SATIN ALINABİLİR İNSANLAR

SATIN ALINABİLİR İNSANLAR

Satın Alınabilir İnsanlar: Değerlerin Bedeli Var mı?

İnsanlık tarihi boyunca ahlaki duruş, onur ve vicdan, bir insanın en büyük sermayesi olarak görülmüştür. Ancak zaman içinde bazı insanlar, bu değerleri bir bedel karşılığında satmaya, yani “satın alınabilir” olmaya başlamıştır. Para, güç, makam ya da çıkar için ideallerinden vazgeçen bireyler, toplumun çürümesine neden olan en büyük etkenlerden biri haline gelmiştir.

Peki, insanı satın alınabilir yapan şey nedir? Her insanın bir fiyatı var mıdır? Ve daha önemlisi, parayla satın alınmayan bir insan kalabilir mi?

Değerlerin Fiyatlandırılması: İnsan Ne Zaman Satılık Olur?

Satın alınabilir insanları anlamak için önce değerlerin fiyatlandırılması kavramını incelemek gerekir. Bir insan ne zaman satın alınabilir hale gelir?

1. Maddi Zorunluluklar → Ekonomik sıkıntılar, bazı insanları ilkelerinden taviz vermeye zorlayabilir. Paraya ihtiyacı olan bir insan, yanlış bir işe evet diyebilir, ahlaki çizgilerini esnetebilir.

2. Makama ve Güce Düşkünlük → Bazı insanlar için en büyük zayıflık, güç ve mevkidir. Yükselmek uğruna, doğru bildiğinden şaşabilir, kişiliğini ve inancını satabilir.

3. Toplumsal Baskılar → Bazen toplumun beklentileri, insanları karakterlerinden taviz vermeye zorlar. Kalabalığa uyum sağlamak için kişisel değerlerinden vazgeçenler, farkında olmadan “satın alınabilir” hale gelir.

4. İnançsızlık ve Karaktersizlik → Asıl tehlike, insanın kendi değerlerine inanmayı bırakmasıdır. İlkelerine inanmayan bir insan, en küçük teklif karşısında bile yolundan sapabilir.

Bu durumlar, insanı bir “meta” haline getirir. Eğer bir insanın vicdanı, ahlakı ve onuru bir bedel karşılığında değiştirilebiliyorsa, artık onun bir “fiyat etiketi” vardır.

Satın Alınabilir İnsanların Topluma Zararları

Satın alınabilir insanlar, sadece kendilerine değil, içinde yaşadıkları topluma da büyük zarar verirler. Çünkü bu tür bireyler:

Adaletin çökmesine neden olurlar. Yargıç, bürokrat veya yönetici rüşvetle satın alınabilir hale geldiğinde, adalet sistemi çöker.

Toplumsal güveni yok ederler. İnsanlar, birinin çıkar uğruna her an değişebileceğini düşündüğünde kimseye güvenemez hale gelir.

Hak edenlerin önünü kapatırlar. Emeğiyle yükselmek isteyen kişiler, satın alınanların oluşturduğu sistem içinde adil bir şekilde yükselemez.

Değerleri ayaklar altına alırlar. Ahlak, dürüstlük ve onur gibi kavramlar zayıfladıkça, toplumda yozlaşma artar.

Satın alınabilir insanlarla dolu bir toplum, zamanla çöküşe sürüklenir. Çünkü güven, sadakat ve doğruluk yerini sahtekârlığa, ihanete ve menfaatçiliğe bırakır.

Gerçekten Satın Alınamayan İnsanlar Var mı?

Her insanın satın alınabileceğini düşünenler, aslında kendi değerlerini sorgulamayanlardır. Oysa tarihte ve günümüzde, hiçbir maddi güç karşısında eğilmeyen, vicdanını satmayan, ilke ve ideallerine bağlı kalan insanlar da vardır.

Hz. Ömer adalet uğruna en yakınlarını bile yargılamış ve hiçbir rüşvete boyun eğmemiştir.

Gandhi, Hindistan’ın bağımsızlığı için hiçbir bedel karşılığında inancından vazgeçmemiştir.

Sokrates, hayatını kurtarmak için doğrularından vazgeçmek yerine, zehir içerek ölmeyi seçmiştir.

Kimileri de doğruları uğruna Allah’tan ölümünü istemiş ve vefat etmiştir.

Günümüzde de böyle insanlar vardır. Onlar, makam için, para için veya toplumun baskısı için eğilmeyenlerdir. Çıkarlarına uygun olsa bile yanlışın yanında yer almazlar.

Sonuç: Değersizleşmenin Bedeli

Satın alınabilir insan, aslında kendisini değersizleştiren insandır. Çünkü bir kez satıldığında, bir daha asla eski itibarına kavuşamaz. Onun için artık hep bir fiyat etiketi olacaktır. Daha fazla para, daha yüksek bir makam, daha büyük bir çıkar karşısında yeniden satılabilir hale gelecektir.

Gerçek değer, satın alınamamakta yatar. Parayla, güçle veya makamla değiştirilmeyen karakter, insanın en büyük sermayesidir.

O yüzden şu soruyu sormak gerekir: Satın alınabilir biri mi olacağız, yoksa hiçbir bedel karşılığında satılmayan bir vicdana mı sahip olacağız?

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ AHLAKSIZ VE HAİNCE BİR TEKLİFTİR-2-

GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ AHLAKSIZ VE HAİNCE BİR TEKLİFTİR-2-

**GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ: AHLAKSIZ BİR İHANET VE İNSANLIĞA KARŞI SUÇ**
*İslam Dünyası ve İnsanlık Vicdanı Bu Teklif Karşısında Neden Sessiz?*

Gazze Şeridi, tarihin en karanlık sayfalarını yazdıran bir zulme maruz kalırken, Filistin halkının topraklarından koparılmasını öngören “tehcir” teklifi, insanlık onurunu ayaklar altına alan **ahlaksız ve haince** bir projedir. Bu teklif, sadece bir halkın varlığını silmeye yönelik değil, aynı zamanda uluslararası hukukun çöktüğü, adaletin katledildiği bir çağın sembolüdür.

### **1. Tehcir Teklifinin Arka Planı: Siyonist İşgalin Yeni Evresi**
İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü saldırılarda 61 000’den fazla Filistinli katledildi, enkazın altındakilerle beraber 100 bin’e yakın insan vahşice ve hunharca katledildi. 107 binden fazla kişi yaralandı ve 2,3 milyonluk nüfusun büyük kısmı yerinden edildi . İşgal rejimi, Gazze’yi yaşanmaz hale getirdikten sonra şimdi de Filistinlilerin Mısır ve Ürdün gibi ülkelere sürgün edilmesini öneriyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın “Filistinlilerin başka bölgelere yerleştirilmesi” çağrısı, bu planın küresel destekçilerinin varlığını gösteriyor .

Bu teklif, 1948’deki *Nakba* (Büyük Felaket) ile benzerlik taşıyor: Filistin halkını tarih sahnesinden silmek! Ancak bu kez hedef, Gazze’yi boşaltarak İsrail’in Batı Şeria’yı ilhakını kolaylaştırmak ve “Büyük İsrail” hayalini tamamlamak .

### **2. Ahlaki Çöküş: Batı’nın İkiyüzlülüğü ve İslam Dünyasının Sessizliği**
Batı medeniyeti, insan hakları ve demokrasi nutukları atarken, İsrail’in Gazze’de işlediği soykırıma sessiz kalmakla kalmadı, tehcir planlarını bile meşrulaştırdı. BM’nin acizliği, ABD ve Avrupa’nın açık destekleri, uluslararası sistemin çifte standartlarını bir kez daha gözler önüne serdi .

İslam dünyası ise bu sınavda **onur** ve **dayanışma** gerektiren bir rolü yerine getiremedi. Türkiye ve Katar gibi ülkelerin ateşkes çabaları değerli olsa da, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın etkisizliği, Filistin davasının “ortak dava” olmaktan çıkarıldığını gösterdi. Kuala Lumpur Düşünce Forumu’nun “Filistin’i özgürleştireceğiz” çağrısı , eyleme dönüşmediği sürece anlamını yitiriyor.

### **3. Tehcirin Sonuçları: Yeni Bir Nekbe mi?**
Gazze halkının Mısır’a veya Ürdün’e sürgün edilmesi, yalnızca demografik bir temizlik değil, kültürel ve kimliksel bir imhadır. Filistinliler, 76 yıldır sürgün kamplarında yaşayan mültecilerin kaderini paylaşacak. Ürdün’ün nüfus dengesi bozulacak, Mısır’ın Sina Çölü’nde yeni gerilimler patlak verecek .

İsrail’in tampon bölge planları ve Filadelphi Koridoru’ndaki askeri varlığı , Gazze’yi tamamen kontrol altına alma niyetinin parçası. Ancak Hamas’ın direnişi ve Gazze halkının kararlılığı, bu projeyi boşa çıkarmak için en kritik engel .

### **4. İnsanlığın Sınavı: Adalet mi, Sessizlik mi?**
Gazze’deki yıkım, insanlığın vicdanına atılan bir kazıktır. Çocukların katledilmesi, hastanelerin bombalanması, BM okullarının hedef alınması, uluslararası hukukun ölüm ilanıdır . Ancak dünya, Gazze’nin çığlığını duymak yerine, İsrail’e silah satmaya ve diplomatik kılıflar üretmeye devam ediyor.

Ateşkes anlaşmalarının üçüncü aşamasında öngörülen “Gazze’nin yeniden inşası” , ancak Filistinlilerin topraklarında kalmasıyla anlam kazanır. Aksi takdirde, bu inşa hamleleri, işgalin meşrulaştırılmasına hizmet eden bir tiyatrodan ibaret olacak.

