Rahmaniyet yani Rezzakiyet hakikati neden bu kadar büyüktür?
Zira hidayete giden yol rızıktan geçer.
Rızkın kapısı ise hayattır.
Hayat her şeyin merkezidir.
Rızıkta hayatın merkezindedir.
Hepsinin ana merkezi ise hidayet ve marifettir.
Afrikalı çocuğa sorarlar.
Müslüman mısın, Hristiyan mısın?
Verdiği cevap düşündürücüdür;
Açım.
Şeytana da Allah; sen kimsin, ben kimim diye sormuş.
Sen Sensin ben benim cevabını vermişti.
Azaplar onu hizaya getirmemiş, inat ve inkarına devam etmişti.
Aç bırakınca da cevabında, Sen benim merhamet eden bir Rabbim, ben ise Senin aciz bir kulunum demişti.
“İkinci sualin: İbrahim Hakkı, “Cû’ İsm-i Âzamdır” demesinin muradını bilmiyorum. Zahiren mânâsızdır, belki de yanlıştır. Fakat ism-i Rahmân madem çoklara nisbeten İsm-i Âzam vazifesini görüyor. Mânevî ve maddî cû’ ve açlık, o İsm i Âzamın vesile-i vüsulü olduğuna işareten, mecazî olarak, “Cû’ İsm-i Âzamdır, yani bir İsm-i Âzama bir vesiledir” denilebilir.”[1]
Orucun emredilmesindeki hikmette budur, buradadır.
Yoksa bunca nimetleri verip, her duyguya sonsuz sofralar açan Allah, aç bırakmaktan elbet hoşnut olmaz.
Ancak açlık ile büyük hakikatlerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır.
Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.
Filipinler’in yüzde doksanı Müslüman ve yüzde onu Hristiyan iken, bugün yüzde onu Müslüman ve yüzde doksanı Hristiyan olmuştur.
Filipinleri Hristiyanlar midelerinden yakaladı.
Öyle ki; dinlerini bile aldılar.
Bir Afrikalının dediği gibi; Hristiyanlar memleketimize geldiği vakit onların ellerinde İncil, bizim ise toprak ve tapularımız vardı.
Onlar giderken bizim elimizde İncil, onların ellerinde ise topraklarımız ve tapuları vardı.
-Dünya ulvi alemleri temsil eden ruh ile, süfli alemleri temsil eden bedenin, arşı ve gerçek insaniyeti temsil eden kalp ile, hayvani alemleri temsil eden nefsin ve bedenin izdivaç ve nikah salonudur.
Yani cennetten çıkarılmanın hikmeti; cenneti temsil edip netice veren ruh, akıl, kalb, vicdan gibi yüce duygularla, ona zıt olan nefis, beden, his gibi duyguların imtizacıdır.
Buda ne iledir; Marifeti İlahiyye, Muhabbeti Rabbaniye, Ubudiyeti Sübhaniyye ve Marziyyatı Rahmaniyedir.
Lgbt-lik nasıl bir ruh hali, ruhi çöküntü, psikolojik yıkıntı ve nasıl bir kişilik kaybı ki; dönüşü olmayan, tedavisi neredeyse imkansız bir haldir ki, Allah onların içinde yaşayan sükut ve taraftarlığıyla, bir ev hariç hepsini helak etmiştir.[1]
Tan yeri ağardığında Ülkenin altı üstüne getirmiş, büyük bir deprem yaşanmış, onları korkunç bir ses yakalayıp, başlarına taşlar yağmıştır.
“Biz nice kentleri(n insanlarını yaptıkları yüzünden) yok ettik. Azabımız, onları, ya (Lut kavminde olduğu gibi) geceleyin ya da (Şuayip kavmindeki gibi) öğlen uykusu sırasında yakalayıverdi.”[2]
-Araplarda yaygın bir alışkanlık olarak öğleden sonra uyumak vardı. Öğlen uykusu ifadesi bunun için belirtilmiştir.
Sodom Gomore adıyla taşlaşmış insanlar haline gelmişlerdir.
-Sodom ve Gomora, Eski Ahit’in Tekvin Kitabı’nda sözü edilen günâhkâr kentler. İsrail’de, Lut Gölü’nün güneydoğusundaki el-Lisan Yarımadasının güneyinde sığ suların altında kaldıkları tahmin edilmektedir. Admah, Tseboim ve Tsoar ile birlikte Kitabı Mukaddes’te adı geçen beş ova kentini oluştururlar.
Önemli olan buradan çıkarılacak mesajlardır.
Cenabı Hak Hicr süresinin 83. âyetin son cümlesinde, Lût kavminin yaşadığı inançsızlık ve ahlâksızlığı yaşayan kimselerin başına bu tür felâketlerin gelebileceğine işaret etmektedir.
Bu olaya kitabı mukaddeste de değinilmektedir.
Dünyada buna yöneliş, İslam dünyası ve memleketimize sıçrayan yakıcı kıvılcımlar ve bunu destekleyen bazı belediye ve bazı kurumlar…
Ne diyelim, bunu destekleyip ses çıkarmayacak susanları bizde, Allah onları meleklere havale ettiği gibi, bizde onları Allah’a havale edelim.
O Seriul Hisab, Ahkem-ül Hakimindir.
Kuran’da anlatılan kıssalar yaşanmadıkça kıyamet kopmaz.
Peygamberimiz kıyametin alametlerinden olarak; fuhşun yaygınlaşmasına da işaret eder.
-Kuran’da su sürelerde anlatılır.
En’am, Araf, Hud, Hicr, Enbiya, Hac, Şuara, Neml, Ankebut, Saffat, Sad, Gaf, Kamer. 13 sure.
-Lut Kavmi ile ilgili ayetler ise;
► Lut’u da (kavmine gönderdik.) Hani (Lut) kavmine: “Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşiyatı mı yapıyorsunuz?” demişti. (7/A’râf 80)
► “Şüphesiz ki sizler, kadınları bırakıp erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz. Siz, aşırı giden taşkın bir toplumsunuz.” (7/A’râf 81)
► Kavmi: “Onları yurdunuzdan çıkarın. (Çünkü) onlar temizlenen insanlardır.” demek dışında bir cevap vermemişti. (7/A’râf 82)
► Hanımı hariç, onu ve ailesini kurtarmıştık. (Hanımı) geride (helak olanlarla) kalmıştı. (7/A’râf 83)
► Onların üzerine bir (azap) yağmuru yağdırmıştık. Suçlu günahkârların akıbetinin nasıl olduğuna bir bak! (7/A’râf 84)
► Ellerinin (ikram edilen yemeğe) uzanmadığını görünce garipsedi ve içine bir korku düştü. Demişlerdi ki: “Korkma! (Çünkü) biz Lut’un kavmine (görevli olarak) gönderildik.” (11/Hûd 70)
► İbrahim’in korkusu gidip, müjde hâli ağır basınca, Lut’un kavmi hakkında bizimle tartışmaya koyulmuştu. (11/Hûd 74)
► Elçilerimiz (melekler) Lut’a geldiğinde, onlar yüzünden kendini kötü hissetmiş, bir çıkar yol bulamamış ve: “Bu baş belası, sıkıntılı bir gündür.” demişti. (11/Hûd 77)
► (Misafirlerin geldiğini duyunca) kavmi koşar adımlarla ona gelmişti. Bundan önce de kötülükleri (âdet hâline getirecek kadar çokça) yaparlardı. Dedi ki: “Ey kavmim! İşte bunlar benim kızlarım, onlarla (evlenerek ilişki kurmanız) sizin için daha temizdir. Artık Allah’tan korkup sakının ve misafirlerin içinde beni rezil etmeyin. İçinizde hiç mi olgun/aklı başında bir adam yok?” (11/Hûd 78)
► Demişlerdi ki: “Andolsun ki, sende biliyorsun kızlarında hakkımız/gözümüz yok. (Aslında) sen, bizim ne istediğimizi de çok iyi biliyorsun.” (11/Hûd 79)
► Demişti ki: “Keşke size karşı bir gücüm olsa, ya da (misafirlerimi sizden koruyacak) bir güce sığınabilseydim.” (11/Hûd 80)
► (Melekler) demişlerdi ki: “Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Sana ilişemezler. Gecenin bir vaktinde, ailenle beraber yola çık ve içinizden kimse dönüp arkasına bakmasın. Hanımın hariç! (Çünkü) onların başına gelecek azap, onun da başına gelecektir. Onların (helak) zamanı sabahtır. Sabah yakın değil mi?” (11/Hûd 81)
► (Helak) emrimiz geldiğinde oranın altını üstüne getirdik ve tepelerine birbiri ardına dizilmiş, çamurdan pişirilmiş taşlar yağdırdık. (11/Hûd 82)
