İSLÂM’A GİREN İLK İNGİLİZ FİTNESİ OLAN VEHHABİLİK NE ZAMAN BİTECEK

İSLÂM’A GİREN  İLK İNGİLİZ FİTNESİ OLAN VEHHABİLİK NE ZAMAN BİTECEK SUÂLİNE KARŞI HZ. ÜSTADIMIZ ra. ÜÇ AMADAN SONRA ŞEKLİNDE CEVABLAMIŞTIR.

  * HZ. Üstadımızın Talebelerinden Nakil.

  Not: Üçüncü âma vefât etti.

  ~~~

  BEDİÜZZAMAN’IN BİR KERAMETİ:

  ÜÇ KÖR MÜFTÜ

ve SUUDÎ ARABİSTAN MÜFTÜLÜK KURUMUNUN KISA TARİHÇESİ.

  Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebelerinden Seyyid Salih Özcan Abi rh. şöyle naklediyor.

  Bir ziyaretimizde Üstadımız Bediüzzaman ra.: 

  “Suudi Arabistan’da üç körün dönemi bitince Vehhabiliğin tasallutu bitecek.” demişti.

  Aşağıda ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğimiz gibi ilk iki körün dönemi bitti şimdilerde

üçüncü körün dönemi yaşanıyor. O da yaşı 80’nin üzerinde olması hasebiyle

Bediüzzaman’ın verdiği müjdenin gerçekleşmesi yakındır inşaallah.

  Suudi Arabistan müftülüğü Suudi Arabistan’ın en yüksek dini kurumu. 1953 yılında Suudi Arabistan’ın kurucu kralı Melik Abdulaziz tarafından kuruldu. Kral Abdulaziz, ilk müftü olarak İbrahim El-Şeyh’i atadı. İbrahim el-Şeyh Vahhabiliğin kurucusu Muhammed Abdulvahhab’ın torunlarındandır. Selefi akidesine çok bağlı olup

Selefiliğin Suudi Arabistan’da kökleşmesi için çaba sarfetmiştir. 1953 yılında başladığı

göreve ölüm senesi olan 1969’a kadar devam etti. 17 yaşındayken yakalandığı bir hastalıktan dolayı görme yetisini kaybetti.

İbrahim El-Şeyh. Görev yıllar (1953 – 1969 arası)

  —

  Suudi Arabistan Umumi Müftülük kurumu Melik Faysal tarafından 1969’da ilğa edildi ve vazifeleri Vakıflar bakanlığına devredildi.

1992 yılında Kral Fahd tarafından Suudi Arabistan Umumi Müftülüğü kurumu tekrar kuruldu. Kral Fahd halk tarafından çok sevilen İBN-İ BAZ’ı kurumun başına getirdi.

  İbn-i Baz vefat yılı olan 1999’a kadar bu görevi icra etti. 19 yaşındayken Necid bölgesinde. .الرغيد أبا diye adlandırılan bir hastalıktan dolayı görme yetisini kaybetti.

  Bin Baz 1992-1999

Abdulaziz el-şeyh 1999 – Günümüz Müftüsü.

  —

Küçüklüğünde başlayan bir hastalığın zamanla ilerlemesi neticesinde 19 yaşındayken görme yetisini kaybetti.  

  Vahhabiliğin kurucusu Muhammed Abdulvahhab’ın soyundan geliyor. 1999 yılında vefat eden İbn-i Baz yerine Kral Fahd tarafından müftülük

görevine getirildi. Günümüze kadar görevi sürüyor. Suudi Arabistan Müftüsü Abdülaziz Al-i Şeyh’in 2017’de “İsrail’e karşı savaşmanın caiz olmadığı” yönündeki fetvası, Türkiye kamuoyunda büyük tepki toplamıştı.

  Bilgilerin önemli bir kısmı Arapça kaynaklardan Türkçe’ye çevrilmiştir.

  * Mehmet Salih Önel

17 Nisan 2022 

  Not: (Körfez Ülkelerinde Vakıf Olarak İstihdam Olmuştur.)

 




Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan: İlâhî İmtihanın Hikmeti

Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan: İlâhî İmtihanın Hikmeti

Cenâb-ı Hak, insanı yaratırken ona yalnızca bedenden ibaret bir varlık olma payesi vermemiş; bilakis kendi kudretinden bir sır lütfetmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ona (Âdem’e) ruhumdan üflediğim zaman…” (Hicr, 29; Sâd, 72)
İşte bu “nefahtu min rûhî” hakikati, insanın semâvî bir öz taşıdığını, bütün âlemleri içine alabilecek bir çekirdek olduğunu ilan eder. Ruh, semavîdir; arş-ı ilâhîye yöneliktir. Onun yanında nefis vardır ki, arziyyet yönüyle toprağa bağlıdır. Böylece insanda iki kutup birleşmiştir: Biri göğe meyilli, diğeri yere çekici.

İnsanın İmtihan Sahnesi

Kur’ân, bu hakikati başka âyetlerde de tefsir eder. Cenâb-ı Hak buyurur:
“Andolsun, biz insanı karışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işiten ve gören kıldık.” (İnsan, 2)

“Nefse ve ona bir düzen verene, sonra da ona fücurunu (kötülük yollarını) ve takvâsını (sakınıp korunma yollarını) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtulmuştur; onu kirleten de ziyana uğramıştır.” (Şems, 7-10)

İnsanın önüne iki yol konmuştur: Ya ruhunun semavî kanadına tutunarak “a’lâ illiyyîn” (Mutaffifîn, 18) derecesine yükselecek, ya da nefsin arzî esaretine düşerek “esfel-i sâfilîn” (Tîn, 5) çukuruna yuvarlanacaktır.

Kalp, Akıl ve Vicdanın Şahitliği

İnsana verilen kalp, akıl ve vicdan; bu büyük yolculukta pusula ve şahitlerdir. Kur’ân buyurur:
“Biz insana iki yol (hidayet ve dalâlet) göstermedik mi?” (Beled, 10)
İnsanın kalbi, semavî çağrının merkezi; aklı, hikmeti ayırt eden mizan; vicdanı ise hak ile batılı sezdiren bir terazidir. Ne var ki nefis, bedeni ve arzî arzuları ile insanı kendine çekerek bu teraziye müdahale eder.

İmtihanın Hikmeti

Dünya, bu iki kutbun mücadelesine sahne kılınmıştır. Çünkü insan, melek gibi yalnız hayra meyyal, şeytan gibi yalnız şerre meyyal değil; ikisinin ortasında bir “imtihan mahlûku”dur. Cenâb-ı Hak buyurur:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 2)
İmtihanın hikmeti, insanın kendi içindeki bu potansiyeli açığa çıkarmasıdır. Çünkü semavî ruh, nefsi terbiye ederek bedeni de nurlandırırsa, insan kâinat çapında bir sultan olur. Aksi halde, ruh nefsin esaretinde kalırsa, o nur söner ve insana verilen bu sermaye heba olur.

Sonuç: İnsanın Yüce Yolculuğu

İnsan, adeta bir mıknatısın iki kutbu gibi, artı ve eksi ile kuşatılmıştır. Ruhuyla arşa yükselebilir, nefsiyle toprağa gömülebilir. Kur’ân’ın son sözü şudur:
“Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzâl, 7-8)
O halde insanın vazifesi, ruhuna üflenen ilâhî nefhanın hakkını vermek; kalbini, aklını, vicdanını bu yolda kullanmak; nefsi terbiye ederek bedenini de ruhun emrine vermektir. Böylece insan, Allah’ın halifesi sırrına erer, sonsuzluk yolculuğunda kemâle yürür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanın vasıfları, hileleri, insanı bozma yolları

Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanın vasıfları, hileleri, insanı bozma yolları ve ona karşı alınacak tedbirler gayet tafsilatlı anlatılır. Şöyle ki;

1. Şeytanın Kur’an’daki özellikleri

• Âsî ve kibirli: Âdem’e secde etmeyip büyüklendi. (Bakara 34; A‘râf 12)
• Âdûvv / düşman: “إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا” – Şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman edinin. (Fâtır 6)
• Vesvâs: Kalplere vesvese fısıldar. (Nâs 4-5)
• Müstekbir: Allah’a karşı isyanı kibirden doğdu. (Sâd 74-75)
• Münzer: Kıyamete kadar mühlet verilmiştir. (Hicr 36-38)
2. Şeytanın yaptığı ve yapacağı işler

Kur’an’da şeytanın faaliyetleri birkaç başlıkta toplanır:
• Vesvese ve aldatma:
• “فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ” – Şeytan onlara vesvese verdi. (A‘râf 20)
• Süsleme / günahı güzel gösterme:
• “وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ” – Şeytan onlara amellerini süsledi. (Ankebût 38)
• Unutturma / gaflete sürükleme:
• “اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ” – Şeytan onları kuşattı, Allah’ı anmayı unutturdu. (Mücâdele 19)
• Düşmanlık ve fitne çıkarma:
• İçki ve kumarın şeytani yönü: “إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ” – Şeytan aranıza düşmanlık sokmak ister. (Mâide 91)
• Tağyîr (yaratılışı bozma):
• “وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ” – Onlara emredeceğim, Allah’ın yaratışını değiştirecekler. (Nisâ 119)
• Yalan vaatler ve boş ümitler:
• “يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ” – Şeytan onlara vaad eder, kuruntulara kaptırır. (Nisâ 120)
• Açık davet ve inkâr:
• “فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي” – “Beni azdırdığın için…” (A‘râf 16)
• “لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ” – Yeryüzünde onlara
günahları süsleyeceğim. (Hicr 39)

3. Şeytanın nedenleri (hikmet ve sebep)

• İmtihan vesilesi: Allah, insanı özgür irade ile denemek için şeytana mühlet verdi. (Hicr 36-40)
• Kibrin ve hasedin sonucu: İblis’in isyanı kibir ve kıskançlıktan kaynaklandı. (Sâd 76)
• Rahmetin tecellisi: Şeytanın varlığı, insanı gafletten uyandırır, cihad-ı maneviye vesile olur.

4. Ona karşı alınacak önlemler (Kur’an tavsiyeleri)

• Açık düşman bilmek: (Fâtır 6)
• Allah’a sığınmak: “فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ” – Kur’an okurken ve vesvese geldiğinde Allah’a sığın. (Nahl 98; Fussilet 36)
• Zikir ve namazla korunmak: “إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَوْا إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِّنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا” – Takvâ sahipleri vesvese gelince Allah’ı anıp basirete ererler. (A‘râf 201)
• Kur’an’a sarılmak: “إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا” – Şeytanın hilesi zayıftır. (Nisâ 76)
• Sabır ve istiğfar: “وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ” – Şeytan’dan bir dürtme gelirse Allah’a sığın. (A‘râf 200)
• Kardeşlikle kenetlenmek: Çünkü şeytan tefrika çıkarır. (Hucurât 10-11)

5. Risale-i Nur perspektifi

Bediüzzaman, şeytanın vesvesesini “cüz’î iradenin imtihan için bir şartı” görür.
• Şeytanın vazifesi, hakikati inkârla beraber, şüphe ve vesvese vermektir.
• İnsan, “Eûzü billâhi mineş-şeytânirracîm” ile Allah’a iltica edince, şeytanın hilesi bozulur.
• Asıl koruyucu ihlâs, sabır, zikir ve Kur’an’a sarılmaktır.
📌 Netice: Şeytanın vazifesi tağyîr, bozma, saptırma; insanın vazifesi ise iman, zikir, sabır ve Allah’a sığınmaktır.

