ABD ve İsrail’in Türkiye üzerinde uygulamak istediği planları ve projeleri nelerdir?

ABD ve İsrail’in Türkiye üzerinde uygulamak istediği planları ve projeleri nelerdir?

(Yapay zekanın cevabı)
ABD ve İsrail’in Türkiye üzerindeki politikaları, Türkiye’nin jeopolitik konumu, ekonomik potansiyeli ve bölgesel etkisi nedeniyle önemli bir yere sahiptir. Bu ülkeler, Türkiye ile olan ilişkilerini çeşitli stratejik çıkarlar ve hedefler doğrultusunda şekillendirmektedir. İşte ABD ve İsrail’in Türkiye üzerindeki planları ve projeleri:

1. Güvenlik ve Askeri İş birliği

NATO ve Askeri Ortaklık: Türkiye, NATO üyesi olarak, ABD ve diğer NATO ülkeleri ile askeri iş birliği yürütmektedir. Bu çerçevede, ABD’nin Türkiye’deki askeri üsleri (örneğin, İncirlik Üssü) stratejik bir öneme sahiptir. ABD, Türkiye ile ortak askeri tatbikatlar ve eğitim programları düzenlemektedir.

Terörle Mücadele: ABD, Türkiye’nin PKK ve onun Suriye’deki uzantısı YPG ile mücadelesinde destek vermekte, ancak YPG’yi terörist bir örgüt olarak görmemektedir. Bu durum, iki ülke arasında zaman zaman gerginliğe yol açmaktadır.

2. Enerji Politikaları

Enerji İş birliği: Türkiye, enerji geçiş yollarının önemli bir parçasıdır. ABD, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarını kullanmasını teşvik ederek enerji güvenliğini artırmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi ve Rusya bağımlılığını azaltması desteklenmektedir.

İsrail ile Enerji İş birliği: İsrail, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden Avrupa’ya ihraç etme planları yapmaktadır. Bu tür projeler, iki ülke arasında ekonomik ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesine katkı sağlayabilir.

3. Bölgesel Denge ve Diplomatik İlişkiler

Bölgesel Denge: ABD, Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünü, özellikle İran ve Rusya gibi rakip güçlerle olan ilişkilerini dengelemek için kullanmayı hedeflemektedir. Türkiye, bölgedeki güç dengelerini etkileme kapasitesine sahip bir aktör olarak görülmektedir.

İsrail ile Normalleşme: Türkiye, İsrail ile ilişkilerini normalleştirme çabaları içinde olmuştur. İki ülke arasındaki ticari ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi, bölgesel güvenlik ve istikrar açısından önemlidir.

4. İnsan Hakları ve Demokrasi Girişimleri

Demokrasi ve İnsan Hakları: ABD, Türkiye’de insan hakları ve demokrasi konularında reformlar yapılmasını teşvik etmektedir. Bu çabalar, Türkiye’nin iç siyasetine doğrudan etki etmeye çalışmakta ve zaman zaman iki ülke arasında gerginliğe neden olmaktadır.

5. Ekonomik İlişkiler

Ticaret ve Yatırımlar: ABD ve İsrail, Türkiye ile ekonomik ilişkilerini güçlendirmek istemektedir. Bu bağlamda, ticaret hacmini artırmak, yatırımları teşvik etmek ve Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla çeşitli projeler geliştirmektedir.

Teknoloji ve İnovasyon: ABD ve İsrail, Türkiye’de teknoloji ve inovasyon alanında işbirliği yapma potansiyelini değerlendirmekte; özellikle savunma sanayinde Türkiye’nin yerli üretim kapasitelerinin artırılması hedeflenmektedir.

6. Siber Güvenlik ve İstihbarat İşbirliği

Siber Güvenlik İşbirliği: ABD, Türkiye ile siber güvenlik alanında işbirliği yaparak, siber tehditlere karşı ortak stratejiler geliştirmeyi hedeflemektedir. Bu durum, iki ülkenin istihbarat paylaşımını ve güvenlik iş birliğini artırmasına olanak tanımaktadır.

İstihbarat İş birliği: Türkiye, ABD ile istihbarat paylaşımı yaparak terörle mücadele ve bölgesel güvenlik konularında daha etkili olmayı hedeflemektedir. Ancak, bu iş birliği zaman zaman politik farklılıklar nedeniyle zorluklarla karşılaşabilmektedir.

7. Kürt Sorunu ve Siyasi Dinamikler

PKK ve YPG Meselesi: ABD’nin YPG’ye verdiği destek, Türkiye ile ABD arasında önemli bir gerilim kaynağıdır. Türkiye, YPG’yi PKK’nın bir uzantısı olarak görmekte ve bu durum, Türkiye’nin iç güvenliğine yönelik tehdit olarak algılamaktadır. ABD, bu konuda Türkiye’nin endişelerini dikkate alarak dengeli bir yaklaşım sergilemeye çalışmaktadır.

Siyasi Destek: ABD, Türkiye’nin içindeki siyasi gruplar ve muhalefet ile ilişkilerini yönetmeye çalışmakta, bu durum Türkiye’nin iç dinamiklerini etkileme çabalarını içermektedir.

8. İsrail’in Güvenlik Politikaları

Bölgesel Güvenlik ve İstikrar: İsrail, Türkiye ile güvenlik iş birliği yaparak, İran, Hizbullah ve diğer gruplara karşı ortak stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin bölgedeki etkisini artırması, İsrail’in güvenliğini sağlama amacıyla önemli bir unsurdur.

Barış Süreci ve Diplomatik İlişkiler: İsrail, Türkiye ile ilişkilerini güçlendirerek, Filistin sorunu ve bölgesel güvenlik konularında iş birliği yapmayı hedeflemektedir.

Sonuç

ABD ve İsrail’in Türkiye üzerindeki planları ve projeleri, stratejik işbirlikleri ve güvenlik politikaları çerçevesinde şekillenmektedir. Bu ilişkiler, Türkiye’nin jeopolitik konumu ve bölgedeki dinamiklerle etkilenmekte; zaman zaman iç ve dış politikadaki farklılıklar nedeniyle gerginlikler de yaşanabilmektedir. Hem ABD hem de İsrail, Türkiye ile olan ilişkilerini güçlendirmek ve bölgesel istikrarı sağlamak amacıyla çeşitli stratejiler geliştirmektedir.

 

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da ve İslam ülkelerinde uygulamak istediği planları ve projeleri nelerdir?

ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da ve İslam ülkelerinde uygulamak istediği planları ve projeleri nelerdir?


ABD ve İsrail’in Ortadoğu ve İslam ülkelerine yönelik politikaları, stratejik çıkarlar ve güvenlik endişeleri doğrultusunda şekillenmektedir. Bu politikalar, bölgedeki jeopolitik dinamikleri, enerji kaynaklarını ve güvenlik tehditlerini göz önünde bulundurarak farklı boyutlarda ilerlemektedir. İşte ABD ve İsrail’in uygulamak istediği bazı ana planlar ve projeler:

1. Bölgesel Güvenlik Stratejileri

İsrail’in Güvenliği: ABD, İsrail’in güvenliğini sağlamak için askeri yardımlar ve teknoloji transferleriyle desteklemekte; İsrail’in askeri kapasitesini artırmak için çeşitli stratejiler geliştirmektedir. Özellikle İran’ın nükleer programı ve bölgedeki milis güçlerin faaliyetleri karşısında, ABD ve İsrail birlikte hareket ederek savunma sistemlerini güçlendirmeye çalışmaktadır.

Terörle Mücadele: Hem ABD hem de İsrail, terör grupları (Hizbullah, Hamas, DAEŞ gibi) ile mücadele etmek için ortak operasyonlar düzenlemekte ve istihbarat paylaşımında bulunmaktadır.

2. İran’ın Nüfuzunu Sınırlama

Nükleer Anlaşmalar: ABD, İran’ın nükleer programını sınırlamak amacıyla 2015’teki nükleer anlaşma sürecine katılmış, ancak Trump yönetimi 2018’de bu anlaşmadan çekilmiştir. Bu durum, İran’a karşı daha sert yaptırımlar uygulanmasına yol açmıştır. ABD, İran’ın bölgedeki etkisini kırmak için diplomatik ve ekonomik baskı yapmaya devam etmektedir.

İsrail’in Askeri Operasyonları: İsrail, İran’ın Suriye’deki varlığını ve Hizbullah’a sağladığı destekleri zayıflatmak amacıyla hava saldırıları düzenlemekte ve siber operasyonlar gerçekleştirmektedir.

3. Bölgesel İttifaklar ve Normalleşme Süreçleri

İbrahim Anlaşmaları: 2020’de ABD’nin aracılığıyla imzalanan bu anlaşmalar, İsrail ile BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas gibi ülkeler arasında normalleşmeyi sağlamıştır. Bu süreç, bölgedeki diplomatik ilişkileri güçlendirmek ve İran’a karşı ortak bir cephe oluşturmak amacı taşımaktadır.

Stratejik Ortaklıklar: ABD, Suudi Arabistan ve Mısır gibi geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini güçlendirerek bölgedeki güç dengesini kontrol etmeyi hedeflemektedir. Bu ülkelerle yapılan askeri iş birlikleri, karşılıklı güvenliği artırmayı amaçlamaktadır.

4. Enerji Politikaları

Enerji Güvenliği: ABD, Ortadoğu’nun zengin enerji kaynaklarını kontrol etmek ve bu kaynakların güvenliğini sağlamak için askeri varlığını sürdürmektedir. Suudi Arabistan gibi ülkelerle olan ilişkiler, petrol ve doğalgaz akışlarının güvenliğini sağlamak amacıyla kritik bir öneme sahiptir.

İsrail’in Enerji İhtiyaçları: İsrail, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerini keşfederek enerji bağımsızlığını artırmakta ve bu kaynakları Avrupa’ya ihraç etme hedefi gütmektedir. Bu durum, bölgedeki enerji dinamiklerini değiştirmektedir.

5. Filistin Sorunu ve İki Devletli Çözüm

ABD’nin Tutumu: ABD, geçmişte iki devletli çözümü desteklese de, son yıllarda Filistin meselesinde daha çok İsrail’in politikalarını destekler hale gelmiştir. Trump yönetimi döneminde ortaya atılan “Yüzyılın Anlaşması” gibi planlar, Filistinli liderlerin onayını almadan geliştirilmiş ve eleştirilmiştir.

İsrail’in Yerleşim Politikaları: İsrail, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te yerleşim yerleri inşa etmeye devam ederek Filistin toprakları üzerinde fiili kontrolünü artırmaya çalışmaktadır. Bu durum, Filistinlilerin bağımsızlık taleplerini olumsuz yönde etkilemektedir.

6. Kürtlerle İlişkiler

ABD’nin Desteklediği Kürt Gruplar: ABD, Suriye’de DAEŞ ile mücadele eden Kürt güçlere destek vererek bu grupların bölgedeki siyasi güçlerini artırmayı hedeflemektedir. Ancak bu durum, Türkiye gibi ülkelerle gerilime neden olabilmektedir.

İsrail’in Kürt Politikası: İsrail, Kürt hareketlerini destekleyerek bölgedeki stratejik dengeyi değiştirmeye çalışmakta; bu durum, Arap dünyasında tartışmalara yol açmaktadır.

7. İnsan Hakları ve Demokrasi Girişimleri

Demokratik Reformlar: ABD, bazı Arap ülkelerinde demokrasi ve insan hakları adına reformlar gerçekleştirilmesini teşvik etmektedir. Ancak bu girişimler, yerel siyasi dinamikler ve karşıt güçler tarafından sıkça engellenmektedir.

İsrail’in Siyasi Etkisi: İsrail, Arap ülkelerindeki iç politikaları ve toplumların dinamiklerini etkileme amacıyla çeşitli stratejiler geliştirmekte, kendi güvenliğini sağlamak için bu ülkelerdeki güç dengelerine müdahil olmaktadır.

8. Siber Güvenlik ve Bilgi Savaşları

Siber Saldırılar: Hem ABD hem de İsrail, siber güvenlik alanında yatırımlar yaparak, düşman ülkelerin kritik altyapılarına yönelik siber saldırılar gerçekleştirmekte ve kendi siber savunma sistemlerini güçlendirmektedir.

Propaganda ve Bilgi Yönetimi: ABD ve İsrail, medya ve dijital platformlar aracılığıyla kendi politikalarını desteklemek ve rakiplerinin etkisini azaltmak amacıyla bilgi savaşları yürütmektedir.

Sonuç

ABD ve İsrail’in Ortadoğu ve İslam ülkelerinde uygulamak istedikleri politikalar, bölgedeki güvenlik dinamiklerini ve stratejik çıkarları şekillendirmektedir. Bu politikaların hedefleri arasında İsrail’in güvenliğini sağlamak, İran’ın nüfuzunu sınırlamak, enerji kaynaklarını kontrol etmek ve bölgesel istikrarı sağlamak yer almaktadır. Ancak bu politikalar, yerel halklar ve diğer bölgesel güçler arasında gerilimlere ve çatışmalara yol açmaktadır.

@@@@@@@

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

Ortadoğu’da yayılmacı ve hakimiyet kurmak isteyen güçler hangileridir ve nasıl bir güç kurmaya çalışmaktadırlar?

Ortadoğu’da yayılmacı ve hakimiyet kurmak isteyen güçler hangileridir ve nasıl bir güç kurmaya çalışmaktadırlar?


Ortadoğu, stratejik konumu, enerji kaynakları ve tarihsel dinamikleriyle, büyük güçlerin etkisini artırmak ve bölgesel hakimiyet kurmak istediği bir coğrafyadır. Bu bölgede yerel ve uluslararası güçler, farklı hedefler doğrultusunda yayılmacı politikalar izlemektedirler. Ortadoğu’da yayılmacı ve hakimiyet kurmaya çalışan başlıca güçler ve stratejileri aşağıdaki gibidir:

1. İran

Hedef: İran, Şii İslam’ın lideri olarak Ortadoğu’da nüfuzunu genişletmek ve bölgesel bir güç olarak etkinliğini artırmak istemektedir. İran, özellikle Sünni liderliğindeki devletlere karşı bir “Şii ekseni” oluşturmaya çalışmaktadır.

Strateji: İran, bölgede vekil güçler aracılığıyla etki kurmaktadır. Bu çerçevede Lübnan’daki Hizbullah, Yemen’deki Husiler, Irak’taki Şii milisler ve Suriye’deki Beşar Esad rejimi üzerinden etkisini genişletmektedir. İran, aynı zamanda nükleer programıyla Batı ve İsrail’e karşı caydırıcılık politikası izlemektedir.

Yayılma Alanları:

Irak: Şii milis gruplar aracılığıyla siyasi ve askeri nüfuzunu genişletmiştir.

Suriye: Beşar Esad rejimini destekleyerek bölgede stratejik kazanımlar elde etmiştir.

Lübnan: Hizbullah aracılığıyla Lübnan’da güçlü bir etkinliğe sahiptir.

Yemen: Husilerle işbirliği yaparak Suudi Arabistan’a karşı güç kazanmıştır.

2. Suudi Arabistan

Hedef: Suudi Arabistan, Sünni İslam’ın lideri olarak bölgedeki nüfuzunu artırmak ve İran’ın etkisine karşı bir denge kurmak istemektedir. Aynı zamanda Körfez bölgesindeki etkinliğini korumayı ve genişletmeyi hedeflemektedir.

Strateji: Suudi Arabistan, ABD ile ittifakına dayanan güçlü bir askeri ve ekonomik yapı inşa etmektedir. Ayrıca Yemen, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde İran’a karşı rekabet etmektedir. Özellikle Yemen’de Husilere karşı askeri müdahalede bulunarak etkisini sürdürmeye çalışmaktadır.

Yayılma Alanları:

Yemen: Husilere karşı askeri operasyonlarla nüfuz kurmaya çalışmaktadır.

Körfez Bölgesi: Körfez ülkelerinde Sünni liderliği pekiştirme çabası sürdürmektedir.

3. Türkiye

Hedef: Türkiye, Osmanlı dönemindeki tarihsel bağları kullanarak bölgede yeniden etkili bir bölgesel güç olmayı ve Sünni İslam dünyasında liderlik rolünü üstlenmeyi hedeflemektedir. Ayrıca sınır güvenliğini sağlamak amacıyla terör örgütlerine karşı askeri operasyonlar düzenlemektedir.

Strateji: Türkiye, “stratejik derinlik” politikasını izleyerek diplomatik ve askeri etkisini artırmaya çalışmaktadır. Özellikle Suriye ve Irak’ta güvenlik tehditlerine karşı askeri operasyonlar düzenlemekte ve Libya’da Trablus hükümetini destekleyerek Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını korumaya çalışmaktadır.

Yayılma Alanları:

Suriye: Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonları ile sınır bölgesinde kontrol sağlamaya çalışmaktadır.

Libya: Libya’daki iç savaşta Trablus merkezli hükümeti destekleyerek Doğu Akdeniz’de stratejik çıkarlarını genişletmektedir.

Irak: PKK’ya karşı operasyonlar düzenleyerek kuzey Irak’taki varlığını artırmaktadır.

4. İsrail

Hedef: İsrail, bölgedeki güvenliğini sağlamak, İran’ın nükleer programını engellemek ve diplomatik açıdan Arap dünyasıyla ilişkilerini normalleştirmek istemektedir. Aynı zamanda Filistin toprakları üzerindeki kontrolünü sürdürmektedir.

Strateji: İsrail, askeri ve istihbarat gücüyle tehditleri caydırmaya çalışmakta ve İran’ın bölgedeki etkisini sınırlandırmaya yönelik operasyonlar düzenlemektedir. Ayrıca İbrahim Anlaşmaları ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmiştir.

