ALLAH ZERRE KADAR DA OLSA HİÇ BİR DEĞERİ VE DEĞERLİYİ ZAYİ ETMEZ.

ALLAH ZERRE KADAR DA OLSA HİÇ BİR DEĞERİ VE DEĞERLİYİ ZAYİ ETMEZ.VAR EDERKEN DE ONLARDA BULUNAN DEĞERDEN VE DEĞERE KATKIDAN DOLAYI DEĞERLENDİRMEYE ALMIŞTIR.

BAŞLIK: Zerreyi Görüp Zayi Etmeyen Kudret

Giriş

Hayatın içinde kimi zaman öyle anlar gelir ki insan yaptığı iyiliklerin karşılık bulmadığını, verdiği emeğin boşa gittiğini, gösterdiği sabrın görülmediğini düşünür. Oysa bu düşünce, sadece dar gözle bakan bir kalbin yanılgısıdır. Çünkü biz bir kul olarak göremeyebiliriz ama Allah hiçbir değeri, hiçbir değerliliği, hiçbir çabayı, hiçbir samimiyeti zayi etmez. O, her şeyin değerini layıkıyla takdir eden, her güzelliği yerli yerine koyandır.

Zerreyi Bilen Zât, Zerreyi Değerli Kılar

Kur’an’da defalarca geçen “zerre” kelimesi, Allah’ın ilmi ve adaleti açısından son derece anlamlıdır. Zira Allah, zerre kadar iyiliği de kötülüğü de kayıt altına alır (Zilzal Suresi, 7-8). Bu, sadece muhasebe değil; aynı zamanda kıymet verme ve değerlendirme meselesidir. Bir kulun yaptığı küçücük bir iyilik, belki bir tebessüm, belki bir gözyaşı, belki bir niyet bile O’nun katında büyür ve büyütülür.

Hiçbir Şey Boşuna Değildir

Allah hiçbir şeyi sebepsiz yaratmaz. Varlık âleminde değersiz tek bir unsur yoktur. Topraktaki bir solucan, dağdaki bir taş, gökteki bir yıldız, okyanustaki bir damla… Hepsi bir hikmetle yaratılmış, bir vazife ile görevlendirilmiştir. İnsan da öyle… Allah insanı yaratırken, onda bulunan istidatları, ruhundaki cevherleri, kalbindeki niyetleri bilir ve onları da hesaba katar. Çünkü değer vermek sadece sonuçlara değil, niyete, samimiyete ve çabaya da bağlıdır.

İnsanların Unuttuğunu Allah Unutmaz

İnsanlar unutabilir. Yapılan iyilikleri görmezden gelebilir. Samimiyeti küçümseyebilir. Ama Allah asla unutmaz. O, her şeyi kaydeder. Sessizce dökülen bir gözyaşını da, yalnızken yapılan bir duayı da, gizlice verilen bir sadakayı da… Çünkü Allah katında değer, kalpten gelir. Kalpten çıkan her şey ise, katında kıymetlidir.

Zayi Olan Yoktur; Sadece Vakti Gelen Vardır

Nice insanlar vardır ki ömürlerini bir hakikate adar ama neticesini göremeden ahirete göç eder. Oysa zayi olmamıştır o emekler. Belki de onun sabrı, yıllar sonra bir kalbi imanla tutuşturacaktır. Kimi tohumlar hemen yeşerir, kimileri ise yıllar sonra çiçek açar. Ama Allah her tohumu bilir ve her çiçeği kendi vaktinde açtırır.

Sonuç: Umutsuzluk Haramdır, Çünkü Allah Zayi Etmez

Bu yüzden umutsuzluk Müslümana yakışmaz. Zira umutsuzluk, Allah’ın adaletini, rahmetini ve hikmetini inkâr anlamına gelir. Allah, değerleri yoktan var etmez; kıymetli olanı kıymetiyle yaratır. Bu yüzden her zerre kıymetlidir ve her samimi çaba değer taşır. Yeter ki kul niyetinde samimi, amelinde devamlı, kalbinde ihlâslı olsun. Çünkü Allah, “kimin neyi niçin yaptığını” bilir ve “hiçbir değeri zayi etmez.”

@@@@@@@

Zerreyi Görüp Zayi Etmeyen Kudret

Hiçbir emek, hiçbir iyilik, hiçbir değer Allah katında kaybolmaz.

Hayatın içindeki sınavlar, bazen insanın sabrını zorlar.
İnsan; yaptığı iyiliğin görülmediğini, sabrının meyve vermediğini veya duasının karşılık bulmadığını düşünür. Fakat bu düşünce, sadece zahire bakan bir gözün yanılgısıdır. Çünkü Allah Teâlâ, zerre kadar iyiliği dahi zayi etmez. O, her şeyi görür, her niyeti bilir ve her samimi çabayı değerlendirir.

Zerre Kadar da Olsa…

Kur’ân’da geçen “zerre” ifadesi (Zilzal Suresi, 7-8) bizlere Allah’ın adaletini gösterir. Zerre kadar hayır da, şer de kayda geçer. Çünkü O, hiçbir şeyi değersiz görmez. Bir bakış, bir dua, bir gözyaşı, içten bir niyet… Hepsi O’nun ilminde yer bulur.

Değersiz Hiçbir Şey Yoktur

Allah, var ettiği her şeyi hikmetle yaratmıştır. Dağdaki taş, gökteki yıldız, topraktaki solucan… Her biri bir göreve memur, bir gayeye hizmet eder. İnsan da böyledir. Kalbinde taşıdığı niyet, gönlündeki samimiyet, onun değerinin bir parçasıdır. Allah, insanı sadece dış görünüşüne göre değil, içinde taşıdığı kıymete göre değerlendirir.

İnsan Unutur, Allah Asla

İnsan bazen unutur, görmezden gelir, küçümser. Ama Allah unutmaz.
Gizli yapılan bir iyilik, sessizce edilen bir dua, karşılıksız verilen bir emek… Bunların hepsi, Allah katında kayıtlıdır ve zamanı geldiğinde mükâfatı verilecektir.

Zayi Olan Yoktur, Vakti Gelen Vardır

Her çaba, her emek kendi vaktinde netice verir.
Kimi çiçek hemen açar, kimi tohum ise yıllar sonra yeşerir.
Sabırla yapılan işler, belki bizim göremediğimiz zamanlarda meyve verir.
Ama Allah hiçbir emeği karşılıksız bırakmaz.

Umutsuzluk Haramdır, Çünkü Allah Zayi Etmez

Bir mümin asla umutsuzluğa kapılmamalıdır. Çünkü bu, Allah’ın rahmetini ve adaletini sorgulamak olur.
Allah, kıymeti olmayanı değil; kıymetli olduğu için yaratır.
Ve O, her şeyi yerli yerince değerlendirir.

Unutma: Allah, samimi niyetleri bilir.
Sessiz çabaları görür.
Ve hiçbir değeri zayi etmez.
Yeter ki sen, niyetinde sadık, amelinde istikrarlı ol.

Loading

No ResponsesNisan 18th, 2025

BAŞLIK: BİR HARAM KARŞISINDA DUYGULARIN FERYADI

BAŞLIK: BİR HARAM KARŞISINDA DUYGULARIN FERYADI

TÜR: Hikmetli – Düşündürücü – İbretli Kısa Film Senaryosu
SÜRE: Yaklaşık 5-7 dakika

SAHNE 1: [İÇ DÜNYADA BAŞLAYAN KONUŞMALAR]

MEKAN: Siyah bir arka plan. Ortada bir genç (isim: Yusuf) düşünceli halde duruyor. Işık sadece onun üstünde.

(Nefis – iç ses olarak konuşur)

> “Bir kere bakmaktan ne çıkar? Herkes yapıyor. Sen de insansın. Bu senin hakkın.”

(Kalp – iç ses olarak karşılık verir)

> “Her bakan kazanmaz, her isteyen almaz. Haramda lezzet yoktur, zehir baldan tatlıdır.”

(Şeytan – iç ses)

> “Zaten gizli. Kimse görmeyecek. Hem sonra tövbe edersin, Allah affedicidir ya!”

(Vicdan – iç ses)

> “Gören Allah’tır. Kalbin derinliğinde işlenen günah, kalbinin nurunu söndürür.”

Kamera yavaşça Yusuf’un yüzüne yaklaşır. Kararsızlık içinde gözleri titrer. Ellerini sıkar. Tereddüt belirgindir.

SAHNE 2: [GERÇEK DÜNYADA YÜZLEŞME]

MEKAN: Yusuf, bir bilgisayarın başında. Ekranda haram bir içerik açılmak üzere. Fareyi tıklamak üzeredir.

Tam o an iç dünyadaki sesler tekrar belirir ama bu kez sahnede fiziken temsil edilen suretler olarak görünür: Nefis parlak ve cazibeli, Şeytan sinsi ve kurnaz, Kalp huzurlu ve vakur, Vicdan ise yorgun ama dürüst.

Nefis (gülerek):

> “Haydi! Bir tıkla. İstediğin bu kadar yakın!”

Şeytan (sırıtarak):

> “Sonra istiğfar edersin. Allah affeder, değil mi?”

Kalp (ciddiyetle):

> “Gözün zehri kalbine akar. Bir anlık haz, uzun pişmanlığa dönüşür.”

Vicdan (ağlayarak):

> “Bu sadece senin imtihanın değil. Sana güvenenlerin de, dualar eden annenin de…”

Yusuf, titreyen eliyle fareye tıklamaktan vazgeçer. Derin bir nefes alır, ekranı kapatır. Gözlerinden yaş süzülür.

SAHNE 3: [FİNAL – RUHUN YÜKSELİŞİ]

MEKAN: Aynı siyah fon. Yusuf diz çökmüş, ellerini semaya kaldırmış.