► (O taşlar) Rabbinin katında işaretlenmişlerdir. O (azabın bir benzeri, bu kavmin amelini yapan) zalimlerden uzak değildir. (11/Hûd 83)
► “Ey kavmim! Benimle yollarınızı ayırmış olmanız, Nuh Kavmi’nin, Hud Kavmi’nin ya da Salih Kavmi’nin başlarına gelenin bir benzerini sizin başınıza getirmesin. Ayrıca Lut’un kavmi de sizden uzak değildir.” (11/Hûd 89)
► “Lut ailesi hariç. Elbette, onların tamamını kurtaracağız.” (15/Hicr 59)
► “(Lut’un) karısı hariç. Onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik.” (15/Hicr 60)
► Lut ailesine elçiler geldiği zaman: (15/Hicr 61)
► “Şüphesiz sizler tanınmayan bir topluluksunuz.” demişti. (15/Hicr 62)
► “(Hayır, öyle değil!) Bilakis, onların hakkında şüpheye kapılıp tartıştıkları (azabı) getirdik.” demişlerdi. (15/Hicr 63)
► “Sana hakkı getirdik. Ve biz, elbette doğru söyleyenleriz.” (15/Hicr 64)
► “Gecenin bir bölümünde aileni yola çıkar. Sen de peşlerine düş. Sizden kimse arkasına bakmasın. Emrolunduğunuz yere doğru devam edin.” (15/Hicr 65)
► Ona şu kesin hükmü bildirdik: “Sabah olduğunda bunların arkaları kesilmiş (kökleri kurumuş) olacaktır.” (15/Hicr 66)
► Şehir halkı (erkek misafirlerin şehre geldiğini birbirlerine müjdeleyerek) sevinç içinde geldiler. (15/Hicr 67)
► Dedi ki: “Bunlar benim misafirlerimdir. Beni utandırıp dillerine düşürmeyin.” (15/Hicr 68)
► “Allah’tan korkun ve beni rezil etmeyin.” (15/Hicr 69)
► “Biz seni toplumun işine karışmaktan alıkoymamış mıydık?” demişlerdi. (15/Hicr 70)
► Dedi ki: “İllaki bir şey yapacaksanız işte benim (evlenebileceğiniz) kızlarım!” (15/Hicr 71)
► Senin ömrüne andolsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı. (15/Hicr 72)
► (Derken) Güneş’in doğmasıyla onları bir çığlık yakalayıverdi. (15/Hicr 73)
► Oranın altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık. (15/Hicr 74)
► Şüphesiz ki bunda, basiret/feraset sahibi insanlar için (ibret alınacak) ayetler vardır. (15/Hicr 75)
► Orası hâlen bir yerleşim yolu üzerinde bulunuyor. (15/Hicr 76)
► Şüphesiz bunda, iman edenler için (dersler çıkarılacak) bir ayet vardır. (15/Hicr 77)
► Onu ve Lut’u âlemler için bereketli kıldığımız topraklara (taşıyarak) kurtarmıştık. (21/Enbiyâ 71)
► Ona İshak’ı, üstelik bir de Yakub’u ihsan etmiş ve her birini salih kimseler kılmıştık. (21/Enbiyâ 72)
► Onları emrimizle hidayete ulaştıran imamlar kılmıştık. Onlara hayırlı işleri yapmayı, namazı dosdoğru kılmayı ve zekâtı vermeyi vahyetmiştik. Onlar bize kulluk/ibadet eden kimselerdi. (21/Enbiyâ 73)
► Lut’a da hüküm/hikmet ve ilim verdik. Onu habis eylemlerde bulunan o şehirden (ve halkından) kurtardık. Şüphesiz ki onlar, fasıklar(dan oluşan), kötü bir kavimdiler. (21/Enbiyâ 74)
► İbrahim ve Lut’un kavmi de… (22/Hac 43)
► Lut Kavmi, gönderilen resûlleri yalanladı. (26/Şuarâ 160)
► Hani kardeşleri Lut onlara: “(Allah’tan) korkup sakınmaz mısınız?” demişti. (26/Şuarâ 161)
► “Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir resûlüm.” (26/Şuarâ 162)
► “(O hâlde) Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.” (26/Şuarâ 163)
► “Sizden (davetim karşılığında) bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a aittir.” (26/Şuarâ 164)
► “Siz insanlar arasından erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?” (26/Şuarâ 165)
► “Ve Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz. (Hayır, öyle değil!) İşin aslı sizler, haddi aşan bir topluluksunuz.” (26/Şuarâ 166)
► Demişlerdi ki: “Bu işe bir son vermezsen ey Lut, kesinlikle (buradan) çıkarılıp sürülenlerden olacaksın.” (26/Şuarâ 167)
► Demişti ki: “Ben, sizin bu yaptığınız işten nefret ediyorum.” (26/Şuarâ 168)
► “Rabbim! Beni ve ailemi bu yaptıklarından kurtar.” (26/Şuarâ 169)
► Onu ve tüm ailesini kurtardık. (26/Şuarâ 170)
► Geri kalanlar arasında (Lut’un eşi olan) yaşlı bir kadın hariç. (26/Şuarâ 171)
► Sonra diğerlerini yerle bir ettik. (26/Şuarâ 172)
► Üzerlerine (taş) yağmurları yağdırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür. (26/Şuarâ 173)
► Şüphesiz ki bunda, (Allah’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir. (26/Şuarâ 174)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir. (26/Şuarâ 175)
► Lut’u da (kavmine yolladık). Hani o kavmine demişti ki: “Siz göz göre göre bu fuhşiyatı mı işliyorsunuz?” (27/Neml 54)
► “Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yanaşıyorsunuz? (Hayır, öyle değil!) Siz cahillik etmekte olan bir topluluksunuz.” (27/Neml 55)
► Kavminin cevabı yalnızca şu oldu: “Lut ailesini yurdunuzdan sürüp çıkarın. Çünkü onlar temiz insanlarmış.” (27/Neml 56)
► Karısı dışında onu ve ailesini kurtarmıştık. Onun geride (helak olanlarla kalmasını) takdir ettik. (27/Neml 57)
► Üzerlerine (taş) yağmuru yağdırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür. (27/Neml 58)
► Muhakkak ki Lut da gönderilmiş resûllerdendir. (37/Saffât 133)
► Hani onu ve ailesini topluca kurtarmıştık. (37/Saffât 134)
► Geride bırakılanlar arasında bir yaşlı kadın hariç. (37/Saffât 135)
► Sonra diğerlerini yerle bir etmiştik. (37/Saffât 136)
► Siz sabah vakti onlara uğrayıp geçmektesiniz. (37/Saffât 137)
► Gece vakti de… Akletmez misiniz? (37/Saffât 138)
► Semud, Lut Kavmi, Eyke halkı da (yalanladı). Bunlar (helak olmuş) gruplardır. (38/Sâd 13)
► Âd, Firavun ve Lut’un kardeşleri de. (50/Kâf 13)
► Lut’un kavmi de uyarıcıları yalanladı. (54/Kamer 33)
► Hiç şüphesiz biz, onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Seher vakti, yalnızca Lut’un ailesini kurtardık. (54/Kamer 34)
► Katımızdan bir nimet olarak… Şükreden kimseyi de aynı şekilde mükâfatlandırırız. (54/Kamer 35)
► Andolsun ki (Lut), (şiddetli) yakalayışımızla onları uyarmıştı. Onlarsa uyarılara şüpheyle yaklaşmışlardı. (54/Kamer 36)
► Andolsun ki, onun konuklarını da arzulamışlardı. Biz de gözlerini silip (kör ettik). “Tadın azabımı ve uyarımı!” (dedik.) (54/Kamer 37)
► Andolsun ki kesinleşmiş bir azap, erken vakitte onları bastırdı. (54/Kamer 38)
► Tadın (bakalım) azabımı ve uyarımı! (54/Kamer 39)
*************
– HUD SURESİ 81: (Melekler) dediler ki: Ey Lût! Biz Rab’binin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen, gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka, sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azap), şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?
82. Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine
(balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.
83. (O taşlar): Rab’bin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır).
Onlar zalimlerden uzak değildir.