Yayılma Alanları:

Batı Şeria ve Kudüs: Filistin toprakları üzerindeki yerleşim ve kontrol politikalarını sürdürmektedir.

Suriye: İran yanlısı milislere yönelik hava saldırılarıyla güvenliğini sağlamaktadır.

5. Körfez Ülkeleri (Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar)

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE):

Hedef: BAE, ekonomik ve askeri gücünü artırarak bölgesel bir aktör olmayı hedeflemektedir. BAE, özellikle Yemen ve Libya gibi ülkelerde etkinliğini genişletmeye çalışmaktadır.

Strateji: BAE, askeri operasyonlar ve diplomasi aracılığıyla etkisini genişletmektedir. Aynı zamanda İsrail ile ilişkilerini normalleştirerek bölgedeki etkinliğini artırmıştır.

Yayılma Alanları: Yemen’de askeri operasyonlar düzenlemekte, Libya’daki Tobruk merkezli hükümeti desteklemektedir.

Katar:

Hedef: Katar, bölgedeki Müslüman Kardeşler gibi İslami hareketleri destekleyerek nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır.

Strateji: Katar, ekonomik gücü ve diplomatik araçları kullanarak bölgedeki etkisini artırmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda Al Jazeera gibi medya kanallarıyla bölgede ideolojik ve politik bir güç oluşturma çabasındadır.

Yayılma Alanları: Müslüman Kardeşler’e destek vererek Arap dünyasında etkinlik kurmaktadır.

6. ABD ve Batılı Güçler

Hedef: ABD, Ortadoğu’daki enerji güvenliğini korumak, terörle mücadele etmek ve İsrail’in güvenliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca İran’ın nükleer programını engellemek ve bölgedeki müttefiklerini korumak istemektedir.

Strateji: ABD, askeri üsler kurarak ve bölgedeki müttefiklerine askeri destek sağlayarak nüfuzunu sürdürmektedir. Irak, Suriye ve Afganistan’da terörle mücadele operasyonları yürütmüş ve Körfez ülkeleriyle işbirliği yapmıştır. Avrupa ülkeleri de özellikle enerji güvenliği açısından bölgeyle ilişkilerini sürdürmektedir.

Yayılma Alanları:

Irak ve Suriye: DEAŞ ve diğer terör örgütlerine karşı operasyonlar düzenleyerek askeri varlık göstermektedir.

Körfez Bölgesi: Suudi Arabistan, Katar ve BAE gibi ülkelerde askeri üsler bulundurmaktadır.

Sonuç:

Ortadoğu’daki güç mücadelesi, İran’ın Şii etkisini yayma çabaları, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Sünni liderlik yarışları, İsrail’in güvenlik endişeleri ve ABD’nin bölgedeki enerji ve güvenlik çıkarları etrafında şekillenmektedir. Bu güçler, bölgedeki vekil savaşlar, askeri müdahaleler ve diplomatik hamleler aracılığıyla yayılmacı politikalarını sürdürmektedirler.

@@@@@@@

İran Şii yayılmacılığını ne gibi kültürel, siyasi, ekonomik bir politika yürüterek sürdürmektedir?

İran, Şii yayılmacılığını çeşitli kültürel, siyasi ve ekonomik politikalarla destekleyerek Ortadoğu’da ve ötesinde nüfuzunu genişletmeye çalışmaktadır. Bu strateji, Şii toplulukları ve hareketleri mobilize ederek İran’ın jeopolitik hedeflerine hizmet eden bir ideolojik ve pragmatik yayılmacılık olarak kendini göstermektedir. İşte bu politikanın detayları:

1. Kültürel Politikalar

İran, Şii mezhebinin yayılmasını ve kültürel nüfuzunu artırmak için çeşitli dini ve kültürel araçlar kullanmaktadır. Bu strateji, Şii İslam’ı kültürel olarak güçlendirme ve bu kültürel bağı ideolojik bir zemine oturtarak siyasi yayılmayı sağlamaya yöneliktir.

Dini Eğitim ve Medreseler: İran, Şii İslam’a ait dini eğitim kurumları ve medreseler aracılığıyla uluslararası bir öğrenci ağı oluşturmuştur. Özellikle Kum şehrinde bulunan medreseler, dünyanın farklı bölgelerinden gelen öğrenciler yetiştirerek İran’ın ideolojik ve dini etkisini yaymaktadır.

Dini Törenler: İran, Şii inancına özgü olan Aşure Günü ve Kerbela olayları gibi önemli dini törenleri yoğun biçimde teşvik etmekte ve bu törenleri siyasi propaganda amacıyla kullanmaktadır. Bu törenler, Şii kimliğinin korunması ve yayılmasını sağlar.

Medya ve Propaganda: İran, medya ve iletişim araçlarını etkin kullanarak Şii inançlarını yaymak ve propaganda yapmak için geniş bir ağ kurmuştur. Al-Manar TV (Lübnan’daki Hizbullah’ın kanalı), Press TV ve İran’daki resmi devlet televizyonları gibi medya organları, Şii ideolojisini yayarak İran’ın bölgedeki etkinliğini artırmaya çalışır.

Şii Hac Ziyaretleri: İran, Şii dünyasının en kutsal yerlerinden olan Kerbela (Irak) ve Necef gibi yerlere yapılan ziyaretleri organize ederek bu dini bağları güçlendirir. Ayrıca, İran’daki Şii türbelerine yapılan ziyaretler de İran’ın kültürel etkisini yaymada önemli bir rol oynamaktadır.

Dil ve Eğitim Desteği: İran, özellikle Arapça konuşan Şii topluluklara Farsça öğretimi ve İran kültürünü yayma konusunda destek sağlamaktadır. Bu sayede İran’ın kültürel nüfuzunu artırmayı hedefler.

2. Siyasi Politikalar

İran’ın Şii yayılmacılığındaki en önemli stratejisi, bölgedeki Şii nüfusu siyasi olarak mobilize etmek ve bu topluluklar aracılığıyla İran’ın çıkarlarını korumaktır. Bu politika, İran’ın iç siyasetinde de belirleyici olan ideolojik bir temele dayanır: Velayet-i Fakih (dini liderlik) anlayışı.

Vekil Güçler ve Milisler: İran, bölgede etkili olabilmek için vekil güçler ve milis gruplar oluşturmuştur. Bu gruplar, İran’ın bölgedeki çıkarlarını savunur ve İran adına vekil savaşlara katılır. Bunlardan en önemlileri:

Hizbullah (Lübnan): İran’ın Lübnan’daki en güçlü vekil gücü olan Hizbullah, İsrail’e karşı mücadelede önemli bir rol oynamakta ve Lübnan siyaseti üzerinde büyük bir etki yaratmaktadır.

Haşdi Şabi (Irak): Irak’ta İran destekli Şii milislerden oluşan bu yapı, İran’ın Irak’taki siyasi ve askeri etkisini artırmasını sağlar.

Husiler (Yemen): Yemen’deki Şii Husiler, Suudi Arabistan’a karşı İran’ın vekil gücü olarak hareket eder ve Yemen’de etkinlik kurmaya çalışır.

Diplomasi ve Müttefik Devletlerle İlişkiler: İran, Suriye’deki Beşar Esad rejimi gibi Şii ya da Şii yanlısı hükümetlerle güçlü diplomatik ilişkiler kurarak siyasi etkisini artırmıştır. Ayrıca, Irak’ta Şii nüfusun yoğun olduğu bölgelerde İran yanlısı siyasi partiler ve liderler üzerinden büyük bir nüfuz sağlamıştır.

Siyasi Hareketler ve Partiler: İran, Şii bölgelerde siyasi partiler kurdurmak ve onları desteklemek suretiyle bu toplulukların kendi siyasi çıkarlarını temsil etmelerini sağlar. Özellikle Irak, Lübnan ve Bahreyn gibi ülkelerde İran yanlısı Şii partiler siyasi hayatta etkili olmuştur.

Uluslararası İttifaklar: İran, Rusya ve Çin gibi ülkelerle stratejik ortaklıklar geliştirerek bölgesel politikalarında yalnız kalmamayı başarmıştır. Bu ittifaklar, İran’a bölgedeki nüfuzunu genişletmede önemli bir destek sağlar.

3. Ekonomik Politikalar

İran, Şii yayılmacılığını desteklemek amacıyla ekonomik araçları da etkin bir şekilde kullanmaktadır. Ekonomik destekler, altyapı yatırımları ve finansman aracılığıyla Şii toplulukları kendine daha fazla bağlamayı ve sadakat kazandırmayı hedefler.

Altyapı ve Yeniden İnşa Projeleri: İran, özellikle savaşın yıkıma uğrattığı Suriye ve Irak gibi ülkelerde yeniden inşa projelerine destek vermektedir. Bu projeler, hem İran’ın siyasi etkisini güçlendirmekte hem de bölgedeki Şii nüfusla daha derin bağlar kurmasını sağlamaktadır.

İnsani Yardımlar: İran, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen’deki Şii topluluklara yönelik insani yardımlar ve sosyal hizmetler sunarak, bu topluluklar arasında sadakat ve bağlılık oluşturmaktadır. İnsani yardımlar, aynı zamanda İran’ın bölgedeki “koruyucu güç” imajını pekiştirmektedir.

Ticaret ve Ekonomik Bağlantılar: İran, özellikle Irak, Lübnan ve Suriye ile güçlü ticari ilişkiler kurarak, bu ülkelerdeki Şii toplulukları ekonomik olarak kendisine bağımlı hale getirmektedir. İran, petrol, doğalgaz ve elektrik gibi temel enerji kaynaklarını bu ülkelerle paylaşarak ekonomik nüfuzunu artırmaktadır.

Sosyal Güvenlik ve Finansal Yardımlar: İran, Haşdi Şabi ve Hizbullah gibi örgütler üzerinden bu örgütlerde görev alan kişilere sosyal güvenlik ve maaş sağlamaktadır. Bu ekonomik yardımlar, bölgedeki Şii toplulukların İran’a sadakatini artırmaktadır.

4. İdeolojik ve Dini Liderlik

İran, Velayet-i Fakih (dini liderin yönetimi) ilkesine dayanarak, Şii dünyasının liderliğini üstlenme iddiasında bulunmaktadır. Bu ideoloji, İran’ın Şii topluluklar üzerindeki dini etkisini artırmakta ve siyasi yayılmacılığını desteklemektedir.

Velayet-i Fakih İdeolojisi: İran, Ayetullah Ali Hamaney liderliğinde bu ideolojiyi sadece kendi halkına değil, tüm Şii topluluklara yaymayı hedeflemektedir. Bu ideolojiye göre, İslam dünyasındaki tüm Şiilerin İran’ın dini liderine itaat etmesi gerektiği savunulur.

Dini Merkezler ve Ulema: İran, Kum’daki dini eğitim merkezlerini ve Ayetullahların etkisini kullanarak, Şii ulemanın bölgesel ve küresel liderliğini güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu merkezlerde eğitim gören Şii din adamları, ülkelerine döndüklerinde İran’ın dini liderliğini yaymaya devam ederler.

Sonuç:

İran, Şii yayılmacılığını kültürel, siyasi, ekonomik ve ideolojik bir bütünlük içinde yürütmektedir. Bu politikalar, İran’ın bölgedeki Şii topluluklar üzerindeki etkisini artırmak ve bu topluluklar üzerinden jeopolitik hedeflerine ulaşmasını sağlamaktadır. İran’ın Şii yayılmacılığı, özellikle vekil güçler, dini liderlik, kültürel diplomasi ve ekonomik desteklerle şekillenmektedir. Bu strateji, İran’ın Ortadoğu’da bir bölgesel güç olarak konumunu güçlendirmekte ve Suudi Arabistan gibi rakip Sünni güçlerle arasındaki mücadeleyi derinleştirmektedir.

@@@@@@@

İran şii inancının ehli sünnet inancından ayrılan farklı ve önemli noktaları nelerdir?

İran’ın benimsediği Şii İslam ve Ehl-i Sünnet inancı arasında tarihsel ve teolojik olarak farklılıklar vardır. Şii mezhebi, İslam’ın ilk dönemindeki halifelik sorunu etrafında şekillenmiş ve zamanla inanç, ibadet ve teoloji açısından Sünni İslam’dan ayrılan bir dizi farklılık geliştirmiştir. İşte Şii inancının Ehl-i Sünnet inancından ayrıldığı başlıca önemli noktalar:

1. İmamet Anlayışı

Şii Görüşü: Şii mezhebi, halifeliğin Allah tarafından belirlenmiş bir hak olduğunu ve bu hakkın yalnızca Hz. Ali ve onun soyundan gelen 12 İmama ait olduğunu savunur. Bu görüşe göre, Hz. Ali, İslam toplumunun ilk meşru lideridir ve ondan sonra gelen imamlar, Allah tarafından atanmış masum dini liderlerdir.

Ehl-i Sünnet Görüşü: Sünni mezhebi, hilafetin seçimle veya şura ile belirlenmesi gerektiğini savunur. Sünni inançta, dört halife (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) sahabenin en üstüdür ve halifelik görevi, toplumsal bir mutabakatla gerçekleştirilmiştir. Ehl-i Sünnet, imameti masum bir liderlik olarak kabul etmez.

2. Masum İmamlar ve Velayet-i Fakih

Şii Görüşü: Şii inancına göre, imamlar masumdur; yani, günah işlemezler ve her konuda yanılmazlar. Bu imamlar, ilahi bilgiyi taşır ve dinin gerçek rehberleridir. Şii itikadına göre, 12. İmam Mehdi kayıptadır (gaybet), ancak kıyametten önce geri dönüp dünyaya adalet getirecektir. Ayrıca, İran’da devrimden sonra Velayet-i Fakih kavramı geliştirilmiş, dini liderin hem siyasi hem de dini bir otorite olduğu kabul edilmiştir.

Ehl-i Sünnet Görüşü: Sünni inanca göre, insanlar günah işleyebilir ve hata yapabilir. Dini liderlerin de yanılabilir olduğu kabul edilir. İmamlık, sadece ibadet ve dini ilimlerde rehberlik yapmayı kapsar, siyasi bir liderlik içermez. Sünni mezheplerde kıyamet öncesi Mehdi’nin geleceği beklentisi bulunmakla birlikte, Mehdi inancı Şii mezhebinde olduğu gibi merkezi bir öneme sahip değildir.

3. Sahabe Anlayışı

Şii Görüşü: Şii mezhebi, özellikle Hz. Ali’nin halife seçilmesi sırasında yaşanan siyasi mücadeleler nedeniyle bazı sahabeleri eleştirir. Şiiler, Hz. Ali’ye karşı çıkan sahabelerle (özellikle Hz. Aişe, Talha, Zübeyr gibi isimlerle) ilgili olumsuz görüşlere sahiptir. Özellikle ilk üç halifenin (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman) meşruiyetini sorgularlar.

Ehl-i Sünnet Görüşü: Ehl-i Sünnet, tüm sahabelere saygı duyar ve onları adalet ve doğrulukla över. Sünni inançta, dört halifenin hepsi İslam’ın öncüleridir ve sahabenin tamamı İslam’ı yaymakta büyük görevler üstlenmişlerdir. Sahabe hakkında eleştiri getirmek Sünnilikte hoş karşılanmaz.

4. İbadet Farklılıkları

Namaz: Şiiler namazlarını genellikle günde üç vakitte kılarlar (öğle ile ikindi, akşam ile yatsı birleştirilir). Ayrıca, Şiiler secde ederken alınlarını turba (Kerbela toprağından yapılmış küçük bir taş) üzerine koyarlar. Sünniler ise namazlarını beş vakitte kılar ve doğrudan yere secde ederler.

Ezan: Şii ezanında, “Aliyyen veliyyullah” (Ali Allah’ın velisidir) ifadesi yer alır. Bu ifade Sünni ezanında bulunmaz.

Taziye ve Matem: Şiiler, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesini her yıl Aşure Günü ve Muharrem ayı boyunca anarak matem tutarlar. Bu anma törenleri, Şii inancında önemli bir yer tutar. Ehl-i Sünnet’te ise Aşure Günü oruçla geçirilir, ancak bu tür büyük matem törenleri düzenlenmez.

5. Kerbela Olayı ve Aşure

Şii Görüşü: Kerbela olayı, Şii inancında derin bir teolojik ve sembolik anlam taşır. Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi, Şii İslam’ın kimliğinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Şiiler, bu olayı her yıl büyük matem törenleriyle anarak, Hz. Hüseyin’in zulme karşı duruşunu ve şehitliğini yüceltirler.

Ehl-i Sünnet Görüşü: Sünniler de Kerbela olayını anlar ve Hz. Hüseyin’e saygı duyar, ancak bu olay Şiilerde olduğu gibi merkezi bir ibadet ya da ritüel olarak görülmez. Aşure Günü, Hz. Musa’nın kurtuluşu vesilesiyle oruç tutularak geçirilir.

6. Takiyye Anlayışı

Şii Görüşü: Şii inancında, takiyye (dini inancını saklama) önemli bir kavramdır. Şiilere göre, zulüm altında veya tehlike karşısında inançlarını gizlemek, hayatlarını korumak için caizdir. Tarihte Şiiler, azınlıkta oldukları dönemlerde takiyye yaparak hayatta kalmaya çalışmışlardır.

Ehl-i Sünnet Görüşü: Takiyye kavramı Sünni inançta yaygın olarak kabul görmez ve İslam’ın temel ilkelerine aykırı olarak görülür. Sünni inanca göre, bir Müslümanın inancını saklaması hoş karşılanmaz.

7. İlahi Bilgi ve Ehlibeyt Anlayışı

Şii Görüşü: Şiiler, Hz. Ali ve Ehlibeyt (Hz. Muhammed’in ailesi) üyelerinin ilahi bilgiye sahip olduklarına inanır. Onlara göre, Ehlibeyt sadece dini rehberler değil, aynı zamanda insanlığın ahlaki ve manevi liderleridir. Bu nedenle, Ehlibeyt’e yönelik derin bir sevgi ve bağlılık vardır.

