Bazen küçük bir şey, büyük bir iş yapar

Bazen küçük bir şey, büyük bir iş yapar 

   Öyle şerait oluyor; tahtında az bir hareke, sahibini çıkarıyor tâ a’lâ-yı illiyyîn

   Öyle hâlât oluyor ki küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i safilîn

* * * 

Bazılara bir an, bir senedir 

   Fıtratların bir kısmı birdenbire parlıyor. Bir kısmı tedricîdir, şey’en şey’en kalkıyor. Tabiat-ı insanî ikisine de benziyor.

   Şeraite bakıyor, ona göre değişir. Bazen tedricî gider. Bazen dahi oluyor barut gibi zulmanî, birdenbire fışkırıyor.

   Nurani bir nâr olur. Bazı olur bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bazı olur bir temas, taşı iksir ediyor. Bir nazar-ı peygamber,

   Birdenbire kalbeder; bir bedevî-i cahil, bir ârif-i münevver. Eğer mizan istersen: İslâm’dan evvel Ömer, İslâm’dan sonra Ömer…

   Birbiriyle kıyası: Bir çekirdek, bir şecer… Def’aten verdi semer; o nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber…

   Ceziretü’l-Arap’ta, fahmolmuş fıtratları kalbetti elmaslara. Birdenbire serâser…

   Barut gibi ahlâkı parlattırdı, oldular birer nur-u münevver.

* * * 

Yalan, bir lafz-ı kâfirdir 

   Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı.

   Yeri verir sükûta, eğer çıksa zararlı. Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalı. Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı.

   Lâkin hakkın olamaz, her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli.

خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرَ

kendine düstur etmeli.

Güzel gör hem güzel bak. Tâ güzel düşünmeli. Güzel bil hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı.

   Hayat içinde hayattır, hüsn-ü zanda emeli. Sû-i zanla yeistir saadet muharribi hem de hayatın kātili.

* * * 

1 — Bazen küçük bir şey, büyük bir iş yapar

Metin özeti:

> Küçük bir harekât veya davranış, insanın yükselmesine ya da alçalmasına sebep olabilir.

İzah:

“tahtında az bir hareke” ifadesi, bir kişinin küçük bir ibadet, güzel bir söz veya iyi bir niyetle manevi derecesinin yükselmesini gösterir.

Öte yandan, küçük bir hata, ihmalkarlık veya günah da insanı alçaltabilir (“indiriyor tâ esfel-i safilîn”).

Burada önemli mesaj: küçük ve basit görünen amellerin, insan hayatındaki ve ahiretteki etkisi büyük olabilir.

Güncel örnekler:

Bir günahlık veya bir ihmal, kişinin hem dünyada hem ahirette büyük kayıplarına yol açabilir.

Bir güzel söz veya yardım, hem toplumda hem de manevi hayatta büyük etki oluşturabilir.

2 — Bazılara bir an, bir senedir

Metin özeti:

> İnsan fıtratının değişimi farklıdır: bazıları ani olarak nuranîleşir, bazıları tedricî olarak gelişir.

İzah:

İnsanların manevi ve ahlâkî gelişimi farklıdır:

Ani gelişenler: Bir bakış, bir söz, bir örnekle fıtratları birden parlak hale gelir. Örnek: Hz. Ömer’in İslam öncesi ve sonrası değişimi.

Tedricî gelişenler: Adım adım olgunlaşır, yavaş yavaş nurani hale gelir.

Burada insan fıtratının çeşitliliğini ve tefekkür sürecindeki farklılıkları vurgular.

Derinlik:

Manevi terakki, bazen ani bir ilhamla, bazen sabırla ve adım adım gerçekleşir.

Bir peygamberin veya mürşidin bakışı ve himmeti, bir kimsenin hayatını kökten değiştirebilir.

3 — Yalan, bir lafz-ı kâfirdir

Metin özeti:

> Bir doğru söz, milyonlarca yalanı yakabilir; bir hakikat, hayali kırabilir. Yalanın hayat içinde yeri yoktur, doğruluk temel esastır.

İzah:

Yalan, manevi hayatı zehirleyen bir “lafz-ı kâfir” olarak tanımlanır.

Hakikat ve doğruluk, insanın ahlâkî ve ruhî hayatında temel direktir.

“خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرَ” (Saf olanı al, bulanık olana karışma) düsturu burada uygulamalıdır:

İnsan yalnızca doğru, saf ve hakiki bilgiyi, sözü ve niyeti benimsemelidir.

Hakkın ve doğruluğun sınırı vardır; her doğruyu söylemek gerekmez, önemli olan niyet ve hakikattir.

Derinlik:

İnsanın hem dünyada hem ahirette saadetini koruması için doğru ve hakikate bağlı olmasını şart koşar.

Hayatın keyfi, doğru niyet ve güzel zan ile alınır; yanlış zan ve sui zan hayatı mahveder.

4 — Güzel gör, güzel düşün

Metin özeti:

> Hayatı güzellikle değerlendirmek ve güzel niyetlerle yaşamak, huzur ve saadet getirir. Sû-i zan ve kötü düşünce, mutluluk ve hayatı öldürür.

İzah:

İnsan, hayatı ve çevresindekileri iyi ve güzel görecek şekilde düşünmeli.

Negatif düşünce, sui zan, kıskançlık veya kötü niyet, hem dünya hem ahirette mutluluğu yok eder.

Zihniyetin ve kalbin temizliği ile hayatın bereketli hale geleceğini vurgular.

Pratik çıkarımlar:

  1. Küçük bir iyilik veya güzel söz büyük etki oluşturabilir.
  2. İnsan fıtratı farklı gelişim yollarına sahiptir; sabır ve ilhamla olgunlaşır.
  3. Doğruluk ve hakikat, yalan ve hileye karşı en güçlü silahtır.
  4. Güzel zan ve olumlu bakış, hayatın hem dünyevi hem manevi tadını artırır.

Bu metin, özellikle manevi eğitim, ahlâkî terakki ve hakikat-hayat ilişkisi üzerinde duruyor. Küçük amellerin, niyetin ve doğruluğun insan hayatındaki dönüştürücü gücü ön plana çıkarılmış.

****

Metin, üç ana bölüme ayrılıyor:

  1. **Bazen küçük bir şey, büyük bir iş yapar**: Küçük bir hareketin büyük sonuçlar doğurması.
    2. **Bazılara bir an, bir senedir**: İnsan fıtratının farklı hızlarda değişim göstermesi ve bir anın büyük etkileri.
    3. **Yalan, bir lafz-ı kâfirdir**: Doğru sözün (sıdk) önemi, yalanın zararları ve güzel düşünmenin hayat üzerindeki etkisi.

Her bir bölümü ayrı ayrı, geniş ve detaylı bir şekilde izah edelim.

### **1. Bazen Küçük Bir Şey, Büyük Bir İş Yapar**

**Metin:**
> Bazen küçük bir şey, büyük bir iş yapar
> Öyle şerait oluyor; tahtında az bir hareke, sahibini çıkarıyor tâ a’lâ-yı illiyyîn
> Öyle hâlât oluyor ki küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i sâfilîn

**İzah:**
Bu bölüm, küçük bir hareketin veya kararın, uygun şartlar altında büyük sonuçlar doğurabileceğini ele alıyor. İnsan, küçük bir eylemiyle ya en yüksek mertebelere yükselebilir ya da en aşağı seviyelere düşebilir.

  1. **“Bazen küçük bir şey, büyük bir iş yapar”**: Küçük bir hareket, karar veya davranış, uygun şartlar altında büyük etkiler oluşturabilir. Bu, insan hayatındaki kritik anların ve küçük seçimlerin önemini vurgular.
  2. **“Öyle şerait oluyor; tahtında az bir hareke, sahibini çıkarıyor tâ a’lâ-yı illiyyîn”**: Bazı şartlar (şerait) altında, küçük bir hareket (örneğin, bir niyet, bir söz veya bir eylem), kişiyi en yüksek mertebelere (a’lâ-yı illiyyîn, yani cennetin en yüksek derecesi) çıkarabilir. Örneğin, samimi bir tövbe veya bir iyilik, kişinin manevi makamını yükseltebilir.
  3. **“Öyle hâlât oluyor ki küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i sâfilîn”**: Bazı durumlarda (hâlât) ise küçük bir hareket, kişiyi en aşağı seviyelere (esfel-i sâfilîn, yani cehennemin en derin noktası) düşürebilir. Örneğin, bir anlık kibir, yalan veya kötü niyet, büyük bir günaha yol açabilir.

**Genel Mesaj**: İnsan hayatında küçük hareketler, uygun şartlar altında büyük sonuçlar doğurur. Bu, Müslümanları her an dikkatli olmaya, niyetlerini ve eylemlerini kontrol etmeye çağırır. Çünkü bir anlık karar, cennete veya cehenneme götürebilir.

### **2. Bazılara Bir An, Bir Senedir**

**Metin:**
> Bazılara bir an, bir senedir
> Fıtratların bir kısmı birdenbire parlıyor. Bir kısmı tedricîdir, şey’en şey’en kalkıyor. Tabiat-ı insanî ikisine de benziyor.
> Şeraite bakıyor, ona göre değişir. Bazen tedricî gider. Bazen dahi oluyor barut gibi zulmanî, birdenbire fışkırıyor.
> Nurani bir nâr olur. Bazı olur bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bazı olur bir temas, taşı iksir ediyor. Bir nazar-ı peygamber,
> Birdenbire kalbeder; bir bedevî-i cahil, bir ârif-i münevver. Eğer mizan istersen: İslâm’dan evvel Ömer, İslâm’dan sonra Ömer…
> Birbiriyle kıyası: Bir çekirdek, bir şecer… Def’aten verdi semer; o nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber…
> Ceziretü’l-Arap’ta, fahmolmuş fıtratları kalbetti elmaslara. Birdenbire serâser…
> Barut gibi ahlâkı parlattırdı, oldular birer nur-u münevver.

**İzah:**
Bu bölüm, insan fıtratının değişim hızını ve bir anın bazen yıllara bedel olduğunu ele alıyor. Özellikle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) etkisiyle, cahil bir toplumun nasıl kısa sürede dönüştüğü vurgulanıyor.

  1. **“Bazılara bir an, bir senedir”**: Bazı insanlar için bir an, bir yılın veya daha uzun bir sürenin etkisiyle eşdeğerdir. Kritik bir an, insanın hayatını tamamen değiştirebilir.
  2. **“Fıtratların bir kısmı birdenbire parlıyor. Bir kısmı tedricîdir, şey’en şey’en kalkıyor. Tabiat-ı insanî ikisine de benziyor”**: İnsan fıtratları farklıdır. Bazıları aniden değişir ve parlar (örneğin, bir ilahi dokunuşla), bazıları ise yavaş yavaş (tedricî) gelişir. İnsan tabiatı, her iki duruma da yatkındır.
  3. **“Şeraite bakıyor, ona göre değişir. Bazen tedricî gider. Bazen dahi oluyor barut gibi zulmanî, birdenbire fışkırıyor”**: Değişim, şartlara (şerait) bağlıdır. Bazen insan, yavaş yavaş ilerler; bazen ise karanlık bir barut gibi aniden patlar ve parlar. Bu, insanın potansiyelinin uygun şartlarda aniden açığa çıkabileceğini gösterir.
  4. **“Nurani bir nâr olur. Bazı olur bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bazı olur bir temas, taşı iksir ediyor”**: Bazen bu ani değişim, nurani bir ateş (nâr) olur ve insanı aydınlatır. Bir bakış (nazar) bile insanın anlayışını (fahm) elmas gibi değerli kılabilir. Bir temas (örneğin, ilahi bir ilham veya rehberlik), sıradan bir taşı iksir (değerli bir madde) haline getirebilir.
  5. **“Bir nazar-ı peygamber, birdenbire kalbeder; bir bedevî-i cahil, bir ârif-i münevver”**: Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bir bakışı, cahil bir bedevîyi aniden bilgili ve aydınlanmış bir ârif haline getirebilir. Bu, Peygamber’in manevi etkisinin mucizevi gücünü ifade eder.
  6. **“Eğer mizan istersen: İslâm’dan evvel Ömer, İslâm’dan sonra Ömer…”**: Bir ölçü (mizan) arıyorsan, Hz. Ömer’in İslam’dan önceki ve sonraki hali örnek teşkil eder. İslam’dan önce sert ve cahil bir kişi olan Hz. Ömer, İslam’ı kabul ettikten sonra adaletin sembolü bir ârif-i münevver oldu.
  7. **“Birbiriyle kıyası: Bir çekirdek, bir şecer… Def’aten verdi semer; o nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber”**: Hz. Ömer’in değişimi, bir çekirdeğin ağaca (şecer) dönüşmesi gibidir. Peygamber’in bakışı (nazar-ı Ahmedî) ve himmeti, aniden meyve (semer) verdi ve Hz. Ömer’i dönüştürdü.
  8. **“Ceziretü’l-Arap’ta, fahmolmuş fıtratları kalbetti elmaslara. Birdenbire serâser… Barut gibi ahlâkı parlattırdı, oldular birer nur-u münevver”**: Peygamber Efendimiz, Arap Yarımadası’nda (Ceziretü’l-Arap) kömür gibi karanlık fıtratları elmaslara çevirdi. Cahil ve vahşi bir toplum, onun etkisiyle aniden (serâser) aydınlandı ve ahlakları barut gibi parlayarak nurani bir hale geldi.

**Genel Mesaj**: İnsan fıtratı, uygun şartlarda aniden veya yavaş yavaş değişebilir. Peygamber Efendimiz’in bakışı ve himmeti, cahil bir toplumu kısa sürede elmas gibi değerli bir medeniyete dönüştürmüştür. Bu, İslam’ın dönüştürücü gücünü ve bir anın yıllara bedel olabileceğini gösterir.

### **3. Yalan, Bir Lafz-ı Kâfirdir**

**Metin:**
> Yalan, bir lafz-ı kâfirdir
> Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı.
> Yeri verir sükûta, eğer çıksa zararlı. Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalı. Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı.
> Lâkin hakkın olamaz, her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli.
> خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرَ
> kendine düstur etmeli.
> Güzel gör hem güzel bak. Tâ güzel düşünmeli. Güzel bil hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı.
> Hayat içinde hayattır, hüsn-ü zanda emeli. Sû-i zanla yeistir saadet muharribi hem de hayatın kâtili.

**İzah:**
Bu bölüm, doğruluk (sıdk) ve yalanın doğası, güzel düşünmenin hayat üzerindeki etkisi ve hüsn-ü zan (iyi niyet) ile sû-i zannın (kötü niyet) sonuçlarını ele alıyor.

  1. **“Yalan, bir lafz-ı kâfirdir”**: Yalan, kâfirce bir sözdür (lafz-ı kâfir). Çünkü yalan, hakikati örtmek ve gerçeği inkâr etmektir, bu da kâfirliğin özüne benzer.
  2. **“Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali”**: Tek bir doğru söz (sıdk), milyonlarca yalanı yok eder. Tek bir hakikat tanesi, hayali bir sarayı (kasr-ı hayal) yıkar. Bu, doğruluğun ve hakikatin gücünü vurgular.
  3. **“Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı”**: Doğruluk, büyük bir temel (esas) ve parlak bir cevherdir. Sıdk, ahlakın ve dinin temel taşlarından biridir.
  4. **“Yeri verir sükûta, eğer çıksa zararlı. Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalı”**: Eğer bir söz zarar verecekse, susmak (sükût) tercih edilmelidir. Yalan ise hiçbir şekilde kabul edilemez, hatta faydalı gibi görünse bile. Bu, İslam’ın yalana asla izin vermediğini gösterir.
  5. **“Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı. Lâkin hakkın olamaz, her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli”**: Her söz doğru, her hüküm hak olmalıdır. Ancak her doğruyu her zaman söylemek doğru değildir. Örneğin, bir doğruyu söylemek zarar verecekse, susmak daha iyidir. Bu, hikmetli konuşmanın önemini vurgular.
  6. **“خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرَ kendine düstur etmeli”**: “Saf olanı al, bulanığı terk et” (Arapça düstur) ilkesini kendine rehber edinmelisin. Bu, hayatında temiz, doğru ve faydalı olanı seçmeyi öğütler.
  7. **“Güzel gör hem güzel bak. Tâ güzel düşünmeli. Güzel bil hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı”**: Güzel görmek ve güzel bakmak, güzel düşünmeyi sağlar. Güzel bilmek ve düşünmek ise insana lezzetli bir hayat sunar. Bu, olumlu bakış açısının ve güzel ahlakın hayatı güzelleştirdiğini ifade eder.
  8. **“Hayat içinde hayattır, hüsn-ü zanda emeli. Sû-i zanla yeistir saadet muharribi hem de hayatın kâtili”**: Hüsn-ü zan (iyi niyet), hayatın içindeki gerçek hayattır ve insanın emelini (umudunu) canlı tutar. Ancak sû-i zan (kötü niyet) ve yeis (umutsuzluk), saadeti yok eder ve hayatın katilidir. Bu, olumlu düşünmenin ve iyi niyetin insanı mutlu ettiğini, kötü niyetin ise hayatı zehirlediğini gösterir.

**Genel Mesaj**: Doğruluk (sıdk), ahlakın temel taşıdır ve yalan her durumda reddedilmelidir. Güzel düşünmek ve iyi niyet (hüsn-ü zan), hayatı lezzetli kılar; kötü niyet ve umutsuzluk ise saadeti yok eder. Müslümanlar, hikmetle konuşmalı, saf olanı seçmeli ve olumlu bir bakış açısıyla yaşamalıdır.

### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarını yansıtan derin bir tefekkür sunar:
1. **Küçük Hareketlerin Büyük Etkileri**: Küçük bir hareket, uygun şartlarda insanı ya en yüksek mertebelere çıkarır ya da en aşağı seviyelere düşürür.
2. **İslam’ın Dönüştürücü Gücü**: Peygamber Efendimiz’in bakışı, cahil bir toplumu elmas gibi değerli bir medeniyete dönüştürmüştür. Bir an, yıllara bedel olabilir.
3. **Doğruluk ve Güzel Düşünme**: Doğruluk, ahlakın temelidir ve yalan her durumda reddedilmelidir. Hüsn-ü zan, hayatı güzelleştirir; sû-i zan ise saadeti yok eder.

Bu metin, Müslümanlara dikkatli ve hikmetli davranmayı, İslam’ın dönüştürücü gücüne inanmayı, doğruluğa bağlı kalmayı ve güzel düşünmeyi öğütler. Aynı zamanda, küçük kararların ve niyetlerin hayat üzerindeki büyük etkilerini hatırlatır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Beşer esirliği parçaladığı gibi ecîrliği de parçalayacaktır

Beşer esirliği parçaladığı gibi ecîrliği de parçalayacaktır 

   Bir rüyada demiştim: Devletler, milletlerin hafif muharebesi; tabakat-ı beşerin şedit olan harbine terk-i mevki ediyor.

   Zira beşer, edvarda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecîr olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor.

   Beşerin başı ihtiyar, edvar-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esaret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır geçiyor.

* * * 

Gayr-ı meşru tarîk, zıdd-ı maksuda gider 

اَلْقَاتِلُ لَا يَرِثُ

bir düstur-u azîmdir: “Gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.”

   Avrupa muhabbeti, gayr-ı meşru muhabbet hem taklit ve hem ülfet. Âkıbeti mükâfat: Mahbubun gaddarane adâveti, cinayat…

   Fâsık-ı mahrum bulmaz, ne lezzet ve ne necat.

* * * 

Cebir ve İtizal’de birer dane-i hakikat bulunur 

   Ey talib-i hakikat! Maziye hem musibet, müstakbel ve masiyet ayrı görür şeriat. Maziye, mesaibe nazar olur kadere.

   Söz olur Cebriye. Müstakbel ve maâsi nazar olur teklife, söz olur İtizale. İtizal ile Cebir

   Şurada barışırlar. Şu bâtıl mezheplerde birer dane-i hakikat mevcud mündericdir, mahsus mahalli vardır, bâtıl olan tamimdir.

* * * 

Acz ve cez’ bîçarelerin kârıdır 

   Ger istersen hayatı, çareleri bulunan şeyde acze yapışma.

   Ger istersen rahatı, çaresi bulunmayan şeyde cez’a sarılma.

* * * 

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur üslubuyla insanlık tarihindeki esaret ve tahakküm, gayr-ı meşru yolların sonuçları ve kader-tevkif ilişkisi üzerine yaptığı derin tespitleri ihtiva ediyor.

1 — Beşer esirliği parçaladığı gibi ecîrliği de parçalayacaktır

Metin özeti:

> Devletler ve milletler, insanlık tarihindeki esareti ve tahakkümü kan ve çabayla aşmıştır. Beşer, esaret istemediği için onu parçaladı; şimdi ise ecîr (borç, yükümlülük, mali veya manevi esaret) de benzer şekilde aşılacaktır.

İzah:

“Beşer esirliği parçaladı”: Tarih boyunca insanlar baskı, kölelik, sömürü ve zorbalığa karşı direnmiş, devrim ve mücadeleyle özgürlüklerini kazanmıştır.

“Ecîrliği de parçalayacak”: Günümüzde ekonomik, sosyal veya manevi yükler (borç, riba, adaletsiz sistemler) de benzer şekilde eleştirilmekte ve aşılacaktır.

“Başına ihtiyar, edvar-ı hamsesi var”: İnsanlık tarihini beş ana evre üzerinden değerlendirmiş: vahşet/bedeviyet, memlûkiyet, esaret, ecîr, özgürlük/mükafat.

Derinlik:

İnsanlık, kendi çabasıyla sadece fiziki esareti değil, ekonomik ve psikolojik bağımlılıkları da aşabilir.

Bu bir insanlık mücadelesi metaforu ve tarihî bir tefekkürdür.

2 — Gayr-ı meşru tarîk, zıdd-ı maksuda gider

Metin özeti:

> “Gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada giden, çoğunlukla maksudunun zıddıyla karşılaşır.”
Örnek: Avrupa hayranlığı veya gayr-ı meşru sevgi, sonunda hayal kırıklığı, cinayet veya zarar getirir.

İzah:

İnsan gayr-ı meşru yollarla (ahlâk dışı, hukuksuz veya şeriata aykırı) bir hedefe ulaşmaya çalışırsa, neticede genellikle hedefinin tam tersi ile karşılaşır.

Bu, hem bireysel hem toplumsal hayat için geçerlidir: yanlış yöntemler doğru sonucu vermez.

Bu, “sebep-sonuç uyumu” ve hikmetli adaletin bir göstergesidir.

Güncel örnekler:

Yolsuzluk, haksız kazanç veya taklit yoluyla elde edilen “refah” çoğu zaman felakete yol açar.

Kötü niyetle kurulan ilişkiler ve bağlar, zamanla birey veya toplumu zarara uğratır.

3 — Cebir ve İtizal’de birer dane-i hakikat bulunur

Metin özeti:

> Cebriye ve İtizal gibi mezheplerde veya felsefî görüşlerde yanlış gibi görünen yerlerde bile birer hakikat zerresi vardır; bunların mahsus mahalli vardır.

İzah:

Cebriye: İnsan iradesinin tamamen kaderin hükmüne bağlı olduğunu savunan görüş.

İtizal: Kader ile insanın fiilî sorumluluğunu uzlaştırmaya çalışan görüş.

Her mezhep veya görüş tamamen yanlış değildir; içinde hakikate dair bir unsur vardır.

Ancak bu hakikatler, kendi bağlamında ve sınırlı ölçüde doğrudur; tam ve mutlak hakikat Kur’an ve sünnettedir.

Derinlik:

Tarih boyunca farklı akımların ortaya çıkması, insanın hakikati arayışının bir yansımasıdır.

Burada tolerans ve hikmetli değerlendirme mesajı verir: yanlış görünende de doğru bir unsur olabilir.

4 — Acz ve cez’ bîçarelerin kârıdır

Metin özeti:

> Eğer bir şeyin çaresi varsa ona acz ile tutunma; eğer çaresi yoksa ona cez’a ile sarılma.

İzah:

Acz: İnsan bir imkân veya çareye sahipken çaresizlik göstermemelidir.

Cez’a: İnsan bir sıkıntıya veya musibete çare bulamadığında fazladan çaba veya panik göstermemelidir.

İnsan aklı ve iradesi hakikate uygun şekilde davranmalıdır; gereksiz yere acziyet veya zorlamaya kapılmak yanlış olur.

Pratik anlamı:

Zorlayıcı ve çaresiz görünen durumlarda sabır ve hikmetle hareket etmek gerekir.

İnsan yalnızca elinden geleni yapmalı, geri kalanı Allah’ın takdirine bırakmalıdır.

5 — Tefsirî ve hikmetli dersler

  1. Tarihî ve sosyal boyut:

İnsanlık, esareti tarih boyunca parçalamış; bugünkü ekonomik veya toplumsal yükleri de aşacaktır.

  1. Gayr-ı meşru yolların neticesi:

Yanlış ve ahlâk dışı yöntemler, çoğunlukla hedefin tam tersine sebep olur.

