Memnu heykel, ya bir zulm-ü mütehaccir, ya bir heves-i mütecessim veya bir riyâ-yı mütecessiddir.
İslam’da heykel ve tasvir yasağına dair yaklaşımlardan biri olan Bediüzzaman Said Nursi’nin İslami bakış açısını yansıtır. Söylem, heykel yapma eylemini üç temel eleştiri üzerinden değerlendiriyor ve heykelleri şu şekilde tanımlıyor:
1. Zulm-ü Mütehaccir (taşlaşmış zulüm):
Heykellerin, geçmişteki zorbalık ve despotlukları sembolize ettiği düşüncesidir. Özellikle tarih boyunca diktatörlerin veya otoriter figürlerin, kendi iktidarlarını ölümsüzleştirmek ve halkı baskı altına almak amacıyla heykeller yaptırması bu eleştirinin temelini oluşturur.
2. Heves-i Mütecessim (cisimleşmiş arzu):
İnsanların geçici dünya heveslerini veya kişisel tutkularını fiziksel bir formda ölümsüzleştirme çabasıdır. Bu, insanın kendi nefsine olan düşkünlüğünü ve yaratıcıya bağlılık eksikliğini ifade eder. Heykeller bu bağlamda, dünyevî arzuların ve insanın kendini yüceltme çabasının bir sembolü olarak görülür.
3. Riyâ-yı Mütecessid (cisimleşmiş gösteriş):
Heykellerin bir tür gösteriş, sahte şan ve şöhretin yansıması olduğu vurgulanır. Bu, insana ait kusurların ve dünyevî iddiaların yüceltilmesini eleştirir. Bu bağlamda, heykellerin gerçek bir değer yerine, bir riyâkârlık ürünü olduğu ifade edilir.
Arka Plan ve Değerlendirme
Bu ifadeler, heykel ve tasvir yasağı ile ilgili İslam düşüncesindeki hassasiyetleri anlamak açısından önemli bir perspektif sunar. İslam’da tasvir yasağı, genelde putperestlik ve insanın Allah’a olan teslimiyetini zedeleyen tutumlarla ilişkilendirilmiştir. Özellikle, heykellerin birer ibadet objesi hâline gelebileceği endişesi, bu yaklaşımın temel nedenlerinden biridir.
Bediüzzaman’ın bu görüşü, İslamî bir hayat felsefesi ve sanata dair eleştirel bir bakış açısı sunarken, ahiret merkezli bir hayat anlayışını vurgular. Ona göre, insanın dünyadaki her faaliyeti, Allah’ın rızasını kazanma ve hakikate yönelme amacı taşımalıdır. Dünyevî hevesleri yansıtan unsurlar, insanın manevi yükselişine engel olabilir.
@@@@@@
“Rivayette vardır ki, “âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar ulûhiyet dâva edecekler ve kendilerine secde ettirecekler.”2
Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevî kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de, tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârâne serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir.” https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sualar/eddai/503
Kur’an-ı Kerim, farklı dinlere, yaşam biçimlerine ve bu yaşamların insanları nasıl etkilediğine dair çeşitli örnekler sunar. Kur’an’ın amacı, farklı inanç ve yaşayış biçimlerini tanıtarak insanları hak dine davet etmek, Allah’ın birliğini ve ahiret inancını öğütlemektir. Farklı dinlerin ve yaşam biçimlerinin hem olumlu hem de olumsuz yönlerini içeren kıssalar, Kur’an’ın kapsayıcı bir rehber olarak tüm insanlığa yönelik öğütlerini ortaya koyar.
1. Putperestlik ve Şirk (Allah’a Ortak Koşma)
Kur’an, şirk koşan kavimleri çokça eleştirir. Özellikle putperestliğin geçici dünya hayatında kişiyi tatmin edebileceğini ama sonsuz ahiret için bir tehlike olduğunu belirtir.
Hz. İbrahim’in, kavminin putlara tapmasını sorgulaması buna örnektir: “Hani babasına ve kavmine demişti ki: ‘Sizin taptıklarınız nedir?'” (Enbiya Suresi, 52. Ayet).
Putperestliği kınarken, insanlara Allah’ın birliğini öğütleyerek onlara ibret sunar. Örneğin, “Gerçek şu ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.” (Nisa Suresi, 48. Ayet).
2. Kitap Ehli (Yahudiler ve Hristiyanlar)
Kur’an, Yahudiler ve Hristiyanlar gibi kendilerine kutsal kitap gönderilmiş toplumlara “Ehl-i Kitap” olarak hitap eder. Ehl-i Kitap ile Müslümanlar arasında ortak inançlara dikkat çeker; Allah’a iman, peygamberler, ahiret inancı gibi temel konularda benzerlikler vurgulanır.
Aynı zamanda, kitaplarını tahrif ettikleri (değiştirdikleri) ve Allah’ın emirlerini ihlal ettikleri için uyarılmışlardır. Yahudilerin dünya malına düşkünlükleri ve Hristiyanların İsa’yı ilahlaştırmaları, Kur’an’da eleştirilmiştir: “Andolsun ki, ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.’ diyenler kesinlikle kafir oldular.” (Maide Suresi, 72. Ayet).
3. Hz. Musa ve İsrailoğulları
Hz. Musa’nın kıssasında İsrailoğulları’nın, Allah’ın sayısız nimetlerine rağmen isyan etmeleri, yanlış yaşam tercihleri ve inanç eksiklikleri detaylı olarak anlatılır. İsrailoğulları, Hz. Musa’ya itaatte sıkıntı çekmiş, bu yüzden farklı musibetlerle sınanmışlardır.
“Musa: ‘Ey kavmim! Gerçekten siz, buzağıyı (tanrı edinmekle) kendinize zulmettiniz.'” (Bakara Suresi, 54. Ayet) ifadesi, onların ilahi uyarılara rağmen buzağıya tapmalarını eleştirir.
4. Sabii
Sabii ve Mecusiler, Kur’an’da adı geçen diğer din mensuplarıdır. “Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükafat vardır.” (Bakara Suresi, 62. Ayet) ayeti, bu toplumlara da adaletle muamele edilmesini önerir.
-Seyyid Kutup, Bakara süresinin 62. âyetini tefsir ederken şöyle demektedir: “Sabiîlere gelince onlar, en tercih edilen rivayete göre, bi’setten önce kavimlerinin puta tapmasından hoşlanmayarak, gönüllerine hitap eden ve samimiyetle bağlanabilecekleri bir itikat arayan Araplardır.
Kur’ân-ı Kerim’de, yahudi ve hristiyanlarla birlikte zikredilen bir topluluk. “Şüphesiz iman edenler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiîler’den Allah’a, ahiret gününe iman edenler ve salih amel işleyenlerin Rableri katında mükafatları vardır…” (el-Bakara. 2/62; Ayrıca bk. el-Maide, 5/69; el-Hac, 22/17). Âyetlerde, sabiûn, şeklinde çoğul kalıbındadır. Müfredi, “sabiî”dir. Âyetlerde zikredilen sabiîlerin kimler olduğu hakkında müfessirler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir: Sabiîler; hristiyanlar, yahudiler ve mecusîler arasında bir topluluk olup hiç bir dine sahip değillerdir; Ehl-i kitap olup Zebur’u okumaktadırlar; Yahudiler ile mecusîler arasında bir topluluktur. Onların dini yoktur; Sabiîlik diğer dinler gibi bir din olup mensupları sadece “Lailahe illallah” derler ve hiç bir şekilde ibadet etmedikleri gibi bir kitapları ve tanıdıkları bir peygamberleri yoktur. Ceziretul-Mevsil bölgesinde yaşarlar; Meleklere tapınan bir topluluk olup, bir kıbleye yönelerek namaz kılarlar ve Zebur’u okurlar; Irak taraflarında yaşayan bir topluluk olup, peygamberlerin tamamına iman ederler, her sene otuz gün oruç tutup, Yemen’e doğru yönelerek günde beş defa namaz kılarlar (Taberî, Camiul-Beyan an Te’vil-i Âyâtil Kur’ân, Mısır 1969, I, 318-320; İbn Kesir, Tefsirul-Kur’ânil-Azim, İstanbul 1984, I, 148-149). Fahruddin er-Razî diğer görüşleri zikrettikten sonra sabiîlerin, yıldızlara tapan bir topluluk olduğu görüşünü doğruya en yakın olarak kabul etmektedir (Tefsir-i Kebir, II, 105).
Bakara Suresi 2/62. ayeti, birçok tefsirci tarafından farklı yaklaşımlarla yorumlanmıştır. Ayet, farklı dinlere mensup grupların Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih amel işledikleri takdirde Allah katında mükafat göreceklerini ifade eder. İşte bu ayetin tefsirlerde ele alınışına dair bazı detaylar:
1. Genel Anlam ve Öncelikli Mesaj
Ayet, imanın ve salih amellerin önemini vurgular. Ayette, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiîler gibi diğer dinlere mensup kişilerin de Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih ameller işlemesi durumunda mükafat görecekleri belirtilir. Bu, dinler arası bir kapsayıcılığı ifade eder gibi görünmekle birlikte, İslam bağlamında bu imanın ne şekilde olması gerektiği konusunda farklı yorumlar geliştirilmiştir.
2. Tefsirlerdeki Yorumlar
a. İslam Öncesi Döneme İşaret
Bazı müfessirler, bu ayetin İslam’dan önceki dönemde yaşayan Yahudi, Hristiyan ve Sabiîleri kapsadığını belirtmiştir. Onlara göre, İslam’ın gelmesinden önce kendi peygamberlerine ve vahiylerine uygun olarak Allah’a ve ahiret gününe iman edenler mükafat görecektir. Ancak İslam geldikten sonra hak dinin İslam olduğunu kabul etmeyenler bu kapsama girmez.
b. İnanç ve Amel Bütünlüğü
Müfessirlerin çoğu, bu ayette bahsedilen imanın ve salih amellerin, Kur’an’da tanımlandığı şekilde Allah’a iman ve ibadetler olduğunu vurgular. Onlara göre, burada Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerden kasıt, İslam’ı ve Hz. Muhammed’i tasdik edenlerdir.
c. Sabiîler Kimdir?
“Sabiîler” hakkında farklı görüşler vardır. Bazı müfessirler, Sabiîleri yıldızlara veya meleklere tapan bir grup olarak tanımlar. Diğerleri ise bu grubun Hanifler gibi tevhid inancına yakın bir grup olduğunu ileri sürer.
3. Önemli Tefsirlerde Yorumlar
a. Taberî Tefsiri
Taberî, bu ayetin genel olarak Allah’ın adaletini ve her topluluğa peygamber gönderildiği gerçeğini hatırlattığını belirtir. Ancak İslam geldikten sonra, hak dine uymayanların bu kapsam dışında kalacağını söyler.
b. İbn Kesir Tefsiri
İbn Kesir, bu ayetin İslam öncesi dönemi kapsadığını, İslam geldikten sonra ise yalnızca İslam’a inanmanın yeterli olduğunu ifade eder. İslam’dan önceki Yahudi ve Hristiyanların da kendi şeriatlarına göre Allah’a iman edip salih amel işlemeleri gerektiğini vurgular.
c. Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri
Elmalılı, bu ayeti geniş bir bağlamda değerlendirir. Allah’a iman ve ahiret inancı gibi temel esasların evrensel olduğunu, ancak salih amelin ne olduğu konusundaki kriterlerin İslam’la birlikte daha açık şekilde ortaya konduğunu ifade eder.
4. Çağdaş Yorumlar
Bazı modern tefsirciler, bu ayeti farklı dinlere mensup bireylerin inanç ve amellerine bir çağrı olarak değerlendirir. Allah’ın adaletinin ve rahmetinin genişliğini vurguladıklarını belirtirler. Ancak yine de İslam’ın nihai hak din olduğu fikri korunur.
Sonuç
Bu ayet, hem farklı dinlerin mensuplarına bir mesaj hem de İslam’ın temel ilkelerini hatırlatmaktadır. Tefsirlerde genellikle, İslam geldikten sonra hak dine tabi olmanın gerekliliği vurgulanmış, ayetin İslam öncesi dönemde yaşayanlara yönelik olduğu belirtilmiştir. Ayetin nihai anlamını doğru şekilde kavrayabilmek için bütün Kur’an bağlamını ve diğer ayetleri dikkate almak önemlidir.
-“Fes’elû ehle’z-zikri in küntüm lâ ta‘lemûn” ayeti, Nahl Suresi 43. ayet ve Enbiya Suresi 7. ayette yer alır. Ayetin meali şöyledir:
“Eğer bilmiyorsanız, zikr ehline sorun.”
Bu ayetle ilgili müfessirlerin genel yorumları şu şekildedir:
1. Ayetin bağlamı ve anlamı
Ayetin indiği bağlamda, Mekke müşrikleri Hz. Peygamber’in peygamberliğini inkâr ediyor ve “Allah insanlardan birini peygamber yapar mı?” diye itiraz ediyorlardı. Ayette bu itirazlara cevap verilerek, müşriklere, önceki peygamberlerin de insanlar arasından seçildiğini belirtmek üzere bilgi sahibi kişilere başvurmaları öğütlenmiştir. “Zikr ehli” ifadesi burada, Tevrat ve İncil gibi kutsal kitaplara sahip olan Yahudi ve Hristiyan âlimlerini ifade eder.
2. Zikr Ehli Kimdir?
İbn Abbas: “Zikr ehli” ile kastedilenler, Tevrat ve İncil bilgisine sahip olan Yahudi ve Hristiyan bilginleridir. Çünkü o dönemde bu kutsal kitaplarda önceki peygamberlerin insanlardan seçildiği bilgisi yer alıyordu.
