Bugün Gazze’de ve çevresinde ilahi gazaba uğramış Yahudilerle, sapıtmış Dallin güruhunun ortak zulmü sürdürülmektedir.[1]
Düşünüyorum da, İsrail bundan sonra nasıl yaşayacak?
İnsanların içinde nasıl bir insan gibi gezecek?
İnsanlığını ve şahsiyetin yitirmiş ve bitirmişken?
İnsanların kin ve nefreti onca bilenmiş, keskinleşmişken?
Savunmasız çocuk, kadın, yaşlı sivil demeden, cami ve kilise ayırt etmeden, onca öldürüp yıktıklarının savunmasını, eli kanlı ortaklarıyla nasıl savunmasını yapacak?
Kahpece masumları öldürmenin ne savunması olabilir ki?
Savaşın bile bir namusu, haysiyeti olur.
Nerede o namus ve haysiyet?
Onca çığlıkları susturacak ne bir tıpa, onca vahşetleri gizleyecek ne bir perde, onca kanları temizleyecek ne de bir su olmayacak ve bulunmayacaktır.
İsrail zulmü, zulmün simgesi ve cisimleşmiş halidir.
Zulmün en çukur halidir.
İnsanlığın utanç tablosudur.
İnsanlıktan utandıracak bir haldir.
Hayvanlara rahmet okutacak bir durumdur.
Çakal, sırtlan, ayı, domuz, yılan gibi vahşi hayvanların topunun bileşenidir.
İsrail dünyayı öyle bir kokuttu ki, dünyanın tüm güzel kokuları dahi o pis kokuyu asırlar boyu ortadan kaldıramaz.
İsrail Nemrut ve Firavunları zulmünde geri bıraktı.
Kuranı Kerim bugün inseydi Netenyahu’dan, İsrail’den bahsederdi.
Oda lanetle.
Tıpkı ataları gibi.
MAĞDUB ve Dallinler gibi.
-İsrail’in Gazze ve çevresindeki yaptığı onca vahşet ve dehşeti içerisindeki bu illet, bu zillet, bu acziyet, bu çaresizlik ve sözün bitişi bize ve dünyaya yeter.
“Karşılığında nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.”[2]
Zillet ve aşağılık damgasını yediler.
“ Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara alçaklık damgası vurulmuş; Allah’ın gazabına uğramışlar ve aşağılanmaya mahkûm olmuşlardır. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Bu (cüretleri de) onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.”[3]
*****************
“Sen Yahudîleri, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.”[4]
“Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. Ne kötü bir şeydir o yaptıkları!”[5]
“Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.”[6]
“İsrâiloğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: “Siz yeryüzünde iki kere fesad çıkaracaksınız.”[7]
“Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.”[8]
“Yahudîlere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’ânî, o milletin hayat-ı içtimâiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumiyi tazammun eder ki: Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermâye ile mübâreze ettirip, fukarâyı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mâl eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve dâimâ zulmünü gördükleri hükümetlerden ve gàliplerden intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.”[9]
****************
İran İslam ülkeleriyle ve özellikle PKK’ya en az tabirle göz yumacağına, içindeki fitne unsurlarına, ABD ve İsrail’in rejimi değiştirme girişimlerine odaklansın.
Geçmişte olduğu gibi başı sıkıştığında kendisine ilk yardım edecek ülke Türki’yedir.
Şii rejimini bölgeye yayarak hakim olmaya çalışırken, içindeki çatırtılardan habersiz yaşamaktadır.
Cumhurbaşkanı Reisi dahil bir çok üst düzey komutanlarını kaybetmesi bir yandan istihbarat zafiyeti oluştururken, diğer yandan Mossad cirit atmakta, her şeyden haberdar olmaktadır.
İran yanlış mecralarda yüzüyor.
Gerçek düşmanını çok da ciddiye almıyor.
Dostlarına çok da samimi davranmıyor.
Kendi rejimi bizler için bir tehdit oluştururken, bizler onlar için bir tehdit olmamaktayız.
Değil bölge için belki dünya için problem olan İsrail’in eline koz vermemeli ve işini kolaylaştırmamalıdır.
PKK ve Işid İsrail adına faaliyet göstermektedir.
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, “Ürdün’ü, Suudi Arabistan’ı, Mısır’ı, Irak’ı, Suriye’yi ve Lübnan’ı kapsayan bir Yahudi devleti istediğimizi çok açık söylüyorum” ifadesini kullandı.[10]
İsrailliler yeni nesillerini de ona göre hazırlıyorlar.[11]
************
Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy vardır.
“Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.”[12]
Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?
Cevap: Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn olduğu gibi, kat’iyyü’d-delâlet olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecâli vardır. Zira, nehy-i Kur’ânî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan aynaları hasebiyledir.
Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!
Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafazadır. İşte bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dahil değildir.”[13]
Bu dizeler, Yunus Emre’nin insan hayatının kısalığı ve ölüm gerçeği üzerine düşündürücü bir bakış açısı sunar. İşte bu dizelerin anlamı hakkında kısa bir açıklama:
* Ana rahminden geldik pazara: İnsan hayatının başlangıcını, dünyaya geliş anını simgeler. Pazar, dünya hayatının karmaşasını, telaşesini ve geçiciliğini ifade eder.
* Bir kefen aldık döndük mezara: Hayatın sonunda herkesin kaçınılmaz olarak karşılaşacağı ölümü ve kefenle mezara götürülmeyi anlatır. Bu kısım, hayatın nihai sonunun ölüm olduğunu hatırlatır.
Genel anlamı: Yunus Emre, bu dizelerle insanın dünyaya bir kefenle gelecekmiş gibi kısa bir süreliğine geldiğini ve sonunda yine kefenle mezara döneceğini vurgular. Hayatın telaşesi içinde unutulan ölüm gerçeğini hatırlatarak, insanları dünya hayatına fazla bağlanmamaya ve öte dünyaya hazırlanmaya davet eder.
Bu dizelerin önemi:
* Felsefi derinlik: İnsan varoluşunun temel sorularına değinerek derin bir felsefi düşünce sunar.
* Evrensellik: Ölüm, tüm insanlığın ortak deneyimi olduğu için bu dizelerin anlamı her kültürde ve her dönemde geçerliliğini korur.
* Basit ve etkili dil: Karmaşık kavramları sade bir dille ifade ederek herkesin anlayabileceği bir derinlik sunar.
Günümüzdeki anlamı:
Bu dizeler, günümüzde de hayatın anlamı, ölüm korkusu ve varoluşsal sorularla yüzleşen insanlar için hala önemli bir kaynak niteliğindedir. Hızla akan hayatın içinde durup düşünmeye, dünya hayatının geçiciliğini hatırlamaya ve daha anlamlı bir yaşam sürmeye teşvik eder.
Ek olarak:
* Bu dizeler, birçok sanatçı ve düşünür tarafından farklı yorumlara konu olmuştur.
* Edebiyatımızda sıkça kullanılan bir motif haline gelmiştir.
* İnsanların ölümle barışması ve hayata daha olumlu bir bakış açısıyla yaklaşması için bir ilham kaynağı olabilir.
Umarım bu açıklama, dizelerin anlamını daha iyi anlamana yardımcı olmuştur. Başka soruların olursa çekinmeden sorabilirsin.
@@@@@@@
Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.
@@@@@
On Birinci Kelime
Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.
@@@@@@@
Allah, kendi yolunda savaşarak ölen ve öldüren mü’minlerin; canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da gerçek olan bir söz vermedir. Allah’tan daha iyi sözünde duran kim olabilir? O halde, O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte büyük başarı budur.
Uhrevi ticaret.
Ticaret istiyorsan ger, şu fânî ömrünü bâkîye tebdilde
@@@@@@
“Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alışverişini yap, gel; ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhûde koşma, yorulma.
@@@@@@@
Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.
İsrail’in bir yılda Gazze’de yaptığı soykırımın bilançosu.
İsrail’in Gazze’de 7 Ekim 2023’te başlattığı saldırılar, büyük bir insani krize yol açtı. Bir yıl süren bu çatışmalarda, **41 binden fazla kişi hayatını kaybetti** ve **100 bine yakın kişi yaralandı**⁴⁵. Saldırılar sonucunda binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı ve yardım kuruluşlarının kurduğu çadırlarda veya barınma merkezlerinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor⁴.
Bu süreçte, **17 bini çocuk ve 11 bini kadın olmak üzere toplam 41 bin 870 kişi öldü**⁵. Ayrıca, yüzlerce aile tamamen yok oldu ve altyapı büyük ölçüde tahrip edildi⁴. İsrail’in saldırıları, sağlık kuruluşları, okullar ve ibadethaneler gibi sivil alanları da hedef aldı⁵.[1]
@@@@@@
Dünya sustu, Gazze kan ağladı! 1 yıllık acı bilanço: 41 bin 870 ölü.
Bugün 7 Ekim… İsrail’in, Gazze’de soykırıma başladığı gün. 1 yılda Gazze dünyanın en büyük mezarlığına döndü. 41 binden fazla insan, İsrail tarafından katledilirken dünya vahşete sessiz kaldı.
İsrail, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi başta olmak üzere Filistin topraklarında gerçekleştirdiği soykırımı sürdürüyor. Dünya, Ankara’nın o günden bu yana yaptığı “bölgesel savaş” uyarılarına gözlerini yumarken, İsrail saldırganlığını bölgeye yaymaya başladı. Gazze’deki hükümetin Medya Ofisinden 30 Eylül’de açıklanan verilere göre, İsrail ordusu bu 1 yıl içinde yaklaşık “3 bin 650 katliam” işledi. Bu katliamlarda, yaklaşık 17 bini çocuk, 11 bin 378’i kadın ve 13 bini erkek olmak üzere 41 bin 870 kişi hayatını kaybederken, 97 bin 166 kişi yaralandı ve sakat kaldı.
AİLELER NÜFUSTAN SİLİNDİ
İsrail’in saldırılarında yüzlerce ailenin tüm fertleri hayatlarını kaybederken, binlercesinin ise sadece bir ya da 2 ferdi hayatta kalabildi. Bir yıldır devam eden soykırım sırasında tüm fertleri ölen 902 aile nüfustan silindi, 1364 ailenin sadece bir ferdi, 3 bin 472 ailenin ise sadece 2 ferdi hayatta kaldı.
AÇLIK ‘SİLAH’I KULLANILDI
Gazze Şeridi’ne açılan sınır kapılarını 5 aydır kapalı tutarak sıkı bir abluka uygulayan İsrail, hayatta kalan Filistinlilere karşı da açlık, yetersiz beslenme ve ilaç eksikliğini silah olarak kullandı. 500’den fazla sağlık görevlisini acımasızca katleden Tel Aviv yönetimi, 210’dan fazla Birleşmiş Milletler personelini de öldürdü. İbadethanelerin savaşta dahi dokunulmaması gereken alanlar olmasına rağmen İsrail, 820 cami, 3 kiliseyi de bombalarıyla yerle bir etti. İnsani hassasiyet gözetmeyen İsrail ordusu onlarca hastane, yüzlerce okul, içinde hasta bulunan 130’dan fazla ambulansı bombalamaktan da geri durmadı.
TÜRKİYE, ZALİME KARŞI DURDU
Türkiye ilk günden bu yana insanlığın onurlu duruşunun simgesi oldu. 17 Ekim’de TBMM’de grubu bulunan 6 siyasi parti ortak bildiri yayımlayarak saldırıları en şiddetli biçimde kınadı. 60 bin tondan fazla yardımla Gazze’ye en fazla el uzatan ülke Türkiye oldu. Başkan Erdoğan’ın BM Genel Kurulu hitabında sorduğu “Daha neyi bekliyorsunuz?” sorusu katliama sessiz kalan dünyaya verilen en net mesaj oldu.
İSRAİL, BEYRUT’A BOMBA YAĞDIRDI
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarını genişletildiği 23 Eylül’den bu yana “en şiddetli saldırılarından” birini 5 Ekim gecesi gerçekleştirdi. Lübnan resmi ajansı NNA’nın haberinde, İsrail savaş uçaklarının Beyrut’un güneyindeki Dahiye bölgesine 30’dan fazla hava saldırısı düzenlediğini açıkladı. Saldırılarda 23 kişi hayatını kaybetti.
GAZZE’YE YENİ KARA SALDIRISI
İsrail’in Lübnan’a saldırıları ve İran’a vereceği muhtemel karşılık beklenirken Gazze’nin kuzeyinde yeni bir kara harekâtı başlattı. İsrail ordusu, 162. Tümen’e bağlı güçlerinin Gazze’nin kuzeyindeki Cebaliye Mülteci Kampı’na kara saldırısına başladığını duyurdu. Hamas’ın bölgede varlık gösterdiğini öne süren İsrail, bölgeyi kuşattığını ve hava desteğiyle saldırıların sürdüğünü açıkladı.
LÜBNAN’DAN KAÇIŞ
24 TV muhabiri Yağmur Yıldız, İsrail saldırılarının sürdüğü Lübnan’dan ayrılmak isteyenlerin zorlu göç yolculuğunu görüntüledi. Binlerce insan komşu Suriye’ye gitmek için yollara düştü. İsrail ordusunun bombalar yağdırdığı kara yolunda devasa çukurlar oluştu. İsrail bombalarında kaçan Lübnanlılar yanlarına aldıkları birkaç parça eşya, bu yolları aşarak Suriye’ye geçiyor.[2]
@@@@@@@
İsrail’in 7 Ekim 2023’te Gazze’ye başlattığı saldırılar 40 bini aşkın kişinin hayatını kaybetmesine, 100 bine yakın kişinin yaralanmasına yol açarken binlerce kişi yerinden edildi ve yaşamlarını yardım kuruluşlarınca kurulan çadırlar veya barınma merkezine dönüştürülen okul ve hastanelerde sürdürmeye mecbur bırakıldı. Yaşanan insani krizin yanı sıra bombardımanlar, geride büyük bir yıkım bıraktı.
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail içine gerçekleştirdiği saldırıların ardından İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne sert müdahalesiyle başlayan savaş bugün bir yılını doldurdu. Son haftalarda dünya kamuoyunun dikkati İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarına yoğunlaşsa da Gazze’deki savaş ve felaket durumu hafiflemiş değil.
Gazze’de soykırımın 1. yılı: Acı, yıkım, ölüm
Dün sabah Gazze’nin kuzeyine şiddetli hava saldırıları düzenleyen İsrail ordusu Hamas tarafından kullanıldığını iddia ettiği, yerinden edilmiş sivillerin sığındığı İbn-i Rüşd okulunu ve El Aksa camisini hedef aldı, saldırılarda en az 24 kişi hayatını kaybetti. İsrail ordusu, Hamas’ın bölgenin kuzeyindeki Cibaliye kentinde toparlanma emareleri gösterdiğini ve bu nedenle bölgeye kara ve hava operasyonu düzenlendiğini duyurdu.
İsrail’in 7 Ekim 2023’te Gazze’ye başlattığı saldırılar 40 bini aşkın kişinin hayatını kaybetmesine, 100 bine yakın kişinin yaralanmasına yol açarken binlerce kişi yerinden edildi ve yaşamlarını yardım kuruluşlarınca kurulan çadırlar veya barınma merkezine dönüştürülen okul ve hastanelerde sürdürmeye mecbur bırakıldı. Yaşanan insani krizin yanı sıra bombardımanlar, geride büyük bir yıkım bıraktı.
Bir yıldır aralıksız şekilde İsrail’in benzer saldırılarının hedefinde olan Gazze’de 365 günlük savaşın bilançosu ise çok ağır. Uluslararası toplum İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırımı durdurmakta başarısız olurken, yüzlerce ailenin tüm fertleri saldırılarda öldü, yeni doğan yüzlerce bebek hayatını kaybetti, altyapısı tamamen tahrip edilen bölge yaşanamaz hale geldi. İsrail; açlığı, yerinden edilmeyi ve sağlık kuruluşlarına yönelik saldırıları Gazze’deki savaşında silah olarak kullandı.
AYIRT ETMEDEN VURDU
Gazzede soykırımın 1. yılı: Acı, yıkım, ölüm
İsrail ordusu savaşın özellikle ilk aylarında Gazze Şeridi’ni sivil alanları ayırt etmeksizin yoğun bombardımana tuttu. Hamas’ın 1200 kişiyi öldürüp, 251 kişiyi rehin aldığı Aksa Tufanı operasyonu sonrası İsrail, Gazze Şeridi’ne tüm gücüyle saldırdı. Bölgeye yönelik ayırt etmeksizin gerçekleşen yoğun hava saldırıları on binlerce sivilin hayatına mal oldu. Gazze’deki sağlık bakanlığının verilerine göre 17 bini çocuk, 11 bin 378’i kadın olmak üzere 41 bin 870 kişinin öldüğü, 97 bin 166 kişinin yaralandığı Gazze’de yaklaşık 11 bin kişi ise kayıp. Saldırılarda tüm fertleri ölen 902 aile nüfustan silindi, savaş sırasında doğan 171 bebek öldü, henüz bir yaşını doldurmamış 710 bebek de saldırılarda hayatını kaybetti. İsrail’in acımasız saldırılarında gazeteciler ve yardım çalışanları da can verdi. ABD merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi’nin verilerine göre bölgede en az 128 gazeteci hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler’in (BM) raporuna göre büyük kısmı BM çalışanı olan en az 280 yardım çalışanı da İsrail saldırılarında öldü.
Dün sabah Gazze’nin kuzeyine şiddetli hava saldırıları düzenleyen İsrail ordusu Hamas tarafından kullanıldığını iddia ettiği, yerinden edilmiş sivillerin sığındığı İbn-i Rüşd okulunu ve El Aksa camisini hedef aldı, saldırılarda en az 24 kişi hayatını kaybetti. İsrail ordusu, Hamas’ın bölgenin kuzeyindeki Cibaliye kentinde toparlanma emareleri gösterdiğini ve bu nedenle bölgeye kara ve hava operasyonu düzenlendiğini duyurdu.
AÇLIK VE TEHCİR SİLAH OLDU
İsrail bombaları binlerce insanı hayattan koparırken, geride kalanlar ise açlığın, yerinden edilmenin ve sağlıksız koşulların pençesinde yaşam mücadelesi vermek zorunda kaldı. Gazze Şeridi’ne açılan sınır kapılarını 5 aydır kapalı tutarak sıkı bir abluka uygulayan İsrail, insani yardımların bölgeye girmesine izin vermeyerek Filistinlilere karşı açlığı ve tıbbi malzeme eksikliğini silah haline getirdi. 36 Filistinli açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybetti, 3 bin 500 çocuk yetersiz beslenme nedeniyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Elektrik, su, kanalizasyon, arıtma tesisleri ve yolların büyük oranda tahrip edildiği bölgede en temel ihtiyaçların karşılanması bile imkânsız hale geldi. Temiz suya erişimin son derece kısıtlı olduğu Gazze’de salgın hastalıklar da baş gösterdi. 71 bin 338 kişi sürekli yerinden edilme ve göç nedeniyle hepatite, 1 milyon 737 bin 524 kişi de çeşitli salgın hastalıklara yakalandı. Eylül ayı başında Gazze’de 25 yıl sonra ilk kez çocuk felci vakası ortaya çıkarken, BM bölgede aşılama kampanyası başlattı.
SAĞLIK SİSTEMİ ÇÖKTÜ
Saldırılarında bir yılda 85 bin tondan fazla patlayıcı kullanan İsrail ordusu; evleri, kamu binalarını, tarihi eserleri, ibadethaneleri, sosyal alanları ve hatta mezarlıkları hedef aldı. 150 bini tamamen yıkılan 430 bin konut kullanılamaz hale geldi. 201 kamu dairesi, 206 tarihi eser, 825 cami, 3 kilise, 36 spor tesisi ve 700 su kuyusu İsrail bombardımanı sonucu tamamen yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Hastaneler ve tıp merkezleri de İsrail saldırılarının yoğunlaştığı alanlar oldu. Hamas’ın silah deposu ve karargâh olarak kullandığını iddia ettiği hastanelere saldırılar ve baskınlar düzenleyen İsrail, 34 hastane ile 80 sağlık merkezini kullanılamaz hale getirdi. Ambulanslara da saldıran İsrail ordusu, 131 ambulansı kullanılamaz hale getirirken, saldırılar sonucu 986 sağlık çalışanı hayatını kaybetti. İsrail saldırıları nedeniyle Gazze’deki sağlık sistemi çökme noktasına geldi, binlerce kişi gerekli tıbbi desteği alamaz hale geldi.[3]
@@@@@@
ABD, Gazze’de soykırımın başladığı 7 Ekim’den bu yana İsrail’e 17,9 milyar dolar askeri yardım yaptı.
ABD’deki bir raporda, Washington’un 1959’dan bu yana İsrail’e 251 milyar dolar askeri yardımda bulunduğu kaydedildi. İsrail, ABD’nin en fazla askeri yardım yaptığı ülke olarak öne çıkıyor.
