Son 150 yıl içerisinde zulümle simgeleşmiş insanlara bakıldığında, geçmişteki Nemrut ve Firavunda görülen özelliklerin üstünde sahip olduklarıyla ortaya çıkan küçüklü büyüklü birçok Firavun ve firavuncuklara şahit oluruz.
-ABD ve İsrail demokrasi getireceğiz diye darbe yapıyor, terörü bitireceğiz diye herkesi öldürüyor.
İngiliz’de planı yapıyor, alt yapısını oluşturuyor.
Zulüm ve kibirde zirve yapmışlardır.
Asır firavunlar asrıdır.
Ondan dolayıdır ki, onursuz bir gidiş, onursuz bir yürüyüş var.
Firavun ve Nemrut: İki Zalim Hükümdarın Karşılaştırması
Firavun ve Nemrut, tarih boyunca zulüm ve kibirleriyle anılan iki önemli figürdür. İkisi de kendi dönemlerinde büyük güçlere sahip olmuş ve halklarına zorluklar çıkarmışlardır. Ancak, yaşamış oldukları coğrafyalar, dönemler ve inanç sistemleri farklı olduğundan yaptıkları eylemler arasında da bazı önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Farklılıkların Temel Nedenleri
* Dönem ve Coğrafya: Firavunlar, Antik Mısır’da hüküm sürmüş bir dizi kraldır. Nemrut ise Sümer mitolojisinde geçen bir kraldır. Bu farklılık, ikisinin yaşadığı çağın teknolojisi, kültürel yapısı ve inanç sistemleri üzerinde önemli etkiler yaratmıştır.
* İnanç Sistemleri: Firavunlar, çok tanrılı bir dine inanırlardı ve kendilerini tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak görürdüler. Nemrut ise daha çok güç ve kibirle anılan, tanrıları aşmaya çalışan bir karakter olarak tasvir edilir.
* Eylemleri: Her iki hükümdar da halkına zulmetmiş ve büyük yapılar inşa ettirmiştir. Ancak Firavunlar, Nil Nehri’nin bereketini kullanarak gelişmiş bir tarım sistemi kurmuş ve büyük piramitler inşa etmişlerdir. Nemrut ise daha çok Babel Kulesi gibi göklere uzanan bir yapı inşa etmeye çalışmakla bilinir.
* Tarihteki Yeri: Firavunlar, Mısır medeniyetinin temelini oluşturmuş ve dünya tarihinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Nemrut ise daha çok bir efsane figürü olarak kabul edilir ve tarihi gerçekliği tam olarak bilinmez.
Detaylı Karşılaştırma
| Özellik | Firavun | Nemrut |
|—|—|—|
| Dönem | Antik Mısır | Sümer Mitolojisi |
| İnanç | Çok tanrılı | Güç ve kibir üzerine kurulu |
| Eylemler | Piramit inşaatı, tarım sistemi | Babel Kulesi inşaatı, tanrıları aşmaya çalışma | Tarihteki Yeri | Medeniyetin kurucusu | Efsanevi figür |
Sonuç olarak, Firavunlar ve Nemrut, iktidarlarını kötüye kullanmış ve insanlığa zulmetmiş olsa da, yaşadıkları dönem, inanç sistemleri ve gerçekleştirdikleri eylemler bakımından farklılık gösterirler. Firavunlar, Mısır medeniyetinin gelişmesinde önemli bir rol oynamışken, Nemrut daha çok kibir ve güç tutkusunun sembolü olarak kabul edilir.
Özetle, her iki figür de tarih boyunca zulüm ve kibirleriyle anılsa da, yaşadıkları dönemler, inanç sistemleri ve gerçekleştirdikleri eylemler bakımından farklılık gösterirler. Firavunlar, Mısır medeniyetinin temelini oluşturmuşken, Nemrut daha çok bir efsane figürü olarak kabul edilir.
*************
Dünkü haçlı firavunlarının yerine bugün ABD’nin oyuncağı olan batı haçlısı ile, piyonu olan veya kendisinin piyonu haline geldiği İsrail ile sürdürülmektedir.
– İsraillin başarısı, MOSSAD’ın başarısıdır, CIA ortaklığıyla.
Her ne kadar 7 ekim 2023 yılında Hamas’ın maskarası haline gelmiş olsa da.
Bir hesaba göre 11 Eylül ikiz kulelere yapılan proje sonrası Afganistan ve İslam ülkelerine saldırının bahanesi gibi.
Türkiye’deki darbelerde Mitin ya suskunluğu veya ortaklığı vardı.
Mit darbecilerin kontrolündeydi.
İran ve Hizbullah istihbaratı MOSSAD’ın haber hatta kontrol alanındadır.
İşte itiraf.
İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedi Necat: “İsrail’e karşı koyma birimi kurduk, başındaki kişi MOSSAD ajanı çıktı.”
Türkiye azda olsa bunları yakalayıp temizliyor, hareket alanını daraltıyor.
Medya kanalıyla çıkan sesler ise, beslemeleri ve satın alınan kalem-şörleridir ve kalem şerleridir.
Böyle olunca, elbette İçte bunca düşman varken, başka düşmana ne hacet!
1993 yılında TV’de Genel kurmay başkanı Doğan Güreş şu müşahedesini dile getirmişti,
NATO’ya gittiğimde büyük masanın üzerinde dünya haritası bulunuyordu.
Dünya sekize bölünmüştü.
ABD’ye Suriye, Irak ve İran verilmişti.
Suriye ve Irak’ın durumu ortada.
Hedef ülke İran.
Hedefte İran var.
ABD suyu bulandırarak saldırmak ve de saldırtmak için bahane arıyor.
Gerçi saldırması için pek de bahaneye ihtiyacı yak ya.
İş olsun.
Irak’ta saldırmak için kimyasal bahanesini uydurup işgal ettiği ve 1,5 milyonu öldürdüğü gibi.
– İran’ın Cumhurbaşkanı Reisi ’den Süleymani’ye, elçilerinden komutanlarına kadar İsrail tarafından serbestçe öldürülürken ses çıkarmayan Batı, İran’ın savunma hakkını kullanmak amacıyla İsrail’e bir kaç füze atması ve Fransa’nın önergesiyle çökmüş olan dünya hakları kurulu bir araya gelerek İran’ı kınadı.
İran başlı başına ele alınıp eleştirilebilir ancak çocuk kadın, yaşlı sivil demeden öldürmelere kör olan bir Batı var.
Bir yıldır işgal ve öldürmelere ses çıkarmayanlar timsah göz yaşlarını döktüler.
Batasıca Batı.
İslam dünyası, Ortadoğu ve Araplar ve de dünya sarı öküzü verdiği anda bu işi kaybetmişti.
– Geniş düzlüklerde yaşayan kalabalık bir yaban öküzü sürüsü varmış. Haliyle, etraflarında aç aslanlar eksik olmazmış. Fakat sürü çok kalabalık olduğu için, bunlara saldıran aslanlar hırpalanır, geri çekilmek zorunda kalırlarmış. Bir gün, yaşlı topal bir aslan, sakin bir şekilde tek başına sürüye yaklaşmış. Sürünün lideri ile konuşmak istediğini söylemiş. İri yarı genç bir öküz öne çıkmış.
Aslan demiş ki: “Bakın öküz kardeş, biz sizinle burada sulh içinde yaşamak istiyoruz, ama sizin içinizde şu sarı öküz var ya, o bizim sinirlerimizi çok bozuyor. Onu görünce çılgına dönüyoruz. Size saldırmaktan kendimizi alamıyoruz. Onu bize verin, biz bir daha size saldırmayız. Barış içinde yaşarız.”
Öküz: “Bunu bir düşünelim.” diyerek sürünün içine dönmüş. Öküzler, bundan böyle rahat edeceklerini düşünerek, sarı öküzün aslanlara verilmesine karar vermişler. Sadece yaşlı ve tecrübeli bir öküz, “O bizi en iyi organize eden ferdimiz, onu vermeyin.” diye karşı çıkmış. Ancak dinlememişler ve sarı öküzü aslanlara vermişler.
Bir süre geçmiş, yaşlı topal aslan tekrar görünmüş. Aynı hikâye tekrarlanmış. Bu sefer kısa kuyruklu kara öküz onların sinirini bozmakta, çılgına döndürmekte imiş. Onu verirlerse barış sürecekmiş… Ve kısa kuyruklu siyah öküz de verilmiş.
Günler böylece geçerken, aslanlar da acıktıkça bir bahane ile sürüden bir öküzleri almışlar. Öküzler de barış bozulmasın diye istediklerini aslanlara teslim etmişler…
Böylece, aslanların gücü arttıkça, öküzleri daha çok tehdit etmeye başlamışlar ve almışlar…
Öküzlerin artık güçlenen aslan sürüsüne karşı koyacak gücü kalmamış. Toplanıp “Biz nerede hata yaptık da bu savaşı kaybettik.” diye tartışmaya başlamışlar. Ve yaşlı öküz söz almış demiş ki:
“Biz bu savaşı sarı öküzü onlara verdiğimiz gün kaybetmiştik!”
İmam Gazali “el-Münkizu mine’d-Dalâl” adlı eserinde Özetle ne anlatmaktadır?
İmam Gazali’nin “el-Münkiz mine’d-Dalâl” (Dalâletten Kurtaran) adlı eseri, onun kendi içsel yolculuğunu, felsefi şüphelerinden kurtulma sürecini ve hakikate ulaşma arayışını anlattığı otobiyografik bir eserdir. Eser, Gazali’nin düşünsel ve manevi arayışının aşamalarını ve bu süreçte karşılaştığı sorunları nasıl aştığını özetler. Ana temalar şunlardır:
1. Felsefi ve Teolojik Şüpheler: Gazali, gençliğinde felsefe, kelam, Batınilik gibi çeşitli düşünce akımlarını derinlemesine incelemiş ve bunlar hakkında şüpheye düşmüştür. Bu dönemde, akıl ve duyular yoluyla elde edilen bilginin güvenilirliğini sorgular.
2. Felsefenin Eleştirisi: Gazali, özellikle İslam dünyasında etkili olan Aristotelesçi ve Neoplatonist felsefeyi eleştirir. Filozofların bazı görüşlerinin İslam inancına aykırı olduğunu savunur ve bu görüşlere karşı sert eleştiriler getirir.
3. Kelamın Sınırlılığı: Gazali, kelam ilmini (İslam teolojisi) savunur, ancak bu disiplinin hakikate ulaşmada yeterli olmadığını düşünür. Çünkü kelam, akla dayanır ve akıl sınırlıdır.
4. Tasavvufun Hakikat Yolundaki Önemi: Gazali, nihai kurtuluşu tasavvufta bulur. Sufilikte manevi deneyimler ve kalp aydınlanmasıyla hakikate ulaşılabileceğini savunur. Ona göre, gerçek bilgi ancak doğrudan manevi deneyimle elde edilebilir.
5. Sonuç: Gazali, nihayetinde akıl ve duyuların sınırlı olduğunu, insanın gerçek hakikate ancak tasavvuf yoluyla ulaşabileceğini belirtir. Bu yolculuk, Allah’a yakınlaşmayı ve ruhun arınmasını içerir.
Özetle, “el-Münkiz mine’d-Dalâl”, İmam Gazali’nin entelektüel şüphelerden manevi aydınlanmaya nasıl geçtiğini ve bu süreçteki düşünsel yolculuğunu anlattığı önemli bir eserdir.
Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmüş gibi olmasın ama, İsrail Lübnan’daki Türk, Arap, vs. vatandaşları da kapsayacak derecede bombalayarak bu büyük savaşın fitilini ateşlemiş, tetiğe de basmış oldu.
Hiçbir sûrette lanetlik İsrail’in, Hizbullah olsun, İran olsun, Şii de olsa onlara vurması kabul edilemez.
İsrail’e taraftar olan sefil ve rezildir.
“Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”[1]
İsrail Lübnan’da durmayacak. Arada bir vurduğu gibi Suriye’ye de girecek.
IŞİD ve PKK’yı Suriye, Irak ve özellikle İran’a karşı kullanacak.
İsrail’in asıl hedefi İran’ı savaş alanına çekip, ABD ve İngiltere’ye vurdurmak.
ABD’nin İran’ı vurmak isteği 30 yılı aşkın süredir düşündüğü bir plan ve hedeftir.[2]
Ortadoğu’nun yayılmacı iki derin devleti olan İran ve İsrail güç savaşına girdiler.
İsrail İran’ı ringe ve sahaya çekiyor.[3]
-İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedi Necat: İsrail’e karşı koyma birimi kurduk başındaki kişi MOSSAD ajanı çıktı, dedi.
Maalesef bizde olduğu gibi İslam ülkelerinin ve İran’ın da FETÖ’sü var.
-PKK’yı besleyip himaye eden Suriye ve İran, onlar tarafından da hedefe konulacaktır.
Maalesef Suriye ve İran ipini çekecek düşmanını koynunda sakladı.
Keser döndü sap döndü
Gün geldi hesap döndü.
Elbette kader cihetiyle sonunu hazırlayan İsrail, birçok masumu da öldürecek, işgalini sürdürecektir.[4]
****************
Ortadoğu’da Şii Sünni savaşını istediği gibi çıkaramayıp, Müslümanı Müslümana arzu ettiği gibi kırdıramayan Batı, belli ki bu işi kendisi üstlenmiş durumda.
Tüm İslam ülkelerini içteki darbe aparatları, piyon başkanlar, işgal hareketleri ve ekonomik yaptırım ve ambargolarla yıprattı, gelişimini geciktirdi.
Hep sivri uçları ateşledi.
-Bizdeki 1970-80 sağ- sol olayları ve 1960’dan beri darbe ve baş örtüsü, irtica gibi bahanelerle içteki satılık ve kolay kullanımlı kişilerle bu işi yürüttü.
8 yıl boyunca İran’la Irak’ı çarpıştırdı.
Demokrasi götüreceğim diyerek Afganistan, Irak ve İran gibi ülkeleri işgal etti.
Örtülü olarak İslam ve Arap ülkelerini kontrol edip, gizli valileriyle idare etti.
İslam ülkeleri hep süründü, süründürüldü.
Şimdiden İsrail ile geniş çaplı ve planlı bir soykırıma girişti.
Hadisi Kutsi’de. “Zalim Allah’ın kılıcıdır. Onunla intikam alır, sonra dönülür ondan intikam alınır.”
Uyuyan İslam dünyasının uyanıp, İttihadı İslam’ı yani Türk ve Arap İslam Birliğini kurması gerek.
Bu durum farz ve mecburi oldu.
Kurtuluşumuz bunda ve burada.
-Sonuç olarak, İsrail’in canı cehenneme.
Biden 50 yıllık fitnesini gider ayak dünyayı ateşe atarak, büyük bir savaşla noktalamak istiyor.
Biden son Haçlı komutanı ve son Moğol olarak tarihe geçecektir.
Baba-i (ya da Babaî), Osmanlı İmparatorluğu döneminde, özellikle 17. yüzyılda ortaya çıkan ve dönemin sosyal, dini ve siyasi yapısını etkileyen bir halk hareketidir. Bu hareket, Alevi ve Şii inançlarına sahip olan halk gruplarının katılımıyla şekillenmiş ve genellikle sosyal adalet arayışıyla özdeşleşmiştir.
Tarihsel Arka Plan
Kökenleri: Babaî hareketinin kökleri, 13. yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan Bektâşîlik ve Alevîlik gibi inanç sistemlerine dayanmaktadır. Bu inançlar, zamanla sosyal ve politik sorunların çözümünde bir araç haline gelmiştir.
Baba İlyas: Hareketin öne çıkan figürlerinden biri Baba İlyas’tır. Baba İlyas, halk arasında büyük bir saygı görmüş ve özellikle 1240’lı yıllarda meydana gelen Baba İlyas İsyanı ile tanınmıştır. Bu isyan, Alevi ve halk gruplarının sosyal adalet taleplerinin bir ifadesi olarak görülmüştür.
Hareketin Özellikleri
1. Sosyal Adalet Talebi: Babaî hareketi, özellikle sosyal adaletsizlik ve eşitsizlik karşısında halkın taleplerini dile getiren bir platform olarak öne çıkmıştır. Dönemin zenginleri ve yöneticilerine karşı halkın haklarını savunma amacı taşımıştır.
2. Dini Unsurlar: Hareket, Alevi ve Şii inançlarının etrafında şekillenmiş, dini liderlik ve toplumsal birlik sağlama amacı gütmüştür. Babaîler, dini ritüelleri ve inançlarını halk arasında yaymayı hedeflemişlerdir.
3. Politik Etki: Babaî hareketi, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi otoritesine karşı bir muhalefet biçimi olarak da ortaya çıkmıştır. Bu durum, zaman zaman isyan ve çatışmalara neden olmuştur. Osmanlı yönetimi, bu tür hareketleri bastırmak için sert önlemler almıştır.
Sonuç
Baba-i hareketi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde sosyal ve dini adalet arayışının bir yansıması olarak önemli bir yere sahiptir. Alevi ve Şii inançlarına sahip toplulukların bir araya gelerek, toplumsal sorunlara dikkat çekmesi ve çözüm arayışları, bu hareketin temelini oluşturmuştur. Döneminin koşulları, bu tür sosyal hareketlerin ve dini yapılanmaların gelişmesine zemin hazırlamıştır.
@@@@@@@@
Bahailik.
Bahailik, 19. yüzyılın ortalarında İran’da ortaya çıkan ve günümüzde dünya çapında birçok takipçisi bulunan bir inanç sistemidir. Bahailik, Bahaullah (1817-1892) tarafından kuruldu ve özünde, tüm dinlerin birliğini ve insanlığın birliğini vurgulayan öğretiler içerir.
Temel Öğretiler
1. Tek Tanrı İnancı: Bahailik, tek bir Tanrı’nın var olduğuna inanır. Tanrı’nın, zaman zaman farklı peygamberler aracılığıyla insanlara rehberlik ettiğine inanılır. Bu peygamberler arasında Buda, İsa, Muhammed ve Bahaullah yer alır.
2. Dinlerin Birliği: Bahai inancı, farklı dinlerin özünde bir birleşiklik olduğunu savunur. Her din, Tanrı’nın insanlara iletmek istediği mesajın bir parçasıdır.
3. İnsan Birliği: Bahailik, ırk, cinsiyet, din ve ulus ayrımı olmaksızın tüm insanların eşit olduğunu kabul eder. İnsanlık, ortak bir aile olarak bir araya gelmelidir.
4. Eğitim ve Bilim: Bahai inancı, eğitimin ve bilimin önemine büyük bir vurgu yapar. Eğitim, bireylerin ve toplumların gelişmesi için gereklidir.
5. Barış ve Adalet: Bahailik, dünya barışını sağlamak ve adaleti yerleştirmek amacıyla çalışmayı teşvik eder. Toplumların huzur içinde yaşaması için adaletin sağlanması gerektiğine inanır.
6. Kendi Kendini Yönlendirme: Bahailer, bireylerin kendi manevi gelişimlerini sağlamak için içsel bir yolculuğa çıkmalarını teşvik ederler. Her birey, kendi ruhsal gelişimini sağlama sorumluluğunu taşır.
Kuruluş ve Yayılım
Bahaullah: Bahaullah, Bahailik’in kurucusu ve en önemli figürüdür. 1863 yılında, kendisini Tanrı’nın gönderdiği son peygamber olarak ilan etti. Öğretileri, Alevi ve Şii inançlarından etkilendi ve Bahailik, kısa sürede dünya genelinde yayıldı.