Taberî: Ayetin muhataplarının bilgi eksikliği varsa, uzmanlardan öğrenmeleri gerektiğini vurgular. “Zikr ehli” ifadesinin, kitap ehline ya da genel anlamda bilgili kişilere işaret ettiğini söyler.
Kurtubî: Ayette geçen “zikr” ifadesini, Kur’an, Tevrat, İncil veya genel olarak Allah’tan gelen bilgi olarak yorumlar. Bu nedenle “zikr ehli”, kutsal metinleri bilen uzmanlardır.
Elmalılı Hamdi Yazır: “Zikr ehli”, ehil ve uzman kişilerdir. Elmalılı, bilginin önemine vurgu yapar ve ayeti, her alanda bilgi sahibi insanlara danışmanın gerekliliğine işaret olarak yorumlar.
3. Genel mesaj
Ayetin doğrudan bağlamı önceki peygamberlerin durumuna işaret etse de, müfessirler ayetin daha genel bir ilkeyi öğrettiğini belirtir: Bilmeyen kişilerin, bilenlere danışması gerekir.
Bu, dini meselelerle sınırlı olmayıp tüm alanlar için geçerli bir ilkedir.
4. Güncel tefsir yaklaşımları
Günümüz müfessirleri, ayeti uzmanlık ve bilgiye başvurma gerekliliği açısından yorumlamışlardır. Örneğin:
Mevdudi: Ayet, her alanda ehil kişilere danışmanın önemine işaret eder. Cehalet, doğru bilgiye ulaşarak aşılabilir.
Seyyid Kutub: Ayet, İslam’ın akıl ve bilginin rehberliğine verdiği önemi vurgular. Müslümanların, bilmediklerini öğrenmek için uzmanlara yönelmesi gerektiğini ifade eder.
Sonuç
Bu ayet, hem dini hem de dünyevi konularda uzman kişilere danışmanın önemini vurgular. Müfessirler, ayeti müşriklerin itirazına bir cevap olduğu kadar, insanlara bilgiye dayalı bir yaşam tarzı benimsemeleri gerektiği mesajını da verdiğini belirtmişlerdir.
Kur’an, bazı Hristiyan rahiplerin dinlerine içtenlikle bağlı olduklarını, hoşgörülü ve yumuşak huylu olduklarını belirtir. “Onların içinde Allah’a karşı saygıyla eğilen rahipler ve keşişler vardır.” (Maide Suresi, 82. Ayet)
Ancak, Hristiyan din adamlarının bazılarının dini ticarete dönüştürdüğü, halkı sömürdüğü ve kendi menfaatleri doğrultusunda dini değiştirdiği yönünde eleştiriler de yer alır.
6. İnkarcı ve Ateist Yaşam Biçimleri
Kur’an’da bazı toplumlar tamamen inançsız bir yaşam biçimi benimsemiş, Allah’ı ve ahiret inancını inkâr etmişlerdir. Örneğin, Ad ve Semud kavimleri gibi kavimler, Allah’a inanmadan dünya hayatını amaç edinmişler ve sonunda helak olmuşlardır. “Ad kavmi Rablerinin emrine baş kaldırdılar. Bunun üzerine onları şiddetli ve sürekli bir fırtınayla helak ettik.” (Hakka Suresi, 6. Ayet)
İnançsız toplumların haz ve menfaat odaklı yaşayışları, geçici dünya hayatını tercih ederek ahireti unutmaları nedeniyle eleştirilir.
7. Sabırlı ve Allah’a Teslimiyetle Yaşayan Toplumlar
Kur’an’da bazı toplumlar örnek gösterilerek iman ve teslimiyetin güzelliği vurgulanır. Örneğin, Hz. İbrahim ve ona tabi olanlar, zor şartlar altında Allah’a olan inançlarından taviz vermemiştir.
Aynı şekilde, Hz. Yusuf’un kıssasında sabırlı ve iffetli yaşamak, ahlaki değerlerden sapmamak ve Allah’a güvenmek örnek bir yaşam biçimi olarak anlatılır. “O, Allah’ın nimetlerine karşılık olarak bizden bir ihsan görmemizi beklerdi. Biz ise, ancak Allah’a ibadet ederiz.” (Yusuf Suresi, 52. Ayet)
8. Dünya ve Ahireti Dengede Tutan Yaşam Biçimi
Kur’an, Müslümanlara dünya ve ahiret dengesini gözetmeyi öğütler. Sadece dünya hayatına bağlanmayı ya da ahiret için dünyayı tamamen terk etmeyi önermez. “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas Suresi, 77. Ayet)
Bu öğüt, Kur’an’da denge, ölçülülük ve orta yolu benimseyen bir yaşam biçimini teşvik eder.
Kur’an-ı Kerim, farklı dinleri ve yaşam biçimlerini anlatarak, insanları tek bir Allah’a inanıp O’na teslim olmaya davet eder. Allah’ın birliğine iman, ahiret inancı, salih amel gibi temel ilkeler bu örnekler üzerinden vurgulanır ve insanlara rehberlik eder. Bu kıssalar, insanların doğru yolu bulmalarına, hakikate yönelmelerine yardımcı olur.
Kur’an-ı Kerim’de doğa olaylarına, göklerin ve yerin yaratılışına, insanın var oluşuna dair bazı ayetler bulunmaktadır. Bu ayetler, bilimsel konulara direkt bir rehber niteliğinde olmasa da, modern bilimle örtüşen bazı gözlemleri içerir. Bu ayetler insanları evreni, doğayı ve yaratılışı gözlemleyip tefekkür etmeye yönlendirir. İşte bazı örnekler:
1. Evrenin Genişlemesi
Kur’an’da evrenin genişlemesine dair bir işaret olduğu düşünülür. Modern bilim de evrenin genişlemekte olduğunu kanıtlamıştır.
“Biz göğü kudretimizle bina ettik ve Biz onu elbette genişletmekteyiz.” (Zariyat, 51:47).
2. Göğün Koruyucu Özelliği
Atmosferin dünya üzerindeki koruyucu etkisine dikkat çeken bir ayet olarak değerlendirilir. Atmosfer, zararlı güneş ışınlarını süzer ve meteorların dünyaya çarpmasını engeller.
“Gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık, onlar ise onun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.” (Enbiya, 21:32).
3. Gök Cisimlerinin Yörüngeleri
Kur’an, güneş, ay ve yıldızların belirli bir yörüngede hareket ettiğini belirtir ki, bu durum astronomik olarak doğrulanmıştır.
“Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” (Rahman, 55:5).
“Güneş de kendisi için belirlenen bir durakta akıp gitmektedir.” (Yasin, 36:38).
4. Dağların Sabitlenmesi ve Yeryüzündeki Rolü
Kur’an’da dağların yeryüzündeki dengeyi sağladığına işaret edilir. Jeoloji bilimi de dağların yer kabuğunu sabitleyici bir rol oynadığını ortaya koymuştur.
“Yeryüzünde, onları sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdik.” (Nahl, 16:15).
5. İki Deniz Arasındaki Farklılık
Farklı tuzluluk oranlarına sahip denizlerin birbirine karışmadığı anlatılır. Bugün, suyun farklı yoğunluklarda olduğu bölgelerde iki denizin birbiriyle karışmadığı bilinmektedir.
“İki denizi salıvermiştir, birbirine kavuşuyorlar; fakat aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.” (Rahman, 55:19-20).
6. Embriyonun Gelişimi
Kur’an’da insanın anne karnındaki gelişim aşamaları ayrıntılı bir şekilde ele alınır. Bu ayetler modern embriyoloji ile paralellik taşır.
“Andolsun, insanı çamurdan bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe (döllenmiş yumurta) haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (embriyo) yaptık, ardından alakayı bir çiğnemlik et parçası yaptık.” (Müminun, 23:12-14).
7. Parmak İzlerinin Benzersizliği
Parmak izlerinin benzersizliği ile ilgili olarak, kıyamet günü insanın parmak uçlarına kadar yeniden yaratılacağı belirtilir. Parmak izlerinin her bireyde farklı olduğu 19. yüzyılda bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
“Evet, biz onun parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye gücümüz yeter.” (Kıyamet, 75:4).
8. Yağmurun ve Bitkilerin Oluşumu
Kur’an’da, yağmurun yeryüzüne nasıl can verdiği ve bitkilerin bu suyla nasıl yetiştiği anlatılır.
“Ölü toprağa hayat verdik ve orada her türlü güzel bitkilerden çiftler yarattık.” (Kaf, 50:9).
9. Rüzgarların Döllenme Görevi
Rüzgarların bulutları taşıdığı ve bitkilerin döllenmesine yardımcı olduğu ifade edilir. Modern bilim, rüzgarların bitki döllenmesinde ve bulut oluşumunda önemli bir rol oynadığını doğrulamaktadır.
“Dölleyici rüzgarlar gönderdik.” (Hicr, 15:22).
10. Yerçekimi ve Denge
Kur’an’da yeryüzünde bir denge olduğuna dikkat çekilir. Bugün yerçekimi gibi fiziksel kuvvetlerin bu dengeyi sağladığı bilinmektedir.
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer, 54:49).
11. Demirin Yeryüzüne İndirilmesi
Kur’an’da demirin insanlık için yararlı olduğu ve indirildiği belirtilir. Bu, demirin dünyada doğal olarak değil de, meteorlar aracılığıyla yeryüzüne geldiği teorisiyle ilişkilendirilmiştir.
“Demiri de indirdik; onda büyük bir kuvvet ve insanlar için yarar vardır.” (Hadid, 57:25).
12. Ay’ın Işığı
Ay’ın kendi ışığını yaymadığı, sadece yansıyan bir ışıkla parladığına işaret edilir. Modern bilim de Ay’ın ışığının, Güneş’in yansıması olduğunu ortaya koymuştur.
“Allah, içinde yollar bulasınız diye güneşi bir aydınlık, ayı bir ışık kıldı.” (Yunus, 10:5).
13. Canlıların Çiftler Halinde Yaratılması
Kur’an’da bitkilerden hayvanlara kadar her canlının çiftler halinde yaratıldığı anlatılır. Bu, biyolojik olarak türlerin dişi ve erkek olarak yaratıldığı gerçeğiyle uyumludur.
“Her şeyi çift yarattık ki, düşünesiniz.” (Zariyat, 51:49).
14. Arının Bal Yapması
Arının bal yapması, Allah’ın ona ilham ettiği bir özellik olarak sunulmuştur. Arıların bu yapısal görev bilinci, modern bilim tarafından da inceleme konusu olmuştur.
“Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler edin. Sonra her türlü üründen ye, sonra Rabbinin yollarında boyun eğerek yürü. Karınlarından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda insanlar için şifa vardır.” (Nahl, 16:68-69).
Sonuç
Kur’an’da geçen bu ayetler, evrendeki düzen, doğa olayları, insanın yaratılışı gibi konulara işaret ederek insanları düşünmeye ve araştırmaya teşvik eder. Bu ayetler bilimsel bilgi vermekten çok, Allah’ın yaratışındaki hikmeti göstermeye yöneliktir. Kur’an, insanları hem ilahi hakikati kavramaya hem de bilimsel gerçekleri keşfetmeye davet eder.
@@@@@@@@
Kur’an-ı Kerim’de Geçen Bilimsel Ayetler Hakkında
Kur’an-ı Kerim’in indirildiği dönemde bilinmeyen birçok bilimsel gerçeğe işaret ettiği iddiası, uzun yıllardır tartışılan bir konudur. Bu iddiayı savunanlar, Kur’an’daki bazı ayetlerin modern bilimin bulgularıyla uyuştuğunu ve bu durumun Kur’an’ın mucizevi bir kitap olduğunu gösterdiğini öne sürerler.
Bu iddiaların temelinde yatan bazı yaygın örnekler şunlardır:
* Evrenin genişlemesi: Zariyat suresi 47. ayette geçen “ve sema’i bina’na” (ve göğü biz inşa ettik) ifadesi, bazı yorumcular tarafından evrenin genişlemesi olarak yorumlanır.
* Embriyonun gelişimi: Müminun suresi 14. ayetteki “Sonra onu bir alak (asılı pıhtı) kıldık, sonra o alak bir çiğnemlik et parçası oldu…” ifadesi, embriyonun gelişimiyle ilişkilendirilir.
* Dağların yerküreyi sabitlemesi: Enbiya suresi 31. ayette dağların yerküreyi sabitlemesiyle ilgili bir ifade geçer.
* Su döngüsü: Rahman suresi 6-7. ayetlerde su döngüsüyle ilgili bir açıklama olduğu iddia edilir.
Bu tür yorumlar yapılırken dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır:
* Dil ve anlam: Arapça bir metin olan Kur’an’ın ayetleri, indirildiği dönemdeki Arapça anlayışı ve kültürel bağlamı içinde değerlendirilmelidir. Modern bilimsel terimlerin doğrudan Kur’an’a aktarılması, metnin anlamını çarpıtabilir.
* Metafor ve benzetmeler: Kur’an’da sıkça kullanılan metafor ve benzetmeler, bilimsel gerçekleri ifade etmek yerine, dini bir mesajı daha etkili bir şekilde anlatmak amacıyla kullanılabilir.
* Bilimsel bilginin gelişimi: Bilim sürekli olarak gelişen bir alandır. Bugün doğru kabul edilen bir bilimsel gerçek, gelecekte farklı bir şekilde açıklanabilir. Bu nedenle, Kur’an ayetlerini güncel bilimsel bilgilere göre yorumlamak yanıltıcı olabilir.