Yusuf:

> “Ya Rabbi… Kalbimi haramla kirletme. Nefsimi bana musallat etme. Bana iffetimi, gözümün haya perdesini muhafaza etme kuvveti ver.”

Işık yavaşça artar. Kalp ve Vicdan karakterleri arkasında belirir. Gülümserler. Nefis ve Şeytan yavaşça silinir.

Anlatıcı (fon sesiyle):

> “Her haram, kalpte bir yangın çıkarır. Söndürülmezse, insanı yakar. Ama ” Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar.” (Talak 2)”

FİNAL YAZISI:

> “Gözünü haramdan çeviren, kalbine huzuru çağırır.”

Loading

No ResponsesNisan 18th, 2025

SATIRLARDAN SADIRLARA – ZÂHİRDEN HAKİKATE BİR GEÇİŞ

SATIRLARDAN SADIRLARA – ZÂHİRDEN HAKİKATE BİR GEÇİŞ

Hakikat Yolcusunun Sessiz İnkılâbı

Bazı insanlar kitap okur, bazıları ise hayatı okur.
Bazıları satırları ezberler, bazıları sadırlara yazar.
Bazıları zahirde kalır, bazıları ise hakikate ulaşır.

Zahirin diliyle başlayan yolculuk, ancak sadrın genişlemesiyle, kalbin açılmasıyla gerçek anlamını bulur.
Zira satırlar; bilgilendirir,
Sadırlar ise dönüştürür.

Bilmek Yetmez, Olmak Gerekir

Bir hakikat yolcusu yola çıktığında ilk önce bilgiyle tanışır.
Kitaplar okur, âlimler dinler, deliller toplar…
Ama zamanla anlar ki, bilgi başı döndürür; eğer hâle dönüşmezse.
Sadece okumakla, yazmakla, konuşmakla insan değişmez.
Olduğu gibi kalır.
Çünkü bilgi ancak kalbe inince hikmete dönüşür.
Ve hikmet; yaşanmış ilmin adıdır.

Zahirde Boğulanlar, Hakikati Kaçıranlardır

Bazen kişi, dinin zâhirine takılır kalır. Hakikate bakmadan.
Harflerin şeklinde, hükümlerin kabuğunda, bilgilerin süsünde oyalanır. Hedefe varmadan.
Ama kalp susuzsa, ne kadar su hakkında kitap okusa da, susuz kalır.
Hakikat ise der ki:
“Oku ama okuduğun ol! Yaz ama yazdığını yaşa!”

Zira Kur’an’ın da ilk emri “Oku!” idi.
Ama bir sonraki adımda, “Kalk ve uyar!”, “Temizlen!”, “Sabret!” geldi.
Çünkü okumak, harekete dönüşmeyince, insan sadece bilgili bir gaflet ehli olur.

Sadır – Kalbin Kitabı

Sadır; kalbin en derin yeridir.
Ve hakikat, o derinliğe yerleşmeden tesir etmez.
Nice âlimler vardır; satırlarla doludur ama sadrı boştur.
Nice sadıklar vardır; satırı azdır ama sadrı dopdoludur.
İşte onların nazarıyla bakarsan, taş dile gelir, gece konuşur, gönül secdeye varır.
Çünkü onlar zâhirde değil, hakikatte yaşar.

Satırdan Sadıra Yolculuk Nasıldır?

Bu bir sükût yolculuğudur.
Sözden önce sessizlik konuşur.
Bilgiden önce edep gelir.
Harflerden önce hal görünür.

Satırdan sadıra geçmek;
Bilgiyi hikmete,
Hükmü adalete,

Sözü sese değil, manaya dönüştürmektir.
Ve bu yol, nefsin kabuğunu çatlatmakla,
kalbin gözünü açmakla mümkündür.

Sonuç: Hakk’ı Okumak İçin Hâl Lazım

Satır, insana yol gösterir.
Sadır, o yolda yürütür.
Ama hakikate varmak, sadece kitapla değil; kalple olur.
Çünkü Hak, kalplere nazar eder; kütüphanelere değil.
O kitaplar hazmedilezse, hazımsızlık oluşur ve oluşturur.

O halde:
Bilgiyle değil, hâl ile varılır hakikate.
Sözle değil, hal ile duyulur Hakk’ın sesi.

Kıssadan Hisse:
Bugün satır çok, sadır az…
Bilgi çok, hikmet az…
Konuşan çok, yaşayan az…
O halde, ilim bir nur olacaksa, önce kalbin kandilini yakmalı.
Çünkü ancak aydınlanmış bir gönül, karanlık bir dünyaya ışık olabilir.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 18th, 2025

DEVLET KALEM VE KILINÇ ÜZERİNE DURUR. YA ŞİMDİ?

DEVLET KALEM VE KILINÇ ÜZERİNE DURUR. YA ŞİMDİ?
Hikmetli ve İbretli Bir Bakış

Tarihin tozlu sayfalarına baktığımızda bir hakikatin tekrar tekrar karşımıza çıktığını görürüz: Devletler, bir yandan kılıçla korunur, diğer yandan kalemle yönetilir. Bu ikili denge, adaletin terazisinde tartılır; biri diğerini tamamlar, biri eksik olursa çöküş başlar. İşte bu yüzden atalarımız demiştir ki: “Devlet kalem ve kılıç üzerine durur.”

Kılıç, gücün, caydırıcılığın ve güvenliğin simgesidir. Dış tehditlere karşı sınırları muhafaza eder, içerde ise anarşiye geçit vermez. Lakin tek başına bir kılıç, zalim bir tiranın elinde zulüm aracına da dönüşebilir. İşte burada kalem devreye girer. Kalem, hikmeti, adaleti, hukuk ve ilmi temsil eder. Yönetenin vicdanı, devletin ruhu kalemle şekillenir. Yasalar kalemle yazılır, tarih kalemle kaydedilir, milletin hafızası kalemle korunur.

Peki, ya şimdi?

Zaman değişti, çağ değişti. Ne kılıç ne kalem eskisi gibi. Kılıç, yerini tanklara, füzeye ve dijital silahlara bıraktı. Kalem ise klavyeye, algoritmalara, yapay zekâya dönüştü. Ancak öz değişmedi: Devlet yine güç ve hikmet üzerine ayakta kalır. Fakat bugün asıl tehdit kılıçtan çok zihne yönelmiştir. Artık cepheler sadece sınır boylarında değil, ekran başında kurulmakta; savaşlar fikirlerle, bilgiyi kim yönetecek savaşıyla verilmektedir.

Bu çağda kalem, sadece bilgi değil, bilgeliği temsil etmelidir. Sahte bilginin, algı oyunlarının ve bilgi kirliliğinin kol gezdiği bir dünyada kalem, hakikati yazabilmeli. Aksi takdirde, kılıç ne kadar keskin olursa olsun, adaletsizliğin bekçisi olmaktan öteye geçemez.

Bir milletin yükselişi kalemle başlar, çöküşü de kalemle olur. Adaletin olmadığı yerde kılıç da serseri bir kurşun gibidir. Kalemin sustuğu, kılıcın konuştuğu toplumlar karanlığa sürüklenir. Kalemle inşa edilmeyen bir sistem, kılıçla ayakta duramaz.

O halde, şimdi ne yapmalı?

Kılıcın değil, kalemin hakkını veren bir gençlik yetiştirmeliyiz. Hakikatin izini süren, adaleti pusula edinen, bilgiyi hikmetle yoğuran kalem sahiplerine ihtiyacımız var. Devleti yaşatacak olanlar; sadece güç sahipleri değil, doğruyu yazmaktan korkmayan kalem erbabıdır.

Son söz:
Devlet hâlâ kalem ve kılıç üzerine durur. Ama artık kalem; sadece yazan değil, düşünen, yöneten ve uyandıran olmalıdır. Kılıç ise artık sadece savaşan değil, koruyan, caydıran ve denge sağlayan bir vasıtadır. Birini ihmal eden devlet, diğerinin gölgesinde kalır. Her ikisini de adaletle kullanan ise tarihe mühür vurur.

Loading

No ResponsesNisan 18th, 2025

İLM-İ HÂL Mİ, İLM-İ KĀL Mİ?

İLM-İ HÂL Mİ, İLM-İ KĀL Mİ?
Kalıcı Olan Ne, Tesir Eden Hangisi?

İlim ikiye ayrılır:
İlm-i kāl – dilde kalan, sözde ifade edilen ilimdir.
İlm-i hâl – yaşanan, hissedilen ve hallere yansıyan ilimdir.

Bugün nice âlimler var; çok şey biliyorlar, çok konuşuyorlar. Fakat toplumun ruhunu değiştiremiyor, gönülleri diriltemiyorlar.
Çünkü sadece ilm-i kāl sahibiler.
Ama tarihe yön vermiş, gönülleri fethetmiş insanların çoğu, ilm-i hâl ile konuşanlardır. Az söyler, çok yaşarlar.

İlm-i Kālin Gölgesi, İlm-i Hâlin Güneşi

İlm-i kāl, gölge gibidir. Gerçekte vardır ama ışık yoksa işe yaramaz.
İlm-i hâl ise güneştir. Aydınlatır, ısıtır, yeşertir.
Söz, eğer hal ile desteklenmezse; tesiri rüzgâr gibi geçicidir.
Ama bir bakış, bir eda, bir sabır, bir güzel örneklik; belki de bin vaazdan daha çok etkiler.

Hazret-i Mevlâna ne der:

> “Nice söz var ki, kuru gürültü; nice sükût var ki, nice sözden daha tesirli.”

