İNSANIN DUYGU- KABİLİYET VE LATİFELERİNİ SÖNDÜREN GÜNAHLAR

İNSANIN DUYGU- KABİLİYET VE LATİFELERİNİ SÖNDÜREN GÜNAHLAR[1]

 

İnsanın duygu, kabiliyet ve latifelerini söndürüp öldüren sebep ve faktörler. Günahların duygular üzerinde görülen etkileri.


İnsanın duygularını, kabiliyetlerini ve latifelerini söndürüp öldüren sebepler, genellikle yaratılış amacına aykırı davranışlar ve manevi hassasiyetlerin yitirilmesinden kaynaklanır. Bu süreçte, günahlar ve olumsuz faktörler hem insanın fıtri özelliklerini hem de manevi yönünü zayıflatarak duygular üzerinde derin etkiler bırakır.

1. Duygu, Kabiliyet ve Latifeleri Söndüren Sebepler

a. Günahlar:

Günahlar, insanın ruhunda karanlık bir etki bırakır ve fıtri güzelliklerin körelmesine neden olur:

Günahların Ruh ve Kalp Üzerindeki Etkisi:

> “Hayır, onların kazandıkları (günahlar) kalplerini karartmıştır.”
(Mutaffifin, 83:14)
Günahlar kalpte bir kararma meydana getirir ve insanın manevi duyarlılığını zayıflatır.

Latifelerin Hissizleşmesi:
Her bir günah, insanın manevi duyularını etkisiz hale getirir, Allah’ı tanıma ve sevme kabiliyetini zedeler.

b. Nefsin ve Şeytanın Tesirleri:

Nefis ve şeytan, insanın duygularını ve kabiliyetlerini yanlış yönlendiren iki önemli faktördür:

Duyguların Yanlış Kullanımı:
Allah için yaratılmış sevgi, korku ve ümit gibi duygular, dünya ve nefsani arzular için kullanıldığında insanı asıl hedefinden uzaklaştırır.

Şeytanın Aldatması:
Şeytan, insanı süslü ve geçici zevklerle kandırarak kabiliyetlerini yanlış kullanmasına yol açar:

> “Şeytan, onların yaptıklarını süslü gösterdi.”
(En’am, 6:43)

c. Dünya Sevgisi ve Gaflet:

Dünya sevgisi, insanın manevi yönünü körelten başlıca sebeplerden biridir:

Dünya Hayatına Dalma:
İnsan, dünya nimetlerine aşırı bağlandığında manevi kabiliyetlerini ihmal eder ve köreltir:

> “Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.”
(Ankebut, 29:64)

d. İlim ve Tefekkürden Uzaklaşma:

İnsanın akıl ve duygularını besleyen en önemli kaynaklardan biri ilim ve tefekkürdür. Bunlardan uzaklaşmak, insanın manevi yeteneklerini öldürür:

Fikrin İhmal Edilmesi:

> “Onlar, düşünüp taşınmazlar mı?”
(Rum, 30:8)
Tefekkür etmeyen insan, yaratılış gayesini unutup gaflete düşer.

e. İsraf ve Şükürsüzlük:

Allah’ın verdiği kabiliyetleri ve nimetleri israf etmek, bu özelliklerin zayıflamasına yol açar:

Şükürsüzlük:

> “Eğer şükrederseniz, elbette size daha fazlasını veririm. Ama nankörlük ederseniz, azabım şiddetlidir.”
(İbrahim, 14:7)
2. Günahların Duygular Üzerindeki Etkileri

a. Günahların Duygulara Verdiği Zarar:

Günahlar, insanın Allah’a olan yakınlığını ve manevi duyarlılığını azaltır. Her günah, insanın ruhunda bir yara açar:

Sevgi ve Şefkatin Sapması:
Sevgi, Allah’tan başka şeylere yöneldiğinde, insan Allah’ın verdiği bu nimeti yanlış kullanmış olur. Örneğin, mal sevgisi, makam sevgisi gibi dünyevi tutkular sevginin özünü kirletir.

Korkunun Yanlış Yönlendirilmesi:
Allah’a duyulması gereken korku, insanın geçici şeylerden (fakirlik, insanlar) korkmasına dönüşür. Bu durum insanı daha da güçsüz kılar.

Vicdanın Zayıflaması:
Sürekli işlenen günahlar, insanın vicdanını köreltir ve yanlışlara karşı duyarsız hale getirir.

b. Kalpte ve Latifelerde Oluşan Kararma:

Bediüzzaman Said Nursî, günahların insanın kalbine ve manevi latifelerine zarar verdiğini şöyle açıklar:

Her Günah Kalpte Bir Leke Bırakır:

> “Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır. Günah, istiğfarla silinmezse kalpte siyah bir leke bırakır.”
(Sözler, 23. Söz)
Günahlar, insanın manevi duygularını zayıflatır ve yok eder.

c. Huzur ve Rahatlık Kaybı:

Günahlar, insanın ruhunda huzursuzluk ve sıkıntıya yol açar:

İçsel Çelişkiler:
İnsan, fıtratına aykırı hareket ettiğinde manevi bir huzursuzluk hisseder. Bu durum, duyguların işlevselliğini bozar:

> “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
(Rad, 13:28)

3. İnsanın Duygularını ve Latifelerini Öldüren Faktörlere Karşı Çözüm

a. İman ve Tövbe:

Günahlardan kurtulmanın ve duyguları yeniden diriltmenin en etkili yolu, samimi bir tövbe ile Allah’a yönelmektir:

Tövbe ve Arınma:

> “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah’a dönün.”
(Tahrim, 66:8)

b. İbadet ve Zikir:

İbadet ve zikir, insanın manevi yönünü güçlendiren en önemli araçlardır. Özellikle namaz ve Kur’an okumak, duyguların ve kabiliyetlerin yeniden canlanmasını sağlar:

Namazın Etkisi:

> “Şüphesiz ki namaz, insanı her türlü kötülükten ve fahşadan alıkoyar.”
(Ankebut, 29:45)

c. Tefekkür ve İlmi Gelişim:

Allah’ın yaratışını düşünmek ve ilmi çalışmalarla aklı ve ruhu beslemek, insanın kabiliyetlerini yeniden güçlendirmesine yardımcı olur:

Tefekkürün Önemi:

> “Göklerin ve yerin yaratılışında tefekkür ederler.”
(Ali İmran, 3:191)

d. Salih İnsanlarla Birlikte Olmak:

İnsanın çevresi, manevi hayatını etkileyen önemli bir faktördür. Salih insanlarla birlikte olmak, insanın duygularını ve latifelerini diri tutar:

Arkadaş Seçimi:

> “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru kimselerle birlikte olun.”
(Tevbe, 9:119)

Sonuç:

İnsanın duygularını, kabiliyetlerini ve latifelerini söndüren en önemli sebep günahlar ve gaflettir. Bu süreçte, insanın manevi hassasiyeti azalır, duygular yanlış yönlendirilir ve kabiliyetler körelir. Ancak iman, tövbe, ibadet ve tefekkür gibi manevi araçlar, bu zararları telafi ederek insanın duygularını ve kabiliyetlerini yeniden canlandırabilir. İnsan, kendisine verilen emanetleri doğru kullanarak hem dünya hem de ahiret saadetini kazanabilir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=WiC313E-jSk

Loading

No ResponsesAralık 5th, 2024

HADİSLERİN GÜNÜMÜZE KADAR GELİŞ SÜRECİ[

HADİSLERİN GÜNÜMÜZE KADAR GELİŞ SÜRECİ[1]

 

Hadisi şeriflerin günümüze kadar kronolojik olarak geliş şekli.

Evvela, 1000 kadar kişi Peygamber Efendimizden hadis rivayet etmiş, bunun 125 kadarı kadın sahabe ve 52 kadarı da aynı zamanda hadisleri yazmıştır.

İslam’ın 4 kaynağından ikincisidir.
Tedvin donemi ve dinin pratiğini oluşturmaktadır.

Hadis-i şeriflerin günümüze kadar geliş süreci, İslam tarihinin en önemli ve detaylı konularından biridir. Hadisler, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sözleri, fiilleri ve takrirleri (onayları) olarak, İslam’ın ikinci temel kaynağını oluşturur. İşte hadislerin kronolojik gelişim süreci:

1. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Dönemi (610-632)

Hadislerin Söylenmesi ve Uygulanması:
Peygamber Efendimiz, insanlara İslam’ı öğretirken sözlü iletişimi esas aldı. Söylediği hadisler günlük hayatın farklı alanlarını kapsıyordu. Sahabeler, bu hadisleri öğrenir, uygular ve birbirlerine aktarırdı.

Ezberleme ve Uygulama:
Sahabe, hadisleri ezberlemeye büyük önem verdi. Arap toplumunda güçlü bir sözlü gelenek olduğundan, hadislerin ezberlenmesi kolaydı.

Yazıya Geçirme:
Peygamber Efendimiz, hadislerin yazılmasını genelde Kur’an ile karışmaması için sınırlamıştı. Ancak bazı sahabelere, özellikle hadis yazma izni verdiği bilinir (ör. Abdullah bin Amr bin el-Âs’ın “es-Sahîfe es-Sâdıka” adlı koleksiyonu).

2. Sahabe Dönemi (632-661)

Hadislerin Sözlü Olarak Aktarımı:
Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra sahabeler, hadisleri farklı bölgelerdeki insanlara öğretmeye devam etti. Hadisler hem birebir anlatım hem de uygulamalarla aktarıldı.

İlk Yazılı Koleksiyonlar:
Bazı sahabeler hadisleri yazmaya başladı. Ancak bu yazılar genelde kişisel notlar halinde idi. Resmi bir hadis derlemesi yapılmadı.

Hadislerin Kontrolü:
Sahabeler, hadis rivayetlerinde titizlikle doğruluk kontrolü yapardı. Örneğin, bir hadis duyduklarında başka sahabelerle teyit ederlerdi.

3. Tabiîn Dönemi (661-750)

Hadislerin Yaygınlaşması:
İslam topraklarının genişlemesiyle hadisler daha geniş bir coğrafyada yayılmaya başladı. Ancak sözlü aktarım hâlâ baskındı.

İsnad Sisteminin Ortaya Çıkışı:
Bu dönemde, hadislerin sahihliğini kontrol etmek için isnad (rivayet zinciri) sistemi geliştirildi. Rivayet eden kişilerin güvenilirliği önem kazandı.

Hadislerin Yazıya Geçirilmesi:
Yazıya geçirme çalışmaları daha da arttı. Örneğin, Ömer bin Abdülaziz, hadislerin toplanması için talimat verdi.

4. Hadislerin Tedvin Dönemi (750-850)

Hadislerin Toplanması ve Sistematik Hale Getirilmesi:
Bu dönemde, hadisler sistemli bir şekilde toplanmaya ve kitaplaştırılmaya başlandı. Bu dönemin önemli özelliği, sahih ve zayıf hadislerin ayrılması için metodolojiler geliştirilmesidir.

Ünlü Hadis Koleksiyonları:

İmam Malik’in “Muvatta” adlı eseri, ilk sistematik hadis kitabı olarak kabul edilir.

İmam Ahmed bin Hanbel’in “Müsned” eseri de bu dönemde derlenmiştir.

5. Altın Çağ: Klasik Hadis Kitaplarının Yazılması (850-950)

Kütüb-i Sitte’nin Ortaya Çıkışı:
Hadis ilminin en önemli kaynakları bu dönemde yazıldı. Bu koleksiyonlar, hadislerin sahihliğine göre sınıflandırıldı:

Sahih-i Buhari (İmam Buhari)
Sahih-i Müslim (İmam Müslim)
Sünen-i Ebu Davud
Sünen-i Tirmizi
Sünen-i Nesai
Sünen-i İbn Mace

Metin ve İsnad Eleştirisi:
Hadislerin güvenilirliğini belirlemek için isnad (zincir) ve metin (içerik) eleştirisi metodolojileri geliştirildi.

6. Hadis İlminin Kurumsallaşması (950-1500)

Şerh Çalışmaları:
Bu dönemde hadis kitapları üzerine açıklamalar (şerhler) yazıldı. Örneğin, İmam Nevevi’nin Sahih-i Müslim’e yazdığı şerh önemli bir eserdir.

Hadis İlmi Kavramlarının Gelişimi:

Cerh ve Ta’dil: Ravilerin güvenilirliğini belirleme sistemi.

Sahih, Hasen, Zayıf Hadis: Hadislerin sınıflandırılması.

Hadis Eğitimi:
Medreselerde hadis ilmi önemli bir alan haline geldi.

7. Modern Dönem (1500-2024)

Hadis Çalışmalarında Modern Yöntemler:
Hadisler, matbaanın yaygınlaşmasıyla daha kolay çoğaltıldı ve yayıldı. Günümüzde dijital kütüphaneler ve veri tabanları sayesinde hadisler daha geniş kitlelere ulaşmaktadır.