### **5. Çözüm Yolu: Direniş, Dayanışma ve Hukuk Mücadelesi**
– **Direnişin Meşruiyeti**: Hamas’ın 7 Ekim operasyonu, 56 yıllık işgale karşı bir özsavunma hakkıdır. Uluslararası hukuk, işgal altındaki halkların direnişini meşru görür .
– **Küresel Baskı**: İsrail’e silah ambargosu, uluslararası mahkemelerde soykırım davaları ve boykot kampanyaları acilen hayata geçirilmeli. Türkiye’nin ticari ambargosu örnek alınmalı.
– **İslam Dünyasının Sorumluluğu**: İstanbul’daki 4. Uluslararası Filistin Konferansı’nda vurgulandığı gibi, “Filistin davası toplayıcı bir dava”dır . Ümmetin birliği, ancak somut adımlarla anlam kazanır.

**Son Söz**:
Gazze’nin tehcir teklifi, insanlık tarihine **kara bir leke** olarak geçecek. Ancak unutulmasın: Direnenler, zulmü yenme iradesini asla kaybetmez. İslam dünyası ve insanlık, bu çağrıya kulak vermezse, Gazze’de dökülen her damla kanın ortak suçlusu olacaktır. Bugün Filistin, yarın başka bir mazlum halk… Adalet için **ayağa kalkma zamanı!**

*”Zulme rıza gösteren, zalime yardımcı sayılır.” – Hz. Ali*

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ AHLAKSIZ VE HAİNCE BİR TEKLİFTİR-1-

GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ AHLAKSIZ VE HAİNCE BİR TEKLİFTİR-1-

Gazze’nin Tehciri: Ahlaksız ve Haince Bir Teklif Karşısında İslam Dünyasının İmtihanı

Dünya tarihinin en büyük adaletsizliklerinden biri, gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Filistin’in mazlum halkı, on yıllardır işgalin, zulmün ve sistematik soykırımın en ağır yükünü taşıyor. Bugün gelinen noktada ise İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayarak Gazze’yi tamamen boşaltmayı ve Filistin halkını sürgüne göndermeyi bir “çözüm” olarak sunuyor. Bu, sadece ahlaksız ve haince bir teklif değil, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke olarak kazınacak bir soykırım girişimidir.

Gazze’nin Tehciri: Yeni Bir Etnik Temizlik Girişimi

İsrail’in Filistinlilere yönelik baskı politikası, 1948’den bu yana süregelen bir planın parçasıdır. 1948’de Nekbe (Büyük Felaket) ile yüz binlerce Filistinli sürüldü. 1967’deki işgalden sonra ise Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilere yönelik yerleşimci terörü hız kazandı. Bugün, İsrail’in Gazze’yi tamamen boşaltmayı gündeme getirmesi, bu tarihsel sürecin en açık ve en vahşi aşamasıdır.

ABD BAŞKANI TRUMP bu zulmün, ahlaksız ve HAİNCE teklifin başını çekiyor.

Bu teklif, insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi, Filistin halkının varlığını ortadan kaldırmaya yönelik bir girişimdir. Etnik temizlikten farksız olan bu plan, halkın zorla göç ettirilmesini, kimliklerinin silinmesini ve Filistin topraklarının tamamen ilhak edilmesini amaçlamaktadır.

İslam Dünyası ve İnsanlık Bu Hain Teklife Karşı Ne Yapmalı?

İslam dünyası, yıllardır süregelen sessizliği ile Gazze’de yaşanan katliama ortak olmaktadır. Filistin davası, sadece Arapların ya da Müslümanların değil, tüm insanlığın davasıdır. Ancak özellikle İslam dünyasının liderleri, bu konuda sorumluluk almak zorundadır.

Bugün, Trump ve İsrail’in ’in “tehcir” teklifine karşı harekete geçmek için tarihî bir dönüm noktasındayız. Eğer bu haince plan gerçekleşirse, Gazze halkı bir kez daha vatansız bırakılacak ve Filistin davası çok daha zor bir sürece girecektir.

İslam dünyasının yapması gerekenler:

1. Siyasi Birlik: İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve diğer Müslüman ülkeler, İsrail’in tehcir planına karşı ortak bir deklarasyon yayınlamalı ve yaptırım uygulamalıdır.

2. Ekonomik Boykot: İsrail’in işgal politikalarını destekleyen tüm firmalara karşı ekonomik yaptırımlar uygulanmalı ve İsrail ile ticari ilişkiler en aza indirilmelidir.

3. Uluslararası Diplomasi: Gazze’deki tehcir planının bir savaş suçu olduğu her platformda dile getirilmeli, BM, Lahey Adalet Divanı ve diğer uluslararası kurumlarda İsrail’in yargılanması için alınan kararlar ve bunların uygulanması için girişimler hızlandırılmalıdır.

4. Halk Direnişi ve Dayanışma: Tüm İslam ülkelerinde Gazze için büyük çaplı protestolar düzenlenmeli, medya aracılığıyla dünya kamuoyuna baskı yapılmalıdır.

İnsanlık Sınavda: Sessizlik Soykırıma Ortak Olmaktır

Bugün Gazze’de yaşananlar, sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın sınavıdır. Eğer dünya, İsrail’in tehcir planına göz yumarsa, bu durum bir emsal teşkil edecek ve gelecekte başka mazlum halklar da benzer zulümlerle karşı karşıya kalacaktır.

Bugün Gazze için ayağa kalkmayanlar, yarın kendi özgürlüklerini de kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Sessiz kalan devletler, zalimin yanında yer almakla suçlanacak ve tarih onları affetmeyecektir.

Sonuç: Direniş Kaçınılmazdır!

Filistin halkı, on yıllardır olduğu gibi bugün de direnişten vazgeçmeyecek. Gazze’nin tehciri, asla kabul edilemez bir dayatmadır ve Filistin halkının onurlu mücadelesi, bu hain planı boşa çıkaracaktır. Ancak bu mücadelede yalnız kalmamaları için, tüm Müslümanlar ve vicdan sahibi insanlar harekete geçmelidir.

Dünya, Abd ve İsrail’in hukuksuzluklarına ve soykırım girişimlerine daha ne kadar sessiz kalacak? Yoksa Gazze için ayağa kalkıp insanlığın vicdanını mı savunacak? Bu sorunun cevabı, gelecekte nasıl bir dünyada yaşayacağımızı belirleyecek.

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

ABD BAŞKANI TRUMP GAZZEYİ İSRAİL’E VERECEKMİŞ! KİMİN MALINI KİME VERİYOR? BABASININ MALINI MI? -2-

ABD BAŞKANI TRUMP GAZZEYİ İSRAİL’E VERECEKMİŞ! KİMİN MALINI KİME VERİYOR? BABASININ MALINI MI? -2-

**Trump’ın Gazze Planı: Emperyalizm ve Uluslararası Hukukun Çiğnenmesi Üzerine İbretlik Bir Analiz**
ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmelerde ortaya attığı “Gazze’yi ABD’nin devralacağı” iddiası, uluslararası hukuk ve insani değerler açısından büyük tartışmalara yol açtı. Trump’ın “Gazze’yi Orta Doğu’nun Rivierası yapacağız” gibi söylemleri, Filistin topraklarının yeniden paylaşımına dair karanlık bir vizyonu ortaya koyuyor . Peki Trump, kime ait olan toprakları kimin adına yönetmeyi planlıyor? Bu sorunun cevabı, modern emperyalizmin yeni yüzünü anlamak için kritik ipuçları barındırıyor.

### 1. **Trump’ın Gazze Planı: “Sahiplenme” Retoriği ve Gerçekler**
Trump’ın açıklamalarına göre ABD, Gazze’yi “devralacak”, patlamamış bombaları temizleyecek, altyapıyı yeniden inşa edecek ve bölgeyi “uluslararası bir cazibe merkezi” haline getirecek . Ancak bu söylemlerin altında, Filistinlilerin toprak haklarını yok sayan ve İsrail’in işgal politikalarını meşrulaştıran bir yaklaşım yatıyor.
– **Nüfus Transferi Önerisi**: Trump, Gazze’de yaşayan yaklaşık 2 milyon Filistinlinin Mısır, Ürdün veya diğer Arap ülkelerine “kalıcı olarak yerleştirilmesi” gerektiğini savunuyor . Bu öneri, uluslararası hukukta “zorla yerinden etme” olarak tanımlanan bir suça işaret ediyor.
– **İsrail-ABD İttifakı**: Netanyahu’nun Trump’ı “İsrail’in Beyaz Saray’daki en büyük dostu” olarak nitelendirmesi, bu planın İsrail’in işgal ve genişleme politikalarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu gösteriyor .

### 2. **Uluslararası Hukuk ve Filistin’in Hakları**
Trump’ın planı, Birleşmiş Milletler (BM) kararları ve uluslararası hukukla açıkça terslik arzediyor.
– **BM Tepkisi**: Filistin’in BM Daimi Temsilcisi Riyad Mansur, “Gazze bizim evimiz” diyerek, Trump’ın nüfus transferi fikrini reddetti. Mansur, Filistinlilerin topraklarına dönme hakkının tanınması gerektiğini vurguladı .
– **Arap Ülkelerinden Reddiye**: Suudi Arabistan, “Filistin Devleti kurulmadan İsrail ile ilişkilerin normalleşmeyeceğini” açıklayarak, Trump’ın planını dolaylı olarak reddetti .

### 3. **Tarihin Tekerrürü: Sömürgecilik ve Toprak Gaspları**
Trump’ın “Gazze’yi devralma” söylemi, tarihteki sömürgeci pratikleri hatırlatıyor.
– **Emperyalist Vizyon**: Gazze’yi “ABD sahipliğinde” bir bölgeye dönüştürme fikri, 19. yüzyıl sömürgeciliğinin modern bir versiyonu gibi duruyor. Trump’ın “uzun vadeli sahiplik” vurgusu, bölgenin kaynakları üzerinde kontrol kurma arzusunu ele veriyor .
– **Filistin Direnişi**: Hamas ve diğer Filistinli gruplar, Trump’ın planını “kaos reçetesi” olarak nitelendirerek direniş sözü verdi .