Sonuç olarak, Kur’an’daki bazı ayetlerin modern bilimsel bulgularla ilişkilendirilmesi, ilgi çekici bir konu olsa da, bu tür yorumlar yapılırken dikkatli olunmalıdır. Kur’an’ın asıl amacı, insanlara doğru yolu göstermek ve ahlaki değerler aşılamaktır. Bilimsel gerçekleri açıklamaktan ziyade, insanın iç dünyasına hitap eder.
Kur’an’ı bilimsel bir metin gibi ele almak yerine, dini bir metin olarak anlamak ve onun mesajlarını doğru bir şekilde kavramak önemlidir.
***********
Kuranı Kerimde bilimsel ayetler.
Kur’an-ı Kerim, birçok müfessir ve araştırmacı tarafından bilimsel içerikler barındırdığı iddiasıyla incelenmiştir. İşte bazı ayetler ve bunların bilimle ilişkilendirilen yorumları:
1. **Evrenin Yaratılışı**:
– **Ayet**: “Gökleri ve yeri yaratan O’dur. Onların arasında, O’nun emriyle bir süre kalacak olan her şey yaratılmıştır.” (A’raf 54)
– **Yorum**: Bu ayet, evrenin yaratılışı ve düzeni ile ilgili bilimsel düşünceleri destekleyen bir ifade olarak yorumlanır.
2. **Embriyo Gelişimi**:
– **Ayet**: “Sonra nutfeyi bir alaka (embriyo) haline getirdik.” (Müminun 13)
– **Yorum**: Bu ayet, embriyonun gelişim aşamalarını anlatır ve modern embriyoloji ile paralellik gösterildiği düşünülür.
3. **Dağların İşlevi**:
– **Ayet**: “Dağlar, yerin sarsılmasını önleyici olarak yerleştirilmiştir.” (Nebe 6-7)
– **Yorum**: Bu, dağların tektonik hareketler üzerindeki etkisine işaret ettiği şeklinde yorumlanır.
4. **Suyun Önemi**:
– **Ayet**: “Her canlı şeyi sudan yarattık.” (Enbiya 30)
– **Yorum**: Su, yaşamın temel unsuru olarak kabul edilir; bu ayet, suyun biyolojik önemi üzerinde durur.
5. **Karanlık ve Işık**:
– **Ayet**: “Gecenin karanlığını ve gündüzün aydınlığını yaratan O’dur.” (En’am 96)
– **Yorum**: Gecenin ve gündüzün oluşumunun, Dünya’nın dönmesi ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
Bu ayetlerin bilimsel içerik taşıdığına dair yorumlar, Kur’an’ın evrenselliği ve zamanla uyumlu olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
********************
Celalettin Suyutinin Kuran ilimleri adlı eserinde Özetle ne anlatmaktadır, misal verir misiniz
Celalettin Suyutinin “Kur’an İlimleri” adlı eseri, Kur’an’ın anlaşılması, yorumlanması ve öğretilmesi üzerine kapsamlı bir inceleme sunmaktadır. Eserde, Kur’an’ın kelime anlamları, lafzi özellikleri, tefsir çeşitleri, kıraat ilimleri, nazım ve belagat gibi konular detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
Suyuti, Kur’an’ın tarihsel bağlamı içinde incelenmesini ve çeşitli yorum ekollerinin (örneğin, Maturidi ve Eşari) nasıl şekillendiğini açıklar. Aynı zamanda, Kur’an’ı anlama konusunda kullanılan yöntemlerin yanı sıra, farklı kıraatlerin ve tefsirlerin önemini de vurgular.
Misal olarak: Eserde, Kur’an’ın nazım özellikleri üzerine yapılan bir inceleme örneği, ayetlerin ve surelerin yapılarına, kullanım şekillerine dair detaylar sunarak, okuyucunun Kur’an’ı daha derinlemesine anlamasına yardımcı olur. Ayrıca, Kur’an’ın sosyal ve hukuki boyutlarını ele alarak, dinin toplumsal hayattaki yeri hakkında bilgi verir.
Bu tür bilgiler, din bilimleri alanında çalışanlar ve Kur’an üzerine araştırma yapan akademisyenler için değerli bir kaynak niteliğindedir.
@@@@@@@@
Suyuti muterekul akran adlı eserinde Özetle ne anlatmaktadır
Celalettin Suyuti’nin “Muterekül Akran” adlı eseri, İslam ilim geleneğinde önemli bir yere sahip olan eserlerden biridir. Bu eser, özellikle hadis ilminde öğrencilerin ve hocaların ilişkilerini, ilmî çalışmaların düzenlenmesini ve nesil aktarımını konu alır.
Eserin temel başlıkları şunlardır:
1. İlim Öğrenme ve Öğretme: Suyuti, ilmin nasıl öğrenileceği, öğretileceği ve ilimle meşgul olmanın önemi üzerinde durur. İlim tahsilinin, sosyal ve dini hayatta nasıl bir rol oynadığını vurgular.
2. İlim Adamlarının Ahlak ve Davranışları: Eser, alimlerin nasıl bir ahlaka sahip olması gerektiğini, ilmi konusunda nasıl bir tutum sergilemeleri gerektiğini açıklar. Alimlerin, öğrencilerine ve birbirlerine karşı sorumluluklarını detaylı bir şekilde ele alır.
3. Gelenek ve Nesil Aktarımı: İslam tarihinde ilimlerin nasıl aktarıldığını ve bu aktarım sürecinin önemi üzerinde durur. İlimlerin, iyi bir eğitim ve hoca-öğrenci ilişkisi ile nasıl gelişebileceğini açıklar.
4. Hadis ve Tefsir: Eser, hadis rivayetinin güvenilirliğini ve tefsir ilmindeki önemini de ele alarak, hadislerin doğru anlaşılması ve aktarılması konusunda rehberlik sağlar.
Bu eser, özellikle İslam ilimleri alanında çalışanlar, öğrenciler ve akademisyenler için önemli bir kaynak olarak değerlendirilmektedir. Suyuti, bu eseriyle hem tarihi hem de pratik açıdan ilim ve eğitim konularına ışık tutmaktadır.
@@@@@@@@
Celal Yıldırım bilimsel Tefsirinde Özetle örnek olarak ne anlatmaktadır?
Celal Yıldırım’ın “Bilimsel Tefsir” adlı eseri, Kur’an ayetlerinin modern bilimle ilişkisini ele alarak, bilimsel verilerle Kur’an’ın içeriği arasında bir bağ kurmaya çalışmaktadır. Eser, özellikle bilim ve din arasındaki ilişkiyi sorgulamakta ve Kur’an’ın bilimsel gerçeklerle nasıl örtüştüğünü veya bu gerçeklerle nasıl etkileşimde bulunduğunu incelemektedir.
Eserin ana temaları şunlardır:
1. Kur’an ve Bilim: Yıldırım, Kur’an’da geçen bazı kavram ve olayların modern bilimle nasıl örtüştüğünü tartışır. Örneğin, evrenin yaratılışı, insanın gelişimi ve doğa olayları gibi konular üzerinde durur.
2. Ayetlerin Yorumu: Yıldırım, belirli ayetlerin bilimsel açıdan yorumlanmasını yaparak, klasik tefsir yöntemlerinin ötesinde, bilimsel bir perspektif sunar. Bu bağlamda, ayetlerin tarihsel ve kültürel bağlamı ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğini savunur.
3. Din ve Bilim Arasındaki Uyum: Yıldırım, din ve bilim arasında bir çelişki olmadığına vurgu yapar ve bu iki alanın birbirini nasıl destekleyebileceğini açıklamaya çalışır.
Örnek olarak: Eserde, suyun döngüsü gibi doğal olaylar ile Kur’an’daki suyun yaratılışı ve onun önemiyle ilgili ayetler arasındaki bağlantı ele alınabilir. Yıldırım, bu bağlamda Kur’an’daki ilgili ayetleri modern hidroloji ile karşılaştırarak, doğa olaylarının Kur’an’daki yansımalarını bilimsel bir açıdan analiz eder.
Bu eser, din ve bilim alanında araştırma yapan akademisyenler, öğrenciler ve Kur’an’ı bilimsel bir bakış açısıyla anlamak isteyenler için önemli bir kaynak olarak öne çıkmaktadır.
@@@@@@@@
Bilimsel tefsirlerde hangileridir ve özellikleri nelerdir?
Bilimsel tefsir, Kur’an ayetlerini modern bilim ve çağdaş bilgi ışığında anlamaya yönelik yapılan yorumları ifade eder. Bu tür tefsirler, özellikle bilimsel verilerin Kur’an ile nasıl örtüştüğünü veya ilişkilendirilebileceğini incelemektedir. Bilimsel tefsirler arasında öne çıkan bazı önemli eserler ve özellikleri şunlardır:
1. Celal Yıldırım – Bilimsel Tefsir
Özellikleri: Yıldırım, Kur’an’ın içeriğini modern bilimle karşılaştırarak, özellikle doğa bilimleri ile ilgili ayetlerin bilimsel verilerle nasıl örtüştüğünü vurgular. Bilim ve dinin birbiriyle çatışmadığını savunur.
2. Muhammed Hamidullah – Kur’an ve Bilim
Özellikleri: Hamidullah, Kur’an’ın bilimsel bulgularla nasıl bir bütünlük oluşturduğunu ve bazı ayetlerin bilimsel gerçeklerle nasıl örtüştüğünü incelemektedir. Bilim ve dinin karşılıklı etkileşimine vurgu yapar.
3. İsmail Lütfi Çakan – Kur’an ve Bilim
Özellikleri: Çakan, Kur’an’ın bilimsel bilgileri içerdiğini öne sürer. Eserlerinde, çeşitli bilimsel konularla ilgili ayetlerin analizi ve yorumunu yapar.
6. M. Zeki Duman – Kur’an’da Bilim
Özellikleri: Duman, Kur’an’daki bazı ayetleri, özellikle doğa olayları ve insanın yaratılışı ile ilgili konularda, modern bilim verileriyle ilişkilendirir.
Genel Özellikler
Bilimsel Yaklaşım: Bu tür tefsirlerde, Kur’an ayetleri bilimsel bir metodoloji ile analiz edilir. Modern bilimsel veriler, gözlemler ve teoriler kullanılarak yorumlar yapılır.
Din ve Bilim Arasındaki İlişki: Bilimsel tefsirler, din ile bilim arasında bir çelişki olmadığını savunur ve bu iki alanın nasıl bir araya getirilebileceğini inceler.
Kur’an’ın Evrenselliği: Eserlerde genellikle Kur’an’ın zamana ve mekâna hitap eden evrensel bir mesaj taşıdığına vurgu yapılır.
Doğa Bilimleri Üzerine Odaklanma: Fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi alanlarda Kur’an’ın verdiği bilgilerin modern bilimin bulgularıyla nasıl ilişkili olduğu üzerinde durulur.
Bu eserler, din ve bilim arasında köprü kurmayı hedefleyerek, Kur’an’ı çağdaş bilgiyle anlamaya yönelik önemli katkılar sağlamaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de fesat, “bozgunculuk, fitne çıkarmak, düzeni bozmak, zarar vermek” anlamında kullanılır ve Allah’ın yaratılış düzenine aykırı olan her türlü eylemi ifade eder. Fesat, bireysel ve toplumsal olarak insanlara zarar veren, adaleti ve huzuru bozan kötülüklerdir. Kur’an’da, fesat çıkarmanın büyük bir günah olduğu bildirilmiş, bozgunculuk yapanlar kınanmış ve fesattan sakınılması emredilmiştir.
Fesadın Çeşitleri ve Kur’an’daki Ayetler
1. Yeryüzünde Fesat Çıkarmak: Kur’an, insanların yeryüzünde fesat çıkarmamasını emreder. Yeryüzünde fesat, toplumsal düzeni bozmak, insanlara zarar vermek, savaş ve kargaşaya yol açmak anlamına gelir. Allah, yeryüzünde fesat çıkarmayı büyük bir günah olarak kabul eder.
2. Adaletsizlik ve Haksızlık: Adaletin yok edilmesi, insanların haklarının gasp edilmesi, zulüm ve baskı yoluyla insanların zarar görmesi, Kur’an’da fesat olarak kabul edilir. Adaletin olmadığı bir yerde toplumda huzursuzluk, kin ve nefret doğar.
> “Her kim zulüm ederse, Allah onu bağışlamaz ve ona acıklı bir azap hazırlar.” (İbrahim, 14/22).
3. Yetim ve Zayıf Kimselerin Haklarını Çiğnemek: Kur’an’da, özellikle yetimlerin haklarının yenmesi, onların zayıflığından faydalanarak mal varlıklarına el konulması bir fesat olarak nitelendirilmiştir.
> “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar.” (Nisa, 4/10).
4. Fitne ve Dedikodu Yaymak: Kur’an, fitne çıkarmayı, dedikodu ve iftira ile toplumun huzurunu bozmayı da fesat olarak kabul eder. Fitne, toplum içinde kin ve düşmanlık doğurur, insanlar arasındaki güveni yok eder.
> “Fitne, öldürmekten daha büyüktür.” (Bakara, 2/217).
5. Çevreyi ve Doğayı Tahrip Etmek: Kur’an’da, çevreyi korumak ve yeryüzünde düzeni sağlamak bir emir olarak verilmiştir. İnsanların doğaya zarar vermesi, doğal kaynakları israf etmesi ve çevreyi kirletmesi de fesat olarak kabul edilir. Allah, yeryüzünde bozgunculuk yapılmasını sevmez.
> “İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı.” (Rum, 30/41).
6. Hile ve Yalanla Menfaat Elde Etmek: Kur’an’da hile, aldatma, yalan ve menfaat uğruna yapılan her türlü kötü davranış fesat olarak görülür. Bu tür davranışlar, toplumdaki güven duygusunu zedeler ve insanları birbirine düşman hale getirir.