*****

1) Kur’ânî çerçeve — “tağyîr” ne demek, ayetler

Kur’ân’da şeytanın insanı saptırma ve “Allah’ın yaratışını değiştirme” sözüyle ilgili en açık ifade Nisa sûresi bağlamındadır:
• “وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَأَأْمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ” — (el-Nisâ, 4:119)
— (Meali: “…onları aldatacak, onlara temennilerde bulunacak; onları emredeceğim, öyle ki Allah’ın yaratışını değiştirecekler…”)
Klasik tefsire göre burada şeytanın “vaadleriyle, süslemeleriyle, insanlara yanlış dinî/ahlâkî anlayışlar telkin ederek toplumsal ve içtimaî düzeni bozacağı; fitne çıkaracağı” kastedilir. Yorumlarda “خَلْقَ اللَّهِ Allah’ın yarattığını değiştirmek” ifadesi farklı şekillerde anlaşılmıştır:
• Mecâzî/ahlâkî anlam: Fıtratın, ibadetin, toplumsal ahlâkın bozulması; dinin özüyle oynanması; hakikatin rükûbü (özüyle oynama).
• Toplumsal/teknik anlam: İnsan davranışlarının, nesillerin, beden ve akıl yapısının değiştirilmesi (sonradan gelen yorumlarda bu çerçevede tartışılmıştır).
• Mutlak yaratma anlamı değil: Kur’ânî usûlde “yaratma”nın mutlak hakiki sahibi yalnızca Allah’tır; insanlar sadece mevcut olanı değiştirir, yoktan var edemezler.
Ayrıca ayetler şeytanın vesvese, süslemeye, aldatmaya, unutmaya, fitne çıkarmaya çalıştığını açıklar (ör. A‘raf, Hicr, Mâide gibi sûrelerde vesvese/süsleme temaları).

2) “Tağyîr” ve “yaratılışı bozma”yı bugün nasıl yorumlayabiliriz? (bilimsel / teknolojik / toplumsal yollar)

Kur’ânî ifadenin klasik manevi yorumu yanında, bugünün teknolojik imkanları “yaratılışta değişiklik”e çok daha somut yollardan temas edebilmekte. Burada dikkat: “İnsanların yaptığı değişiklikler” ile “Allah’ın yoktan yaratması” arasında ontolojik yani varlık farkı vardır. Buna rağmen İslâm ahlâk geleneğinde, yaratılışın fitratı üzerinde ciddi müdahaleler ahlâkî ve hukukî soru doğurur.
Günümüzde “tağyîr”e benzeyen pratik yollar — örnekler ve hangi yönleri ‘değiştirme’ sayılabilir —:
• Genetik müdahaleler (CRISPR vb.)
• Hastalıkları düzeltme amaçlı gen tedavileri → tıbbî fayda (çoğunlukla meşru karşılanıyor).
• Ancak “tasarım bebekler”, genetik seleksiyon veya “geliştirme (enhancement)” amaçlı müdahaleler fıtrat ve adalet problem doğuruyor.
• Üreme teknolojileri
• IVF, taşıyıcı annelik, kök hücreler, yapay rahim gibi uygulamalar; soy, nesep, aile yapısı ve doğum süreçlerinde değişiklikler yapar.
• Şart, niyet ve sonuçlara göre İslam hukuku içinde tartışılır (tedavi vs. değiştirme ayrımı).
• Endokrin / Hormon / Biyokimya müdahaleleri
• Hormon tedavileri, kimyasal nöromodülatörler davranışı değiştirebilir; benlik yapısında dönüşüm sağlayabilir.
• Nöroteknoloji / Beyin-bilgisayar arayüzleri ve nöromodülasyon
• Düşünce, duygu ve iradeyi etkileyebilme potansiyeli (ahlâk/özgür irade tartışmaları).
• Sahte/ sentetik “yaşam” ve sentetik biyoloji
• Organizmaların sentetik olarak üretilmesi, yeni türlerin tasarlanması → yaratılışın sınırları üzerine yeni sorular.
• Estetik/beden müdahaleleri
• Kozmetik cerrahi, ciddi beden modifikasyonları, genetik kozmetik uygulamalar “fıtratın görünüşünü” değiştirir.
• Dijital/psikolojik mühendislik — propaganda, medya, sosyal ağ
• İnançları, değerleri, davranışları “süsleyerek” değiştirme (şeytanın Kur’ânî tanımındaki süsleme/vesvese uygulamasına çok yakın).
• Algoritmalar, dezenformasyon, pornografi, tüketim kültürü, psiko-pazarlama insanların ruhsal/ahlâkî yapılarını etkiler.
• Çevresel tahribat ve kimyasal kirlilik
• Ekolojik bozulum, hormon bozucular, endokrin yıkıcı kimyasallar gelecek nesillerin beden ve sağlık yapısını etkileyebilir.
• Yapay zekâ & “sosyal mühendislik”
• İnsan davranışlarını yönlendirme, gerçeklik duygusunu değiştirme (deepfake, manipülasyon).
Özet: Bugün “tağyir”in teknik ifadeleri hem beden/nesil/genetik düzeyde hem de zihin/ruh/toplum düzeyinde mevcut. Bir kısmı tıbbi fayda amaçlıdır (mübah/zaruret çerçevesinde kabul edilebilir); diğer kısmı ise ahlâk, adalet, fıtrat ve ahlâk soruları doğuruyor.

3) İnsanların bugün hangilerini yapıyor / deniyor? (kısa, somut örnekler)

• Genetik tedavi çalışmaları ve sınırlı insan gen düzenleme denemeleri (tıbbi amaçlı).
• İVF ve yardımcı üreme yöntemleri yaygın; taşıyıcı annelik, yumurta sperm donasyonu çeşitli toplumlarda uygulanıyor.
• Kozmetik/genetik estetik talepleri artıyor; genetik “geliştirme” tartışması literatürde mevcut.
• Hormon tedavileri / tıpî olmayan bedensel müdahaleler (ör. cinsiyet geçiş tedavileri) toplumlarda güncel tartışma konusu.
• Dijital manipülasyon (algoritmalar, sosyal medya) ile davranış-yönlendirme: reklam/propaganda, kutuplaştırma, pornografinin yayılması.
• Sentetik biyoloji ve yapay organ araştırmaları laboratuvar düzeyinde ilerliyor.
• Nöroteknoloji (derin beyin stimülasyonu, BCI araştırmaları) klinik ve deneysel aşamada.
(Bunlar geniş kapsamlı, bazılarının meşruiyeti tedavi/iyileştirme amaçlı olduğunda farklı değerlendirilir.)

4) Neden Problem? (riskler / ahlâkî kaygılar)
• Fıtratın tahribi / insan kimliği krizi: İnsan doğasının sınırlarına müdahale, benlik ve nesep sorunları.
• Adalet Problemleri: “Zenginlerin genetik avantajı” → eşitsizlik; insan tüccarlığı riskleri.
• Geri dönüşü olmayan zararlar: Genetik müdahaleler nesiller boyu etkileyebilir.
• Özgür irade ve sorumluluk Problemi: Nöroteknoloji ya da kimyasal manipülasyon kişiyi “kendisi olmaktan çıkarabilir.”
• Toplumsal çözülme ve fitne: Ahlâk erosion, aile yapılarının bozulması.
• Bazı uygulamalar tefrit/istismar potansiyeli barındırır (örneğin eugenics, askerî kullanım).

5) Alınması gereken çareler / somut tedbirler (mânevî, hukûkî, toplumsal, teknik)

Aşağıda hem bireysel hem toplumsal-kurumsal düzeyde uygulanabilecek somut tedbirleri topladım.
A. Mânevî / bireysel tedbirler
• Kur’ân ve zikre devam: Sabah-akşam sûre-Kur’an okumak (Ayet-el Kürsî, Felâk-Nâs) ve devamlı Kur’ân tilaveti — vesvese ve süslemeye karşı Kur’ân’ın korunması.
• Eûzü-i şerîf (Eûzü billâhi mineş-şeytânir-raccîm) geleneğini canlı tutmak; özellikle “kötü telkin/teklif” hissedildiğinde sığınmak.
• İlim ve izan: Dinî ilim yanında çağdaş bilimlerin temel kavramlarını öğrenmek; neyin tedavi, neyin “değiştirme” olduğunu ayırt edebilmek.
• Aile ve eğitim: Çocuklara sağlam dini ve ahlâkî eğitim, medya okuryazarlığı, dijital sınırlar.
• Gaflete düşmemek: Hevâ-heves ve geçici arzularla karar vermemek; büyük tıbbi/ahlaki kararlarda fikhi danışma (alim-hekim işbirliği).
B. Toplumsal / hukukî tedbirler
• Ahlaki kurullar ve mevzuat: Gen düzenleme, üreme teknolojileri, nöroteknoloji, yapay zeka için bağlayıcı ahlaki kurallar ve yasalar.
• Şeffaflık ve izleme: Klinik deneyler, genetik müdahaleler uluslararası standartlarla denetlensin; insan haklarına uygunluk sorgulansın.
• Erişim eşitliği: Sadece zenginlerin erişebileceği “geliştirme” yolları toplumsal adaleti bozuyorsa sınırlandırma.
• Reklam/medya düzenlemesi: Özellikle çocuk hedefli içerik, pornografi, manipülatif reklamlar için sert tedbirler.
• Eğitim/awareness kampanyaları: Toplumu bilinçlendirmek — “ne yapılabilir, ne yapılmamalı?” üzerine halk eğitimi.
C. Teknik / tıbbi önlemler
• Güvenlik testleri ve geri dönülmezlik değerlendirmesi: Genetik müdahaleler yalnızca yeterince test edildikten ve zaruret kriteri sağlandıktan sonra uygulanmalı.
• Mahremiyet & veri koruma: Nöro-veri / genetik veriler için sıkı veri koruma hukuku.
• AI güvenliği ve manipülasyona karşı protokoller: Sosyal medya algoritmalarının şeffaflığı, deepfake tespiti, dezenformasyonla mücadele.
D. İslâmî yaklaşımlar / fetva süreçleri
• Tedavi vs. iyileştirme ayrımı: İslam hukukunda tedavi amaçlı müdahaleler genelde makbul; “enhancement” (geliştirme) amaçlı müdahaleler daha temkinli değerlendirilir.
• Mâzûriyet ve zaruret ilkesi: Hayatı kurtaran, temel sağlığı düzelten uygulamalara öncelik; zaruret yoksa tedbirli olmak.
• İhtiyat ve şûrâ: Yeni teknolojilerde müftü-hekim işbirliği, toplumun maslahat-mafsad ölçütü.

6) Bireylere pratik, günlük kontrol listesi (kolay uygulanabilir)

• Yeni bir tıbbi/estetik müdahaleye karar vermeden önce: hekim + dinî müzakere + ikinci görüş al.
• Aile planlama/üreme teknolojileri konusunda usûl: nesep, meşruiyet, maslahat değerlendirmesi.
• İnternet / sosyal medya sınırı koy: ailede saat-sınırlaması, filtre, muhteva denetimi.
• Çocukları dijital manipülasyonlara karşı eğit: eleştirel düşünce, medya okuryazarlığı.
• Ruhsal sağlık desteği alın: bağımlılık, davranış bozukluğu varsa profesyonel yardım.
• Toplumsal kampanyalara katıl: bioetik düzenlemeler için yerel/ulusal girişimlere destek ver.

7) Son söz — dengeli yaklaşım

• Vesile/araç farkı: Teknoloji hem rahmet hem fitne vesilesi olabilir. Tıbbi amaçlı müdahalelerin insanlara çok faydası dokunuyor; ama “süsleme, hırs, kibir” motivasyonu olunca fitne başlar — ki Kur’ân bu riski net ifade eder.
• Maksat ve niyet önemlidir: İnsanlığı iyileştirmek maksadıyla kullanılıyorsa bazı müdahaleler kabul edilebilir; “Allah’ın yaratışını değiştirme” iddiası, kozmetik hırs veya toplumsal üstünlük arayışı ile birleşirse tehlikeli olur.