Ehl-i Sünnet Görüşü: Ehl-i Sünnet de Ehlibeyt’e büyük saygı gösterir, ancak Ehlibeyt’i diğer Müslümanlardan üstün tutmaz. Sünniler için, Hz. Peygamber’in sahabeleri ve ailesi önemli rehberlerdir, ancak onların ilahi bir bilgiye sahip olduğu düşüncesi reddedilir.

8. Kıyamet ve Mehdi İnancı

Şii Görüşü: Şiiler, kıyametten önce 12. İmam Mehdi’nin yeniden ortaya çıkacağına inanırlar. Şii inancına göre, Mehdi kayıp durumdadır (Gaybet) ve ortaya çıkıp adaleti sağlayacaktır.

Ehl-i Sünnet Görüşü: Sünniler de Mehdi inancına sahiptir, ancak bu inanç Şiilerde olduğu kadar merkezi değildir. Sünni inancına göre Mehdi, kıyametten önce dünyaya gelip İslam’ı güçlendirecek, ancak Mehdi’nin kimliği ve gaybet inancı gibi detaylar Şii mezhebinde olduğu gibi netleştirilmemiştir.

Sonuç:

Şii ve Ehl-i Sünnet inançları arasında hem teolojik hem de tarihsel farklılıklar bulunmaktadır. Şii inancında imamet, Ehlibeyt sevgisi, Kerbela olayı ve dini liderlik merkezi bir rol oynarken, Ehl-i Sünnet inancı daha çok ümmetin ortak birliği, sahabe sevgisi ve halifelik sistemi üzerine kurulmuştur. Bu farklılıklar, tarihsel süreçte iki mezhep arasında derin bir ayrışmaya yol açmıştır, ancak her iki mezhep de İslam’ın temel ilkelerini paylaşmaktadır.

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

İslam ülkelerinde nerede ve ne kadar Şii nüfus bulunmaktadır?

İslam ülkelerinde nerede ve ne kadar Şii nüfus bulunmaktadır?


İslam dünyasında Şii Müslümanlar, genel İslam nüfusunun yaklaşık %10-15’ini oluştururlar. Şiilik, özellikle 12 İmam Şiiliği (İmamiye), Zeydilik ve İsmaililik mezheplerine bölünmüştür. En büyük Şii nüfus, İran’da bulunmaktadır, ancak diğer İslam ülkelerinde de önemli Şii toplulukları mevcuttur. İşte İslam ülkelerindeki başlıca Şii nüfusun dağılımı:

1. İran

Nüfusun %90-95’i Şii (yaklaşık 85 milyon). İran, Şii İslam’ın merkezi olarak kabul edilir ve 1979’dan beri bir Şii İslam Cumhuriyeti’dir.

2. Irak

Nüfusun %60-65’i Şii (yaklaşık 25 milyon). Şiiler, özellikle güney bölgelerinde yoğunlaşmışlardır ve ülkede siyasi olarak da etkilidirler.

3. Azerbaycan

Nüfusun %65-75’i Şii (yaklaşık 7 milyon). Azerbaycan, İran ile kültürel ve dini bağları güçlü olan bir Şii nüfusa sahiptir.

4. Bahreyn

Nüfusun %60-70’i Şii (yaklaşık 1.5 milyon). Ancak Bahreyn’de Şii nüfus, ülkenin yönetici Sünni azınlığı tarafından yönetilmektedir ve siyasi gerilimler yaşanmaktadır.

5. Lübnan

Nüfusun %30-35’i Şii (yaklaşık 1.5 milyon). Hizbullah’ın önemli bir siyasi ve askeri güç olduğu Lübnan’da Şiiler, özellikle güney bölgelerde yoğunlaşmıştır.

6. Yemen

Nüfusun %45’i Şii (yaklaşık 14 milyon). Şii nüfusun çoğu Zeydi mezhebine mensuptur. Husi hareketi, bu Şii topluluğun önemli bir siyasi ve askeri aktörü durumundadır.

7. Suriye

Nüfusun %15-20’si Şii (yaklaşık 3-4 milyon). Bu nüfusun büyük çoğunluğu, Nusayri (Alevi) mezhebindendir. Devlet başkanı Beşşar Esad’ın da mensup olduğu bu topluluk, ülkede önemli bir siyasi güçtür.

8. Suudi Arabistan

Nüfusun %10-15’i Şii (yaklaşık 2-3 milyon). Şiiler, özellikle Doğu vilayetlerinde, petrol zengini bölgelerde yaşamaktadırlar ve siyasi olarak marjinalleşmiş durumdadırlar.

9. Pakistan

Nüfusun %15-20’si Şii (yaklaşık 30 milyon). Pakistan’daki Şii nüfus, ağırlıklı olarak İmamiye mezhebine mensuptur. Zaman zaman Sünni-Şii gerilimleri yaşanmaktadır.

10. Afganistan

Nüfusun %10-15’i Şii (yaklaşık 4-5 milyon). Şiiler, özellikle Hazara etnik grubundan olup ülkenin orta kesimlerinde yoğunlaşmıştır.

11. Türkiye

Nüfusun %10-15’i Alevi (yaklaşık 10-15 milyon). Türkiye’deki Aleviler, Şii İslam’ın bir yorumu olan Caferilik mezhebine bağlıdır. Ancak Sünni ve Şii terminolojisinden farklı bir inanç yapıları vardır.

12. Kuveyt

Nüfusun %20-25’i Şii (yaklaşık 1 milyon). Şii topluluk, Kuveyt’te önemli bir etnik grup oluşturur, ancak ülkede Sünni çoğunluk yönetimdedir.

13. Hindistan

Nüfusun %10-15’i Şii (yaklaşık 25-30 milyon). Hindistan’daki Şiiler, özellikle kuzey bölgelerde, Uttar Pradesh gibi eyaletlerde yoğunlaşmışlardır.

14. Afganistan

Nüfusun %10-15’i Şii (yaklaşık 4-5 milyon). Bu nüfusun büyük kısmı Hazara etnik grubuna aittir ve ülkenin merkezinde yaşarlar.

15. Umman

Nüfusun %5-10’u Şii. Umman’da da bir Şii azınlık bulunmasına karşın, ülkedeki en yaygın mezhep İbadiyye’dir.

16. Katar

Nüfusun %10-15’i Şii. Katar’da da önemli bir Şii nüfusu bulunmaktadır, ancak ülkede Sünni yönetim hakimdir.

Genel Durum:

Şii Müslümanlar, İran dışında genellikle azınlık durumundadırlar ve birçok ülkede siyasi olarak marjinalize edilmiş veya baskı altındadırlar. Ancak, Irak, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerde, Şiiler önemli siyasi ve askeri güçlere sahiptir.

@@@@@

İsrail 1948 yılından bu yana ne gibi bir büyüme ve kimlere karşı kontrolü hakimiyeti kurmuştur?

İsrail, 1948 yılında bağımsızlığını ilan ettiğinden bu yana önemli bir büyüme ve bölgesel kontrol süreci yaşamıştır. Bu süreç, özellikle askeri, siyasi ve ekonomik alanlarda gelişmiş, bölgedeki farklı Filistinli gruplar ve Arap ülkeleriyle uzun süren çatışmalara sahne olmuştur. Aşağıda, İsrail’in 1948’den bu yana geçirdiği büyüme ve hakimiyet kurduğu süreçler özetlenmiştir:

1. 1948 Arap-İsrail Savaşı (Bağımsızlık Savaşı)

Bağımsızlık İlanı ve İlk Savaş: İsrail, 14 Mayıs 1948’de bağımsızlığını ilan etti. Bu kararın hemen ardından Arap ülkeleri (Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak) İsrail’e karşı saldırı başlattı. 1948-1949 Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail, önemli bir zafer kazandı ve kendisine BM tarafından tanınan toprakların ötesinde yeni topraklar elde etti.

Filistinlilerin Yerinden Edilmesi: Bu savaş sırasında yaklaşık 700.000 Filistinli mülteci durumuna düştü. İsrail, savaşı kazandıktan sonra Filistin topraklarının büyük bir kısmını kontrol etmeye başladı.

2. 1956 Süveyş Krizi

Süveyş Kanalı Krizi: 1956 yılında Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine, İsrail, Fransa ve İngiltere ile işbirliği yaparak Mısır’a saldırdı. İsrail bu savaşta Sina Yarımadası’nı geçici olarak işgal etti ancak uluslararası baskılar sonucu geri çekildi.

3. 1967 Altı Gün Savaşı

Toprak Kazanımları: İsrail, Mısır, Ürdün ve Suriye’ye karşı yaptığı Altı Gün Savaşı’nda büyük bir zafer kazandı. Bu savaşta, Sina Yarımadası, Gazze Şeridi, Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil) ve Golan Tepeleri gibi geniş toprakları ele geçirdi. Bu kazanımlar, İsrail’in bölgedeki hakimiyetini artırdı ve stratejik üstünlük sağladı.

Doğu Kudüs’ün İlhakı: İsrail, Doğu Kudüs’ü ele geçirerek Kudüs’ü başkent ilan etti, ancak bu ilhak uluslararası toplum tarafından tanınmadı.

4. 1973 Yom Kippur Savaşı

Saldırılar ve Savunma: Mısır ve Suriye, İsrail’e karşı koordineli bir saldırı başlattı. Savaşın başında Arap güçleri bazı başarılar elde etti, ancak İsrail sonrasında savaşta dengeyi sağladı ve pozisyonunu korudu. Bu savaş, İsrail’in savunma gücünü pekiştirdi.

Mısır ile Barış: Bu savaşın ardından, 1979 yılında İsrail ve Mısır arasında Camp David Anlaşması yapıldı. Bu anlaşma ile Mısır, İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu ve İsrail, Sina Yarımadası’nı Mısır’a geri verdi.

5. 1982 Lübnan Savaşı

Lübnan’a Müdahale: İsrail, Güney Lübnan’da etkin olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) güçlerine karşı bir savaş başlattı. 1982’de Beyrut’a kadar ilerledi. İsrail, bu operasyonla Lübnan’daki FKÖ etkisini kırdı, ancak Hizbullah’ın güçlenmesine neden oldu.

Güney Lübnan İşgali: İsrail, Güney Lübnan’da 2000 yılına kadar sürecek bir işgal gücü bulundurdu. Bu işgal, Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmaların yoğunlaşmasına yol açtı.

6. 1987-1993 Birinci İntifada

Filistin Ayaklanması: 1987 yılında başlayan Birinci İntifada, Filistinlilerin İsrail işgaline karşı başlattığı geniş çaplı bir halk ayaklanmasıydı. Bu dönemde, İsrail, Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilerle yoğun çatışmalar yaşadı.

1993 Oslo Anlaşmaları: İntifada’nın sonunda, İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü arasında barış süreci başladı ve 1993’te Oslo Anlaşmaları imzalandı. Bu anlaşmalarla İsrail, Filistin Özerk Yönetimi’nin kurulmasını kabul etti, ancak nihai bir barış sağlanamadı.

7. 2000-2005 İkinci İntifada

İkinci İntifada: 2000 yılında Filistinlilerin yeniden ayaklanmasıyla İkinci İntifada başladı. Bu dönemde, İsrail ve Filistinliler arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. İsrail, Filistinlilere karşı askeri operasyonlar düzenledi ve Batı Şeria’da güvenlik duvarı inşa etmeye başladı.

Ariel Şaron’un Gazze’den Çekilmesi: 2005 yılında İsrail, tek taraflı olarak Gazze Şeridi’nden çekildi ve bölgedeki yerleşimlerini tahliye etti. Ancak Gazze üzerindeki abluka ve denetim devam etti.

8. Günümüzde İsrail’in Kontrolü ve Hakimiyeti

Batı Şeria: İsrail, Batı Şeria’da 1967’den bu yana kontrolü elinde bulunduruyor ve burada geniş çaplı Yahudi yerleşimleri inşa etti. Batı Şeria’nın büyük bir kısmı halen İsrail’in fiili denetimi altında. Filistinliler bu bölgede sınırlı özerkliğe sahip.

Doğu Kudüs: İsrail, Doğu Kudüs’ü 1967’de ilhak etti ve burayı başkenti ilan etti. Ancak bu ilhak uluslararası toplum tarafından tanınmamaktadır. İsrail, Kudüs’ün tamamı üzerinde tam egemenlik kurduğunu savunmaktadır.

Golan Tepeleri: İsrail, 1981’de Suriye’ye ait Golan Tepeleri’ni ilhak etti. Bu ilhak da uluslararası toplum tarafından tanınmamaktadır. İsrail, Golan Tepeleri’ni stratejik bir bölge olarak görmektedir.

Gazze Şeridi: 2005’te İsrail’in çekilmesine rağmen, Gazze üzerindeki abluka ve kontrol devam ediyor. Gazze’de 2007’de Hamas’ın kontrolü ele geçirmesiyle İsrail, bölgeyi abluka altına aldı ve burada sık sık İsrail-Hamas çatışmaları yaşanmaktadır.

9. İsrail’in Bölgesel Güç Olarak Büyümesi

Askeri Güç: İsrail, güçlü ve modern bir orduya sahiptir. ABD ile yakın askeri işbirliği, İsrail’in bölgedeki askeri üstünlüğünü pekiştirmiştir.

Ekonomik Büyüme: İsrail, özellikle teknoloji ve savunma sanayii alanında hızlı bir ekonomik büyüme yaşamıştır. “Startup Nation” olarak adlandırılan İsrail, inovasyon ve yüksek teknolojiye dayalı bir ekonomi geliştirmiştir.

Diplomatik Gelişmeler: 2020’de imzalanan İbrahim Anlaşmaları ile İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirdi. Bu, İsrail’in bölgedeki diplomatik gücünü artıran önemli bir gelişmedir.

Sonuç:

İsrail, 1948’den bu yana bölgesel bir güç haline gelmiş ve askeri zaferler ve siyasi anlaşmalar aracılığıyla kontrol alanını genişletmiştir. Özellikle Filistin toprakları üzerinde hakimiyet kurmuş ve Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri gibi bölgelerde kontrolünü sağlamlaştırmıştır. Ancak, İsrail’in Filistinlilerle olan çatışmaları, bölgede süregelen bir istikrarsızlık kaynağı olmaya devam etmektedir.

@@@@@@@

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

1982 de Lübnan’da Hristiyanlar Müslümanlara karşı ne gibi bir katliamda bulunmuşlardı?

1982 de Lübnan’da Hristiyanlar Müslümanlara karşı ne gibi bir katliamda bulunmuşlardı?


1982’de Lübnan’da, Hristiyan milisleri tarafından gerçekleştirilen en trajik olaylardan biri, Sabra ve Şatila Katliamı olarak bilinen olaydır. Bu katliam, Lübnan İç Savaşı’nın (1975-1990) ve İsrail’in 1982’deki Lübnan’a müdahalesinin bir parçası olarak gerçekleşmiştir. İşte olayın ayrıntıları:

Olayın Arka Planı

Lübnan İç Savaşı: 1975-1990 yılları arasında süren bu savaş, farklı etnik ve dini gruplar arasında yoğun çatışmalara neden olmuştur. Hristiyan ve Müslüman gruplar arasında derinlemesine bölünmeler yaşanmış, bu durum çatışmaları şiddetlendirmiştir.

İsrail’in Müdahalesi: 1982’de İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve diğer milis gruplarına karşı operasyonlar düzenlemek amacıyla Lübnan’a girdi. Bu müdahale, İsrail’in Lübnan’daki Hristiyan müttefikleri ile Filistinli gruplar arasındaki çatışmaları daha da derinleştirdi.

Sabra ve Şatila Katliamı

Katliamın Gerçekleştiği Tarih: Sabra ve Şatila Katliamı, 16-18 Eylül 1982 tarihlerinde gerçekleşti.

Hristiyan Milisler: Katliam, Lübnan’daki Hristiyan milis grubu olan Kataeb (Maraşlılar) tarafından gerçekleştirildi. Bu grup, İsrail’in desteklediği Hristiyan lider Bachir Gemayel’in öldürülmesinin ardından, intikam almak amacıyla Filistinli sivillere saldırdı.

İsrail’in Rolü: İsrail, Lübnan’daki Filistinli mülteci kamplarına yönelik saldırılara göz yummuş, hatta bu saldırılara destek vermiştir. İsrail ordusu, Hristiyan milislerin kamp alanlarına girmesine izin vermiş, bunun sonucunda katliamın yaşanmasına yol açmıştır.

Katliamın Sonuçları

Sivillerin Hedef Alınması: Katliam sırasında, çoğunluğunu Filistinli sivillerin oluşturduğu 800 ila 3,500 kişi arasında insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Olaylar sırasında birçok insan acımasızca öldürülmüş, kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere sivillere yönelik cinsel şiddet ve diğer insanlık dışı muameleler gerçekleştirilmiştir.

Uluslararası Tepki: Katliam, uluslararası alanda büyük bir yankı uyandırdı ve hem İsrail hem de Hristiyan milisler için ağır eleştiriler yapıldı. Birçok insan hakları örgütü, bu olayları savaş suçları olarak nitelendirdi.

Komisyon Raporları: Olayın ardından, İsrail hükümeti tarafından kurulan bir komisyon, katliamdan sorumlu olanların yargılanması gerektiğini belirtti. Ancak bu süreçte birçok kişi cezalandırılmadı.

Sabra ve Şatila Katliamı, Lübnan’daki iç savaşın en karanlık dönemlerinden birini temsil etmekte ve bölgedeki çatışmaların derin köklerini ortaya koymaktadır. Bu olay, aynı zamanda etnik ve dini çatışmaların sonuçlarının ne kadar yıkıcı olabileceğinin bir örneğidir.