ABD yönetiminin, abluka altındaki Gazze Şeridi’nde 7 Ekim 2023’te başlattığı soykırımın ardından İsrail’e 17,9 milyar dolar askeri yardımda bulunduğu, bunun da Orta Doğu’daki çatışmaların artmasına neden olduğu belirtildi.
Brown Üniversitesi, ABD’nin Gazze’deki soykırımın başlamasından bu yana İsrail’e yaptığı askeri yardımlara ilişkin bir rapor yayımladı.
ABD’nin 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’e 17,9 milyar dolarlık askeri yardımda bulunduğu, bunun da bir yıl içerisinde Tel Aviv’e yapılan en yükse hibe olduğu aktarıldı.
ABD’nin yaptığı yardımların büyük çoğunluğunu top mermileri ve hava saldırılarında kullanılan yaklaşık bir tonluk sığınak delici ile güdümlü füzelerin oluşturduğu ifade edildi.
Washington’un yaptığı askeri yardımlar içerisinde “Demir Kubbe” gibi İsrail’in hava savunma sistemlerine 4 milyar dolarlık hibesi de yer alıyor.
Raporda, ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı kamuya açık askeri yardımın aksine, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’e ne tür askeri yardımlarda bulunduğuna dair tam ayrıntıları paylaşmadığına dikkati çekildi.
ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin bürokratik manevralarla İsrail’e yaptığı yardımların tam miktarını ve sistem türlerini gizlemeye çabaladığına işaret edildi.
Buna ek olarak ABD’nin 7 Ekim’den sonra Yemen’deki Husilere karşı düzenlenenler başta olmak üzere Orta Doğu’daki “askeri operasyonlarına” da 4,86 milyar dolar harcadığı kaydedildi.
ABD, İsrail’e 251 milyar dolar askeri yardım yaptı
ABD’nin bugüne kadar en fazla askeri yardım yaptığı ülkenin İsrail olduğu belirtiliyor.
Rapora göre, ABD, İsrail’e 1959’dan bu yana 251 milyar dolarlık askeri yardımda bulundu.
ABD yönetimi, 1999’dan bu yana her yıl düzenli olarak İsrail’e askeri yardımda bulunuyor. 1999’da 2,7 milyar dolar olan bu askeri yardım, 2019’da 3,8 milyar dolara yükseltilmişti.[4]
@@@@@@@@
Dr. Sibel Bülbül Pehlivan / Uluslararası İlişkiler Uzmanı, Türkiye Araştırmaları Vakfı
İsrail’in 7 Ekim 2023’ten itibaren Gazze’ye yönelik saldırıları, sadece bölgedeki çatışmaları değil, dünya çapında insani ve siyasi sonuçları derinleştiren bir süreç haline geldi. Bu saldırıların etkileri, sivil kayıplar, altyapı yıkımı, kamu kurumlarının tahribi ve geniş çaplı göç hareketleri gibi birçok boyutu kapsıyor. Bunun yanı sıra, İsrail’in Lübnan, Suriye ve Yemen’e yönelik saldırıları da bölgedeki çatışmanın yayılmasına neden olduğu gibi savaşın bölgeye yayılmasına zemin hazırladı.
İsrail’in 2023’ün son çeyreğinde Gazze’ye yönelik başlattığı operasyonlar, büyük çaplı askerî harekâtlar, yapay zekanın kullanımı ile noktasal hedefler ve hava saldırıları şeklinde gelişti. 2024 yılı itibariyle kesintisiz devam eden bu saldırılar, Gazze’de büyük bir insani krize ve ciddi kayıplara yol açtı. Bir yıl içerisinde Gazze’deki sivil kayıpların sayısı 42 bini buldu. Bunların önemli bir kısmını çocuklar ve kadınlar oluşturdu. 96 binden fazla insan çeşitli yaralanmalar sonucu hastanelerde tedavi görüyor. Bir yıl içerisinde yüz binlerce Filistinli yerlerinden edilerek Gazze içinde ya da dışına göç etmek zorunda kaldı. BM verilerine göre, yaklaşık 500 binden fazla insan zorla yerinden edildi.
HAYATTA KALANLARI ÖLÜME TERK EDİYOR
Bir yıl içerisinde İsrail hava saldırıları ve topçu ateşi sonucu 15 binden fazla ev yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Bu durum, bölgedeki konut krizini derinleştirdi. Gazze’deki elektrik şebekeleri, su altyapısı ve hastaneler büyük oranda tahrip edildi. 6 büyük hastane, İsrail’in hava saldırıları nedeniyle ya tamamen işlevsiz hale geldi ya da ciddi hasar gördü. Ayrıca, su kaynakları ve arıtma tesisleri de saldırılar sonucu kullanılamaz duruma geldi, bu da halkın temel ihtiyaçlara erişimini zorlaştırdı.
BM verilerine göre, 200’den fazla okul saldırılarda zarar gördü ya da tamamen yıkıldı. Eğitim faaliyetleri büyük ölçüde durma noktasına geldi. Gazze’de tarım, sanayi ve ticaret altyapısı büyük oranda yıkıldı. İsrail ablukası altında olan Gazze’de bu saldırılar ekonomik krizi daha da derinleştirdi ve işsizlik oranı yüzde 50’nin de üzerine çıktı. Saldırılar sonucu özellikle çocuklar ve kadınlar üzerinde ciddi travmalar oluştu. Travma ve stres bozukluğu vakaları büyük bir artış gösterdi.
İSRAİL DURMUYOR
İsrail’in Gazze dışındaki diğer cephelerde de askeri operasyonlar düzenlediği görülmektedir. Lübnan, Suriye ve hatta Yemen gibi bölgelerde de İsrail’in operasyonları devam etmektedir. Bu saldırılar, bölgede daha geniş çaplı bir çatışma ihtimalini güçlendirmekte ve bölgesel istikrarı sarsmaktadır. İsrail, Lübnan›da Hizbullah›a yönelik hava saldırıları düzenlemiştir. Bu saldırılar, Hizbullah›ın İsrail sınırına yakın bölgelerdeki askeri varlığını hedef almış Lübnan hükümetine göre, bu saldırılar sonucu; Hizbullah’ın önemli liderleri ve 30’dan fazla Lübnanlı sivil hayatını kaybetmiş, Hizbullah’ın askeri altyapısında büyük çaplı tahribat yaşanmış, Lübnan’ın sınır bölgelerinde yaşayan halk, saldırılar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Lübnan Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Ekim 2023’ten beri İsrail bombardımanı sonucu 127’si çocuk, 261’i kadın olmak üzere yaklaşık 2 bin kişinin öldüğü ve yaklaşık 10 bin kişinin de yaralandığı duyuruldu.
Suriye’de ise İsrail, İran destekli milis grupların ve Hizbullah güçlerinin varlığını gerekçe göstererek birçok hava saldırısı gerçekleştirmiş, bu saldırılar, Suriye’deki iç savaşı daha da derinleştiren unsurlar arasında yer almıştır. Saldırılar sonucunda İran destekli milislerin kontrol ettiği askeri üslerde büyük hasar meydana gelmiş, Suriye’nin hava savunma sistemleri hedef alınmış ve ülkenin askeri altyapısı büyük ölçüde zayıflatılmıştır. Suriye hükümeti, İsrail’in saldırılarının, ülkenin iç savaştan sonra toparlanmasını daha da zorlaştırdığı görüşündedir.
İsrail’in Yemen’deki saldırılarına bakıldığında ise; İran destekli Husi güçlerine yönelik operasyonlar şeklinde gerçekleşmiştir. Bu saldırılar, İran’ın bölgedeki nüfuzunu zayıflatma amacı taşıyan daha geniş bir stratejinin parçası olarak görülmektedir. Yemen’deki saldırılar sonucunda Husi güçlerinin silah depoları ve askeri üsleri hedef alınmış, saldırılar ile sivil halk arasında ciddi kayıplara neden olmuştur. BM raporlarına göre, 20’den fazla sivil bu operasyonlarda yaşamını yitirdi. Yemen’deki insani kriz daha da derinleşti, yardım kuruluşları saldırılar nedeniyle bölgeye erişimde hala zorluk yaşıyor.
BARIŞ YOLLARI KAPANDI
İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonlarının bir yıllık bilançosu, bölgedeki insani krizin derinleştiğini, sivil halkın ciddi zarar gördüğünü ve altyapının büyük oranda yıkıldığını göstermektedir. Lübnan, Suriye ve Yemen’deki operasyonlar ise İsrail’in bölgedeki güvenlik stratejisini genişlettiğini ve özellikle İran destekli güçlere karşı agresif bir tutum benimsediğini ortaya koymaktadır.
Bu saldırılar, yalnızca askeri sonuçlar doğurmakla kalmamış, aynı zamanda bölgedeki sosyo-ekonomik dengeleri de altüst etmiş ve insani krizleri derinleştirmiştir. Bölgedeki uzun vadeli barış umutları, bu tür operasyonlar nedeniyle büyük ölçüde zayıflamış ve uluslararası toplum tarafından acil bir çözüm arayışı gerektirmektedir.
İsrail’in saldırılarının yarattığı bu tahribatın bölge halkı üzerinde uzun süreli etkiler bırakacağı, özellikle insani yardıma olan ihtiyaçların artarak devam edeceği görülmektedir.[5]
@@@@@@@@
Göz yaşları kurudu.
Tükürük bezleri kurudu.
Vicdanlar kurudu.
Duygular kurudu.
İnsanlar ve insanlık kurudu.
Her şey dondu ve kurudu.
Ölüler yurduna döndü.
Dünya genelinde Yahudi nüfusu yaklaşık 15 milyon civarındadır ve bu nüfus büyük ölçüde belirli ülkelerde yoğunlaşmıştır. İşte Yahudi nüfusunun en fazla olduğu bölgeler:
1. İsrail: Dünyadaki en büyük Yahudi nüfusu İsrail’dedir. Yaklaşık 7 milyon Yahudi, İsrail’de yaşamaktadır. İsrail nüfusunun çoğunluğunu Yahudiler oluşturur.
2. Amerika Birleşik Devletleri: ABD, İsrail’den sonra en fazla Yahudi nüfusuna sahip ülkedir. Yaklaşık 6 milyon Yahudi, Amerika’da yaşamaktadır. En büyük Yahudi toplulukları New York, Los Angeles, Miami ve Chicago gibi büyük şehirlerde toplanmıştır.
3. Fransa: Avrupa’daki en büyük Yahudi nüfusu Fransa’dadır. Yaklaşık 450.000 Yahudi, Fransa’da yaşamaktadır.
4. Kanada: Kanada’da yaklaşık 400.000 Yahudi yaşamaktadır ve büyük ölçüde Toronto, Montreal gibi büyük şehirlerde yoğunlaşmıştır.
5. Birleşik Krallık: İngiltere’de yaklaşık 300.000 Yahudi bulunmaktadır. Londra ve Manchester en büyük Yahudi topluluklarına sahip şehirlerdir.
6. Arjantin: Arjantin, Latin Amerika’daki en büyük Yahudi nüfusuna sahiptir. Yaklaşık 180.000 Yahudi, Arjantin’de yaşamaktadır. Bu nüfusun büyük kısmı Buenos Aires’te toplanmıştır.
7. Almanya: Almanya’da yaklaşık 100.000 Yahudi yaşamaktadır. Yahudi nüfusu, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası azalmış olsa da son yıllarda göçlerle yeniden artış göstermiştir.
8. Rusya: Rusya’da 150.000-200.000 civarında Yahudi yaşamaktadır. Rus Yahudi nüfusu özellikle 20. yüzyılda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte azalmış olsa da hâlâ Moskova ve St. Petersburg gibi şehirlerde yoğunluk göstermektedir.
9. Avustralya: Yaklaşık 120.000 Yahudi, Avustralya’da yaşamaktadır. Özellikle Melbourne ve Sidney’de büyük Yahudi toplulukları bulunmaktadır.
Bu ülkelerin yanı sıra Güney Afrika, Ukrayna, Brezilya ve İtalya gibi ülkelerde de dikkate değer Yahudi toplulukları bulunmaktadır.
@@@@@@@
Türkiye’de nerede ne kadar Yahudi bulunmaktadır?
Türkiye’de Yahudi nüfusu, tarih boyunca önemli bir topluluk oluşturmuş olsa da günümüzde sayıları oldukça azalmıştır. Tahminlere göre Türkiye’de yaklaşık 15.000 – 20.000 Yahudi yaşamaktadır. Bu nüfusun büyük kısmı İstanbul’da yoğunlaşmıştır. İşte Türkiye’deki Yahudi nüfusunun genel dağılımı:
1. İstanbul
En büyük Yahudi topluluğu İstanbul’da yaşamaktadır. Yaklaşık 12.000 – 15.000 Yahudi İstanbul’da bulunmaktadır.
Özellikle Beyoğlu, Şişli, Ulus, Ortaköy ve Kuzguncuk gibi semtlerde Yahudi toplulukları yaşamaktadır.
İstanbul’daki Yahudi toplumu, Türkiye Yahudi cemaatinin merkezi olup sinagoglar, okullar ve sosyal kurumlar da büyük ölçüde burada yer almaktadır.
2. İzmir
İzmir, Türkiye’deki en büyük ikinci Yahudi nüfusuna sahip şehirdir. Yaklaşık 1.000 – 2.500 Yahudi, İzmir’de yaşamaktadır.
İzmir’de de tarihsel olarak önemli Yahudi yerleşimleri vardır ve şehirde birkaç sinagog bulunmaktadır.
3. Diğer Şehirler
Bursa: Bir zamanlar önemli bir Yahudi topluluğu barındıran Bursa’da günümüzde çok küçük bir Yahudi nüfusu kalmıştır. Ancak tarihi sinagoglar ve Yahudi mirası hâlâ şehrin önemli bir parçasıdır.
Antakya: Hatay’ın Antakya ilçesi, Türkiye’de Yahudi nüfusunun çok az da olsa bulunduğu bir başka yerdir. Antakya’da kalan Yahudi nüfusu çok küçüktür (birkaç aile).
Ankara: Başkent Ankara’da çok küçük bir Yahudi nüfusu bulunmaktadır, ancak bu sayı oldukça azdır.
Türkiye’deki Yahudi toplumu, ağırlıklı olarak Sefarad Yahudilerinden oluşmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde İspanya’dan göç eden Yahudiler bu topluluğun büyük kısmını oluşturur.
@@@@@@@
Dünyada 50 büyük zengin yahudi iş adamları kimlerdir ve nerede yaşamaktadır?
Dünyada Yahudi kökenli iş insanları arasında birçok önemli figür bulunmaktadır. Yahudi iş insanları, genellikle teknoloji, finans, medya ve perakende gibi çeşitli sektörlerde büyük etkiye sahiptir. İşte dünyadaki en tanınmış ve servetleriyle öne çıkan Yahudi iş insanlarından bazıları ve nerede yaşadıkları:
1. Larry Ellison
Sektör: Teknoloji (Oracle)
Servet: 140 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Oracle’ın kurucusu olan Larry Ellison, yazılım sektörünün en önemli figürlerinden biridir.
2. Mark Zuckerberg
Sektör: Teknoloji (Meta/Facebook)
Servet: 110 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Facebook’un kurucusu ve Meta CEO’su olan Zuckerberg, teknoloji dünyasında devrim yaratan figürlerden biridir.
3. Michael Bloomberg
Sektör: Finans, Medya (Bloomberg L.P.)
Servet: 96 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Bloomberg L.P.’nin kurucusu ve eski New York belediye başkanıdır. Finans ve medya dünyasında büyük bir etkiye sahiptir.
4. Sergey Brin
Sektör: Teknoloji (Google)
Servet: 130 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Google’ın kurucu ortaklarından biridir. Brin, arama motoru teknolojisinde çığır açan isimlerden biri olarak bilinir.
5. Larry Page
Sektör: Teknoloji (Google)
Servet: 130 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Sergey Brin ile birlikte Google’ı kuran Larry Page, internet teknolojisinin şekillenmesinde önemli bir role sahip.
6. Sheldon Adelson (Vefat etti 2021)
Sektör: Kumarhaneler (Las Vegas Sands)
Servet: 35 milyar dolar (ölüm öncesi)
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Adelson, dünyanın en büyük kumarhane ve tatil beldesi operatörlerinden biri olan Las Vegas Sands’in sahibiydi.
7. Roman Abramovich
Sektör: Yatırım, Futbol Kulübü Sahibi
Servet: 14 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: İsrail ve Birleşik Krallık
Detay: Abramovich, Rus-İsrailli iş adamı olup Chelsea Futbol Kulübü’nün eski sahibidir ve birçok sektörde yatırımları vardır.
8. George Soros
Sektör: Yatırım (Soros Fund Management)
Servet: 8,6 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Ünlü bir yatırımcı ve hayırseverdir. Açık Toplum Vakfı aracılığıyla çeşitli sosyal projelere büyük bağışlar yapmıştır.
9. Len Blavatnik
Sektör: Yatırım (Access Industries)
Servet: 35 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık
Detay: Blavatnik, kimya, medya ve teknoloji gibi sektörlerde büyük yatırımlara sahip bir iş insanıdır.
10. Stephen Schwarzman
Sektör: Finans (Blackstone Group)
Servet: 40 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Schwarzman, özel sermaye yatırım şirketi Blackstone’un kurucusu ve CEO’sudur.
11. Haim Saban
Sektör: Medya (Saban Capital Group)
Servet: 3 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Haim Saban, medya sektöründe büyük yatırımlara sahip olup özellikle “Power Rangers” serisi ile tanınır.
12. Shari Redstone
Sektör: Medya (ViacomCBS)
Servet: 1,8 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Shari Redstone, ViacomCBS’nin başkanıdır ve medya dünyasında önemli bir figürdür.
13. Ronald Perelman
Sektör: Yatırım (MacAndrews & Forbes)
Servet: 4 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Perelman, finans ve yatırım dünyasında geniş çaplı bir portföye sahip bir iş insanıdır.
14. David Tepper
Sektör: Yatırım (Appaloosa Management)
Servet: 18 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Tepper, hedge fon sektöründe en başarılı yatırımcılardan biridir.
15. Ronald Lauder
Sektör: Kozmetik (Estée Lauder)
Servet: 4,5 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Amerika Birleşik Devletleri
Detay: Ronald Lauder, Estée Lauder’in yönetiminde etkin bir rol oynamaktadır ve aynı zamanda sanat koleksiyonculuğu ile bilinir.
16. Iris Fontbona (Ailesi)
Sektör: Maden
Servet: 23 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: Şili
Detay: Fontbona ailesi, dünyanın en büyük bakır üreticilerinden biridir.
17. Viktor Vekselberg
Sektör: Yatırım
Servet: 9 milyar dolar civarı
Yaşadığı Yer: İsviçre ve Rusya
Detay: Vekselberg, çeşitli endüstrilerde yatırımları bulunan bir iş adamıdır.
Bu liste, Yahudi kökenli iş insanlarının küresel ekonomiye yaptıkları büyük katkıları yansıtan bazı örnekleri içermektedir. Özellikle ABD, İsrail ve İngiltere’de yoğunlaşan bu iş insanları, teknoloji, medya, finans ve diğer birçok sektörde büyük etkiler yaratmışlardır.
@@@@@@@
İsrail Gazze-Lübnan savaşında israile en büyük yardımı yapan devletler ve iş adamları kimlerdir?
İsrail ile Filistin arasında uzun yıllardır devam eden çatışmalar, zaman zaman Lübnan’ı da içine alan daha geniş bölgesel savaşlara dönüşmüştür. Bu bağlamda, İsrail’e siyasi, askeri ve ekonomik yardımlar sağlayan çeşitli ülkeler ve iş insanları bulunmaktadır. Özellikle Gazze’ye yönelik operasyonlar ve Lübnan’daki Hizbullah’a karşı yapılan müdahalelerde İsrail’e en büyük desteği veren ülkeler şunlardır:
1. Amerika Birleşik Devletleri
En Büyük Destekleyici: ABD, İsrail’in en önemli müttefiki ve en büyük destekçisidir. İsrail, ABD’den her yıl milyarlarca dolarlık askeri yardım alır. Bu yardımların büyük bir kısmı doğrudan savunma teknolojileri ve silah sistemleri için kullanılır.
Askeri Yardım: İsrail’e her yıl yaklaşık 3,8 milyar dolar askeri yardım sağlanmaktadır. ABD, İsrail’e gelişmiş hava savunma sistemleri, füze sistemleri ve savaş uçakları da dahil olmak üzere geniş bir yelpazede askeri ekipman sağlamaktadır.
Siyasi Destek: ABD, İsrail’e uluslararası arenada özellikle Birleşmiş Milletler’de sürekli olarak diplomatik destek sağlamaktadır.
2. Almanya
Almanya, İsrail’e özellikle denizaltı ve diğer askeri ekipmanlar konusunda önemli bir yardım sağlayan Avrupa’daki en büyük müttefiklerinden biridir. Almanya, İsrail’e Dolphin sınıfı denizaltılar gibi gelişmiş askeri donanımlar tedarik etmiştir. Bu denizaltılar, İsrail’in nükleer yeteneklerini denizden güçlendirmesi açısından stratejik bir öneme sahiptir.