### 4. **İnsani Kriz ve İronik “Kalkınma” Vaadi**
Trump’ın “Gazze’yi kalkındıracağız” iddiası, İsrail’in yıllardır sürdürdüğü abluka ve saldırıların oluşturduğu yıkımı görmezden geliyor.
– **Yıkımın Sorumlusu**: Gazze’deki altyapı tahribatı ve insani kriz, İsrail’in askeri operasyonları ve ABD’nin silah desteğiyle doğrudan bağlantılı .
– **Askeri Varlık Tehdidi**: Trump’ın “Gerekirse asker göndeririz” açıklaması, Gazze’nin ABD askeri kontrolüne girebileceğine işaret ediyor .

### 5. **İbretlik Sonuç: Kimin Malını Kime Veriyor?**
Trump’ın “Babasının malını dağıtır gibi” Gazze’yi yeniden şekillendirme çabası, uluslararası toplumun tepkisini çekiyor.
– **Filistin Toprakları, Filistin Halkınındır**: Gazze, uluslararası hukuka göre işgal altındaki Filistin toprağı. Trump’ın burada “sahiplenme” iddiası, hukukun üstünlüğünü hiçe sayan bir yaklaşım .
– **Tarih Yargılayacak**: Tıpkı Siyonist projelerin Filistin’i parçalayan tarihi gibi, Trump’ın planı da gelecek nesiller tarafından emperyalizmin karanlık bir sayfası olarak anılacak.

**Son Söz**: Trump’ın Gazze planı, “güçlünün hukuku” anlayışının tehlikeli bir yansıması. Filistin halkının direnişi ve uluslararası toplumun tepkisi, bu planın hayata geçmesini engelleyebilir. Ancak bu süreç, dünya liderlerinin adaletsizlik karşısında sessiz kalması halinde, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek. Unutmamak gerekir: Hiçbir emperyalist proje, halkların özgürlük iradesini sonsuza kadar bastıramaz.

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

ABD BAŞKANI TRUMP GAZZEYİ İSRAİL’E VERECEKMİŞ! KİMİN MALINI KİME VERİYOR? BABASININ MALINI MI? -1-

ABD BAŞKANI TRUMP GAZZEYİ İSRAİL’E VERECEKMİŞ! KİMİN MALINI KİME VERİYOR? BABASININ MALINI MI? -1-

Kimin Malını Kime Veriyorsunuz?

Son günlerde uluslararası siyasette yankı uyandıran bir iddia ortaya atıldı: ABD Başkanı Donald Trump, Gazze’yi İsrail’e verecekmiş! Bu haberin doğruluğu bir yana, burada asıl mesele şudur: Kimin malını kime veriyorsunuz? Bir toprak, üzerinde yaşayan halkın malıdır; dışarıdan bir güç, o topraklar üzerinde nasıl böyle bir tasarrufta bulunabilir?

Tarihin Tekerrürü: Güçlü Olan Haklı mı?

Tarih boyunca güçlü olanlar, haklılık kılıfına bürünerek başkalarının topraklarını gasp ettiler. Ama tarih, aynı zamanda şunu da gösteriyor: Hiçbir zulüm ebedî olmamıştır. Roma İmparatorluğu güçlüydü, yıkıldı. Haçlı Seferleriyle Kudüs işgal edildi, ama sonunda Selahaddin Eyyubi adaleti tesis etti. Osmanlı güçlüydü, fakat gün geldi tarih sahnesinden çekildi.

Bugün ABD, ekonomik ve askeri gücüyle dünyada “hak dağıtıcı” rolüne soyunuyor. Ancak burada büyük bir yanılgı var: Hak, güce dayanmaz; hak, adalete dayanır. Eğer tarih sadece güçlülerin yazdığı bir hikâyeden ibaret olsaydı, Firavunlar hâlâ hüküm sürüyor olurdu.

Filistin Halkının Evi Kime Ait?

Gazze, binlerce yıldır Filistin halkının yurdudur. Bu topraklar, onların evi, atalarının mezarı, çocuklarının geleceğidir. Bir insanın evine zorla girip onu dışarı atmak ve sonra da bu evi başkasına “bağışlamak” ne kadar ahlaksızca bir şeyse, uluslararası arenada yapılanlar da aynıdır.

ABD Başkanı veya başka herhangi bir lider, Gazze’yi İsrail’e vereceğini söylüyorsa, bu şu anlama gelir: “Ben, başkasının evine girip onu başkasına hediye edebilirim.” Oysa hiçbir güç, başkasının toprağı üzerinde hak iddia edemez. Bir devletin sınırlarını başka bir devlet belirleyemez.

Zulmün Bedeli ve Tarihin Hesap Günü

Bugün İsrail’in Filistin topraklarında işlediği zulmü destekleyenler, büyük bir yanılgı içindedir. Tarih, hesap gününü unutmaz. ABD veya İsrail ne kadar güçlü olursa olsun, zulmün kalıcı olamayacağını bilmelidir. Osmanlı, Filistin’de 400 yıl boyunca Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların barış içinde yaşadığı bir düzen kurmuştu. Peki, bugün Filistin’de barış var mı? Hayır! Çünkü adalet yok!

Unutmayalım ki:

Birileri Gazze’yi “verebilir” ama Filistin halkı Gazze’den vazgeçmez.

Güçlü olan değil, haklı olan kazanır.

Tarih, zalimleri asla affetmez.

Bugün zalimler, güçlerine güvenerek istediklerini yapıyor olabilir. Ancak tarih ve vicdan, mazlumların yanındadır. Çünkü bu dünya, Firavunları değil, Musa’ları hatırlar. Çünkü bu dünya, zalimleri değil, adalet savaşçılarını yazar.

Ve en önemlisi: Hiç kimse, babasının malını satıyormuş gibi başkasının toprağını peşkeş çekemez!

@@@@@@@@

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ: HAYATIN GERÇEK ANLAMI

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ: HAYATIN GERÇEK ANLAMI

Bir varmış, bir yokmuş… Bütün masallar böyle başlar, ama aslında hayatın da en güzel özeti budur. Bir an vardır, sonra yoktur. Bir insan vardır, sonra yoktur. Bir krallık yükselir, sonra yıkılır. Bir nefes alınır, sonra verilir ve belki bir daha alınamaz…

Bu cümledeki derin hikmeti kavrayan insan, hayatın aslında ne kadar kısa, ne kadar geçici olduğunu fark eder. Ancak asıl mesele şudur: Geçici olan bu hayatta neye değer veriyoruz? Ne için yaşıyoruz? Ve geriye ne bırakıyoruz?

1. Sahip Olduğumuz Her Şey Geçicidir

Bugün var olan her şey, bir gün yok olacak. Göz kamaştıran saraylar, dev şirketler, yüksek mevkiler, bankalarda biriken servetler… Bunların hiçbiri, ölüm kapıyı çaldığında bizimle gelmeyecek. Ne mal, ne mülk, ne şöhret… Hiçbiri mezarın ötesine geçemeyecek.

Tarih boyunca nice hükümdarlar, nice zenginler, nice büyük isimler geldi ve geçti. Firavunlar piramitler yaptırdı, İskender dünyayı fethetti, Sezar imparatorluklar kurdu… Ama hepsi bir zamanlar “vardı”, şimdi ise “yok.”

Şu an elimizde tuttuğumuz şeylerin aslında bize ait olmadığını anladığımızda, hayatı daha doğru değerlendirmeye başlarız. Çünkü hayatta hiçbir şey kalıcı değildir, elimizdekiler sadece bir emanet ve bir sınavdır.

2. İnsan Hayatta Ne İçin Yaşar?

Eğer her şey gelip geçiciyse, o zaman insan ne için yaşamalıdır? Gerçek anlamda değerli olan nedir?

Para mı? Bir gün bitecek.

Şöhret mi? Bir gün unutulacak.

Güç mü? Bir gün elden gidecek.

Gerçek anlamda kalıcı olan tek şey iyilik ve insanlığa kattığımız değerdir. Çünkü mal, mülk, mevki gittiğinde bile, geriye bizim bıraktığımız izler kalır. İnsan öldüğünde bile, onun güzel ahlakı, yaptığı iyilikler, yetiştirdiği insanlar yaşamaya devam eder.

Yaratılışın amacı olan İman ve ibadet.
Ve akabinde;
Bir öğretmenin yetiştirdiği öğrenciler, bir doktorun kurtardığı hayatlar, bir yazarın yazdığı ibretlik sözler, bir hayırseverin açtığı su kuyusu… İşte bunlar, insanın kalacak mirasıdır.

3. Ölüm Bir Son Değil, Yeni Bir Başlangıçtır

Eğer her şeyin sonu ölüm olsaydı, hayat anlamsız olurdu. Ama ölüm, sadece bir yok oluş değil, bir dönüşümdür. Dünya hayatı kısa bir yolculuktur ve asıl varış noktası burası değildir. Dünya bir han, ahiret ise gerçek vatandır.

Bu yüzden insan, yalnızca bu dünyaya yatırım yaparak değil, ahireti de düşünerek yaşamalıdır. Eğer sadece bu dünyanın peşinde koşarsak, sonunda elimizde hiçbir şey kalmayacaktır. Ama eğer hayatın geçici olduğunu bilerek yaşarsak, her anın kıymetini bilir ve daha doğru seçimler yaparız.

4. Gerçek Zenginlik Nedir?

Zenginlik, sadece para sahibi olmak değildir. Gerçek zenginlik, gönül zenginliğidir. Çünkü bazı insanlar her şeye sahip olduğu hâlde mutsuzdur, bazıları ise hiçbir şeye sahip olmadığı hâlde huzurludur.

Bir gün Hz. Süleyman’a bir bilge kişi şöyle demiştir:
“Ey Süleyman! Sen mi daha zenginsin, ben mi?”

Hz. Süleyman şaşırmış, çünkü kendisi bir peygamber ve büyük bir kraldır. Adam devam etmiş:
“Sen benden zengin olamazsın, çünkü senin sahip oldukların geçici, ama benim gönlüm huzurla dolu. Benim zenginliğimi hiçbir güç elimden alamaz.”

İşte gerçek zenginlik budur: Dünya nimetleri için kendini harap etmeden, elindekinin kıymetini bilmek ve huzur içinde yaşamak.

Sonuç: Yaşarken Ne Bırakıyoruz?

