildir; belki “Bu söz hadîs değildir” demektir.”[79]

Hadislerin An’aneli olarak gelmesi,hadisleri kuvvetlendirmektedir.

“Sual. An’aneli senedin fâidesi nedir ki;lüzumsuz yerdemâlum bir vâkıada:”an filân,an filân”derler?

Elcevab: Faideleri çoktur. Ezcümle, bir faidesi şudur: An’ane ile gösteriliyor ki, an’anede dâhil olan mevsuk ve hüccetli ve sadık ehl-i hadîsin bir nevi icmaını irae eder ve o senedde dâhil olan ehl-i tahkikin bir nevi ittifakını gösterir. Güya o senedde, o an’anede dâhil olan herbir imam, herbir allâme; hadîsin hükmünü imza ediyor, sıhhatine dair mührünü basıyor.”[80]

Kur’an-dan sonra gayet dikkatle hadislerin muhafazasına çalışılmıştır.

“Sahâbeler,Kur’anın ve âyetlerin hıfzından sonra en ziyade,Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ef’al ve akvâlinin muhafazasına,bâhusus ahkâma ve mu’cizata dâir ahvaline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, Tarih ve Siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehadîsiye şehadet ediyor. Hem Asr-ı Saadette, mu’cizatı ve medar-ı ahkâm ehadîsi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb’a, kitabetle kaydettiler. Hususan Tercüman-ül Kur’an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-il Âs, bahusus otuz-kırk sene sonra, Tâbiînin binler muhakkikleri, ehadîsi ve mu’cizatı yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler; yazı ile muhafaza ettiler. Daha Hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule vazife-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp; bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfızsız veya nâdânların karıştırdıkları mevzu ehadîsi tefrik ettiler, gösterdiler. Sonra ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehadîs-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte bahsedeceğimiz hâdiseler, mu’cizeler böyle elden ele -kuvvetli, emin, müteaddid ve çok, belki hadsiz ellerden- sağlam olarak bize gelmiş.”[81]

Hadisler,Cevâmi’ul Kelim-dir.[82] Külli irşad vazifesinde bulunmaktadır.

Hem herşey malumatımıza dahil değildir.[83]

-Ehli Kitabla ilgili olan hususlarda;

“Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.”[84]

“İman edenler ile yahudiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.”[85]

“Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.”[86]

“(Resulüm!) İşte sana (önceki kitapları tasdik eden) bu kitabı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır. Ayetlerimizi ancak kâfirler bile bile inkâr eder.”[87]

Kur’an-da ehli kitabla ilgili olarak umumi hükümde bulunulmamaktadır.Hep hususi olarak içlerinde beyinsiz,alaya alan ve inkar edenler diye tahsis edilmez,bazılar diye zikredilmiştir.Hükümler mutlak değil mukayyed,umumi değil hususidir.

“Kuran’ın Çağdaş Tefsiri” isimli tefsir kitabının müellifi Sayın Süleyman Ateş ve “Kuran’daki İslam” kitabı ve diğer eserleri ile Sayın Yaşar Nuri Öztürk, Kitap ehlinden Allah’a, ahirete inanan ve salih amel yapan kimseler cennetliktir diyorlar.

Bu arada şunu belirtmekte fayda görüyorum. Sayın Y. N. Öztürk’ün bu konuda bir yaklaşımı yok, iki yaklaşımı var. Biz kendi kitapları üzerinde yaptığımız bir çalışmada daha önce gördük ki, sayın Öztürk bu konuda çelişki içinde;Bu konudaki detaylı bilgi için o çalışmaya bakmanızı rica ederken, burada kısaca bilgi vermek istiyorum.

Yazar yukarıdaki ayetler mefhumundan yola çıkarak önce şöyle diyor.

“Kuran bu beyanıyla bir genelleme yaparak hristiyan patentli herkesi cennetlik ilan etmiyor. Söylenen şudur: Hristiyanlar içinde vicdan ve imanı yüksek gerçeğe saygılı ve sonuç olarak da Son Resul’ün tebligatını Allah’tan bir vahiy olarak benimseyecek kişiler olacaktır. Bu kişiler isim olarak dinlerini değiştirmeseler de Allah’ın sevgili kulları, tevhit ehlidirler. Ama Hiristiyanların büyük çoğunluğu sapmıştır.”[88]

-Prof.Süleyman Ateş Turan Dursun’un ehliyetsizce ve bilgisizce sadece kuru kuruya tenkidden öteye gitmeyen “Din Bu” adlı eserine deliller getirerek “Gerçek Din Bu” adlı iki ciltlik bir eser vermiştir.Bu bir reddiyedir.Ancak Kendisinin bu eserinin ikinci cildini incelediğimizde gördük ki;buna da bir reddiye yazmak gerekmektedir.

Mesela. Kamer 2. âyetindeki Ayın ikiye yarılması olayının olmadığını iddia edip,bunun mazi kipiyle değil,ileride kıyamet kopunca olacağını,kendisince yorumlayıp delillendirir.

Ancak birkaç sayfa önceki uzunca yazısında da mucizenin gerçekliğini anlatırken,buna o nazarla bakıp değerlendirmemektedir.Bir tezad görülmektedir.[89] Hakikatı olan mucizenin,ayın yarılmasında da neden bir haikatı olmasın.Miraç ondan geri mi?Parmaklarından suyun akması,az bir yemekle ve su ile koca bir ordunun ihtiyacının giderilmesi ne kadar geridir?

Ayrıca Bakara.65-66.âyette geçen;”Aşağılık maymun olun,dedik.”ifadesini,bundan kasdedilenin,Yahudilerin kendi vatanlarını terk ederken,geriye dönerek hüzün ve perişanlıklarından kinaye olarak söylenmiş olduğu yorumunu tekellüflü bir tevil olarak yorumlamaktadır.[90]

S.Ateş,her şeyi ölçü olarak kendi mantığına atutturmaya çalışır.Mantığına uymayanı ise ya tevil ya da reddeder.Bununla da dini korumayı amaçladığını ifade eder.

Oysa kendisi de şu şiiri almıştır;

İdrak-i maâli bu küçük akla gerekmez.

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

Akıl nakilde ve cumhurda bir makes bulursa ehemmiyet kesbeder.Ferdi,şahsi ,hissi yorumlar bir delil kabul edilmezler.

-Dann-Avcının birinin hiç avcılıkla konuşulmayan bir mecliste artık dayanamayarak sessizlik ânında bunu ganimet bilerek,-Dann- diye bağırarak dikkatleri üzerine çeker ve başlar anlatmaya;Ben,bir zamanlar avda iken…

Bediüzzaman hazretleri Münazarat isimli eserinin 33. sayfasında kendine sorulan bir soruya şöyle cevap veriyor:

S- Bir kısım Jön Türk der: “Demeyiniz Hristiyanlara hey kâfir. Zira ehl-i kitabdırlar.” Neden kâfir olana kâfir demiyeceğiz?

Kör adama, hey kör demediğiniz gibi… Çünki eziyettir. Eziyetten nehiy var:

Saniyen: Kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mütebadiri, dinsiz ve münkir-i Sani’ demektir. Şu mana ile, ehl-i kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur. İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lâkin örfen evvelki mananın tebadüründen, bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur. Hem de daire-i itikadı, daire-i muamelata karıştırmağa mecburiyet yoktur. Kabildir, o kısım Jön Türklerin muradı bu olsun.”

Çünki;” Ehl-i kitabdan bir haremin olsa elbette seveceksin.

Bu asırda kendine güvenen Ehli kitabın en fazla Kur’an-a karşı bîgane kaldığı ve muhtaç olduğu halde kulağını kapadığı görülmektedir.[91]

Mekke’de birinci safta müşrikler olduğundan daha ziyade imana dair âyetler işlenirken;” Amma Medine sure ve âyetlerde, birinci safta muhatab ve muarızları ise, Allah’ı tasdik eden Yahudi ve Nasara gibi ehl-i kitab olduğundan mukteza-yı belâgat ve irşad ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan sade ve vazıh ve tafsilli bir üslûb ile ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usûlünü ve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilaf olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşe’leri ve sebebleri olan cüz’iyatın beyanı lâzım geldiğinden o Medine sure ve âyetlerde ekseriyetçe tafsil ve izah ve sade üslûbla beyanat içinde Kur’ana mahsus emsalsiz bir tarz-ı beyanla birden o cüz’î teferruat hâdisesi içinde yüksek kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve o cüz’î hâdise-i şer’iyeyi küllîleştiren ve imtisalini iman-ı Billah ile temin eden bir cümle-i tevhidiyeyi ve imaniyeyi ve uhreviyeyi zikreder.”[92]

Kur’an ehli kitabı imana davet etmekle geçerli olan gerekçesini de takdim eder:

“Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem’ etmiş olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta’dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünki fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’an fer’î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.”[93]

İman etmemeleri veya kulak vermemeleri halinde;” bazı ehl-i kitab’ın iman ettikleri âhiret hakikî bir âhiret olmadığına…. ehl-i kitabın iddia ettikleri iman, yakînden hâlî olduğundan, onların imanı, iman olmadığına işaret… ehl-i kitabdan olup Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a iman etmeyenlere bir ta’riz olmak”tadır[94].

İslâmın dışındakiler ise ‘Muzahrefat’ [95] olarak değerlendirilmektedir.

Bugün kendileri dahi ikrar etmektedirler ki;” bütün bu nakîsalar, Hristiyanların ellerindeki muharref kitab-ı mukaddeste mebzuliyetle vardır..” [96]

Kur’an her ne kadar ehli kitabı müşriklerle eş değerde tutmamış,kesdiklerinin yenilebileceğini,onların kızlarıyla evlenebilineceğini ancak kız verilemiyeceğini ifade etmişse de,bu onların iman etme,dine yakınlılıkta inkarcı müşriklerden bir adım önde olduklarını,diğer hususlarda da bir ruhsat,müsaade ve cevazla beraber efdal ve takvaya daha yakın olmadığını da belirtmiştir.

Bu hakikatlarla beraber,bu zamanın dehşeti konusunda Bediüzzaman;

“Ehl-i fetretin putperestliğinin daha feci’ bir surete giren suretperestliğinin…”[97] ” Âdeta fetret devri denmeğe seza olan bu zamanda…”[98]

“Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa’da Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem’den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî’ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.”[99] sırrınca fetret asrını hatırlattığını,Nitekim Filistinde mazlum ehli imanı kurtarmak için bir hristiyanın kendini feda edip buldozerin altında ezilmesi düşünmeye değer,ibretli bir haldir.

“Ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla’ ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”[100]

Ehli kitabı tamamen dışlayıp dışta bırakarak geçmişteki düşmanlıkları sürdürmek iman ve islamiyet ve islami ve kurani siyaset cihetinde hiçbir şey kazandırmaz.Onları itmek değil,çekmek daha müsbet harekettir.Bu onlar hakkında verilen hükümden sapmak ve vaz geçmek anlamına değildir.Müsbet zeminde,müsbet davayı anlatmayı sağlamak içindir.Sağlam ve kıymetli değerlere sarılan değil,çürük değersizliklere sarılanlar korksun.Peygamberimiz müşriklerle yapılan Hudeybiye anlaşmasında,onların itirazı üzerine Süheyl-e yazdırdığı besmeleyi,Rahman-ı, Bismikallahümmeyi kaldırtmış,yerine Muhammed bin Abdillah yazdırtmıştır.Şu sözü de söylemekten vaz geçmemiştir. “Vallahi siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah’ın Resûlüyüm. Bununla beraber, Muhammed İbnu Abdillah yaz!” O sene ziyarete izin verilmemesi kabul edilmekle kalınmamış,yapılan teklifte: “Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi, gelirse iâde etmen şartıyla.” Şartı kabul edilmiştir.Öyle ki;” Müşriklerin elinde esir bulunan Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr zincirleri arasında “gelmekte olduğu halde…Mekkeden kaçan mümin kadınlar için ise; “Ey İman edenler, (kendi ifadelerince) mü’mine kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü’mine kadınlar olduklarına kail olursanız onları kafirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kafir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere) verin. sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur…”[101].

Zahiren kılınçlar kınına girmiş,Kur’anın ise beliğ kılıncı kınından çıkmış,bir çok insanın islamiyete girişine ilk adımlar atılmış oluyordu.Bu bir taviz değil,kazanılacak galibiyetin teminatıdır.Mesele tebliğ ise,o ortamın tesisi de önemlidir. Efendimizin ifadesiyle,sulh,hayırdır.Yani hayır sulhdadır.Sulh ile hayır elde edilir,hayra ulaşılır.

Düstur;destur demektir.Herşeyde destur,düsturdur.Destur ile izin almak,bir işe başlamak güzel bir düsturdur.

Başlı başına aklın ortaya koyacağı düsturlar dar ve küçük olup,aciz kalır.[102]

Müsbet hareket ve Düsturları esas almak konusunda Bediüzzaman şöyle izahda bulunur:“ Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, “kuvvet” kabul eder. Hedefi, “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı, “cidal” tanır.”[103]

“Düstur-u cidalin şe’ni, çarpışmaktır.”[104]

“hikmet-i Kur’aniye ise,… Hayatta düstur-u cidal yerine, “düstur-u teavün”ü esas tutar…. Düstur-u teavünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir.”[105]

“Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış…”[106]

“Evet Kur’anın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir.”[107]

Kur’an ve İslamiyet umuma ve külli düsturları cemeden bir düsturlar mecmuasıdır.Bu konuda:” Din ülemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek…”[108] gerektir.Dinini ve sünnetin düsturlarını beğenmemek ise,bid’attır.[109]

Ve bu konuda;” mü’minin tahassüngâhı: Muhakkikîn-i asfiyanın düsturlarıyla hududları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemat-ı Kur’aniyedir.”[110]

Bütün sapık ideolojilerde kendi düsturlarıyla,kendi mensublarını tutmaktadırlar.[111] Tıpkı Rahmanın Düsturları ile,Şeytanın düsturları gibi.[112]

Bazı düsturlarda vardır ki;Umumi olup erkesi bağlarken,bazısı da Hususi olup kişiyi bağlar.

Alem bu düstur üzerine hareket etmektedir.” Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve müvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle, o Alîm-i Kadîr’e şehadet eder.”[113]

Bu hakikatı ikrar ve ifade eden,eskinin aşırı koministlerinden olup islamı seçmekle çağı seçtiğini ifade eden R.Garoudy şöyle diyor:” İslâm, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yâni, İslâm dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur’an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükm etti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkca o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır.”[114]

-” Şimdi Haremeyn-i Şerifeyn’e hükmeden Vehhabîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbn-üt Teymiye ve İbn-ül Kayyim-i Cevzî’nin pek acib ve cazibedar eserleri İstanbul’da çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid’alara müsaadekâr meşreblerini kendilerine perde yapmak isteyen, bid’alara bulaşmış bir kısım hocalar, sizin muhabbet-i Âl-i Beyt’ten gelen ve şimdi izharı lâzım olmayan içtihadınızı vesile ederek hem sana, hem Nur şakirdlerine darbe vurabilirler. Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zemm ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevab yok. Çünki tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok. İşte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt’in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikata müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahs ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler; menfaatsiz, zararı var demişler.”[115]

Mehmet ÖZÇELİK

28-06-2003

[1] Sözler.341.

[2] Muhakemat.64.

[3] Muhakemat.53.

[4] Muhakemat.18-22.

[5] Muhakemat.9.

[6] Lem’alar.90-91,94,Şualar.263,712,Muhakemat.59,S.T.Gaybi.95.

[7] Münazarat.89.

[8] Mikdam radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

[9] Ebû Saîd radıyallahu anh. Buhârî.

[10] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî.

[11] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

[12] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ahmed.

[13] Saad radıyallahu anh. Müslim.

[14] Enes radıyallahu anh. Tirmizî.

[15] Âl- İmran.45,47,59,Meryem.17-23,Enbiya.91,Mü’minun.50.

[16] Nisa.163,171,Maide.75,En’am.85,Hadid.27.

[17] Nisa.171-172.

[18] Âl-i İmran33-35.

[19] Âl-i İmran.48-49.

[20] Âl-i İmran.48,Maide.46,Hadid.27.

[21] Âl-i İmran.52-53,Maide.111-112,Saf.14.

[22] Âl-i İmran.54-55,Nisa.156-159,Maide.110,

[23] Âl-i İmran.54-55,Nisa.157-158.

[24] Zuhruf.61.Nisa.159.

[25] Nisa.171.

[26] Nisa.159, Buhari-Müslim-Tirmizi.

[27] 26.Mektub.4.Mebhas.cihadname.hamimsayfasi.

[28] Tefsir-i Kurtubi- Nisa suresi- ayet 171,bak.Fütuh-uş Şam, Cild-2, Sahife-25.

[29] Fütuh-uş Şam, Cild-2, Sahife-25.

[30] Mektubat.6.

[31] Mektubat.57,Şualar.587.

[32] Mektubat.433.

[33] Âl-i İmran.49,Sözler.255,368.

[34] Sözler.334,564.

[35] Sözler.643,Lemalar.24.

[36] Mektubat.6.

[37] Mektubat.57,Şualar.579.

[38] Mektubat.163.

[39] Mektubat.171.

[40] Mektubat.435.

[41] Mektubat.437.

[42] Mektubat.441.

[43] Şualar.593.

[44] Barla lahikası.155.

[45] Lemalar.151.Haşiye.1.

[46] Emirdağ Lahikası.1/159-160.

[47] Emirdağ Lahikası.2/244.

[48] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.9.

[49] Herkese lazım olan iman,kitabından-Hristiyanlık dini.

[50] Herkese lazım olan iman.kitabı.

[51] (Prof.S.Yıldırım. Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı adlı Tefsiri hakkında.)

[52] (Bakara.65 ve A’raf.166,Mâide.60)

[53] (Kamer.1)

[54] (Nisa.157)

[55] (Bakara.106)

[56] (Bakara.67,73,Tevrat.Tesniye.XX1,1-9)

[57] (Âl-i İmran.184,Bakara.62,112-113)

[58] (Bak.Milli Gazete.E.Sifil.16,18.Ocak.2003)

[59] (Bak.Milli Gazete.M.Şevket Eygi.29-1-2003)

[60] Muhammed ESED’in Siyonist Lider Weizmann ile Diyoloğu.

[61] S.Hocaoğlu.Yeni Şafak. 7-3-2003.

[62] Bak.S.Hocaoğlu.Yeni şafak.24,28-Şubat,4,7,10-Mart-2003.

[63] Agg.14.3.2003.

[64]Bak.Memleket benim değil.Necmi Naz..sh.123-150.

[65] Age.137-138.

[66] “Modern İslam Düşüncesi Üzerine Bir Yazarın (Yaşar Nuri Öztürk) “Kritiği(adlı kitapta)“Bir Yazarın değerlendirmesi.

[67] Milli gazete.1-2-2003.

[68] Sözler.163.

[69] Sözler.341,345,347,494.

[70] Sözler.342,344.

[71] Sözler.342.

[72] Sözler.342,350,Mektubat.351,Lem’alar.90-91,94,Şualar.354,358,400-401,416,419-421.

[73] Sözler.349,754.

[74] Mektubat.473.

[75] Sözler.732,Mektubat.479,İ.İ’caz.66.

[76] Mektubat.88,279.

[77] Mektubat.93.

[78] Mektubat.93.

[79] Mektubat.94-95,101.

[80] Mektubat.95.

[81] Mektubat.113,110,118-120,132.

[82] S.T.Gaybi.137,Muhakemat.19-22,64,H.Şamiye.48,Münazarat.21,S.T.İşarat,13,90.

[83] Mektubat.141.

[84] Bakara.62.

[85] Mâide.69.

[86] Âl-i İmran.199.

[87] Ankebut.47.

[88] Kuran’ın Temel Kavramları 396.

[89] Bak.age.sh.32-38.

[90] Bak.age.42-46.

[91] Bak.Sözler.407.

[92] Sözler.455,Şualar.247.

[93] İ.İ’caz.50,47,49.

[94] İ.İ’caz.58-59,62.

[95] Muhakemat.19.

[96] İ.İ’caz.216. John Davenport.

[97] Barla.291.

[98] Barla.375.

[99] Kastamonu Lahikası.111-2.Tarihçe-i Hayat.297,738.

[100] Mektubat.385.

[101] Mümtehine 10.

[102] Sözler.95.

[103] Sözler.132.

[104] Sözler.133.

[105] Sözler.133.

[106] Sözler.246,247,401,187.

[107] Sözler.408.

[108] Mektubat.448.

[109] Lem’alar.53.

[110] Lem’alar.75.

[111] Lem’alar.170.

[112] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.193.

[113] Mesnevi-i Nuriye.164.

[114] Koministlik ve Koministlerde din düşmanlığı…kitabından..

[115] Emirdağ Lahikası.1/205.




ALEMLER VE İNSAN

ALEMLER VE İNSAN

“Cenab-ı Hakkın şu ğayrı mütenahi fezada çok alemleri vardır.”[1]

İnsanı yokluktan alıp ahirete götüren Allah,bu insanı bir çok menzillere uğratarak tabiri caizse,her bir yerde oraya münasip pişme usulleri ile pişirdikten işledikten sonra ebedi cennet ve cehennem hayatına götürmektedir. Mevlana’nın deyimi ile:

“Hamdım,Pişdim,Yandım”

İşlenmemiş bir taş ancak ustasının eline girmekle bir kıymet alır. ancak o taşında taş olması gerek…

Hadis-de”İnsanlar madenler gibidir.” İnsan bu seyrinde işlenmek için yola çıkarılmıştır. Kabiliyetine göre nasıl bir maden olacaktır?