***********
«Biz orada İslâmlardan, yalnız bir tek ev bulduk!” (Zariyat.36 )
Yemen’e çok şiddetli bir sel gelir, ağaçları kökünden söker, binaların yıkılmasına sebep olur. Sular çekildikten sonra eski bir mezarın açıldığı görülür. Ortaya bir kadın cesediyle büyük bir servet çıkar. Kitabedeki yazı okunduğunda, bu cesedin Himyeri hükümdarlarından birinin kızı olan Tace adındaki bir kadına ait olduğu anlaşılır. Tace’nin cesedinin boynunda 7 inci gerdanlık, kollarında 7 kıymetli altın bilezik, ayaklarında mücevherli 7 halhal ve on parmağın 7 sinde muhteşem mücevher yüzüklerin bulunduğu görülür. Ayrıca baş tarafında çok kıymetli eşya ile doldurulmuş hazine gibi bir tabut parladığı da dikkatlerden kaçmaz. Bu tabutun ön kısmında ki levhada yazılı olanlar ilgi çekicidir.
Hitabede şunlar yazılı idi:
Ben hükümdarın kızı Tace’yim. Memleketimizde müthiş bir kıtlık çıktığı için, tahıl getirtmek üzere, birkaç adamımı, Mısır maliye nazırı olan Yusuf aleyhisselama yolladım. Epey bir zaman geçtiği halde gönderdiğim adamlar gelmeyince, adamlarımızdan bazılarına bir kantar (50 kilo kadar) gümüş verip herhangi bir yerden bununla bir kantar un alıp getirmesini istedim. Onlar da bulamadılar. Nihayet bir kantar altın verip tekrar gönderdimse de, yine bulamadıklarından, incileri öğütüp yemekten başka çare bulamadım. Fakat o da beni besleyemediği için, büyük bir servet içinde açlıktan ölümle yüz yüze kaldım. Benim bu acıklı hâlimi işitenler, gerekli dersi almalı, servetine güvenmemeli, gerekli iktisat yolunu tutmalıdır. Tarihte altının da, incinin de, geçmediği durumlar varsa da, benden başka dünyada hangi kadın bu kadar muhteşem ziynetler içinde ölmüştür?
Hazineler bu kadına fayda etmediği gibi, ahirette de para pul geçmeyecektir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin! Çünkü ahirette altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınır, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir.) [Buhari]
****************
*KISSADAN HİSSE*
Uçaktan içeri giren çok güzel genç bir kadın koltuğunu bulmak için sağa sola bakındı.
Koltuğunun iki eli olmayan adamın yanında olduğunu fark edince oturup oturmamakta tereddüt etti.
Nihayet kararını vermiş olmalıydı ki hostesi yanına çağırıp
*”Yanımda oturanın iki eli olmadığı için bu koltukta rahat edemeyeceğim lütfen bana başka bir koltuk verin.”* dedi. Hostes,
*”Hanımefendi üzgünüm ama başka boş yerimiz yok”* dese de genç kadın ısrar ediyordu. Bu durumdan rahatsız olan hostes sordu kadına,
*”Hanımefendi bana bu ısrarınızın nedenini söyleyebilir misiniz?”* Güzel kadın hostesin sorusunu
*”Ben böyle insanları sevmiyorum rahat oturup gezemeyeceğim , iğreniyorum ve kusasım geliyor”* diyerek cevapladı. Eğitimli ve kibar görünen bir kadının bu konuşmasını duyan hostes şaşkınlık içindeydi. Kadın ise
*”Ben o koltukta oturamam bana başka bir koltuk verin”* diyerek ısrarını sürdürüyordu. Hostes, çaresizlik içinde etrafına bakıp boş koltuk aradı ama boş koltuk görmedi ve kadına
*”Hanımefendi bu ekonomi sınıfında boş koltuk yok ama yolcuların rahatını sağlamak bizim görevimiz onun için ben gidip uçağın kaptanıyla konuşayım ve siz de lütfen o zamana kadar biraz sabır gösterin.”* Bunu söyleyen hostes kaptanla konuşmak için kokpite gitti. Bir süre sonra geri döndü ve kadına,
*”Hanımefendi verdiğiniz rahatsızlıktan dolayı çok üzgünüz. Bu uçakta tek bir boş koltuk kalmış o da birinci sınıfta. Kaptanımızla konuştum ve olağanüstü bir karar aldık. Şirketimiz ilk kez ekonomi koltuğundan birinci sınıf koltuğa bir yolcu gönderiyor.”* Güzel kadın son derece memnundu ama tepkisini dile getirmeden ve hatta tek kelime bile konuşamasına fırsat kalmadan, hostes elleri olmayan adamın yanına yaklaşıp
*”Efendim çok özür dilerim birinci sınıf koltukta oturmak ister misiniz? Çünkü biz sizin gibi saygın bir insanın kaba ve görgüsüz biriyle seyahat edip rahatsız olmanızı istemiyoruz.”* Bunu duyan tüm yolcular kararı memnuniyetle karşılayıp alkışladılar. O çok güzel görünen kadın ise utancından adamın yüzüne bile bakamıyordu . Birinci sınıf koltuğa gitmek için ayağa kalkan elleri olmayan adam uçaktakilere dedi ki,
*”Ben eski bir askerim ve bir operasyon sırasında teröristlerle çarpışırken atılan bombanın patlaması sonucunda iki elimi de kaybettim. Biraz önce bu manasız ve üzücü tartışmayı duyduğumda ben bu kadın gibi bencil ve aptal insanların hayatını kurtarmak için mi kendimi riske attım ve bunların güvenliği için mi iki elimi de kaybettim diye kendime kızıyordum. Ama hepinizin tepkisini görünce şimdi kendimle gurur duyuyorum. İki elimi vatanım için kaybettim; keşke şehit olabilseydim, kendimle daha çok gurur duyardım diyorum…”,* Ve sözlerini bitirince birinci sınıfta gitti. Güzel kadın ise herkesin aşağılayan bakışları altında ezilerek başını önüne eğip koltuğa oturdu.
Düşüncelerde güzellik ve saflık yoksa, yüz ve beden güzelliğinin hiçbir kıymeti yoktur! Her zaman hatırlamak gerekir ki yüzün güzel olumasının yanında kalbin güzel olmasıda şarttır
*************
Kral Faysal bin Abdülaziz, Kudüs ve Filistin toprakları üzerindeki İsrail işgaline karşı, Müslüman halkları cihada çağırdığında takvimler 1969’u gösteriyordu. Suriye ve Mısır bu çağrıya cevap vererek 1973’de Kudüs’ün işgalden kurtarılması için Arap ülkelerinin yardımını da alarak 1973’de İsrail’e savaş açar. Suudî Arabistan, batıya akan petrol vanalarını kapatır ve tüm dünyada “petrol krizi” baş gösterir.
Krizi görüşmek ve çözüme kavuşturmak üzere ABD Dışişleri bakanı Henry Kissinger, Suud Kralı Faysal’ı ziyarete gider. Görüşme, kralın sarayında değil, sahranın ortasında bir çöl çadırında gerçekleşir. Misafirine karşı pek de konuksever davranmayan Kral Faysal’ın sofrasında hurma ve deve sütü vardır. Kissinger’in “Eğer ambargoyu kaldırmazsanız biz de petrol kuyularını vururuz!” tehdidine karşı Kral Faysal, tarihe geçen şu cevabı verir: “Tabii ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz. Fakat unutmayınız ki, biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine öyle yaşayabiliriz; ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.”
Bu olaydan kısa bir süre sonra Kral, kendisiyle aynı ismi taşıyan yeğeni tarafından hem de kendi sarayında, kafasına sıkılan iki kurşunla öldürüldü. Katil yeğen Faysal bin Musaid, Amerika’da kolej ve üniversite eğitimi görmüştü. Önce akli dengesinin yerinde olmadığı söylendi ise de sonrasında idam edildi.
Kral Faysal’ın öldürülmesinden sonra petrol vanaları açıldı ve petrol krizi sona erdi. İsrail, Amerika’nın da yardımı ile Suriye ve Mısır’a karşı yürüttüğü savaşı kazandı. Kudüs işgalden kurtarılamadığı gibi Filistin toprakları da peyderpey eriyip gitti. 1975 tarihinde gerçekleşen bu suikasttan sonra hiçbir Suud kralı, sarayından çıkıp da çölde yaşamayı göze alamadı. Hurma ve deve sütü ise mükellef saray sofralarının nostaljik birer katığı olarak kaldı. Batıya akan petrolün vanası ise hiç kapanmadı.
(Alıntı)
**************
Malik bin Dinar Hazretleri, bir gün, bir sabiye ( küçük çocuğa ) rastladı. Çocuk toprak ile oynuyordu. Bazen gülüyor ve bazen de ağlıyordu .
Malik bin Dinar buyurdu:
İçime O çocuğa selam vermek doğdu. Nefsim kibirlenip selam vermekten vazgeçti.