Bahaî Topluluğu: Bahailik, dünya genelinde 7 milyon civarında takipçiye sahiptir ve 200’den fazla ülkede temsil edilmektedir. Bahai topluluğu, yerel ve uluslararası düzeyde çeşitli etkinlikler düzenler ve toplumsal hizmet projeleri geliştirir.
Dini Pratikler
Dua ve İbadet: Bahailer, günde en az bir kez dua ederler. Duanın içeriği kişisel olabilir, ancak Bahai kutsal metinlerinden alınan dualar da sıklıkla kullanılır.
Bayramlar: Bahailer, kendi dini takvimlerine göre belirli bayramları kutlarlar. Naw-Ruz (Bahai Yeni Yılı) ve Ridvan Bayramı, en önemli bayramlar arasında yer alır.
Toplumsal Hizmet: Bahai topluluğu, sosyal adalet, eğitim ve insan hakları konularında aktif bir şekilde çalışmaktadır. Toplumsal hizmet projeleri, yerel ve global düzeyde gerçekleştirilir.
@@@@@@
İshak Baba.
İshak Baba, Türk halk edebiyatı ve Alevi-Bektâşi kültürü içinde önemli bir figürdür. Genellikle Türkiye’nin Orta Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde anılan bir halk şahsiyetidir. İshak Baba, Alevi inançları çerçevesinde öne çıkan bir dini lider, öğretmen ve şair olarak kabul edilir. İşte İshak Baba hakkında daha fazla bilgi:
Hayatı ve Dönemi
Yaşamı: İshak Baba’nın yaşamına dair kesin tarihi bilgiler yoktur, ancak 17. yüzyılda veya 18. yüzyılda yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Alevi ve Bektâşi toplulukları arasında önemli bir yere sahiptir.
Kökeni: İshak Baba’nın kökenleri genellikle Anadolu’ya dayanır. Alevi topluluklarının inanç ve geleneklerinde büyük bir etki yaratmıştır.
Dini ve Kültürel Etkileri
1. Dini Liderlik: İshak Baba, Alevi-Bektâşi topluluklarında manevi bir lider olarak kabul edilir. Öğretileri, ahlaki değerler, insan sevgisi ve sosyal adalet gibi temaları içerir.
2. Öğretileri: İshak Baba’nın öğretileri, insan ilişkileri ve toplumsal dayanışma üzerine yoğunlaşmıştır. Özellikle hoşgörü ve barış vurgusu, onun felsefesinin temelini oluşturur.
3. Şiirleri ve Deyimleri: İshak Baba, halk arasında çeşitli şiirleri ve deyişleriyle tanınır. Bu eserleri, Alevi ve Bektâşi kültürünün sözlü geleneğinde önemli bir yer tutar. Duygusal ve derin anlamlar içeren şiirleri, dinleyicileri üzerinde etki bırakmıştır.
4. Ritüellerde Yeri: İshak Baba, bazı yerlerde çeşitli ritüel ve törenlerde anılır. Alevi inançları çerçevesinde önemli bir figür olarak kabul edilmesi, topluluk içinde manevi bir bağ oluşturur.
Sonuç
İshak Baba, Alevi-Bektâşi geleneği içinde önemli bir şahsiyet olarak bilinir. Dini liderliği, öğreticiliği ve kültürel katkıları ile Anadolu’daki Alevi toplulukları üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. Onun öğretileri, günümüzde de birçok insan tarafından benimsenmekte ve halk arasında yaşatılmaktadır. İshak Baba’nın hayatı ve öğretileri, Alevi kültürünün zenginliğini ve çeşitliliğini yansıtan önemli bir unsurdur.
İsrail’in Kıbrıs ile ilişkileri, stratejik, ekonomik, enerji ve güvenlik temelli çok boyutlu bir iş birliği içermektedir. İsrail ve Kıbrıs (özellikle Güney Kıbrıs Rum Kesimi), Doğu Akdeniz’deki jeopolitik dinamikler ve bölgedeki doğal gaz rezervlerinin keşfi nedeniyle son yıllarda yakınlaşmıştır. İsrail’in Kıbrıs ile bağlantısı ve hedeflerini birkaç başlıkta özetleyebiliriz:
1. Enerji İş birliği
İsrail, Doğu Akdeniz’de keşfedilen büyük doğal gaz rezervleri ile önemli bir enerji oyuncusu haline geldi. Bu bağlamda Kıbrıs da zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğu için, İsrail ile enerji alanında iş birliği yapmaktadır. Her iki ülke de bu rezervlerin Avrupa’ya ihraç edilmesi konusundaki projelerde rol oynamaktadır. Özellikle “EastMed” boru hattı projesi, İsrail gazını Kıbrıs üzerinden Yunanistan ve İtalya’ya taşıma amacını taşımaktadır.
2. Güvenlik İşbirliği
İsrail ve Kıbrıs, ortak güvenlik çıkarları doğrultusunda askeri ve güvenlik alanlarında işbirliğini güçlendirmiştir. Bu iş birliği, Doğu Akdeniz’deki deniz güvenliği, terörle mücadele ve ortak askeri tatbikatlar gibi konuları kapsamaktadır. Her iki ülke de bölgedeki istikrarı koruma hedefindedir.
3. Jeopolitik ve Stratejik Ortaklık
İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan ile üçlü bir iş birliği mekanizması geliştirmiştir. Bu mekanizma, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki etkisini dengelemeye yönelik bir strateji olarak görülebilir. Aynı zamanda, İsrail’in Avrupa ve NATO ile ilişkilerini güçlendirme amacı taşıyan bir diplomatik hamle olarak da değerlendirilmektedir.
4. Ekonomik ve Ticari İlişkiler
İsrail ve Kıbrıs arasında turizm, tarım teknolojileri, su yönetimi ve diğer ekonomik alanlarda iş birliği bulunmaktadır. İsrail, Kıbrıs’ı turizm ve ticaret açısından önemli bir ortak olarak görmektedir.
5. İsrail’in Kıbrıs’taki Hedefleri
İsrail’in Kıbrıs ile olan ilişkilerindeki temel hedefler şunlardır:
Enerji Güvenliği: Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya güvenli bir şekilde ulaştırmak.
Bölgesel İstikrar: Kıbrıs ile askeri ve güvenlik işbirliği yaparak bölgedeki istikrarı sağlamak.
Jeopolitik Konum: Türkiye’nin bölgedeki etkisini dengelemek ve İsrail’in bölgesel çıkarlarını korumak.
Sonuç olarak, İsrail’in Kıbrıs ile bağlantısı hem stratejik hem de ekonomik çıkarlar üzerine kuruludur ve bölgedeki enerji kaynaklarının geliştirilmesi, güvenlik işbirliği ve jeopolitik dengelerin korunması gibi konulara dayanmaktadır.
@@@@@@@
İngiltere’nin Kıbrıs ile bağlantısı ve hedefi nedir?
İngiltere’nin Kıbrıs ile bağlantısı ve hedefleri, tarihi, askeri ve stratejik kökenlere dayanmaktadır. İngiltere, Kıbrıs üzerindeki varlığını ve etkisini uzun yıllardır korumaktadır ve bu ilişki, adanın 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan İngiltere’nin yönetimine geçmesiyle başlamıştır. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra da İngiltere, adadaki varlığını ve etkisini sürdürmüştür.
1. Tarihi ve Hukuki Bağlantı
İngiltere, Kıbrıs’ın bağımsızlığını kazandığı 1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları kapsamında, Kıbrıs’ın garantör devletlerinden biridir. Bu antlaşmalar çerçevesinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan ile birlikte Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini garanti eden ülkelerden biridir. Bu durum İngiltere’ye, Kıbrıs’ta yaşanacak herhangi bir iç veya dış tehdit durumunda müdahale etme hakkı tanımaktadır.
2. Askeri Varlık ve Egemen Üs Bölgeleri
İngiltere, Kıbrıs’ta önemli askeri üs bölgelerine sahiptir. Ada üzerinde bulunan iki “Egemen Üs Bölgesi” (Sovereign Base Areas), Akrotiri ve Dhekelia üsleridir. Bu üsler, İngiltere’nin sadece Kıbrıs’taki değil, aynı zamanda Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarları açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle Orta Doğu’daki gelişmeler ve bölgesel güvenlik tehditleri bağlamında bu üsler, İngiltere’nin askeri operasyonlarında kritik rol oynamaktadır.
3. Stratejik ve Jeopolitik Hedefler
İngiltere’nin Kıbrıs’taki stratejik hedefleri, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik dengelerle yakından ilişkilidir. İngiltere hem NATO üyesi olarak hem de bölgedeki diğer aktörlerle iş birliği yaparak, bölgesel güvenliği sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ve enerji projeleri de İngiltere’nin Kıbrıs ile olan ilişkilerini etkileyen unsurlar arasındadır.
İngiltere’nin Kıbrıs’taki üsleri, Avrupa ve Orta Doğu arasında önemli bir bağlantı noktası olma özelliği taşıyor. Bu üsler, İngiltere’nin küresel askeri operasyonlarında bir “öncü üs” işlevi görmekte, özellikle Suriye, Irak gibi çatışma bölgelerine yakınlığı nedeniyle operasyonel avantajlar sunmaktadır.
4. Brexit Sonrası Durum
Brexit sonrasında, İngiltere’nin Avrupa Birliği ile olan bağlarının zayıflaması, Kıbrıs ile ilişkilerinde de bazı yeni dinamiklere yol açmıştır. Kıbrıs, hâlâ bir AB üyesi olarak kalırken, İngiltere’nin AB ile dış politika koordinasyonu sınırlanmıştır. Ancak, İngiltere Kıbrıs’taki üslerini koruyarak hem bölgedeki varlığını sürdürmeye hem de AB ile stratejik ilişkiler geliştirmeye devam etmektedir.
5. Kıbrıs Sorunundaki Rolü
İngiltere, Kıbrıs’taki Türk ve Rum toplumları arasındaki çözüm sürecinde aktif bir rol oynamaktadır. Garantör devlet olarak, Kıbrıs sorununun çözümü için yürütülen müzakerelerde arabulucu ve gözlemci rol üstlenmiştir. İngiltere, adada kalıcı bir barış ve siyasi çözüm sağlanması yönündeki uluslararası çabaları desteklemektedir.
6. Ekonomik İlişkiler
İngiltere, Kıbrıs ile güçlü ekonomik ilişkilere sahiptir. İki ülke arasında turizm, eğitim ve ticaret alanlarında yoğun bir iş birliği bulunmaktadır. Özellikle Kıbrıs’ta yaşayan büyük İngiliz topluluğu ve adaya gelen İngiliz turistler, ekonomik ilişkilerin önemli bir parçasıdır.
7. İngiltere’nin Kıbrıs’taki Hedefleri
İngiltere’nin Kıbrıs’taki başlıca hedeflerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Askeri ve Stratejik Varlık: Kıbrıs’taki üsler aracılığıyla bölgesel güvenlik ve askeri operasyonlara destek sağlamak.
Jeopolitik Etki: Doğu Akdeniz’deki enerji ve güvenlik politikalarını etkilemek ve AB ile işbirliğini sürdürmek.
Barış Süreci: Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunmasını desteklemek.
Ekonomik ve Sosyal İlişkiler: Kıbrıs ile ticaret, turizm ve eğitim alanındaki bağları geliştirmek.
Sonuç olarak, İngiltere’nin Kıbrıs ile olan bağlantısı tarihi, askeri ve stratejik temellere dayanmakta olup, adadaki üsleri ve garantör devlet rolü çerçevesinde Doğu Akdeniz’deki etkisini sürdürmeye çalışmaktadır.
@@@@@@
ABD’nin İngiltere’nin Kıbrıs ile bağlantısı ve hedefi nedir?
ABD’nin İngiltere’nin Kıbrıs ile olan bağlantısındaki rolü ve hedefleri, küresel stratejik çıkarlar, NATO işbirliği, bölgesel güvenlik ve enerji politikaları çerçevesinde şekillenmektedir. ABD, Doğu Akdeniz bölgesinde önemli bir güç olarak, hem İngiltere’nin Kıbrıs’taki stratejik varlığına destek vermekte hem de Kıbrıs’ın kendisiyle doğrudan ilişkiler geliştirmektedir.
1. İngiltere’nin Kıbrıs’taki Askeri Üsleri ve ABD İş birliği
İngiltere’nin Kıbrıs’taki Akrotiri ve Dhekelia üsleri, ABD için de stratejik önem taşımaktadır. Bu üsler, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki Amerikan askeri operasyonlarına lojistik destek sağlama kapasitesine sahiptir. ABD, İngiltere’nin Kıbrıs’taki üslerini, özellikle Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz’deki güvenlik operasyonları için dolaylı olarak kullanabilmektedir.
İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri varlığı, NATO’nun bölgedeki stratejik çıkarlarıyla da örtüşmektedir. ABD ve İngiltere, NATO müttefikleri olarak bu üsler üzerinden koordinasyon sağlamakta ve bölgedeki güvenlik dengesini koruma hedefi taşımaktadır.
2. Doğu Akdeniz’deki Güvenlik ve Enerji Politikaları
ABD, Doğu Akdeniz bölgesinde artan jeopolitik gerilimler nedeniyle hem enerji hem de güvenlik politikalarına özel bir önem vermektedir. Kıbrıs, bölgedeki doğal gaz rezervleriyle ABD’nin enerji stratejisinde kritik bir role sahiptir. ABD, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasında geliştirilen EastMed boru hattı projesini desteklemektedir ve bu projenin Avrupa’nın enerji güvenliğini artırma potansiyeline büyük önem vermektedir. ABD, bu projede İngiltere’nin desteğini ve Kıbrıs’taki üslerini stratejik bir kaldıraç olarak görmektedir.
ABD, aynı zamanda Kıbrıs’ın bölgedeki stratejik konumunu ve enerji kaynaklarını korumak amacıyla Türkiye ile yaşanan gerilimleri dengelemek için diplomatik çabalar göstermektedir. İngiltere’nin Kıbrıs üzerindeki etkisi, ABD’nin bölgedeki çıkarlarıyla uyumlu bir biçimde hareket etmesini kolaylaştırmaktadır.
3. NATO ve Bölgesel Güvenlik İş birliği
ABD, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de NATO’nun çıkarlarını koruma amacındadır. İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri varlığı, NATO’nun bölgedeki etkisini sürdürmesine olanak tanır. ABD, bu üslerin NATO operasyonları için stratejik önemini farkındadır ve İngiltere ile bu konuda iş birliğini sürdürmektedir. Kıbrıs’ta bulunan üsler, ABD’nin özellikle Orta Doğu’daki askeri operasyonlarına destek sağlamak açısından kritik bir rol oynamaktadır.
4. Kıbrıs Sorununda Rolü
ABD, Kıbrıs sorununun çözümünde aktif bir diplomatik rol oynamış ve oynamaya devam etmektedir. ABD, İngiltere’nin Kıbrıs üzerindeki garantör devlet rolünü desteklemekte ve Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumları arasında bir çözüm bulunması için uluslararası toplumla birlikte çalışmaktadır. Bu bağlamda, ABD, Kıbrıs’taki her iki toplumun da siyasi ve ekonomik çıkarlarını göz önünde bulunduran bir çözüm formülü geliştirilmesine yardımcı olmaya çalışmaktadır.
ABD’nin, İngiltere’nin Kıbrıs ile olan ilişkisine yönelik hedeflerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Bölgesel Güvenlik ve NATO İşbirliği: İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri üslerinin NATO’nun ve ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki operasyonlarına katkıda bulunmasını sağlamak.
Enerji Güvenliği: Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının güvenliğini sağlamak ve Avrupa’nın enerji bağımsızlığını artırma hedefini desteklemek.
Stratejik Denge: Kıbrıs üzerinden Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilimlerde diplomatik bir denge sağlamak ve bölgedeki istikrarı korumak.
Kıbrıs Sorunu: Adada kalıcı bir çözüm bulunmasını teşvik etmek ve bölgesel barışı sağlamak için diplomatik çabaları desteklemek.
Sonuç olarak, ABD, İngiltere’nin Kıbrıs’taki varlığını ve adadaki stratejik çıkarlarını hem güvenlik hem de enerji politikaları açısından desteklemektedir. Kıbrıs, ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki stratejik hedeflerine ulaşmasında önemli bir bölge olarak değerlendirilmektedir ve İngiltere ile bu alanda yakın iş birliği sürdürülmektedir.
@@@@@@
İngiltere, ABD ve İsrail’in Kıbrıs işgal etme planı var mı?
Bu ülkelerin Kıbrıs ile ilişkileri, daha çok stratejik, ekonomik, askeri ve diplomatik iş birlikleri çerçevesinde yürütülmektedir. Kıbrıs, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik konumu ve enerji kaynakları açısından önemli bir ülke olduğundan, bu ülkelerin ilgisini çekmektedir; ancak bu ilgi, genellikle diplomasi, savunma iş birlikleri ve enerji projeleri üzerinde yoğunlaşmıştır.
1. İngiltere
İngiltere, Kıbrıs’ta Egemen Üs Bölgeleri olan Akrotiri ve Dhekelia’da kalıcı askeri üs bulundurmaktadır. Bu üsler, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmasıyla yapılan antlaşmalar çerçevesinde İngiltere’ye verilmiştir. İngiltere’nin bu üsleri kullanma hakkı, uluslararası anlaşmalarla sabittir ve Kıbrıs hükümetiyle uzlaşı çerçevesinde sürdürülmektedir.
2. ABD
ABD, Kıbrıs ile güçlü diplomatik ve askeri ilişkiler sürdürmekte, adadaki barış sürecine destek vermekte ve Doğu Akdeniz’deki enerji ve güvenlik çıkarlarını diplomatik yollarla takip etmektedir. ABD, ayrıca Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarını destekleyen bir tutum sergilemektedir. Kıbrıs’ta herhangi bir askeri varlığı bulunmayan ABD, bölgedeki NATO müttefikleriyle iş birliği yaparak güvenlik politikalarını şekillendirmektedir.
3. İsrail
İsrail, Kıbrıs ile enerji, savunma ve ekonomik alanlarda yakın iş birliği yapmaktadır. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz projeleri gibi konularda İsrail, Kıbrıs’la stratejik ortaklık geliştirmiştir ve iki ülke arasındaki ilişkiler, karşılıklı çıkarlar doğrultusunda şekillenmektedir. İsrail’in Kıbrıs’la askeri iş birliği de savunma alanında eğitim ve ortak tatbikatlarla sınırlıdır.
4. Kıbrıs Sorunu ve Garantör Ülkeler
Kıbrıs sorunu, 1974’ten beri çözümsüz bir şekilde devam etmektedir ve adada bir Türk ve bir Rum kesimi bulunmaktadır. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ın bağımsızlığını garanti eden ülkeler olarak, adadaki sorunların çözümüne destek vermekle yükümlüdür. Her ne kadar Türkiye, 1974’te Kıbrıs’ta bir askerî harekât düzenlemiş olsa da bu harekât Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkiye’nin kontrolünde bir Kıbrıs Türk yönetimi kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
Sonuç:
Bu ülkeler, Kıbrıs ile olan ilişkilerini daha çok bölgesel güvenlik, enerji işbirliği ve diplomatik çabalar üzerinden yürütmektedir.
Ruhlar aleminde bu işin mutlaka öncesi vardır.
Her şey olabilirken, bir şey olmak ve olabilmek.
Bir lütuf ve ihsan.
Seçilmişlik…
Efendimiz neden İsmail’den de, İshak’tan değil?
On binden fazla din var.