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

BÜYÜK İSRAİL YOLUNDA SÖKÜLEN TAŞLAR

BÜYÜK İSRAİL YOLUNDA SÖKÜLEN TAŞLAR


Ürdün’ün ilk kralı Abdullah bin Hüseyin (1951), in öldürülüşü.

Ürdün’ün ilk kralı Abdullah bin Hüseyin, 20 Temmuz 1951 tarihinde Kudüs’te Mescid-i Aksa’da suikasta uğrayarak öldürüldü. Kral Abdullah, Filistin’e ve bölgedeki Arap ülkelerine yönelik politikaları nedeniyle bazı grupların tepkisini çekiyordu. Özellikle, İsrail ile anlaşmalar yapmaya çalışması ve Arap dünyasındaki bazı grupların bu duruma karşı çıkması, suikastın arkasındaki temel nedenler arasında sayılmaktadır.

Suikast sırasında Kral Abdullah, Cuma namazı için Mescid-i Aksa’ya gitmişti. Namaz öncesinde, bir Filistinli olan suikastçı tarafından vuruldu ve olay yerinde hayatını kaybetti. Suikastı gerçekleştiren kişinin, Abdullah’ın İsrail ile ilişkilerini geliştirme çabalarına karşı olan radikal unsurlar tarafından desteklendiği düşünülmektedir. Abdullah bin Hüseyin’in ölümünden sonra tahta oğlu Talal geçti, ancak kısa süre sonra sağlık sorunları nedeniyle görevden çekilmek zorunda kaldı ve tahtı oğlu Kral Hüseyin devraldı.

@@@@@@@@@@

Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdulaziz (1975), in öldürülüşü.

Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz, 25 Mart 1975 tarihinde Riyad’da bir suikast sonucu öldürüldü. Kral Faysal, Suudi Arabistan’ın modernleşmesi ve İslam dünyasındaki rolünün güçlendirilmesi için yaptığı reformlarla biliniyordu. Özellikle petrol politikaları ve 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrasında İsrail’i destekleyen Batı ülkelerine karşı uyguladığı petrol ambargosu ile dikkat çekmişti.

Kral Faysal, bir kuzeni olan Prens Faysal bin Musaid tarafından vurularak öldürüldü. Suikast, Riyad’daki kraliyet sarayında gerçekleşti. Prens Faysal, kralın yanına geldiğinde kral, onu dostça karşılamıştı. Ancak Prens Faysal bir anda silahını çıkararak kralı vurdu. Kral Faysal aldığı yaralar nedeniyle hayatını kaybetti. Suikastın motivasyonu tam olarak açıklanmadı, ancak bazı kaynaklar, suikastçının kralın politikalarına karşı bir tepki veya kişisel bir kin beslediğini öne sürdü.

Kral Faysal’ın ölümünün ardından Suudi Arabistan tahtına üvey kardeşi Halid bin Abdülaziz geçti. Faysal’ın reformist ve İslam dünyasındaki liderlik rolü, ölümünden sonra da hatırlanan en önemli miraslarından biri oldu.

@@@@@@@@@

Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat (1981). ın öldürülüşü.

Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat, 6 Ekim 1981 tarihinde Kahire’de bir askeri geçit töreni sırasında suikasta uğrayarak öldürüldü. Sedat, özellikle 1978’de İsrail ile imzaladığı Camp David Anlaşmaları ve bu anlaşmanın bir parçası olarak 1979’da İsrail ile barış anlaşması yapması nedeniyle bazı Arap ve İslami grupların tepkisini çekmişti. Mısır, bu anlaşma sonucunda İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi olmuştu, bu da Sedat’ı birçok Arap ülkesi nezdinde hedef haline getirmişti.

Suikast, Sedat’ın 1973 Yom Kippur Savaşı’nın (Mısır’ın İsrail’e karşı başarı sağladığı bir savaş olarak görülüyordu) yıldönümünü kutlamak amacıyla düzenlediği askeri geçit töreni sırasında gerçekleşti. Tören sırasında bir grup asker, bir askeri aracın içinden dışarı çıkarak Cumhurbaşkanı Sedat’a doğru ilerledi ve onu vurdu. Suikastın lideri, İslamcı bir grup olan Cihad örgütünün üyesi Teğmen Halid el-İslambuli idi.

Sedat olay yerinde ağır yaralandı ve kısa süre sonra hayatını kaybetti. Bu suikast, Mısır’da büyük bir siyasi sarsıntıya neden oldu. Sedat’ın ardından yardımcısı Hüsnü Mübarek cumhurbaşkanı oldu ve uzun yıllar boyunca Mısır’ı yönetti. Enver Sedat, Arap dünyasında tartışmalı bir figür olarak hatırlanırken, İsrail ile barış yapma çabaları ve Mısır’ı modernleştirme girişimleri onun en önemli miraslarından biri olarak görülmektedir.

@@@@@@@@

İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in (1995) öldürülüşü.

İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, 4 Kasım 1995 tarihinde Tel Aviv’de, barış yanlısı bir mitingin ardından bir suikast sonucu öldürüldü. Rabin, İsrail-Filistin barış sürecinde oynadığı önemli rol ve 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile imzaladığı Oslo Anlaşmaları nedeniyle hem İsrail’de hem de uluslararası arenada dikkat çeken bir liderdi. Barış süreci, iki devletli çözümü destekleyenler tarafından övülürken, İsrail içindeki bazı aşırı sağcı gruplar tarafından yoğun bir şekilde eleştiriliyordu. Bu gruplar, Rabin’in İsrail’in güvenliğini tehlikeye attığını düşünüyorlardı.

Suikast, Tel Aviv’de düzenlenen bir barış mitinginin sonunda gerçekleşti. Mitingin sloganı, “Barış için Evet, Şiddet için Hayır” idi ve barış sürecine destek amacıyla binlerce insan katılmıştı. Rabin, mitingin sonunda arabasına doğru yürüdüğü sırada aşırı sağcı bir İsrailli olan Yigal Amir tarafından vuruldu. Amir, Oslo Anlaşmaları’na karşıydı ve bu anlaşmaların İsrail’in topraklarını tehlikeye attığını düşünüyordu.

Rabin, saldırıda ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Suikast, İsrail’de ve dünya genelinde büyük bir şok yarattı. Yitzhak Rabin, suikasttan kısa süre önce Nobel Barış Ödülü’nü almıştı ve barış sürecinde attığı adımlar nedeniyle birçok kişi tarafından saygı görüyordu. Rabin’in ölümünün ardından, İsrail-Filistin barış süreci ciddi bir darbe aldı.

 

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

Yüz yıl içerisinde Ortadoğu’yu ve İslam ülkelerini şekillendirmek ve biçimlendirmek amacıyla yapılan su-i kaslar ve planlar.

Yüz yıl içerisinde Ortadoğu’yu ve İslam ülkelerini şekillendirmek ve biçimlendirmek amacıyla yapılan su-i kaslar ve planlar.


Son yüzyılda Ortadoğu ve İslam dünyası, bölgeyi şekillendirmek ve yönlendirmek amacıyla hem bölgesel hem de küresel güçler tarafından gerçekleştirilen çeşitli suikastlar, müdahaleler ve planlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu suikastlar genellikle liderlerin politikaları, dış güçlerin stratejik çıkarları ve bölgedeki iç çekişmelerle bağlantılıdır. Bu suikast ve planların başlıca motivasyonları arasında, bölgedeki kaynakların kontrolü, jeopolitik üstünlük, ideolojik çatışmalar ve uluslararası etkiler yer alır.

İşte son yüzyılda Ortadoğu ve İslam ülkelerini şekillendirmeyi amaçlayan bazı önemli suikastlar ve planlar:

1. Abdullah bin Hüseyin Suikastı (1951):

Ürdün Kralı Abdullah bin Hüseyin, 1951’de Kudüs’te Filistinli bir suikastçı tarafından öldürüldü. Kral Abdullah, İsrail ile barışçıl ilişkiler kurma arayışındaydı, bu da Filistinli milliyetçiler ve diğer Arap gruplar tarafından hoş karşılanmadı. Bu suikast, bölgedeki Arap-İsrail gerilimini artırdı ve Ürdün’ün politikalarını doğrudan etkiledi.

2. Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat Suikastı (1981):

Enver Sedat, 1979’da İsrail ile barış anlaşması imzalayan ilk Arap lideriydi. Ancak bu anlaşma, Mısır’da ve Arap dünyasında büyük tepki gördü. 1981’de, Kahire’de bir askeri geçit töreni sırasında radikal İslamcı bir grup tarafından suikasta uğradı. Bu suikast, Mısır’da uzun yıllar sürecek bir istikrarsızlık döneminin başlangıcını işaret etti.

3. Suudi Arabistan Kralı Faysal Suikastı (1975):

Suudi Arabistan Kralı Faysal, petrol politikasını ve Batı ile ilişkilerini dikkatlice yöneten bir liderdi. Ancak iç politikadaki bazı huzursuzluklar ve petrol ambargosu politikası, onu hedef haline getirdi. Kral Faysal, 1975’te bir kuzeni tarafından öldürüldü. Suikast, Suudi Arabistan’da reform çabalarını sekteye uğrattı ve Batı ile ilişkilerde yeni bir döneme girildi.

4. Yitzhak Rabin Suikastı (1995):

İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, 1990’larda Filistin ile barış sürecini yönlendiren liderlerden biriydi. 1995’te Tel Aviv’de bir barış mitingi sonrası aşırı sağcı bir İsrailli tarafından öldürüldü. Bu suikast, İsrail-Filistin barış sürecine ciddi bir darbe vurdu ve bölgedeki barış umutlarını zayıflattı.

5. İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın Devri ve Suikast Girişimi (1953):

Musaddık, İran petrolünü millileştirme girişimiyle Batı’nın büyük tepkisini çekti. 1953’te CIA ve MI6 tarafından desteklenen bir darbeyle devrildi. Bu, Ortadoğu’da Batı’nın çıkarlarını koruma adına gerçekleştirilen önemli bir müdahale olarak bilinir ve bölgedeki milliyetçi hareketler üzerinde uzun süreli etkiler bıraktı.

6. Saddam Hüseyin Yönetimine Müdahale ve İdamı (2006):

Irak lideri Saddam Hüseyin, Batı ile sık sık çatışma halinde oldu. Özellikle 1990’da Kuveyt’i işgal etmesi ve 2003’teki ABD müdahalesi, Saddam’ın devrilmesine yol açtı. Saddam, 2006’da idam edildi. ABD’nin Irak’ta gerçekleştirdiği bu müdahale, Ortadoğu’daki güç dengelerini tamamen değiştirdi ve bölgedeki istikrarsızlığı daha da artırdı.

7. Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin Öldürülmesi (2011):

2011’de Arap Baharı sırasında NATO destekli bir ayaklanma sonucunda Libya lideri Muammer Kaddafi devrildi ve öldürüldü. Kaddafi’nin öldürülmesi, Libya’yı yıllarca sürecek bir iç savaşa sürükledi ve bölgedeki güç boşluğunu artırdı. Ayrıca, Libya’daki petrol kaynaklarının kontrolü de küresel güçlerin ilgisini çeken faktörlerden biri oldu.

8. Suriye İç Savaşı ve Dış Müdahaleler (2011-günümüz):

2011’de Suriye’de başlayan iç savaş, birçok küresel ve bölgesel gücün müdahil olduğu bir çatışma haline geldi. İran, Rusya, Türkiye, ABD ve Körfez ülkeleri, savaşta farklı grupları destekleyerek kendi çıkarlarını savunmaya çalıştılar. Bu savaş, Ortadoğu’daki güç dengelerini yeniden şekillendirdi ve milyonlarca insanın yerinden olmasına neden oldu.

9. Pakistan Başbakanı Benazir Butto Suikastı (2007):

Benazir Butto, Pakistan’da demokratik reformlar yapmak için mücadele eden önemli bir figürdü. Ancak 2007’de bir seçim mitingi sırasında radikal İslamcı gruplar tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürüldü. Bu suikast, Pakistan’da istikrarı bozdu ve terörle mücadelede ciddi bir zayıflığa yol açtı.

10. Yemen’de Suikastlar ve İç Savaş (2015-günümüz):

Yemen, 2015’ten bu yana devam eden bir iç savaşın pençesinde. Suudi Arabistan ve İran’ın farklı grupları destekleyerek bölgedeki nüfuz mücadelesi, ülkenin parçalanmasına ve ciddi bir insani krize yol açtı. Suikastlar, drone saldırıları ve dış müdahaleler, bu iç savaşın karakterini belirleyen unsurlar oldu.

Bu suikastlar ve müdahaleler, Ortadoğu ve İslam dünyasını derinden etkileyen olaylar olarak bölgenin siyasetini, toplum yapısını ve uluslararası ilişkilerini şekillendirdi. Özellikle dış güçlerin bölgedeki stratejik çıkarları, bölgesel çatışmaların sürekliliğini ve istikrarsızlığını beslemeye devam etti.

 

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

Tarihte zehirlendirmek yoluyla öldürülen devlet adamları.

Tarihte zehirlendirmek yoluyla öldürülen devlet adamları.


Zehir yoluyla öldürülen devlet adamları, tarihin en gizemli ve trajik olaylarından bazılarını oluşturur. Bu yöntem, genellikle sessiz ve iz bırakmadan bir lideri devre dışı bırakmanın etkili bir yolu olarak kullanılmıştır. Zehirleme olayları hem antik dönemlerde hem de modern tarihte sıkça karşımıza çıkar. İşte tarihte zehir yoluyla öldürülen bazı önemli devlet adamları:

1. Büyük İskender (MÖ 323):

Makedonya Kralı ve Antik Yunan dünyasının en büyük komutanlarından biri olan Büyük İskender, Babil’de 32 yaşında aniden hayatını kaybetti. Ölümünün nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, tarihçiler zehirlenmiş olabileceği teorisini öne sürmüştür. İskender’in ani hastalığı ve yüksek ateş belirtileri, zehirlenme ihtimalini gündeme getirmiştir.

2. Roma İmparatoru Claudius (MS 54):

Roma İmparatoru Claudius, kayınvalidesi Agrippina tarafından zehirlenerek öldürüldü. Agrippina, Claudius’u öldürerek oğlu Nero’nun imparator olmasını sağlamak istemiştir. Claudius’un ölümünde, Agrippina’nın ona zehirli mantar yedirdiği iddia edilir. Nero, bu suikastın ardından tahta geçti ve Roma İmparatoru oldu.

3. Osmanlı Sultanı II. Osman (Genç Osman) (1622):

Osmanlı İmparatorluğu’nun genç padişahlarından II. Osman, Yeniçeriler tarafından tahtan indirildikten sonra esir alındı ve Yedikule Zindanları’na hapsedildi. Ölüm şekli kesin olmamakla birlikte, birçok tarihçi II. Osman’ın boğulmadan önce zehirlenmiş olabileceğini öne sürmektedir. Onun öldürülmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir dönüm noktası olmuştur.

4. Napolyon Bonapart (1821):

Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart, Elba Adası’na sürüldükten sonra St. Helena’da gözaltında bulunduğu sırada öldü. Resmi ölüm nedeni mide kanseri olarak rapor edilse de, bazı araştırmacılar ölümüne arsenik zehirlenmesinin yol açtığını iddia etmiştir. Napolyon’un saç örneklerinde yüksek düzeyde arsenik tespit edilmesi, bu teoriyi güçlendirmiştir.

5. Stalin’in Rakipleri- Lev Troçki ve Nikolay Buharin:

Stalin, Sovyetler Birliği’ndeki gücünü pekiştirmek için birçok rakibini ortadan kaldırdı. Bunlardan bazıları suikastlar, infazlar ve zehirlemeler yoluyla öldürüldü. Özellikle Lev Troçki, sürgünde öldürülse de, birçok Bolşevik liderin Stalin tarafından gizlice zehirlenerek öldürüldüğü bilinir. Stalin’in muhaliflerine karşı zehir kullanma eğilimi sıkça tarihçiler tarafından tartışılır.

6. Papa III. Clemens (1534):

Papa III. Clemens, İtalyan Rönesans döneminde papalık yapmış önemli bir figürdü. Vatikan’daki güç çekişmeleri arasında Papa’nın zehirlenerek öldüğü düşünülmektedir. Dönemin politik çekişmeleri ve papalık üzerindeki baskılar, zehirlenme yoluyla suikastı bir yöntem haline getirmiştir.

7. Kırım Hanı Devlet Giray (1577):

Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Kırım Hanı olan Devlet Giray, Osmanlı yönetimiyle zaman zaman gerilimler yaşamıştır. Bazı kaynaklara göre, Giray, Osmanlı’nın emriyle zehirlenerek öldürülmüştür. Bu, Osmanlılar tarafından bölgedeki dengeyi korumak ve hanedanları kontrol altında tutmak için kullanılan bir yöntem olarak görülmüştür.

8. Çar IV. İvan’ın Oğlu (1581):

Rusya Çarı IV. İvan’ın (Korkunç İvan) oğlu İvan İvanoviç’in de zehirlenerek öldüğü iddiaları mevcuttur. Korkunç İvan’ın hükümdarlık döneminde Rus sarayında sıkça zehir kullanıldığı söylenir. Oğlu ile olan ilişkileri gerginleşen İvan’ın, zehir kullanarak oğlunu ortadan kaldırdığına dair çeşitli iddialar vardır.

9. Kim Jong-nam (2017):

Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un üvey kardeşi Kim Jong-nam, 2017’de Malezya’nın Kuala Lumpur Havalimanı’nda VX sinir gazı ile zehirlenerek öldürüldü. Bu olay, uluslararası arenada büyük yankı uyandırdı ve Kuzey Kore rejimi tarafından organize edildiği düşünülmektedir. Zehirlenme, rejim içindeki muhalifleri ortadan kaldırmanın bir yolu olarak kullanılmıştır.