Ben nefsime şöyle seslendim: Ey nefsim! Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem). Hazretleri küçük ve büyük herkese selam verirdi. Sende bu çocuğa selam ver!
Ve O çocuğa selam verdim,
Çocuk:
Ve aleykümselam ve rahmetullahi ve berekatuhu, Ey Malik bin Dinar.
Sordum:
Beni nereden tanıdın? Daha önce beni görmüşlüğün yoktu?
Çocuk:
Melekut aleminde ruhum, senin ruhunla karşılaştı. Ölmeyen ve sürekli hayy olan Allahu Teala bizleri tanıştırdı.
Ben ona sordum:
Akıl ile Nefsin arasındaki fark nedir?
Çocuk:
Nefsin, seni bana selam vermekten alıkoyandır. Aklin ise seni selam vermeye teşvik eden ve zorlayandır.
Yine sordum:
Senin halin nedir? Niye bu toprakla oynuyorsun?
Çocuk:
Çünkü biz Topraktan yaratıldık; yine ona döndürüleceğiz!
Yine sordum:
Bazen gülüyor ve bazen de ağlıyorsun?
Çocuk:
Evet! Rabbimin azabını hatırladığımda ağlıyorum; rahmetini hatırladığımda ise gülüyorum.
Ben sordum:
Evladım! Senin ne günahın var ki?
Çocuk:
Ey Malik bin Dinar! Böyle söyleme! Görmüyor musun büyük odunları tutuşturmak için, önce küçük odunları tutuşturuyorlar!
****************
HER YARANIN MERHEMİ KENDİ DALINDADIR
“Bir gün bahçede tek başıma oyun oynarken ağaçtaki olgunlaşan dutları gördüm. Hemen ağaca çıkıp yemeye başladım. O kadar çok yedim ki yemekten yorgun düştüm. Ağaçtan inip gölgesine uzandım, uyudum. Sonra birden ablamın çığlıgı ile uyandım. Beni yerde ağzım burnum kıpkırmızı bir halde görünce ağaçtan düştüm sanmış. Yanıma gelip bakınca kan olmadığını, karadut lekesi olduğunu anladı. Bu seferde üstümü başımı kirlettiğim için ağlamaya başladı. Bilirsin karadut lekesi de hiç kolay çıkmaz. Annemle babam işten gelip beni o halde görseler kendisine kızacaklar. Sonra babaannem bahçeye gelip “Ne oldu Nergis?” dedi. Ablam, “Baksana babaanne, bütün üstünü kirletmiş, annem kızacak bana.”
Babaannem, “Hadi ağlama, şimdi çıkartırım ben onları” dedi. Sonra karadut ağacının yanına gidip birkaç dut yaprağı kopardı, avcunun içinde parmaklarıyla ezdi, köpürttü. Elimi yüzümü dut yaprakları ile ovalamaya başladı.
“Neden?” diye sordu Verda.
Çünkü karadutun lekesini sadece kendi yaprağı çıkarırmış.
Babaannem:
“İnsan da aynı bu ağaç gibidir” demişti o gün bize. “Yarasına ilacı başka yerde arayan her zaman yanılır. Her yaranın merhemi kendi dalındadır.“
( Alıntıdır)
***************
Adamın biri İbrahim Ethem radiyallahu anh ile tartışır ve; Bereket diye bir şey yoktur, inanmıyorum der. İbrahim Ethem: Koyunları ve köpekleri görüyor musun? der. Adam: Evet. İbrahim Ethem: Hangisi daha çok doğurur? Adam: Köpekler yediye kadar, koyun ise en fazla üçüz doğurur der. İbrahim Ethem: Etrafına baktığında hangilerin daha çok olduğunu görürsün? Adam: Koyunlar çoktur der. İbrahim Ethem: Peki, sürekli kesilen ve sayısı azalan koyun değil mi!? Adam: Evet der. İbrahim Ethem: İşte bereket budur!. Adam: Niye böyle olur Koyun neden köpeklerden daha fazla olur? diye sorunca; İbrahim Ethem der ki: Çünkü koyunlar gecenin ilk saatlerinde yatar, şafaktan önce de kalkarlar. Böylece rahmet saatini idrak eder ve üzerlerine bereket yağar. Ama köpekler, gece boyunca havlarlar. Sonra şafak vakti yaklaştığında düşer yatarlar. Böylece rahmet saatini idrak etmezler ve bereketleri alınır.
Yüz yılı aşkın süredir kendini gizli gizli ve gizleyerek varlığını sürdüren şer ve şer odakları artık bunu arkasına aldığı desteklerle ve gün yüzüne çıkarılmasıyla açıktan açığa ve açıkça yapmaktadır.
Şerleri ve şer odaklarını göstermeye gerek kalmadan her yönüyle ve kör olmamak şartıyla görülmekte ve bilinmektedir.
Ancak manevi körlük bunun görülmesinin önünde en büyük engel teşkil etmektedir.
Münafıkane sürdürülen her türlü işler artık açıkça yapılmaktadır.
Dağda sürdürülen kavga, şehirlere ve milletin evine taşınmıştır.[1]
Aslında bu da bir gelişmedir.
Çünkü virüs bellidir, hastalık teşhis edilmiştir.
Sıra tedavi ve telafide…
Bu milletin maddi yüz yıllık birikimi gizlendi, yok edildi. Bin yıllık manevi değerlerine savaş açıldı.
Bir insanın terör örgütleri ve teröristlerle iltisaklı olup, saklanmadığını göstermek için daha ne yapmak lazım? Veya neyi görmek ve göstermek lazım? Bakan ve Başbakan olmasını mı? Vadedildiğine göre o da var? Nasıl olsun mu? Yalnız unutulmasın ki; küfre rıza küfürdür. Zulme rıza zulümdür. Terör ve teröriste rıza teröristliktir.
*****************
Nasıl birini bekliyorsunuz? Nasıl birinin sizi idare etmesini istiyorsunuz? Mukayese yapmak gerekmez mi? Mesela kırk yıllık kâni mi? Ayinesi iştir olan kişinin mi? Denenmiş denenmez, olan kişi mi? Bir mümin iki delikten ısırılmaz iken, bir daha ve bir daha ısırılmak için mi? Allah aşkına ne için? Seyh-ul İslam mı bekliyorsunuz? Halife olmazsa olmaz mı diyorsunuz? Peki öyle biri var mı? Varsa kim? Zalim Allah’ın kılıncıdır, onunla intikam alır, sonra dönülür ondan intikam alınır. Yoksa intikam alınmak mı istiyoruz? Nasıl olursanız öyle yönetilirsiniz misali, nasıl olduk? Evvelden yalancının mumu yatsıya kadar yanıyordu. Artık beklemeye gerek kalmadı. Anında sönüyor. Teröristin ki de hemen sönüyor, destekçisinin de… İnsan ve insaflı olup tenkid etmeli ancak nankör olup körlükte bulunulmamalıdır. Hissi değil mantıklı olmalıdır. His ve heveslere göre değil, akıl ve mantığa göre hareket etmelidir.
*************
Evet, Ümit varız.. Ümitsiz değiliz..
Bugüne kadar hep o ümitle yaşadık ve geldik.
Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal.
Yükseliş başladı.
Allah yürü dedi.
Allah’ın yürü dediğine kim dur diyebilir?
Mesela; Ordumuzun bu son harekatı, 15 Temmuzun dışa vuran versiyonu. Defedilen dış gücü.
İçten dışa doğru açılım başlamıştır.
Ordudaki ruh, toplumdaki bilinç ve enerji devrede.
-Bir asırdır dizginlenen, kontrolü kendi elinde olmayan ordu, askeriye, 15 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla dizginini eline almış, artık kendisi kendisini kontrol eder olmuştur.
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.” Yahya Kemal Beyatlı
-“Onlardan bir çoğunu görürsün ki, günâha girmek, haksızlık etmek ve haram yemekte hız yarışı yaparlar. Her halukârda ne kötü yaparlar!”[1]
– Ecrin ve Yağmurların niçin öldüğü belli oluyor değil mi?
-“İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, belediyelerde yürütülen soruşturmalara ilişkin açıklamalar yaptı. Soylu, 2019-2022 arasında 74 belediyede terörle bağlantılı 88 soruşturma yürütüldüğünü, bunlardan 79’unun tamamlandığını belirtti. Bakan Soylu, İBB’de 1668 kişinin terörle bağlantılı olduğunu ifade etti.”[3]
-Aslında bu zahirde görünen terör olsa da, hakikatta bin öncesindeki hortlayan haçlı devamı, insanlık tarihi boyunca devam eden iman küfür mücadelesidir.
