Yüce Sanat ve Yaratılış: Kudretin İmzası

Yüce Sanat ve Yaratılış: Kudretin İmzası

> “Bütün yıldızları elinde tutamayan bir tek zerreye rab olamaz.”
>
Bu söz, kâinatın işleyişindeki mükemmel düzenden ve yaratıcının mutlak gücünden bahseder. Bize, en küçükten en büyüğe kadar her şeyin birbiriyle nasıl ilişki içinde olduğunu gösterir. Yıldızlar, devasa kütleleri ve akıl almaz hızlarıyla uzayda hareket ederken, en küçük zerreler (atomlar) dahi belirli kanunlara tabi olarak hareket eder. Bu düzenin tamamını kontrol edemeyen bir varlığın, tek bir zerreye bile tam anlamıyla hükmedemeyeceği ifade edilir. Bu, yaratıcının kudretinin sınırsız olduğunu ve bu kudretin evrenin her noktasında tecelli ettiğini gösterir. Bir düşünür için bu, her şeyin tesadüf eseri olmadığını, aksine her zerrede bir plan ve maksat bulunduğunu isbat eden bir delildir. Bu hikmetli ifade, insana acizliğini hatırlatır ve sonsuz kudret sahibi olan Rabbinin önünde ne kadar küçük ve aciz olduğunu idrak etmesini sağlar.

Razı Olmanın Sırrı: Kul ve Rabb Arasındaki Mukaddes Bağ

> “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!” – Fecr Suresi, 28. ayet
>
Bu ayet, bir kulun hayatının en yüce gayelerinden birini özetler: “Razı olmak”. İman eden bir insanın en büyük hedefi, yaratıcısının kendisinden razı olmasıdır. Bu razılık, dünya hayatında gösterilen sabır, tevekkül, şükür ve ihlaslı amellerle kazanılır. Ancak, ayetin güzelliği, bu razılığın tek taraflı olmadığını, aksine karşılıklı olduğunu belirtmesidir. İnsan, karşılaştığı her durumda, iyi ve kötü, nimet ve musibet, Allah’ın takdirine razı olursa, Allah da o kuldan razı olur. Bu, kulun nefsini terbiye etmesi ve acizliğini kabul etmesiyle mümkündür. Razı olan bir kalp, ne zorluklardan korkar ne de nimetlerin geçiciliğiyle sarhoş olur. Bu, aynı zamanda insanın hayatının sonunda Rabbine dönerken, gönül rahatlığıyla ve huzurla döneceğinin de müjdesidir.

İhlas ve Rıza: Amellerin Özü ve Değeri

> “Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazanılır.”
>
Bu söz, ihlasın (samimiyetin) amellerdeki merkezi rolünü vurgular. Bir amelin, dışarıdan ne kadar büyük ve önemli görünürse görünsün, asıl değerini ihlastan aldığını anlatır. İhlas, bir işi veya ibadeti sadece ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle yapmaktır. İhlas, amelin içindeki riya (gösteriş), makam sevgisi, şöhret hırsı gibi manevi hastalıkları temizler. İhlas, kalbin bir aydınlığı, ruhun bir safiyetidir. Cenab-ı Hakk’ın rızasına ulaşmanın tek yolu budur. İnsan, ne kadar çok ibadet ederse etsin, ne kadar çok hayır işlerse işlesin, eğer bu amellerde ihlas yoksa, bu amellerin Allah katında bir kıymeti olmaz. Bu söz, bize yaptığımız her işi, en basitinden en büyüğüne kadar, yalnızca Allah için yapmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. İhlas, bizi gösterişten ve nefsani arzulardan arındırarak, Rabbimizin rızasına ulaştıran en sağlam köprüdür.

Makalenin Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’ye ait hikmetli sözleri ve Fecr Suresi’nden bir ayeti bir araya getirerek, evrenin işleyişi, kul-Allah ilişkisi ve amellerin değeri gibi temel konuları ele almaktadır. İlk olarak, kâinatın düzenini ve Allah’ın mutlak kudretini anlatan söz, en büyükten en küçüğe her şeyin bir yaratıcıya işaret ettiğini gösterir.

İkinci olarak, Fecr Suresi’nden alınan ayet, kulun Rabbinin takdirine razı olmasının karşılığında Allah’ın da o kuldan razı olacağını ve bu karşılıklı razılığın en büyük mutluluk olduğunu anlatır.
Son olarak, “ihlas” kavramını ele alan söz, amellerin Allah katında değer kazanmasının tek şartının samimiyet ve riyadan uzak bir niyet olduğunu belirtir.
Tüm bu metinler bir bütün olarak, insanın dünya hayatını anlamlandırması, Rabbine olan bağlılığını güçlendirmesi ve amellerinde samimiyeti esas alması gerektiğini anlatır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2025

Gazze’nin Hâli, Ümmetin İmtihanı ve Dünyanın Suskun Vicdanı

Gazze’nin Hâli, Ümmetin İmtihanı ve Dünyanın Suskun Vicdanı

Gazze… Küçük bir toprak parçası, fakat büyük bir insanlık imtihanı. Her gün bombalarla yıkılan hastaneler, yerle bir edilen evler, açlığa mahkûm edilen çocuklar ve susturulmaya çalışılan bir halk… İsrail’in işgalci saldırıları yalnızca bir bölgeyi değil, bütün insanlığın vicdanını hedef almaktadır.

Gazze: İnsan Eliyle Üretilmiş Felaket

Son günlerde Nasır Hastanesi’ne yapılan saldırı, gazetecilerin ve sağlık çalışanlarının da hedef alınması, artık savaşın tüm insani sınırları aştığını gösteriyor. Uluslararası hukukta en korunmasız kabul edilen mekânlar dahi bombalanmakta, çocukların gözyaşları yeryüzünün en acı tanıklığını yapmaktadır. Hollywood yıldızı Mark Ruffalo’nun dediği gibi: “Bu bir doğal afet değil, insan eliyle üretilmiş bir felaket.”

Ümmetin Ortak Sorumluluğu

İstanbul’da 50 ülkeden 150 âlimin bir araya gelmesi, “Gazze için artık eylem zamanı” demesi, ümmetin uyanış işaretidir. Bu buluşma, İslâm dünyasının Gazze’nin acısını kendi acısı bilmesi gerektiğini gösteriyor. Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun ifade ettiği gibi, Gazze sadece Filistinlilerin değil, bütün ümmetin geleceğiyle ilgilidir. Her evde bir bağış kutusu açılması çağrısı, “küçük yardımların büyük dayanışmalara dönüşeceği” gerçeğini ortaya koyuyor.

Dünyanın Suskun Vicdanı

Ne yazık ki uluslararası toplum, bu vahşeti önlemek bir yana, çoğu kez sessiz kalarak zımni bir ortaklığa düşüyor. BM, DSÖ, RSF gibi kurumlar “Bu bir savaş suçudur” dese de, yaptırım yok, caydırıcılık yok. Sözde medeniyetin beşiği sayılan Batı, sustukça suç ortaklığı büyüyor. Küçük bir kız çocuğu Maya’nın “Gazze’deki bebekler için asla olmaz” diyerek boykotu sahiplenmesi, milyonlarca insandan daha gür bir vicdan sesi oldu.

Yeni Dönemin İşaretleri

İsrail’in saldırıları sadece Gazze’yi değil, bölgesel dengeleri de sarsıyor. Türkiye ile Suriye’nin işbirliği, İİT’nin olağanüstü toplantısı, Yemen’deki milyonluk gösteriler, İspanya’dan İngiltere’ye yükselen tepkiler… Hepsi, işgalin sadece Filistin halkını değil, bütün insanlığı tahrik eden bir boyuta ulaştığını gösteriyor. Artık öfke sadece sözle kalmıyor, eyleme dönüşüyor.

Gazze’nin Aynasında Ümmetin Hâli

Gazze bugün İslâm ümmetinin en açık aynasıdır. O aynada gördüğümüz şey, mazlum bir halkın sabrı, ümmetin dağınıklığı, ama aynı zamanda vicdanların yeniden birleşme arayışıdır. Gazze yalnızca bombaların hedefi değil; aynı zamanda ümmetin birliği, kardeşliği ve insanlığın onuru için bir mihenk taşıdır.