Eleştirel İncelemeler:
Hadislerin sahihliği, hem klasik yöntemlerle hem de modern akademik yöntemlerle araştırılmaktadır.

Hadis İlminin Globalleşmesi:
Hadis çalışmaları dünyanın dört bir yanına yayıldı. Çeşitli dillerde hadis kitapları tercüme edildi.

Sonuç:
Hadis-i şeriflerin günümüze kadar gelmesindeki süreçte, sahabelerin titizliği, tabiin ve muhaddislerin çabaları, İslam ümmeti için büyük bir miras oluşturmuştur. Bu süreç, hem sözlü hem de yazılı aktarıma dayalı, aynı zamanda doğruluk kontrolüne odaklanan bir sistemle gerçekleşmiştir.

@@@@@@@

Peygamberimiz ve sahabe döneminde yaşanan ibretlik olaylar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sahabe döneminde yaşanan birçok ibretlik olay, Müslümanların hayatına rehberlik edecek dersler içermektedir. Bu olaylar, iman, sabır, fedakârlık, kardeşlik ve ahlak gibi değerleri en güzel şekilde öğretir. İşte o dönemde yaşanmış bazı ibretlik olaylar:

1. Taif’te Sabır ve Merhamet

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), İslam’ı tebliğ etmek amacıyla Taif’e gitmişti. Ancak Taif halkı onu alayla karşıladı, taşladı ve yaraladı. Buna rağmen Peygamberimiz, onları beddua etmek yerine, dua ederek şöyle dedi:

> “Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.”
Bu olay, affetmenin ve merhametin önemini bizlere öğretir.

2. Bir Sahabenin İmanı: Habbab bin Eret

Mekke döneminde Müslümanlar büyük işkencelere maruz kalıyordu. Sahabelerden biri olan Habbab bin Eret, köle olduğu için ağır işkenceler gördü. Demirden yapılmış zırh giydirilerek kızgın kumların üzerine yatırıldı. Ancak imanından asla taviz vermedi.
Bu olay, zorluklara karşı sabır ve iman gücünün önemini gösterir.

3. Savaşta Kardeşlik: Yermük Savaşı

Yermük Savaşı’nda ağır yaralanan üç sahabe (Huzeyfe, İkrime ve Haris bin Hişam), su istedi. Su taşıyan kişi, önce Huzeyfe’ye götürdü. Huzeyfe, “Kardeşim İkrime’ye götür” dedi. İkrime ise, “Önce Haris’e ver” diyerek suyu reddetti. Haris’in yanına varıldığında şehit olmuştu, ardından İkrime ve Huzeyfe de vefat etti.
Bu olay, Müslümanlar arasındaki fedakârlık ve kardeşlik duygusunun ne kadar güçlü olduğunu anlatır.

4. Peygamberimizin Bir Yahudi Komşusuna Merhameti

Peygamber Efendimiz’in komşularından biri olan bir Yahudi, ona sürekli eziyet eder, kapısına çöp dökerdi. Bir gün Peygamberimiz, bu Yahudi’nin hasta olduğunu öğrendi. Onu ziyarete gitti. Yahudi, bu davranıştan çok etkilenerek Müslüman oldu.
Bu olay, hoşgörü ve güzel ahlakın insanları nasıl etkilediğini ortaya koyar.

5. Bedir Savaşı’nda Adalet

Bedir Savaşı öncesinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.), orduyu hizaya dizmişti. Sahabeden Sawad bin Gaziyye, sıranın dışında kalmıştı. Peygamberimiz ona elindeki asa ile dokundu. Sawad, “Ya Resulallah! Canım acıdı, hakkımı isterim.” dedi. Peygamberimiz hemen asayı ona verdi ve “Sen de bana vur!” dedi. Bunun üzerine Sawad, Peygamberimiz’e sarıldı ve “Ya Resulallah, seni kucaklamak istedim” dedi.
Bu olay, Peygamberimizin adaletini ve merhametini gösterir.

6. Hz. Ömer’in Adaleti

Halifelik döneminde Hz. Ömer (r.a.), geceleri halkın durumunu öğrenmek için sokaklarda dolaşırdı. Bir gece, bir annenin çocuklarını avutmak için boş bir tencereyi kaynattığını gördü. Kadın, fakirlikten dolayı çocuklarını doyuramadığını söyledi. Hz. Ömer hemen ambarlardan erzak alıp kadına götürdü ve “Bu benim hatamdır, Allah beni sorguya çeker” dedi.
Bu olay, yöneticilerin halkın sıkıntılarına duyarlı olması gerektiğini öğretir.

7. Hicrette Mağarada İman ve Teslimiyet

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.), hicret sırasında Sevr Mağarası’nda saklanırken müşrikler mağaranın önüne kadar geldi. Hz. Ebu Bekir endişelenince Peygamberimiz ona şöyle dedi:

> “Üzülme! Allah bizimle beraberdir.”
Bu olay, Allah’a tevekkül etmenin önemini vurgular.

8. Ümmü Süleym’in Sabrı

Ümmü Süleym’in küçük çocuğu hastalandı ve vefat etti. Kocası Ebu Talha eve geldiğinde Ümmü Süleym, çocuğun öldüğünü hemen söylemedi. Ona güzel bir şekilde yemeğini yedirdi ve ancak uygun bir dille durumu açıkladı. Peygamberimiz, Ümmü Süleym’in bu sabrını ve metanetini överek, “Allah, bu davranışınızdan dolayı size cennet nasip etsin” buyurdu.
Bu olay, zor zamanlarda sabır ve metanetin önemini gösterir.

9. Hz. Bilal’in İmanına Karşı Direnişi

Hz. Bilal (r.a.), köle olduğu için İslam’ı kabul ettiği dönemde Efendisi Ümeyye bin Halef tarafından kızgın kumlara yatırıldı ve göğsüne ağır taşlar konuldu. Bilal, bütün bu işkencelere rağmen sadece “Ahad, Ahad (Allah tektir)” diyordu.
Bu olay, tevhid inancına bağlılığın ve iman gücünün güzel bir örneğidir.

10. Tebük Seferinde Hz. Ebu Bekir’in Fedakârlığı

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi için sahabeden yardım istediğinde Hz. Ebu Bekir, tüm malını ve mülkünü bağışladı. Peygamberimiz, “Ailene ne bıraktın?” diye sorduğunda, “Allah ve Resulü’nü bıraktım” dedi.
Bu olay, Allah yolunda fedakârlığın zirvesidir.

Bu ibretlik olaylar, İslam ahlakının ve sahabe neslinin örnek alınması gereken özelliklerini yansıtır. Her biri, farklı bir erdemi öğretir ve hayatımızda rehberlik eder.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=1VN8ozLMWrQ

https://tesbitler.com/2024/11/26/bana-kuran-yeter-diyenlerin-tutarsizliklari-nelerdir/ 

 

 

Loading

No ResponsesAralık 5th, 2024

İNSAN DUYGULARDAN MI İBARETTİR

İNSAN DUYGULARDAN MI İBARETTİR[1]

 

İnsan duygulardan mı ibarettir? Bu duyguların gelişimi ne kadar ve nereye kadar gidecektir?


İnsan sadece duygulardan ibaret değildir; insan, duygu, düşünce, irade, akıl, ruh ve beden gibi bir bütünlük içerisinde var olan çok yönlü bir varlıktır. Ancak duygular, insanın iç dünyasını anlamada ve kendini ifade etmede merkezi bir role sahiptir. İnsanın yaratılışında duygu, akıl ve iradenin birlikte bulunması, onun manevi ve ahlaki olarak gelişim potansiyeline işaret eder.

İnsan Duygulardan mı İbarettir?

1. Duygular İnsanlığın Bir Parçasıdır:
Duygular, insanın çevresine, olaylara ve diğer varlıklara verdiği tepkilerdir. Sevgi, korku, öfke, şefkat, üzüntü, mutluluk gibi duygular, insanın iç dünyasını zenginleştirir ve ilişkilerini şekillendirir. Ancak insan sadece bu duyguların etkisiyle hareket eden bir varlık değildir.

2. Aklın ve İradenin Rolü:
İnsan duygularıyla hareket ederken, akıl ve iradesiyle bu duyguları kontrol edebilir, yönlendirebilir ve onlara anlam katabilir. Örneğin, öfke duygusu akılla kontrol edilmezse zararlı sonuçlara yol açabilir, ancak adalet duygusu ve merhametle birleştiğinde bir erdeme dönüşebilir.

3. Ruhun Katkısı:
Duygular, ruhun bir yansıması olarak da görülebilir. İnsan ruhu, duyguları geliştirebilir ve onları ahlaki ve manevi bir amaca yönlendirebilir. Bu durum, insanın sıradan biyolojik bir varlık olmadığını, derin bir manevi boyut taşıdığını gösterir.

Duyguların Gelişimi Ne Kadar ve Nereye Kadar Gidebilir?

1. Duyguların Gelişimi:

Duygular, insanda doğuştan gelen bir potansiyel olarak bulunur ve çevresel faktörler, deneyimler, eğitim ve manevi yönelimle gelişir:

Doğuştan Gelen Potansiyel: Sevgi, korku, merhamet gibi temel duygular insan doğasında vardır.

Eğitim ve Deneyim: Duygular, insanın yaşadığı deneyimler ve aldığı eğitimle şekillenir. Örneğin, bir insanın empati yeteneği, yaşadığı olaylar ve aldığı değer eğitimi ile gelişebilir.

Manevi Eğitim: İnanç, ibadet ve tefekkür gibi manevi pratikler, insanın duygularını derinleştirir ve olgunlaştırır. Örneğin, Allah sevgisi ve O’na olan teslimiyet, insanın diğer varlıklara karşı şefkatini artırır.

2. Gelişim Sınırı:

İnsanın duygularının gelişimi, sonsuz bir potansiyele sahiptir. Manevi ve ahlaki yönden sürekli bir tekâmül mümkündür:

Kendi Kendini Aşmak: İnsanın duygusal gelişimi, nefsin arzularından ve sınırlarından kurtulup daha yüce amaçlara yönelmesiyle sınırsız bir boyuta ulaşabilir.

İlahi Hedefler: İslam, insanın Allah’a yaklaşma sürecini (kurbet) manevi bir yükseliş olarak tanımlar. Bu süreçte insan, duygularını Allah’ın rızasına uygun hale getirebilir. Örneğin, dünyevi sevgi, ilahi sevgiye dönüşebilir.

Duyguların Sınırları ve İdeali

Ahlaki ve Manevi Yönelim: Duygular, doğru yönlendirilmediğinde insanı bencil, kibirli veya hırslı bir varlık haline getirebilir. Ancak bu duygular, ahlaki ve manevi bir temele oturduğunda insanın hem kendisine hem de çevresine faydalı hale gelir.

Olgunlaşma Süreci: İnsanın ideal bir duygusal olgunluğa ulaşması, sabır, şükür, tevazu, sevgi, adalet gibi erdemleri içselleştirmesiyle mümkündür. Bu süreçte duyguların denetimi ve yönlendirilmesi esastır.

Sonsuz Potansiyel: İnsanın duygusal ve manevi gelişimi, ahirette de devam eden bir süreçtir. Dünya hayatında elde edilen manevi birikim, sonsuz bir hayatın başlangıcıdır.

Sonuç

İnsan duygulardan ibaret değildir, ancak duygular insanın kimliğini ve ahlaki yapısını şekillendiren temel unsurlardan biridir. Bu duygular, doğru yönlendirilip eğitildiğinde insanın hem bireysel hem de toplumsal anlamda kemale ulaşmasına vesile olur. İnsan, aklı ve ruhuyla duygularını anlamlandırır ve bu sayede ilahi hedeflere doğru sınırsız bir gelişim potansiyeli taşır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=RLMGZoeDNB8

Loading

No ResponsesAralık 5th, 2024

HER ANAHTAR HER KAPIYI AÇMAZ

HER ANAHTAR HER KAPIYI AÇMAZ[1]

 

Her anahtar her kapıyı açmaz.

“İslâmiyet için fethedilemeyecek insan yoktur mühim olan İslam’a hizmette bulunanların çok dikkatli olması. İnsan yüz kapılı bir saraya benzer. Mutlaka bir kapıdan girilerek o insan fethedilir.”

Bir kapı açılmadığı zaman diğer kapıların da açılmayacak düşünülemez.

Bu söz, İslamiyet’in insanlara ulaşma ve onların kalplerine dokunma konusundaki gücüne işaret eder. Aynı zamanda, İslam’ı tebliğ edenlerin dikkatli, özenli ve hikmetli bir yaklaşım sergilemeleri gerektiğini vurgular. Sözde geçen bazı önemli noktaları açıklayalım:

1. “İslamiyet için fethedilemeyecek insan yoktur”

Bu ifade, İslam’ın evrenselliğine ve insan fıtratına hitap eden bir yapıya sahip olduğuna işaret eder. İnsanların kalplerine İslam’ın mesajını ulaştırmak mümkündür, çünkü bu din, insanın doğasına uygun bir hakikati ifade eder.