Müslüman doğarken Müslüman yaşayıp Müslüman ölmek.
Veya yaşamayıp Müslüman ölmemek.
Yamyam olmak, ineğe ve fareye tapmak. VS.
Neden?
Taş, bitki, hayvan olabilme ihtimaline karşı insan olmak.
Anne karnındaki çocuğun öncesini ve sonrakini tanımlaması benzer durumdayız.
Benden önce 4 kardeşim ölmüş ve ben ilkiyim, benden sonra 3 kişi daha var.
Olayın hem bana hem de 3 kişiye bakan yönü var.
Ölenler için kaderin takdiri de ayrı.
Kehf Suresi. 60-82. ayetler arası 3 olay çok düşündürücü.
-Maya, tinet, karakter, yapı, değer, takdir…
-Niye dünyanın zorlu şartları ile karşı karşıya bırakıldık. Buraya geldik.
Neden?
Tıpkı Kaktüsler misali.
-“Meksika’da çölde yetişen bir tür kaktüs vardır. Agave Kaktüsü…
Bu kaktüs tekilanın hammaddesi olduğu gibi, yapraklarında da Sisal denen ipeksi bir iplik var ve ipekten daha pahalı bir kumaşın yapımında kullanılır.
Bir gün bir işadamı bu kaktüslere yatırım yapmaya karar verir.
Büyük bir fabrika kurar, büyükçe ve verimli bir tarlada kaktüsleri yetiştirmeye başlar.
Kaktüsleri orada daha büyük ve daha bol yapraklı yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapar.
Kaktüsleri bol vitaminler ve zenginleştirilmiş gübrelerle besler.
Çabaları sonuç verir, daha iri ve yaprakları daha büyük bitkiler elde eder.
Sıra yaprakların içindeki iplikleri toplamaya gelir. İlginç bir olayla karşılaşırlar; hemen hemen tüm kaktüslerde bu iplikler kaybolmuştur!
Yapraklar daha iri olmuş ama içlerindeki iplikler kaybolmuş.
Buna bir türlü anlam veremez ve iş adamı büyük bir zararla fabrikayı kapatmak zorunda kalır.
Ama olayın sebebini öğrenmek ister ve sorunun peşini bırakmaz. Sonuçta Amerikalı bir bitki biyoloğu ile anlaşır.
Bitki biyoloğu çöle gider, bu tür kaktüslerden birinin yanında çadır kurar ve bir-iki ay kaktüsü gözlemler, inceler ve sonuçta bir rapor yazar.
Raporda şu ifade yer alır;
“…bu ipliklerin ortaya çıkma sebebi çölün çetin ve zor koşullarıdır.
Siz bu kaktüsü rahat bir ortama yerleştirmekle bu yeteneğinden etmişsinizdir…. “
Çocuk yetiştirirken, eğer ona kötülük yapmak istiyorsanız her istediğini verin.
Eğer iyilik yapmak istiyorsanız, bırakın bazı sorunlarını kendisi çözmeye çalışsın…
Bunu Yaparken de kendisini geliştirsin…Anooshirvan Miandji.
-“Çinliler barış içinde yaşamaya karar verdiklerinde büyük Çin Seddi’ni inşa ettiler. Yüksekliğinden dolayı hiç kimselerin tırmanamayacaklarını düşündüler…
Fakat, inşasından sonraki 100 yılda Çinliler
3 misli daha fazla işgale uğradılar.
Düşman piyade askerlerinin, hiçbir zaman duvara tırmanma ya da duvarı yıkmaya ihtiyaçları olmadı.
Çünkü, her zaman muhafızlara rüşvet verdiler ve kapılardan girdiler.
Çinliler yüksek ve kalın duvar inşa etmişlerdi; fakat duvar muhafızlarının karakterlerini inşa edememişlerdi.
Netice olarak, insan karakterini inşa etmek farklı ve önemli…
Her şeyin inşasından önce gelir.
Yeni neslin bugünkü ihtiyacı işte budur.
Bir devlet adamının dediği gibi; “Eğer bir milletin medeniyetini tahrip etmek istiyorsanız 3 yol var;
* Aile yapısını tahrip edin.
* Eğitim sistemini tahrip edin.
* Hedeflerini küçümseyin, yerli sanayisini tahrip edin, borçlandırın, gelecek kaygısı çıkarın.”
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap’ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.
Ancak Serap’ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir’e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.
Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
-”Doktor bey,” dedi. ”Ben size…dargınım.” ”Niçin?” diye sordum.
-”Siz…dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH ‘ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?”
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O’nu üzmemeye çalışarak:
–”Doktora ulaşmak kolaydır” dedim. ”Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın…”
Konuşmaya mecali olmadığından “Ben o isteği duyuyorum” manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler “hızlandırılmalı öğretime” dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:
-”Doktor bey,” dedi. ”Ben ölürken ne söylemeliyim?”
-”Senin durumun çok özel” dedim. ”Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ”Muhammed” (s.a.v) sana yeter.”
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap’a sürekli morfin yapıyor ve O’nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-”Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor.” dedi. “Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. “Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste “Muhammed” diyemezsem?.
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap’ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.
Ertesi gün O’na:
-”Hiç korkma!” dedim. “İğneyi vurdurabilirsin.
Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-”Doktor bey…Azrail bana nasıl görünecek?”
-”Kızım,” dedim. “O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir.”
Salı günü Serap’ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-”Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!” dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve “yataktan kalkması imkansız” denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor bey’e söyleyin, dedi. Azrail, O’nun söylediğinden de güzelmiş!…
Osmanlı İmparatorluğu, 1299 yılında Osman Gazi tarafından kurulan ve 1922 yılına kadar varlığını sürdüren büyük bir imparatorluktu. Yaklaşık 600 yıllık bir geçmişe sahip olan Osmanlı, zirve döneminde üç kıtaya yayılan geniş topraklarıyla dünyanın en güçlü devletlerinden biri haline gelmişti. İstanbul’un fethi (1453) ile Doğu Roma İmparatorluğu’na son veren Osmanlı, Sultan II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) önderliğinde imparatorluk statüsüne ulaşmıştır.
Osmanlı’nın en parlak dönemi, Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde yaşanmıştır. Bu dönemde Osmanlı, Avrupa, Asya ve Afrika’nın geniş bölgelerini kontrol etmiş, hem askeri hem de kültürel anlamda büyük bir güç haline gelmiştir. Devletin yönetim sistemi, merkeziyetçi yapısı, etkili idari ve askeri kurumları ile güçlü bir bürokrasiye sahipti.
Ancak, 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu, iç karışıklıklar, ekonomik sorunlar ve Avrupa’daki güç dengelerindeki değişiklikler nedeniyle yavaş yavaş gerilemeye başladı. 19. yüzyılda Osmanlı, “Hasta Adam” olarak anılmaya başlandı ve toprak kayıpları hızlandı. 1. Dünya Savaşı’nın ardından, 1922 yılında resmen sona erdi ve yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Osmanlı İmparatorluğu, hukuk, sanat, mimari ve kültürel alanlarda önemli miraslar bırakmıştır. Osmanlı mimarisi, özellikle Mimar Sinan gibi büyük mimarların eserleri ile tanınır. Ayrıca Osmanlı’nın hoşgörü politikası, farklı din ve milletlerin bir arada yaşadığı kozmopolit bir toplum yapısına da olanak sağlamıştır.
@@@@@@@@
Büyük Türkiye
“Büyük Türkiye” kavramı, Türkiye’nin ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel açıdan güçlü bir devlet olma idealiyle ilişkilidir. Bu kavram, Türkiye’nin bölgesel ve küresel ölçekte etkili, bağımsız ve güçlü bir ülke olma hedefini ifade eder. “Büyük Türkiye” fikri, tarihi ve kültürel mirasıyla öne çıkan bir ülkenin, modern dünyanın dinamiklerine ayak uydurup, kendi çıkarlarını koruyarak bölgesinde ve dünyada lider bir rol üstlenme amacını yansıtır.
Bu kavramın içini dolduran temel unsurlar şunlardır:
1. Ekonomik Güç: Türkiye’nin güçlü bir ekonomiye sahip olması, teknolojik gelişmelere ayak uydurması ve küresel ticarette söz sahibi olması büyük Türkiye ideali için önemlidir. Yüksek ihracat, sanayi ve tarımda üretim kapasitesi artırılması, enerji kaynaklarının etkin kullanımı bu hedeflerin bir parçasıdır.
2. Askeri Güç: Türkiye, coğrafi konumu gereği önemli bir stratejik konuma sahiptir. Bu nedenle güçlü bir savunma sanayisine sahip olmak, caydırıcı bir ordu bulundurmak ve bölgesel güvenliği sağlayabilecek kapasitede olmak, büyük Türkiye’nin temel taşlarından biridir. Milli savunma sanayisinin gelişimi ve Türkiye’nin NATO’daki rolü bu bağlamda öne çıkar.
3. Siyasi Bağımsızlık ve Etkin Diplomasi: Büyük Türkiye, bağımsız bir dış politika yürütmek, uluslararası ilişkilerde söz sahibi olmak ve kendi ulusal çıkarlarını koruyarak dünya düzenine katkı sağlamakla mümkündür. Bu ideal, Türkiye’nin komşu ülkelerle ilişkilerini güçlendirmesini, bölgesel barışın sağlanmasına yönelik adımlar atmasını ve küresel sorunlara çözüm önerileri sunmasını içerir.
4. Kültürel ve Tarihi Miras: Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve daha eski medeniyetlerin mirasını taşıyan bir ülkedir. Bu mirasın korunması, dünyaya tanıtılması ve Türkiye’nin kültürel diplomasi yoluyla etkisini artırması, büyük Türkiye idealinin önemli bir parçasıdır.
5. Bilim, Teknoloji ve Eğitim: Büyük bir Türkiye, eğitimde kaliteyi artırmayı, bilimsel araştırmaları teşvik etmeyi ve teknolojik yeniliklerle kendini güçlendirmeyi hedefler. Yüksek teknoloji üreten bir ülke olmak, bilgiye dayalı bir ekonomiye sahip olmak bu yolun gerekliliklerindendir.
Son yıllarda, Türkiye’nin dış politikadaki aktif rolü, savunma sanayisindeki yerli üretim hamleleri ve bölgesel güç olma yolundaki adımları, bu “Büyük Türkiye” vizyonunun hayata geçirilmesine yönelik çabalar olarak yorumlanabilir.
@@@@@@1@
İttihadı İslam
İttihad-ı İslam (İslam Birliği), Müslümanlar arasında siyasi, ekonomik ve sosyal birlik sağlama ideali üzerine kurulu bir düşünce akımıdır. Bu kavram, İslam dünyasındaki ülkeler ve topluluklar arasında dayanışma, birlik ve ortak hareket etme fikrini savunur. İttihad-ı İslam, özellikle 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma döneminde güçlenmiştir. Bu dönemde, İslam dünyası Batı’nın sömürgecilik faaliyetlerine maruz kalırken, İslam ülkeleri arasındaki parçalanmışlık daha belirgin hale gelmişti.
İttihad-ı İslam’ın Temel İlkeleri
1. Müslümanların Birliği: İttihad-ı İslam, mezhep farkı gözetmeksizin tüm Müslümanların birleşmesini savunur. Bu fikir, İslam coğrafyasında mevcut olan ayrılıkların ve çatışmaların sona erdirilmesini amaçlar. Özellikle ümmet kavramı çerçevesinde Müslümanların ortak bir hedef etrafında toplanması gerektiği vurgulanır.
2. Siyasi ve Ekonomik Bağımsızlık: İttihad-ı İslam, İslam dünyasının siyasi ve ekonomik bağımsızlığını elde etmesini savunur. Batı sömürgeciliğine ve emperyalizmine karşı Müslüman ülkelerin birlikte hareket ederek güçlenmesi gerektiği düşünülür.
3. Batıya Karşı Mücadele: Bu fikir, İslam dünyasının Batı kültürünün etkisine ve sömürgecilik girişimlerine karşı korunmasını içerir. 19. yüzyılda özellikle Osmanlı aydınları arasında Batı’ya karşı İslami bir direniş fikri güçlenmiştir.
4. Osmanlı İmparatorluğu’nun Liderliği: 19. yüzyılın sonlarında İttihad-ı İslam, Osmanlı İmparatorluğu tarafından da benimsendi. Sultan II. Abdülhamid, İslam Birliği fikrini özellikle dış politikada bir araç olarak kullanmış ve Osmanlı’nın İslam dünyasının lideri olarak kabul edilmesini sağlamaya çalışmıştır. Abdülhamid, İslam dünyasındaki Müslümanların Osmanlı’nın liderliği altında birleşmesini sağlayarak, Osmanlı’nın Batı’ya karşı daha güçlü bir duruş sergileyebileceğini düşünmüştür.
5. İslam Hukuku ve Değerleri: İttihad-ı İslam, İslam dünyasında sosyal ve hukuki düzenin İslam’ın temel prensiplerine göre yeniden yapılandırılması gerektiğini savunur. Bu fikir, Batı kaynaklı modern hukuk sistemlerine karşı İslam hukukunun uygulanmasını öngörür.
İttihad-ı İslam’ın Tarihi Gelişimi
19. Yüzyıl ve Osmanlı Dönemi: İttihad-ı İslam fikri, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı emperyalizmi karşısında zayıfladığı dönemde önem kazanmıştır. Osmanlı aydınları ve yöneticileri, Müslüman dünyasının Osmanlı’nın himayesi altında birleşmesi gerektiğini savunmuşlardır. II. Abdülhamid, bu politikayı bir dış politika aracı olarak etkin bir şekilde kullanmış ve Hindistan, Orta Doğu, Kuzey Afrika gibi İslam coğrafyasındaki Müslümanlarla ilişkileri güçlendirmiştir.
20. Yüzyıl: Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından İttihad-ı İslam fikri çeşitli İslamcı hareketler tarafından benimsendi. 20. yüzyıl boyunca, Panislamizm ve İslam birliği düşüncesi, modern İslamcı hareketler içinde önemli bir yer tutmaya devam etti. Birçok İslamcı lider ve düşünür, İslam ülkelerinin bağımsızlığı ve birliği için çalışmışlardır.
Günümüzde İttihad-ı İslam
Günümüzde İttihad-ı İslam düşüncesi, birçok İslam ülkesi ve topluluğunun gündeminde yer almakta, özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası örgütlerle bu birliği sağlama çabaları devam etmektedir. Ancak mezhepsel farklılıklar, siyasi çıkar çatışmaları ve dış güçlerin müdahaleleri, bu birliğin tam anlamıyla sağlanmasını zorlaştırmaktadır.
Özetle, İttihad-ı İslam fikri, Müslümanların tarih boyunca yaşadığı parçalanmışlık ve dış tehditlere karşı bir araya gelerek daha güçlü bir siyasi ve ekonomik varlık oluşturma idealini temsil eder.
@@@@@@@@@
Simon yıldızı
“Simon Yıldızı” ifadesi, tarihsel ya da dini literatürde bilinen bir terim değildir. Ancak, “Simon” ismi çeşitli tarihi figürlerle ve “yıldız” sembolüyle ilişkilendirilebilecek birkaç farklı anlam taşıyabilir. Bunlardan biri, Simon bar Kokhba (Kokhba İsyanı) olabilir.
Simon bar Kokhba İsyanı (132-136 CE)
Simon bar Kokhba, Roma İmparatorluğu’na karşı Yahudi direniş hareketine liderlik eden önemli bir figürdü. İsyan, 132-136 yılları arasında gerçekleşti ve Roma İmparatorluğu’nun Yahudiye bölgesinde büyük bir ayaklanmaya yol açtı. Bar Kokhba, Yahudiler arasında bir kurtarıcı ve mesih olarak görülüyordu ve bu isyanın sonunda bağımsız bir Yahudi devleti kurulması umuluyordu. Ancak, Roma’nın sert müdahalesiyle isyan bastırıldı ve Yahudiye’deki Yahudi nüfusunun büyük bir kısmı sürgüne gönderildi.
“Yıldız” kelimesi, bar Kokhba ismiyle ilişkilendirilebilir çünkü “Kokhba” İbranice’de “yıldız” anlamına gelir. Bu, Yahudi halkının bar Kokhba’yı Mesih olarak görmesi ve onun gökyüzünde parlayan bir yıldız gibi bir kurtarıcı olmasını beklemeleriyle bağlantılıdır.
Diğer Anlamlar
Simon ismi Hristiyanlıkta da yaygın olarak kullanılır ve özellikle İncil’deki çeşitli figürlerle ilişkilendirilir. Ancak “Simon Yıldızı” ifadesi doğrudan bir İncil hikayesi ya da Hristiyan sembolizmiyle ilişkili değildir.
Eğer başka bir bağlamda “Simon Yıldızı” terimini duymuşsanız ya da farklı bir konuya işaret ediyorsanız, daha fazla bilgi verirseniz konuyu daha iyi anlayabilirim.
@@@@@@@
Davut yıldızı
Davut Yıldızı (İbranice: מָגֵן דָּוִד, Magen David), Yahudi kültürünün en tanınan sembollerinden biridir. Altı köşeli bir yıldız olan bu sembol, iki eşkenar üçgenin üst üste gelmesiyle oluşur. Yahudilikle ve Yahudi halkıyla sıkça ilişkilendirilir, ancak tarih boyunca farklı kültürlerde ve dinlerde de kullanılmıştır.
Davut Yıldızı’nın Anlamı ve Tarihçesi
1. Yahudi Kültüründe Kullanımı:
Magen David ismi İbranice’de “Davut’un Kalkanı” anlamına gelir. Yahudi geleneğinde bu sembolün Kral Davut’un (David) savaşlarda kullandığı kalkanı temsil ettiği düşünülür. Ancak bu ilişki, tarihi belgelerle doğrulanmış değildir ve daha çok efsanelere dayanır.
Davut Yıldızı, Yahudiliğin sembolü olarak 17. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Modern Yahudilikle en çok özdeşleştirilen sembollerden biri haline gelmiştir ve özellikle sinagoglar, mezar taşları, bayraklar gibi çeşitli yerlerde görülür.
19. yüzyılda Davut Yıldızı, Siyonist hareket tarafından Yahudi kimliğinin ve birliğinin bir simgesi olarak kullanılmıştır. İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra, Davut Yıldızı İsrail bayrağının ortasında yer almıştır ve Yahudi kimliğinin önemli bir sembolü haline gelmiştir.
2. Sembolizmi:
Mistik Anlamlar: Bazı mistik Yahudi öğretilerinde (Kabala), altı köşeli yıldızın altı yönü (kuzey, güney, doğu, batı, yukarı ve aşağı) ve Tanrı’nın bu yönlerdeki varlığına işaret ettiği söylenir. Ortada kalan boşluk ise Tanrı’nın birliğini ve evrensel kontrolünü simgeler.
Yahudi Halkı ve Tanrı İlişkisi: Üçgenlerden biri Tanrı’yı, diğeri ise Yahudi halkını temsil eder. Bu iki üçgenin birleşmesi, Yahudilerin Tanrı ile olan manevi bağını sembolize eder.
3. Tarihsel Kullanımı:
Davut Yıldızı, yalnızca Yahudi sembolizmiyle sınırlı kalmamış, eski Mısır ve Hindistan gibi çeşitli kültürlerde de farklı anlamlarla kullanılmıştır. Orta Çağ’da Avrupa’da bazı Hristiyanlar tarafından da kullanıldığı bilinmektedir.