İnsanda Cenab-ı Hakkın terbiyesi altında terbiyelenmekte,bir kıymet almaktadır. Allah gönderdiği peygamber ve kitabı ile verdiği akıl,kalb,ruh,vicdan,his,şuur,idrak,şefkat gibi duyguları ile o insanı gerçek insanlığa namzed kılmaktadır. Çünkü alem ve alemlerden maksad insandır.

Mesela bir ekmeğin elde edilebilmesi için bir çok aşılması gereken zorluklar ve engeller vardır. Bunlar ise;O buğday tanesinin toprağın karanlıklarından,onun mengenesi altında ezilerek,yağmur,dolu,kar ve güneşin altında pişmesi ile,değirmenin altında inim inim inleyip,posası atılarak,fırıncının yumrukları altında belli bir kıvama girecek ve en müthişi olan ateşin içinde evrile çevrile pişirilecek ki ekmek olup yenilebilir bir hale gelsin.

Mesele bu kadarla da bitmemektedir. O ekmek insanın diş değirmenin de öğütülecek,oradan midenin yakıcı asid salgılaması ile hazmedilip ayrıştırılacak ve oradan da vücudun münasib olan her hangi bir yerine oturarak orada iş görecek,bir hücre olacak,geriye kalan posaları da tekrar dışa ve dışarıya dışkı olarak atılacaktır. layık olduğu yere gidecektir. Çünkü,alınması gereken alınmıştır.

İşte alemde böyledir. İnsanda bu dünyaya gelene kadar tavırdan tavıra,halden hale dönüşerek gelmiş ve de gitmektedir. Milyonlarca sperm içinde sadece sağlıklı olarak kendisi seçilmiştir. Diğer milyonlarcası,milyarlarcası atılmıştır. Kazanamamışlardır. İnsanlığa aday değillerdir. Kazanan aday kendisidir. İlahi lutfun desteği ve tercihidir.

Amaç ise kamil manada gerçek insan elde etmektir. Özü alıp posasını kazurat ve pislik olarak cehennemine boşaltmaktır.

Gelelim alemdeki seyahatimize;İnsanı yokluktan,hiçlikten,atom ve zerrede iken Allah’ın kudreti ile varlık alemine çıkmıştır. Çünkü Allah için yok diye bir şey yoktur. Her eşya onun ilim ve kudretinin sınırları içerisindedir. O’nun varlığının sınırı yok ki varlıklar onun dışına çıkıp kaçabilsinler. Yokluk ile varlık sanki iki alem gibidirler. Birinden alıp ötekine koymak gibidir.

Mesela;yokluk karanlık ise,varlık aydınlığın ifadesidir. Hatta diyebiliriz ki;küfür ve imansızlık en büyük bir yokluktur. Zira onun için varlık,var olma bir anlamsızlıktan ibarettir. Nitekim ay ve yıldızlar güneş ile olan bağlantılarını kestikleri zaman,bizim için karanlıkta kaldıklarından ve varlıkları bilinmediğinden,görülmediğinden,bize meçhul ve gizli kalıp,yok olmuş olacaklardı. Karanlık olan küfürde,Allah’dan bağlılığın kesilmesi ve karanlığa gömülmesidir.

Var olan Allah insanı var ederken onu taş ve toprak yapmadı. İnsan onun özelliğini taşıdı ve o mertebeyi aştı. Bitkiler ve hayvanlar alemini geçerek,aldığı yüce duygular ile insanlığa namzed oldu. Oysa insan, insan değil de her şey olabilirdi,bir şeyde olmayabilirdi. İşte Allah insanı bütün bu aşamalardan aşırıp onu bir şey olan insan olarak yaratmayı irade etti.

Evvela;İnsan olarak yaratılacak bu varlığa temel oluşturacak olan bir öz gerekti. o öz de ruh olarak tecelli etti.

RUHLAR ALEMİ : Mahiyeti ve her şeyi ile Allah’ın ilminde olan varlıklar,Allah’ın emri ve var etmesi ile var olurlar. Bedenden ayrı olan ruh,Allah’ın emir dairesindendir. Ayetin ifadesi ile:”Sana ruhtan sorarlar:Deki,ruh rabbimin emrindendir. Ve size bilgiden ancak,çok azı verilmiştir.”[2]

Ruh ve onun ışığı olan hayat ve hayatın ışığı olan şuur ile her şeyin hatta Allah’ın isimlerinin üzerindeki perdeler açılarak,varlıklar ve Allah’ın isim ve sıfatları keşfedilmiş ve bilinmiş olmaktadır.

Ruh esas olduğunda,madde onun olgunlaşmasına sebeb olmaktadır. O halde münasebeti az da olsa bu latif duygu olan ruha bir cesed,maddi bir kılıf gerekti. Artık ilk imtihan ruhlar aleminde başlamış,Allah ruhları kendi varlığına şahidler kılmış,ruhlarda bu şahitlikte bulunmuştur.

Bu ilk aşamadır,belki de sonu belirleyen bir sonun ilki.

Ruhlar aleminin varlığı o kadar açıktır ve nettir, aramızdaki mesafe o kadar incedir ki;bir veli onlarla irtibat kurup sohbet edebilir.Ahirete gitmek için bekleyen ruhlarla görüştüğü gibi,mümkün olsa ve çıkıla bilse,dünyaya gelmek için bekleyen ruhlarla da görüşülebilir.

Müstakim olan ruh,girdiği vücudun ölmesi ile ölmez,çıplak kalmaz,kendi sabit kılıfında muhafaza edilir. Cesed gibi bozulmayan bir birliği vardır,dağılmaz.

Ruh aynı zamanda Allah’ın _Ol –emri ile,emir dairesinden çıkmış bir kanundur. Ancak mücerred olarak kanun bir şeye sahib değildir.Bir şey yapamaz. Lakin yaptıracak bir güce,kanun koyucuya ihtiyaç vardır. Kanunlar arasında da farklılık vardır. Bir gün ceza verecek kanun ile,idam ettirecek kanun aynı boyutlarda olmayıp farklılık arzederler.

Yetki sahibi olan ruh kanun ise,cesed de onun icrasında bir memurdur.

O ruhtur ki;Hz. Ali;ruhlar alemini bugünkü gibi hatırladığını söylerken,bir diğer alimde;çevremde olanların kimler olduğunu söyleyebilirim,demektedir.

Tabiattaki yer çekimi,suyun kaldırma gücü gibi kanunlar da bir derece ruha benzer.yani onlara da insana giydirildiği gibi bir cesed giydirilseydi,o zaman o kanun o cesedin ruhu olurdu.

Ancak insanın ki hayatlı ve şuurlu bir kanundur. Allah’ın iradesi ile de ulvi kılınmıştır.

-ANNE KARNI (RAHMİ MÂDER) : İnsan için ikinci aşama ise anne karnıdır. Başlı başına bir alemdir. Allah ruha münasib bir cesedi burada dokur ve ruha giydirir. Artık insan burada tavırdan tavıra döndürülmekte,kendisi için takdir edilen cesed ve sureti insan olarak yaratılıb dünyaya gönderilmeye hazırlanır.

Kur’an ve fennin de ifade ettiği gibi;Üç karanlık devreyi aşmakla karşı karşıyadır. Bunlar ise evvela;sık ağaçlıklarla kaplı bir ormanı hatırlatır. İkincisi;Sularla kaplı,sulu bir araziyi oluşturmaktadır. Üçüncüsü;Zifiri karanlık bir tüneldir.

Böylece insan bu gibi hallerde yoğrula yoğrula,en önemlisi Allah tarafından dünyaya gönderilmesine dair son karar çıktıktan sonra şu maddi aleme,dünyaya gönderilir. Çünkü karar çıkmadan bir sebeble anne karnında ölebilir veya kürtaja maruz kalabilirdi.

Anne karnı insan için,ruh ile bedenin tanıştığı bir mekandır. Biri ulvi,diğeri ise süfli yani aşağı… Biri medeni,diğeri denîyi temsil eden iki zıd. Biri madde ile yoğrulmuş,diğeri özden ibaret hakikat ve mana. Artık ezeli iki rakib.Birbirleri ile sonu belirleyen,en şiddetli engellere ilk adım atma merhalesine yani aşamasına gelinmiştir.

DÜNYA ALEMİ : Gözle görülen,elle tutulabilen her şeyin bulunduğu alem. Yapısı maddi,kışır,kabuk,kılıf,lafız ve mahfazadan ibaret,başlı başına bir kıymet ve manası olmayan varlık. Hedef değil,araç. Manaya yardım eden bir lafızdır. Cevizin içini koruyan bir kabuk gibi. Ahirete çıkmaya yarayan bir basamak. Manaya ve hakikata bir kılıf. Ruh için mahfaza ve yücelmesine bir vesile. Allah hakikatına ulaştıran bir yol. Manaya hizmetkar yani madde mana ile ayakta durup,madde olmasa da var idi. Bunlarla beraber,madde mananın önünde aşılması gereken ayrı bir engeldir. Bunun aşılması ile yani dünya kabuğunun kırılması ile ahirete ulaşılabilir ve elde edilir.

Dünya öyle bir maddedir ki,mana ve hakikat olan ahirete meyve yetiştirir. Oda nasıl meyveler! Peygamberler,veliler,yıldız gibi sahabeler hep buradan yetişir. Duygular burada yeşerir,açılır ve ahirete namzed ve layık olarak seçilir.

Bununla beraber küçük ancak sürekli akan bir çeşme gibi ahireti dolduracak mahsuller hep buradan gider. O kadar ve öyle mahsuller ki,cennet ve cehennemi doldurur,doyurur ve memnun olur müşterileri ile…

-MİSAL ALEMİ : Dünya ile ahiret arasında kurulmuş,dünyadakilerin ahirettekileri görmelerini engelleyip,ahirettekilerin ise dünyadakileri görmelerini engellemiyen ince,tenteneli bir perde gibidir. Nitekim tül perde ile dışarıdan içeriye bakıldığında görülmez,içeriden dışarısı görülür. Böylece biz de o ahiret alemine göre dışarıda yer almaktayız.

Misal alemi her şeyin gerçek hali ile görüldüğü bir alemdir. Dünya alemindeki bir çekirdeğin ağaç olarak açılıp görüldüğü bir alemdir. Gerçekte,çekirdeğin içinde ağacın dalları,yaprakları ve meyveleri ile mevcuttur. Ancak bu,toprağa ekilip,açılıp belli bir zaman ve süreye ihtiyaç vardır ki gerçek hali açılsın ve görülsün.

Misal aleminde ise eşyanın;bir zaman ve süreye ihtiyaç duyulmadan gerçek hali ile görüldüğü alemdir.

Misal alemi bir ayna gibidir ki;aynada görülen kişi gerçek kişinin ne aynısıdır,ne de ğayrısıdır. yani ne bizzat kendisidir,çünkü görüntüsüdür. ne de başkasın ait bir görüntüdür. O insanın görüntüsü olup,başkası da değildir.