3. Birleşik Krallık
Birleşik Krallık, İsrail’e savunma sanayi ve istihbarat işbirliği konularında destek sağlayan bir diğer Batılı ülkedir. İngiltere, İsrail’in güvenlik ihtiyaçları için önemli ortaklardan biri olmuştur.
Fransa
Tarihsel olarak Fransa, İsrail’in savunma sanayi gelişiminde önemli bir role sahip olmuştur. Günümüzde, İsrail ile Fransa arasındaki işbirliği daha çok teknoloji ve istihbarat paylaşımı üzerine yoğunlaşmaktadır.
5. Hindistan
Hindistan, İsrail’in en büyük savunma ticareti ortaklarından biridir. Özellikle füze sistemleri, insansız hava araçları (İHA) ve diğer askeri teknolojilerde Hindistan, İsrail’den önemli alımlar yapmaktadır. Bu ticaret ilişkisi, iki ülke arasındaki askeri işbirliğini derinleştirmiştir.
6. Azerbaycan
İsrail ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler, enerji ve askeri işbirliği üzerinden ilerlemektedir. Azerbaycan, İsrail’den ileri teknolojili savunma sistemleri satın alırken, İsrail de Azerbaycan’ın enerji kaynaklarına erişim sağlamaktadır.
—
Öne Çıkan Yahudi İş İnsanları ve İsrail’e Destekleri
İsrail’in iş dünyasında da birçok güçlü destekçisi vardır. Yahudi kökenli zengin iş insanları, İsrail’e ekonomik ve stratejik anlamda önemli yardımlar yapmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Sheldon Adelson (Vefat etti 2021)
Sektör: Kumarhaneler, Yatırım
Detay: Sheldon Adelson, İsrail’in en güçlü destekçilerinden biri olarak biliniyordu. Özellikle sağcı politikacıları ve İsrail’in güvenlik politikalarını destekleyen milyarlarca dolarlık bağışlar yapmıştır. Aynı zamanda ABD’deki İsrail yanlısı kuruluşlara da büyük bağışlarda bulunmuştur.
2. Haim Saban
Sektör: Medya
Detay: Haim Saban, İsrail’e verdiği destekle tanınan bir başka zengin iş insanıdır. ABD’de yaşayan Saban, hem İsrail yanlısı lobicilik faaliyetlerine hem de İsrail’deki çeşitli projelere büyük maddi kaynaklar aktarmıştır.
3. Ronald Lauder
Sektör: Kozmetik (Estée Lauder)
Detay: Ronald Lauder, İsrail’i destekleyen bir diğer önemli iş insanıdır. Amerikan Yahudi Kongresi başkanlığı da yapan Lauder, İsrail’in diplomatik ve ekonomik alanda güçlenmesine yönelik çeşitli projelerde yer almıştır.
4. Michael Bloomberg
Sektör: Finans, Medya
Detay: Eski New York belediye başkanı olan Michael Bloomberg, İsrail’e güçlü bir destekçidir. Hem maddi yardım sağlamış hem de siyasi ve diplomatik destek vermiştir. Özellikle İsrail’in uluslararası platformlarda desteklenmesi için lobi faaliyetlerinde bulunmuştur.
5. Paul Singer
Sektör: Yatırım
Detay: Singer, İsrail’e önemli finansal destek sağlayan bir iş insanıdır. İsrail yanlısı siyasi hareketlere yaptığı bağışlarla tanınır ve ülkenin savunma politikalarına destek verir.
6. George Soros
Sektör: Yatırım
Detay: Soros, Yahudi kökenli bir iş insanı olmasına rağmen İsrail’in bazı politikalarına eleştirilerde bulunan ve daha çok insan hakları ile demokrasi projelerini destekleyen bir figürdür. Ancak, genellikle İsrail hükümeti ile daha mesafeli bir ilişkiye sahiptir ve bazı Yahudi grupları tarafından eleştirilmektedir.
—
Sonuç
İsrail’e en büyük yardımı yapan ülkeler arasında ABD başta olmak üzere Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, Hindistan ve Azerbaycan gibi ülkeler öne çıkmaktadır. Ayrıca, Sheldon Adelson, Haim Saban, Michael Bloomberg gibi Yahudi iş insanları da İsrail’e ekonomik, politik ve diplomatik alanda büyük destek sağlayan figürler arasında yer almaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de hudûd kelimesi on dört yerde geçer; bunların on üçünde Allah’a, birinde ise (Tevbe 9/97) Allah’ın Resulü (asv)’e indirdiği vahye izafe edilir.[2]
-“Bilmediler mi ki: Kim Allah’a ve Resulüne karşı haddi aşarsa, onun için, içinde sürekli kalacağı Cehennem ateşi vardır. İşte bu, büyük rezilliktir.”[3]
Hadislerde had kelimesinin, sözlük anlamını ve örfteki çeşitli kullanımlarını, ayrıca Kur’an’daki geniş muhtevasını yansıtan bir çeşitlilik ve zenginlikte yer aldığı çok defa da bu tabirle Kur’an’da belirlenen veya Hz. Peygamber (asv)’in takdir ve uygulamasıyla sabit olan cezaî müeyyidelerin yahut bu müeyyideleri gerektiren suçların ifade edildiği görülür.[4]
-Kur’an-ı Kerim’de, ahkâm âyetleriyle ilgili olarak Allah’a izafeyle yer alan başlıca kavramlar; şeâirullah, dînullah, âyâtullah, hudûdullah, hükmüllah, kitâbullah, sebîlullah, emrullah gibi kavramlardır. Bu kavramlar, bir şekilde insanların tutum ve davranışlarıyla ilgilidirler. Ayrıca bu kavramlar, birbirleriyle de anlamlı bir biçimde ilgili görünmektedirler. Bu yazımızda, söz konusu kavramlardan “Allah’ın çizdiği sınırlar; Allah’ın belirlediği kurallar, Allah’ın sınırları; Allah’ın yasaları” anlamına gelen “hudûdullah” kavramını, Hz. Peygamber’in (s.a.) sünnetindekilerle de destekleyerek, ele almayı deneyeceğiz.
Had, iki şey arasında birbirine karışmasını önleyen engel demektir. Belirginleştirmek, başkalarından ayırt edici nitelik ve engellemek gibi anlamları vardır. Kur’an-ı Kerim’deki hudûdullah ifadesi, Allah’ın ahkâmı / belirlediği hükümler ve kurallar anlamında kullanılmaktadır.[5]
Yüce Allah, mü’minlerin başlıca özelliklerini sayarken, bunlardan biri olarak “Allah’ın sınırlarını / yasalarını korumayı.” da belirtmektedir:
“Allah’a tövbe eden, kullukta bulunan, O’nu öven, O’nun uğrunda gezen (cihad ve hicret eden, rızasını arayıp duran), rükû yapan, secde eden, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan ve Allah’ın sınırlarını koruyan mü’minleri müjdele.”[6]
Bununla birlikte,
İman noktasındaki zaaf, Allah’ın sınırları konusunda da kendini gösterir:
“Bedevîlerin küfür ve nifakları her yönden, daha ileridir. Allah’ın, peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemekte de onlar ileridir. Allah bilendir ve hakîmdir.”[7]
-Haddi aşmamak, Haddini bilmek, Haddini bildirmek, Hadden aşmak, Yaş olarak haddi aştım, Sınırı aşmak, Sınırı geçmek, Çizgiyi geçmek, Hukukullah, hududullah
Kul hakkı. Hukuku ıbad.
-İnsanın farkı önünün sonsuza kadar açık olması, imkân verilmesi, fırsat verilmesi.
Meleklerinde zaten tabiri caizse rahatsız oldukları hususta işte bu.
Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir.”[8]
Yıldız sarayı yağmalamasında kimler, ne çaldılar. Tarihi belgeler nelerdir?
Yıldız Sarayı’nın yağmalanması, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan önemli olaylardan biridir. Sultan II. Abdülhamid’in 31 Mart Vakası’nın (1909) ardından tahttan indirilmesi ve Selanik’e sürgün edilmesiyle birlikte, Yıldız Sarayı’na giren bazı gruplar sarayı yağmalamışlardır. Bu olayda özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aktif olduğu ve sarayda bulunan değerli eşyaların, sanat eserlerinin ve bazı önemli belgelerin yağmalandığı iddia edilir.
Yağmaya Karışan Gruplar
Yıldız Sarayı’nın yağmalanmasına karışanların başında İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları olduğu öne sürülür. Ayrıca bu süreçte, sarayın askerî kuvvetler ve bazı yerel gruplar tarafından da talan edildiği ifade edilir. O dönemde bir güç boşluğu yaşandığı için sarayda koruma yetersizliği oluşmuş ve saraya izinsiz girişler kolaylaşmıştır.
Yağmalanan Eşyalar
Yıldız Sarayı’ndan çalınan ya da yağmalanan eşyalar arasında şunlar yer alır:
Değerli mobilyalar ve halılar: Sarayda bulunan kıymetli mobilyalar ve el dokuması halılar çalınmıştır.
Sanat eserleri: Özellikle Avrupa’dan getirtilmiş resim ve heykeller gibi sanat eserleri yağmalanmıştır.
Değerli takılar ve mücevherler: II. Abdülhamid’in kişisel hazinesinde bulunan mücevherler ve değerli taşlar ele geçirilmiştir.
Saat ve antikalar: Sarayın envanterinde bulunan nadide saatler ve antika eşyalar da kayıtlara geçmiştir.
Tarihi Belgeler
En önemli kayıplardan biri de saray arşivinde yer alan belgeler ve yazışmalardır. Bu belgeler, II. Abdülhamid’in döneminde devlete ait birçok önemli bilgi ve yazışmayı içeriyordu. Bu belgelerin bir kısmı ya kaybolmuş ya da dönemin siyasi grupları tarafından ele geçirilmiştir. II. Abdülhamid’in istihbarat sistemi oldukça gelişmişti ve sarayın bu zengin arşivi, dönemin siyasi, askerî ve diplomatik olayları hakkında çok sayıda gizli bilgi barındırıyordu.
Tarihi Belgeler ve Kaynaklar
Yıldız Sarayı yağmalamasına ilişkin bazı belgeler ve kaynaklar şunlardır:
Tarihî kaynaklar: Bu döneme dair yazılan tarihî eserlerde ve anılarda Yıldız Sarayı’nın yağmalanması ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Özellikle İttihat ve Terakki dönemiyle ilgili yazılmış hatıratlar, bu olaylara dair birçok bilgi içermektedir.
Osmanlı arşiv belgeleri: Osmanlı arşivlerinde de bu yağmalamaya dair belgeler yer alabilir, ancak bu belgeler bir kısmı kaybolmuş ya da eksiktir.
II. Abdülhamid’in sürgün dönemi hatıraları: Sultan Abdülhamid’in sürgündeyken yazdığı hatıralarda da bu yağmaya dair bilgiler yer alır.
Yıldız Sarayı yağması, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki siyasi çalkantıların bir yansıması olarak tarihe geçmiştir.
@@@@@@@
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile birlikte yıldız sarayının yağmalanmasına bilinen meşhur şahıslardan kimler vardır?
II. Abdülhamid’in Tahttan İndirilmesi Sonrası Yıldız Sarayı Yağması ve Meşhur İsimler
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle yaşanan 31 Mart Vakası sonrası Yıldız Sarayı’nın yağmalandığı bir gerçektir. Bu olay, dönemin siyasi atmosferini yansıtan çalkantılı bir sürecin ürünüdür. Yağmaya karışan birçok isim arasında en çok dikkat çekenler arasında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimleri yer alır.
Yağmaya karışan bazı önemli isimler:
* Enver Paşa: İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin liderlerinden biri olan Enver Paşa, sarayın yağmalandığı sırada olay yerinde bulunmuş ve bu olaya doğrudan tanıklık etmiştir.
* Talat Paşa: Yine İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden olan Talat Paşa da yağma olayında parmağı olan isimlerden biri olarak gösterilir.
* Cemal Paşa: Üçlü olarak anılan İttihat ve Terakki liderlerinden sonuncusu olan Cemal Paşa da bu olayda sorumluluğu olan isimler arasındadır.
* Bulgar Komitacı Sandaneski: İttihatçılarla yakın ilişkileri olan Bulgar komitacı Sandaneski ve çetesi de sarayın yağmalandığı sırada olay yerinde bulunmuştur.
Yağmanın Kapsamı ve Nedenleri:
Yıldız Sarayı’nda bulunan değerli eşyalar, mücevherler, sanat eserleri ve önemli devlet belgeleri yağmacılar tarafından ele geçirilmiştir. Bu yağma olayının nedenleri arasında;
* İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesiyle eski düzeni ortadan kaldırma isteği,
* Kişisel çıkarlar ve servet elde etme arzusu,
* Siyasi intikam duyguları gibi faktörler sayılabilir.
Olayın Tarihi ve Sonuçları:
Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki siyasi karışıklıkların bir yansımasıdır. Yağma olayı, hem sarayın tarihi dokusunun tahrip olması hem de devlet malının yağmalanması açısından büyük bir kayıp olmuştur. Olayın ardından yapılan soruşturmalar ve yargılamalar sonucunda bazı kişiler cezalandırılmış olsa da, yağmalanan birçok eşya bir daha geri kazanılamamıştır.
Daha Fazla Bilgi İçin:
Bu konu hakkında daha detaylı bilgi almak için aşağıdaki kaynakları inceleyebilirsiniz:
* Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi: Yıldız Sarayı’nın Nasıl Yağmalandığı başlıklı makale
* Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin yazısı: Yıldız Sarayı Nasıl Yağmalandı?
Not: Yıldız Sarayı yağması, Osmanlı tarihine kara bir leke olarak geçmiş ve hala tartışılan bir konudur. Bu konuda farklı görüşler ve iddialar bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yıldız Sarayı, II. Abdülhamid, 31 Mart Vakası, yağma, İttihat ve Terakki, Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa, Sandaneski
#YıldızSarayı #IIAbdülhamid #31MartVakası #yağma #İttihatveTerakki #OsmanlıTarihi
@@@@@@@
II. Abdülhamid’in devrilmesinde içte ve dışta kimlerin rolü olmuştur?
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinde hem iç hem de dış dinamikler etkili olmuştur. 33 yıllık hükümdarlığının sonunda, onun devrilmesine yol açan unsurlar çeşitli siyasi, askeri, ekonomik ve toplumsal etkenlerin bir araya gelmesiyle şekillenmiştir. Bu olayda özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi iç unsurlar, ayrıca Avrupa devletlerinin etkileri de büyük rol oynamıştır.
İç Dinamikler
1. İttihat ve Terakki Cemiyeti:
II. Abdülhamid’in devrilmesinde en büyük iç güç İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Cemiyet, meşrutiyeti savunuyor ve mutlakiyetçi yönetim tarzına karşı çıkıyordu. II. Abdülhamid’in otoriter rejimi ve sansür politikası, özgürlük talep eden aydınlar, subaylar ve genç kesimler arasında büyük bir tepkiye neden olmuştu.
İttihat ve Terakki, özellikle 1908’deki II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde kilit rol oynadı. Ancak Abdülhamid’in Meşrutiyet’i yeniden ilan etmesine rağmen, onun iktidar üzerindeki kontrolü devam ediyordu ve bu durum cemiyetin üyeleri için yeterli değildi.
31 Mart Vakası’nın ardından (13 Nisan 1909), İttihat ve Terakki’nin kontrolündeki Hareket Ordusu İstanbul’a girdi ve Abdülhamid’i devirdi.
2. Ordu:
Osmanlı ordusunun genç subayları, özellikle Balkanlar’daki ordu birlikleri, Abdülhamid’in devrilmesine doğrudan katkıda bulundular. Enver Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk gibi isimler bu süreçte aktif roller üstlenmişlerdir. Ordu içinde reform ve modernleşme talepleri, II. Abdülhamid’in merkeziyetçi ve muhafazakar yönetim anlayışıyla çatışıyordu.
3. Aydınlar ve Jön Türkler:
II. Abdülhamid döneminde özgür düşünceye ve basına uygulanan baskılar, aydınlar ve Jön Türkler (yurt dışında ve içeride rejime muhalefet eden entelektüeller) arasında büyük bir muhalefet doğurdu. Paris, Cenevre ve Londra gibi şehirlerde toplanan Jön Türkler, Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi ve Abdülhamid’in devrilmesi için çalışmışlardır.
4. Toplumsal ve Ekonomik Sorunlar:
Abdülhamid’in uzun süren yönetimi boyunca, Osmanlı İmparatorluğu çeşitli ekonomik ve toplumsal sorunlarla karşı karşıya kaldı. Artan vergi yükleri, ekonomik krizler, yolsuzluklar ve merkezî yönetimin baskıcı politikaları, toplumun geniş kesimlerinde rahatsızlık yaratmıştı.
Dış Dinamikler
1. Büyük Avrupa Devletleri:
II. Abdülhamid’in devrilmesinde dış devletlerin rolü doğrudan olmasa da dolaylı olarak etkili olmuştur. Abdülhamid, özellikle Almanya, İngiltere ve Fransa ile dengeli bir dış politika izlemeye çalışıyordu. Ancak bu devletlerin Osmanlı topraklarındaki çıkarları, II. Abdülhamid’in politikalarına karşı olan grupları destekleme noktasına gelmiştir.
İngiltere ve Fransa, Osmanlı’nın parçalanma sürecinde kendi nüfuz alanlarını genişletmek istemiştir. Bu güçler, İttihat ve Terakki’nin daha Batı yanlısı bir politika izleyebileceği beklentisiyle, dolaylı yoldan II. Abdülhamid karşıtı hareketlere destek vermiş olabilirler.
2. Rusya:
Rusya, uzun süredir Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması ve kendi çıkarlarını yayma amacıyla iç karışıklıklardan faydalanmıştır. Ruslar, özellikle Balkanlar’da Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren unsurlara destek vermiştir. II. Abdülhamid, Balkanlar’daki Rus etkisini dengelemeye çalışsa da bu çabalar genellikle yetersiz kalmış ve onun devrilmesine zemin hazırlamıştır.
3. Avusturya-Macaristan:
1908’de Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i ilhakı, II. Abdülhamid’in zayıflığını gözler önüne sermiştir. Bu olay, hem Osmanlı Devleti’nin toprak kaybı hem de Abdülhamid’in dış politikadaki başarısızlığı olarak algılanmıştır.
4. Yahudi ve Ermeni Grupları:
II. Abdülhamid, özellikle Ermeni isyanlarına karşı sert politikalar uygulamıştı. Bu durum, Batı’daki kamuoyunun Abdülhamid’e karşı olumsuz bir tutum geliştirmesine yol açtı. Aynı şekilde, Siyonist lider Theodor Herzl’in Filistin’de Yahudilere toprak verilmesi taleplerini reddetmesi, bazı Yahudi gruplarının da Abdülhamid karşıtı tutumlar geliştirmesine neden olmuştur.
Sonuç
II. Abdülhamid’in devrilmesi, hem içteki siyasi ve toplumsal muhalefetin güçlenmesi hem de dış devletlerin Osmanlı üzerindeki çıkar çatışmaları ve müdahaleleri sonucunda gerçekleşmiştir. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde gerçekleşen siyasi dönüşümlerin en önemlilerinden biridir ve özellikle İttihat ve Terakki’nin iktidara yükselmesine zemin hazırlamıştır.
@@@@@@@@
Lozan neden hezimettir?
Lozan Antlaşması, Türkiye’nin bağımsızlığını kazandığı ve uluslararası alanda kabul gördüğü bir başarı olarak değerlendirilse de, bazı kesimler tarafından “hezimet” olarak nitelendirilmiştir. Bu eleştirilerin temel nedenleri, Lozan’da Türkiye’nin tüm taleplerinin tam anlamıyla karşılanamaması ve bazı önemli meselelerin Türkiye’nin lehine çözülememiş olmasıdır. Lozan’ın hezimet olarak görülmesinin ardında yatan bazı başlıca gerekçeler şunlardır:
1. Misak-ı Milli Sınırlarının Sağlanamaması
Lozan’da Türkiye’nin Misak-ı Milli’de öngördüğü sınırların tamamı elde edilemedi. Özellikle şu toprak kayıpları dikkat çeker:
Musul Meselesi: Musul, Misak-ı Milli sınırlarına dahil edilmek istenmesine rağmen, İngiltere ile anlaşmazlık nedeniyle Musul meselesi Lozan’da çözülemedi. Sorun daha sonra Milletler Cemiyeti’ne bırakıldı ve Musul, İngiltere’nin kontrolünde kalan Irak’a bırakıldı.
Batı Trakya: Batı Trakya, 1913’te Bulgaristan’a bırakılmıştı ve Lozan’da geri alınamadı. Bu bölgedeki Türk azınlık Lozan’da yalnızca kültürel haklar elde edebildi.