• Tedbir kolektif olmalıdır: Bireysel iman-zikir tedbirleri ile aynı zamanda hukukî, ahlâki ve teknik düzenlemeler birlikte yürütülmelidir.

*****

A) Nisa 4:119 ve klasik tefsirlerden özet

🔹 Ayet:
“…Onlara mutlaka emredeceğim; onlar da Allah’ın yaratılışını değiştirecekler…” (Nisâ, 4:119)
Tamamı:”«Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür. “(Nisâ, 4:119)
🔹 Taberî:
• Buradaki “yaratılışı değiştirme”yi, şeytanın emriyle putlara kurban kesmek, kulak delmek, hayvanların işaretlenmesi gibi cahiliye âdetleriyle yorumlar.
• Aynı zamanda dinî fıtratı bozmak (haramı helal, helali haram göstermek) olarak açıklar.
🔹 Râzî:
• “Tağyîr”in iki yönü vardır:
• Fıtratın manevî bozulması → küfre düşmek, dini tahrif etmek.
• Maddî değişiklikler → yaratılışı değiştiren fiziksel müdahaleler (ör. hayvanlara eziyet için kulak delmek).
• Râzî ayrıca insanların “Allah’ın ahkâmını değiştirmesi”ni de bu kapsama alır.
🔹 İbn Kesîr:
• “Fıtratullah” ayetini (Rûm, 30:30) hatırlatır.
• Allah’ın verdiği tabiî dini (tevhid ve İslâm) bozmak, batıla sapmak da yaratılışı değiştirmek sayılır.
🔹 Elmalılı Hamdi Yazır:
• “Fıtratullah”ı bozmak, Allah’ın kanun ve nizâmını değiştirmeye kalkışmaktır.
• Hem manevi (dini, ahlâkı bozma) hem de cismani (bedenî, tabiatî müdahale) tarafı vardır.
👉 Sonuç: Klasik tefsirlerde iki ana hat öne çıkıyor:
• Manevî/dinî: Küfür, bid’at, haramı helal göstermek → fıtratı bozmak.
• Maddî/bedenî: Allah’ın verdiği şekil/yaratılış üzerinde anlamsız/zararlı oynamalar.
B) Günümüz teknolojilerine dair “Ahlaki Kontrol Listesi” (İslâmî bakışla)
• Amaç nedir?
• Tedavi mi (zaruret/şifa)?
• Yoksa sadece kozmetik/rekabet/arzular?
• Nesep ve aile bütünlüğü korunuyor mu?
• Üreme teknolojilerinde soy bağını karıştırmıyor mu?
• Zarar ve fayda dengesi
• Nesiller boyu sürecek bir risk var mı?
• Zararı faydasını aşıyor mu?
• Adalet ve erişim
• Yalnızca belli zenginlere mi hizmet edecek?
• Toplumda eşitsizliği artıracak mı?
• Fıtratı kökten değiştirme var mı?
• Allah’ın verdiği kimliği silme, insanı başka bir şeye dönüştürme yönünde mi?
C) Ev için “Koruma Planı” (kısa uygulanabilir)
• Zikir ve dua alışkanlığı (Eûzü, Felâk-Nâs, Âyetel Kürsî).
• Medya filtreleri (çocuklar için dijital sınırlar, pornografi engeli).
• Bilgi kontrolü: Çocuklara “her bilimsel şey helal midir?” sorusunu öğretmek.
• Aile istişaresi: Sağlık/teknoloji kararlarını dini ölçülerle birlikte tartışmak.

*****

1. Genetik müdahaleler (CRISPR, gen tedavileri)
• Bilimsel uygulama: Hatalı genleri onarmak (ör. kalıtsal hastalıkları önleme), bağışıklığı güçlendirme, hatta “tasarım bebek” fikri.
• Tağyîr riski: Hastalık tedavisi dışında “zekâyı artırma, göz rengini seçme, fiziksel üstünlük” gibi müdahaleler fıtratı bozma riski taşır.
• İslâmî değerlendirme:
• Tedavi amaçlı (zaruret ve maslahat için): caiz görülebilir.
• Kozmetik veya üstünlük için: fıtrata müdahale, haram veya şüpheli.
2. Üreme teknolojileri (IVF, taşıyıcı annelik, yapay rahim)
• Bilimsel uygulama: Çocuk sahibi olamayan ailelere çözüm; bazı toplumlarda taşıyıcı annelik ticari hâle geldi.
• Tağyîr riski: Nesep karışabilir, soy bağı bulanıklaşır. “Anne” kavramı üçe bölünebilir (yumurta – rahim – büyüten).
• Taşıyıcı annelik, donör sperm/yumurta → nesep bozulduğu için haram.

3. Cinsiyet değiştirme operasyonları ve hormon tedavileri

• Bilimsel uygulama: Cerrahi ve hormonla biyolojik cinsiyet görünümünü değiştirme.
• Tağyîr riski: Allah’ın yarattığı cinsiyeti değiştirme iddiası → doğrudan tağyîr.
• İslâmî değerlendirme:
• Gerçek “hünsâ müşkil” (cinsel belirsizlik) tedavisi: caizdir.
• Normal bir erkek/kadının keyfî değişimi: caiz değildir, yaratılışı bozma.
4. Estetik/genetik kozmetik müdahaleler
• Bilimsel uygulama: Burnu küçültmek, göz rengini değiştirmek, genetik makyaj.
• Tağyîr riski: “Tabii yaratılışla oynamak.” Peygamber (sav), boş yere güzelleştirme için yapılan beden değiştirmeyi (tattoo, diş inceltme) lanetlemiştir (Buhârî, Müslim).
• İslâmî değerlendirme:
• Tedavi (yanık, doğum kusuru, travma sonrası): caiz.
• Sırf güzellik/zevk için: haram veya şüpheli.
5. Nöroteknoloji ve beyin-bilgisayar arayüzleri
• Bilimsel uygulama: Felçli hastaların düşünceyle cihaz kontrolü, Parkinson tedavisi.
• Tağyîr riski: İnsan düşüncesini, duygusunu yapay olarak manipüle etme (beyin kontrolü, hafıza silme).
• İslâmî değerlendirme:
• Tedavi amaçlı → caiz olabilir.
• Manipülasyon, askerî veya istismar amaçlı → irade ve aklı bozduğu için caiz değildir.
6. Sentetik biyoloji (yeni canlı üretimi)
• Bilimsel uygulama: Laboratuvarda DNA tasarlayarak “yeni” bakteriler, hücreler.
• Tağyîr riski: “Yeni bir hayat formu” iddiası, insanın yaratıcı rolüne özenmesi.
• İslâmî değerlendirme:
• Araştırma ve tıpta faydalı kullanım (ilaç üretimi vs.) → caiz olabilir.
• “Yeni türler yaratma” iddiası → kibir ve fitneye kapı açar, şüpheli.
7. Dijital manipülasyon (algoritmalar, sosyal medya, deepfake)
• Bilimsel uygulama: Reklam, siyaset, davranış mühendisliği.
• Tağyîr riski: İnsan aklını/kalbini manipüle ederek fıtratını bozma.
• İslâmî değerlendirme:
• Doğru bilgi aktarımı: caiz.
• Yalan, fitne, ifsat, bağımlılık → şeytanın vesvese görevine benzer, caiz değildir.
8. Çevre ve kimyasal kirlilik
• Bilimsel uygulama: Fabrikalar, hormon bozucu kimyasallar, tarım ilaçları.
• Tağyîr riski: İnsan neslinin sağlığını bozar, doğayı değiştirir.
• İslâmî değerlendirme:
• Çevreyi bozmak (fesad) Kur’ân’da lanetlenmiştir (Bakara, 2:11-12).
• “İsraf” ve “fesad” olduğu için haram.
9. Yapay zekâ ile insan kimliğini dönüştürme
• Bilimsel uygulama: Yapay zekâyla “sanal benlikler”, bilinç yükleme tartışmaları.
• Tağyîr riski: İnsan kimliğini makineyle karıştırma.
• İslâmî değerlendirme:
• Araç olarak kullanmak → caiz.
• İnsanı makineye dönüştürmek/ölümsüzlük iddiası → batıl inanç, caiz değil.
Sonuç (özet prensipler)
• Tedavi ve maslahat için yapılan müdahale → çoğu zaman caizdir.
• Keyfî, kozmetik, kibir veya helali haram kılma yönündeki müdahale → “yaratılışı bozma” kapsamında caiz değildir.
• Şeytanın vaadi: insana Allah’ın verdiği kimliği/fitratı unutturmak; bu yüzden niyet, maksat ve sonuç İslâmî hükmü belirler.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze İçin Dayanışma Bildirisi

  1. Uluslararası Basın Bildirisi Formatı (Resmî ve Diplomatik)
    Gazze İçin Dayanışma Bildirisi

    Gazze’de insanlık onuru ağır bir imtihandan geçmektedir. Yıllardır süren abluka, sivillerin açlığa, hastalığa ve ölüme mahkûm edilmesine yol açmaktadır. Küresel Sumud Filosu, bu kuşatmayı barışçıl ve insani yollarla kırmak için yola çıkmıştır.
    İtalya ve İspanya hükümetlerinin donanmalarıyla bu girişime destek vermesi, insanlık adına ümit verici bir adımdır.
    Bizler, şu çağrıyı yineliyoruz:
    • Türkiye başta olmak üzere tüm İslam ülkeleri ve vicdan sahibi devletler, Sumud Filosu’na destek vermeli, yardım konvoylarının güvenliğini sağlamalıdır.
    • Uluslararası toplum, Gazze’deki insani dram karşısında sessiz kalmamalı, temel hak ve özgürlüklerin korunması için acilen harekete geçmelidir.
    • İnsanlığın ortak vicdanı, zulme karşı birleşmeli; adalet ve barışın sesi, silahların gürültüsünden daha güçlü çıkmalıdır.
    Zulme rıza zulümdür. Gazze yalnız değildir.

    2. Miting Hitabı (Coşkulu ve Halkı Harekete Geçirici)

    Ey kardeşlerim!
    Gazze’de çocuklar açlıktan can verirken, biz nasıl susarız? Hastaneler elektriksiz, anneler ilaçsız, babalar çaresiz… Biz nasıl görmezden geliriz?
    Bugün Akdeniz’de yola çıkan gemiler yalnızca ekmek taşımıyor; insanlığın şerefini taşıyor! İtalya çıktı, İspanya çıktı… Biz nasıl geride kalırız?
    Buradan sesleniyorum:
    Türkiye, derhal donanmasını çıkarıp Sumud Filosu’na kalkan olmalıdır! İslam ülkeleri, birleşip zulme karşı tek yumruk olmalıdır!
    Unutmayın:
    Zulme sessiz kalan, zalimle beraberdir.
    Ama mazlumun yanında duran, tarihe şeref bırakır!
    Geliniz, hep birlikte haykıralım:
    Gazze yalnız değildir! Zulme dur diyeceğiz! İnsanlık kazanacak, zalimler kaybedecek!

    ****

    Gazze İçin Dayanışma Bildirisi ve Hitap

    Gazze, insanlığın vicdan sınavıdır. Çocukların açlıktan öldüğü, hastanelerin yakıtsız kaldığı, binlerce masumun ablukayla kuşatıldığı bir yerde sessiz kalmak, zulmün ortağı olmaktır.
    Küresel Sumud Filosu, bu ablukayı kırmak için yola çıkmıştır. İtalya ve İspanya hükümetlerinin donanmalarıyla bu insani göreve kalkan olması, tarihe insanlık adına düşülen bir şeref kaydıdır.

    Çağrımızdır

    • Türkiye, tarihî misyonuna uygun olarak vakit kaybetmeden Sumud Filosu’na destek vermelidir.
    • İslam ülkeleri, mazlumların yanında tek yürek olarak birleşmeli, devlet gücü ile halk gücünü buluşturmalıdır.
    • Dünya kamuoyu, Gazze’deki soykırıma ve kuşatmaya karşı ayağa kalkmalı, temel insani hakların korunması için harekete geçmelidir.