Misal alemi gerçeklerin yansıdığı bir alemdir. Mesela;İnsanın gerçek hali ile,Cenâb-ı Hakkın yanındaki kıymet ve itibarı ve gerçek çehrenin görüldüğü alemdir.

Nitekim İstanbul / Üsküdardaki Aziz Mahmud Hudâ-î’nin durumu buna güzel bir örnektir. Zira o gündüz vakti,elinde mumla çarşıda dolaştığını gören dostları,böyle gündüz vakti mumla ne aradığını sorduklarında cevaben:-Adam arıyorum-der. Çünkü o insanların alemi misaldeki gerçek halini görmektedir ki,o da tam bir dehşet verici hal.

M. Akif: Kimi yamyam,kimi hindu,kimi bilmem ne bela.

Hani tauna da züldür bu rezil istila…

İşte o vahşi insanların misal aleminde görülen suretleri,insan eti yiyen yamyam ve hindu gibidir.

Yine deli denilen fakat veli olan Behlül Dânâ’nın çarşıda insanların üzerine bevletmesi ile Harun Reşide şikayet edilir. Harun ise sebebini sorduğunda Behlül şöyle der:

Ben insanların üzerine bevletmedim. İstersen bak,der. Ve cübbesini Harun Reşid’in gözü önüne getirince,Harun dehşette kalır. Zira demin karşısında duran insanlar,şimdi kendisine maymun,tilki,hınzır şeklinde görülmektedir.

Sanki mübarek hayvanat parçası. Harun yine de ricada bulunarak,yapmamasını söyler. İşte dünyadaki durumu insan iken,alemi misaldeki açılmış gerçek hali,vasfına göre bir hayvan şeklini almaktadır.

Alemi misal;bir sinema perdesi gibidir. Film odası ise,dünya gibidir. projöktörün önüne gelen film,görüntüsüyle perde de görülür. Bir de projöktörün daha önüne gelmeyen filimler vardır ki,oda olacak olan gelecekteki takdir ve kadere aid yönüdür. Oda Allah’ın ilmiyle bağlantılıdır. Ancak Cenab-ı Hak bazen o gelecek filimleri veli kullarına da bildirir.Böylece onlarda daha olmadan o şey hakkında bilgi sahibi olurlar.

Alemi misal;rüyada görülen alem…

Alemi misal;dünyada olan olayların,ahirettekilere seyrettirilmek üzere filimlerin çekildiği bir stüdyo…

-KABİR ALEMİ : Ahiret yolculuğunun ilk durağı. İlk istasyon. Bekleme salonu. Ahirete açılan ilk kapı. Maddi alemden sıyrılıp,manevi aleme geçiş,görünmeyen alemin başlangıcı. Fani,geçici hayattan,ebedi aleme ve hayata geçmek için bir köprü ve bir dinlenme salonu. İmtihanın bitip,ilk sorgulamanın yapıldığı yer. Ya bir cennet bahçesi veya bir cehennem çukuru. Dünyanın bitimine kadar verilen nimetlerin muhasebesinin yapıldığı yer. mahkemeden önceki nezarethane. ve ileride verileceklerin belirlendiği yer. Dünyada iken akıl gibi duyguların önündeki perdelerin kalkıp,her şeyin iç yüzünün bilindiği ve görüldüğü yerdir. Kimi için ağzını açmış,her şeyi yutan korkunç bir ağız iken, kimi için de;anne şefkati gibi bağrına basmak için bekleyen merhametli,sıcak bir kucak. Birini bağrına basarken,diğerini bağrından atmakta,uzaklaştırmaktadır.

-BERZAH ALEMİ : Kabir alemi olup,uyku,rüya,mana,misal alemi olarak da isimlendirilir.

Mahşerde büyük hesap yapılmadan önce burada küçük çapta bir soruşturma yapılır. O haşir ki,insanın önünde belki de aşılması gereken en zor ve en son merhale diyebiliriz. Zira mahşer,kararların verileceği ve okunacağı yerdir. Öyle bir mahkeme salonu ki;insan,cin,şeytan,hayvan ve var olan bütün varlıkların gerek hesap,gerek şahitlik için toplandıkları mahşer mi mahşer bir yer…

Hakimler hakimi olan Allah’ın adaletiyle her şeyi neticeye bağladığı,zalim ile mazlumu birbirinden ayırdığı yer. Gidilecek yerin nere,nasıl ve ne şekilde olacağının belirlendiği makam.

-AHİRET ALEMİ : Cennet ve cehennem. Gerçek son,en son alem. Son karargah. Kendisinden başka yerin olmadığı bir yer. Bitiş. Müsabakanın sonu. Asıl hayata geçiş. Sonsuzluk zincirinin ilk halkası. İyilik ve kötülüklerin içerisine boşaldığı iki havuz ve iki mahzen. Adem’den beri süregelen,birinden nurun,diğerinden kirin aktığı iki oluk…

İşte insan böyle uzun bir yolculuğa çıkan,yani;Ruhlar aleminden anne karnına,oradan çocukluk,gençlik ve ihtiyarlığa,kabre,haşre,sırattan geçerek cennet veya cehenneme giden müstesna bir varlıktır.

Çünkü çarşıda başı boş,avare bir şekilde gezene hesab yok. Şu anda sorulmamaktadır. Zira yaptığı iş,yapmadığıdır,gayet basit ve adicedir. Fakat ilk-orta-lise-üniversite ve profesörlüğe kadar çıkan insan için her kademe ve makamda hesap ve imtihan çok,çünkü derece yüksek…

İşte netice olarak:Hedef olan cennete varmak,yaratanı razı etmek,gerçek bir insan olmak alemlerdeki bu badire ve uçurumları geçmek iledir. Mesele geçmekte… Geçememek ise,gayet hazin bir tablo görünümünü yansıtmaktadır…

“ Sen kendini küçük bir cisim zannedersin. Lakin alemi ekber (Kainat) sende toplanmıştır.”

10-4-1991

MEHMET ÖZÇELİK

[1] İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi. Sh.215-216.

[2] İsra.85.




ÖLÜM SANCISI DOĞUM SANCISIDIR

ÖLÜM SANCISI DOĞUM SANCISIDIR

Dünyaya gelen çocuk ve onu dünyaya getiren anne bir müjde ile haberdar edilmektedir.Doğum müjdesi…

Büyük haberlerin ve değerli,kıymetli şeylerin haberi de büyük olur.

Dünyaya kâinatın fevkinde olan bir varlık teşrif etmektedir.Bu küçük bir hadise değildir.İnsan ve insanlık başlı başına bir hadisedir.Allah’ın tüm varlıklar namına alakadar olduğu tek ve mümtaz bir varlık olan insanın haberi;bir deprem,savaş,güneş tutulması,meteor taşlarının düşmesi,bir yıldızın dünyamıza çarpması olayı,en büyük bir buluştan daha büyük bir olay ve hadisedir.

Her ölüm de bir doğumdur.

Her ölümde meydana gelen sancı,bir doğum sancısıdır.

Ölüm ile yeni bir hayatta doğan bir insanın hadisesi de küçük bir hadise,önemsiz bir olay değildir.

Zira ölüm ile girilen kabir,âhiret menzil,durak ve istasyonlarının ilkidir.

Doğum ile tanımadığı bir dünyaya gelen insan ağlar.Ölüm ile yeni doğduğu,durumuna göre haberdar olduğu nisbette bir aleme geçen insanın hırıltısı da,çocuğun ağlamaları misalidir.Bu aynı zamanda bir temizlenme ve gusüldür.

Berzahlar hep hırıltılıdır.

Dünyada aynı âkibete düçâr olacaktır.Onu hırıltısı ise daha dehşetle vuku bulacaktır.

“o dünya olan büyük insan sekerata başlayıp acib bir hırıltı ile ve müdhiş bir savt ile fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.”[1]

Bu hırıltı ölüm ânında meydana geldiği gibi kabirde de devam edecektir.Öyleki duruma göre bu hırıltı daha dehşetli olarak devam edecektir.

Kırşehir’in velilerinden olan Mahzenli Ali efendi-ye,babasını öldükten sonra kabrinde kötü bir durumda birkaç kere gören birisi,bu zatın yanına gelerek,babasının bu durumdan kurtulması için tavsiye istemesi üzerine şöyle der;

Babanın kabrine git,ayak ucundan başlamak üzere yedi kere Âyet-el Kürsi-yi oku der.O kişi de bunu yapar ve babasını kabirde o azab ve sıkıntıdan kurtulmuş olarak görür.

Bunu anlatan kişi bir hocaya vasiyet ederek kendisine de yapılmasını ister.Aynı durum onda da görülür.

Doğum gibi ölümün de sancısı,sancılı ve acıdır.

Kişinin ölüm ânındaki istekleri,doğum ânındaki istekleriyle benzerlik arz etmektedir.Zamanı olmamasına rağmen ölüm ânındaki yaşlı bir akrabamızın gönlü nar istemişti.Kurutmak için kışlık saklamış olan bir öğrencimizden bulmuş ve yetiştirmiştik.Kısa bir süre sonra da vefat etti.

Dünyaya gelen çocuk da annesinin memesini aramaya başlar.Bir şeyler yemek arzu eder.

Ölüm ile yeni bir hayata geçiş ânındaki istekler,doğum ile yeni bir dünyaya gelen insanın istekleri,doğuşun,farklı bir hayata geçişin istekleridir.

Anne karnındaki bir çocuğun dünyaya gelişindeki isteklerinin farklılığı gibi,anne karnı misali olan dünyadan daha geniş bir aleme geçen insanın istekleri de o nisbette arzu edilir.

Toprak altında çürüyen bir tohum,çürüp ölmekle yeni bir hayata gözünü açar,hem de daha verimli ve gür olarak…

Ölmeden doğulmaz.Doğmak için ölmek gerek.Nitekim tohumun daha verimli doğmasını sağlamak amacıyla toprağın altına gömer,kışın yağmur,dolu ve karı altında çürütür,yakıcı olan gübre ile yakar,parçalarız.Bütün bu ameliyeler daha bereketli doğmasını sağlamak içindir.

İnsan da tıpkı tohum misali.Vücutta ölen hücreler,sperm olarak bir yarışa tabi tutulup milyarlarca sperm içinden başarısı neticesinde seçilir ve anne karnında defnedilir.Defin süresinde üç karanlık devre geçirir.Bunlar;ilk kırk günde sulu bir ortam ve aşama,ikinci kırkta sık ağaçlarla çevrili bir ormanlık arazi,üçüncü kırkta da zifiri karanlık bir tünelden geçirilerek hayata kavuşturulur.Yüz yirmi günden sonra ruh üflenerek ayrı bir doğuşa tabi tutulur.

“Meryem ona (İsa’ya) hamile kaldı.Bunun üzerine onunla uzak bir yere çekildi.

Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti.-Keşke,dedi,bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!-

Altından (İsa yahut Melek) ona şöyle seslendi:-Tasalanma!Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir.-

-Hurma ağacını kendine doğru sikele di,üzerine olgun taze hurma dökülsün.

Ye,iç.Gözün aydın olsun!Eğer insanlardan birini görürsen de ki:Ben,çok merhametli olan Allah’a oruç adadım;artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.”[2]

Hz.Meryem gibi,Kur’an,iman ve amel bu sancıyı azaltmaktadır.Az sancılı bir doğum ile geçiş sağlanmaktadır.

Doğum sancısız olmaz…

“Dünyaya geldiğin zaman, sen ağlarken çevrendekiler gülüyorlardı.

Öyle bir hayat sür ki, öldüğünde çevrendekiler ağlarken, sen

gülümseyerek ahirete gidesin”.N. Kubra (Rahmetullahi Aleyh)

21-04-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Sözler.Bediüzzaman Said Nursi.530.

[2] Meryem.22-26.




ALEM-İ MİSAL

ALEM-İ MİSAL

“Demek şu mevcudat ve şuunat ile ve dünyaya ait gayeleri ortasında bu derece nisbetsizlik, kat’iyyen şehadet eder ki; bu mevcudatın yüzleri âlem-i manaya müteveccihtir, münasib meyveleri orada veriyor ve gözleri esma-i kudsiyeye dikkat ediyorlar, gayeleri o âleme bakıyor. Ve özleri dünya toprağı altında, sünbülleri âlem-i misalde inkişaf ediyor. İnsan istidadı nisbetinde burada ekiyor ve ekiliyor, âhirette mahsul alıyor.”[1]

Bu dünya bir tarla,alemi misal ise bir ofis.Sünbül verip inkişaf etmiş olduğu alemdir. “Hava unsuru da bir –Hüve-olarak âlem-i misal ve âlem-i manaya bir anahtar oldu.”[2]

Hava unsuru sürekli faaliyetleriyle alem-i misalin sünbül misal açılmasına vesile olmaktadır.

“Demek herbir ağacın, herbir yıldızın cüz’î birer tesbihatı olduğu gibi; zeminin de ve zeminin herbir kıt’asının da ve herbir dağ ve derenin de ve berr ve bahrının da ve göklerin herbir feleğinin de ve her bir burcunun da birer tesbih-i küllîsi vardır. Şu binler başları olan zeminin her başında yüzbinler lisanlar bulunan ve her lisanda yüzbin tarzda tesbihat çiçeklerini, tahmidat meyvelerini, âlem-i misalde tercümanlık edip gösterecek ve âlem-i ervahta temsil edip ilân edecek, ona göre elbette bir melek-i müekkeli vardır.”[3]

Bu dünyada yapılan tesbih ve tahmidler hakikatlarıyla alem-i misalde temessül edip görülmekte,gerçek manaları ve hüveyetleri ortaya çıkmaktadır.

“Hattâ evliyadan, ziyade nuraniyet kesbeden ve ebdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zât, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş. Evet nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyr ü seyahat suretine geçerler ve o ruhanîler hayal sür’atiyle o meraya-yı nazifede, o menazil-i latifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.”[4]

Aynalar yalan söylemezler.Ayna misal alemi misalde de nuraniyet kesbeden veli zatlar velayetleriyle bir çok inkişaf etmiş,hakikatları görülen yerleri gezebilirler.

“Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tabidir. Nasılki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin.”[5]

Alem-i misal insanın gerçek siret ve suretinin göründüğü alemdir.İnsanın alemi misaldeki gerçek hüviyeti,bu alemdeki amellerine göre şekillenmektedir.Nurlu ise nurlu olarak,zulmani ise zulmani olarak vücut bulacak,rengine göre renklenecektir.

“Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, imanın ziyasıyla ubudiyet toprağı altında terbiye ederek, evamir-i Kur’aniyeyi imtisal edip cihazat-ı maneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse, elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennet’te hadsiz kemalât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-ı daimenin cihazatına câmi’ kıymettar bir çekirdek ve revnakdar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.”[6]

Bu dünyasını kurutan bir insan,alemi misal olan gerçek hayattaki şekliyle de kurumuş olarak dirilecek ve öyle de muamele görecektir.Dünya kalıblarına göre ahiretteki derecesi oluşan bir insanın hali,alem-i misalde görülmektedir.Alem-i misaldeki aldığı şekle göre de cennet veya cehenneme sevkedilecektir.

“Sevr” ve “Hut” isminde ve âlem-i misalde sevr ve hut timsalinde berrî ve bahrî hayvanat nâzırlarından iki melaiketullah, âdeta bir koca öküz ve cismanî bir balık zannedilerek hadîse ilişilmiş. “[7]

Dünyanın iki temel geçim kaynağı olan buğday ve balık yiyeceklerinin misal alemindeki temsilcileri olan melekler,adeta o iki varlığın temsili olarak teşbihle ifade edilmiştir.

“Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdud sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasib şeyleri yetiştirmek için şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün tezgâhında ve tarlasında Hakîm-i Zülcelal, zerratı tahrik edip; kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı maneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli, dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.”[8]

Bu dünyanın perdesi arkasında bulunan alem-i misal havuzu,bu dünyadan akan maddi ve manevi sularla dolmaktadır.Alem-i misalin mahsulleri buradan gitmektedir.Bu dünyadaki atom ve hücrelerin belli bir eşyayı oluşturmaları gibi,alemi misaldede tüm mahlukatın gerçek kimliği oluşturulmaktadır.

“…muhtelif vaziyet ve teşekkülde yedi tabaka, herbir tabaka âlem-i arzdan, tâ âlem-i berzaha, âlem-i misale, tâ âlem-i âhirete kadar birer âlemin damı hükmünde birer semanın bulunması, hikmeten, aklen iktiza eder.”[9]

Alem-i misal başlı başına bir alem olup,dünya aleminin insanla ve ona göre şekillenmesi gibi,misal alemi de insan ve amellerine,neticelerine göre şekillenmektedir.

“Nurani şeylere ve ruhaniyata dahi, hava ve esîr ve âlem-i misalin bazı mevcudatı, âyineler hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde birer vasıta-i seyr ü seyahat suretine geçerler ki, o nuraniler ve o ruhanîler, hayal sür’atiyle o meraya-yı nazifede ve o menazil-i latifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.”[10]

Alem-i misal nurani olduğundan,maddi olan dünya gibi engeller mevcut değildir.Hayal önünde engel tanımadığı gibi,alemi misal gibi alemler de manisiz ve müdahalesiz seyahate münasiptir.

“Hem umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i berzah ve âlem-i misal nim-şeffaf birer âyine-i cemali…”[11]

Diğer alemler gibi misal alemi de Cenâb-ı Hakkın isimlerine tam olmasa da yarım nurani olarak aynadarlık yapıp,onu yansıtmaktadır.Her alem kabiliyetine ve kapasitesine göre ilahi tecelliyi yansıtmaktadır.

İdrâk- maâli bu küçük akla gerekmez,

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

“Kudret-i Zülcelal’in pekçoktur mir’atleri. Herbiri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misale.”[12]

Ve her alemin mensubları penceresine göre temaşa ediyor.Şeffaflık ve inceliği arttıkça,görüntü daha da netleşiyor.

“Ey yoldaş! Şimdi şu âlem-i misalîden çıkarız, hayalî vehimden ineriz, akıl meydanında dururuz, mizana çekeriz, ederiz yolları ber-endaz.”[13]

Dünyada akıl,çok bağlantı noktaları olmasından ,yavaş ilerlemektedir.Alem-i misalde ise hayal süratinde her şey oluşmaktadır.

“Âlem-i maddî ile âlem-i ruhanîyi birbirinden farketmek lâzım gelir. Birbirine mezcedilse, hükümleri yanlış görünür. Meselâ: Senin dar bir odan var; fakat dört duvarını kapayacak dört büyük âyine konulmuş. Sen içine girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün. Eğer desen “Odamı geniş bir meydan kadar görüyorum”, doğru dersin. Eğer “Odam bir meydan kadar geniştir” diye hükmetsen, yanlış edersin. Çünki âlem-i misali, âlem-i hakikîye karıştırırsın.”[14]

Alem-i misalin alanı gayet geniştir.Genişlemeye müsaittir.

“…bir-iki senede devredilen küremizde, o acib tabakalar yerleşemez. Fakat âlem-i mana ve âlem-i misalde ve âlem-i berzah ve ervahta, küremizi bir çamın çekirdeği hükmünde farzetsek, ondan temessül ve teşekkül eden misalî şeceresi, o çekirdeğe nisbeten koca bir çam ağacı kadar olduğundan, bir kısım ehl-i şuhud, seyr-i ruhanîlerinde, Arz’ın tabakalarından bazılarını âlem-i misalde pek çok geniş görüyorlar; binler sene bir mesafe tuttuklarını görüyorlar. Gördükleri doğrudur; fakat âlem-i misal, sureten âlem-i maddîye benzediği için, iki âlemi memzuç görüyorlar; öyle tabir ediyorlar. Âlem-i sahveye döndükleri vakit, mizansız olduğu için, meşhudatlarını aynen yazdıklarından hilaf-ı hakikat telakki ediliyor. Nasıl küçük bir âyinede büyük bir saray ile büyük bir bahçenin vücud-u misaliyeleri onda yerleşir. Öyle de âlem-i maddînin bir senelik mesafesinde, binler sene vüs’atinde vücud-u misalî ve hakaik-i maneviye yerleşir.”[15]

Alem-i misalde ihata lazımdır,aksi takdirde yanlış tesbitler olabilir.

“Ve âlem-i haricîden olan tırnak kadar bir âyine-i vücudun, âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır.”[16]

İçerisine bir çok kitabı alan bir cd ve disket ve de insanın kuyruk sokumu gibi.

Eşya zeval ve ademe gitmiyor, belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyor; âlem-i şehadetten, âlem-i gayba gidiyor; âlem-i tegayyür ve fenadan, âlem-i nura, bekaya müteveccih oluyor.

…O Sâni’-i Hakîm’in dünyadan daha güzel, daha nurani olan âlem-i berzah, âlem-i misal, âlem-i ervah gibi diğer menzillerine, başka memleketlerine bir seyr ü seferdir; bir mevt ü adem ve zeval ü firak değil, belki kemalâta kavuşmaktır.”[17]

Devletin resmi daireleri gibi,her bir alemde tesbit edilen ve işlemleri biten hakikatlar bir sonraki aleme sevkediliyor…

“Bir mevcud vücuddan gittikten sonra, zahiren kendisi ademe, fenaya gider; fakat ifade ettiği manalar bâki kalır, mahfuz olur. Hüviyet-i misaliyesi ve sureti ve mahiyeti dahi âlem-i misalde ve âlem-i misalin nümuneleri olan elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı mahfuzanın nümuneleri olan kuvve-i hâfızalarda kalır. Demek bir vücud-u surî kaybeder, yüzer vücud-u manevî ve ilmî kazanır.”[18]

Şu alem-i misalde bir arşivdir.