Yaşayan İlim, Yaşatan İlimdir

Bir insan sabah akşam ahlâk dersi verse, ama kendi öfkesini, kibir ve hırsını terbiye etmemişse, onun bilgisi fayda vermez.
Ama başka biri konuşmaz, fakat hâliyle sabrı, merhameti, edeple yürüyüşüyle insanlara ders verir.
İşte bu yaşayan ilimdir.
Bu ilim, kitaplarda değil, gönüllerde yazılıdır.

Peygamberler: Hâl ile Tebliğ Edenler

Efendimiz (s.a.v.) 23 yıl boyunca sadece söz söylemedi.
Hayatıyla konuştu.
Tebessümü, affediciliği, vakar ve edebi; onun en güçlü delilleriydi.
Onu görenler “Bu yalan söylemez” dediler.
Sözleri kadar, hâli de insanları İslâm’a çekti.

Ashab-ı kiram da öyleydi. Gittikleri yerlere önce ahlâklarını, sonra kitaplarını götürdüler.

İlm-i Hâl Kalbe Nüfuz Eder

Bir çiçeğin kokusu nasıl gizlenemezse, hâl ilmi de gizlenemez.
İnsan, yaşadığına şahit olduğu bir sabrı, bir edebi unutamaz.
Ama sadece kulakla dinlediği sözler, rüzgâr gibi geçip gider.

Bugün çocuklarımız nasihat değil, örnek istiyor.
Toplum vaaz değil, hal bekliyor.
Vicdanlar, bilgiyle değil, hal ile yumuşuyor.

Sonuç: Hâl, Kalbin Lisanıdır

İlm-i kāl, baş ile konuşur.
İlm-i hâl, kalple konuşur.
Kalpten gelen kalbe gider.
Hâlden gelen hâle işler.

O yüzden demişler:

> “İlim, amel edilmedikçe baş belâsıdır.”
“Hal ehli ol, kal ehli seni takip eder.”

“İlim öğrenmek, kadın-erkek her müslümana farzdır.” [Beyheki
O da hal ilmidir.
İlm-i Hal.

Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz(s.a.s.): “İlim öğrenmek her Müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır. İlmi ehil olmayana veren, domuzun boynuna cevher, inci ve altın takan kimse gibidir.”

Kıssadan Hisse:
Bugün dünyayı değiştirmek istiyorsak, önce hâlimizi değiştirmeliyiz.
Sözün tesiri, hâlin güzelliğiyle mümkündür.
Çünkü hâl, hâkikatin aynasıdır. Ve hakikat, ancak hâl ile yaşanır.

Loading

No ResponsesNisan 18th, 2025

ANNE KARNINDAKİ CENİNİN OLUŞUMU ANINDA GEÇİRDİĞİ SAHALAR.

ANNE KARNINDAKİ CENİNİN OLUŞUMU ANINDA GEÇİRDİĞİ SAHALAR.

“TOPRAKTAN HAYATA: Anne Karnındaki Cenin ve Yaratılışın Hikmeti”
“Ey insan! Seni yaratıp düzgün ve dengeli kılan, dilediği bir sûrette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitâr, 6-8)

İnsanoğlunun yaratılış serüveni, toprakla başlar ama Rahmân’ın rahmet deryasında şekillenir. Anne rahmindeki yolculuk, sadece bir biyolojik oluşum değil; aynı zamanda ilahî kudretin sergilendiği en büyük ayetlerden biridir. Kur’an, bu serüveni asırlar önce detaylı bir şekilde haber verirken, modern bilim bugün bu ayetlerin ne büyük sırlar taşıdığını birer birer keşfetmektedir.

1. Topraktan Nutfeye: Başlangıç

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Andolsun, biz insanı çamurdan süzülmüş bir özden yarattık.” (Mü’minûn, 12)

İnsan bedenini oluşturan temel elementler —karbon, kalsiyum, demir, çinko— hepsi toprakta vardır. İlk yaratılış toprağa bağlıdır. Ama anne rahminde yeni bir yaratılış süreci başlar: Nutfe (damla) safhası.

“Sonra onu sağlam bir karar yerine (rahme) yerleştirdik.” (Mü’minûn, 13)

Rahim, sadece bir organ değil; ilahî bir eğitim ve terbiye merkezidir. Cenin, orada hikmetle şekillenir.

2. Alaka: Asılıp Tutunan Hayat

“Sonra nutfeyi alaka (asılıp tutunan embriyo) haline getirdik…” (Mü’minûn, 14)

Embriyoloji, döllenmiş yumurtanın rahim duvarına tutunarak “implantasyon” evresine geçtiğini teyit eder. Burada “alaka”, hem kan pıhtısı hem de “tutunan şey” anlamına gelir ki bu, bilimsel gerçeklerle tam bir örtüşme içindedir. Bu tutunma, hayatın rahmetle sarmalanmaya başladığı andır.

3. Mudğa: Çiğnemlik Et Parçası

“…Alakayı da mudğa (bir çiğnemlik et) haline getirdik.” (Mü’minûn, 14)

Mudğa; şekillenmeye başlayan ama henüz tam biçimlenmemiş embriyonun görünümüdür. Bu aşamada cenin, çiğnemlik et parçası gibi görünür; adeta hayata dair mühürlerin vurulduğu safhadır. Bu evrede organların temel yapıları oluşmaya başlar.

4. Kemikler ve Etin Sarılması

“Sonra mudğayı kemiklere çevirdik, ardından kemiklere et giydirdik.” (Mü’minûn, 14)

Bilimsel olarak da embriyonun önce kıkırdak ve kemik dokuları, ardından kas dokusu (et) ile sarıldığı tespit edilmiştir. Bu, ilahi sırların ne kadar hassas bir düzende işlediğini gösterir.

5. Yeni Bir Yaratılış: Ruhun Üflenmesi

“Sonra onu başka bir yaratışla insan yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir!” (Mü’minûn, 14)

İşte bu noktada maddeye ruh üflenmiş, biyolojik beden ilahî bir nefhayla diriltilmiştir. Bu safha, insanın sadece bedenden ibaret olmadığını; ruh, şuur, irade ve kalp taşıyan bir varlık olduğunu ilan eder.

Bilimin Geldiği Yer, Kur’an’ın Gösterdiği Yol

Modern embriyoloji, bu safhaların her birini mikroskobik düzeyde tespit edebilmiş; fakat anlamını hâlâ tam kavrayamamıştır. Kur’an ise bu süreci hem tanımlar, hem de “ibret alın” diye hatırlatır.

Bu yaratılış süreci, bize şunu öğretir:

Varlığımız tesadüf değil, ilahî bir tasarımdır.

İnsanın değeri, doğduğu anda değil, yaratıldığı anda başlar.

Anne rahmi, sadece biyolojik değil, aynı zamanda manevi bir terbiyenin de adıdır.

Her insan, yoktan var edilmiş bir mucizedir.

Sonuç: Bir Damla Suyduk, Rahmetle İnsan Olduk

İnsanoğlu çoğu zaman kibrine kapılır, kendi güç ve varlığını abartır. Oysa yaratılışını düşünen biri bilir ki, başlangıcı bir “nutfe”, yani hakir bir sıvıdır. Ama onu elest bezminde söz veren, rahimde şekillendiren, kalbine ruh üfleyen bir Rab vardır.

O hâlde insan kendine bakmalı, kendi yaratılışını düşünmeli, o karanlık rahimde şekillenirken kendisini gören ve kollayan Rabbi’ne karşı nankörlük etmemelidir.

Bir damla sudan başlayan bu yolculuk, ebedî âleme uzanan bir imtihandır.

@@@@@@

SENARYO: “KARANLIKTAN HAYATA – CENİNİN DİLİNDEN YARATILIŞ”

Kur’an ve bilimin ışığında, anne rahminde geçen ilk 40 haftanın deruni bir yolculuğu.

AÇILIŞ – KARANLIK BİR EKRAN, HAFİF NABIZ SESLERİ VE DERİN FON MÜZİĞİ

CENİN (İÇ SESİ) – SAKİN VE DERİN BİR TONLA:

> “Ben… Henüz adım bile konmadı. Ama ben varım… Sessizlikte atılan ilahî bir tohumun sesiyim.
Ne gözüm var şu an, ne ellerim… Ama beni bilen biri var…
O beni görüyor, duyuyor, şekillendiriyor…”

GÖRÜNTÜ: MİKROSKOBİK GÖRSELLER, SPERM VE YUMURTA BULUŞUYOR.

CENİN:

> “Yolculuğum, bir damla sudan başladı.
Nice milyonlar arasından seçildim. Bir yumurtaya tutundum.
Ama bu, sadece başlangıçtı…”

GÖRÜNTÜ: RAHİM DUVARINA TUTUNAN ZİGOT. KAN DOLAŞIMI BAŞLIYOR.

CENİN:

> “Rahmetli bir karanlığa yerleştirildim.
Tutundum… ‘Alaka’ oldum…
Asıldım hayata, sanki sonsuzluğa uzanan bir ipe…”

GÖRÜNTÜ: EMBRİYO MUDĞA EVRESİNE GEÇİYOR. ŞEKİL BELİRSİZ.

CENİN:

> “Sonra bir ‘mudğa’ oldum…
Şekilsiz, küçücük bir et parçası.
Ama her gün bir kudret beni şekillendiriyor…
Her gün başka bir sır ekleniyor bedenime…”

GÖRÜNTÜ: KEMİKLERİN OLUŞMASI, KASLARIN SARILMASI (3D EMBRİYO GÖRSELLERİ)

CENİN:

> “İlk önce kemiklerim oluştu.
Sonra etle sarıldım…
Gözlerim şekillendi ama henüz göremem.
Kalbim atıyor, ama hâlâ suskunum…
Bir ses bekliyorum… İlahi bir nefha…”

GÖRÜNTÜ: 120. GÜN. HAFİF IŞIK PATLAMASI, BİR ANDA DERİN BİR NEFES SESİ

CENİN:

> “Ve bir gün…
O’ndan bir ruh üflendi bana.
İlk defa ‘ben’ oldum…
Artık sadece bir beden değilim.
Bir kalbim, bir iradem, bir kaderim var…”

GÖRÜNTÜ: CENİN ARTIK 7. AYDADIR. ELLER, GÖZLER, KALP ATIŞI NETLEŞMİŞTİR.