    Hitabımızdır

    Ey insanlık!
    Vicdanın sustuğu yerde zulüm konuşur.
    Unutmayın: Zulüm ile abad olan, sonunda berbat olur. Tarih, sessiz kalanları değil; mazlumun yanında duranları şerefle anacaktır.
    Bugün Akdeniz’deki gemiler sadece gıda ve ilaç taşımıyor; insanlığın onurunu taşıyor.
    Donanmalar artık sadece savaş için değil, adalet için kalkan olmalıdır.
    Gazze yalnız değildir.
    Zulme rıza zulümdür.
    Mazlumun duası, zalimin ordusundan üstündür.
    Geliniz, hep birlikte insanlığın şerefini koruyalım.
    Gazze için birleşelim, zulme “Dur!” diyelim.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




İsrail’in Satın Aldıkları, Kaybettikleri ve Kaçınılmaz Son

İsrail’in Satın Aldıkları, Kaybettikleri ve Kaçınılmaz Son

Dünya tarihi, zulüm üzerine kurulan hiçbir yapının ebedî ayakta kalmadığını defalarca göstermiştir. Firavun’un orduları, Nemrud’un saltanatı, Roma’nın kibri, Moğol’un yakıp yıkması ve daha niceleri… Hepsi, güçlerinin doruğunda iken yıkılıp tarihe gömüldüler. Bugün ise aynı ibretlik sahne İsrail’in gözler önünde yaşadığı bir çöküşün habercisidir.

Satın Alınmış Ruhlar ve Çöken İtibar

Amerikan siyasetinde paranın gücü, ahlakın önüne geçmiş durumda. New Mexico Senatörü Jay Block’un öz kızının, “Babam ruhunu şeytana sattı, İsrail’den para alıyor” çıkışı, aslında sadece bir aile içi serzeniş değil; Batı siyasetinin kara yüzünün ifşasıdır. İsrail’in lobi ağlarıyla satın aldığı vekiller, senatörler, medya patronları ve teknoloji devleri, zalimlerin safında durmayı tercih ettiler. Fakat unutuyorlar ki, satın alınan ruhların desteği bir milleti ebedî ayakta tutmaz; bilakis utancını çoğaltır.

İsrail’in Yalnızlaşan Lideri

Slovenya’nın Netanyahu’yu istenmeyen kişi ilan etmesi, Birleşmiş Milletler kürsüsünde boş salona hitap etmesi ve birçok devletin diplomatik boykotları… Bu, artık İsrail’in yalnızlaştığının somut göstergesidir. Tarih boyunca zalimler önce destekçilerinin alkışını kaybetti, sonra da zulmün ağırlığı altında boğuldular. Netanyahu’nun günümüzdeki hali, son dönem imparatorların çöküş psikolojisini hatırlatıyor.

Masumların Kanı Üzerine Kurulu Bir Devlet

Bir günde 140’tan fazla hava saldırısı, yüzlerce masumun kanı… UNRWA’nın ifadesiyle, her üç çocuktan biri açlıktan uyuyor. İsrail’in işlediği cinayetler sadece Filistin’i değil; Lübnan, Yemen, İran, Suriye ve hatta Katar gibi ülkeleri de hedef alan saldırganlıkla tüm bölgeyi ateşe atıyor. Katliam, artık sadece Gazze’nin değil, tüm insanlığın meselesi haline gelmiştir.

Beklenmedik Darbeler

İsrail’in teknolojiyle kurduğu gözetim imparatorluğu bile sarsılıyor. Microsoft’un milyonlarca Filistinliyi izlemek için kullanılan bulut hizmetini iptal etmesi, Çin’in BM üyeliğini tartışmaya açması, Oracle ve benzeri şirketlerin İsrail yanlısı duruşlarıyla açığa düşmesi… Bunlar, paranın her kapıyı açamadığını, teknolojinin de zulmün hizmetinde sonsuza dek kalamayacağını gösteriyor.

Ümmetin Onuru ve Direnişi

Öte yandan umut dolu sahneler de var. Gazze’ye doğru yol alan Sumud Filosu’na Türk Donanması’nın yardımı, bir milletin sadece siyasette değil, vicdanda ve denizde de mazlumun yanında olduğunu gösterdi. Erdoğan’ın ifadesiyle, bugün İsrail’in yanında yalnızca “bir avuç ülke” kaldı. Geriye kalan bütün vicdanlar, Filistin halkının yanında saf tuttu.

Kaçınılmaz Son

Bugün Netanyahu ve ekibi, ateşi büyütmeye çalışıyor olabilir. Ama tarihin kanunu bellidir: Zulüm payidar olmaz. Masumların kanı üzerine bina edilen hiçbir devlet ayakta kalamaz. Dün Hitler’in zulmü nasıl ki kendini yaktıysa, bugün İsrail’in zulmü de onu yalnızlığa, yenilgiye ve tarihin çöplüğüne sürükleyecektir.

Son Söz

İsrail belki Amerikan senatörlerini, medya patronlarını, teknoloji devlerini satın alabilir. Fakat şunu asla satın alamaz:
• Açlıktan gözyaşı döken bir çocuğun duasını,
• Annelerinin kucağında şehit olan bebeklerin masumiyetini,
• Dünyanın dört bir yanında ayağa kalkan vicdanların sesini.
Tarih, zalimlerin heykellerini değil; mazlumların direnişini yazacaktır. Ve İsrail, satın aldıklarının gölgesinde kaybettikleriyle hatırlanacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Denizler Tanıklık Etsin: Sumud Filosu, İnsanlık ve Vicdanın İmtihanı

Denizler Tanıklık Etsin: Sumud Filosu, İnsanlık ve Vicdanın İmtihanı

Denizlerin tarihi, yalnızca denizcilik kayıtlarından ibaret değildir; denizler, insanın merhametiyle acılarını taşıdığı, zulme karşı direnişin ve umudun yüklendiği bir arşivdir. Bugün Akdeniz’in göğü altında yine böyle bir tarih yazılıyor: Küresel Sumud Filosu’nun Gazze’ye doğru yelken açması, yalnızca insani yardım taşıyan teknelerin bir araya gelişi değildir — dünyanın vicdanının, egemen güçlerin sınandığı bir imtihanın denizdeki izdüşümü, yansımasıdır.
Geçen gece denizde yaşananlar, bu imtihanın ciddiyetini gözler önüne serdi: Filoya yönelik drone saldırıları ve teknelerde meydana gelen hasarlar, insani iradenin önünde çıkarılan fizikî engelleri ve saldırgan stratejileri açığa çıkardı. Bu saldırıya karşı bazı devletlerin, vatandaşlarını ve insani misyonu korumak adına donanma unsuru yönlendirmesi, çatışmanın boyutlarını siyasî bir seviyeye taşıdı — savaş gemileri yalnızca güç değil, aynı zamanda koruma ve müdahale sorumluluğunun da sembolüdür.
İtalya’nın, filoya müdahale edecek veya yardım tehditi varsa müdahale edebilecek bir savaş gemisi sevk etmesi, sahadaki sivil cesaretin devlet sorumluluğuyla karşılaşmasının somut göstergesidir. Benzer şekilde İspanya Başbakanı’nın filoya eşlik edecek bir savaş gemisi gönderme kararı, yalnızca askeri bir hamle değil; uluslararası hukuka, deniz güvenliğine ve insani haklara duyulan bir çağrıdır. Bu adımlar, insani eylemin ne kadar küresel bir meseleye dönüştüğünü gösterir.
Tarih kısa belleklidir ama ibretleri uzun sürer. Geçmişte adalara, limanlara ve kıyılara sığınan mazlumların hikâyeleri, bugün Gazze sahillerine uzanan bir zincirin yeni bir halkasıdır. Deniz yoluyla yardım ulaştırma hareketleri, 20. yüzyılın özgürlük mücadelelerinden, sömürge karşıtı kampanyalara, medeniyetler arası dayanışmanın en yalın örneklerine kadar uzanan bir geleneğin mirasını taşır. Bugün Sumud Filosu’na eşlik eden devlet gemileri; tarihin iki yönünü hatırlatır: bir yanda zulmü kırma iradesi, diğer yanda zulme göz yuman veya meşrulaştıran sessizlik.
Bu saatten sonra yapılması gereken yalnızca teknelere eşlik etmek değil; gönüllerden devlet kurumlarına kadar bütün bir dayanışma mimarisi kurmaktır. Türkiye için bu, yalnızca insani yardım göndermek demek değil; ulusal onur, tarihî sorumluluk ve İslam dünyasının ortak vicdanı adına somut bir duruş sergilemektir. Eğer İtalya ve İspanya gibi devletler filonun güvenliğini gözetiyorsa, Türkiye’nin de elimizi taşın altına koyması; diplomatik baskıyı, liman desteğini, lojistik imkanları ve gerektiğinde denizde güvenliği artıracak adımları harekete geçirmesi; hem bölgesel hem de ahlâkî açıdan anlamlı olacaktır.
İslam ülkelerinin ve sivil toplumun birleşmesi, yalnızca askeri birliktelikle ölçülmez. Lojistik koordinasyon, diplomatik mutabakatlar, deniz hukuku çerçevesinde koruyucu faaliyetler ve uluslararası farkındalık kampanyaları bir arada gittiğinde gerçek güç ortaya çıkar. Halk gücünün devlet gücüyle ittifakı, tarihteki pek çok direnişin sebebi olduğu gibi bugün de zulme karşı sarsılmaz bir zemin kurabilir.
Vicdanın sesiyle yazılan eylemler çoğu zaman tarihî kırılma noktaları olur. Filonun seyrine bakarken aklımıza gelmesi gereken şeyler şunlardır: Açlığın, ilaçsızlığın ve kuşatmanın insan onurunu hedef alan politik bir araç olduğu; bu aracı kırmanın mümkün olduğu; ve en önemlisi, suskunluğun da bir fail olma vebali taşıdığıdır. Filonun denizde şahit olduğu saldırılar ve devletlerin müdahalesi, uluslararası hukukun ve insanlığın hangi tarafında duracağımızı yeniden sorar.
Son olarak: Denizler tanıklık etsin ama aynı zamanda tarihe de bir imza bıraksın. Eğer devletler; İslam dünyası, Türkiye, İtalya, İspanya ve diğer sorumlu aktörler şimdi insani koridorun açılması için birlikte hareket ederlerse, bu yalnızca bir deniz harekâtı değil; insanlığa yönelik bir savunma eylemi olacaktır. Tarih, zalimlerin geçici zaferlerini değil, adalet uğruna bir araya gelenlerin kalıcı hatırasını yazar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Faniyi Aşkla Sevmenin İmkânsızlığı

Faniyi Aşkla Sevmenin İmkânsızlığı

​İktibas:
​”Güzel değil batmakla gaib olan bir mahbub. Çünkü zevale mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı Ebedî için yaratılan ve âyine-i Sâmed olan kalp ile sevilmez ve sevilmemeli.”
(Sözler – 214)

​İzah ve Açıklama:
Bu söz, insan kalbinin temel bir fıtrî arayışını ve bu arayışın yanlış hedeflere yöneldiğinde nasıl hüsranla sonuçlandığını çok veciz bir şekilde anlatır. “Batmakla gaib olan,” yani bir gün yok olacak, zevale uğrayacak her şeyin hakikî bir güzelliğe sahip olamayacağı vurgulanır. Bir insanın güzelliği, gençliği, bir çiçeğin tazeliği, bir manzaranın ihtişamı… Tüm bunlar, zamanın ve zevalin hükmü altındadır. Oysa insan kalbi, ebedî ve sonsuz bir aşka layık olarak yaratılmıştır. Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ve Samed (her şeyin kendisine muhtaç olduğu, kendisi ise hiçbir şeye muhtaç olmayan) isminin bir tecellisidir. Dolayısıyla, fani, geçici güzelliklere bağlanmak, sonsuzluğa namzet olan kalbi ziyan etmek demektir.