Zira Pkk sosyalist ve kominist bir yapıdır.
Bunu savunanlarından da anlayabilirsiniz.
Arkasında da görebilirsiniz.
İmam-ı Şafi’ye sormuşlar; Fitne zamanı hakkı tutanları nasıl anlarız?
Demiş ki: “Düşman okunu takip ediniz, o sizi hak ehline götürür.”
”İslam karşıtlığının en çok yaşandığı ilk 5 ülke! Bütün oklar o ülkeyi işaret ediyor.
İslam İşbirliği Teşkilatı, İslam karşıtlığının en fazla yaşandığı 5 ülkeyi paylaştı. Buna göre, sırasıyla Fransa, Hindistan, Amerika, İngiltere ve Kanada İslam karşıtı ülkelerden oldu. İşin başı ise küresel medyayı yöneten İngilizler çıktı.”[4]
DÜNYADA HERKES ÇOCUK MU OLSAYDI?
Veya çocuk olarak mı kalsaydı?
Nasıl olurdu?
En azından kan dökülmez, aldatma olmaz, kavga olmaz,olsa bile çabuk unutulur, kin bağlanmaz, düşmanlık devam etmezdi.
Çocukların dünyası saf ve masum.
Daha bulanmamış.
Adeta büyüdükçe bulanıklık artıyor.
Neden çocuk kalınsaydı?
Yükselme ve büyüme olmasamıydı?
Elbette hayır.
Büyüdükçe risk ve sorumlulukta aynı oranda büyüyor.
Yük ağırlaşıyor.
Kar ve zarar da o nisbette artıyor.
Tıpkı on milyonu kaybeden veya kazanan çocukla, trilyonları kazanan ve kaybeden büyüğün bir olmadığı gibi.
Evet, büyüdükçe kar ve kazanç ve de sahip olduğu şeyler artıyor ancak bir o kadarda kaybetme durumu söz konusu oluyor.
Ticaret risk alma ve cesaret ister.
İşte bizlerde dünyaya bu riskleri alarak ve yüklenerek geldik.
Dağların ve göklerin taşımaktan kaçındığı ve titrediği emaneti yüklendik.
Ezilenleri görüyor, onun ezikliğini, korku ve üzüntüsünü yaşıyoruz.
Sonbahar yaprakları gibi dökülenleri görüyor, dökülmekten korkuyoruz.
En büyük korkumuz, ebedi kaybımızdır.
Müflis olup, sermayeyi de tüketmemizdir.
Geç kalınmış ve geçersiz olan pişmanlıktır.
Daha da acısı sorumlu olduğumuz kimselere kaybettirdiklerimizdir.
Birde onların günahlarını yüklenmemizdir.
Yük üzerine yük.
Yükümlülük.
Eziklik.
Gene de;
Hayat devreleriyle güzeldir.
Her devre ayrı bir güzeldir. Bozmadıkça…
Bozulmadıkça…
Bozgunluk ve bozgunculuk yapmadıkça…
Küçüklerden büyüklere selam.
Büyüklerden küçüklere kelam.
Vesselam…
Mehmet Özçelik/ 22.11.2022
İstanbul İstiklal Caddesi’nde terörist kadının bombayı patlatıp 6 kişinin ölmesine ve 81 kişinin yaralanmasına sebep olan olay; aslında Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verilen bir mesajdır.
Zira Türk cumhuriyetlerine katılması ve 7 Türk Cumhuriyeti’nin bir araya gelip adeta İttihad-ı İslam’ın temelini atmak üzere giderken, bir gazetecinin kendisine sormuş olduğu soru üzerine; ABD Başkanı Biden’ın terörist başını koruduğunu söylemesi ve onun bu sözü üzerine bombacı kadının bombayı patlatması ile bir mesaj verilmiş oldu. Zira İçişleri Bakanı Soylu’nun da; Mesajı aldık, demesi ve ABD’nin taziye mesajını kabul etmediğini ifade etmesi aslında ABD’ ye verilen bir ültimatomdur.
ABD’nin de bize güya bir uyarısıdır.
-Herkesin ortak olarak ittifak ettiği nokta; o teröristin arkasında Amerika’nın olduğu ve en azından istihbari destek verdiğini, kendisini yönlendirdiğini genel kanaat olaraktan ortaya konulmasıdır.
-Bir yandan da, bir araya gelen ve İttihad-ı İslamın çekirdeğini oluşturan Türk Devletleri Teşkilatına verilmiş bir mesaj olurken, diğer yandan sürekli kan kaybeden ve köşeye sıkışmış olan Pkk’ya da bir nefes aldırmadır.
****************
Türkiye çevrelendiği daireden bir asırdır çırpınarak, gayret ve çaba göstererek çıkmaya çalışıyor.
Her yönüyle bütün organları bağlanmış durumda.
Bundan kurtulmaması için de her türlü hinlik ve hainlik ortaklaşa olarak yapılmaktadır.
Terörle bizi sindirmeye çalışmaktadırlar.
Besleyerek ve de büyüterek.
Dışa açılmamızı engelleyerek.
Bunun böyle olduğuna dair, devletin başta Sayın Cumhurbaşkanının ifadesiyle, üst düzey devlet yöneticilerin beyanıyla; terörün arkasında Abd’nin olduğu, desteklediği, bilgisi ve ilgisi dahilinde olduğu, Abd’nin başındaki Biden’ın da terörün başındakilerini himaye ettiğini gizlemeden ve de açıkça ifade etmektedir.
Kesin bir hükümdür ki; gerek İslam dünyasında gerekse de dünyada terörün arkasında en büyük gücün Abd olduğu tescillenmiştir.
Ve Abd dünyada diktatörlüğünü sürdürürken, önünde engel olanları da, tıpkı yüz sene önce Merhum Abdulhamid’e atfedilen diktatör ifadelerini yaftaladılar.
Zulmünün adı da; demokrasi ve hürriyet olmuştur.
-Siyaset gözleri kör, ağızları geveze, kalpleri katı, hisleri alevli, aklı ise devre dışı bırakmaktadır.
-Ayette belirtildiği gibi, gerçekten insan gayet nankör.
Bir yandan Allah’ın kendisi için ezelden takdir edip, ebedi alemin yolunu açar, sonsuz cennet hayatında nimetlerle donatırken, o insanoğlu Rabbisine şükürde yetersiz kalmakta hatta daha ileri gidip küfür, inkâr ve nankörlükte bulunmaktadır.
************
Allah’a çok şükür, bizim öldürülenlerimizin gideceği yer olan cennet ve yeri bellidir. Öldürenlerin de gideceği yer olan ebedi cehennem de bellidir. Varsın onlar düşünsün ve onlar bunun ateşine yansın. Dünyada ateşe atanların ve yakanların ve de yakmasına yardım edenlerin, ebedi ateşi bol olsun. -“Menfaati esas tutan siyaset canavardır. Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hâzıra, müfteristir, canavar. Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen, merhametini değil, iştihâsını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.” Sözler. Lemeat. -“Zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını kat’î ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem o canavar, vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşci’ eder. Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesedi bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine!” (29. Mektub)
Dünyanın imtihanı devam ediyor, son nefesine kadar.. Son nefeslilere kadar.
HÜZÜN
İstiklal caddesinde olan terör olayında 6 kişi ölmüş ve 81 kişi yaralanmıştı.
Akabinde kısa sürede terörist kadın yakalandı.
Devletlerden taziye mesajları gelmeye başladı.
İlk mesaj Abd’den geldi.
Acaba dedim, sakın taziye mesajı, terör olayından önce hazırlanmış olmasın?
Hdp üzüntüsünü dile getirdi.
Onlarla ortak olanlarda mesaj yayınladılar.
Pkk-nin arkasında duran yirmi küsur Avrupa’dan da üzüntü mesajları geldi.
Timsah göz yaşları akmaya başladı.
Gece kurtla sürüye saldırıp, gündüz çobanla ağlayanların sahte ağıtları.
Terörist dağdan indi ve indirildi şehire, sahipleri ve hamileri tarafından.
Asıl hinlik, terörden sonra yuvalarından çıkan tilkilerin, fitili ateşlemeleri ve kümese bekçilik yapma istekleridir.
Dede Korkut;
“Kahpe içerden olunca
Kapı kilit tutmaz oğul!
Halk içinde bozgunculuk yapan
Haindir oğul!”
“5. Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.”
6. Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı.”
7. “Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.”
8. “Sonra ben onları açık açık davet ettim.”
9. “Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.”
10. “Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır.’
11. ‘(Bağışlama dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.’