CENİN:

> “Ben hâlâ annemin kalbiyle yaşıyorum…
O her ne zaman üzülse, ben ürperirim.
O gülünce ben de rahatlarım.
Ama bir gün… bu sessizlik sona erecek.”

GÖRÜNTÜ: DOĞUMA YAKIN BİR CENİN. KÜÇÜK ELLERİYLE RAHİM DUVARINA DOKUNUYOR.

CENİN:

> “Ben karanlıktan aydınlığa hazırlanıyorum.
Topraktan ana rahmine, rahimden dünyaya…
Ardından kabir, mahşer ve ebediyet…
Bu, sadece bir durak…”

GÖRÜNTÜ: DOĞUM ANINDAKİ IŞIK PATLAMASI. BEBEĞİN AĞLAMA SESİ.

CENİN (SON MESAJ):

> “Unutma ey insan…
Sen de böyleydin…
Karanlıktan geldin, rahmetle yoğruldun, kudretle yaratıldın…
Şimdi yaşarken kime kulluk ettiğini hatırla…
Çünkü ben artık dünyadayım…
Ve sıra sende…”

KAPANIŞ – EKRANDA ŞU AYET BELİRİR:

> “O sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendirir. Ondan başka ilâh yoktur.”
(Âl-i İmrân, 6)

NOTLAR:

Anlatım tarzı: Tefekkürlü, manevi derinliği olan, ses tonu yavaş ve duygulu.

Görsel öneri: Embriyo gelişimini gösteren 3D animasyonlar, rahim içi tasvirler, mikroskobik görseller.

Müzik önerisi: Derin yaylılar, hafif kalp atış sesleri, mistik fonlar.

Loading

No ResponsesNisan 18th, 2025

Bize Bizi ve İç Dünyamızı ve de Ebed’e Uzanan Derinliklerimizi İşitip Bilen Gerek

Bize Bizi ve İç Dünyamızı ve de Ebed’e Uzanan Derinliklerimizi İşitip Bilen Gerek

İnsan, görünen bedeniyle değil, görünmeyen derinlikleriyle insandır. Gözle görünen tarafı toprağa ait, kulağa işitilmeyen yönü semaya meyillidir. Ve bu iç dünya öyle bir âlemdir ki, nice düşünceler, duygular, haller, umutlar ve korkularla doludur. Herkesin bir dış sesi, bir de iç sesi vardır. Dış ses konuşur, iç ses susar ama duyurmak ister. İşte o iç sesi duyan bir Semi’, o derinliği anlayan bir Nazar, o mahremiyeti bilen bir Alim gerek bize.

İnsan bazen kendi iç dünyasında kaybolur. Kalabalıklar içinde yalnız, gürültüler içinde sessizdir. Çünkü onu anlayan yoktur. Çünkü onu işiten yoktur. Zira çoğu göz görür ama hakikati göremez; çoğu kulak duyar ama içten gelen sesi işitmez.

Oysa insanın asıl ihtiyacı, onu dışından çok içinden anlayan birine yönelmek, ona içini dökebilmektir. Sadece sözlerine değil, suskunluklarına da kulak verecek bir merciye… İşte bu ihtiyaç, insanı Allah’a muhtaç kılar. Zira O’dur bizim içimizi de dışımızı da bilen. O’dur sözlerimizi duyan, gözyaşlarımızı sayan, kalbimizden geçen duaları yazan.

Kur’an’ın tabiriyle, Allah “kalplerin özünü bilendir” (el-Hadîd, 6). O bilir, çünkü bizi bizden daha iyi tanır. Zira bizi yaratandır. Her damarı, her düşünceyi, her kırgınlığı, her korkuyu, her ümidi yazmıştır kaderimize. Biz kendimizi unutsak da, O unutmaz. Biz içimizi saklasak da, O görür. Biz ses veremesek de, O işitir.

Bazen bir dua olur içimizde, dilimiz söyleyemez ama yüreğimiz feryat eder. Ve işte o anda, bizi işiten, anlayan, şefkat eden bir Rab vardır. İnsan insana anlatsa da eksik kalır. İnsan insandan medet umsa da, eninde sonunda yetmez. Zira insan sınırlıdır, acizdir. Ama Allah sınırsızdır, sonsuzdur.

Bize bizi bilen gerek… Sözün ötesindeki halimizi anlayan, dışımızdaki maskeleri delip geçen bir nazar gerek… Ve en önemlisi: Bize Ebed’i bilen, bizi Ebed’e göre hazırlayan bir Rehber gerek. Çünkü içimizde sonsuzluk arzusu var. Faniye razı değiliz. Sevgilerimiz, umutlarımız ve ideallerimiz bile bu dünyaya sığmaz.

Bu yüzden, iç dünyamızın kıymetini bilen, ruhumuzu anlamlandıran, bizi ebediyete hazırlayan bir terbiyeye muhtacız. Kur’an bu terbiyeyi verir, Peygamber bu rehberliği yapar, iman bu huzuru sağlar.

Ey insan! Bütün suskunluğunla, bütün derinliğinle, bütün mahremiyetinle seni anlayan biri var: Allah! O’na yönel. O’na konuş. O’na aç kalbini. Zira seni senden iyi bilen ancak O’dur.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 18th, 2025

MÜMİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR

MÜMİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR

Efendimiz (s.a.v.) buyurur: “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.”
(Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 5/343)

Bu kısa ama derin anlamlar yüklü hadis-i şerif, İslam ahlakının ve kulluk şuurunun özüdür. Zira niyet, amelin ruhudur. Kalbin yönelişi, gayenin temizliği, içteki samimiyet, bazen dışta görülen nice amelden daha kıymetli olabilir. Çünkü Allah Teâlâ amele değil, önce kalbe bakar. Amelin özü niyettir, niyet ise kişinin Rabbiyle olan gizli dilidir.

Niyetin Gizli Cevheri

Bir mümin, nice büyük işler yapamayabilir. İmkânı olmayabilir, gücü yetmeyebilir, zamanı sınırlı olabilir. Ancak kalbinde taşıdığı niyetle bir dağın altına girecek kadar irade ve teslimiyet vardır. O niyet, amel olmasa dahi sahibine sevap kazandırır. Çünkü niyet, kişinin iç âleminde attığı bir imzadır. Kalpteki ihlâsı, sadakati ve yönelişi gösterir.

Mesela bir mümin cihada gitmek ister, ama hastadır; gitse zarar verecektir. Fakat kalbinde “Rabbim! Ben orada olsaydım, canımla malımla mücadele ederdim” diyorsa, Allah onu oradaymış gibi yazar. Çünkü niyetiyle oradadır. İşte bu, imanın yüceliği ve rahmetin sonsuzluğudur.

Gösterişsiz İyilikler ve Samimi Kalpler

Ameller bazen gösterişli olabilir, insanlar beğensin diye yapılmış olabilir. Ancak niyet, kul ile Rabbi arasında mahrem bir alandır. Orada riya barınamaz. Bir lokmayı bir yetime vermek, eğer sırf Allah içinse; milyonlarca lira infaktan daha kıymetli olabilir. Çünkü burada niyetin berraklığı vardır, amel az da olsa samimiyet büyüktür.

Nice insanlar vardır ki, insanlar onları bilmez ama gök ehli tanır. Çünkü onların niyeti semaya kadar yükselmiştir. İhlasla yapılan niyet, görünmeyen melekler tarafından amel defterine geçirilir. Niyetle yapılan iyilik, amelle süslenmese dahi arşta yankı bulur.

Niyetin Bozulması, Amelin Değersizleşmesi

Tersinden bakıldığında ise niyetin bozuk olması, en güzel amelleri bile değersiz hâle getirir. Riya ile yapılan bir sadaka, kibirle kılınan bir namaz, gösteriş için tutulan bir oruç; kabuk gibidir. İçi boştur. Allah o amele değil, o amelin içini dolduran niyete bakar. Kalbi Allah’tan uzak bir amel, sahibini de Allah’a yaklaştırmaz.

Amelsiz Niyet, Ama Niyetsiz Amel Olmaz

Bir niyet, kişiyi ibadet sevabına ulaştırabilir. Ama bir amel, eğer içinde doğru bir niyet barındırmıyorsa; belki sadece yorgunluk bırakır. Amelsiz niyet, sahibini yüceltirken; niyetsiz amel, kişiyi gaflete sürükleyebilir. Bu yüzden niyet etmek de bir ibadettir.

Bir ilim meclisine gitmek niyetiyle yola çıkan, ama trafik yüzünden yetişemeyen kimse, o meclise oturmuş gibi ecir alır. Çünkü onun niyeti, Rabbine yönelikti. Bu, bize şunu gösterir: Müminin kalbi yöneldiği yere doğru yürür. Beden yetişemese de kalp oradadır.

Her Güne Niyetle Başlamak

İnsan her sabah, “Bugün Allah’ın rızasını kazanacağım” niyetiyle başlasa; o gün içindeki işler de, sözler de o niyetin gölgesinde şekillenir. Çünkü niyet, hayatı yönlendiren bir pusuladır. Niyeti doğru olanın yönü doğru olur. Her işinde niyetini gözden geçiren kişi, ahiretine yatırım yapar. Belki küçük bir tebessüm, güzel bir söz, bir dua niyetiyle koca bir dağ kadar sevap kazanabilir.