Nazi Almanyası döneminde Davut Yıldızı, Yahudilerin kimliklerini belirtmek amacıyla sarı bir arma olarak zorla kullanılmaya başlandı. Bu uygulama, Yahudi halkının maruz kaldığı zulüm ve soykırımı simgeleyen acı bir hatıra haline gelmiştir.
4. Modern Kullanımı:
Bugün Davut Yıldızı, Yahudiliğin uluslararası tanınan bir sembolü olarak kabul edilir. İsrail Devleti’nin bayrağında yer almasının yanı sıra, Yahudi toplulukları arasında dini ve kültürel bir simge olarak kullanılmaktadır. Sinagoglar, Yahudi mezarlıkları, Yahudi takıları ve hatta günlük eşyalar üzerinde de bu sembole rastlanabilir.
Davut Yıldızı, Yahudiliğin uzun tarihini ve Yahudi kimliğinin evrensel simgelerinden biri olarak kabul edilen güçlü bir sembol olarak varlığını sürdürmektedir.
@@@@@@@@
Siyonizm devleti ve Toroslar
Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve Yahudi halkının, özellikle Filistin topraklarında (bugünkü İsrail) yeniden bir devlet kurma hareketidir. Theodor Herzl gibi düşünürlerin önderliğinde şekillenen bu siyasi ve milli hareket, Yahudilerin tarihi vatanları olan İsrail topraklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı amaçlamıştır. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla bu amaç büyük ölçüde gerçekleşmiştir.
Siyonizm Devleti: İsrail
1. Siyonizm’in Doğuşu:
19. yüzyılın sonunda, Avrupa’daki Yahudi halkı, antisemitizm ve pogromlar gibi ciddi zulümlerle karşı karşıya kalıyordu. Bu baskılar, Yahudi entelektüellerini ve liderlerini kendi ulusal devletlerini kurma fikrine yönlendirdi.
Siyonist düşünce, Yahudilerin tarihsel ve dini bağları olan Filistin’e (o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir bölge) göç etmelerini ve burada bir Yahudi devleti kurmalarını savundu.
1897’de Theodor Herzl tarafından organize edilen İlk Siyonist Kongre’de, Yahudilerin Filistin’de bir vatan kurması gerektiği kararlaştırıldı.
2. İsrail Devleti’nin Kurulması:
II. Dünya Savaşı ve Nazi Almanyası’nın Yahudilere uyguladığı soykırım (Holokost), Siyonist hareketin hızlanmasına yol açtı. Yahudilerin kendilerini koruyabilecekleri bir devlete olan ihtiyaç daha da acil hale geldi.
1948 yılında Birleşmiş Milletler’in onayıyla Filistin topraklarında İsrail Devleti kuruldu. Ancak bu süreç, Filistin halkıyla uzun süren ve halen devam eden çatışmalara yol açtı. İsrail’in kurulması, Siyonist hareketin temel hedefinin gerçekleşmesi olarak görüldü.
3. Siyonizm ve İsrail’in Modern Politikası:
Siyonizm, bugün hala İsrail devletinin temel dayanaklarından biri olarak kabul edilir. Ancak modern Siyonizm, orijinal hareketten farklı bir noktaya evrilmiştir ve günümüzde çeşitli siyasi akımlar arasında farklı yorumlarla uygulanmaktadır.
İsrail devleti, Yahudi halkının güvenliği ve ulusal kimliğinin korunması amacıyla Siyonist ideallere dayalı politikalar uygulamaktadır. Ancak bu politikalar, özellikle Filistin-İsrail çatışması bağlamında tartışmalı bir konu olmayı sürdürmektedir.
Toroslar ve Siyonizm Bağlantısı
Toros Dağları, Türkiye’nin güneyinde yer alan büyük bir dağ silsilesidir ve Siyonizm ile doğrudan bir bağı yoktur. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, Filistin toprakları Osmanlı’ya bağlıydı ve bu dönemde Siyonist hareket Osmanlı topraklarına Yahudi yerleşimlerini teşvik ediyordu. Toroslar, Anadolu’nun önemli coğrafi unsurlarından biri olarak Osmanlı ve sonrasında Türkiye tarihindeki stratejik öneme sahip bir bölgedir.
Toroslar Osmanlı döneminde Siyonist hareketin Anadolu’nun çeşitli bölgeleriyle olan ilişkileri ya da bu bölgenin stratejik önemiyle ilgilidir.
@@@@@@@@@
Büyük Ermenistan
Büyük Ermenistan (Ermenice: Մեծ Հայք, Mets Hayk), tarihsel olarak Ermeni halkının kurduğu en geniş krallığı ifade eden bir kavramdır. Bu terim, günümüz Ermenistan Cumhuriyeti’nden çok daha büyük bir coğrafyayı kapsayan tarihsel bir devleti temsil eder ve özellikle Ermenilerin geçmişte yaşadığı toprakların genişliğini anlatmak için kullanılır.
Tarihi Büyük Ermenistan
1. Büyük Ermenistan Krallığı:
Büyük Ermenistan Krallığı, M.Ö. 321’den M.S. 428’e kadar varlığını sürdüren bir devletti. Bu krallık, Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Batı İran’ın bazı bölgelerini içine alan geniş bir alanı kontrol ediyordu.
En geniş sınırlarına M.Ö. 1. yüzyılda Kral II. Tigran (Tigran Büyük) döneminde ulaşmıştır. Bu dönemde Ermeni Krallığı, Kuzey Mezopotamya, Suriye’nin bazı bölgeleri, Kilikya ve Kapadokya gibi alanları içeren güçlü bir bölgesel güç haline gelmişti.
II. Tigran, Roma İmparatorluğu ve Part İmparatorluğu gibi büyük güçler arasında denge politikası güderek Ermenistan’ın bağımsızlığını korumuştur. Ancak daha sonra Roma ile yapılan savaşlarda Ermeni Krallığı yenilgiye uğramış ve Roma İmparatorluğu’na bağlı bir devlet haline gelmiştir.
2. Ermeni Krallığı’nın Zayıflaması:
Roma’nın kontrolüne girmesiyle birlikte Büyük Ermenistan Krallığı, güç ve toprak kaybetmeye başladı. 428 yılında Ermeni Krallığı resmen sona erdi ve Ermenistan, Bizans İmparatorluğu ve Sasani İmparatorluğu arasında bölüşüldü.
Ermeniler, bu süreçte Hristiyanlığı kabul eden ilk halklardan biri oldular. 301 yılında Kral III. Tiridates döneminde Ermenistan, Hristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk devlet oldu. Bu durum, Ermeni kültürünün ve kimliğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Büyük Ermenistan Fikri ve Modern Siyasi Talepler
1. Büyük Ermenistan Hayali:
Tarihsel olarak Ermenilerin yaşadığı toprakları kapsayan “Büyük Ermenistan” fikri, 19. ve 20. yüzyıllarda Ermeni milliyetçi hareketlerinde tekrar gündeme gelmiştir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Ermeni milliyetçileri, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni devleti kurma talepleriyle öne çıkmışlardır.
Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve Persler arasında sıkışan Ermeniler, özellikle Rus Çarlığı’nın 19. yüzyılda Kafkaslar’daki yayılma politikası sırasında önemli bir nüfusa sahip oldular. Ancak bu dönemde Ermenilerin bağımsızlık talepleri, Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya ile zaman zaman çatışmalara neden oldu.
2. 1915 Olayları ve Ermeni Soykırımı İddiaları:
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, I. Dünya Savaşı sırasında, 1915 yılında Ermeni halkına yönelik zorunlu tehcir ve ölümler yaşandı. Bu olaylar, Ermeni Soykırımı olarak adlandırılan bir süreçle sonuçlandı. Ermeniler, bu dönemde yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiğini ve kendi tarihsel topraklarından sürüldüklerini iddia etmektedir. Türkiye bu iddiaları reddetmekte ve olayları savaş koşulları altında karşılıklı çatışmalar olarak tanımlamaktadır.
1915 olayları, Büyük Ermenistan idealiyle bağlantılı olarak günümüzde de Ermeni diasporası ve Ermenistan Devleti tarafından gündeme getirilmektedir. Ermeni milliyetçileri, Batı Ermenistan olarak adlandırdıkları Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinde hak iddia eden söylemler geliştirmiştir.
3. Sovyet ve Modern Ermenistan:
20. yüzyılın başlarında, Ermeni halkı için kısa süreliğine bağımsız bir devlet kuruldu (1918-1920), ancak bu devlet Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla ortadan kalktı ve Ermenistan, Sovyetler Birliği’ne bağlı bir cumhuriyet haline geldi. Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla, bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.
Modern Ermenistan Devleti, tarihsel Büyük Ermenistan topraklarının küçük bir kısmını kapsamakta olup, özellikle Azerbaycan ile Karabağ bölgesinde toprak anlaşmazlıkları yaşamaktadır.
Büyük Ermenistan’ın Geopolitik Boyutu
Türkiye ve Azerbaycan ile İlişkiler: Ermenistan’ın Büyük Ermenistan söylemi, özellikle Türkiye ve Azerbaycan ile olan ilişkilerde sorun yaratmıştır. Ermenistan’ın Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinde hak iddia ettiği yönündeki söylemler, iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmasını zorlaştırmıştır.
Dağlık Karabağ Sorunu: Ermenistan ile Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ bölgesi üzerinde yaşanan toprak anlaşmazlığı, bölgedeki jeopolitik gerilimlerin önemli bir kaynağıdır. 2020’de Ermenistan ve Azerbaycan arasında yeniden patlak veren çatışmalar, bu sorunun hala çözüme kavuşmadığını göstermektedir.
Sonuç
Büyük Ermenistan kavramı, tarihsel bir imparatorluğu ve Ermeni halkının geçmişte yaşadığı toprakları simgeleyen bir idealdir. Ancak bu ideal, modern siyasi gerçekliklerle örtüşmemekte ve özellikle Ermenistan’ın komşu ülkeleriyle olan ilişkilerini etkilemektedir. Ermenistan’ın bağımsızlık sonrası yaşadığı jeopolitik sorunlar, bu tarihe dayalı iddiaları ve çatışmaları da günümüze taşımaktadır.
@@@@@@@@
Büyük İsrail
Büyük İsrail (İbranice: ארץ ישראל השלמה, Eretz Yisrael Hashlema, yani “Tam İsrail Toprağı”), Siyonist ideolojinin bazı versiyonlarında ya da dini söylemlerde geçen, tarihsel olarak Yahudilere ait olduğuna inanılan geniş bir coğrafi alanı ifade eder. Bu kavram, modern İsrail Devleti’nin mevcut sınırlarını aşan, İncil’de (Tevrat’ta) geçen toprakları kapsamaktadır. Ancak Büyük İsrail fikri, modern İsrail Devleti’nin resmi politikası değil, daha çok dini, milliyetçi ya da radikal bazı gruplar tarafından savunulan bir idealdir.
Büyük İsrail’in Tarihsel ve Dini Kökenleri
1. Tevrat ve Büyük İsrail:
Büyük İsrail kavramı, Tevrat’ta (Tanah) Yahudilere vaat edilen toprakların sınırlarına dayanır. İncil’e göre, Tanrı Yahudi halkına Nil Nehri’nden (Mısır) Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir bölgeyi vaat etmiştir. Bu sınırlar, günümüzde İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan’ın kuzeybatısı ve Mısır’ın bazı bölgelerini kapsayan geniş bir alanı içerir.
Özellikle Yaratılış Kitabı ve Çıkış Kitabı gibi bölümlerde, Yahudi halkının Kenan diyarına (günümüzdeki Filistin ve İsrail toprakları) yerleşmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu dini referanslar, tarih boyunca Yahudi milliyetçiliğinin bazı kesimlerinde “Büyük İsrail” hayalini beslemiştir.
2. Siyonizm ve Büyük İsrail:
Siyonist hareketin 19. yüzyıl sonlarında başlamasıyla, Yahudilerin Filistin’de (o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası) bir Yahudi devleti kurma fikri güçlendi. Ancak modern Siyonist hareketin liderleri, esasen tarihi Filistin bölgesiyle sınırlı bir Yahudi devleti kurmayı amaçlamışlardır.
Büyük İsrail fikri, Siyonist hareketin ana akımından ziyade daha çok radikal sağcı Siyonist gruplar tarafından savunulmuştur. Bu gruplar, İsrail Devleti’nin sınırlarını genişletmesi gerektiğini savunarak, Yahudilerin Tanrı tarafından vaat edilen toprakları geri almasını istemişlerdir.
Büyük İsrail’in Modern Dönemdeki Anlamı
1. Altı Gün Savaşı (1967) ve İşgal Edilen Topraklar:
1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında İsrail, Ürdün, Suriye ve Mısır’a karşı büyük bir zafer kazandı. Bu savaş sonucunda İsrail, Doğu Kudüs, Batı Şeria, Golan Tepeleri, Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası’nı işgal etti. Bu topraklar, Büyük İsrail hayalini savunan bazı gruplar için önemliydi çünkü bu bölgeler Tevrat’ta vaat edilen toprakların bir kısmını oluşturuyordu.
Bu savaşın ardından, özellikle Batı Şeria ve Golan Tepeleri üzerindeki İsrail kontrolü, Büyük İsrail fikrini savunan kesimlerde bir zafer olarak görüldü. Ancak bu topraklar uluslararası hukuka göre işgal edilmiş bölgeler olarak kabul edilmekte ve İsrail ile Filistinliler arasında hala çözülemeyen bir çatışma kaynağıdır.
2. Yerleşimci Hareketi:
Batı Şeria’da Yahudi yerleşimciler tarafından kurulan yerleşim birimleri, Büyük İsrail idealinin günümüzdeki en somut ifadesidir. Yerleşimci hareketi, özellikle dini Siyonist gruplar tarafından desteklenmektedir ve bu hareketin savunucuları, Batı Şeria’nın Yahudi halkına Tanrı tarafından vaat edilmiş bir toprak olduğuna inanmaktadır.
Bu yerleşim birimleri, İsrail-Filistin barış görüşmelerinin önündeki en büyük engellerden biri olarak görülmektedir. Çünkü Batı Şeria, Filistinliler tarafından gelecekte kurulması planlanan Filistin Devleti’nin toprakları olarak talep edilmektedir.
3. Siyasi ve Dini Gruplar:
İsrail’de, Büyük İsrail’i savunan siyasi partiler ve gruplar bulunmaktadır. Bu partiler genellikle sağ ya da aşırı sağcıdır ve dini referanslarla genişlemeci politikaları savunurlar. Ancak İsrail hükümetinin resmi politikası, uluslararası sınırlarla ilgili konularda daha temkinli bir tavır almayı tercih etmektedir.
Likud Partisi gibi sağcı partiler zaman zaman genişlemeci söylemler kullanmakla birlikte, Büyük İsrail’in kurulması yönünde açıkça bir politika izlememektedir. Ancak radikal dini ve milliyetçi gruplar bu fikri desteklemeye devam etmektedir.
Büyük İsrail’in Jeopolitik ve Bölgesel Etkileri
1. Filistin Sorunu:
Büyük İsrail fikri, özellikle Filistin toprakları üzerinde hak iddia eden radikal Siyonist gruplar tarafından kullanıldığı için, İsrail-Filistin çatışmasının temelindeki gerilimleri daha da derinleştiriyor. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri, Filistin’in bağımsızlık talebine ve iki devletli çözüm arayışına karşı bir tehdit olarak görülüyor.
Bu nedenle Büyük İsrail ideali, bölgedeki barış süreci için bir engel olarak değerlendiriliyor. İsrail içinde ve dışında barışı savunan gruplar, Büyük İsrail söylemlerini radikal ve bölgedeki istikrarsızlığı artıran bir unsur olarak nitelendiriyor.
2. Komşu Ülkelerle İlişkiler:
Büyük İsrail’in geniş toprakları kapsadığı düşünüldüğünde, bu idealle ilişkili söylemler, İsrail’in komşu ülkeleri olan Ürdün, Suriye, Lübnan ve Mısır gibi ülkelerle gerginliklere neden olabilir. Ancak İsrail’in resmi politikası bu genişlemeci ideali uygulamaktan uzaktır ve mevcut sınırları koruma üzerine kuruludur.
Sonuç
Büyük İsrail, tarihsel ve dini metinlere dayanan genişlemeci bir idealdir ve bazı Siyonist ya da dini gruplar tarafından savunulmaktadır. Ancak İsrail Devleti’nin resmi politikası, bu idealden çok daha sınırlıdır ve modern İsrail, uluslararası hukuk ve sınırlar çerçevesinde varlığını sürdürmektedir. Büyük İsrail fikri, özellikle Filistin sorunu bağlamında çatışmaların daha da derinleşmesine yol açabilecek bir unsur olarak görülmektedir.
@@@@@@@
Büyük Yunanistan
Büyük Yunanistan (Megali İdea), Yunanistan’ın tarihsel ve kültürel mirasına dayanan bir idealdir. 19. yüzyılda ortaya çıkan bu fikir, Yunan halkının Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan, ancak tarihsel olarak Yunan kültürüne ait olduğu düşünülen toprakları yeniden fethetmeyi ve Büyük Bizans İmparatorluğu’nu diriltmeyi amaçlar.
Megali İdea’nın Tarihi Arka Planı
1. Megali İdea’nın Doğuşu:
Megali İdea (Μεγάλη Ιδέα), 19. yüzyılda Yunan milliyetçiliğiyle ortaya çıkmış bir idealdir. Bu fikir, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1821 Yunan İsyanı sonrasında şekillenmiştir. Yunan milliyetçileri, Yunanistan’ın sınırlarının sadece Mora Yarımadası ve Atina ile sınırlı kalmaması gerektiğini, Bizans İmparatorluğu’nun tarihsel başkenti olan Konstantinopolis’i (İstanbul) geri alarak büyük bir Yunan devleti kurmayı hedeflemişlerdir.
Megali İdea, Yunanların Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolünde yaşayan büyük Yunan nüfusunu kurtarmayı ve bu toprakları Yunanistan’a katmayı amaçlayan bir milliyetçi düşüncedir. Özellikle Batı Anadolu, İstanbul, Kıbrıs, Trakya ve Ege Adaları gibi bölgeler bu idealle bağlantılıydı.
2. Yunanistan’ın Büyüme Çabaları:
Yunanistan, bağımsızlığını kazandıktan sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla birlikte kendi topraklarını genişletme fırsatları aramaya başladı. Girit, Selanik, Ege Adaları, Teselya gibi bölgeler, Yunanistan’a katıldı.
Özellikle I. Dünya Savaşı ve sonrasında Yunanistan, Batı Anadolu’yu ele geçirme çabalarına girişti. 1919-1922 arasında Yunan-Türk Savaşı (Türk Kurtuluş Savaşı) sırasında Yunan ordusu İzmir’e çıkarma yaptı ve Batı Anadolu’nun büyük kısmını kontrol etti. Bu dönem, Megali İdea’nın en somut hale geldiği dönemdir.
Megali İdea’nın Zirvesi ve Sonu
1. Yunan-Türk Savaşı ve İzmir Felaketi:
Yunanistan’ın Batı Anadolu’daki yayılması, Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına yol açtı.
Türk kuvvetleri, 1922’de Yunan ordusunu geri püskürttü ve İzmir’in geri alınmasıyla Yunanistan’ın Batı Anadolu’daki varlığı sona erdi.
1923 Lozan Antlaşması ile Yunanistan ve Türkiye arasında nüfus mübadelesi gerçekleştirildi. Yunanistan, Batı Anadolu’daki Rum nüfusunu Türkiye’ye, Türkiye ise Yunanistan’daki Türk nüfusu Yunanistan’a gönderdi. Bu durum, Megali İdea’nın gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel oldu.