10. Bulgaristanlı Yazar Georgi Markov (1978):

Georgi Markov, Bulgaristan’daki komünist rejimin bir muhalifiydi. Londra’da bir otobüs durağında şemsiye şeklinde gizlenmiş bir silah aracılığıyla ricin zehri enjekte edilerek öldürüldü. Bu suikast, Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloku’nun Batı’daki muhaliflerini ortadan kaldırma girişimlerinden biriydi.

Zehir, tarih boyunca sessiz ve sinsice kullanılan bir suikast aracı olarak politik cinayetlerde önemli bir yer tutmuştur. Bu tür suikastlar, çoğunlukla devlet içindeki rakipler ya da dış güçler tarafından liderlerin politikalarını engellemek veya değiştirmek için yapılmıştır.

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

Tarihin akışını değiştiren su-i kastlar, ölme ve öldürmeler nasıl ve ne şekilde gerçekleşti?

Tarihin akışını değiştiren su-i kastlar, ölme ve öldürmeler nasıl ve ne şekilde gerçekleşti?


Tarihin akışını değiştiren suikastlar, ölüm ve öldürme olayları, dünyanın siyasi, sosyal ve ekonomik dengelerini derinden etkileyen kritik anlar olmuştur. Bu suikastlar ve ölümler, çoğu zaman bir devleti veya bölgeyi istikrarsızlaştırmış, bazen de savaşlara veya devrimlere yol açmıştır. İşte tarihin seyrini değiştiren önemli suikastlar, ölümler ve öldürmeler ile bunların nasıl gerçekleştiği:

1. Jül Sezar Suikastı (MÖ 44):

Nasıl Gerçekleşti? Roma Cumhuriyeti’nin diktatörü Jül Sezar, Roma Senatosu’nda Brütüs ve Cassius gibi senatörler tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Sezar, çok fazla güç topladığı için cumhuriyetçi senatörler tarafından tehdit olarak görülüyordu.

Tarihi Etkisi: Bu suikast, Roma Cumhuriyeti’nin çöküşüne ve Roma İmparatorluğu’nun doğuşuna yol açtı. Suikast sonrası başlayan iç savaş, Sezar’ın halefi Augustus’un (Octavianus) iktidara gelmesiyle sonuçlandı.

2. Franz Ferdinand Suikastı (1914):

Nasıl Gerçekleşti? Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand ve eşi Sophie, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Gavrilo Princip adlı bir Sırp milliyetçisi tarafından vurularak öldürüldü. Suikast, Balkanlardaki milliyetçi gerilimlerin ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Sırbistan arasındaki anlaşmazlıkların doruk noktasına ulaştığı bir dönemde gerçekleşti.

Tarihi Etkisi: Bu suikast, Birinci Dünya Savaşı’nın kıvılcımını ateşledi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a savaş açması, Avrupa’daki ittifakların harekete geçmesine yol açarak tüm kıtayı kapsayan bir savaşı başlattı.

3. Abraham Lincoln Suikastı (1865):

Nasıl Gerçekleşti? ABD Başkanı Abraham Lincoln, 14 Nisan 1865’te John Wilkes Booth adlı bir Güneyli sempatizanı tarafından Washington’daki Ford Tiyatrosu’nda vurularak öldürüldü. Bu suikast, Amerikan İç Savaşı’nın sona ermesinden sadece birkaç gün sonra gerçekleşti.

Tarihi Etkisi: Lincoln’ün ölümü, ABD’nin yeniden inşa sürecini zorlaştırdı ve Güney eyaletleri ile Kuzey arasındaki gerilimlerin çözümünü karmaşık hale getirdi. Suikast, Amerikan tarihinin en önemli liderlerinden birinin hayatını sonlandırdı ve Güney’in daha fazla cezalandırılmasına neden oldu.

4. Mahatma Gandhi Suikastı (1948):

Nasıl Gerçekleşti? Hindistan’ın bağımsızlık lideri Mahatma Gandhi, 30 Ocak 1948’de Hindu milliyetçisi Nathuram Godse tarafından vurularak öldürüldü. Godse, Gandhi’nin Hindular ve Müslümanlar arasında uzlaşmayı teşvik etmesine ve Pakistan’ın varlığını kabul etmesine karşı çıkıyordu.

Tarihi Etkisi: Gandhi’nin ölümü, Hindistan’da barışçıl direniş hareketinin liderini kaybetmesine neden oldu. Bu suikast, Hindistan ve Pakistan arasındaki gerginlikleri derinleştirdi ve Hindistan’ın iç siyasetinde kutuplaşmalara yol açtı.

5. John F. Kennedy Suikastı (1963):

Nasıl Gerçekleşti? ABD Başkanı John F. Kennedy, 22 Kasım 1963’te Dallas, Teksas’ta Lee Harvey Oswald tarafından vurularak öldürüldü. Kennedy, üstü açık bir arabada halkı selamladığı sırada kafasından vurularak hayatını kaybetti.

Tarihi Etkisi: Kennedy’nin ölümü, Amerika’da büyük bir şok ve yas yarattı. Soğuk Savaş döneminde gerçekleşen bu suikast, ABD’nin iç ve dış politikasını etkiledi. Kennedy’nin ölümünden sonra ABD’nin Vietnam Savaşı’na müdahalesi hızlandı ve 1960’ların politik atmosferi daha da kutuplaştı.

6. Martin Luther King Jr. Suikastı (1968):

Nasıl Gerçekleşti? ABD’de sivil haklar hareketinin lideri Martin Luther King Jr., 4 Nisan 1968’de Memphis, Tennessee’de bir otel balkonunda James Earl Ray tarafından vurularak öldürüldü. King, siyahların eşit hakları için barışçıl protestolar düzenleyen önemli bir liderdi.

Tarihi Etkisi: King’in ölümü, ABD’de sivil haklar hareketini derinden sarstı. Suikast, ülke genelinde büyük protestolara ve isyanlara neden oldu, ancak King’in mücadelesi, ırkçılığa karşı mücadelede bir simge olarak devam etti.

7. Anwar Sedat Suikastı (1981):

Nasıl Gerçekleşti? Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, 6 Ekim 1981’de Kahire’deki bir askerî geçit töreninde radikal İslamcı bir grup tarafından öldürüldü. Suikastçılar, Sedat’ın İsrail ile yaptığı barış anlaşmasına karşı çıkıyorlardı.

Tarihi Etkisi: Sedat’ın öldürülmesi, Mısır’ın iç politikalarında büyük bir değişikliğe neden oldu. Suikast, bölgedeki İsrail-Mısır barışını tehdit etti ve Mısır’da siyasi istikrarı uzun süreli bir krizle karşı karşıya bıraktı.

8. Yitzhak Rabin Suikastı (1995):

Nasıl Gerçekleşti? İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, 4 Kasım 1995’te Tel Aviv’de bir barış mitingi sırasında aşırı sağcı bir İsrailli olan Yigal Amir tarafından vurularak öldürüldü. Amir, Rabin’in Filistinlilerle barış sürecine karşı çıkıyordu.

Tarihi Etkisi: Rabin’in ölümü, İsrail-Filistin barış sürecini sekteye uğrattı. Oslo Anlaşmaları ile barışa yaklaşıldığı bir dönemde gerçekleşen bu suikast, bölgede yeniden şiddet ve güvensizlik ortamının doğmasına neden oldu.

9. Benazir Butto Suikastı (2007):

Nasıl Gerçekleşti? Pakistan’ın eski başbakanı Benazir Butto, 27 Aralık 2007’de Ravalpindi’de düzenlenen bir seçim mitingi sırasında bir intihar saldırısında öldürüldü. Saldırıyı El Kaide bağlantılı bir grup üstlendi.

Tarihi Etkisi: Butto’nun ölümü, Pakistan’ın demokratikleşme sürecine büyük bir darbe vurdu. Suikast, Pakistan’daki siyasi istikrarsızlığı artırdı ve radikal grupların etkisini daha da güçlendirdi.

10. Saddam Hüseyin’in İdamı (2006):

Nasıl Gerçekleşti? Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesinden sonra yakalandı ve yargılandı. 2006’da bir savaş suçları mahkemesi tarafından idama mahkûm edilerek asıldı.

Tarihi Etkisi: Saddam’ın idamı, Irak’taki mezhep çatışmalarını daha da körükledi. Ülke, yıllar sürecek bir iç savaş ve kaos ortamına sürüklendi. Saddam’ın devrilmesi, Ortadoğu’daki güç dengelerini değiştirdi ve terör örgütlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.

Bu suikastlar, öldürmeler ve idamlar, sadece bu liderlerin hayatlarına son vermekle kalmadı, aynı zamanda ülkelerinin ve dünyanın siyasi dengelerini kökten değiştirdi. Bu olaylar, tarih boyunca pek çok halk hareketini, savaşı veya siyasi değişimi tetikleyen kritik anlar olarak kayıtlara geçti.

 

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

Son iki yüzyıllık Osmanlı ve Türkiye tarihini değiştiren önemli olaylar ve su-i kastlar nelerdir?

Son iki yüzyıllık Osmanlı ve Türkiye tarihini değiştiren önemli olaylar ve su-i kastlar nelerdir?


Son iki yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuyla birlikte pek çok önemli olay ve suikastla şekillenen bir dönemdir. Bu süreçte meydana gelen olaylar hem Osmanlı hem de Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısını kökten değiştirmiştir. Aşağıda, Osmanlı ve Türkiye tarihini derinden etkileyen olaylar ve suikastlar yer almaktadır:

Osmanlı İmparatorluğu Dönemindeki Olaylar ve Suikastlar

1. Tanzimat Fermanı (1839)

Önemi: Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma ve modernleşme çabalarının başlangıcı olarak kabul edilen bu ferman, devlet yapısında köklü reformlar öngörüyordu. Tanzimat Fermanı ile birlikte Osmanlı hukuk sistemi, vergi düzenlemeleri ve eğitim sistemi modernleştirildi.

Sonuçları: Tanzimat Fermanı ile Osmanlı’da merkeziyetçi bir devlet yapısı oluşturulmaya çalışıldı, ancak bu süreç, imparatorluğun dağılmasını engelleyemedi.

2. Abdülaziz’in Tahttan İndirilmesi ve Ölümü (1876)

Önemi: Sultan Abdülaziz, Osmanlı modernleşmesinin önemli figürlerinden biri olmasına rağmen, 1876’da bir darbeyle tahttan indirildi. Kısa süre sonra şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Olayın suikast olup olmadığı tartışmalıdır.

Sonuçları: Abdülaziz’in devrilmesi, Osmanlı iç siyasetindeki karışıklıkları artırdı ve askeri darbelerin Osmanlı’da da rol oynadığını gösterdi.

3. I. Meşrutiyet’in İlanı (1876)

Önemi: Osmanlı Devleti’nde ilk anayasal düzen 1876’da ilan edildi. Bu, halkın temsilcilerinin de devlet yönetiminde söz sahibi olmasını sağlayan bir dönemin başlangıcıydı.

Sonuçları: II. Abdülhamid’in 1878’de meclisi feshetmesiyle I. Meşrutiyet dönemi kısa sürdü, ancak anayasal monarşi ve modernleşme çabaları devam etti.

4. II. Meşrutiyet’in İlanı ve Jön Türk Devrimi (1908)

Önemi: II. Meşrutiyet’in ilanıyla Osmanlı’da anayasal monarşi yeniden kuruldu. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidara geldi.

Sonuçları: Osmanlı’da siyasal ve toplumsal değişim hızlandı, ancak bu süreç imparatorluğun dağılmasını engelleyemedi. İttihat ve Terakki’nin politikaları, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’na giden yolu açtı.

5. II. Abdülhamid’e Suikast Girişimi (1905)

Önemi: Sultan II. Abdülhamid’e yönelik en büyük suikast girişimi, Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından düzenlendi. Sultan namaz çıkışı saldırıdan kurtuldu.

Sonuçları: Abdülhamid suikasttan sağ kurtuldu, ancak bu girişim Osmanlı’daki siyasi ve etnik gerilimleri artırdı.

6. Balkan Savaşları (1912-1913)

Önemi: Osmanlı Devleti, Balkan Savaşları sırasında Balkan topraklarının büyük bir kısmını kaybetti.

Sonuçları: Balkanlardaki Osmanlı hakimiyeti sona erdi ve bu yenilgiler imparatorluğun zayıflığını açıkça gösterdi.

7. Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın Çöküşü (1914-1918)

Önemi: Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri’nin yanında savaşa girdi ve savaşı kaybetti.

Sonuçları: Mondros Mütarekesi ile Osmanlı fiilen sona erdi. Savaş sonrası imzalanan Sevr Antlaşması ile Osmanlı toprakları paylaşıldı, ancak Türk Kurtuluş Savaşı ile bu antlaşma reddedildi.

Türkiye Cumhuriyeti Dönemindeki Olaylar ve Suikastlar

8. Türk Kurtuluş Savaşı (1919-1923)

Önemi: Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin işgale karşı bağımsızlık mücadelesiydi. Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin sınırları belirlendi ve bağımsızlığı tanındı.

Sonuçları: Kurtuluş Savaşı, Osmanlı Devleti’nin sonunu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu getirdi. Türkiye, laik ve demokratik bir yapıya sahip modern bir devlet olarak kuruldu.

9. İzmir Suikastı (1926)

Önemi: Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik en büyük suikast girişimi İzmir’de gerçekleşti. Suikast planı son anda engellendi.

Sonuçları: Bu suikast girişimi, Atatürk’e yönelik muhalefetin ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterdi ve muhalif gruplara yönelik sert önlemler alındı.

*İzmir su-i kastı bir düzmece olup, muhalefeti tasfiye amaçlı mı idi?

İzmir Suikastı (1926), Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı düzenlenen bir suikast girişimidir. Bu olayın ardından muhalefetin tasfiyesi ve İttihatçılara karşı sert önlemlerin alınması, bazı çevrelerde İzmir Suikastının bir düzmece olup olmadığı tartışmalarını doğurmuştur. Ancak tarihçiler bu konuda farklı görüşler ileri sürmektedir.

Olayın Detayları

Suikast girişimi, 1926 yılında İzmir’de, Mustafa Kemal Atatürk’ü öldürmeyi amaçlayan bir grup tarafından planlandı. Suikastın, eski İttihat ve Terakki üyeleri ve muhalif unsurlar tarafından organize edildiği öne sürüldü. Planın ortaya çıkarılması üzerine, suikast girişimi başarısız oldu ve suçlular yakalandı. Olay sonrası geniş çaplı tutuklamalar gerçekleşti ve suikastı planlayanlar yargılanarak idam cezasına çarptırıldılar.

Suikastın Ardından Gelişen Olaylar

İzmir Suikastının hemen ardından, sadece suikastçıları değil, aynı zamanda dönemin önde gelen muhalifleri ve eski İttihat ve Terakki üyeleri de hedef alınarak bir dizi tutuklama ve yargılamalar yapıldı. Özellikle İttihatçılar, bu olayla ilişkilendirilerek tasfiye edildi. Bu süreçte, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı ve parti üyeleri suikastla ilişkilendirildi.

Düzmece Olduğuna Dair İddialar

Bazı tarihçiler ve araştırmacılar, İzmir Suikastının gerçek bir suikast planı olduğunu kabul ederken, diğerleri bunun Atatürk’ün muhaliflerini susturmak için kullanıldığını öne sürer. Bu görüşe göre, hükümet İzmir Suikastını, muhalefeti ortadan kaldırmak ve devlette tam bir hakimiyet sağlamak amacıyla bir fırsat olarak kullanmış olabilir. Özellikle İttihatçıların ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının üyelerinin hedef alınması, bu iddiaların temelini oluşturmaktadır.

Ancak, bu olayın düzmece olduğuna dair kesin kanıtlar bulunmamaktadır. O dönemdeki siyasi atmosfer, yeni kurulmuş olan Cumhuriyet rejiminin kendini koruma refleksiyle hareket ettiğini göstermektedir. Suikast girişimi gerçekten var olmuş olabilir, ancak hükümet bu olayı, muhalefeti etkisiz hale getirmek için daha geniş çaplı bir baskı aracı olarak kullanmış olabilir.

Sonuç

İzmir Suikastının gerçek bir suikast girişimi mi yoksa bir düzmece mi olduğu konusunda kesin bir sonuca varmak zordur. Ancak suikast girişimi sonrası muhalefetin tasfiye edilmesi, Atatürk’e yönelik potansiyel tehditlerin bertaraf edilmesi amacıyla kullanıldığı izlenimini yaratmaktadır. Yani, olay gerçek olsa bile sonuçları itibariyle muhalefetin etkisizleştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır.

10. Menemen Olayı (1930)

Önemi: Derviş Mehmet önderliğinde Menemen’de meydana gelen isyan, laik Cumhuriyet rejimine karşı dini temelli bir ayaklanmaydı. Asteğmen Kubilay’ın öldürülmesiyle sonuçlanan olay, Cumhuriyet tarihine derin izler bıraktı.

Sonuçları: Olay, laiklik ilkesinin korunması için devletin tavizsiz tutumunu pekiştirdi ve rejime karşı dini temelli isyanların bastırılmasında önemli bir rol oynadı.

*Menemen olayı düzmece bir olay ve hesaplı bir plan mı idi?

Menemen Olayı, 23 Aralık 1930’da Türkiye’nin Menemen ilçesinde meydana gelen ve T.C. hükümetine karşı düzenlenen bir isyan girişimidir. Olay, derviş Mehmet liderliğindeki bir grup tarafından gerçekleştirilmiş ve Asteğmen Kubilay’ın öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Menemen Olayının düzmece olup olmadığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.