Hayat “bir varmış, bir yokmuş” kadar kısa ve hızlı geçiyor. Bugün aldığımız nefes, yarın belki olmayacak. Bugün sahip olduğumuz şeyler, yarın başkalarına kalacak. O yüzden önemli olan, bu kısacık hayatı nasıl değerlendirdiğimizdir.

Şu üç soruyu kendimize sormalıyız:

1. Gerçekten değerli şeyler için mi yaşıyorum, yoksa gelip geçici şeylerin peşinde mi koşuyorum?

2. Beni hatırlayan insanlar, ismimi iyilikle mi anacak, yoksa unutulup gidecek miyim?

3. Bu dünyadan ayrıldığımda geriye ne bırakmış olacağım?

Çünkü bir gün biz de “vardık”, sonra “yok” olacağız. Ama ardımızda güzel izler bırakabilirsek, belki de aslında hiç yok olmayacağız…

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

6 ŞUBAT DEPREMİNDE YAŞANAN İBRETLİ OLAYLAR

6 ŞUBAT DEPREMİNDE YAŞANAN İBRETLİ OLAYLAR

6 Şubat 2023… O sabah, birçok insan için sıradan bir gün olacaktı. Kimisi işe gidecek, kimisi okuluna, kimisi yeni hayaller kuracaktı. Ancak kimse, o gecenin son geceleri olacağını bilmiyordu.

Yer sarsıldı, duvarlar yıkıldı, çığlıklar duyuldu. Ama bu felaketin içinde sadece acı değil, ibret alınması gereken olaylar da vardı. Hayatta kalma mücadeleleri, mucizeler, sabır, tevekkül ve insanlığın yeniden dirilişi…

Bu yazı, yaşananları unutmayarak ibret almak, isyansız ve teslimiyetle ders çıkarmak için kaleme alınmıştır.

1. 150. Saatte Enkazdan Çıkan Çocuk

Depremin üzerinden tam 150 saat geçmişti. Umutların tükendiği bir anda, enkazdan küçük bir çocuk çıkarıldı. O kadar saat boyunca ne açlık onu öldürebilmişti ne de korku.

Kim ona su içirdi?

Kim ona dayanma gücü verdi?

Kim o taşların arasında onu korudu?

Bu, Allah’ın kudretinden başka bir şey değildi. Felaketin ortasında bile mucizeler olduğunu gösteren bir işaretti.

Ve biz, hayatın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladık.

2. Kucağında Bebeğiyle Can Veren Anne

Kurtarma ekipleri, bir enkazın altında anne ve bebeğini bulduklarında gözyaşlarını tutamadı.

Anne, bebeğini sarmış, kendi bedeniyle onu korumuştu. Enkazı kaldırdıklarında bebek hayattaydı. Ama anne çoktan ahirete yürümüştü.

Bu sahne bize neyi hatırlattı?

Merhametin en büyük örneğini…

Bir annenin evladına olan sonsuz sevgisini…

Allah’ın, bir çocuğun rızkını ve hayatını nasıl koruduğunu…

O bebek yaşadı, çünkü Allah’ın takdiri öyleydi. O anne öldü, çünkü şehadeti kazanmıştı.

3. Yıkılan Caminin İçinde Sağ Kalan Hafız Çocuk

Bir cami yıkılmıştı. Onlarca insan içerideydi. Fakat içlerinden bir çocuk Kur’an okuyarak hayatta kalmayı başardı.

Kendi anlatımıyla:

“Sürekli Kur’an okudum, dualar ettim. İçimde büyük bir huzur vardı. Korkmadım, çünkü Rabbimin benimle olduğunu hissettim.”

Depremin bize verdiği en büyük derslerden biri de buydu:

Dünya yıkılsa bile, Allah’a sığınan bir kalp asla yıkılmaz.

4. “Benim Yerime Onu Kurtarın” Diyen Adam

Kurtarma ekipleri, enkaz altındaki bir adamı buldu. Ancak adamın hemen yanında ağır yaralı bir genç vardı. Ekipler ilk önce adamı çıkaracaklarını söylediklerinde, adamın cevabı herkesi susturdu:

“Ben dayanabilirim, önce onu kurtarın.”

Bu, insanlığın ölmediğini gösteren en büyük örneklerden biriydi. O zor anda bile başkasını kendinden önce düşünmek… İşte gerçek fedakârlık ve teslimiyet budur!

5. Ölen Eşinin Elini Bırakmayan Adam

Bir adam, enkaz altında eşiyle birlikte sıkışmıştı. Günlerce elini bırakmadı. Kurtarma ekipleri ulaştığında eşinin vefat ettiğini söylediler. Ama adamın cevabı yürek burktu:

“Bu eller, nikâhımız kıyıldığı gün onun ellerine tutuldu. Dünya yıkılsa da, ben onu bırakamam.”

Bu olay bize sevginin ve vefanın gerçek anlamını gösterdi. Çünkü bazen hayat sadece nefes almak değildir. Hayat, bir bağlılık, bir sadakat ve bir inançtır.

6. Yıkılan Dükkânından Çıkan Esnafın Sözü

Bir esnaf, yıllarca alın teriyle kazandığı dükkânının başında oturuyordu. Depremde her şeyini kaybetmişti. Ama onu görenler, yüzünde ne isyan ne de öfke gördüler. Sadece şunu söyledi:

“Rızkı veren Allah’tır. Mal gider, ama iman gitmesin.”

İşte tevekkülün, teslimiyetin en güzel örneği…

Dünya malı yıkılabilir, kaybedilebilir. Ama iman yıkılmadıkça insan da yıkılmaz.

7. Depremde Vefat Eden Çocukların Şehitliği

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Enkaz altında can veren, boğularak vefat eden, yanan ya da göçük altında kalan kimse şehittir.”
(Buhari, Müslim)

Ve o gün, binlerce çocuk, anneler, babalar, kardeşler bu mertebeye ulaştı.

Şimdi onlar cennetin en güzel köşelerinde, dünyada yarım kalan hayallerini tamamlıyorlar.

Bize düşen nedir? Onları unutmamak, dua etmek ve ibret almaktır.

8. Son Söz: İsyan Değil, İbret Almalıyız

6 Şubat depremi, bize hayatın ne kadar kısa, dünyanın ne kadar geçici olduğunu gösterdi.

Ama en önemlisi şunu öğretti:

Allah’a sığınan kazanır.

Sabreden, tevekkül eden ayakta kalır.

Bu dünya bir imtihan yeridir, hazırlıklı olmalıyız.

Enkaz altındaki sesleri unutmayalım. O gün yardım bekleyenlerin feryatlarını hatırlayalım. Ve en önemlisi, bir daha böyle acılar yaşamamak için ders alalım.

Çünkü bir deprem daha olabilir…
Ama aynı hataları yaparsak, vicdanlarımız da enkaz altında kalır.

İbret alana, bu olaylar en büyük derstir.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

DEPREMDE PAYLAŞTIĞIMIZ ACIYI, GÖSTERDİĞİMİZ BİRLİK VE KARDEŞLİĞİ DEPREM SONRASI DA GÖSTERELİM

DEPREMDE PAYLAŞTIĞIMIZ ACIYI, GÖSTERDİĞİMİZ BİRLİK VE KARDEŞLİĞİ DEPREM SONRASI DA GÖSTERELİM

6 Şubat 2023… O gece sadece binalar yıkılmadı, hayatlar da altüst oldu.
Sevdiklerimiz enkaz altında kaldı, sokaklar tanınmaz hale geldi, şehirler sessizliğe gömüldü.

Ama o sessizliğin içinde bir şey doğdu: Birlik, beraberlik ve kardeşlik…

O gün, hiç tanımadığımız insanlar için ağladık.
O gün, başkalarının acısını kendi acımız bildik.
O gün, ırkı, dili, mezhebi, memleketi ne olursa olsun, herkes aynı duanın içinde birleşti.

Ve hep birlikte anladık:

Biz, büyük bir aileyiz.

Ama soru şu:
Bu kardeşliği, bu dayanışmayı, sadece felaket zamanında mı hatırlayacağız?

1. Depremde Kenetlendik, Sonra Ne Oldu?

Deprem anında herkes tek yürek oldu.

Gecesini gündüzüne katan arama kurtarma ekipleri…

Evini, aşını, elindekini paylaşan insanlar…

Daha önce birbirini hiç görmemiş insanların sarılıp ağlaması…

Hepimiz bir an olsun aynı milletin, aynı ümmetin fertleri olduğumuzu hissettik.

Ama zaman geçtikçe, bu duygular unutulmaya başladı.

Peki neden?

Deprem bitti mi? Hayır.

Acılar sona erdi mi? Hayır.

Yıkılan evler, kurulan dostluklardan daha mı önemliydi? Kesinlikle hayır.

O zaman neden o kardeşliği devam ettirmiyoruz?

2. Kardeşlik Sadece Felaket Zamanında mı Hatırlanır?

Depremden sonra hepimizin ortak bir acısı vardı.
O yüzden farklılıklarımızı unuttuk, birbirimize destek olduk.

Ama neden sadece acılar bizi birleştiriyor?

Neden bayramda, düğünde, iyi günlerde de aynı dayanışmayı göstermiyoruz?

Neden komşumuz açken, ihtiyaç sahipleri varken bu birlik ruhunu kaybediyoruz?

Neden sadece afet zamanlarında birbirimize sarılıyoruz?

Oysa Kur’an bize kardeşliği sadece zor zamanlar için değil, her an yaşamamız gerektiğini söylüyor:

“Müminler ancak kardeştir. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin.”
(Hucurat Suresi, 10. Ayet)

O gün birbirimiz için ağladıysak, bugün de birbirimiz için dua edelim.
O gün ekmeğimizi bölüştüysek, bugün de bölüşelim.
O gün birbirimize sarıldıysak, bugün de sevgimizi devam ettirelim.

3. Deprem Sonrası Ne Yapmalıyız?

Felaketler gelip geçer ama insanlık ve vicdan baki kalmalıdır.

O yüzden, şimdi daha büyük bir sınavın içindeyiz:

Depremzedeleri unutmamak.

Sadece bir iki ay değil, yıllarca onlara destek olmak.

İhtiyaç sahiplerine el uzatmaya devam etmek.