Sonuç

Gazze’de dökülen her kan, insanlığın vicdanına düşen bir lekedir. Ümmetin susması, gafletidir; dünyanın susması, zulme ortaklıktır. Fakat küçük bir çocuğun vicdanıyla, bir âlimin çağrısıyla, bir milletin dayanışmasıyla bu karanlık aşılabilir. Gazze, ümmetin uyanışı için ilahî bir imtihandır. Ve bu imtihan, sadece Filistinlilerin değil, hepimizin boynunda bir sorumluluktur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2025

KAVRAMLAR

KAVRAMLAR

 

“Kâinat terkiplerindeki intizam, cereyan-ı ahvaldeki nizam, suretlerdeki garabet, nakışlarındaki ziynet, yüksek hikmetler, eşyadaki muhalefet ve mümaselet, camidattaki muavenet, birbirinden uzak olan şeylerdeki tesanüd, hikmet-i âmme, inayet-i tamme, rahmet-i vâsia, rızk-ı âmm, hayatlar, tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim, imkân, hudûs, ihtiyaç, zaaf, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat ve hâkeza pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr’in vücub ve vücuduna ve evsaf-ı kemaliyesine şehadet ettikleri gibi; esma-i hüsnayı tilavet ederek Cenab-ı Hakk’a tesbih ve Kur’an-ı Hakîm’i tefsir ve Resul-i Ekrem’in (asm) ihbaratını tasdik ediyorlar.”
Mesnevî-i Nuriye

******

Burada geçen kavramlar ve sıfatlar tek tek incelendiğinde, hepsinin Allah’ın varlığına (vücub-u vücud) ve kemal sıfatlarına işaret ettiği görülüyor.

  1. Kâinat terkiplerindeki intizam

Varlıkların bileşimindeki düzen; atomdan hücreye, hücreden organlara, oradan sistemlere ve kâinatın umumuna kadar bir intizam var.

Bu, tesadüf değil, bir İlâhî ölçünün tecellisidir.

  1. Cereyan-ı ahvaldeki nizam

Olayların akışındaki düzen: gece-gündüz, mevsimler, doğum-ölüm, devinimler.

Bu akış, kaderî bir kanunla cereyan ediyor.

  1. Suretlerdeki garabet

Her varlığın şekil ve suretindeki şaşırtıcı çeşitlilik.

Aynı topraktan çıkan farklı çiçekler, meyveler, yüzler.

Sanatkâr-ı Hakîm’in mühürleridir.

  1. Nakışlardaki ziynet

Varlıkların güzellik ve süsleri; kelebek kanadı, yıldızların parıltısı, çiçek desenleri.

Cemîl-i Mutlak’ın tecellileridir.

  1. Yüksek hikmetler

Her şeyde bir amaç, fayda, gaye bulunması.

Sinekten insana kadar hiçbir şey abes yaratılmamıştır.

  1. Eşyadaki muhalefet ve mümaselet

Zıtlıklar (gece-gündüz, sıcak-soğuk) ve benzerlikler (canlı türleri arasındaki uyum).

Bu zıtlık ve benzerlikler dengeyi ve kemali gösterir.

  1. Camidattaki muavenet

Cansızların canlılara yardımı: toprağın bitkiye, güneşin dünyaya, suyun canlılara hizmeti.

Bütün camidat, emir altında birer memur gibidir.

  1. Birbirinden uzak şeylerdeki tesanüd

Güneşin yeryüzüne, atmosferin canlılara, arının çiçeğe dayanışması.

Her şey birbirine bağlanmış bir zincirin halkasıdır.

  1. Hikmet-i âmme

Her şeyin fayda vermesi, umumî bir hikmet düzeni içinde yer alması.

İlâhî kanunların küllî tecellisidir.

  1. İnayet-i tamme

Her şeyin ihtiyacına uygun şekilde yaratılması.

İnsan için göz, kuş için kanat, balık için yüzgeç verilmesi.

  1. Rahmet-i vâsia

Sonsuz rahmetin tezahürleri: anne şefkati, rızık, mağfiret.

Bu rahmet, varlıkları kuşatır.

  1. Rızk-ı âmm

Her canlıya rızık verilmesi.

Çekirgeden balinaya kadar her canlının sofrası açılıyor.

  1. Hayatlar

Hayat, İlâhî kudretin en parlak tecellisi.

Hayat ile cansız maddeler birer sanat eseri olur.

  1. Tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim

Kudretin mahlûkat üzerinde sürekli işlemesi: değiştirme, dönüştürme, düzenleme.

Tohumun ağaç, damlanın insan olması.

  1. İmkân

Varlıkların yoklukla varlık arasında bulunması.

Bu, Vacibü’l-Vücud’a muhtaçlık işaretidir.

  1. Hudûs

Sonradan meydana gelmek.

Âlemin kıdemsiz, yani ezelî olmayıp yaratılmış olduğunu ispat eder.

  1. İhtiyaç

Bütün varlıkların ihtiyaç içinde olması.

İhtiyaç, ganî ve kayyum olan Allah’ı gösterir.

  1. Zaaf

Canlıların acizliği.

Kuvvetli bir Rabb’e olan ihtiyaçlarını gösterir.

  1. Mevt

Ölüm, hayatın bir hikmetli neticesi.

Fânilik, baki olan Zât’a işaret eder.

  1. Cehil

İnsan ve mahlûkatın bilgisizliği.

Buna mukabil, ilim ve hikmet sahibi bir Mürebbi’nin varlığı anlaşılır.

  1. İbadet, tesbihat, daavat

Varlıkların fiilî olarak ibadeti; kuşların ötüşü, rüzgârın esmesi, nehirlerin akışı birer tesbih.

İnsan ise şuurla ibadet eder.

Bütünlük ve Tevhid Bağlantısı

Bütün bu sıfatlar:

İntizam, nizam, hikmet, ziynet → Allah’ın İlim ve Hikmetini

Muavenet, tesanüd, inayet, rahmet, rızık → Allah’ın Rahmet ve Kudretini

İmkân, hudûs, ihtiyaç, zaaf, mevt → Allah’ın Vacibü’l-Vücud oluşunu

İbadet, tesbihat, davet → Allah’ın Ulûhiyet ve Rubûbiyetini
isbat eder.

Sonuçta kâinat bir bütün olarak Kur’an’ın hakikatlerini tasdik eden bir şehadetnâme hükmündedir. Her şey, Allah’ın varlığına, birliğine ve esmâsının kemaline işaret eden bir ayet gibidir.

*****

Kâinatın Sıfatları ve Tevhid Bağlantısı

Sıfat / Kavram – Delalet Ettiği İlâhî İsim / Sıfat Tevhid Bağı

Terkiplerdeki intizam
Hakîm, Mukaddir –
Tesadüf değil, ölçülü takdir eden bir Yaratıcı var.

Cereyan-ı ahvaldeki nizam Kayyûm, Mukaddir-
Hadiseler kaderî bir kanunla yürür; Allah’ın kudreti olmadan olamaz.

Suretlerdeki garabet (çeşitlilik) Musavvir –
Her bir suret, İlâhî mühürdür; tek elden çıkar.

Nakışlardaki ziynet
Cemîl, Latîf
-Sanat ve güzellik, Cemîl-i Mutlak’ın tecellisidir.

Yüksek hikmetler
Hakîm, Âlim
– Her şey faydalı, gayeli; abes yoktur.

Eşyadaki muhalefet ve mümaselet Hakîm, Mukaddir
– Zıtlık ve benzerlikler, dengeyi kuran tek kudreti gösterir.

Camidattaki muavenet
Rezzâk, Rahmân
– Cansızlar, canlılara hizmet ediyor; bu da emre tâbi olduklarını gösterir.

Birbirinden uzak şeylerde tesanüd Kayyûm, Hafîz
-Güneş-toprak-insan arasındaki dayanışma, tek idarecinin varlığını isbat eder.

Hikmet-i âmme
Hakîm
– Umumî hikmet düzeni, küllî irade sahibini gösterir.

İnayet-i tamme
Latîf, Kerîm
– Her şeye tam lâyık donanım verilmiş; tesadüf mümkün değil.