12 Adalar: İtalya tarafından işgal edilen 12 Ada da Türkiye’ye geri verilmedi ve bu durum Türk milliyetçileri tarafından büyük bir hayal kırıklığı olarak değerlendirildi.
2. Kıbrıs’ın Kaybı
Lozan Antlaşması’yla Kıbrıs üzerindeki Osmanlı egemenliği tamamen sona erdi. Kıbrıs, Osmanlı’nın 1878’de İngiltere’ye kiraladığı bir ada olmasına rağmen, Lozan’da resmen İngiltere’nin hakimiyetine bırakıldı. Bu da Türk kamuoyunda olumsuz karşılandı.
3. Boğazlar Sorunu
Lozan’da Boğazlar, Türkiye’nin egemenliğinde kalmakla birlikte uluslararası bir komisyonun denetimine bırakıldı. Türkiye, kendi topraklarındaki stratejik bu bölge üzerinde tam hakimiyet sağlayamadı. Boğazlar üzerindeki tam denetim ancak 1936 yılında imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile mümkün oldu. Bu durum, Lozan Antlaşması’nın yetersiz olduğu bir diğer konu olarak görüldü.
4. Kapitülasyonlar ve Dış Borçlar
Her ne kadar Lozan Antlaşması’yla kapitülasyonlar kaldırılmış olsa da, Osmanlı Devleti’nin biriken dış borçları Lozan’da tartışma konusu oldu. Türkiye, Osmanlı’dan kalan borçların bir kısmını üstlenmek zorunda kaldı. Bu durum, ekonomik açıdan tam bağımsızlık sağlanamadığı şeklinde yorumlanmış ve Lozan’ı eleştirenler tarafından bir eksiklik olarak görülmüştür.
5. Azınlıklar Meselesi
Lozan Antlaşması’nda, özellikle gayrimüslim azınlıkların hakları konusunda Batılı devletlerin istekleri doğrultusunda bazı kararlar alındı. Türkiye’deki Rum azınlık ve Yunanistan’daki Türk azınlık arasında nüfus mübadelesi yapılırken, Batı Trakya’daki Türk azınlığın durumu tam anlamıyla korunamadı. Ayrıca İstanbul’daki Rum azınlık konusunda Batılı devletlerin baskısı hissedildi. Bu, Türkiye’nin iç işlerine Batı’nın müdahalesi olarak algılandı ve milliyetçi çevreler tarafından tepkiyle karşılandı.
6. Musul Sorununun Çözülmemesi
Lozan’da Musul sorununun çözüme kavuşturulamaması, antlaşmanın en büyük eksiklerinden biri olarak görülmüştür. Musul, petrol zenginlikleri nedeniyle stratejik öneme sahipti ve Türkiye, Lozan’da Musul’u İngiltere’den alamadı. Bu sorun daha sonra Milletler Cemiyeti’ne taşındı ve 1926’da yapılan anlaşmayla Musul, İngiltere’nin kontrolündeki Irak’a bırakıldı. Bu durum Türkiye’de derin bir hayal kırıklığı yarattı.
7. Sevr İle Kıyaslama
Bazı çevreler Lozan’ı Sevr Antlaşması ile kıyaslayarak, Lozan’ın Sevr’e göre büyük bir başarı olduğunu söylese de, Lozan’da elde edilemeyen haklar ve topraklar yüzünden bu antlaşmayı yetersiz bulanlar vardır. Sevr Antlaşması, Osmanlı’nın parçalanmasını öngörse de, Lozan’da Türkiye’nin Misak-ı Milli hedefleri tam olarak gerçekleştirilmemiştir.
Lozan’ın Hezimet Olarak Görülmesinin Temel Gerekçeleri
Lozan’ı eleştirenlerin gözünde antlaşmanın hezimet olarak görülmesinin temel nedenleri şunlardır:
Misak-ı Milli’nin tam anlamıyla gerçekleştirilmemesi.
Boğazlar üzerindeki tam hakimiyetin sağlanamaması.
Musul gibi stratejik bölgelerin kaybedilmesi.
Ekonomik bağımsızlığın kapitülasyonların kaldırılmasına rağmen dış borçlar nedeniyle tam sağlanamaması.
Türkiye’nin azınlık meseleleri konusunda Batı’nın baskısıyla karşı karşıya kalması.
Sonuç
Lozan Antlaşması, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinin uluslararası alanda tescillenmesini sağlaması açısından büyük bir başarıdır. Ancak milliyetçi ve maksimalist çevreler tarafından Misak-ı Milli hedeflerinin tam olarak gerçekleştirilememesi ve bazı toprakların kaybı nedeniyle eleştirilmiş ve zaman zaman “hezimet” olarak nitelenmiştir. Bu eleştiriler, Lozan Antlaşması’nı tam anlamıyla bir zafer olarak kabul etmeyen çevrelerin, antlaşmayı yetersiz bulmasından kaynaklanmaktadır.
Son 150 yıl içerisinde zulümle simgeleşmiş insanlara bakıldığında, geçmişteki Nemrut ve Firavunda görülen özelliklerin üstünde sahip olduklarıyla ortaya çıkan küçüklü büyüklü birçok Firavun ve firavuncuklara şahit oluruz.
-ABD ve İsrail demokrasi getireceğiz diye darbe yapıyor, terörü bitireceğiz diye herkesi öldürüyor.
İngiliz’de planı yapıyor, alt yapısını oluşturuyor.
Zulüm ve kibirde zirve yapmışlardır.
Asır firavunlar asrıdır.
Ondan dolayıdır ki, onursuz bir gidiş, onursuz bir yürüyüş var.
Firavun ve Nemrut: İki Zalim Hükümdarın Karşılaştırması
Firavun ve Nemrut, tarih boyunca zulüm ve kibirleriyle anılan iki önemli figürdür. İkisi de kendi dönemlerinde büyük güçlere sahip olmuş ve halklarına zorluklar çıkarmışlardır. Ancak, yaşamış oldukları coğrafyalar, dönemler ve inanç sistemleri farklı olduğundan yaptıkları eylemler arasında da bazı önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Farklılıkların Temel Nedenleri
* Dönem ve Coğrafya: Firavunlar, Antik Mısır’da hüküm sürmüş bir dizi kraldır. Nemrut ise Sümer mitolojisinde geçen bir kraldır. Bu farklılık, ikisinin yaşadığı çağın teknolojisi, kültürel yapısı ve inanç sistemleri üzerinde önemli etkiler yaratmıştır.
* İnanç Sistemleri: Firavunlar, çok tanrılı bir dine inanırlardı ve kendilerini tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak görürdüler. Nemrut ise daha çok güç ve kibirle anılan, tanrıları aşmaya çalışan bir karakter olarak tasvir edilir.
* Eylemleri: Her iki hükümdar da halkına zulmetmiş ve büyük yapılar inşa ettirmiştir. Ancak Firavunlar, Nil Nehri’nin bereketini kullanarak gelişmiş bir tarım sistemi kurmuş ve büyük piramitler inşa etmişlerdir. Nemrut ise daha çok Babel Kulesi gibi göklere uzanan bir yapı inşa etmeye çalışmakla bilinir.
* Tarihteki Yeri: Firavunlar, Mısır medeniyetinin temelini oluşturmuş ve dünya tarihinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Nemrut ise daha çok bir efsane figürü olarak kabul edilir ve tarihi gerçekliği tam olarak bilinmez.
Detaylı Karşılaştırma
| Özellik | Firavun | Nemrut |
|—|—|—|
| Dönem | Antik Mısır | Sümer Mitolojisi |
| İnanç | Çok tanrılı | Güç ve kibir üzerine kurulu |
| Eylemler | Piramit inşaatı, tarım sistemi | Babel Kulesi inşaatı, tanrıları aşmaya çalışma | Tarihteki Yeri | Medeniyetin kurucusu | Efsanevi figür |
Sonuç olarak, Firavunlar ve Nemrut, iktidarlarını kötüye kullanmış ve insanlığa zulmetmiş olsa da, yaşadıkları dönem, inanç sistemleri ve gerçekleştirdikleri eylemler bakımından farklılık gösterirler. Firavunlar, Mısır medeniyetinin gelişmesinde önemli bir rol oynamışken, Nemrut daha çok kibir ve güç tutkusunun sembolü olarak kabul edilir.
Özetle, her iki figür de tarih boyunca zulüm ve kibirleriyle anılsa da, yaşadıkları dönemler, inanç sistemleri ve gerçekleştirdikleri eylemler bakımından farklılık gösterirler. Firavunlar, Mısır medeniyetinin temelini oluşturmuşken, Nemrut daha çok bir efsane figürü olarak kabul edilir.
*************
Dünkü haçlı firavunlarının yerine bugün ABD’nin oyuncağı olan batı haçlısı ile, piyonu olan veya kendisinin piyonu haline geldiği İsrail ile sürdürülmektedir.
– İsraillin başarısı, MOSSAD’ın başarısıdır, CIA ortaklığıyla.
Her ne kadar 7 ekim 2023 yılında Hamas’ın maskarası haline gelmiş olsa da.
Bir hesaba göre 11 Eylül ikiz kulelere yapılan proje sonrası Afganistan ve İslam ülkelerine saldırının bahanesi gibi.
Türkiye’deki darbelerde Mitin ya suskunluğu veya ortaklığı vardı.
Mit darbecilerin kontrolündeydi.
İran ve Hizbullah istihbaratı MOSSAD’ın haber hatta kontrol alanındadır.
İşte itiraf.
İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedi Necat: “İsrail’e karşı koyma birimi kurduk, başındaki kişi MOSSAD ajanı çıktı.”
Türkiye azda olsa bunları yakalayıp temizliyor, hareket alanını daraltıyor.
Medya kanalıyla çıkan sesler ise, beslemeleri ve satın alınan kalem-şörleridir ve kalem şerleridir.
Böyle olunca, elbette İçte bunca düşman varken, başka düşmana ne hacet!
1993 yılında TV’de Genel kurmay başkanı Doğan Güreş şu müşahedesini dile getirmişti,
NATO’ya gittiğimde büyük masanın üzerinde dünya haritası bulunuyordu.
Dünya sekize bölünmüştü.
ABD’ye Suriye, Irak ve İran verilmişti.
Suriye ve Irak’ın durumu ortada.
Hedef ülke İran.
Hedefte İran var.
ABD suyu bulandırarak saldırmak ve de saldırtmak için bahane arıyor.
Gerçi saldırması için pek de bahaneye ihtiyacı yak ya.
İş olsun.
Irak’ta saldırmak için kimyasal bahanesini uydurup işgal ettiği ve 1,5 milyonu öldürdüğü gibi.
– İran’ın Cumhurbaşkanı Reisi ’den Süleymani’ye, elçilerinden komutanlarına kadar İsrail tarafından serbestçe öldürülürken ses çıkarmayan Batı, İran’ın savunma hakkını kullanmak amacıyla İsrail’e bir kaç füze atması ve Fransa’nın önergesiyle çökmüş olan dünya hakları kurulu bir araya gelerek İran’ı kınadı.
İran başlı başına ele alınıp eleştirilebilir ancak çocuk kadın, yaşlı sivil demeden öldürmelere kör olan bir Batı var.
Bir yıldır işgal ve öldürmelere ses çıkarmayanlar timsah göz yaşlarını döktüler.
Batasıca Batı.
İslam dünyası, Ortadoğu ve Araplar ve de dünya sarı öküzü verdiği anda bu işi kaybetmişti.
– Geniş düzlüklerde yaşayan kalabalık bir yaban öküzü sürüsü varmış. Haliyle, etraflarında aç aslanlar eksik olmazmış. Fakat sürü çok kalabalık olduğu için, bunlara saldıran aslanlar hırpalanır, geri çekilmek zorunda kalırlarmış. Bir gün, yaşlı topal bir aslan, sakin bir şekilde tek başına sürüye yaklaşmış. Sürünün lideri ile konuşmak istediğini söylemiş. İri yarı genç bir öküz öne çıkmış.
Aslan demiş ki: “Bakın öküz kardeş, biz sizinle burada sulh içinde yaşamak istiyoruz, ama sizin içinizde şu sarı öküz var ya, o bizim sinirlerimizi çok bozuyor. Onu görünce çılgına dönüyoruz. Size saldırmaktan kendimizi alamıyoruz. Onu bize verin, biz bir daha size saldırmayız. Barış içinde yaşarız.”
Öküz: “Bunu bir düşünelim.” diyerek sürünün içine dönmüş. Öküzler, bundan böyle rahat edeceklerini düşünerek, sarı öküzün aslanlara verilmesine karar vermişler. Sadece yaşlı ve tecrübeli bir öküz, “O bizi en iyi organize eden ferdimiz, onu vermeyin.” diye karşı çıkmış. Ancak dinlememişler ve sarı öküzü aslanlara vermişler.
Bir süre geçmiş, yaşlı topal aslan tekrar görünmüş. Aynı hikâye tekrarlanmış. Bu sefer kısa kuyruklu kara öküz onların sinirini bozmakta, çılgına döndürmekte imiş. Onu verirlerse barış sürecekmiş… Ve kısa kuyruklu siyah öküz de verilmiş.
Günler böylece geçerken, aslanlar da acıktıkça bir bahane ile sürüden bir öküzleri almışlar. Öküzler de barış bozulmasın diye istediklerini aslanlara teslim etmişler…
Böylece, aslanların gücü arttıkça, öküzleri daha çok tehdit etmeye başlamışlar ve almışlar…
Öküzlerin artık güçlenen aslan sürüsüne karşı koyacak gücü kalmamış. Toplanıp “Biz nerede hata yaptık da bu savaşı kaybettik.” diye tartışmaya başlamışlar. Ve yaşlı öküz söz almış demiş ki:
“Biz bu savaşı sarı öküzü onlara verdiğimiz gün kaybetmiştik!”
İmam Gazali “el-Münkizu mine’d-Dalâl” adlı eserinde Özetle ne anlatmaktadır?
İmam Gazali’nin “el-Münkiz mine’d-Dalâl” (Dalâletten Kurtaran) adlı eseri, onun kendi içsel yolculuğunu, felsefi şüphelerinden kurtulma sürecini ve hakikate ulaşma arayışını anlattığı otobiyografik bir eserdir. Eser, Gazali’nin düşünsel ve manevi arayışının aşamalarını ve bu süreçte karşılaştığı sorunları nasıl aştığını özetler. Ana temalar şunlardır:
1. Felsefi ve Teolojik Şüpheler: Gazali, gençliğinde felsefe, kelam, Batınilik gibi çeşitli düşünce akımlarını derinlemesine incelemiş ve bunlar hakkında şüpheye düşmüştür. Bu dönemde, akıl ve duyular yoluyla elde edilen bilginin güvenilirliğini sorgular.
2. Felsefenin Eleştirisi: Gazali, özellikle İslam dünyasında etkili olan Aristotelesçi ve Neoplatonist felsefeyi eleştirir. Filozofların bazı görüşlerinin İslam inancına aykırı olduğunu savunur ve bu görüşlere karşı sert eleştiriler getirir.
3. Kelamın Sınırlılığı: Gazali, kelam ilmini (İslam teolojisi) savunur, ancak bu disiplinin hakikate ulaşmada yeterli olmadığını düşünür. Çünkü kelam, akla dayanır ve akıl sınırlıdır.
4. Tasavvufun Hakikat Yolundaki Önemi: Gazali, nihai kurtuluşu tasavvufta bulur. Sufilikte manevi deneyimler ve kalp aydınlanmasıyla hakikate ulaşılabileceğini savunur. Ona göre, gerçek bilgi ancak doğrudan manevi deneyimle elde edilebilir.
5. Sonuç: Gazali, nihayetinde akıl ve duyuların sınırlı olduğunu, insanın gerçek hakikate ancak tasavvuf yoluyla ulaşabileceğini belirtir. Bu yolculuk, Allah’a yakınlaşmayı ve ruhun arınmasını içerir.
Özetle, “el-Münkiz mine’d-Dalâl”, İmam Gazali’nin entelektüel şüphelerden manevi aydınlanmaya nasıl geçtiğini ve bu süreçteki düşünsel yolculuğunu anlattığı önemli bir eserdir.
Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmüş gibi olmasın ama, İsrail Lübnan’daki Türk, Arap, vs. vatandaşları da kapsayacak derecede bombalayarak bu büyük savaşın fitilini ateşlemiş, tetiğe de basmış oldu.
Hiçbir sûrette lanetlik İsrail’in, Hizbullah olsun, İran olsun, Şii de olsa onlara vurması kabul edilemez.
İsrail’e taraftar olan sefil ve rezildir.
“Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”[1]
İsrail Lübnan’da durmayacak. Arada bir vurduğu gibi Suriye’ye de girecek.
IŞİD ve PKK’yı Suriye, Irak ve özellikle İran’a karşı kullanacak.
İsrail’in asıl hedefi İran’ı savaş alanına çekip, ABD ve İngiltere’ye vurdurmak.
ABD’nin İran’ı vurmak isteği 30 yılı aşkın süredir düşündüğü bir plan ve hedeftir.[2]
Ortadoğu’nun yayılmacı iki derin devleti olan İran ve İsrail güç savaşına girdiler.
İsrail İran’ı ringe ve sahaya çekiyor.[3]
-İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedi Necat: İsrail’e karşı koyma birimi kurduk başındaki kişi MOSSAD ajanı çıktı, dedi.
Maalesef bizde olduğu gibi İslam ülkelerinin ve İran’ın da FETÖ’sü var.
-PKK’yı besleyip himaye eden Suriye ve İran, onlar tarafından da hedefe konulacaktır.
Maalesef Suriye ve İran ipini çekecek düşmanını koynunda sakladı.
Keser döndü sap döndü
Gün geldi hesap döndü.
Elbette kader cihetiyle sonunu hazırlayan İsrail, birçok masumu da öldürecek, işgalini sürdürecektir.[4]
****************
Ortadoğu’da Şii Sünni savaşını istediği gibi çıkaramayıp, Müslümanı Müslümana arzu ettiği gibi kırdıramayan Batı, belli ki bu işi kendisi üstlenmiş durumda.
Tüm İslam ülkelerini içteki darbe aparatları, piyon başkanlar, işgal hareketleri ve ekonomik yaptırım ve ambargolarla yıprattı, gelişimini geciktirdi.
Hep sivri uçları ateşledi.
-Bizdeki 1970-80 sağ- sol olayları ve 1960’dan beri darbe ve baş örtüsü, irtica gibi bahanelerle içteki satılık ve kolay kullanımlı kişilerle bu işi yürüttü.
8 yıl boyunca İran’la Irak’ı çarpıştırdı.
Demokrasi götüreceğim diyerek Afganistan, Irak ve İran gibi ülkeleri işgal etti.
Örtülü olarak İslam ve Arap ülkelerini kontrol edip, gizli valileriyle idare etti.
İslam ülkeleri hep süründü, süründürüldü.
Şimdiden İsrail ile geniş çaplı ve planlı bir soykırıma girişti.
Hadisi Kutsi’de. “Zalim Allah’ın kılıcıdır. Onunla intikam alır, sonra dönülür ondan intikam alınır.”
Uyuyan İslam dünyasının uyanıp, İttihadı İslam’ı yani Türk ve Arap İslam Birliğini kurması gerek.
Bu durum farz ve mecburi oldu.
Kurtuluşumuz bunda ve burada.
-Sonuç olarak, İsrail’in canı cehenneme.
Biden 50 yıllık fitnesini gider ayak dünyayı ateşe atarak, büyük bir savaşla noktalamak istiyor.
Biden son Haçlı komutanı ve son Moğol olarak tarihe geçecektir.
Baba-i (ya da Babaî), Osmanlı İmparatorluğu döneminde, özellikle 17. yüzyılda ortaya çıkan ve dönemin sosyal, dini ve siyasi yapısını etkileyen bir halk hareketidir. Bu hareket, Alevi ve Şii inançlarına sahip olan halk gruplarının katılımıyla şekillenmiş ve genellikle sosyal adalet arayışıyla özdeşleşmiştir.
Tarihsel Arka Plan
Kökenleri: Babaî hareketinin kökleri, 13. yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan Bektâşîlik ve Alevîlik gibi inanç sistemlerine dayanmaktadır. Bu inançlar, zamanla sosyal ve politik sorunların çözümünde bir araç haline gelmiştir.
Baba İlyas: Hareketin öne çıkan figürlerinden biri Baba İlyas’tır. Baba İlyas, halk arasında büyük bir saygı görmüş ve özellikle 1240’lı yıllarda meydana gelen Baba İlyas İsyanı ile tanınmıştır. Bu isyan, Alevi ve halk gruplarının sosyal adalet taleplerinin bir ifadesi olarak görülmüştür.
Hareketin Özellikleri
1. Sosyal Adalet Talebi: Babaî hareketi, özellikle sosyal adaletsizlik ve eşitsizlik karşısında halkın taleplerini dile getiren bir platform olarak öne çıkmıştır. Dönemin zenginleri ve yöneticilerine karşı halkın haklarını savunma amacı taşımıştır.