2. “Mühim olan İslam’a hizmette bulunanların çok dikkatli olması”

İslam’ı anlatan veya temsil eden kişilerin, bu sorumluluğun ağırlığını bilerek hareket etmeleri gerekir. Tebliğde kullanılan yöntemlerin şefkatli, hikmetli ve anlayışlı olması, muhatapların durumuna göre hareket edilmesi büyük önem taşır. Önyargıların kırılması ve gönüllere ulaşılması ancak bu şekilde mümkündür.

3. “İnsan yüz kapılı bir saraya benzer”

Bu benzetme, insanın karmaşık ve çok yönlü bir varlık olduğunu anlatır. Her insanın farklı düşünce yapısı, duyguları ve hayat tecrübeleri vardır. Bu yüzden her insana aynı yöntemle yaklaşmak doğru olmayabilir.

4. “Mutlaka bir kapıdan girilerek o insan fethedilir”

Bu cümle, her insanın İslam’ı anlayıp kabul edebileceği bir yönü veya kapısı olduğunu ifade eder. Bir insanın kalbine ulaşmak için o kişiye uygun bir yaklaşım benimsemek gerekir. Bu kapı, bazen bir hikmetli söz, bazen bir güzel davranış, bazen de kişinin içinde bulunduğu bir durum üzerinden açılabilir.

Genel Değerlendirme

Bu sözden, İslam’ı tebliğ edenlerin hem muhatabını tanıması hem de kendi üslubuna dikkat etmesi gerektiği sonucu çıkarılabilir. Her insanın kalbine ulaşabilecek bir yol vardır; önemli olan o yolu bulabilmek ve doğru bir şekilde kullanmaktır. Tebliğde şefkat, sabır, hikmet ve ahlak en temel unsurlardır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=e0KdSLqIjqU

Loading

No ResponsesAralık 4th, 2024

FEMI MUHSİN VE FEHMİ MUHSİN

FEMI MUHSİN VE FEHMİ MUHSİN[1]

 

-Ruhî-i Bağdadî diyor ki;

“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,

Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler…”

“Ey hoca; sanma ki senden altın ve gümüş isterler,

Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde, tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.”

-Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin’i örnekleriyle açıklar mısın?


Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, İslami terminolojide, Allah’ın insana bahşettiği yeteneklerin doğru şekilde kullanılmasıyla ilgili iki kavramdır. Bu terimler genellikle insanın sözleri ve anlayışı ile Allah’a olan kulluk ilişkisini nasıl düzenlemesi gerektiğini ifade eder. Bu iki kavramın anlamlarını detaylandırarak örneklerle açıklayalım:

Femi Muhsin (Güzel Konuşma ve Sözü Doğru Kullanma)

“Femi Muhsin,” kişinin dilini Allah’ın razı olduğu şekilde kullanması anlamına gelir. Allah’ın verdiği dil nimetini güzel, hayırlı ve faydalı sözlerle değerlendirmek, kötü ve zararlı sözlerden kaçınmak bu kavramın özüdür.

Femi Muhsin’in Özellikleri:

1. Doğruyu Söylemek: Yalan söylememek, insanları yanıltmamak.

2. Faydalı Konuşmak: İnsanları hayra davet eden, onlara yol gösteren sözler sarf etmek.

3. Kötülükten Uzak Durmak: Dedikodu, gıybet, iftira, küfür gibi kötü sözlerden sakınmak.

4. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı anan, O’nu hatırlatan sözlerle konuşmak.

Femi Muhsin’e Örnekler:

Hz. Peygamber’in Sözleri: Peygamber Efendimiz (sav), “Ya hayır söyleyin ya da susun” buyurarak dilin doğru kullanılmasını emretmiştir. O, sözü her zaman hikmetle ve fayda sağlayacak şekilde kullanırdı.

Bir Alimin Nasihati: İnsanlara faydalı nasihatlerde bulunan bir alim, dilini Allah’ın rızasına uygun kullandığı için Femi Muhsin’e örnektir.

Anne veya Babaya Güzel Söz Söylemek: Allah’ın emri olan anne-babaya iyi davranış, güzel sözlerle yaklaşmak da Femi Muhsin halidir.

Fehmi Muhsin (Doğru Anlayış ve Kavrayış)

“Fehmi Muhsin,” kişinin Allah’ın verdiği akıl ve anlayış nimetini hikmetle kullanmasıdır. İnsan, doğru olanı idrak etmek ve bunu hayatında uygulamak için Allah’ın verdiği akıl ve fehmi iyi kullanmalıdır. Fehmi muhsin, kişinin olayları, insanları ve Allah’ın emirlerini doğru bir şekilde anlaması ve bunu hayata geçirmesi anlamına gelir.

Fehmi Muhsin’in Özellikleri:

1. Kur’an ve Sünneti Anlamak: Allah’ın emir ve yasaklarını doğru bir şekilde kavrayarak yaşamak.

2. İdrak ve Basiret Sahibi Olmak: Hakkı batıldan ayırt edebilmek.

3. Derin Düşünmek: Olayların arkasındaki hikmeti ve Allah’ın takdirini anlamaya çalışmak.

4. Hayata Uygulamak: Doğru anlayışı sadece bilgi olarak değil, eyleme dönüştürmek.

Fehmi Muhsin’e Örnekler:

Hz. Süleyman’ın Hikmeti: Kur’an’da geçen bir olayda Hz. Süleyman, iki kadının çocukları üzerinde tartışmasını basiret ve hikmetle çözmüştür. Bu, Fehmi Muhsin’in en güzel örneklerinden biridir.

Kur’an’ı Doğru Anlayan Bir Mümin: Ayetlerin anlamını kavrayıp hayatına uygulayan bir mümin, Fehmi Muhsin halindedir.

Bir Velinin Derin İdraki: Bir veli veya arif kişinin Allah’ın takdirindeki hikmetleri kavrayıp insanlara öğüt vermesi, bu kavramın uygulamasıdır.

Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin Arasındaki Bağlantı

Dil ve Anlayışın Birlikteliği: Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, birlikte çalışır. Dil ile söylenen sözler, ancak doğru bir anlayıştan kaynaklandığında anlamlı ve faydalı olur.

İlahi Hikmetin Yansıması: Allah, insana dil ve akıl nimetini birlikte vermiştir. Kişi, dilini güzel sözlerle süslerken, bu sözlerin temelinde doğru bir anlayış ve hikmet olmalıdır.

Günlük Hayattan Örnekler:

1. Bir Öğretmen: Öğrencilerine hikmetli bilgiler veren, onların anlayışını artıran bir öğretmen hem dilini (femi Muhsin) hem de aklını (Fehmi Muhsin) doğru kullanmaktadır.

2. Bir Müminin Nasihati: Bir müminin, ihtiyacı olan bir insana Allah’ın emirlerini hikmetle anlatması, hem dilini güzel kullanması (femi Muhsin) hem de derin bir anlayışa sahip olması (Fehmi Muhsin) örneğidir.

3. Aile İlişkileri: Anne-babanın çocuklarına hikmetli öğütler vermesi ve onların yeteneklerini keşfetmesine yardımcı olması, bu iki kavramın birlikte uygulanmasıdır.

Sonuç:

Femi Muhsin ve Fehmi Muhsin, insanın dil ve akıl nimetlerini Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanması anlamına gelir. Femi Muhsin, dil ile faydalı, hikmetli ve güzel söz söylemeyi; Fehmi Muhsin ise olayları doğru anlamayı ve idrak etmeyi ifade eder. Bu iki kavram, insanın hem bireysel hem toplumsal hayatında dengeli ve faydalı bir şekilde hareket etmesi için rehberlik eder. Allah, bu iki nimeti doğru kullanmayı nasip edenlerden eylesin.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=vRaik9gpPQc

Loading

No ResponsesAralık 4th, 2024

TEBLİĞ EDENDE OLMASI GEREKENLER

TEBLİĞ EDENDE OLMASI GEREKENLER[1]

 

İslamiyet’i anlatmada Müslüman ve gayri Müslimlere daha etkili ve gerçekçi olması açısından hangi yöntemler uygulanmalıdır?


İslam’ı anlatmada etkili ve gerçekçi yöntemler, muhatabın inanç, kültür ve bilgi seviyesini göz önünde bulundurmayı gerektirir. Hem Müslümanlara hem de gayrimüslimlere yönelik tebliğde kullanılabilecek bazı temel prensipler ve yöntemler şunlardır:

1. Etkili İletişim ve Samimiyet

İhlas: Allah rızası için tebliğ etmek, kişisel menfaatlerden arınmış bir niyetle hareket etmek şarttır. Samimi bir kalpten gelen mesajlar muhatap üzerinde daha etkili olur.

Empati ve Anlayış: Muhatabın kültürel ve duygusal durumunu anlamaya çalışarak onunla ortak bir zemin bulmak.

Doğru Dil Kullanımı: Karmaşık dini terimler yerine, muhatabın anlayacağı sade bir dil kullanmak.

2. Davranışla Tebliğ (Temsil)

Örnek Olma: Peygamber Efendimiz (sav), sözlerinden çok davranışlarıyla insanlara rehberlik etmiştir. İslam’ı temsil eden bir kişi, ahlakı ve tutumuyla en etkili mesajı verir.

Adalet ve Şefkat: İnsanlara karşı adil, hoşgörülü ve merhametli olmak, İslam’ın güzel yüzünü yansıtır.

3. Muhataba Göre Yaklaşım

Müslümanlara Yönelik:

Dinî bilgiyi artırmaya ve uygulamaya teşvik etmek.

İslam’ın ahlâkî yönlerini hatırlatmak, ibadet ve kulluk bilincini güçlendirmek.

İhlası ve Allah rızasını gözeterek hareket etmeye yönlendirmek.

Gayrimüslimlere Yönelik:

Ön yargıları kırmak için İslam’ın hoşgörüsünü ve evrensel değerlerini ön plana çıkarmak.

Diyalog ve tartışmadan kaçınarak, karşılıklı saygıya dayalı bir yaklaşım sergilemek.

Kuran ve sünnetin temel insani değerlerini vurgulamak (adalet, barış, sevgi, komşuluk vb.).

4. İlmi ve Mantıksal Yaklaşım

Bilgiyle Donanım: Dini meseleleri ilmi bir şekilde anlatmak için yeterli bilgiye sahip olmak gerekir. Özellikle farklı inanç sistemlerini anlamak, gayrimüslimlere yönelik tebliğde önemlidir.

Mantıksal İkna: İnançla ilgili konularda muhatabı ikna etmek için akıl ve mantıkla desteklenen deliller sunmak.

5. Dua ve Tevekkül

Dua Etmek: Tebliğde başarı Allah’tan gelir. Bu nedenle, muhatap için hidayet dilemek önemlidir.

Sabır ve Tevekkül: Herkesi hemen ikna etmek mümkün olmayabilir. Sabırlı ve ısrarlı olmak, sonuçları Allah’a bırakmak gerekir.

6. Güncel Araçların Kullanımı

Sosyal Medya ve Teknoloji: Modern dünyada dijital platformlar, geniş kitlelere ulaşmak için etkili araçlardır.

Sanat ve Kültür: İslam’ın estetik yönünü tanıtmak için sanat, edebiyat ve müzik gibi alanlardan faydalanmak.

7. Karşılıklı Diyalog ve Sorulara Cevap Verme

Sorulara Açık Olmak: İnsanların sorduğu sorulara açık ve yapıcı bir şekilde cevap vermek.

Diyalog: Tartışma değil, karşılıklı anlayış ve öğrenme üzerine kurulu bir iletişim geliştirmek.

Sonuç

Etkili bir tebliğ, sadece anlatmak değil, aynı zamanda temsil etmektir. Peygamberimiz (sav), muhataplarının seviyesine göre yaklaşmış, onların ihtiyaçlarını anlamış ve en güzel şekilde İslam’ı tebliğ etmiştir. Modern zamanlarda da bu yöntemin özünü koruyarak güncel araçlarla desteklemek önemlidir.

@@@@@@

İslam’ı tebliğ eden kişide olmazsa olmaz ve olması gereken özellikler neler olmalıdır?

İslam’ı tebliğ eden kişinin hem ahlaki hem de bilgi yönünden donanımlı olması gerekir. Bu özellikler, tebliğcinin mesajını doğru, etkili ve kalıcı bir şekilde iletebilmesi için önemlidir. İşte bir tebliğcide bulunması gereken başlıca özellikler:

Olmazsa Olmaz Özellikler

1. İhlas ve Samimiyet

Tebliğin amacı, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Gösteriş, çıkar ya da kişisel tatmin için tebliğde bulunmak mesajın etkisini kaybettirir.