Rahmet-i vâsia
Rahmân, Rahîm
– Sonsuz rahmet, varlıkları kuşatıyor; şefkatli bir Rabb’i gösterir.

Rızk-ı âmm
Rezzâk
– Tüm canlıların sofraları açılıyor; tek Rezzâk var.

Hayatlar
Muhyî
-Hayat, en parlak kudret mucizesi; Allah’ın dirilten sıfatına delil.

Tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim Musahhir, Mukaddir
– Kudret, her şeyi çeviriyor, değiştiriyor, düzenliyor; başka güç yok.

İmkân
Vacibü’l-Vücud
-Mümkün varlık, var olmak için zorunlu bir Yaratıcıya muhtaçtır.

Hudûs (sonradan olmak)
Bâkî, Evvel
– Âlem ezelî değil; ezelî olan ancak Allah’tır.

İhtiyaç
Ganî, Kayyûm
– Her varlık muhtaçtır; ihtiyaçsız bir Rab olmasa yaşayamaz.

Zaaf
Kavî, Aziz
-Acizlik, kudretli bir Sahip’in varlığını ispat eder.

Mevt
Muhyî, Mümît
– Ölüm, hayatı veren ve alan Allah’ı gösterir.

Cehil
Alîm
– Cahil mahlûkat, ilimle düzenleniyor; bu da Alîm-i Mutlak’ın delilidir.

İbadet, tesbihat, davet
Ma’bûd, Mukaddes
-Varlıklar fiilî tesbih eder; insan şuurlu ibadetle bunu ilan eder.

Sonuç

Bütün bu sıfatların diliyle kâinat:

Allah’ın varlığı (vücûb-u vücudunu),

Birliği (tevhidini),

Esmâ-i Hüsnâ’sını,

Kur’an’ın hakikatlerini
teyit ve tasdik ediyor.
🌿

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2025

Gazze’nin Hazin Hali ve Ümmetin İmtihanı

Gazze’nin Hazin Hali ve Ümmetin İmtihanı

  1. Kur’ân Perspektifinden Zulmün Akıbeti

Gazze’de yaşanan katliam ve soykırım, yalnızca bir siyasi mesele değil; Kur’ânî hakikatlerle doğrudan ilişkili bir imtihandır. Kur’ân, zulmün son bulacağını, zalimin asla ebedî galip olmayacağını haber verir:

“Zulmedenler nasıl bir inkılap ile devrileceklerini yakında bileceklerdir.” (Şuarâ, 26/227)

“Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 3/57)

Zalim ne kadar güçlü görünürse görünsün, mazlumun duası Arş’a çıkar. Efendimiz (asm), “Mazlumun duasından sakının, onun duası ile Allah arasında perde yoktur.” buyurur. Gazze’deki çocukların, annelerin, masum sivillerin gözyaşları, bu asrın en büyük şahitliğini taşımaktadır.

Dolayısıyla bu tablo, sadece bir “insan hakları ihlali” değil, ilâhî adaletin tecellisine giden sürecin bir parçasıdır.

  1. Tarihten Aynaya Bakmak

Ümmet tarih boyunca benzer zulümlere şahit oldu.

Endülüs’te Müslümanlar sürgün edildi, camiler kiliseye çevrildi.

Bosna’da Srebrenitsa katliamı yaşandı.

Irak ve Suriye’de işgallerle milyonlarca insan öldü.

Her dönemde zalimler aynı metotları kullandı: katliam, sürgün, aç bırakma, kimliksizleştirme. Ama tarihin şahadeti şudur: hiçbir zulüm ebedî kalmadı. Endülüs’ün ardından Osmanlı yükseldi; Bosna’nın ardından bir uyanış başladı.

Bugün Gazze, ümmetin sabrını ve vicdanını test ediyor. Ama aynı zamanda geleceğin büyük dirilişinin işaretlerini taşıyor.

  1. Çözüm Yolları: Sadece Öfke Yetmez

Gazze için yükselen öfke dalgası önemlidir; fakat öfkenin eyleme dönüşmesi gerekir. Bunun için:

  1. a) İlim ve Şuur

Müslüman gençler, sadece duygusal değil; ilim, teknoloji, medya ve siyaset alanlarında bilinçlenmeli. Gazze’nin kurtuluşu, güçlü bir ümmet bilincine sahip nesillerle mümkündür.

  1. b) Birlik ve İttihad

Kur’ân’ın “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın” (Âl-i İmrân, 3/103) emri gereği, İslam ülkelerinin parçalanmışlığı sona ermeli. Tek ses ve tek duruş olmadan zalime karşı caydırıcılık olmaz.

  1. c) Ekonomi ve Boykot

Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken, ümmetin milyar dolarlık kaynakları zalim sistemlere akıyor. “Her evde bir bağış kutusu” fikri, ümmet bilincini çocuklara aşılamak için önemli bir adım. Boykot da ekonomik cihadın en basit ama etkili yollarından biridir.

  1. d) Medya ve Kültürel Direniş

İsrail’in en büyük gücü sadece silah değil; medya manipülasyonudur. Hollywood’un imaj üretimi, algı savaşlarının merkezidir. Buna karşı alternatif medya, sanat ve kültür cephesi kurulmalıdır.

  1. e) Siyasi ve Hukuki Mücadele

Uluslararası hukukta soykırım ve savaş suçları açıkça tanımlıdır. İİT, BM gibi platformlarda daha cesur ve etkili adımlar atılmalı; sadece kınama değil, fiilî yaptırımlar uygulanmalıdır.

Sonuç: Gazze, Bizim Vicdanımızdır

Gazze sadece Filistinlilerin değil, bütün ümmetin imtihanıdır. Dünyanın suskunluğu, insanlığın tükenişini; küçük çocukların direnişi ise vicdanın hâlâ ölmediğini gösteriyor. Beş yaşındaki Maya’nın boykot tavrı, milyonların sessizliğinden daha gür bir çığlıktır.

Gazze, bize şunu haykırıyor: “Ya ümmet bilinciyle dirileceksiniz, ya da zilletle dağılacaksınız.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2025

Gazze: Ümmetin Vicdanı ve Zamanın İmtihanı

Gazze: Ümmetin Vicdanı ve Zamanın İmtihanı

Gazze… Küçük bir toprak parçası ama büyük bir insanlık sınavı.
Her gün çocukların üzerine yağan bombalar, annelerin kucağında susuzluktan inleyen bebekler, gözyaşıyla yoğrulmuş sokaklar… Gazze aslında bir şehir değil; ümmetin kalbinde açılmış bir yaradır.

Bugün Gazze’de vurulan hastane, yıkılan okul, açlıktan ağlayan bir çocuk yalnızca Filistin’in dramı değildir. O, senin evladının, benim kardeşimin, ümmetin ortak acısıdır. Eğer kalbimiz hâlâ sızlıyorsa, hâlâ bir vicdan kırıntımız vardır demektir. Ama eğer bu zulme sessiz kalıyorsak, işte o zaman asıl kaybeden biziz.

Kur’ân, zalimin sonunu defalarca haber verir:
“Zulmedenler, nasıl bir inkılapla devrileceklerini göreceklerdir.” (Şuarâ, 26/227)
Bugün güçlü sandığımız zalimler, yarın tarihin çöplüğünde bir toz gibi savrulacaklar. Çünkü zulüm baki olamaz. Mazlumun duası Arş-ı Âlâ’ya yükselirken, zalimin sarayı bir gecede harabeye döner.

Ey ümmet!
Gazze’nin yıkık duvarları aslında bize ayna tutuyor.
O aynada ne görüyoruz? Dağınıklığımızı, suskunluğumuzu, acziyetimizi…
Ama aynı zamanda, bir çocuğun avucunda tuttuğu taşta, bir annenin gözyaşında, bir gencin haykırışında yeniden doğacak dirilişimizi de görüyoruz.

Unutma!
Gazze bugün yalnız bırakılırsa, yarın senin kapına gelir bu zulüm.
Gazze’ye sahip çıkmak, sadece bir kardeşlik borcu değil, kendi geleceğini korumaktır.