Dostluğu, kardeşliği, sevgiyi sadece afet zamanına hapsetmemek.

Birlik sadece enkaz altında sıkışıp kalmamalıdır.

Eğer biz, acıda birleşip, mutlulukta ayrılıyorsak…
Eğer biz, felakette tek yürek olup, normalde bölünüyor ve unutuyorsak…

O zaman asıl felaket, yıkılan binalar değil, yıkılan kalplerimizdir.

4. Geleceğe Bir Not: Unutmayalım!

Bir gün bu deprem tamamen unutulacak…
Yeni binalar yapılacak, yeni hayatlar kurulacak.
Ama insanlık, vicdan ve kardeşlik unutulmamalı!

Unutmayalım ki, biz birbirimizin duasıyız.

Unutmayalım ki, bizi birleştiren sadece felaketler olmamalı.

Unutmayalım ki, gerçek imtihan, zor zamanlar geçtikten sonra da iyiliği sürdürebilmektir.

Çünkü en büyük dayanışma, en büyük insanlık ve en büyük ibadet, sadece zor zamanlarda değil, her zama

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

6 ŞUBAT DEPREMİNDE YAŞANAN İBRETLİ OLAYLAR

6 ŞUBAT DEPREMİNDE YAŞANAN İBRETLİ OLAYLAR

6 Şubat 2023… O sabah, birçok insan için sıradan bir gün olacaktı. Kimisi işe gidecek, kimisi okuluna, kimisi yeni hayaller kuracaktı. Ancak kimse, o gecenin son geceleri olacağını bilmiyordu.

Yer sarsıldı, duvarlar yıkıldı, çığlıklar duyuldu. Ama bu felaketin içinde sadece acı değil, ibret alınması gereken olaylar da vardı. Hayatta kalma mücadeleleri, mucizeler, sabır, tevekkül ve insanlığın yeniden dirilişi…

Bu yazı, yaşananları unutmayarak ibret almak, isyansız ve teslimiyetle ders çıkarmak için kaleme alınmıştır.

1. 150. Saatte Enkazdan Çıkan Çocuk

Depremin üzerinden tam 150 saat geçmişti. Umutların tükendiği bir anda, enkazdan küçük bir çocuk çıkarıldı. O kadar saat boyunca ne açlık onu öldürebilmişti ne de korku.

Kim ona su içirdi?

Kim ona dayanma gücü verdi?

Kim o taşların arasında onu korudu?

Bu, Allah’ın kudretinden başka bir şey değildi. Felaketin ortasında bile mucizeler olduğunu gösteren bir işaretti.

Ve biz, hayatın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladık.

2. Kucağında Bebeğiyle Can Veren Anne

Kurtarma ekipleri, bir enkazın altında anne ve bebeğini bulduklarında gözyaşlarını tutamadı.

Anne, bebeğini sarmış, kendi bedeniyle onu korumuştu. Enkazı kaldırdıklarında bebek hayattaydı. Ama anne çoktan ahirete yürümüştü.

Bu sahne bize neyi hatırlattı?

Merhametin en büyük örneğini…

Bir annenin evladına olan sonsuz sevgisini…

Allah’ın, bir çocuğun rızkını ve hayatını nasıl koruduğunu…

O bebek yaşadı, çünkü Allah’ın takdiri öyleydi. O anne öldü, çünkü şehadeti kazanmıştı.

3. Yıkılan Caminin İçinde Sağ Kalan Hafız Çocuk

Bir cami yıkılmıştı. Onlarca insan içerideydi. Fakat içlerinden bir çocuk Kur’an okuyarak hayatta kalmayı başardı.

Kendi anlatımıyla:

“Sürekli Kur’an okudum, dualar ettim. İçimde büyük bir huzur vardı. Korkmadım, çünkü Rabbimin benimle olduğunu hissettim.”

Depremin bize verdiği en büyük derslerden biri de buydu:

Dünya yıkılsa bile, Allah’a sığınan bir kalp asla yıkılmaz.

4. “Benim Yerime Onu Kurtarın” Diyen Adam

Kurtarma ekipleri, enkaz altındaki bir adamı buldu. Ancak adamın hemen yanında ağır yaralı bir genç vardı. Ekipler ilk önce adamı çıkaracaklarını söylediklerinde, adamın cevabı herkesi susturdu:

“Ben dayanabilirim, önce onu kurtarın.”

Bu, insanlığın ölmediğini gösteren en büyük örneklerden biriydi. O zor anda bile başkasını kendinden önce düşünmek… İşte gerçek fedakârlık ve teslimiyet budur!

5. Ölen Eşinin Elini Bırakmayan Adam

Bir adam, enkaz altında eşiyle birlikte sıkışmıştı. Günlerce elini bırakmadı. Kurtarma ekipleri ulaştığında eşinin vefat ettiğini söylediler. Ama adamın cevabı yürek burktu:

“Bu eller, nikâhımız kıyıldığı gün onun ellerine tutuldu. Dünya yıkılsa da, ben onu bırakamam.”

Bu olay bize sevginin ve vefanın gerçek anlamını gösterdi. Çünkü bazen hayat sadece nefes almak değildir. Hayat, bir bağlılık, bir sadakat ve bir inançtır.

6. Yıkılan Dükkânından Çıkan Esnafın Sözü

Bir esnaf, yıllarca alın teriyle kazandığı dükkânının başında oturuyordu. Depremde her şeyini kaybetmişti. Ama onu görenler, yüzünde ne isyan ne de öfke gördüler. Sadece şunu söyledi:

“Rızkı veren Allah’tır. Mal gider, ama iman gitmesin.”

İşte tevekkülün, teslimiyetin en güzel örneği…

Dünya malı yıkılabilir, kaybedilebilir. Ama iman yıkılmadıkça insan da yıkılmaz.

7. Depremde Vefat Eden Çocukların Şehitliği

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Enkaz altında can veren, boğularak vefat eden, yanan ya da göçük altında kalan kimse şehittir.”
(Buhari, Müslim)

Ve o gün, binlerce çocuk, anneler, babalar, kardeşler bu mertebeye ulaştı.

Şimdi onlar cennetin en güzel köşelerinde, dünyada yarım kalan hayallerini tamamlıyorlar.

Bize düşen nedir? Onları unutmamak, dua etmek ve ibret almaktır.

8. Son Söz: İsyan Değil, İbret Almalıyız

6 Şubat depremi, bize hayatın ne kadar kısa, dünyanın ne kadar geçici olduğunu gösterdi.

Ama en önemlisi şunu öğretti:

Allah’a sığınan kazanır.

Sabreden, tevekkül eden ayakta kalır.

Bu dünya bir imtihan yeridir, hazırlıklı olmalıyız.

Enkaz altındaki sesleri unutmayalım. O gün yardım bekleyenlerin feryatlarını hatırlayalım. Ve en önemlisi, bir daha böyle acılar yaşamamak için ders alalım.

Çünkü bir deprem daha olabilir…
Ama aynı hataları yaparsak, vicdanlarımız da enkaz altında kalır.

İbret alana, bu olaylar en büyük derstir.

 

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

BÜYÜK DEPREMİN HABERCİSİ VE BİR KIYAMET SAHNESİ

BÜYÜK DEPREMİN HABERCİSİ VE BİR KIYAMET SAHNESİ

Gece karanlığında şehirler uykudaydı…
Kimileri rüyalar görüyordu, kimileri ertesi günün planlarını yapıyordu.
Kimse, birkaç saniye içinde hayatlarının tamamen değişeceğini bilmiyordu.

Sonra yer sarsıldı…
Binalar, caddeler, yollar yerle bir oldu.
Sokaklar feryatlarla doldu.
Ve bir sessizlik…

Bu, bir depremin çok ötesinde bir şeydi.
Bu, bir kıyamet provasıydı.
Bu, büyük depremin habercisiydi.

Kur’an’ın haber verdiği o sahne, 6 Şubat’ta gözlerimizin önünde yaşandı:

“Yer, o korkunç sarsıntı ile sarsıldığı zaman… Ve toprak, ağırlıklarını dışarı attığı zaman… İşte o zaman insan, ‘Bu neyin nesi?’ der.”
(Zilzal Suresi, 1-3. Ayetler)

O gün insanlar “Bu neyin nesi?” diye sordu…
Ama asıl soru şuydu:
Bu sadece bir deprem miydi, yoksa kıyamet öncesi bir uyarı mı?

1. Depremin Ardındaki İlahi Mesaj

Deprem, sadece doğal bir olay değildir.
Evet, bilimsel açıklamaları vardır, ama her şeyin sahibi olan Allah, hiçbir olayı sebepsiz yaratmaz.

Kur’an’da defalarca yeryüzünün sarsılacağı bildirilmiştir.
Ve her büyük sarsıntı, insana bir uyarıdır.

Bu dünya geçicidir.
Bu dünya bir imtihan yeridir.
Ve bu dünya bir gün tamamen yıkılacaktır.

6 Şubat’ta yaşanan deprem, o büyük kıyamet gününün bir fragmanıydı.

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet sarsıntısı büyük bir olaydır.”
(Hac Suresi, 1. Ayet)

2. Kıyamet Günü Gibi Bir Manzara

O gece yaşananlar, bir kıyamet sahnesiydi:

İnsanlar ne yapacağını bilemedi.

Kimse nereye kaçacağını bilemedi.

Evler, sokaklar, binalar enkaza döndü.

İnsanlar, “Bu bir kıyamet mi?” diye düşündü.

Mahşer günü de aynen böyle olacak.
Herkes birbirine soracak:

“Bu gün, hesap günü mü?”
(Mutaffifin Suresi, 11. Ayet)

Ama o gün, artık kimse geri dönemez.
Tıpkı 6 Şubat’ta sevdiklerini kaybedenlerin, zamanın geri alınamayacağını fark ettiği gibi…

3. O Büyük Deprem ve Yeryüzünün Sonu

Kur’an’da o büyük kıyamet depremi şöyle anlatılır:

“O gün, yer ve dağlar sallanır, dağlar dağılıp toz haline gelir.”
(Müzzemmil Suresi, 14. Ayet)

6 Şubat’ta biz bunun küçük bir örneğini gördük.