2. Megali İdea’nın Siyasi Çöküşü:
Batı Anadolu’daki Yunan yenilgisi, Megali İdea’nın sonunu getirdi. Yunanistan, 20. yüzyıl boyunca bu ideali gerçekleştirmek için fırsat bulamadı. Özellikle 1922 felaketinden sonra Yunanistan, iç ve dış politikada büyük zorluklar yaşadı.
Kıbrıs Meselesi ve Ege Adaları gibi bazı bölgesel konular Megali İdea’nın etkisiyle zaman zaman gündeme gelse de, Yunanistan modern dönemde toprak genişletme politikasını terk etti ve daha çok Batı yanlısı bir politika izlemeye başladı.
Megali İdea’nın Günümüzdeki Yansımaları
1. Kıbrıs Meselesi:
20. yüzyılın ortalarında Yunanistan, Megali İdea’nın bir uzantısı olarak Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama fikrini destekleyen ENOSİS hareketini teşvik etti. Ancak bu girişim, Türkiye’nin askeri müdahalesiyle 1974 yılında sona erdi ve Kıbrıs adası ikiye bölündü. Kıbrıs Sorunu, Yunanistan ile Türkiye arasında günümüzde de çözülmemiş bir mesele olarak kalmaktadır.
2. Ege Denizi ve Adalar:
Ege Denizi’ndeki adalar ve kıta sahanlığı tartışmaları, Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerilimlerin temel konularından biridir. Bu mesele, iki ülke arasında hala sürmekte olan diplomatik anlaşmazlıkların bir parçasıdır.
3. Modern Yunanistan ve Megali İdea:
Bugünkü Yunanistan, resmi olarak Megali İdea’yı terk etmiş durumda. Ancak bu ideal, bazı aşırı sağcı gruplar veya milliyetçi çevreler tarafından nostaljik bir ideal olarak zaman zaman gündeme getirilir. Ancak bu düşünce, Yunanistan’ın resmi politikalarında etkili değildir.
Sonuç
Büyük Yunanistan (Megali İdea), 19. yüzyılda Yunan milliyetçiliğiyle şekillenen ve Bizans İmparatorluğu’nun eski topraklarını geri alma hedefi taşıyan bir idealdir. Yunanistan, bu amacı gerçekleştirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı dönemde çeşitli toprak genişlemeleri yapmış olsa da, Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında bu idealin gerçekleşmesi mümkün olmamıştır. Günümüzde Megali İdea, daha çok tarihi bir ideal olarak hatırlanmakta ve Yunanistan’ın resmi politikasında yer almamaktadır.
@@@@@###”
Büyük İran
Büyük İran, tarihsel olarak Pers İmparatorluğu ve günümüz İran sınırlarının çok ötesine yayılan bir kültürel, siyasi ve coğrafi alanı ifade eden bir kavramdır. Bu terim, yalnızca İran’ın mevcut sınırlarını değil, tarih boyunca İran/Pers medeniyetinin etkisinde kalan bölgeleri ve halkları da içine alır. Büyük İran, İran’ın tarih boyunca Asya, Ortadoğu ve Kafkaslar üzerindeki etkisini ve genişlemesini ifade eder.
Büyük İran’ın Tarihi Kapsamı
1. Pers İmparatorluğu (Ahameniş İmparatorluğu):
Pers İmparatorluğu, M.Ö. 6. yüzyılda I. Kiros (Cyrus) tarafından kurulan Ahameniş İmparatorluğu ile başlamıştır. Bu imparatorluk, tarihin en geniş imparatorluklarından biriydi ve günümüzdeki İran, Türkiye’nin doğusu, Mısır, Hindistan’ın bir kısmı, Orta Asya ve Yunanistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kontrol ediyordu.
Pers İmparatorluğu, sadece askeri fetihlerle değil, aynı zamanda etkili bir yönetim ve kültürel entegrasyon politikalarıyla bilinir. Zerdüştlük, Pers İmparatorluğu’nun resmi dini olarak bu dönemde büyük bir etki yaratmış ve Pers kültürü birçok medeniyet üzerinde kalıcı izler bırakmıştır.
2. Sasani İmparatorluğu:
Sasani İmparatorluğu (M.S. 224-651), Ahameniş İmparatorluğu’ndan sonra İran’da kurulan en büyük imparatorluklardan biridir. Bu imparatorluk, Roma ve Bizans İmparatorluklarıyla uzun yıllar süren savaşlar yapmış ve o dönemde dünyanın en güçlü medeniyetlerinden biri olmuştur.
Sasani İmparatorluğu, Ortadoğu’nun büyük kısmını, Batı Asya’yı, Mezopotamya’yı, Kafkasya’yı, Orta Asya’yı ve Doğu Akdeniz’i kontrol etmiştir. Bu dönem, İran kültürünün altın çağı olarak kabul edilir ve Sasani sanatı, mimarisi ve kültürü bu dönemde büyük bir gelişme göstermiştir.
3. İslam İmparatorluğu Dönemi:
Sasani İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, İran toprakları Arap fetihleri ile Müslüman kontrolüne girdi. Ancak İran, İslam dünyası içinde de önemli bir kültürel ve siyasi merkez olarak kalmaya devam etti. Özellikle Şii İslam’ın yükselişi, İran’ın İslam dünyasında özel bir konum kazanmasına neden oldu.
Safevi İmparatorluğu (1501-1736), İran’ı bir kez daha bölgesel bir güç haline getirdi ve Şiilik, Safevi İmparatorluğu’nun resmi dini olarak benimsendi. Bu dönemde İran, Osmanlı İmparatorluğu ile uzun süren çatışmalar yaşadı ve Doğu Anadolu, Kafkaslar, Mezopotamya gibi bölgelerde nüfuz sahibi oldu.
Büyük İran’ın Coğrafi Kapsamı
Büyük İran, tarihsel olarak sadece bugünkü İran topraklarını değil, aynı zamanda İran kültürünün etkili olduğu geniş bir coğrafi alanı ifade eder. Bu bölgeler, İran’ın tarihsel yayılma alanlarını ve kültürel etkisini gösterir:
1. Kafkasya:
İran, tarih boyunca Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Dağıstan gibi Kafkasya bölgelerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Özellikle Sasani ve Safevi dönemlerinde bu bölgeler, İran’ın kontrolü altında bulunmuştur.
Bugün bile İran, Kafkasya ile kültürel ve tarihi bağlara sahiptir. Azerbaycan Cumhuriyeti’nde konuşulan Azeri dili, Farsçayla birçok ortak unsura sahiptir ve Şiilik bu bölgede önemli bir dini inançtır.
2. Orta Asya:
İran’ın kültürel etkisi, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan gibi Orta Asya ülkelerine kadar uzanmıştır. Özellikle Sasani döneminde İran, bu bölgeler üzerinde siyasi ve kültürel hakimiyet kurmuştur.
Tacikistan gibi ülkelerde konuşulan Tacikçe, Farsçanın bir lehçesidir ve bu bölge halkları İran kültürünü ve İslam öncesi Pers etkilerini taşır.
3. Mezopotamya ve Irak:
Mezopotamya (bugünkü Irak), İran’ın tarih boyunca en çok etkilediği bölgelerden biridir. Ahameniş ve Sasani İmparatorlukları bu bölgeyi kontrol etmiştir ve İran’ın Şii etkisi günümüzde de devam etmektedir. Kerbela ve Necef gibi önemli Şii merkezleri, İranlılar için dini ve kültürel bağlarla bağlıdır.
İran, günümüzde de Irak’taki siyasi ve dini yapılar üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Özellikle Şii nüfusu nedeniyle İran-Irak ilişkileri tarihsel derinliğe sahiptir.
4. Doğu Anadolu ve Kürdistan:
İran’ın tarih boyunca Doğu Anadolu ve Kürdistan bölgesi üzerinde de etkisi olmuştur. Safevi ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki savaşlar, bu bölgelerin kontrolü için önemli çatışmalara neden olmuştur. Günümüzde İran, Irak ve Suriye’deki Kürt bölgeleri üzerinde kültürel ve siyasi nüfuzunu sürdürmektedir.
Büyük İran’ın Günümüzdeki Yansımaları
1. İran’ın Bölgesel Etkisi:
Günümüzde İran, tarihsel etkisinin bulunduğu bölgelerde hala güçlü bir nüfuz sahibidir. Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerde İran’ın dini, siyasi ve askeri etkisi büyüktür. Özellikle Şii hilali olarak adlandırılan bölgede İran, aktif bir rol oynamaktadır.
İran’ın nükleer programı ve bölgedeki askeri varlığı, Ortadoğu’daki güç dengelerini etkilemektedir. İran, tarihsel olarak kontrol ettiği ve etki ettiği bu bölgelerde, hem dini hem de politik bir liderlik iddiasındadır.
2. Kültürel Etki:
İran kültürü, bugün de geniş bir coğrafyada etkisini sürdürmektedir. Fars dili ve edebiyatı, Tacikistan, Afganistan ve birçok Orta Asya ülkesinde hala önemli bir yere sahiptir. İran’ın film, müzik ve sanatı da bölgesel olarak büyük bir etkiye sahiptir.
3. Şii İslam’ın Rolü:
İran, Şii İslam’ın merkezi olarak kabul edilir ve bu kimliğiyle, Şii nüfusun yoğun olduğu bölgelerde (Irak, Bahreyn, Lübnan, Suriye) etkisini artırmaktadır. İran’ın dini liderliği ve Velayet-i Fakih sistemi, Şii dünyasında geniş bir etki alanı yaratmaktadır.
Sonuç
Büyük İran, yalnızca coğrafi bir kavram değil, aynı zamanda tarihsel ve kültürel bir medeniyetin ifadesidir. Tarihte büyük imparatorluklar kuran İran, günümüzde de bölgesel bir güç olarak etkisini sürdürmektedir. İran’ın tarihsel yayılma alanları olan Orta Asya, Kafkasya, Mezopotamya ve Ortadoğu, bugün bile İran’ın siyasi, dini ve kültürel etkisinin görüldüğü bölgelerdir.
@@@@@@@@@@
Büyük İngiltere
Büyük İngiltere terimi genellikle Birleşik Krallık anlamında kullanılsa da, tarihsel olarak Britanya Adası’nın coğrafi ve politik yapısını ifade eden bir kavramdır. Terim, çoğunlukla İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın birleşimi ile oluşan Birleşik Krallık’a atıfta bulunur. İşte Büyük İngiltere’nin tarihi, politik yapısı ve kültürel etkileri hakkında daha fazla bilgi:
Tarihi Arka Planı
1. Anglosakson Dönemi:
5. yüzyıldan itibaren, Britanya Adası’na gelen Anglosakson kabileleri, adanın büyük kısmını işgal etti. Bu dönemde çeşitli krallıklar oluştu ve bölge, kabileler arası savaşlarla parçalandı.
2. Norman Fethi (1066):
1066’da Normanların lideri William the Conqueror, İngiltere’yi fethetti ve Norman İmparatorluğu’nu kurdu. Bu fetih, İngiltere’nin siyasi ve toplumsal yapısında büyük değişikliklere neden oldu. Normanlar, yerel Anglo-Sakson aristokrasisini devre dışı bırakarak kendi yönetim sistemlerini kurdular.
3. Orta Çağ ve Feodal Sistem:
Norman fethinden sonra, İngiltere feodal bir sistemle yönetilmeye başlandı. Topraklar, lordlar ve onların vasalları arasında paylaşıldı. Bu dönem, İngiliz hukuk sisteminin temellerinin atıldığı bir dönemi de içerir.
Birleşik Krallık’ın Oluşumu
1. İskoçya ve Galler’in Birleşmesi:
13. yüzyılda İskoçya ile İngiltere arasındaki ilişkiler, sürekli savaş ve çatışma ile doluydu. 1603’te İskoçya Kraliçesi I. Elizabeth’in ölümüyle İngiltere ve İskoçya, James VI’nın James I olarak İngiltere kralı olmasıyla birleşti. Ancak iki ülke, resmen 1707’de birleşerek Büyük Britanya Krallığı’nı kurdu.
Galler, 1536 ve 1542’deki yasalarla İngiltere’ye katıldı ve Galler, İngiltere ile birleşerek Britanya’nın bir parçası oldu.
2. Kuzey İrlanda’nın Durumu:
Kuzey İrlanda, 1921’de İrlanda Cumhuriyeti’nin ayrılmasının ardından İngiltere’ye bağlı bir bölge olarak kalmaya devam etti. Kuzey İrlanda, hem Protestan hem de Katolik topluluklar arasındaki çatışmalara sahne oldu ve bu durum Belfast Anlaşması (1998) ile azalmaya çalışılsa da, bölgedeki gerilimler sürmüştür.
Siyasi Yapı
Parlamento:
Büyük Britanya, parlamenter demokrasi ile yönetilmektedir. Parlamento, iki odadan oluşur: Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası. Avam Kamarası, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluşurken, Lordlar Kamarası, atanan ve miras yoluyla gelen üyelerden oluşur.
Kraliyet:
Britanya’nın sembolik lideri, Kraliçe veya Kraldır. Kraliyet, hükümetin resmi sembolüdür ve devlet işlerinde sınırlı bir rol oynar.
Kültürel Etkiler
1. Dil ve Edebiyat:
İngilizce, dünyanın en çok konuşulan dillerinden biridir ve Britanya, dünya edebiyatında Shakespeare, Dickens, Austen gibi önemli yazarlar yetiştirmiştir.
2. Sanat ve Müzik:
Britanya, tarih boyunca müzikte büyük bir etki yaratmış ve rock müzikten popüler müziğe kadar birçok akıma ev sahipliği yapmıştır. The Beatles, Rolling Stones gibi gruplar, dünya çapında büyük bir etki yaratmıştır.
3. Bilim ve Teknoloji:
Britanya, bilim ve teknoloji alanında da önemli bir rol oynamıştır. Isaac Newton, Charles Darwin, James Clerk Maxwell gibi bilim insanları, önemli keşiflere imza atmışlardır.
Günümüzde Büyük İngiltere
1. Birleşik Krallık:
Günümüzde Birleşik Krallık, İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’yı içermektedir. Her bölgenin kendine özgü bir yönetim yapısı ve yasaları bulunmaktadır.
2. Brexit:
2016 yılında yapılan referandum sonucunda, Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı aldı (Brexit). Bu karar, ülkenin iç politikası ve uluslararası ilişkileri üzerinde önemli değişikliklere yol açtı.
3. Küresel Etki:
Britanya, tarihi boyunca sahip olduğu deniz gücü ve koloniyal geçmişi ile dünya çapında önemli bir etki yaratmıştır. Bugün hala finans, eğitim, kültür ve sanatta önemli bir merkezdir.
Sonuç
Büyük İngiltere, tarihsel olarak Britanya Adası’nın birleşmesini, siyasi gelişimini ve kültürel etkilerini ifade eder. Bugünkü Birleşik Krallık, zengin bir tarih, kültür ve siyasi yapıya sahip olup, küresel ölçekte önemli bir etkiye sahiptir.
İsrail yol haritasını başlangıç ve bitiş noktasına pergel koyarak çizmişti.
Bu da Nil ve Fırat uzantısı idi. Yani İsrail ve Türkiye.
Arzı Mev’ud.
Allah tarafından vadedilmiş topraklar.
Türkiye uzantısını içten ve uzun yıllar bunu dokuyup hatta yüz küsur yıla uzanan süreçte yaptı.
Hat yavaşta olsa istediği gibi gidiyordu.
Ancak 15 Temmuz 2016 yılındaki işgalin akamete uğramasıyla bağlantı koptu ve hattın bitiş noktası şimdilik açıldı gibi.
Bir düğüm imkanı yakalarlarsa kopan hattı tekrar harekete geçirirler.
Bunu hızlandırmak ve de bitiş hattın bağlantısını sağlamak üzere IŞİD, PKK hattı faaliyeti sürdürülürken, Hamas, Lübnan, Suriye, İran ve Irak hatları hareketlendirilmeye başlandı.
Başta ABD ve ortaklarının desteğiyle.
Ancak ilahi hesabı ve tehdidi ve de Peygamberimizin haber ve uyarısını hesaba katmadı.[1]
Kısaca sonucu görmedi.
Hırsı ve saldırganlığı onu kör etti.
*************
15 Temmuz’un rövanşı İsrail eliyle alınmaya ve aynı zamanda İsrail’in arzı Mev’udu gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Gazze bahaneydi. Kısa sürede geçileceği ve biteceği düşünüldü.
Uzun sürünce İsrail bahane ile Lübnan’a saldırdı.
Amaç Suriye.
Oradan Irak’a vararak Talabani ortaklığında Türkiye olacak.
Bu Şanlıurfa, Diyarbakır, Adıyaman ve Kayseri sınırına kadar uzanacak.
Bu oyunu görmememiz için iç kavga ve ekonomi ile uğraştırılıyoruz.
Bunun önünde de Sayın Erdoğan engel olduğu için, başta birinci muhalefet partisi eliyle saldırıya geçiliyor.
Tüm muhalefetin projesi Erdoğan düşmanlığı üzerine oturuyor.
Diğer yavru muhalefetler de nisbeten bilinçli bilinçsiz buna ortak oluyorlar.
****************
Aslında bugün Gazze’nin akabinde Lübnan’ın düşmüş olduğu bu durum onların dışarıdan işgal edilmeye çalışılmasının bir göstergesidir Aslında biz de 100 yıldır onlardan hiç de geri değildik.
Darbelerle biz içten vurulmuş ve işgal edilmiş, işgale maruz kalmıştık. Hala o tehlike de bitmiş değildir.
Eller, kollar, diller, düşünceler, kalpler tamamen bağlı, bin yıllık bir birikim adeta yıkılmış ve onları yaşamak yasaklanmıştı.
İslam dünyasının zincirleri kırılmadı
Biz yeni yeni hala tamamen kıramamış olmakla beraber bazı zincirler kalsa da düne kadar Ayasofya yeni açılmış, ezan 18 yıl boyunca yasak edilmişti.
İttihat ve Terakkiden beri 150 yıldır savaşlarla kuşatılmışız, Kanuniden itibaren inişe geçerek çöküş yaşamış bir milletiz.
Biz daha yeni yeni kendimize gelip maddi ve manevi ayağa kalkabilmeye çalışmaktayız, bir çocuk gibi, bir bebek gibi.
Bugün İslam dünyası aynı vaziyette. Kimisi içeriden işgal edilmiş, kimisi Gazze ise ölümüne dışarıdan işgal edilmeye çalışılmaktadır.
***************
Bir insanın bir hususta aciz kalıp bir şey yapamaması, elinden bir şey gelmemesi, bir derece normal görülebilir. En azından birilerinden umut bekler. Ümit bekler hatta kanser hastası olan bir insana bile; Doktor yapılacak bir şey yok, alın götürün dese bile ondan bir ümit beklenilebilir, bir hayat alameti beklenilebilir.
Onun için dua olsun, her türlü yöntem ilaç olsun teşebbüs edilebilir.
Ama bir dünya düşündünüz ki; sadece bir kişi değil 8 milyar insan aciz kalıyor, hiçbir şey yapamıyor, elinden bir şey gelmiyor adeta diğer bir ifadeyle, akan kanı, öldürülen çocukların, masumların kanını durduramıyor, bir şey yapamıyor.
Tam bir çaresizlik içerisinde, çaresizliğin doruk noktasında, bunun ötesi yok.
Irak-Suriye-Gazze’de Filistin göçü derken, şimdi sırada Lübnan’ın göçü var.