Bize düşen, sadece öfke kusmak değil; ümmetçe dirilmek, birlik olmak, ekmeğimizi paylaşmak, dilimizle ve kalemimizle mazlumun yanında durmaktır.
Çünkü Gazze’nin çocukları bize şunu haykırıyor:
“Biz sabrediyoruz, peki siz ne yapıyorsunuz?”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2025

Bu Gidiş Nereye? Ebedi Saadetin Anahtarı

Bu Gidiş Nereye? Ebedi Saadetin Anahtarı

İnsanlık tarihinin en kadim sorularından biri, varoluşun ve yolculuğun anlamıdır. Gözümüzü açtığımız andan itibaren bir koşuşturma içindeyiz. Dünyayı, etrafımızdaki her şeyi keşfetme merakıyla doluyuz. Ancak, bu yoğun koşuşturmanın ortasında durup kendimize sormamız gereken en önemli soru, Tekvir Suresi’nin 26. ayetinde karşımıza çıkar:
“FAEYNE TEZHEBÛN / BU GİDİŞ NEREYE?”
Bu soru, sadece bir yön sorgulaması değil, aynı zamanda hayatın anlamını ve amacını da sorgulayan bir uyarıdır.
İnsan fıtratında bulunan “şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedid hissiyatlar umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir.”
Bu derin duygular, dünya malı veya makamı için değil, ahiret işlerini kazanmak için insana bahşedilmiştir. Oysa ki, birçok insan, bu hisleri yanlış yönlere kanalize eder. Her şeyi “maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.”
Bu, maddi olanın peşinden koşarken, asıl önemli olan manevi değerleri ve ahiret hayatını görmezden gelmenin bir sonucudur.
Bu körlük, insanın dünyayı olduğundan daha büyük ve kalıcı zannetmesine yol açar. Bediüzzaman Said Nursi, bu yanılgıyı şu sözlerle dile getirir: “Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir.”
Dünya, ne kadar geniş ve ferah görünse de, aslında ahirete göre çok dar ve geçici bir konaktır. Bu dar konakta sonsuzluğa hazırlık yapmayan, hayatını sadece maddi zevklere adayan kimse, kabrin darlığında boğulmaya mahkûmdur.
Peki, bu aldatıcı ve dar dünyada ebedi saadeti nasıl elde edeceğiz? Cevap basittir ama uygulaması sabır ve gayret ister.
“Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.”
Bu söz, bizlere, ne durumda olursak olalım, önce hakikati görmeyi ve imanı korumayı öğütler. Gerçek mutluluğun ve sonsuz saadetinin anahtarı, kaybolmaya yüz tutan imanımızdır.
Bu yolculuk, manevi bir uyanışı gerektirir. Sadece gözümüzle değil, kalbimizle de bakmalıyız. Maddi dünyanın fani ve geçici olduğunu idrak etmeli, duygularımızın ve hislerimizin asıl gayesinin ahireti kazanmak olduğunu unutmamalıyız. Bu bilinçle, “Bu gidiş nereye?” sorusunun cevabını buluruz:
Rabbimize ve sonsuz saadete doğru.

Özet
Bu makale, hayatın amacını sorgulayan “Bu Gidiş Nereye?” sorusu etrafında şekillenmiştir. Makalede, insan fıtratındaki derin duyguların aslında ahiret hayatını kazanmak için verildiği, ancak çoğu insanın bu duyguları maddi hedeflere yönelttiği anlatılır. Maddiyata aşırı odaklanmanın manevi körlüğe yol açtığı ve insanın dünyayı olduğundan daha büyük zannederek bir yanılgıya düştüğü anlatılır.
Son olarak, bu yanılgıdan kurtulmanın yolunun, gerçekleri görmek ve ebedi saadetin anahtarı olan imanı korumak olduğu belirtilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2025

KURAN’I KERİM VE HADİS-İ ŞERİF FARKI

KURAN’I KERİM VE HADİS-İ ŞERİF FARKI

Bu fark Kur’anı Kerimin Allah kelamı olduğunu göstermektedir.
Kur’ân-ı Kerîm ile hadîs-i şerifler arasında üslup, belâgat ve ifade tarzı açısından hem benzerlikler hem de belirgin ayrılıklar vardır. Bu farklar, Kur’an’ın i‘cazını (eşsiz üslup mucizesini) ve hadislerin ise Peygamber Efendimiz’in (asm) beyanları olduğunu ortaya koyar. Aşağıda madde madde mukayese edelim:

  1. Kaynak ve Mahiyet Farkı

Kur’an: Allah kelâmıdır, lafzı ve manası ilahîdir. Hz. Peygamber (asm) sadece tebliğ etmiştir.

Hadis: Manası vahye dayanır (vahiy gayr-i metluv), fakat lafızları Hz. Peygamber (asm)’in kendi sözleridir.

➡️ Bu temel fark, üslup ve belâgatta da kendini gösterir.

  1. Üslup Farkı

Kur’an:

Yüksek, haşmetli, ezelî ve ebedî bir üsluba sahiptir.

Bazen emir, bazen dua, bazen tehdit, bazen müjde… çok yönlü hitap tarzları vardır.

Dilindeki kudsiyet, Arap edebiyatının hiçbir metninde görülmez.

Hadis:

İnsan diline daha yakın, sade, anlaşılır ve günlük hayatla irtibatlıdır.

Eğitim, ahlak, nasihat, sosyal düzen gibi konularda daha “beşerî” bir anlatım tarzı kullanılır.

  1. Belâgat ve İ‘caz (Edebi Güç)

Kur’an:

Kısa ifadelerle derin manalar verir.

Tekrarsız, eksiksiz, şiirsel yani akıcı ve aynı zamanda nesre yakın bir yapıya sahiptir.

Kur’an’daki fesahat ve belagat Arap şair ve ediplerini aciz bırakmıştır (i‘caz-ı Kur’an).

Hadis:

Peygamberimizin sözleri de son derece beliğdir.

“Cevâmiü’l-Kelim” özelliği ile kısa sözlerde çok geniş manalar ifade eder.

Ancak Kur’an’daki ilahî haşmet ve mucizevi kudsiyet hadislerde yoktur.

  1. Cümle Yapısı ve Ritim

Kur’an:

Âyetler çoğu kez ritmik, secili (uyumlu) ve musikili bir yapıya sahiptir.

Cümleler veciz, dengeli ve etkileyici bir ahenkle gelir.

Kur’an dili hem şiir hem nesir arasında eşsiz bir orta yoldadır.

Hadis:

Daha serbesttir; günlük konuşma diline yakın cümleler barındırır.

Kur’an’daki ritim ve musikî hadislerde bu derece yoğun değildir.

  1. Kapsam ve Muhteva

Kur’an:

İnanç, ibadet, ahlak, kıssalar, hükümler, evren tasavvuru gibi tüm konuları kapsar.

Evrensel, zamana ve mekâna bağlı olmayan bir hitap ihtiva eder. .

Hadis:

Daha çok uygulama (ibadet şekilleri, sosyal ilişkiler, ahlakî öğütler) üzerinde durur.

Zamanın ve mekânın ihtiyaçlarına göre detaylı açıklamalar ifade eder.

  1. Dilsel Yoğunluk

Kur’an:

Kelimeleri olağanüstü yoğun anlam taşır.

Bir ayet, bir cümleyle farklı çağlarda farklı yorumlara kapı açar.

Hadis:

Daha pratik ve doğrudan mesaj verir.

Bazen açıklayıcıdır; bazen misallerle konuyu anlaşılır kılar.

  1. Tesir ve Etki

Kur’an:

Dinleyenlerde derin bir huşû, hayranlık ve bazen korku/müjde ile ruhu sarsıcı bir tesir bırakır.

“Okunan değil, okutan” bir kudsiyeti vardır.

Hadis:

Daha çok kalpleri yumuşatır, davranışlara yön verir, ibret ve öğüt verir.

Tesiri güçlüdür ama Kur’an’daki mucizevî etki derecesinde değildir.

Sonuç:

Kur’an ve hadis arasındaki fark, ilahî kelam ile nebevî kelam arasındaki farktır.

İkisi arasında bağlantı vardır:

Kur’an temel kaynaktır,

Hadis ise onun açıklaması ve tatbikatıdır.