12. ‘Sizi mallarla, oğullarla desteklesin ve sizin için bahçeler var etsin, sizin için ırmaklar var etsin.’
13. ‘Size ne oluyor da Allah için bir vakar (saygınlık, büyüklük) ummuyorsunuz?’
14. ‘Hâlbuki, O, sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.’
15. ‘Görmediniz mi, Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmıştır?’
16. ‘Onların içinde nasıl ayı, bir ışık, güneşi de bir kandil yapmıştır?’
17. ‘Allah, sizi (babanız Âdem’i) yerden (bitki bitirir gibi) bitirdi (yarattı.)’
18. ‘Sonra sizi yine oraya döndürecek ve kesinlikle sizi (yeniden) çıkaracaktır.’
19,20. ‘Allah, yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır ki, oradaki geniş yollarda yürüyesiniz.”
21. Nûh, dedi ki: “Rabbim! Gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimselere uydular.”
22. “Bunlar da, çok büyük bir tuzak kurdular.”
23. “Şöyle dediler: ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.”(1)
(1) Vedd, Süvâ’, Yeğûs, Ye’ûk ve Nesr, Nûh Peygamber’in kavminin taptığı putların adlarıdır.
24. “Onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin sadece sapıklıklarını artır.”
25. Hataları (küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve cehenneme sokuldular da kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar.
26. Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”
27. “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”
28. “Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”Nuh Suresi.
“De ki: “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar.” Rabbiniz kimin doğru bir yol tuttuğunu çok iyi bilmektedir.” İsra.84.
MEHMET ÖZÇELİK. 14.11.2022
“Onlara baktığında, dış görünüşleri itibariyle, seni hayran bırakırlar. Konuştuklarında, sözlerine itibar edersin. Aslında, elbise giydirilmiş kütükler gibidirler. Her koşuşturmayı kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar, düşmandırlar, onlara karşı dikkatli ol. Allah, onların canlarını alsın! Nasıl da döndürülüyorlar!”[1]
“Huşubun Müsennedeh” “Sıra sıra dizilmiş kütükler.”
Münafık ve kâfirlerden sıra sıra dizilmiş cehennem kütükleri.
Ölen her bir terörist cehenneme hatab yani Ebu Cehil misal odun olmaya layık ve ehildir.
Yetmiş yıldır yuvarlanıp cehennemin dibine düşen meşhur münafık gibi.
“Bazı hakikatler var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasıl ki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem’in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür.” Bir saat sonra cevap geldi ki: “Yetmiş yaşına giren meşhur münâfık ölüp, Cehenneme gitti.” Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin te’vilini gösterdi.”[2]
“Bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp ta ancak bu dakika cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” İşte bu Hadîsi işiten, hakikata vâsıl olmıyan inkâra sapar. Halbuki,Cehenn yirmi dakika o Hadîsten sonra kat’iyyen sabittir ki: Biri geldi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a dedi ki: “Meşhur münafık, yirmi dakika evvel öldü.” Yetmiş yaşına giren o münafık cehennemin bir taşı olarak bütün müddet-i ömrü tedennîde esfel-i sâfilîne küfre sükuttan ibaret olduğunu gayet belîğane bir surette Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beyan etmiştir. Cenâb-ı Hak, o vefat dakikasında o sesi işittirip ona alâmet etmiştir.”[3] – Türkiye’nin önünde iki büyük engel vardır; biri münafık bir yapı, diğeri ise, münafık bir zihniyet.
Bulunduğu zaman ve yere göre şekil alan, düşüncesi değişen bir zihniyet.
Bukalemun gibi.
Pirincin içerisindeki beyaz taş misal.
Yerin altındaki yüzlerce fare deliği ve kaçılacak tünel.
-Vücut ve Vücut direnci zayıfladıkça, virüsler güçlenir ve etkisi artar. Vücutta sürekli virüsler bulunmaktadır. Hastalıklar vücudun zayıflamasıyla ortaya çıkar. Nitekim tabiplerin ifadesiyle, her insanın günde iki yüz kere kanser olma ihtimali vardır. Ancak vücut askerleri kendisini müdafaa ederek korumakta ve korunmaktadır. Türkiye şimdiye kadar hep zayıf bırakıldı, zayıf yönetici ve idareciler tarafından. Pkk gibi şer odaklarının üreyip türemesi, Türkiye’nin zayıflığı ve özellikle iç ve dıştan müdahale ile güçsüz bırakılmasıdır.
Birinci ve 2. Dünya savaşında oynanan entrikalar aynen şimdide uygulanmaktadır.
Savaşı büyütmek için tarafları bir bahane ile yanına çekenler, şimdide Rus-Ukrayna savaşının arkasında dünyayı ikiye bölüp, tarafları karşı karşıya getirme çabaları sürdürülmektedir.
Dünya uçuruma götürülmektedir.
-Herkes dünyada yaşadığı ve ahirette gitmek istediği yere gidecektir.
Dünyadaki hayvani veya insani hayatını orada devam ettirecektir.
Ama cennet ama cehennem yani ya cennet gibi bir hayat ile veya cehennemi bir hayat ile.
Tam da fıtratına ve tinetine uygun bir hayat sürecek ve sürdürülecektir.
Tabiri caizse herkes memnun edilecektir.
Dünyada cennet hayatını veya cennetliklerin hayatını benimsemeyip ve de sürdürmeyenin orada cennet hayatını arzulaması, istemesi ve ona verilmesi imkansız olacaktır.
Zira kişi sevdiği ve sevdikleriyle beraber olacaktır.
Herkes kendi tinet ve karakteri doğrultusunda bir hayat sürecektir.
Dünya o çamura ve uçuruma götürülmektedir, mensuplarıyla beraber.
-Belli ki savaşın hatları genişliyor.
Kimini öne sürerek, Kimilerini de yanına alarak.
Kimini harcayarak, Kimini de harcatarak.
Silah tüccarları gibi, kimilerini dirilterek, kimilerini de öldürterek.
Kimilerine yer ve alan açmak için, kimilerinin de yerini kapmak ve kapamak için.
Kimilerinin hırsıyla dünyayı yakarken, kimilerinin suyuyla da söndürmek için.
Kimilerini yükseltirken, kimilerini de alçaltmak için.
Kendilerinin bildiklerini zannettikleri hesaplarıyla, Allah’ın hesabına hizmet için.
Zira beşer zulmeder, kader adalet eder.
-AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın ‘kültür devrimi’ tespitine dair söylediği, “Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” sözleri üzerine görevinden istifa etti veya ettirildi yoksa istifaya zorlandı mı?
Her ne suretle olursa olsun bu tam bir hazımsızlık, yüz yıllık mide bozukluğudur.
Zira en zor dil olan ve beş bin yıllık geçmişi olan Çinliler dillerini hiç değiştirmedi, değiştirmeye tebessüm etmedi.
Yüz yıldır dilimiz ve dinimiz ölümcül yara aldı.
Hala toparlanamıyoruz.
Dilimizi sal-a bindirdiler, sele sürdüler.
İnsanlığın yaratılışı dil ile başladı, bozulmasında da en büyük amil dil olmuştur.
Dinin de bozulması, dil ile başladı.
-Asırlar içerisinde insanoğlunun en çok harcandığı, en çok zulüm ve ölümün yaşandığı asır, 20. asır olmuştur.
-❝Bundan sonra Türk kütüphanelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılabıyla bu hazineler örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır…❞ A. J. Toynbee.
-Kaybeden bir nesil ve uçurumda yaşayan bir nesille beraber yüz yıl yaşadık.
Önce söyletirler, sonra ağlatırlar ananı.”(Şâir Eşref)
-Gelen seller gösteriyor ki; Hz. Adem’den Peygamber Efendimize kadar yaşanmış olanlar yaşanmadıkça, sele kapılanların kapılması gibi kapılmadıkça, girilen deliklere girildiği gibi girilmedikçe, uçurumda uçanlar gibi uçurumdan uçurulmadıkça; kıyamet kopmayacaktır.
Dünyayı saran Lgbt’nin sadece Avrupa’yı istila etmesiyle kalmayıp, memleketimizi işgal etmesi ve de İslam dünyasıyla beraber bu milletin haremi ve harem dairesi olan Mekke ve Medine’ye kadar sirayet etmesidir.[2]
Bu menfilikler ehli imana gübre olmalı, müsbetleri arttırmalıdır.
Nitekim Mevlid yazarı Ulucami’de İmam olan Süleyman Çelebi’nin Mi’raciyyeyi yazmasına sebeb olan durum, bir İranlı Mollanın hafife alarak;” Muhammed de diğer peygamberler gibidir, sözü üzerine yazılmıştır.[3]
Türk cumhuriyetleri 1991 yılından itibaren Rusya’dan ayrılmıştı.