Kişisel Zararları: Fesat çıkaran kişi, hem kendini hem de ahiret hayatını tehlikeye atar. Fesat eylemlerinde bulunanlar Allah’ın gazabına uğrar ve insanlar arasında itibarını kaybeder. Fesat, kişinin ruhsal dinginliğini ve ahlaki değerlerini yitirerek içsel huzurunu bozmasına yol açar.
Toplumsal Zararları: Fesat, toplumda huzursuzluk, düşmanlık, güvensizlik ve kaos doğurur. İnsanlar arasında kin ve nefret oluşur, sosyal bağlar zayıflar, adalet kaybolur ve toplumda bozulma meydana gelir. Fesat, toplumdaki kardeşlik duygusunu yok eder ve toplumsal huzuru tamamen ortadan kaldırır.
Fesattan Sakınma ve Barışı Teşvik
Kur’an, insanları fesattan sakındırarak iyiliği ve barışı teşvik eder. Allah, insanlara adil ve merhametli olmalarını, aralarındaki sorunları barış ve hoşgörü ile çözmelerini emreder. Fesattan uzak durmak, yeryüzünde düzeni korumak, Allah’a bağlılığın bir göstergesidir.
> “Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve aranızdaki anlaşmazlıklardan uzak durun.” (Enfal, 8/46).
Sonuç
Kur’an’da fesat, hem bireysel hem de toplumsal açıdan büyük bir kötülük olarak görülmüştür. Allah, insanları her türlü fesattan sakındırmış ve toplumsal huzuru koruma yolunda adaletli, dürüst ve ahlaklı olmalarını emretmiştir. Fesattan uzak durmak, hem Allah’a yakınlaşmayı hem de dünya hayatında huzuru ve güveni sağlamayı hedefler.
@@@@@@
Kur’an-ı Kerim’de Fesat ve Fesatçılar
Fesat, Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen ve toplum düzenini bozan, huzuru kaçıran her türlü kötü davranışı, fitneyi ve karışıklığı ifade eder. Kur’an, fesadı ve fesatçıları şiddetle kınar ve müminleri bu tür davranışlardan uzak durmaya teşvik eder.
Fesadın Çeşitleri ve Zararları
Kur’an’da fesat, farklı şekillerde ortaya konur. Bunlardan bazıları şunlardır:
* Toplumsal fesat: İnsanlar arasında düşmanlık, kin ve nefret ekerek toplumsal birliği bozma.
* Siyasi fesat: Devlet düzenini bozma, otoriteye karşı gelme, fitne çıkarma.
* Ekonomik fesat: Haksız kazanç elde etme, rüşvet, yolsuzluk gibi eylemler.
* Dini fesat: Dini duyguları istismar etme, insanların inançlarını sömürme, mezhepler arası ayrılıkları körükleme.
Fesadın zararları ise saymakla bitmez. Fesat, toplumları karıştırır, kardeşliği bozar, adaleti ortadan kaldırır ve insanların huzurunu kaçırır. Kur’an, fesadın hem dünya hayatında hem de ahirette büyük zararlara yol açacağını vurgular.
Kur’an’da Fesat ile İlgili Ayetler
Kur’an’da fesat ve fesatçılarla ilgili birçok ayet bulunmaktadır. Bazı örnekler:
* Bakara suresi, 60. ayet: Allah’ın, insanı yeryüzünde halife kılmak istediğinde meleklerin endişelenerek fesat çıkaracak birini yaratıp yaratmayacağını sorması, fesadın ne kadar büyük bir sorun olduğunu gösterir.
* Bakara suresi, 205. ayet: Musa (a.s.) kavmi için su istediğinde Allah’ın, onlara su verdikten sonra yeryüzünde fesat çıkarmamalarını emretmesi, fesadın ne kadar büyük bir günah olduğunu vurgular.
* Bakara suresi, 220. ayet: Fesat çıkarmak isteyenlerin, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak istediği belirtilir.
* Bakara suresi, 191. ayet: Fitnenin öldürmekten daha kötü olduğu vurgulanır.
Müminlerin Görevi
Kur’an, müminlere fesadı önleme ve iyiliği yayma görevini verir. Müminler, toplumda barış ve huzurun sağlanması için çalışmalı, fesat çıkaranlara karşı durmalı ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmelidirler.
Sonuç
Fesat, insanlık için büyük bir tehdittir. Kur’an-ı Kerim, müminleri fesattan uzak durmaya ve iyiliği yaymaya teşvik eder. Toplumda barış ve huzurun sağlanması için herkesin üzerine düşen görevi yapması gerekmektedir.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tevekkül kelimesi ve anlamları.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tevekkül Kelimesi ve Anlamı
Tevekkül, Risale-i Nur Külliyatı’nda sıkça geçen ve iman, teslimiyet ve Allah’a güven bağlamında derin bir anlam taşıyan bir kavramdır. Tevekkül, insanın elinden geleni yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakması, her işte O’na güvenip dayanması anlamına gelir. Bu kavram, insanın zayıf, aciz ve sınırlı bir varlık olduğunun idrakine dayanır ve İlahi Kudret’e tam bir teslimiyeti ifade eder.
Tevekkülün Temel Anlamı
Köken:
Arapça “v-k-l” kökünden türemiştir. Kelime anlamı olarak “birine vekil bırakmak, birine güvenmek ve dayanmak” demektir.
Risale-i Nur’da tevekkül, insanın gücünün yetmediği işler ve belirsizlikler karşısında Allah’a tam bir güven ve teslimiyet içinde olmasıdır.
Risale-i Nur’da Tevekkül Kavramının Kullanımı
1. İnsanın Vazifesi ve Tevekkül:
İnsan, dünya hayatında çalışmak ve sebeplere sarılmakla yükümlüdür. Ancak sonuçların oluşmasını Allah’a bırakmak tevekkülün özüdür. Tevekkül, tembellik ya da sebepleri terk etmek anlamına gelmez; aksine, sebeplere sarıldıktan sonra Allah’a dayanmayı ifade eder.
Örnek: “Tevekkül eden kişi, hikmet dairesinde sebepleri yerine getirir ve neticeyi Allah’a bırakır.”
2. Korku ve Kaygılara Karşı Tevekkül:
Risale-i Nur, tevekkülü insanın dünyadaki korku, endişe ve belirsizliklere karşı bir sığınak olarak gösterir. Allah’a tevekkül eden kimse, dünyanın zorlukları ve musibetleri karşısında güçlü bir dayanma gücü bulur.
Örnek: “Allah’a tevekkül eden kimse, kâinattaki hiçbir şeyden korkmaz. Çünkü bilir ki her şey Allah’ın kontrolündedir.”
3. Tevekkül ve İman Bağı:
Tevekkül, güçlü bir imanın göstergesidir. İnsan, Allah’ın Rahim, Hakim ve Kadîr olduğunu bilir ve bu bilince dayanarak her durumda O’na güvenir.
Örnek: “Tevekkül eden kişi, Allah’ın her işte hayır ve hikmet gözettiğini bilerek, tam bir teslimiyet gösterir.”
4. Dünyevi ve Uhrevi Hayatta Tevekkül:
Risale-i Nur’da tevekkül, yalnızca dünya işlerinde değil, ahiret işlerinde de bir rehberdir. İnsan, ahiret saadetini kazanmak için ibadet eder, dua eder ve ardından Allah’a güvenip sonucu O’na bırakır.
Örnek: “Tevekkül, dünyada huzurun, ahirette ise ebedi saadetin anahtarıdır.”
5. Tevekkül ve Sebeplerin Rolü:
Risale-i Nur’da, tevekkülün sebepleri tamamen bırakmak anlamına gelmediği, aksine sebeplere sarıldıktan sonra neticeyi Allah’a havale etmek gerektiği vurgulanır.
Örnek: “Çiftçi, tarlasını ekip sulamalı, ardından ürünün verimini Allah’tan beklemelidir. İşte bu, tevekkülün hikmetine uygundur.”
Tevekkülün Risale-i Nur’da Derin Anlamları
1. İnsan Aczi ve İlahi Kudret:
İnsan, sınırlı ve aciz bir varlık olduğunun farkına vardığında tevekkül edebilir. Tevekkül, insanın kendi acziyetini kabul ederek, sonsuz kudret sahibi Allah’a yönelmesi ve O’na dayanmasıdır.
2. Tevekkül ve Teslimiyet:
Tevekkül, teslimiyetten farklı olarak, aktif bir çaba ve çalışmanın ardından gelir. Teslimiyet, sonucu kabullenmeyi ifade ederken tevekkül, sonucu Allah’a bırakma ve güvende olma halini kapsar.
3. Tevekkül ve Dua:
Tevekkül, dua ile desteklenir. İnsan, elinden geleni yaptıktan sonra Allah’a tevekkül ederek dua eder. Dua, tevekkülün bir ifadesidir.
4. Huzurun Anahtarı:
Risale-i Nur, tevekkülü insanın ruh ve kalp huzurunun anahtarı olarak tanımlar. Tevekkül eden kişi, dünya meşakkatlerinden ve endişelerinden kurtularak, Allah’a olan güveniyle huzur bulur.
Tevekkülün Risale-i Nur’daki Önemli Örnekleri
1. Kader ve Tevekkül:
Risale-i Nur, kader ve tevekkül arasında güçlü bir bağ kurar. İnsan, kaderin Allah’ın ilmiyle belirlendiğini ve her şeyin hikmetle yaratıldığını bilerek tevekkül eder.
2. Kâinatın Tevekkülü:
Kâinattaki her varlık, Allah’ın emri ve iradesiyle hareket eder. Bu da onların bir tür tevekkül içinde olduğunu gösterir. İnsan da bu İlahi düzene uygun şekilde tevekkül etmelidir.
Sonuç:
Tevekkül, Risale-i Nur’da, Allah’a olan güven ve teslimiyetin bir ifadesi olarak tanımlanır. Tevekkül, çalışmak ve sebeplere sarıldıktan sonra neticeyi Allah’a bırakmayı, O’nun rahmetine ve hikmetine tam anlamıyla güvenmeyi gerektirir. Bu, hem bireysel huzurun hem de manevi olgunluğun temel taşlarından biridir. Risale-i Nur, tevekkülü imanın en güzel yansımalarından biri olarak ele alır ve insanın bu bilinçle hareket etmesini öğütler.
Teekkül, kelime anlamı olarak “yıpranma, zayıflama, aşınma ve erime” gibi anlamlara gelir. Daha çok soyut bir kavram olarak, maddi ya da manevi bir varlığın zamanla etkisini kaybetmesi, zayıflaması veya özündeki gücünü yitirmesi şeklinde kullanılır.
Köken ve Anlam
Köken:
Arapça “e-k-l” kökünden türemiştir. Bu kök, “yemek” anlamına gelir, ancak “teekkül” kelimesi, “yenilme, tükenme, çürüme” gibi bir durumu ifade eder.
Teekkül, bir şeyin harici veya dahili etkenlerle bozulması, aşınması veya işlevini kaybetmesi anlamına gelir.
Genel Anlam:
Teekkül, hem maddi hem de manevi anlamlarda kullanılabilir.
Maddi: Metallerin paslanması, toprağın aşınması, binaların yıpranması gibi fiziksel süreçler.
Manevi: İnançların, ahlakın, kültürel değerlerin zamanla yozlaşması ve güç kaybetmesi.
Teekkülün Sebepleri
1. Maddi Sebepler:
Fiziksel ve Kimyasal Etkiler:
Bir maddenin çevresel faktörler (nem, sıcaklık, oksidasyon vb.) nedeniyle aşınması.
Örnek: Demirin paslanması veya taşların zamanla erozyona uğraması.
Kullanım ve Yıpranma:
Sürekli kullanım sonucu mekanik yıpranma veya aşınma.
Örnek: Eskiyen bir yolun veya köprünün zamanla teekküle uğraması.
2. Manevi Sebepler:
İnanç ve Ahlaki Değerlerde Bozulma:
İnsanların dini ve ahlaki prensiplerinden uzaklaşmaları sonucu, manevi bir yozlaşma ve zayıflama meydana gelir. Bu, bireylerde ve toplumlarda teekkül olarak görülür.
Örnek: Toplumun adalet ve merhamet gibi değerlerini kaybetmesi.
İlgisizlik ve Gaflet:
İnsanların manevi sorumluluklarına gereken önemi vermemeleri, değerlerin zamanla aşınmasına neden olur.
Örnek: İbadetlerin ihmal edilmesi, ruhsal zayıflığa yol açar.
Zamanın Etkisi:
Zamanla insanların düşünce yapısındaki değişiklikler veya dış faktörlerin etkisiyle manevi değerler teekküle uğrayabilir.
3. Toplumsal ve Kültürel Sebepler:
Modernleşme ve Yabancılaşma:
Geleneksel değerlerin yerine, yeni ve çoğu zaman köksüz anlayışların benimsenmesi.
Örnek: Kültürel mirasların unutulması veya önemsenmemesi.
Eğitim ve Bilinç Eksikliği:
Bilinçsiz bir şekilde değerlerin aktarılması veya eğitimin zayıflaması, ahlaki ve kültürel teekküle neden olur.
4. Kişisel Sebepler:
Tembellik ve Tükenmişlik:
İnsan, fiziksel veya manevi olarak çaba sarf etmeyi bıraktığında, ruhunda ve karakterinde teekkül başlar.
Örnek: İnsanın kendini geliştirmeyi bırakması, manevi bir çöküşe yol açar.
Teekkülün Önlenmesi
1. Maddi Alanda:
Düzenli bakım ve koruma: Fiziksel varlıkların yıpranmasını önlemek için düzenli bakım yapılmalıdır.
Örnek: Metal yüzeylerin paslanmasını önlemek için boyanması.