Üslup, belâgat ve tesir açısından Kur’an mucizevi, hadisler ise Nebî’nin (asm) üstün fesahatini gösterir.[1]

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] Ayrıca bak:

https://www.risalehaber.com/oxford-universitesi-kurani-hz-muhammed-mi-yazdi-sorusunun-pesine-dustu-447376h.htm

https://tesbitler.com/index.php?s=Kuran

 

Loading

No ResponsesAğustos 27th, 2025

Kabir, Muhasebe ve Hayatın Yüce Gayesi

Kabir, Muhasebe ve Hayatın Yüce Gayesi

Hayat, kimi zaman gözümüzde büyüttüğümüz, tüm vaktimizi ve enerjimizi harcadığımız bir meşguliyet haline gelebilir. Oysa kendimize dönüp sormamız gereken en temel soru şudur: “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun?”
Bu soru, iç dünyamızı alt üst eden bir sarsıntıyla bizi gerçeğe davet eder. Gerek fiziksel gerek manevi açıdan bir nehir gibi akan bu hayat, bizi tek bir nihai noktaya götürür: kabir.
“KABİR VAR, HİÇ KİMSE İNKÂR EDEMEZ. HERKES İSTER İSTEMEZ ORAYA GİRECEK.”
Bu kaçınılmaz gerçek, aynı zamanda bizleri hayata neden gönderildiğimizin hikmetini sorgulamaya yönlendirir. En karmaşık canlıdan en basitine kadar her varlık, bir yaratıcının varlığına işaret eder. Arının karmaşık beynini ve mikrobun gözünü bile yaratan, en ince detayına kadar düzenleyen Yaratıcı, elbette insanı başıboş bırakmamıştır.
Nitekim, “ARININ DİMAĞINI, MİKROBUN GÖZÜNÜ TANZİM EDEN ZÂT, SENİN EF’AL VE A’MALİNİ MÜHMEL, BAŞIBOŞ, HESABSIZ, KİTABSIZ BIRAKMAYARAK İMAM-I MÜBİN’DE YAZAR. ONA GÖRE MUHASEBEN OLACAKTIR.”
İnsan, bu dünyadaki her eylemi ve ameli kaydedilen, hesabı sorulacak bir varlıktır.
Peki, bu denli büyük bir muhasebe bizi beklerken, dünya hayatındaki asıl gayemiz nedir?
Risale-i Nur Külliyatı bu soruyu net bir şekilde cevaplar:
“İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve O’na İman edip ibadet etmektir.”
İnsan, tüm bu varlık âleminin bir halifesi olarak, yaratılış amacını yerine getirmekle yükümlüdür. Dünya hayatı, bu amaç doğrultusunda bir imtihan sahasıdır.
Tüm bu hakikatlerin ışığında, ahiretin varlığına olan inancımız da pekişir.
Ahiret, dünya gibi şüphesiz bir gerçektir.
“Âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat’î ve şüphesizdir.”
Bu hakikati idrak etmek, insanı dünya hırslarından uzaklaştırır ve hayatını daha anlamlı kılar. Dünya, sadece bir imtihan yeri, bir köprüdür. Bu köprünün sonunda bizi bekleyen ebedi hayat, ancak bu dünyada yaptığımız salih amellerle inşa edilebilir.
İnsanlık, zamanın acımasız akışı içinde, fani olanın peşinden koşmak yerine, kendisini bekleyen kabir gerçeğini ve ahiretin kesinliğini idrak etmelidir. Hayatın gerçek amacını bilerek, Yaradan’ı tanımak ve O’na ibadet etmek, her eylemin bir muhasebesi olduğunu unutmamak, dünya hapsinden kurtulup ebedi saadete ulaşmanın tek yoludur.

Özet
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin sözlerinden yola çıkarak, insan hayatının anlamını ve amacını ele almaktadır.
Makalede, ilk olarak kabir gerçeğinin kaçınılmazlığı ve insanın tüm vaktini sadece dünyaya harcamasının anlamsızlığı anlatılır. Ardından, en küçük canlıların bile bir düzen içinde yaratılmasının, insanın fiillerinin de başıboş bırakılmadığına, her şeyin kaydedilip bir muhasebesinin olacağına delil teşkil ettiği anlatılır. Makalenin temelinde, insanın bu dünyadaki asıl gayesinin Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmek olduğu belirtilir.
Son olarak, dünyanın varlığı kadar ahiretin de kesin bir gerçek olduğu ve bu bilinçle hareket etmenin ebedi saadete ulaşmanın anahtarı olduğu ifade edilerek, makale bir özetle tamamlanır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2025

Kabir, Muhasebe ve Hayatın Yüce Gayesi

Kabir, Muhasebe ve Hayatın Yüce Gayesi

Hayat, kimi zaman gözümüzde büyüttüğümüz, tüm vaktimizi ve enerjimizi harcadığımız bir meşguliyet haline gelebilir. Oysa kendimize dönüp sormamız gereken en temel soru şudur: “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun?”
Bu soru, iç dünyamızı alt üst eden bir sarsıntıyla bizi gerçeğe davet eder. Gerek fiziksel gerek manevi açıdan bir nehir gibi akan bu hayat, bizi tek bir nihai noktaya götürür: kabir.
“KABİR VAR, HİÇ KİMSE İNKÂR EDEMEZ. HERKES İSTER İSTEMEZ ORAYA GİRECEK.”
Bu kaçınılmaz gerçek, aynı zamanda bizleri hayata neden gönderildiğimizin hikmetini sorgulamaya yönlendirir. En karmaşık canlıdan en basitine kadar her varlık, bir yaratıcının varlığına işaret eder. Arının karmaşık beynini ve mikrobun gözünü bile yaratan, en ince detayına kadar düzenleyen Yaratıcı, elbette insanı başıboş bırakmamıştır.
Nitekim, “ARININ DİMAĞINI, MİKROBUN GÖZÜNÜ TANZİM EDEN ZÂT, SENİN EF’AL VE A’MALİNİ MÜHMEL, BAŞIBOŞ, HESABSIZ, KİTABSIZ BIRAKMAYARAK İMAM-I MÜBİN’DE YAZAR. ONA GÖRE MUHASEBEN OLACAKTIR.”
İnsan, bu dünyadaki her eylemi ve ameli kaydedilen, hesabı sorulacak bir varlıktır.
Peki, bu denli büyük bir muhasebe bizi beklerken, dünya hayatındaki asıl gayemiz nedir?
Risale-i Nur Külliyatı bu soruyu net bir şekilde cevaplar:
“İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve O’na İman edip ibadet etmektir.”
İnsan, tüm bu varlık âleminin bir halifesi olarak, yaratılış amacını yerine getirmekle yükümlüdür. Dünya hayatı, bu amaç doğrultusunda bir imtihan sahasıdır.
Tüm bu hakikatlerin ışığında, ahiretin varlığına olan inancımız da pekişir.
Ahiret, dünya gibi şüphesiz bir gerçektir.
“Âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat’î ve şüphesizdir.”
Bu hakikati idrak etmek, insanı dünya hırslarından uzaklaştırır ve hayatını daha anlamlı kılar. Dünya, sadece bir imtihan yeri, bir köprüdür. Bu köprünün sonunda bizi bekleyen ebedi hayat, ancak bu dünyada yaptığımız salih amellerle inşa edilebilir.
İnsanlık, zamanın acımasız akışı içinde, fani olanın peşinden koşmak yerine, kendisini bekleyen kabir gerçeğini ve ahiretin kesinliğini idrak etmelidir. Hayatın gerçek amacını bilerek, Yaradan’ı tanımak ve O’na ibadet etmek, her eylemin bir muhasebesi olduğunu unutmamak, dünya hapsinden kurtulup ebedi saadete ulaşmanın tek yoludur.