Dünyada BM verilerine göre, 300 milyon insan göçmen durumunda.
***************
Dünya ilahi gazabı çekecek bir vaziyete gitmektedir.
Ayetlerde geçen ilahi ğadab.
-Kur’an’da “ilahi gazap” kavramı, Allah’ın adaletsizliği, kötülüğü veya nankörlüğü cezalandırdığı anlarda sıkça geçer. İlahi gazap, genellikle insanların haksızlık, isyan, küfür ve zulüm gibi eylemleri sonucunda Allah’ın rahmetinden uzaklaşması anlamında kullanılır. Allah’ın gazabı hem bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde ortaya çıkabilir ve bir uyarı niteliği taşır.
Kur’an’da bu kavramla ilgili çeşitli ayetler bulunmaktadır. Örnek olarak:
1. Bakara Suresi, 90. Ayet: Yahudilerin Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberlerini öldürmeleri sebebiyle ilahi gazaba uğradıkları anlatılır:
“Onlar Allah’ın indirdiğini inkâr ederek nefislerine ne kötü bir şey sattılar ki, Allah dilediğine lütfundan vahiy indirsin diye kıskançlık beslediler. Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.”
2. Maide Suresi, 60. Ayet: Allah’ın gazabına uğrayan bazı toplumların maymunlara ve domuzlara çevrildiği anlatılır:
“De ki: Allah katında ceza bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah kime lanet etmiş ve kime gazap etmişse, kimin içinden maymunlar, domuzlar ve tâğûta tapanlar yapmışsa işte onlar makam bakımından daha kötü, doğru yoldan daha fazla sapmışlardır.”
3. Al-i İmran Suresi, 162. Ayet: Allah’ın gazabı, dünyada kötülük yapanların ve Allah’a isyan edenlerin üzerinde olduğu belirtilir:
“Hiç Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’tan bir gazaba uğramış kimse gibi olur mu? Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir o!”
Bu ayetler, Allah’ın gazabının, insanlara uyarıcı ve cezalandırıcı bir unsur olarak gönderildiğini, Allah’a karşı gelenlerin hem dünyada hem de ahirette bundan etkilenebileceğini vurgular. Gazap, Allah’ın adaletiyle ilişkili olarak anılır; yani insanların kötülüklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkar.
1931 yılında Osmanlı arşivi Bulgaristan’a satıldı.
Evet, 1931 yılında Osmanlı arşivlerinin bir kısmı Bulgaristan’a satıldı. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun maliye arşivine ait belgelerin hurda kağıt olarak satılmasıyla gerçekleşti. Yaklaşık 30 ila 50 ton tutan 120 balya ve 500 sandık belge, okkası 3 kuruş 10 paraya Bulgaristan’a satıldı¹².
Bu belgeler, Bulgaristan’da “Tsarigradski Arhiv” olarak adlandırıldı ve bugün Bulgaristan, İstanbul ve Mısır’dan sonra dünyadaki en büyük üçüncü Osmanlı arşivine sahip³.
Bu olay, Türkiye’de büyük bir tartışma konusu olmuş ve arşivlerin satılmasının milli kültür ve tarih açısından büyük bir kayıp olduğu eleştirileri yapılmıştır.[2]
@@@@@@@
Bulgaristan’da Osmanlı arşivi neleri içeriyor?
Bulgaristan’da bulunan Osmanlı arşivleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli dönemlerine ait önemli belgeleri içermektedir. İşte bazı ana başlıklar:
### 1. **Tahrir Defterleri**
Bu defterler, Osmanlı İmparatorluğu’nun vergi kayıtlarını ve nüfus bilgilerini içerir. Tahrir defterleri, Osmanlı’nın idari ve mali yapısını anlamak için önemli bir kaynaktır³.
### 2. **Kadı Sicilleri**
Kadı sicilleri, Osmanlı mahkemelerinin kayıtlarını içerir. Bu belgeler, hukuki işlemler, davalar ve mahkeme kararları hakkında bilgi sağlar³.
### 3. **El Yazmaları**
Türkçe, Arapça ve Farsça el yazmaları, Osmanlı dönemine ait dini, edebi ve bilimsel eserleri içerir. Bu el yazmaları, dönemin kültürel ve entelektüel hayatını yansıtır³.
### 4. **Matbu Eserler ve Süreli Yayınlar**
Eski harfli Türkçe matbu eserler ve süreli yayınlar, Osmanlı dönemine ait basılı materyalleri kapsar. Bu eserler, dönemin basın ve yayın faaliyetleri hakkında bilgi verir³.
### 5. **Bulgarca Belgeler**
Osmanlı dönemine ait Bulgarca belgeler, özellikle Bulgaristan’daki Osmanlı yönetimi ve toplum yapısı hakkında önemli bilgiler içerir³.
### 6. **Sinop Fonu**
Aziz Kiril ve Methodius Ulusal Kütüphanesi’nde bulunan Sinop Fonu, özellikle 17. ve 19. yüzyıl Sinop’unun siyasi, sosyal ve ekonomik yapısı hakkında önemli belgeler içerir⁴.
Bu arşivler, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini ve yönetim yapısını anlamak için değerli kaynaklardır. [3]
@@@@@@@@
Bulgaristan’daki diğer tarihî kaynaklar nelerdir?
Bulgaristan, zengin bir tarihî mirasa sahip olup, çeşitli dönemlere ait önemli kaynakları barındırmaktadır. İşte bazı önemli tarihî kaynaklar:
### 1. **Rila Manastırı**
Rila Manastırı, Bulgaristan’ın en büyük ve en ünlü manastırlarından biridir. 10. yüzyılda kurulan bu manastır, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır².
### 2. **Tahrir Defterleri**
Osmanlı İmparatorluğu’nun vergi kayıtlarını ve nüfus bilgilerini içeren tahrir defterleri, Bulgaristan’daki Osmanlı dönemine ait önemli belgeler arasındadır³.
### 3. **Kadı Sicilleri**
Osmanlı mahkemelerinin kayıtlarını içeren kadı sicilleri, hukuki işlemler, davalar ve mahkeme kararları hakkında bilgi sağlar³.
### 4. **El Yazmaları**
Türkçe, Arapça ve Farsça el yazmaları, Osmanlı dönemine ait dini, edebi ve bilimsel eserleri içerir. Bu el yazmaları, dönemin kültürel ve entelektüel hayatını yansıtır³.
### 5. **Matbu Eserler ve Süreli Yayınlar**
Eski harfli Türkçe matbu eserler ve süreli yayınlar, Osmanlı dönemine ait basılı materyalleri kapsar. Bu eserler, dönemin basın ve yayın faaliyetleri hakkında bilgi verir³.
### 6. **Bulgar İmparatorluğu Dönemi Kalıntıları**
Bulgar İmparatorluğu dönemine ait kalıntılar, özellikle Pliska ve Preslav gibi eski başkentlerde bulunmaktadır. Bu kalıntılar, Bulgaristan’ın Orta Çağ’daki siyasi ve kültürel yapısını anlamak için önemlidir¹.
### 7. **Bizans Dönemi Kalıntıları**
Bizans İmparatorluğu dönemine ait kalıntılar, Bulgaristan’ın çeşitli bölgelerinde bulunabilir. Bu kalıntılar, Bizans’ın bölgedeki etkisini ve kültürel mirasını yansıtır¹.
### 8. **Trakya Mezarları**
Trakya dönemine ait mezarlar ve diğer arkeolojik buluntular, Bulgaristan’ın tarih öncesi dönemlerine ışık tutar. Bu mezarlar, Trakya kültürünün zenginliğini ve çeşitliliğini gösterir².
Bu kaynaklar, Bulgaristan’ın zengin tarihî mirasını ve kültürel çeşitliliğini anlamak için önemli ipuçları sunar. Başka bir konuda yardımcı olabilir miyim?[4]
Lübnan Hizbullah’ın başkanı Hasan Nasrallahın İsrail uçakları tarafından karargâhı vurulmadan Sadece İki gün önce El Arabiya tv’ye konuşan Şii din adamı, Nasrallaha sesleniyor;
“Vasiyetini yaz. İran seni, grubunu sattı. Başına karşılık İran’ın ne anlaşma yaptığını bilsen her şey tersine döner. Sana Kudüs’ü gösterenler seni sattı. Umarım çok geçmeden olanları görürsün…”[1]
Analiz ve Değerlendirme:
El Arabiya’da Yapılan Açıklamanın İthamları ve Olası Sonuçları
El Arabiya’da yer alan bu dikkat çekici açıklama, Ortadoğu siyasetinin karmaşık ve hassas yapısını bir kez daha gözler önüne seriyor. Şii din adamının Nasrallah’a yönelttiği suçlamalar, bölgesel güç dengelerini ve ittifakları derinden etkileyebilecek potansiyele sahip.
İthamların Özeti:
* İran’ın ihanetine dair iddia: Din adamı, İran’ın Nasrallah ve grubunu sattığına dair ciddi bir suçlamada bulunuyor. Bu iddia, Şii dünyasındaki en önemli iki aktör arasındaki güven ilişkisini sarsacak nitelikte.
* Kudüs meselesi: Din adamı, Nasrallah’a Kudüs konusunda yanıltıldığını ifade ediyor. Bu, İslam dünyasında büyük bir öneme sahip olan Kudüs meselesinin, bölgesel oyunlarda nasıl bir araç olarak kullanılabileceğini gösteriyor.
* Vasiyet çağrısı: Nasrallah’a vasiyetini yazması yönündeki çağrı, durumun ciddiyetini ve din adamının bu konuda ne kadar emin olduğunu vurguluyor.
Olası Sonuçlar:
* Hizbullah içindeki bölünmeler: Bu açıklamalar, Hizbullah içindeki farklı görüşlü gruplar arasında daha derin çatlaklara yol açabilir.
* İran-Hizbullah ilişkilerinde gerilim: İran ve Hizbullah arasındaki güven sarsılabilir ve bu durum, bölgesel güç dengesini değiştirebilir.
* Sünni-Şii çatışmalarında yeni bir boyut: Bu gelişme, zaten gergin olan Sünni-Şii ilişkilerini daha da karmaşık hale getirebilir.
* Bölgesel güçlerin hesapları: Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail gibi bölgesel güçler, bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirebilir ve yeni ittifaklar kurabilir.
Daha Derin Bir Analiz İçin Gerekli Olanlar:
* Din adamının kimliği ve güvenirliği: Açıklamayı yapan kişinin kimliği, Şii dünyasındaki konumu ve daha önceki söylemleri, iddiaların ağırlığını belirleyecektir.
* Kanıtlar: Din adamının iddialarını destekleyen somut kanıtlar var mı? Bu, iddiaların ne kadar ciddiye alınacağı konusunda önemli bir faktör.
* İran ve Hizbullah’ın tepkileri: İran ve Hizbullah’ın bu açıklamalara nasıl bir tepki vereceği, durumun gelecekteki seyri hakkında önemli ipuçları verecektir.
* Bölgesel güçlerin tutumları: Bölgesel güçlerin bu gelişmeye nasıl tepki vereceği, Ortadoğu’daki güç dengesini yeniden şekillendirebilir.
Sonuç:
El Arabiya’da yapılan bu açıklama, Ortadoğu’da yeni bir dönemin başlangıcı olabileceği gibi, kısa sürede unutulabilecek bir olay da olabilir. Ancak bu açıklamaların, bölgesel siyasette önemli bir dönüm noktası olma potansiyeli olduğu kesin.
@@@@@@@@
Lübnan Hizbullah’ı hakkında…
Lübnan Hizbullah’ı, 1982 yılında İsrail’in Güney Lübnan’ı işgaline karşı direniş amacıyla kurulmuş bir Şii siyasi ve askeri örgüttür⁶. Örgütün tam adı “Allah’ın Partisi” anlamına gelen “Hizbullah”tır. Hizbullah, hem sivil hem de askeri kanatları olan bir yapıya sahiptir ve Lübnan’da önemli bir siyasi güç olarak kabul edilir.
### Temel Bilgiler:
– **Kuruluş Yılı: ** 1982
– **Kurucular:** Abbas Musavi ve diğer Şii liderler
– **Genel Sekreter:** Hasan Nasrallah (1994’ten beri)
– **İdeoloji:** Şii İslamcılık, antiemperyalizm, antisiyonizm
– **Merkez:** Beyrut, Lübnan
### Faaliyetler:
Hizbullah, İsrail’e karşı gerilla savaşı yürütmenin yanı sıra, Lübnan’da sosyal hizmetler de sunmaktadır. Örgüt, hastaneler, okullar ve tarım yardım dernekleri gibi birçok sosyal kurum işletmektedir. Hizbullah, Lübnan’daki Şii topluluğu arasında geniş bir destek tabanına sahiptir.
### Uluslararası Durum:
Hizbullah, ABD, Kanada, İsrail, Avustralya ve Suudi Arabistan tarafından terörist örgüt olarak kabul edilmektedir. Ancak, Arap ve Müslüman dünyasında genellikle yasal bir direniş örgütü olarak görülmektedir.
### Siyasi ve Askeri Güç:
Hizbullah, Lübnan parlamentosunda temsil edilmekte ve güçlü bir askeri kanada sahiptir. Örgüt, İsrail ile olan çatışmalarında etkin bir rol oynamış ve Lübnan’da önemli bir askeri güç olarak tanınmaktadır.
@@@@@@@
Hizbullah ve İran arasındaki ilişki nedir?
Hizbullah ve İran arasındaki ilişki oldukça yakın ve stratejik bir nitelik taşır. İran, Hizbullah’ın en büyük destekçilerinden biridir ve örgüte hem maddi hem de askeri yardım sağlamaktadır.
### Temel Noktalar:
– **Askeri Destek: ** İran, Hizbullah’a silah, eğitim ve finansal destek sağlar. Bu destek, Hizbullah’ın askeri kapasitesini önemli ölçüde artırmıştır.
– **İdeolojik Bağ:** Her iki taraf da Şii İslamcılığı benimser ve bu ideolojik ortaklık, ilişkilerini güçlendiren önemli bir faktördür.
– **Bölgesel Strateji:** İran, Hizbullah’ı Orta Doğu’daki etkisini artırmak ve İsrail’e karşı bir denge unsuru olarak kullanır. Hizbullah, İran’ın bölgedeki çıkarlarını korumak için önemli bir vekil güç olarak hareket eder.
### Tarihsel Arka Plan:
Hizbullah, 1982 yılında İsrail’in Güney Lübnan’ı işgaline karşı direniş amacıyla kurulduğunda, İran İslam Devrimi’nin etkisi altındaydı. İran, Hizbullah’ın kuruluşundan itibaren örgüte destek vermeye başladı ve bu destek günümüze kadar devam etti.
### Güncel Durum:
Hizbullah, Suriye İç Savaşı’nda da İran’ın yanında yer aldı ve Beşar Esad rejimini destekledi. Bu, Hizbullah’ın askeri tecrübesini artırırken, İran ile olan bağlarını daha da güçlendirdi.
@@@@@@@
İran ve Hizbullah arasındaki ideolojik benzerlikler nelerdir?
İran ve Hizbullah arasındaki ideolojik benzerlikler, her iki tarafın da Şii İslamcılığı benimsemesi ve bu ideolojiyi siyasi ve askeri stratejilerinde kullanmalarıyla belirginleşir. İşte bazı temel benzerlikler:
### 1. **Velayet-i Fakih İlkesi**
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in rehberliğinde uygulanan Velayet-i Fakih (İslam Hukuku’nun Koruyucusu) ilkesi, hem İran hem de Hizbullah için merkezi bir ideolojik prensiptir. Bu ilke, dini liderin siyasi ve dini otoriteyi elinde bulundurmasını öngörür.
### 2. **Anti-İsrail ve Anti-Batı Tutumu**
Hem İran hem de Hizbullah, İsrail’e ve Batı’ya karşı güçlü bir duruş sergiler. Bu, özellikle İsrail’e karşı yürütülen direniş hareketlerinde kendini gösterir². Hizbullah, İsrail’e karşı direnişini meşru bir mücadele olarak görür ve bu mücadelede İran’dan büyük destek alır.
### 3. **Şii İslamcılık**
Her iki taraf da Şii İslamcılığı benimser ve bu ideoloji, onların siyasi ve askeri stratejilerini şekillendirir. Şii İslamcılık, Şii mezhebinin öğretilerine dayalı bir siyasi ve toplumsal düzeni savunur.
### 4. **Sosyal Hizmetler ve Toplumsal Destek**
Hem İran hem de Hizbullah, kendi topluluklarına geniş çaplı sosyal hizmetler sunar. Hizbullah, Lübnan’da hastaneler, okullar ve diğer sosyal hizmet kurumları işletir, bu da onun toplumsal desteğini artırır.
### 5. **Bölgesel Etki ve Stratejik Ortaklık**
İran, Hizbullah’ı Orta Doğu’daki etkisini artırmak için stratejik bir ortak olarak görür. Bu ortaklık, Suriye İç Savaşı gibi bölgesel çatışmalarda da kendini göstermiştir.
Bu ideolojik benzerlikler, İran ve Hizbullah arasındaki güçlü bağların temelini oluşturur.
@@@@@@@@
Hizbullah ve Hamas arasındaki farklar nelerdir?
Hizbullah ve Hamas, her ikisi de İsrail’e karşı direniş gösteren ve İran tarafından desteklenen örgütlerdir, ancak aralarında önemli farklar bulunmaktadır:
### 1. **Köken ve Coğrafi Konum**
– **Hizbullah:** 1982 yılında Lübnan’da kurulmuştur ve Lübnan’da faaliyet göstermektedir⁵.
– **Hamas:** 1987 yılında Filistin’de kurulmuştur ve Gazze Şeridi’nde güçlü bir varlığa sahiptir.
### 2. **İdeolojik Temel**
– **Hizbullah:** Şii İslamcılığı benimser ve İran’ın Velayet-i Fakih ilkesine bağlıdır.
– **Hamas:** Sünni İslamcılığı benimser ve Müslüman Kardeşler hareketinden etkilenmiştir.
### 3. **Askeri Kapasite**
– **Hizbullah:** Daha sofistike silah sistemlerine, iyi eğitimli ve savaş tecrübesi olan askerlere sahiptir. Suriye İç Savaşı’nda da aktif rol almıştır.
– **Hamas:** Daha sınırlı askeri kapasiteye sahiptir ve genellikle roket saldırıları ve tünel savaşları gibi asimetrik savaş taktikleri kullanır.
### 4. **Siyasi Rol**
– **Hizbullah:** Lübnan’da önemli bir siyasi güçtür ve parlamentoda temsil edilmektedir.
– **Hamas:** Filistin’de siyasi bir parti olarak faaliyet göstermekte ve Gazze Şeridi’nde yönetimi elinde bulundurmaktadır.
### 5. **Bölgesel Strateji**
– **Hizbullah:** İran’ın Orta Doğu’daki stratejik çıkarlarını korumak için hareket eder ve İsrail’e karşı daha geniş bir bölgesel strateji izler.
– **Hamas:** Filistin davasına odaklanır ve İsrail’e karşı direnişini bu çerçevede sürdürür.
Bu farklar, her iki örgütün de farklı stratejiler ve hedefler doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir.
@@@@@@@
Lübnan’da Hizbullah’ın siyasi etkisi nasıl görülüyor?