Manevi ve Toplumsal Alanda:
İman ve İbadet:
Manevi teekkülü önlemek için bireyin ibadetlerini ihmal etmemesi, Allah’a yakın olması gerekir.
Eğitim ve Şuur:
Toplumun manevi ve kültürel değerlerini korumak için bilinçli bir eğitim politikası uygulanmalıdır.
Tefekkür ve Muhasebe:
Bireylerin kendi yaşamlarını sorgulaması, hatalarını fark ederek manevi olarak tazelenmesi teekkülü önler.
Sonuç:
Teekkül, hem maddi hem de manevi düzeyde bir aşınma, zayıflama ve çöküş sürecini ifade eder. Risale-i Nur’un bakış açısıyla değerlendirildiğinde, teekkül, özellikle manevi boyutta, insanın yaratılış gayesinden uzaklaşmasının bir sonucu olarak görülür. Bediüzzaman Said Nursi, bu tür manevi teekkülün iman ve ibadetle önlenebileceğini, insanın sürekli kendini yenilemesi gerektiğini vurgular. Teekkül, bilinç ve gayretle aşılabilir bir süreçtir.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tenevvür ve Tezeyyün kelimeleri ve anlamları.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tenevvür ve Tezeyyün Kelimeleri ve Anlamları
Tenevvür ve tezeyyün, Risale-i Nur Külliyatı’nda sıkça geçen ve özellikle varlıkların yaratılışındaki hikmet, güzellik ve nuranîlik gibi kavramları açıklamak için kullanılan derin anlamlı kelimelerdir. Her iki kelime de Allah’ın isim ve sıfatlarının kâinattaki tecellilerini anlamada önemli bir yere sahiptir.
1. Tenevvür (Nurlanma, Aydınlanma):
Köken: Arapça “n-v-r” kökünden gelir. “Nur” (ışık) kelimesiyle bağlantılıdır.
Tenevvür, bir şeyin ışıkla dolması, aydınlanması, nuranî bir hal alması anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Tenevvür, özellikle kâinatın ve insan ruhunun Allah’ın isim ve sıfatlarıyla nurlanması, aydınlanması anlamında kullanılır.
Manevî bir boyutta, hakikatin tecellisiyle kişinin idrakinin ve kalbinin aydınlanmasını ifade eder. Örneğin, imanla insan ruhu ve kalbi tenevir eder, yani nurlanır ve huzura kavuşur.
Kâinat, Allah’ın isimlerinin tecellileriyle tenezzüh eder; her varlık adeta bir nur kaynağı hâline gelir.
Örnek Kullanım:
Risale-i Nur’da sıkça geçen “kâinatın tenevvürü” ifadesi, Allah’ın Nur ismiyle evrenin aydınlanmasını ve varlıkların anlam kazanmasını ifade eder.
İnsan aklı, Kur’ân ve iman hakikatleriyle tenevir olur ve gerçeği idrak eder.
2. Tezeyyün (Süslenme, Güzelleşme):
Köken: Arapça “z-y-n” kökünden gelir. “Zînet” (süs) kelimesiyle bağlantılıdır.
Tezeyyün, bir şeyin zinetle (süsle) donatılması, güzelleştirilmesi anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Tezeyyün, varlıkların Allah’ın isim ve sıfatlarıyla güzelleşmesi, süslenmesi anlamında kullanılır. Her bir varlık, Allah’ın Cemil (güzel) ve Müzeyyin (süsleyen) isimlerinin tecellisiyle zinetlenir ve bir sanat eseri hâline gelir.
Kâinat, adeta bir sanat galerisidir ve her parçası Allah’ın güzellik sıfatlarıyla süslenmiştir.
Manevî boyutta ise, insanın ahlâkî ve ruhî güzelliklerle bezenmesi, yani Allah’ın emirlerine uygun yaşaması ve ahlakını güzelleştirmesi de bir tezeyyündür.
Örnek Kullanım:
“Kâinat, Allah’ın isimlerinin nakışlarıyla süslenmiş ve güzelleştirilmiştir.”
İnsan, iman ve güzel ahlâkla tezeyyün ettiğinde kemale erer.
Tenevvür ve Tezeyyün Arasındaki Fark:
Risale-i Nur’da Derinlik:
1. Kâinatın Tenevvürü ve Tezeyyünü:
Risale-i Nur’da kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisi olarak nurlandırılmış (tenevir) ve süslenmiştir (tezeyyün). Güneşin ışığıyla bir çiçeğin aydınlanması ve aynı zamanda güzel renklerle bezenmesi buna örnektir.
2. İnsanın Manevî Tenevvürü ve Tezeyyünü:
İnsan, iman ve güzel ahlâk sayesinde ruhunu ve kalbini nurlandırır (tenevir) ve aynı zamanda güzel davranışlarla süslenir (tezeyyün).
3. Sanat ve Estetik Boyutu:
Kâinatta hiçbir şey rastgele değildir; her varlık, Allah’ın sanatını yansıtan bir zinet ve nur taşıyıcısıdır. Bu yüzden hem tenevvür hem de tezeyyün, yaratılışın estetik ve manevî boyutlarını ifade eder.
Sonuç:
Tenevvür, varlıkların Allah’ın nuruyla aydınlanmasını ve insanın imanla hakikate ulaşmasını ifade eder.
Tezeyyün, Allah’ın sanat ve güzellik sıfatlarının kâinatta ve insan üzerinde tecelli etmesiyle oluşan süslenmeyi ve güzelleşmeyi anlatır.
Risale-i Nur’da bu iki kavram, kâinatın Allah’ın isim ve sıfatlarıyla dolup taşmasını ve insanın bu hakikatleri idrak ederek kemale ulaşmasını ifade eder.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tefeyyüz kelimeleri ve anlamları .
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tefeyyüz Kelimesi ve Anlamı
Tefeyyüz, Risale-i Nur Külliyatı’nda sıkça geçen, özellikle insanın manevi anlamda kazanç elde etmesi, bereketlenmesi ve feyizlenmesi bağlamında kullanılan önemli bir kavramdır.
Tefeyyüz (Feyizlenme, Manevi Kazanç Elde Etme):
Köken:
Arapça “f-y-d” kökünden türemiştir. “Feyz” kelimesiyle bağlantılıdır ve “bolluk, bereket, ilahi lütuf” anlamlarını taşır.
Feyz: Allah’tan gelen manevi bereket, ilham ve ilahi nimetlerdir.
Tefeyyüz: Bu feyizden yararlanma, manen bereketlenme, manevi bir kazanç elde etme sürecidir.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Tefeyyüz, genellikle bir kaynaktan, özellikle Allah’ın rahmetinden veya bir mürşidin ilim ve feyzinden yararlanmayı ifade eder.
Külliyat’ta tefeyyüz; Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileriyle manevi bir aydınlanma, Kur’an hakikatlerinden ve iman hakikatlerinden nasiplenme anlamında kullanılır.
İnsan, iman ve ibadet yoluyla Allah’ın rahmetinden ve Kur’an’dan feyiz alır. Bu süreç, insanın ruhunu nurlandıran ve yükselten bir haldir.
Risale-i Nur’da Kullanım Örnekleri:
1. Kur’an’dan Tefeyyüz:
Risale-i Nur, Kur’an’dan feyizlenmenin (tefeyyüz) bir yolu olarak, insanı hakikate ulaştırmayı amaçlar.
Örnek: Kur’an-ı Kerim’i tefekkür ederek okumak, insanın manevi feyizlenmesine vesile olur. Bu, insanın ruhunu yükseltir ve kalbini huzura kavuşturur.
2. Allah’ın Rahmetinden Tefeyyüz:
İnsan, ibadet ve dua yoluyla Allah’ın rahmetinden tefeyyüz eder. Bu, Allah’ın insan üzerindeki tecellilerini anlamayı ve O’na yakınlaşmayı ifade eder.
3. İlimden ve Sohbetlerden Tefeyyüz:
Manevi bir ortamda, bir mürşidin veya âlimin sohbetiyle, insanlar feyizlenir ve manevi kazanç elde eder.
Örnek: Bediüzzaman’ın talebeleri, Risale-i Nur ders halkalarında ilim ve hakikatten tefeyyüz ederek manen zenginleşmiştir.
Tefeyyüzün Derin Anlamları:
1. Kaynaktan Yararlanma:
Tefeyyüz, bir kaynaktan (örneğin Kur’an’dan veya Allah’ın rahmetinden) sürekli bir şekilde yararlanma anlamını taşır. Bu süreç, insanın manevi yükselişi için gereklidir.
2. Bereket ve Manevi Büyüme:
Tefeyyüz, sadece ilim öğrenmek değil, aynı zamanda ruhen olgunlaşma ve maneviyatın zenginleşmesi anlamına gelir.
3. Feyz ve İlahi Lütuf:
İnsan, yaratılış gayesine uygun bir şekilde yaşadığında, Allah’ın rahmetinden ve nimetlerinden feyizlenir. Bu, kişinin hayatına anlam ve huzur getirir.
Sonuç:
Tefeyyüz, Risale-i Nur’da insanın Allah’ın rahmetinden, Kur’an’ın hakikatlerinden ve ilimden manevi bir bereket ve feyiz elde etme sürecini ifade eder.
İnsan, tefeyyüz ile ruhunu nurlandırır, manevi olarak yükselir ve Allah’a daha yakın bir kul olur.
Risale-i Nur’un ana hedeflerinden biri de, okuyucularını Kur’an hakikatlerinden feyizlendirerek onların imanlarını güçlendirmektir.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tefevvuk kelimesi ve anlamları.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tefevvuk Kelimesi ve Anlamı
Tefevvuk, Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan, genellikle üstünlük, farklılık ve seçkinlik anlamlarını ifade eden bir kavramdır. İnsanların ve varlıkların Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileriyle farklı derecelerde bir üstünlük göstermesi bağlamında kullanılır.
Tefevvuk (Üstünlük, Farklılık Gösterme):
Köken:
Arapça “f-v-k” kökünden gelir. Bu kök, “üstte olmak”, “farklı ve seçkin olmak” anlamlarını taşır.
Tefevvuk, “üstünlük kazanmak”, “diğerlerinden ayrılarak seçkinleşmek” anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki Anlamı ve Kullanımı:
1. İnsanın Tefevvuku:
İnsan, diğer varlıklar arasında aklı, ruhu ve iman kabiliyetiyle tefevvuk eder. Allah’ın isim ve sıfatlarının en yüksek tecellilerini taşıyan insan, yaratılış itibarıyla yeryüzündeki halife olarak diğer canlılardan farklı ve üstün bir yere sahiptir.
Örnek: “İnsan, aklı ve kalbiyle Allah’ın varlığını ve birliğini idrak eder. Bu yönüyle diğer varlıklardan üstün kılınmıştır.”
2. Allah’ın İsim ve Sıfatlarının Tecellisi:
Risale-i Nur’da, kâinattaki varlıkların her biri Allah’ın farklı isimlerinin tecellilerini taşır. Ancak bazı varlıklar, bu tecellilerde diğerlerinden daha belirgin bir üstünlük (tefevvuk) gösterir.
Örnek: Güneş, ışığıyla Allah’ın Nur isminin tecellisinde diğer yıldızlara göre bir tefevvuk gösterir.
3. İman ve İlmin Tefevvuku:
İnsanlar arasında da iman ve ilim dereceleri bakımından tefevvuk vardır. Risale-i Nur, hakiki imanı elde edenlerin ve ilimle maneviyatını süsleyenlerin, manevi olarak üstünlük kazandığını ifade eder.
Örnek: “Hakiki iman, insanı hem dünyada hem ahirette yücelten bir tefevvuk sebebidir.”
4. Üstünlük Yarışı Değil, Hikmetin Gereği:
Risale-i Nur, tefevvuk kavramını insanın kibir ve gurur için değil, Allah’ın hikmetiyle belirlediği düzenin bir parçası olarak değerlendirir. Her varlık, yaratılış hikmeti doğrultusunda bir görev üstlenmiş ve kendi konumunda mükemmellik göstermiştir.
Tefevvukun Risale-i Nur’da Derin Anlamları:
1. Kâinattaki Hiyerarşi:
Tefevvuk, Allah’ın kâinatta yarattığı düzenin bir yansımasıdır. Bu düzende her varlık, kendi vazifesine uygun bir dereceye sahiptir. İnsan, bu hiyerarşinin en üst noktasında yer alır.
2. İlahi Sanatın Gösterilmesi:
Tefevvuk, Allah’ın sanatındaki çeşitliliği ve mükemmelliği ifade eder. Bazı varlıklar, bu sanatta diğerlerinden daha belirgin bir şekilde Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını yansıtır.
3. Manevi Olgunlaşma:
İnsan, iman, ahlâk ve ibadetle manevi olarak tefevvuk edebilir. Risale-i Nur, insanın bu üstünlüğünü sadece dünyadaki değil, ahiretteki saadet için bir fırsat olarak değerlendirir.
Sonuç:
Tefevvuk, Risale-i Nur’da üstünlük, farklılık ve seçkinlik anlamında kullanılır. İnsan ve kâinattaki diğer varlıklar, Allah’ın hikmeti gereği farklı derecelerde tecellilere sahiptir. Bu üstünlük, kibir ve gurur için değil, Allah’ın isim ve sıfatlarını en güzel şekilde yansıtmak için bir vesiledir. İnsan, iman ve ibadetle bu üstünlüğünü artırabilir ve Allah’a daha yakın bir kul olma yolunda ilerleyebilir.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tevekkuf kelimesi ve anlamları.