Olayın Detayları

Menemen Olayı, bir grup dini fanatik tarafından, laik Cumhuriyet rejimine karşı düzenlenen bir isyan olarak ortaya çıkmıştır. Derviş Mehmet, Menemen’de halkı kışkırtarak ve din adına bir ayaklanma başlatarak, Cumhuriyetin laik yapısını hedef almıştır. Olay sırasında, Asteğmen Kubilay, isyancılar tarafından linç edilmiş ve bu durum Türkiye’de büyük bir infiale neden olmuştur.

Düzmece İddiaları

Bazı tarihçiler ve siyaset bilimciler, Menemen Olayının düzmece bir olay olduğu ve hükümetin muhalefeti bastırmak için bunu kullandığı görüşünü savunmaktadır. Bu görüşlerin temel argümanları şunlardır:

1. Dini Gericilik Korkusu: Menemen Olayı, Cumhuriyet döneminin getirdiği laiklik ilkesine karşı bir tehdit olarak sunuldu. Bu bağlamda, hükümetin bu olayı büyüterek toplumda bir korku atmosferi yaratması, muhalefeti bastırmak için bir araç olarak kullanmış olabileceği iddia edilmektedir.

2. İstihbarat ve Gizli Eylemler: Olayın meydana geldiği dönemde, hükümetin, çeşitli muhalefet gruplarını ve dinî cemaatleri izleme ve kontrol etme konusunda aktif olduğu biliniyor. Bu durum, olayın planlı bir şekilde yapılmış olabileceği düşüncesini besliyor.

3. Tartışmalı Yargılamalar: Olay sonrasında gerçekleştirilen yargılamalarda, isyancıların büyük bir çoğunluğu cezalandırıldı. Ancak, bu süreçte devletin, kendi kontrolünde olan bir kamuoyunu oluşturmaya çalıştığı ve muhalefete karşı sert önlemler almaya yöneldiği öne sürülüyor.

Olayın Gerçekliği

Menemen Olayının gerçekliği konusunda tartışmalar olsa da, olayın kendisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısına yönelik ciddi bir tehdidi temsil etmektedir. Derviş Mehmet’in eylemleri, dönemin sosyal ve siyasi koşulları göz önüne alındığında, dini gericiliğin ve muhalefetin ne denli tehlikeli bir boyuta ulaşabileceğini göstermektedir. Ancak, olayın düzmece olup olmadığı konusunda kesin bir sonuca varmak zordur.

Sonuç

Menemen Olayı, Türkiye’deki laik Cumhuriyet rejimine yönelik önemli bir tehdit olarak ortaya çıkmıştır. Olayın düzmece olup olmadığı tartışmaları, dönemin siyasi atmosferinin karmaşıklığını ve muhalefetin bastırılması sürecindeki hükümet stratejilerini yansıtmaktadır. Gerçekten de bir isyan girişimi olarak kabul edilse bile, olayın sonuçları ve hükümetin bu durumu nasıl kullandığı, Türkiye’nin siyasi tarihindeki önemli bir dönüm noktasını temsil eder.
Bak. https://tesbitler.com/2024/02/03/1925-yilinda-konyada-ne-kadar-insan-asildi/
https://tesbitler.com/2023/04/19/eski-karanlik-gunlerine-donus-cabasi/
https://tesbitler.com/2020/09/09/kirli-ortakliklar/
https://tesbitler.com/2020/04/12/hastalikli-siyaset-ve-siyasetci/

11. İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye’nin Tarafsızlığı (1939-1945)

Önemi: Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na doğrudan katılmadı ve tarafsız kaldı. Ancak savaşın sonlarına doğru Almanya’ya savaş ilan etti.

Sonuçları: Türkiye, savaşın yıkıcı etkilerinden kaçınmayı başardı ve savaş sonrası dönemde Batı ile daha yakın ilişkiler kurarak NATO’ya katıldı.

12. Adnan Menderes’in İdamı (1961)

Önemi: 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası tutuklanan Türkiye’nin eski başbakanı Adnan Menderes, Yassıada’da yargılanarak idam edildi. Bu, Türk demokrasisi açısından büyük bir kırılma anıydı.

Sonuçları: Menderes’in idamı, Türkiye’deki demokratik süreci derinden sarstı. Bu olay, Türkiye’deki askeri müdahalelerin politikaya etkisini göstermesi açısından önemlidir.

13. 12 Eylül 1980 Darbesi

Önemi: 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkenin içinde bulunduğu siyasi kaos ve terör olaylarına son vermek gerekçesiyle bir darbe gerçekleştirdi.

Sonuçları: Türkiye’deki siyasi hayat askıya alındı, partiler kapatıldı ve binlerce insan tutuklandı. Darbe sonrası hazırlanan 1982 Anayasası, Türk siyasi hayatını uzun yıllar etkiledi.

14. Turgut Özal’ın Şüpheli Ölümü (1993)

Önemi: Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1993 yılında ani bir şekilde hayatını kaybetti. Ölümünün doğal olup olmadığı uzun yıllar tartışıldı ve zehirlenme iddiaları gündeme geldi.

Sonuçları: Özal’ın ölümü, Türkiye’de siyasi boşluk yarattı ve özellikle Kürt sorunu gibi konularda takip edilen ılımlı politikaların değişmesine neden oldu.

15. Cumhuriyet Mitingleri ve 15 Temmuz Darbe Girişimi (2016)

Önemi: 15 Temmuz 2016’da Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) gerçekleştirdiği darbe girişimi, Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan en büyük tehditlerden biriydi. Darbe girişimi, halkın ve devlet kurumlarının direnişiyle başarısız oldu.

Sonuçları: Türkiye’de demokrasinin korunması adına büyük bir zafer olarak kabul edildi. Ancak bu olay, Türkiye’deki siyasi atmosferde önemli değişikliklere yol açtı ve ülke güvenlik politikalarında büyük bir dönüşüm başlattı.

Bu olaylar ve suikastler, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde ve sonrasında Türkiye’nin siyasi hayatında önemli değişimlere sebep olmuştur.

 

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

Yahudilerin tarihte yaptıkları su-i kastler ve zehirlemeler.

Yahudilerin tarihte yaptıkları su-i kastler ve zehirlemeler.


Yahudilerin tarihteki suikastleri ve zehirleme eylemleri, genellikle belirli tarihi olaylar ve siyasi figürlerle ilişkilendirilmiştir.
Tarihte Yahudilere yönelik suikastler ve zehirlemelerle ilgili bazı örnekler ve tartışmalar şu şekildedir:

1. Hristiyanlık Dönemi

İsa’nın Çarmıha Gerilmesi: İsa’nın, Hristiyanlığın kurucusu olarak, Yahudi yetkililer ve Roma yönetimi tarafından çarmıha gerilmesi, tarihteki en önemli suikast olaylarından biri olarak görülür. Bu olay, Yahudilere yönelik düşmanlık ve suçlamaların temelini oluşturmuştur.

2. Orta Çağ

Kanlı İhtilaller ve İhtilal İddiaları: Orta Çağ boyunca, Hristiyan Avrupa’da Yahudilere karşı birçok pogrom ve kitle katliamı gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde Yahudilerin Hristiyanların zehirlenmesinde rol oynadığına dair birçok efsane ortaya çıkmıştır, ancak bu iddialar bilimsel ve tarihsel temellere dayanmamaktadır.

3. Yahudi Devrimcileri

Siyonist hareketin başlangıcı (19. yüzyıl): Bazı tarihçiler, Siyonist hareketin, özellikle Batı Avrupa’daki sosyalist ve devrimci hareketlerle olan bağlantıları nedeniyle, belirli siyasi cinayetlere karıştığını iddia etmektedir. Ancak, bu iddialar genellikle komplo teorileri olarak değerlendirilmiştir.

4. Siyonizm ve Suikastler

İsrail’in Kuruluşu (1948) ve Sonrası: İsrail’in kuruluşundan sonra, bazı Yahudi grupların, özellikle de Haganah ve Irgun gibi paramiliter grupların, çeşitli suikastlere karıştığı belgelenmiştir. Örneğin, Filistinli liderler ve İngiliz yetkililere yönelik saldırılar bu dönemde gerçekleşmiştir.

5. Zehirleme İddiaları

Zehirleme ve Suçlamalar: Tarih boyunca Yahudilerin, düşmanlarını veya rakiplerini zehirlemekle suçlandıkları birçok efsane ortaya çıkmıştır. Ancak, bu iddiaların çoğu tarihsel olarak doğrulanmamıştır ve antisemitik bir bağlamda değerlendirilmiştir.

6. Modern Dönem

Suikastlar ve Politik Cinayetler: Günümüzde, bazı Yahudi bireylerin ve grupların belirli politik hedeflere ulaşmak için suikastlere karıştığına dair iddialar vardır. Bu durum, genellikle siyasi ve sosyal bağlamda tartışmalara yol açmaktadır.

Sonuç

Yahudilerin tarihi boyunca suikast ve zehirleme eylemleriyle ilgili iddialar genellikle efsaneler ve yanlış anlamalarla karışmıştır. Bu tür eylemlerin arkasındaki motivasyonlar ve tarihsel bağlam, tarihsel araştırmalar ve eleştirel analiz gerektirmektedir. Antisemitik önyargılar ve komplo teorileri, bu konudaki tartışmalara damgasını vurmuştur. Bu nedenle, bu tür iddiaları değerlendirirken dikkatli olunmalıdır. Tarihsel olayları daha geniş bir bağlamda ele almak, önyargılardan arındırılmış bir anlayış geliştirmek açısından önemlidir.

 

Loading

No ResponsesEkim 13th, 2024

BU KANUNLAR BU MİLLETİ TAŞIYAMAZ

BU KANUNLAR BU MİLLETİ TAŞIYAMAZ

Bu kanunlar bu milleti taşıyamıyor. Ya bu kanunlar değiştirilmeli ve milleti taşımalı hale getirilmeli veyahut da millet kendisini yükseltip, kendisinin seçtiklerini yükselterek bu kanunları yükseltecek derecede taşıyabilecek hale getirebilmelidir.

Adalet Bakanı kanunlardan şikâyet ederse, adaletten ve hukuktan şikâyet ederse bu millet ne yapsın?

Bu millet kimi kime nasıl şikâyet edecektir?

Dolandırıcılar piyasada rahatlıkla gezebilmekte, her türlü internet ortamında, dijital ortamda çok rahatlıkla dolandırma işlemi yapılabilmektedir.

Bunu İçişleri Bakanı da söylüyor. Normal hırsızlığın azaldığını ancak dijital hırsızlığın arttığını söylüyor.

Demek ki gedikler çok, delikler çok, açıklar çok. O halde İçişleri Bakanı olsun, Adalet Bakanı olsun bu gedik ve delikleri kapatması gerekir. Onların şikâyet etmeye değil, şikayetleri ortadan kaldıracak uygulamaları ortaya koymaları lazım.

Tıpkı evi soyulan bir yaşlı kadın. Bağırtılı çağırtılı da olsa, gürültü artsa da Kanuninin huzuruna varır ve evinin soyulduğunu söyler.

Kanuni ise kendisine; uyumasaydın deyince,

Efendim sizi uyanık zannetmiştim de ondan uyumuştum.

Yani devlet vatandaşa güven vermeli. Kolayca soyulmasına engel olmalıdır.

Kanunlar engelleyici olmalı, cazip hale getirilmemeli.[1]

Eğer bu insanlar çok rahatlıkla dolandırılabiliyorsa, demek ki kanunlardaki boşluklar, caydırıcı olmayışı ve yetersizliklerden kaynaklanıyor.

Bu durumların bir an evvel ortadan kaldırılması lazım, aksi takdirde hukuk giderse, devlet de gider.

-Mağdur olan vatandaş nereye baş vuracak?
Bunun yolu kolaylaştırılmalı.
Hukuk hızlandırılmalı.
Kısa sürede çözüme kavuşturulmalıdır.

-Dağdaki eşkıya ile uğraşıldığı kadar, en az içteki eşkıya ile de uğraşılmalıdır.
Zira dağdaki eşkıya içteki eşkıya tarafından beslenip desteklenmekte, propaganda yapıp müşteri bulmaktadır.

-Gıda terörünün de önüne geçilmeli.[2] Belki de en büyük terör gıda terörüdür.

-“Mideye giren lokmaya dikkat edeceksin. Haram lokma mideye girdi mi, nasıl bir havuzun içine bulanık su girerse etrafındaki çeşmelerin hepsi bulanık akar. Mideye de haram lokma girdi mi, göz hakikati göremez, kulak hakikati duyamaz, bütün azalar bulanık olur” dedi. Giren lokmaya dikkat edeceksin. Haram lokma mideye girdi mi, nasıl bir havuzun içine bulanık su girerse etrafındaki çeşmelerin hepsi bulanık akar. Mideye de haram lokma girdi mi, göz hakikati göremez, kulak hakikati duyamaz, bütün azalar bulanık olur”

 -Cezalar caydırıcı olmalıdır.
Hep söylerim, Türkiye’nin de hatta dünyanın da birinci problemi, hukuk problemidir.[3]

**************  

DEVLET SIRRI

Sayın Cumhurbaşkanının İsrail tarafından Türkiye’ye Arzı Mev’ud yani vadedilen toprakların inancı doğrultusunda saldıracağını en üst dilden, dile getirdi, haber verip tehlikeye dikkat çekti.

Biz ise bunu yeni değil, yıllardır söylüyorduk.[4]

Bugün ise bıçak kemiğe dayandı.

Bunun üzerine Gizli oturum olacağı haberi üzerine ifşa olacağının garantisinin verilemeyeceğini söylemiştim. Doğru çıktı.

Ancak Pkk yandaşlarını temsil eden parti tarafından bunu ifşa edileceğini tahmin ederken, O partinin yandaşı olan ana muhalefet partisi tarafından on yıl boyunca gizli kalması gerekirken, basite alınıp ifşa edildi.[5]

Hain içerden olunca kapı kilit tutmaz oğul!
Halk içinde bozgunculuk yapan haindir oğul! 

MEHMET ÖZÇELİK

12-10-2024

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=hukuk

[2] https://tesbitler.com/2023/06/12/dunyada-gida-teroru/ 

https://www.haber7.com/dunya/haber/3461075-insan-vucudunda-3-bin-600-gida-ambalaji-kimyasali-bulundu

Rafine yağlar kanser sebebi mi?

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=2453082831486990&id=413814478747179

https://ekonomi.haber7.com/guncel/haber/3468290-bakanlik-3-firmayi-daha-ifsaladi-urunlerinde-boya-ve-ilac-etken-madde-bulundu

https://www.haber7.com/guncel/haber/3468302-domuz-skandalinin-az-bilinen-en-tehlikeli-boyutu-jelatin

[3] https://tesbitler.com/index.php?s=Hukuk

[4] https://tesbitler.com/2024/09/28/israilin-15-temmuz-rovansi/

https://tesbitler.com/2024/10/10/magdub-ve-dallin-ortakligi/

https://tesbitler.com/index.php?s=yahudi

[5] Bak. https://www.yenisafak.com/yazarlar/tamer-korkmaz/varsa-bir-durum-yapalim-acik-oturum-4649899

Loading

No ResponsesEkim 12th, 2024

MAĞDUB VE DALLİN ORTAKLIĞI

MAĞDUB VE DALLİN ORTAKLIĞI

Bugün Gazze’de ve çevresinde ilahi gazaba uğramış Yahudilerle, sapıtmış Dallin güruhunun ortak zulmü sürdürülmektedir.[1]
Düşünüyorum da, İsrail bundan sonra nasıl yaşayacak?
İnsanların içinde nasıl bir insan gibi gezecek?
İnsanlığını ve şahsiyetin yitirmiş ve bitirmişken?
İnsanların kin ve nefreti onca bilenmiş, keskinleşmişken?
Savunmasız çocuk, kadın, yaşlı sivil demeden, cami ve kilise ayırt etmeden, onca öldürüp yıktıklarının savunmasını, eli kanlı ortaklarıyla nasıl savunmasını yapacak?
Kahpece masumları öldürmenin ne savunması olabilir ki?
Savaşın bile bir namusu, haysiyeti olur.
Nerede o namus ve haysiyet?
Onca çığlıkları susturacak ne bir tıpa, onca vahşetleri gizleyecek ne bir perde, onca kanları temizleyecek ne de bir su olmayacak ve bulunmayacaktır.
İsrail zulmü, zulmün simgesi ve cisimleşmiş halidir.
Zulmün en çukur halidir.
İnsanlığın utanç tablosudur.
İnsanlıktan utandıracak bir haldir.
Hayvanlara rahmet okutacak bir durumdur.
Çakal, sırtlan, ayı, domuz, yılan gibi vahşi hayvanların topunun bileşenidir.
İsrail dünyayı öyle bir kokuttu ki, dünyanın tüm güzel kokuları dahi o pis kokuyu asırlar boyu ortadan kaldıramaz.
İsrail Nemrut ve Firavunları zulmünde geri bıraktı.
Kuranı Kerim bugün inseydi Netenyahu’dan, İsrail’den bahsederdi.
Oda lanetle.
Tıpkı ataları gibi.
MAĞDUB ve Dallinler gibi.

-İsrail’in Gazze ve çevresindeki yaptığı onca vahşet ve dehşeti içerisindeki bu illet, bu zillet, bu acziyet, bu çaresizlik ve sözün bitişi bize ve dünyaya yeter.