​Bu hikmet, insana dünyevi aşklardan vazgeçmeyi değil, bu aşkları doğru bir kanala yönlendirmeyi öğretir. Güzelliğe olan aşk, o güzelliğin kaynağı olan Cemâl-i Mutlak’a (Sonsuz Güzellik Sahibi’ne) yönelik bir sevgiye dönüşmelidir. Bu dönüşüm gerçekleşmediğinde, insan fani varlıklardan ayrıldıkça incinir, hayal kırıklığına uğrar ve kalbinde derin boşluklar oluşur. Bu söz, kalbe doğru adresin ebediyet olduğunu fısıldar.

​Hayat ve Rızık Bağının Sırrı

​İktibas:
​”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teshir eden, gece ve gündüzü çeviren zâtın elindedir. Öyle ise Bir elmayı, bir adama hakikî rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o zât verebilir. Ve o, ona hakikî Rezzak olur.”
Risale-i Nur – Sözler – 418

​İzah ve Açıklama:
Bu metin, rızık meselesini yalnızca maddi bir kazanç olarak görmenin ötesinde, ilahi bir kudretin muazzam bir tecellisi olarak sunar. İnsan rızkının, bir tohumun toprağa düşmesiyle başlayan, baharın gelmesiyle canlanan, güneşin ve ayın belirli bir düzen içinde hareket etmesiyle gelişen karmaşık bir zincirin halkası olduğunu gösterir. Bu zincirin her bir halkası, tesadüflere değil, her şeyi bir hikmetle yöneten bir Kudret’e işaret eder.
​Metin, küçük bir elma örneği üzerinden Rezzâk (rızık veren) isminin azametini anlatır. Bir elmayı bir insana rızık olarak ulaştırmak, sadece o elmayı yaratmaktan ibaret değildir. Bu süreç, toprağın canlandırılması, yağmurun indirilmesi, güneşin ve ayın belirli bir yörüngede dönmesi gibi sayısız ilahi fiilin birbiriyle uyum içinde çalışmasını gerektirir. Bu kadar büyük bir sistemin idaresini yapabilen bir Zât, ancak tek bir elmayı hakiki rızık olarak verebilir. Bu, insana rızık endişesi taşımaması gerektiğini, ancak sebeplere sarılıp rızkı verenin kudretine tam bir teslimiyetle güvenmesi gerektiğini öğretir. Her bir meyve, her bir yudum su, bu muazzam sistemin birer şahididir ve insana asıl rızık verenin kim olduğunu gösterir.

​Gerçek Liderlik: Akıl ve Kalbin Fedakârlığı

​İktibas (1):
​”Maatteessüf büyüklerdeki meziyyet, sebeb-i tevazu iken, vasıta-i tahakküm oluyor. Avamdaki zayıf bir damar, câlib-i şefkat iken, vesile-i esaret oluyor.”
BEDİÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 313

​İktibas (2):
​”Demek büyük o değil ki; kılıcı keskin olsun, milleti kendine feda etsin. Belki odur ki; aklı keskin olsun, kalbi millet için fedakâr olsun.”
BEDİÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 313

​İzah ve Açıklama:
Bu iki metin, Bediüzzaman’ın liderlik ve büyüklük kavramlarına getirdiği derin ahlaki eleştirileri ortaya koyar.
İlk metin, maalesef toplumda sıkça karşılaşılan bir duruma işaret eder: meziyetlerin (üstün vasıfların) kibire ve tahakküme (üstünlük kurmaya) vesile olması. Oysa bu meziyetler, gerçek büyüklüğün gereği olan tevazunun (alçakgönüllülüğün) bir sebebi olmalıdır. Yine aynı metin, halkın (avam) zayıf bir damarını, yani duygusal boşluklarını veya zaaflarını, şefkatle yaklaşılması gereken bir durumken, maalesef bu durumun istismar edilerek onları esaret altına almanın bir aracı haline geldiğini belirtir. Bu, gücün ve statünün ahlaki çürümesine bir uyarı niteliğindedir.
​İkinci metin ise bu eleştiriyi olumlu bir liderlik tanımıyla tamamlar. Gerçek büyüklük, kaba güçte veya iktidarda değildir. “Kılıcı keskin” olmak, yani zorbalıkla, baskıyla yönetmek gerçek bir liderlik vasfı değildir. Hakiki lider, “aklı keskin” olan, yani doğruyu yanlıştan ayırt edebilen, ileri görüşlü ve hikmetli davranan kişidir. En önemlisi ise “kalbi millet için fedakâr” olandır. Gerçek lider, kendi nefsini, çıkarlarını ve konforunu değil, milletinin refahını, iyiliğini ve geleceğini düşünür. Fedakârlık, bir liderin sadece sözle değil, fiiliyatla gösterebileceği en önemli erdemdir. Bu iki metin, tarihteki nice zalim hükümdarlara ve liderlere karşı, akıl, kalp ve fedakârlığı esas alan ahlaki bir duruş sergiler.

​Âlimler Peygamberlerin Mirasçılarıdır

​İktibas:
​”Peygamber Efendimiz, şu الْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِ yani: ‘Âlimler, Peygamberlerin vârisleridirler’ hadîs-i şerîfleriyle; âlim olmanın pek kolay bir şey olmadığını, i’cazkâr belâgatları ile beyan buyuruyorlar. Zira mademki bir âlim, Peygamberlerin vârisidir; o halde hak ve hakikatın tebliğ ve neşri hususunda, aynen onların tutmuş oldukları yolu takib etmesi lâzımdır.”
Asa-yı Musa – 256

​İzah ve Açıklama:
Bu hadis, âlimlik makamının ne kadar büyük bir sorumluluk taşıdığını gözler önüne serer. Peygamberler, insanlığın manevi rehberleri ve kurtuluş reçetelerini getiren elçilerdir. Onların mirasçısı olmak, sadece kuru bir bilgi birikimine sahip olmak değil, aynı zamanda o bilgiyi Peygamberlerin ahlakıyla, fedakârlığıyla ve ihlasıyla yaymak demektir. Hadiste geçen “vâris” kelimesi, mal ve mülk mirasından öte, bir vazife ve sorumluluk mirasını işaret eder.
​Bir âlim, Peygamberlerin mirasçısıysa, onların izlediği yoldan ayrılmamalıdır. Bu yol, hakikati en doğru ve en hikmetli şekilde tebliğ etme, insanları irşat etme, haksızlığa karşı durma ve tüm bunları Allah rızası için yapma yoludur. Bu, makam, şöhret veya dünyevi menfaatler için ilmi kullanmaktan kaçınmayı gerektirir. Gerçek bir âlim, insanlara karşı şefkatli, cehalete karşı kararlı, zulme karşı ise tavizsiz olmalıdır. Bu metin, günümüzdeki ilim insanlarına, sahip oldukları bilginin sadece bir meslek değil, aynı zamanda peygamberlere uzanan kutsal bir emanet olduğunu hatırlatır.

​Bütün Varlıkları Kuşatan Rahmet ve Hamd Borcu

​İktibas:
​”Binaenaleyh, zerrât-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamd ü senâ etmek bir borçtur. Evet, Rahmâniyet, zevilhayattan zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. ‘Elhamdülillah’ lâfz-ı istigrakla işaret ettiği umum hamdlerle hamd edilmesi lazım olan nimetlerden birisi de, Rahmâniyet (Allah’ın bütün varlıkları kaplayan merhamet ediciliği) nimetidir.”
Lem’alar.495 – Risale-i Nur Külliyatı

​İzah ve Açıklama:
Bu metin, hamd (şükür) kavramına dair çok geniş bir perspektif sunar. “Zerrât-ı âlemin adedince,” yani kâinattaki atomlar adedince hamd etmenin bir borç olduğu ifade edilir. Bu, hamdin sadece bireysel olarak sahip olunan nimetlere yönelik bir şükür değil, aynı zamanda kâinattaki tüm yaratılmışları kuşatan ilahi rahmete yönelik bir hayranlık ve minnettarlık ifadesi olduğunu gösterir.
​Metin, bu hamd borcunun en temel kaynağını “Rahmâniyet” nimetine bağlar. Rahmâniyet, Allah’ın bütün varlıkları ayırt etmeksizin, inanan-inanmayan, canlı-cansız demeden kuşatan sonsuz merhametidir. Güneşin ışığı, suyun bereketi, havanın solunması gibi temel nimetler, Rahman isminin tecellisidir. Bu genel rahmet, “zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca” yani tüm canlıların faydalandığı sayısız nimeti içinde barındırır. Bu nedenle, her nefes, her göz açıp kapama, her damla su, hamd etmemiz için birer vesiledir. “Elhamdülillah” sözü, bu sonsuz ve genel rahmet denizindeki tüm hamdleri toplayan, kuşatan bir anahtar gibidir. İnsana düşen, bu bilinci taşıyarak hayatın her anında şükür ve hamd ile Rabbine yönelmektir.

​Makale Özeti

​Bu makale, beş farklı metinden hareketle insan varoluşunun temel meselelerini ele almaktadır. İlk olarak, insan kalbinin fani ve geçici şeylere değil, ebedi olanın güzelliğine yönelmesi gerektiği anlatılmaktadır.
İkinci olarak, rızık kavramının sadece bir kazanç değil, yeryüzünün canlanmasından güneşe ve aya kadar uzanan devasa bir ilahi sistemin eseri olduğu açıklanmaktadır.
Üçüncü ve dördüncü başlıklar, gerçek liderlik vasıflarını irdelemektedir; kılıçla değil, akıl ve fedakârlıkla yönetmenin önemi vurgulanırken, âlimlerin Peygamberlerin mirasını taşıdığı ve bu mirasın büyük bir ahlaki sorumluluk olduğu belirtilmektedir.
Son olarak, hamd ve şükür kavramının sadece kişisel nimetlere değil, Allah’ın tüm kâinatı kuşatan Rahman isminin tecellisi olan sonsuz rahmetine yönelik bir borç olduğu ifade edilmektedir.
Makale, tüm bu kavramları bir araya getirerek, insanın bu dünyadaki hayatını doğru bir bilinçle ve ilahi isimlerin tecellileri ışığında yaşaması gerektiği mesajını vermektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




“Armegedon” Tehdidi: Hristiyan Siyonizm, Evangelikler ve İsrail İlişkisi

“Armegedon” Tehdidi: Hristiyan Siyonizm, Evangelikler ve İsrail İlişkisi
Giriş — “Kıyamet” söyleminin yeniden yükselişi

Son yıllarda “Armegedon” kavramı siyaset ve dinlerin kesişiminde yeniden görünür hâle geldi. Bu kavram, bazı Hristiyan akımlarında kıyamet senaryolarının güncel siyasetle ilişkilendirilmesiyle yalnızca teolojik bir mesele olmaktan çıkıp uluslararası politikanın bir öğesine dönüşüyor. Bu yazıda amaç, iddiaları tek taraflı olarak kabullenmeden; tarihî, teolojik ve siyasal açıdan değerlendirmek, kaynaklarla sağlamasını vermektir.

Hristiyan Siyonizm nedir? Kısa bir tarihçe ve teolojik çerçeve

“Hristiyan Siyonizm” terimi, Yahudi halkının Filistin topraklarına dönüşünü Tanrı’nın planının parçası olarak gören Hristiyan teolojik pozisyonunu tanımlar. Bu görüşün modern formu 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında şekillendi; 1948’de İsrail’in kurulması ise birçok Hristiyan Siyonist için peygamberî bir dönüm noktası olarak kabul edildi. Modern çalışmalarda Hristiyan Siyonizm hem teolojik bir inanç biçimi hem de siyasi ve hayırsever faaliyetlere dönüşmüş bir hareket olarak ele alınır.