  1. Hakikat zerreleri:

Yanlış görünen felsefî veya mezhebi görüşlerde bile hakikatin küçük parçaları vardır.

Ancak bütünlük ve mutlak hakikat, Kur’an ve sünnette bulunur.

  1. Acz ve cez’a ilkesi:

İnsan, yapabileceği ve yapamayacağı durumları doğru tespit etmeli; gereksiz çaba veya çaresizliğe düşmemelidir.

  1. Pratik çıkarım:

Hem bireysel hem toplumsal düzeyde, adalet, sabır ve hikmetle hareket etmek gerekir.

Sosyal ve ekonomik hayat, ahlâkî ve şeriatî ölçülere göre düzenlenmelidir.

******

Metin, dört ana bölüme ayrılıyor:

  1. **Beşer esirliği parçaladığı gibi ecîrliği de parçalayacaktır**: İnsanlığın tarihsel evreleri ve esaret ile ücretli kölelik (ecîrlik) arasındaki geçiş.
    2. **Gayr-ı meşru tarîk, zıdd-ı maksuda gider**: Gayrimeşru yolların, istenen hedefin tersine sonuçlar doğurması.
    3. **Cebir ve İtizal’de birer dane-i hakikat bulunur**: Cebriyye ve İ’tizal mezheplerindeki hakikat çekirdekleri.
    4. **Acz ve cez’ bîçarelerin kârıdır**: Acizlik ve telaşın, çaresizlerin zararına olduğu.

Her bir bölümü ayrı ayrı, geniş ve detaylı bir şekilde izah edelim.

### **1. Beşer Esirliği Parçaladığı Gibi Ecîrliği de Parçalayacaktır**

**Metin:**
> Beşer esirliği parçaladığı gibi ecîrliği de parçalayacaktır
> Bir rüyada demiştim: Devletler, milletlerin hafif muharebesi; tabakat-ı beşerin şedit olan harbine terk-i mevki ediyor.
> Zira beşer, edvarda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecîr olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor.
> Beşerin başı ihtiyar, edvar-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esaret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır geçiyor.

**İzah:**
Bu bölüm, insanlık tarihinin evrelerini ve esaretin evrimini ele alıyor. İnsanlığın esareti reddetmesi ve ücretli köleliğe (ecîrliğe) geçişi, nihayetinde bu sistemin de yıkılacağı öngörüsüyle tartışılıyor.

  1. **“Beşer esirliği parçaladığı gibi ecîrliği de parçalayacaktır”**: İnsanlık (beşer), tarih boyunca esareti reddetmiş ve onu kanıyla yok etmiştir. Şimdi ise ücretli kölelik (ecîrlik, yani modern anlamda ücret karşılığı çalışma) dönemindedir, ancak bu sistemi de parçalayacaktır. Bu, insanlığın özgürlük arayışının devam ettiğini ve hiçbir baskı sistemini uzun süre kabul etmeyeceğini ifade eder.
  2. **“Bir rüyada demiştim: Devletler, milletlerin hafif muharebesi; tabakat-ı beşerin şedit olan harbine terk-i mevki ediyor”**: Bediüzzaman, bir rüyasında devletler arasındaki savaşların (milletlerin hafif muharebesi) yerini, sınıflar arasındaki şiddetli çatışmalara (tabakat-ı beşerin şedit harbi) bıraktığını görmüştür. Bu, modern çağda sınıf mücadelelerinin (zengin-fakir, seçkin-avam) öne çıktığını ve devletler arası savaşların yerini toplumsal çatışmalara bıraktığını gösterir.
  3. **“Zira beşer, edvarda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecîr olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor”**: İnsanlık, tarih boyunca esareti (köleliği) kabul etmemiş ve onu mücadeleyle (kanıyla) yok etmiştir. Ancak modern çağda, esaretin yerini ücretli kölelik (ecîrlik) almıştır. İnsanlar, ekonomik sistemin yükünü çekmekte (ücret karşılığı çalışarak) ve bu sistemi de yıkmaya başlamaktadır. Bu, kapitalist sistemin sömürüye dayalı yapısına bir eleştiridir.
  4. **“Beşerin başı ihtiyar, edvar-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esaret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır geçiyor”**: İnsanlık tarihi, beş evreden (edvar-ı hamsesi) geçmiştir:
    – **Vahşet ve bedeviyet**: İnsanlığın ilkel ve göçebe dönemi.
    – **Memlûkiyet**: Kölelik sistemi.
    – **Esaret**: Daha geniş anlamda kölelik ve baskı dönemi.
    – **Ecîrlik**: Ücretli kölelik, yani modern ekonomik sistemde ücret karşılığı çalışma.
    – **Başlamıştır geçiyor**: Ecîrlik dönemi de geçmektedir; insanlık, bu sistemi de sorgulamaya ve değiştirmeye başlamıştır.
    Bu, insanlığın sürekli özgürlük arayışında olduğunu ve hiçbir baskı sisteminin kalıcı olmadığını gösterir.

**Genel Mesaj**: İnsanlık, esareti reddetmiş ve kanıyla bu sistemi yıkmıştır. Ancak modern çağda, esaretin yerini ücretli kölelik (ecîrlik) almıştır. İnsanlık, bu sistemi de sorgulayacak ve özgürlük arayışını sürdürecektir. Bu, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmaların artacağını ve mevcut ekonomik sistemin sürdürülemez olduğunu öngörür.

### **2. Gayr-ı Meşru Tarîk, Zıdd-ı Maksuda Gider**

**Metin:**
> Gayr-ı meşru tarîk, zıdd-ı maksuda gider
> اَلْقَاتِلُ لَا يَرِثُ
> bir düstur-u azîmdir: “Gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.”
> Avrupa muhabbeti, gayr-ı meşru muhabbet hem taklit ve hem ülfet. Âkıbeti mükâfat: Mahbubun gaddarane adâveti, cinayat…
> Fâsık-ı mahrum bulmaz, ne lezzet ve ne necat.

**İzah:**
Bu bölüm, gayrimeşru yollarla bir hedefe ulaşmaya çalışmanın, genellikle istenenin tersine sonuçlar doğurduğunu ele alıyor. Özellikle Avrupa’ya (Batı’ya) yönelik yanlış bir hayranlık ve taklidin zararları vurgulanıyor.

  1. **“Gayr-ı meşru tarîk, zıdd-ı maksuda gider”**: Gayrimeşru yollarla (İslam’a aykırı yöntemlerle) bir hedefe ulaşmaya çalışan kişi, genellikle istediğinin tersiyle karşılaşır (zıdd-ı maksud). Bu, ahlaki ve meşru olmayan yolların başarısızlıkla sonuçlanacağını ifade eder.
  2. **“اَلْقَاتِلُ لَا يَرِثُ bir düstur-u azîmdir”**: “Katil, miras alamaz” (Al-Qātilu lā yarithu), İslam hukukunun önemli bir kuralıdır. Bu, gayrimeşru yolların cezalandırılacağını gösteren bir ilahi düsturdur. Örneğin, bir mirasa haksız yere el koymak isteyen bir katil, mirastan mahrum bırakılır.
  3. **“Gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat”**: Gayrimeşru yollarla bir hedefe ulaşmaya çalışan kişi, genellikle hedefinin tersiyle cezalandırılır (mücazat). Örneğin, zenginlik için hırsızlık yapan biri, fakirlikle cezalandırılabilir.
  4. **“Avrupa muhabbeti, gayr-ı meşru muhabbet hem taklit ve hem ülfet”**: Avrupa’ya (Batı’ya) duyulan sevgi, eğer İslam’a aykırı bir şekilde (gayr-ı meşru) taklit ve aşırı alışkanlık (ülfet) şeklinde olursa zararlıdır. Bu, Batı’nın kültürünü, ahlakını ve sistemlerini körü körüne taklit etmeyi eleştirir.
  5. **“Âkıbeti mükâfat: Mahbubun gaddarane adâveti, cinayat”**: Bu taklidin sonucu (mükâfat), sevilen şeyin (Avrupa’nın) gaddarane düşmanlığı (adâvet) ve cinayetleridir. Yani, Batı’yı taklit edenler, onun dostluğunu değil, düşmanlığını ve zararlarını görür.
  6. **“Fâsık-ı mahrum bulmaz, ne lezzet ve ne necat”**: Günahkâr (fâsık) ve hakikatten mahrum olanlar, ne gerçek bir lezzet ne de kurtuluş (necat) bulabilir. Bu, gayrimeşru yolların ve yanlış taklidin insanı manevi ve maddi olarak tatminsiz bıraktığını gösterir.

**Genel Mesaj**: Gayrimeşru yollar, hedefin tersiyle sonuçlanır. Özellikle Batı’yı körü körüne taklit etmek, Müslümanları düşmanlık ve cinayetle karşı karşıya bırakır. Hakikat yolundan sapmak, ne lezzet ne de kurtuluş getirir.

### **3. Cebir ve İtizal’de Birer Dane-i Hakikat Bulunur**

**Metin:**
> Cebir ve İtizal’de birer dane-i hakikat bulunur
> Ey talib-i hakikat! Maziye hem musibet, müstakbel ve masiyet ayrı görür şeriat. Maziye, mesaibe nazar olur kadere.
> Söz olur Cebriye. Müstakbel ve maâsi nazar olur teklife, söz olur İtizale. İtizal ile Cebir
> Şurada barışırlar. Şu bâtıl mezheplerde birer dane-i hakikat mevcud mündericdir, mahsus mahalli vardır, bâtıl olan tamimdir.

**İzah:**
Bu bölüm, İslam’daki iki sapkın mezhep olan Cebriyye ve İ’tizal’in (Mu’tezile) görüşlerinde birer hakikat çekirdeği olduğunu, ancak genellemelerinin (tamim) yanlış olduğunu ele alıyor.

  1. **“Cebir ve İtizal’de birer dane-i hakikat bulunur”**: Cebriyye (insanın iradesini tamamen yok sayan, her şeyi kadere bağlayan mezhep) ve İ’tizal (insanın tam bir irade özgürlüğüne sahip olduğunu savunan mezhep), her ne kadar bâtıl olsalar da, birer hakikat çekirdeği içerirler.
  2. **“Ey talib-i hakikat! Maziye hem musibet, müstakbel ve masiyet ayrı görür şeriat”**: Hakikat arayıcısına seslenerek, şeriatın geçmişi (maziye) ve musibetleri, geleceği (müstakbel) ve günahları (masiyet) farklı şekilde ele aldığı belirtilir.
  3. **“Maziye, mesaibe nazar olur kadere. Söz olur Cebriye”**: Geçmişteki olaylar ve musibetler, kader açısından değerlendirilir. Bu noktada Cebriyye’nin görüşü (her şeyin kaderle belirlendiği) bir hakikat çekirdeği içerir. Çünkü musibetler, Allah’ın takdiriyle gerçekleşir ve insan bu konuda iradesizdir.
  4. **“Müstakbel ve maâsi nazar olur teklife, söz olur İtizale”**: Gelecekteki olaylar ve günahlar, insanın sorumluluğu (teklif) açısından değerlendirilir. Bu noktada İ’tizal’in görüşü (insanın irade özgürlüğü) bir hakikat çekirdeği içerir. Çünkü insan, gelecekteki eylemlerinden ve günahlarından sorumludur.
  5. **“İtizal ile Cebir şurada barışırlar”**: Cebriyye ve İ’tizal, bu iki noktada (geçmiş-kader, gelecek-teklif) uzlaşır. Her ikisi de bir yönüyle hakikatin bir parçasını yakalar.
  6. **“Şu bâtıl mezheplerde birer dane-i hakikat mevcud mündericdir, mahsus mahalli vardır, bâtıl olan tamimdir”**: Bu mezheplerde birer hakikat çekirdeği vardır ve bu çekirdekler, belirli bir alanda (mahalli) geçerlidir. Ancak bu mezheplerin hatası, bu hakikati genelleştirerek (tamim) her şeye uygulamalarıdır. Cebriyye, kaderi her şeye geneller; İ’tizal ise irade özgürlüğünü abartır. Ehl-i Sünnet, bu iki hakikati dengeli bir şekilde birleştirir.

**Genel Mesaj**: Cebriyye ve İ’tizal, birer hakikat çekirdeği içerir, ancak genellemeleri yanlıştır. Şeriat, geçmişi kaderle, geleceği ise insanın sorumluluğuyla değerlendirir. Ehl-i Sünnet, bu iki görüşü dengeli bir şekilde birleştirir.

### **4. Acz ve Cez’ Bîçarelerin Kârıdır**

**Metin:**
> Acz ve cez’ bîçarelerin kârıdır
> Ger istersen hayatı, çareleri bulunan şeyde acze yapışma.
> Ger istersen rahatı, çaresi bulunmayan şeyde cez’a sarılma.

**İzah:**
Bu bölüm, acizlik (acz) ve telaş (cez’) göstermenin, çaresizlerin zararına olduğunu ele alıyor. İnsan, çaba göstermeli ve teslimiyeti doğru yerde kullanmalıdır.

  1. **“Acz ve cez’ bîçarelerin kârıdır”**: Acizlik (acz) ve telaş/panik (cez’), çaresizlerin (bîçarelerin) özelliğidir ve onlara zarar verir. Bu, insanın zayıflığına teslim olmasının veya gereksiz yere panik yapmasının faydasız olduğunu gösterir.
  2. **“Ger istersen hayatı, çareleri bulunan şeyde acze yapışma”**: Eğer hayatı (huzur ve başarıyı) istiyorsan, çaresi olan konularda acizliğe kapılma. Yani, insanın elinden gelen bir şey varsa, çaba göstermeli ve pes etmemelidir.
  3. **“Ger istersen rahatı, çaresi bulunmayan şeyde cez’a sarılma”**: Eğer rahatlık istiyorsan, çaresi olmayan konularda telaş yapma (cez’a sarılma). İnsan, kontrol edemediği şeylerde teslimiyet göstermeli ve gereksiz yere panik yapmamalıdır.

**Genel Mesaj**: İnsan, çaresi olan konularda çaba göstermeli, çaresi olmayan konularda ise teslimiyetle rahat bulmalıdır. Acizlik ve telaş, çaresizlerin zararına olur ve insanı huzursuz eder.

### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarını yansıtan derin bir tefekkür sunar:
1. **İnsanlık Tarihi ve Özgürlük**: İnsanlık, esareti reddetmiş ve şimdi ücretli kölelik (ecîrlik) dönemindedir. Ancak bu sistem de sürdürülemezdir ve sınıflar arası çatışmalar artmaktadır.
2. **Gayrimeşru Yollar**: Gayrimeşru yollar, hedefin tersiyle sonuçlanır. Özellikle Batı’yı körü körüne taklit etmek, Müslümanları zarar ve düşmanlıkla karşı karşıya bırakır.
3. **Cebriyye ve İ’tizal**: Bu mezheplerde birer hakikat çekirdeği vardır, ancak genellemeleri yanlıştır. Ehl-i Sünnet, kader ve irade özgürlüğünü dengeli bir şekilde birleştirir.
4. **Acz ve Cez’**: Çaresi olan konularda acizlik, çaresi olmayan konularda telaş göstermek zararlıdır. İnsan, çaba ve teslimiyet arasında denge kurmalıdır.

Bu metin, Müslümanlara özgürlük arayışında meşru yollara bağlı kalmayı, Batı taklitçiliğinden sakınmayı, hakikat arayışında dengeli bir yaklaşımı benimsemeyi ve acizlik ile telaştan uzak durmayı öğütler. Aynı zamanda, modern dünyanın ekonomik ve toplumsal sistemlerine eleştirel bir bakış sunar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Hayat-ı ihtilal; mevt-i zekât, hayat-ı ribadan çıkmış

Hayat-ı ihtilal; mevt-i zekât, hayat-ı ribadan çıkmış 

   Bi’l-cümle ihtilalat, bütün herc ü fesadat hem asıl hem madeni; rezail ve seyyiat, bütün fâsid hasletler,

   Muharrik ve menbaı iki kelimedir tek yahut iki kelâmdır. Birincisi şudur ki: “Ben tok olsam, başkalar

   Acından ölse neme lâzım!” İkincisi: “Rahatım için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler!”

   Birinci kelimede olan semm-i kātili hem kökünü kesecek, şâfî deva olacak tek bir devası vardır.

   O da zekât-ı şer’î ki bir rükn-ü İslâm’dır. İkinci kelimede, zakkum-şecer münderic. Onun ırkını kesecek, ribanın hurmetidir.

   Beşer salah isterse, hayatını severse zekâtı vaz’etmeli, ribayı kaldırmalı.

* * * 

Beşer hayatını isterse enva-ı ribayı öldürmeli 

   Tabaka-i havastan tabaka-i avama sıla-i rahim kopmuştur. Aşağıdan fırlıyor

   Sadâ-yı ihtilalî, vaveylâ-yı intikamî, kin ü hased enîni… Yukarıdan iniyor

   Zulüm ve tahkir ateşi, tekebbürün sıkleti, tahakküm sâıkası… Aşağıdan çıkmalı

   Tahabbüb ve itaat, hürmet ve hem imtisal. Fakat merhamet ve ihsan yukarıdan inmeli,

   Hem şefkat ve terbiye… Beşer bunu isterse sarılmalı zekâta, ribayı tard etmeli.

   Kur’an’ın adaleti bab-ı âlemde durup ribaya der: “Yasaktır! Hakkın yoktur, dönmeli!”

   Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. Müdhişini yemeden bu emri dinlemeli.

*******

Bu metin, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur üslubuyla sosyal adalet, iktisat ve insanî hayatın ahlâkî temellerini işleyen önemli bir pasajdır.

1 — Hayat-ı ihtilal; mevt-i zekât, hayat-ı ribadan çıkmış

Metin özeti:

> Bi’l-cümle ihtilalat, bütün herc ü fesadat hem asıl hem madeni; rezail ve seyyiat, bütün fâsid hasletler, muharrik ve menbaı iki kelimedir:

  1. “Ben tok olsam, başkaları acından ölse ne mâlâzım!”
  2. “Rahatım için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler!”

    İzah:

“Hayat-ı ihtilal”: Toplumdaki kaos, anarşi, adaletsizlik ve sosyal huzursuzluk.

“Mevt-i zekât, hayat-ı ribadan çıkmış”: Zekât uygulanmazsa, riba (faiz, haksız kazanç) yayılırsa toplumun hayatı bozulur. Zekât sosyal hayatın “can suyu” iken, riba zehir gibidir.

İki temel kötülük kaynağı:

  1. Bencillik ve egoizm: “Ben tok olsam, başkası acı çekse ne mâlâzım!”

Sosyal sorumluluğun yokluğu; yoksula duyarsızlık.

Çözümü: Zekât ve infak, bireyi bu egoizmden kurtarır.

  1. Haksız kazanç ve sömürü: “Rahatım için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim.”

Toplumsal adaletsizlik, emeğin çalınması, riba ve sömürü.

Çözümü: Ribayı kaldırmak, emeğe saygı göstermek.

Derinlik:

İnsanî hayatın bozulması iki kaynaktan gelir: bireysel bencillik ve yapısal sömürü. Her ikisi de fâsid hasletlerdir; yani hem kötü alışkanlık hem de toplumsal kötülük üretir.

Güncel örnekler:

Gelir adaletsizliği, kapitalist sömürü düzeninde işçiye ödenmeyen haklar.

Sosyal yardımlaşmanın yokluğu; zekât veya hayır kurumlarının etkin kullanılmaması sonucu yoksulluk ve suça sebep olabilecek boşluklar.

2 — Beşer hayatını isterse enva-ı ribayı öldürmeli

Metin özeti:

> Tabaka-i havastan tabaka-i avama sıla-i rahim kopmuştur. Aşağıdan fırlıyor kin, haset, intikam… Yukarıdan iniyor zulüm, tekebbür, tahakküm…
Tahabbüb ve itaat, hürmet ve imtisal; merhamet ve ihsan yukarıdan gelmeli.
Beşer bunu isterse sarılmalı zekâta, ribayı tâd etmeli.

İzah:

Sosyal hayat iki yönlüdür:

Aşağıdan yukarıya: Kin, haset, intikam ve sosyal huzursuzluk.

Yukarıdan aşağıya: Zulüm, tekebbür, tahakküm ve adaletsizlik.

Çözüm:

Merhamet ve ihsan, yani “hayır” ve toplumsal sorumluluk yukarıdan aşağıya gelmeli.

Bireyler, zekât ve infak ile bu zinciri kırmalı; riba ve sömürüyü kaldırmalı.

Derinlik:

Ekonomik adalet ve zekât toplumsal barışın temelidir.

Riba ve haksız kazanç sadece bireysel günah değil, toplumsal huzursuzluğun köküdür.

Kur’an’ın emirleri, adaleti temin eden sınırlar koyar: “Yasaktır! Hakkın yoktur, dönmeli!” (Riba yasakları).

Güncel örnekler:

Yolsuzluk ve riba yoluyla zenginleşen elitler → toplumda sosyal nefret ve huzursuzluk artar.

Zekât ve sosyal yardım mekanizmaları, alt tabakaların hayatını kolaylaştırarak adalet zincirini sağlar.

3 — Tefsirî ve hikmetli dersler

  1. Zekâtın sosyal işlevi:

Sadece ibadet değil, toplumun can suyu. Fakir ile zengin arasındaki uçurumu kapatır, kin ve intikamı azaltır.

  1. Riba ve sömürü:

Toplumdaki en ciddi ihtilafların kaynağıdır. İnsanlar emeğe saygı göstermez, bireysel çıkar için başkasını sömürür.

  1. Toplumsal akış:

Aşağıdan yukarıya kin → devlete baskı ve şiddet.

Yukarıdan aşağıya zulüm → halkın fakirleşmesi ve huzursuzluğu.

Çözüm: Merhamet ve adalet yukarıdan inmelidir, bireyler de zekât ve ihsan ile katkıda bulunmalıdır.

  1. Bireysel sorumluluk:

Zengin, sadece tok olmayı düşünmemeli; fakiri gözetmeli.

Çalışan emeğinin karşılığını almalı; sömürü yasaklanmalı.

  1. Toplumsal düzen ve Kur’an emri:

Kur’an zekâtı ve ribayı düzenleyici emirler olarak verir; bunları uygulamak, hem bireysel hem toplumsal huzuru sağlar.

Uymayan toplum, “yedi bir sille” yani acı ve zararla karşılaşır; bunun mecazî ve fiilî boyutu vardır.

4 — Pratik çıkarımlar

Birey: Zekât ve infak ile hem nefsi terbiye eder hem toplumun huzuruna katkı sağlar.

Toplum: Riba ve sömürünün önlenmesi, ekonomik adaletin sağlanması, barışın ve güvenin temeli.

Devlet: Zekât mekanizmalarını etkin kılmalı, riba ve haksız kazancı sınırlamalıdır.

Manevî bakış: Sosyal sorumluluk ve merhamet, sadece bireyden değil, toplumsal zincirden başlar; yöneticiler ve liderler bu adaleti hayata geçirmelidir.

*****

Metin, iki ana bölüme ayrılıyor:

  1. **Hayat-ı ihtilal; mevt-i zekât, hayat-ı ribadan çıkmış**: Toplumsal kargaşa (ihtilal), zekâtın ihmali ve ribanın (faizin) yaygınlaşmasından kaynaklanır.
    2. **Beşer hayatını isterse enva-ı ribayı öldürmeli**: İnsanlık huzur ve adalet istiyorsa, zekâtı uygulamalı ve ribayı kaldırmalıdır.

### **1. Hayat-ı İhtilal; Mevt-i Zekât, Hayat-ı Ribadan Çıkmış**

**Metin:**
> Hayat-ı ihtilal; mevt-i zekât, hayat-ı ribadan çıkmış
> Bi’l-cümle ihtilalat, bütün herc ü fesadat hem asıl hem madeni; rezail ve seyyiat, bütün fâsid hasletler,
> Muharrik ve menbaı iki kelimedir tek yahut iki kelâmdır. Birincisi şudur ki: “Ben tok olsam, başkalar
> Acından ölse neme lâzım!” İkincisi: “Rahatım için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler!”
> Birinci kelimede olan semm-i kātili hem kökünü kesecek, şâfî deva olacak tek bir devası vardır.
> O da zekât-ı şer’î ki bir rükn-ü İslâm’dır. İkinci kelimede, zakkum-şecer münderic. Onun ırkını kesecek, ribanın hurmetidir.
> Beşer salah isterse, hayatını severse zekâtı vaz’etmeli, ribayı kaldırmalı.

**İzah:**
Bu bölüm, toplumsal kargaşa ve ahlaki çöküşün (ihtilal, herc ü fesad) temel nedenlerini ele alıyor. Zekâtın ihmali ve ribanın (faizin) yaygınlaşması, bu sorunların ana kaynağı olarak görülüyor. Çözüm ise zekâtın uygulanması ve ribanın kaldırılmasıdır.