Lübnan’da Hizbullah’ın siyasi etkisi oldukça belirgindir ve ülkenin siyasi, askeri ve sosyal yapısında önemli bir rol oynamaktadır. İşte bazı temel noktalar:
### 1. **Siyasi Güç**
Hizbullah, Lübnan parlamentosunda temsil edilen ve hükümette yer alan bir siyasi partidir. Örgüt, özellikle Şii topluluğu arasında geniş bir destek tabanına sahiptir. Hizbullah’ın siyasi müttefikleri arasında Hristiyan partiler de bulunmaktadır, bu da onun Lübnan siyasetindeki etkisini artırmaktadır.
### 2. **Askeri Güç**
Hizbullah’ın askeri kanadı, Lübnan’da önemli bir güç olarak kabul edilir. İsrail’e karşı yürüttüğü direniş ve Suriye İç Savaşı’ndaki rolü, örgütün askeri kapasitesini ve tecrübesini artırmıştır. Lübnan ordusunun zayıf olması, Hizbullah’ın askeri gücünü daha da önemli kılmaktadır.
### 3. **Sosyal Hizmetler**
Hizbullah, Lübnan’da geniş çaplı sosyal hizmetler sunar. Hastaneler, okullar ve diğer sosyal kurumlar işletir, bu da onun toplumsal desteğini artırır¹. Bu hizmetler, özellikle Şii topluluğu arasında Hizbullah’a olan desteği pekiştirir.
### 4. **Bölgesel ve Uluslararası İlişkiler**
Hizbullah, İran’ın Orta Doğu’daki stratejik çıkarlarını korumak için önemli bir vekil güç olarak hareket eder¹. Bu ilişki, Hizbullah’ın bölgesel politikadaki rolünü ve etkisini artırır. Ancak, bu durum Lübnan’da bazı gruplar arasında rahatsızlık yaratmaktadır².
### 5. **Toplumsal Ayrışma**
Lübnan’da Hizbullah’a karşı olan ve destekleyen gruplar arasında derin ayrışmalar bulunmaktadır. Hizbullah’ı destekleyenler, örgütün Lübnan’ı İsrail’e karşı koruduğunu ve sosyal hizmetler sunduğunu savunurken, karşıtları ise Hizbullah’ın ülkenin egemenliğini zayıflattığını ve İran’ın bir uzantısı olduğunu iddia etmektedir.
Bu faktörler, Hizbullah’ın Lübnan’daki siyasi etkisini ve toplum üzerindeki rolünü şekillendirmektedir.
@@@@@@@
Lübnan’da diğer siyasi partilerle ilişkisi nasıl?
Hizbullah’ın Lübnan’daki diğer siyasi partilerle ilişkisi karmaşık ve çok katmanlıdır. İşte bazı önemli noktalar:
### 1. **Müttefikler**
Hizbullah, Lübnan’da bazı önemli siyasi müttefiklere sahiptir:
– **Amal Hareketi:** Şii bir parti olan Amal Hareketi, Hizbullah’ın en yakın müttefiklerinden biridir. İki parti, Şii topluluğunun çıkarlarını korumak için birlikte hareket eder.
– **Özgür Yurtsever Hareketi (FPM):** Hristiyan bir parti olan FPM, Hizbullah ile uzun süreli bir ittifak içindeydi. Bu ittifak, Lübnan’daki mezhepsel dengeyi korumak için stratejik bir öneme sahiptir.
### 2. **Rakipler ve Karşıtlar**
Hizbullah’ın Lübnan’da birçok siyasi rakibi ve karşıtı da bulunmaktadır:
– **Gelecek Hareketi:** Sünni bir parti olan Gelecek Hareketi, Hizbullah’a karşı en güçlü muhalefeti temsil eder. Bu parti, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını ve İran’ın etkisinin azaltılmasını savunur.
– **Lübnan Kuvvetleri:** Hristiyan bir parti olan Lübnan Kuvvetleri, Hizbullah’ın askeri gücüne ve İran ile olan bağlarına karşı çıkar.
### 3. **Mezhepsel ve İdeolojik Ayrışmalar**
Lübnan’da mezhepsel ve ideolojik ayrışmalar, Hizbullah’ın diğer siyasi partilerle olan ilişkilerini şekillendirir. Şii topluluğu arasında geniş bir destek bulan Hizbullah, Sünni ve Hristiyan topluluklar arasında daha fazla muhalefetle karşılaşır.
### 4. **Pragmatik İttifaklar**
Hizbullah, zaman zaman pragmatik ittifaklar kurarak siyasi gücünü artırır. Örneğin, FPM ile olan ittifakı, her iki tarafın da siyasi çıkarlarını korumak için stratejik bir adımdı⁴. Ancak, bu tür ittifaklar zamanla değişebilir ve bozulabilir.
### 5. **Siyasi ve Askeri Güç Dengesi**
Hizbullah’ın askeri gücü, Lübnan’daki siyasi dengeleri de etkiler. Bazı gruplar, Hizbullah’ın askeri kapasitesini bir güvenlik unsuru olarak görürken, diğerleri bu gücün ülkenin egemenliğini zayıflattığını düşünür.
Bu ilişkiler, Lübnan’daki siyasi dinamiklerin karmaşıklığını ve Hizbullah’ın rolünü anlamak için önemlidir.
@@@@@@@
Terör devleti İsrail, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un Dahiye semtine yönelik ağır bombardıman saldırısı gerçekleştirdi. İsrail medyası, saldırıda Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldüğünü iddia etti. Söylentiler sonrası Suriye’nin kuzeyinde halk, Nasrallah’ın ölümünü müzikler ve tatlı eşliğinde kutladı. Bu kutlamanın sebebi ise, Nasrallah’ın 2013 yılında “Suriye’deki terörist kafirleri öldüreceğiz!” açıklamasının hemen ardından Esed karşıtı muhaliflere savaş açması. Şii liderin Beşşar Esed’le bir olup gerçekleştirdiği bu katliamlar, çoluk çocuk birçok masumun şehit edilmesiyle sonuçlanmıştı.[2]
@@@@@@@@
Azerbaycan’ın İsrail ile ilişkisi ve iş birliği ne durumdadır?
Azerbaycan ve İsrail arasındaki ilişkiler, son yıllarda önemli bir ivme kazanmış durumda. İki ülke arasındaki iş birliği, siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda geniş bir yelpazede devam ediyor.
İlişkilerin Temel Nedenleri:
* Stratejik Çıkarlar: Her iki ülke de bölgesel güç dengelerinde önemli bir role sahip olmak istemekte ve bu amaçla birbirlerini desteklemektedir.
* Ekonomik İş Birliği: Özellikle enerji alanında önemli iş birlikleri bulunmaktadır. Azerbaycan’ın doğalgaz ve petrol kaynakları, İsrail’in enerji ihtiyacı için önemli bir kaynak oluşturmaktadır.
* Askeri İş Birliği: İsrail, Azerbaycan’a askeri teçhizat ve eğitim konusunda destek vermektedir. Bu durum, özellikle Dağlık Karabağ çatışması gibi bölgelerdeki güvenlik endişeleri nedeniyle önem taşımaktadır.
* Tarihsel ve Kültürel Bağlar: Bölgede yaşayan Yahudi toplulukları ile Azerbaycan arasındaki tarihsel bağlar, iki ülke arasındaki ilişkileri olumlu yönde etkilemektedir.
İş Birliğinin Alanları:
* Enerji: Azerbaycan’ın doğalgazı, İsrail’e Avrupa üzerinden boru hatlarıyla ulaştırılmaktadır. Bu durum, hem Azerbaycan’ın ekonomisine katkı sağlamakta hem de İsrail’in enerji güvenliğini artırmaktadır.
* Askeri: İsrail, Azerbaycan’a insansız hava araçları, füze sistemleri ve diğer askeri teçhizat satmaktadır. Ayrıca, Azerbaycanlı askerlere eğitim verilmektedir.
* Tarım: Sulama sistemleri ve tarım teknolojileri konusunda iş birlikleri bulunmaktadır.
* Teknoloji: Siber güvenlik ve diğer teknolojik alanlarda ortak projeler yürütülmektedir.
Sonuç olarak, Azerbaycan ve İsrail arasındaki ilişkiler, karşılıklı çıkarlara dayalı olarak gelişmekte ve gelecekte daha da güçlenmesi beklenmektedir. İki ülke arasındaki iş birliği, bölgesel istikrar ve enerji güvenliği açısından önemli bir rol oynamaktadır.
Melun ve mağdub bir kavmin helaki çok yakındır.[1]
-“Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik.”[2]
“Yukarıda Hz. Musa’ya kitabın gönderilmesi ve onun İsrâiloğulları’na rehber kılınması ilâhî bir lutuf olarak zikredilmişti. Hz. Musa, Mısır’da yüzlerce yıl aşağılayıcı bir muameleye mâruz kalan İsrâiloğulları’nı Firavun’un hegemonyasından kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmuş, ana yurtlarına götürmüş, onlara Tevrat’ı tebliğ etmişti. Fakat gerek Kur’an’da gerekse Kitâb-ı Mukaddes’te bildirildiği üzere onlar sık sık Allah’a olan ahidlerini bozup günaha sapmışlar, bu yüzden de ilâhî cezaya mâruz kalmışlardı.[3]
-Âyetteki “fesad” dan maksat, İsrâiloğulları’nın genel olarak Allah’ın Tevrat’ta koyduğu hükümleri çiğnemeleridir. Tefsirlerde iki fesaddan biri peygamber Eş’iya’yı (İşaya) öldürmeleri veya Ermiya’yı (Yeremya) hapsetmeleri; ikincisi ise Hz. Yahyâ’yı öldürmeleri, Roma yöneticileriyle iş birliği yaparak Hz. İsa’yı öldürmeye kalkışmaları şeklinde açıklanmaktadır.”[4]
” Nihayet bu iki bozgunculuktan birincisinin vakti gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan bazı kullarımızdan gönderdik. Onlar (sizi yakalamak için) evlerinizin arasına kadar sokuldular. (Bu,) yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.”[5]
-” Güçlü olan bazı kullarımız” ifadesi, M.Ö. 7. yüzyılda Filistin’i istila eden Asurlular veya onlardan yüz yıl kadar sonra Tevrat’ı ve Mescid-i Aksâ’yı yakıp İsrailoğullarının âlimlerini öldüren ve on binlerce insanı da tutsak alarak yurtlarından çıkaran Babilliler ile ilgili olabilir.”[6]
-Ve yine” Tefsirlerde, bu güçlü kuvvetli kulların, Nînevâlı Sencârib, Babilli Buhtünnasr veya Câlût’un orduları olduğu, bunların, Tevrat’ı ve Mescid-i Aksâ’yı yaktıkları, İsrailoğularının âlimlerini öldürdükleri ve 70.000 kadar esir aldıkları rivayet edilmekte, bütün bu musibetlere sebep teşkil etmiş olan İsrailoğullarının ilk fesadının ise Zekeriyya’yı öldürmeleri ve Ermiyâ’yı hapsetmeleri olduğu belirtilmektedir.”[7]
-“Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık.”[8]
-“Ayette sözü edilen ikinci fırsatla, M.Ö. 6. yüzyılın son çeyreğinde Bâbil esaretinden veya sürgününden dönüp ulusal örgütlenmelerini kısmen yeniden gerçekleştirdikleri ve yıkılan mabetlerinin yerine yenisini inşa ettikleri kastediliyor olabilir.”[9]
-” Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mâbedi’ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık). “[10]
-“Tefsirlerde, İsrailoğullarının ikinci musibete uğramalarının sebebi olan diğer fesat hareketlerinin, Hz. Yahya’yı öldürmeleri ve Hz. İsa’yı öldürmeye teşebbüs etmeleri olduğu belirtiliyor.”[11]
-” Ayette geçen “ikinci sefer”, M.Ö. 168 yılında Beyt-i Makdis’in (Süleyman Mabedi’nin) Romalılar tarafından ya da M.S. 70’li yılında Titus tarafından yakılıp yıkılmasını ima etmektedir. Zira Titus katliamında mabed yerle bir edilmiş, geriye bugün “ağlama duvarı” diye anılan yarım bir duvar kalmıştı. Kudüs, M.S. 638 yılında Hz. Ömer tarafından fethedilmiştir. Kudüs, II. İslam Halifesi Hz. Ömer tarafından fethedildiğinde Bizans hâkimiyeti altında bulunuyordu.”[12]
-“Ayetten anlaşıldığına göre, İsrailoğulları M.Ö.6. yüzyılın sonlarına doğru Babil esaretinden kurtulup, özgürlüklerine yeniden kavuşmuşlar ve kendi devletlerini kurmuşlardır.”[13]
“Hz. Musa’nın vefatından sonra İsrâiloğulları’nın Filistin’deki çeşitli putperest toplulukların tesirinde kalarak bir yandan tevhide dayalı inançlarını bozarken bir yandan da Tevrat’ın ilkelerinden sapıp kötülüklere bulaşıyorlardı (bk. Hâkimler, 2/11-13). Azgınlıklarını peygamberlerini öldürmeye kadar götürmeleri neticesinde “ilk vaad” gerçekleşmiştir. Tefsirlerde bu ilk vaad hakkında, Bâbil esaretinin de dâhil olduğu farklı olaylardan söz edilmiştir (bk. Şevkânî, III, 237). Tarihî bilgilere göre ise bu ilk vaad, milâttan önce VI. yüzyılda Bâbilliler’in Kudüs’ü işgal etmeleri ve Süleyman Mâbedi’ni (Birinci Mâbed) yıkmalarıyla başlayan sürgün ve esaret sürecini ifade etmektedir. 6. âyette, zamanın Pers Kralı Kyros’un milâttan önce 539’da Bâbil’i ele geçirdikten sonra İsrâiloğulları’nın ülkelerine dönmelerine izin vermesiyle başlayan ve milattan önce 63 yılına kadar süren millî birliğin yeniden kurulması, İkinci Mâbed’in inşası, Kudüs’ün imarı, dinî ve kültürel hayatın yeniden canlanması gibi olumlu gelişmelerin yaşandığı döneme işaret edildiği anlaşılmaktadır. 7. âyette ise bu parlak dönemin ardından girilen yeni bir dinî, kültürel, siyasî kriz ve yıkım dönemine atıfta bulunulduğu görülmektedir. Bu dönemde önce yahudiler arasında çeşitli fikrî ve siyasî ihtilâflar ve iç karışıklıklar başlamış; ardından iktidar mücadelesi veren bir yahudi grubunun iş birliği yaptığı Romalılar Kudüs’ü ele geçirerek şehri tahrip etmiş, yahudilerin bağımsızlığına son vermişler (m.ö. 63); bu arada on binlerce yahudi öldürülmüş ve nihayet 70 yılında İkinci Mâbed de Romalılar tarafından yıkılmıştır (konuyla ilgili tarihî bilgiler için bk. Moshe Sevilla-Sharon, s. 29-76). Tefsirlerde yahudilerin ikinci bozgunculuklarıyla ilgili olarak zikrettikleri Hz. Yahyâ’yı öldürmeleri olayı da bu dönemde vuku bulmuştur. Ondan sonra 1948’e kadar Filistin’de yahudi hâkimiyeti kurulamamıştır.”[14]
-” Her ne kadar Mevdûdî ve benzerleri bu olayları kitab-ı mukaddes olduğu varsayılan kitaptaki rivâyetlerle fazlasıyla abartmışlarsa da âyetin metnine göre bu ikinci helâkin İsrâil oğullarına daha gelmediği anlaşılabilir. Bu son bölüm, aslında tüm Müslümanlara bir emirdir. Eğer Müslümanlar bu emri yerine getirmezlerse; Allah bunu önceki gibi başka kulları vasıtasıyla da olsa mutlaka yapacaktır. Ama Müslümanlar, bu şerefi kaçırmış olacaklardır.”[15]
-” (Bundan sonra) elbette Rabbiniz size merhamet eder, ama siz (bozgunculuk yapmaya) dönerseniz, biz de (sizi aşağılık kılmaya ve cezalandırmaya) döneriz. Ve (bilin ki ahirette ise) cehennemi, inkârcılar için kuşatıcı (bir zindan) kılmış (olacağ)ız!”[16]
-“Allah tarafından (عَسَى) edatı bir vaad olup gerekli, yani kesinlik ifade eder. Umulur veya belki anlamında değildir. Aşağıdaki tefsir metinlerine bakılabilir. Not: Bundan önceki âyetlerde İslâm öncesi yahudilerinden söz edilmişti. Burada ise Hicaz’daki yahudilerin uyarıldığı anlaşılmakta; eğer tekrar bozgunculuk yaparlarsa Allah’ın da onları tekrar cezalandıracağı bildirilmekte, en son ceza yerinin ise cehennem olacağı hatırlatılmakta; kendilerinden, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ’nın ilâhî hakikatlere davetlerini tekrar eden Hz. Muhammed’e kulak vermeleri, eski hatalarını tekrarlamayıp onu tasdik etmeleri istenmektedir. Fakat Medine’deki Yahudiler bu çağrıya olumsuz cevap vermişler; hatta Hz. Peygamber’le yaptıkları anlaşma hükümlerine rağmen Mekkeli putperestlerle Müslümanlara karşı iş birliği yapmışlardır. Onların bu ihaneti yüzünden Allah da o zaman onları Müslümanlara karşı mağlup etmişti.”[17]
-” Ve onun ardından İsrailoğullarına (şunları) söyledik: “Haydi, (şimdilik) bu arz’a (yeryüzünün farklı coğrafyalarına) yerleşin (Hakk dinin gereklerini ve insani görevlerinizi yerine getirin. Çünkü) ahiret va’adi geldiği vakit ise hepinizi derleyip-toplayıp bir araya getireceğiz!”[18]
-“Bu surede, Yahudilerin iki kere bozgunculuk yapacaklarına, iki kere üstünlük sağlayacaklarına, yeryüzünde sürgünlere maruz kalacaklarına, nihayet hepsinin bir yerde toplanacaklarına işaret vardır.”[19]
-Bediüzzaman Yahudilerin devlet kurma haberinin verilmesi üzerine,
Yahudiler için: “Elleme! Toplansınlar, imhaları kolay olur!” dedi.[20]
Adeta bir yeri düzeltmek için, diğer bir yeri bozma tavsiye ediliyor.
-Kredi borcu altında inim inim inleyen evladınız akrabanız komşunuz varken, size Hac umre helal midir?
Birisi paylaşmış, haklı patlamayla,
“Bu saçma paylaşımdan gına geldi. Yunanistan’a tatile gidenlere, 120 bine telefon alanlara, barda pavyonda her akşam rakı kadehi paylaşanlara tık yok, varsa yoksa milletin haccı umresi. Öncelikle şunu öğrenmelisiniz, Müslümansan ve halin vaktin yerindeyse hac ve zekât farz. Onun dışında helal çerçevesinde her şey serbest. Kimsenin hesapsız harcaması kimsenin boynuna borç değil.”
-Denge bozukluğu,
Bize Kuran okuyan değil, yaşayan idareci lazım, diyor.
Kuranı Kerimi okuması yaşamaya mani mi?
Kısır, kendini yaşamamış zihniyetin vasattan uzak, ifrat veya tefrit ürünü.
Hem Kuranı Kerimi okusun ve hem de yaşasın.
Adeta Kuranı Kerimi okumanın bir noksanlık olduğu iması yapılıyor.
Adeta okuyanı da okumadan uzaklaştırmaya sevk ediyor.
Mantıklı olmayan şuursuz bir ifade.
Unutulmamalıdır ki, Kur’ân-ı Kerim hem lâfzı ve hem de manasıyla Allah kelamıdır.
Akif’in dediği,
“İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”
Kuranı kerim rahmettir, ölüye de diriye de.
Elbette yaşanmak için inmiştir.
Herkes sorumludur.