“Şu mevcudat-ı Arziye hususan nebatiye, kalem-i kader-i İlahî onlara bir tertib, bir vaziyet verir; bahar sahifesinde kudret onları icad eder ve güzel manalarını ifade ederek, suretleri ve hüviyetleri âlem-i misal gibi âlem-i gaybın defterine geçtikleri için, hikmet iktiza ediyor ki; o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer bahar sahifesi yazılsın, onlar dahi manalarını ifade etsinler.”[19]

Her şeyin kazuratı bu alemde kalır,mana ve hakikatı alem-i misale geçer.

“Herbir şey -cüz’î olsun küllî olsun- vücuddan gittikten sonra (hususan zîhayat olsa) çok hakaik-i gaybiye netice vermekle beraber; âlem-i misalin defterlerinde olan levh-i misalî üstünde, etvar-ı hayatı adedince suretleri bırakıp, o suretlerden, manidar olan ve mukadderat-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve ruhaniyata bir mütalaagâh olur.”[20]

Alem-i misal amel defterlerinin yazılıp neşrolduğu alemdir.

“Nuranînin temessülâtı, o nuranî zâtın hassasına mâliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin âyinelerdeki misalleri, Güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi; melaike gibi ruhanîlerin dahi, âlem-i misalin ayrı ayrı âyinelerinde misalleri onların aynılarıdır, hassalarını gösterirler. Fakat âyinelerin kabiliyetine göre temessül ediyorlar. Nasılki Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve Arş-ı A’zam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanadlarıyla secde ediyordu. Heryerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bulunuyormuş.”[21]

Alem-i misalin hakikat aynası ve projektöründe yansıyanlar mesela Cebrail gibi,yansıdıkları alemde farklı farklı şekil almaktadırlar.Buda o alemlerin farklılığı sebebiyledir.

“Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok âyineleri vardır; sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i ervaha, hattâ zamana, fikre tenevvü’ ediyor.”[22]

Her bir alemin şeffaflık ve letafeti,bulunduğu konum itibariyledir.

“Herbir mevcud, vücuddan gittikten sonra, ifade ettiği manalar ve arkasında bâki kalan hüviyet-i misaliyesi, âlem-i misalde mahfuz kalır. Hem hayatının etvarıyla “mukadderat-ı hayatiye” denilen sergüzeşte-i hayatiyesi âlem-i misalin defterlerinden olan levh-i misalîde yazılır. Ruhanîlere, daimî mevcud bir mütalaagâh olur. Hem cinn ve insin amelleri gibi, âhiret pazarına ve âlem-i âhirete gönderilecek mahsulâtı bâki kalır. Hem etvar-ı hayatiyeleriyle ettikleri enva’-ı tesbihat-ı Rabbaniye bâki kalıyor. Hem şuunat-ı Sübhaniyenin zuhuruna medar çok şeyleri arkasında mevcud bırakır, öyle gider.”[23]

Alem-i misal bilgisayarın ana kartı gibidir.Tüm bilgiler orada depolanır.

“Küre-i Arz, âlem-i şehadette bir çekirdektir; âlem-i misaliye ve berzahiyede bir büyük ağaç gibi, semavata omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin Küre-i Arzda ifritlere mahsus tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, âlem-i şehadete ait Küre-i Arzın çekirdeğinde değil, belki âlem-i misalîdeki dallarının ve tabakalarının tezahürüdür.”[24]

Eşyanın hakikatını müşahede etmek isteyenler,alem-i misale geçmeliler.

“Hattâ bazı olur ki, masdar telakki edilen bir üstad, ne mazhardır, ne masdardır. Belki müridinin safvet-i ihlasıyla ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazar ile o mürid başka yolda aldığı füyuzatı, üstadının mir’at-ı ruhundan gelmiş görüyor. Nasılki bazı adam, manyetizma vasıtasıyla bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karşı hayalinde bir pencere açılır. O âyinede çok garaibi müşahede eder. Halbuki âyinede değil, belki âyineye olan dikkat-i nazar vasıtasıyla âyinenin haricinde hayaline bir pencere açılmış görüyor. Onun içindir ki, bazan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir ve döner şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.”[25]

İnsan şu dar alemin kalıblarından geçerek,hakikata nüfuz edebilir.

“İşte herbir hayvan, öyle bir kasr-ı İlahîdir. Hususan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri; bir kısmı âlem-i ervahtan, bir kısmı âlem-i misalden ve Levh-i Mahfuz’dan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anasır âleminden geldiği gibi; hacatı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktarında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvarında dağılmış bir saray-ı acib ve bir kasr-ı garibdir.”[26]

İnsan alem-i misalide içinde toplamaktadır.Bütün alemlerin fihristesini camidir.

“Cennet’in merkez-i kübrası uzakta olmakla beraber, âlem-i misal âyinesi vasıtasıyla her tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi, hakkalyakîn derecesindeki imanlar vasıtasıyla, Cennet’in bu âlem-i fânide -temsilde hata olmasın- bir nevi müstemlekeleri ve daireleri bulunabilir ve kalb telefonuyla yüksek ruhlar ile muhabereleri olabilir, hediyeleri gelebilir.”[27]

Hadiste haber verilen cennetin hakikatı buna bakar.

Rasulullahın miraca çıkmak için cennetten getirilen Burak’a binmesi bu kabildendir.

Hz.Gavsı Geylaninin pişmiş tavuğu sofradan kaldırması bu manayı haber verir.[28]

“eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi demiş zevcine: “İhtiyacımız şediddir.” Birden, altundan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: “İşte Cennet’teki bizim kasrımızın bir kerpicidir.” Birden o mübarek hanım demiş ki: “Gerçi çok muhtacız ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi’ olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil.” Birden yerine gitti. Keşf ile gördüler diye rivayet edilmiş.”[29]

Cennetten almaları,alem-i misaldeki temessülüdür.

“Kâinatta Levh-i Mahfuz’un gayet kat’î bir delil-i vücudu ve bir nümunesi, insandaki kuvve-i hâfızadır ve âlem-i misalin vücuduna kat’î delil ve nümune, kuvve-i hayaliyedir ve kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücudu ve nümunesi, insandaki kuvvelerdir ve latifelerdir ve hakeza…”[30]

“İnsanın ruhu âlem-i ervahtan ve hâfızaları Levh-i Mahfuz’dan ve kuvve-i hayaliyeleri âlem-i misalden.. ve hâkeza herbir cihazı bir âlemden haber veriyorlar. Ve onların vücudlarına kat’î şehadet ederler.”[31]

“Hiç mümkün müdür ki; kendi kemalâtını ve kudret ve rububiyetini izhar etmek için bu kâinatı bütün zerrat ve seyyarat ve ecza ve tabakatıyla halk edip kemal-i hikmetle her birisini bir vazife ile belki çok vazifelerle mütemadiyen çalıştıran ve sermedî, hadsiz cilve-i esmasını göstermek için kafile kafile arkasında, belki seyyar müteceddid dünya dünya arkasında ve mahlukat taifelerini bu misafirhane-i âleme ve hayat-ı dünyeviye meydan-ı imtihanına gönderip âlem-i misalde kurulan uhrevî sinemalar ve berzahî fotoğraflarla suretlerini ve amellerini ve vaziyetlerini alarak onları terhisten sonra, başka taife ve kafile ve seyyal ve seyyar bir nevi dünyaları o meydana vazifeler ve cilve-i esmasına âyineler olmak için gönderen bir Sâni’-i Zülcelal, bir Hâlık-ı Zülcemal, bir Allah-ı Zülkemal; bu fâni dünyada şuur ve akıl ile o Hâlık’ın bütün maksadlarına karşı mukabele eden ve bütün istidadıyla o Hâlık’ı sevip sevdirip tanıyıp tanıttırıp hadsiz dualarla beka-i âhiret saadetini yalvaran ve akıl sebebiyle nihayetsiz elemler aldığından, bütün fıtratı ve ruhu ve istidadı ile ayn-ı lezzet olan hayat-ı bâkiyeyi isteyen bu nev’-i insan için bir dâr-ı mükâfat ve mücazat, bir haşir neşir olmasın? Hâşâ! Yüzbin defa hâşâ ve kellâ!”[32]

Alem-i misale kurulan fotoğraf makinesı ve kameralarla her şeyin sureti alınmaktadır.Ebedi ahiret sinemalarında seyretmek ve şahitlik yapmak amacıyla…

“Bir kelâm, zihnini alır, misalî âlem-i misallere kadar götürür, gezdirir.”[33]

Böylece burada bulamadığı manasını orada araştırıp bulmaya çalışır.Çünki her kelamın gerçek manası alem-i misaldedir,kayıtlıdır.

“Bilhassa hayat-ı insaniye tabakasına çıkan hayat, aklın nuruyla âlemleri gezmiş olur. Âlem-i cismanîde tasarruf ettiği gibi, âlem-i ruhanîde gezer, âlem-i misale seyahat eder; kendisi o âlemleri ziyarete gittiği gibi, o âlemler de, onun ruhunun âyinesinde temessül etmekle iade-i ziyaret etmiş gibi olurlar.”[34]

O alemlere gidiş geliş vardır.

“Sath-ı Arz mescidini mütehalif ve muntazam harekâtıyla tezyin eden o cemaat-ı uzmanın, satırları andıran saflarının o güzel manzarası muhafaza edilmek üzere, âlem-i misal sahifesinde kalem-i kader ile, İlahî bir fotoğrafla tersim ve terkim edilmekte olduğu ihtimal ve imkândan halî değildir.”[35]

Alem-i misalde günlük dünya ve kainat sayfaları düzenlenmekte ve numaralandırılmaktadır.

“Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman vesaire gibi, tecelli-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır. Maddiyat-ı kesifenin timsalleri hem münfasıl, hem ölü hükmündedirler. Çünki asıllarına gayr oldukları gibi, asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar. Nuranîlerin timsalleri ise, asıllarıyla muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünki o, timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu. Ziyasıyla şuurlu olurdu. Renkleri ile de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi. Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) kendisine okunan bütün salavat-ı şerifeye bir anda vâkıf olur.”[36]

O maneviyat sırrıyla haberdar olur ve haberdar edilir.Bir merkeze bağlı olan elektronik oylama cihazında sürekli oyların sayısının görülmesi gibi görülür,bilinir.

“Vücud nev’inde tezahüm yoktur. Yani, pek çok âlemler, haller, vücud sahnesinde içtima eder, birleşirler. Meselâ: Gece zamanı duvarları camdan olan ve elektrik yanan bir odaya girdiğin vakit, âlem-i misale bir pencere hükmünde olan camlarda pek çok menzilleri, odaları göreceksin.”[37]

“Âlem-i ziya, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehrüba, âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esîr, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de ihtilâlsiz, müsademesiz küçük bir yerde içtima ederler.”[38]

“Uyku âlemi, yakaza ile âlem-i misal arasında bir köprüdür. Berzah, dünya ile âhiret arasında ayrı bir köprüdür. Ve misal, âlem-i cismanî ile âlem-i ruhanî arasında bir köprüdür.”[39]

Uyku ile bir derece alem-i misale yaklaşılırken,ölüm ile bu dahada gerçekçi olur.