  1. **“Hayat-ı ihtilal; mevt-i zekât, hayat-ı ribadan çıkmış”**: Toplumdaki kargaşa ve isyan (hayat-ı ihtilal), zekâtın ölmesi (mevt-i zekât) ve ribanın (faizin) yaygınlaşmasından (hayat-ı riba) kaynaklanır. Zekât, İslam’ın sosyal adalet sisteminin temel taşıdır ve zengin ile fakir arasında denge sağlar. Ancak zekâtın uygulanmaması, toplumda eşitsizlik ve huzursuzluk doğurur. Riba ise servetin belirli ellerde toplanmasına yol açarak adaletsizliği körükler.
  2. **“Bi’l-cümle ihtilalat, bütün herc ü fesadat hem asıl hem madeni; rezail ve seyyiat, bütün fâsid hasletler, muharrik ve menbaı iki kelimedir tek yahut iki kelâmdır”**: Toplumdaki tüm kargaşalar (ihtilalat), düzensizlikler (herc ü fesad), ahlaksızlıklar (rezail) ve kötü huylar (fâsid hasletler), iki temel söz veya düşünceden kaynaklanır. Bu iki kelime, toplumsal sorunların kökenini oluşturur.
  3. **Birinci kelime: “Ben tok olsam, başkalar acından ölse neme lâzım!”**: Bu, bencilliği ve duyarsızlığı ifade eder. Zenginlerin fakirlerin açlığına kayıtsız kalması, toplumsal adaletsizliğin ve kargaşanın temel nedenlerinden biridir. Bu düşünce, zekâtın uygulanmamasının bir yansımasıdır.
  4. **İkinci kelime: “Rahatım için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler!”**: Bu, sömürüyü ve emeğin istismarını ifade eder. Zenginlerin, fakirlerin emeğini sömürerek rahat bir hayat sürmesi, ribanın (faizin) bir sonucudur. Faiz, emeği değil, parayı çalıştırarak adaletsiz bir kazanç sağlar.
  5. **“Birinci kelimede olan semm-i kātili hem kökünü kesecek, şâfî deva olacak tek bir devası vardır. O da zekât-ı şer’î ki bir rükn-ü İslâm’dır”**: Birinci kelimedeki “öldürücü zehir” (semm-i kâtil), bencillik ve duyarsızlıktır. Bunun çaresi, İslam’ın beş temel şartından biri olan zekâttır. Zekât, zenginlerin mallarını fakirlerle paylaşmasını sağlar, böylece toplumsal dengeyi ve adaleti korur.
  6. **“İkinci kelimede, zakkum-şecer münderic. Onun ırkını kesecek, ribanın hurmetidir”**: İkinci kelimede, “zakkum ağacı” gibi zehirli bir kötülük (sömürü ve faiz) saklıdır. Bunun kökü, ribanın haram kılınmasıyla kesilir. İslam, ribayı kesin bir şekilde yasaklar, çünkü faiz adaletsizliği ve sömürüyü körükler.
  7. **“Beşer salah isterse, hayatını severse zekâtı vaz’etmeli, ribayı kaldırmalı”**: İnsanlık huzur ve selamet (salah) istiyorsa, hayatını sürdürmek ve korumak istiyorsa, zekâtı uygulamalı ve ribayı kaldırmalıdır. Zekât, toplumsal dayanışmayı sağlar; riba ise toplumu böler ve eşitsizliği artırır.

**Genel Mesaj**: Toplumdaki kargaşa, ahlaki çöküş ve adaletsizlik, zekâtın ihmali ve ribanın yaygınlaşmasından kaynaklanır. Bu sorunların kökeni, bencillik (“Ben tok olsam, başkalar acından ölse neme lâzım”) ve sömürü (“Sen çalış, ben yiyeyim”) düşünceleridir. Çözüm, zekâtı uygulamak ve ribayı kaldırmaktır.

### **2. Beşer Hayatını İsterse Enva-ı Ribayı Öldürmeli**

**Metin:**
> Beşer hayatını isterse enva-ı ribayı öldürmeli
> Tabaka-i havastan tabaka-i avama sıla-i rahim kopmuştur. Aşağıdan fırlıyor
> Sadâ-yı ihtilalî, vaveylâ-yı intikamî, kin ü hased enîni… Yukarıdan iniyor
> Zulüm ve tahkir ateşi, tekebbürün sıkleti, tahakküm sâıkası… Aşağıdan çıkmalı
> Tahabbüb ve itaat, hürmet ve hem imtisal. Fakat merhamet ve ihsan yukarıdan inmeli,
> Hem şefkat ve terbiye… Beşer bunu isterse sarılmalı zekâta, ribayı tard etmeli.
> Kur’an’ın adaleti bab-ı âlemde durup ribaya der: “Yasaktır! Hakkın yoktur, dönmeli!”
> Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. (*) Müdhişini yemeden bu emri dinlemeli.

**İzah:**
Bu bölüm, toplumsal sınıflar arasındaki kopukluğu, bu kopukluğun yol açtığı kargaşayı ve çözüm olarak zekâtı uygulama ve ribayı kaldırma gerekliliğini ele alıyor. Ana fikir, Kur’an’ın adaletinin ribayı yasakladığını ve insanlığın bu emre uyması gerektiğini vurgulamaktır.

  1. **“Beşer hayatını isterse enva-ı ribayı öldürmeli”**: İnsanlık, huzurlu bir hayat istiyorsa, her türden ribayı (faizi) ortadan kaldırmalıdır. Riba, toplumsal adaletsizliğin ve eşitsizliğin temel nedenlerinden biridir.
  2. **“Tabaka-i havastan tabaka-i avama sıla-i rahim kopmuştur”**: Seçkinler (havas) ile halk (avam) arasındaki bağ (sıla-i rahim) kopmuştur. Bu, toplumsal sınıflar arasında dayanışma ve kardeşliğin kaybolduğunu ifade eder. Zenginler ve fakirler arasındaki uçurum, toplumsal huzursuzluğa yol açar.
  3. **“Aşağıdan fırlıyor sadâ-yı ihtilalî, vaveylâ-yı intikamî, kin ü hased enîni”**: Fakirlerden (aşağıdan) isyan sesleri (sadâ-yı ihtilalî), intikam çığlıkları (vaveylâ-yı intikamî) ve kin ile hasedin inlemeleri yükselir. Bu, ezilen kesimlerin adaletsizliğe karşı öfkeli bir tepki gösterdiğini ifade eder.
  4. **“Yukarıdan iniyor zulüm ve tahkir ateşi, tekebbürün sıkleti, tahakküm sâıkası”**: Zenginlerden ve seçkinlerden (yukarıdan) ise zulüm, aşağılama (tahkir), kibir (tekebbür) ve baskı (tahakküm) iner. Bu, seçkinlerin halkı ezdiğini ve kibirli bir tavır sergilediğini gösterir.
  5. **“Aşağıdan çıkmalı tahabbüb ve itaat, hürmet ve hem imtisal. Fakat merhamet ve ihsan yukarıdan inmeli, hem şefkat ve terbiye”**: Toplumun düzeni için fakirler (aşağıdan) sevgi (tahabbüb), itaat, hürmet ve uyma (imtisal) göstermelidir. Ancak zenginler ve seçkinler (yukarıdan) merhamet, ihsan (iyilik), şefkat ve terbiye sunmalıdır. Bu, karşılıklı bir toplumsal dengeyi ifade eder: Fakirler saygı gösterir, zenginler ise yardım ve şefkatle yaklaşır.
  6. **“Beşer bunu isterse sarılmalı zekâta, ribayı tard etmeli”**: İnsanlık bu düzeni istiyorsa, zekâta sarılmalı ve ribayı kovmalıdır (tard etmeli). Zekât, zengin ile fakir arasında köprü kurar; riba ise bu köprüyü yıkar.
  7. **“Kur’an’ın adaleti bab-ı âlemde durup ribaya der: ‘Yasaktır! Hakkın yoktur, dönmeli!’”**: Kur’an’ın adaleti, dünyanın kapısında durur ve ribaya “Yasaktır! Senin hakkın yok, geri dön!” der. Kur’an, ribayı açıkça haram kılmış ve adaletsiz olduğunu ilan etmiştir.
  8. **“Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. (*) Müdhişini yemeden bu emri dinlemeli”**: İnsanlık, Kur’an’ın ribayı yasaklama emrine uymadı ve bunun sonucunda bir “sille” (cezalandırma) yedi. Daha büyük ve korkunç bir ceza (müdhiş sille) gelmeden, insanlık bu emre uymalıdır. Bu, ribanın yol açtığı ekonomik ve toplumsal krizlere işaret eder.

**Genel Mesaj**: Toplumdaki sınıfsal kopukluk, isyan ve adaletsizlik, zekâtın ihmali ve ribanın yaygınlaşmasından kaynaklanır. Kur’an, ribayı yasaklar ve zekâtı emreder. İnsanlık, huzur ve adalet istiyorsa, bu ilahi emirlere uymalıdır. Aksi takdirde, ribanın yol açtığı krizler ve cezalar kaçınılmazdır.

### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarını yansıtan derin bir tefekkür sunar:
1. **Zekât ve Riba**: Toplumsal kargaşa ve ahlaki çöküş, zekâtın ihmali ve ribanın yaygınlaşmasından kaynaklanır. Zekât, bencilliği ve adaletsizliği önler; riba ise sömürüyü ve eşitsizliği körükler.
2. **Toplumsal Denge**: Seçkinler ile avam arasında kopan bağ, isyan ve zulme yol açar. Fakirler saygı ve itaat göstermeli, zenginler ise merhamet ve ihsan sunmalıdır. Bu denge, zekâtla sağlanır ve ribayla bozulur.
3. **Kur’an’ın Adaleti**: Kur’an, ribayı yasaklayarak adaleti emreder. İnsanlık, bu emre uymazsa cezalandırılır.

Bu metin, Müslümanlara zekâtın ve ribanın toplumsal etkilerini anlamayı, Kur’an’ın adalet sistemine uymayı ve bencillik ile sömürüden sakınmayı öğütler. Aynı zamanda, modern dünyanın faiz temelli ekonomik sistemine karşı bir eleştiri sunar ve İslam’ın sosyal adalet modelini vurgular.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Çatırdayan Düzen ve Türkiye’ye Yönelen Hücumlar

Çatırdayan Düzen ve Türkiye’ye Yönelen Hücumlar

Son yüzyıldır Türkiye üzerinde oynanan oyunların özü, yalnızca bir ülkenin iç dengelerini sarsmak değil, aynı zamanda İslam dünyasının kalbi sayılabilecek bir milleti yönlendirmek ve kontrol altında tutmaktır. Bugün içeride ve dışarıda görülen saldırıların, entrikaların, kışkırtmaların temelinde bu tarihi arka plan yatmaktadır.

Osmanlı’nın Yıkılışı ve Yeni Düzenin Kuruluşu

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, yalnızca bir devletin tarihten silinmesi değil, Batı için büyük bir fırsattı. Çünkü Osmanlı’nın çöküşüyle beraber İslam dünyası sahipsiz bırakılacak, Batı merkezli bir düzen kurulacaktı. Bu yeni düzenin temeli laiklik adı altında dine karşı mesafe, İslam düşmanlığı ve milli kimliği zayıflatma üzerine inşa edildi.

Cumhuriyet Dönemi Politikaları: Din ile Halkın Arasına Set

Geçmişte, dini değerleri zayıflatmak adına eğitimden kültüre kadar birçok alanda baskıcı uygulamalar yürürlüğe konuldu. Ezanın Türkçeleştirilmesi, Kur’an öğretiminin yasaklanması, tekkelerin kapatılması ve dindar kesimin dışlanması, aslında milletin ruhunu kurutmayı hedefleyen politikalardı. Bu uygulamalar Batı’nın da desteğiyle yürütüldü; çünkü güçlü bir Türkiye’nin, İslam dünyasının liderliğini yeniden üstlenmesinden endişe ediliyordu.

Soğuk Savaş ve Vesayet Dönemi

Türkiye, NATO’ya girerek Batı’nın askeri ve siyasi kanatları arasına alındı. Ancak bu ittifak, Türkiye’ye güvenlik sağlama kisvesi altında vesayet sistemini derinleştirdi. Darbeler, muhtıralar, ekonomik baskılar hep bu düzenin devamı için devreye sokuldu. Laiklik, irtica, bölücülük gibi kavramlar sürekli ısıtılarak piyasaya sürüldü; toplum sürekli kutuplaştırıldı.

PKK, FETÖ ve Taşeron Yapılar
1980 sonrası Türkiye’nin başına bela edilen PKK, aslında bölgesel bir taşeron örgüttü. Türkiye’nin enerjisini, gücünü, kaynaklarını tüketmek için planlandı. Aynı şekilde FETÖ yapılanması da dini bir cemaat görüntüsü altında Batı’nın “arka kapı operasyonu” olarak büyütüldü. Amaç, gerektiğinde Türkiye’nin en mahrem noktalarını felç edecek bir güç hazırlamaktı.

Bugün: Çatırdayan Düzen

Artık bu yüz yıllık düzen eskisi gibi işlemiyor. Türkiye’nin kendi silahlarını üretmesi, bağımsız dış politika hamleleri, İslam dünyasında yeniden bir merkez olma iddiası, Batı’nın planlarını bozuyor. Bu yüzden saldırılar hem içeriden hem dışarıdan artıyor. İsrail’in, ABD’nin ve Avrupa’daki odakların Türkiye karşıtlığı tesadüf değil; bu, “düzeni kaybetme korkusunun” yansımasıdır.

İbretler ve Dersler

Geçmişte “irtica” diyerek dindar halkın üzerine yürüyenler, bugün aynı senaryoları “terör” ve “radikallik” kavramlarıyla yeniden piyasaya sürüyor. Dün ezanı susturan zihniyet, bugün de aynı ruhla, farklı maskelerle ortaya çıkıyor. Ancak değişmeyen hakikat şudur: Ne laiklik sopasıyla, ne de taşeron örgütlerle Türkiye’yi istedikleri gibi dizayn edemiyorlar.

Sonuç: Direniş ve Uyanış

Bugün yaşanan hücumlar aslında zayıflığın değil, bir direnişin işaretidir. Çünkü çatırdayan düzen, sona yaklaşmıştır. Millet, tarihinden ve imanından aldığı güçle bu oyunları aşma kararlılığını göstermektedir. Bu süreç, yalnızca Türkiye için değil, tüm İslam dünyası için yeni bir uyanış dönemini haber vermektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Sessizliğin Sesi: Gazze’deki Mazlumlar

  1. Sessizliğin Sesi: Gazze’deki Mazlumlar

    ​”SUSUN.. Sakın Ses Çıkartmayın Gazze’de Bebekler, Çocuklar, Yaşlılar, Açlıktan Ölüyor.. Unutmayın Hesap Günüde Var!..”

    ​İzah ve Açıklama

    ​Bu sözler, Gazze’de yaşanan insanlık dramına karşı duyarsız kalan dünyaya yönelik ironik ve sitemkâr bir çağrıdır. “Susun” emri, zulme sessiz kalanların, yaşanan vahşet karşısındaki pasifliğini ve suskunluğunu eleştirir. Açlıktan ölen masumlar, bebekler, çocuklar ve yaşlılar bu suskunluğun en acı sonuçlarıdır. Metnin sonunda yer alan “Hesap Günü de Var!” uyarısı, sadece bu zulmü işleyenlere değil, aynı zamanda ona kayıtsız kalan herkese yönelik manevi bir hatırlatmadır. Bu, fani dünyadaki eylemlerin ve eylemsizliklerin, ahiretteki ilahi adalet terazisinde karşılığını bulacağı anlamına gelir.

    ​2. İnsanın Önceliği: Rabbinin Rızası

    ​”Seni mezara koyduktan 1 saat sonrasının resmidir. Herkesin keyfi yerinde. İşte bu yüzden Allah’tan başkasını razı etmeye çalışma…”

    ​İzah ve Açıklama
    ​Bu metin, insanın ölümden sonra unutulacağı gerçeğine dikkat çeker. Gömüldükten bir saat sonra bile hayatın devam ettiğini, insanların kendi eğlence ve meşguliyetlerine döndüğünü gösterir. Bu durum, insanların rızasını kazanmak için harcanan çabaların fani ve boş olduğunu vurgular. İnsanın asıl hedefi, geçici ve değişken olan insanların beğenisini kazanmak değil, tek baki ve değişmez olan Allah’ın rızasını elde etmektir. Zira bir insanın mezardan sonraki durumu, insanların onu anıp anmamasıyla değil, yalnızca Allah katındaki değeriyle belirlenecektir.

    ​3. Çocukların Gözünden Savaş Gerçeği

    ​”Hiçbir çocuk gökyüzünden düşenin ölüm mü yoksa akşam yemeği mi olduğunu merak etmemeli”

    ​İzah ve Açıklama
    ​Bu söz, savaşın çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisini şiirsel ancak sarsıcı bir dille anlatır. Normal şartlarda bir çocuğun gökyüzüne baktığında merak etmesi gereken şeyler masumane ve güzeldir. Ancak savaş ortamında, bu masum merak yerini ölümcül bir belirsizliğe bırakır. Gökyüzünden düşen bir uçak veya bomba, o çocuğun hayatına son verebilirken, aynı gökyüzü, hayatta kalması için ihtiyaç duyduğu yardım paketlerini de düşürebilir. Bu durum, savaşın çocukluk ve masumiyet kavramlarını nasıl yok ettiğini, onları sürekli bir ölüm-kalım korkusuyla yaşamaya mahkum ettiğini gösterir.

    ​4. Göçe Zorlanan İnsanlık: Gazze Manzarası

    ​”GAZZE” (Yer alan yığınla eşya ve insanın bir kamyon kasasında istiflenmiş halini tasvir eden bir makale)

    ​İzah ve Açıklama

    ​Gazze’de yaşanan zorunlu göçün ve insanlık dramının sembolik bir anlatımıdır. Bir kamyonun kasasına sığmaya çalışan onca insan ve eşya, yaşanan trajedinin büyüklüğünü gözler önüne serer. İnsanlar, bir zamanlar sahip oldukları tüm hayatlarını, onurlarını ve geleceklerini bu dar alana sığdırmak zorunda kalmışlardır. Bu görüntü, yerlerinden edilen, evsiz kalan ve bir geleceği belirsizliğe sürüklenen insanları temsil eder. Sadece eşyalarını değil, aynı zamanda umutlarını, hayallerini ve geçmişlerini de geride bırakan bu insanlar, savaşın en ağır bedelini ödeyenlerdir.

    ​İnsanlığın Vicdanı ve Savaşın Gölgesi

    ​Dünya, teknolojinin ve iletişimin zirvesinde olduğu bir çağda, insanlığın en temel değerleri olan merhamet ve vicdan sınavından geçiyor. Bu sınavın en yakıcı manzaralarından bazılarını gözler önüne seriyor. Gazze’deki insani krizden, ölümden sonraki gerçekliğe, savaşın çocukları nasıl etkilediğinden, zorunlu göçün acı tablosuna kadar bir dizi acı gerçek, bizleri sarsıcı bir yüzleşmeye davet ediyor. Bu makale, her bir görselin anlattığı hikayeyi, insanlığın ortak vicdanına birer çağrı olarak ele alacaktır.

    ​1. Sessizliğin Sesi: Zulme Karşı İnsanlık Dramı

    ​”SUSUN.. Sakın Ses Çıkartmayın Gazze’de Bebekler, Çocuklar, Yaşlılar, Açlıktan Ölüyor..”
    Bu sözler, sadece bir sitemden ibaret değil, aynı zamanda bir utanç aynasıdır. Gazze’de yaşananlar, sadece bir coğrafyanın sorunu değil, tüm insanlığın ortak trajedisidir. Bebeklerin ve çocukların açlıktan ölümü, medeniyetin geldiği noktayı sorgulatır. Zulme karşı susmak, o zulme ortak olmaktır. Bu sessizlik, sadece zalimin elini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda vicdanları da pasifleştirir. Ancak sözün sonunda yer alan “Unutmayın Hesap Günü de Var!” uyarısı, bizlere unutmamamız gereken en önemli gerçeği hatırlatır: bu dünyada verilen her kararın, her eylemin ve her sessizliğin bir karşılığı olacaktır. Hiçbir zulüm, hiçbir kayıtsızlık sonsuza kadar cezasız kalmayacaktır.

    ​2. İnsanların Rızası mı, Allah’ın Rızası mı?

    ​”Seni mezara koyduktan 1 saat sonrasının resmidir. Herkesin keyfi yerinde.” İnsan, doğası gereği çevresindekiler tarafından sevilmek ve beğenilmek ister. Bu arzu, bazen onu kendi inançlarından, değerlerinden ve hatta Rabb’inin rızasından uzaklaştıracak kadar ileri gidebilir. Ancak bu çabanın ne kadar boş ve fani olduğunu acı bir gerçekle anlatır. Bir insan öldüğünde, dünya hayatı için verdiği tüm çaba ve endişe, bir saat içinde unutulur. İnsanların keyfi yerinde, hayat devam eder. Bu durum, bizlere asıl gayemizin insanları memnun etmek değil, mutlak ve sonsuz olan Allah’ın rızasını kazanmak olması gerektiğini hatırlatır. Çünkü mezarda bize arkadaşlık edecek olan, insanların beğenisi değil, Allah’ın rızası için yaptığımız amellerimizdir.

    ​3. Savaşın En Büyük Kurbanları: Çocuklar

    ​”Hiçbir çocuk gökyüzünden düşenin ölüm mü yoksa akşam yemeği mi olduğunu merak etmemeli.” Bu cümle, savaşın çocukluk ve masumiyet kavramlarına nasıl bir darbe vurduğunu gözler önüne serer. Çocuklar için gökyüzü, masum hayallerin, uçan balonların, yıldızların ve kuşların mekânıdır. Ancak savaşın pençesinde büyüyen çocuklar için gökyüzü, ölümün ve yıkımın habercisi haline gelir. Bu durum, çocukların en temel haklarının, yani masum bir çocukluk yaşama hakkının ellerinden alındığını gösterir. Onların gökyüzüne bakarken duyduğu korku, insanlık vicdanında derin bir yara açmalıdır. Çocukların bu korkunç seçimi yapmak zorunda kalmadığı bir dünya, tüm insanlığın ortak gayesi olmalıdır.

    ​4. Gazze: Göçün ve Kaybın Sembolü

    ​Gazze, bir coğrafyanın değil, tüm insanlığın acısının somutlaşmış halidir. Bir kamyonun kasasında biriken eşyalar ve insanlar, sadece bir yığın olarak değil, her biri bir hayatın, bir hikayenin, bir kaybın ve bir umudun sembolü olarak okunmalıdır. Evleri yıkılmış, hayatları alt üst olmuş bu insanlar, sadece fiziksel olarak değil, manevi olarak da yerlerinden edilmiştir. Bu durum, insanlığa, savaşın getirdiği yıkımın boyutlarını ve zorunlu göçün insanların hayatında açtığı derin yaraları hatırlatır. Bu manzara, uluslararası toplumun ve her bir bireyin, bu trajediyi sonlandırmak için üzerine düşen sorumluluğu üstlenmesi gerektiğinin bir çağrısıdır.