Ancak Rusya o Türk cumhuriyetlerin içine virüslerini yerleştirmişlerdi.
İçki, her eve kütüphane. Ancak bu kütüphanedeki kitaplar; Kominizm ve Sosyalizmi işleyen kitaplardı.
Fakir bırakarak hırsızlığın yolunu açtılar.
Zahir bedenleri hür olmuştu ancak ruhları hala esirdi.
Biz bundan çok mu daha iyiydik ki?
Hala devam eden bir zihniyet yapılan gelişmelere tahammül edememekte, milletin fakir kalması onları ayakta tutacak dayanak olarak düşünülüyor.
Bu millet bedenen hür olmuş görülse de ancak hala ruhu özgürleşmedi.
Bu zihniyetin tüm dünyası iki temel üzerine bina ediliyor; Heykel ve İçki.
İçki fabrikalarıyla kafaları uyutmak, tüm değerlerini unutturmak.
Diğeri ise, bu zihniyetini tescillemek ve sürdürmek için heykeller dikmek.
– Dışta ve en az o kadar içte Türkiye’nin ve Türk milletinin gelişmesini istemeyen bir zihniyet mevcut.
Bu zihniyet bitmedikçe ve devre dışı bırakılmadıkça bu memleketin ve milletin büyümesi zordur. Nitekim en az yüz yıl aldı.
Allah bu zihniyetin kökünü kurutsun.
Kısır zihniyet. Münafık bir yapı. Haçlı ittifakı. Kanı uyuşanların kan kardeşliği.
Diğer yandan da; Kan ve doku uyuşmazlığı…
– ABD’nin başına Obama getirildiğinde yağlandı, yıkandı, Müslümanlaştırıldı. İslam dünyasına servis edildi.
Başta Türkiye ve İslam dünyası en büyük darbeyi ondan yedi.
Etkileri hala devam ediyor.
Şimdide İngiltere’nin başına ve ABD başkanının yanına Hint asıllı kimseler geliyor.
Acaba Hindistan için bir planları mı var?
Rusya’yı ve Çini onlar, dolayısıyla Hindistan’ı boyundurukları altına alarak vurmak mı istiyorlar?
Tıpkı bizi de içten vurmaya çalıştıkları gibi…
Hele de bir asırdır, onlarca defadır deneniyor ise.
Ne şehit ve gaziler yurdu bu memleket birilerinin çiftliği, ne de birilerinin deneme tahtası değildir.
Hele hele bu denemeler bu milletin sadece dünya hayatının kaybıyla ilgili olmayıp, ebedi hayatını kaybettiren aldatmacalar, münafıklıklar ve yalanlar ise…
Evet, bu millet deneme tahtası mı?
Yüz yıldır önüne gelen denemeye çalışıyor.
Bir Müslüman bir delikten iki kere ısırılmaz.
Eğer Müslümansa ve samimiyse!
Veya ne kadar?
-Sayın Erdoğan’a oy verenler onun yaptıklarıyla ona oy vermekte ve takdir edip sevmektedirler. Arkasında durup, dua etmektedirler.
Ama diğer 6 muhalif parti ile beraber 7. HDP ile muhalif olanlara baktığınız zaman onlara oy verenler; Sayın Erdoğan’a muhalefetten dolayı vermektedirler. Yoksa yaptıklarından, becerilerinden, öne çıkan özelliklerinden, farklılıklarından, minnet duyulacak özelliklerinden dolayı onlara vermemekte, arkalarında durmamaktadırlar. Tüm meseleleri proje üretmek değil de, proje üreten Sayın Erdoğan’ı yıkmak üzerine her şeylerini bina etmişlerdir.
– Bugün başta Alevilere haklarının verilmesindeki gecikmenin en önemli sebebi, Sünni olan çoğunluk kendi hakkını bile almamış ve de alamamıştı ki, başkasının hakkını verme yetkisine sahip olmuş olsun’
Yeni yeni haklar elde edilmektedir.
“Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız.“( Yani her insan yaptığı işten sorumludur.)”[1]
Peygamberler Mucize, Evliya Keramet, Mümin Feraset, Günahkar ve Sapık İstidrac, Kafir Sihir yapar ve gösterir.
*************
Dünyanın bir ucundan öbür ucuna giden bir insan, elbette ki o yolculuğu esnasında; ya hu şurada bir büyük yatırım yapayım, diye düşünmez. Düşünmesi gereken dünyanın bir ucundan, öbür ucuna da olsa bir yolcu olduğudur.
Bizlerde bir yolcuyuz ve uzun bir seferdeyiz. Biz burada kalmak için değil, konaklamak için geçici olarak bir han gibi, kısa bir süre kalmak için, Efendimizin ifadesi ile; yola giden bir insanın, bir ağacın altında oturup, sofrasını açıp, bir şeyler yiyip dinlendikten sonra, yoluna devam edip revan olmasıdır.
Bizlerde yolcu olduğumuzu unutup, kalıcı olduğumuzu düşünerek ona göre yaşamaktayız.
-Oldum elem-i cürm ile bî-çâre ilâhî
Sensin verecek merhemi bî-mâre ilâhî
Yansın dil ü cân âteş-i aşkınla kül olsun
Mahşerde yüzüm görmeyeler kâre ilâhî
Al benliğimi kayd-ı sivâdan beni kurtar
Tâ vâsıl olam rü’yet-i dîdâre ilâhî
Sen ister isen kullarını mağfiret etmek
Duzâhda döner yerleri gülzâre ilâhî. Ziver Paşa.
-Tefekkür tezekkürden önce gelir.
Önce tefekkür et, sonra tezekkür.
En sonda teşekkür.
Bir milletin aşağılanması, küçük düşürülmesi faaliyetidir.
Ne mi?
Türkiye’yi yönetmeye talip olanların ABD’ye gidip, icazet alarak bu milleti yönetmeye çalışmaları, tam bir onur kırıcı harekettir.
Adeta kimliksizlerin kimlik arayışı gibi.
Milleti icazet aldıkları kimselere yamalama faaliyetidir.
Belli ki kendileri de onların bir parçası ve yaması.
Ancak o yama açıkları kapatmaya yetmiyor.
Ayıp ve kayıp büyük.
Şahsiyet kaybı.
Seviye yetersizliği.
İflas etmişlik hali.
Ruh sendromu.
Akıl boşluğu.
Duyguların törpülenmiş hali.
Kısaca bitmişlik.
Hem kimden kim için icazet alınır?
Memlekette kıtlık mı var?
İcazet alınacak, icazet verilecek kendi kanımızdan ve kendi canımızdan kimse kalmadı mı?
Neden alınır?
Bir garantisi varsa, bu neyin garantisi?
Darbenin, şaibenin, entrikaların mı?
Göbekten dışa bağlılık ve bağımlılık, kafa bağımlılığını da zaruri kılar.
Bu bağımlılık uyuşturucu bağımlılığından daha tehlikelidir.
Çünkü milleti de bağlamaya ve bağımlı kılmaya yöneliktir.
Kafası uyuşmuş, ruhu kaybolmuş, kalemi satılmışlar, bir yüz yıl daha bu milleti satmaya, başına ipotek koymaya kalkışmaktadır.
Allah fırsat vermesin.
Sürü politikasından uyandırsın.
Yüz yıldır akıldan ve mideden batıya bağlananlar, bu milletin ruhunu içten ve dıştan bağladılar.
Ruhsuz bırakıldık, ruhsuzlar tarafından.
Oyun yüz yıl sonrada tekrarlanmaktadır.
-Zenginliğimiz ise birliğimizdedir.
Bizdedir, biz…
Bir olalım, birlik olalım. Dirlik ve dirilik içinde olalım.
Nitekim biz olmayanlar ve de bizden olmayanlar mesela Yunan, İsrail, ABD; PKK, vs ile anlaşma yapıp, petrollerin üzerine konuyor, eşkiyanın ağzına da biraz bal çalıyor. Zehirli bal.
-Yüz yıldır devletlerin yönetimini değiştirmenin sloganı; diktatör, baskıcı, özgürlük, hürriyet. Şeytanın Hz. Adem ve Havva’yı kandırdığı kelimeler hala tazeliğini koruyor. Özgürlük. Seni özgürlüğüne kavuşturacağım. Öyle ki, ölüm dahil, emir ve yasaklar dahil, her şeyden özgür olacaksın!