Sonuç olarak, “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” hadisi, bize kalbin önemini, niyetin kudretini ve ihlasın değerini hatırlatır. Gözle görünmeyen niyetler, bazen dünyaları değiştirecek güce sahiptir. O halde her işimize, her adımımıza, her söze bir niyetle başlayalım. Belki amel küçük olur ama niyet büyükse, Allah katında değeri dağlar kadar olabilir.

Loading

No ResponsesNisan 18th, 2025

KURAN-I KERİM’DE ‘AZAP’ OLARAK NİTELENDİRİLEN AYETLER VE HİKMETLERİ

KURAN-I KERİM’DE ‘AZAP’ OLARAK NİTELENDİRİLEN AYETLER VE HİKMETLERİ

Kur’ân-ı Kerim, yalnızca bir rahmet kitabı değil; aynı zamanda bir uyarı, bir hatırlatma ve bir ikaz kitabıdır. O, müjdelediği gibi uyarır da. Merhamet ettiği gibi azaptan da bahseder. Çünkü insanoğlunun hem umutla hem de korkuyla dengede kalması, fıtratının gereğidir. Kur’ân’da “azap” kelimesi, Allah’ın adaletiyle tecelli eden, haddi aşanlara verilen karşılığı ifade eder. Fakat bu azap, ne bir zulümdür ne de keyfî bir cezadır. Bilakis her biri hikmetle dolu, ibret yüklü bir ilâhî ikazdır.

Azap Kavramı Ne Anlatır?

Kur’ân’da azap kelimesi; acı, sıkıntı, ceza ve ilâhî karşılık anlamlarında geçer. Genellikle hakikate sırt çeviren, peygamberleri yalanlayan, zulmü hayat tarzı haline getiren toplumlara karşı kullanılır. Amaç intikam değil; ikaz ve ıslahtır. Kur’ân’daki azap ayetleri, Allah’ın kullarını uyandırmak için çalan rahmet tokmakları gibidir.

Azap Olarak Nitelenen Bazı Ayetler ve Hikmetleri

1. “İnkâr edenlere, şiddetli bir azap vardır.”

(Bakara Suresi, 7)
Bu azap, küfrün kalpte sabit hale gelmesiyle Allah’ın kalbi mühürlemesinin neticesidir. Kalp ölü olduğunda azap kaçınılmaz olur. Bu bir cezadan çok, bir sonucu ifade eder: Hakkı gören göz kapalıysa, hakikatin ışığı azaba dönüşür.

2. “Onlara gökten bir azap gönderiverdik de hemen yere yığılıp kaldılar.”

(Şuara Suresi, 189)
Medyen halkının kıssasında geçen bu ayet, azabın bir anda, beklenmedik şekilde gelişini gösterir. Hikmeti şudur: Zalim ve azgın toplumlar gaflet uykusunda iken ansızın yakalanırlar. Çünkü vakit tükenmiş, hakikate karşı tüm kapılar kapanmıştır.

3. “Nice memleketler vardır ki, zulmediyorlardı da biz onları helâk ettik; sonra yerlerine başka kavimler getirdik.”

(Enbiya Suresi, 11)
Bu ayet, azabın toplumsal boyutunu ve tarihî yankılarını gösterir. Zalim topluluklara azap gelir, ama bu ilâhî adaletin sonucu olarak gerçekleşir. Her gelen azap, bir nesli silerken, diğerine ibret bırakır.

4. “Biz peygamberleri sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Artık kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Kim de yalanlar ve yüz çevirirse, işte onlar azaba uğrayacaklardır.”

(A’raf Suresi, 35–36)
Bu ayet azabın Allah’ın tercihi değil, kulun tercihinin sonucu olduğunu gösterir. Azap, haktan kaçışın bedelidir. Kur’ân bu gerçeği haber verirken, aynı zamanda bir seçim fırsatı da sunar.

Azabın Hikmetleri Nelerdir?

1. Adaletin Tecellisi

İlâhî azap, zulmün cezasıdır. Dünyada her kötülüğün karşılığını görmediğini düşünenler için Kur’ân azabı hatırlatır. Zalimlere mühlet verilir ama asla ihmal edilmezler. Allah, mutlak adildir.

2. İkaz ve Uyarı

Azap ayetleri bir nevi “dur” levhasıdır. Gafletle, hırsla, kibirle kendini kaybetmiş insanlara uyarıdır. Rahmet tokadıdır. Her azap uyarısı, geri dönüş için bir çağrıdır aslında.

3. İbret ve Ders

Kur’ân’daki azap anlatımları, sadece tarih bilgisi olsun diye değil, ibret alınsın diye anlatılır. Kavimlerin helakı, modern insanın da kalbinde yankılanmalıdır. “Onlara olan, bize de olabilir” şuuru, insanı ıslaha sevk eder.

Azap, Her Zaman Ateş mi?

Kur’ân’da azap sadece ahiret azabı değil; dünyada da şekil bulur:

Kalp huzurunun gitmesi,

Toplumların bozulması,

Ahlâkî çöküntü,

Bela ve musibetler…
Bunların her biri azabın farklı tecellileridir. Bazen azap, Allah’ın kulu terk etmesi, gaflet içinde başıboş bırakmasıdır ki, bu en korkuncudur.

Sonuç: Azap Ayetleri Korku Değil, Farkındalık İçindir

Kur’ân’daki azap anlatımları, sadece korkutmak için değil; uyanmak ve yönelmek içindir. Çünkü her “azap” uyarısı, satır aralarında bir “rahmet” çağrısı taşır.
“Dön, vazgeç, affolunursun” diyen bir ses vardır her azap ayetinde. Çünkü Allah, azabı dileyen değil; rahmeti yayandır. Ama kul tercihini zulümden, inkârdan yana kullanırsa, azap da hak olur.

Ey insan!
Kur’ân’daki azap ayetleri seni korkutmasın; seni uyandırsın. Çünkü o azaplar, senin içindeki merhamete, vicdana ve hakka çağrıdır.
Ve unutma… Azap, yalnız zulme razı olanadır.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 16th, 2025

KURAN-I KERİM’DE ‘HİKMET’ OLARAK NİTELENDİRİLEN AYETLER VE HİKMETLERİ

KURAN-I KERİM’DE ‘HİKMET’ OLARAK NİTELENDİRİLEN AYETLER VE HİKMETLERİ

Kur’ân-ı Kerim, insanlığın karanlıklar içinden aydınlığa çıkarılması için gönderilen ilâhî bir nurdur. Bu nurun temel özelliklerinden biri de hikmetle bezenmiş olmasıdır. Kur’ân’da birçok ayette geçen “hikmet” kelimesi, sıradan bir akıl yürütme değil; Allah’ın katından gelen, eşyanın hakikatine uygun doğru hüküm verme kabiliyeti, ilâhî bir derinliktir. Hikmet, ilmin ruhu, davranışın ölçüsü, hayatın anlamıdır.

Kur’ân’da Hikmet Ne Demektir?

“Hikmet”, Arapça’da “yerli yerinde yapmak”, “bir şeyi en uygun şekilde bilmek ve uygulamak” anlamlarına gelir. Kur’ân’da ise hikmet; ilim, anlayış, derin kavrayış, doğru söz ve davranış ile birlikte anılır. Hikmetli olan; ölçülü, dengeli, maksada uygun davranandır.
Ve Kur’ân, bizzat kendisi bir hikmet hazinesidir.

Kur’ân’da ‘Hikmet’ Olarak Nitelendirilen Ayetlerden Örnekler

1. “Allah, dilediğine hikmeti verir. Kime hikmet verilmişse, ona gerçekten büyük bir hayır verilmiştir.”

(Bakara Suresi, 269)
Bu ayet, hikmetin bir bilgi değil, bir nimet olduğunu gösterir. Hikmet, aklın ötesinde bir Allah vergisidir. Herkese değil; basireti açık, kalbi arınmış, hakkı isteyenlere verilir. Ve bu verilen, dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır.

2. “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar? Oysa biz, İbrahim soyuna kitap ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir mülk bahşettik.”

(Nisa Suresi, 54)
Hikmet, ilâhî seçilmişliğin bir göstergesidir. Kitap ile birlikte gelen hikmet, kişinin söz, davranış ve hükmünde doğruluğu sağlar. Bu ayet, ilmin makam değil, sorumluluk olduğunu da hatırlatır.

3. “Andolsun ki Allah, müminlere içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.”

(Ali İmran Suresi, 164)
Burada hikmet, peygamberlerin temel misyonlarından biri olarak zikredilir. Hikmet öğretimi, sadece bilgi değil; nefsin tezkiyesi, kalbin arınması ile birlikte yürütülen bir terbiyedir.

Kur’ân’ın Kendisi Hikmettir

Kur’ân’da bazı sureler, “el-hakîm” yani “hikmet sahibi” olarak tanıtılır:

“Yâsîn. Hikmet dolu Kur’ân’a andolsun…” (Yasin Suresi, 1–2)

“Bu, hikmetli ve övülmeye layık Allah tarafından indirilen ayetlerdir.” (Fussilet, 42)

Bu ayetlerde Kur’ân’ın kendisi, hikmetin kaynağı olarak sunulur. Çünkü onun her ayeti, hem bilgi verir hem de hayatı tanzim eder. Hikmetli bir hayat için, hikmetli bir kaynağa yönelmek gerekir.

Kur’ân’da Hikmet Verilenler Kimlerdir?

Hz. Lokman: “Andolsun ki Lokman’a hikmet verdik…” (Lokman, 12)
Lokman, peygamber değil ama hikmet sahibi bir örnektir. Oğluna yaptığı nasihatler, Kur’ân’da yer bulmuştur.