Binalar, dağılıp toz oldu.

Yollar, çatladı ve yarıldı.

İnsanlar, “Bu nasıl mümkün olabilir?” diye sordu.

Ama bu sadece bir uyarıydı.
Gerçek kıyamette, bütün dünya böyle olacak.

Ve o gün geldiğinde, hiçbir bina, hiçbir şehir ayakta kalamayacak.

4. Herkes Aynı Anda Sınandı

Depremde ne gördük?

Zengin de fakir de aynı enkazın altındaydı.

Mevkisi, rütbesi olanlar da, hiçbir şeyi olmayanlar da…

Hiç kimse, dünyada biriktirdiklerini yanına alamadı.

Tıpkı mahşerde olduğu gibi:

“Sur’a üflendiğinde, artık ne aralarındaki akrabalık bağı kalır ne de birbirlerine bir şey sorabilirler.”
(Mü’minun Suresi, 101. Ayet)

O an geldiğinde, herkes tek başınadır.
Ve tek soru şudur: “Hangi amelle geldin?”

5. İbret Almak ve Tevekkül

Bu deprem bize ne öğretti?

Hiçbir şey kalıcı değil.

Ölüm çok yakın.

Gerçek hazırlık, dünya için değil ahiret içindir.

Şimdi ne yapmalıyız?

İsyan etmek yerine ibret almalıyız.

Öfkelenmek yerine bilinçlenmeliyiz.

Yıkılanları daha sağlam inşa etmeliyiz.

Ve en önemlisi, Allah’a daha sıkı sarılmalıyız.

Kur’an bizi uyarıyor:

“O büyük sarsıntı geldiğinde, her insan yaptığıyla yüzleşecek.”
(Nebe Suresi, 40. Ayet)

O zaman, şimdi tövbe etme zamanı…
Şimdi Allah’a dönme zamanı…
Çünkü büyük deprem bir gün mutlaka gelecek.

Ve o gün, kimse hazırlıksız yakalanmak istemez…
(Yapay zeka makaleleri)

Loading

No ResponsesŞubat 5th, 2025

MAHŞERİN PROVASI – BÜYÜK HESAP GÜNÜ

MAHŞERİN PROVASI – BÜYÜK HESAP GÜNÜ

O gece, yeryüzü titredi…
Koca binalar birkaç saniye içinde yerle bir oldu.
Evler, sokaklar, şehirler karanlığa gömüldü.
Ve o an, milyonlarca insan için kıyamet koptu.

İnsanlar uykudaydı, kimse ne olduğunu anlayamadı.
Bazıları hiç uyanamadı.
Bazıları sevdiklerine ulaşmak istedi ama telefonlar çalışmadı.
Bazıları kaçmak istedi ama kaçacak bir yer bulamadı.

Mahşerin provasıydı bu!

Ölüm bir anda, hiç beklenmedik bir saatte geldi.
Tıpkı Kur’an’ın haber verdiği gibi:

“Kıyamet ansızın gelir ve insan onu fark edemez.”
(A’raf Suresi, 187. Ayet)

Bu deprem, sadece yerin altındaki fayların hareketi değil, bir uyanış çağrısıydı.
Büyük hesap gününü hatırlatan bir işaretti.

1. Herkes Aynı Anda Sınandı

Depremin en çarpıcı tarafı neydi?

Zengin de fakir de aynı enkazın altındaydı.
Makama, servete, şöhrete sahip olanlar da, hiçbir şeyi olmayanlar da…
Kimse, dün sahip olduğu şeyleri yanına alamadı.

Tıpkı Kur’an’ın haber verdiği mahşer sahnesi gibi:

“Sur’a üflendiğinde, artık ne aralarındaki akrabalık bağı kalır ne de birbirlerine bir şey sorabilirler.”
(Mü’minun Suresi, 101. Ayet)

O an, kimse kimseye yardım edemedi.
Herkes tek başınaydı.
Herkes, kendi hesabını vermek zorundaydı.

2. Mal, Mülk, Şöhret… Hepsi Enkaz Altında Kaldı

Bir adam, yıllarca biriktirdiği servetin içinde yaşarken öldü.
Bir başkası, hayat boyu bir ev almak için çalıştı, ama o ev mezarı oldu.
Bazıları, şöhretiyle tanınıyordu ama enkaz altındayken kimse adını bile hatırlamadı.

Ne para, ne mevki, ne de şan…

Hiçbir şey, büyük hesap günü geldiğinde sahibine fayda sağlamadı.

Kur’an, bu gerçeği şöyle anlatır:

“O gün ne mal fayda verir ne de evlat, ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler müstesna.”
(Şuara Suresi, 88-89. Ayetler)

Demek ki gerçek servet, bankada değil, kalpte saklıdır.

3. Mahşer Günü Gibi Bir Gün

Deprem anında herkes aynı soruyu sordu:

Ne oluyor?

Bu gerçek mi?

Şimdi ne yapacağız?

Mahşer günü de aynen böyle olacak.

“İnsan, ‘Kıyamet günü ne zamanmış?’ diye sorar. Ama göz kamaştığında, ay tutulduğunda ve güneş ile ay bir araya getirildiğinde, işte o gün insan, ‘Kaçacak yer neresi?’ der. Hayır, hayır! Kaçacak hiçbir yer yoktur!”
(Kıyamet Suresi, 6-11. Ayetler)

Depremde kaçacak yer bulamayanlar gibi,
Mahşer günü de, insanın kaçabileceği hiçbir yer olmayacak.

4. Kurtulanlar ve Kaybedenler

Depremden bazıları mucizevi şekilde kurtuldu.
Kimi 150 saat enkaz altında kaldı ama hayatta kaldı.
Kimi o gece evde değildi ve kurtuldu.

Ama bazıları için süre dolmuştu…

Tıpkı mahşerdeki gibi:

“Kim zerre kadar hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre kadar şer işlemişse, onu görür.”
(Zilzal Suresi, 7-8. Ayetler)

Kimisi bu dünyada yaptığı iyiliklerin karşılığını aldı.
Kimisi hayatı boyunca aldattı, zulmetti, ihmal etti ve şimdi hesabını veriyor.

Adalet şaşmaz.
Deprem enkazı gibi, mahşerde de herkesin üzerindeki perde kalkacak.

5. Son Söz: Bu Depremden Ne Öğrendik?

6 Şubat depremi, bize hayatın ne kadar kısa ve geçici olduğunu öğretti.
O yüzden, henüz vakit varken düşünmeliyiz:

Bugün ölsem, amel defterimde ne yazıyor?

Enkaz altındaki insanlar gibi, sevdiklerimle helalleşmeden mi gideceğim?

İyilik yapmaya ne kadar zaman ayırdım?

Allah’a, hesap gününe gerçekten inandım mı?

Bir deprem, bizi dünyada uyarabilir.
Ama mahşer günü geldiğinde, dönüş yoktur.

Bu yüzden bugün, hemen şimdi, dersimizi almalıyız.

Çünkü büyük hesap günü yakındır…
(Yapay zeka makaleleri)

Loading

No ResponsesŞubat 5th, 2025

ENKAZ ALTINDA KALAN CANLAR- HATIRALAR VE HAYALLER

ENKAZ ALTINDA KALAN CANLAR- HATIRALAR VE HAYALLER

Bir sabah, insanlar uykularında yakalandılar kıyamet gibi bir felakete… Evler, sokaklar, şehirler bir anda yıkıldı. Sessizlik, enkazın altında kalan binlerce çığlığı boğdu. 6 Şubat 2023… Tarihe yalnızca bir deprem olarak değil, insanlığın hafızasında derin yaralar açan bir felaket olarak kazındı.

Bu yazı, isyansız, tevekkül ve teslimiyet içinde bir muhasebe; ibret almak ve unutmamak için kaleme alınmıştır.

1. Enkazın Altında Kalan Canlar

Her felaketin en acı tarafı, geride bıraktığı kayıplardır. Annesini arayan çocuklar, çocuğunu kollarına almak için enkaz başında bekleyen anne babalar, bir telefon sesi, bir nefes, bir el… Her biri canlı birer hatıraydı, birer umuttu.

Bir baba, kurtarıldığında ilk sözü şuydu: “Kızım hâlâ içeride…”

Bir çocuk, enkazdan çıktığında sordu: “Annem ne zaman gelecek?”

Yaşlı bir adam, yıkılan evinin başında oturdu, gözyaşları içinde fısıldadı: “Ömrüm gitti…”

Kaybedilen sadece bedenler değildi. O enkazın altında umutlar, hayaller, hikâyeler de kaldı. Bir anne, çocuğuna kahvaltı hazırlarken; bir genç, sabahki sınavını düşünürken; bir baba, ertesi günün işini planlarken… Bir anda hepsi yıkılan duvarların, ezilen taşların altında kaldı.

2. Enkazın Altında Kalan Hatıralar

Ev dediğimiz şey sadece duvarlardan, kapılardan ibaret değildir. O dört duvarın içinde yılların birikimi, hatıralar, tebessüm ve gülücükler ve de gözyaşları vardır.

Deprem sadece binaları değil, insanın hatıralarını da yerle bir etti.

Çocukluğunun geçtiği sokaklar artık yoktu…

Annesinin oturduğu o pencere artık yerle bir olmuştu…

Evlilik yüzüğünü enkazdan çıkaran bir adam, “Eşim burada öldü” diye fısıldadı…

Bir defterin arasından çıkan kurutulmuş çiçek, bir zamanlar yaşanmış bir muhabbeti hatırlattı…

Her taşın altında bir hikâye, her toz bulutunun içinde bir hatıra vardı.

3. Enkazın Altında Kalan Hayaller

Her insan, bir gelecek hayali kurar. Kimi yeni bir iş, kimi yeni bir ev, kimi de evlilik ya da çocuk sahibi olma hayaliyle yaşar. Ancak deprem, hayalleri de göçük altında bıraktı.