“Armegedon” inancı: hangi teolojik varsayımlara dayanır?

Belli bir Evangelik/dispensasyonalist çizgi, Eski/Yeni Ahit kıyamet motiflerini spesifik bir kronolojiye oturtur: Yahudilerin Filistin’e dönmesi, “büyük sıkıntı” (tribulation), ve nihayetinde İsa’nın yeniden gelişi (Parousia). Bu çerçevede bazı yorumcular, İsrail’deki gelişmeleri kıyamet takviminin parçaları olarak okurlar — ki bu da siyasi tercihler ve dış politika tutumlarına yansıyabilir. Ancak teolojik manzara homojen değildir; tüm evangelikler veya Protestanlar bu yorumu paylaşmaz.

ABD’de Evangelik desteğinin boyutu ve nüfusî gerçeklik

Kamuoyu ve demografik çalışmalarına göre Amerika’daki Hristiyan nüfus kompozisyonu zaman içinde değişmekle beraber Hristiyan kimliği hâlâ geniş bir taban oluşturuyor. Pew Research Center’ın güncel çalışmaları Hristiyan kimliğinin %60–64 bandında seyrettiğini gösterirken, “evangelik Protestan” tanımı ve ölçüm kriterleri farklı araştırmalarda değişir; son veriler evangelik Protestanların yetişkin nüfusun yaklaşık yüksek onlarda bir kesimini oluşturduğunu bildiriyor. Bu nedenle “20 milyon” gibi bir sayı tek başına yanlış sayılmaz ama hangi tanıma göre verildiği önemlidir — farklı araştırmalar farklı rakamlar verir. Nüfus ve etkiyi değerlendirirken yüzdeler ve güvenilir araştırma merkezlerinin raporlarına dayanmamız gerekir.

Politik etki: Evangelik hareketin İsrail siyaseti üzerindeki rolü

Amerika’daki bazı güçlü evangelik gruplar ve liderler, İsrail’e diplomatik, mali ve moral destek sağlama konusunda son derece aktif oldular. Bu destek, siyasi lobicilik, bağış, medya ve nüfuz aracılığıyla ABD dış politikasının belirli alanlarına etki edebiliyor. 2016 sonrası dönemde, özellikle bazı yönetim politikalarında Hristiyan Siyonist düşüncenin etkili olduğu yönünde akademik ve gazetecilik çalışmaları bulunmaktadır; buna karşılık bu etkiyi tek başına tüm politik kararların nedeni olarak görmek fazla basitleştirme olur. Etki var ama çok katmanlıdır: jeopolitik çıkarlar, stratejik ittifaklar ve iç siyaset de aynı oranda önem taşır.

“Armegedon’u kışkırtma” iddiası: eleştiri ve gerçekçi perspektif

Sıkça dile getirilen iddia, bazı evangelik aktörlerin kıyameti hızlandırmayı arzu ettiği ve bunun için İsrail’le “ortak hareket” ettiği yönünde. Bu iddia, gerçek bir endişe unsurunu barındırsa da iki noktayı ayırt etmek gerekir:
• İnanç ile pratik politika arasındaki fark: Bir kesim için kıyamet yorumları dini-bireysel inançken, uygulamada çoğu liderin ve kurumun politik tercihleri gerçekpolitik, ekonomik veya stratejik hesaplara dayanır.
• Genelleştirme tehlikesi: Tüm evangelikleri veya Hristiyan Siyonistleri “dünyayı yakma” niyetiyle suçlamak doğruolmayabilir. Akademik literatür ve belgeseller (ör. Praying for Armageddon) bu açıdan eleştirel sorular sorar; bazı grupların apokaliptik beklentilerinin politikaya etkisi olduğunu gösterirken, bunun otomatik olarak “kasıtlı küresel yıkım” anlamına gelmediğini de vurgular.

“Armegedon tehdidi” , gerçek kaygılara neden olmaktadır.

https://tesbitler.com/index.php?s=Armegedon+

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Gazze: Zamanın Kalbine Düşen Fotoğraf

Gazze: Zamanın Kalbine Düşen Fotoğraf

Büyük salon… Birleşmiş Milletler kürsüsünde sesler yankılanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, elinde bir fotoğraf tutuyor. O an, salonun havası değişiyor. Çünkü bu sadece bir fotoğraf değil; insanlığın vicdanına vurulmuş en ağır mühür.
Fotoğrafta, elinde leğen taşıyan anneler… 21. yüzyılda, göklerde uydular, yerde yapay zekâlar, ekranlarda milyarlarca bilgi akarken; Gazze’nin anneleri, bir yudum temiz suya, bir parça ekmeğe muhtaç. O kare, çağımızın en büyük yalanını ortaya koyuyor: “Medeniyet.”

Filistin’in Kendi İç Çilesi

Ama mesele sadece dışarıdan gelen zulüm değil. Filistin’in başındaki ayrılıklar, Abbas’ın “Hamas olmayacak” sözleri, kardeşi kardeşe düşürüyor. Tarih boyunca ümmeti bölen fitne, hep en büyük yarayı içeriden vurmuştur. O yaradan sızan kan, bugün Gazze sokaklarında akıyor.

Dünyanın Suskunluğu

Bir yanda Netanyahu… Elinde kanlı mühür, masumların üzerine yağdırdığı bombalarla tarihe geçen bir katil.
Bir yanda Amerika ve Batı… Ateşkesi altı kez veto eden bir sessizlik ordusu.
Bir yanda ise Şili’den yükselen adalet sesi: “Netanyahu yargılansın!”
İşte dünya bu kadar çelişkili, bu kadar parçalı, bu kadar vicdansız.

Gazze’nin Aynasında İnsanlık

Sumud Filosu, insanlığın son vicdanı gibi yola çıktı. Ama göklerden üzerine drone’lar yağdı. Gemilere barut kokusu serpildi. Yetmedi, Google’ın algoritmaları onları “terörist” diye damgaladı. İşte çağın yeni Firavunları, çağın yeni Nemrutları… Onların asasının adı “algoritma”, ateşinin adı “dezenformasyon.”

Tarihin Değişmeyen Hakikati

Ama ey zalimler!
Tarih size bir hakikati haykırıyor: Hiçbir zulüm ebedî değildir!
Moğol orduları dağıldı, Haçlı seferleri bozguna uğradı, Hitler’in dehşeti kül oldu.
Sizin tanklarınız, uçaklarınız, drone’larınız da bir gün çöp tenekesine atılacak.
Ama mazlumun duası? O asla yok olmayacak. Çünkü mazlumun ahı, semayı deler, Arş’a yükselir ve zalimin sarayını yerle bir eder.

Son Söz

Bugün Gazze’de çekilen o fotoğraf, aslında hepimizin fotoğrafıdır.
O çocuklar bizim çocuklarımızdır. O anneler bizim annelerimiz.
Ve bir gün gelecek, tarih sayfaları bu dönemi yazarken tek bir cümleyle hükmünü verecek:
“Zalimler için yaşasın cehennem.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Dünya Bir Misafirhanedir: Hayatın Anlamı ve Sonu

Dünya Bir Misafirhanedir: Hayatın Anlamı ve Sonu

İktibas:
> “Dünya madem fânîdir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem لاَ يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا sırrınca teklif-i mâlâ yutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevi dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviyeye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”
> Bediüzzaman Said Nursi / Mektubat – 71
>
İzah ve Açıklama:
Bu kapsamlı metin, insan hayatının temel gerçeklerini ve bu gerçekler doğrultusunda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini detaylı bir şekilde açıklar.
İlk olarak, dünyanın fani ve ömrün kısa olduğu, ancak yerine getirilmesi gereken lüzumlu vazifelerin çok olduğu belirtilir. Bu, hayatın boşa harcanacak bir oyun alanı olmadığını, aksine ebedi bir hayatın temellerinin atıldığı bir imtihan sahnesi olduğunu vurgular.
İkinci olarak, dünyanın sahipsiz olmadığı, sonsuz hikmet ve cömertlik sahibi bir Müdebbir tarafından idare edildiği ifade edilir. Bu, insanın yaşadığı her şeyin bir anlamı olduğunu ve hiçbir iyiliğin veya kötülüğün cezasız kalmayacağını gösterir. “La yükellifullahu nefsen illa vüs’aha” (Allah hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemez) ayetiyle, ilahi yükümlülüklerin insanı aşan zorluklar olmadığına işaret edilir.
Metnin ana fikri, dünyanın bir misafirhane olduğu ve insanın bu misafirhanede geçici bir misafir olduğu bilincidir. En mutlu ve başarılı kişi, bu gerçeği idrak eden ve hayatını bu doğrultuda şekillendirendir. Böyle bir insan, ahiret için dünyayı, dünyevi hayat için ebedi hayatı feda etmez. Boş ve faydasız şeylerle ömrünü tüketmez, misafirhane sahibinin yani Allah’ın emirlerine göre yaşar. Bu bilinç, kabir kapısını korkuyla değil, selametle açarak ebedi saadete ulaşmanın anahtarıdır.

Çağın Vebası: Fuzulî ve Malayani Meşgaleler

İktibas:
> “MEŞÂGİL-İ DÜNYEVİYE DEDİĞİN, çoğu sana ait olmayan ve fuzuli bir surette karıştığın ve karıştırdığın malayani meşgalelerdir. En elzemini bırakıp güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz malumat ile vakit geçiriyorsun.”
> (Sözler)
>
İzah ve Açıklama:
Bu söz, modern çağın en büyük problemlerinden biri olan vakit israfını ve gereksiz meşguliyetleri ele alır. “Meşâgil-i dünyeviye” (dünya işleri) olarak adlandırılan bu meşguliyetlerin çoğu, aslında insanın şahsen sorumlu olmadığı veya kendisine bir fayda sağlamayan “fuzulî” ve “malayani” (boş, faydasız) işlerdir. Özellikle günümüzde sosyal medya, internet ve dijital platformlar aracılığıyla insanların, kendileriyle ilgili olmayan binlerce bilgiye boğulduğu, saatlerini bu boş bilgilerle geçirdiği bir çağa işaret eder.
Bu durum, insana verilen en değerli sermayelerden biri olan zamanın nasıl boşa harcandığını gösterir. İnsan, sanki sonsuz bir ömre sahipmiş gibi en lüzumsuz bilgilerle meşgul olurken, aslında kendisine düşen en elzem (en önemli) vazifeleri, yani ibadeti, ahlakı, ilim tahsilini ve hayra hizmeti ihmal eder. Bu söz, okuyucuyu bir nefis muhasebesine davet eder: “Ne ile meşgul oluyorum?”, “Vaktimi neye harcıyorum?” ve “Bu yaptıklarım bana ve ahiretime bir fayda sağlıyor mu?”. Bu sorgulama, insanın hayatına bir yön ve anlam katmasını, lüzumsuz yüklerden arınarak asıl gayesine odaklanmasını sağlar.

Hayat Zorsa, Bir de Bu Fotoğrafa Bak!
İktibas:
> “hayat çok zor derse ona bu fotoğrafı göster.”
>
İzah ve Açıklama:
Bu ifade, hayatın zorluklarından şikâyet edenlere, perspektiflerini değiştirmeyi öğütleyen basit ama etkili bir mesajdır. Mesela bir kişi, yağmur altında, zorlu şartlar altında bir araba dolusu meyveyi itmeye çalışan bir çalışanı tasvir eder. Bu hal, hayatın zorluğunu deneyimleyen ancak pes etmeyen, sabırla ve dirençle ayakta kalmaya çalışan bir insanın sembolüdür.
Bu mesaj, kişiye kendi zorluklarının göreceli olduğunu hatırlatır. Başkalarının daha büyük zorluklar altında nasıl bir mücadele verdiğini görmek, insanın kendi sıkıntıları karşısında şükretmesine ve daha güçlü bir iradeyle direnç göstermesine vesile olur. Hayatın zorluğu kişiden kişiye değişir, ancak mücadele etme ve ayakta kalma iradesi evrensel bir erdemdir.