2. Doğru Bilgi

İslam’ın temel prensiplerini, Kur’an ve sünnetten öğrenerek sağlam bir bilgi temeline sahip olmak gerekir. Yanlış veya eksik bilgiyle yapılan tebliğ hem anlatanı hem de dinleyeni yanıltır.

3. Güzel Ahlak

Tebliğ eden kişinin ahlaki duruşu, anlattıklarından daha etkili olabilir. Peygamber Efendimiz (sav), güzel ahlakıyla İslam’ı yaymış, sözleri kadar davranışlarıyla da örnek olmuştur.

4. Sabır

Tebliğ sabır gerektirir. İnsanlar hemen kabul etmeyebilir, hatta karşı çıkabilir. Bu durumda sabırlı olmak ve yumuşak bir üslupla devam etmek gerekir.

5. Empati ve Anlayış

Karşı tarafın duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışmak, onları dinlemek ve ortak bir zemin bulmak, tebliğin etkisini artırır.

6. Hoşgörü ve Merhamet

Tebliğci, kimseyi küçümsememeli, hata yapanlara karşı anlayış göstermeli ve onları sevgiyle doğruya yönlendirmelidir.

Olması Gereken Özellikler

1. Bilgiye Açıklık

Kendi bilgi ve anlayışını sürekli geliştirmek, hem dini hem de güncel meseleleri öğrenmek için çaba harcamalıdır.

2. Adaletli Olma

İnsanlar arasında ayrım yapmamalı, her bireye eşit ve adil yaklaşmalıdır.

3. İletişim Becerisi

Anlatım dili açık, etkili ve muhatabın seviyesine uygun olmalıdır. Sert, kırıcı veya karmaşık bir dil kullanılmamalıdır.

4. Söz ve Davranış Uyumu

Tebliğ eden kişi, anlattıklarını bizzat uygulamalıdır. Sözü ve davranışı bir olmayan bir tebliğci, mesajın inandırıcılığını kaybeder.

5. Tevekkül

Sonuçların Allah’a ait olduğunu bilerek, sadece vazifesini yerine getirmeye odaklanmalıdır. Hidayeti verenin Allah olduğunu unutmamalıdır.

6. Dua

Allah’tan yardım istemeli hem kendisi hem de muhatapları için dua etmelidir.

7. İstikrar ve Süreklilik

Tebliğ süreklilik gerektirir. Ara sıra yapılan değil, istikrarlı bir şekilde sürdürülen tebliğ etkili olur.

Kaçınılması Gereken Özellikler

Kibir ve Kendini Üstün Görme: Tebliğci, muhatabına karşı asla kibirli olmamalıdır. Kendisini üstün gören bir kişi karşı tarafı etkileyemez.

Sabırsızlık: Tepkiler karşısında sinirlenmek veya aceleci davranmak tebliğin ruhuna aykırıdır.

Cezalandırıcı ve Sert Tavır: Yargılayıcı bir dil ve tavır, insanları İslam’dan uzaklaştırır.

Sonuç

İslam’ı tebliğ eden kişi, Peygamber Efendimiz’in (sav) “üsve-i hasene” (güzel örnek) olarak tanımlanan yöntemlerini rehber edinmelidir. Bilgi, ahlak ve hikmetle hareket eden bir tebliğci, mesajını en etkili şekilde iletebilir ve gönüllere dokunabilir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=ODpl4-gDMAc

Loading

No ResponsesAralık 4th, 2024

93 harbi nasıl başladı, gelişti ve sonuçlandı?

93 harbi nasıl başladı, gelişti ve sonuçlandı?

93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı), Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında gerçekleşen ve özellikle Balkanlar ile Kafkasya’da büyük etkiler bırakan bir savaştır. Savaşın adı, Osmanlı takvimine göre 1293 yılına denk geldiği için “93 Harbi” olarak anılır. İşte savaşın başlaması, gelişimi ve sonuçları:

Başlangıcı

1. Sebepler:

Panslavizm ve Rusya’nın Balkan politikası: Rusya, Slav ırkını birleştirme ideali doğrultusunda Balkanlardaki Slav topluluklarını destekledi.

Milliyetçilik hareketleri: Balkanlarda Sırp, Bulgar ve diğer etnik grupların Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesi hız kazandı.

1875-76 Balkan Ayaklanmaları: Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da çıkan ayaklanmalara Osmanlı müdahalesi, Avrupa’da tepki topladı.

Avrupa’nın müdahalesi: Büyük devletler, Osmanlı’yı reform yapmaya zorladı; Osmanlı’nın bunları uygulamakta yetersiz kalması Rusya’nın savaşa müdahalesine zemin hazırladı.

2. Savaşın İlanı:
Rusya, Osmanlı’nın reformları gerçekleştiremediğini öne sürerek 24 Nisan 1877’de savaş ilan etti. Savaş hem Balkanlar hem de Kafkasya cephelerinde başladı.

Gelişimi

1. Balkan Cephesi:

Rus İlerleyişi: Rus kuvvetleri Romanya üzerinden Balkanlara girdi ve Plevne’yi kuşattı.

Osmanlı Direnişi: Osmanlı ordusu, Gazi Osman Paşa komutasında Plevne’de büyük bir direniş gösterdi. Ancak lojistik desteğin yetersizliği nedeniyle Plevne düştü (Aralık 1877).

Rusların İstanbul’a Yaklaşması: Plevne’nin düşmesinden sonra Ruslar hızla ilerleyerek Edirne’ye kadar geldiler.

2. Kafkasya Cephesi:

Rus orduları, Kars, Ardahan ve Batum bölgelerine saldırdı. Osmanlı kuvvetleri başta savunma yapabilse de Kars ve Ardahan düştü.

Sonuçları

1. Ayastefanos Antlaşması (3 Mart 1878):

Osmanlı Devleti büyük toprak kayıplarına uğradı. Bulgaristan özerk bir prenslik haline geldi.

Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakıldı.

2. Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878):

Avrupa devletlerinin müdahalesiyle Ayastefanos Antlaşması gözden geçirildi.

Bulgaristan daha küçük bir özerk prenslik olarak düzenlendi.

Bosna-Hersek, Osmanlı’ya bağlı kalmak şartıyla Avusturya-Macaristan yönetimine bırakıldı.

Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlık kazandı.

3. Etkileri:

Osmanlı’nın Balkanlardaki hakimiyeti büyük ölçüde zayıfladı.

Rusya, Doğu Anadolu’da güç kazandı.

Balkanlarda ulus-devletlerin sayısı arttı ve Osmanlı’nın çözülme süreci hızlandı.

93 Harbi, Osmanlı’nın zayıflığını ve reform yapma konusundaki yetersizliğini gözler önüne sermiştir. Bu savaş aynı zamanda Balkanlardaki ulusal hareketlerin başarıya ulaşmasında bir dönüm noktasıdır.

@@@@@@

Osmanlı İmparatorluğu nasıl parçalandı ve nasıl sonuçlandı?

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, uzun bir süreç sonunda gerçekleşmiş ve I. Dünya Savaşı’nın ardından resmiyet kazanmıştır. Süreç hem iç sorunlar hem de dış müdahalelerle hızlanmış, 20. yüzyılın başında imparatorluk tamamen dağılmıştır.

Parçalanma Sürecinin Aşamaları

1. İç Dinamikler: Yönetim ve Ekonomik Zayıflıklar

Merkezi Otoritenin Zayıflaması:
Osmanlı, özellikle 17. yüzyıldan itibaren merkezi otoritesini kaybetmeye başladı. Yerel yöneticiler (ayanlar) güçlenirken, vergi düzeni ve tımar sistemi bozuldu.

Ekonomik Çöküş:
Kapitülasyonlar, sanayi devrimine ayak uyduramama ve borçlanma Osmanlı ekonomisini zayıflattı. 1881’de Düyun-u Umumiye kurularak Osmanlı’nın maliyesi Avrupalı devletlerin kontrolüne geçti.

Milliyetçilik Hareketleri:
Fransız İhtilali’nin etkisiyle Balkanlar’da ve diğer Osmanlı topraklarında milliyetçi hareketler güçlendi. Sırp, Yunan, Bulgar ve Arap toplulukları bağımsızlık için isyan etti.

2. Dış Müdahaleler ve Savaşlar

Rusya’nın Panslavizm Politikası:
Rusya, Balkanlardaki Slav topluluklarını destekleyerek Osmanlı’yı zayıflatmaya çalıştı.

Batılı Güçlerin Müdahalesi:
İngiltere, Fransa ve Avusturya gibi ülkeler Osmanlı’nın iç işlerine müdahale ederek parçalanmayı hızlandırdı.

Sürekli Toprak Kayıpları:

19. Yüzyıl: Yunanistan (1830), Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsızlık kazandı. Kuzey Afrika’da Cezayir (Fransa, 1830) ve Mısır (İngiltere, 1882) kaybedildi.

20. Yüzyıl: Balkan Savaşları (1912-1913) sonucunda Osmanlı Balkanlar’daki tüm topraklarını kaybetti.

3. I. Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın Dağılışı

Osmanlı, I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katıldı. Savaş, Osmanlı’nın zaten zayıf olan yapısını tamamen çökertti.

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanarak Osmanlı fiilen sona erdi.

İşgal güçleri, İstanbul başta olmak üzere Osmanlı topraklarını işgal etti.

Sonuçlanması

1. Sevr Antlaşması (1920):

Osmanlı, bu antlaşma ile Anadolu’nun büyük bölümünü ve Arap topraklarını kaybetti.

İstanbul ve küçük bir Anadolu bölgesi Osmanlı’ya bırakıldı, ancak bu antlaşma uygulanamadı.

2. Kurtuluş Savaşı ve Lozan Antlaşması (1923):

Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’yla (1919-1922) Sevr Antlaşması reddedildi.

Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti kuruldu, Osmanlı resmen sona erdi.

Osmanlı’nın Parçalanmasının Sonuçları

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu: Osmanlı topraklarının küçülen kısmında yeni bir ulus devlet kuruldu.

2. Ortadoğu’nun Şekillenmesi: Osmanlı’dan ayrılan Arap toprakları, İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne geçti. Bu bölgeler günümüz Ortadoğu sınırlarını oluşturdu.

3. Balkan ve Kuzey Afrika’da Yeni Devletler: Osmanlı hâkimiyetindeki topraklar Balkanlar ve Afrika’da yeni ulus devletlerin doğmasına yol açtı.

4. Modernleşme ve Milliyetçilik: Osmanlı’nın yıkılışı, modern ulus devlet anlayışını ve milliyetçiliği güçlendirdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, bir dünya imparatorluğunun yerini modern ulus devletlerin aldığı bir dönüşüm süreci olarak tarihe geçti.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 4th, 2024

EVE DÖNÜŞ VAR

EVE DÖNÜŞ VAR[1]

Öncesinde Hz. Adem ve Havva’yı, atalarımızı cennetten çıkartan şeytan, bugün onun çocukları, onun nesilleri, onun kanını taşıyanlar, Adem’in çocuklarını dünyadan çıkartmaya çalışmaktadırlar.
Şeytanın çocuklarıyla Ademin çocukları sürekli birbirleriyle mücadele halindeler.
Ademin çocukları eve ve evine dönme peşinde, Şeytanın çocukları ise onları evlerinden etme ve uzaklaştırma hesabında.
Evet bu çıkışla beraber tekrar eve dönüş, evden çıkışla beraber evi arzu etme, ebedi hayatı arzu etme, ikisi birbirini tetiklemiş oluyor. Hüzünle sevincin yaşandığı yer 2011 yılında Suriye’nin Halebinden çevre ilçelerine varıncaya kadar Esad’ın zulmüyle orayı boşaltanlar Türkiye’ye, dünyanın farklı yerlerine giden o Suriyeliler birkaç gündür sevinç yaşıyorlar, tekrar Haleb’e ve çevresindeki ilçelere dönmenin sevincini yaşıyorlar. Tam bir mutluluk içerisinde, bir hasret içerisinde, bir gözyaşı içerisinde, bir şükür secdesi içerisinde evet evden çıkışla eve dönüşün, bir yandan dünyada yaşandığı, bir yandan insanların tekrar ölüm ile beraber inşallah imanla, ibadetle tekrar atalarının dönmüş olduğu eve bir dönüş sürecinin yolculuğunu yaşamış olmaktadırlar.

Evet inşallah hayırla dönüş nasip olsun diyelim.
Asırlardır göç yaşayan göçmen insan, yuvadan uçuşun ve kaçışın ızdırabıyla muzdarip yaşamaktadır.

@@@@@@

Cennetten çıkarılış ve eve dönüş arzu ve serüveni.

“Cennetten çıkarılış” ve “eve dönüş” teması, insanlık tarihinin en eski mitlerinden ve hikâyelerinden biridir. Bu tema, varoluşsal bir arayışı, kaybedilen bir bütünlüğü ve onun yeniden kazanılma özlemini temsil eder. Aynı zamanda, insanın manevi yolculuğunu, içsel dönüşümünü ve kendi özüne ulaşma çabasını ifade eder.