Üniversite sınavına hazırlanan gençler vardı. Artık kitaplarının üstü tozla kaplı…

Yeni iş kurmayı düşünen insanlar vardı. Şimdi iş yerleri yerle bir…

Evlenmek için hazırlık yapanlar vardı. Şimdi nişan yüzükleri, enkazın altında…

İnsan, hayalsiz yaşayamaz. Ama 6 Şubat, binlerce hayali yarım bıraktı.

4. İsyan Değil, İbret Almak Gerekir

Bu kadar acının içinde insanın kalbi daralır, isyana yönelmek ister. Ama bilinmelidir ki bu dünya bir imtihan yeridir. Allah, Kur’an’da şöyle buyurur:

“Andolsun, sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele!”
(Bakara Suresi, 155. Ayet)

Bu imtihanı anlamak ve ona uygun yaşamak gerekir.

İsyan değil, ibret almak gerekir.

Öfke değil, tevekkül ve şükür gerekir.

Pes etmek değil, yeniden ayağa kalkmak gerekir.

Çünkü bu dünyada hiçbir şey kalıcı değil. Ne acılar sonsuza kadar sürecek ne de mutluluklar… Ama her şeyin bir hesabı var. Kaybettiklerimiz, ahirette daha güzel bir karşılıkla bizleri bekliyor.

5. Deprem, Sadece Yeryüzünü Değil, Vicdanları da Sarsmalı

Deprem bir gerçeği daha gözler önüne serdi: İhmal, hırs ve adaletsizlik öldürüyor.

Yıkılan binaların çoğu beton değil, kâğıt gibi paramparça oldu.

Bazı müteahhitler, daha fazla kazanmak için insan hayatını hiçe saydı.

Geciken yardımlar, plansızlık, çaresizlik… İnsan, insanı öldürdü.

Deprem bir zahiren fay hatlarının kırılması olayıdır, ama binaların altında kalmak insan hatasıdır.

O halde bu felaketten bir ders çıkarılmalı:

Güvenli şehirler inşa etmeliyiz.

Beton değil, vicdan sağlam olmalı.

Daha bilinçli, daha adaletli, daha sorumlu bir toplum olmalıyız.

Eğer bu dersleri almazsak, gelecek de geçmiş gibi olur. Ve tarih tekerrür eder…

Sonuç: Enkazdan Çıkardığımız Şey, Sadece İnsanlar Değil, Bir Bilinç Olmalı

6 Şubat, hepimizin hafızasına kazındı. Ama bu hafıza, sadece bir acıyı hatırlamak için değil, bir uyanışa vesile olmak için kullanılmalı.

Kaybettiklerimizi unutmamak için, adaletli bir dünya inşa etmeliyiz.

Yıkılan hayallerin yerine, daha sağlam gelecekler kurmalıyız.

Hatıraların yok olmaması için, insanlığı ve vicdanı kaybetmemeliyiz.

Ve unutmamalıyız ki:

Deprem, binaları yıktı ama bizleri birleştirdi.
Toprak bedenleri aldı ama dualarımızı yükseltti.
Dünyada kaybettiklerimiz, ahirette bizi bekliyor.

O halde, sabırla, tevekkülle, teslimiyetle… Ama en önemlisi, ibret alarak yaşamaya devam edelim.

Enkazdan çıkan sadece bedenler olmasın… Vicdanlarımız da uyansın!
(Yapay zeka makaleleri)

Loading

No ResponsesŞubat 5th, 2025

DEPREMLE BERABER YIKILAN HAYALLER

DEPREMLE BERABER YIKILAN HAYALLER

6 Şubat 2023… O sabah dünya, milyonlarca insan için bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı. Gecenin karanlığında yeryüzü titredi, şehirler yerle bir oldu, yuvalar yıkıldı. O sarsıntıyla sadece binalar değil, hayaller, umutlar ve nice güzel hikâyeler de göçük altında kaldı.

Bu yazı, isyansız, teslimiyet ve tevekkülle yaşanan acıyı anlamaya, ibret almaya ve unutmamaya dair bir muhasebedir.

1. Yıkılan Sadece Binalar Değildi

Bir deprem sadece yerin altındaki fay hatlarını değil, insanların iç dünyasındaki duyguları da sarsar. 6 Şubat’ta yıkılan sadece binalar olmadı; hayaller de enkaz altında kaldı.

Bir çocuk, sabah okula gidecekti. Defterleri, kalemleri, hayalleri enkazın altında kaldı.

Bir genç, üniversite sınavına hazırlanıyordu. Geleceğe dair umutları toz olup uçtu.

Bir anne, bebeğini sabah uyandırıp kahvaltı yaptıracaktı. Ama o sabah ne mutfak kaldı ne de bir ses…

Bir baba, ailesiyle yeni bir hayata başlayacaktı. Ama artık ne evi vardı ne de eşi…

Hayatlar bir saniyede değişti. Oysa herkesin bir planı, bir umudu vardı. Ama o gece hiç kimse sabaha çıkacağından emin olamadı.

2. Hayallerin Altında Kalan İnsanlar

Her insanın içinde, geleceğe dair bir hayal vardır. Kimisi yeni bir iş, kimisi mutlu bir yuva, kimisi ise sadece huzur ister. Ancak deprem, insanları hayalleriyle birlikte aldı götürdü.

Bir baba, yeni bir ev almıştı. “Çocuklarım için daha iyi bir yuva” diyordu. Ama o ev, birkaç saniyede mezara döndü.

Bir öğretmen, öğrencileri için projeler hazırlıyordu. Ama şimdi tahtasında yazılı son ders, tozlu molozların altında kaldı.

Bir esnaf, sabah dükkanını açıp ekmeğini kazanacaktı. Ama şimdi o dükkanın yeri bile belli değil.

Hayat devam ederken bir anda durdu. Deprem, geçmişi silerken geleceği de aldı götürdü.

3. İsyan Değil, İbret Almalıyız

Bu kadar büyük bir felaket karşısında insanın içi daralır. Neden böyle oldu? Bu kadar can neden gitti? Bu sorular sorulmalı, ama cevabı isyanda değil, ibrette aramalıyız.

Çünkü Allah’ın düzeninde tesadüf yoktur. Olan her şeyin bir hikmeti, bir mesajı vardır. Kur’an bize bu tür musibetler karşısında nasıl durmamız gerektiğini şöyle bildirir:

“O, sizi hem korku hem ümit içinde yıldırımlar göstererek korkutur. İşte Allah’ın büyüklüğü budur.”
(Ra’d Suresi, 12. Ayet)

Deprem, sadece bir sarsma ve sarsıntı olayı değildir. İnsan için bir uyanıştır. Hayatın geçiciliğini, dünyanın faniliğini, insanın acizliğini hatırlatır.

İsyan etmek yerine, hatalarımızı sorgulamalıyız.

Öfke yerine, geleceğimizi nasıl güvenli hale getireceğimizi düşünmeliyiz.

Hataları tekrar etmek yerine, ders çıkarmalıyız.

4. Tevekkül: Kayıpları Allah’a Emanet Etmek

Bazı kayıplar vardır ki insanın yüreğine ağır gelir. Ancak inanırız ki, kaybettiklerimiz Allah’ın katında daha güzel bir mekânda, daha güzel bir hayatta devam ediyorlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurur:

“Bir müminin başına gelen her sıkıntı, onun günahlarına kefaret olur.”
(Buhari, Müslim)

Depremde kaybettiklerimiz, belki hayallerini tamamlayamadılar. Ama Allah’ın rahmeti sonsuzdur. Belki de onlara cennette, bu dünyada sahip olamayacakları güzellikler nasip edilmiştir.

Ve biz biliyoruz ki:

Enkaz altında kalan çocuklar, cennette meleklerle oynuyor.

Yıkılan evlerde vefat edenler, daha güzel bir yurtta uyanıyor.

Kayıplar, bizden gitti ama Allah’ın yanında ebedi bir hayat buldu.

O yüzden sabretmek, tevekkül etmek ve Allah’a güvenmek gerekir.

5. Yıkılan Hayallerin Yerine Yeni Hayatlar İnşa Etmeliyiz

Evet, büyük bir felaket yaşandı. Ama hayat durmaz. Yıkılan hayallerin yerine, yeni umutlar ekmeliyiz.

Güvenli şehirler kurmalıyız. Artık ihmalin, hırsın, sorumsuzluğun önüne geçmeliyiz.

Zorluklara karşı dayanıklı olmalıyız. Felaketler karşısında birbirimize daha çok kenetlenmeliyiz.

Hayatın değerini daha iyi anlamalıyız. Sevdiklerimizi daha çok sevmeli, onlara daha çok zaman ayırmalıyız.

Çünkü hayat kısa, dünya geçici ve hiçbir şey sonsuza kadar kalmaz.

Son Söz: Enkazdan Ders Çıkarmak

6 Şubat’ta binalarla birlikte hayaller de yıkıldı. Ancak hayat devam ediyor ve bu enkazın altında büyük bir ders yatıyor.

Depremi unutmayalım, ama umudu da kaybetmeyelim.

Kaybettiklerimize üzülmek hakkımızdır, ama isyan etmeden sabırla metanetimizi koruyalım.

Yıkılan şehirlerin yerine, daha güvenli şehirler; yıkılan hayallerin yerine, daha büyük umutlar inşa edelim.

Çünkü Allah, sabredenleri sever.
Çünkü hayat, her şeye rağmen yaşamaya değer.
Çünkü her gecenin sonunda, mutlaka bir sabah vardır.
(Yapay zeka makaleleri)

Loading

No ResponsesŞubat 5th, 2025

KİMSE YOK MU?

KİMSE YOK MU?

Kimse Yok Mu?

Gece karanlıktı… Herkes uykudaydı… Sonra bir anda yer sallandı, duvarlar yıkıldı, çığlıklar yükseldi. Ve bir sessizlik…

O sessizlik içinde bir ses duyuldu: “Kimse yok mu?”

Bu, sadece enkaz altındaki bir insanın feryadı değildi. Bu, insanlığın vicdanına yöneltilmiş bir soruydu.

6 Şubat 2023, sadece bir deprem günü değil, bir imtihandı. İnsanın acizliğini, dünyanın faniliğini, hayatın ne kadar kırılgan olduğunu gösteren bir ibret levhasıydı.