    ​Özet

    ​Bu makale, dört farklı görsel üzerinden insanlık vicdanının ve savaşın yıkımının izini sürmüştür. Gazze’deki sessizlik, zulme ortak olmanın acı gerçeğini ve ahiretteki hesabı hatırlatır. Ölümden sonraki hayatın devam ettiği gerçeği, bizlere insanların rızası yerine Allah’ın rızasını kazanmanın önemini vurgular. Savaşın çocuklara yaşattığı korku, masumiyetin nasıl yok edildiğinin en trajik örneğidir.
    Son olarak, Gazze’deki zorunlu göç manzarası, savaşın insan hayatı üzerindeki yıkıcı etkisinin sembolü haline gelmiştir. Bu görseller, bizlere sadece birer haber değil, aynı zamanda harekete geçmemiz için birer manevi uyarıdır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Gazze Ateşi ve Dünya Vicdanının Uyanışı

Gazze Ateşi ve Dünya Vicdanının Uyanışı
Ortadoğu’da her geçen gün kanlı sayfalar açılıyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal ve soykırım saldırıları, yalnızca Filistin halkını değil, insanlığın ortak vicdanını da hedef alıyor. Artık mesele yalnızca bir bölgesel çatışma değil, küresel adaletin ve insanlığın sınavı hâline gelmiş durumda.
İspanya’dan Tarihî Kararlar
Son günlerde Avrupa’dan gelen haberler, Batı kamuoyunun da İsrail karşısında giderek daha cesur tavırlar aldığını gösteriyor. İspanya, 700 milyon avroluk roket anlaşmasını iptal etti. Ayrıca İsrail’in Eurovision’a katılımına veto koydu. Bu iki karar, Tel Aviv yönetiminin yalnızlaşmasının ve uluslararası düzeyde sıkışmasının açık bir işareti.
Küresel Sumud Filosu: Vicdanın Denizlerdeki Sesi
Gazze’ye insani yardım ulaştırmak amacıyla yola çıkan Küresel Sumud Filosu, bugün onlarca gemiyle Akdeniz’in sularında yol alıyor. Tunus’tan kalkan Deir Yasin adlı tekne, diğer teknelerle birlikte Gazze’ye doğru ilerliyor. Filo, yalnızca gıda ve ilaç taşımıyor; aynı zamanda insanlığın zulme karşı direncini temsil ediyor. Ancak İsrail’in ablukayı kırma girişimlerine karşı nasıl bir tepki vereceği merak konusu.
Batı’da İsrail’e Yönelik Sert Tepkiler
İngiltere, ünlü Kraliyet Savunma Araştırmaları Koleji’ne İsrailli öğrencileri kabul etmeme kararı aldı. Almanya, İsrail’e yönelik silah satışlarını askıya aldı. Bu tavırlar, Batı’nın kendi içinde ciddi bir kırılmaya doğru gittiğini ve Netanyahu yönetimine koşulsuz desteğin artık sorgulandığını gösteriyor.
Erdoğan’ın Çıkışları ve İslam Dünyası
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Ligi Zirvesi’nde sert açıklamalarda bulundu. Netanyahu’yu ideolojik açıdan Hitler’e benzeten Erdoğan, İslam dünyasının güvenlik, istihbarat ve kriz yönetiminde işbirliği yapmasının hayati önemine dikkat çekti. Erdoğan’ın çıkışları, Türkiye’nin Filistin davasında öncü rolünü pekiştiriyor.
İsrail Ordusunun Çöküş Sinyalleri
Gazze’ye yönelik kara harekâtı sürerken, İsrail Savunma Bakanı “Gazze yanıyor” sözleriyle saldırının boyutunu itiraf etti. Ancak öte yandan İsrail ordusunda ciddi moral bozukluğu yaşanıyor. Artan intihar vakaları, askerlerin psikolojik çöküşü ve ordunun kendi içinde yaşadığı kriz, bu saldırıların bedelinin ağır olacağını gösteriyor.
BM Raporu: “Soykırım İşleniyor”
Birleşmiş Milletler komisyonu, İsrail’in Gazze’de Filistinlilere karşı soykırım işlediğini açıkladı. Raporda, uluslararası hukukun tanımladığı beş soykırım eyleminden dördünün işlendiğine dair isbatların bulunduğu belirtildi. Bu rapor, uluslararası mahkemeler için güçlü bir delil niteliğinde.
Sonuç: Zulmün Sonu, Adaletin Doğuşu
Gazze’de oluk oluk akan kan, İsrail’in zulmünü daha görünür kıldı. Ancak aynı zamanda dünyanın dört bir yanında vicdanları harekete geçirdi. İspanya’dan İngiltere’ye, Almanya’dan BM’ye kadar artan tepkiler, yalnızca diplomatik adımlar değil, aynı zamanda tarihe düşülen notlardır.
İsrail’in Hitler’le kıyaslanması, tesadüfi bir siyasi benzetme değildir. Zulümde ısrar eden her gücün sonu hüsrandır. Tarih, Firavunlardan Hitler’e kadar nice zorbanın akıbetini yazdı. Bugün Netanyahu ve ekibinin de aynı sona doğru sürüklendiğini görmek zor değil.
Filistin davası artık sadece bir milletin değil, tüm insanlığın ortak davasıdır. Ve her zulüm gibi bu da er ya da geç adaletle son bulacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.c

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Gazze Ateşi ve Dünya Vicdanının Uyanışı

Gazze Ateşi ve Dünya Vicdanının Uyanışı
Ortadoğu’da her geçen gün kanlı sayfalar açılıyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal ve soykırım saldırıları, yalnızca Filistin halkını değil, insanlığın ortak vicdanını da hedef alıyor. Artık mesele yalnızca bir bölgesel çatışma değil, küresel adaletin ve insanlığın sınavı hâline gelmiş durumda.
İspanya’dan Tarihî Kararlar
Son günlerde Avrupa’dan gelen haberler, Batı kamuoyunun da İsrail karşısında giderek daha cesur tavırlar aldığını gösteriyor. İspanya, 700 milyon avroluk roket anlaşmasını iptal etti. Ayrıca İsrail’in Eurovision’a katılımına veto koydu. Bu iki karar, Tel Aviv yönetiminin yalnızlaşmasının ve uluslararası düzeyde sıkışmasının açık bir işareti.
Küresel Sumud Filosu: Vicdanın Denizlerdeki Sesi
Gazze’ye insani yardım ulaştırmak amacıyla yola çıkan Küresel Sumud Filosu, bugün onlarca gemiyle Akdeniz’in sularında yol alıyor. Tunus’tan kalkan Deir Yasin adlı tekne, diğer teknelerle birlikte Gazze’ye doğru ilerliyor. Filo, yalnızca gıda ve ilaç taşımıyor; aynı zamanda insanlığın zulme karşı direncini temsil ediyor. Ancak İsrail’in ablukayı kırma girişimlerine karşı nasıl bir tepki vereceği merak konusu.
Batı’da İsrail’e Yönelik Sert Tepkiler
İngiltere, ünlü Kraliyet Savunma Araştırmaları Koleji’ne İsrailli öğrencileri kabul etmeme kararı aldı. Almanya, İsrail’e yönelik silah satışlarını askıya aldı. Bu tavırlar, Batı’nın kendi içinde ciddi bir kırılmaya doğru gittiğini ve Netanyahu yönetimine koşulsuz desteğin artık sorgulandığını gösteriyor.
Erdoğan’ın Çıkışları ve İslam Dünyası
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Ligi Zirvesi’nde sert açıklamalarda bulundu. Netanyahu’yu ideolojik açıdan Hitler’e benzeten Erdoğan, İslam dünyasının güvenlik, istihbarat ve kriz yönetiminde işbirliği yapmasının hayati önemine dikkat çekti. Erdoğan’ın çıkışları, Türkiye’nin Filistin davasında öncü rolünü pekiştiriyor.
İsrail Ordusunun Çöküş Sinyalleri
Gazze’ye yönelik kara harekâtı sürerken, İsrail Savunma Bakanı “Gazze yanıyor” sözleriyle saldırının boyutunu itiraf etti. Ancak öte yandan İsrail ordusunda ciddi moral bozukluğu yaşanıyor. Artan intihar vakaları, askerlerin psikolojik çöküşü ve ordunun kendi içinde yaşadığı kriz, bu saldırıların bedelinin ağır olacağını gösteriyor.
BM Raporu: “Soykırım İşleniyor”
Birleşmiş Milletler komisyonu, İsrail’in Gazze’de Filistinlilere karşı soykırım işlediğini açıkladı. Raporda, uluslararası hukukun tanımladığı beş soykırım eyleminden dördünün işlendiğine dair isbatların bulunduğu belirtildi. Bu rapor, uluslararası mahkemeler için güçlü bir delil niteliğinde.
Sonuç: Zulmün Sonu, Adaletin Doğuşu
Gazze’de oluk oluk akan kan, İsrail’in zulmünü daha görünür kıldı. Ancak aynı zamanda dünyanın dört bir yanında vicdanları harekete geçirdi. İspanya’dan İngiltere’ye, Almanya’dan BM’ye kadar artan tepkiler, yalnızca diplomatik adımlar değil, aynı zamanda tarihe düşülen notlardır.
İsrail’in Hitler’le kıyaslanması, tesadüfi bir siyasi benzetme değildir. Zulümde ısrar eden her gücün sonu hüsrandır. Tarih, Firavunlardan Hitler’e kadar nice zorbanın akıbetini yazdı. Bugün Netanyahu ve ekibinin de aynı sona doğru sürüklendiğini görmek zor değil.
Filistin davası artık sadece bir milletin değil, tüm insanlığın ortak davasıdır. Ve her zulüm gibi bu da er ya da geç adaletle son bulacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Zerrede Tecelli Eden Sıfatlar

  1. Zerrede Tecelli Eden Sıfatlar

    ​”Her bir zerrede, Vâcibü’l-Vücud’un sıfatlarını farz etmek lâzım geliyor. Çünkü, nakıştaki kemal, san’attaki hüsn o sıfatları ister.”
    – Risale-i Nur

    ​İzah ve Açıklama

    ​Bu söz, evrenin ve içindeki her şeyin, hatta en küçük zerresinin bile, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını gösteren birer delil olduğunu anlatır. “Vâcibü’l-Vücud” ifadesi, varlığı zorunlu ve kendinden olan Allah’ı ifade eder. İkinci cümlede yer alan “nakıştaki kemal” (kusursuzluk) ve “san’attaki hüsn” (güzellik) ifadeleri, yaratılıştaki düzenin, estetiğin ve mükemmelliğin bir tesadüf eseri olamayacağını, ancak sonsuz bir ilim, kudret ve iradeye sahip olan bir Yaratıcı’nın eseri olabileceğini vurgular.
    Bir sanat eseri, sanatçısının yeteneğini ve özelliklerini gösterdiği gibi, kâinattaki her bir zerre de, onu yaratanın sonsuz sıfatlarını yansıtır.

    ​2. Dünyanın Fâniliği ve Kalbin Yönelişi

    ​”Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe.”
    – Risale-i Nur Külliyatı’ndan

    ​İzah ve Açıklama

    ​Bu söz, dünyanın gelip geçici, kalıcı olmayan (fâni) yapısına dikkat çekerek, bu fani olanın insan kalbinin derin ve sınırsız sevgisine (alâka-i kalbe) layık olmadığını belirtir. Kalp, yapısı gereği sonsuzluğu ve ebedi olanı arzular. Fani olan dünyaya, onun malına, mülküne, makamlarına veya güzelliklerine tam bir sevgiyle bağlanmak, kalbin bu fıtratına aykırıdır. Bu tür bir sevgi, er ya da geç hayal kırıklığına ve acıya yol açar, çünkü sevilen her şey bir gün sona erecektir. Bu nedenle, kalbin sevgi enerjisi, ancak sonsuz ve baki olan Allah’a yöneltilmelidir.

    ​3. Gençliğin ve Lezzetlerin Geçiciliği

    ​”Herşey gibi, elbette gençliğin dahi lezzetleri gidecek.”
    – Risale-i Nur Külliyatı’ndan

    ​İzah ve Açıklaması

    ​Bu söz, gençliğin ve beraberinde getirdiği tüm zevk ve eğlencelerin geçici olduğunu hatırlatır. İnsan, gençlik döneminde kendini güçlü, dinamik ve geleceğin kendisi için sınırsız lezzetler barındırdığını düşünür. Ancak, bu dönemin lezzetleri de diğer her şey gibi geçicidir. Bu geçicilik, insana gençlik enerjisini ve zamanını nasıl kullanması gerektiği konusunda bir uyarı niteliğindedir. Fani lezzetlerin peşinden koşmak yerine, bu gücü baki âlemi kazanmak için kullanmanın önemini vurgular. Gençlik lezzetlerinin sona ereceği gerçeği, kişiyi daha derin ve kalıcı bir anlam arayışına sevk etmelidir.

    ​4. Allah’ın Sıfatları ve Onların Gereği

    ​”Nihayetsiz celâl ve izzet, edepsizlerin te’dibini ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister. Nihayetsiz rahmet, kendine lâyık ihsan ister.”
    – Risale-i Nur Külliyatı’ndan

    ​İzah ve Açıklama

    ​Bu söz, Allah’ın farklı sıfatının (Celâl ve İzzet, Kerem, Rahmet) kendi varlıkları gereği neyi gerektirdiğini anlatır. “Nihayetsiz celâl ve izzet” (sonsuz yücelik ve şeref), O’nun azametine saygı duymayan, O’na karşı edepsizce davrananların bir ceza görmesini (te’dibini) gerektirir. Bu, ilahi adaletin bir tecellisidir. “Nihayetsiz kerem” (sonsuz cömertlik), kendi keremine uygun sonsuz nimetler (ikramlar) vermeyi ister. Bu, cennetin varlığına işaret eder.
    Son olarak, “Nihayetsiz rahmet” (sonsuz merhamet), kendi büyüklüğüne yakışan sonsuz lütufları (ihsanı) bahşetmeyi gerektirir. Bu, Allah’ın rahmetinin kuluna olan sonsuz cömertliğini gösterir.
    Bu üç cümle, Allah’ın farklı sıfatlarının hem uyarıcı hem de müjdeleyici yönlerini bir arada sunar.

    ​5. Hasedin Kendi Kendini Yakması

    ​”Hased ve kıskançlıkta öyle bir muaccel ceza var ki, O hased, hased edeni yakar.”
    – Uhuvvet Risalesi -38, Risale-i Nur

    ​İzah ve Açıklaması

    ​Bu söz, kıskançlık duygusunun (hased) insana hemen, peşin olarak (muaccel) bir ceza verdiğini ifade eder. Hased, başkasının sahip olduğu bir nimeti çekememek ve o nimetin elinden gitmesini arzu etmektir. Bu duygu, ilk olarak, en çok haset eden kişinin kalbine azap verir. Haset eden kişi, sürekli bir huzursuzluk, mutsuzluk ve içten bir yanma hali yaşar. Bu, başkasına zarar vermeye yönelmeden önce, kendi iç dünyasını zehirleyen bir ateştir. Bu nedenle, haset, başkasına zarar vermek için duyulan bir duygu olmasına rağmen, en büyük zararı yine haset eden kişiye verir. Bu, hasedin manevi bir hastalık olduğunu ve acilen tedavi edilmesi gerektiğini vurgular.

    ​Makale: Varlık, Dünya ve Kalbin Hakikati

    ​İnsan, kâinatın sırrını çözmeye çalışan, varoluşun anlamını arayan bir varlıktır. Bu arayışta, gözle görülen her bir zerreden, kalbin en derin duygularına kadar her şey, bu büyük tablonun parçalarını oluşturur. Risale-i Nur’daki bu hikmetli sözler, bu tabloyu farklı açılardan aydınlatarak, bize varlığın hakikatini, dünyanın fâniliğini ve insana ait duyguların manevi dinamiklerini anlatır.
    Bu makale, her bir sözü kendi açısından ele alarak, varoluşun gizemini ve insanın bu düzendeki yerini anlamaya çalışacaktır.

    ​1. Zerrede Gizlenen Azamet ve Sanat

    ​Kâinatta tesadüfe yer yoktur; her şey, en küçük atomdan en büyük galaksiye kadar, belirli bir düzen ve ahenk içinde işler. “Her bir zerrede, Vâcibü’l-Vücud’un sıfatlarını farz etmek lâzım geliyor. Çünkü, nakıştaki kemal, san’attaki hüsn o sıfatları ister.” sözü, bu büyük gerçeği ortaya koyar. Bir sanatçının eserindeki incelik, onun yeteneğini ve ustalığını gösterdiği gibi, kâinattaki mükemmellik de onu yaratana işaret eder. Bir atomun karmaşık yapısı, bir kar tanesinin eşsiz deseni veya bir çiçeğin rengindeki ahenk, ancak sonsuz bir ilim, kudret ve irade sahibi olan bir Vâcibü’l-Vücud’un eseri olabilir. Bu, bize, her şeye dikkatle bakmamız gerektiğini, çünkü her zerrenin ardında Yaratıcının varlığının ve sıfatlarının bir mührü olduğunu hatırlatır.

    ​2. Dünya: Kalbin Fani Aşkı

    ​İnsan kalbi, fıtraten sonsuzluğa meyleder. Ancak dünya, bu meyli tatmin edecek bir yer değildir. “Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe.” sözü, bu fani dünyanın aldatıcı cazibesine karşı bir uyarıdır. Dünya, bir konaklama yeri, bir imtihan sahasıdır; asıl vatanımız değildir. Fani olan bir şeye kalpten bağlanmak, sonunda kaçınılmaz bir hüsrana yol açar. Bir fırtınanın getirdiği kum taneleri gibi, dünyanın güzellikleri de gelip geçicidir. Bu yüzden, insan kalbinin sevgisi, ancak baki ve sonsuz olan Allah’a yöneltilmelidir. Bu, kalbin fıtratına uygun bir yöneliş olup, manevi huzur ve doyumu beraberinde getirir. Kalbi dünyevi bağlardan kurtarmak, onu özgürleştirmek ve gerçek sahibine teslim etmektir.

    ​3. Gençliğin Lezzetleri: Geçici Bir İllüzyon

    ​Gençlik, hayatın en dinamik ve en zevkli dönemi olarak anlaşılır. Ancak bu lezzetler, tıpkı bir rüya gibi, bir gün sona erecektir. “Herşey gibi, elbette gençliğin dahi lezzetleri gidecek.” sözü, bu kaçınılmaz gerçeği hatırlatır. Hayatın bu kısa devresindeki lezzetler, kalıcı mutluluğu vaat etmezler. Asıl lezzet, gençliğin getirdiği enerjiyi ve gücü, baki bir hayata yatırım yapmakta bulmaktır. Eğer gençlik, sadece fani lezzetlerin peşinde heba edilirse, geriye sadece pişmanlık ve boşluk kalır. Gençliğin lezzetlerinin geçici olduğu bilinci, insana bu değerli zamanı en verimli şekilde kullanma sorumluluğunu yükler.
    ​4. İlahi Adalet, Kerem ve Rahmet

    ​Allah’ın sıfatları, sadece birer isimden ibaret değildir, aynı zamanda varlığın işleyişini belirleyen ilkelerdir. “Nihayetsiz celâl ve izzet, edepsizlerin te’dibini ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister. Nihayetsiz rahmet, kendine lâyık ihsan ister.” sözü, bu ilkelerin üç farklı boyutunu açıklar. Sonsuz bir yücelik ve şeref, ancak ona karşı saygısızca davrananların cezalandırılmasını gerektirir, bu da adaletin tecellisidir. Sonsuz cömertlik, layık olanlara sonsuz nimetler vermeyi, yani cenneti gerektirir. Ve nihayet, sonsuz merhamet, kendi merhametine yaraşır lütuflar ve bağışlamalar sunmayı gerektirir. Bu üç cümle, Allah’ın hem korkulan (celâl) hem de umut edilen (rahmet) bir Rab olduğunu vurgular ve insanı hem adaletinden sakınmaya hem de rahmetine sığınmaya teşvik eder.

    ​5. Hased: Kendi İç Ateşini Yakmak

    ​Hased, insan ruhunun en yıkıcı hastalıklarından biridir. “Hased ve kıskançlıkta öyle bir muaccel ceza var ki, O hased, hased edeni yakar.” sözü, bu hastalığın en belirgin özelliğini gözler önüne serer. Haset eden kişi, başkasının başarısından veya nimetinden dolayı duyduğu acı ve öfkeyle kendi iç dünyasını cehenneme çevirir. Bu, manevi bir ateş gibidir; başkasını yakmayı arzularken, ilk olarak kendisini kavurur. Haset, kişiyi sürekli bir mutsuzluk ve huzursuzluk içinde bırakır, çünkü başkasının mutluluğu onun için bir azap kaynağına dönüşür. Bu nedenle, haset, sadece başkalarına değil, en çok haset eden kişiye zarar veren bir duygudur. Bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu, Allah’ın taksimine razı olmak ve başkasının nimetine sevinmektir.

    ​Sonuç ve Özet

    ​Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin hikmetli sözleri ışığında, varoluşun temel hakikatlerini, insanın dünya ile olan ilişkisini ve ruhi hastalıkların sonuçlarını ele almıştır.
    Her bir zerre, Allah’ın sonsuz sanatının bir isbatıdır. Dünya fani olduğu için, kalbin derin sevgisine layık değildir. Gençliğin zevkleri de dahil olmak üzere her şey geçicidir ve bu gerçek, insana zamanını baki olan için kullanma sorumluluğu verir. Allah’ın sıfatları, hem adaleti hem de sonsuz rahmeti gerektirir. Ve son olarak, haset, başkalarına zarar vermeden önce haset edenin kendisini yakan manevi bir ateştir. Bu sözler, bizlere fani olandan baki olana yönelmeyi, her şeyde bir hikmet aramayı ve kalbimizi manevi hastalıklardan korumayı öğütler.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Gençlik ve İbadet

  1. Gençlik ve İbadet

    “ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi, dâr-ı saâdette ebedî bir gençliktir.”
    – Risale-i Nur Külliyatı’ndan

    İzah ve Açıklama
    Bu söz, gençliğin getirdiği enerjiyi, gücü ve dinamizmi Allah’a ibadet yolunda kullanmanın, ahirette sonsuz bir gençliğe ulaşmanın anahtarı olduğunu belirtir. Gençlik, bir insanın hayatındaki en verimli, en güçlü dönemdir. Fiziksel ve zihinsel olarak en dinç olduğu bu devrede yapılan ibadetler, yaşlılıkta ve güçsüzlükte yapılanlardan daha kıymetlidir. Gençken nefsine karşı koyarak, türlü türlü cazibelerden uzak durarak yapılan kulluk, Allah katında büyük bir değer taşır. Bu çabanın karşılığı ise, dünyanın fani gençliğinin aksine, cennetteki ebedi, hiç son bulmayacak ve yıpranmayacak bir gençliktir. Bu, bir nevi “yatırımın” en kârlısıdır: fani olanı verip baki olanı kazanmak.
    “Eğer beli bükülmüş yaşlılar, takva sahibi gençler, süt emen çocuklar, yayılan hayvanlar olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” (bk. Ebu Yala el-Mevsıli, Musned, 11/511)

    2. Kalbin Yönelişi

    “Kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zâta tevcih etmek için verilmiş.”
    – Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’ndan

    İzah ve Açıklama
    İnsan kalbinin sınırsız bir sevme kapasitesi vardır. Bu sevgi potansiyeli, fani varlıklara, gelip geçici güzelliklere yönlendirildiğinde kalbi tatmin etmez ve sonuçta hüsrana uğrar. Bu söz, kalpteki bu sınırsız sevme yeteneğinin (istidad-ı muhabbet), sonsuz ve eksiksiz bir güzelliğe sahip olan Allah’a (cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zât) yönlendirilmesi gerektiğini ifade eder. İnsan kalbi ancak Yaratıcısına olan sevgiyle doyuma ulaşabilir. Bu, aynı zamanda insanın yaratılış gayesini de gösterir: Kalbini ve tüm duygularını Allah’a adamak, O’nun rızasını kazanmak için kullanmak. Bu yöneliş, kalbin manevi boşluğunu dolduran, onu huzura kavuşturan tek yoldur.

    3. Nefsin Kusurları

    “Şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez”
    – Risale-i Nur Külliyatı’ndan Lem’alar-On Üçüncü Lem’a

    İzah ve Açıklama
    Bu söz, insanın kendi hatalarını görme ve kabullenme konusundaki en büyük engelinin şeytan ve nefis işbirliği olduğunu ortaya koyar. Nefis, doğası gereği kibirli ve kendini beğenmişliğe meyillidir. Şeytan ise bu eğilimi körükleyerek, kişiyi kendi kusurlarını görmekten alıkoyar. Bir insan şeytanın fısıltılarına kulak verdiğinde, yaptığı yanlışları haklı çıkarmaya başlar, kendi hataları yerine başkalarınınkini görmeye odaklanır. Bu durum, kişiyi manevi gelişimden, tövbeden ve kendini düzeltme imkânından mahrum bırakır. Hakiki bir manevi ilerleme için, öncelikle nefsin ve şeytanın tuzaklarından sıyrılarak, cesurca kendi kusurlarıyla yüzleşmek gerekir.

    4. Günahları Küçümsememek

    “Cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme.”
    – Risale-i Nur Külliyatı’ndan

    İzah ve Açıklama
    Bu söz, günahların büyüklüğünü belirleyen şeyin günahı işleyen insanın fiziksel büyüklüğü değil, günahın kime karşı işlendiği olduğunu vurgular. İnsan bedeni ve hayatı ne kadar küçük olursa olsun, işlediği günahın muhatabı sonsuz kudret sahibi olan Allah’tır. Dolayısıyla, Allah’a karşı işlenen en küçük bir günah bile, O’nun büyüklüğü ve azameti karşısında asla küçümsenemez. Bu düşünce, bir Müslüman’a “küçük günah yoktur, büyük cüret vardır” anlayışını aşılar. Küçük görülen günahlar, zamanla birikerek manevi hayatı zehirleyebilir. Bu nedenle, her günahın ciddiye alınması ve hemen tövbe edilmesi gerektiği mesajı verilir.

    5. İhlas Duası

    “Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’den bütün Esmâ-i Hüsnâ’sını şefâatçi yapıp niyâz ediyoruz ki, bizleri ihlâs-ı tâmme muvaffak eylesin. Âmîn!”
    – Lem’alar -166

    İzah ve Açıklama
    Bu söz, “Erhamürrâhimîn”, yani merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’tan, O’nun bütün güzel isimlerini (Esmâ-i Hüsnâ) aracı kılarak (şefaatçi yaparak) bir niyazda bulunulur. Bu niyazın özü, “ihlâs-ı tâmme”, yani tam bir samimiyet ve içten ibadet etme başarısıdır. İhlas, bir ameli yalnızca Allah rızası için yapmaktır ve her türlü gösteriş, çıkar düşüncesinden arınmaktır. Bu dua, an ve zamanın manevi atmosferinde, kulların Allah’tan en önemli manevi faziletlerden biri olan ihlası talep etmelerinin önemini vurgular. İhlas, tüm ibadetlerin ve amellerin kabulünün anahtarıdır.