Bu hal ve tasvir, bir anda kelimelerin anlatamadığı bir ibret dersi sunar: “Senin zor dediğin, belki bir başkasının hayali veya günlük mücadelesidir. Asıl önemli olan, zorluklar karşısında pes etmek değil, o zorluğa karşı dimdik durmaktır.”

Ümmetin Reçetesi: İttihad-ı İslâm

İktibas:
> “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı islâmdır.”
> Mektubat – 468 – Risale-i Nur
>
İzah ve Açıklama:
Bu söz, İslam coğrafyasının ve Müslüman milletlerin içinde bulunduğu durumun derin bir analizini yapar ve kurtuluş reçetesini sunar. “Azametli bahtsız bir kıta,” İslam dünyasını coğrafi ve tarihi olarak kapsayan Asya ve Afrika’yı; “şanlı talihsiz bir devlet,” Osmanlı İmparatorluğu’nu ve mirasçısı olan diğer İslam devletlerini; “değerli sahipsiz bir kavim” ise, sahip olduğu manevi ve kültürel değerlere rağmen günümüzde siyasi ve ekonomik olarak parçalanmış İslam ümmetini ifade eder. Bu üç tabir, geçmişteki ihtişamın ve mevcut sefaletin acı bir resmini çizer.
Ancak, söz sadece tespitle kalmaz, bir de çözüm sunar: “İttihad-ı İslâm”, yani İslam Birliği. Bu birlik, sadece siyasi veya askeri bir birlik değil, aynı zamanda manevi, kültürel ve ahlaki bir birliktir. Müslümanların mezhep, meşrep ve etnik farklılıklarını bir kenara bırakarak, ortak değerler etrafında birleşmeleri ve birlikte hareket etmeleri gerektiği vurgulanır. Bu birlik, Batı’nın ve küresel güçlerin zulmüne, siyasi ve ekonomik sömürüsüne karşı durmanın yegâne yoludur. Söz, bu reçetenin sadece bir öneri değil, içinde bulunulan zor durumdan çıkmanın tek çıkış yolu olduğunu gösterir.

Makale Özeti

Bu makale serisi, farklı metinlerden ilham alarak insan hayatının fani ve ebedi yönlerini, dünya meşgalelerinin tehlikelerini, liderlik ahlakını ve toplumsal sorunlara çözüm önerilerini ele almaktadır. İlk bölümde, dünya hayatının geçiciliği ve asıl amacın ebedi saadete ulaşmak olduğu vurgulanmıştır. İnsan ömrünün kısa, ancak yerine getirilmesi gereken vazifelerin çok olduğu belirtilmiş, bu açıdan rızık gibi konuların ardındaki ilahi hikmet ve rahmet izah edilmiştir.
Diğer kısımda ise, siyasi ve dış cereyanların tefrika oluşturmasına karşı birlik olmanın önemi ve ahireti inkar etmenin mantıksızlığına değinilmiştir.
Son olarak, bu bölümde, dünya hayatının bir misafirhane olduğu, zamanın boş işlerle harcanmaması gerektiği ve İslam dünyasının kurtuluş reçetesinin “İttihad-ı İslâm” olduğu dile getirilmiştir. Makale, tüm bu konuları bir araya getirerek, okuyucuya hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir bilinç ve sorumluluk aşılamayı amaçlamaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Âlemin Tek Ustası ve Mahlukatın Memuriyeti

Âlemin Tek Ustası ve Mahlukatın Memuriyeti

​İktibas:
​”Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin, tek bir ustası vardır ve o usta, her şeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve her şeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mucize ve harikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahluklar onun memurlarıdır.”
(Sözler) – Bediüzzaman Said Nursi

​İzah ve Açıklama:
Bu veciz söz, kâinatın ve içindeki her şeyin, tesadüfen var olmadığını, aksine sonsuz bir kudret, ilim ve hikmet sahibi olan bir Usta tarafından planlandığını ve idare edildiğini anlatır. Kâinat, “bir saray gibi” benzetmesiyle, içindeki her bir detayın birbiriyle uyumlu ve estetik bir sanat eseri olduğunu vurgular. Bir şehir gibi olan bu “memleket” (dünya) de, plansız bir kaos değil, aksine en ince ayrıntısına kadar yönetilen, hiçbir noksanlığı olmayan bir düzendir. Bu Usta, yani Yaratıcı, bize görünmese de her şeyi görür, her şeyi işitir ve her işi bir mucize ve harika niteliğindedir.
​Bu anlayışa göre, tabiatta gördüğümüz ve dillerini anlamadığımız her bir varlık, örneğin bir kelebek, bir ağaç, bir kuş veya bir karınca, aslında O’nun emrinde çalışan birer memurdur. Bunlar, kendi iradeleriyle değil, ilahi bir iradenin sevk ve idaresiyle hareket ederler. Bu bakış açısı, insana etrafındaki her şeye sadece madde gözüyle değil, ilahi bir sanatın ve hikmetin tecellisi olarak bakmayı öğretir. Bu idrak, insanı kâinat karşısında aciz bırakmaz, aksine bu muazzam düzeni yaratan Kudret’e karşı bir hayranlık ve tevekkül hissi uyandırır.

​Ya Muqallibel Qulub: Kalplerin Sebatı ve Duası

​İktibas:
​يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ
“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allâh’ım! Benim kalbimi dînin üzerinde sâbit kıl!”
[Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124]

​İzah ve Açıklama:
Bu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) sıkça tekrarladığı ve büyük önem atfettiği bir duadır. Arapça “Mugallibel Gulub” ifadesi, “kalpleri evirip çeviren” anlamına gelir. Bu, insan kalbinin ne kadar değişken ve değişkenliğe açık olduğunu vurgular. İnsan, bir an imanının zirvesinde iken, bir sonraki an şüpheye, nefsani arzulara veya dünya cereyanlarına kapılıp savrulabilir. İman, her zaman korunması ve beslenmesi gereken hassas bir nimettir.
​Bu dua, kalbin bu değişkenliğinin farkında olan bir müminin acziyetini ve tüm gücü Yüce Yaratıcı’dan istediğini gösterir. “Sebat”, yani sâbit kalmak, istikamet üzere olmak, sadece dünyevi işler için değil, özellikle iman ve din yolunda en büyük hedef olmalıdır. Bu dua, kişiye sadece sözle değil, tüm benliğiyle Allah’a yönelmesi gerektiğini hatırlatır. O’nun izni olmadan kalbin din üzerinde sabit kalmasının mümkün olmadığını ve bu sabitliğin sürekli bir dua ve çaba gerektirdiğini öğretir. Bu, Müslümanın hayat boyu en büyük gayretlerinden birinin, kalbini her türlü sapkınlıktan ve şüpheden koruyarak imanında sebat etmek olduğunu gösterir.

​Âhireti İnkar Etmenin İmkânsızlığı

​İktibas:
​”Evet âhireti inkâr etmek isteyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaiikiyla inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaiikiyla, yüzbin lisanla onu tekzib ederek bu yalanında yüzbin derece yalancılığını isbat edecek.”
BEDİÜZZAMAN – Asa-yı Musa – 180

​İzah ve Açıklama:
Bediüzzaman’ın bu ifadeleri, ahiretin inkârının ne kadar mantıksız ve imkânsız bir iddia olduğunu ortaya koyar. O’na göre, ahireti inkâr etmek, sadece basit bir inançsızlık değil, aynı zamanda kâinatın temel düzenini ve hakikatlerini inkâr etmeyi gerektirir. Dünya, içinde adaletsizliğin, haksızlığın, iyiliğin karşılığını bulamadığı nice hadiselerin yaşandığı bir yerdir. Vicdan, akıl ve adalet duygusu, bu dünyadaki eksiklerin ve tamamlanmamış işlerin bir başka âlemde muhakkak tamamlanacağını fısıldar.
​Eğer ahiret yoksa, dünyadaki tüm bu hikmetler, adalet mekanizmaları ve sebepler-sonuçlar zinciri anlamsızlaşır. Bir çiçeğin ölümü, bir canlının yok oluşu, bir zalimin cezasız kalması, bir mazlumun ahı… Tüm bunlar, ahiret inancıyla bir anlam ve çözüm bulur. Bu metin, kâinattaki her bir varlığın, her bir olayın, adeta “yüzbin lisanla” ahiretin varlığını ispat ettiğini ve onu inkâr edenin aslında kâinatın tüm hakikatlerini yalanladığını söyler. Bu, inkâr edenin kendi iç dünyasında da büyük bir çelişki ve boşluk yaşadığını gösterir.

​Siyaset Cereyanlarına Karşı Birlik ve Sebat

​İktibas:
​”Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhâssa Harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin!”
Kastamonu Lâhikası-122

​İzah ve Açıklama:
Bu uyarı, özellikle günümüz dünyasında çok büyük bir önem taşır. Bediüzzaman, dünya meselelerinin, özellikle siyasetin ve dış güçlerin etkisiyle ortaya çıkan fikir akımlarının, Müslümanları bölüp parçalamasına karşı bir ikazda bulunur. “Tefrika”, yani ayrılık ve bölünme, İslam ümmetinin en büyük zaaflarından biridir. Siyasetin ve dışa bakan cereyanların, insanları ortak paydada birleşmek yerine birbirine düşman etme potansiyeli yüksektir.
​Metin, Müslümanları, kendi iç çekişmelerinden uzak durmaya çağırır. Zira karşımızda “ittihad etmiş dalâlet fırkaları” vardır. Yani, hakikate karşı olan ve yıkıcı amaçlar güden güçler, birlik ve beraberlik içinde hareket ederken, Müslümanların kendi aralarındaki küçük farklılıklar yüzünden parçalanması büyük bir perişanlığa ve kayba yol açar. Bu söz, Müslümanlara, ortak hedefler doğrultusunda birleşmenin ve asıl düşmanla mücadele etmenin önemini hatırlatır. Siyasetin geçici ve değişken atmosferi yerine, imanın ve hakikatin kalıcı ve birleştirici gücüne sarılmayı öğütler.

​Allah Yolunda Mücadele Edenlere İlahi Müjde

​İktibas:
​”Cenab-ı Hak şu âyet-i kerimede bakınız mücahidlere neler va’dediyor: وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ Meal-i şerifi: ‘Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz. Ve hiç şüphe yok ki, Allah muhsinlerle -Allah’ı görür gibi ibadet eden mücahidlerle- beraberdir.'”
Asa-yı Musa – 258

​İzah ve Açıklama:
Bu ayet-i kerime, Allah yolunda gayret gösterenlere yönelik muazzam bir ilahi vaat ve teşviktir. “Mücahede”, sadece savaşmak değil, aynı zamanda nefisle, şeytanla, cehaletle ve her türlü kötülükle mücadele etmektir. Ayet, bu mücahedeyi yapanlara iki büyük müjde verir: Birincisi, Allah’ın onlara yollarını göstermesidir. İnsan, hayat yolculuğunda birçok kez bocalayabilir, hangi yöne gideceğini bilemeyebilir. Ancak Allah, kendi uğrunda çabalayanlara doğru yolu, hikmetli kararları ve çıkış yollarını lütfeder.
​İkinci müjde ise, Allah’ın mücahidlerle beraber olmasıdır. Bu beraberlik, maddi ve manevi bir destek, bir güç ve bir huzur kaynağıdır. Ayette, bu beraberliğin özellikle “muhsinlerle” olduğu vurgulanır. Muhsin, “ihsan” makamına ulaşmış, yani Allah’ı görür gibi ibadet eden, O’nun her an kendisini gördüğü bilinciyle yaşayan kimsedir. Bu, mücadeleyi sadece dış bir eylem olmaktan çıkarıp, derin bir manevi bilinç ve ihlasla yapılması gerektiğini belirtir. Bu ayet, tüm zorluklara ve engellere rağmen, hak yolunda mücadele etmenin en büyük dayanağının, Allah’ın vaadi ve O’nun beraberliği olduğunu gösterir.