Ve enkazın altında kalan o ses, bugün hâlâ yankılanıyor: “Kimse yok mu?”

1. Enkaz Altındaki Çığlık

Her deprem bir yıkımdır ama asıl yıkım, umutların ve hayatların yerle bir olmasıdır.

Bir çocuk, annesine sarılmak istiyordu. Ama onun sesi duyulmadı…

Bir anne, bebeğini korumak için bedenini siper etti. Ama kolları hâlâ taşların altındaydı…

Bir baba, çocuklarını enkazdan çıkarmaya çalışıyordu. Ama güçsüz elleri betonlara yetmedi…

Ve her enkazın altından aynı soru yükseldi: “Kimse yok mu?”

Bu, sadece bir yardım çağrısı değildi. Bu, insanlığın vicdanına sorulan bir soruydu.

2. Yıkılan Sadece Binalar mıydı?

Deprem bir şehri yıkar ama vicdanı da sarsar. Çünkü bir binanın yıkılmasının ardında sadece deprem olayı yoktur; ihmal, hırs, sorumsuzluk da vardır.

Deprem değil, çürük binalar öldürdü.

İhmaller, dikkatsizlikler, “bize bir şey olmaz” düşüncesi yıktı.

Adalet eksik olunca, vicdan da enkaz altında kaldı.

Peki, şimdi soralım: “Kimse yok mu?”

Kimse bu ihmallere dur demeyecek mi?
Kimse yeni bir felaketi önlemek için çalışmayacak mı?
Kimse ders almayacak mı?

3. Tevekkül: Sabırla Ayağa Kalkmak

İnsan büyük acılar yaşadığında isyan etmek ister. Ama biz biliyoruz ki:

“Allah, sabredenlerle beraberdir.”
(Bakara Suresi, 153. Ayet)

Bu felaket bir imtihandı. Sabırla, tevekkülle ve bilinçle hareket etmemiz gereken bir imtihan…

İsyan etmek yerine ibret almalıyız.

Öfkelenmek yerine bilinçli hareket etmeliyiz.

Yıkılanların yerine, daha sağlam olanı inşa etmeliyiz.

Çünkü hayat devam ediyor. Ve bu enkazdan çıkardığımız sadece bedenler değil, dersler de olmalı.

4. İnsanlık Sınavı: Kimse Var mı?

Deprem anında insanlar enkaz altında yardım bekledi. O sırada tek bir cümle yankılanıyordu:

“Kimse yok mu?”

Ve biz gördük ki insanlık hâlâ ölmemişti.

Yardım ekipleri, günlerce uyumadan çalıştı.

Türkiye’nin dört bir yanından insanlar tek yürek oldu.

Kimi elindeki son lokmayı verdi, kimi kendi canını hiçe sayarak enkaza girdi.

İşte insanlık budur! Zorlukta birbirine sarılmak, acıyı paylaşmak, yaraları sarmaktır.

5. Yeniden İnşa Etmek: Sadece Binaları Değil, Bilinci de

Şimdi, bize düşen en büyük görev şudur:

Bu acıyı unutmayacağız! Ama sadece üzülerek değil, ibret alarak, bilinçli hareket ederek, daha sağlam yarınlar kurarak hatırlayacağız.

Güvenli binalar yapacağız.

Depreme hazırlıklı şehirler kuracağız.

İnsanı ve insanlığı önceleyen, adaletli bir sistem inşa edeceğiz.

Çünkü yeni bir deprem olduğunda, “Kimse yok mu?” diye soran biri varsa, cevabımız “Buradayız!” olmalı.

Son Söz: Sesini Duyalım

Bugün belki enkaz altından gelen çığlıkları duymuyoruz. Ama o ses hâlâ yankılanıyor:

“Kimse yok mu?”

Bu sesi duyanlardan mıyız?
Bu sesi unutanlardan mı?
Yoksa bu sesi duyup bir şeyler yapmaya çalışanlardan mı?

Cevabı vicdanımız versin…

Loading

No ResponsesŞubat 5th, 2025

KİR VE LEKELERİ ÖRTÜP PERDELEME YÖNTEMİ DEMOKRASİ

KİR VE LEKELERİ ÖRTÜP PERDELEME YÖNTEMİ DEMOKRASİ

Demokrasi, idealinde halkın kendi iradesiyle yöneticilerini seçtiği, şeffaf ve adil bir yönetim biçimi olarak tanımlanır. Ancak tarih boyunca ve günümüzde birçok ülkede demokrasi, gerçekte bir yönetim aracı olmaktan ziyade, hataları örtmek, lekeleri perdelemek ve gerçekleri gizlemek için kullanılan bir yöntem hâline gelmektedir. Demokrasi, bir temizlik mekanizması olarak mı çalışıyor, yoksa zamanla gerçekleri saklayan bir illüzyona mı dönüşüyor?

Demokrasinin Gerçekleri Gizleme Potansiyeli

Demokratik sistemlerde halkın iradesiyle yöneticilerin değişebileceği, hataların düzeltilebileceği ve şeffaf bir yönetim anlayışının hâkim olacağı varsayılır. Ancak pratikte, birçok yönetici ve siyasi güç, demokrasiyi bir perde olarak kullanarak gerçekleri halktan gizlemekte, hatta var olan problemleri örtbas etmektedir.

Bu gizleme yöntemleri birkaç temel başlıkta incelenebilir:

1. Medya Manipülasyonu: Hakikatin Üstünü Örten Battaniye

Özgür basın, demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Ancak medya, siyasi ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda yönlendirildiğinde, gerçeği yansıtmaktan çok halkın algısını şekillendiren bir propaganda aracına dönüşmektedir.

Taraflı haberlerle halkın dikkati gerçek sorunlardan uzaklaştırılır.

Karşıt görüşler susturulur veya itibarsızlaştırılır.

Gerçek sorunlar yerine sahte gündemler oluşturularak halkın tepkisi yönlendirilir.

Bu durumda demokrasi, halkın bilinçli tercihler yapmasını sağlamak yerine, yöneticilerin kendi hatalarını örtmek için kullandığı bir perdeye dönüşür.

2. Seçim Mekanizması: Algı ile Gerçek Arasındaki Uçurum

Seçimler, demokrasinin temel taşıdır. Ancak seçim süreçleri, halkın iradesini yansıtacak şekilde değil, güç odaklarının çıkarlarına uygun şekilde şekillendirildiğinde, demokrasi sadece bir gösteriden ibaret hâle gelir.

Seçim öncesi yapılan propagandalar, yanlış vaatler ve halkı etkileyen popülist söylemlerle gerçekler perdelenir.

Seçim sistemleri manipüle edilerek halkın iradesi yönlendirilir.

Seçim sonrası verilen sözler unutularak yönetim halktan kopar.

Bu durumda demokrasi, halkın yöneticilerini özgürce seçtiği bir sistem olmaktan çıkıp, iktidarların kendi varlıklarını devam ettirmek için kullandıkları bir vitrin hâline gelir.

3. Bürokrasi ve Yargı: Lekeleri Kalıcı Hâle Getiren Sistem

Demokrasinin en önemli unsurlarından biri de bağımsız yargı ve işleyen bir bürokrasidir. Ancak siyasi güçler, yargıyı ve bürokrasiyi kendi kontrolleri altına aldığında, demokrasinin temizleyici gücü ortadan kalkar ve aksine lekeler kalıcı hâle gelir.

Hukuk sistemi, güçlülerin lehine çalıştığında adalet mekanizması zayıflar.

Bürokrasi, halkın değil, yönetenlerin çıkarlarını koruyacak şekilde dizayn edilir.

Yolsuzluk ve usulsüzlükler yargı yoluyla aklanır veya gündemden düşürülür.

Bu durum, demokrasinin en büyük açmazlarından biridir. Eğer bağımsız kurumlar ortadan kalkarsa, demokrasi sadece bir tabela hâline gelir.

Türkiye ve Demokrasi: Hakikatin Perdelendiği Dönemler

Türkiye’de demokrasi zaman zaman normal şekilde işlerken, bazı dönemlerde ise bir perdeleme aracı olarak kullanılmıştır.

Basının tek taraflı çalıştığı, halkın sadece belirli kaynaklardan bilgi alabildiği dönemlerde, gerçekler halktan saklanmıştır.

Seçim süreçlerinde halkın duygularına hitap eden söylemlerle ekonomik ve siyasi krizler göz ardı edilmiştir.

Bürokrasi ve yargı mekanizmasının bağımsızlığı sorgulandığında, adaletin nasıl işlediği tartışmalı hâle gelmiştir.

Bu süreçlerde demokrasi, halkın sorunlarını çözmek yerine, sorunların üstünü örten bir sistem hâline gelmiştir. Ancak demokrasi, yanlış kullanıldığında bir perdeleme aracı olabilir, ancak bilinçli bir toplum tarafından sahiplenildiğinde gerçekleri açığa çıkaran bir mekanizmaya dönüşebilir.

Sonuç: Demokrasi Perde mi, Ayna mı?

Demokrasi, idealinde halkın haklarını koruyan, adaleti sağlayan ve yöneticileri denetleyen bir sistemdir. Ancak doğru işletilmediğinde, gerçeklerin üstünü örten, yanlışları gizleyen bir illüzyona dönüşebilir.

Bugün dünya genelinde ve Türkiye’de demokrasi, ne kadar şeffaf bir sistem olarak işliyor? Yoksa seçimler, medya ve yargı mekanizmaları, gerçekleri saklamak için kullanılan araçlara mı dönüşüyor?

Halkın bilinçli olduğu, basının özgür çalıştığı ve hukukun üstün olduğu bir demokrasi, kirleri temizler ve toplumu arındırır. Ancak bu unsurlar zayıfladığında, demokrasi yalnızca hataları saklayan bir perdeye dönüşebilir.

Öyleyse en kritik soru şu: Biz demokrasiyi bir perde olarak mı kullanıyoruz, yoksa bir ayna olarak mı? Gerçekleri görmek için aynaya bakmaya cesaretimiz var mı?

Loading

No ResponsesŞubat 3rd, 2025