Kuranı Kerimin lâfzı da mucizedir, ezeli ve ebedidir, manası da.
-Hacca gideceğine o parayı fakirlere versene.
Tamam da, hem madem hacca gidecek kadar imkanı var ve hem de ilk ve farz ise veya tekrar ise, hacca da gitsin, fakirlere de versin.
Niye bir hayır ve sevabı söyler ve gösterirken, diğer büyük bir ibadeti engelliyor, yaptırmıyorsunuz?
-KURBAN kesmeyi hayvan haklarına aykırı görüp, bir sene boyunca biftek ve et yiyenler bu durumu görmedikleri ve cehaletlerini ilan ederken, kurbanda tatil yapanlara bir şey dememektedirler.
Tatile gideceğine kurban kes, fakirleri sevindir dememektedirler.
Hatta yaşlı ailesiyle bayram yapmaya teşvik etmemektedirler.
-Veya ‘Öyle namaz kılacağına kılma daha iyi’ diyeceğine, hem namaz kıl hem de doğru kıl
Her şeyin müsbetini göstermek varken, terk etmeye ve bırakmaya yönlendirmek acziyet ve yetersizliktir.
-“Bir insanın mü’min olduğunu ibadeti belirlemez.” Ebu Hanifeye atfedilir.
İslam ile şirk ve küfür arasında namazı terk etmek vardır.” (Müslim, Îmân 134; Ebû Dâvûd, Sünnet 15)
“Münafıklarla bizim aramızdaki ahid namazdır.” (Tirmizî, Îmân 9; Nesâî, Salât 8)
Beraber mütalaa edilmeli. Yerine ve mevzuya göre değişir.
-Yanlış emsal olmaz.
-Ehli sünnetin genleriyle oynanıyor.
-Dünyada genel olarak değerler değersizleştirilmeye, cinsiyetler cinsiyetsizleştirilmeye, hayalar hayasızlaştırılmaya. İnsanlık insansızlaştırılmaya, bütün her şey zıddına dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Haysiyetler haysiyetsizliğe, kişilikler kişiliksizliklere, tüm değerler zıtları olan değersizliklere dönüştürülmeye çalışılmaktadır adeta Fıtrat değiştirilme içerisindedir.
Tasmasız olarak dünyada dolaşanlar ve doluşanlarla beraber yaşamaktayız.
Taşların bağlandığı, salyaların aktığı ve akıtıldığı bir dünyadayız.
Tasmasız veya tasması başkalarının elinde olanlarla karşı karşıyayız.
Kontrolsüz kuduz gibi kudurmuş ortada ve ortalıkta gezenlerin tehlikesi altındayız.
Dünya devletlerini temsil edenlerin tasması dağılmış, tasma takmaktan aciz kaldığı bir dünyadayız.
Dünya cihetiyle yanlış yapanların yaptıklarının yanlarına kar kaldığı bir devirdeyiz.
Öldürülen polisten ziyade, öldüren eşkıyanın yüksek ve çığırtkan bir sesle hakkının savunulduğu bir ortamdayız.
Kötülüğün hızlı işlendiği, adaletin yavaş gittiği topal, sakat, bir gözü görmeyen bir hukuksuzluk sisteminin içerisindeyiz.
Masum ve maktullerin kabirde kemikleri dahi çürürken, katilin dışarıda hukuk ve davasının sürdüğü bir dünyadayız.
Katillerin ve katil avukatlarının, suçsuzları savunanlardan davacı olduğu bir konumdayız.
Hakimlerin mahkum, mahkumların hakim pozisyonunda olduğu bir çarkın içerisinde dönüp durmaktayız.
Sorumlunun sorumluluğunu bilerek sorgulanmaktan korktuğu, sorumsuzun sorumsuzca elini kolunu sallayıp gezdiği bir mengenenin arasında sıkışıp kalmaktayız.
İkinci Hitleri temsil eden İşgalci, katil, terörist Netenyahunun yüz sekseni aşkın devlet başkanlarının toplanıp konuştuğu mecliste terör devletini temsilen konuşma yaptığı bir ortamdayız.
Aynı soyu kuruyasıcanın ABD meclisinde alkışlarla konuşmasını dünya üzüntüyle, sessizce, normal bir şeymiş gibi dinleyip seyretti, içinden mırıldanarak…
Çivisi çıkan dünyada taşlar bağlanırken, kudurmuşlar serbest gezmektedir.
Köpek ve hayvan hakları, insan haklarından daha iyi ve hızlı işliyor.
Savunucuları da daha iyi savunuyor.
Dünyada eşine benzerine rastlanmamış bir şekilde, devletin askerinin dağda eşkıya ile savaşıp şehitler verirken, eşkıyayı savunanlardan milletin meclisinde temsil ediliyor olması.
Ve yine Garip gurebanın, fakir fukaranın, yetim ve öksüzün boğazından kesilen katrilyonların, o teröristleri savunanlara Anayasa Mahkemesinin onaylamasıyla verilmiş olması.
İyi ki Cehennem var.
Yoksa bu cehennemi haleti hiç bir şey söndüremez.
Bu kadar pisliği okyanuslar bile temizleyemez.
Bu kadar kanı hangi su yıkar, ne kadar sabun temizlemeye yeter?
Kokutulan dünyanın havasını hangi aspiratör arındırır.
Kirlenen dünyada temiz kalanların büyük gayreti gerek.
Yoksa bedeli daha da ağır olur.
Dünya ile top yekûn ödemekle karşı karşıya kalınır.
Yine de ümitsiz değiliz.
O ümit geleceklere umut olmalı.
Tutunup ayakta kalmalı.
-Dün İsrail’in yanında savaşan Ukrayna, bugün Rusya’yla savaşıyor.
Hataylılar savaştan göç eden Suriyelilere kızıyor, bağırıp çağırıyordu. Depremle kendileri daha da ağır bir duruma düştüler.
-Evet, Ümitsiz değiliz.
Bazen öldürülen binlerce çocuk içinden çıkan bir Musa, Firavunu da ve onun askerlerini de boğar ve boğabilir.
Bazen bittik denilen bir noktada, bir Seyyid Çavuşun attığı bir bomba, dünyada ve tarihte bomba etkisi yapar, gemiyle birlikte denizin dibine gömer.
Hatta topal bir karınca bile Nemrudun burnundan girer, beynini oyup, kafayı darmadağın eder.
Bazen mübarek bir maymun çıkar Lloyd George’u kudurtur ve Venizelos’u gebertir, yunanı delirtip, siyaset çarkını da bozar.
“Rabbinin ordularını Ondan başkası bilemez.”[1]
**************
Kıssadan Hisse;
Koyun Postu Giyen Kurdun Sonu
Bir kurt, çayında otlayan koyunları günlendir gözetliyor, “şunlardan birini karnıma nasıl indirsem,” diye düşünüyordu.
Fakat çoban, koyunları bir an için dahi yalnız bırakmadığından, kurt da bir türlü koyunlara yaklaşamıyordu.
Nihayet, kurt bir gün, çobanın attığı bir koyun postu buldu. Hemen sırtına geçirdi; koyunların arasına katıldı.
Koyunlar kurdu kendilerinden sanmışlardı; çoban bile fark etmemişti. Koyun postuna bürünmüş kurt o gün güneş batmadan, koyunlarla birlikte ağıla girdi.
Aradan kısa bir müddet geçtikten sonra çobanın karnı acıktı ve koyunlardan birini kesmek için ahıra girdi. Önüne çıkan ilk hayvanı yakaladı. Çobanın koyun diye bir bıçakta kafasını kestiği hayvan gerçekte kurttu.
@@@@@@
Hz. Mevlana Ve Kurt Postu.
Hz. Mevlânâ bir gün eve geldiğinde oğlunu üzgün görmüş. Sebebini sorduğunda ise oğlu, “Hiç…” demiş.
Hz. Mevlânâ tekrar dışarı çıkmış ve kapıda asılı bir kurt postunu üstüne geçirmiş. Oğlunun yanına gelip ellerini havaya kaldırmış ve kurt gibi ses çıkarmış. Oğlu da babasının bu yaptığına bakıp gülmüş…
Hz. Mevlânâ:
“Evladım, gördün mü?” demiş, “Dünya dertleri de böyledir. Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır. Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu bildiğin için korkmadın ve güldün. İşte dünya dertlerinin arkasında da Rabbinin hikmetinin olduğunu unutma ki, dünyanın fani dertleri seni çok üzmesin.”
Necip fazıl Cemaleddin’i Afgâni hakkında ne söylemektedir?
Necip Fazıl Kısakürek, Cemaleddin Afgani hakkında olumsuz görüşler dile getirmiştir. Necip Fazıl, İslam dünyasında reformcu olarak tanınan Afgani’yi, İslami değerleri zayıflatan ve Batı’yla işbirliği yapan bir figür olarak eleştirir. Özellikle, Afgani’nin Masonluk ile ilişkilendirilmesi ve Batı’ya olan yakınlığı, Necip Fazıl’ın Afgani’yi eleştirmesinin temel sebeplerinden biridir.
Necip Fazıl, İslami değerlerin ve geleneksel düşüncenin korunmasına büyük önem veren bir düşünür olarak, Afgani’nin modernist ve reformist düşüncelerine karşı çıkar. Afgani’nin İslam dünyasında Batı tarzı reformları savunması ve Batı’yla temas kurması, Necip Fazıl’a göre İslam’ın ruhuna aykırıydı. Bu bağlamda, Necip Fazıl, Afgani’yi İslam dünyasında yozlaşmaya ve Batılılaşmaya sebep olan bir figür olarak görmüştür.
Necip Fazıl’ın düşünce dünyasında, Batı’nın etkisine karşı direnmek ve İslam’ın öz değerlerine dönmek önemli bir hedef olduğundan, Afgani gibi reformcu düşünürlere karşı eleştirel bir tutum sergilemiştir. Kısacası, Necip Fazıl Kısakürek, Cemaleddin Afgani’yi İslam dünyasına zarar veren Batıcı bir figür olarak değerlendirmiştir.
@@@@@@@
Kadir Mısıroğlu cemaleddini efgani hakkında ne söylemektedir?
Kadir Mısıroğlu, Cemaleddin Afgani hakkında oldukça eleştirel bir tutuma sahiptir. Mısıroğlu, Afgani’yi İslam dünyasında Batı’ya hizmet eden ve İslam’ın özüne zarar veren bir figür olarak görür. Onun görüşüne göre, Afgani, Batılı güçlerle işbirliği yapmış ve İslam dünyasında gerçek bir ıslahat yapmaktan ziyade, Batı’nın çıkarlarına uygun bir modernleşme anlayışını savunmuştur.
Mısıroğlu, Afgani’nin özellikle Masonlukla olan ilişkisi üzerinde durur ve onu Mason localarıyla bağlantılı olmakla suçlar. Afgani’nin Batı’nın değerlerini İslam dünyasına taşıma çabası, Mısıroğlu’nun gözünde İslam’a zarar veren bir hareket olarak değerlendirilir. Ayrıca, Afgani’nin İslami değerleri savunma kisvesi altında, Müslüman toplumlar içinde Batıcı reformlar yapma niyetinde olduğunu öne sürer.
Mısıroğlu, Afgani’nin İslam dünyasında oluşturduğu fikirlerin, daha sonra İslami düşünceye büyük zararlar verdiğini ve Batı’nın sömürgeci hedeflerine hizmet ettiğini savunur. Onun gözünde Afgani, Müslüman toplumları asıl hedeflerinden saptırmış ve geleneksel İslami değerleri yozlaştırmış bir figürdür. Bu nedenle Kadir Mısıroğlu, Cemaleddin Afgani’ye şiddetle karşı çıkmış ve onu İslam düşmanı bir figür olarak nitelendirmiştir.
@@@@@@@
Said Nursî cemaleddini efgani hakkında ne söylemektedir?
Said Nursî, Cemaleddin Afgani’yi genel olarak olumlu bir şekilde anmış, İslam dünyasında gerçekleştirmeye çalıştığı reform hareketlerini takdir etmiştir. Nursî, Afgani’yi İslam dünyasının geri kalmışlığına karşı mücadele eden ve Batı’nın bilimsel ve teknolojik ilerlemelerini İslam toplumlarına kazandırmayı amaçlayan bir düşünür olarak görmüştür.
Said Nursî’nin bakış açısında, Afgani’nin İslam dünyasını uyandırma ve Batı’nın sömürgeci baskılarına karşı İslam’ı savunma çabaları önemlidir. Afgani’nin modernleşme arayışlarını Nursî, İslam’ı savunmak adına yapılmış bir girişim olarak değerlendirir. Nursî, Batı’nın teknolojik ve bilimsel ilerlemelerinden yararlanmanın gerekliliğini savunmuş, ancak bunun İslam’ın öz değerlerine sadık kalınarak yapılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu anlamda, Afgani’nin İslam dünyasına yönelik reform düşünceleri Nursî’nin dünya görüşüne paralel düşmektedir.
Ancak Nursî, Afgani’yi eleştirenlerden farklı olarak, onun Masonluk veya Batı’ya hizmet etmek gibi iddialara pek yer vermez. Said Nursî, İslam dünyasının geri kalmışlığına çare arayan liderleri ve düşünürleri genellikle takdirle anarken, onların yöntemlerinde farklılıklar olabileceğini kabul eder. Sonuç olarak, Said Nursî, Cemaleddin Afgani’yi İslam dünyasının uyanışı için çaba sarf eden önemli bir figür olarak değerlendirir, ancak onu mutlak bir şekilde onayladığı veya eleştirdiği söylenemez.
*Elhasıl, Sultan Selim’e bîat etmişim. Onun ittihad-ı İslamdaki fikrini kabul ettim. Zîra, o, vilayat-ı şarkiyeyi ikaz etti; onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamanki Şarklılardır. Bu meselede seleflerim Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allamelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit alimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslamı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş:
“İhtilaf ü tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz;
İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni. ”
Yavuz Sultan Selim.
2. Abdulhamid Han cemaleddini efgani hakkında ne söylemektedir?
II. Abdülhamid Han, Cemaleddin Afgani ile ilişkisinde dikkatli ve temkinli bir tutum sergilemiştir. Afgani’nin Pan-İslamist düşünceleri ve İslam dünyasını Batı emperyalizmine karşı birleştirme çabaları, II. Abdülhamid’in siyasi vizyonu ile kısmen örtüşüyordu. Bu nedenle, başlangıçta Afgani’ye sempati göstermiş ve onu Osmanlı Devleti’ne davet etmiştir. Afgani, 1892’de II. Abdülhamid’in daveti üzerine İstanbul’a gelmiş ve bir süre burada bulunmuştur.
Ancak, Abdülhamid zamanla Afgani’nin düşüncelerinin ve siyasi bağlantılarının potansiyel tehlikelerini fark etmiştir. Afgani, reformcu ve devrimci bir düşünür olarak görülüyordu ve Batı ile doğrudan temasları ve bazı radikal görüşleri, Abdülhamid’in mutlakiyetçi yönetimi açısından bir tehdit oluşturabilirdi. Özellikle Afgani’nin hem Masonlukla ilişkilendirilmesi hem de Osmanlı Devleti’nde devrimci fikirler yayma potansiyeli, Abdülhamid’in ona karşı mesafeli olmasına yol açmıştır. Abdülhamid, imparatorluk içinde radikal fikirlerin yayılmasını istemediği için Afgani’yi yakın gözetim altında tutmuştur.
Netice itibarıyla, II. Abdülhamid başlangıçta Afgani’nin fikirlerine ilgi göstermiş olsa da, zamanla onun potansiyel olarak tehlikeli ve istikrarsızlık yaratabilecek bir figür olduğuna karar vermiştir. Bunun sonucunda, Afgani İstanbul’da gözetim altında tutulmuş ve etkinliği kısıtlanmıştır. II. Abdülhamid, Afgani’nin İslam dünyasının birliği için çalışmasına saygı duymuş olabilir, ancak onun devrimci ve Batıcı eğilimlerini kendi yönetimi açısından riskli bulmuştur.
@@@@@@@@
Cemaleddini efgani İngiliz ajanımı idi?
Cemaleddin Afgani’nin bir İngiliz ajanı olup olmadığı konusunda tarihçiler ve araştırmacılar arasında bir fikir birliği yoktur. Bu iddia, Afgani’nin hayatı boyunca Batı ile olan temasları, seyahatleri ve bazı faaliyetlerinin şüpheyle karşılanmasından kaynaklanmıştır. Ancak, Afgani’nin İngiliz ajanı olduğuna dair kesin ve güvenilir bir kanıt bulunmamaktadır.
Bu iddianın temelinde, Afgani’nin Hindistan, Mısır ve İran gibi bölgelerde Batı güçleriyle temasları ve özellikle Osmanlı karşıtı reformist düşünceler yayması yatmaktadır. İngilizler, bu dönemde İslam dünyasında yayılmacı politikalarını güçlendirmeye çalıştığı için, bazı kişiler Afgani’nin İngilizlerle işbirliği yapmış olabileceğini öne sürmüştür. Bununla birlikte, Afgani, Batı emperyalizmine karşı İslam dünyasını birleştirmeyi savunan Pan-İslamist bir figür olarak da tanınır. Bu nedenle, onun İngiliz ajanı olduğuna dair iddialar, Afgani’yi eleştirenlerin ve karşıtlarının ileri sürdüğü bir spekülasyon olabilir.
Bazı tarihçiler, Afgani’nin Batı ile olan ilişkilerini, İslam dünyasında reform yapma ve Batı’nın ilerlemesini İslam’ın yararına kullanma amacıyla değerlendirmiştir. Diğerleri ise onun, Batı ile fazla yakın ilişkiler içinde olduğu ve İslam dünyasına zarar verdiğini iddia etmiştir. Fakat Afgani’nin İngiliz ajanı olduğu yönündeki iddialar, daha çok siyasi spekülasyonlara dayanmakta ve kesin bir tarihsel kanıtla desteklenmemektedir.
Sonuç olarak, Cemaleddin Afgani’nin İngiliz ajanı olduğuna dair net bir kanıt bulunmamaktadır, ancak bu iddia bazı çevrelerce onun Batı ile olan ilişkilerinden dolayı ortaya atılmış bir spekülasyondur.
@@@@@@@@
Cemaleddini efgani nerelidir ?
Cemaleddin Afgani’nin nereli olduğu konusu tartışmalıdır ve tarihçiler arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Yaygın olarak kabul gören iki ana görüş vardır:
1. Afganistanlı (Kabil doğumlu): Cemaleddin Afgani’nin Afganistan’ın Kabil kentinde doğduğu yönündeki görüş en yaygın olanıdır. Bu görüşe göre, Afgani, Afganistan’da doğmuş ve bu nedenle “Afgani” lakabını almıştır.
2. İranlı (Şii kökenli): Bazı araştırmacılar ve tarihçiler ise Afgani’nin İran’ın Asadabad kentinde doğduğunu ve Şii bir aileden geldiğini iddia ederler. Bu görüşe göre, Afgani aslında İranlıdır, ancak kendisini daha geniş bir Müslüman kitleye hitap edebilmek amacıyla “Afgani” lakabını kullanmıştır.
Cemaleddin Afgani’nin nereli olduğu tam olarak kesinleşmemiştir, çünkü kendisi bu konuda net bilgiler vermemiştir ve farklı kaynaklarda çelişkili bilgiler yer almıştır. Ancak, İslam dünyasında reformcu düşünceleri ve Pan-İslamist hareketi ile tanınan Afgani, bu tartışmalardan bağımsız olarak İslam dünyasının önemli bir figürü olarak kabul edilir.