    İbadet, Kalp ve Nefis Üzerine

    İnsan hayatı, fani bir dünya ile baki bir ahiret arasında köprü kuran bir yolculuktur. Bu yolculukta atılan her adım, kalpteki her niyet ve nefsin her eylemi, bu iki âlem arasındaki dengeyi belirler.
    Bu yolculuğun en temel dinamiklerini, Bediüzzaman Said Nursi’nin hikmetli sözleri aracılığıyla gözler önüne seriyor. Bu sözler, gençlikten kalbin yönelişine, nefsin tuzaklarından günahları küçümseme gafletine kadar pek çok manevi meseleyi derinlemesine ele almaktadır.
    Bu makale, bu beş temel sözü bir bütünlük içinde değerlendirerek, insani varoluşun manevi temellerini irdeleyecektir.

    1. Gençliğin Kıymeti: Fani Olandan Baki Olana

    Hayat, dinamik bir akıştır ve bu akışın en hızlı, en coşkulu dönemi gençliktir. “İbadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi, dâr-ı saâdette ebedî bir gençliktir.” sözü, bu coşkun enerjinin heba edilmemesi gerektiğini vurgular. Tarih boyunca, pek çok büyük manevi şahsiyet, gençliklerinin en parlak döneminde kendilerini Allah’a adamışlardır. Genç bir bedenin ve zihnin, nefsin ve dünyanın cazibelerine karşı koyarak yaptığı ibadetler, adeta bir cevher gibidir. Bu dönemde kılınan bir namaz, çekilen bir tesbih veya yapılan bir hayır, yaşlılıkta ve güçsüzlükte yapılanlara nazaran çok daha büyük bir samimiyet ve irade göstergesidir. Bu çabanın karşılığı ise, dünyanın gelip geçici gençliğinin aksine, cennetin sonsuz ve eskimeyen gençliğidir. Bu söz, gençlere bir motivasyon kaynağı sunarken, onlara ömürlerinin en değerli anlarını nasıl değerlendirecekleri konusunda bir pusula görevi görür.

    2. Kalbin Yönü: Aşkın Baki Kıyısı

    Kalp, yaratılışın en mucizevi organlarından biridir. O, sonsuz bir sevme ve bağlanma potansiyeline sahiptir. Ancak bu potansiyel, fani ve eksik olanlara yöneltildiğinde, kalbi yalnızca yorgunluğa ve boşluğa sevk eder. “Kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zâta tevcih etmek için verilmiş.” sözü, bu manevi arayışın nihai adresini işaret eder. İnsan, ne kadar severse sevsin, sevdiği her şey fani olduğu için bu sevgi de bir gün hüsranla sonuçlanacaktır. Gerçek ve sonsuz sevgi, yalnızca sonsuz güzelliğe sahip olan Allah’a yöneltilebilir. Bu yöneliş, kalbin fıtratına en uygun eylemdir. İnsan, yaratılış gayesi gereği Allah’ı arar, O’na yakın olmak ister. Kalpteki o boşluğu dolduran tek şey, O’na duyulan samimi sevgi ve muhabbettir. Bu sevgi, insanı dünyevi bağlardan kurtarır ve onu manevi kemalata ulaştırır.

    3. Nefsin Tuzakları: Kusurları Gizleyen Perde

    Maneviyatta ilerlemenin en temel şartı, kendi kusurlarını görebilmektir. Ancak bu, nefsin ve şeytanın en büyük engeliyle karşılaşırız. “Şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez” sözü, bu manevi körlüğe dikkat çeker. Nefis, doğası gereği kendini haklı çıkarmaya, kibir ve gurura meyillidir. Şeytan ise bu eğilimi körükleyerek, kişiyi hatalarını görmekten alıkoyar. Bu durum, kişinin tövbe kapısını kendisi için kapatmasına, sürekli olarak başkalarını suçlamasına ve manevi gelişimini durdurmasına yol açar. Kendi hatalarıyla yüzleşmek cesaret ister. Bu cesaret, şeytanın fısıltılarından ve nefsin aldatmalarından arınmakla mümkündür. Gerçek mümin, kendini sorgular, hatasını kabul eder ve onu düzeltmek için gayret gösterir.

    4. Günahın Boyutu: Büyüklük Kimde?

    Günah, pek çok zaman, işleyenin gücüne göre değil, kime karşı işlendiğine göre değerlendirilmelidir. “Cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme.” sözü, bu manevi derinliği anlatır. İnsan, fiziksel olarak evrenin küçücük bir parçasıdır. Ancak, bu küçücük varlığın işlediği bir günahın muhatabı, kâinatın Yaratıcısı, sonsuz kudret ve azamet sahibi olan Allah’tır. Dolayısıyla, günahın büyüklüğü, Allah’ın büyüklüğüyle doğru orantılıdır. Küçük görülen bir günahın bile Allah katındaki karşılığı büyük olabilir. Bu nedenle, İslam ahlakı, en küçük bir günah karşısında bile ciddiyetle tövbe etmeyi, Allah’tan af dilemeyi ve bir daha işlememeye azmetmeyi emreder. Bu anlayış, mümini sürekli bir uyanıklık ve tevazu hali içinde tutar.

    5. İhlasın Önemi: Amellerin Temeli

    İhlas talebi. “Erhamürrâhimîn’den bütün Esmâ-i Hüsnâ’sını şefâatçi yapıp niyâz ediyoruz ki, bizleri ihlâs-ı tâmme muvaffak eylesin.”
    Bu dua, tüm amellerin kabulünün yegane şartı olan ihlasın ne kadar önemli olduğunu gösterir. İhlas, gösterişten uzak, yalnızca Allah rızası için yapılan ameldir. Bir amel, ne kadar büyük görünürse görünsün, ihlastan yoksunsa, manevi değeri sıfıra yakındır. Bu dua, kulluğun sadece şekli ibadetlerden ibaret olmadığını, asıl olanın kalbin samimiyeti olduğunu vurgular. İhlas, insanın tüm hayatını, her eylemini bir ibadete dönüştürebilen manevi bir pınardır.

    Sonuç ve Özet

    Bu makale, gençliğin kıymetinden kalbin yönelişine, nefsin tuzaklarından günahları küçümseme gafletine ve tüm amellerin temelindeki ihlasa kadar uzanan bir dizi manevi öğüdü ele almıştır. Gençlik, sonsuz bir gençliğe yatırımın en kârlı dönemidir. Kalp, ancak sonsuz güzelliğe sahip olan Allah’a yöneldiğinde huzur bulur. Nefsin ve şeytanın aldatmalarından korunmanın yolu, kendi kusurlarımızı cesurca görebilmekten geçer. Günahın büyüklüğü, işleyenin küçüklüğüne değil, kime karşı işlendiğine bakılarak anlaşılır. Son olarak, tüm amellerin kabulünün anahtarı, içten ve samimiyet olan ihlâstır.
    Bu beş hikmetli söz, fani dünyanın gelip geçici hevesleri arasında kaybolan insana, manevi bir pusula sunarak, baki âleme doğru sağlam adımlar atma yolunu gösterir.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

İstanbul’un Fethi ve Peygamberlik Mucizesi

​1. İstanbul’un Fethi ve Peygamberlik Mucizesi
​İktibas
​”Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- ستفتح القسطنطينية فنعم الأمير أميرها ونعم الجيش جيشها deyip istanbul’un İslâm eliyle fetholunacağını ve Hazret-i Sultan Mehmed Fatih’in yüksek bir mertebe sahibi olduğunu haber vermiş. Haber verdiği gibi zuhur etmiş.”
• ​Bediüzzaman Said Nursi (Radiyallahu Anh)
• ​Risale-i Nur – Mucizat-ı Ahmediye – 44
​İzah ve Açıklama
​Bu metin, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir hadisini naklederek, Peygamberimizin gaybî bir haberi olan İstanbul’un fethini önceden bildirdiğini açıklar. Hadiste geçen “Kostantiniyye fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, o komutan ne güzel komutandır.” sözleri, fethin manevi önemini ve bu fethi gerçekleştirecek komutan ve ordunun yüceliğini vurgular. Bediüzzaman Said Nursi, bu hadisin Hz. Fatih Sultan Mehmed ve onun ordusu tarafından birebir gerçekleştiğini belirtir. Bu, hem Peygamber Efendimiz’in bir mucizesi hem de Fatih Sultan Mehmed’in İslam tarihindeki eşsiz yerini gösteren önemli bir delildir.

​2. Tabiat Sanatı ve İlahi İlan

​”Evet kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş, müzeyyen bir çiçek ve gayet musanna’ ve murassa’ bir meyve, elbette gayet san’atperver mu’cizekâr ve hikmettar bir Sâni’in mehasin-i san’atını zîşuura okutturan bir ilânnamedir. İşte nebatata hayvanatı dahi kıyas et.”
• ​(Haşir Risalesi 48.sh – Risale-i Nur)

​İzah ve Açıklama
​Bu söz, bir ağaçta yetişen çiçeğin ve meyvenin inceliği ve güzelliği üzerinden, kâinattaki her şeyin bir Yaratıcı’nın (Sâni’) varlığına ve sıfatlarına delil olduğunu ifade eder. “Münakkaş, müzeyyen” (işlenmiş, süslenmiş) ve “musanna’, murassa'” (sanat eseri, mücevher gibi işlenmiş) ifadeleri, bir çiçeğin ve meyvenin sadece basit bir bitki olmadığını, aksine sonsuz bir sanat ve hikmetle yaratıldığını anlatır. Bu yaratılış, bilinç sahibi varlıklara (zîşuura), Yaratıcı’nın sanatının güzelliklerini ilan eden bir duyuru gibidir. Metin, bu mantığı tüm canlılara, yani hayvanlara da genişletmeyi önerir.

​3. Hırsın Getirdiği Fakirlik

​”Ey divane baş ve bozuk kalp! Zanneder misin ki ‘Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki fakr-ı hale düşmüşler ve ikaza muhtaçtırlar tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar.’ Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünkü mü’minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir.”
• ​Mesnevi-i Nuriye -160

​İzah ve Açıklama
​Bu söz, maddi zorluk çeken Müslümanların, dünyaya düşkün olmadıkları için fakir oldukları yönündeki yanlış bir anlayışı düzeltir. “Divane baş ve bozuk kalp” hitabıyla, dünyayı yeterince sevmediği için fakir kalındığı düşüncesine sahip olanlar uyarılır. Asıl sebep, tam tersine, aşırı dünya hırsıdır. Hırs, yani maddi şeylere duyulan doyumsuz arzu, insanı helal ve haram gözetmeksizin, meşru yoldan şaşarak kazanmaya iter. Bu durum, bereketi ortadan kaldırır ve insanı maddi ve manevi olarak zarara ve sefalete sürükler. Bu söz, kanaatkarlığın ve rızık konusunda Allah’a güvenmenin önemini vurgular.

​4. Hayat ve Ölümün Hikmeti

​”Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.”
• ​Bediüzzaman-Said Nursi (r.a)
• ​Risale-i Nur – Mektubat – 7

​İzah ve Açıklama
​Bu metin, doğum ve ölümün, rastgele veya anlamsız olaylar olmadığını, her ikisinin de ilahi bir yaratma (halk), önceden belirlenmiş bir plan (takdir), derin bir bilgelik (hikmet) ve düzenleme (tedbir) ile gerçekleştiğini belirtir. Hayatın başlaması gibi, hayatın sona ermesi de aynı ilahi kanunlara tabidir. Bu söz, insanı ölümün korkutucu rastgeleliğinden uzaklaştırarak, onu hayatın ve ölümün ardındaki büyük hikmete bakmaya davet eder. Bu bakış açısı, insana hem yaşamı hem de ölümü daha anlamlı kılar.

​5. Yaratıcının Kudreti: Sinek Misali

​”Sizin Allah’tan başka, dua edip çağırdıklarınızın hepsi bir araya gelseler, bir sineği yaratamazlar.”
• ​Hac Sûresi 73. Âyet

​İzah ve Açıklama
​Bu ayet, yaratma kudretinin sadece Allah’a ait olduğunu kesin bir dille ifade eder. Ayet, en küçük ve basit görünen canlılardan biri olan sineği örnek vererek, insanların ve taptıkları diğer varlıkların yaratma konusunda ne kadar aciz olduğunu gösterir. Bu, Allah’ın mutlak ve eşsiz kudretine karşı, putların veya sahte ilahların hiçbir gücünün olmadığını isbatlar. Sinek, hem kendi yaratılışının karmaşıklığıyla hem de onu yaratanın sonsuz kudretiyle bir mucizedir.

​Varlık, Hayat ve İnsan Hali Üzerine

​İnsanlık tarihi, anlam arayışının ve varoluşun gizemini çözme çabasının tarihidir. Bu arayışta, dinler, filozoflar ve hikmet sahipleri insanı, kâinatı ve hayatın dönüşünü anlamaya davet etmiştir.
Bu makale, Peygamberlik mucizesinden ilahi kudretin izlerine, hayatın dönüşünden insan psikolojisine kadar uzanan bu beş temel konuyu bir bütünlük içinde ele alacaktır.

​1. Gaybın Haberi: Fethin Hakikati

​Tarih, sadece olayların ardı ardına sıralandığı bir zincir değildir; aynı zamanda ilahi takdirin tecellilerini okuyabileceğimiz bir kitaptır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “Kostantiniyye fetholunacaktır” hadisi, gelecekten verilen bir haber olmanın çok ötesinde, ilahi bir mucizedir. Bu hadis, Fatih Sultan Mehmed’e ve onun ordusuna manevi bir ilham kaynağı olmuş, onlara fethin sadece stratejik bir zafer değil, aynı zamanda manevi bir vazife olduğunu hissettirmiştir. Bu hadis, imanın gayba ait yönünü somutlaştırarak, Allah’ın ve Resulü’nün söylediklerinin nasıl gerçekleştiğini gösterir. Bu tarihi olay, Müslümanlar için hem bir zaferin hem de bir peygamberlik mucizesinin sembolü haline gelmiştir.

​2. Tabiat: Sanatın ve Hikmetin İlanı

​Kâinat, ilahi bir sanat galerisidir ve her bir zerresi, Yaratıcının imzası gibidir. “Evet kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş, müzeyyen bir çiçek ve gayet musanna’ ve murassa’ bir meyve…” sözü, bu sanatın en basit örneklerinden birini, bir meyve ağacını, nasıl da bir sanat şaheseri olarak görebileceğimizi gösterir. Bir ağacın, cansız topraktan hayatı, rengi ve tadı nasıl çıkardığı, bir çiçeğin zarafeti ve bir meyvenin mükemmeliyeti, ancak sonsuz bir ilim ve hikmet sahibi olan bir Yaratıcı’nın eseri olabilir. Bu söz, bize, etrafımızdaki her şeye birer ibret nazarıyla bakmayı, tabiatın bize seslendiği “ilânnameyi” (duyuruyu) okumayı öğretir.

​3. İnsanın Hırs ve Kanaat İmtihanı

​Müslümanların maddi zorluklar çekmesinin sebebi, yaygın inanışın aksine, dünyaya yeterince düşkün olmamaları değil, tam tersine aşırı hırslarıdır. “Mü’minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir.” sözü, bu derin psikolojik ve manevi gerçeği aydınlatır. Hırs, insanı kalben doyumsuz, zihnen yorgun ve eylemlerinde ölçüsüz yapar. Hırs sahibi kişi, daha fazlasını elde etmek için helal-haram dengesini kaybedebilir, bereketi yok eder. Oysa İslam, rızık konusunda Allah’a güvenmeyi, kanaatkâr olmayı ve elindekinin kıymetini bilmeyi öğretir. Hırsın getirdiği fakirlik, sadece maddi bir eksiklik değil, aynı zamanda ruhsal bir boşluk ve sefalettir.

​4. Hayat ve Ölüm: İlahi Bir Düzen

​Hayat ve ölüm, kâinatın en temel esaslarından ikisidir. “Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.” sözü, bu esasa derin bir anlam katar. Ne hayatın başlaması ne de sona ermesi rastgele bir olaydır. Her ikisi de, bir planın, bir hikmetin ve bir düzenlemenin eseridir. Bu bakış açısı, ölümü korkutucu bir yok oluş olmaktan çıkarıp, ilahi bir planın parçası olarak görmemizi sağlar. Bu, insana hem yaşamı hem de ölümü anlamlı kılar, onu her anını değerli kılıp, ölüme hazırlıklı olmaya teşvik eder.

​5. Yaratma Kudreti ve Acziyet

​Hac Suresi’nden İktibas edilen ayet, yaratma gücüne vurgu yapar. “Sizin Allah’tan başka, dua edip çağırdıklarınızın hepsi bir araya gelseler, bir sineği yaratamazlar.” Bu ayet, putlara tapanlar için olduğu kadar, maddeye veya bilime sonsuz bir güç atfedenler için de bir uyarı niteliğindedir. En gelişmiş teknoloji ve bilimle bile, en basit görünen bir canlı olan sineğin bile varlığı, bir damla sudan, ilahi bir sanatkârlıkla can bulur. Bu, Allah’ın yaratma kudretinin eşsiz ve mutlak olduğunu gösterir. Bu ayet, bizlere Yaratıcı’ya karşı acziyetimizi hatırlatarak, O’nun sonsuz kudretine olan imanımızı güçlendirir.

​Sonuç ve Özet

​Bu makale, Peygamberlik mucizelerinden tabiatın sanatına, insanın psikolojik hallerinden hayat ve ölüm esasına kadar bir dizi manevi konuyu ele almıştır. İstanbul’un fethi, Peygamber Efendimiz’in bir mucizesinin gerçekleşmesidir. Tabiat, her bir zerresiyle, Yaratıcının varlığını ilan eden bir duyurudur.
Müslümanların maddi sıkıntılarının ana sebebi, çoğu zaman sanılanın aksine, aşırı hırs ve doyumsuzluktur.
Hayat ve ölüm, ilahi bir planın parçalarıdır ve rastgele değildir.
Son olarak, sinek gibi basit bir canlının bile yaratılamaması, Allah’ın yaratma kudretinin mutlak olduğunu gösterir.
Bu sözler, bize dünyevi olaylara manevi bir pencereden bakmayı ve varlığın hakikatini daha derinlemesine anlamayı öğütler.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Çocuklar niçin suç işler?

Çocuklar niçin suç işler?
O zaman bizde kendimize soralim;
Biz niye suç işleriz veya çocukken niye suç işlemiştir veya isleyebilirdik;
Elbette bunun bir çok sebebi vardir;
-Aile insanın ilk okulu, anne ilk öğretmenidir. Hatta doğumdan önce başlayan maddi manevi terbiye çocuk için ağaç olana kadar temel teşkil eder.
Tohumda ve temelde bir eksiklik var.
-Aile ne kadar hüsnü misal ve rol model oldu?
-Unutulmamalıdır ki;“Anne ve babasının terbiye edemediği kimseyi gece ve gündüz (yani zaman içinde yaşadığı hadiseler) terbiye eder. Günlerin terbiye edemediği kimseyi de cehennem terbiye eder.”
Ve yine unutulmamalıdır ki; çocuğun işlediği suçlara anne babanın da önemli bir hissesi vardır;
Bak: https://tesbitler.com/2025/07/14/yipratilan-egitim-ve-ogretmen/

-Aklı bilimle kalbi dinle tatmin edildi mi?
Bir çocuk küçüklüğünde dini bir terbiye almazsa yabanileşir.
“Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdetâ gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki dâvâcı olur: “Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?”
– Müsbet yönde kendini isbata fırsat verildi mi?
Bir şeylerle meşgul oldu veya meşgul edildi mi?
Zira bir şeylerle meşgul olan bir insan, kolay kolay olumsuz düşünmeye vakit bulamaz.
Boş olanı dolduran çok olur.
Çocuk temiz ve Boş bir sayfa gibidir.
Dünyasına güzel çizimler ve hatıralar bırakmalı.
– Çocuklara sorumluluk vermeli. Sorumlu olduğunu bilmeli.
– Arkadaş çevresi nasıldı?
Yılların tecrubesi;
Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.
Ağaç yaş iken eğilir.
-Çocuk takip edilip gözlemlendi mi yoksa;
Saldım çayıra mevlam kayıra mi oldu?
-Çocuk müsbet şeylerle meşgul edildi mi?
-Hayatı tanıdı mi?
Yoksa ekmek elden su gölden mi oldu?
Hayatı toz pembe mi gördü?
– insan en çok etkilenen varlıktır.
İnsan fikirdir, denilse yanlış olmaz.
Şeytanın ve şeytanlaşmış insanların, kötü akımların ve de internet dünyasındaki bataklıktakilerin ilk müdahale ettikleri yer insanın aklıdır.
Ezelden aileler akşam çocuklarını dışarı çıkarmaz veya biraz şehrin dışına çıkınca uyarırlardı.
Artık dünya çocuğun cebinde, oturduğu yerden dünya ile çok rahat iletişim kurabiliyor.
Çocuklara seçici olma sorumlululuğunu ve de telefona bağımlı olmama şuurunu vermek gerekir.
Günah sevap duygusu, ahiret inancı, çocuklara cennet sevgisi, gençlere cehennem korkusunu verip; bir yandan cennetle teşvik ederken, diğer yandan cehennemle sakındırmak gerekir.
Din sevdirilirken, onun kadar önemli ve öncelikli olan ise, nefret ettirmemektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde de: “Çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı emredin. On yaşlarına gelince (namaz kılmazlarsa) onları hafifçe dövün. Ve yataklarda aralarını ayırın.” (Ebu Davud, Salât, 26) buyurmaktadır.
Genel olarak coğrafi duruma göre kızlar 7-10 yaşlarında, erkekler 12-15 yaşlarında ergenlik çağına gelirler.
Allah’ın cenneti ve cehennemi olduğu gibi, anne babanın, okulların ve devletin de hem ödülü ve hem de ceza-i müeyyidesi olmalı, çocuk bunu bilmelidir.
Fikri işgal edilen insanın, bedeni de çok rahat kontrol edilip yönlendirilir.
Biraz daha detaylandıracak olursak;
Bak:
https://tesbitler.com/index.php?s=%C3%87ocuk+

https://tesbitler.com/page/2/?s=%C3%87ocuk+
https://tesbitler.com/page/3/?s=%C3%87ocuk+
https://tesbitler.com/2015/01/03/cocuk-terbiyesi/
https://tesbitler.com/2015/01/03/cocuklarin-dunyasi/
https://tesbitler.com/page/4/?s=%C3%87ocuk+
https://tesbitler.com/2015/01/03/cocuk-uzerine/
https://tesbitler.com/index.php?s=E%C4%9Fitim+

*******

1. Aile ilk mekteptir – Anne baba rol modeldir
📖 “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…”
( Tahrîm, 6 )
Bu ayet, anne-babaya “koruyucu, öğretici, yönlendirici” olma sorumluluğunu yüklüyor. Çocuk terbiyesindeki ihmal, sadece dünyevî değil, uhrevî bir kayıp doğurur.
2. İman terbiyesi verilmezse yabanileşir
📖 “Allah, iman edenlerin dostudur; onları karanlıklardan nura çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise tâğuttur; onları nurdan alıp karanlıklara çıkarır…”
( Bakara, 257 )
Çocuk iman dersini küçük yaşta almazsa, karanlıklara yönelme riski artar. İman nuru verilmezse, başka güçler (şeytan, kötü çevre) onun boşluğunu doldurur.
3. Çocuğa sorumluluk bilinci verilmezse
📖 “İnsana ancak çalıştığı vardır. Onun çalışması ileride görülecektir. Sonra karşılığı kendisine tastamam verilecektir.”
( Necm, 39-41 )
Çocuk, yaptığı işin karşılığını göreceğini küçük yaşta öğrenmeli. Sorumluluk duygusu, Kur’an’ın en temel talimidir.
4. Arkadaş çevresi ve kötü tesir
📖 “O gün zâlim pişmanlıktan ellerinin üzerini ısıracak ve şöyle diyecek: “Eyvâh! Keşke dünyada Peygamber’le beraber bir yol tutsaydım!”
“Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim!”
“Vallahi, ikaz ve öğütlerle dolu olan Kur’an tam da bana ulaş­mış­ken, beni onu anlayıp gereğini yapmaktan o uzaklaştırdı.” Şeytan insanı işte böyle uçuruma sürükler, işte böyle yapayalnız yüzüstü bırakır.”
( Furkan, 27-29 )
Yanlış arkadaş, insanı en büyük hüsrana götürebilir. Kur’an buna bizzat işaret ediyor.
5. Çocuğu boş bırakmamak, meşgul etmek
📖 “Ey iman edenler! Sizi ne mallarınız ne evlatlarınız Allah’ı zikretmekten alıkoymasın…”
( Münâfikûn, 9 )
Çocuk “meşguliyet” ister. Faydalı işlerle meşgul edilmezse, oyun-eğlence, teknoloji veya kötü alışkanlıklar onun zihnini doldurur. Kur’an burada öncelik sırasına dikkat çekiyor.
6. Hayatın zorluklarını tanımak
📖 “Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.”
( Bakara, 155 )
Çocuk, hayatın sadece pembe olmadığını, imtihan gerçeğini küçük yaşta öğrenmeli. Yoksa “ekmek elden su gölden” yetişir, ilk zorlukta dağılır.
7. Günah-sevap, cennet-cehennem şuuru
📖 “Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.”
( Zilzâl, 7-8 )
Çocukta erken yaşta ahiret bilinci, günah-sevap hassasiyeti yerleşirse, suç işlemeye karşı içte bir fren oluşur.
8. Şeytanın aklı hedef alması
📖 “(Bunun üzerine İblîs şunları söyledi: “Beni azdırmana karşılık, yemin olsun ki ben de kullarını saptırmak için senin doğru yolun üzerinde pusu kurup oturacağım.”
“Sonra onlara mutlaka önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de onların çoğunu şükredici bulamayacaksın” dedi.
Allah da: “Kınanmış ve rahmetimden kovulmuş olarak haydi defol oradan! Artık insanlardan kim sana uyarsa, yemin olsun ki, hepinizi cehenneme tıkayacağım” buyurdu.”
( A’râf, 16-18 )
Şeytan ilk olarak fikirleri, aklı hedef alır. Çocuk aklen boş bırakılırsa, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların tuzaklarına daha kolay düşer.
9. Ödül-ceza dengesi
📖 “İşte bunlar Allah’ın belirlediği sınırlardır. Kim Allah’a ve Pey­gam­beri’ne itaat ederse Allah onu, içinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. İşte en büyük başarı ve kurtuluş budur.
Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyân eder ve O’nun sınırlarını aşarsa Allah onu, içinde devamlı kalacağı bir ateşe sokar. Onun için zelîl ve perişan eden bir azap vardır.”
( Nisâ, 13-14 )
Anne-baba, okul ve devlet de çocuklara “mükafat ve müeyyide” çizgisini göstermeli. Aksi halde ciddiyet ve disiplin ortadan kalkar.
Sonuç:
Kur’an’ın mesajı, çocuğun boş bir levha (saf fıtrat) olduğunu, onun üzerine aile, çevre, eğitim, iman ve sorumluluk bilincinin nakşedilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Eğer bu yapı kurulmazsa, boş kalan zihni ve kalbi nefs, şeytan, kötü çevre ve modern tuzaklar dolduruyor.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.te