Tevakkuf, Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan bir kavram olup, genel anlamıyla bir şeyin gerçekleşmesinin veya devamının başka bir şarta veya sebebe bağlı olmasını ifade eder. Bunun yanında durma, bekleme veya tereddüt hali gibi anlamlar da içerir. Risale-i Nur’da, bu kavram daha çok iman, hakikat ve insanın vazifeleri bağlamında derinlikli anlamlarda kullanılmaktadır.
Tevakkuf (Şarta Bağlı Olma, Durma):
Köken:
Arapça “v-k-f” kökünden gelir. Kelime anlamı olarak “durmak, beklemek, şart koşmak” gibi anlamlar taşır.
Tevakkuf, bir olayın, durumun veya hükmün gerçekleşmesinin belirli bir şarta veya duruma bağlı olmasını ifade eder.
Risale-i Nur’da Tevakkuf Kavramının Anlam ve Kullanımı:
1. İman ve Hakikatin Şartlara Bağlı Olması:
Risale-i Nur’da tevakkuf, iman hakikatlerinin birbiriyle bağlantısını ve bir hakikatin anlaşılmasının diğer bir hakikate bağlılığını ifade eder. İnsan aklı, kalbi ve ruhuyla bir bütün olarak hakikatleri idrak eder.
Örnek: İnsan, Allah’ın varlık ve birliğini anlamakta, kâinattaki delillere dayanır. Bu durumda, iman hakikatleri arasındaki bir bağın çözülmesi, diğer hakikatlerin anlaşılmasını da etkiler.
2. İnsanın Kendi Sorumluluklarında Tevakkuf:
İnsan, dünya ve ahiret vazifelerinde, bazen bir duraklama veya bekleme (tevakkuf) dönemine girer. Bu dönemler, genellikle tefekkür ve muhasebe için bir fırsat olarak görülür.
Örnek: İnsanın bir konuda karar vermeden önce düşünmesi ve istişare etmesi, bir tür tevakkuf halidir.
3. Amel ve Neticenin Tevakkufu:
Risale-i Nur’da, insanın yaptığı amellerin neticesinin Allah’ın iradesine bağlı olduğu vurgulanır. Amel, bir sebeptir; ancak sonucun gerçekleşmesi Allah’ın takdirine ve hikmetine tevakkuf eder.
Örnek: İnsan çalışır, gayret eder; ancak başarı ve sonuç Allah’ın inayetine bağlıdır.
4. Kur’an ve İlimlerde Tevakkuf:
Kur’an hakikatlerinin tam manasıyla anlaşılması, bir ilim ve hikmet birikimine tevakkuf eder. Bu nedenle, insanın hakikati anlaması, basit bir bilgiyle değil, derin bir tefekkürle mümkün olur.
Örnek: Kur’an’ın bazı ayetlerinin tefsiri, zamanla daha iyi anlaşılabilir. Bu, insanlığın bilgi ve tecrübesinin artmasına tevakkuf eder.
Tevakkufun Derin Anlamları:
1. Sebep ve Sonuç Arasındaki Bağ:
Risale-i Nur’da, kâinattaki düzen ve sistem, bir sebep-sonuç ilişkisine dayalıdır. Ancak, her sebep ve sonucun Allah’ın hikmetine bağlı olduğu, hiçbir şeyin kendi başına bağımsız bir şekilde gerçekleşmediği vurgulanır. Bu, tevakkuf kavramının kainattaki ilahi düzeni açıklayan bir yönüdür.
2. Bekleme ve Sabır:
Tevakkuf, insanın sabırla beklemesi gereken bir durumu da ifade edebilir. İnsan bazen aceleci davranır; ancak birçok mesele, hikmetli bir şekilde sonuçlanması için bir sürece bağlıdır.
3. Tefekkür ve İstişare:
Karar almadan önce durup düşünmek, istişare etmek ve meseleleri değerlendirmek de bir tür tevakkuf halidir. Bu, insanın aceleden kaçınıp hikmetle hareket etmesini sağlar.
Sonuç:
Risale-i Nur’da tevakkuf, bir şeyin başka bir şarta bağlı olması, duraklama, bekleme ve değerlendirme anlamlarında kullanılan önemli bir kavramdır. Külliyat, insanın hem aklını hem kalbini kullanarak hakikatleri anlaması gerektiğini, bunun da bazen durup düşünmeyi (tevakkuf) gerektirdiğini vurgular. Tevakkuf, Allah’ın hikmetine teslimiyetin ve sabırla hareket etmenin bir göstergesidir. Bu kavram, hem insanın manevi gelişiminde hem de kainattaki ilahi düzenin anlaşılmasında önemli bir yer tutar.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tefessüh kelimesi ve anlamları.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tefessüh Kelimesi ve Anlamı
Tefessüh, Risale-i Nur Külliyatı’nda manevi veya ahlaki bozulmayı, çürüme ve yozlaşmayı ifade eden bir kavramdır. İnsanların, toplumların veya değerlerin bozulması, asli özelliklerini kaybetmesi ve zamanla kötülüğe veya anlamsızlığa yönelmesi anlamında kullanılır.
Tefessüh (Bozulma, Çürüme):
Köken:
Arapça “f-s-d” kökünden gelir. “Fesat” kelimesiyle bağlantılıdır ve bozulmak, yozlaşmak, çürümek anlamlarını taşır.
Tefessüh, bozulmanın daha kapsamlı ve sürekli bir hal aldığını ifade eder.
Risale-i Nur’da Tefessüh Kavramının Anlam ve Kullanımı:
1. Ahlaki ve Manevi Bozulma:
Tefessüh, bireyin ve toplumun ahlaki değerlerinde meydana gelen yozlaşmayı ifade eder. İnsan, Allah’ın emir ve yasaklarından uzaklaştığında, nefsine ve şeytanın vesveselerine uyarak manevi bir çöküşe doğru sürüklenir.
Örnek: “Maddi medeniyetin sefahate yönelmesiyle insanlıkta bir tefessüh meydana gelmiştir.”
2. Toplumsal Yozlaşma ve Çöküş:
Tefessüh, toplumların adalet, hak, merhamet gibi değerleri kaybederek zulüm, haksızlık ve anarşi gibi kötü hallere yönelmesi olarak da ele alınır.
Örnek: “Bir milletin iman, ahlâk ve adalet esaslarından uzaklaşması, onun içtimai bünyesinde tefessüh oluşturur.”
3. Fıtratın Bozulması:
İnsan veya tabiatın yaratılış amacına aykırı bir şekilde kullanılması veya değiştirilmesi de tefessüh olarak değerlendirilir. Risale-i Nur, kâinatın ilahi düzenine aykırı hareketlerin, varlıkların tabiatında bir bozulma meydana getirdiğini vurgular.
Örnek: İnsan, Allah’ın verdiği akıl ve kalbi yanlış yolda kullandığında, bu bir tefessüh süreci başlatır.
4. Zamanın ve Şartların Etkisiyle Çürüme:
Maddi şeylerde olduğu gibi manevi değerler de zamanla dikkatsizlik ve ihmalkârlık sonucu bozulabilir. Bu bozulma, insanın gaflet içinde olmasıyla ilişkilendirilir.
Örnek: “İmanın zayıflaması, insanın ruhunda bir tefessüh meydana getirir.”
Tefessühün Risale-i Nur’da Derin Anlamları:
1. Manevi ve Ahlaki Bir Uyarı:
Tefessüh, insanın hem bireysel hem toplumsal anlamda kendisini muhasebeye çekmesi gereken bir süreçtir. Risale-i Nur, bu bozulmanın farkına varılıp önlem alınması gerektiğini vurgular.
2. Allah’ın Hikmetine Aykırı Hareket:
Külliyatta, tefessüh, Allah’ın koyduğu düzene ve hikmetine aykırı hareketin bir sonucu olarak ele alınır. İnsan, ilahi emirlerden uzaklaşarak kendi varoluş hikmetine zarar verir.
3. İnsan ve Toplum İçin Tehlike:
Manevi ve ahlaki bozulma, sadece bireyi değil, toplumu da etkiler. Bir toplum, fertlerinin ahlaki bozulmasıyla birlikte toplumsal çöküşe sürüklenir.
Sonuç:
Tefessüh, Risale-i Nur Külliyatı’nda, insanın ve toplumun manevi ve ahlaki değerlerinden uzaklaşarak yozlaşması, yaratılış gayesine aykırı hareket ederek çürümesi anlamında kullanılır. Bediüzzaman Said Nursi, tefessühe karşı bir çözüm olarak, imanı kuvvetlendirmeyi, ibadeti artırmayı ve hakikati tefekkür etmeyi önerir. Bu bozulmanın önlenmesi, insanın fıtratına uygun bir şekilde yaşaması ve Allah’ın emirlerine uymasıyla mümkündür.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Tebyin ve Tebeyyün kelimeleri ve anlamları .
Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen tebyin ve tebeyyün kavramları, Bediüzzaman Said Nursi’nin hakikatleri açıklama, ilahi hakikatleri anlama ve tefekkür etmeye yönelik derin anlamlar taşıyan terimlerdir. Her iki kelime de açıklık, belirme ve anlama süreçleriyle ilişkilidir, ancak aralarında ince bir anlam farkı bulunmaktadır.
1. Tebyin (Açıklama, İzah):
Köken: Arapça “b-y-n” kökünden türemiştir. “Açıklamak, izah etmek, bir şeyi netleştirmek” anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Tebyin, bir hakikati açık ve net bir şekilde ifade etme, onu başkalarına anlatma ve izah etme anlamında kullanılır.
Bediüzzaman, Risale-i Nur’da Kur’an-ı Kerim’in hakikatlerini ve iman esaslarını tebyin görevini üstlenmiş, yani bunları izah ve açıklama yoluyla insanlara sunmuştur.
Örnek: İman hakikatlerini, Allah’ın varlık ve birliğini, kainattaki ayetlerle açıklamak (tebyin etmek) Risale-i Nur’un ana gayelerinden biridir.
Bağlam: Tebyin, insanlara ilahi mesajları ve hakikatleri anlatmak için kullanılan aktif bir eylemdir. Örneğin: “Kur’an, ilahi hakikatleri en güzel şekilde tebyin eder.”
2. Tebeyyün (Açığa Çıkma, Belirginleşme):
Köken: Arapça “b-y-n” kökünden türemiştir. “Açığa çıkmak, belirginleşmek, netleşmek” anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Tebeyyün, hakikatin veya bir şeyin kendiliğinden açık hale gelmesi, anlaşılması ve idrak edilmesi anlamında kullanılır. Tebyin bir şeyi açıklama süreci iken, tebeyyün bu açıklama sonucunda o şeyin anlaşılıp berraklaşmasını ifade eder.
Örnek: Kâinattaki delillerin tefekkür edilmesiyle Allah’ın varlığı ve birliği insanda tebeyyün eder, yani açıkça anlaşılır.
Bağlam: Tebeyyün daha pasif bir durumu ifade eder; kişi, tefekkür veya deliller sayesinde hakikati fark eder. Örneğin: “Kâinatta Allah’ın isimleri ve sıfatları, her zerrede tebeyyün etmektedir.”
Tebyin ve Tebeyyün Arasındaki Fark:
Risale-i Nur’da Kullanım Örnekleri:
1. Tebyin Örneği:
Risale-i Nur, iman hakikatlerini ve kainattaki ayetleri izah ederek insanlara hakikati tebyin eder.
Kur’an, peygamberlerin tebyin vazifesi yaptığını şöyle ifade eder: “Biz her peygamberi, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesi için gönderdik.” (Nisa, 64)
2. Tebeyyün Örneği:
İnsan, kâinattaki ilahi ayetleri tefekkür ettiğinde Allah’ın varlık ve birliği onda tebeyyün eder, yani açıkça anlaşılır hale gelir.
Risale-i Nur’da şu ifade bu anlamı destekler: “Kâinattaki intizam, Allah’ın hikmet sahibi olduğunu açıkça tebeyyün ettirir.”
Sonuç:
Tebyin, hakikati açıklama ve izah etme sürecini ifade eder.
Tebeyyün, bu açıklamalar veya tefekkür sonucunda hakikatin açıkça anlaşılması ve idrak edilmesini ifade eder.
Risale-i Nur, tebyin ederek hakikatleri sunar ve bu tebyin sonucunda okuyucuda Allah’ın varlığı ve birliği tebeyyün eder. Bu iki kavram, insanın hem tebliğ görevini hem de tefekkürle hakikati anlamasını ifade eden önemli kavramlardır.
Kuran-ı Kerim’de Beyan ve Beyyin kelimesi ve anlamları
Kur’ân-ı Kerim’de geçen beyan ve beyyin kelimeleri, anlam ve kullanım açısından ilahi hakikatlerin açıklanması, netleştirilmesi ve insanların idrakine sunulması bağlamında önemli kavramlardır. Bu kelimeler, Arapça “b-y-n” kökünden türemiştir ve açıklık, netlik, delil gibi anlamlar taşır.
Beyan (Açıklama, İzah, Açıklık):
Köken:
Arapça “b-y-n” kökünden türemiştir.
“Bir şeyin açık ve net bir şekilde ifade edilmesi, anlaşılır hale gelmesi” anlamına gelir.
Kur’ân’daki Anlamı ve Kullanımı:
Beyan, Allah’ın kelamını, ilahi hakikatleri insanlara açık ve net bir şekilde sunmasını ifade eder. Bu, hem Kur’ân’ın içerdiği mesajın açıklığına hem de insanların akıl ve kalp yoluyla hakikatleri anlamalarına işaret eder.
Kur’ân-ı Kerim, beyan vasfıyla Allah’ın insanlara yol göstermesinin bir aracı olarak tanımlanır.
Kur’ân’da Geçtiği Yerlerden Örnekler:
“Bu, insanlar için bir açıklama (beyan) ve takvaya erenler için bir hidayet ve öğüttür.”