​Makale Özeti

​Bu makale, fani dünya ile ebedi hayat arasındaki dengeyi, manevi ve ahlaki sorumlulukları ele alan beş farklı konuyu incelemektedir.
İlk olarak, kâinatın tesadüfen var olmadığı, her şeyin hikmet sahibi bir Usta tarafından idare edildiği ve tüm varlıkların O’nun memuru olduğu belirtilmiştir.
İkinci kısım, “Ya Mugallibel Gulub” duası üzerinden, insan kalbinin değişkenliğini ve imanda sebat etmenin sürekli bir dua ve bilinç gerektirdiğini anlatmıştır.
Üçüncü olarak, ahiret inancını inkâr etmenin, kâinatın ve dünyanın tüm hakikatlerini yalanlamak anlamına geldiği ve bu durumun mantıksızlığı vurgulanmıştır.
Dördüncü başlık, siyaset gibi dünya cereyanlarının tefrika ve perişanlığa yol açmaması için birlik ve beraberliğin önemine değinmiştir.
Son olarak, “Allah yolunda mücahede edenlere” yönelik ilahi vaatler incelenmiş, Allah’ın muhsinlerle beraber olacağı ve onlara doğru yolu göstereceği müjdesi verilmiştir.
Makale, tüm bu konuları birbirine bağlayarak, insanın bu dünyadaki hayatını bir gaye ve hikmet bilinciyle yaşaması gerektiğini, bu yolculukta ilahi rehberliğin ve manevi istikametini korumanın hayati önem taşıdığını vurgulamaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan

Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan

1. İnsana Ruhun Üflenmesi

“Ona (Âdem’e) ruhumdan üflediğim zaman…” (Hicr, 29)

🔹 İnsan ruhu, semavî bir sırdır; sadece bedene hayat vermekle kalmaz, bütün İlâhî isimleri yansıtacak bir potansiyel taşır.

2. Nefis ve İmtihan

Kur’ân buyurur:
“Nefse ve ona bir düzen verene, sonra da ona fücurunu ve takvâsını ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtulmuştur; onu kirleten de ziyana uğramıştır.” (Şems, 7-10)

Nefis, kendini serbest ve müstakil ister.
🔹 Nefis, arzi yönüyle bir imtihan vesilesidir. Onu terbiye eden yükselir; terk eden düşer.

3. Kalp, Akıl ve Vicdanın Şahitliği

Kur’ân hatırlatır:
“Biz insana iki yol (hidayet ve dalâlet) göstermedik mi?” (Beled, 10)

🔹 İnsanın en büyük sermayesi deruni cihazlarıdır. Onlar doğru kullanılırsa, ruhu arşa yükseltir; yanlış kullanılırsa, nefse esir eder.

4. İmtihanın Hikmeti

Kur’ân:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 2)
Risale-i Nur:

🔹 Ruh-nefis mücadelesi, insanın içindeki kabiliyetleri açığa çıkarır.

5. Sonuç: Yüceliş veya Düşüş

Kur’ân iki nihai noktayı bildirir:
“Andolsun, biz insanı en güzel kıvamda yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler müstesna.” (Tîn, 4-6)

🔹 İnsan, iki uç arasında bir yolcudur. Ya ruhuyla semavîleşir, ya nefsiyle esfel olur.

✒️ Böylece Kur’ân’ın âyetleri, insanın ruh ve nefis kavşağındaki imtihanının azametli bir tablo olduğu ortaya çıkar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan

Ruh ile Nefsin Kavşağında İnsan

1. İnsana Ruhun Üflenmesi

“Ona (Âdem’e) ruhumdan üflediğim zaman…” (Hicr, 29)

🔹 İnsan ruhu, semavî bir sırdır; sadece bedene hayat vermekle kalmaz, bütün İlâhî isimleri yansıtacak bir potansiyel taşır.

2. Nefis ve İmtihan

Kur’ân buyurur:
“Nefse ve ona bir düzen verene, sonra da ona fücurunu ve takvâsını ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtulmuştur; onu kirleten de ziyana uğramıştır.” (Şems, 7-10)

Nefis, kendini serbest ve müstakil ister.
🔹 Nefis, arzi yönüyle bir imtihan vesilesidir. Onu terbiye eden yükselir; terk eden düşer.

3. Kalp, Akıl ve Vicdanın Şahitliği

Kur’ân hatırlatır:
“Biz insana iki yol (hidayet ve dalâlet) göstermedik mi?” (Beled, 10)

🔹 İnsanın en büyük sermayesi deruni cihazlarıdır. Onlar doğru kullanılırsa, ruhu arşa yükseltir; yanlış kullanılırsa, nefse esir eder.

4. İmtihanın Hikmeti

Kur’ân:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 2)
Risale-i Nur:

🔹 Ruh-nefis mücadelesi, insanın içindeki kabiliyetleri açığa çıkarır.

5. Sonuç: Yüceliş veya Düşüş

Kur’ân iki nihai noktayı bildirir:
“Andolsun, biz insanı en güzel kıvamda yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler müstesna.” (Tîn, 4-6)

🔹 İnsan, iki uç arasında bir yolcudur. Ya ruhuyla semavîleşir, ya nefsiyle esfel olur.

✒️ Böylece Kur’ân’ın âyetleri, insanın ruh ve nefis kavşağındaki imtihanının azametli bir tablo olduğu ortaya çıkar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com




Zulmün Son Perdesi: Gazze Dramı ve İnsanlığın İmtihanı

Zulmün Son Perdesi: Gazze Dramı ve İnsanlığın İmtihanı

Tarih, zulmün ve adaletin, mazlumların ve zalimlerin, direnenlerin ve teslim olanların sahnesi olmuştur. Firavun’un zulmünden Nemrut’un kibrine, Moğol’un yakıp yıkmasından Haçlı’nın vahşetine kadar nice karanlık sayfalar insanlığın hafızasına kazındı. Bugün ise, insanlık tarihinin en acı, en utanç verici bölümlerinden biri, Gazze’de yaşanmaktadır.
Yakıtı tükenen hastanelerde çocukların gözleri önünde makineler durma noktasına gelirken, en temel hakkı olan “yaşama hakkı” bile mazlumlara çok görülmektedir. Açlık, ilaçsızlık, bombardıman… Ölüm, Gazze’nin her köşesinde kol gezerken dünyanın sessizliği, zalimin cephanesinden daha ağır bir darbeye dönüşmektedir.
Bir yanda, “Benim dediğim olmazsa dünya yansın” diyen bir anlayış; diğer yanda “Allah’tan sonra umudumuz sizsiniz” diyerek mektup yazan yetim çocukların çığlığı… Bu zıtlık, insanlığın iflasını göstermektedir.

Tarih Tekerrür Ediyor

Asırlar önce Musa’nın asası Firavun’un saraylarını nasıl titretti ise, bugün de Gazze’nin dar sokaklarında direnişçilerin elinde aynı ruhun izlerini görmek mümkündür. Tanklar, uçaklar, en modern silahlar… Ama karşısında imanla yoğrulmuş bir direniş… Zulüm, her çağda güçlü görünür; fakat tarih şahitlik etmiştir ki her zalim, en çok güçlü olduğunu sandığı anda çöküşün eşiğindedir.
Netanyahu’nun “dünyanın yüzde 95’ini kaybettiği” itirafı, aslında sadece siyasî bir yalnızlık değil, tarihin hükmünün ilanıdır. Çünkü zulüm, hiçbir zaman ebedî olmamıştır.

Sessiz Dünyanın İhaneti

Birleşmiş Milletler’in 80. yılını kutladığı günlerde, kuruluş amaçlarının tam zıddı bir manzaraya şahit oluyoruz. Sözde barışı korumak için kurulan bir teşkilat, soykırımın seyircisi olmuştur. Dünya liderlerinin çoğu konuşur ama yaptırım yoktur; kimi timsah gözyaşı döker, kimi ise “müttefiklik” adı altında katliamın sponsoru olur.
İşte bu noktada tarihin ibret dolu sözü yeniden hatırlanır: “Zulm ile abad olanın, akıbeti berbat olur.”

Vicdanların Mahkemesi

Gazze’de ölen 65 bin masum, enkaz altında bekleyen binlerce cansız beden, açlıktan ölen çocuklar… Bunların her biri, insanlığın mahşer günü şahitleri olacaktır. Zira zulüm sadece işleyenlerin değil, sessiz kalanların da ortak vebalidir.
İspanya Kralı’ndan İtalyan donanmasına, Arap ülkelerinden Türkiye’ye kadar sesler yükseliyor. Ama yetmez. Çünkü zulme karşı susmak, zulmü onaylamaktır.

Son Söz

Gazze bugün sadece Filistin’in meselesi değil, insanlığın vicdan sınavıdır. Bu sınavda kim zalimin yanında durursa tarih onu lanetle anacak, kim mazlumun elinden tutarsa tarihin şerefli sayfalarında yer bulacaktır.
Unutmayalım ki, tarihin en güçlü orduları yıkılmıştır; ama yetimin duası, mazlumun gözyaşı asla karşılıksız kalmamıştır. Gazze’nin çığlığı, bugün kulaklarımızda yankılanıyor:
“Zulüm ile abad olunmaz. Zalimler için yaşasın cehennem!”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 




Gazze İçin Dayanışma Bildirisi ve Çağrı

Gazze İçin Dayanışma Bildirisi ve Çağrı

Bugün Akdeniz’in dalgaları yalnızca gemileri değil, insanlığın vicdanını da taşımaktadır. Küresel Sumud Filosu, Gazze’deki ablukayı kırmak için yola çıkmış; insani yardımın önüne kurşunlar, füzeler ve duvarlar örülse de, vicdanın sesini susturmak isteyenlere meydan okumuştur.
İtalya ve İspanya hükümetleri, donanmalarını harekete geçirerek bu vicdan yolculuğuna kalkan olmuşlardır. Bizler de sesleniyoruz:

Çağrımızdır
• Türkiye, tarihî misyonuna ve vicdani sorumluluğuna uygun olarak derhal Sumud Filosu’na destek vermeli, gerekirse donanmasını bu insani görevin koruyucusu kılmalıdır.
• İslam ülkeleri ve bütün mazlum milletlerin temsilcileri, ortak bir irade ile zulme “Dur!” demeli, insani yardımı uluslararası hukuk zemininde güvence altına almalıdır.
• Dünya kamuoyu, sessizliği bozmalı; açlığa, ilaçsızlığa ve toplu katliama karşı insanlık onurunu savunmalıdır.
Hitabımızdır
Ey insanlık!
Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken, hastaneler yakıt bulamazken, her geçen gün bir nesil toprağa gömülürken sessizlik, zulmün ortağı olmaktır.
Unutmayın: Zulüm ile abad olan, sonunda berbat olur. Tarih, sessiz kalanları değil, mazlumun yanında duranları şerefle anacaktır.
Biz buradan ilan ediyoruz:
Gazze yalnız değildir. Vicdan, Akdeniz’in dalgalarıyla beraber yola çıkmıştır. Gemiler sadece yük değil, insanlığın onurunu taşımaktadır.
Bütün devletlere, özellikle Türkiye’ye sesleniyoruz:
Bugün vazifemiz yalnızca yardım göndermek değil, yardımın güvenliğini sağlamaktır. Donanma gemileri, artık sadece savaşın değil, adaletin kalkanı olmalıdır.
Son Söz
Biz, zulme karşı duran her vicdanla beraber diyoruz ki:
“Zulme rıza, zulümdür. Mazlumun duası, zalimin ordusundan üstündür. Gazze için birleşelim, insanlık için harekete geçelim!”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com