Özet
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin sözlerinden yola çıkarak, insan hayatının anlamını ve amacını ele almaktadır.
Makalede, ilk olarak kabir gerçeğinin kaçınılmazlığı ve insanın tüm vaktini sadece dünyaya harcamasının anlamsızlığı anlatılır. Ardından, en küçük canlıların bile bir düzen içinde yaratılmasının, insanın fiillerinin de başıboş bırakılmadığına, her şeyin kaydedilip bir muhasebesinin olacağına delil teşkil ettiği anlatılır. Makalenin temelinde, insanın bu dünyadaki asıl gayesinin Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmek olduğu belirtilir.
Son olarak, dünyanın varlığı kadar ahiretin de kesin bir gerçek olduğu ve bu bilinçle hareket etmenin ebedi saadete ulaşmanın anahtarı olduğu ifade edilerek, makale bir özetle tamamlanır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2025

Dünya ve Ahiret Dengesi: Gençliğin Kıymeti ve Hayatın Sınavı

Dünya ve Ahiret Dengesi: Gençliğin Kıymeti ve Hayatın Sınavı

Hayat, kimi zaman akıntıya kapılmış bir gemi gibi bizi sürükler. Özellikle de gençlik çağımızda, dünyanın cazibedar zevkleri ve gelecek kaygıları bizi sarıp sarmalar.
Bediüzzaman Said Nursi, bu duruma düşenlere seslenirken,
“Ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptelâ ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan biçareler!” der. Bu sesleniş, asırlar öncesinden günümüze uzanan bir nasihattir. Gözü dünya zevklerinden başka bir şey görmeyen ve geleceğini sadece bu dünya üzerinden güvence altına almaya çalışan kimseler için bir uyarıdır.
Ancak Bediüzzaman bu uyarının ardından bir çözüm yolu sunar:

“Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz, meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir.”
Yani, helal dairesindeki zevkler, mutluluk ve rahatlık için yeterlidir. Haramın peşinden koşmak, kısa süreli bir tatmin sunsa da, ardında büyük belalar ve elemler bırakır.
Bu noktada gençliğin kıymetini anlarız.
Gençlik, bir nimet ve bir sermayedir. Ama bu sermaye, tıpkı bir su damlası gibi akıp gitmeye mahkûmdur:
“Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek.” Eğer bu nimet, helal ve meşru olmayan yollarda heba edilirse, bu durum “başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette, kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek.”
Aksine, eğer “İslâmiyet ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.”
Bu, gençliği sadece fiziksel bir yaş değil, ebediyete uzanan bir köprü olarak görmenin en hikmetli yoludur.

Peki, günümüz insanı neden bu kadar maddeye, dünyaya daldı? Neden bu kadar gelecek kaygısı taşır? Kimi zaman, içinde bulunduğumuz çağın koşullarına sığınarak,
“Zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur” deriz. Oysa Bediüzzaman, bu bahanelerin geçerli olmadığını ifade eder. “Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalb olup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peydâ ediyor.”
Yani, ölüm gerçeği, fani olmak, aciz ve muhtaç olmak gibi temel insanlık halleri hiç değişmiyor, aksine teknoloji ve hız çağında bu gerçekler daha da belirginleşiyor.
Bu gerçekler ışığında, hayatın amacını doğru anlamak gerekir. “Elbette en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”
En mutlu ve huzurlu kişi, dünya ve ahiret dengesini kuran, bu dünyayı geçici bir konaklama yeri olarak gören ve ebedi yurdunun hazırlığını yapan kişidir. Dünya, bir imtihan meydanıdır ve bu meydanı başarıyla tamamlayanlar, sonsuz saadete kavuşacaktır.

Özet
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan sözler üzerine kurulmuştur ve dünya hayatının geçiciliği ile ahiret dengesinin önemini anlatır. Makale, dünya zevklerine düşkün olmanın ve gelecek kaygısıyla yaşamanın yanlışlığını belirterek, meşru dairede kalmanın gerekliliğine işaret eder. Gençlik nimetinin geçici olduğu ve bu nimetin manevi bir şükürle kullanılması halinde ebedi bir gençliğe dönüşeceği anlatılır.
Son olarak, modern zamanların bahane olamayacağı, ölüm, acizlik ve fakirlik gibi temel insanlık gerçeklerinin değişmediği ve en bahtiyar kişinin dünya için ahireti feda etmeyen kişi olduğu ifade edilerek, makale bir özetle tamamlanır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2025

Dünya, Dil ve Dostluk Üzerine Hikmetler

Dünya, Dil ve Dostluk Üzerine Hikmetler

Hayat, tıpkı hızla geçen bir rüzgâr gibidir. Zaman, göz açıp kapayıncaya kadar geçerken, bizler bazen bu fani dünyanın aldatıcı cazibesine kapılırız.
“Eyvah! Aldandık.” deriz, hayatın sonuna geldiğimizde. Çünkü “Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi’ ettik.” Oysa,
“Evet şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rü’ya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.”
Bu hakikat, bizi derin bir tefekküre sevk eder. Neden bu kadar aldanırız? Neden geçici olanı kalıcı zannederiz?
Bu aldanışın en büyük sebebi, dünyevi hırslar ve yanlış yolda kullanılan bir dildir. Dil, sadece iletişim aracı değildir; o, bir anahtar gibidir.
“Dil bir anahtar gibidir. Hayrında, şerrinde kapısını açar…”
Dilin hayra kullanılması, insanı iyiliğe, güzelliğe ve rahmete götürürken, şerre kullanılması ise kötülüğe, nefrete ve azaba kapı açar. İnsan, söylediklerine dikkat etmeli, dilini hikmet ve güzellik için kullanmalıdır.

Peki, bu aldatıcı dünyada, doğru yolu bulmak için neye sarılmalıyız? Kime dost olmalı, neye yaranmalıyız?
Bediüzzaman Said Nursi bu sorulara çok net ve hikmet dolu cevaplar verir:

* “Dost istersen Allah yeter.” Çünkü O dost olursa, bütün varlıklar size dost olur. O’nun rızasını kazanmak, kainattaki her şeyin sevgisini ve desteğini kazanmak demektir.

* “Yârân istersen Kur’an yeter.” Kur’an-ı Kerim, geçmiş peygamberlerin ve meleklerin hayatlarından bahseder. Onların hikayelerini okuyarak manevi bir dostluk kurar ve ibret alırsınız.

* “Mal istersen Kanaat yeter.” Kanaat, elinizdekiyle yetinme halidir. Kanaat eden kimse, dünya malına tamah etmez, israftan kaçınır ve böylece elindekine bereket gelir. Kanaat, zenginliğin en büyük kaynağıdır.

* “Düşman istersen Nefis yeter.” En büyük düşmanımız, bizi kötülüğe ve harama sevk eden kendi nefsimizdir. Kendini beğenmişlik ve kibir, insanı belalara ve zahmetlere düşürürken, nefsini terbiye eden, alçakgönüllü olan kimse huzuru ve rahmeti bulur.

* “Nasihat istersen Ölüm yeter.” Ölüm, en büyük nasihatçidir. Onu düşünen kimse, dünya sevgisinden kurtulur ve ahiret için ciddi bir şekilde çalışmaya başlar.

Bu hakikatler, hayatın aldatıcı bir rüya olduğunu ve en önemli dostun Allah olduğunu hatırlatır. Dilimiz, kalbimizin anahtarıdır; onu hayra kullanmalıyız.
En büyük düşmanımız kendi nefsimizdir ve en etkili nasihatçi ise ölümdür. Bu fani dünyada doğru adımlar atabilmek için bu ilkeleri benimsemeli ve hayatımızı bu hikmetler üzerine inşa etmeliyiz. Aksi takdirde, hayatımızın sonuna geldiğimizde sadece “Eyvah!” demekle kalırız.

Özet
Bu makale, hayatın geçiciliği, dilin önemi ve doğru dostlukların ne olduğu üzerine odaklanmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin sözlerinden yola çıkarak, dünya hayatının kalıcı zannedilmesinin bir aldanış olduğu ve aslında bir rüya gibi hızla geçtiği anlatılmaktadır. Ardından, dilin hem iyiliğe hem de kötülüğe kapı açan bir anahtar olduğu anlatılır. Makalenin ana bölümünde ise, en büyük dostun Allah, yarenin Kur’an, zenginliğin kaynağının kanaat, en büyük düşmanın nefis ve en etkili nasihatçinin ise ölüm olduğu belirtilerek, bu prensiplerin dünya ve ahiret dengesini kurmada ne kadar hayati olduğu açıklanır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2025

Gazze’nin Yetim Çığlığı

Gazze’nin Yetim Çığlığı

Gazze’de bir çocuk, elinde ekmek değil, taş taşıyor.
O taş onun oyuncağı değil, umudu.
Çünkü dünya ekmeği sakladı, adaleti unuttu.
Çocuk, taşa sarıldı; çünkü ondan başka sığınacağı yoktu.