(Âl-i İmran, 138)
Bu ayette beyan, Kur’ân’ın insanların anlaması için açık bir şekilde açıklanmış ilahi bir rehber olduğunu ifade eder.
Burada beyan, insanın konuşma, düşünme ve hakikati anlama yeteneği anlamında kullanılmıştır.
2. Beyyin (Apaçık, Açık Delil):
Köken:
Arapça “b-y-n” kökünden türemiştir.
“Açık, net, tartışmasız bir delil veya açıklık” anlamına gelir.
Kur’ân’daki Anlamı ve Kullanımı:
Beyyin, genellikle açık bir delil, mucize ya da hakikati gösteren kesin kanıt anlamında kullanılır. Allah’ın peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlar, açık ve tartışmasız hakikatlerdir.
Bu kelime, Allah’ın varlığı ve birliğine dair açık delilleri ve peygamberlerin getirdiği mucizeleri ifade eder.
Kur’ân’da Geçtiği Yerlerden Örnekler:
1. “Andolsun ki Musa’ya apaçık deliller (beyyinat) verdik.”
(İsra, 101)
Burada beyyinat, Musa peygamberin getirdiği açık deliller ve mucizeler anlamındadır.
2. “O, kendisine apaçık deliller (beyyinat) geldikten sonra ayrılığa düşenler gibi olmayın.”
(Âl-i İmran, 105)
Bu ayette beyyinat, ilahi hakikatlerin açık ve net olarak insanlara sunulmasını ifade eder.
Beyan ve Beyyin Arasındaki Fark:
Sonuç:
Beyan, Kur’ân’ın ve Allah’ın insanlara ilahi mesajını açık bir şekilde açıklamasını ifade eder. İnsanlara doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneği de bu beyanın bir parçasıdır.
2. Beyyin, hakikatlerin apaçık delillerle ve kesin kanıtlarla desteklenmesini ifade eder. Peygamberlerin getirdiği mesajlar ve mucizeler, beyyin olarak tanımlanır.
Her iki kelime de Kur’ân’ın hidayet rehberi olma vasfını ve Allah’ın mesajının açıklık ve delillerle desteklendiğini vurgular.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Teberrük kelimesi ve anlamları.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Teberrük Kelimesi ve Anlamı
Teberrük, Risale-i Nur Külliyatı’nda sıklıkla geçen, manevi bir anlam taşıyan önemli bir kavramdır. Bu kelime, özellikle bir şeyin, bir kişinin ya da bir olayın, Allah’ın bereketini ve rahmetini taşıyan, kutsal ve manevi bir değer ifade ettiğini belirtmek için kullanılır. Teberrük, daha çok bir şeyden ya da bir şahıstan manevi fayda veya bereket elde etme niyetiyle yapılan saygı ve değer verme hareketleriyle ilişkilidir.
Teberrük (Bereketlenme, Kutsal Olanla İrtibat Kurma):
Köken:
Arapça “b-r-k” kökünden türetilmiştir. “Berekah” kelimesi, “bereket” anlamına gelir ve “bereketli olmak” ya da “bereketli kılmak” anlamlarına gelir. Bu, bir şeyin artması, çoğalması veya manen güçlenmesi olarak da anlaşılabilir.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Teberrük, bir varlık, nesne, mekân veya şahıstan manevi fayda elde etme arzusuyla yapılan saygı ve değer verme anlamına gelir.
Risale-i Nur’da teberrük, genellikle Allah’ın sevgili kullarından, peygamberlerden, veli kişilerden ve onların izlerinden gelen berekete işaret eder.
Bediüzzaman Said Nursi, teberrük kavramını, sadece maddi anlamda değil, manevi ve ruhsal açıdan da faydalanma, bir şeye veya bir şahsa olan saygı ile Allah’ın rahmet ve bereketini kazanma olarak kullanır.
Risale-i Nur’da Teberrük ile İlgili Anlamlar ve Kullanım:
1. Peygamber Efendimiz’den (asm) Teberrük:
Bediüzzaman Said Nursi, Peygamber Efendimiz’in (asm) kutsal izlerinden, hayatından ve sünnetinden teberrük etmeyi önerir. Bu, onun hayatını model alarak manevi fayda elde etmek ve Allah’ın rahmetini kazanmaktır.
Örnek: Peygamber Efendimiz’in (asm) saçından, elbiselerinden ya da başka izlerinden teberrük etmek, onun hakikatlerine olan saygıyı ve Allah’a yakınlaşma arzusunu ifade eder.
2. Kur’an’dan ve İlahi Kitaplardan Teberrük:
Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’i ve ilahi kitapları kutsal ve manevi bir teberrük kaynağı olarak kabul eder. Kur’an’a saygı ve ondan faydalanma, manevi bir bereket ve huzur sağlar.
Örnek: Kur’an-ı Kerim’i okumak ve onu hayatımıza uygulamak, ondan teberrük etmek, manevi olarak bereketlenmektir.
3. Evliya ve Salih Kişilerden Teberrük:
Evliya ve salih kişiler de Risale-i Nur’da teberrük edilen kimselerdir. Onların hayatları, ilim ve ahlâkları, Allah’a olan yakınlıkları birer bereket kaynağı olarak kabul edilir.
Örnek: Bir veli ya da alimle irtibat kurarak, onun ilmi ve maneviyatından faydalanmak, onun izinden gitmek, teberrük etmektir.
4. Eşyadan Teberrük:
Bazen belirli nesneler de teberrük kaynağı olarak kabul edilir. Örneğin, Bediüzzaman Said Nursi’nin kitapları ve yazıları, onun Allah’a olan yakınlığı nedeniyle teberrük edilen eserlerdir.
Örnek: Risale-i Nur kitapları, içinde taşıdığı yüksek hakikatler ve Allah’ın inayeti nedeniyle, okuyucularına manevi fayda sağlar.
Teberrükün Derin Anlamları:
1. Manevi İrtibat Kurma:
Teberrük, bir varlıkla, kişiyle veya nesneyle manevi bir bağ kurma anlamına gelir. Bu bağ, o varlığın Allah’ın rahmetini ve bereketini taşıyan bir kanal olarak görülmesidir.
2. Saygı ve İhtiram:
Teberrük, saygı göstermekten daha derin bir anlam taşır. Bir varlığa saygı göstermek, aynı zamanda Allah’ın o varlık aracılığıyla sunduğu berekete saygı göstermektir.
3. Manevi Kazanç ve Feyiz:
Teberrük, sadece fiziki bir değer vermek değil, manevi bir kazanç elde etmeye yöneliktir. Bir şahsın, kitabın veya eşyadan feyiz alarak ruhsal olarak güçlenmek, teberrük etmenin bir sonucudur.
Sonuç:
Teberrük, Risale-i Nur’da hem maddi hem manevi bir yönü olan bir kavramdır. İnsan, Allah’ın razı olduğu ve rahmetinin tecelli ettiği varlıklardan, kişilerden, eserlerden ve izlerden teberrük ederek, manen faydalanabilir. Bu fayda, insanın ruhsal ve manevi gelişimine katkı sağlar. Risale-i Nur, bu bağlamda teberrükün, hem bireysel hem toplumsal maneviyatı artıran bir kaynak olduğunu vurgular.
Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen Teşahhusat kelimesi ve anlamları.
Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden oluşan bir külliyattır ve içinde geçen kelimeler genellikle derin manalar taşır. Teşahhusat kelimesi, “teşahhus” kökünden türetilmiş bir terimdir ve Risale-i Nur’da özel anlamlarda kullanılır.
Teşahhusat kelimesinin anlamı:
1. Teşahhus: Bir şeyin şahıs, birey veya özel bir durum kazanması; somut hale gelmesi, belli bir şekilde görünmesi.
2. Teşahhusat: Bu kavramın çoğulu olup, farklı şahsiyet veya bireysel varlıkların tezahürleri, görünüşleri anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki kullanım bağlamları:
Teşahhusat kelimesi genellikle Allah’ın isim ve sıfatlarının farklı tecellilerini ifade etmek için kullanılır. Bediüzzaman, Allah’ın isim ve sıfatlarının kâinattaki çeşitli varlıklar üzerindeki tezahürlerini, bu varlıkların bir nevi “teşahhus” kazanması olarak değerlendirir.
Örneğin:
Her bir varlık, Allah’ın isimlerinden bir veya birkaçının tecellisiyle özel bir şahsiyet kazanır. Bu, varlıkların “teşahhusatı” olarak görülür.
Kâinattaki çeşitlilik ve güzellikler, Allah’ın isimlerinin teşahhusatıdır; yani bu isimlerin kendilerini belirli varlıklar üzerinden göstermesi.
Teşahhusat ve İlahi Tecelli:
Bediüzzaman’ın anlayışında, Allah’ın isimlerinin tecellileri her bir mahlukun şahsiyetine yansır. Bu yansıma, o mahlukun kendi özelliği haline gelir. Örneğin:
Güneş ışık verir, ısıtır; bu, onun Allah’ın Nur ismine mazhar olduğu bir “teşahhusat”tır.
Bir çiçeğin güzel kokusu ve rengi, Allah’ın Cemil ve Rahim isimlerinin teşahhusatı olarak değerlendirilir.
Teşahhusat ve İnsan:
İnsan, Allah’ın isimlerinin en kapsamlı tecellisine mazhar olan bir varlık olduğundan, insanın teşahhusatı daha geniş anlamlar taşır. İnsan ruhunda, aklında ve kalbinde Allah’ın isimlerinin tecellileri farklı yönlerde “şahsi” bir görünüm kazanır.
Sonuç:
Risale-i Nur’da teşahhusat, kâinatın Allah’ın isim ve sıfatlarını gösteren aynalar gibi olduğunu ifade eden bir kavramdır. Bu kelime, tefekkür dünyasında Allah’ın yaratma sanatını ve isimlerinin her yerde farklı şekillerde nasıl tezahür ettiğini anlamaya bir kapı aralar.
Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen Teceddüd, Teveddüd, Taarrüf, Tahabbüb kelimeleri ve anlamları.
Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen teceddüd, teveddüd, taarrüf ve tahabbüb kelimeleri, Bediüzzaman Said Nursi’nin yaratılış, tefekkür ve Allah ile insan arasındaki ilişkiyi anlamada kullandığı önemli kavramlardır. Her biri, yaratılışın ve ilahi hakikatlerin farklı yönlerini açıklamak için kullanılır.
1. Teceddüd (Yenilenme):
Köken: Arapça “c-d-d” kökünden türemiştir. “Yenilenmek, tazelenmek, yeniden ortaya çıkmak” anlamındadır.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Kâinatta sürekli bir yenilenme, değişim ve tazelenme vardır. Bu, Allah’ın yaratma fiilinin sürekli olduğunu ve her an yeni bir tecelli ile kendini gösterdiğini ifade eder.
Örneğin, mevsimlerin değişmesi, hayatın devri daim içinde yenilenmesi, varlıkların sürekli değişimle yaratılması Allah’ın Hayy (hayat veren) ve Müceddid (yenileyen) isimlerinin tecellisidir.
Tefekkür açısından: İnsan, kâinattaki bu yenilenmeyi fark ederek Allah’ın varlık ve birlik delillerini idrak eder.
Teveddüd (Sevgi ve Dostluk Arzusu):
Köken: Arapça “v-d-d” kökünden gelir. “Sevgi ve dostluk kurma, sevgiyi açığa çıkarma” anlamındadır.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Allah, yarattığı mahlûkat ile dostluk ve sevgi bağını kurar. Varlık âleminin güzellikleri ve hikmetleri, Allah’ın kullarına olan sevgisini ve rahmetini yansıtır.
İnsan fıtratında da sevgi ve dostluk kurma ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, insanın Allah’a olan sevgisini artırmak ve O’na yönelmek için bir vesile olarak yaratılmıştır.
Tefekkür açısından: İnsan, kâinattaki ilahi tecellileri görerek Allah’ın sevgisini fark eder ve O’na karşı sevgi besler.
3. Taarrüf (Tanınma, Kendini Tanıtma):
Köken: Arapça “a-r-f” kökünden gelir. “Tanınma, tanıtma, aşina kılma” anlamındadır.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Allah, kâinatı yaratırken isim ve sıfatlarını mahlûkatına tanıtır. Her bir varlık, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir aynasıdır.
Örneğin, bir çiçek Allah’ın Cemil (güzel) ismini, bir yağmur damlası Rahman (merhametli) ismini tanıtır.
Tefekkür açısından: İnsan, yaratılan varlıklardaki bu ilahi isim ve sıfatların tecellilerini okuyarak Allah’ı tanır ve O’nu idrak eder.
4. Tahabbüb (Sevdirme):
Köken: Arapça “h-b-b” kökünden gelir. “Sevdirme, muhabbet meydana getirme” anlamındadır.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Allah, kâinattaki güzellikleri ve nimetleri yaratarak kendini mahlûkatına sevdirir. Bu sevdirme, insanın hem dünyada hem de ahirette Allah’a karşı şükür ve ibadet etmesine vesile olur.
Örneğin, bir meyvenin tadı, bir çiçeğin kokusu veya bir annenin şefkati, Allah’ın mahlûkatına olan sevgisini ve bu sevgiyi sevdirme maksadını gösterir.
Tefekkür açısından: İnsan, bu sevdirme tecellilerini fark ederek Allah’a olan sevgisini artırır.