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Ortadoğu’da Yeni Kırılma: İsrail Saldırıları, İslam Dünyasının Tepkisi ve Batı’nın İkilemi

Ortadoğu’da Yeni Kırılma: İsrail Saldırıları, İslam Dünyasının Tepkisi ve Batı’nın İkilemi
Ortadoğu, bir kez daha ateş çemberine dönüşmüş durumda. İsrail’in Katar’daki Hamas heyetine yönelik saldırısı, sadece bölgeyi değil, küresel siyaseti de derinden etkiledi. Bu saldırı, İslam dünyasında sert yankılar uyandırırken, Batı’da da İsrail karşıtı boykotların hız kazandığı görülüyor. Gelişmeler, yalnızca askeri ve siyasi boyutla sınırlı değil; aynı zamanda ahlâkî, sosyal ve insani bir krize dönüşmüş durumda.
İslam Dünyasından Tepkiler ve Arayışlar
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ile Arap Birliği’nin Doha’da düzenlediği olağanüstü zirve, saldırıya karşı bir “ortak ses” oluşturmayı hedefledi. Zirvede yayımlanan 25 maddelik bildiride, İsrail’in Katar’daki operasyonu “korkakça” ve “yasa dışı” olarak nitelendirildi. Ancak Müslüman kamuoyu açısından bu tür kınamaların tek başına etkisiz kaldığı da aşikâr. Zira İsrail, uluslararası hukuk kararlarını hiçe saydığı gibi, İslam dünyasının bildiri ve açıklamalarını da dikkate almıyor.
Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif’in “Arap-İslam görev gücü” kurulması çağrısı, bu açıdan dikkat çekici. Yıllardır dağınık bir görüntü veren İslam dünyasının, ortak bir güvenlik mekanizması oluşturması artık bir zaruret olarak görülüyor. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin “İsrail kırmızı çizgiyi aştı” açıklaması, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İsrail’i ekonomik olarak sıkıştırmalıyız” vurgusu da, artık sözlerin ötesine geçilmesi gerektiğini gösteriyor.
Batı Dünyasında Yükselen İsrail Karşıtlığı
Batı’da kamuoyu giderek daha fazla İsrail karşıtı bir çizgiye kayıyor. Avrupa’daki STK’lar, şirketlere boykot çağrısı yaparken, bazı ülkeler İsrail öğrencilerinin akademik kurumlara kabulünü engelliyor. İspanya Başbakanı Sanchez’in, “İsrail uluslararası spor müsabakalarından menedilsin” çağrısı, spor diplomasisi üzerinden baskı kurma stratejisinin işareti. Polonya’nın, İsrail propagandasını kaldırma kararı da benzer bir örnek.
Portekiz’in Filistin’i tanıma yönünde attığı adım ise Avrupa’da diplomatik bir kırılmanın habercisi olabilir. Bu tür girişimler, İsrail’in yalnızlaşmasını hızlandırırken, Filistin’in devletleşme sürecine ivme kazandırabilir.
ABD-İsrail İlişkileri ve Çelişkiler
Katara Saldırıdan yaklaşık bir saat önce Netanyahu’nun Trump ile görüşmüş olması, ABD’nin İsrail üzerindeki etkisi konusunda soru işaretleri doğuruyor. ABD Başkanı Trump’ın saldırıdan haberdar olmadığını söylemesine rağmen, Axios’un iddiası bu beyanı yalanladı. Bu durum, Washington’un İsrail politikalarında samimiyetini sorgulatıyor.
ABD’nin İsrail işgaline verdiği örtülü destek, küresel kamuoyunda da derin tepkilere yol açıyor. Son kara harekâtının, ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun İsrail ziyaretiyle aynı döneme denk gelmesi, bu işbirliğinin bir yansıması olarak görülüyor.
Tarihsel Açı: İngiltere’nin İzleri
Ortadoğu’daki krizlerin arka planında, tarihî İngiliz politikalarının izlerini görmek mümkün. Osmanlı döneminde Katar’ın İngiltere’ye bırakılması yönündeki teklifler, bugün yaşanan sömürgeci düzenin tohumlarını atmıştı. İsrail’in kuruluşunda İngiltere’nin oynadığı rol, bölgedeki fitne siyasetinin kökünü açıklıyor.
İnsani Boyut: Çocukların Hedef Alınması
En dramatik tablo ise Gazze’de yaşanıyor. Yabancı doktorların ifadesine göre, İsrail keskin nişancıları çocukları kasten başlarından veya göğüslerinden vuruyor. Bu, yalnızca savaş suçu değil, aynı zamanda insanlığın ortak vicdanına yönelmiş bir saldırıdır.
Sumud Filosu: Vicdanın Yelkeni
Gazze’ye doğru ilerleyen Sumud Filosu, sadece yiyecek veya ilaç taşıyan gemiler değil, aynı zamanda vicdan taşıyan bir harekettir. Bu sivil girişimler, dünyanın sessiz kalmadığını göstermek açısından büyük önem taşıyor. Ancak İsrail’in bu gemilere yönelik saldırıları, haydutluğun ulaştığı seviyeyi ortaya koyuyor.
Sonuç: Yeni Bir Eşik
Ortadoğu, İsrail’in saldırganlığı ile yeni bir eşiğe gelmiş durumda. İslam dünyası ortak bir irade sergileyemezse, kınamalar yine sonuçsuz kalacak. Batı’da yükselen İsrail karşıtı dalga ve Avrupa’daki diplomatik adımlar, Filistin davasına yeni bir ivme kazandırabilir. Ancak kalıcı çözüm, Müslümanların birlik içinde hareket etmesine bağlı.
Özet
• İsrail’in Katar’daki Hamas heyetine saldırısı, bölgesel ve küresel krizi derinleştirdi.
• İİT ve Arap Birliği’nin 25 maddelik bildirisi güçlü ifadeler ihtiva de, yaptırım mekanizması yok.
• Pakistan, Türkiye ve Mısır somut adım çağrısı yapıyor; “İslam görev gücü” fikri önem kazanıyor.
• Avrupa’da boykot ve diplomatik tanıma girişimleri İsrail’in yalnızlığını artırıyor.
• ABD’nin çelişkili tutumu, İsrail’e örtülü desteğin devam ettiğini gösteriyor.
• Tarihsel olarak İngiltere’nin sömürgeci politikaları bugünkü krizin temelinde.
• Çocukların hedef alınması, krizin en acı insani boyutunu oluşturuyor.
• Sumud Filosu, küresel vicdanın direniş sembolü haline geldi.
• Çözüm, İslam dünyasının birlik, Batı’nın ise samimiyet testinden geçmesine bağlı.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.coml

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Kuva-yı insaniye tahdid edilmediğinden cinayeti büyük olur

Kuva-yı insaniye tahdid edilmediğinden cinayeti büyük olur 

   Hayvanın hilafına, insandaki kuvveler, fıtrî tahdid olmamış. Onda çıkan hayr u şer, lâyetenahî gider.

   Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbinlik, gurur, inat birleşse; öyle günah oluyor (*) ki beşer şimdiye kadar

   Ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi cezası da yalnız cehennem olabilir.

   Hem mesela bir adam, tek yalancı sözünü doğru göstermek için İslâm’ın felaketini kalben arzu eder.

   Şu zaman da gösterdi: Cehennem lüzumsuz olmaz, cennet ucuz değildir.

* * * 

Bazen hayır, şerre vasıta olur 

   Havastaki meziyet filhakika sebeptir tevazu, mahviyete. Olmuş maatteessüf sebep tahakküme,

   Tekebbüre hem illet. Fakirlerdeki aczi, âmîlerdeki fakrı filhakika sebeptir ihsan ve merhamete.

   Lâkin maatteessüf müncer olmuştur şimdi, zillet ve esarete. Bir şeyde hasıl olan mehasin ve şerefse

   Havas ve rüesaya o şey peşkeş edilir. O şeyden neş’et eden seyyiat ve şer ise efrad ve hem avama

   Taksim, tevzi edilir. Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse: “Hasan Ağa, âferin!” Hasıl olan şer ise

   Efrada olur nefrin. Beşerde şerr-i hazîn!

* * * 

Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir 

   Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenasi edilse elbette zihinler enelere dönerler,

   Etrafında gezerler. Ene kuvvetleşiyor, bazen sinirleniyor. Delinmez, tâ “nahnü” olsun. Enesini sevenler, başkaları sevmezler.

*******

1 — Kuva-yı insaniye tahdid edilmediğinden cinayeti büyük olur

Ana fikir (tek cümle):
İnsandaki kuvveler (güçler, kapasiteler, arzular, akıl, irade) doğal olarak hayvana göre sınırlanmamıştır; sınırsız veya tahdit edilmemiş kuvveler hem en büyük hayrı hem en büyük şerri doğurabilir. Kontrol yoksa ortaya çıkan kötülük ölçüsüz, hatta insanlığın önceki tecrübesini aşan bir şiddet olur.

Terimler ve nüanslar

Kuva-yı insaniye: akıl, irade, heva, gayret, kudret-i nefsaniye vb. insanın iç dinamikleri.

Tahdid: sınırlandırma, çerçeve; fıtrî ve hukûkî/sosyal sınırlamalar.

Eshel/tahrip: “yıkmak” kolaydır; yapıcı tedbirler sabır, bilgi, işbirliği ister.

Detaylı izah

Hayvanlarda içgüdüler nispeten sabit ve kısıtlıdır; insanın iç gücü ise akledip çoğaltma kabiliyeti, planlama, örgütleme, teknolojik imkanlarla birleşince sınırsız sonuçlar doğurabilir. Bu, insanı hem yaratıcı hem de yıkıcı kılar.

Eğer nefis köreltilmez, akıl selim ve kalp nur ile terbiye edilmez; kibir, inat, bencillik, liderlik hırsı birleşirse ortaya “adi bir günah” değil, türünün en şiddetli ve benzersiz suçu çıkar. Bu yüzden metin “beşer şimdiye kadar ona isim bulmamış” der: büyüklük itibarıyla kategorileri aşan yeni bir suiistimal biçimi.

Bu hakikat, hem insanın muazzam imkânını takdir hem de sorumluluğunu vurgular — imkân, terbiye edilmezse zulme dönüşür.

Vakıa örnekleri (münazarsız, tarihî/sosyolojik okuma)

Teknoloji, propaganda ve örgütlenme kabiliyetiyle birleşen ideolojiler; tek bir yalanı sürdürmek için toplumsal yapıyı yıkıcı hedeflere yönlendiren aktörler.

Bireysel örnek: “Tek bir yalancı sözü doğru göstermek için bir inancı ya da cemiyeti yok etmeyi içten arzu eden” ruh hâli — metnin verdiği yakın metafor.

Teolojik not (ihtiyatlı ifade):
Metin, bu büyüklükte bir kötülüğün cezasının hakkaniyet gereği büyük olacağını, dolayısıyla cehennemin lüzumuna delil teşkil ettiğini söylüyor. Bu, RN’nin ahiret adaleti anlayışıyla paraleldir: son ve tam adalet, âhirette tecelli edecektir.

Pratik çıkarımlar

Birey: Nefs terbiyesi (muhasaba, tevazu, ibadet, ilim) kuvveleri tahdid eden ilk kalkanlardır.

Aile/Toplum: Eğitim ve adalet mekanizmaları (hukuk, şeffaflık, eğitim) insan kuvvelerinin suistimalini önler.

Siyaset/teknoloji: Güç ve imkânların sınırlandırılması, hesap verebilirlik, etik denetim şarttır.

2 — Bazen hayır, şerre vasıta olur

Ana fikir:
Bir şeyin mahiyeti itibarıyla «mehasin» (erdem, meziyet) olması, onun neticeci olarak mutlaka hayra vesile olacağı anlamına gelmez; sebep bağlamına göre aynı meziyetler zulme, tekelciliğe ve zillete dönüşebilir.

Terimler

Havas / rüesa: seçkinler, ileri gelenler, belirli sınıflar.

Müncer: yol açan, doğuran (olumsuz sonuçlarda “neden olan”).

Taksim/tevzi: dağıtım, paylaştırma.

Detaylı izah

Bir meziyetin (istisnai kabiliyet, zenginlik, ilim, mevki) başta tevazu ve hizmet sebebi olması gerekir. Lâkin tarihsel/tarihsal durumlarda bu meziyetler; 1) elitlerin eline geçer, 2) hedef olarak egemenlik ve tahakküm aracı olur.

Metin, bunun sosyal dağılımındaki adaletsizliği vurgular: hasletler rüesa ve havasın keyfine göre paylaşılırken, o meziyetten kaynaklanan kötülük (seyyiat) halka dağılır. Yani erdemlerin yayılımı ters yöne işler: önde olanlar “şeref” alır; zararlı netice sıradanlara düşer.

Bu, sadece bireysel ahlâk meselesi değil, ekonomik ve siyasal düzenin bir kusurudur: doğru kaynak ve kudret dağılımı yoksa erdemler zulme dönüşür.

Güncel örnekler

Teknolojik yeniliklerin sadece eliti zenginleştirmesi; işsizliğe, gözetim toplumuna yol açması.

Bilginin kapalı elit çevrelere hapsedilmesi; sosyal adaletsizlik.

Çözüm önerileri

Adil dağılım mekanizmaları: kamu hizmetleri, eğitim, sağlık, adaletin yaygınlaştırılması.

Ahlaki liderlik: meziyet sahiplerinin tevazu ve sorumluluk ilkeleriyle eğitilmesi.

Kültürel dönüşüm: meziyetleri “gösteriş” değil “hizmet” temelinde değerlendiren normlar tesis etmek.

3 — Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir

Ana fikir:
İnsanın zihni yüksek bir gayeye (ulvî, kolektif, manevî hedef) bağlanmazsa, düşünce ve dikkat kendi etrafında döner; “ene” (benlik) güçlenir, kıskançlık, taassup, ego merkezli davranışlar artar.

Terimler

Gaye-i hayal: insanı kendinden büyük bir hedefe sürükleyen ideal, hayalî ama faydalı hedef; toplumsal/ruhsal yönü olan amaç.

Nisyan: unutma, hedeften uzaklaşma.

Ene: benlik, ego.

Detaylı izah

İnsan tabiatı, amaçsız bırakıldığında ‘kendi’ ekseninde varlık arar. Gaye-i hayal ise enerjileri dışa dönük ve hayırlı bir telkine çevirir: ilmî keşif, hizmet, adalet mücadelesi, ilim ve iman gayeleri.

Eğer bu gaye unutulur (nisyan) veya zayıfsa zihin “enelere” dönerek bencil, kapalı gruplar oluşturur; “Enesini sevenler, başkaları sevmezler” ifadesi, grubun in-group/out-group kutuplaşmasını gösterir.

Bu durum sosyal çatışmayı, kinleşmeyi, “ötekileştirme”yi tetikler; kolektif hayır sekteye uğrar.

Çözüm/tedbir

Eğitimde hedef odaklılık: gençlere yüksek idealler (adalet, ilim, insanlığa hizmet) aşılanmalı.

Kültürel ritüeller ve semboller: ortak amaçları canlı tutacak pratikler (ortak ibadet, hayır faaliyetleri, sembolik ortak tarih).

Liderlik ve teşvik: toplumun önderleri ideal vizyonu sürekli hatırlatmalı; bireylere rol modeller sunulmalı.

Sonuç — Üç bölümün birleştirilmiş dersi ve uygulanabilir reçete

  1. İnsanın muazzam kuvveleri hem büyük hayır hem büyük şer kaynağıdır. Bu yüzden bireysel terbiye (kalp ve akıl terbiyesi) ile toplumsal sınırlamalar (hukuk, adalet, kurumlar) birlikte gereklidir.
  2. Erdemler, dağılım ve amaç bağlamında değerlendirilmelidir; aksi hâlde “iyi görünen” şeyler zulme vasıta olabilir. Bu, siyaset, ekonomi ve eğitimde adaleti ön plana koyar.
  3. Yüce bir gaye insanı ego merkezinden kurtarır; hedef eksikliği enaniyeti besler. Eğitim ve kültür politikaları buna odaklanmalıdır.

Pratik kısa reçete (birey → toplum):

Birey: günlük muhasaba, zikir, ilmî tevazu, faydalı meşguliyet.

Aile/okul: hedef odaklı eğitim, paylaşma ve hizmet pratikleri.

Devlet/sivil toplum: hesap verebilirlik, adil dağılım, liyakat ve etik denetimler.

Mütefekkir/rehber: kuvveleri tahdid eden ve hayırlı gayelere sevk eden rehberlik (mürşidlik) güçlendirilmeli.

*****

Metin, üç ana bölüme ayrılıyor:

  1. **Kuva-yı insaniye tahdid edilmediğinden cinayeti büyük olur**: İnsanın sınırsız kuvveleri ve bu sınırsızlığın yol açabileceği büyük günahlar.
    2. **Bazen hayır, şerre vasıta olur**: Toplumdaki seçkinler (havas) ve avam arasındaki dinamikler, hayır ve şerrin yanlış yönlendirilmesi.
    3. **Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir**: İdeal bir gayenin olmayışının enaniyeti (benlik) güçlendirmesi.

### **1. Kuva-yı İnsaniye Tahdid Edilmediğinden Cinayeti Büyük Olur**

**Metin:**
> Kuva-yı insaniye tahdid edilmediğinden cinayeti büyük olur
> Hayvanın hilafına, insandaki kuvveler, fıtrî tahdid olmamış. Onda çıkan hayr u şer, lâyetenahî gider.
> Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbinlik, gurur, inat birleşse; öyle günah oluyor (*) ki beşer şimdiye kadar
> Ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi cezası da yalnız cehennem olabilir.
> Hem mesela bir adam, tek yalancı sözünü doğru göstermek için İslâm’ın felaketini kalben arzu eder.
> Şu zaman da gösterdi: Cehennem lüzumsuz olmaz, cennet ucuz değildir.

**İzah:**
Bu bölüm, insanın sınırsız kuvvelerinin (yetenek ve potansiyellerinin) hem hayır hem de şer üretme kapasitesini ele alıyor. İnsanın bu sınırsızlığı, büyük günahlara yol açabilir ve bu günahlar cehennemin lüzumunu gösterir.

  1. **“Kuva-yı insaniye tahdid edilmediğinden cinayeti büyük olur”**: İnsanın kuvveleri (akıl, irade, duygu gibi yetenekleri), hayvanların aksine fıtri bir sınırla (tahdid) kısıtlanmamıştır. Hayvanların yetenekleri doğuştan sınırlıdır ve belirli bir çerçevede işler. Ancak insan, aklı, iradesi ve duygularıyla sınırsız bir potansiyele sahiptir. Bu sınırsızlık, hem büyük hayırlara hem de büyük cinayetlere (günahlara) yol açabilir.
  2. **“Hayvanın hilafına, insandaki kuvveler, fıtrî tahdid olmamış. Onda çıkan hayr u şer, lâyetenahî gider”**: Hayvanların kuvveleri sınırlıdır ve onların davranışları belirli bir doğa yasasına tabidir. Ancak insanın kuvveleri sınırsızdır; bu nedenle, insandan çıkan hayır (iyilik) veya şer (kötülük) sınırsız bir şekilde büyüyerek devam eder (lâyetenahî gider). Örneğin, bir insanın icadı insanlığa büyük fayda sağlayabilir, ama bir kötülüğü de toplumu derinden sarsabilir.
  3. **“Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbinlik, gurur, inat birleşse; öyle günah oluyor (*) ki beşer şimdiye kadar ona isim bulmamış”**: İnsanın bencilliği (hodgâmlık), kendini beğenmişliği (hodbinlik), kibr (gurur) ve inat gibi kötü huyları birleştiğinde, öyle büyük bir günah ortaya çıkar ki, insanlık bu günaha henüz bir isim koyamamıştır. Bu, insanın sınırsız kuvvelerinin yanlış kullanıldığında ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterir.
  4. **“Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi cezası da yalnız cehennem olabilir”**: Bu tür büyük günahlar, cehennemin varlığının gerekliliğini ispat eder. Çünkü böyle bir günahın cezası, ancak cehennem gibi ilahi bir adaletle karşılanabilir.
  5. **“Hem mesela bir adam, tek yalancı sözünü doğru göstermek için İslâm’ın felaketini kalben arzu eder”**: Örneğin, bir kişi yalanını haklı çıkarmak için İslam’ın zarar görmesini içten içe isteyebilir. Bu, bireysel bir günahın nasıl toplumu ve dini etkileyebilecek bir boyuta ulaşabileceğini gösterir. Böylesine kötü niyetli bir tavır, büyük bir cinayettir.
  6. **“Şu zaman da gösterdi: Cehennem lüzumsuz olmaz, cennet ucuz değildir”**: İçinde bulunulan çağ, bu tür günahların yaygınlığını göstermiştir. Cehennem, bu günahları cezalandırmak için gereklidir; cennet ise kolayca elde edilemez, çaba ve samimiyet gerektirir.

**Genel Mesaj**: İnsanın sınırsız kuvveleri, hem büyük iyiliklere hem de büyük kötülüklere yol açabilir. Bencillik, kibir ve inat gibi kötü huylar birleştiğinde, insanın günahı o kadar büyür ki, bu cehennemin gerekliliğini ispat eder. Müslümanlar, bu kuvveleri hayra yönlendirmeli ve kötü huylardan sakınmalıdır.

### **2. Bazen Hayır, Şerre Vasıta Olur**

**Metin:**
> Bazen hayır, şerre vasıta olur
> Havastaki meziyet filhakika sebeptir tevazu, mahviyete. Olmuş maatteessüf sebep tahakküme,
> Tekebbüre hem illet. Fakirlerdeki aczi, âmîlerdeki fakrı filhakika sebeptir ihsan ve merhamete.
> Lâkin maatteessüf müncer olmuştur şimdi, zillet ve esarete. Bir şeyde hasıl olan mehasin ve şerefse
> Havas ve rüesaya o şey peşkeş edilir. O şeyden neş’et eden seyyiat ve şer ise efrad ve hem avama
> Taksim, tevzi edilir. Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse: “Hasan Ağa, âferin!” Hasıl olan şer ise
> Efrada olur nefrin. Beşerde şerr-i hazîn!

**İzah:**
Bu bölüm, toplumdaki seçkinler (havas) ve avam arasındaki dinamikleri, hayır ve şerrin nasıl yanlış yönlendirildiğini ele alıyor. Ana fikir, iyi özelliklerin ve kötü sonuçların toplumda adaletsiz bir şekilde dağıtıldığıdır.