Bir anne, yaralı yavrusunun başında feryat ediyor.
Gözyaşları yanaklarından değil, kalbinden akıyor.
Çünkü gözyaşını kurutacak mendil kalmadı;
ama kalbindeki acıyı dindirecek söz de kalmadı.

Bir hastane yıkıldı Gazze’de.
Duvardan çok beden çöktü,
tuğladan çok can paramparça oldu.
İlk bombadan kurtulanlar, ikinci bombada suskunluğa gömüldü.
Bütün dünya seyretti, ekranlar canlı yayın yaptı.
Canlı yayında, canlı insanlar öldü.

Ve dünyanın en büyük yalanı,
“Biz sivilleri hedef almayız” cümlesi,
Nasır Hastanesi’nin kanlı enkazında yankılandı.

Gazze’de sadece insanlar ölmedi,
vicdanlar da gömüldü.
BM’nin adaleti, Avrupa’nın medeniyeti,
Amerika’nın insan hakları lafları,
hepsi o enkazın altında kaldı.

Bir zamanlar dedelerimiz söylerdi:
“Eşkıya dağda olur.”
Oysa bugün eşkıya şehirde;
silahı var, uçağı var, tankı var, bayrağı var.
Artık yol kesmiyor; hastane, okul, cami kesiyor.
Eskiden köy basardı, şimdi ümmetin yüreğini basıyor.

Ama bilsinler ki,
zulmün kılıcı keskin olabilir,
ama mazlumun duası ondan daha derindir.
Açlıktan ölen çocukların son nefesi,
göğü yarıp Arş’a yükselir.
Ve Allah’ın adaleti,
hiçbir tankın paletinden, hiçbir uçağın bombasından geri kalmaz.

Gazze bugün yetimdir.
Yetim, çünkü babasını şehit verdi.
Yetim, çünkü annesi açlıktan can çekişti.
Yetim, çünkü ümmet sustu.
Ama unutmayın: Yetimin duası, yetimlerin Rabbi olan Allah’a doğrudan çıkar.

Bir gün gelecek…
Bugün taşla oynayan o çocuk,
yarın adaletin sancağını kaldıracak.
Bugün ağlayan o anne,
yarın cennet kapısında gülecek.
Bugün kan gölüne dönen Gazze,
yarın ümmetin yeniden diriliş toprağı olacak.

Ve tarih şunu yazacak:
Gazze’de çocuklar açlıktan öldü,
ama insanlık açlıktan daha beter bir şeyden, vicdansızlıktan öldü.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2025

Gazze: Sessiz Dünyanın Çığlığı

Gazze: Sessiz Dünyanın Çığlığı

Gazze…
Bir çocuk ağlamasının bombaların uğultusuna karıştığı, bir annenin gözyaşının kana bulanan topraklara damladığı şehir…
Bir zamanlar sahillerinde çocuk kahkahalarının yankılandığı, bugünse sirenlerin ve çığlıkların karanlığı örttüğü yer…

Bugün Gazze sadece haritalarda görünen bir şehir değildir. Gazze, ümmetin kalbindeki en derin yaradır. Her düşen bomba, aslında kalbimizin üzerine inmekte; her açlıktan susuzluktan ölen çocuk, vicdanlarımızı sorgulamaktadır.

Dünya seyrediyor…
Bir yanda lüks sofralar, parıltılı şehirler, diğer yanda ekmeğe muhtaç, suya hasret, göğe bakarken ölümle yüz yüze kalan çocuklar…
Vicdanların çürüdüğü, insanlığın sustuğu bir çağda yaşıyoruz.

Oysa Gazze’nin çığlığı bize şunu fısıldıyor:
“Biz dayanıyoruz. Biz sabrediyoruz. Ama siz, ey kardeşlerimiz, ne yapıyorsunuz?”

Bu fısıltı, insanlığın kalbine inen bir kamçı gibidir.
Çünkü Gazze sadece Filistin’in davası değildir. Gazze, insan olmanın, vicdan sahibi olmanın davasıdır. Bir bebeğin açlıktan gözlerini kapadığı yerde, hangi ideoloji, hangi siyaset, hangi çıkar bahane edilebilir?

Kur’an der ki:
“Zulmedenler, hangi inkılapla devrileceklerini yakında bilecekler.” (Şuarâ, 26/227)
Bugün güçlü sandığımız zalimler, yarın tarih sahnesinde bir yaprak gibi savrulacaklar. Fakat Gazze’nin masum çocukları, açlıktan şehit olan bebekleri, zulme direnen gençleri, ebedîliğin en yüce makamında yerlerini alacaklar.

Ey insanlık!
Gazze’nin hastanelerinde can veren doktorlar, yıkıntılar altından çıkarılan gazeteciler, ölümle burun buruna çocuklar sana şunu haykırıyor:
“Biz mazlumuz. Allah yanımızda. Peki siz hangi taraftasınız?”

Bugün Gazze, sadece bombaların hedefi değil, aynı zamanda bizim vicdanlarımızın ölçüsüdür. Gazze’nin yanında olmak, bir şehrin yanında olmak değildir; insanlığın yanında olmak demektir.
Gazze’yi unutmak, aslında kendimizi unutmak demektir.

Ve unutma:
Bir gün Gazze susacak, ama onun sessizliği bizim suskunluğumuzu yargılayacak.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2025

Bâki Olana Muhabbet ve Dünya Hayatının Aldatıcı Lezzetleri

Bâki Olana Muhabbet ve Dünya Hayatının Aldatıcı Lezzetleri

Hayat, durmadan akan bir nehir gibidir. Bu akışta ne dünya durur ne de biz. Her an bir sona doğru ilerleriz. Bediüzzaman Said Nursi, bu durumu veciz bir şekilde şöyle ifade eder: “Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor.” Bu hakikat, dünyanın ve içindeki her şeyin fani olduğunu, hiçbir şeyin kalıcı olmadığını anlatır. İnsan, ne kadar dünya malına, makamına veya lezzetlerine sarılırsa sarılsın, bunlar bir an bile durmaz ve eninde sonunda ondan ayrılır.

Bu fani lezzetler, bir zehirli bala benzer. “Dünyanın lezâizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.”
Bu lezzetlerin peşinden gitmek, kısa süreli bir tatmin sunarken, uzun vadede büyük acılar ve pişmanlıklar getirir.
Fani olan her şeye karşı duyulan muhabbet, bu yüzden kalbe bir huzursuzluk ve tatminsizlik verir.

İnsan kalbi, sonsuzluğa aşık ve ebediyet için yaratılmıştır. Fani olan, asla ebedi bir aşka ve muhabbete layık olamaz.
İşte bu yüzden, “‘Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar; onlar beni bırakmadan evvel ben onları bırakıyorum.’ demektir.”
Bu, bir teslimiyet ve idrak halidir. Gerçek muhabbetin, ancak Bâki olan ve her şeye varlık veren Allah’a olabileceğini anlamaktır.

Çünkü “Bâki-i Hakiki yalnız sensin. Mâsiva fânidir. Fani olan elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz.”
Bu idrak, insanı fani olanın peşinden koşmaktan kurtarır ve kalbini ebedi olan Rabbinin sevgisine yöneltir.
Bu yöneliş, bütün kainatın yaratılış gayesini anlamakla mümkündür.