Bu Kavramların Ortak Bağlantısı:
1. Teceddüd: Allah’ın yaratma fiilindeki sürekli yenilenmeyi ifade eder.
2. Teveddüd: Allah’ın mahlûkatına sevgi ve dostlukla yaklaşmasını ve insanın O’na yönelmesini gösterir.
3. Taarrüf: Allah’ın kendisini yarattıkları aracılığıyla tanıtmasını ifade eder.
4. Tahabbüb: Allah’ın kendisini mahlûkatına sevdirme hikmetini anlatır.
Bu dört kavram, insanın kâinatta Allah’ın varlığını, birliğini ve isimlerini anlaması için birer anahtar gibidir. Bediüzzaman, bu kavramlarla yaratılışı ve insanın Allah ile olan bağını derinlemesine açıklar.
Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen taayyün ve temeyyüz kelimeleri,
Bediüzzaman Said Nursi’nin tefekkür sisteminde önemli kavramlar olup varlıkların yaratılışı, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri, ve bu tecellilerin farklılıkları üzerinden yapılan derin bir anlam dünyasına işaret eder.
Taayyün (Belirginleşme, Tezahür):
Köken: Arapça “a-y-n” kökünden türemiştir. “Ayan olmak, belirginleşmek, varlık kazanmak, görünür hale gelmek” anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Taayyün, Allah’ın isim ve sıfatlarının yaratılmışlar üzerinde belirginleşmesi, görünür hale gelmesi ve ayan olması anlamında kullanılır. Her bir varlık, Allah’ın bir isminin veya sıfatının tecellisiyle taayyün eder, yani varlık kazanır ve belirginleşir.
Örneğin:
Bir çiçek Allah’ın Cemil (güzel) ve Rezzak (rızık veren) isimlerinin taayyünüyle ortaya çıkar.
İnsan, Allah’ın Halık (yaratıcı) ve Alim (bilgi sahibi) isimlerinin daha kapsamlı bir taayyünü olarak yaratılmıştır.
Tefekkür açısından: İnsan, kainattaki her bir varlığı bir ayine (ayna) olarak görüp Allah’ın isimlerinin nasıl tecelli ettiğini idrak edebilir.
Temeyyüz (Farklılaşma, Ayrışma):
Köken: Arapça “m-y-z” kökünden türemiştir. “Ayrılmak, farklılaşmak, seçkinleşmek” anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki Anlamı:
Temeyyüz, Allah’ın yaratılıştaki çeşitliliğini ve bu çeşitlilikteki hikmet ve farklılıkları ifade eder. Her bir varlık, diğerlerinden farklı bir surette yaratılmış ve Allah’ın isim ve sıfatlarının farklı bir yansımasını taşımaktadır.
Örneğin:
İnsanlar birbirinden farklı özelliklerle yaratılmıştır; bu temeyyüz, Allah’ın Musavvir (şekil veren) ve Hakim (hikmet sahibi) isimlerinin tecellisidir.
Kâinatta her bir varlık, kendi özel sureti ve görevleriyle diğerlerinden temayüz eder, yani ayrışır ve tanınır hale gelir.
Tefekkür açısından: Bu farklılaşma, Allah’ın isim ve sıfatlarının sonsuzluğunu ve tecellilerindeki çeşitliliği anlamak için bir anahtardır.
Taayyün ve Temeyyüz’ün Bağlantısı:
1. Taayyün: Bir varlığın Allah’ın isim ve sıfatlarından biriyle görünür hale gelmesi, belirginleşmesi.
Örnek: Bir çiçeğin güzel bir renkte yaratılması Allah’ın Cemil isminin taayyünüdür.
2. Temeyyüz: Bu varlığın diğer varlıklardan farklı özelliklere sahip olarak ayrışması.
Örnek: Aynı türden çiçeklerin bile farklı renk ve şekillerde yaratılması, Allah’ın Musavvir ismiyle temeyyüz ettirilmesidir.
Risale-i Nur’da Bu Kavramların Derinliği:
Bediüzzaman, kainatı bir “kitap” ve her bir varlığı bu kitabın birer “ayet”i olarak görür. Taayyün ve temeyyüz, bu kitabın nasıl yazıldığını, her bir varlığın nasıl özel bir anlam ve mesaj taşıdığını açıklamak için kullanılan iki önemli kavramdır:
Taayyün, Allah’ın isim ve sıfatlarının yansımasıyla varlıkların meydana gelişi.
Temeyyüz, bu varlıkların birbirinden farklı özelliklerle yaratılıp anlam dünyasında özel bir yer edinişi.
Özetle:
Taayyün: Allah’ın isim ve sıfatlarının varlıklarda belirginleşmesi ve tecelli etmesi.
Temeyyüz: Varlıkların bu tecellilerle diğer varlıklardan farklılaşarak seçkin hale gelmesi.
Bu iki kavram, yaratılışın hem birliği hem de çeşitliliğini anlamak için önemli birer anahtardır ve Allah’ın sonsuz isim ve sıfatlarının kâinat üzerindeki yansımalarını tefekkür etmeye davet eder.
@@@@@@@
Risale-i Nur Külliyatı’nda Teşekkül kelimeleri ve anlamları.
Teşekkül kelimesi, Risale-i Nur Külliyatı’nda sıkça geçen ve özellikle yaratılış, varlıkların düzenlenmesi ve şekillenmesi bağlamında kullanılan bir kavramdır. Kelime, şekillenmek, oluşmak, belli bir düzen ve forma kavuşmak anlamlarını taşır ve genellikle yaratılışın ilahi hikmetini ve düzenini açıklamak için kullanılır.
Teşekkül kelimesinin kökeni:
Köken: Arapça “ş-k-l” kökünden türetilmiştir.
Anlamı:
Bir şeyin şekil alması, düzenlenmesi, belirli bir form kazanması.
Maddi ya da manevi bir düzen içinde meydana gelme.
Risale-i Nur’da Teşekkül’ün Anlamları ve Kullanımı:
Kâinattaki İlahi Sanat ve Düzen:
Risale-i Nur’da teşekkül, Allah’ın yaratma fiilindeki düzeni, hikmeti ve sanatını ifade eder. Varlıkların her birinin, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri ile şekillendiği, bir düzene girdiği anlatılır.
Örnek: Kâinattaki yıldızların düzeni, güneş sistemi, bir çiçeğin büyüyüp şekil alması gibi her bir oluşum, Allah’ın kudret ve hikmetinin bir eseridir. Bu oluşumlara teşekkül denir.
2. Varlıkların Yaratılış Aşamaları:
Teşekkül kelimesi, bir varlığın ilk halinden nihai formuna kadar geçirdiği süreçleri ifade eder. Örneğin, insanın anne karnında safhalar hâlinde şekil alması, Allah’ın yaratma fiilinin bir göstergesidir.
Kur’an’daki bağlantı: Bu bağlam, Kur’an’da insanın yaratılışı ile ilgili ayetlerle de ilişkilidir: “Sonra onu bir nutfeden bir alakaya (embriyoya) dönüştürdük…” (Müminun, 14).
3. İlahi İsimlerin Tecellisi:
Risale-i Nur’da her varlık, Allah’ın isimlerinin tecellisiyle şekil alır, yani teşekkül eder. Örneğin:
Bir çiçek Cemil (güzellik) isminin tecellisiyle güzellik teşekkül ettirir.
Dağların ihtişamı, Allah’ın Celil isminin teşekkülüdür.
Tefekkür açısından: İnsan bu teşekkülleri görerek Allah’ın varlık ve birlik delillerini idrak eder.
Manevi Teşekkül:
Sadece fiziksel varlıklar değil, manevi yapılar da teşekkül eder. İnsan kalbindeki iman, duygular, akıl ve ruh gibi manevi unsurlar da ilahi hikmetle şekillenmiştir.
Risale-i Nur’da, iman ve tefekkürle insanın manevi yapısının teşekkül etmesi sıkça vurgulanır.
Teşekkül’ün Risale-i Nur’daki Derinliği:
1. Yaratılış ve Süreklilik:
Kâinattaki her şeyin ilahi bir hikmet ve düzenle sürekli bir yaratılış içinde olduğu ifade edilir. Teşekkül, bu yaratılışın bir parçasıdır.
Örneğin, mevsimlerin oluşumu, gece ve gündüzün teşekkülü, Allah’ın yarattığı düzenin işleyişine işaret eder.
2. İnsan ve Kâinatın Aynalığı:
Risale-i Nur’a göre, insan kâinatın küçük bir misal-i musaggarıdır (küçük bir örneği). İnsan bedenindeki organlar ve hücreler de ilahi hikmetle teşekkül etmiştir.
3. Allah’ın Kudret ve İlmi:
Her varlığın teşekkülü, Allah’ın sonsuz kudretine ve ilmine işaret eder. Bu teşekküller, Allah’ın Halık (yaratıcı) ve Hakim (hikmet sahibi) isimlerinin tecellileridir.
Örnekler:
Bir ağaç: Köklerinden yapraklarına kadar ilahi bir ölçüyle teşekkül etmiştir. Bu, Allah’ın Musavvir (şekil veren) isminin eseridir.
Bir insan: Anne karnında yaratılışı ve organlarının düzenlenmesi, Allah’ın Mukaddir (ölçü koyan) ve Şafi (şifa veren) isimlerinin teşekkülüdür.
Bir sistem: Güneş sistemi gibi düzenli sistemler, Allah’ın Kadir (güç sahibi) ve Rab (terbiye edici) isimlerinin tecellileridir.
Sonuç:
Teşekkül, Risale-i Nur’da yaratılışın hikmetini ve düzenini ifade eden bir kavramdır. Hem maddi hem de manevi varlıkların ilahi isimlerin tecellileriyle belirli bir forma kavuşmasını ve bu süreçteki hikmeti anlatır. İnsan, kâinattaki bu teşekkülleri tefekkür ederek Allah’ın büyüklüğünü idrak etmeye çağrılır.
Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen tekellümât-ı tesbihiye kelimesi ve anlamları.
“kâinattaki kudretin faaliyeti ve seyir ve seyelân-ı eşya o kadar mânidardır ki, o faaliyetle Sâni-i Hakîm envâ-ı kâinatı konuşturuyor. Güya göklerin ve zeminin müteharrik mevcutları ve hareketleri, onların o konuşmalarındaki kelimelerdir; ve taharrük ise, bir tekellümdür. Demek, faaliyetten gelen harekât ve zeval, bir tekellümât-ı tesbihiyedir. Ve kâinattaki faaliyet dahi, kâinatın ve envâının sessizce bir konuşması ve konuşturmasıdır.” https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/yirmi-dorduncu-mektub/278
Risale-i Nur Külliyatı’nda geçen tekellümât-ı tesbihiye ifadesi, Bediüzzaman Said Nursi’nin kainatta Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisini açıklamak için kullandığı derin kavramlardan biridir. Bu ifadeyi anlamak için kelimelerin kök ve bağlam analizine bakalım:
Tekellümât-ı Tesbihiye:
1. Tekellümât:
Tekellüm, Arapça kökenli bir kelime olup “konuşmak, söz söylemek” anlamına gelir.
Tekellümât, bu kelimenin çoğul hali olup “konuşmalar, sözler, ifadeler” anlamındadır.
2. Tesbihiye:
Tesbih, Allah’ı yüceltmek, kusur ve noksan sıfatlardan tenzih etmek anlamına gelir.
Tesbihiye, tesbihle ilgili olan, tesbih eden, Allah’ı yücelten anlamındadır.
Dolayısıyla tekellümât-ı tesbihiye, “tesbih ifadeleri, Allah’ı yüceltme konuşmaları veya sözleri” anlamına gelir.
Risale-i Nur’daki Anlam ve Bağlamı:
Bediüzzaman’a göre kâinat ve içindeki varlıklar, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden bir kitap gibidir. Bu bağlamda, her bir varlık bir nevi “tesbih eden” bir dil ya da “konuşan” bir varlık gibidir.
Tekellümât-ı Tesbihiye, kâinatta her bir varlık ve olayın Allah’ın yüceliğini ve azametini ifade eden “konuşmaları” veya “hal diliyle tesbihleri” olarak yorumlanır.
Bu ifadeler, kelimeyle ifade edilen konuşmalardan ziyade, varlıkların kendi halleriyle Allah’a işaret etmeleridir. Örneğin:
Bir kuşun uçuşu, Allah’ın kudretini ve sanatını tesbih eden bir tekellümattır.
Güneşin ışık saçması, Allah’ın nur ismini ifade eden bir tesbih dilidir.
Tesbih Kavramı ve Kainatın Lisanı:
Risale-i Nur’da sıkça geçen bir tema, kâinatın her bir zerresinin Allah’ı zikrettiği ve tesbih ettiğidir. Ancak bu tesbih, insanın yaptığı gibi dille değil, yaratılış haliyle ve varlık düzeniyle gerçekleşir.
Tekellümât-ı Tesbihiye, her varlığın bu tesbihlerini birer “konuşma” olarak nitelendirir ve kâinatı bir “zikrullah meclisi” gibi tarif eder.
Örnekler:
1. Bir çiçeğin varlığı: Çiçek, güzelliği ve kokusuyla Allah’ın Cemil (güzel) ismini tesbih eder.
2. Bir arının bal yapması: Arının bal yapması, Allah’ın Rezzak (rızık veren) ve Hakim (hikmet sahibi) isimlerinin bir konuşması gibidir.
3. Bir yıldızın parlaması: Yıldız, Allah’ın Nur (aydınlatıcı) ve Aliyy (yüce) isimlerinin tesbihini temsil eder.
Sonuç:
Tekellümât-ı Tesbihiye, Risale-i Nur’da kainat kitabındaki her bir varlığın Allah’ı kendi haliyle tesbih etmesini ifade eder. Bu kavram, insanın varlıkları tefekkür etmesi ve onların diliyle Allah’ın büyüklüğünü anlaması için önemli bir anahtar niteliğindedir. Kâinatı bu gözle okumak, iman hakikatlerine derin bir yolculuk yapmayı sağlar.