Hz. İbrahim ve zürriyeti: “Onlara kitabı ve hikmeti verdik.” (Ankebut, 27)

Hz. İsa: “Allah ona kitap, hikmet, Tevrat ve İncil’i öğretti.” (Ali İmran, 48)

Hz. Muhammed (s.a.v.): O da ümmetine kitabı ve hikmeti öğreten son elçidir.
(Bakara, 151)

Bu örnekler gösteriyor ki, hikmet bir nebilik mirasıdır. Hikmet verilen kişi, sadece bilen değil; hak ile bilen ve hakkaniyetle davranan kişidir.

Hikmetin Hikmeti Nedir? (Neden Vardır?)

1. Sözün ve Davranışın Terazisidir

Hikmet, bir Müslüman için doğru zamanda, doğru şeyi, doğru şekilde yapma sanatıdır. Bilmek başka, hikmetle davranmak başkadır. Kur’ân’daki hikmet mesajı, insanın önce kendine, sonra topluma karşı ölçülü olması için vardır.

2. Ahlâkî Denge Unsurudur

Hikmet, ahlâkı kuru bir kurallar manzumesi olmaktan çıkarır, onu hayatın içine yerleştirir. Kur’ân’da hikmet, hep takva, sabır, güzel söz, anne-babaya iyilik gibi erdemlerle yan yana geçer.

3. Basireti Açan Bir Işıktır

Hikmet, olayların dışını değil içini görmektir. Sadece “ne oldu?” değil, “neden oldu?”yu anlamaktır. Kur’ân’ın verdiği bu basiret, kişiyi gafletten korur, hakikate yaklaştırır.

Sonuç: Hikmetle Yaşamak, Kur’ân’la Yaşamaktır

Kur’ân’da hikmet, yalnız bilginin değil; kalbin, vicdanın ve eylemin doğruluğudur. Hikmetli olmak, Kur’ân’ı anlamakla başlar; onu hayatına tatbik etmekle kemale erer.
Kur’ân hikmettir; ama ona hikmetle yaklaşanlara hikmet olur. Aksi hâlde sadece lafızlarda kalır.

Unutma, her ayet bir ışık; ama hikmetle bakana nurdur.
Ve hikmet, Allah katından gelen en büyük hayırlardan biridir:

> “Kime hikmet verilmişse, gerçekten büyük bir hayır verilmiştir.” (Bakara, 269)

 

 

Loading

No ResponsesNisan 16th, 2025

KURAN-I KERİM’DE ‘İNDİRDİK’ DİYE BAŞLAYAN AYETLER VE HİKMETLERİ

KURAN-I KERİM’DE ‘İNDİRDİK’ DİYE BAŞLAYAN AYETLER VE HİKMETLERİ

İlâhî kelâm olan Kur’ân-ı Kerim, insanlık tarihine ışık tutan, hayatın bütün alanlarına rehberlik eden ve her ayetiyle sonsuz bir hikmeti barındıran bir kelâm-ı ezelîdir. Kur’ân’da dikkat çeken bazı ayetler, “İndirdik” ifadesiyle başlar. Bu kelime, Cenâb-ı Hakk’ın doğrudan hitabını, emir ve hikmetinin vahiy yoluyla insanlığa ulaştırıldığını ifade eden kudsî bir beyan tarzıdır.

“İndirdik” İfadesi Ne Anlatır?

Kur’ân’da geçen “İndirdik” (نَزَّلْنَا / أَنْزَلْنَا) ifadesi, sadece bir metnin aktarımını değil, bir rahmetin, bir hükmün, bir ilmin ve bir nurun semâvî menşeini ve hikmetli maksadını işaret eder. Bu ifade, kulun önüne konan bir hakikat haritasını, ilâhî bir fermanı ve aynı zamanda bir imtihan vesilesini temsil eder.

Bazı Ayet Örnekleri ve Hikmetleri

1. “Şüphesiz Biz onu Kadir Gecesi’nde indirdik.”

(Kadir Suresi, 1)
Bu ayet, Kur’ân’ın indirilişini, zamanla buluşmasını ifade eder. Zamanların en mübarek gecesi olan Kadir Gecesi, Kur’ân’ın nüzulüyle şereflenmiş, bütün bir zaman dilimi onunla nurlanmıştır. Bu, zamanın dahi Kur’ân’la kıymet kazandığının delilidir.

2. “Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce geçenlerden ibretler ve müttakiler için bir öğüt indirdik.”

(Nur Suresi, 34)
Burada “indirdik” ifadesi, Kur’ân’ın sadece söz değil, içinde ibretler, geçmiş kavimlerden dersler ve takvaya erenler için öğütler barındırdığını ifade eder. Yani bu indiriş, insanı yalnızca bilgilendirmek değil, arındırmak ve yüceltmek içindir.

3. “Biz bu Kitabı sana, insanlara kendilerine indirileni açıklayasın diye indirdik.”

(Nahl Suresi, 44)
Bu ayet, Peygamber’in vazifesini ve Kur’ân’ın açıklayıcılığını gösterir. Vahiy bir muamma değil, bir beyanat kaynağıdır. “İndirdik” burada, hakikatin perde arkasını açma görevini üstlenmiştir.

4. “Biz bu Kur’an’ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik.”

(Taha Suresi, 2)
Kur’ân bir yük değil, bir rahmettir. İndirilişi, kulun fıtratına uygun, ruhuna huzur ve kalbine nur getirmek içindir. Bu ayet, Kur’ân’a karşı geliştirilen yanlış anlayışlara da bir cevap niteliğindedir.

5. “Biz onu mübarek bir gece de indirdik. Çünkü Biz uyarıcıyız.”

(Duhan Suresi, 3)
Bu ayette indiriliş, ilâhî bir rahmet ve aynı zamanda bir uyarıdır. İndirme fiili, bir ikram olduğu kadar, bir ikazdır da. İnsanlık gaflete düşmesin, kendisine gelmesini bilsin diye semadan bir hitap gelmiştir.

Neden “Biz İndirdik”?

Kur’ân’da Allah Teâlâ çoğu zaman “Ben” yerine “Biz” ifadesini kullanır. Bu, büyüklük, azamet ve haşmetin bir ifadesidir. “İndirdik” ifadesiyle, bu Kitab’ın insan eliyle değil, doğrudan Allah’ın muradıyla geldiği beyan edilir. Bu, Kur’ân’ın beşer ürünü değil, Rab menşeli olduğunun altını çizer.

İndirilen Kur’ân, Yükselmek İçin Bir Merdivendir

Kur’ân’ın semadan inmesi, insanın yerden göğe yükselmesi içindir. “İndirdik” ifadesi, aslında insanın yeryüzündeki duruşunu, yönünü ve istikametini tayin eden bir pusuladır. Hakikat yukarıdan gelir, insan ona yönelirse yükselir. O yüzden indirilen her ayet, aslında insanı yükseltmek içindir.

Sonuç: Her “İndirdik” Bir Feryattır, Bir Davettir

Her “İndirdik” ifadesi, insanlığa yapılan bir çağrıdır:
“Ey insan! Bu hitap sana. Bu söz gökten sana geldi. Kulak ver, düşün, ibret al ve yolunu ona göre çiz!”
Kur’ân’ın indirilişini sadece bir tarihi olay olarak görmek, onun diri mesajını öldürmek olur. Çünkü Kur’ân her an iniyor; kalbe, zihne, vicdana ve hayata. Her “İndirdik” bir rahmet inişidir. Bu inişe gönlünü açan, yükselir.

Loading

No ResponsesNisan 16th, 2025

KURAN-I KERİM’DE ‘ADALET’ OLARAK NİTELENDİRİLEN AYETLER VE HİKMETLERİ

 

KURAN-I KERİM’DE ‘ADALET’ OLARAK NİTELENDİRİLEN AYETLER VE HİKMETLERİ

Kur’ân-ı Kerim’in en temel ilkelerinden biri adalettir. Zira adalet, kâinatın düzeni, toplumun huzuru, ferdin saadeti ve dinin ruhudur. Kur’ân, adaleti yalnızca bir hukuk ilkesi olarak değil; bir iman, ahlâk ve kulluk ölçüsü olarak sunar. Adalet, Allah’ın isimlerinden biri olan “el-Adl” ismiyle kainata tecelli etmiş, varlıkların hakikatine işlenmiştir.

Kur’ân, adaleti bir fazilet değil, bir zorunluluk olarak emreder. Çünkü adaletin olmadığı yerde zulüm vardır; zulmün olduğu yerde ise rahmet barınmaz.

Adaletin Kur’ân’daki Anlamı Nedir?

Adalet, her hak sahibine hakkını vermek, bir şeyi yerli yerine koymak, ölçüyü bozmamak, aşırılıktan kaçınmak demektir. Kur’ân’ın adaleti sadece mahkeme salonlarında değil; ailede, ticarette, kalpte ve düşüncede tecelli eder.

Kur’ân-ı Kerim’de adalet, bazen “adl”, bazen “kıst”, bazen “mîzan” kelimeleriyle ifade edilir. Her biri, denge, ölçü, tarafsızlık ve hakkaniyet anlamları taşır.

Kur’ân’da Adaletle İlgili Ayetlerden Örnekler

1. “Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya yardım etmeyi emreder…”

(Nahl Suresi, 90)
Bu ayet, Kur’ân’ın en kuşatıcı emirlerinden biridir. Cuma hutbelerinde her hafta okunur. Çünkü adalet, hem toplumu ayakta tutar hem insanın ruhunu yüceltir. Adalet yoksa ihsan da kalmaz.

2. “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun.”

(Maide Suresi, 8)
Adalet, burada sadece devletin değil, her müminin şahsî sorumluluğu olarak sunuluyor. Üstelik dost için de düşman için de adaleti ayakta tutmak emrediliyor. Bu, imanın kemalidir.