Cennetten Çıkarılış

Cennetten çıkarılış, birçok dini ve mitolojik anlatıda insanın “ilk kusuru” veya “ilk hatası” sonucu cennetten sürülmesiyle başlar. Bu hikâye, insanın doğayla, Yaratıcı’yla ve kendisiyle olan uyumunun bozulmasını simgeler. Örneğin:

Hristiyanlıkta: Âdem ile Havva’nın yasak meyveyi yemesiyle cennetten kovulmaları, itaat ve özgür irade arasındaki gerilimi simgeler. Bu olay, insanın Yaratıcı’dan uzaklaşmasını ve dünyada bir “yolculuk” veya “sürgün” hayatı yaşamasını anlatır.

İslam’da: Adem ve Havva’nın şeytana uyarak yasak ağaca yaklaşması, ama ardından tövbe edip bağışlanmaları, hem insanın hataya açık olduğunu hem de tövbenin dönüştürücü gücünü gösterir.

Cennetten çıkarılış aynı zamanda, insanın bilinç kazanımıyla saflığı kaybetmesini, ancak bu bilinçle daha derin bir anlam arayışına girmesini ifade eder.

Eve Dönüş Arzusu.

Eve dönüş, cennetten uzaklaşan insanın yeniden o bütünlüğe ve saflığa ulaşma çabasını temsil eder. Ancak bu, yalnızca fiziksel bir geri dönüş değil, aynı zamanda manevi bir yükseliştir.

Sufizm: İnsanın özünün Allah’tan geldiği ve bu dünyada misafir olduğu, asıl amacının tekrar Yaradan’a dönmek olduğu fikri temel bir öğedir. “Ayrılıktan şikâyet eden” Mevlana’nın Mesnevi’sindeki ney metaforu, bu eve dönüş özlemini çok güçlü bir şekilde ifade eder.

Homeros’un Odysseia’sı: Odysseus’un uzun ve zorlu bir yolculuk sonunda yurduna dönmesi, insanın hem dış hem iç dünyasında anlam arayışını simgeler.

Serüven ve Yolculuk

Bu arzu ve serüven, insanın kendi içindeki çelişkilerle, zaaflarla ve sınavlarla yüzleştiği bir yolculuktur. Bu yolculuk:

1. Kayıp ve Arayış: İnsan, cennetten kovulmakla bir “kayıp” yaşar ve bu kaybın ardından bir anlam arayışına girer.

2. Deneyim ve Olgunlaşma: Yolculuk sırasında karşılaşılan zorluklar, insanı olgunlaştırır ve kendine döndürür.

3. Birlik ve Bütünlük: Nihai hedef, insanın Tanrı ile, doğayla ve kendisiyle yeniden bütünleşmesidir.

Modern Anlamlar.

Bugün bu tema, sadece dini bir bağlamda değil, psikolojik, felsefi ve edebi alanlarda da kullanılır. İnsan, bazen iç huzuru arayarak, bazen de kaybettiği bir anıyı, duyguyu veya toplumu yeniden inşa etmeye çalışarak “eve dönüş” arayışına girer. Örneğin:

Psikoloji: Carl Jung’un bireyselleşme süreci, insanın kendi gölgesiyle yüzleşip daha bütün bir benlik oluşturmasını içerir.

Edebiyat: Kafka’nın Dava gibi eserlerinde insan, kendini yabancılaşmış bir dünyada kaybolmuş hisseder, ancak bu arayış yine de bir dönüş hikayesidir.

Sonuç olarak, cennetten çıkarılış ve eve dönüş serüveni hem bireysel hem de kolektif insan deneyiminin özünü yakalar. Bu yolculuk, kaybolmuş olanı arama ve bulunacak olanla yeniden bütünleşme çabasıdır.

@@@@@@

Bundan sonra İstanbul’da fazla kalmaz, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır, Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesine çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:

“Niye böyle dikkat ediyorsun?”
Bediüzzaman der: “Medresemin plânını yapıyorum.”
O der: “Nerelisin?”
Bediüzzaman: “Bitlisliyim.”
Rus polisi: “Bu Tiflis’dir!”
Bediüzzaman: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”
Rus polisi: “Ne demek?”
Bediüzzaman: “Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkasından inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.”

Rus polisi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”

Bediüzzaman: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”

Rus polisi: “İslâm parça parça olmuş.”
Bediüzzaman: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar. İlâ âhir…

Yahu, şu asilzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.[2]

@@@@@@@@

HİZBUŞ ŞEYTAN- ŞEYTANIN AVANELERİ

 

“Ey âdemoğulları! ¹ Şeytan kötülüklerini onlara göstermek için, elbiselerini soyarak², ana babanızı cennetten³ çıkardığı gibi sizi de bir fitneye düşürmesin. O ve taraftarları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları iman etmeyenlere dost kıldık.”[3]

“Ve kim Allah’ı ve O’nun Resul’ünü ve mü’minleri veli edinirse, Allah’ın taraftarları onlardır. Galip gelecek olanlar da onlardır.”

وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟
“Ve men yetevellallahe ve resulehu vellezine amenu fe inne hızbellahi humul galibun.”[4]

@@@@@@@

“Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın öğüdünü onlara unutturdu. Onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Dikkat edin! Şeytanın taraftarları kesinlikle kaybedenlerdir.”[5]

اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“İstahveze aleyhimuş şeytanu fe ensahum zikrallah, ulaike hizbuş şeytan, ela inne hizbeşşeytani humul hasirun.”

@@@@@@

Kuran-ı Kerim’de geçen Hizbuş Şeytan ifadesi.

Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın Hizbi” yani Allah’ın taraftarları ve “şeytanın hizbi” ifadeleri, hak ile batıl arasındaki mücadeleyi temsil eder ve insanlara bu iki grubun niteliklerini açıklayarak doğru yolu seçmelerini öğütler. Bu ifadeler, manevi, ahlaki ve toplumsal boyutlar taşır.

Allah’ın hizbi Nedir?[6]

“Hizbullah” kelimesi, “Allah’ın taraftarları” veya “Allah’ın tarafında olanlar” anlamına gelir. Bu ifade, Allah’a iman eden, O’nun emirlerine uyan ve O’nun davasını savunan müminleri temsil eder. Mücadele Suresi 22. ayette şöyle buyrulmaktadır:

> “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, Allah’a ve Peygamberine düşman olan kimselerle dostluk ettiğini göremezsin. İşte onlar, Allah’ın kalplerine iman yazdığı ve kendilerini katından bir ruh ile desteklediği kimselerdir… İşte onlar, Allah’ın hizbidirler (taraftarlarıdır). Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın hizbi (taraftarları) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”[7]

Bu ayet, Allah’ın taraftarı olanların temel özelliğinin, Allah’a ve Peygamberine sadakat, samimiyetle iman ve O’nun emirlerine uygun bir yaşam sürmek olduğunu gösterir.

Şeytanın Hizbi Nedir?

Bunun karşıtı olarak “şeytanın taraftarları” veya “şeytanın hizbi” ifadesi, batıl inançlara kapılan, kötülüğü yayan, insanları Allah’tan uzaklaştıran ve şeytanın yolunu izleyen kimseleri ifade eder. Mücadele Suresi 19. ayette şöyle buyrulur:

> “Şeytan onları etkisi altına almış, onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın hizbidir (taraftarlarıdır). Dikkat edin! Şeytanın hizbi hüsrana uğrayacakların ta kendileridir.”
Bu ayet, şeytanın taraftarlarının temel özelliklerini ortaya koyar: Allah’ı anmayı unutmak, şeytanın vesveselerine kapılmak ve yanlış bir yolda ilerlemek.

Allah’ın hizbi ve Şeytanın Hizbi Arasındaki Fark

Kur’an, bu iki grubun özelliklerini karşılaştırmalı olarak sunar:

Bu iki grup, aynı zamanda insanın içsel mücadelesini, yani nefis (şeytani taraf) ile ruh (ilahi taraf) arasındaki çatışmayı da sembolize eder.

Sonuç

Kur’an-ı Kerim, insanları açıkça Allah’ın hizbinde yer almaya çağırır ve bunun kurtuluş yolu olduğunu belirtir. Bu ifadeler, müminlerin yol göstericisi olmayı ve insanları iyiliğe teşvik ederek kötülükten sakındırmayı amaçlar. Mücadele Suresi 22. ayetin sonunda, Allah’ın taraftarlarının kurtuluşa ereceği müjdelenir:

> “Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın hizbi kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

Bu ifadeler, insanlara hangi yolu takip etmeleri gerektiği konusunda net bir rehber sunar: Allah’ın tarafında olmak, iman ve Salih amel ile bu dünyada ve ahirette kazananlardan olmaktır.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=rsjGJAIucBM&t=2s

[2] http://www.erisale.com/?locale=tr&bookId=14&pageNo=103#content.tr.14.103

[3] Araf.27.

[4] Maide.56.

[5] Mücadele.19.

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Hizbu

[7] Mücadele. 58:22)

Loading

No ResponsesAralık 4th, 2024

ALLAHA VARACAK OLAN KALBİ SELİM

ALLAHA VARACAK OLAN KALBİ SELİM[1]

 

“Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur). ” Şuara. 89 ayetini örnekleriyle açıklar mısın?


Kalb-i selîm, şüphelerden, şirkten temizlenmiş, ihlâsla iman etmiş kalp demektir. Saîd b. Müseyyeb (r.a.) demiştir ki: Kalb-i selîm, mânen sıhhatte olan kalpdir ki bu da müminin kalbidir. Kâfir ve münafığın kalbi ise mânen hastadır.

Şuara Suresi 89. ayetinde geçen “Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler o günde fayda bulur” ifadesi, kişinin Allah katında başarılı ve kurtuluşa ermiş sayılabilmesi için kalb-i selîm yani “temiz bir kalbe” sahip olması gerektiğini vurgular. Bu ifade, Allah’a yönelişte ve ahiret gününde kabul görecek olanın, sadece dünyadaki mal, makam veya diğer dünyevi değerler değil, insanın saf ve temiz bir kalple Allah’a yaklaşması olduğunu belirtir.

Kalb-i Selîm Nedir?

Kalbin temizliği: İçinde şirk, kibir, haset, riya gibi olumsuzluklardan arınmış, Allah’a tam bir teslimiyetle yönelmiş kalptir.

Fıtrata uygunluk: Allah’ın yarattığı saf haliyle insanın öz benliğiyle barışık olmasıdır.

İman ve takva: Kalb-i selîm, Allah’a imanın yanında takva (Allah’a karşı derin bir saygı ve bilinç) ile şekillenir.

Örneklerle Açıklama

1. Peygamberlerin Örnekliği: Peygamberler, kalb-i selîmin en güzel örnekleridir. Örneğin, Hz. İbrahim (a.s), Allah’a olan sadakati ve tevekkülü ile saf bir iman sergilemiştir. Hz. İbrahim’in duası şöyledir: “Beni, o gün (ahiret günü) rezil etme. O gün ki, ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelenler başka.” (Şuara 87-89). Bu, ayetin bağlamını tamamlar.

2. Dünyevi Bağımlılıklardan Arınmak: Dünya malına ve makamına aşırı düşkünlük, kalbin Allah’tan uzaklaşmasına neden olur. Bir kişi ne kadar zengin veya başarılı olursa olsun, bu dünyevi kazanımlar ahirette fayda sağlamaz. Örneğin:

Zenginlik: Karun’un kıssası buna örnektir. Malıyla övünen Karun, kalbini dünya sevgisiyle doldurduğu için helak olmuştur.

Fakirlik: Ebu Hureyre gibi sahabeler, malları az olmasına rağmen iman dolu kalpleri sayesinde Allah katında yücelmişlerdir.

3. Ahlakî Temizlik: Kalb-i selîm, güzel ahlakla doğrudan ilişkilidir. Kibir, haset, riya gibi kötü huylar kalbin temizliğini bozar. Örneğin:

Bir kişi başkalarına iyilik yaparken bunu Allah rızası için değil de gösteriş amacıyla yapıyorsa, kalbi riya ile kirlenmiştir. Oysa bir kişi ihlasla (samimiyetle) hareket ederse kalbini temiz tutmuş olur.

4. Tevbe ve Arınma: Günah işlemek, insanın kalbini karartabilir. Ancak Allah’ın rahmeti geniştir. Samimi bir tevbe ile kalbini temizleyen kişi de kalb-i selîm sahibi olabilir. Örneğin, bir günahkâr, pişmanlık duyup Allah’a yönelerek hayatını düzeltirse, Allah onun kalbini arındırır.

Günümüz Hayatına Uygulaması

1. Samimiyetle İbadet: İbadetlerimizi gösteriş için değil, yalnızca Allah için yapmalıyız. Örneğin, namaz kılarken çevredeki insanların takdirini değil, Allah’ın rızasını aramalıyız.