Onun içinde despot yönetime, diktatör yöneticiye ölüm sloganları ve naraları atılmaya devam ediyor. Neyin özgürlüğü diye sorgulayan yok. Kime özgürlük diyen yok. İnsanı mı, hayvanı mı diye düşünen yok. İsyan. Başı boşluk. Kalkışma ve darbeler.
-İnsanların bir hesabı olurken, Rabbin hesabı sonsuzdur.
İnsanlar bir hedef belirlerken, Rabbin hesabı bitmez ve tükenmez.
O plan yapar ve plan bozar.
-Kader olaylarda dünyanın ve insanlığın yönünü bize çeviriyor.
Kader konuşursa, kudreti beşer susar.
Kader hükmünü verdi.
Okların yönü ve hedefi değişti.
Trafik işaretleri ve yönleri değişmektedir.
Dünya, yeni bir dünyaya uyanıyor.
Uykudaydı veya uyutuluyordu bir asırdır.
Bizde bir kısım insanlar sol kesim ve hedefi belli olmayanlar Avrupa çekim ve sevdasında, sağ kesimde olduğunu söyleyen bir kısmı da İran’ın etki alanında akıp gitmektedir. Bu arada beyne beyne yani ikisi arasında gidip gelmekte olan kesimde bulunmaktadır. Osmanlı döneminde devletin bir kimliği ve ağırlığı içinde farklı bir çok kesimler olmasına rağmen, bir İslam devleti görüntüsü veriyor, gizli yapılsa da cızırtılı sesler pek çıkmıyordu. Şimdi ise gerek yüz yıldır başka yerden göçen ve de kimliği farklı olanların her biri devlet olma ve devleti ele geçirme sevdasında.
Belki de 1928’ e kadar anayasada mevcut olan,”Devletin dini İslamdır” ibaresinin anayasadan çıkarılmasıyla başladı.
Azınlıkların hakimiyeti sürmekte ve dıştan da desteklenerek güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Tıpkı Suriye’de Nusayri olan yüzde sekizlik kesimin, yüzde doksan ikiye hükmetmesi gibi. Karşı çıkıldığında da dışarıdan karıştırılan ellerin yardımıyla da bugünkü Suriye ortaya çıkmıştır. Aynı el tüm İslam ülkelerinde olduğu gibi, özellikle Türkiye’de daha çok karıştırmaktadır.
Güçlü bir hükümetin adaletle hükmetmesi birilerini rahatsız etmekte, isteyip oluşturdukları görüntünün bozulmasını istememektedirler. İşte tüm darbeler o görüntü ve yaşantıyı korumaya yönelik yapılmıştır.
-Bugün mecliste kabul edilen yalan haberlere verilecek cezalara karşı çıkan kesim ve bir kısım sorumsuzca keyfine göre yazıp çizen, konuşup yalan yanlış bilgi verenler hemen feryadı bastılar. Çünkü keyiflerinin kaçmasından rahatsızlık duydular. Gemilerini kirli sularda yürütüyorlardı. Türkiye’nin Osmanlı’da ki İslami görüntüyü yakalamasından rahatsızlık duyanlar, başta kalem-şörler, satın alınan gazeteciler tarafından sürekli kaygan zemin oluşturulmakta ve gündemi saptırmaya yönelik faaliyetler içerisine girilmektedir. Savaşlar hiç değişmedi. Sadece değişen adı ve piyonları oldu. Şeytanla Adem, Kabille Habil, İmanla Küfür, Ebu Cehille Hz. Muhammed, Firavunla Musa, Nemrutla İbrahim, Haçlı ile Osmanlı, ABD ile Rus, Doğu ile Batı, Din ile dinsizlik, İnsanlık ile Hayvanlık mücadelesi hiç durmadı ve kıyamete kadarda durmayacaktır. Sadece yapılacak karınca misali safını ve tarafını belli etmektedir. Zira tarafsızlık muhalif tarafa taraftarlıktır. İnsan tarafsız olamaz. Hak ve doğrudan yana olmak haksızlık değil, haktan ve doğrudan yana olmaktır, yani taraf olmaktır. Bizler bir ömür kendi sınavımızı vermekte, tarafımızı belirginleştirmekteyiz. Zira her kişi sonsuz alemde tarafıyla beraber olacaktır. Kişi sevdiğiyle beraberdir, hakikatince, herkes kiminle beraber olduğuna bir baksın. Sonsuza doğru yürüyüp beraber olacağı kişiyi, ona göre tercihini yapıp seçsin. Kişilik beraber olunan kişilerle kazanılır veya kaybedilir. Kişiler kişilik göstergesidir. Kişi arkadaşının dini üzerinedir. Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Kişi kişinin aynasıdır. Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.
-Dünyada kavga sürekli körükleniyor. İslam ülkeleri karıştırılıyor. İran çalkalanıyor. Irak devam ediyor. Afganistan ayakta durmaya çalışıyor.
Bir yandan NATO başkanı gibi savaşı bitirmeye yönelik değil de adeta sürdürülmesine yönelik mesajlarla gazlar veriliyor. Ukrayna bu savaşı kazanır, deniyor. Yani savaşın aslında iki taraf arasında olmayıp, bir çok tarafının olduğu ve başta biz gibi bir çok taraflarında bu savaşın içine çekildiği görülüyor. Başta ABD ve Avrupa barıştan değil, savaştan yanadır. Kanın durması değil, akması yanlısıdır.
-Birileri şundan rahatsız;
175 yıl önceki adeta vakıf devleti[1] olan Osmanlı’nın dünyaya kucak açmasından. Çünkü kaostan beslenenler var.
“İrlandalılar, atalarının kaderini değiştiren Osmanlı Sultanını unutmadı.
İrlanda’nın şimdiye kadar yaşadığı en büyük felaket olan Büyük Kıtlık sırasında Osmanlı’nın İrlanda halkına yaptığı para, gıda ve ilaç yardımı aradan geçen 173 yıla rağmen hala hatırlanıyor.
yüzyılda Büyük Kıtlık veya Patates Kıtlığı olarak bilinen 7 yıl süren açlık, o dönem İngiliz yönetimi altında olan İrlanda’da bir milyondan fazla kişinin ölümüne yol açtı ve halkın belleğinde derin izler bıraktı.
Şükran mektubu gönderildi;
“Zat-ı Şahaneleri Osmanlı Mülkünün Sultanı Abdülmecid Han’a, aşağıda imzası bulunan biz İrlanda eşrafı, siz zat-ı devletlerinin mağdur ve perişan İrlandalılara karşı gösterdiğiniz alaka ve geniş kereminiz dolayısıyla minnet ve en derin şükranlarımızı arz için müsaade istirham ediyoruz.”[2] Her şey aslına rücu edermiş. Tökezlemeler olsa da, bu millet aslına dönüyor.
-Dünyada dengeler değişiyor.
Çıkanlar ve inenler genel denge içerisinde değişiyor.
Dünya değişime açıldı.
Büyük hakikatlere gebe.
Dünya doğum sancısında.
Olaylar yeni bir doğumun habercisi.
İnsanların bir hesabı olurken, Rabbin hesabı sonsuzdur.
İnsanlar bir hedef belirlerken, Rabbin hesabı bitmez ve tükenmez.
O plan yapar, plan bozar.
-Kader olaylarda dünyanın ve insanlığın yönünü bize çeviriyor.
Kader konuşursa, kudreti beşer susar.
Kader hükmünü verdi.
Okların yönü ve hedefi değişti.
Trafik işaretleri ve yönleri değişmektedir.
Dünya, yeni bir dünyaya uyanıyor.
Şimdiye kadar üç asırdır uykudaydı veya uyutuluyordu bir asırdır.
Uyuyan dev uyanıyor, elhamdülillah.
“Oldum elem-i cürm ile bî-çâre ilâhî
Sensin verecek merhemi bî-mâre ilâhî
Yansın dil ü cân âteş-i aşkınla kül olsun
Mahşerde yüzüm görmeyeler kâre ilâhî
Al benliğimi kayd-ı sivâdan beni kurtar
Tâ vâsıl olam rü’yet-i dîdâre ilâhî
Sen ister isen kullarını mağfiret etmek
Duzâhda döner yerleri gülzâre ilâhî” Ziver Paşa.
“Derdime vâkıf değil cânân beni handân bilir Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân bilir Söylesem te’siri yok sussam gönül râzı değil Çektiğim âlâmı bir ben bir de Allah’ım bilir.
(Sevgili derdimi bilmez, beni güler sanır Hakkı vardır, mutlu olan, herkesi sevinçli sanır Söylesem etki etmez, sussam gönlüm razı değil Çektiğim elemleri bir ben bir Allah’ım bilir.) Fuzuli.