  1. **“Bazen hayır, şerre vasıta olur”**: Bazen iyi niyetle başlayan bir şey, yanlış kullanıldığında kötülüğe (şerre) yol açabilir. Bu, iyi özelliklerin yanlış ellere geçtiğinde tahribata dönüşebileceğini gösterir.
  2. **“Havastaki meziyet filhakika sebeptir tevazu, mahviyete. Olmuş maatteessüf sebep tahakküme, tekebbüre hem illet”**: Seçkinlerdeki (havas) meziyetler (üstün özellikler), aslında tevazu ve alçakgönüllülüğe (mahviyet) yol açmalıdır. Ancak ne yazık ki (maatteessüf), bu meziyetler tahakküme (baskıya) ve kibre (tekebbür) sebep olmuştur. Örneğin, bir liderin bilgisi veya yetkisi, onu mütevazı kılmak yerine kibirli ve baskıcı yapabilir.
  3. **“Fakirlerdeki aczi, âmîlerdeki fakrı filhakika sebeptir ihsan ve merhamete. Lâkin maatteessüf müncer olmuştur şimdi, zillet ve esarete”**: Fakirlerin acziyeti ve avamın (halkın) bilgisizliği (fakr), aslında başkalarının onlara yardım etmesine ve merhamet göstermesine vesile olmalıdır. Ancak ne yazık ki, bu durum zillet (aşağılanma) ve esarete yol açmıştır. Bu, toplumda zayıf kesimlerin sömürüldüğünü ve hor görüldüğünü gösterir.
  4. **“Bir şeyde hasıl olan mehasin ve şerefse havas ve rüesaya o şey peşkeş edilir. O şeyden neş’et eden seyyiat ve şer ise efrad ve hem avama taksim, tevzi edilir”**: Bir şeyden doğan güzellikler (mehasin) ve şeref, seçkinlere ve yöneticilere (rüesa) sunulur. Ancak o şeyden doğan kötülükler (seyyiat) ve şer, halka (avam ve efrad) dağıtılır. Bu, toplumsal adaletsizliği ve hiyerarşik yapının eşitsizliğini eleştirir.
  5. **“Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse: ‘Hasan Ağa, âferin!’ Hasıl olan şer ise efrada olur nefrin”**: Galip bir toplulukta (aşiret-i galip) şerefli bir iş yapılırsa, bu şeref liderlere (örneğin, “Hasan Ağa”) atfedilir ve övülür. Ancak bir kötülük ortaya çıkarsa, bu halka (efrad) maledilir ve lanetlenir. Bu, toplumda adaletsiz bir suçlama ve övme kültürünü ifade eder.
  6. **“Beşerde şerr-i hazîn!”**: İnsanlıkta bu durum, hazin (üzücü) bir kötülük olarak ortaya çıkar. Bu, toplumsal adaletsizliğin ve eşitsizliğin insanlığa zarar verdiğini vurgular.

**Genel Mesaj**: Hayır, yanlış kullanıldığında şerre dönüşebilir. Seçkinlerin meziyetleri tevazu yerine kibre, zayıfların acziyeti merhamet yerine esarete yol açabilir. Toplumda iyilikler seçkinlere, kötülükler ise avama yüklenir; bu da adaletsiz bir düzendir.

### **3. Gaye-i Hayal Olmazsa Enaniyet Kuvvetleşir**

**Metin:**
> Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir
> Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenasi edilse elbette zihinler enelere dönerler,
> Etrafında gezerler. Ene kuvvetleşiyor, bazen sinirleniyor. Delinmez, tâ “nahnü” olsun. Enesini sevenler, başkaları sevmezler.

**İzah:**
Bu bölüm, insanın yüksek bir ideale (gaye-i hayal) sahip olmamasının enaniyeti (benliği) güçlendirdiğini ve bunun bireysel ve toplumsal zararlarını ele alıyor. Ana fikir, insanın kendini merkeze koymasının (enaniyet) yüksek bir gaye olmadan büyüdüğüdür.

  1. **“Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir”**: Eğer insanın yüksek bir ideali (gaye-i hayal) yoksa, benlik (enaniyet) güçlenir. Gaye-i hayal, insanı bencillikten kurtaran ve ona anlam katan yüksek bir hedeftir (örneğin, Allah’ın rızasını kazanmak).
  2. **“Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenasi edilse elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler”**: Eğer bir ideal yoksa, unutulursa (nisyan) veya görmezden gelinirse (tenasi), zihinler benliğe (enelere) odaklanır ve sürekli kendi etrafında döner. Bu, insanın kendini merkeze koyması ve bencilleşmesidir.
  3. **“Ene kuvvetleşiyor, bazen sinirleniyor. Delinmez, tâ ‘nahnü’ olsun”**: Enaniyet güçlendikçe, insan sinirli ve bencil bir hale gelir. Bu benlik, ancak “nahnü” (biz) bilinciyle delinir, yani bireysellikten toplumsallığa geçilir. “Nahnü”, bireyin kendini toplumun veya Allah’ın bir parçası olarak görmesini ifade eder.
  4. **“Enesini sevenler, başkaları sevmezler”**: Kendini aşırı seven (enaniyet sahibi) kişiler, başkalarını sevmez ve onlara değer vermez. Bu, bencilliğin toplumsal ilişkileri zedelediğini gösterir.

**Genel Mesaj**: İnsanın yüksek bir ideali olmazsa, benlik (enaniyet) büyür ve bencillik hâkim olur. Bu benlik, ancak toplumsallık (“nahnü”) bilinciyle kırılabilir. Müslümanlar, Allah’ın rızası gibi yüksek bir gaye-i hayale yönelerek enaniyetten kurtulmalıdır.

### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarını yansıtan derin bir tefekkür sunar:
1. **İnsanın Sınırsız Kuvveleri**: İnsanın sınırsız yetenekleri, hem büyük hayırlara hem de büyük şerlere yol açabilir. Bencillik, kibir ve inat gibi kötü huylar, cehennemin gerekliliğini ispat eden büyük günahlar üretir.
2. **Toplumsal Adaletsizlik**: Seçkinlerin meziyetleri kibre, zayıfların acziyeti esarete dönüşebilir. İyilikler seçkinlere, kötülükler avama yüklenir; bu da hazin bir şerdir.
3. **Enaniyet ve Gaye-i Hayal**: Yüksek bir ideal olmadan enaniyet büyür ve bencillik toplumu zedeler. İnsan, “biz” bilinciyle benlikten kurtulmalıdır.

Bu metin, Müslümanlara, kuvvelerini hayra yönlendirmeyi, toplumsal adaletsizliklere karşı uyanık olmayı ve Allah’ın rızası gibi yüksek bir ideale yönelmeyi öğütler. Aynı zamanda, bencilliğin ve enaniyetin bireysel ve toplumsal zararlarını eleştirir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Tahrip esheldir; zayıf, tahripçi olur

Tahrip esheldir; zayıf, tahripçi olur 

   Vücud-u cümle ecza, şart-ı vücud-u külldür. Adem ise oluyor bir cüzün ademiyle, tahrip eshel oluyor.

   Bundandır ki âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar müsbete hiç yanaşmaz. Menfîce müteharrik, daim tahripkâr olur.

* * * 

Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı 

   Hikmetteki desatir, hükûmette nevamis, hakta olan kavanin, kuvvetteki kavaid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid

   Cumhur-u nâsta olmaz, ne müsmir ve müessir. Şeriatta şeair; kalır mühmel, muattal. Umûr-u nâsta olmaz, müstenid ve mutemid.

* * * 

Bazen zıt, zıddını tazammun eder 

   Zaman olur zıt, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lafız, mananın zıddıdır. Adalet külahını (*) 

   Zulüm başına geçirmiş. Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bağy ismi takılmış. Esaret-i hayvanî,

   İstibdad-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş. Zıtlarda emsal olmuş, suretlerde tebadül, isimlerde tekabül, makamlarda becayiş-i mekânî.

* * * 

Menfaati esas tutan siyaset canavardır 

   Menfaat üzere çarkı kurulmuş olan siyaset-i hazıra; müfteristir, canavar.

   Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen merhametini değil, iştihasını açar.

   Sonra döner, geliyor; tırnağının hem dişinin kirasını senden ister.

* * * 

1 — “Tahrip esheldir; zayıf, tahripçi olur” — ne demek, niçin doğru?

Eshel nedir?
Osmanlıca/Ar.-Farsça kökeninde eshel “daha kolay, en kolay” demektir. Dolayısıyla cümle, “tahrip (yıkma) daha kolaydır” anlamındadır.

Mantık (biyolojik, inşâî, toplumsal analoji):

Vücud-u cümle ecza → Her bütün (vücut, sistem, bina, toplum) parçalarından oluşur; bütünün varlığı, parçaların tamlığına bağlıdır.

Bir parçanın eksilmesi yeter: Bir muazzam düzeni yok etmek için tek bir kritik unsurun zedelenmesi kâfîdir. Bu yüzden «yıkmak» genellikle «kurmak»tan çok daha kolaydır.

İnsanın veya cemiyetin “aciz” tarafı (zayıf yönleri, ahlakî zaafları, cehalet, savunmasızlık) tahripkârlığı doğurur: zayıf ruh, mevzi almayı değil, yıkmayı kolay görür.

Hikmetî sonuçlar:

İnşa için çok sayıda elemanın uyumlu, sabırla çalışması gerekir; tahrip için tek bir eksiklik, bir yanlış niyet, bir fitne yeter.

Eğitimin, faziletin, adaletin korunması önceliktir: zira bunlar “mütevazı ama koruyucu parçalar”dır.

Pratik çıkarımlar (birey + toplum):

Birey: Kendi zaaflarını bil, “zayıf” hallerinde intikam, yıkım eğilimine kapılma; nefsi terbiye, sabır, tevazu ve faydalı meşguliyetlerle doldur.

Cemiyet: Kritik kurumları (adil hukuk, eğitim, aile, medya) sağlam tut; bir parça çökerse domino etkisi olur.

2 — “Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı” — kuvvet ve hak arasındaki ilişki

Metnin iddiası:
Hikmetin kanunları (desatir), siyasetin kural ve teamülleri (nevamis), hakikat kanunları (kavanin) ile kuvvetin içtimaî kavaidleri uyuşmazsa; o kuvvet ne istinad bulur ne devamlılık sağlar. Sonuç: ne insanlar üzerinde meşruiyet kalır, ne işler sahih temele dayanır; şeriatın sembolleri (şeair) ihmal edilir, toplumun işlerliği bozulur.

Açıklama adım adım:

Hikmet (hak): Bir işin hakikatinin, adaletinin, hikmetinin önceliği.

Kuvvet (güç, iktidar, güç araçları): Zorlama, mecburiyet, etkin gücün kullanımı.

Eğer güç, hikmet ve hak ile bütünleşmezse—yani gücün meşruiyet zemini yoksa—o güç stabil, güvenilir ve hayrı tesis eden olmaktan çıkar.

Müstenid ve müstemid = dayanıklı, istinadlı ve sürdürülebilir olmaz; halkın kabulünü kazanamaz (cumhur-u nâs olmaz).

Neden? Çünkü insanlar kuvvetin adaletle ve maksatla örtüşmediğini görünce meşruiyetini yitirir; bu da kargaşa ya da pasifleştirme getirir.

İslâh usulleri:

Kuvveti hukuka ve hikmete bağlamak (şeffaflik, hesap verilebilirlik, adalet).

Kuvvet sahiplerinin hizmet-meydanı “hakk” olmalı: kuvvet hakka hizmetkâr olmazsa istikrar olmaz.

3 — “Bazen zıt, zıddını tazammun eder” — dil, isim ve mananın ters düşmesi

Temel gözlem:
Siyaset dili ve sahadaki pratikler sık sık isim/lafız ile mana arasında ters ilişki kurar: iyi kelimeler kötü fiillerin pelerini olur.

Metindeki örnekler ve yorumu:

Adalet külahını zulüm başına geçirmiş → Adalet sözcüğü kullanılır; fakat fiil zulüm yapmaktır.

Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş → Hamiyet (şeref) kisvesi altında ihanet gizlenir.

Cihad … bağy ismi takılmış → Haklı mücadele adıyla saldırganlık meşrulaştırılır.

Esaret … istibdad; hürriyet nam verilmiş → Kölelik/istibdat “özgürlük” diye pazarlanır.

Nihai mana: Bu, dilin manipülatif kullanımıdır: isimler kavramları bulaştırarak meşruiyet üretir.

Pratik netice:

Siyasi söylemlerin lafzına değil, hakikî neticelerine bak: amel-i siyasetin sonuçları söylenenlerin lezzetini bozar.

İktidarın söylem analizini yapabilmek için eleştirel okuma, medyada dil çözümlemesi ve arşivsel karşılaştırma gerekir.

4 — “Menfaati esas tutan siyaset canavardır” — menfaat siyaseti tehlikesi

İmge: Siyaseti «aç canavar»a benzetiyor: menfaat üzerine kurulmuş bir düzen beslenir; merhamet gösterirsen iştahını kabartırsın; sonra hesabı sizden ister.

Ne anlatılır?

Siyasetin esası menfaat ise (tek hedef güç, rant, şahsi çıkar) o sistem hem yalan politikasına yönelir (müfteri), hem de toplumun kaynaklarını tüketen bir canavara dönüşür.

“Tahabbüb” (sevgi/göz yummak) gösterildiğinde canavar merhamet değil daha fazla talep eder — yani yumuşaklık zayıflık gibi algılanıp sömürüye dönüşür.

Sosyal ve politik sonuçlar:

Kurumlar çürür: hukukun üstünlüğü zedelenir, kamusal iyi yok olur.

Toplumun en savunmasızları ilk hedef olur; borç, vergi, kaynak talebi artar.

Savunma yolları:

Siyasetin meşruiyetini sınırlayan kurumsal çerçeveler: bağımsız yargı, özgür medya, sivil denetim.

Siyasî etik ve liyakat esaslı yönetim: kişisel menfaat iktidarı kirletir; kamu menfaati esas alınmalı.

Toplumsal “açığı” (eğitim, ahlâk, sosyal adalet) kapatmak; canavarın iştahını azaltır.

Kısa uygulamalı çıkarımlar — ne yapmalı? (4 noktada)

  1. İnşa önceliği: Her birey/kurum önce “parçaları” sağlamlaştırmalı (ahlâk, eğitim, aile, kurum) — çünkü yıkım tek eksikle başlar.
  2. Güç + Hak = Hizmet: Kuvvetin meşruiyetini adalet ve hikmet üzerinden tesis et; aksi halde istikrar sağlanmaz.
  3. Dilin çözümlemesi: Politik söylemde lafı değil sonucu değerlendir; isimlerin ardındaki fiili araştır.
  4. Menfaat denetimi: Kamu politikalarını menfaate göre değil, adalete göre düzenle; şeffaflık ve hesap verilebilirlik şart.

*******

Metin, dört ana bölüme ayrılıyor:

  1. **Tahrip esheldir; zayıf, tahripçi olur**: Yıkımın kolaylığı ve zayıf insanların tahripkâr eğilimleri.
    2. **Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı**: Kuvvetin, hakka ve adalete hizmet etmesi gerekliliği.
    3. **Bazen zıt, zıddını tazammun eder**: Zıtların birbirini içermesi ve kavramların tersyüz edilmesi.
    4. **Menfaati esas tutan siyaset canavardır**: Menfaat odaklı siyasetin tehlikeleri.

### **1. Tahrip Esheldir; Zayıf, Tahripçi Olur**

**Metin:**
> Tahrip esheldir; zayıf, tahripçi olur
> Vücud-u cümle ecza, şart-ı vücud-u külldür. Adem ise oluyor bir cüzün ademiyle, tahrip eshel oluyor.
> Bundandır ki âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar müsbete hiç yanaşmaz. Menfîce müteharrik, daim tahripkâr olur.

**İzah:**
Bu bölüm, yıkımın (tahrip) yapmaktan daha kolay olduğunu ve zayıf karakterli insanların genellikle tahripkâr bir tutum sergilediğini ele alıyor. Ana fikir, inşa etmenin zor, yıkmanın ise kolay olduğudur.

  1. **“Tahrip esheldir; zayıf, tahripçi olur”**: Yıkım (tahrip), yapmaktan (inşa etmekten) daha kolaydır (eshel). Bu nedenle, zayıf ve aciz insanlar genellikle yıkıcı bir tavır sergiler. Çünkü inşa etmek çaba, ilim ve güç gerektirir; yıkmak ise sadece bir anlık hamleyle mümkündür.
  2. **“Vücud-u cümle ecza, şart-ı vücud-u külldür. Adem ise oluyor bir cüzün ademiyle, tahrip eshel oluyor”**: Bir şeyin varlığı (vücud), onun tüm parçalarının (ecza) varlığına bağlıdır. Yani, bir bütünü oluşturmak için tüm parçaların bir araya gelmesi gerekir. Ancak, yokluk (adem), sadece bir parçanın yokluğuyla gerçekleşir. Bu nedenle, tahrip etmek kolaydır; çünkü bir yapıyı yıkmak için tek bir unsurun ortadan kaldırılması yeterlidir. Örneğin, bir binayı inşa etmek için taş, çimento, işçilik gibi birçok unsur gerekir; ama yıkmak için bir dinamit yeter.
  3. **“Bundandır ki âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar müsbete hiç yanaşmaz. Menfîce müteharrik, daim tahripkâr olur”**: Zayıf ve aciz insanlar, olumlu (müspet) bir güç ve çaba gerektiren işlere yanaşmazlar. Bunun yerine, menfi (olumsuz) bir şekilde hareket eder ve sürekli tahripkâr olurlar. Bu, zayıf karakterli kişilerin eleştiri, yıkım ve bozgunculukla kendilerini gösterdiğini ifade eder. Çünkü inşa etmek yetkinlik ve sabır ister; tahrip ise sadece öfke veya cehaletle yapılabilir.

**Genel Mesaj**: Bu bölüm, yıkımın kolaylığını ve zayıf insanların tahripkâr doğasını vurgular. Gerçek güç, inşa etmekte yatar; zayıf insanlar ise kolay olanı seçer ve yıkıcı olur. Bu, bireysel ve toplumsal düzeyde olumlu katkılar sunmanın önemini hatırlatır.

### **2. Kuvvet Hakka Hizmetkâr Olmalı**

**Metin:**
> Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı
> Hikmetteki desatir, hükûmette nevamis, hakta olan kavanin, kuvvetteki kavaid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid
> Cumhur-u nâsta olmaz, ne müsmir ve müessir. Şeriatta şeair; kalır mühmel, muattal. Umûr-u nâsta olmaz, müstenid ve mutemid.

**İzah:**
Bu bölüm, kuvvetin hakka ve adalete hizmet etmesi gerektiğini, hikmet, hukuk, hak ve kuvvetin birbiriyle uyumlu olması gerektiğini vurguluyor. Ana fikir, kuvvetin ancak hakka dayanırsa meşru ve verimli olacağıdır.

  1. **“Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı”**: Kuvvet (güç), hakka (doğruluğa, adalete) hizmet etmelidir. Kuvvet, kendi başına bir değer değildir; ancak hakka dayanırsa anlam kazanır. Aksi takdirde, kuvvet zulme dönüşebilir.
  2. **“Hikmetteki desatir, hükûmette nevamis, hakta olan kavanin, kuvvetteki kavaid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid”**: Hikmetin kuralları (desatir), yönetimin yasaları (nevamis), hakikatın kanunları (kavanin) ve kuvvetin kuralları (kavaid), birbirine dayanak (müstenid) ve birbirinden destek alan (müstemid) olmalıdır. Yani, bu unsurlar birbiriyle uyumlu ve bağlantılı olmalıdır. Örneğin:
    – **Hikmet**: Bilgelik ve akıl, doğruyu bulmayı sağlar.
    – **Hükûmet**: Yönetim, adaletle işleyen yasalarla toplumu düzenler.
    – **Hak**: Gerçek ve adalet, her şeyin temelidir.
    – **Kuvvet**: Güç, hakka hizmet ettiği sürece meşrudur.
  3. **“Cumhur-u nâsta olmaz, ne müsmir ve müessir”**: Bu unsurlar birbiriyle uyumlu olmazsa, halk (cumhur-u nâs) arasında ne verimli (müsmir) ne de etkili (müessir) olur. Yani, toplumda huzur, düzen ve ilerleme sağlanamaz.
  4. **“Şeriatta şeair; kalır mühmel, muattal. Umûr-u nâsta olmaz, müstenid ve mutemid”**: Şeriatın sembolleri ve esasları (şeair), eğer bu uyum sağlanmazsa ihmal edilir (mühmel) ve işlevsiz kalır (muattal). Toplumun işleri (umûr-u nâs), dayanaklı ve güvenilir olmaz. Bu, şeriatın uygulanmasında hikmet, adalet ve kuvvetin birleşmesi gerektiğini vurgular.

**Genel Mesaj**: Kuvvet, hakka hizmet etmeli ve hikmet, hukuk ve hakikatle uyumlu olmalıdır. Aksi takdirde, toplumda ne düzen ne de verimlilik sağlanabilir. Şeriatın esasları da ancak bu uyumla canlı ve etkili kalır.

### **3. Bazen Zıt, Zıddını Tazammun Eder**

**Metin:**
> Bazen zıt, zıddını tazammun eder
> Zaman olur zıt, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lafız, mananın zıddıdır. Adalet külahını (*)
> Zulüm başına geçirmiş. Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bağy ismi takılmış. Esaret-i hayvanî,
> İstibdad-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş. Zıtlarda emsal olmuş, suretlerde tebadül, isimlerde tekabül, makamlarda becayiş-i mekânî.

**İzah:**
Bu bölüm, kavramların ve değerlerin tersyüz edilmesini, yani zıtların birbirini gizlemesini ele alıyor. Ana fikir, özellikle siyaset dilinde, hakikatlerin çarpıtılarak yanlış anlamlarla sunulduğudur.

  1. **“Bazen zıt, zıddını tazammun eder”**: Bazen bir şey, zıddını içinde barındırır (tazammun eder). Yani, bir şey görünüşte olumlu gibi sunulsa da, özünde tam tersini saklayabilir.
  2. **“Zaman olur zıt, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lafız, mananın zıddıdır”**: Siyaset dilinde (lisan-ı siyaset), kelimeler (lafız) genellikle anlamın (mana) zıddını ifade eder. Yani, siyaset dilinde kullanılan kelimeler, hakikati gizlemek için çarpıtılır.
  3. **“Adalet külahını zulüm başına geçirmiş”**: Zulüm, adaletin kılığına bürünür. Örneğin, zalim bir yönetim, kendini adil gibi gösterebilir.
  4. **“Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş”**: Hıyanet (ihanet), hamiyetin (vatanseverlik, fedakârlık) kılığına bürünür. İhanet, ucuz bir şekilde hamiyet gibi sunulur.
  5. **“Cihad ve hem gazâya, bağy ismi takılmış”**: Cihat ve gazâ (İslam için mücadele), bağy (isyan, haksız savaş) olarak adlandırılır. Bu, kutsal bir kavramın yanlış bir şekilde damgalanmasını ifade eder.
  6. **“Esaret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş”**: Hayvani esaret (içgüdüsel kölelik) ve şeytani baskı (istibdat), hürriyet adı altında sunulur. Örneğin, modern dünyada bazı özgürlük söylemleri, aslında insanları nefsani arzulara veya baskıcı sistemlere köle yapar.
  7. **“Zıtlarda emsal olmuş, suretlerde tebadül, isimlerde tekabül, makamlarda becayiş-i mekânî”**: Zıtlar birbirine benzer hale gelmiş (emsal olmuş), suretler (görünümler) yer değiştirmiş (tebadül), isimler birbirine karşılık gelmiş (tekabül) ve makamlar yer değiştirmiştir (becayiş-i mekânî). Bu, kavramların ve değerlerin tersyüz edildiğini, hakikatlerin çarpıtıldığını gösterir.

**Genel Mesaj**: Bu bölüm, özellikle siyaset dilinde, hakikatlerin nasıl çarpıtıldığını ve zıtların birbirine karıştırıldığını eleştirir. Adalet, hürriyet, cihat gibi yüksek değerler, zulüm, esaret ve isyan gibi olumsuz kavramlarla örtülerek sunulabilir. Bu, Müslümanları, hakikati ararken dikkatli olmaya ve kavramların özünü anlamaya çağırır.

### **4. Menfaati Esas Tutan Siyaset Canavardır**

**Metin:**
> Menfaati esas tutan siyaset canavardır
> Menfaat üzere çarkı kurulmuş olan siyaset-i hazıra; müfteristir, canavar.
> Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen merhametini değil, iştihasını açar.
> Sonra döner, geliyor; tırnağının hem dişinin kirasını senden ister.

**İzah:**
Bu bölüm, menfaat odaklı siyasetin tehlikelerini ve yıkıcı doğasını ele alıyor. Ana fikir, menfaat üzerine kurulu bir siyasetin insani değerleri yok ettiğini ve toplumu sömürdüğünü ifade eder.