2. Kötü Duygulardan Uzak Durmak: Başkalarına karşı haset ve kin duymamak, affedici ve hoşgörülü olmak, kalb-i selîmin işaretlerindendir.

3. Dünya Malına Fazla Bağlanmamak: Kazanç ve başarı hedeflenebilir; ancak bunlar hayatın amacı haline gelmemelidir. Dünya, Allah’a yakınlaşmak için bir araçtır, amaç değil.

4. Tevbe ve Dua: Her gün kalbimizi gözden geçirmeli, hatalarımız için Allah’tan af dilemeliyiz. Örneğin, sabah ve akşam zikirleriyle kalbimizi tazelemek bu konuda önemlidir.

Sonuç olarak, Şuara 89. ayeti, dünya hayatının geçiciliğini ve ahiret hayatının önemini hatırlatarak, insanın kalbini Allah’a adaması gerektiğini öğretir. Saf ve temiz bir kalp, kişinin cennete ulaşmasındaki en temel araçtır.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=NzGTwHIY814

Loading

No ResponsesAralık 3rd, 2024

KURAN-I KERİM’DE İLGİNÇ KELİMELER

KURAN-I KERİM’DE İLGİNÇ KELİMELER[1]

 

Kuran-ı Kerim’de ilginç kelimeler.


Kuran-ı Kerim’de pek çok derin anlam ve ince nüans içeren kelimeler vardır. Arapça zengin bir dil olduğu için, her bir kelime tek bir anlamdan ziyade birçok farklı anlamı ve ince ayrımları barındırır. İşte Kuran’da geçen ve anlamlarıyla dikkat çeken bazı ilginç kelimeler:

1. Mutmainne (مطمئنة)

Anlam: Huzur bulan, dinginleşen.

Detay: Kuran’da “Nefs-i Mutmainne” olarak geçen bu ifade, huzura ermiş, Allah’a teslim olmuş nefsi ifade eder. Özellikle insanın manevi gelişiminde önemli bir kavramdır (Fecr, 89/27).

2. Tefekkür (تفكر)

Anlam: Derin düşünme, tefekkür etme.

Detay: Tefekkür kelimesi Kuran’da birçok ayette geçer ve insanların kâinat, yaratılış ve Allah’ın nimetleri üzerinde düşünmelerini teşvik eder. Bu kelime, İslam’da akıl yürütmenin ve derin düşünmenin önemini ifade eder.

3. İkhvân ve Hâlisîn (إخوان – خالصين)

Anlam: Kardeşler, samimi, arınmış olanlar.

Detay: İhvân, “kardeşler” anlamına gelirken hâlisîn “samimi ve içten olanlar” anlamında kullanılır. Allah’a adanmış olanların manevi bağlılığını ve samimiyetini ifade eder.

@Kuran-ı Kerim’de Muhlas ifadesi ve anlamı.

Kuran-ı Kerim’de geçen “muhlas” ifadesi, “Allah tarafından seçilmiş, ihlaslı, samimi ve arınmış kul” anlamına gelir. Bu kelime, özellikle Allah’ın koruduğu, temiz ve içten bir imana sahip olan, dünyada nefsani arzulardan arınmış ve yalnızca Allah’a yönelen kulları tanımlamak için kullanılır.

Muhlas kelimesi, Kuran’da Allah’a özel bir bağlılık gösteren kimseler için geçmektedir. Bu kişiler, Allah tarafından özel bir lütuf ve koruma altına alınmış, şeytanın veya dünyevi arzuların etkisine kapılmayan insanlardır. İhlas kelimesiyle aynı kökten türemiş olup, kişinin her türlü dünyevi ve nefsani bağlardan arınmış, Allah’a bağlılıkta samimi olan kul olduğunu ifade eder.

Örneğin, Sad Suresi 82-83. ayetlerde şeytanın, Allah’ın muhlas kıldığı kullar üzerinde bir etkisinin olmadığını ifade eden şu ayetler geçer:

> “İblis dedi ki: ‘Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki ben de onları saptırmak için Sen’in dosdoğru yolunun üstünde oturacağım. Onlardan ihlasa erdirilmiş (muhlas) kulların hariç, hepsini azdıracağım.'”

Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere, muhlas olanlar, Allah’ın ihlas ve samimiyetle kendisine bağlı kıldığı, koruma altındaki kullardır. Muhlas olmak hem Allah’ın bir ikramı hem de kişinin samimiyetinin bir karşılığıdır. Bu kişilerin içten bağlılıkları ve Allah’a yönelmeleri nedeniyle Allah onları özel bir koruma altına alır, böylece şeytanın ve dünyevi sapmaların etkisinden korunurlar.

Kuran’da muhlas ifadesi, imanında sağlam, yalnızca Allah’ın rızasını gözeten, ihlaslı ve samimi bir hayat süren müminlerin özelliği olarak zikredilir. Bu özellik, insanın Allah’a olan bağlılığını ve kulluğundaki samimiyetini ifade eder.[2]

@Kuran-ı Kerim’de Hz. Musa şu sıfatlarla vasıflanmaktadır.

Kuran-ı Kerim’de Hz. Musa, birçok üstün sıfatla anılmaktadır. Bu sıfatlar, onun Allah katındaki konumunu, görevlerini ve ahlaki özelliklerini ifade eder. İşte Kuran’da Hz. Musa’ya verilen başlıca sıfatlar:

1. Kelîmullah (Allah ile Konuşan)

Hz. Musa, Allah ile doğrudan konuştuğu için “Kelîmullah” olarak anılır. Allah ile konuşması, onun en belirgin vasıflarından biridir. Allah, Hz. Musa ile doğrudan iletişim kurarak ona vahiy indirmiştir. Bu durum, Kuran’da şu şekilde geçer:

“Ve Allah, Musa ile gerçekten konuştu.” (Nisa, 4/164)

2. Mürsel (Gönderilen Peygamber)

Hz. Musa, Allah tarafından İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderilmiş bir mürseldir. Kuran’da onun gönderilmiş bir elçi olduğu vurgulanır. Hz. Musa, Allah’ın emirlerini insanlara iletme görevini üstlenmiştir.

3. Nebî (Peygamber)

Kuran’da “nebi” yani peygamber olarak da anılır. Hz. Musa, İsrailoğulları’na hem peygamberlik hem de liderlik yapmıştır.

“Kitap’ta Musa’yı da an. Çünkü o ihlaslı (MUHLAS)bir kuldu ve gönderilmiş bir peygamberdi.” (Meryem, 19/51)

4. Abd (Kul)

Hz. Musa, Allah’a bağlılığı ve sadakati ile “abd” yani kul olarak vasıflandırılır. Bu, onun Allah’a olan derin bağlılığını ve teslimiyetini gösterir.

5. Sabırlı (Sabırlı ve Dirençli)

Hz. Musa, halkının sık sık isyan etmesi ve zorluklara karşı direnişi karşısında sabırlı bir duruş sergilemiştir. Bu sabrı ve kararlılığı Kuran’da övülmüştür.

6. Mukarrab (Allah’a Yakınlaştırılmış)

Allah’a yakın olan anlamında “mukarrab” sıfatı da Hz. Musa için geçerlidir. Allah, onu seçmiş ve kendisine yakın kılmıştır. Bu sıfat, onun manevi derecesinin yüksek olduğunu gösterir.

7. Zü’l-Eyd (Güçlü)

Hz. Musa, güçlü bir iradeye ve kuvvete sahip olarak anılmıştır. Allah ona fiziksel ve manevi bir güç vermiştir. Firavun’a karşı tebliğde bulunurken ve İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkarırken bu gücünü ortaya koymuştur.

8. Sadık (Doğru Sözlü ve Güvenilir)

Kuran’da, Hz. Musa’nın güvenilir ve doğru sözlü bir kul olduğu ifade edilir. Onun doğruluğu ve güvenilirliği Allah tarafından vurgulanır.

Bu sıfatlar, Hz. Musa’nın Kuran-ı Kerim’deki saygın ve yüksek konumunu ortaya koyar. Hem peygamber hem de lider olarak görevini yerine getirmiş ve Allah’a yakın, ihlaslı bir kul olarak örnek teşkil etmiştir.

4. Sabır (صبر)

Anlam: Sabır, tahammül, direnç.

Detay: Kuran’da sıkça geçen bu kelime, yalnızca zorluklara katlanmak anlamında değil, Allah yolunda kararlılıkla ilerlemeyi ve olgun bir duruş sergilemeyi de kapsar.

5. Zülkarneyn (ذو القرنين)

Anlam: İki boynuz sahibi, iki dönemin sahibi.

Detay: Kehf Suresi’nde geçen Zülkarneyn, kim olduğu kesin olarak bilinmeyen ve hakkında birçok tefsir bulunan bir şahsiyet olarak dikkat çeker. Farklı dönemlere veya ülkelere hükmettiği için “iki boynuz sahibi” olarak adlandırıldığı rivayet edilir.

6. Ruh (روح)

Anlam: Ruh, can, Allah’tan gelen nefes.

Detay: Kuran’da “ruh” kelimesi farklı anlamlarda kullanılır: Allah’ın insanlara verdiği hayat, vahiy ve Cebrail (a.s.) gibi. Ruh kelimesi, Allah’ın insanlara bahşettiği canı ve manevi yönü ifade eder.

7. Takva (تقوى)

Anlam: Allah’a karşı saygı ve bilinç, sakınma.

Detay: Takva, Allah’a karşı gelmekten sakınma, O’na duyulan derin saygı anlamına gelir. İslam’da takva sahibi olmak, bir insanın manevi olgunluğa ulaşmasının en önemli unsurlarındandır.

8. Muttaki (متقين)

Anlam: Takva sahibi, Allah’tan sakınan.

Detay: Takva ile ilişkili olan bu kelime, Allah’a gönülden bağlı olanları, O’nun emirlerine uyanları tanımlar.

9. Cennet (جنة) ve Cehennem (جهنم)

Anlam: Cennet- Bahçe, cehennem – Ateş çukuru.

Detay: Cennet kelimesi aslında bahçe anlamına gelir ve insanın ulaşabileceği en yüksek manevi mükafatı temsil eder. Cehennem ise “derin çukur” anlamında olup, insanın ruhsal ve bedensel azap çekeceği yeri ifade eder.

10. Nifak (نفاق)

Anlam: İkiyüzlülük, münafıklık.

Detay: Kuran’da nifak kelimesi, inancında samimi olmayan, ikiyüzlü kimseleri tanımlar. Nifak, dini ve toplumsal hayatta büyük zarar veren bir tutumu anlatır.

11. İhlas (إخلاص)

Anlam: Saflık, samimiyet.

Detay: İhlas, amellerde yalnızca Allah’ın rızasını gözetme anlamına gelir. Bu kavram, insanın ibadet ve davranışlarında samimi olmasını ifade eder.

12. Furkan (فرقان)

Anlam: Hakkı batıldan ayıran.

Detay: Furkan, Kuran’ın bir ismi olup, hakkı ve batılı birbirinden ayıran anlamına gelir. Bu isim, Kuran’ın insanları doğru yola ileten rehber oluşunu ifade eder.

13. Yakin (يقين)

Anlam: Kesin bilgi, şüphe taşımayan iman.

Detay: Yakin, kalbin şüphe etmeden Allah’a ve O’nun emirlerine inanmasını ifade eder. İman düzeyinin en üst seviyesi olarak görülür.

14. Şifa (شفاء)

Anlam: Şifa, iyileşme.

Detay: Kuran’da Allah’ın kelamının ruha şifa olduğu belirtilir. Burada şifa, hem bedensel hem de ruhsal hastalıkların giderilmesini kapsar.

Bu kelimeler, Kuran-ı Kerim’in hem dil olarak zenginliğini hem de derin manevi boyutlarını yansıtır. Her bir kelime, sadece bir anlam taşımakla kalmaz, aynı zamanda insanın manevi hayatında bir rehber olarak işlev görür.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=bpEMSKaCGug

[2] Bak. https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/yirminci-lem-a/152

Loading

No ResponsesAralık 3rd, 2024

İNSANIN CEVHER VE ARAZLARI

İNSANIN CEVHER VE ARAZLARI[1]

 

İnsanın cevher ve arazları.


“Cevher” ve “araz” kavramları, genellikle felsefede ve özellikle İslam felsefesi ile Aristotelesçi gelenekte insanın varlık yapısını ve özelliklerini anlamak için kullanılan iki temel terimdir. Bu kavramlar, insanın varlık yapısını farklı boyutlarıyla ele alır:

Cevher (Zât):

Tanım: Cevher, bir varlığın kendi başına var olabilen ve başka bir şeye bağlı olmayan temel özüdür. İnsan açısından, cevher, insanın varoluşunun özünü, onun değişmeyen ve varlık nedenini ifade eder.