Her varlık, kendisinde yansıyan ilahi tecellileri gösterir. Allah, bütün varlıkların yaratılışıyla kendini tanıttırır. Bu öyle bir tecellidir ki, “Sâni’-i mevcudat, bütün mevcudatta intişar eden tecelli-i muhabbetin bütün envaını bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün enva-ı cemalini ehadiyet sırrıyla göstermek için; şecere-i hilkatten meyve-i münevver derecesinde ve kalbi, o şecerenin hakaik-ı esasiyesini istiap edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebde-i evvel olan çekirdekten, tâ münteha olan meyveye kadar bir hayt-ı ittisal hükmünde olan bir mi’rac ile o ferdin kâinat namına mahbubiyetini göstermek ve huzuruna celbetmek ve rü’yet-i cemaline müşerref etmek ve ondaki halet-i kudsiyeyi başkasına sirayet ettirmek için kelâmıyla taltif edip fermanıyla tavzif etmektir.”
Bu uzun ve derin cümle, Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) miracını ve onun şahsında bütün kainatın amacını özetler. Her şey, bir çekirdekten ağaca doğru bir yolculuk gibidir ve bu yolculukta ilahi güzelliğin ve muhabbetin tecellileri görülür. İnsan, bu tecellilere şahitlik ederken, kalbi ancak Bâki olana yönelebilir. Bu manevi yöneliş, dünyanın zehirli balından uzak durup, gerçek ve ebedi lezzeti bulmanın tek yoludur.

Özet
Bu makale, dünya hayatının geçiciliğini ve fani olanın peşinden koşmanın getirdiği acıları ele almaktadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin sözlerinden yola çıkarak, dünyanın durmadan akıp gittiği ve insanı da beraberinde götürdüğü gerçeği anlatılır. Dünyevi lezzetlerin, lezzetleri kadar acı da ihtiva eden”zehirli bala” benzetilmesiyle, bu lezzetlere aldanmamanın önemi anlatılır. Makale, insan kalbinin ebedi bir aşka meyyal olduğunu ve fani olanın bu aşka layık olmadığını belirterek, gerçek ve sonsuz muhabbetin ancak Bâki olan Allah’a olabileceğini açıklar.
Son olarak, kainattaki her şeyin Allah’ın tecellilerini gösterdiği ve insanın bu tecellileri idrak ederek gerçek amacına yönelmesi gerektiği belirtilerek, makale bir özetle tamamlanır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2025

Evlilikte İnanç Birliğinin Önemi ve İbretli Bir Hadise

Evlilikte İnanç Birliğinin Önemi ve İbretli Bir Hadise

İnsan hayatında en önemli dönüm noktalarından biri hiç şüphesiz evliliktir. Evlilik sadece iki bireyin bir araya gelmesi değil, aynı zamanda iki aile, iki kültür ve en önemlisi iki dünya görüşünün birleşmesidir. Bu noktada inanç birliği, hem evliliğin temellerini sağlamlaştıran, hem de gelecek nesillerin şekillenmesinde belirleyici olan en mühim unsurdur.

Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususa defalarca dikkat çekilmiştir. Cenâb-ı Hak buyuruyor:

> “Müşrik kadınlarla, iman etmedikleri sürece evlenmeyin. Hoşunuza gitse bile imanlı bir cariye müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkeklerle de, iman edinceye kadar mümin kadınları evlendirmeyin. Hoşunuza gitse bile imanlı bir köle müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. İşte onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle cennete ve mağfirete çağırır.”
( Bakara, 2/221 )

Bu ayet, evlilikte inanç birliğinin ne derece mühim olduğunu apaçık ortaya koyar. Zira farklı inançtan bir eş, aile içi huzuru bozar, çocukların yetişmesinde derin yarılmalara sebep olur ve en önemlisi, iman hakikatleriyle alay edilmesi gibi en ağır fitneleri doğurabilir.

Deist Babanın İbretlik Tavrı

Son günlerde sosyal medyada yayılan bir görüntü, bu hakikatin ne kadar canlı ve güncel olduğunu gözler önüne serdi. Deist bir baba, Müslüman oğluna alay ederek domuz eti yedirmeye çalıştı. Oğlunun inanç hassasiyetlerini küçümsedi, onun imanıyla eğlendi ve en mahrem bir mesele olan helâl-haram anlayışını hiçe saydı.

Bu hadise, Kur’ân’ın şu uyarısını hatırlatıyor:

> “Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin! Allah’a aleyhinize apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”
( Nisa, 4/144 )

Ve yine başka bir ayette:

> “Onlar sizi imanınızdan döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan vazgeçmezler.”
( Bakara, 2/217 )

Demek ki inançsız bir zihin, çoğu zaman sadece kendi inkârıyla kalmıyor, aynı zamanda karşısındaki mümini de imanından sarsmaya çalışıyor. Bu da evlilikte ve aile bağlarında iman birliğinin niçin elzem olduğunu izah ediyor.

Ehli Kitap Meselesi ve Hikmeti

Kur’ân’da Müslüman erkeklerin Ehli Kitap kadınlarla evlenmesine izin verilmiş olsa da (Maide, 5/5), İslam âlimleri bu iznin bir ruhsat olduğunu, faziletli ve doğru olanın ise mümkünse Müslüman bir eş tercih etmek olduğunu belirtmişlerdir. Zira din, kültür ve ahlâk bütünlüğü sağlanmadığında, çocukların eğitiminde çatışmalar yaşanacak, neslin istikameti tehlikeye düşecektir.

Bu hikmeti Bediüzzaman Said Nursî şu ifadeyle özetler:
“Aile hayatının saadeti, samimî vefakâr muhabbetle olur. O muhabbet ise ancak iman nuru ile parlar, sıhhat bulur.”

Ahlâkî, Sosyal ve Siyasi Boyut

Ahlâkî Boyut: İnançsız veya dini hafife alan bir eş, aile içinde çocuklara örnek olamaz. Hatta dini değerlerle alay ederek onların kalbinde şüphe ve zaaf meydana getirir.

Sosyal Boyut: İnanç birliği olmayan evlilikler, uzun vadede aile kurumunu zayıflatır. Toplumun temel direği olan aile çökerse, millet de çöker.

Siyasi Boyut: Dış dünyada İslam’ı küçümseyen, onunla alay eden zihniyetlerin aile içinde yer bulması, adeta içeriden fetih ve bozulmayı beraberinde getirir. Bu da ümmetin birlik ruhunu sarsar.

Akli ve Mantıki Yön

Akıl da gösteriyor ki; iki insan farklı istikametlere yürüyorsa yolları ayrılır. Birisi kıbleye yönelmişken diğeri başka yönlere koşuyorsa, aynı evin çatısı altında bile olsa kalpler ve fikirler birleşmez. Birinin helâl saydığını diğeri haram görüyor, birinin kutsal bildiğine diğeri gülüp geçiyorsa, bu beraberlik eninde sonunda çatışma ve yıkımla sonuçlanacaktır.

İlmi ve Bilimsel Bakış

Psikoloji bilimi de aynı gerçeği teyit eder. Ortak değerleri olmayan çiftler arasında çatışma kaçınılmazdır. Özellikle dini değerler, bireyin kimliğinin merkezinde olduğundan, bunların küçümsenmesi kişide travma ve yabancılaşmaya yol açar. Çocuklar ise değer karmaşası yaşayarak kimlik bunalımına sürüklenir.

Sonuç ve İbret

Deist bir babanın kendi öz oğluna yaptığı alay, aslında bütün Müslümanlara büyük bir ibrettir. Zira bu olay, evlilikte inanç birliğinin ne kadar hayatî olduğunu bir kez daha isbat etmiştir. Mümin bir eş, imanına kuvvet verir; imansız veya alaycı bir eş ise imanını sarsar.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

> “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”
( Tahrîm, 66/6 )

Aile, insanın sığınağıdır. Eğer bu sığınakta iman nuru olmazsa, yuva zindana dönüşür.

Özet

  1. Evlilikte inanç birliği, hem aile huzuru hem de gelecek nesillerin imanını muhafaza açısından zaruridir.
  2. Gayrimüslim veya dini alaya alan eş seçiminde yaşanacak sıkıntılar Kur’an ayetleriyle açıkça haber verilmiştir.
  3. Ehli Kitap kadınlarla evlilik caiz olsa da tercih edilmemesi, neslin ve aile saadetinin korunması hikmetine dayanır.
  4. Sosyal, psikolojik, ilmî ve siyasi boyutlar da göstermektedir ki inanç ayrılığı aileyi çatıştırır, toplumu zayıflatır.
  5. Deist bir babanın oğluyla alay etmesi, bu gerçeği çağımızda gözler önüne seren ibretlik bir misaldir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 26th, 2025