“Âlem-i misal, âlem-i ervahla âlem-i şehadet ortasında bir berzahtır. Her ikisine birer vecihle benzer. Bir yüzü ona bakar, bir yüzü de diğerine bakar. Meselâ: Âyinedeki senin misalin sureten senin cismine benzer. Maddeten senin ruhun gibi latiftir. O âlem-i misal; âlem-i ervah, âlem-i şehadet kadar vücudu kat’îdir. (Haşiye) Acaib ve garaibin meşheridir, ehl-i velayetin tenezzühgâhıdır.

Küçük bir âlem olan insanda kuvve-i hayaliye olduğu gibi, büyük bir insan olan âlemde dahi bir âlem-i misal var ki; o vazifeyi görüyor ve hakikatlıdır. Kuvve-i hâfıza Levh-i Mahfuz’dan haber verdiği gibi, kuvve-i hayaliye dahi âlem-i misalden haber verir.”[40]

Alemi misal âdeta tüm alemlerin ve alemlere birer geçiş noktasıdır.Hudut ve gümrük kontrollerinin yapıldığı ana merkez.

“Bence âlem-i misalin vücudu meşhuddur. Âlem-i şehadet gibi tahakkuku bedihîdir. Hattâ rü’ya-yı sadıka ve keşf-i sadık ve şeffaf şeylerdeki temessülât, bu âlemden o âleme karşı açılan üç penceredir. Avama ve herkese o âlemin bazı köşelerini gösterir.”[41]

“Âlem-i şehadete suretiyle ve âlem-i gayba manasıyla müşabih ve ikisinin mabeyninde bir berzah olan âlem-i misal o muammayı halleder. Kim isterse keşf-i sadık penceresiyle veya rü’ya-yı sadık menfeziyle veya şeffaf şeyler dûrbîniyle ve hiç olmazsa hayalin vera’-i perdesiyle o âleme bir derece seyirci olabilir. Bu âlem-i misalin vücuduna ve onda maanînin tecessüm etmelerine pek çok delail vardır. “[42]

“Âlem-i rü’ya, âlem-i misalin zılli ve o da âlem-i berzahın zılli olduğundan, desatirleri mütemasildir.”[43]

“Nuranînin timsali hayy-ı murtabıttır. Kesifin timsali, meyyit-i müteharriktir. Ruh, en münevver bir nurdur. Tahdidi kabul etmeyen âlem-i misalin pencerelerinde temaşager bir ruhun gayr-ı mahsur timsalleri de, birer ruh-u mütecessiddir. Havassına mâliktir, onun gayrı değillerdir.”[44]

31-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Sözler.86.

[2] Sözler.162.

[3] Sözler.165.

[4] Sözler.195.

[5] Sözler.273.

[6] Sözler.322.

[7] Sözler.342,Lemalar.92.

[8] Sözler.552.

[9] Sözler.570.

[10] Sözler.609.

[11] Sözler.611.

[12] Sözler.704.

[13] Sözler.744,Kastamonu Lahikası.170.

[14] Mektubat.82.

[15] Mektubat.82-83,Muhakemat.64.

[16] Mektubat.249.

[17] Mektubat.

[18] Mektubat.292.

[19] Mektubat.293.

[20] Mektubat.293.

[21] Mektubat.352.

[22] Mektubat.471.

[23] Mektubat.502.

[24] Lemalar.66.

[25] Lemalar.135.

[26] Lemalar.135.

[27] Lemalar.282.

[28] Lemalar.141.

[29] Emirdağ Lahikası.1/87.

[30] Lemalar.355.

[31] Lemalar.355.Haşiye.1.

[32] Şualar.607,Emirdağ Lahikası.1/262,2/96.

[33] İşarat-ül İcaz.61.

[34] İşarat-ül İcaz.178.

[35] Mesnevi-i Nuriye.76.

[36] Mesnevi-i Nuriye.124.

[37] Mesnevi-i Nuriye.137.

[38] Mesnevi-i Nuriye.138.

[39] Mesnevi-i Nuriye.225.

[40] Barla lahikası.345-346.

[41] Barla Lahikası.346.Haşiye.1.

[42] Muhakemat.65.

[43] Sünuhat-Tuluat-İşarat.10.

[44] Sünuhat-Tuluat-İşarat.93.




AHİRETTEN GELEN MİSAFİR

AHİRETTEN GELEN MİSAFİR

Yunusun ifadesiyle;Ölen hayvan imiş,Mevlananın deyimiyle;Ölüm bir şeb-i arus yani gerdek gecesi,Bediüzzamanın tesbitiyle;beden kafesinin kırılmasıyla ruhun hürriyetine kavuşmasıdır.Rasulullahın tahkikatıyla;kabir ahiret menzil ve istasyonlarının ilkidir.

Özetle;ölüm doğumdur.

Babam öleli yedi ay oldu.Kalbin kasavetinden,aklın meşguliyetinden,ruhun kalınlığından olsa gerek ki;kendisiyle hiç görüşemedim.

Kız kardeşlerim çeşitli suretlerde babamı güzel bir vaziyette görüp bizlere anlattılar.

Mesela;bir seferinde askeri subay elbisesi giymiş bir surette eve gelmiş.Buda kendisine bir pâyenin verilmiş olduğunu göstermektedir.

Asıl ibret âmiz bulduğum olay ise;bu son görülen rüya olmuştur;

Babama arada bir hatimlerde ruhuna bağışta bulunur,kendisine Fatihalar göndeririz.Ramazan gecesi gerek bir arkadaşın annesine ve gerekse de babama dua ile Fatihalar göndermiştik.Onun ertesi günü kız kardeşim rüyada görüyor ki;Babam eve geliyor ve kendisine on saatlik bir izin verdiklerini söyleyerek hemen bizlerle görüşmek istediğini kız kardeşime söylüyor.Kız kardeşim bir büyüğünü arayarak onun görüşmesini sağlıyor.Onun büyüğünü telefonla arıyor ancak bir türlü ona ulaşamıyor.Beni ise telefonla ararken daha telefon çalmadan birden uyanıyor.Görüşme durumumuz gerçekleşmiyor.

Herhalde saat dolmuş olsa gerek.

Her ne kadar rüyalarla amel edilmese de rüyaların bir hakikatı vardır.Rüyalar alemi misale açılan birer kapıdırlar.

Bediüzzamandan tesbitte;

Beş hayat tabakasını ifade ederken dördüncü ve beşinci hayat tabakası konusunda;

“-Dördüncü Tabaka-i Hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarîk-ı hakta feda ettikleri için, Cenab-ı Hak kemal-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasılki iki adam bir rü’yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü’yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri rü’yada olduğunu bilmiyor. Hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur.

İşte Âlem-i Berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri, öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat’îdir. Hattâ Seyyid-üş şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hattâ -ben kendim- Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü’ya-yı sadıkada, taht-el Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat Rus’un istilasından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rü’ya, bazı şerait ve emaratla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.

Beşinci Tabaka-i Hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İ’dam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vakıatla ervah-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menamen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delail, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Zâten beka-i ruha dair “Yirmidokuzuncu Söz” bu tabaka-i hayatı delail-i kat’iyye ile isbat etmiştir.”[1]

-“İkinci Şube: Cenazelerin ve cinlerin ve melaikelerin, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanımalarıdır. Bunun da çok hâdiseleri var. Nümune için, şöhret bulmuş ve mevsuk imamlar haber vermiş birkaç nümuneyi, evvelâ cenazelerden göstereceğiz. Amma cinn ve melaike ise, o mütevatirdir.. onların misalleri bir değil, bindir. İşte ölülerin konuşması misallerinden:

Birincisi şudur ki: Ülema-i zahir ve bâtının, Tâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali’nin mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan-ı Basrî haber veriyor ki: Bir adam, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı, şu yakın derede öldü, oraya attım.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı. Ona dedi: “Gel oraya gideceğiz.” Gittiler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ölmüş kızı çağırdı: “Yâ filane!” dedi. Birden o ölmüş kız, “Lebbeyke ve sa’deyk” dedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve vâlidenin yanına gelmeyi arzu eder misin?” O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.”

İkincisi: İmam-ı Beyhakî ve İmam-ı İbn-i Adiyy gibi bazı mühim imamlar, Hazret-i Enes İbn-i Mâlik’ten haber veriyorlar ki: Enes demiş: Bir ihtiyare kadının birtek oğlu vardı, birden vefat etti. O sâliha kadın çok müteessir oldu, dedi: “Yâ Rab! Senin rızan için, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın biatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim. Benim hayatımda istirahatımı temin edecek tek evlâdcığımı, o Resulün hürmetine bağışla.” Enes der: O ölmüş adam kalktı, bizimle yemek yedi.”[2]

-“Şübhe kabul etmez ki, şimdi âlem-i melekût ve ervahta; ölmüş, vefat etmiş insanların ervahı pekçok kesretle vardır ve bizimle münasebettardırlar. Manevî hedayamız onlara gidiyor, onların nurani feyizleri de bizlere geliyor. Hem hads-i kat’î ile vicdanen hissedilebilir ki; insan öldükten sonra esaslı bir ciheti bâkidir. O esas ise ruhtur. Ruh ise, tahrib ve inhilale maruz değil. Çünki basittir, vahdeti var. Tahrib ve inhilal ve bozulmak ise; kesret ve terkib edilmiş şeylerin şe’nidir. Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi; hayat, kesrette bir tarz-ı vahdeti temin eder, bir nevi bekaya sebebiyet verir. Demek vahdet ve beka, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirayet eder. Ruhun fenası, ya tahrib ve inhilal iledir. O tahrib ve inhilal ise, vahdet yol vermez ki girsin, besatet bırakmaz ki bozsun. Veyahut i’dam iledir. İ’dam ise Cevvad-ı Mutlak’ın hadsiz merhameti müsaade etmez ve nihayetsiz cûdu bırakmaz ki, verdiği nimet-i vücudu o nimet-i vücuda pek müştak ve lâyık olan ruh-u insanîden geri alsın.”[3]

Mehmet ÖZÇELİK

26-10-2004

[1] Mektubat.6-7.

[2] Age.155-156.

[3] Sözler.517.