İnsandaki karşılığı:

İnsan için cevher, onun zâtı, yani “insan olmasını” sağlayan temel yapısıdır. Bu bağlamda ruh, akıl ya da insanın varlık sebebi cevher olarak değerlendirilir.

İslam felsefesinde insanın cevheri genellikle ruh olarak ele alınır, çünkü beden değişken ve geçici iken ruh, kalıcı ve temel özdür.

Araz:

Tanım: Araz, bir varlığın özünde bulunmayan, geçici ve başka bir şeye bağlı olarak var olan özelliklerdir. Arazlar değişkendir ve cevhere bağımlıdır; cevher olmadan var olamazlar.

İnsandaki karşılığı:

İnsan açısından arazlar, onun görünüşü, özellikleri ve durumlarıdır. Örneğin, insanın fiziksel özellikleri (boy, kilo, ten rengi), ruh hâlleri (neşe, üzüntü), bilgi birikimi ya da diğer değişken durumları arazdır.

Arazlar, insandan insana farklılık gösterebilir ve zaman içinde değişebilir. Bu nedenle arazlar, insanın özünü değil, onun geçici hâllerini temsil eder.

Cevher ve Arazın İnsandaki İlişkisi:

Cevher, insanın varlık temeli olduğu için sabit ve değişmezdir; insanın insan olarak kalmasını sağlar.

Arazlar ise cevhere bağlıdır ve değişkendir. Arazlar olmadan da insanın cevheri (örneğin ruhu) var olmaya devam eder.

Örneğin, bir insanın gençlikten yaşlılığa geçmesi, fiziksel değişimler yaşaması ya da bilgi seviyesinin artıp azalması onun arazlarında değişiklik anlamına gelir, ancak bu değişiklikler onun özünü, yani cevherini etkilemez.

Felsefi Örnek:

Bir altın yüzük düşünelim:

Altının kendisi cevherdir, çünkü onun özünü oluşturur.

Yüzüğün şekli, büyüklüğü ya da üzerindeki desenler ise arazdır; bu özellikler değişse de altın “altın” olarak kalır.

İnsan açısından bu ayrım, onun dünya hayatı ile ruhî boyutu arasında bir ilişki kurmayı sağlar. Ruhun cevher, bedenin ve dünyevi özelliklerin araz olarak değerlendirilmesi, özellikle tasavvuf ve İslam felsefesinde insanın “öz”üne yönelik bir anlayış geliştirmede önemli bir rol oynamıştır.

@@@@@@@

Risale-i Nur Külliyatı’nda cevher ve araz konusu.

Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Said Nursî’nin İslami ilimler, iman hakikatleri ve varlık felsefesi üzerine derin tefekkürler içeren eserlerinden oluşur. Cevher ve araz kavramları da Risale-i Nur’da yer yer işlenir ve bu kavramlar üzerinden insanın, varlık âleminin ve Allah’ın yarattığı düzenin mahiyeti açıklanır.

Risale-i Nur’da, bu iki kavram, İslam felsefesindeki genel anlamlarına paralel olarak ele alınır ve özellikle Allah’ın yaratma fiili, insanın varlığı ve dünya hayatındaki geçici haller bağlamında kullanılır.

1. Cevher ve Arazın Tanımı Risale-i Nur Perspektifiyle

Cevher: Varlığın özü, kendisinden var olan ve başka bir şeye bağlı olmadan varlığını sürdürebilen unsurdur. Risale-i Nur’da bu, özellikle ruh, imanın sabit gerçekleri ve Allah’ın zatı gibi değişmez hakikatlere işaret eder.

Araz: Varlığın geçici halleri, başka bir şeye bağlı olarak var olan ve sürekli değişen özelliklerdir. Risale-i Nur’da arazlar, dünya hayatının faniliği, insanın geçici halleri ve mahlûkatın sürekli yenilenmesi ile ilişkilendirilir.

2. İnsan ve Cevher-Araz İlişkisi

Risale-i Nur’da insanın varlığı iki boyutlu ele alınır:

Cevher: İnsan ruhu ve imanla elde edilen hakikatlerdir. Ruh, insandaki sabit cevherdir ve bu cevher ahiret yolculuğunda da varlığını sürdürür.

Araz: İnsanın bedenî halleri, dünya hayatındaki geçici durumları ve dünyevi varlıklarıdır. Bu bağlamda insanın dünyevi özellikleri sürekli değişir ve ahiret yolculuğunda sona erer.

Said Nursî’ye göre, insanın kalıcı olan cevheri ruhu ve onun imanla kazandığı değerleridir. İnsan bedeninin fiziksel özellikleri (yaşlanma, hastalık, ölüm gibi) birer araz olup fanidir. Ancak ruh cevheri baki olduğundan insanın asıl önceliği, bu cevheri imanın ışığında olgunlaştırmak olmalıdır.

3. Kâinatın Mahiyeti: Cevher ve Araz Açısından

Risale-i Nur’da kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisi olarak görülür:

Cevher: Kâinatın özü, Allah’ın yaratma fiiliyle var edilmiş olmasıdır. Varlıkların özündeki hakikatler Allah’ın iradesi ve ilminin bir tecellisidir.

Araz: Kâinattaki sürekli değişim, yenilenme ve geçici olaylar, Allah’ın yaratma fiilinin bir yansımasıdır. Bu bağlamda, kâinat sürekli bir yaratılış ve yok oluş içinde hareket eder. Bu değişimler (arazlar) varlıkların özü olan hakikati değiştirmez.

Said Nursî’nin “her şey fani, yalnız Cenâb-ı Hakk’ın zatı bâkidir” ifadesi, arazların geçiciliği ve yalnızca Allah’ın zatının gerçek cevher olduğu fikrini yansıtır.

4. Risale-i Nur’da İman ve Cevherin Önemi

Risale-i Nur, imanın insan cevherini olgunlaştıran ve ebediyete hazırlayan en önemli unsur olduğunu vurgular. Bediüzzaman, iman hakikatlerini öğrenmenin ve tefekkür etmenin, insan cevherini Allah’a yakınlaştıracak ve ahiret saadetini kazandıracak bir yol olduğunu ifade eder:

İman: İnsan ruhunun cevherini nurlandırır ve baki bir değer kazandırır.

Günahlar ve gaflet: İnsanın geçici arazlarına yönelerek cevherini karartmasına sebep olur.

Sonuç

Risale-i Nur’da cevher ve araz kavramları, insanın ve kâinatın mahiyetini anlamaya yönelik derin bir bakış açısı sunar. İnsan ruhunun cevher olduğu ve bu cevherin iman ve ibadetle olgunlaşması gerektiği sıkça vurgulanır. Dünya hayatındaki geçici olaylar ve dünyevi nimetler ise birer araz olarak değerlendirilir. Bu, insanın kalıcı olana (ahiret hayatı ve Allah’a kulluk) yönelmesi gerektiğini öğütler.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=8Za5ubGEEr0&t=24s

Loading

No ResponsesAralık 2nd, 2024

KURAN-I KERİM’DE İNSAN VE İNSANIN ÖZELLİĞİNİ ANLATAN AYETLER

KURAN-I KERİM’DE İNSAN VE İNSANIN ÖZELLİĞİNİ ANLATAN AYETLER[1]

 

Kuran-ı Kerim’de insan ve insanın özelliğini anlatan ayetler.


Kur’an-ı Kerim, insanı ve onun özelliklerini çeşitli açılardan ele alır. İnsanın yaratılış amacı, zaafları, olumlu ve olumsuz yönleri, Allah ile olan ilişkisi gibi birçok konuya vurgu yapılır. Aşağıda, Kur’an’da insanı ve özelliklerini anlatan bazı önemli ayetler sınıflandırılarak sunulmuştur:

1. İnsanın Yaratılışı ve Allah’a Olan Bağlılığı

“Andolsun, biz insanı çamurdan bir özden yarattık.”
(Müminun, 23:12)
İnsan, Allah’ın özel bir yaratığıdır ve varlığı O’nun iradesine bağlıdır. Yaratılışında Allah’ın kudreti ve hikmeti görülür.

“Sonra ona şekil verip ruhumdan üfledim.”
(Hicr, 15:29)
Bu ayet, insanın Allah tarafından hem maddi hem de manevi bir boyutla yaratıldığını gösterir.

“Sizi tek bir nefisten yaratan, ardından ondan eşini var eden Allah’tır.”
(Zümer, 39:6)
İnsan, fıtratına uygun şekilde yaratılmıştır ve sosyal bir varlıktır.

2. İnsanın Zaafları ve Nankörlüğü

“İnsan gerçekten çok zayıf yaratılmıştır.”
(Nisa, 4:28)
İnsan, yaratılışı gereği hata yapmaya ve etkilenmeye açık bir varlıktır. Bu nedenle ilahi rehberliğe ihtiyaç duyar.

“İnsan, Rabbine karşı gerçekten nankördür.”
(Adiyat, 100:6)
İnsan, çoğu zaman nimetleri unutup nankörlük eder.

“Eğer insana nimet versek, sonra onu alsak, mutlaka ümitsiz ve nankör olur.”
(Hud, 11:9)
İnsan, sıkıntıya düştüğünde hemen ümitsizliğe kapılan bir varlıktır.

“Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.”
(Alak, 96:6-7)
İnsan, kendisini güçlü ve bağımsız zannettiğinde sınırları aşma eğilimi gösterebilir.

3. İnsanın Aceleciliği ve Şükürsüzlüğü

“İnsan aceleci yaratılmıştır.”
(Enbiya, 21:37)
İnsan, çoğu zaman sabır gösteremez ve hemen sonuç ister.

“Rabbinizden bağışlanma dileyin; çünkü insan gerçekten pek zalim ve nankördür.”
(İbrahim, 14:34)
İnsan, çoğu zaman şükretmek yerine nimetleri inkâr edebilir.

4. İnsanın Sorumluluğu ve İmtihanı

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Ama insan bunu yüklendi. Doğrusu o çok zalim ve çok cahildir.”
(Ahzab, 33:72)
İnsan, büyük bir sorumluluk altına girmiştir. Bu sorumluluğu yerine getirmek onun görevidir.

“Andolsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz.”
(Kaf, 50:16)
İnsan, Allah tarafından her yönüyle bilinmektedir ve bu bilgiye göre imtihan edilmektedir.

“İnsan için çalıştığından başkası yoktur.”
(Necm, 53:39)
İnsan, emek verdiği şeylerin sonucunu görecek, dünyadaki davranışlarına göre ahirette karşılık alacaktır.

5. İnsanın İyi Özellikleri

“Biz gerçekten insanı en güzel şekilde yarattık.”
(Tin, 95:4)
İnsanın yaratılışı güzeldir; fiziksel ve ruhsal boyutu mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir.

“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder.”
(Bakara, 2:207)
İnsan, Allah’a bağlılıkta büyük fedakârlık gösterebilecek bir varlıktır.

“O, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.”
(Fatır, 35:39)
İnsan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Bu, onun üstün özelliklerini ve sorumluluğunu ifade eder.

6. İnsanın İman ve Salih Amel İle Kurtuluşu

“İman edip salih amel işleyenler müstesna.”
(Asr, 103:3)
İnsan, iman ve güzel davranışlar sergileyerek kayıptan kurtulabilir.

“Kim zerre kadar iyilik yaparsa, onu görür.”
(Zilzal, 99:7)
İnsanın en küçük iyiliği bile Allah katında karşılık bulur.

Genel Değerlendirme

Kur’an, insanın zayıf, nankör, aceleci ve kibirli özelliklerini vurgularken; aynı zamanda onun iman, şükür ve güzel amellerle yükselebileceğini belirtir. İnsanın özü itibarıyla iyi bir fıtrata sahip olduğu, ancak nefsine yenik düştüğünde sorunların başladığı ifade edilir. Allah’a bağlılık ve kulluk bilinci, insanı hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa ulaştıracaktır.

*************

Törpülenen şu dünyada bilenmek lazım.

Bir zamanlar, çok güçlü bir oduncu bir kereste tüccarından iş istemiş ve işe alınmış.

İşin hem ödeme hem de çalışma koşulları çok iyiymiş. Bu nedenle, oduncu elinden geleni yapmaya karar vermiş.

Patronu ona bir balta vermiş ve çalışacağı bölgeyi göstermiş.

Oduncu büyük bir gayretle ilk gün tam 18 ağaç keserek getirmiş.

“Tebrikler,” demiş patron, “Çalışmana böyle devam et”

Patronun bu söylediklerinden daha da motive olan oduncu ertesi gün çok daha gayretle çalışmış. Ancak, sadece 15 ağaç kesip getirebilmiş.

Bu durumdan biraz mahcup olmuş.

Üçüncü günü bunu telafi edeyim diye gayret etmiş. Ama sadece 10 ağaç kesip getirebilmiş.

Her geçen gün kesip getirdiği ağaç sayısı giderek daha da azalmaya başlamış.