2. Dini Unsurlar: Hareket, Alevi ve Şii inançlarının etrafında şekillenmiş, dini liderlik ve toplumsal birlik sağlama amacı gütmüştür. Babaîler, dini ritüelleri ve inançlarını halk arasında yaymayı hedeflemişlerdir.
3. Politik Etki: Babaî hareketi, Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi otoritesine karşı bir muhalefet biçimi olarak da ortaya çıkmıştır. Bu durum, zaman zaman isyan ve çatışmalara neden olmuştur. Osmanlı yönetimi, bu tür hareketleri bastırmak için sert önlemler almıştır.
Sonuç
Baba-i hareketi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde sosyal ve dini adalet arayışının bir yansıması olarak önemli bir yere sahiptir. Alevi ve Şii inançlarına sahip toplulukların bir araya gelerek, toplumsal sorunlara dikkat çekmesi ve çözüm arayışları, bu hareketin temelini oluşturmuştur. Döneminin koşulları, bu tür sosyal hareketlerin ve dini yapılanmaların gelişmesine zemin hazırlamıştır.
@@@@@@@@
Bahailik.
Bahailik, 19. yüzyılın ortalarında İran’da ortaya çıkan ve günümüzde dünya çapında birçok takipçisi bulunan bir inanç sistemidir. Bahailik, Bahaullah (1817-1892) tarafından kuruldu ve özünde, tüm dinlerin birliğini ve insanlığın birliğini vurgulayan öğretiler içerir.
Temel Öğretiler
1. Tek Tanrı İnancı: Bahailik, tek bir Tanrı’nın var olduğuna inanır. Tanrı’nın, zaman zaman farklı peygamberler aracılığıyla insanlara rehberlik ettiğine inanılır. Bu peygamberler arasında Buda, İsa, Muhammed ve Bahaullah yer alır.
2. Dinlerin Birliği: Bahai inancı, farklı dinlerin özünde bir birleşiklik olduğunu savunur. Her din, Tanrı’nın insanlara iletmek istediği mesajın bir parçasıdır.
3. İnsan Birliği: Bahailik, ırk, cinsiyet, din ve ulus ayrımı olmaksızın tüm insanların eşit olduğunu kabul eder. İnsanlık, ortak bir aile olarak bir araya gelmelidir.
4. Eğitim ve Bilim: Bahai inancı, eğitimin ve bilimin önemine büyük bir vurgu yapar. Eğitim, bireylerin ve toplumların gelişmesi için gereklidir.
5. Barış ve Adalet: Bahailik, dünya barışını sağlamak ve adaleti yerleştirmek amacıyla çalışmayı teşvik eder. Toplumların huzur içinde yaşaması için adaletin sağlanması gerektiğine inanır.
6. Kendi Kendini Yönlendirme: Bahailer, bireylerin kendi manevi gelişimlerini sağlamak için içsel bir yolculuğa çıkmalarını teşvik ederler. Her birey, kendi ruhsal gelişimini sağlama sorumluluğunu taşır.
Kuruluş ve Yayılım
Bahaullah: Bahaullah, Bahailik’in kurucusu ve en önemli figürüdür. 1863 yılında, kendisini Tanrı’nın gönderdiği son peygamber olarak ilan etti. Öğretileri, Alevi ve Şii inançlarından etkilendi ve Bahailik, kısa sürede dünya genelinde yayıldı.
Bahaî Topluluğu: Bahailik, dünya genelinde 7 milyon civarında takipçiye sahiptir ve 200’den fazla ülkede temsil edilmektedir. Bahai topluluğu, yerel ve uluslararası düzeyde çeşitli etkinlikler düzenler ve toplumsal hizmet projeleri geliştirir.
Dini Pratikler
Dua ve İbadet: Bahailer, günde en az bir kez dua ederler. Duanın içeriği kişisel olabilir, ancak Bahai kutsal metinlerinden alınan dualar da sıklıkla kullanılır.
Bayramlar: Bahailer, kendi dini takvimlerine göre belirli bayramları kutlarlar. Naw-Ruz (Bahai Yeni Yılı) ve Ridvan Bayramı, en önemli bayramlar arasında yer alır.
Toplumsal Hizmet: Bahai topluluğu, sosyal adalet, eğitim ve insan hakları konularında aktif bir şekilde çalışmaktadır. Toplumsal hizmet projeleri, yerel ve global düzeyde gerçekleştirilir.
@@@@@@
İshak Baba.
İshak Baba, Türk halk edebiyatı ve Alevi-Bektâşi kültürü içinde önemli bir figürdür. Genellikle Türkiye’nin Orta Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde anılan bir halk şahsiyetidir. İshak Baba, Alevi inançları çerçevesinde öne çıkan bir dini lider, öğretmen ve şair olarak kabul edilir. İşte İshak Baba hakkında daha fazla bilgi:
Hayatı ve Dönemi
Yaşamı: İshak Baba’nın yaşamına dair kesin tarihi bilgiler yoktur, ancak 17. yüzyılda veya 18. yüzyılda yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Alevi ve Bektâşi toplulukları arasında önemli bir yere sahiptir.
Kökeni: İshak Baba’nın kökenleri genellikle Anadolu’ya dayanır. Alevi topluluklarının inanç ve geleneklerinde büyük bir etki yaratmıştır.
Dini ve Kültürel Etkileri
1. Dini Liderlik: İshak Baba, Alevi-Bektâşi topluluklarında manevi bir lider olarak kabul edilir. Öğretileri, ahlaki değerler, insan sevgisi ve sosyal adalet gibi temaları içerir.
2. Öğretileri: İshak Baba’nın öğretileri, insan ilişkileri ve toplumsal dayanışma üzerine yoğunlaşmıştır. Özellikle hoşgörü ve barış vurgusu, onun felsefesinin temelini oluşturur.
3. Şiirleri ve Deyimleri: İshak Baba, halk arasında çeşitli şiirleri ve deyişleriyle tanınır. Bu eserleri, Alevi ve Bektâşi kültürünün sözlü geleneğinde önemli bir yer tutar. Duygusal ve derin anlamlar içeren şiirleri, dinleyicileri üzerinde etki bırakmıştır.
4. Ritüellerde Yeri: İshak Baba, bazı yerlerde çeşitli ritüel ve törenlerde anılır. Alevi inançları çerçevesinde önemli bir figür olarak kabul edilmesi, topluluk içinde manevi bir bağ oluşturur.
Sonuç
İshak Baba, Alevi-Bektâşi geleneği içinde önemli bir şahsiyet olarak bilinir. Dini liderliği, öğreticiliği ve kültürel katkıları ile Anadolu’daki Alevi toplulukları üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. Onun öğretileri, günümüzde de birçok insan tarafından benimsenmekte ve halk arasında yaşatılmaktadır. İshak Baba’nın hayatı ve öğretileri, Alevi kültürünün zenginliğini ve çeşitliliğini yansıtan önemli bir unsurdur.
İsrail’in Kıbrıs ile ilişkileri, stratejik, ekonomik, enerji ve güvenlik temelli çok boyutlu bir iş birliği içermektedir. İsrail ve Kıbrıs (özellikle Güney Kıbrıs Rum Kesimi), Doğu Akdeniz’deki jeopolitik dinamikler ve bölgedeki doğal gaz rezervlerinin keşfi nedeniyle son yıllarda yakınlaşmıştır. İsrail’in Kıbrıs ile bağlantısı ve hedeflerini birkaç başlıkta özetleyebiliriz:
1. Enerji İş birliği
İsrail, Doğu Akdeniz’de keşfedilen büyük doğal gaz rezervleri ile önemli bir enerji oyuncusu haline geldi. Bu bağlamda Kıbrıs da zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğu için, İsrail ile enerji alanında iş birliği yapmaktadır. Her iki ülke de bu rezervlerin Avrupa’ya ihraç edilmesi konusundaki projelerde rol oynamaktadır. Özellikle “EastMed” boru hattı projesi, İsrail gazını Kıbrıs üzerinden Yunanistan ve İtalya’ya taşıma amacını taşımaktadır.
2. Güvenlik İşbirliği
İsrail ve Kıbrıs, ortak güvenlik çıkarları doğrultusunda askeri ve güvenlik alanlarında işbirliğini güçlendirmiştir. Bu iş birliği, Doğu Akdeniz’deki deniz güvenliği, terörle mücadele ve ortak askeri tatbikatlar gibi konuları kapsamaktadır. Her iki ülke de bölgedeki istikrarı koruma hedefindedir.
3. Jeopolitik ve Stratejik Ortaklık
İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan ile üçlü bir iş birliği mekanizması geliştirmiştir. Bu mekanizma, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki etkisini dengelemeye yönelik bir strateji olarak görülebilir. Aynı zamanda, İsrail’in Avrupa ve NATO ile ilişkilerini güçlendirme amacı taşıyan bir diplomatik hamle olarak da değerlendirilmektedir.
4. Ekonomik ve Ticari İlişkiler
İsrail ve Kıbrıs arasında turizm, tarım teknolojileri, su yönetimi ve diğer ekonomik alanlarda iş birliği bulunmaktadır. İsrail, Kıbrıs’ı turizm ve ticaret açısından önemli bir ortak olarak görmektedir.
5. İsrail’in Kıbrıs’taki Hedefleri
İsrail’in Kıbrıs ile olan ilişkilerindeki temel hedefler şunlardır:
Enerji Güvenliği: Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya güvenli bir şekilde ulaştırmak.
Bölgesel İstikrar: Kıbrıs ile askeri ve güvenlik işbirliği yaparak bölgedeki istikrarı sağlamak.
Jeopolitik Konum: Türkiye’nin bölgedeki etkisini dengelemek ve İsrail’in bölgesel çıkarlarını korumak.
Sonuç olarak, İsrail’in Kıbrıs ile bağlantısı hem stratejik hem de ekonomik çıkarlar üzerine kuruludur ve bölgedeki enerji kaynaklarının geliştirilmesi, güvenlik işbirliği ve jeopolitik dengelerin korunması gibi konulara dayanmaktadır.
@@@@@@@
İngiltere’nin Kıbrıs ile bağlantısı ve hedefi nedir?
İngiltere’nin Kıbrıs ile bağlantısı ve hedefleri, tarihi, askeri ve stratejik kökenlere dayanmaktadır. İngiltere, Kıbrıs üzerindeki varlığını ve etkisini uzun yıllardır korumaktadır ve bu ilişki, adanın 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan İngiltere’nin yönetimine geçmesiyle başlamıştır. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra da İngiltere, adadaki varlığını ve etkisini sürdürmüştür.
1. Tarihi ve Hukuki Bağlantı
İngiltere, Kıbrıs’ın bağımsızlığını kazandığı 1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları kapsamında, Kıbrıs’ın garantör devletlerinden biridir. Bu antlaşmalar çerçevesinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan ile birlikte Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini garanti eden ülkelerden biridir. Bu durum İngiltere’ye, Kıbrıs’ta yaşanacak herhangi bir iç veya dış tehdit durumunda müdahale etme hakkı tanımaktadır.
2. Askeri Varlık ve Egemen Üs Bölgeleri
İngiltere, Kıbrıs’ta önemli askeri üs bölgelerine sahiptir. Ada üzerinde bulunan iki “Egemen Üs Bölgesi” (Sovereign Base Areas), Akrotiri ve Dhekelia üsleridir. Bu üsler, İngiltere’nin sadece Kıbrıs’taki değil, aynı zamanda Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarları açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle Orta Doğu’daki gelişmeler ve bölgesel güvenlik tehditleri bağlamında bu üsler, İngiltere’nin askeri operasyonlarında kritik rol oynamaktadır.
3. Stratejik ve Jeopolitik Hedefler
İngiltere’nin Kıbrıs’taki stratejik hedefleri, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik dengelerle yakından ilişkilidir. İngiltere hem NATO üyesi olarak hem de bölgedeki diğer aktörlerle iş birliği yaparak, bölgesel güvenliği sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ve enerji projeleri de İngiltere’nin Kıbrıs ile olan ilişkilerini etkileyen unsurlar arasındadır.
İngiltere’nin Kıbrıs’taki üsleri, Avrupa ve Orta Doğu arasında önemli bir bağlantı noktası olma özelliği taşıyor. Bu üsler, İngiltere’nin küresel askeri operasyonlarında bir “öncü üs” işlevi görmekte, özellikle Suriye, Irak gibi çatışma bölgelerine yakınlığı nedeniyle operasyonel avantajlar sunmaktadır.
4. Brexit Sonrası Durum
Brexit sonrasında, İngiltere’nin Avrupa Birliği ile olan bağlarının zayıflaması, Kıbrıs ile ilişkilerinde de bazı yeni dinamiklere yol açmıştır. Kıbrıs, hâlâ bir AB üyesi olarak kalırken, İngiltere’nin AB ile dış politika koordinasyonu sınırlanmıştır. Ancak, İngiltere Kıbrıs’taki üslerini koruyarak hem bölgedeki varlığını sürdürmeye hem de AB ile stratejik ilişkiler geliştirmeye devam etmektedir.
5. Kıbrıs Sorunundaki Rolü
İngiltere, Kıbrıs’taki Türk ve Rum toplumları arasındaki çözüm sürecinde aktif bir rol oynamaktadır. Garantör devlet olarak, Kıbrıs sorununun çözümü için yürütülen müzakerelerde arabulucu ve gözlemci rol üstlenmiştir. İngiltere, adada kalıcı bir barış ve siyasi çözüm sağlanması yönündeki uluslararası çabaları desteklemektedir.
6. Ekonomik İlişkiler
İngiltere, Kıbrıs ile güçlü ekonomik ilişkilere sahiptir. İki ülke arasında turizm, eğitim ve ticaret alanlarında yoğun bir iş birliği bulunmaktadır. Özellikle Kıbrıs’ta yaşayan büyük İngiliz topluluğu ve adaya gelen İngiliz turistler, ekonomik ilişkilerin önemli bir parçasıdır.
7. İngiltere’nin Kıbrıs’taki Hedefleri
İngiltere’nin Kıbrıs’taki başlıca hedeflerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Askeri ve Stratejik Varlık: Kıbrıs’taki üsler aracılığıyla bölgesel güvenlik ve askeri operasyonlara destek sağlamak.
Jeopolitik Etki: Doğu Akdeniz’deki enerji ve güvenlik politikalarını etkilemek ve AB ile işbirliğini sürdürmek.
Barış Süreci: Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunmasını desteklemek.
Ekonomik ve Sosyal İlişkiler: Kıbrıs ile ticaret, turizm ve eğitim alanındaki bağları geliştirmek.
Sonuç olarak, İngiltere’nin Kıbrıs ile olan bağlantısı tarihi, askeri ve stratejik temellere dayanmakta olup, adadaki üsleri ve garantör devlet rolü çerçevesinde Doğu Akdeniz’deki etkisini sürdürmeye çalışmaktadır.
@@@@@@
ABD’nin İngiltere’nin Kıbrıs ile bağlantısı ve hedefi nedir?
ABD’nin İngiltere’nin Kıbrıs ile olan bağlantısındaki rolü ve hedefleri, küresel stratejik çıkarlar, NATO işbirliği, bölgesel güvenlik ve enerji politikaları çerçevesinde şekillenmektedir. ABD, Doğu Akdeniz bölgesinde önemli bir güç olarak, hem İngiltere’nin Kıbrıs’taki stratejik varlığına destek vermekte hem de Kıbrıs’ın kendisiyle doğrudan ilişkiler geliştirmektedir.
1. İngiltere’nin Kıbrıs’taki Askeri Üsleri ve ABD İş birliği
İngiltere’nin Kıbrıs’taki Akrotiri ve Dhekelia üsleri, ABD için de stratejik önem taşımaktadır. Bu üsler, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki Amerikan askeri operasyonlarına lojistik destek sağlama kapasitesine sahiptir. ABD, İngiltere’nin Kıbrıs’taki üslerini, özellikle Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz’deki güvenlik operasyonları için dolaylı olarak kullanabilmektedir.
İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri varlığı, NATO’nun bölgedeki stratejik çıkarlarıyla da örtüşmektedir. ABD ve İngiltere, NATO müttefikleri olarak bu üsler üzerinden koordinasyon sağlamakta ve bölgedeki güvenlik dengesini koruma hedefi taşımaktadır.
2. Doğu Akdeniz’deki Güvenlik ve Enerji Politikaları
ABD, Doğu Akdeniz bölgesinde artan jeopolitik gerilimler nedeniyle hem enerji hem de güvenlik politikalarına özel bir önem vermektedir. Kıbrıs, bölgedeki doğal gaz rezervleriyle ABD’nin enerji stratejisinde kritik bir role sahiptir. ABD, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasında geliştirilen EastMed boru hattı projesini desteklemektedir ve bu projenin Avrupa’nın enerji güvenliğini artırma potansiyeline büyük önem vermektedir. ABD, bu projede İngiltere’nin desteğini ve Kıbrıs’taki üslerini stratejik bir kaldıraç olarak görmektedir.
ABD, aynı zamanda Kıbrıs’ın bölgedeki stratejik konumunu ve enerji kaynaklarını korumak amacıyla Türkiye ile yaşanan gerilimleri dengelemek için diplomatik çabalar göstermektedir. İngiltere’nin Kıbrıs üzerindeki etkisi, ABD’nin bölgedeki çıkarlarıyla uyumlu bir biçimde hareket etmesini kolaylaştırmaktadır.
3. NATO ve Bölgesel Güvenlik İş birliği
ABD, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de NATO’nun çıkarlarını koruma amacındadır. İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri varlığı, NATO’nun bölgedeki etkisini sürdürmesine olanak tanır. ABD, bu üslerin NATO operasyonları için stratejik önemini farkındadır ve İngiltere ile bu konuda iş birliğini sürdürmektedir. Kıbrıs’ta bulunan üsler, ABD’nin özellikle Orta Doğu’daki askeri operasyonlarına destek sağlamak açısından kritik bir rol oynamaktadır.
4. Kıbrıs Sorununda Rolü
ABD, Kıbrıs sorununun çözümünde aktif bir diplomatik rol oynamış ve oynamaya devam etmektedir. ABD, İngiltere’nin Kıbrıs üzerindeki garantör devlet rolünü desteklemekte ve Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumları arasında bir çözüm bulunması için uluslararası toplumla birlikte çalışmaktadır. Bu bağlamda, ABD, Kıbrıs’taki her iki toplumun da siyasi ve ekonomik çıkarlarını göz önünde bulunduran bir çözüm formülü geliştirilmesine yardımcı olmaya çalışmaktadır.
ABD’nin, İngiltere’nin Kıbrıs ile olan ilişkisine yönelik hedeflerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Bölgesel Güvenlik ve NATO İşbirliği: İngiltere’nin Kıbrıs’taki askeri üslerinin NATO’nun ve ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki operasyonlarına katkıda bulunmasını sağlamak.
Enerji Güvenliği: Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının güvenliğini sağlamak ve Avrupa’nın enerji bağımsızlığını artırma hedefini desteklemek.
Stratejik Denge: Kıbrıs üzerinden Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilimlerde diplomatik bir denge sağlamak ve bölgedeki istikrarı korumak.
Kıbrıs Sorunu: Adada kalıcı bir çözüm bulunmasını teşvik etmek ve bölgesel barışı sağlamak için diplomatik çabaları desteklemek.
Sonuç olarak, ABD, İngiltere’nin Kıbrıs’taki varlığını ve adadaki stratejik çıkarlarını hem güvenlik hem de enerji politikaları açısından desteklemektedir. Kıbrıs, ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki stratejik hedeflerine ulaşmasında önemli bir bölge olarak değerlendirilmektedir ve İngiltere ile bu alanda yakın iş birliği sürdürülmektedir.
@@@@@@
İngiltere, ABD ve İsrail’in Kıbrıs işgal etme planı var mı?
Bu ülkelerin Kıbrıs ile ilişkileri, daha çok stratejik, ekonomik, askeri ve diplomatik iş birlikleri çerçevesinde yürütülmektedir. Kıbrıs, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik konumu ve enerji kaynakları açısından önemli bir ülke olduğundan, bu ülkelerin ilgisini çekmektedir; ancak bu ilgi, genellikle diplomasi, savunma iş birlikleri ve enerji projeleri üzerinde yoğunlaşmıştır.
1. İngiltere
İngiltere, Kıbrıs’ta Egemen Üs Bölgeleri olan Akrotiri ve Dhekelia’da kalıcı askeri üs bulundurmaktadır. Bu üsler, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmasıyla yapılan antlaşmalar çerçevesinde İngiltere’ye verilmiştir. İngiltere’nin bu üsleri kullanma hakkı, uluslararası anlaşmalarla sabittir ve Kıbrıs hükümetiyle uzlaşı çerçevesinde sürdürülmektedir.