3. “Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun, bu takvaya daha yakındır.”

(Maide Suresi, 8 devamı)
Adalet, duygularla değil, hakikatle karar vermektir. Kin, öfke, çıkar gibi duygularla çarpılan adalet, zulme dönüşür. Kur’ân bu noktada insanın nefsini eğitmeye çağırır.

4. “Gökleri ve yeri hak ve denge (mîzan) ile yarattı.”

(Rahman Suresi, 7-9)
Burada adaletin yalnızca insanlar arasında değil, kâinatta da hüküm sürdüğü anlatılır. Güneşin, ayın, yıldızların bile ölçüye boyun eğdiği bir sistemde insanın keyfî davranması bir haksızlıktır.

Kur’ân’da Adaletin Hikmetleri

1. Adalet, İlâhî Bir İsim ve Sıfattır

“Allah adalet sahibidir (Adl’dır)” demek, Allah’ın hiçbir şekilde zulmetmeyeceği, her şeyi yerli yerine koyacağı anlamına gelir. Bu, kul için bir güvence ve aynı zamanda bir sorumluluk getirir. Zira adil olan Allah’ın kulları da adil olmalıdır.

2. Adalet, Toplumsal Huzurun Temelidir

Kur’ân, geçmiş kavimlerin helak sebeplerini anlatırken genellikle zulümden bahseder. Zulüm; sadece baskı değil, adaletsizliktir. Adaletin sarsıldığı toplumda ne ibadet, ne ahlâk, ne huzur kalır.

3. Adalet, Takvaya Yaklaştırır

Kur’ân, adaletin bir iman ölçüsü olduğunu vurgular. Adil olmak; Allah’tan korkmak, kuldan utanmak, vicdana danışmaktır. Bu yüzden adalet, müminin ahlâkî pusulasıdır.

4. Adalet, Nefs ile Cihadın Bir Şeklidir

Adil olmak kolay değildir. Hele ki çıkar, nefis, öfke devreye girdiğinde… Bu noktada adalet, bir cihad haline gelir. Kendine karşı adil olmak, nefsin zulmünden kurtulmaktır.

Zulüm Nedir, Adaletin Zıddı Nedir?

Kur’ân, adaletin zıddını zulüm olarak tanımlar. Zulüm, sadece başkasına zarar vermek değildir; hak sahibinin hakkını vermemek, haddi aşmak, dengesizliktir. Allah zulmü sevmez.

> “Allah zulmeden topluluğu asla hidayete erdirmez.” (Bakara, 258)

Bu yüzden adaletin terk edildiği yerde hidayet kapanır, rahmet çekilir.

Adalet, Sadece Hüküm Vermek Değildir

Adalet:

Bir annenin çocukları arasında eşit davranmasıdır.

Bir tüccarın terazide ölçüyü eksiltmemesidir.

Bir öğrencinin kopya çekmemesidir.

Bir yöneticinin akrabasına ayrıcalık tanımamasıdır.

Bir insanın, kendine karşı da adil olmasıdır.

Yani adalet, hayatın her anına sinen ilâhî bir şuurdur.

Sonuç: Kur’ân Adalet Kitabıdır

Kur’ân, sadece ibadetleri değil; toplumun adalet temeli üzerinde yükselmesini hedefler. Çünkü adalet; ibadetin ruhu, ahlâkın temeli, medeniyetin mayasıdır.
Adalet; imanla, ilimle, vicdanla ve cesaretle yürütülen bir emanettir.

Ve unutma:
Adalet terazisi ne kadar hassas olursa, Allah’ın rızası o kadar yaklaşır.
Kur’ân’ın adalet çağrısı, sadece mahkemelere değil; her kalbe hitap eder:

> “Adil olun. Bu, takvaya daha yakındır.” (Maide, 8)

 

Loading

No ResponsesNisan 16th, 2025

İNSANDA BULUNAN KÂİNATTAKİ DÖRT MADDE VE HİKMETLERİ: TOPRAK-SU-HAVA VE ATEŞ

İNSANDA BULUNAN KÂİNATTAKİ DÖRT MADDE VE HİKMETLERİ: TOPRAK-SU-HAVA VE ATEŞ

İNSAN: DÖRT UNSURUN HİKMETLİ TERKİBİ

İnsan; göğe bakan bir baş, toprağa basan bir ayak ve iki cihan arasında kurulmuş muazzam bir köprüdür. Onun yaratılışında kullanılan dört temel unsur —toprak, su, hava ve ateş— sadece fiziksel varlığını değil, aynı zamanda manevî yönlerini de şekillendiren derin sırlar taşır. Kâinatın özü bu dört unsur üzerine kurulmuşken, insan da bu unsurların küçük bir âlemdeki yansımasıdır. Kısaca insan, bir kâinat; kâinat, büyük bir insandır.

1. TOPRAK: TEVAZUUN VE SABRIN KAYNAĞI

Toprak, maddenin en ağır, en alçak ve en verimli olanıdır. İnsan bedeninin ana hamuru topraktır. Bu, insana tevazuu öğretir. Toprak gibi ol ki üstüne basıldıkça bereket ver, alçaldıkça yücel. Her türlü bitkinin yeşermesi, hayatın devamı hep onunla mümkündür. İnsan da alçaldıkça yücelir, vermeyi bildikçe kemâle erer.

Toprak aynı zamanda sabrın ve istikrarın simgesidir. Yağmuru bekler, tohumu taşır, zamanı gelince meyve verir. İnsan da olaylar karşısında sabretmeyi, içten içe pişmeyi ve sonunda meyve vermeyi toprağın bu hâlinden öğrenmelidir.

2. SU: ARINMANIN VE HAYATIN KAYNAĞI

Su, latif bir maddedir. Bedenimizin büyük kısmı sudan oluşur. Su olmadan hayat olmaz. Su, arındırır, serinletir, taşır, temizler. Kur’ân’da su, hem maddî hem manevî temizliğin simgesidir. “Biz her canlı şeyi sudan yarattık.” (Enbiyâ, 30)

İnsanın içinde de su gibi akan duygular vardır: sevgi, merhamet, şefkat. Su gibi berrak bir kalp, nefretten ve kini barındırmaz. Su gibi duru bir gönül, ilâhî feyze mazhar olur. Su, aynı zamanda hareketliliği ve esnekliği de öğretir. Zorluklar karşısında su gibi yol bulmak, akmak ve direnmek gerekir.

3. HAVA: HİS, DUA VE RUHUN NEFESİ

Hava görünmez ama hayattır. Solumadığımız an yaşayamıyoruz. O kadar kıymetli ki, fark edilmediği hâlde her an bizimledir. İnsanın nefesiyle ilişkilidir ve bu yüzden Kur’ân’da ruh üflemesiyle insanın hayat bulduğu belirtilir: “Ona ruhumdan üfledim.” (Hicr, 29)

Hava, manevî hayatın nefesi olan dua, zikir ve niyet ile de sembolleştirilir. Rüzgâr gibi hissedilir ama görünmez. İnsan iç dünyasında esen rüzgârlarla yön bulur. Havanın taşıyıcılığı, insanın sözleriyle, duasıyla, içinden gelen niyetlerle ilâhî âleme yönelişini temsil eder.

4. ATEŞ: İRADE, ŞEVK VE İMTİHAN

Ateş, hem yakıcı bir güçtür hem de yok edici. İnsanda ateşin karşılığı, onun iradesi, şevki, hırsı ve bazen de öfkesidir. Ateş kontrollü olduğunda insanı ısıtır, pişirir, olgunlaştırır. Ama kontrolden çıktığında yakar, yıkar, yok eder.

Ateş aynı zamanda imtihanları da temsil eder. “İnsan, ateşle pişer” der büyükler. Bela ve musibetlerle olgunlaşan insan, ateşin içinde pişen çömlek gibi sağlamlaşır. Allah’ın nuruyla yanmamış bir gönül, karanlıklar içinde kalır. Kalpteki aşk-ı ilâhî de bir ateştir; yakar ama yüceliğe taşır.

DÖRT UNSUR, BİR BÜTÜN: KEMÂLİN SIRRI

Bu dört unsur insanın içinde dengeli olduğunda, o kişi hem dünyada huzurlu, hem ahirette bahtiyar olur. Toprak tevazuu, su merhameti, hava ruhun inceliğini, ateş ise iradeyi temsil eder. Biri fazla, biri eksik olduğunda denge bozulur. Fazla ateş öfkeye; fazla toprak tembelliğe; fazla hava boş hayallere; fazla su da kararsızlığa sebep olur.

Tasavvufta bu unsurların her biri, nefis terbiyesindeki aşamaları da temsil eder. Nefs-i emmare’den nefs-i mutmainne’ye kadar geçen yol, bu unsurların tek tek arınması ve dengelenmesidir.

SON SÖZ: KENDİNİ TANIYAN RABBİNİ TANIR

İnsan, kendisindeki bu dört ana unsuru tanıdıkça, ne kadar hikmetli bir yaratılışa sahip olduğunu idrak eder. Ve bu unsurları doğru kullanarak nefsin karanlığından sıyrılıp ruhun aydınlığına ulaşabilir.

Toprak gibi alçakgönüllü, su gibi berrak, hava gibi huzurlu, ateş gibi diri olabilmek… İşte hakikî insanlık budur.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 16th, 2025

KURAN-I KERİM’DE ‘SEVAP VE GÜNAH’ OLARAK NİTELENDİRİLEN AYETLER VE HİKMETLERİ

KURAN-I KERİM’DE ‘SEVAP VE GÜNAH’ OLARAK NİTELENDİRİLEN AYETLER VE HİKMETLERİ

Kur’ân-ı Kerim’de ‘Sevap ve Günah’ Olarak Nitelendirilen Ayetler ve Hikmetleri

Kur’ân-ı Kerim, hayatı bir imtihan olarak tanımlar. Bu imtihanda her söz, her davranış, hatta her niyet bir kayda geçer. Sevap ve günah, işte bu kaydın iki yönüdür. Sevap, Allah’a yakınlaştıran amelin adıdır; günah ise kul ile Rabbi arasına perde çeken karanlıktır.