“Gücümde ve kuvvetimde azalma oluyor”, diye düşünmüş oduncu. Ve patronuna giderek özür dilemiş. Çok çalıştığını ama kestiği ağaç sayısının giderek azaldığını söylemiş. Bunun nedenini de tam olarak çözemediğini ifade etmiş.

Patronu, “En son baltanı ne zaman biledin?” diye sormuş.

 

“Bilemek mi?” diye cevap vermiş oduncu. “Odun kesmekle o kadar çok meşguldüm ki, baltayı bilemek hiç aklıma gelmedi.”

Hayatta her zaman aynı işi yapmakla meşgul olmak veya sadece çok çalışmak başarı için yeterli değildir.

Bu zaman içinde arada bir durup, kendinizi geliştirmek ve daha verimli olmak için ne yapmanız gerektiğini de öğrenmek gerekir.

Yani arada bir durup, kendi kişisel baltanızı da bilemelisiniz…

Alıntı

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=urLwyqO1hvE&t=8s

Loading

No ResponsesAralık 2nd, 2024

ARŞ- KÜRSİ- LEVHİ KALEM- LEVHİ MAHFUZ

ARŞ- KÜRSİ- LEVHİ KALEM- LEVHİ MAHFUZ[1]

 

Arş- Kürsi- Levhi Kalem ve Levhi Mahfuzun mahiyetleri nedir?


Kur’an-ı Kerim ve İslam inancı çerçevesinde Arş, Kürsi, Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz kavramları, Allah’ın yüceliğini, kudretini ve ilmindeki sınırsızlığı ifade eden derin anlamlara sahip terimlerdir. Bunların mahiyetleri insan aklıyla tam anlamıyla kavranamasa da Kur’an-ı Kerim ve hadislerde geçen bilgilere dayanarak bir tasavvur oluşturulabilir. İşte bu kavramların mahiyetleri:

1. Arş (Allah’ın Yüce Kürsüsü, Kudret Tahtı)

Mahiyeti:
“Arş” kelimesi, sözlükte taht anlamına gelir, ancak İslam’da daha çok Allah’ın yüce kudret ve hâkimiyetinin bir sembolü olarak anlaşılır. Arş, Allah’ın mahlûkat üzerindeki sonsuz otoritesini ve hâkimiyetini temsil eder. Fiziksel bir mekân anlamında değil, Allah’ın büyüklüğünün ve kudretinin bir sembolüdür.

“Rahmân Arş’a hükmetti.” (Tâhâ, 20/5)

Kudret ve Yüceliğin Sembolü:
Arş, Allah’ın mutlak kudretinin tecelli ettiği yerdir. O’nun zatına uygun bir yücelik makamıdır. İnsan aklı, Arş’ın mahiyetini tam anlamıyla kavrayamaz.

Meleklerin Taşıdığı Bir Mekân Olarak Anlatılır:
Melekler Arş’ı taşır, bu da Allah’a olan itaatin ve yüceliğin bir ifadesidir.

“Arş’ı taşıyan ve onun çevresinde bulunan melekler Rablerini överek tesbih ederler…” (Gâfir, 40/7)

2. Kürsi (Allah’ın Bilgi ve Hâkimiyet Alanı)

Mahiyeti:
Kürsi, kelime anlamıyla “taht” veya “iskele” demektir. İslamî anlamda ise Allah’ın ilminin ve kudretinin kâinat üzerindeki hâkimiyetini temsil eder. Kürsi, Arş’tan daha farklı bir kavram olup, Allah’ın sınırsız bilgisini ifade eder.

“Onun Kürsi’si gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara, 2/255)

Allah’ın İlmini Temsil Eder:
Allah’ın gökleri, yeri ve yaratılmış her şeyi ilmiyle kuşattığını ifade eder. Kürsi’nin fiziksel bir varlık olduğu söylenemez; daha çok ilahî ilmin bir sembolüdür.

3. Levh-i Kalem (Yazı Tahtası ve Kalem)

Mahiyeti:
Levh-i Kalem, Allah’ın kader ve kaza ile ilgili bütün bilgileri yazdığı bir semboldür. “Kalem” burada yazıcı bir araç olarak anlatılır, ancak bu mahiyetinin ne olduğunu sadece Allah bilir.

“Kaleme ve yazdıklarına andolsun…” (Kalem, 68/1)

İlk Yaratılan Kalemdir:
Hadis-i şeriflerde, Allah’ın ilk yarattığı şeyin kalem olduğu ve ona, “Yaz!” buyurduğu belirtilir. Kalem, Allah’ın kaderde takdir ettiği her şeyi yazar.

“Allah ilk olarak kalemi yarattı ve ona, ‘Yaz!’ dedi. Kalem, ‘Ne yazayım?’ diye sordu. Allah, ‘Kıyamete kadar olacak her şeyi yaz!’ buyurdu.” (Tirmizî, Kader, 2155)

4. Levh-i Mahfuz (Korunmuş Levha)

Mahiyeti:
Levh-i Mahfuz, Allah’ın ilminde var olan her şeyin yazılı olduğu, korunmuş bir levhayı ifade eder. Burada bütün kainatın kaderi, geçmişi, şimdisi ve geleceği kayıt altındadır. Bu ilahî kayıt, hiçbir şekilde değiştirilemez ve korunur.

“Hayır! O, korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da) bulunan şerefli bir Kur’an’dır.” (Büruc, 85/21-22)

Allah’ın Mutlak İlminin Sembolü:
Levh-i Mahfuz, Allah’ın her şeyi kapsayan ilminden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini ve O’nun her şeyi en ince detayına kadar bildiğini ifade eder.

Kavramların Birbirine Bağlantısı

Arş. ve Kürsi:
Arş, Allah’ın hâkimiyetini ve yüceliğini temsil ederken Kürsi, O’nun ilmini ve kâinat üzerindeki kontrolünü sembolize eder. Kürsi, Arş’tan daha küçük bir kapsamı ifade eder.

Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz:
Levh-i Kalem, Allah’ın yazdırdığı kader planını temsil ederken Levh-i Mahfuz, bu bilgilerin muhafaza edildiği bir kayıt olarak tasvir edilir. Levh-i Mahfuz, Allah’ın ilmini ve takdirini temsil eden bir ilahî kayıt defteridir.

Sonuç

Bu kavramlar, insan aklının sınırlarını aşan, Allah’ın kudretini, bilgisini ve hâkimiyetini sembolik bir şekilde açıklamak için kullanılan derin anlamlara sahiptir. Arş ve Kürsi, Allah’ın yüceliğini ve hâkimiyetini; Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz ise Allah’ın ilmini ve kaderin kayıt altına alınışını ifade eder. Bu kavramlar, Allah’ın her şey üzerindeki mutlak kontrolünü ve insanın bu kudrete teslimiyetinin gerekliliğini hatırlatır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=luUqNAvpVLM&t=3s

Loading

No ResponsesAralık 2nd, 2024

Bir balina öldüğünde, balina düşüşü.

Bir balina öldüğünde, balina düşüşü.


“Balina düşüşü” (İngilizce: whale fall), okyanus tabanında ölen bir balinanın vücudunun ekosisteme sağladığı eşsiz ve zengin katkıyı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Balina öldüğünde ve bedeni deniz tabanına çöktüğünde, bu devasa biyokütle, derin deniz ekosistemlerinde uzun yıllar boyunca bir besin kaynağı ve yaşam alanı sağlar. Bu olay genellikle şu aşamalarla gerçekleşir:

1. Hareketli canlıların ziyafeti (Mobil faz):

İlk aşamada balina leşine köpekbalıkları, kemikli balıklar ve yengeçler gibi hareketli deniz canlıları hücum eder. Bu canlılar, balinanın yumuşak dokularını hızla tüketir. Bu süreç haftalar ya da aylar sürebilir.

2. Oportunistik faunalar (Opportunist faz):

Yumuşak dokular tükendikten sonra, balinanın iskeleti ve çevresindeki artıklar, küçük omurgasızlar (örneğin solucanlar, kabuklular) gibi canlılar tarafından işlenir. Bu canlılar kemiklerin üzerindeki organik materyalleri tüketir.

3. Sülfürik faunalar (Sülfürik faz):

Son aşamada, balinanın kemikleri içerisindeki yağ molekülleri anaerobik bakteriler tarafından ayrıştırılır. Bu süreçte hidrojen sülfür açığa çıkar. Bu gaz, sülfürik bakteriler ve onların üzerinde yaşayan eşsiz bir fauna topluluğu için enerji sağlar. Sülfürik faz onlarca yıl sürebilir.

Ekosisteme Katkısı:

Balina düşüşü, derin deniz ekosistemleri için bir “vaha” gibidir. Yerelde besin açısından fakir olan derin deniz tabanında yüzlerce türe barınma ve beslenme olanağı sağlar.

Bazı canlı türleri yalnızca balina düşüşleri gibi olaylarla ilişkilendirilir ve başka hiçbir yerde bulunmaz.

Bu ilahi takdir ve hesap, hem bilimsel anlamda derin deniz ekosistemlerinin işleyişini anlamamıza yardımcı olur hem de okyanuslardaki biyolojik döngülerin önemini vurgular.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 2nd, 2024

KURAN-I KERİM’DE SIR VE BİLİNMEYEN ŞEYLERİ İFADE EDEN AYETLER

KURAN-I KERİM’DE SIR VE BİLİNMEYEN ŞEYLERİ İFADE EDEN AYETLER[1]

 

Kur’an-ı Kerim’de sır ve esrar, bilinmeyen ve gizli şeyleri ifade eden ayetler.


Kur’an-ı Kerim’de sırlar, gizemler ve bilinmeyenlere dair birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Allah’ın bilgisi ve kudreti karşısında insanların sınırlı bilgiye sahip olduğunu vurgularken, Allah’ın her şeyin bilgisine sahip olduğunu hatırlatır. İşte Kur’an’da sır, gizem ve bilinmeyenleri ifade eden bazı ayetler:

1. Allah’ın Her Şeyi Bilmesi:

Bakara Suresi 33. Ayet: “Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim, sizin açıkladığınızı ve gizlediğinizi de bilirim.”

Allah’ın hem insanların açıktan yaptıklarını hem de kalplerinde gizlediklerini bildiği ifade edilmiştir.

2. Gaybın Bilgisi Allah’a Aittir:

En’am Suresi 59. Ayet: “Gaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez…”

Bu ayet, gaybın yani bilinmeyenin anahtarlarının Allah’ın yanında olduğunu ve her türlü bilginin Allah’a ait olduğunu vurgular.

3. İnsanlardan Gizli Olanları Allah’ın Bilmesi:

Taha Suresi 7. Ayet: “Eğer sen (duanı) sesli olarak söyleyecek olsan, bil ki O gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.”

Allah, insanların içlerinden geçen en gizli düşünceleri dahi bilmektedir.

4. Kıyamet Saatinin Bilinmeyişi:

Lokman Suresi 34. Ayet: “Şüphesiz kıyamet saatinin bilgisi Allah’ın katındadır…”

Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi Allah’a ait olup insanlardan gizlenmiştir. Bu, ilahi bilginin insana kapalı yönlerinden biridir.

5. Allah’ın İnsanlara Bilinmeyeni Bildirmesi:

Cin Suresi 26-27. Ayetler: “O, gaybı bilendir. Gaybını kimseye açmaz, ancak elçilerinden razı olduğu kimse başka.”

Allah, bilinmeyenleri dilediği takdirde seçtiği peygamberlere vahiy yoluyla açıklayabilir. Ancak gaybın tam bilgisi yalnız Allah’a aittir.

6. İnsanların Sınırlı Bilgisi:

İsra Suresi 85. Ayet: “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir; size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”

Ruhun mahiyeti gibi bazı konular Allah’ın sırlarındandır ve insanın bilgisi bu konularda sınırlıdır.

7. Kalplerden Geçenlerin Bilinmesi:

Mülk Suresi 13. Ayet: “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; O, göğüslerin özünde saklı olanı bilir.”

Allah, insanların kalplerinde sakladıkları en gizli duyguları ve düşünceleri dahi bilmektedir.

8. Allah’ın Gizli Planları:

Ali İmran Suresi 54. Ayet: “Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”

Allah’ın gizli planlarının insanlara kapalı olduğu ve insanların tuzaklarına karşı ilahi planın üstün olduğu ifade edilmiştir.

Bu ayetler, Allah’ın her türlü gizli bilgiye, bilinmeyene ve insanlardan saklı olan her türlü sırra sahip olduğunu gösterir. Kur’an, Allah’ın mutlak bilgi sahibi olduğunu ve insanların ise sadece Allah’ın izin verdiği ölçüde bilgiye ulaşabileceğini açıklar. Bu, insanı tevazua yönlendirir ve Allah’ın sınırsız ilmini kabul etmeye teşvik eder.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=nGfAsMNoyzc

Loading

No ResponsesAralık 2nd, 2024