2. ABD
ABD, Kıbrıs ile güçlü diplomatik ve askeri ilişkiler sürdürmekte, adadaki barış sürecine destek vermekte ve Doğu Akdeniz’deki enerji ve güvenlik çıkarlarını diplomatik yollarla takip etmektedir. ABD, ayrıca Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarını destekleyen bir tutum sergilemektedir. Kıbrıs’ta herhangi bir askeri varlığı bulunmayan ABD, bölgedeki NATO müttefikleriyle iş birliği yaparak güvenlik politikalarını şekillendirmektedir.
3. İsrail
İsrail, Kıbrıs ile enerji, savunma ve ekonomik alanlarda yakın iş birliği yapmaktadır. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz projeleri gibi konularda İsrail, Kıbrıs’la stratejik ortaklık geliştirmiştir ve iki ülke arasındaki ilişkiler, karşılıklı çıkarlar doğrultusunda şekillenmektedir. İsrail’in Kıbrıs’la askeri iş birliği de savunma alanında eğitim ve ortak tatbikatlarla sınırlıdır.
4. Kıbrıs Sorunu ve Garantör Ülkeler
Kıbrıs sorunu, 1974’ten beri çözümsüz bir şekilde devam etmektedir ve adada bir Türk ve bir Rum kesimi bulunmaktadır. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ın bağımsızlığını garanti eden ülkeler olarak, adadaki sorunların çözümüne destek vermekle yükümlüdür. Her ne kadar Türkiye, 1974’te Kıbrıs’ta bir askerî harekât düzenlemiş olsa da bu harekât Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkiye’nin kontrolünde bir Kıbrıs Türk yönetimi kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
Sonuç:
Bu ülkeler, Kıbrıs ile olan ilişkilerini daha çok bölgesel güvenlik, enerji işbirliği ve diplomatik çabalar üzerinden yürütmektedir.
Ruhlar aleminde bu işin mutlaka öncesi vardır.
Her şey olabilirken, bir şey olmak ve olabilmek.
Bir lütuf ve ihsan.
Seçilmişlik…
Efendimiz neden İsmail’den de, İshak’tan değil?
On binden fazla din var.
Müslüman doğarken Müslüman yaşayıp Müslüman ölmek.
Veya yaşamayıp Müslüman ölmemek.
Yamyam olmak, ineğe ve fareye tapmak. VS.
Neden?
Taş, bitki, hayvan olabilme ihtimaline karşı insan olmak.
Anne karnındaki çocuğun öncesini ve sonrakini tanımlaması benzer durumdayız.
Benden önce 4 kardeşim ölmüş ve ben ilkiyim, benden sonra 3 kişi daha var.
Olayın hem bana hem de 3 kişiye bakan yönü var.
Ölenler için kaderin takdiri de ayrı.
Kehf Suresi. 60-82. ayetler arası 3 olay çok düşündürücü.
-Maya, tinet, karakter, yapı, değer, takdir…
-Niye dünyanın zorlu şartları ile karşı karşıya bırakıldık. Buraya geldik.
Neden?
Tıpkı Kaktüsler misali.
-“Meksika’da çölde yetişen bir tür kaktüs vardır. Agave Kaktüsü…
Bu kaktüs tekilanın hammaddesi olduğu gibi, yapraklarında da Sisal denen ipeksi bir iplik var ve ipekten daha pahalı bir kumaşın yapımında kullanılır.
Bir gün bir işadamı bu kaktüslere yatırım yapmaya karar verir.
Büyük bir fabrika kurar, büyükçe ve verimli bir tarlada kaktüsleri yetiştirmeye başlar.
Kaktüsleri orada daha büyük ve daha bol yapraklı yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapar.
Kaktüsleri bol vitaminler ve zenginleştirilmiş gübrelerle besler.
Çabaları sonuç verir, daha iri ve yaprakları daha büyük bitkiler elde eder.
Sıra yaprakların içindeki iplikleri toplamaya gelir. İlginç bir olayla karşılaşırlar; hemen hemen tüm kaktüslerde bu iplikler kaybolmuştur!
Yapraklar daha iri olmuş ama içlerindeki iplikler kaybolmuş.
Buna bir türlü anlam veremez ve iş adamı büyük bir zararla fabrikayı kapatmak zorunda kalır.
Ama olayın sebebini öğrenmek ister ve sorunun peşini bırakmaz. Sonuçta Amerikalı bir bitki biyoloğu ile anlaşır.
Bitki biyoloğu çöle gider, bu tür kaktüslerden birinin yanında çadır kurar ve bir-iki ay kaktüsü gözlemler, inceler ve sonuçta bir rapor yazar.
Raporda şu ifade yer alır;
“…bu ipliklerin ortaya çıkma sebebi çölün çetin ve zor koşullarıdır.
Siz bu kaktüsü rahat bir ortama yerleştirmekle bu yeteneğinden etmişsinizdir…. “
Çocuk yetiştirirken, eğer ona kötülük yapmak istiyorsanız her istediğini verin.
Eğer iyilik yapmak istiyorsanız, bırakın bazı sorunlarını kendisi çözmeye çalışsın…
Bunu Yaparken de kendisini geliştirsin…Anooshirvan Miandji.
-“Çinliler barış içinde yaşamaya karar verdiklerinde büyük Çin Seddi’ni inşa ettiler. Yüksekliğinden dolayı hiç kimselerin tırmanamayacaklarını düşündüler…
Fakat, inşasından sonraki 100 yılda Çinliler
3 misli daha fazla işgale uğradılar.
Düşman piyade askerlerinin, hiçbir zaman duvara tırmanma ya da duvarı yıkmaya ihtiyaçları olmadı.
Çünkü, her zaman muhafızlara rüşvet verdiler ve kapılardan girdiler.
Çinliler yüksek ve kalın duvar inşa etmişlerdi; fakat duvar muhafızlarının karakterlerini inşa edememişlerdi.
Netice olarak, insan karakterini inşa etmek farklı ve önemli…
Her şeyin inşasından önce gelir.
Yeni neslin bugünkü ihtiyacı işte budur.
Bir devlet adamının dediği gibi; “Eğer bir milletin medeniyetini tahrip etmek istiyorsanız 3 yol var;
* Aile yapısını tahrip edin.
* Eğitim sistemini tahrip edin.
* Hedeflerini küçümseyin, yerli sanayisini tahrip edin, borçlandırın, gelecek kaygısı çıkarın.”
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap’ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.
Ancak Serap’ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir’e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.
Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
-”Doktor bey,” dedi. ”Ben size…dargınım.” ”Niçin?” diye sordum.
-”Siz…dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH ‘ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?”
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O’nu üzmemeye çalışarak:
–”Doktora ulaşmak kolaydır” dedim. ”Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın…”
Konuşmaya mecali olmadığından “Ben o isteği duyuyorum” manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler “hızlandırılmalı öğretime” dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:
-”Doktor bey,” dedi. ”Ben ölürken ne söylemeliyim?”
-”Senin durumun çok özel” dedim. ”Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ”Muhammed” (s.a.v) sana yeter.”
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap’a sürekli morfin yapıyor ve O’nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-”Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor.” dedi. “Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. “Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste “Muhammed” diyemezsem?.
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap’ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.
Ertesi gün O’na:
-”Hiç korkma!” dedim. “İğneyi vurdurabilirsin.
Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-”Doktor bey…Azrail bana nasıl görünecek?”
-”Kızım,” dedim. “O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir.”
Salı günü Serap’ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-”Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!” dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve “yataktan kalkması imkansız” denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor bey’e söyleyin, dedi. Azrail, O’nun söylediğinden de güzelmiş!…
Osmanlı İmparatorluğu, 1299 yılında Osman Gazi tarafından kurulan ve 1922 yılına kadar varlığını sürdüren büyük bir imparatorluktu. Yaklaşık 600 yıllık bir geçmişe sahip olan Osmanlı, zirve döneminde üç kıtaya yayılan geniş topraklarıyla dünyanın en güçlü devletlerinden biri haline gelmişti. İstanbul’un fethi (1453) ile Doğu Roma İmparatorluğu’na son veren Osmanlı, Sultan II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) önderliğinde imparatorluk statüsüne ulaşmıştır.
Osmanlı’nın en parlak dönemi, Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde yaşanmıştır. Bu dönemde Osmanlı, Avrupa, Asya ve Afrika’nın geniş bölgelerini kontrol etmiş, hem askeri hem de kültürel anlamda büyük bir güç haline gelmiştir. Devletin yönetim sistemi, merkeziyetçi yapısı, etkili idari ve askeri kurumları ile güçlü bir bürokrasiye sahipti.
Ancak, 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu, iç karışıklıklar, ekonomik sorunlar ve Avrupa’daki güç dengelerindeki değişiklikler nedeniyle yavaş yavaş gerilemeye başladı. 19. yüzyılda Osmanlı, “Hasta Adam” olarak anılmaya başlandı ve toprak kayıpları hızlandı. 1. Dünya Savaşı’nın ardından, 1922 yılında resmen sona erdi ve yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Osmanlı İmparatorluğu, hukuk, sanat, mimari ve kültürel alanlarda önemli miraslar bırakmıştır. Osmanlı mimarisi, özellikle Mimar Sinan gibi büyük mimarların eserleri ile tanınır. Ayrıca Osmanlı’nın hoşgörü politikası, farklı din ve milletlerin bir arada yaşadığı kozmopolit bir toplum yapısına da olanak sağlamıştır.
@@@@@@@@
Büyük Türkiye
“Büyük Türkiye” kavramı, Türkiye’nin ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel açıdan güçlü bir devlet olma idealiyle ilişkilidir. Bu kavram, Türkiye’nin bölgesel ve küresel ölçekte etkili, bağımsız ve güçlü bir ülke olma hedefini ifade eder. “Büyük Türkiye” fikri, tarihi ve kültürel mirasıyla öne çıkan bir ülkenin, modern dünyanın dinamiklerine ayak uydurup, kendi çıkarlarını koruyarak bölgesinde ve dünyada lider bir rol üstlenme amacını yansıtır.
Bu kavramın içini dolduran temel unsurlar şunlardır:
1. Ekonomik Güç: Türkiye’nin güçlü bir ekonomiye sahip olması, teknolojik gelişmelere ayak uydurması ve küresel ticarette söz sahibi olması büyük Türkiye ideali için önemlidir. Yüksek ihracat, sanayi ve tarımda üretim kapasitesi artırılması, enerji kaynaklarının etkin kullanımı bu hedeflerin bir parçasıdır.
2. Askeri Güç: Türkiye, coğrafi konumu gereği önemli bir stratejik konuma sahiptir. Bu nedenle güçlü bir savunma sanayisine sahip olmak, caydırıcı bir ordu bulundurmak ve bölgesel güvenliği sağlayabilecek kapasitede olmak, büyük Türkiye’nin temel taşlarından biridir. Milli savunma sanayisinin gelişimi ve Türkiye’nin NATO’daki rolü bu bağlamda öne çıkar.
3. Siyasi Bağımsızlık ve Etkin Diplomasi: Büyük Türkiye, bağımsız bir dış politika yürütmek, uluslararası ilişkilerde söz sahibi olmak ve kendi ulusal çıkarlarını koruyarak dünya düzenine katkı sağlamakla mümkündür. Bu ideal, Türkiye’nin komşu ülkelerle ilişkilerini güçlendirmesini, bölgesel barışın sağlanmasına yönelik adımlar atmasını ve küresel sorunlara çözüm önerileri sunmasını içerir.
4. Kültürel ve Tarihi Miras: Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve daha eski medeniyetlerin mirasını taşıyan bir ülkedir. Bu mirasın korunması, dünyaya tanıtılması ve Türkiye’nin kültürel diplomasi yoluyla etkisini artırması, büyük Türkiye idealinin önemli bir parçasıdır.
5. Bilim, Teknoloji ve Eğitim: Büyük bir Türkiye, eğitimde kaliteyi artırmayı, bilimsel araştırmaları teşvik etmeyi ve teknolojik yeniliklerle kendini güçlendirmeyi hedefler. Yüksek teknoloji üreten bir ülke olmak, bilgiye dayalı bir ekonomiye sahip olmak bu yolun gerekliliklerindendir.
Son yıllarda, Türkiye’nin dış politikadaki aktif rolü, savunma sanayisindeki yerli üretim hamleleri ve bölgesel güç olma yolundaki adımları, bu “Büyük Türkiye” vizyonunun hayata geçirilmesine yönelik çabalar olarak yorumlanabilir.
@@@@@@1@
İttihadı İslam
İttihad-ı İslam (İslam Birliği), Müslümanlar arasında siyasi, ekonomik ve sosyal birlik sağlama ideali üzerine kurulu bir düşünce akımıdır. Bu kavram, İslam dünyasındaki ülkeler ve topluluklar arasında dayanışma, birlik ve ortak hareket etme fikrini savunur. İttihad-ı İslam, özellikle 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma döneminde güçlenmiştir. Bu dönemde, İslam dünyası Batı’nın sömürgecilik faaliyetlerine maruz kalırken, İslam ülkeleri arasındaki parçalanmışlık daha belirgin hale gelmişti.
İttihad-ı İslam’ın Temel İlkeleri
1. Müslümanların Birliği: İttihad-ı İslam, mezhep farkı gözetmeksizin tüm Müslümanların birleşmesini savunur. Bu fikir, İslam coğrafyasında mevcut olan ayrılıkların ve çatışmaların sona erdirilmesini amaçlar. Özellikle ümmet kavramı çerçevesinde Müslümanların ortak bir hedef etrafında toplanması gerektiği vurgulanır.
2. Siyasi ve Ekonomik Bağımsızlık: İttihad-ı İslam, İslam dünyasının siyasi ve ekonomik bağımsızlığını elde etmesini savunur. Batı sömürgeciliğine ve emperyalizmine karşı Müslüman ülkelerin birlikte hareket ederek güçlenmesi gerektiği düşünülür.
3. Batıya Karşı Mücadele: Bu fikir, İslam dünyasının Batı kültürünün etkisine ve sömürgecilik girişimlerine karşı korunmasını içerir. 19. yüzyılda özellikle Osmanlı aydınları arasında Batı’ya karşı İslami bir direniş fikri güçlenmiştir.
4. Osmanlı İmparatorluğu’nun Liderliği: 19. yüzyılın sonlarında İttihad-ı İslam, Osmanlı İmparatorluğu tarafından da benimsendi. Sultan II. Abdülhamid, İslam Birliği fikrini özellikle dış politikada bir araç olarak kullanmış ve Osmanlı’nın İslam dünyasının lideri olarak kabul edilmesini sağlamaya çalışmıştır. Abdülhamid, İslam dünyasındaki Müslümanların Osmanlı’nın liderliği altında birleşmesini sağlayarak, Osmanlı’nın Batı’ya karşı daha güçlü bir duruş sergileyebileceğini düşünmüştür.
5. İslam Hukuku ve Değerleri: İttihad-ı İslam, İslam dünyasında sosyal ve hukuki düzenin İslam’ın temel prensiplerine göre yeniden yapılandırılması gerektiğini savunur. Bu fikir, Batı kaynaklı modern hukuk sistemlerine karşı İslam hukukunun uygulanmasını öngörür.
İttihad-ı İslam’ın Tarihi Gelişimi
19. Yüzyıl ve Osmanlı Dönemi: İttihad-ı İslam fikri, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı emperyalizmi karşısında zayıfladığı dönemde önem kazanmıştır. Osmanlı aydınları ve yöneticileri, Müslüman dünyasının Osmanlı’nın himayesi altında birleşmesi gerektiğini savunmuşlardır. II. Abdülhamid, bu politikayı bir dış politika aracı olarak etkin bir şekilde kullanmış ve Hindistan, Orta Doğu, Kuzey Afrika gibi İslam coğrafyasındaki Müslümanlarla ilişkileri güçlendirmiştir.
20. Yüzyıl: Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından İttihad-ı İslam fikri çeşitli İslamcı hareketler tarafından benimsendi. 20. yüzyıl boyunca, Panislamizm ve İslam birliği düşüncesi, modern İslamcı hareketler içinde önemli bir yer tutmaya devam etti. Birçok İslamcı lider ve düşünür, İslam ülkelerinin bağımsızlığı ve birliği için çalışmışlardır.
Günümüzde İttihad-ı İslam
Günümüzde İttihad-ı İslam düşüncesi, birçok İslam ülkesi ve topluluğunun gündeminde yer almakta, özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası örgütlerle bu birliği sağlama çabaları devam etmektedir. Ancak mezhepsel farklılıklar, siyasi çıkar çatışmaları ve dış güçlerin müdahaleleri, bu birliğin tam anlamıyla sağlanmasını zorlaştırmaktadır.
Özetle, İttihad-ı İslam fikri, Müslümanların tarih boyunca yaşadığı parçalanmışlık ve dış tehditlere karşı bir araya gelerek daha güçlü bir siyasi ve ekonomik varlık oluşturma idealini temsil eder.
@@@@@@@@@
Simon yıldızı
“Simon Yıldızı” ifadesi, tarihsel ya da dini literatürde bilinen bir terim değildir. Ancak, “Simon” ismi çeşitli tarihi figürlerle ve “yıldız” sembolüyle ilişkilendirilebilecek birkaç farklı anlam taşıyabilir. Bunlardan biri, Simon bar Kokhba (Kokhba İsyanı) olabilir.
Simon bar Kokhba İsyanı (132-136 CE)
Simon bar Kokhba, Roma İmparatorluğu’na karşı Yahudi direniş hareketine liderlik eden önemli bir figürdü. İsyan, 132-136 yılları arasında gerçekleşti ve Roma İmparatorluğu’nun Yahudiye bölgesinde büyük bir ayaklanmaya yol açtı. Bar Kokhba, Yahudiler arasında bir kurtarıcı ve mesih olarak görülüyordu ve bu isyanın sonunda bağımsız bir Yahudi devleti kurulması umuluyordu. Ancak, Roma’nın sert müdahalesiyle isyan bastırıldı ve Yahudiye’deki Yahudi nüfusunun büyük bir kısmı sürgüne gönderildi.
“Yıldız” kelimesi, bar Kokhba ismiyle ilişkilendirilebilir çünkü “Kokhba” İbranice’de “yıldız” anlamına gelir. Bu, Yahudi halkının bar Kokhba’yı Mesih olarak görmesi ve onun gökyüzünde parlayan bir yıldız gibi bir kurtarıcı olmasını beklemeleriyle bağlantılıdır.
Diğer Anlamlar
Simon ismi Hristiyanlıkta da yaygın olarak kullanılır ve özellikle İncil’deki çeşitli figürlerle ilişkilendirilir. Ancak “Simon Yıldızı” ifadesi doğrudan bir İncil hikayesi ya da Hristiyan sembolizmiyle ilişkili değildir.
Eğer başka bir bağlamda “Simon Yıldızı” terimini duymuşsanız ya da farklı bir konuya işaret ediyorsanız, daha fazla bilgi verirseniz konuyu daha iyi anlayabilirim.
@@@@@@@
Davut yıldızı
Davut Yıldızı (İbranice: מָגֵן דָּוִד, Magen David), Yahudi kültürünün en tanınan sembollerinden biridir. Altı köşeli bir yıldız olan bu sembol, iki eşkenar üçgenin üst üste gelmesiyle oluşur. Yahudilikle ve Yahudi halkıyla sıkça ilişkilendirilir, ancak tarih boyunca farklı kültürlerde ve dinlerde de kullanılmıştır.
Davut Yıldızı’nın Anlamı ve Tarihçesi
1. Yahudi Kültüründe Kullanımı:
Magen David ismi İbranice’de “Davut’un Kalkanı” anlamına gelir. Yahudi geleneğinde bu sembolün Kral Davut’un (David) savaşlarda kullandığı kalkanı temsil ettiği düşünülür. Ancak bu ilişki, tarihi belgelerle doğrulanmış değildir ve daha çok efsanelere dayanır.
Davut Yıldızı, Yahudiliğin sembolü olarak 17. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Modern Yahudilikle en çok özdeşleştirilen sembollerden biri haline gelmiştir ve özellikle sinagoglar, mezar taşları, bayraklar gibi çeşitli yerlerde görülür.
19. yüzyılda Davut Yıldızı, Siyonist hareket tarafından Yahudi kimliğinin ve birliğinin bir simgesi olarak kullanılmıştır. İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra, Davut Yıldızı İsrail bayrağının ortasında yer almıştır ve Yahudi kimliğinin önemli bir sembolü haline gelmiştir.
2. Sembolizmi:
Mistik Anlamlar: Bazı mistik Yahudi öğretilerinde (Kabala), altı köşeli yıldızın altı yönü (kuzey, güney, doğu, batı, yukarı ve aşağı) ve Tanrı’nın bu yönlerdeki varlığına işaret ettiği söylenir. Ortada kalan boşluk ise Tanrı’nın birliğini ve evrensel kontrolünü simgeler.
Yahudi Halkı ve Tanrı İlişkisi: Üçgenlerden biri Tanrı’yı, diğeri ise Yahudi halkını temsil eder. Bu iki üçgenin birleşmesi, Yahudilerin Tanrı ile olan manevi bağını sembolize eder.