  1. **“Menfaati esas tutan siyaset canavardır”**: Menfaat (kişisel veya grup çıkarları) üzerine kurulu siyaset, bir canavar gibidir. Bu tür bir siyaset, insani değerleri ve ahlakı göz ardı eder.
  2. **“Menfaat üzere çarkı kurulmuş olan siyaset-i hazıra; müfteristir, canavar”**: Günümüz siyaseti (siyaset-i hazıra), menfaat üzerine dönen bir çark gibidir. Bu siyaset, yırtıcı (müfteris) ve canavardır; yani, acımasız ve yıkıcıdır.
  3. **“Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen merhametini değil, iştihasını açar”**: Aç bir canavara sevgiyle (tahabbüb) yaklaşırsan, onun merhametini değil, iştahını uyandırırsın. Menfaat odaklı siyaset, ne kadar iyi niyetle yaklaşılırsa yaklaşılsın, daha fazla sömürmek için fırsat kollar.
  4. **“Sonra döner, geliyor; tırnağının hem dişinin kirasını senden ister”**: Bu canavar, sonunda geri döner ve seni sömürür; tırnaklarının ve dişlerinin kirasını (yani, gücünün bedelini) senden talep eder. Bu, menfaat odaklı siyasetin toplumu nasıl ezdiğini ve her şeyi kendi çıkarına çevirdiğini gösterir.

**Genel Mesaj**: Menfaat odaklı siyaset, insani değerleri yok eden ve toplumu sömüren bir canavar gibidir. Bu tür bir siyaset, merhamet değil, daha fazla açgözlülük üretir ve sonunda topluma zarar verir.

### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarını yansıtan derin bir tefekkür sunar:
1. **Tahrip ve İnşa**: Yıkım, yapmaktan daha kolaydır ve zayıf insanlar tahripkâr olur. Gerçek güç, müspet işler yapmaktır.
2. **Kuvvet ve Hak**: Kuvvet, hakka ve adalete hizmet etmelidir. Hikmet, hukuk, hak ve kuvvet uyumlu olmalıdır; aksi takdirde toplumda düzen ve verimlilik sağlanamaz.
3. **Zıtların Çarpıtılması**: Siyaset dilinde, hakikatler tersyüz edilerek sunulabilir. Müslümanlar, kavramların özünü anlamalı ve aldatıcı söylemlere karşı dikkatli olmalıdır.
4. **Menfaat Odaklı Siyaset**: Menfaat üzerine kurulu siyaset, toplumu sömüren bir canavardır ve insani değerleri yok eder.

Bu metin, Müslümanlara hakikate bağlı kalmayı, adalet ve hikmetle hareket etmeyi, menfaat odaklı siyasetten sakınmayı ve kavramların çarpıtılmasına karşı uyanık olmayı öğütler. Aynı zamanda, toplumsal ve bireysel düzeyde müspet hareket etmenin ve inşa edici olmanın önemini vurgular.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025

Nur-u akıl, kalpten gelir

Nur-u akıl, kalpten gelir 

   Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalpsiz olmaz nur-u fikir münevver.

O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir, zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.

   Gözünde bir nehar var, lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver.

   O içinde bulunmazsa o şahm-pare göz olmaz, sen de bir şey göremez. Basîretsiz basar da para etmez.

   Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalp olmazsa halita-i dimağî ilim ve basîret olmaz. Kalpsiz akıl olamaz.

* * * 

Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise 

   Dimağda meratib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir,

   Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir.

   İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir halet: Salabet itikaddan,

   Taassub iltizamdan, imtisal iz’andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda.

   Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir. Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde

   Safi olan zihinleri cerhdir hem idlâli.

* * * 

Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli 

   Hakiki mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz. Hasbî verir ilmini.

   Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü.

   Kuş veriyor ferhine lüab-âlûd kayyını.

* * * 

1) “Nur-u akıl, kalpten gelir” — terimler, temel fikir ve izah

Ana fikir (tek cümle):
Akılın (fikrî nûrunun) hakikî aydınlığı, kalbin manevi kabiliyetinden (kalp-nurundan) doğar; dışarıdan kazandırılan bilgi, kalpteki aydınlanma yoksa fayda yerine zarar verir.

Terimler ve nüanslar

Kalp (qalb): RN dilinde yalnızca fizikî organ değil; bilginin ilmî, irfânî, duygusal ve iradî olarak içten tutulduğu mânevî merkezdir. Kalp, ilmi “hazmetme”, anlamlandırma ve hakikate yönelme gücünü taşır.

Akıl / dimağ / fikir: Bilginin kavranması ve mantıkî işlemler. Tek başına akıl bilgi üretebilir ama o bilginin ruhî olgunluğa dönüşmesi için kalpte yankı (nur) gerekir.

Basar vs. Basîret: “Basar” dış gözlem/görüş; “basîret” iç göz/derin idrak. Basîret kalbin aydınlığıyla ilişkilidir.

Detaylı izah

  1. Görünen aydınlık — iç karanlık: “Gözünde bir nehar var, lâkin ebyaz ve muzlim” ifadesi, dışarıdan gelen bilgi, kültürel eğitim, entelektüel yetenek vs. olabilir; fakat insanın içi — niyeti, rûhî hâli, kalbi — karanlıksa bu dış aydınlık hakikate dönmez. Dış görüntü “aydın” görünse de hakikat açısından karanlık (muzlim) kalır.
  2. Nurun libasını giymiş zulmet (müzevver zulmet): Bediüzzaman sıkça uyarır: ilim ve güzel sözle süslenen ama kalpte iman/ihlas yoksa — o ilmî kabiliyet bir zulüm aracı hâline gelir; kibir, nadanlık, fitne çıkar.
  3. “Kalpsiz akıl olamaz”: Akılın yetkinliği, kalbin nuruyla ölçülür. Hadislerde de “kalbin önemine” işaret edilir (ör. “bedende bir parça et vardır…”). Bu demektir ki bilgiyi hem nakletme hem hazmetme, hâl-amel bağlamına koyma kalp işi.
  4. Basîretsiz basar para etmez: Bir kimse çok bilgi görebilir, okumalar yapabilir; fakat basîret (iç idrak) yoksa bu bilgi insanın fiilî hayrına dönmez.

Manevî ve nazarî dayanak (kısa):
Hakikî marifet, kalbin aydınlanmasıyla olur. Kur’ân-ı Kerîm ve sahih hadislerde kalbin imanın, tefekkürün merkezi olduğunu vurgulayan pek çok yer vardır; bu ilke RN perspektifine uygundur.

Pratik neticeler / eğitim-terbiye

Bilgiyi öğretirken niyet ve manevi arındırmaya dikkat edilmeli: ilmî eğitim yanında zikir, tefekkür ve ahlâk terbiyesi verilmelidir.

Kendi öğrenme pratiğinizde “niyet”i, muhabbeti, rûhî muhasebeyi eksik etmeyin; bilgiyi sınayan ve kemale erdiren hâller kalpte olur.

Zihin kanalları açık ama kalp karanlık ise önce kalbin eğitimi (dua, zikir, Kur’ân tadabbur, samimiyet) tercih edilir.

2) “Dimağda merâtib-i ilim muhtelifedir” — basamaklar, etkileri ve tehlikeler

Merâtib (basamaklar) — sözsel eşleme ve kısa tanım

  1. Tahayyül (imajinasyon): Zihinde tasvir, tahayyül üretimi; başlangıç düzeyi.
  2. Tasavvur (tasavvur): Cevherlerin kavramsal temsili; daha düzenli imge.
  3. Taakkul (muhakeme/akıl yürütme): Nazari ve usulî düşünce.
  4. Tasdik (tasdîk): Kabul/ikna aşaması.
  5. İz’an (derin idrâk): Sadece kabul değil, içten kavrayış—işleyen anlayış.
  6. İltizam (sorumluluk-bağlılık): Kavramın hayatî timsaline bağlanmak, fiile geçme sadakati.
  7. Itikad (sabit inanç): Artık taviz verilmez, şuurda yer etmiş iman.

Her basamağın mahsûlü / hali

İtikad → salâbet (sabitlik, kuvvet): Sağlam itikat insanı sarsılmaz kılar.

İltizam → taassub (saplantı/katılık): Bağlılık tavırları iyiye de kötüye de dönebilir; iltizam, eğer esnek akılla beslenmezse taassuba dönüşür.

İz’an → imtisal (taklit-uyuşma?): Gerçek idrak bazen kişinin tabiatında bir taklit veya tabi olma hâli doğurur; burada kast edilen, idrak edilenin yaşantıda tezahürü olabilir.

Taakkulde bîtaraf (tarafsızlık), tasavvurda bîbehre (sahipsiz/sığ): RN burada “her mertebenin kendine mahsus fayda ve asarı, fakat birinin tek başına egemen olması tehlikeli olabilir” der.

Tahayyülün tehlikesi:
Tahayyül eğer aklî denetimden geçmezse “safsata” üretir; güzel sunulan safsatalar zihinleri aldatır. Bu yüzden hayal gücünün zihinleri saptırabileceğine dikkat çekilir.

Pratik örnekler

Bir toplumsal fikir (örneğin bir ideoloji) başlangıçta tahayyül ve tasavvur düzeyinde cazip görünür; taakkul ve tasdikten geçmemiş bir kitle iltizam hâline gelirse taassuba dönebilir.

Akademide ya da dinî çevrede “güzel temsiller” (retorik, metaforlar) ikna edebilir; ancak bunlar taakkul ve iz’an sınavından geçmezse tehlikelidir.

Eğitimsel sonuç

Öğretim planı mertebeleri göz önünde tutmalı: önce tasavvur sağlamlaştırılmalı, ardından taakkul ve tasdik ile iz’an hedeflenmeli; en sonra iltizam ve itikadın dengeli, esnek kalması sağlanmalı.

Bilhassa gençleri tahayyülde bırakmak (sadece cazip hikâyeler, dramatik sunumlar) yanlış yönlendirir; sistemli usulî eğitim ve kalp terbiyesi gereklidir.

3) “Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli” — öğretim sanatının metaforu ve prensipleri

Metaforun açılımı

Mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz: Koyun misali mürşid; sakin, sabırlı, yavrusu için sindirilmiş, besleyici süt verir. Kuş misali “hazmı zor” veya ruhi hazım sağlamayan şeyler verir; havada uçan, sindirilmesi zor söylemler.

Hasbî verir ilmini / koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü: Hakiki mürşid, talebesinin kapasitesine göre ilmi “hazmettirir”; bilgi önce içselleşir, sonra dışsallığa dönüşür.

Kuş veriyor ferhine lüab-âlûd kayyını: Kuşun verdiği, sindirilmeyen, belki zehirli, yıkıcı şeylere benzetilir — bilgi zehirleyici olabilir.

Pedagojik prensipler

  1. Miktar-seviyeye uygunluk: Talebenin dimağ-kalp mertebesine göre bilgi dozajı ayarlanmalı. Aşırı ve hazmsız bilgi ruhî-manevî zarar verir.
  2. Hazmetme süreci: Bilgi aktarımı sonrası içselleştirme için zaman, ibadet, tefekkür, pratik verilmeli. Bilgi sadece zihne doldurulmamalı; hâle dönüştürülmeli.
  3. Şakird-mürşid ilişkisi: Rehber, talebenin ne kaldırabileceğini bilir; aceleyle derin meseleleri vermek yerine basamaklandırır.
  4. Çürüme/zehir tehlikesi: Hazmedilmemiş ilim, kibir, taklit veya istismara açık radikal tutumlar doğurur.

Neden bu önemlidir? (risale perspektifi)

Pratikte “ilmî marifet” ile “ihlaslı amel” bir arada yürümelidir. Bilginin içtimai ve bireysel faydası, onun hazmedilip kalbe yerleşmesine bağlıdır. Kendi dönüştürücü gücünü kaybetmiş bilgi, şeklen aydınlatsa da hakikatte zarar verir.

Uygulama önerileri (öğretmen ve öğrenci için)

Öğretmen: Talebenin seviyesini tespit et, kısa-uzun vadeli hedefler koy, tekrar ve pratik yollarıyla ilmi sindir. Metafor, örnek, uygulama, zikir, hâl analizi kullan.

Öğrenci: Yeni öğrenilen her fikri kalbe sor: Bu niçin? Bu davranışa nasıl geçecek? Gecelik tefekkür ve fiilî pratikle bilgiyi imtihan et.

Toplumsal eğitim: Kur’an tefekkürünü, zikir kültürünü, ahlâkî muamelâtı ihmal etmeden teorik ilmi verin.

Kısa sonuç ve uygulanabilir özet (3 maddede)

  1. İlim, önce kalbe girmeli: Akılın ışığı, kalbin nuruyla parlak olur; aksi hâlde bilgi gösterişten öteye gidemez.
  2. Zihin mertebeleri bilinerek eğitilmeli: Hayal ve tasvir aşamasında bırakılan zihinler safsataya açık; taakkul ve iz’anla ilerleten eğitim esastır.
  3. Öğretim dozajı ve hazmetme şarttır: Hakikî mü’şîd-şekilde bilgi verilmeli; talebe içselleştirene dek telkin devam etmeli; hazmedilmeyen bilgi telkini zararlı olur.

*****

Metin, üç ana bölüme ayrılıyor:

  1. **Nur-u akıl, kalpten gelir**: Aklın nurunun kalpten geldiği, kalp ve akıl arasındaki ilişki, basiret ve basar farkı.
    2. **Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise**: Aklın bilgi mertebeleri ve bu mertebelerin özellikleri.
    3. **Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli**: Gerçek bir âlimin (mürşidin) ilmi nasıl aktarması gerektiği.

Şimdi her bölümü ayrı ayrı, geniş ve detaylı bir şekilde izah edelim.

### **1. Nur-u Akıl, Kalpten Gelir**

**Metin:**
> Nur-u akıl, kalpten gelir
> Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalpsiz olmaz nur-u fikir münevver.
> O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir, zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.
> Gözünde bir nehar var, lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver.
> O içinde bulunmazsa o şahm-pare göz olmaz, sen de bir şey göremez. Basîretsiz basar da para etmez.
> Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalp olmazsa halita-i dimağî ilim ve basîret olmaz. Kalpsiz akıl olamaz.

**İzah:**
Bu bölüm, aklın nurunun kalpten geldiğini, kalp ve akıl arasındaki ilişkiyi, basiret (kalbin görmesi) ile basar (gözün görmesi) arasındaki farkı ve kalpsiz bir aklın eksikliğini ele alıyor. Ana fikir, gerçek bilginin ve hikmetin, kalp ve aklın birleşimiyle ortaya çıktığıdır.

  1. **“Nur-u akıl, kalpten gelir”**: Aklın nuru, yani hakikati görme ve anlama kabiliyeti, kalpten kaynaklanır. Kalp, iman, vicdan ve maneviyatın merkezidir. Akıl, bu manevi nur olmadan hakikati tam anlamıyla kavrayamaz.
  2. **“Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalpsiz olmaz nur-u fikir münevver”**: “Zulmetli münevverler”, yani dıştan aydınlanmış gibi görünen ama içten karanlık olan kişiler (örneğin, sadece akli bilgiye dayanan materyalist düşünürler) bu gerçeği anlamalıdır. Kalbin ziyası (manevi aydınlık) olmadan, aklın nuru (fikir) gerçek anlamda aydınlık olamaz. Kalpsiz bir akıl, eksik ve yanıltıcıdır.
  3. **“O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir, zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver”**: Kalbin nuru ile aklın ziyası birleşmezse, ortaya çıkan karanlık (zulmet) olur. Bu karanlık, zulmü (adaletsizliği) ve cehli (cahilliği) doğurur. Kalpsiz bir akıl, nurun kılıfına bürünmüş sahte bir aydınlık (zulmet-i müzevver) üretir. Bu, modern dünyada seküler felsefelerin veya materyalist ideolojilerin hakikat gibi sunulmasını eleştirir.
  4. **“Gözünde bir nehar var, lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver”**: Gözde bir gündüz (nehar) vardır, ama bu gündüz beyaz ve karanlıktır (ebyaz ve muzlim). Gözün içinde bir siyahlık (sevad, yani göz bebeği) vardır ki, bu bir aydınlık gecedir (leyl-i münevver). Burada, gözün görme yetisinin göz bebeğine bağlı olduğu belirtiliyor. Göz bebeği, fiziksel olarak siyah görünse de, görmeyi sağlayan nurani bir öz taşır.
  5. **“O içinde bulunmazsa o şahm-pare göz olmaz, sen de bir şey göremez. Basîretsiz basar da para etmez”**: Göz bebeği (sevad) olmazsa, göz değerli bir mücevher (şahm-pare) olamaz ve görme gerçekleşmez. Aynı şekilde, basiret (kalbin görme yetisi) olmadan, basar (gözün fiziksel görmesi) bir işe yaramaz. Basiret, kalbin hakikati görme kabiliyetidir ve imanla beslenir.
  6. **“Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalp olmazsa halita-i dimağî ilim ve basîret olmaz. Kalpsiz akıl olamaz”**: Beyaz fikir (temiz ve saf düşünce) içinde kalbin süveydası (kalbin özü, iman noktası) olmazsa, aklın ürünleri (halita-i dimağî) gerçek ilim ve basiret üretemez. Kalpsiz bir akıl, hakikati kavrayamaz ve eksik kalır.

**Genel Mesaj**: Bu bölüm, aklın hakikati kavraması için kalbin nuruna ihtiyaç duyduğunu vurgular. Kalp, iman ve maneviyatla aydınlanırsa, akıl gerçek ilmi ve basireti üretir. Kalpsiz bir akıl, sahte bir aydınlık üretir ve zulme, cehalete yol açar. Basiret (kalbin görmesi), basardan (gözün görmesi) üstündür ve gerçek ilim, bu ikisinin birleşimiyle ortaya çıkar.

### **2. Dimağda Meratib-i İlim Muhtelifedir, Mültebise**

**Metin:**
> Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise
> Dimağda meratib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir,
> Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir.
> İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir halet: Salabet itikaddan,
> Taassub iltizamdan, imtisal iz’andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda.
> Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir. Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde
> Safi olan zihinleri cerhdir hem idlâli.

**İzah:**
Bu bölüm, aklın bilgi üretme sürecindeki mertebelerini (meratib-i ilim) ve her mertebenin farklı sonuçlar doğurduğunu açıklar. Bilginin zihinde oluşum aşamaları sıralanır ve her aşamanın kendine özgü özellikleri vurgulanır.

  1. **“Dimağda meratib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif”**: Zihinde (dimağda) bilginin farklı mertebeleri vardır ve bu mertebeler birbirine karışabilir (mültebis). Her birinin hükmü (ahkâm) farklıdır. Bu, bilginin oluşum sürecinin karmaşık ve hiyerarşik olduğunu gösterir.
  2. **Bilgi Mertebeleri**:
    – **Tahayyül**: Hayal etme, zihinde bir şeyin ilk canlanması. Bu, bilginin en ham ve belirsiz aşamasıdır.
    – **Tasavvur**: Bir şeyi zihinde daha net bir şekilde canlandırma, kavrama. Tahayyülden daha ileri bir aşamadır.
    – **Taakkul**: Akıl yürütme, mantıksal analiz yapma. Bu aşamada zihin, konuyu anlamaya çalışır.
    – **Tasdik**: Bir şeyi doğru kabul etme, doğruluğuna inanma.
    – **İz’an**: Derin bir anlayış ve kavrayış. Tasdikten daha ileri bir bilinç seviyesidir.
    – **İltizam**: Bir fikre veya inanca bağlılık gösterme, onu benimseme.
    – **İtikad**: Kesin inanç, tam bir kanaat. Bilginin en yüksek mertebesidir.
  3. **“İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir halet”**: İtikad (kesin inanç) ile iltizam (bir fikre bağlılık) farklıdır. Her mertebe, farklı bir ruh hali (halet) üretir:
    – **Salabet (sağlamlık)**: İtikaddan gelir. Gerçek inanç, sağlam ve sarsılmaz bir duruş sağlar.
    – **Taassub (bağnazlık)**: İltizamdan gelir. Bir fikre körü körüne bağlılık, taassuba yol açar.
    – **İmtisal (uyma, uygulama)**: İz’andan gelir. Derin anlayış, kişiyi hakikate uymaya sevk eder.
    – **İltizam**: Tasdikten gelir. Doğruluğuna inanılan bir şey, bağlılık üretir.
    – **Bîtaraf (tarafsız)**: Taakkulde görülür. Akıl yürütme aşamasında kişi henüz bir taraf tutmaz.
    – **Bîbehre (noksan)**: Tasavvurda bulunur. Tasavvur, henüz tam bir kavrayışa ulaşmamıştır.
    – **Safsata**: Tahayyülden çıkar. Eğer hayal gücü kontrol edilmezse, safsata (boş ve yanıltıcı düşünceler) üretir.
  4. **“Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir. Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde safi olan zihinleri cerhdir hem idlâli”**: Hayal gücü (tahayyül), eğer kontrol edilmezse (mezcine muktedir olmazsa), safsata üretir. Bâtıl (yanlış) şeyleri güzel bir şekilde tasvir etmek, saf ve temiz zihinleri yaralar (cerh) ve yanıltır (idlal). Bu, yanlış fikirlerin veya hayallerin, güzel bir üslupla sunulduğunda zihinleri aldatabileceğini gösterir.

**Genel Mesaj**: Bu bölüm, bilginin zihinde oluşum sürecini mertebeler halinde açıklar. Her mertebe, farklı bir zihinsel durum ve sonuç üretir. En yüksek mertebe itikaddır ve sağlamlık (salabet) sağlar. Ancak, hayal gücü kontrol edilmezse safsata üretir ve bu, temiz zihinleri yanıltabilir. Bu, ilmin doğru bir şekilde işlenmesi ve kalbin rehberliğinde ilerlemesi gerektiğini vurgular.

### **3. Hazmolmayan İlim Telkin Edilmemeli**

**Metin:**
> Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli
> Hakiki mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz. Hasbî verir ilmini.
> Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü.
> Kuş veriyor ferhine lüab-âlûd kayyını.

**İzah:**
Bu bölüm, gerçek bir âlimin (mürşidin) ilmi nasıl aktarması gerektiğini ve ilmin hazmedilmiş bir şekilde sunulmasının önemini ele alıyor. Ana fikir, ilmin saf ve anlaşılır bir şekilde, muhatabın seviyesine uygun olarak verilmesi gerektiğidir.

  1. **“Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli”**: İlim, hazmedilmeden (iyi anlaşılmadan ve içselleştirilmeden) başkalarına aktarılmamalıdır. Hazmedilmemiş ilim, muhatabı yanıltabilir veya ona fayda sağlamaz.
  2. **“Hakiki mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz. Hasbî verir ilmini”**: Gerçek bir âlim (mürşid), koyun gibi olmalıdır, kuş gibi değil. Koyun, kuzusuna saf ve besleyici süt verir; bu, âlimin ilmini hasbi (karşılıksız, samimi) bir şekilde, muhatabın faydasına sunması gerektiğini ifade eder. Kuş ise yavrusuna ağzındaki yiyeceği (lüab-âlûd kayy, yani tükürükle karışık kusmuk) verir; bu, ilmin ham ve işlenmemiş bir şekilde, muhataba uygun olmayan bir halde sunulmasını temsil eder.
  3. **“Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü”**: Koyun, kuzusuna hazmedilmiş, temiz ve saf süt verir. Bu, âlimin ilmini muhatabın seviyesine uygun, anlaşılır ve faydalı bir şekilde sunması gerektiğini gösterir.
  4. **“Kuş veriyor ferhine lüab-âlûd kayyını”**: Kuş, yavrusuna ağzındaki yiyeceği (kusmuk) verir. Bu, âlimin ilmini ham, karmaşık ve muhataba uygun olmayan bir şekilde sunmasını eleştirir. Böyle bir ilim, fayda yerine zarar verebilir.

**Genel Mesaj**: Gerçek bir âlim, ilmini hazmetmiş, sadeleştirmiş ve muhatabın seviyesine uygun bir şekilde sunmalıdır. İlmin samimi (hasbi) bir şekilde ve fayda sağlayacak şekilde aktarılması gerekir. Aksi takdirde, hazmedilmemiş ilim muhataba zarar verebilir.

### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarını yansıtan derin bir tefekkür sunar:
1. **Kalp ve Akıl Birliği**: Gerçek ilim ve hikmet, kalp ve aklın birleşimiyle ortaya çıkar. Kalbin nuru olmadan akıl, sahte bir aydınlık üretir ve zulme, cehale yol açar. Basiret, basardan üstündür.
2. **Bilginin Mertebeleri**: Bilgi, zihinde farklı mertebelerden geçer (tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, iz’an, iltizam, itikad). Her mertebe farklı bir sonuç üretir ve en yüksek mertebe, sağlam inanç (itikad) ile sonuçlanır. Ancak, kontrolsüz hayal gücü safsata üretir.
3. **İlmin Aktarımı**: Gerçek bir âlim, ilmini hazmetmiş ve muhatabın seviyesine uygun bir şekilde sunmalıdır. İlmin saf, anlaşılır ve faydalı olması gerekir; aksi takdirde zarar verebilir.

Bu metin, Müslümanlara ilmi, kalp ve akıl birliğiyle aramayı, bilginin mertebelerini doğru anlamayı ve ilmi samimi bir şekilde aktarmayı öğütler. Aynı zamanda, modern dünyanın kalpsiz akılcılığına ve safsatalarına karşı bir uyarı ihtiva eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 17th, 2025