“Karşılığında nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.”[2]
Zillet ve aşağılık damgasını yediler.
“ Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara alçaklık damgası vurulmuş; Allah’ın gazabına uğramışlar ve aşağılanmaya mahkûm olmuşlardır. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Bu (cüretleri de) onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.”[3]

*****************  

“Sen Yahudîleri, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.”[4]

“Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. Ne kötü bir şeydir o yaptıkları!”[5]
“Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.”[6]
“İsrâiloğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: “Siz yeryüzünde iki kere fesad çıkaracaksınız.”[7]
“Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.”[8]
“Yahudîlere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’ânî, o milletin hayat-ı içtimâiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumiyi tazammun eder ki: Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermâye ile mübâreze ettirip, fukarâyı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mâl eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve dâimâ zulmünü gördükleri hükümetlerden ve gàliplerden intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.”[9]

****************   

İran İslam ülkeleriyle ve özellikle PKK’ya en az tabirle göz yumacağına, içindeki fitne unsurlarına, ABD ve İsrail’in rejimi değiştirme girişimlerine odaklansın.

Geçmişte olduğu gibi başı sıkıştığında kendisine ilk yardım edecek ülke Türki’yedir.
Şii rejimini bölgeye yayarak hakim olmaya çalışırken, içindeki çatırtılardan habersiz yaşamaktadır.
Cumhurbaşkanı Reisi dahil bir çok üst düzey komutanlarını kaybetmesi bir yandan istihbarat zafiyeti oluştururken, diğer yandan Mossad cirit atmakta, her şeyden haberdar olmaktadır.
İran yanlış mecralarda yüzüyor.
Gerçek düşmanını çok da ciddiye almıyor.
Dostlarına çok da samimi davranmıyor.
Kendi rejimi bizler için bir tehdit oluştururken, bizler onlar için bir tehdit olmamaktayız.
Değil bölge için belki dünya için problem olan İsrail’in eline koz vermemeli ve işini kolaylaştırmamalıdır.
PKK ve Işid İsrail adına faaliyet göstermektedir.

*****************  

İsrailli Bakandan ‘Vadedilmiş topraklar’ itirafı! Smotrich ağzındaki baklayı çıkardı

İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, “Ürdün’ü, Suudi Arabistan’ı, Mısır’ı, Irak’ı, Suriye’yi ve Lübnan’ı kapsayan bir Yahudi devleti istediğimizi çok açık söylüyorum” ifadesini kullandı.[10]

İsrailliler yeni nesillerini de ona göre hazırlıyorlar.[11]

************  

Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy vardır.

“Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.”[12]
Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?
Cevap: Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn olduğu gibi, kat’iyyü’d-delâlet olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecâli vardır. Zira, nehy-i Kur’ânî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan aynaları hasebiyledir.
Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!
Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafazadır. İşte bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dahil değildir.”[13]

MEHMET ÖZÇELİK

10-10-2024

[1] https://tesbitler.com/2023/10/13/melun-ve-magdub-bir-millet-yahudi-milleti/ 

[2] Bakara. 90.

[3] Âl-i İmrân Suresi – 112.

[4] Bakara Sûresi: 96.

[5] Mâide Sûresi: 62.

[6] Mâide Sûresi: 64.

[7] İsrâ Sûresi: 4.

[8] Bakara Sûresi: 60; A’râf Sûresi: 7.

[9] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/yirmi-besinci-soz/366

[10] https://www.haber7.com/dunya/haber/3467752-israilli-bakandan-vadedilmis-topraklar-itirafi-smotrich-agzindaki-baklayi-cikardi

[11] https://video.haber7.com/video-galeri/295193-israilli-babalar-kucucuk-cocuklarini-lubnan-isgaline-hazirliyor

[12] Mâide Sûresi, 5:51.

[13] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/munazarat/ifade-i-meram-ve-uzunca-bir-mazeret/71

Loading

No ResponsesEkim 10th, 2024

Ana rahminden geldik pazara

Ana rahminden geldik pazara[1]

Bir kefen aldık döndük mezara Yunus Emre

Bu dizeler, Yunus Emre’nin insan hayatının kısalığı ve ölüm gerçeği üzerine düşündürücü bir bakış açısı sunar. İşte bu dizelerin anlamı hakkında kısa bir açıklama:
* Ana rahminden geldik pazara: İnsan hayatının başlangıcını, dünyaya geliş anını simgeler. Pazar, dünya hayatının karmaşasını, telaşesini ve geçiciliğini ifade eder.
* Bir kefen aldık döndük mezara: Hayatın sonunda herkesin kaçınılmaz olarak karşılaşacağı ölümü ve kefenle mezara götürülmeyi anlatır. Bu kısım, hayatın nihai sonunun ölüm olduğunu hatırlatır.
Genel anlamı: Yunus Emre, bu dizelerle insanın dünyaya bir kefenle gelecekmiş gibi kısa bir süreliğine geldiğini ve sonunda yine kefenle mezara döneceğini vurgular. Hayatın telaşesi içinde unutulan ölüm gerçeğini hatırlatarak, insanları dünya hayatına fazla bağlanmamaya ve öte dünyaya hazırlanmaya davet eder.
Bu dizelerin önemi:
* Felsefi derinlik: İnsan varoluşunun temel sorularına değinerek derin bir felsefi düşünce sunar.
* Evrensellik: Ölüm, tüm insanlığın ortak deneyimi olduğu için bu dizelerin anlamı her kültürde ve her dönemde geçerliliğini korur.
* Basit ve etkili dil: Karmaşık kavramları sade bir dille ifade ederek herkesin anlayabileceği bir derinlik sunar.
Günümüzdeki anlamı:
Bu dizeler, günümüzde de hayatın anlamı, ölüm korkusu ve varoluşsal sorularla yüzleşen insanlar için hala önemli bir kaynak niteliğindedir. Hızla akan hayatın içinde durup düşünmeye, dünya hayatının geçiciliğini hatırlamaya ve daha anlamlı bir yaşam sürmeye teşvik eder.
Ek olarak:
* Bu dizeler, birçok sanatçı ve düşünür tarafından farklı yorumlara konu olmuştur.
* Edebiyatımızda sıkça kullanılan bir motif haline gelmiştir.
* İnsanların ölümle barışması ve hayata daha olumlu bir bakış açısıyla yaklaşması için bir ilham kaynağı olabilir.
Umarım bu açıklama, dizelerin anlamını daha iyi anlamana yardımcı olmuştur. Başka soruların olursa çekinmeden sorabilirsin.

@@@@@@@

Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.

@@@@@

On Birinci Kelime
Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.

@@@@@@@

Allah, kendi yolunda savaşarak ölen ve öldüren mü’minlerin; canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da gerçek olan bir söz vermedir. Allah’tan daha iyi sözünde duran kim olabilir? O halde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte büyük başarı budur.

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ
Tevbe. 111

@@@@@

Uhrevi ticaret.
Ticaret istiyorsan ger, şu fânî ömrünü bâkîye tebdilde

@@@@@@

“Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alışverişini yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhûde koşma, yorulma.

@@@@@@@
Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.

MEHMET ÖZÇELİK

10-10-2024

[1] https://youtu.be/lXM5JLQjNT4

Loading

No ResponsesEkim 10th, 2024

İsrail’in bir yılda Gazze’de yaptığı soykırımın bilançosu.

İsrail’in bir yılda Gazze’de yaptığı soykırımın bilançosu.


İsrail’in Gazze’de 7 Ekim 2023’te başlattığı saldırılar, büyük bir insani krize yol açtı. Bir yıl süren bu çatışmalarda, **41 binden fazla kişi hayatını kaybetti** ve **100 bine yakın kişi yaralandı**⁴⁵. Saldırılar sonucunda binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı ve yardım kuruluşlarının kurduğu çadırlarda veya barınma merkezlerinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor⁴.

Bu süreçte, **17 bini çocuk ve 11 bini kadın olmak üzere toplam 41 bin 870 kişi öldü**⁵. Ayrıca, yüzlerce aile tamamen yok oldu ve altyapı büyük ölçüde tahrip edildi⁴. İsrail’in saldırıları, sağlık kuruluşları, okullar ve ibadethaneler gibi sivil alanları da hedef aldı⁵.[1]

@@@@@@

Dünya sustu, Gazze kan ağladı! 1 yıllık acı bilanço: 41 bin 870 ölü.

Bugün 7 Ekim… İsrail’in, Gazze’de soykırıma başladığı gün. 1 yılda Gazze dünyanın en büyük mezarlığına döndü. 41 binden fazla insan, İsrail tarafından katledilirken dünya vahşete sessiz kaldı.

İsrail, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi başta olmak üzere Filistin topraklarında gerçekleştirdiği soykırımı sürdürüyor. Dünya, Ankara’nın o günden bu yana yaptığı “bölgesel savaş” uyarılarına gözlerini yumarken, İsrail saldırganlığını bölgeye yaymaya başladı. Gazze’deki hükümetin Medya Ofisinden 30 Eylül’de açıklanan verilere göre, İsrail ordusu bu 1 yıl içinde yaklaşık “3 bin 650 katliam” işledi. Bu katliamlarda, yaklaşık 17 bini çocuk, 11 bin 378’i kadın ve 13 bini erkek olmak üzere 41 bin 870 kişi hayatını kaybederken, 97 bin 166 kişi yaralandı ve sakat kaldı.

AİLELER NÜFUSTAN SİLİNDİ

İsrail’in saldırılarında yüzlerce ailenin tüm fertleri hayatlarını kaybederken, binlercesinin ise sadece bir ya da 2 ferdi hayatta kalabildi. Bir yıldır devam eden soykırım sırasında tüm fertleri ölen 902 aile nüfustan silindi, 1364 ailenin sadece bir ferdi, 3 bin 472 ailenin ise sadece 2 ferdi hayatta kaldı.

AÇLIK ‘SİLAH’I KULLANILDI

Gazze Şeridi’ne açılan sınır kapılarını 5 aydır kapalı tutarak sıkı bir abluka uygulayan İsrail, hayatta kalan Filistinlilere karşı da açlık, yetersiz beslenme ve ilaç eksikliğini silah olarak kullandı. 500’den fazla sağlık görevlisini acımasızca katleden Tel Aviv yönetimi, 210’dan fazla Birleşmiş Milletler personelini de öldürdü. İbadethanelerin savaşta dahi dokunulmaması gereken alanlar olmasına rağmen İsrail, 820 cami, 3 kiliseyi de bombalarıyla yerle bir etti. İnsani hassasiyet gözetmeyen İsrail ordusu onlarca hastane, yüzlerce okul, içinde hasta bulunan 130’dan fazla ambulansı bombalamaktan da geri durmadı.

TÜRKİYE, ZALİME KARŞI DURDU

Türkiye ilk günden bu yana insanlığın onurlu duruşunun simgesi oldu. 17 Ekim’de TBMM’de grubu bulunan 6 siyasi parti ortak bildiri yayımlayarak saldırıları en şiddetli biçimde kınadı. 60 bin tondan fazla yardımla Gazze’ye en fazla el uzatan ülke Türkiye oldu. Başkan Erdoğan’ın BM Genel Kurulu hitabında sorduğu “Daha neyi bekliyorsunuz?” sorusu katliama sessiz kalan dünyaya verilen en net mesaj oldu.

İSRAİL, BEYRUT’A BOMBA YAĞDIRDI

İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarını genişletildiği 23 Eylül’den bu yana “en şiddetli saldırılarından” birini 5 Ekim gecesi gerçekleştirdi. Lübnan resmi ajansı NNA’nın haberinde, İsrail savaş uçaklarının Beyrut’un güneyindeki Dahiye bölgesine 30’dan fazla hava saldırısı düzenlediğini açıkladı. Saldırılarda 23 kişi hayatını kaybetti.

GAZZE’YE YENİ KARA SALDIRISI

İsrail’in Lübnan’a saldırıları ve İran’a vereceği muhtemel karşılık beklenirken Gazze’nin kuzeyinde yeni bir kara harekâtı başlattı. İsrail ordusu, 162. Tümen’e bağlı güçlerinin Gazze’nin kuzeyindeki Cebaliye Mülteci Kampı’na kara saldırısına başladığını duyurdu. Hamas’ın bölgede varlık gösterdiğini öne süren İsrail, bölgeyi kuşattığını ve hava desteğiyle saldırıların sürdüğünü açıkladı.

LÜBNAN’DAN KAÇIŞ

24 TV muhabiri Yağmur Yıldız, İsrail saldırılarının sürdüğü Lübnan’dan ayrılmak isteyenlerin zorlu göç yolculuğunu görüntüledi. Binlerce insan komşu Suriye’ye gitmek için yollara düştü. İsrail ordusunun bombalar yağdırdığı kara yolunda devasa çukurlar oluştu. İsrail bombalarında kaçan Lübnanlılar yanlarına aldıkları birkaç parça eşya, bu yolları aşarak Suriye’ye geçiyor.[2]

@@@@@@@

İsrail’in 7 Ekim 2023’te Gazze’ye başlattığı saldırılar 40 bini aşkın kişinin hayatını kaybetmesine, 100 bine yakın kişinin yaralanmasına yol açarken binlerce kişi yerinden edildi ve yaşamlarını yardım kuruluşlarınca kurulan çadırlar veya barınma merkezine dönüştürülen okul ve hastanelerde sürdürmeye mecbur bırakıldı. Yaşanan insani krizin yanı sıra bombardımanlar, geride büyük bir yıkım bıraktı.

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail içine gerçekleştirdiği saldırıların ardından İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne sert müdahalesiyle başlayan savaş bugün bir yılını doldurdu. Son haftalarda dünya kamuoyunun dikkati İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarına yoğunlaşsa da Gazze’deki savaş ve felaket durumu hafiflemiş değil.
Gazze’de soykırımın 1. yılı: Acı, yıkım, ölüm

Dün sabah Gazze’nin kuzeyine şiddetli hava saldırıları düzenleyen İsrail ordusu Hamas tarafından kullanıldığını iddia ettiği, yerinden edilmiş sivillerin sığındığı İbn-i Rüşd okulunu ve El Aksa camisini hedef aldı, saldırılarda en az 24 kişi hayatını kaybetti. İsrail ordusu, Hamas’ın bölgenin kuzeyindeki Cibaliye kentinde toparlanma emareleri gösterdiğini ve bu nedenle bölgeye kara ve hava operasyonu düzenlendiğini duyurdu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’te Gazze’ye başlattığı saldırılar 40 bini aşkın kişinin hayatını kaybetmesine, 100 bine yakın kişinin yaralanmasına yol açarken binlerce kişi yerinden edildi ve yaşamlarını yardım kuruluşlarınca kurulan çadırlar veya barınma merkezine dönüştürülen okul ve hastanelerde sürdürmeye mecbur bırakıldı. Yaşanan insani krizin yanı sıra bombardımanlar, geride büyük bir yıkım bıraktı.

Bir yıldır aralıksız şekilde İsrail’in benzer saldırılarının hedefinde olan Gazze’de 365 günlük savaşın bilançosu ise çok ağır. Uluslararası toplum İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırımı durdurmakta başarısız olurken, yüzlerce ailenin tüm fertleri saldırılarda öldü, yeni doğan yüzlerce bebek hayatını kaybetti, altyapısı tamamen tahrip edilen bölge yaşanamaz hale geldi. İsrail; açlığı, yerinden edilmeyi ve sağlık kuruluşlarına yönelik saldırıları Gazze’deki savaşında silah olarak kullandı.
AYIRT ETMEDEN VURDU
Gazzede soykırımın 1. yılı: Acı, yıkım, ölüm

İsrail ordusu savaşın özellikle ilk aylarında Gazze Şeridi’ni sivil alanları ayırt etmeksizin yoğun bombardımana tuttu. Hamas’ın 1200 kişiyi öldürüp, 251 kişiyi rehin aldığı Aksa Tufanı operasyonu sonrası İsrail, Gazze Şeridi’ne tüm gücüyle saldırdı. Bölgeye yönelik ayırt etmeksizin gerçekleşen yoğun hava saldırıları on binlerce sivilin hayatına mal oldu. Gazze’deki sağlık bakanlığının verilerine göre 17 bini çocuk, 11 bin 378’i kadın olmak üzere 41 bin 870 kişinin öldüğü, 97 bin 166 kişinin yaralandığı Gazze’de yaklaşık 11 bin kişi ise kayıp. Saldırılarda tüm fertleri ölen 902 aile nüfustan silindi, savaş sırasında doğan 171 bebek öldü, henüz bir yaşını doldurmamış 710 bebek de saldırılarda hayatını kaybetti. İsrail’in acımasız saldırılarında gazeteciler ve yardım çalışanları da can verdi. ABD merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi’nin verilerine göre bölgede en az 128 gazeteci hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler’in (BM) raporuna göre büyük kısmı BM çalışanı olan en az 280 yardım çalışanı da İsrail saldırılarında öldü.

Dün sabah Gazze’nin kuzeyine şiddetli hava saldırıları düzenleyen İsrail ordusu Hamas tarafından kullanıldığını iddia ettiği, yerinden edilmiş sivillerin sığındığı İbn-i Rüşd okulunu ve El Aksa camisini hedef aldı, saldırılarda en az 24 kişi hayatını kaybetti. İsrail ordusu, Hamas’ın bölgenin kuzeyindeki Cibaliye kentinde toparlanma emareleri gösterdiğini ve bu nedenle bölgeye kara ve hava operasyonu düzenlendiğini duyurdu.

AÇLIK VE TEHCİR SİLAH OLDU

İsrail bombaları binlerce insanı hayattan koparırken, geride kalanlar ise açlığın, yerinden edilmenin ve sağlıksız koşulların pençesinde yaşam mücadelesi vermek zorunda kaldı. Gazze Şeridi’ne açılan sınır kapılarını 5 aydır kapalı tutarak sıkı bir abluka uygulayan İsrail, insani yardımların bölgeye girmesine izin vermeyerek Filistinlilere karşı açlığı ve tıbbi malzeme eksikliğini silah haline getirdi. 36 Filistinli açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybetti, 3 bin 500 çocuk yetersiz beslenme nedeniyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Elektrik, su, kanalizasyon, arıtma tesisleri ve yolların büyük oranda tahrip edildiği bölgede en temel ihtiyaçların karşılanması bile imkânsız hale geldi. Temiz suya erişimin son derece kısıtlı olduğu Gazze’de salgın hastalıklar da baş gösterdi. 71 bin 338 kişi sürekli yerinden edilme ve göç nedeniyle hepatite, 1 milyon 737 bin 524 kişi de çeşitli salgın hastalıklara yakalandı. Eylül ayı başında Gazze’de 25 yıl sonra ilk kez çocuk felci vakası ortaya çıkarken, BM bölgede aşılama kampanyası başlattı.