3. Tarihsel Kullanımı:
Davut Yıldızı, yalnızca Yahudi sembolizmiyle sınırlı kalmamış, eski Mısır ve Hindistan gibi çeşitli kültürlerde de farklı anlamlarla kullanılmıştır. Orta Çağ’da Avrupa’da bazı Hristiyanlar tarafından da kullanıldığı bilinmektedir.
Nazi Almanyası döneminde Davut Yıldızı, Yahudilerin kimliklerini belirtmek amacıyla sarı bir arma olarak zorla kullanılmaya başlandı. Bu uygulama, Yahudi halkının maruz kaldığı zulüm ve soykırımı simgeleyen acı bir hatıra haline gelmiştir.
4. Modern Kullanımı:
Bugün Davut Yıldızı, Yahudiliğin uluslararası tanınan bir sembolü olarak kabul edilir. İsrail Devleti’nin bayrağında yer almasının yanı sıra, Yahudi toplulukları arasında dini ve kültürel bir simge olarak kullanılmaktadır. Sinagoglar, Yahudi mezarlıkları, Yahudi takıları ve hatta günlük eşyalar üzerinde de bu sembole rastlanabilir.
Davut Yıldızı, Yahudiliğin uzun tarihini ve Yahudi kimliğinin evrensel simgelerinden biri olarak kabul edilen güçlü bir sembol olarak varlığını sürdürmektedir.
@@@@@@@@
Siyonizm devleti ve Toroslar
Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve Yahudi halkının, özellikle Filistin topraklarında (bugünkü İsrail) yeniden bir devlet kurma hareketidir. Theodor Herzl gibi düşünürlerin önderliğinde şekillenen bu siyasi ve milli hareket, Yahudilerin tarihi vatanları olan İsrail topraklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı amaçlamıştır. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla bu amaç büyük ölçüde gerçekleşmiştir.
Siyonizm Devleti: İsrail
1. Siyonizm’in Doğuşu:
19. yüzyılın sonunda, Avrupa’daki Yahudi halkı, antisemitizm ve pogromlar gibi ciddi zulümlerle karşı karşıya kalıyordu. Bu baskılar, Yahudi entelektüellerini ve liderlerini kendi ulusal devletlerini kurma fikrine yönlendirdi.
Siyonist düşünce, Yahudilerin tarihsel ve dini bağları olan Filistin’e (o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir bölge) göç etmelerini ve burada bir Yahudi devleti kurmalarını savundu.
1897’de Theodor Herzl tarafından organize edilen İlk Siyonist Kongre’de, Yahudilerin Filistin’de bir vatan kurması gerektiği kararlaştırıldı.
2. İsrail Devleti’nin Kurulması:
II. Dünya Savaşı ve Nazi Almanyası’nın Yahudilere uyguladığı soykırım (Holokost), Siyonist hareketin hızlanmasına yol açtı. Yahudilerin kendilerini koruyabilecekleri bir devlete olan ihtiyaç daha da acil hale geldi.
1948 yılında Birleşmiş Milletler’in onayıyla Filistin topraklarında İsrail Devleti kuruldu. Ancak bu süreç, Filistin halkıyla uzun süren ve halen devam eden çatışmalara yol açtı. İsrail’in kurulması, Siyonist hareketin temel hedefinin gerçekleşmesi olarak görüldü.
3. Siyonizm ve İsrail’in Modern Politikası:
Siyonizm, bugün hala İsrail devletinin temel dayanaklarından biri olarak kabul edilir. Ancak modern Siyonizm, orijinal hareketten farklı bir noktaya evrilmiştir ve günümüzde çeşitli siyasi akımlar arasında farklı yorumlarla uygulanmaktadır.
İsrail devleti, Yahudi halkının güvenliği ve ulusal kimliğinin korunması amacıyla Siyonist ideallere dayalı politikalar uygulamaktadır. Ancak bu politikalar, özellikle Filistin-İsrail çatışması bağlamında tartışmalı bir konu olmayı sürdürmektedir.
Toroslar ve Siyonizm Bağlantısı
Toros Dağları, Türkiye’nin güneyinde yer alan büyük bir dağ silsilesidir ve Siyonizm ile doğrudan bir bağı yoktur. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, Filistin toprakları Osmanlı’ya bağlıydı ve bu dönemde Siyonist hareket Osmanlı topraklarına Yahudi yerleşimlerini teşvik ediyordu. Toroslar, Anadolu’nun önemli coğrafi unsurlarından biri olarak Osmanlı ve sonrasında Türkiye tarihindeki stratejik öneme sahip bir bölgedir.
Toroslar Osmanlı döneminde Siyonist hareketin Anadolu’nun çeşitli bölgeleriyle olan ilişkileri ya da bu bölgenin stratejik önemiyle ilgilidir.
@@@@@@@@@
Büyük Ermenistan
Büyük Ermenistan (Ermenice: Մեծ Հայք, Mets Hayk), tarihsel olarak Ermeni halkının kurduğu en geniş krallığı ifade eden bir kavramdır. Bu terim, günümüz Ermenistan Cumhuriyeti’nden çok daha büyük bir coğrafyayı kapsayan tarihsel bir devleti temsil eder ve özellikle Ermenilerin geçmişte yaşadığı toprakların genişliğini anlatmak için kullanılır.
Tarihi Büyük Ermenistan
1. Büyük Ermenistan Krallığı:
Büyük Ermenistan Krallığı, M.Ö. 321’den M.S. 428’e kadar varlığını sürdüren bir devletti. Bu krallık, Kafkaslar, Doğu Anadolu ve Batı İran’ın bazı bölgelerini içine alan geniş bir alanı kontrol ediyordu.
En geniş sınırlarına M.Ö. 1. yüzyılda Kral II. Tigran (Tigran Büyük) döneminde ulaşmıştır. Bu dönemde Ermeni Krallığı, Kuzey Mezopotamya, Suriye’nin bazı bölgeleri, Kilikya ve Kapadokya gibi alanları içeren güçlü bir bölgesel güç haline gelmişti.
II. Tigran, Roma İmparatorluğu ve Part İmparatorluğu gibi büyük güçler arasında denge politikası güderek Ermenistan’ın bağımsızlığını korumuştur. Ancak daha sonra Roma ile yapılan savaşlarda Ermeni Krallığı yenilgiye uğramış ve Roma İmparatorluğu’na bağlı bir devlet haline gelmiştir.
2. Ermeni Krallığı’nın Zayıflaması:
Roma’nın kontrolüne girmesiyle birlikte Büyük Ermenistan Krallığı, güç ve toprak kaybetmeye başladı. 428 yılında Ermeni Krallığı resmen sona erdi ve Ermenistan, Bizans İmparatorluğu ve Sasani İmparatorluğu arasında bölüşüldü.
Ermeniler, bu süreçte Hristiyanlığı kabul eden ilk halklardan biri oldular. 301 yılında Kral III. Tiridates döneminde Ermenistan, Hristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk devlet oldu. Bu durum, Ermeni kültürünün ve kimliğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Büyük Ermenistan Fikri ve Modern Siyasi Talepler
1. Büyük Ermenistan Hayali:
Tarihsel olarak Ermenilerin yaşadığı toprakları kapsayan “Büyük Ermenistan” fikri, 19. ve 20. yüzyıllarda Ermeni milliyetçi hareketlerinde tekrar gündeme gelmiştir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Ermeni milliyetçileri, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni devleti kurma talepleriyle öne çıkmışlardır.
Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve Persler arasında sıkışan Ermeniler, özellikle Rus Çarlığı’nın 19. yüzyılda Kafkaslar’daki yayılma politikası sırasında önemli bir nüfusa sahip oldular. Ancak bu dönemde Ermenilerin bağımsızlık talepleri, Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya ile zaman zaman çatışmalara neden oldu.
2. 1915 Olayları ve Ermeni Soykırımı İddiaları:
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, I. Dünya Savaşı sırasında, 1915 yılında Ermeni halkına yönelik zorunlu tehcir ve ölümler yaşandı. Bu olaylar, Ermeni Soykırımı olarak adlandırılan bir süreçle sonuçlandı. Ermeniler, bu dönemde yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiğini ve kendi tarihsel topraklarından sürüldüklerini iddia etmektedir. Türkiye bu iddiaları reddetmekte ve olayları savaş koşulları altında karşılıklı çatışmalar olarak tanımlamaktadır.
1915 olayları, Büyük Ermenistan idealiyle bağlantılı olarak günümüzde de Ermeni diasporası ve Ermenistan Devleti tarafından gündeme getirilmektedir. Ermeni milliyetçileri, Batı Ermenistan olarak adlandırdıkları Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinde hak iddia eden söylemler geliştirmiştir.
3. Sovyet ve Modern Ermenistan:
20. yüzyılın başlarında, Ermeni halkı için kısa süreliğine bağımsız bir devlet kuruldu (1918-1920), ancak bu devlet Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla ortadan kalktı ve Ermenistan, Sovyetler Birliği’ne bağlı bir cumhuriyet haline geldi. Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla, bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.
Modern Ermenistan Devleti, tarihsel Büyük Ermenistan topraklarının küçük bir kısmını kapsamakta olup, özellikle Azerbaycan ile Karabağ bölgesinde toprak anlaşmazlıkları yaşamaktadır.
Büyük Ermenistan’ın Geopolitik Boyutu
Türkiye ve Azerbaycan ile İlişkiler: Ermenistan’ın Büyük Ermenistan söylemi, özellikle Türkiye ve Azerbaycan ile olan ilişkilerde sorun yaratmıştır. Ermenistan’ın Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinde hak iddia ettiği yönündeki söylemler, iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmasını zorlaştırmıştır.
Dağlık Karabağ Sorunu: Ermenistan ile Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ bölgesi üzerinde yaşanan toprak anlaşmazlığı, bölgedeki jeopolitik gerilimlerin önemli bir kaynağıdır. 2020’de Ermenistan ve Azerbaycan arasında yeniden patlak veren çatışmalar, bu sorunun hala çözüme kavuşmadığını göstermektedir.
Sonuç
Büyük Ermenistan kavramı, tarihsel bir imparatorluğu ve Ermeni halkının geçmişte yaşadığı toprakları simgeleyen bir idealdir. Ancak bu ideal, modern siyasi gerçekliklerle örtüşmemekte ve özellikle Ermenistan’ın komşu ülkeleriyle olan ilişkilerini etkilemektedir. Ermenistan’ın bağımsızlık sonrası yaşadığı jeopolitik sorunlar, bu tarihe dayalı iddiaları ve çatışmaları da günümüze taşımaktadır.
@@@@@@@@
Büyük İsrail
Büyük İsrail (İbranice: ארץ ישראל השלמה, Eretz Yisrael Hashlema, yani “Tam İsrail Toprağı”), Siyonist ideolojinin bazı versiyonlarında ya da dini söylemlerde geçen, tarihsel olarak Yahudilere ait olduğuna inanılan geniş bir coğrafi alanı ifade eder. Bu kavram, modern İsrail Devleti’nin mevcut sınırlarını aşan, İncil’de (Tevrat’ta) geçen toprakları kapsamaktadır. Ancak Büyük İsrail fikri, modern İsrail Devleti’nin resmi politikası değil, daha çok dini, milliyetçi ya da radikal bazı gruplar tarafından savunulan bir idealdir.
Büyük İsrail’in Tarihsel ve Dini Kökenleri
1. Tevrat ve Büyük İsrail:
Büyük İsrail kavramı, Tevrat’ta (Tanah) Yahudilere vaat edilen toprakların sınırlarına dayanır. İncil’e göre, Tanrı Yahudi halkına Nil Nehri’nden (Mısır) Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir bölgeyi vaat etmiştir. Bu sınırlar, günümüzde İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan’ın kuzeybatısı ve Mısır’ın bazı bölgelerini kapsayan geniş bir alanı içerir.
Özellikle Yaratılış Kitabı ve Çıkış Kitabı gibi bölümlerde, Yahudi halkının Kenan diyarına (günümüzdeki Filistin ve İsrail toprakları) yerleşmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu dini referanslar, tarih boyunca Yahudi milliyetçiliğinin bazı kesimlerinde “Büyük İsrail” hayalini beslemiştir.
2. Siyonizm ve Büyük İsrail:
Siyonist hareketin 19. yüzyıl sonlarında başlamasıyla, Yahudilerin Filistin’de (o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası) bir Yahudi devleti kurma fikri güçlendi. Ancak modern Siyonist hareketin liderleri, esasen tarihi Filistin bölgesiyle sınırlı bir Yahudi devleti kurmayı amaçlamışlardır.
Büyük İsrail fikri, Siyonist hareketin ana akımından ziyade daha çok radikal sağcı Siyonist gruplar tarafından savunulmuştur. Bu gruplar, İsrail Devleti’nin sınırlarını genişletmesi gerektiğini savunarak, Yahudilerin Tanrı tarafından vaat edilen toprakları geri almasını istemişlerdir.
Büyük İsrail’in Modern Dönemdeki Anlamı
1. Altı Gün Savaşı (1967) ve İşgal Edilen Topraklar:
1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında İsrail, Ürdün, Suriye ve Mısır’a karşı büyük bir zafer kazandı. Bu savaş sonucunda İsrail, Doğu Kudüs, Batı Şeria, Golan Tepeleri, Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası’nı işgal etti. Bu topraklar, Büyük İsrail hayalini savunan bazı gruplar için önemliydi çünkü bu bölgeler Tevrat’ta vaat edilen toprakların bir kısmını oluşturuyordu.
Bu savaşın ardından, özellikle Batı Şeria ve Golan Tepeleri üzerindeki İsrail kontrolü, Büyük İsrail fikrini savunan kesimlerde bir zafer olarak görüldü. Ancak bu topraklar uluslararası hukuka göre işgal edilmiş bölgeler olarak kabul edilmekte ve İsrail ile Filistinliler arasında hala çözülemeyen bir çatışma kaynağıdır.
2. Yerleşimci Hareketi:
Batı Şeria’da Yahudi yerleşimciler tarafından kurulan yerleşim birimleri, Büyük İsrail idealinin günümüzdeki en somut ifadesidir. Yerleşimci hareketi, özellikle dini Siyonist gruplar tarafından desteklenmektedir ve bu hareketin savunucuları, Batı Şeria’nın Yahudi halkına Tanrı tarafından vaat edilmiş bir toprak olduğuna inanmaktadır.
Bu yerleşim birimleri, İsrail-Filistin barış görüşmelerinin önündeki en büyük engellerden biri olarak görülmektedir. Çünkü Batı Şeria, Filistinliler tarafından gelecekte kurulması planlanan Filistin Devleti’nin toprakları olarak talep edilmektedir.
3. Siyasi ve Dini Gruplar:
İsrail’de, Büyük İsrail’i savunan siyasi partiler ve gruplar bulunmaktadır. Bu partiler genellikle sağ ya da aşırı sağcıdır ve dini referanslarla genişlemeci politikaları savunurlar. Ancak İsrail hükümetinin resmi politikası, uluslararası sınırlarla ilgili konularda daha temkinli bir tavır almayı tercih etmektedir.
Likud Partisi gibi sağcı partiler zaman zaman genişlemeci söylemler kullanmakla birlikte, Büyük İsrail’in kurulması yönünde açıkça bir politika izlememektedir. Ancak radikal dini ve milliyetçi gruplar bu fikri desteklemeye devam etmektedir.
Büyük İsrail’in Jeopolitik ve Bölgesel Etkileri
1. Filistin Sorunu:
Büyük İsrail fikri, özellikle Filistin toprakları üzerinde hak iddia eden radikal Siyonist gruplar tarafından kullanıldığı için, İsrail-Filistin çatışmasının temelindeki gerilimleri daha da derinleştiriyor. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri, Filistin’in bağımsızlık talebine ve iki devletli çözüm arayışına karşı bir tehdit olarak görülüyor.
Bu nedenle Büyük İsrail ideali, bölgedeki barış süreci için bir engel olarak değerlendiriliyor. İsrail içinde ve dışında barışı savunan gruplar, Büyük İsrail söylemlerini radikal ve bölgedeki istikrarsızlığı artıran bir unsur olarak nitelendiriyor.
2. Komşu Ülkelerle İlişkiler:
Büyük İsrail’in geniş toprakları kapsadığı düşünüldüğünde, bu idealle ilişkili söylemler, İsrail’in komşu ülkeleri olan Ürdün, Suriye, Lübnan ve Mısır gibi ülkelerle gerginliklere neden olabilir. Ancak İsrail’in resmi politikası bu genişlemeci ideali uygulamaktan uzaktır ve mevcut sınırları koruma üzerine kuruludur.
Sonuç
Büyük İsrail, tarihsel ve dini metinlere dayanan genişlemeci bir idealdir ve bazı Siyonist ya da dini gruplar tarafından savunulmaktadır. Ancak İsrail Devleti’nin resmi politikası, bu idealden çok daha sınırlıdır ve modern İsrail, uluslararası hukuk ve sınırlar çerçevesinde varlığını sürdürmektedir. Büyük İsrail fikri, özellikle Filistin sorunu bağlamında çatışmaların daha da derinleşmesine yol açabilecek bir unsur olarak görülmektedir.
@@@@@@@
Büyük Yunanistan
Büyük Yunanistan (Megali İdea), Yunanistan’ın tarihsel ve kültürel mirasına dayanan bir idealdir. 19. yüzyılda ortaya çıkan bu fikir, Yunan halkının Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan, ancak tarihsel olarak Yunan kültürüne ait olduğu düşünülen toprakları yeniden fethetmeyi ve Büyük Bizans İmparatorluğu’nu diriltmeyi amaçlar.
Megali İdea’nın Tarihi Arka Planı
1. Megali İdea’nın Doğuşu:
Megali İdea (Μεγάλη Ιδέα), 19. yüzyılda Yunan milliyetçiliğiyle ortaya çıkmış bir idealdir. Bu fikir, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı 1821 Yunan İsyanı sonrasında şekillenmiştir. Yunan milliyetçileri, Yunanistan’ın sınırlarının sadece Mora Yarımadası ve Atina ile sınırlı kalmaması gerektiğini, Bizans İmparatorluğu’nun tarihsel başkenti olan Konstantinopolis’i (İstanbul) geri alarak büyük bir Yunan devleti kurmayı hedeflemişlerdir.
Megali İdea, Yunanların Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolünde yaşayan büyük Yunan nüfusunu kurtarmayı ve bu toprakları Yunanistan’a katmayı amaçlayan bir milliyetçi düşüncedir. Özellikle Batı Anadolu, İstanbul, Kıbrıs, Trakya ve Ege Adaları gibi bölgeler bu idealle bağlantılıydı.
2. Yunanistan’ın Büyüme Çabaları:
Yunanistan, bağımsızlığını kazandıktan sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla birlikte kendi topraklarını genişletme fırsatları aramaya başladı. Girit, Selanik, Ege Adaları, Teselya gibi bölgeler, Yunanistan’a katıldı.
Özellikle I. Dünya Savaşı ve sonrasında Yunanistan, Batı Anadolu’yu ele geçirme çabalarına girişti. 1919-1922 arasında Yunan-Türk Savaşı (Türk Kurtuluş Savaşı) sırasında Yunan ordusu İzmir’e çıkarma yaptı ve Batı Anadolu’nun büyük kısmını kontrol etti. Bu dönem, Megali İdea’nın en somut hale geldiği dönemdir.
Megali İdea’nın Zirvesi ve Sonu
1. Yunan-Türk Savaşı ve İzmir Felaketi:
Yunanistan’ın Batı Anadolu’daki yayılması, Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına yol açtı.
Türk kuvvetleri, 1922’de Yunan ordusunu geri püskürttü ve İzmir’in geri alınmasıyla Yunanistan’ın Batı Anadolu’daki varlığı sona erdi.
1923 Lozan Antlaşması ile Yunanistan ve Türkiye arasında nüfus mübadelesi gerçekleştirildi. Yunanistan, Batı Anadolu’daki Rum nüfusunu Türkiye’ye, Türkiye ise Yunanistan’daki Türk nüfusu Yunanistan’a gönderdi. Bu durum, Megali İdea’nın gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel oldu.
2. Megali İdea’nın Siyasi Çöküşü:
Batı Anadolu’daki Yunan yenilgisi, Megali İdea’nın sonunu getirdi. Yunanistan, 20. yüzyıl boyunca bu ideali gerçekleştirmek için fırsat bulamadı. Özellikle 1922 felaketinden sonra Yunanistan, iç ve dış politikada büyük zorluklar yaşadı.
Kıbrıs Meselesi ve Ege Adaları gibi bazı bölgesel konular Megali İdea’nın etkisiyle zaman zaman gündeme gelse de, Yunanistan modern dönemde toprak genişletme politikasını terk etti ve daha çok Batı yanlısı bir politika izlemeye başladı.