Kur’ân, sevap ve günahı sadece amel ölçüsü olarak değil, insanın sonsuzluk yolculuğundaki yön tayini olarak sunar. Bu yolculukta kulun neyi tercih ettiği, onun ebedî yurdunu belirler: ya cennet ya cehennem.

Sevap Nedir? Günah Nedir? Kur’ân Ne Diyor?

Sevap, Kur’ân’da çoğunlukla “hasenât (iyilikler)” veya “ecir (mükâfat)” kelimeleriyle ifade edilir. Her iyilik, bir karşılıkla değerlendirilir. Ama Allah’ın rahmetiyle, bir iyilik bire on, bazen yedi yüz, bazen sınırsız şekilde sevaba dönüşebilir.

Günah ise “seyyiât (kötülükler)”, “zünûb (günahlar)”, “ism (günah işlemek)” ve “ma’siyet (isyan)” kelimeleriyle geçer. Kur’ân, günahı sadece Allah’a karşı bir başkaldırı olarak değil, insanın kendine zulmü olarak tanımlar.

Sevap ve Günahla İlgili Kur’ân Ayetlerinden Örnekler

1. “Kim bir iyilikle gelirse, ona on katı vardır. Kim de bir kötülükle gelirse, sadece onun dengiyle cezalandırılır. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.”

(En’am, 160)
Bu ayet, Allah’ın adaletinin yanı sıra rahmetini de gösterir. Günah bir misliyle, sevap ise kat kat karşılık bulur. Çünkü Allah affetmeye meyilli, iyiliğe teşne olandır.

2. “Eğer büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir şekilde cennete koyarız.”

(Nisa, 31)
Günahların bağışlanmasında şart, büyük günahlardan kaçınmak ve tövbeye sarılmaktır. Kur’ân, her günahtan sonra tövbeyi açık bırakır. Çünkü Allah affetmeyi sever.

3. “Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim de zerre kadar şer yaparsa onu görür.”

(Zilzal, 7-8)
Bu ayet, kulun amellerinin hiçbirinin boşa gitmediğini gösterir. Ne iyilik zayi olur ne kötülük kayıtsız kalır. Bu, insanın sorumluluk duygusunu diri tutar.

Kur’ân’ın Sevap ve Günah Ölçüsü:

Kur’ân, sevap ve günahı sadece dış fiillere değil; niyete, kalbe, düşünceye kadar taşır. Bu yüzden mü’min, sadece bedenini değil kalbini de korumalıdır. Kur’ân’da:

İhlasla yapılan küçük bir amel büyük sevap getirir.

Gururla yapılan büyük bir amel sevapsız kalabilir.

Küçük görülen bir günah, tevbesiz kalırsa kalbi karartır.

Sevap ve Günahın Hikmetleri:

1. İnsan Sorumlulukla Değerlenir

Sevap ve günah, insanı iradesiyle yücelten veya düşüren şeylerdir. Meleklerin sevabı vardır ama günah işleyemezler. Hayvanlar günah işlemez ama sevap da kazanmazlar. İnsan ise her ikisine de açık bir iradeyle yaratılmıştır. İşte bu onu sorumlu ve değerli kılar.

2. Sevap Kulun Arınma Yoludur

İbadet, sadaka, güzel ahlâk gibi sevap yolları, sadece karşılık için değil; nefsin arınması ve kalbin huzuru için de vardır. Sevap, kalbi yumuşatır; günah ise katılaştırır.

> “Hayır! Onların kazandıkları kalplerini kirletmiştir.” (Mutaffifin, 14)

3. Günahın Ardından Tövbe, En Büyük Sevaptır

Kur’ân, günahkâra asla kapıyı kapatmaz. Aksine tövbe eden kul, Allah’a en çok yaklaşan kul olabilir:

> “Ey kendilerine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affeder.” (Zümer, 53)

Sevap ve Günahın Gizli Tarafı: Amel Defteri

Kur’ân’a göre her insanın iki meleği vardır: Kirâmen Kâtibîn. Onlar sağdan ve soldan sürekli yazar:

> “Her insanın amelini boynuna doladık; kıyamet günü onun için açılmış bir kitap çıkarırız.” (İsrâ, 13)
Bu kitap, sevap ve günahın şahitliğidir. O gün kimse, ne unutur ne inkâr edebilir.

Sonuç: Sevapla Yüksel, Günahla Değil

Kur’ân’da sevap ve günah bir terazidir. Ama bu terazi, sadece ahirette değil; dünyada da kişinin ruh hâlini ve hayatını etkiler.
Günah, ruha yük; sevap ise kalbe nurdur.
Ve kul, her an iki yoldan birini tercih eder:

Ya Rabbine yaklaşır sevapla…

Ya da uzaklaşır günahla…

Unutma:
Sevap, kulun cennet yolundaki adımıdır;
Günah ise gafletin ayak kaymasıdır.
Ve Kur’ân der ki:

> “Artık kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür;
Kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür.” (Zilzal, 7-8)

Loading

No ResponsesNisan 16th, 2025

İSRAİL’İN SONSUZA DEK DÜNYA VE AHİRET SİLİNMEZ SOYKIRIM UTANÇ LEKESİ

İSRAİL’İN SONSUZA DEK DÜNYA VE AHİRET SİLİNMEZ SOYKIRIM UTANÇ LEKESİ
ZİLLETLE DAMGALANMIŞ BİR MİLLETİN TABLOSU
RAHMETTEN MAHRUM BİR KAVİM

Tarihin akışı, adaletle zulmün, hakla batılın, merhametle vahşetin sürekli çatışmasını sahne edinmiştir. Her çağda Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Cehiller ve onların izinden gidenler, mazlumları ezmiş; fakat her defasında zulmün saltanatı yerle bir olmuştur. Bugün de bu tarihi hakikat, Filistin topraklarında kan ve gözyaşıyla bir kez daha yazılmaktadır. İsrail’in işlediği vahşetler, sadece bir milletin değil, insanlığın da yüreğinde silinmez bir utanç lekesi olarak yerini almıştır.

Tarih Boyunca Damgalanmış Zillet

İsrail’in tarihi, ne yazık ki ilahi rahmetten uzaklaşmanın ve ilahi emirleri tahrif etmenin acı neticeleriyle doludur. Kur’an’da da bildirildiği üzere, bu kavim Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere nankörlük etmiş, peygamberleri öldürmüş, hakikate isyan etmiş ve yeryüzünde fesat çıkarmaktan geri durmamıştır:

> “Ve onlara, Allah’ın ayetlerini inkâr ettikleri, peygamberleri haksız yere öldürdükleri ve ‘Kalplerimiz örtülüdür’ dedikleri için ceza verdik…”
(Nisa Suresi, 155)

İşte bu yüzden, İsrailoğulları tarihte defalarca sürgün edilmiş, zillete mahkûm olmuş ve ilahi rahmetten dışlanmışlardır. Çünkü rahmet, hakikate teslimiyetle gelir; isyan ve küstahlıkla değil.

Soykırımın Modern Yüzü: Vicdanı Kararmış Bir Devlet

İsrail devleti, 1948’den bu yana özellikle Gazze ve Batı Şeria’da işgal, yıkım ve katliamlarla insanlık suçu işlemektedir. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar; camiler, hastaneler, okullar hedef alınmakta; dünyanın gözü önünde bir halk sistematik olarak yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu, sadece bir savaş değil, soykırımdır. Üstelik öyle bir soykırım ki; medeniyet maskesi takmış zalimlerin alkışladığı, suskun dünyanın göz yumduğu bir cinayettir.

Ama her canın sahibi olan Allah, elbette ki mazlumun yanındadır. Unutulmamalıdır ki zulümle abat olan görülmemiştir. Hitler’in sonu da Saddam’ın sonu da ibret vericidir. İsrail’i de benzer bir zilletin beklemesi kaçınılmazdır.

Rahmetten Mahrum Olmanın Sonuçları

Rahmet, Allah’ın kullarına olan sevgisinin tezahürüdür. Merhamet eden merhamet bulur. Ancak zulümle yoğrulmuş bir devletin rahmete mazhar olması mümkün değildir. İsrail, her ne kadar maddi olarak güçlü görünse de; ahlaki, manevi ve vicdani olarak tükenmiş bir devlettir. İnsaniyetin, vicdanın ve adaletin kıyısından bile geçmeyen bir devletin sonu kaçınılmazdır: yıkım ve zillet.

Rahmetten mahrum bir millet, sadece dünyada değil ahirette de pişman olacaktır. Kuran’ın ifadesiyle, “Ateş onların barınağı olacaktır.” (Bakara, 85)

İbret Alanlara Bir Mesaj: Hakkın Safında Olmak

Mesele sadece Filistin değildir; mesele adaletle zulüm arasında taraf olmaktır. İsrail’in utanç lekesiyle anılacak bu tarihsel vahşeti karşısında sessiz kalanlar da bu zulmün ortağıdır. İnsanlık, bugün bir imtihandan geçmektedir. Kimi çıkarı için susar, kimi de vicdanı için haykırır. Zaman, hakikatin safında durma zamanıdır.

Zalimler için yaşasın cehennem! Ama zulmün karşısında susanlar için de…

 

 

Loading

No ResponsesNisan 16th, 2025