CENNETTE NEFSİN İSTEDİKLERİ VARDIR

CENNETTE NEFSİN İSTEDİKLERİ VARDIR
Nefs kelimesi Kur’an-ı Kerimde muhtelif şekillerde geçer.Bunlar;
Nefs (nefse-nefsun-nefsin)olarak 61 kere,Nefsen;14 kere, Nefseke, nefsike, nefsuke;10 kere,Nefsehu-nefsihi-nefsehu;40 kere,Nefsehâ-nefsihâ;2 kere,Nefsî;13 kere,Nufus;1,nufusiküm,1,enfusu-enfuse-enfusi;6 kere, Enfuseküm-enfusukum-enfusiküm;49 kere,Enfusena-enfusina;3 kere, Enfusuhum-enfusehüm-enfusihim-91 kere,Enfusihinne,4 kere,
Böylece farklı şekillerde toplam;297 kere geçmektedir.
Vücudumuzu bir saray gibi düşünürsek;ruh efendi,akıl vezir,kalb sarayın sürekliliğini sağlayan güç-enerji-motor gücü,nefis ise sarayın ihtiyaçları,gelir giderleri…
Veya bir gemi ise;ruh kaptan,akıl dümen,kalb motor,nefis geminin genel ihtiyaçları.
İnsanı hareket ettiren,temelini oluşturan dört esastır;Ruh-akıl-kalb ve nefistir.
Bunların dördü bir arada bir bütündür..biri birisiz düşünülemez.
-Nefis;bir yandan nefis,diğer yandan ne Pis…
Nefis;nefes alan herkes..Ben-sen-o,biz-siz-onlar…
Nefis,hayat sahibi,benlik sahibi.Vahid-i kıyasi..ölçü birimi..Allahı tanıma alet ve ölçüsü.
“Men arefe nefsehu,fegad arefe rabbehu”’Nefsini bilen Rabbisini de bilir.”
Rabbi bilme yollarının en keskini…
Cüce dev..dev cüce..kainatı içerisinde barındıran nokta..noktadaki kainat.
-İmtihan,mücadele ve de yarış…
-İnsan nefesle nefes almakta,insanın nefes borusudur nefes.
Nefis;bütün varlıkların odak noktası..bütün varlıklar ona teveccüh etmekte,o ise Allah’a teveccüh edip bakmakta ve yönelmektedir.
“Ya eyyetühen nefsul mutmainne,irciî ilâ Rabbiki râdiyeten merdiyyeh.”
‘Ey Rabbisiyle mutmainne olmuş yani tatmin bulmuş olan nefis,razı olmuş ve olunmuş olarak Rabbine dön…”
İnsanın sınırsız hayra ve şerre bakan cihet ve duygusu..Rahmani ve hayvani cihet sahibi.Terakki ve tedennisinde sınır konulmamış..yükselebilir yükselebildiği kadar,alçalabilir alçalabildiği kadar.
Kamil insan olmanın sırrı nefiste saklıdır.
-Mevlana ruhu deveciye,nefsi de deveye benzetmektedir.
Nefsin öldürülmesi,ruhun yola yayan gitmesi,hatta ve hatta gitmemesi demektir.
Ruh varlığını diğer üçünün varlığı ve beraberliğiyle bir bütün olarak sürdürür.Dördünün birliğiyle vücut ayakta durur,vücut olur..vücut olarak kalır..yoksa dağılmaya ve yıkılmaya mahkumdur.
“Onlar için altın kadeh ve tepsiler dolaştırılır, canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedi kalacaksınız.”
Bu yazıyı yazmama sebeb olan bu ayetteki nefsin memnun edileceği yani nefislerin hoşlandığı her şeyin cennette bulunduğu vaadidir.
Cennette nefis için nefis şeyler bulunmaktadır.
Böylece cennetin hareketi ve de bereketi nefis iledir.
Nefis cennetin zahiri güzelliğinin hareket noktasını oluşturmaktadır.
Mefhumu muhalifiyle;dünyadan ve de cennetten nefsi ve de nefsin istediklerini çıkardığımız zaman,geriye bir şey kalmayacak yani maddenin süsü,ilahi nakşın onlar üzerindeki tezahürü olmayacaktır.
Dünyaya da,cennete de hareket veren güç nefistir.En yüce güç olmamakla beraber,en büyük tezahürün bir ucudur.
İnsanı melekten farklı kılan,onun nefsi cihetidir.
Cinlerden insanı farklı kılan onun maddi yani nefsen madde ve bedene bakan yönüdür.
Allahın bir çok isimleri nefsin devreye girmesiyle açığa çıkmaktadır.
Dinin oluşmasında,helal ve haramların Allah tarafından belirlenmesinde,böylece Allahın Ğaffar,Tevvab,Cebbar vs.gibi isimlerin tezahür etmesine,kitapların özellikle Kur’an-ı Kerimin inmesine sebeb;nefsin varlığı,onun dizginlenmesi,nefsin bozduklarının düzeltilmesi ve düzenlenmesidir.
-Nefis iki tarafı keskin bir kılıç gibi,sahibini de kesebilir,onun için her şeyi de kesebilir.
-Bu dünyada Allah için nefsini feda eden,adeta islam toprağına atıp, islamın suyuyla sulayan insan için,böyle büyük nefis şeyler bulunmaktadır.
-Nefsin iki yönü vardır;Biri Allaha bakan,diğeri ise şeytana bakan yönüdür.
-“Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istediğiniz her şey de sizindir.”

-“… Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar.”
-“Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir. Ancak Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç. Onlar cennetlerdedirler…”
-Nefis sahibi kişiler, dünyadaki zevkinden fedakarlık ve ferağat edenler için,her şey vardır.Haramdan kaçıp,helal ile iktifa etmesi halinde büyük ödüller onları beklemektedir.
“Nefs-i emmare, elbette günahları, kötülükleri emreder”
Bu ifade Peygamber olan Hz.Yusufun ifadesidir.Nefsin tehlikesinden Allaha sığınmış,adeta onu Allaha şikayet etmiştir.
Nefis kazanmanın da,kaybetmenin de risk tarafıdır..risk almadır.
Şeytan ise hakkı ve yetkisi olmadan,nefsin dizginini tamamen serbest bırakıp,geçici olarak hoşuna gidecek şeyleri meşru gösterdiğinden,önceden şeytan olmasına sebeb olan insandan böylece öcünü almaya çalışmaktadır.
Hz. Âişe validemiz, (İnsan Rabbini ne zaman tanır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Nefsini tanıdığı zaman) buyurdu.. (Edeb-üd-dünya)
“Cenab-ı Haktan korkup, nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranların varacakları yer, muhakkak Cennettir.”
“Nefsini tezkiye eden kurtuldu.”
-Bir adam Resulullah aleyhissalatu vesselam’a: “Cennette at var mı?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:
“Allah Teala Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yakuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır.” buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de:
“Cennette deve var mı?” diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular:
“Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır.”
“Cennette gözlerin görmediği,kulakların işitmediği ve insan kalbine doğmayan her şey vardır.
Allah nasib etsin…
MEHMET ÖZÇELİK
10-07-2009




BU DÜNYADAKİ HANGİ ŞEY ÂHİRETTE EDEVAM EDECEKTİR.

BU DÜNYADAKİ HANGİ ŞEY ÂHİRETTE EDEVAM EDECEKTİR.
Gerçekten bu dünyada olupta çok değer verdiğimiz,bazen hayatımızı ortaya koyduğumuz,bir ömür boyu elde etmeye çalıştığımız hangi şey orada devam edecek,kıymet alacak,yüzüne bakılacak,ulaşılmasına çalışılıp taleb edilecektir.
Çok afedersiniz;yüzüne bile bakmayıp çöpe attığınız bir kemiği elde etmek için bir çok köpek birbirleriyle kavga ederler.Saatlerce onun üzerinde uğraşırlar.
Şimdi acaba;onlar mı kemiğin kıymetini çokça bilmektedirler?Yoksa insan mı kemiği bilmeyip,kıymetini anlamayıpta takdir mi etmemektedir?
Onların bu hırlaşmalarını gören insan,’Bunlar zaten köpektir’deyip normal görerek çekip gider.
Kendisi ise onu elde etmeye değil,elden çıkarmaya çalışmıştır.
Aslında dünya ve içindekilere baktığımızda acaba bizim pozisyonumuz nedir? Uğraştığımız ve de elde etmeye çalıştığımız şeylerin kıymeti nedir?Neden bazılarının çokça kıymet verdiklerine diğer bazıları hiç kıymet vermemektedirler?
Her şeyin kıymeti de kıymet verenlerin vermesine göre kıymet almaktadır?Peki ya gerçekteki kıymeti nedir?
Kediler için en kıymetli şey farelerdir.Sırtlanlar için ise leşlerdir.
Herkes kendi kıymetinde kıymetlenmekte ve değer vermektedir!
İnsan karpuzun içini yerken,işlek onun kabuğunu yemektedir.
Çocuğun dünyası,oyuncak dünyasıdır.Büyükler hiç ona iltifat etmezler.
Acaba büyüklerin burada iltifat ettiklerine gerçek manada ne kadar kıymet biçilmektedir?Yoksa bizlerde mi çocuk durumuna düşmüş oluyoruz?
Hadisde:” Dünyanın Cenab-ı Hakkın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kafirler bir yudum su ondan içemeyeceklerdi”
Yani ebedi ve sonsuz ahret hayatına nisbeten dünyanın bir sivrisinek kanadı kadar dahi bir değeri yoktur.Zira biri fani ve kısa,diğeri ise baki ve ebedidir.
Dünya kelime anlamı itibarıyla aşağı ve düşük demektir.O halde aşağı ve düşük olanın kıymeti de aşağı ve düşüktür.
O halde hiç mi kıymeti yoktur?
Dünyanın tek kıymeti ahret için bir Pazar,ekin yeri,bir fabrika gibi ahrete iman-ibadet-ihsan gibi güzel şeyleri üretmesi cihetiyledir.
Dünya ahrette ne kadar yüz bulacak,yüz verilecek,yer alacaktır?
Bazen cirmi,bazen de cürmü kadar.Belki bir hatırlanması amacıyla müze görevi görecektir…
Hadisde:”Dünya cifedir.”denilmesi,köpeklerin üzerinde kavga ettikleri kemik misali cihetiyledir.
İbni Abbasdan rivayet edilen mealen bir Hadisde:Dünya ahrette acuze –yaşlı-bir kadın suretinde getirilir.İnsanlar bir ömür boyu peşinden koştuğumuz dünya bu mu?diye hayret ederler.
Dünya herkesle nişanlanır ancak kimseyle evlenmez.Evlense foyası meydana çıkacaktır…
Cennette yüzüne bile bakmayacağımız bir şeye burada hayatımızı bile feda etmek ne kadar mantıklıdır?
İman ve marifet cennette de sürekli devam edecek olan hakikatlardandır. Allah ezeli ve ebedi olduğundan O’nu ebediyyen bilme orada da devam edecektir.
Cennet geçici,kısır ve noksan şeyleri kabul etmez.Ebedi ve ebede namzet olanları kabul eder.
Herkesin kıymeti kıymet,himmet ve değer verdiği şey nisbetindedir…

MEHMET ÖZÇELİK
23-01-2009