SAĞLIK SİSTEMİ ÇÖKTÜ

Saldırılarında bir yılda 85 bin tondan fazla patlayıcı kullanan İsrail ordusu; evleri, kamu binalarını, tarihi eserleri, ibadethaneleri, sosyal alanları ve hatta mezarlıkları hedef aldı. 150 bini tamamen yıkılan 430 bin konut kullanılamaz hale geldi. 201 kamu dairesi, 206 tarihi eser, 825 cami, 3 kilise, 36 spor tesisi ve 700 su kuyusu İsrail bombardımanı sonucu tamamen yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Hastaneler ve tıp merkezleri de İsrail saldırılarının yoğunlaştığı alanlar oldu. Hamas’ın silah deposu ve karargâh olarak kullandığını iddia ettiği hastanelere saldırılar ve baskınlar düzenleyen İsrail, 34 hastane ile 80 sağlık merkezini kullanılamaz hale getirdi. Ambulanslara da saldıran İsrail ordusu, 131 ambulansı kullanılamaz hale getirirken, saldırılar sonucu 986 sağlık çalışanı hayatını kaybetti. İsrail saldırıları nedeniyle Gazze’deki sağlık sistemi çökme noktasına geldi, binlerce kişi gerekli tıbbi desteği alamaz hale geldi.[3]

@@@@@@

ABD, Gazze’de soykırımın başladığı 7 Ekim’den bu yana İsrail’e 17,9 milyar dolar askeri yardım yaptı.

ABD’deki bir raporda, Washington’un 1959’dan bu yana İsrail’e 251 milyar dolar askeri yardımda bulunduğu kaydedildi. İsrail, ABD’nin en fazla askeri yardım yaptığı ülke olarak öne çıkıyor.
ABD yönetiminin, abluka altındaki Gazze Şeridi’nde 7 Ekim 2023’te başlattığı soykırımın ardından İsrail’e 17,9 milyar dolar askeri yardımda bulunduğu, bunun da Orta Doğu’daki çatışmaların artmasına neden olduğu belirtildi.

Brown Üniversitesi, ABD’nin Gazze’deki soykırımın başlamasından bu yana İsrail’e yaptığı askeri yardımlara ilişkin bir rapor yayımladı.

ABD’nin 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’e 17,9 milyar dolarlık askeri yardımda bulunduğu, bunun da bir yıl içerisinde Tel Aviv’e yapılan en yükse hibe olduğu aktarıldı.

ABD’nin yaptığı yardımların büyük çoğunluğunu top mermileri ve hava saldırılarında kullanılan yaklaşık bir tonluk sığınak delici ile güdümlü füzelerin oluşturduğu ifade edildi.

Washington’un yaptığı askeri yardımlar içerisinde “Demir Kubbe” gibi İsrail’in hava savunma sistemlerine 4 milyar dolarlık hibesi de yer alıyor.

Raporda, ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı kamuya açık askeri yardımın aksine, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’e ne tür askeri yardımlarda bulunduğuna dair tam ayrıntıları paylaşmadığına dikkati çekildi.

ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin bürokratik manevralarla İsrail’e yaptığı yardımların tam miktarını ve sistem türlerini gizlemeye çabaladığına işaret edildi.

Buna ek olarak ABD’nin 7 Ekim’den sonra Yemen’deki Husilere karşı düzenlenenler başta olmak üzere Orta Doğu’daki “askeri operasyonlarına” da 4,86 milyar dolar harcadığı kaydedildi.

ABD, İsrail’e 251 milyar dolar askeri yardım yaptı

ABD’nin bugüne kadar en fazla askeri yardım yaptığı ülkenin İsrail olduğu belirtiliyor.

Rapora göre, ABD, İsrail’e 1959’dan bu yana 251 milyar dolarlık askeri yardımda bulundu.

ABD yönetimi, 1999’dan bu yana her yıl düzenli olarak İsrail’e askeri yardımda bulunuyor. 1999’da 2,7 milyar dolar olan bu askeri yardım, 2019’da 3,8 milyar dolara yükseltilmişti.[4]

@@@@@@@@

Dr. Sibel Bülbül Pehlivan / Uluslararası İlişkiler Uzmanı, Türkiye Araştırmaları Vakfı

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten itibaren Gazze’ye yönelik saldırıları, sadece bölgedeki çatışmaları değil, dünya çapında insani ve siyasi sonuçları derinleştiren bir süreç haline geldi. Bu saldırıların etkileri, sivil kayıplar, altyapı yıkımı, kamu kurumlarının tahribi ve geniş çaplı göç hareketleri gibi birçok boyutu kapsıyor. Bunun yanı sıra, İsrail’in Lübnan, Suriye ve Yemen’e yönelik saldırıları da bölgedeki çatışmanın yayılmasına neden olduğu gibi savaşın bölgeye yayılmasına zemin hazırladı.

İsrail’in 2023’ün son çeyreğinde Gazze’ye yönelik başlattığı operasyonlar, büyük çaplı askerî harekâtlar, yapay zekanın kullanımı ile noktasal hedefler ve hava saldırıları şeklinde gelişti. 2024 yılı itibariyle kesintisiz devam eden bu saldırılar, Gazze’de büyük bir insani krize ve ciddi kayıplara yol açtı. Bir yıl içerisinde Gazze’deki sivil kayıpların sayısı 42 bini buldu. Bunların önemli bir kısmını çocuklar ve kadınlar oluşturdu. 96 binden fazla insan çeşitli yaralanmalar sonucu hastanelerde tedavi görüyor. Bir yıl içerisinde yüz binlerce Filistinli yerlerinden edilerek Gazze içinde ya da dışına göç etmek zorunda kaldı. BM verilerine göre, yaklaşık 500 binden fazla insan zorla yerinden edildi.

HAYATTA KALANLARI ÖLÜME TERK EDİYOR
Bir yıl içerisinde İsrail hava saldırıları ve topçu ateşi sonucu 15 binden fazla ev yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Bu durum, bölgedeki konut krizini derinleştirdi. Gazze’deki elektrik şebekeleri, su altyapısı ve hastaneler büyük oranda tahrip edildi. 6 büyük hastane, İsrail’in hava saldırıları nedeniyle ya tamamen işlevsiz hale geldi ya da ciddi hasar gördü. Ayrıca, su kaynakları ve arıtma tesisleri de saldırılar sonucu kullanılamaz duruma geldi, bu da halkın temel ihtiyaçlara erişimini zorlaştırdı.

BM verilerine göre, 200’den fazla okul saldırılarda zarar gördü ya da tamamen yıkıldı. Eğitim faaliyetleri büyük ölçüde durma noktasına geldi. Gazze’de tarım, sanayi ve ticaret altyapısı büyük oranda yıkıldı. İsrail ablukası altında olan Gazze’de bu saldırılar ekonomik krizi daha da derinleştirdi ve işsizlik oranı yüzde 50’nin de üzerine çıktı. Saldırılar sonucu özellikle çocuklar ve kadınlar üzerinde ciddi travmalar oluştu. Travma ve stres bozukluğu vakaları büyük bir artış gösterdi.

İSRAİL DURMUYOR
İsrail’in Gazze dışındaki diğer cephelerde de askeri operasyonlar düzenlediği görülmektedir. Lübnan, Suriye ve hatta Yemen gibi bölgelerde de İsrail’in operasyonları devam etmektedir. Bu saldırılar, bölgede daha geniş çaplı bir çatışma ihtimalini güçlendirmekte ve bölgesel istikrarı sarsmaktadır. İsrail, Lübnan›da Hizbullah›a yönelik hava saldırıları düzenlemiştir. Bu saldırılar, Hizbullah›ın İsrail sınırına yakın bölgelerdeki askeri varlığını hedef almış Lübnan hükümetine göre, bu saldırılar sonucu; Hizbullah’ın önemli liderleri ve 30’dan fazla Lübnanlı sivil hayatını kaybetmiş, Hizbullah’ın askeri altyapısında büyük çaplı tahribat yaşanmış, Lübnan’ın sınır bölgelerinde yaşayan halk, saldırılar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Lübnan Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Ekim 2023’ten beri İsrail bombardımanı sonucu 127’si çocuk, 261’i kadın olmak üzere yaklaşık 2 bin kişinin öldüğü ve yaklaşık 10 bin kişinin de yaralandığı duyuruldu.

Suriye’de ise İsrail, İran destekli milis grupların ve Hizbullah güçlerinin varlığını gerekçe göstererek birçok hava saldırısı gerçekleştirmiş, bu saldırılar, Suriye’deki iç savaşı daha da derinleştiren unsurlar arasında yer almıştır. Saldırılar sonucunda İran destekli milislerin kontrol ettiği askeri üslerde büyük hasar meydana gelmiş, Suriye’nin hava savunma sistemleri hedef alınmış ve ülkenin askeri altyapısı büyük ölçüde zayıflatılmıştır. Suriye hükümeti, İsrail’in saldırılarının, ülkenin iç savaştan sonra toparlanmasını daha da zorlaştırdığı görüşündedir.

İsrail’in Yemen’deki saldırılarına bakıldığında ise; İran destekli Husi güçlerine yönelik operasyonlar şeklinde gerçekleşmiştir. Bu saldırılar, İran’ın bölgedeki nüfuzunu zayıflatma amacı taşıyan daha geniş bir stratejinin parçası olarak görülmektedir. Yemen’deki saldırılar sonucunda Husi güçlerinin silah depoları ve askeri üsleri hedef alınmış, saldırılar ile sivil halk arasında ciddi kayıplara neden olmuştur. BM raporlarına göre, 20’den fazla sivil bu operasyonlarda yaşamını yitirdi. Yemen’deki insani kriz daha da derinleşti, yardım kuruluşları saldırılar nedeniyle bölgeye erişimde hala zorluk yaşıyor.

BARIŞ YOLLARI KAPANDI
İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonlarının bir yıllık bilançosu, bölgedeki insani krizin derinleştiğini, sivil halkın ciddi zarar gördüğünü ve altyapının büyük oranda yıkıldığını göstermektedir. Lübnan, Suriye ve Yemen’deki operasyonlar ise İsrail’in bölgedeki güvenlik stratejisini genişlettiğini ve özellikle İran destekli güçlere karşı agresif bir tutum benimsediğini ortaya koymaktadır.

Bu saldırılar, yalnızca askeri sonuçlar doğurmakla kalmamış, aynı zamanda bölgedeki sosyo-ekonomik dengeleri de altüst etmiş ve insani krizleri derinleştirmiştir. Bölgedeki uzun vadeli barış umutları, bu tür operasyonlar nedeniyle büyük ölçüde zayıflamış ve uluslararası toplum tarafından acil bir çözüm arayışı gerektirmektedir.

İsrail’in saldırılarının yarattığı bu tahribatın bölge halkı üzerinde uzun süreli etkiler bırakacağı, özellikle insani yardıma olan ihtiyaçların artarak devam edeceği görülmektedir.[5]

@@@@@@@@ 

 

Göz yaşları kurudu.

Tükürük bezleri kurudu.
Vicdanlar kurudu.
Duygular kurudu.
İnsanlar ve insanlık kurudu.
Her şey dondu ve kurudu.
Ölüler yurduna döndü.

 

[1] (1) Gazze’de soykırımın 1. yılı: Acı, yıkım, ölüm!. https://www.cnnturk.com/dunya/galeri/gazzede-soykirimin-1-yili-aci-yikim-olum-2163012.
(2) Dünya sustu, Gazze kan ağladı! 1 yıllık acı bilanço: 41 … – Akşam. https://www.aksam.com.tr/dunya/dunya-sustu-gazze-kan-agladi-1-yillik-aci-bilanco-41-bin-870-olu/haber-1510997.
(3) ABD, Gazze’de soykırımın başladığı 7 Ekim’den bu yana İsrail’e 17,9 milyar dolar askeri yardım yaptı. https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/abd-gazzede-soykirimin-basladigi-7-ekimden-bu-yana-israile-17-9-milyar-dolar-askeri-yardim-yapti/1821937.
(4) Soykırımın acı bilançosu. https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/soykirimin-aci-bilancosu-4648952.
(5) İsrail’in saldırdığı Gazze’de bilanço giderek artıyor. https://www.ilksesgazetesi.com/dunya/israil-in-saldirdigi-gazze-de-bilanco-giderek-artiyor-349206.
(6) İsrail’in Gazze’deki soykırımının 74 günlük bilançosu. https://www.haber7.com/dunya/haber/3376392-israilin-gazzedeki-soykiriminin-74-gunluk-bilancosu.

[2] https://m.aksam.com.tr/dunya/dunya-sustu-gazze-kan-agladi-1-yillik-aci-bilanco-41-bin-870-olu/haber-1510997

[3] https://www.cnnturk.com/dunya/galeri/gazzede-soykirimin-1-yili-aci-yikim-olum-2163012?page=6

[4] https://www.aa.com.tr/tr/ayrimcilikhatti/ayrimcilik/abd-gazzede-soykirimin-basladigi-7-ekimden-bu-yana-israile-17-9-milyar-dolar-askeri-yardim-yapti/1821937

[5] https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/soykirimin-aci-bilancosu-4648952
https://m.haber7.com/dunya/haber/3376392-israilin-gazzedeki-soykiriminin-74-gunluk-bilancosu

https://www.instagram.com/reel/DAy7Z3dqIcI/?igsh=MXU5eHY5cmVxdGFkMA==

https://www.cnnturk.com/video/dunya/dunya-gazze-katliaminda-nerede-durdu-soykirim-1-yil-once-bugun-basladi-2163282

İsrailin bir yılda Gazzede yaptığı soykırımın bilançosu.

VİDEOLAR:
https://www.google.com/search?client=ms-android-samsung-trvo1&sca_esv=fbc34415c57d9a54&sxsrf=ADLYWIIs25EN8fAuBAbBf1sPLFSsLlJ6Tg:1728301020337&q=%C4%B0srailin+bir+y%C4%B1lda+Gazzede+yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1+soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1n+bilan%C3%A7osu&udm=7&fbs=AEQNm0CgMcZ11KbHg1uunEmuo39LYaLxf_n_v5Qu9vkTINnKPFxIgupDJiyYgOOMj7PxlopplVo7BmJfQb-txkXgydvRz7rE6oSD7-qYW-KC73YrIWn1W_kAiofSwj6gZe-fqbpvtzb-9tAiR1NZXXOyUF60oPMN4msEI7YbkoZc3m2Tl071DfvQjuagscs93Oex6tY3FIfvJktoA_Pa6pmmT-NwWu1SWY0yhmkqgIZ0VtmOf_ddMlfuEEWkVdGDpR0nnintmtM-&sa=X&ved=2ahUKEwif8YaDl_yIAxX2cfEDHXgdNR4QtKgLegQIDRAB&biw=412&bih=780&dpr=2.63#ip=1
GÖRSELLER :
https://www.google.com/search?client=ms-android-samsung-trvo1&sca_esv=fbc34415c57d9a54&sxsrf=ADLYWIKYKWZnmc76zyZ94FB6owktGboG3Q:1728301023324&q=%C4%B0srailin+bir+y%C4%B1lda+Gazzede+yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1+soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1n+bilan%C3%A7osu&udm=2&fbs=AEQNm0CgMcZ11KbHg1uunEmuo39LYaLxf_n_v5Qu9vkTINnKPFxIgupDJiyYgOOMj7PxlopplVo7BmJfQb-txkXgydvRz7rE6oSD7-qYW-KC73YrIWn1W_kAiofSwj6gZe-fqbpvtzb-9tAiR1NZXXOyUF60oPMN4msEI7YbkoZc3m2Tl071DfvQjuagscs93Oex6tY3FIfvJktoA_Pa6pmmT-NwWu1SWY0yhmkqgIZ0VtmOf_ddMlfuEEWkVdGDpR0nnintmtM-&sa=X&ved=2ahUKEwj2lb2El_yIAxUNefEDHXxBD8YQtKgLegQIERAB&biw=412&bih=780&dpr=2.63
TÜMÜ:
https://www.google.com/search?client=ms-android-samsung-trvo1&sca_esv=fbc34415c57d9a54&sxsrf=ADLYWIJEbjU-y6NAMmTsek5i-VLEdR9BlQ:1728301051881&q=%C4%B0srailin+bir+y%C4%B1lda+Gazzede+yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1+soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1n+bilan%C3%A7osu&source=lnms&fbs=AEQNm0CgMcZ11KbHg1uunEmuo39LYaLxf_n_v5Qu9vkTINnKPFxIgupDJiyYgOOMj7PxlopplVo7BmJfQb-txkXgydvRz7rE6oSD7-qYW-KC73YrIWn1W_kAiofSwj6gZe-fqbpvtzb-9tAiR1NZXXOyUF60oPMN4msEI7YbkoZc3m2Tl071DfvQjuagscs93Oex6tY3FIfvJktoA_Pa6pmmT-NwWu1SWY0yhmkqgIZ0VtmOf_ddMlfuEEWkVdGDpR0nnintmtM-&sa=X&ved=2ahUKEwi_l4ySl_yIAxVTVvEDHUT1G6UQ0pQJegQIEBAB&biw=412&bih=780&dpr=2.63

 

Loading

No ResponsesEkim 7th, 2024