Megali İdea’nın Günümüzdeki Yansımaları
1. Kıbrıs Meselesi:
20. yüzyılın ortalarında Yunanistan, Megali İdea’nın bir uzantısı olarak Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama fikrini destekleyen ENOSİS hareketini teşvik etti. Ancak bu girişim, Türkiye’nin askeri müdahalesiyle 1974 yılında sona erdi ve Kıbrıs adası ikiye bölündü. Kıbrıs Sorunu, Yunanistan ile Türkiye arasında günümüzde de çözülmemiş bir mesele olarak kalmaktadır.
2. Ege Denizi ve Adalar:
Ege Denizi’ndeki adalar ve kıta sahanlığı tartışmaları, Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerilimlerin temel konularından biridir. Bu mesele, iki ülke arasında hala sürmekte olan diplomatik anlaşmazlıkların bir parçasıdır.
3. Modern Yunanistan ve Megali İdea:
Bugünkü Yunanistan, resmi olarak Megali İdea’yı terk etmiş durumda. Ancak bu ideal, bazı aşırı sağcı gruplar veya milliyetçi çevreler tarafından nostaljik bir ideal olarak zaman zaman gündeme getirilir. Ancak bu düşünce, Yunanistan’ın resmi politikalarında etkili değildir.
Sonuç
Büyük Yunanistan (Megali İdea), 19. yüzyılda Yunan milliyetçiliğiyle şekillenen ve Bizans İmparatorluğu’nun eski topraklarını geri alma hedefi taşıyan bir idealdir. Yunanistan, bu amacı gerçekleştirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı dönemde çeşitli toprak genişlemeleri yapmış olsa da, Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında bu idealin gerçekleşmesi mümkün olmamıştır. Günümüzde Megali İdea, daha çok tarihi bir ideal olarak hatırlanmakta ve Yunanistan’ın resmi politikasında yer almamaktadır.
@@@@@###”
Büyük İran
Büyük İran, tarihsel olarak Pers İmparatorluğu ve günümüz İran sınırlarının çok ötesine yayılan bir kültürel, siyasi ve coğrafi alanı ifade eden bir kavramdır. Bu terim, yalnızca İran’ın mevcut sınırlarını değil, tarih boyunca İran/Pers medeniyetinin etkisinde kalan bölgeleri ve halkları da içine alır. Büyük İran, İran’ın tarih boyunca Asya, Ortadoğu ve Kafkaslar üzerindeki etkisini ve genişlemesini ifade eder.
Büyük İran’ın Tarihi Kapsamı
1. Pers İmparatorluğu (Ahameniş İmparatorluğu):
Pers İmparatorluğu, M.Ö. 6. yüzyılda I. Kiros (Cyrus) tarafından kurulan Ahameniş İmparatorluğu ile başlamıştır. Bu imparatorluk, tarihin en geniş imparatorluklarından biriydi ve günümüzdeki İran, Türkiye’nin doğusu, Mısır, Hindistan’ın bir kısmı, Orta Asya ve Yunanistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kontrol ediyordu.
Pers İmparatorluğu, sadece askeri fetihlerle değil, aynı zamanda etkili bir yönetim ve kültürel entegrasyon politikalarıyla bilinir. Zerdüştlük, Pers İmparatorluğu’nun resmi dini olarak bu dönemde büyük bir etki yaratmış ve Pers kültürü birçok medeniyet üzerinde kalıcı izler bırakmıştır.
2. Sasani İmparatorluğu:
Sasani İmparatorluğu (M.S. 224-651), Ahameniş İmparatorluğu’ndan sonra İran’da kurulan en büyük imparatorluklardan biridir. Bu imparatorluk, Roma ve Bizans İmparatorluklarıyla uzun yıllar süren savaşlar yapmış ve o dönemde dünyanın en güçlü medeniyetlerinden biri olmuştur.
Sasani İmparatorluğu, Ortadoğu’nun büyük kısmını, Batı Asya’yı, Mezopotamya’yı, Kafkasya’yı, Orta Asya’yı ve Doğu Akdeniz’i kontrol etmiştir. Bu dönem, İran kültürünün altın çağı olarak kabul edilir ve Sasani sanatı, mimarisi ve kültürü bu dönemde büyük bir gelişme göstermiştir.
3. İslam İmparatorluğu Dönemi:
Sasani İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, İran toprakları Arap fetihleri ile Müslüman kontrolüne girdi. Ancak İran, İslam dünyası içinde de önemli bir kültürel ve siyasi merkez olarak kalmaya devam etti. Özellikle Şii İslam’ın yükselişi, İran’ın İslam dünyasında özel bir konum kazanmasına neden oldu.
Safevi İmparatorluğu (1501-1736), İran’ı bir kez daha bölgesel bir güç haline getirdi ve Şiilik, Safevi İmparatorluğu’nun resmi dini olarak benimsendi. Bu dönemde İran, Osmanlı İmparatorluğu ile uzun süren çatışmalar yaşadı ve Doğu Anadolu, Kafkaslar, Mezopotamya gibi bölgelerde nüfuz sahibi oldu.
Büyük İran’ın Coğrafi Kapsamı
Büyük İran, tarihsel olarak sadece bugünkü İran topraklarını değil, aynı zamanda İran kültürünün etkili olduğu geniş bir coğrafi alanı ifade eder. Bu bölgeler, İran’ın tarihsel yayılma alanlarını ve kültürel etkisini gösterir:
1. Kafkasya:
İran, tarih boyunca Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Dağıstan gibi Kafkasya bölgelerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Özellikle Sasani ve Safevi dönemlerinde bu bölgeler, İran’ın kontrolü altında bulunmuştur.
Bugün bile İran, Kafkasya ile kültürel ve tarihi bağlara sahiptir. Azerbaycan Cumhuriyeti’nde konuşulan Azeri dili, Farsçayla birçok ortak unsura sahiptir ve Şiilik bu bölgede önemli bir dini inançtır.
2. Orta Asya:
İran’ın kültürel etkisi, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve Afganistan gibi Orta Asya ülkelerine kadar uzanmıştır. Özellikle Sasani döneminde İran, bu bölgeler üzerinde siyasi ve kültürel hakimiyet kurmuştur.
Tacikistan gibi ülkelerde konuşulan Tacikçe, Farsçanın bir lehçesidir ve bu bölge halkları İran kültürünü ve İslam öncesi Pers etkilerini taşır.
3. Mezopotamya ve Irak:
Mezopotamya (bugünkü Irak), İran’ın tarih boyunca en çok etkilediği bölgelerden biridir. Ahameniş ve Sasani İmparatorlukları bu bölgeyi kontrol etmiştir ve İran’ın Şii etkisi günümüzde de devam etmektedir. Kerbela ve Necef gibi önemli Şii merkezleri, İranlılar için dini ve kültürel bağlarla bağlıdır.
İran, günümüzde de Irak’taki siyasi ve dini yapılar üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Özellikle Şii nüfusu nedeniyle İran-Irak ilişkileri tarihsel derinliğe sahiptir.
4. Doğu Anadolu ve Kürdistan:
İran’ın tarih boyunca Doğu Anadolu ve Kürdistan bölgesi üzerinde de etkisi olmuştur. Safevi ve Osmanlı İmparatorlukları arasındaki savaşlar, bu bölgelerin kontrolü için önemli çatışmalara neden olmuştur. Günümüzde İran, Irak ve Suriye’deki Kürt bölgeleri üzerinde kültürel ve siyasi nüfuzunu sürdürmektedir.
Büyük İran’ın Günümüzdeki Yansımaları
1. İran’ın Bölgesel Etkisi:
Günümüzde İran, tarihsel etkisinin bulunduğu bölgelerde hala güçlü bir nüfuz sahibidir. Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen gibi ülkelerde İran’ın dini, siyasi ve askeri etkisi büyüktür. Özellikle Şii hilali olarak adlandırılan bölgede İran, aktif bir rol oynamaktadır.
İran’ın nükleer programı ve bölgedeki askeri varlığı, Ortadoğu’daki güç dengelerini etkilemektedir. İran, tarihsel olarak kontrol ettiği ve etki ettiği bu bölgelerde, hem dini hem de politik bir liderlik iddiasındadır.
2. Kültürel Etki:
İran kültürü, bugün de geniş bir coğrafyada etkisini sürdürmektedir. Fars dili ve edebiyatı, Tacikistan, Afganistan ve birçok Orta Asya ülkesinde hala önemli bir yere sahiptir. İran’ın film, müzik ve sanatı da bölgesel olarak büyük bir etkiye sahiptir.
3. Şii İslam’ın Rolü:
İran, Şii İslam’ın merkezi olarak kabul edilir ve bu kimliğiyle, Şii nüfusun yoğun olduğu bölgelerde (Irak, Bahreyn, Lübnan, Suriye) etkisini artırmaktadır. İran’ın dini liderliği ve Velayet-i Fakih sistemi, Şii dünyasında geniş bir etki alanı yaratmaktadır.
Sonuç
Büyük İran, yalnızca coğrafi bir kavram değil, aynı zamanda tarihsel ve kültürel bir medeniyetin ifadesidir. Tarihte büyük imparatorluklar kuran İran, günümüzde de bölgesel bir güç olarak etkisini sürdürmektedir. İran’ın tarihsel yayılma alanları olan Orta Asya, Kafkasya, Mezopotamya ve Ortadoğu, bugün bile İran’ın siyasi, dini ve kültürel etkisinin görüldüğü bölgelerdir.
@@@@@@@@@@
Büyük İngiltere
Büyük İngiltere terimi genellikle Birleşik Krallık anlamında kullanılsa da, tarihsel olarak Britanya Adası’nın coğrafi ve politik yapısını ifade eden bir kavramdır. Terim, çoğunlukla İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın birleşimi ile oluşan Birleşik Krallık’a atıfta bulunur. İşte Büyük İngiltere’nin tarihi, politik yapısı ve kültürel etkileri hakkında daha fazla bilgi:
Tarihi Arka Planı
1. Anglosakson Dönemi:
5. yüzyıldan itibaren, Britanya Adası’na gelen Anglosakson kabileleri, adanın büyük kısmını işgal etti. Bu dönemde çeşitli krallıklar oluştu ve bölge, kabileler arası savaşlarla parçalandı.
2. Norman Fethi (1066):
1066’da Normanların lideri William the Conqueror, İngiltere’yi fethetti ve Norman İmparatorluğu’nu kurdu. Bu fetih, İngiltere’nin siyasi ve toplumsal yapısında büyük değişikliklere neden oldu. Normanlar, yerel Anglo-Sakson aristokrasisini devre dışı bırakarak kendi yönetim sistemlerini kurdular.
3. Orta Çağ ve Feodal Sistem:
Norman fethinden sonra, İngiltere feodal bir sistemle yönetilmeye başlandı. Topraklar, lordlar ve onların vasalları arasında paylaşıldı. Bu dönem, İngiliz hukuk sisteminin temellerinin atıldığı bir dönemi de içerir.
Birleşik Krallık’ın Oluşumu
1. İskoçya ve Galler’in Birleşmesi:
13. yüzyılda İskoçya ile İngiltere arasındaki ilişkiler, sürekli savaş ve çatışma ile doluydu. 1603’te İskoçya Kraliçesi I. Elizabeth’in ölümüyle İngiltere ve İskoçya, James VI’nın James I olarak İngiltere kralı olmasıyla birleşti. Ancak iki ülke, resmen 1707’de birleşerek Büyük Britanya Krallığı’nı kurdu.
Galler, 1536 ve 1542’deki yasalarla İngiltere’ye katıldı ve Galler, İngiltere ile birleşerek Britanya’nın bir parçası oldu.
2. Kuzey İrlanda’nın Durumu:
Kuzey İrlanda, 1921’de İrlanda Cumhuriyeti’nin ayrılmasının ardından İngiltere’ye bağlı bir bölge olarak kalmaya devam etti. Kuzey İrlanda, hem Protestan hem de Katolik topluluklar arasındaki çatışmalara sahne oldu ve bu durum Belfast Anlaşması (1998) ile azalmaya çalışılsa da, bölgedeki gerilimler sürmüştür.
Siyasi Yapı
Parlamento:
Büyük Britanya, parlamenter demokrasi ile yönetilmektedir. Parlamento, iki odadan oluşur: Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası. Avam Kamarası, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluşurken, Lordlar Kamarası, atanan ve miras yoluyla gelen üyelerden oluşur.
Kraliyet:
Britanya’nın sembolik lideri, Kraliçe veya Kraldır. Kraliyet, hükümetin resmi sembolüdür ve devlet işlerinde sınırlı bir rol oynar.
Kültürel Etkiler
1. Dil ve Edebiyat:
İngilizce, dünyanın en çok konuşulan dillerinden biridir ve Britanya, dünya edebiyatında Shakespeare, Dickens, Austen gibi önemli yazarlar yetiştirmiştir.
2. Sanat ve Müzik:
Britanya, tarih boyunca müzikte büyük bir etki yaratmış ve rock müzikten popüler müziğe kadar birçok akıma ev sahipliği yapmıştır. The Beatles, Rolling Stones gibi gruplar, dünya çapında büyük bir etki yaratmıştır.
3. Bilim ve Teknoloji:
Britanya, bilim ve teknoloji alanında da önemli bir rol oynamıştır. Isaac Newton, Charles Darwin, James Clerk Maxwell gibi bilim insanları, önemli keşiflere imza atmışlardır.
Günümüzde Büyük İngiltere
1. Birleşik Krallık:
Günümüzde Birleşik Krallık, İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’yı içermektedir. Her bölgenin kendine özgü bir yönetim yapısı ve yasaları bulunmaktadır.
2. Brexit:
2016 yılında yapılan referandum sonucunda, Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı aldı (Brexit). Bu karar, ülkenin iç politikası ve uluslararası ilişkileri üzerinde önemli değişikliklere yol açtı.
3. Küresel Etki:
Britanya, tarihi boyunca sahip olduğu deniz gücü ve koloniyal geçmişi ile dünya çapında önemli bir etki yaratmıştır. Bugün hala finans, eğitim, kültür ve sanatta önemli bir merkezdir.
Sonuç
Büyük İngiltere, tarihsel olarak Britanya Adası’nın birleşmesini, siyasi gelişimini ve kültürel etkilerini ifade eder. Bugünkü Birleşik Krallık, zengin bir tarih, kültür ve siyasi yapıya sahip olup, küresel ölçekte önemli bir etkiye sahiptir.
İsrail yol haritasını başlangıç ve bitiş noktasına pergel koyarak çizmişti.
Bu da Nil ve Fırat uzantısı idi. Yani İsrail ve Türkiye.
Arzı Mev’ud.
Allah tarafından vadedilmiş topraklar.
Türkiye uzantısını içten ve uzun yıllar bunu dokuyup hatta yüz küsur yıla uzanan süreçte yaptı.
Hat yavaşta olsa istediği gibi gidiyordu.
Ancak 15 Temmuz 2016 yılındaki işgalin akamete uğramasıyla bağlantı koptu ve hattın bitiş noktası şimdilik açıldı gibi.
Bir düğüm imkanı yakalarlarsa kopan hattı tekrar harekete geçirirler.
Bunu hızlandırmak ve de bitiş hattın bağlantısını sağlamak üzere IŞİD, PKK hattı faaliyeti sürdürülürken, Hamas, Lübnan, Suriye, İran ve Irak hatları hareketlendirilmeye başlandı.
Başta ABD ve ortaklarının desteğiyle.
Ancak ilahi hesabı ve tehdidi ve de Peygamberimizin haber ve uyarısını hesaba katmadı.[1]
Kısaca sonucu görmedi.
Hırsı ve saldırganlığı onu kör etti.
*************
15 Temmuz’un rövanşı İsrail eliyle alınmaya ve aynı zamanda İsrail’in arzı Mev’udu gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Gazze bahaneydi. Kısa sürede geçileceği ve biteceği düşünüldü.
Uzun sürünce İsrail bahane ile Lübnan’a saldırdı.
Amaç Suriye.
Oradan Irak’a vararak Talabani ortaklığında Türkiye olacak.
Bu Şanlıurfa, Diyarbakır, Adıyaman ve Kayseri sınırına kadar uzanacak.
Bu oyunu görmememiz için iç kavga ve ekonomi ile uğraştırılıyoruz.
Bunun önünde de Sayın Erdoğan engel olduğu için, başta birinci muhalefet partisi eliyle saldırıya geçiliyor.
Tüm muhalefetin projesi Erdoğan düşmanlığı üzerine oturuyor.
Diğer yavru muhalefetler de nisbeten bilinçli bilinçsiz buna ortak oluyorlar.
****************
Aslında bugün Gazze’nin akabinde Lübnan’ın düşmüş olduğu bu durum onların dışarıdan işgal edilmeye çalışılmasının bir göstergesidir Aslında biz de 100 yıldır onlardan hiç de geri değildik.
Darbelerle biz içten vurulmuş ve işgal edilmiş, işgale maruz kalmıştık. Hala o tehlike de bitmiş değildir.
Eller, kollar, diller, düşünceler, kalpler tamamen bağlı, bin yıllık bir birikim adeta yıkılmış ve onları yaşamak yasaklanmıştı.
İslam dünyasının zincirleri kırılmadı
Biz yeni yeni hala tamamen kıramamış olmakla beraber bazı zincirler kalsa da düne kadar Ayasofya yeni açılmış, ezan 18 yıl boyunca yasak edilmişti.
İttihat ve Terakkiden beri 150 yıldır savaşlarla kuşatılmışız, Kanuniden itibaren inişe geçerek çöküş yaşamış bir milletiz.
Biz daha yeni yeni kendimize gelip maddi ve manevi ayağa kalkabilmeye çalışmaktayız, bir çocuk gibi, bir bebek gibi.
Bugün İslam dünyası aynı vaziyette. Kimisi içeriden işgal edilmiş, kimisi Gazze ise ölümüne dışarıdan işgal edilmeye çalışılmaktadır.
***************
Bir insanın bir hususta aciz kalıp bir şey yapamaması, elinden bir şey gelmemesi, bir derece normal görülebilir. En azından birilerinden umut bekler. Ümit bekler hatta kanser hastası olan bir insana bile; Doktor yapılacak bir şey yok, alın götürün dese bile ondan bir ümit beklenilebilir, bir hayat alameti beklenilebilir.
Onun için dua olsun, her türlü yöntem ilaç olsun teşebbüs edilebilir.
Ama bir dünya düşündünüz ki; sadece bir kişi değil 8 milyar insan aciz kalıyor, hiçbir şey yapamıyor, elinden bir şey gelmiyor adeta diğer bir ifadeyle, akan kanı, öldürülen çocukların, masumların kanını durduramıyor, bir şey yapamıyor.
Tam bir çaresizlik içerisinde, çaresizliğin doruk noktasında, bunun ötesi yok.
Irak-Suriye-Gazze’de Filistin göçü derken, şimdi sırada Lübnan’ın göçü var.
Dünyada BM verilerine göre, 300 milyon insan göçmen durumunda.
***************
Dünya ilahi gazabı çekecek bir vaziyete gitmektedir.
Ayetlerde geçen ilahi ğadab.
-Kur’an’da “ilahi gazap” kavramı, Allah’ın adaletsizliği, kötülüğü veya nankörlüğü cezalandırdığı anlarda sıkça geçer. İlahi gazap, genellikle insanların haksızlık, isyan, küfür ve zulüm gibi eylemleri sonucunda Allah’ın rahmetinden uzaklaşması anlamında kullanılır. Allah’ın gazabı hem bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde ortaya çıkabilir ve bir uyarı niteliği taşır.
Kur’an’da bu kavramla ilgili çeşitli ayetler bulunmaktadır. Örnek olarak:
1. Bakara Suresi, 90. Ayet: Yahudilerin Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberlerini öldürmeleri sebebiyle ilahi gazaba uğradıkları anlatılır:
“Onlar Allah’ın indirdiğini inkâr ederek nefislerine ne kötü bir şey sattılar ki, Allah dilediğine lütfundan vahiy indirsin diye kıskançlık beslediler. Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.”
2. Maide Suresi, 60. Ayet: Allah’ın gazabına uğrayan bazı toplumların maymunlara ve domuzlara çevrildiği anlatılır:
“De ki: Allah katında ceza bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah kime lanet etmiş ve kime gazap etmişse, kimin içinden maymunlar, domuzlar ve tâğûta tapanlar yapmışsa işte onlar makam bakımından daha kötü, doğru yoldan daha fazla sapmışlardır.”
3. Al-i İmran Suresi, 162. Ayet: Allah’ın gazabı, dünyada kötülük yapanların ve Allah’a isyan edenlerin üzerinde olduğu belirtilir:
“Hiç Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’tan bir gazaba uğramış kimse gibi olur mu? Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir o!”
Bu ayetler, Allah’ın gazabının, insanlara uyarıcı ve cezalandırıcı bir unsur olarak gönderildiğini, Allah’a karşı gelenlerin hem dünyada hem de ahirette bundan etkilenebileceğini vurgular. Gazap, Allah’ın adaletiyle ilişkili olarak anılır; yani insanların kötülüklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkar.