Yahudi Aşırı Unsurların Mescid-i Aksâ Planları:

Yahudi Aşırı Unsurların Mescid-i Aksâ Planları:

  1. Hedef: Üçüncü Tapınak İnşası

Aşırı sağcı bazı Yahudi gruplar (örneğin “Temple Mount Administration”), Mescid‑i Aksâ’yı parçalayarak yerine “Üçüncü Tapınak” inşa etmeyi amaçlıyor  .

1969’da cami minberine kundak girilmesi (Denis Rohan vakası) sonrasında, bu yapı ibadete yasaklanan “tehlikeli mekân” olarak anlatılmış  .

  1. Siyaset Alanı Olarak Kutsal Erişim

Aşırı milliyetçi siyasetçiler (örneğin Itamar Ben‑Gvir), Mescid‑i Aksâ’ya ziyareti sık sık gündeme taşıyor; açıkça sinagog inşa etme niyeti bile dile getiriyorlar  .

Bu gruplar, hem dua alanının hem de güvenlik durumunun değiştirerek statükoyu sarsmayı hedefliyor.

  1. Arkeolojik Tahribat ve Mukaddes Yeri Zayıflatma

Müslümanlar, “arkeolojik kazı” adı altında Mescid‑i Aksâ’nın temeline zarar verildiği görüşünde  .

Kazı alanlarında yapılan çalışmalar, yapı bütünlüğüne yönelik potansiyel tehdit olarak görülmektedir.

🔧 Şu Anda Mescid‑i Aksâ’nın Durumu

Aşırı gruplar nöbet tutuyor, sık sık kabule açık olmayan faaliyetlerde bulunuyor.

İsrail güvenlik güçleri, bu ziyaretçileri kontrol ediyor; ancak statükonun korunması amacıyla bu eylemlere müdahale etmiyor  .

Son dönemde “geçici yasaklar” devreye alınmış: 55 yaş üstü erkekler ve 50 yaş üstü kadınlar dışındakiler içeri alınmıyor  .

Aşırı sağcı siyasetçilerin dolaşımı, statüko ihlali olarak yorumlanıyor; BM ve bölge ülkeleri bunun bir “kırmızı çizgi” olduğunu sıkça vurguluyor  .

🔺 İsrail–İran Gerginliği ve Mescid‑i Aksâ Riski

İran’ın İsrail’e yönelik füze saldırıları artarken, İsrail’in karşılıkları Irak ve İran içindeki hedeflere yöneldi  .

Bu askeri gerilim Mescid‑i Aksâ’ya doğrudan yapısal zarar anlamına gelmese de:

Tetiklenebilecek provokasyonlar,

Statükoya uyumsuz politikalar,

Bölgesel gerilimin fitilini ateşleyebilir.

Zira Mescid‑i Aksâ, Doğu Kudüs’te iki milletin ve dinin en hassas ve sembolik kesişme noktasında yer alıyor.

İran saldırıları yükseldikçe, aşırı gruplar “bu bir fırsat” gibi davranarak statüyü çiğneyebilir. Bu da büyük çaplı bir mezhep çatışmasına dönüşebilir.

🕯️ İbretle Düşünülmesi Gereken Noktalar

  1. Tarihî statü, Mescid‑i Aksâ için hem kutsal hem kırılgandır. İhlali mezhepsel infial doğurur.
  2. Aşırı Yahudi grupların Üçüncü Tapınak iddiaları gerçek bir projedir, fakat yaygın Yahudi otoritesi bu hedefi resmî politika olarak desteklemez  .
  3. İsrail–İran savaşında Mescid‑i Aksâ doğrudan hedef alınmasa da, provokatif faaliyetlere dönüşebilir – özellikle güvenlik boşluğu olduğunda.
  4. Bölgedeki statüko, uluslararası toplum ve BM kararlarıyla gündemde. Aşırı eylemler, sadece Filistin halkına değil, tüm Müslüman dünyaya kırmızı çizgi olarak kabul edilir.

🌿 Özet:

Yahudi aşırı sağ: Mescid‑i Aksâ’nın yıkılması ve Üçüncü Tapınak inşası hedefiyle örgütlü zihniyetlere sahip. Bu gruplar ziyaret ve siyasi etkinliklerle statüyü sarsmaya çalışıyor.

Şu anda korunan statü: Müslüman yönetimi ile kontrol edilen statüye rağmen, İsrail güvenliği tarafından kısmi kısıtlamalar yapılıyor.

Savaş riski: İsrail ve İran arasındaki çatışma Mescid‑i Aksâ’nın doğrudan hedef alınması anlamına gelmese de, trafik sıkışıklığı ve güvenlik boşluğu durumunda büyük çatışmaya dönüşebilir.

Bu yapı, tarihî ve dinî açıdan hem kutsal hem kırılgan oluşuyla, küresel bir kırmızı çizgi olarak görünüyor.

 




EVRAD VE EZKAR-2-

EVRAD VE EZKAR-2-

Kur’ân-ı Kerîm’de dünyevî ihtiyaçların (rızık, şifa, bereket, huzur, korunma vb.) husulü ve kabulü için bazı ayetler, dualar ve sureler, alimler ve evliyaullah tarafından tecrübe edilmiş ve belirli zamanlarda okunmaları tavsiye edilmiştir. Kur’an’ın her ayeti şifa, rahmet ve berekettir; ancak bazı ayetlerin belirli maksatlar için okunması, tasavvufî gelenek ve manevî tecrübe ile şekillenmiştir.

  1. Rızık ve Bereket İçin Ayetler
  2. Vâkıa Suresi (56. Sure)

Maksat: Fakirlikten kurtulmak, rızık genişliği.

Ne zaman: Her gece (özellikle yatsıdan sonra).

Kaç kere: Günde 1 kez.

Hadis: “Vakıa Suresini okuyan fakirlik yüzü görmez.” (Beyhakî)

  1. Talâk Suresi 2-3. Ayetler

> وَمَنْ يَتَّقِ ٱللَّهَ يَجْعَل لَّهُۥ مَخْرَجًۭا
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ

Maksat: Rızık kapılarının açılması, sıkıntıdan kurtuluş.

Ne zaman: Sabah ve akşam.

Kaç kere: 7 veya 21 kere.

  1. Şifa ve Hastalıktan Kurtulmak İçin
  2. Fâtiha Suresi (1. Sure)

Maksat: Maddî ve manevî şifa.

Ne zaman: Hastanın başında veya içilen suya okunup verilerek.

Kaç kere: 7 kere.

  1. Ayetü’l-Kürsî (Bakara 255. Ayet)

Maksat: Korunma, nazardan ve cinlerden muhafaza, şifa.

Ne zaman: Sabah-akşam, özellikle uyumadan önce.

Kaç kere: 1, 3 veya 7 defa.

  1. Tevbe Suresi, 14. Ayet (Şifa ayeti)

> وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍۢ مُّؤْمِنِينَ

Maksat: İç sıkıntısı, stres, ruhsal bunalım.

Kaç kere: 3 veya 7 defa.

  1. Borçtan Kurtulmak ve Geçim Darlığına Karşı
  2. Ali İmran 26-27. Ayetler

> قُلِ ٱللَّهُمَّ مَـٰلِكَ ٱلْمُلْكِ…

Maksat: Borçtan kurtulmak, malda artış, mülk ve bereket talebi.

Ne zaman: Sabah namazı sonrası.

Kaç kere: 7 veya 11 defa.

  1. Korunma ve Güvenlik İçin
  2. Felak ve Nâs Sureleri

Maksat: Kötülüklerden, sihir ve hasetten korunma.

Ne zaman: Sabah-akşam, uyumadan önce.

Kaç kere: 3 kere.

  1. Bakara Suresi, 286. Ayet Sonu (La yükellifullâhu nefsen… ile biten)

Maksat: Zorluk ve sıkıntılarda teslimiyet, ilahî yardım.

Ne zaman: Gece yatarken.

Kaç kere: 1 kere.

  1. Dua Kapılarının Açılması İçin
  2. Enbiya Suresi, 87. Ayet (Hz. Yunus’un duası)

> لَآ إِلَـٰهَ إِلَّآ أَنتَ سُبْحَـٰنَكَ إِنِّى كُنتُ مِنَ ٱلظَّـٰلِمِينَ

Maksat: Umutsuzluk, zorluk anlarında dua kapılarının açılması.

Ne zaman: Her vakit.

Kaç kere: 40, 100 veya 313 defa.

  1. Bakara 186. Ayet

> وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِى عَنِّى…

Maksat: Duanın kabulüne yönelik niyetle.

Ne zaman: Dua öncesi.

Kaç kere: 3 defa okunabilir.

  1. İstediği Bir Şeyin Gerçekleşmesi İçin
  2. İsrâ Suresi, 80. Ayet

> وَقُل رَّبِّ أَدْخِلْنِى مُدْخَلَ صِدْقٍ

Maksat: İş, evlilik, yolculuk gibi başlangıçlar için.

Kaç kere: Sabah 7 kere.

Özel Tavsiyeler:

Salavat-ı Şerîfe: Her duadan önce ve sonra 7 veya 11 salavat getirmek, duanın kabulünü celbeder.

“Ya Fettah, Ya Rezzâk” gibi Esmaü’l-Hüsna ile yapılan zikirler de dünyevî kapıları açan tecrübeli virdlerdendir.

🌿 Özet:

İhtiyaç Ayet/Sure Zaman Miktar

Rızık ve bereket
Vakıa Suresi,
Talak 2-3
Gece/Sabah-Akşam 1 – 21 kere
Şifa Fatiha, Ayetü’l-Kürsî, Şifa Ayetleri Sabah-Akşam, hastalıkta 3 – 7 kere
Borç ve geçim darlığı Âl-i İmran 26-27 Sabah 7 – 11 kere
Korunma Felak-Nâs, Ayetü’l-Kürsî Sabah-Akşam, yatarken 3 kere
Dua kapısı açılması Enbiya 87, Bakara 186 Her vakit 40 – 313
Başlangıçta kolaylık İsra 80 Sabah, yeni işlerde 7 kere

******

Kur’ân-ı Kerîm’de dünyevî ihtiyaçların husûlü ve kabulü için okunabilecek bazı ayetler, dualar ve sûreler, hem İslâmî gelenekte hem de ulemanın tavsiyelerinde yer almıştır. Ancak unutulmamalıdır ki, Kur’an hem bir dua kitabı hem bir hidayet rehberidir. Dualar da bir niyaz ve teslimiyet halidir, Allah’ın takdiri her şeyin üstündedir. Yine de bazı ayetlerin tecrübî olarak dünyevî maksatlar için de istifadeye vesile olduğu bilinmektedir. Aşağıda bu konuda meşhur bazı ayetler, sureler ve tavsiyeler yer almaktadır:

📜 1. Ayetü’l-Kürsî (Bakara, 2/255)

Maksat: Korunma, rızık, sıkıntılardan kurtuluş

Okuma zamanı: Sabah-akşam, namaz sonrası, gece yatarken

Okuma adedi: 1 veya 3 kere

Özelliği: Hadislerde “kim sabah-akşam okursa ona zarar gelmez” buyrulmuştur.

📜 2. Hasbiyallahu Lâ ilâhe illâ Hû (Tevbe, 9/129)

> وَإِن يَتَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ ٱللَّهُ لَآ إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ ۖ وَهُوَ رَبُّ ٱلْعَرْشِ ٱلْعَظِيمِ

Maksat: Sıkıntılardan kurtulmak, işlerin kolaylaşması

Okuma adedi: 7 kere sabah-akşam (Bazı rivayetlerde sabah-akşam 7 defa okuyan kimseye Allah yeter)

Okuma zamanı: Özellikle zorluk anlarında, yeni iş başlangıcında

📜 3. İnşirah Suresi (Elem Neşrah…)

Maksat: Sıkıntıdan kurtulmak, ferahlık ve kolaylık istemek

Okuma adedi: 7 veya 41 defa

Okuma zamanı: Sıkıntı zamanlarında, sabah veya gece

📜 4. Vâkıa Suresi (56. Sure)

Maksat: Bol rızık, bereket, geçim kolaylığı

Okuma zamanı: Her gece yatsıdan sonra (İbn Mesud radıyallahu anh rivayetiyle meşhurdur)

Okuma adedi: Her gün 1 defa, dileyen 3 defa da okuyabilir

📜 5. Yâsîn Suresi

Maksat: Her türlü dünyevî ve uhrevî murat için

Okuma zamanı: Sabah erken vakit veya hacet anında

Okuma şekli: “Yâsîn” harfi yâ ile başladığı için “Yâ-Sîn” (Ey İnsan) anlamında dua niyetiyle okunur.

📜 6. Feth Suresi (İnnâ fetahnâ…)

Maksat: İşlerin açılması, zafer, başarı, kapalı işlerin çözülmesi

Okuma zamanı: Sabah namazı sonrası 1 defa (veya 7 defa)

Okuma adedi: 1, 3 veya 7 kere

📜 7. Hacet Duası (Al-i İmrân 3/26-27)

> قُلِ ٱللَّهُمَّ مَـٰلِكَ ٱلْمُلْكِ…

Maksat: İhtiyaçların giderilmesi, sıkıntıdan kurtuluş, maddî-manevî yardım

Okuma zamanı: Teheccüd sonrası, hacet namazı sonrası

Okuma adedi: 7 defa veya 11 defa

📜 8. İhlâs, Felâk ve Nâs Sûreleri

Maksat: Her türlü şerden korunmak, huzur ve emniyet

Okuma zamanı: Sabah-akşam, uyumadan önce

Okuma adedi: 3’er defa

📜 9. “Rabbi inni limâ enzelte ileyye min hayrin fakîr” (Kasas, 28/24)

Maksat: Rızık, eş, iş, yardım istemek

Okuma zamanı: Gün içinde sıkça

Okuma adedi: 100 defa (niyetle birlikte)

📜 10. Salavat-ı Şerife

Maksat: Dua kapılarının açılması, hacetin kabulü

Hadis: “Bana salavat getirenin duası kabul olur.” (Tirmizî)

Okuma adedi: 11, 100, 313 veya 1000 defa

🌙 Dünyevî İhtiyaçlar İçin Uygulanabilecek Usûlî Bir Yöntem:

  1. 2 Rekat Hacet Namazı kılınır. (Niyet: Dünyevî ihtiyaç)
  2. Namaz sonrası:

11 defa Salavat

7 defa İnşirah Suresi

7 defa Hasbiyallahu lâ ilâhe illâ Hû… (Tevbe 129)

1 defa Vâkıa Suresi (veya 3 defa)

  1. Eller açılır ve hacet dua ile arz edilir.
  2. Sonunda tekrar 11 defa Salavat getirilir.

🧭 Dikkat Edilmesi Gerekenler:

Okunan ayet ve duaların anlamı bilinerek okunması kalbe daha tesir eder.

İstikrarlı ve sabırlı olunmalıdır. Dua bir teslimiyettir, emir değil.

Duadan sonra Allah’a tevekkül, sebeplere sarılma ve rızaya razı olma gerekir.

📌 Özet:

Kur’ân-ı Kerîm’de dünyevî ihtiyaçlar için okunabilecek bazı ayetler ve sûreler tecrübe ve rivayetle sabittir. En çok okunanlar arasında Ayetü’l-Kürsî, Tevbe 129, İnşirah, Vâkıa, Yâsîn, Feth, İhlâs-Felâk-Nâs gibi sûre ve ayetler yer alır. Belirli vakitlerde, özellikle sabah-akşam, hacet namazı sonrası ve teheccüde bu dualarla yönelmek, sabırla devam etmek mühimdir. Dua ederken Allah’a teslimiyetle yaklaşmak, hem dünyevî hem uhrevî fayda getirir.

********

Dünyevi İhtiyaçlar İçin Kur’an Ayetleri ve Dua Programı
1. Ayetü’l-Kürsî (Bakara, 2/255)
Maksat: Korunma, rızık, sıkıntılardan kurtuluş
Okuma: Sabah-akşam, namaz sonrası, gece yatarken – 1 veya 3 kere
2. Hasbiyallahu lâ ilâhe illâ Hû (Tevbe, 9/129)
Maksat: Sıkıntılardan kurtulmak, işlerin kolaylaşması
Okuma: Sabah-akşam 7 kere
3. İnşirah Suresi
Maksat: Ferahlık ve kolaylık
Okuma: 7 veya 41 defa
4. Vâkıa Suresi
Maksat: Rızık ve bereket
Okuma: Her gece yatsıdan sonra 1 defa
5. Yâsîn Suresi
Maksat: Genel hacetler
Okuma: Sabah erken vakit veya hacet anında
6. Feth Suresi
Maksat: Başarı, işlerin açılması
Okuma: Sabah namazı sonrası 1, 3 veya 7 kere
7. Hacet Duası (Al-i İmrân 3/26-27)
Maksat: İhtiyaçların giderilmesi
Okuma: 7 veya 11 def

 




Zihniyet Sorunu: Aidiyet Krizi

Zihniyet Sorunu: Aidiyet Krizi

Bir milletin parlamentosunda görev yapan bir vekilin, milletin tarihiyle, hafızasıyla ve ortak vicdanıyla bu derece ters düşmesi bir zihniyet buhranıdır. Bahsi geçen sözde “soykırım” iddialarını dillendirmek, sadece tarihî hakikate değil, bu milletin meclisinde bulunma iradesine de ihanettir.

Bu bir görüş değil, bir paradigma çatışmasıdır:
Bir taraf; “Ben bu milletin değerlerine bağlıyım” derken,
Diğeri; “Ben bu milletin kodlarını yıkmakla görevliyim” diyor.

📌 2. Tarih Tasfiyesi: Mazlumdan Zalim Üretmek

1915 olayları üzerinden Türkiye’yi soykırımla suçlamak, Batı merkezli bir tarih algısının ürünü olup, 100 yıl süren bir algı operasyonunun taşeronluğudur.

Oysa arka planda Osmanlı’nın yedi cephede ölüm kalım savaşı verdiği, bazı Ermeni komitelerinin Rus ordularıyla iş birliği yaptığı, yüz binlerce Müslümanın da katledildiği gerçeği görmezden gelinir.

Bu yaklaşım, kurbanları değil, kurguları kutsayan bir zihniyetin eseridir.

📌 3. MOSSAD Gerçeği: İçerideki İsrail’in Gölgesi

İkinci örnekte ise; Türkiye’nin MOSSAD operasyonları, görünürde dışa yönelik olsa da asıl hedefin içerideki nüfuz unsurları olduğunu göstermektedir. Devletin güvenlik mekanizmalarının içine sızmış, toplumu manipüle eden, stratejik kurumları yönlendiren bu yapılar, bir milletin ruh kökünü kurutmaya çalışan ‘sessiz işgal unsurlarıdır.’

İsrail, İran’a füze atarken, aslında tüm bölgeye psikolojik, siyasal ve dijital füze atmaktadır.
Türkiye de bunların içerdeki uzantılarını tesbit edip temizlemekle meşguldür. Ama asıl soru şudur:

> “Devlet operasyon yapar. Peki millet, zihnini ve gönlünü nasıl korur?”

📌 4. Eğitimle, Kültürle, Hakikatle Mücadele

Bu zihniyetle mücadele, sadece istihbarat operasyonlarıyla değil, fikrî, kültürel ve ilmî bir direnişle mümkündür.

Hakikatin sesi medya ve eğitimde yükselmedikçe,

Tarih, sahte kahramanlara değil, gerçek şehitlere dayandırılmadıkça,

Milletin evlatları, vatanı sadece sınır değil, şuur meselesi olarak görmedikçe,

Zihniyet savaşı sürer.

📌 Özetle:

Türkiye’nin asıl meselesi dış düşman değil, içerdeki zihniyet ayrışmasıdır.

Milletin kalbine ve hafızasına zıt duran bir bakış açısı, meclise girdiğinde bu artık siyasî değil, medeniyet meselesidir.

Asıl tehdit; sınır ötesinden değil, düşünce içimizden geldiğinde başlar.

Gerçek zafer, zihni ve vicdanı işgalden kurtarmaktır.

 




MEHİR

MEHİR

Hanefî mezhebine göre mehir (mehr), evliliğin hukuken geçerli bir sonucu ve kadının evlilik sebebiyle hak kazandığı maddî bir haktır. Mehir, nikâh akdi ile erkeğin kadına vermesi gereken mal ya da değeri olan bir şeydir. İslam hukukunda “mehr” kadının mali hakkı olarak tanımlanır.

Aşağıda Hanefî mezhebine göre mehir meselesi ana hatlarıyla açıklanmıştır:

  1. Mehrin Tanımı Mehir, evlilik akdi nedeniyle erkeğin kadına vermeyi taahhüt ettiği bir maldır. Bu, para, ziynet, ev, arsa gibi mal varlığı niteliğinde olan her şey olabilir. Mehir, kadının şahsî hakkıdır ve ona aittir.
  2. Mehrin Hükmî Niteliği Hanefî mezhebine göre mehir vaciptir, yani nikâh akdinin bir şartı olmasa bile sonuç olarak kadının lehine doğar. Nikâh kıyıldığında mehrin miktarı belirtilmese bile kadın evlilikle birlikte mehir hakkı kazanır. Buna mehr-i misil (emsal mehir) denir.
  3. Mehir Türleri
  4. a) Mehr-i müsemma (Belirlenmiş mehir): Nikâh sırasında miktarı açıkça belirlenen mehirdir.
  5. b) Mehr-i misil (Emsal mehir): Nikâhta mehir belirlenmemişse veya batıl bir şekilde belirlenmişse, kadına benzer durumdaki kadınların aldığı mehir miktarına göre takdir edilen mehirdir.
  6. Mehir Ne Zaman Ödenir?

Hanefîlere göre mehir ikiye ayrılır:

Mehir-i muaccel (hemen ödenen mehir): Nikâhtan sonra kadının hemen talep edebileceği miktardır. Evlilik gerçekleşmeden kadının teslim olmasına (zifaftan önce birlikte olmaya) bağlı değildir.

Mehir-i müeccel (sonra ödenecek mehir): Evliliğin ileri bir safhasında veya boşanma, ölüm gibi durumlarda ödenmek üzere ertelenen mehir türüdür.

Mehirin tamamı, cinsel ilişki (zifaftan) sonra kadının kesin hakkı olur. Ancak zifaftan önce boşanma gerçekleşirse, belirlenen mehrin yarısı verilir (Bakara 2/237).

  1. Mehirin Miktarı

Hanefî mezhebinde mehrin alt sınırı 10 dirhem (yaklaşık 30 gram gümüş) olarak kabul edilir. Üst sınır ise sınırlanmamıştır. Ancak çok yüksek mehirleri belirlemek dinen hoş karşılanmaz (bkz. hadislerde ifratın sakıncaları belirtilir).

  1. Mehirin Ödenmemesi Durumu

Eğer erkek mehir borcunu yerine getirmezse, kadın bunu talep edebilir. Hanefî mezhebine göre kadın, mehir ödenene kadar cinsel ilişkiyi reddetme hakkına da sahiptir. Ayrıca mehir, bir borç hükmündedir ve borç gibi miras bırakılır, mirasta alacaklı sırasına konulur.

  1. Mehirin Affedilmesi

Kadın, mehrinden tamamıyla veya kısmen feragat edebilir. Bu, kadının kendi rızasıyla yaptığı bir bağış (hibe) olur ve geçerlidir (Nisâ 4/4: “Eğer size mehrinden bir şey bağışlarsa, onu afiyetle yiyin”).

Kur’ân-ı Kerim’de mehir konusu özellikle şu ayetlerde geçer:

“Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin…” (Nisâ, 4/4)

“Eğer onları, kendilerine dokunmadan ve mehir belirlemeden boşarsanız, size bir vebal yoktur.” (Bakara, 2/236)

“Onlara dokunmadan önce boşarsanız, belirlenen mehrin yarısı vardır.” (Bakara, 2/237)

  1. Mehirin Hikmeti

Mehir, İslam’da kadının onurunu, evliliğe değerini ve ekonomik güvenliğini temin eden bir teminat unsuru olarak değerlendirilir. Aynı zamanda erkeğin evliliğe sorumlulukla yaklaşmasını sağlar.

Sonuç:

Hanefî mezhebine göre mehir:

Evliliğin bir sonucu olarak vaciptir.

Mal niteliğinde herhangi bir şey olabilir.

Belirlenmişse mehr-i müsemma, belirlenmemişse mehr-i misil uygulanır.

Zifaftan önce boşanma olursa yarısı verilir.

Kadının rızasıyla affedilebilir ama bu zorla alınamaz.

Mehir bir borç olup, ödenmemesi hâlinde kadın bunu mahkeme yoluyla da talep edebilir.

 




Sessiz Mirasın Çözülüşü: İlahiyat Camiasının Çocukları Neden Aynı Yolu Takip Etmiyor?

Sessiz Mirasın Çözülüşü: İlahiyat Camiasının Çocukları Neden Aynı Yolu Takip Etmiyor?

İlahiyat camiası, İslamî ilimlerin akademik düzeyde işlendiği, tefekkür ve tahkikin merkezinde yer alan müstesna bir alandır. Bu camiada yıllarca emek vermiş akademisyenler, öğretim görevlileri, vaizler, araştırmacılar; kitaplar arasında ömür geçirmiş, öğrenciler yetiştirmiş, makaleler yazmış ve kürsülerden hakikati dillendirmiştir. Ancak garip bir tezat yaşanır:
İlahiyatla hemhâl olmuş nice ilim adamının evladı, aynı yolda yürümemekte; ya dine karşı mesafeli olmakta ya da başka mecralara yönelmektedir. Bu durum bir “ilgi kayması” değil; bir aktarım bozukluğu, bir temsil kırılması, bir hikmet yitimidir.

Peki ama neden? Ve daha da önemlisi, ne yapılmalı?

  1. İlimle İrfanın Ayrılması: Bilgi Var, Hikmet Yok

İlahiyat camiasında yoğun bir akademikleşme süreci yaşanmıştır. Lakin her akademik bilgi, gönle hitap etmez. İlahiyatçının evladı, evde kelâmî tartışmalar duyar ama Allah’la kalbî bir bağ görmezse; fıkhî hükümler konuşulur ama ahlâkî yumuşaklık hissedilmezse; ilim konuşulur ama ibadet yaşanmazsa, çocuk zihin olarak bilgiye yakın, ama ruh olarak uzak olur.

Bu da şu sonucu doğurur:
“Babam çok şey biliyor ama az yaşıyor.”

İlim ile irfan ayrıldığında, çocuk ilmi değil; irfansızlığı terk eder.

  1. Sözde Din, Hâlde Yokluk: Temsildeki Zaaf

Pek çok İlahiyat mensubu evde çocuklarına İslam’ı sözle öğretmeye çalışır. Ama çocukların gönlüne din, nasihatle değil, şefkatle iner. Eğer evde sürekli eleştiren bir dil varsa, bağıran bir baba, sert bir anne varsa; çocuk İslam’ın rahmet yüzünü değil, kuralcı yüzünü görür. Bu da onu uzaklaştırır.

Unutulmamalıdır ki çocuk, dini babasının ya da annesinin ilminden değil, yüzündeki huzurdan, dilindeki edep ve şefkatten tanır.

  1. Dinî Mesleklerin Toplumdaki İtibarsızlaşması

Bir başka etken de şudur: Bugünün gençliği, sosyal prestij ve kazanç kriterleri üzerinden meslek seçiyor. Ne yazık ki İlahiyatla ilgili meslekler (imamlık, öğretmenlik, akademisyenlik) toplumda yeterince değer görmeyince, çocuklar da bu yolu “ikinci sınıf” olarak anlıyor. Babasının bütün ömrünü verdiği alanda maddî sıkıntı çektiğini gören çocuk, bu mesleğe gönülsüz yaklaşıyor.

Yani mesele sadece dinî aidiyet değil; gelecek kaygısının da bir izdüşümüdür.

  1. Ailede Serbestlik Maskesi Altında İlgisizlik

İlahiyat camiasındaki bazı ebeveynler, “çocuğun tercihine karışmayalım” diyerek manevî rehberlik yapmaktan çekinir. Serbestlik ile başıboşluk karıştırılır. Çocuk sorgular, yönelir, sorular sorar; ama anne-baba bu soruları cevaplamaya ya da birlikte yürümeye hazır değildir.
Bu da çocukta yönsüzlük, kopukluk ve boşluk oluşturur. O boşluğu başka ideolojiler, başka akımlar, başka hayat tarzları doldurur.

  1. Zamanın Ruhu Kaçırılıyor: Çağa Hitapta Eksiklik

Günümüz gençliği hız, teknoloji ve etkileşim çağında yaşıyor. Onların soruları artık farklı:

Allah’ı neden göremiyoruz?

Din neden bireysel değil?

Evrimle İslam çelişir mi?

Yapay zekâ, insanın yerine geçerse dinin hükmü ne olur?

Ama İlahiyat camiası bu tür soruları ya duymuyor ya da klasik cevaplarla geçiştiriyor. Gençlikse tatmin olmayınca uzaklaşıyor.

Çözüm Yolları:

  1. İlimle İrfanı Birleştirmek:
    İslamî ilimlerin yanında kalbî derinlik, manevî atmosfer ve hikmet merkezli yaklaşım evde yaşatılmalı.
  2. Çocuğa Rehber Olmak, Baskıcı Değil Yol Gösterici Olmak:
    Ne zorlama ne boş bırakma. Onun sorularına kulak veren, onunla beraber arayan bir ebeveyn olmak.
  3. Manevî Eğitim Evde Başlamalı:
    Namazı birlikte kılmak, Kur’an’ı birlikte okumak, dua ile günü kapatmak… Bu sade ama tesirli adımlar manevî bir bağ kurar.
  4. İlahiyatın Toplumdaki İtibarını Güçlendirmek:
    Toplumda bu alanın değerini yeniden inşa etmek, başarı örneklerini çocuklara göstermek, dinî ilimlerin geleceğe yön verdiğini hissettirmek gerekir.
  5. Gençlerin Sorularına Hazırlıklı Olmak:
    Yeni neslin meselelerini ciddiye almak, klasik ezberleri değil, güncel çözüm yollarını sunmak gerekir. Bu noktada Risale-i Nur gibi akıl-vahiy dengesini kuran kaynaklara yönelmek, büyük bir imkândır.

Sonuç ve İbret:

İlahiyat camiası, İslamî düşüncenin akademik omurgasını taşır. Fakat omurganın güçlü olması, vücuda ruh verilmedikçe işe yaramaz. Bu camiada yetişen çocuklar da sadece ilmi değil, irfanı, muhabbeti ve samimiyeti görmeye muhtaçtır.

Aksi hâlde din sadece bir bölüm, bir kariyer, bir geçim vasıtası gibi görünür; ruhunu kaybeder.
Evde yaşanmayan bir İslam, çocuk için sadece kitapta kalan bir bilgi olur. O bilgi ise kalbe ulaşmaz, hayatı dönüştürmez.

Özet:

İlahiyat camiasında görev yapan ebeveynlerin çocukları çoğunlukla aynı yolu takip etmemekte, farklı mecralara yönelmektedir. Bunun sebepleri arasında ilim ile irfanın ayrılması, temsilde zaaf, meslekî itibarsızlık, rehberlik eksikliği ve çağın ruhuna hitap edememe yer almaktadır. Çözüm ise ilimle birlikte hikmeti yaşamak, çocuklara sadece bilgi değil sevgi vermek, çağdaş sorulara sahih cevaplar sunmak ve manevî bağı güçlendirmektir. Din yaşanmazsa aktarılmaz; yaşatılmazsa yaşatamaz.

 




Miras Kaybı: Neden Dindar Ailelerin Çocukları Aynı Yolu Sürdürmüyor?

Miras Kaybı: Neden Dindar Ailelerin Çocukları Aynı Yolu Sürdürmüyor?
“Dün mukaddesatla yanan evlerde, bugün dünya sevdasına tutuşan gençlik neden çoğaldı?”

Muhafazakâr ve dindar aileler, genellikle çocuklarını “salih bir nesil” olarak yetiştirmeyi gaye edinir. Anne-babalar sabah namazlarında dua eder, evlerde ilmihal okunur, camiyle gönül bağı kurulur, sohbetler yapılır. Ancak zaman içinde gözlenen çarpıcı bir gerçeklik vardır:
Birçok dindar ailenin çocuğu, ailesinin yolundan sapmamakla birlikte aynı yolda yürümemekte, ya dine ilgisiz ya da sadece şekilci kalmakta; hatta bazıları inançla ciddi şekilde mesafe koymaktadır.

Bu, sadece bir ferdi değişim değil; toplumun manevî aktarım sisteminde yaşanan bir kırılmanın ve irfan boşalmasının habercisidir.

  1. Muhafazakârlık: Şekil mi, Şuur mu?

Çoğu dindar aile, dinin şekil yönünü öne çıkarmakta; kıyafet, görünüş, ibadet ritüellerine odaklanmaktadır. Oysa çocuk, bu ritüellerin mana boyutunu kavrayamazsa, zamanla şu kanaate varır:
“Din sadece bir şekilden ibaretmiş.”

O şekli de hayatına uyduramayınca ya terk eder ya da göstermelik yaşar.

Şekil, ancak şuurla birleşirse tesir eder. Aksi hâlde dışını koruyan ama içi boşalan bir kalıp haline gelir.

  1. Dine Dayatma Değil, Davet Olmalıydı

Birçok muhafazakâr ebeveyn, “din elden gidiyor” endişesiyle çocuğa sert, emirvari ve baskıcı bir dille yaklaşıyor.

Yapamazsın,  edemezsin, konuşamazsın,  utanmalısın gibi emri vaki ifadeler;
Bu tarz bir yaklaşım, çocuğun ruhunu boğar. Dine ait her unsur, bir “baskı aracı” gibi anlaşılır. Oysa din, fıtratla uyumlu bir rahmet yoludur; zorla değil, gönülle yaşanır.

  1. Temsilin Yetersizliği: “Yaşanmayan Din” Sorunu

Dindar ebeveynin en büyük imtihanı, anlattığı değerleri yaşamamasıdır.

Ahlâk anlatılır, ama öfke patlamaları yaşanır.

Tevazu öğretilir, ama kibir gösterilir.

Kul hakkı anlatılır, ama iftira, gıybet, hakaret evde dolaşır.

Bu çelişkiyi gören çocuk, şu sonuca varır:
“Demek ki bu anlatılanlar sadece başkalarına söylenmek için, yaşamak için değil.”

Çocuk, gözleriyle gördüğüne inanır. Dindar ailede samimiyet varsa, o çocuk asla kökten kopmaz. Ama sadece şekil varsa, rüzgâr ilk estiğinde savrulur.

  1. Dünyevilik ve Rekabetin Evleri İşgali

Artık dindar evler de dünyevileşti.
Evde konuşulanlar:

Hangi çocuk daha iyi üniversitede?

Kim daha fazla maaş alıyor?

Hangi eşya alındı, hangi tatil yapıldı?

Bu ortamda çocuklar, dinî değerleri değil, dünyevî başarıyı merkeze alıyor. Zihninde şu denklem oluşuyor:
“İyi bir Müslüman olmak değil, başarılı bir birey olmak önemli.”

Böylece maneviyat, lüksün ve başarı yarışı içinde eziliyor.

  1. Sorulara Cevap Verilememesi: Sorgulayan Nesil Boşlukta

Bugünün gençliği artık daha çok soru soruyor:

“Allah varsa neden kötülük var?”

“Evrim dine aykırı mı?”

“Diğer dinler neden yanlış?”

“Niye başörtüsü takmak zorundayım?”

Bu sorulara ya “sus!” deniyor, ya da “imanın zayıf!” gibi ithamlarla karşılık veriliyor. Bu cevaplar tatmin etmediği için çocuklar sosyal medyada, ateist forumlarda veya bilinçsiz arkadaş çevrelerinde karşılık arıyor.

Oysa bu sorular yoldan çıkmanın değil, yola girmenin kapılarıdır. Doğru yönlendirilirse çocuk, hem aklen hem kalben dine daha da sarılır.

  1. Zamanın Ruhu Kaçırılıyor: Geleneksel Dil, Dijital Çağa Hitap Etmiyor

Muhafazakâr aileler hâlâ klasik anlatım yöntemleriyle çocuklarını eğitmeye çalışıyor: Sadece;

Nasihat
Yasak
Taklit

Oysa bu çağın çocuğu dinlemekten ziyade , keşfetmek istiyor. Dinî hakikatlerin sunumu artık hikmetle, hikâyeyle, dijital içerikle, deneyimle, diyalogla olmalı. Aksi takdirde, eski yöntemle yeni nesil kazanılamaz.

Çözüm Yolları:

  1. Dindarlığı Güzellik Üzerine Kurmak:
    Din korkutmakla değil, sevdirmekle öğretilmeli. Allah korkusu yerine Allah sevgisi merkeze alınmalı.
  2. Dini Yaşayan, Samimi Ebeveyn Olmak:
    Çocuğun gözünde “güvenilir, merhametli, şeffaf” bir dini temsil sunan anne-baba olmak.
  3. Dua ile Eğitim Arasında Köprü Kurmak:
    Dini sadece kitaplarda değil, hayatın içinde göstermek. Beraber dua etmek, infak etmek, sabrı yaşamak…
  4. Sorgulamaya Açık Olmak:
    Çocuğun sorduğu her soruyu bir tehdit değil, bir tebliğ fırsatı bilmek. Risale-i Nur gibi eserlerle akıl-vahiy dengesini ona yaşatmak.
  5. Dijital Çağın Diline Uyum Sağlamak:
    Dinî anlatımı görsel, sesli ve etkileşimli hâle getirmek. Hikâyeler, filmler, oyunlar, kısa içerikler üretmek.

Sonuç ve İbret:

Bir nesil, dindar anne babanın dizinin dibinde yetişmiş olabilir. Ama o çocuklar, samimiyet yerine şekil; sevgi yerine baskı; hikmet yerine yasak görünce, dinin manasını kavrayamaz.

Unutmayalım ki Hz. İbrahim bir putperestin çocuğuydu; ama tevhide ulaştı. Hz. Nuh’un oğlu peygamber evindeydi; ama kurtulamadı. Asıl olan, ortam değil, rehberliktir. Asıl olan, aktarılmak değil, yaşatılmaktır.

Özet:

Muhafazakâr ve dindar ailelerin çocukları, genellikle aynı yolu sürdürmemekte; farklı yönelimlere kaymaktadır. Bunun başlıca sebepleri, dindarlığın şekilciliğe indirilmesi, temsil eksikliği, baskıcı yöntemler, dünyevileşme, dijital çağın diline hitap edememe ve gençlerin sorularına sağlıklı cevap verilememesidir. Çözüm ise dini sevdiren bir atmosfer kurmak, samimiyeti yaşatmak, akla ve kalbe hitap eden yöntemlerle rehberlik etmektir. Dindarlık zorla değil, gönülle sürer; miras kalmaz, örnek olunarak kazanılır.

 




EVRAD VE EZKAR-1-

EVRAD VE EZKAR-1-

Kur’ân-ı Kerîm, sadece dünyevî değil aynı zamanda uhrevî ihtiyaçların da en büyük ilacıdır. Kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiyesi, günahların affı, takva, sabır, teslimiyet, cennet ümidi, cehennem korkusu, Allah rızasını kazanma ve marifetullah gibi uhrevî maksatlara ulaşmak için okunabilecek ayetler, sureler ve zikirler; alimler, arifler ve evliyaullah tarafından tecrübe edilmiş ve tavsiye edilmiştir.

🌟 1. Tövbe ve Mağfiret İçin Ayetler

  1. Âl-i İmrân 135-136. Ayetler

> “Günah işlediklerinde veya nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler…”

Maksat: Tövbe, bağışlanma ümidi.

Ne zaman: Günah hatırlandığında, gece vakitlerinde.

Kaç kere: 3-7 kere, ardından istiğfar ve dua.

  1. Zümer Suresi 53. Ayet

> “Ey kendilerine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…”

Maksat: Affedilme ümidi, kalp huzuru.

Ne zaman: Seher vakti, günah sonrası.

Kaç kere: 11 kere, ardından istiğfar.

🌟 2. Takva, Sabır ve Nefisle Mücadele İçin

  1. Şems Suresi 9-10. Ayetler

> “Nefsini arındıran gerçekten kurtuluşa ermiştir.”

Maksat: Nefis terbiyesi, manevî temizlik.

Ne zaman: Sabah namazı sonrası, itikafta.

Kaç kere: 7 kere.

  1. Bakara 286. Ayet Sonu (dua kısmı)

> “Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma…”

Maksat: Manevi yüklerin hafiflemesi, sabır ve af.

Ne zaman: Gece yatarken, zorluk anlarında.

Kaç kere: 1-3 kere.

🌟 3. Allah’a Yakınlık ve Marifet İçin

  1. Bakara 2. Ayet

> “Bu kitap, müttakiler için bir rehberdir.”

Maksat: Kur’an’ı yaşama yönelmek, hidayet.

Ne zaman: Kur’an okumaya başlarken.

Kaç kere: 1 defa, niyetle.

  1. Hadid Suresi 16. Ayet

> “İman edenlerin, kalplerinin Allah’ın zikriyle yumuşaması zamanı gelmedi mi?”

Maksat: Kalp yumuşaklığı, gafletten uyanış.

Ne zaman: Kalp katılaştığında.

Kaç kere: 7 kere.

🌟 4. Ahiret Azabından Korunmak İçin

  1. Furkan Suresi 65-66. Ayetler

> “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzak tut…”

Maksat: Cehennem korkusu, korunma duası.

Ne zaman: Yatsıdan sonra, özellikle cuma gecesi.

Kaç kere: 7-11 kere.

  1. Mü’minun Suresi 97-98. Ayetler

> “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım…”

Maksat: Manevî korunma, kötü düşüncelerden arınma.

Ne zaman: Günlük sabah-akşam zikrinde.

Kaç kere: 7 veya 11 kere.

🌟 5. Kabir Azabından Kurtulmak İçin

  1. Tahrim Suresi 8. Ayet

> “Ey iman edenler! Allah’a içten bir tövbe ile dönün…”

Maksat: Kabir nuruna vesile, tövbe-i nasûh.

Ne zaman: Seher vakti, cuma gecesi.

Kaç kere: 3-7 kere.

🌟 6. Cennet Nimetlerine Kavuşmak İçin

  1. Âl-i İmrân 15. Ayet

> “De ki: Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?..”

Maksat: Cennete yöneliş, dünya sevgisinden kurtuluş.

Ne zaman: Dünya hırsı arttığında.

Kaç kere: 3-5 kere.

🌟 7. Salih Kullara Katılmak İçin

  1. Fatiha Suresi 6-7. Ayet

> “Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna…”

Maksat: Sırat-ı müstakîm üzere yaşamak.

Ne zaman: Her namazda ve dua öncesi.

Kaç kere: 1-7 kere.

🌟 Tavsiye Edilen Esma ve Zikirler (Uhrevi Amaçlı)

Zikir Manevi Hedef Kaç Kere

“Ya Gafûr” Günahların affı 100-1000
“Ya Rahîm” Rahmet ve mağfiret 100-313
“Ya Vedûd” Kalp huzuru, Allah sevgisi 100
“Ya Hâdî” Hidayet ve istikamet 70 – 300
“Estağfirullah” Tövbe, günah temizliği 100 – 1000

🌿 Özet Tablo:

İhtiyaç Ayet/Sure Ne Zaman Kaç Kere

Tövbe ve mağfiret
Zümer 53, Âl-i İmran 135
Seher vakti, gece 3-11

Nefis terbiyesi ve takva
Şems 9-10, Bakara 286
Sabah/Gece 3-7
Allah’a yakınlık, marifet
Hadid 16, Bakara 2 Günlük/namaz öncesi 1-7

Cehennemden korunma
Furkan 65-66
Cuma gecesi, yatsıdan sonra 7-11

Kabir azabından kurtulmak
Tahrim 8
Seher vakti, cuma gecesi 3-7

Cennete yöneliş
Âl-i İmran 15 Her vakit 3-5

Salih kullara katılmak
Fatiha 6-7
Namazlarda, dualarda 1-7

******

📜 Uhrevi Maksatlara Yönelik Manevî Reçete

  1. Tövbe-i Nasûh (Gerçek Pişmanlıkla Tövbe)

Kur’an Ayeti:

> “Ey iman edenler! Allah’a içten bir tövbe ile dönün.”
(Tahrîm Suresi, 8)

Okuma:

Zaman: Seher vakti, özellikle Perşembe ve Cuma geceleri

Adet: 7 kere

Ardından 100 kere “Estağfirullâh el-Azîm ellezî lâ ilâhe illâ Hû”

Günahın tevbesiyle beraber, o günahı işlemekten gelen manevî yaraları da istiğfarla yıkanmalı.

  1. Takva, İstikamet ve Kalp Selameti

Kur’an Ayeti:

> “Nefsini temizleyen kurtulmuştur.”
(Şems Suresi, 9)

Okuma:

Zaman: Sabah namazı sonrası

Adet: 7 kere

Ardından 33 defa “Ya Mukallibel Kulûb, sebbit kalbî alâ dînik”

Kalbin selâmeti, imanın kuvvetine, takvaya ve ibadetlere bağlıdır.

  1. Cehennemden Korunma ve Azaptan Mahfiyet

Kur’an Ayeti:

> “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır.”
(Furkan Suresi, 65)

Okuma:

Zaman: Yatsıdan sonra veya cuma gecesi

Adet: 11 kere

Ardından 100 defa “Allahümme ecirnâ mine’n-nâr”

Cehennem, inkârın ve gafletin neticesidir. İman, bu dehşetli uçuruma karşı nuranî bir kalkandır.

  1. Cennet Ümidi ve Rıza-yı İlâhî

Kur’an Ayeti:

> “Allah, müttakiler için nimetlerle dolu cennetler hazırlamıştır.”
(Âl-i İmrân, 15)

Okuma:

Zaman: Kalp dünya sevgisine meylettiğinde

Adet: 3-5 kere

Ardından 33 defa “Allahümme inni es’elüke’l-cennete ve eûzü bike mine’n-nâr”

Cennet, rızâ-yı İlâhînin bir meyvesidir. Asıl maksat, Allah’ın rızâsıdır.

  1. Günahın Affı ve Rahmet-i İlâhiyeye Sığınma

Kur’an Ayeti:

> “Ey nefsine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.”
(Zümer Suresi, 53)

Okuma:

Zaman: Günahı hatırladığında, tövbe anında

Adet: 11 kere

Ardından 313 defa “Ya Gafûr, Ya Rahîm”

Cehennem azabını düşündükçe ümidsizliğe kapılma; çünkü rahmet, gazabını geçmiştir.

  1. Marifetullah ve Kalp Nuruna Uyanış

Kur’an Ayeti:

> “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olur.”
(Ra’d Suresi, 28)

Okuma:

Zaman: Zikir esnasında, tefekkür anlarında

Adet: 100 defa “Lâ ilâhe illallah”, ardından 11 defa ayeti oku

Marifetullah en büyük saadettir. Kalbin nuru, imandır; genişlemesi, zikirdir.

 




EVRAD VE EZKAR-1-

EVRAD VE EZKAR-1-

Kur’ân-ı Kerîm, sadece dünyevî değil aynı zamanda uhrevî ihtiyaçların da en büyük ilacıdır. Kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiyesi, günahların affı, takva, sabır, teslimiyet, cennet ümidi, cehennem korkusu, Allah rızasını kazanma ve marifetullah gibi uhrevî maksatlara ulaşmak için okunabilecek ayetler, sureler ve zikirler; alimler, arifler ve evliyaullah tarafından tecrübe edilmiş ve tavsiye edilmiştir.

🌟 1. Tövbe ve Mağfiret İçin Ayetler

  1. Âl-i İmrân 135-136. Ayetler

> “Günah işlediklerinde veya nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler…”

Maksat: Tövbe, bağışlanma ümidi.

Ne zaman: Günah hatırlandığında, gece vakitlerinde.

Kaç kere: 3-7 kere, ardından istiğfar ve dua.

  1. Zümer Suresi 53. Ayet

> “Ey kendilerine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…”

Maksat: Affedilme ümidi, kalp huzuru.

Ne zaman: Seher vakti, günah sonrası.

Kaç kere: 11 kere, ardından istiğfar.

🌟 2. Takva, Sabır ve Nefisle Mücadele İçin

  1. Şems Suresi 9-10. Ayetler

> “Nefsini arındıran gerçekten kurtuluşa ermiştir.”

Maksat: Nefis terbiyesi, manevî temizlik.

Ne zaman: Sabah namazı sonrası, itikafta.

Kaç kere: 7 kere.

  1. Bakara 286. Ayet Sonu (dua kısmı)

> “Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma…”

Maksat: Manevi yüklerin hafiflemesi, sabır ve af.

Ne zaman: Gece yatarken, zorluk anlarında.

Kaç kere: 1-3 kere.

🌟 3. Allah’a Yakınlık ve Marifet İçin

  1. Bakara 2. Ayet

> “Bu kitap, müttakiler için bir rehberdir.”

Maksat: Kur’an’ı yaşama yönelmek, hidayet.

Ne zaman: Kur’an okumaya başlarken.

Kaç kere: 1 defa, niyetle.

  1. Hadid Suresi 16. Ayet

> “İman edenlerin, kalplerinin Allah’ın zikriyle yumuşaması zamanı gelmedi mi?”

Maksat: Kalp yumuşaklığı, gafletten uyanış.

Ne zaman: Kalp katılaştığında.

Kaç kere: 7 kere.

🌟 4. Ahiret Azabından Korunmak İçin

  1. Furkan Suresi 65-66. Ayetler

> “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzak tut…”

Maksat: Cehennem korkusu, korunma duası.

Ne zaman: Yatsıdan sonra, özellikle cuma gecesi.

Kaç kere: 7-11 kere.

  1. Mü’minun Suresi 97-98. Ayetler

> “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım…”

Maksat: Manevî korunma, kötü düşüncelerden arınma.

Ne zaman: Günlük sabah-akşam zikrinde.

Kaç kere: 7 veya 11 kere.

🌟 5. Kabir Azabından Kurtulmak İçin

  1. Tahrim Suresi 8. Ayet

> “Ey iman edenler! Allah’a içten bir tövbe ile dönün…”

Maksat: Kabir nuruna vesile, tövbe-i nasûh.

Ne zaman: Seher vakti, cuma gecesi.

Kaç kere: 3-7 kere.

🌟 6. Cennet Nimetlerine Kavuşmak İçin

  1. Âl-i İmrân 15. Ayet

> “De ki: Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?..”

Maksat: Cennete yöneliş, dünya sevgisinden kurtuluş.

Ne zaman: Dünya hırsı arttığında.

Kaç kere: 3-5 kere.

🌟 7. Salih Kullara Katılmak İçin

  1. Fatiha Suresi 6-7. Ayet

> “Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna…”

Maksat: Sırat-ı müstakîm üzere yaşamak.

Ne zaman: Her namazda ve dua öncesi.

Kaç kere: 1-7 kere.

🌟 Tavsiye Edilen Esma ve Zikirler (Uhrevi Amaçlı)

Zikir Manevi Hedef Kaç Kere

“Ya Gafûr” Günahların affı 100-1000
“Ya Rahîm” Rahmet ve mağfiret 100-313
“Ya Vedûd” Kalp huzuru, Allah sevgisi 100
“Ya Hâdî” Hidayet ve istikamet 70 – 300
“Estağfirullah” Tövbe, günah temizliği 100 – 1000

🌿 Özet Tablo:

İhtiyaç Ayet/Sure Ne Zaman Kaç Kere

Tövbe ve mağfiret
Zümer 53, Âl-i İmran 135
Seher vakti, gece 3-11

Nefis terbiyesi ve takva
Şems 9-10, Bakara 286
Sabah/Gece 3-7
Allah’a yakınlık, marifet
Hadid 16, Bakara 2 Günlük/namaz öncesi 1-7

Cehennemden korunma
Furkan 65-66
Cuma gecesi, yatsıdan sonra 7-11

Kabir azabından kurtulmak
Tahrim 8
Seher vakti, cuma gecesi 3-7

Cennete yöneliş
Âl-i İmran 15 Her vakit 3-5

Salih kullara katılmak
Fatiha 6-7
Namazlarda, dualarda 1-7

******

📜 Uhrevi Maksatlara Yönelik Manevî Reçete

  1. Tövbe-i Nasûh (Gerçek Pişmanlıkla Tövbe)

Kur’an Ayeti:

> “Ey iman edenler! Allah’a içten bir tövbe ile dönün.”
(Tahrîm Suresi, 8)

Okuma:

Zaman: Seher vakti, özellikle Perşembe ve Cuma geceleri

Adet: 7 kere

Ardından 100 kere “Estağfirullâh el-Azîm ellezî lâ ilâhe illâ Hû”

Günahın tevbesiyle beraber, o günahı işlemekten gelen manevî yaraları da istiğfarla yıkanmalı.

  1. Takva, İstikamet ve Kalp Selameti

Kur’an Ayeti:

> “Nefsini temizleyen kurtulmuştur.”
(Şems Suresi, 9)

Okuma:

Zaman: Sabah namazı sonrası

Adet: 7 kere

Ardından 33 defa “Ya Mukallibel Kulûb, sebbit kalbî alâ dînik”

Kalbin selâmeti, imanın kuvvetine, takvaya ve ibadetlere bağlıdır.

  1. Cehennemden Korunma ve Azaptan Mahfiyet

Kur’an Ayeti:

> “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır.”
(Furkan Suresi, 65)

Okuma:

Zaman: Yatsıdan sonra veya cuma gecesi

Adet: 11 kere

Ardından 100 defa “Allahümme ecirnâ mine’n-nâr”

Cehennem, inkârın ve gafletin neticesidir. İman, bu dehşetli uçuruma karşı nuranî bir kalkandır.

  1. Cennet Ümidi ve Rıza-yı İlâhî

Kur’an Ayeti:

> “Allah, müttakiler için nimetlerle dolu cennetler hazırlamıştır.”
(Âl-i İmrân, 15)

Okuma:

Zaman: Kalp dünya sevgisine meylettiğinde

Adet: 3-5 kere

Ardından 33 defa “Allahümme inni es’elüke’l-cennete ve eûzü bike mine’n-nâr”

Cennet, rızâ-yı İlâhînin bir meyvesidir. Asıl maksat, Allah’ın rızâsıdır.

  1. Günahın Affı ve Rahmet-i İlâhiyeye Sığınma

Kur’an Ayeti:

> “Ey nefsine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.”
(Zümer Suresi, 53)

Okuma:

Zaman: Günahı hatırladığında, tövbe anında

Adet: 11 kere

Ardından 313 defa “Ya Gafûr, Ya Rahîm”

Cehennem azabını düşündükçe ümidsizliğe kapılma; çünkü rahmet, gazabını geçmiştir.

  1. Marifetullah ve Kalp Nuruna Uyanış

Kur’an Ayeti:

> “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olur.”
(Ra’d Suresi, 28)

Okuma:

Zaman: Zikir esnasında, tefekkür anlarında

Adet: 100 defa “Lâ ilâhe illallah”, ardından 11 defa ayeti oku

Marifetullah en büyük saadettir. Kalbin nuru, imandır; genişlemesi, zikirdir.

 




Seçerek Yaşamak: Aklın ve Kalbin Mesuliyeti

Seçerek Yaşamak: Aklın ve Kalbin Mesuliyeti

Giriş: Her Şeyi Alan, Her Şeyi Kaybeder

İnsan, yaratılışı itibariyle diğer mahlukatlardan farklıdır. O; akıl, şuur, irade ve tercih gibi büyük emanetlerle donatılmıştır. Bu donanımların en temel hikmeti ise şudur:
İnsan, her şeye açık olmamalı, hayatı seçerek yaşamalıdır.

Bugün, özellikle modern çağda insan adeta her taraftan bir “bilgi seli”, bir “görüntü tufanı”, bir “ses bombardımanı” ile kuşatılmıştır.
Bu ortamda rastgele yaşamak, seçmeksizin her şeyi almak, akıl ve vicdanın felcine, kalbin kararmasına, ruhun kirlenmesine yol açar.

İşte tam burada Kur’ân-ı Kerîm’in bir ismi devreye girer:

> Furkân – Ayıran.

Kur’ân, hak ile batılı, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırmak için inmiştir. Çünkü her şeyi alan, sonunda hakikati kaybeder.

  1. Seçmek İnsana Mahsustur

Hayvan sevki ilahi ile yaşar; önüne geleni yer, görür, duyar.

Bitki, kendisine ne verilirse onu emer.
Ama insan, seçme yetkisiyle imtihandadır.

Aklın, kalbin, iradenin verilmiş olması; “Rastgele yaşama, seç!” mesajıdır.

Göz neye bakmalı,

Kulak neyi dinlemeli,

Akıl neyi kabul etmeli,

Kalp neyi sevmeli…
Hepsi bir süzgeçten geçmeli, çünkü bunların hepsi mesuliyet doğurur.

  1. Her Gören Doğruyu Görmez

Bugün birçok insan görür ama seçmez. Duyar ama ayırmaz. Okur ama süzmez.
Sonuç? Görüntü çöplüğü, ses kirliliği, fikir dağınıklığı.

Tıpkı çöpten seçici davranarak bir işe yarar şeyleri alan çöp toplayıcılar gibi,
biz de zihinsel, ruhsal ve ahlâkî çöplüklerden faydalı olanı seçip geri kalanını reddetmeliyiz.

Her görseli izlememek,
Her haberi kabul etmemek,
Her fikre ev sahipliği yapmamak,
Her arkadaşı içeri almamak gerekir.

Nasıl ki her yemeği midemiz kaldırmaz,
her insanı evimize buyur etmeyiz,
her kelimeyi ağzımıza almayız,
her bilgiyi de beynimize, kalbimize sokamayız.

  1. Kalbin de Kapısı Vardır

Evimizin bir kapısı vardır. Onu çalanı inceler, ona göre açarız.
Peki ya kalbin kapısı?

Onu çalan fikirler, hisler, görüntüler, ilişkiler var.
Ama biz çoğu zaman kalbin kapısını kontrolsüz açık bırakıyoruz.

Kalbimize giren her yanlış fikir,
ruhumuzda bir leke, vicdanımızda bir yara açar.

Kur’ân bu yüzden “Furkân”dır. Ayırır, sınır çizer, perde koyar.
İyi ile kötüyü, helâl ile haramı, sevap ile günahı net biçimde birbirinden ayırır.
Çünkü süzgeçsiz bir hayat, çürümüş bir hayattır.

  1. Seçmeyen, Seçilir

Hayatta her şey bir tercihtir: Ya sen seçersin ya seni birileri seçer.

Sen ilmi seçmezsen, cehalet seni seçer.

Sen iyiliği seçmezsen, kötülük seni seçer.

Sen Allah’ı seçmezsen, nefis ve şeytan seni seçer.

Bu yüzden seçmek, sadece hak değil, aynı zamanda görevdir.

Çünkü neye yönelirsen ona dönüşürsün.
Kulak neyi dinlerse, kalp ona yönelir. Göz neye bakarsa, gönül oraya kayar.
Ve sonunda karakterimiz, seçimlerimizin toplamı olur.

  1. Kur’ân ve Sünnet: Doğru Seçimin Rehberleri

Kur’ân, sadece inanç değil, aynı zamanda tercih rehberidir.
Sünnet-i Seniyye, hayatın her alanında en güzeli seçme biçimidir.

Bu iki ışık altında yaşayan insan:

Gözüne ne gireceğini bilir,

Kulağını nelerden sakınacağını fark eder,

Kalbine neleri almaması gerektiğini öğrenir,

Zihnine süzgeç koyar,

İradesini terbiyeli kullanır.

Ve sonunda; kalbi berrak, ruhu sağlam, aklı hikmetli, vicdanı uyanık bir insan olur.

Sonuç: Seçici Olmak Kurtarıcıdır

Bugün insan, her şeyin içinde yaşıyor ama ne alıp ne almayacağını bilmiyorsa,
bu cehaletin adı artık bilgisizlik değil; şuursuzluk olur.

Oysa insanı diğer varlıklardan ayıran şey; seçebilmesi ve seçtiklerinin hesabını verecek olmasıdır.

Öyleyse:

Kalbini koru.

Aklını süzgeçle kullan.

Duyularını rastgele açma.

Hayatı seçerek yaşa.

Çünkü hakikat, dikkatli olanların karşısına çıkar.

Özet:

Bu makalede, hayatın her alanında seçici olmanın önemi üzerinde durulmuştur. Rastgele bilgi, görüntü ve ilişki akışı içinde insanın akıl, kalp ve irade süzgeciyle yaşaması gerektiği vurgulanmıştır. Kur’ân’ın “Furkân” isminin işaret ettiği gibi; iyiyle kötüyü ayırmak, kalbe girenleri kontrol etmek, manevi sorumluluğun temelidir. Seçmeyen insan, başkalarının seçimine mahkûm olur. Kurtuluş, seçerek yaşamakta ve Kur’ân’ı rehber edinmekte gizlidir.

 




Bir Gencin İman Kaybı: Kalbin Atomlarına Bölünen Acı

Bir Gencin İman Kaybı: Kalbin Atomlarına Bölünen Acı

“Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş, haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.”
Şualar

Giriş: Sessiz Felaket

Her gün yüzlerce haber düşüyor zihinlerimize. Ekonomik kriz, siyasi çalkantılar, savaşlar, doğal afetler…
Ama bu haberler içinde bir tanesi vardır ki; en sessizi ama en derin yıkımı barındırır: “Bir genç daha imanı kaybetti.”

İşte Bediüzzaman Said Nursî’nin o yürek yakan tesbiti burada devreye giriyor:

> “Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.”

Zira bu, sadece bir ferdin değil, bir milletin kalbinin parçalanmasıdır.

  1. İman Kaybı: Görünmeyen Bir Ölüm

Bir gencin kalbinden iman çekildiği zaman;

Hayat anlamını kaybeder,

Ahlâk yönünü yitirir,

Vicdan susturulur,

Ruh karanlıkta kalır.

İşte bu, fiziksel ölümden daha acı bir çöküştür.
Çünkü beden toprağa, ama ruh boşluğa gömülür.

Bir genç, imanını kaybettiğinde sadece kendisini değil, ailesini, çevresini, geleceğini ve nihayetinde milletin mukadderatını da tehlikeye atar.

  1. Bediüzzaman’ın Kalbi Neden Bu Kadar Hassastı?

Çünkü o, imanı sadece bir “inanç meselesi” değil, hayatın temel direği olarak görüyordu.
Bir gencin imanını kaybetmesini; bir evin direğinin çökmesi, bir dağın yerle bir olması, bir milletin ruhunun felce uğraması gibi anlıyordu.

> “Gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür. Akıbeti görmez.”
(Gençlik Rehberi)

Bu yüzden bir gencin düşüşü, sadece bireysel bir mesele değil, toplumun kalbine saplanan sessiz bir hançerdir.

  1. Bugün Gençliği Ne Dinsizliğe İtiyor?

Eğitimde deizm ve sekülerizmin yaygınlaşması,

Medyada hakikatsiz eğlencenin kutsanması,

Ailede şefkatin yerini ekranın alması,

Sosyal medyada yapay kimliklerin cazibesi,

Ve nihayet; Kur’an’ın hayattan uzaklaştırılması…

Tüm bunlar, gencin kalbine karanlık bir perde çekiyor.
İman gidiyor; yerine boşluk, bunalım, amaçsızlık geliyor.

  1. Peki Ya Biz? Paramparça Oluyor muyuz?

Bediüzzaman’ın kalbi bir genç dinsiz olduğunda atom zerratı adedince parçalanıyorsa, bugün biz o acıyı ne kadar hissediyoruz?

Haber sitelerinde bir genç ateist olduğunu ilan ettiğinde,

Üniversite gençliği “ben kimim, niçin yaşıyorum” sorularına cevap bulamadığında,

Ahlaki dejenerasyon karşısında gençlik çökerken…

Biz ne yapıyoruz?

Kaygılanıyor muyuz?

Uğraşıyor muyuz?

Yoksa sıradan bir haber gibi mi geçiyoruz?

Bu soruların cevabı, bizim iman şuurumuzun da bir ölçüsüdür.

  1. Çözüm: İman Kurtarmak En Büyük Hizmettir

Bediüzzaman’ın en büyük gayesi bir tek müminin imanını kurtarmak olmuştur.
Çünkü onun nazarında, bu kurtuluş:

Bir milletin kurtuluşunun nüvesidir,

Karanlıkta bir meşaledir,

Cehenneme düşecek bir kalbi kurtarmaktır.

O yüzden bize düşen, gençlere ulaşmak, imanı akılla buluşturan bir anlatım sunmak ve onların kalplerine “Rabbin kim?” sorusunu sevdirerek sormaktır.

Sonuç: Kalbi Diri Olan, Gençliğe Sessiz Kalamaz

Eğer bir gencin iman kaybı haberine kalbiniz sızlamıyorsa, önce kendi kalbinizi yoklayın.
Çünkü iman sahibi bir kalp, en azından sızlar, dua eder, tebliğ eder.

Her genç, ya bir toplumun kurucusu ya da yıkıcısı olabilir.
Biz, onların ellerine Kur’an’ı ve hakikati tutuşturursak, onlar da bize bir diriliş olarak dönecektir.

Özet:

Bu makale, Bediüzzaman’ın “Bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında kalbin atom zerratı adedince paramparça olması gerekir” sözü ekseninde; gençlikteki iman kaybının ne kadar büyük bir felaket olduğunu ve bu duruma karşı toplumun ne derece duyarsızlaştığını vurgular. Gençliğin imanını kaybetmesi; bir milletin geleceğini, ruhunu ve istikbalini kaybetmesi demektir. Bu tehlikeye karşı en büyük görev; iman hizmetiyle gençliğe ulaşmak, onları hakikatle buluşturmak ve kalplerinde marifet-i İlahiye’yi yeniden canlandırmaktır.

 




Gençlik, Kur’an ve İlim: Bir Milletin Yükseliş Anahtarı

Gençlik, Kur’an ve İlim: Bir Milletin Yükseliş Anahtarı

“Bir milletin gençliği ne zaman Kur’an ve ondan lemean eden ilimlerle teçhiz ve tahkim edilmiş ise o vakit o millet terakki ve teali etmeye başlamıştır.”
Şualar

Giriş: Gençlik Kime Emanettir?

Her milletin en büyük sermayesi, sahip olduğu yer altı kaynakları ya da teknolojik gücü değil; eğitilmiş, şuurlu ve ahlâklı gençliğidir.
Toplumlar, geleceklerini gençlerinin elinde yoğurur. Bu yoğruluş ise neyle yapılırsa öyle şekillenir: Kur’an’la ve hikmetle yoğrulan gençlik, milletin yükselişi olur. Sefahatle ve gafletle şekillenen gençlik ise çöküşün habercisidir.

Bediüzzaman Said Nursî bu hakikati şöyle ifade eder:

> “Bir milletin gençliği ne zaman Kur’an ve ondan lemean eden ilimlerle teçhiz ve tahkim edilmiş ise o vakit o millet terakki ve teâli etmeye başlamıştır.”
(Şuâlar)

  1. Gençlik: İnşa Edilen Bir Kudret

Gençlik, insan hayatında en enerjik, en öğrenmeye açık, en idealist dönemdir. Bu çağda atılan temeller, bir ömür boyu kişinin karakterini, dünya görüşünü ve tercihlerini belirler.
Toplum ölçeğinde bakıldığında ise, gençlik milletin gelecek planıdır.

Ama bu gençlik ne ile inşa edilecek?

Batı kültürünün yozlaştırıcı tesirleriyle mi?

Moda ve eğlenceyle uyuşturularak mı?

Yoksa Kur’an ve hikmetle tahkim edilerek mi?

Bediüzzaman, tercihini açıkça ortaya koyar:
Kur’an’dan süzülen ilimlerle donanmış gençlik.

  1. Kur’an ve İlim: İki Kanat, Tek Yön

Kur’an, sadece ibadet kitabı değil, aynı zamanda hayatı kuşatan bir nur ve medeniyet rehberidir.
O, sadece “neye inanmalıyım?” sorusuna değil, aynı zamanda:

Nasıl yaşamalıyım?

Ne için varım?

İlim niçin var? Ahlâk ne işe yarar?

Toplumda adalet nasıl kurulur?

gibi sorulara da cevap verir.

Kur’an’dan “lemean eden ilimler”, yani onun nurundan yansıyan fen, hikmet, ahlak ve felsefe; gençliğe yalnız teknik bilgi değil, hayat bilgisi kazandırır.
İşte böyle bir gençlik; aklıyla inşa eder, kalbiyle ihya eder, vicdanıyla adalet dağıtır.

  1. Kur’ansız Gençlik: Boşlukta Savrulan Nesil

Bir millete yapılacak en büyük kötülük, onun gençliğini Kur’an’dan ve manevî ilimlerden koparmaktır.
Çünkü Kur’an’dan kopan bir gençlik:

Sefahate düşer,

Nefsiyle yönetilir,

Taklitçi olur,

Kimliksizleşir,

Ahlâken yıkılır.

Bu tür gençlikte, ne millet şuuru olur ne tarih bilinci ne de adalet duygusu. Gördüğü her parlak şeye aldanır, her modayı “hakikat” zanneder.

Bu yüzden Bediüzzaman, “gençliğin imanla tahkimi” davasını hayatının temel gayesi yapmıştır. Onun nazarında, bir tek gencin imanını kurtarmak, dünya saltanatından kıymetlidir.

  1. Kur’anla Donanmış Gençlik: Dirilişin Müjdecisi

Tarih boyunca milletler, en büyük yükselişlerini ilim ve iman dengesini kurduklarında yaşamıştır:

Abbasîlerin Beytü’l-Hikme’si,

Endülüs’ün Kurtuba Medreseleri,

Osmanlı’nın medrese ve tekke düzeni,

Selçuklu’nun Nizamiye Medreseleri…

Hepsinde ilimle tahkim edilmiş bir gençlik vardır.
Ve hepsinin arkasında Kur’an’la şekillenmiş bir bakış açısı, bir değer sistemi…

Bugün de milletlerin terakkisi bu dengeyle mümkündür. Zira:

> İmansız ilim, vahşettir.
İlimsiz iman, zaafa mahkûmdur.
Her ikisinin terkibi ise, dirilişin anahtarıdır.

Sonuç: Bir Nesli Kaybetmek, Bir Asrı Kaybetmektir

Bir milletin gençliği Kur’an’dan, imandan ve yüksek ahlaktan uzaklaşırsa, fabrika bacaları tütse de ruhlar donar. Teknoloji artsa da merhamet eksilir.
Ama o gençlik Kur’an’la dirilirse, mazlumlara adalet, zalimlere set, insanlığa umut olur.

Her millet, geleceğini nasıl bir gençliğe emanet ettiğine göre ya yükselir ya düşer.

Özet:

Bu makalede, Bediüzzaman’ın ifadesiyle bir milletin gerçek yükselişinin ancak gençliğinin Kur’an ve onun nurundan yansıyan ilimlerle teçhiz edilmesiyle mümkün olduğu açıklanmıştır. Kur’an ile donatılmış gençlik, iman, ilim ve ahlâk ekseninde şahsiyet bulur. Aksi durumda gençlik hedefsizleşir ve milletin geleceği tehlikeye girer. Çözüm; manevî ilimlerle aklı ve kalbi aynı anda inşa etmektir.

 

 




Gizli Zındıka Komitesi: Bediüzzaman’a Göre İman Cephesine Karşı Sessiz Savaş

Gizli Zındıka Komitesi: Bediüzzaman’a Göre İman Cephesine Karşı Sessiz Savaş

Giriş: Görünmeyen Bir Savaşın İçindeyiz

Bediüzzaman Said Nursî, 20. yüzyılın başından itibaren zamanın fitnelerini teşhis eden bir mütefekkir ve iman muhafızı olarak, Risale-i Nur’da sıkça “gizli dinsiz komite”, “zındıka komitesi” veya “dalalet ve sefahet komiteleri”nden bahseder. Bunlar, sadece askerî veya siyasi birer yapı değil; zihniyet, inançsızlık stratejisi ve toplumu ifsad planı taşıyan bir organizasyon olarak tarif edilir.

Bu komiteler açıkça isimlendirilmese de; hedefleri, vasıtaları ve metotları Risale-i Nur’da geniş şekilde teşhis ve izah edilmiştir.

  1. Zındıka Komitesi Nedir?

> “Bir zındıka komitesi, hakaik-i imaniyeye karşı perde altında müthiş bir planla hücum ediyor.”
(Emirdağ Lahikası, s. 95)

Zındıka, inkârın örgütlü, sistematik ve sinsi bir tarzda yürütülmesidir. Bu komite, “görünmeyen”, fakat “etkisi görünen” bir manevî tahrip şebekesidir. Bu gizli yapının maksadı:

İslâmî inancı toplum hayatından silmek

Gençliği sefahate, tembelliğe ve dünyevîliğe sürüklemek

Ahlâkî değerleri yıkmak

Dinî eğitimi ve Kur’an hizmetlerini baltalamak

İman hakikatlerini itibarsızlaştırmak

Bu komite, bazen bir felsefe (pozitivizm, materyalizm), bazen bir ideoloji (laikçilik, Batıcılık), bazen bir akım (sekülerizm, hedonizm) kisvesiyle sahneye çıkar. Ama özünde amaç, insanı Allah’tan uzaklaştırmaktır.

  1. Hedef: Kalplerdeki İman Kalesini Yıkmak

Bediüzzaman’a göre bu komitenin en büyük hedefi, ferdî ve içtimaî iman esaslarını sarsmak ve bu yolla İslam toplumunun ruh köklerini kurutmaktır. Çünkü iman varsa umut vardır; iman varsa adalet, haya, cesaret, iffet, şefkat, fedakârlık vardır.

> “Zındıka komitesi… şimdiki medeniyetin sefahat ve eğlencesiyle gençleri ifsad ediyor.”
(Tarihçe-i Hayat)

İslâm’ı söndürmek isteyen bir zihniyetin ilk hedefi gençliktir. Bu komite, dinsizliği doğrudan değil, dolaylı yollarla (TV, eğlence, eğitim, ideoloji, moda, medya vb.) yayar. Yani:

Kalbi boşaltır,

Aklı oyalayarak uyutur,

Nefsi şımartarak köle eder,

Vicdanı susturarak etkisizleştirir.

  1. Metod: Sözle Değil, Sükûtla ve Telkinle Saldırı

Bu gizli yapı çoğu zaman açıkça “Tanrı yok” demez. Onun yerine:

Dini “geri kalmışlık” gibi gösterir,

Âhireti unutturur,

Zevki esas yapar,

“Hayat bir defadır, tadını çıkar!” der.

Bu da, “sözlü küfür değil, hâl diliyle küfür telkini”dir.

  1. Bediüzzaman’ın Cevabı: Kur’anî Bir Müdafaa

Zındıka komitesine karşı Bediüzzaman’ın silahı kılıç değil, kalemdir. Risale-i Nur, bu manevî tahribatı tamir eden bir iman tefsiridir. Onun hedefi:

Kalplere Allah’ı tanıtmak,

Akla tefekkür ettirmek,

Nefsi terbiye etmek,

İman-ahlak-ibadet üçgeninde bir şahsiyet inşa etmektir.

Bu mücadele, görünmez düşmana karşı, görünmez silahlarla yapılan bir iman mücadelesidir.
Bu yüzden Risale-i Nur bir nevi “manevî cihad manifestosu”dur.

  1. İbret: Zamanın Zındıklığı Güler Yüzlüdür

Günümüzde dinsizlik artık saldırgan değil, kapsayıcı, güler yüzlü, hoşgörülü, özgürlükçü maskelerle sunulmaktadır. Ama amaç aynı:
İnsanı Allah’tan, ahiretten, kendinden koparmak.

Bu maskeli komite, çoğu zaman:

Eğitim politikalarında,

Popüler dizilerde,

Sosyal medya akımlarında,

Sözde sanat eserlerinde karşımıza çıkar.

Yani artık zındıklık cephesi camiye değil, kalbe saldırıyor.

Sonuç: İman Cephesinde Bir Nöbetçi Gibi Yaşamak

Bediüzzaman’ın “zındıka komitesi” diye tabir ettiği yapı, dinî hakikatleri yıpratmak için organize çalışan modern bir şeytanî akıldır. Bu akla karşı susmak değil, konuşmak; saklanmak değil, çalışmak gerekir.

Bugün bizlere düşen, bu görünmeyen savaşta:

İmanla direniş

Ahlakla karşı koyuş

İlimle savunma
yapmaktır.

Zira zındıka komitesi gizli çalışır, ama müminin nuru onu deşifre eder. Her mümin, bir iman nöbetçisidir. Ve bu nöbet, kıyamete kadar devam edecektir.

Özet:

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da “zındıka komitesi” ve “gizli dinsiz komite” olarak tanımladığı yapı, organize, gizli ve sistematik bir inançsızlık cephesidir. Hedefleri, özellikle gençleri ifsat ederek toplumu dinden uzaklaştırmak; araçları ise eğitim, medya, felsefe ve eğlence yoluyla dini tahrip etmektir. Bediüzzaman bu yapıya karşı Risale-i Nur’u bir “iman tecdid ve tahkim projesi” olarak ortaya koymuştur. Günümüz Müslümanlarının da bu bilinçle uyanık olmaları, imanlarını ilimle korumaları ve çevrelerine hakikat ışığı olmaları gerekmektedir.

 




Gamdan Hikmete: Kadere İman ve Güzelliklere Odaklanmak

Gamdan Hikmete: Kadere İman ve Güzelliklere Odaklanmak


مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ

“Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur.” sırrıyla 

خُذُوا مِنْ كُلِّ شَىْءٍ اَحْسَنَهُ

“Her şeyin güzel cihetine bakınız.” kaidesinin sırrıyla, 

اَلَّذٖينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُ اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَ اُولٰٓئِكَ هُمْ اُولُوا الْاَلْبَابِ

gayet kısacık bir meali: “Sözleri dinleyip en güzeline tabi olup fenasına bakmayanlar, hidayet-i İlahiyeye mazhar akıl sahibi onlardır.”
Şualar

Giriş: Karanlık Değil, Işık Taşıyan Bakış

Hayat, kimi zaman zorluklarla, hüzünlerle, kayıplarla dolu görünse de, bu zahirî çalkantıların ardında ilâhî bir kudretin, ince bir ölçünün ve engin bir hikmetin olduğu unutulmamalıdır. Kur’ân ve sünnet, bu bakışı yerleştirmek için bize üç temel prensip öğretir:

  1. Kadere iman
  2. Her şeyin güzel tarafına bakmak
  3. Sözlerin en güzelini seçmek

Bu üç esas, bir müminin hem dünyasını huzura, hem de ahiretini selamete taşıyan birer nur gibidir.

  1. Kadere İman: Kalbin Emniyet Sigortası

> “مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ”
“Kadere iman eden gamdan, kederden emin olur.”
(Şuâlar)

Kadere iman etmek, başa gelen her şeyin ilâhî bir takdir ve hikmet çerçevesinde meydana geldiğine inanmak demektir. Mümin bilir ki; ne kazandığı kendi maharetiyle, ne de kaybettiği kendi acziyledir. Her şeyin sahibi Allah’tır ve O, her şeyi en güzel şekilde takdir edendir.

Bu iman, insanı kuruntulardan, keşkelerden, yıkıcı pişmanlıklardan ve sürekli şikâyet dilinden kurtarır. Böylece kalp rahat eder, ruh teskin olur, dilde şükür, sîmada sükûn oluşur.

  1. Güzel Cihete Bakmak: Zihnin ve Zamanın İsrafına Son

> “خُذُوا مِنْ كُلِّ شَىْءٍ اَحْسَنَهُ”
“Her şeyin güzel cihetini alınız.”

Hayatta hiçbir şey bütünüyle kötü ya da tamamen mükemmel değildir. Her şeyin içinde bir “ahsen” yani güzel bir taraf, hayırlı bir yön vardır. Mesele, nereye baktığımızdır.

Yusuf Aleyhisselâm’ı kuyuya atan kardeşleri büyük bir günah işlemişti. Ama neticede o kuyudan bir sultan çıktı. Hz. Musa, denizin ikiye yarılmasıyla kurtulduğu gibi, Firavun da o denizde boğuldu. O hâlde mesele, bakış açısıdır: Yusuf için kuyu mu daha derindir, yoksa kaderin merhameti mi?

Bir mümin her hadisede “Bunda benim için ne hikmet var?” sorusunu sorar. Bu soru, acıyı altına çeviren bir ilim terazisidir. Sürekli şikâyet eden ise kendini çürütür, başkasına zarar veremez.

  1. Sözlerin En Güzeline Tabi Olmak: Ruhun Gıdasını Seçmek

> “اَلَّذٖينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُ”
“Sözleri dinleyip en güzeline uyanlar, Allah’ın hidayet verdiği ve akıl sahipleri olanlardır.”
(Zümer, 18)

Çağımız, bilgi değil gürültü çağıdır. Herkes konuşuyor, herkes bir şey söylüyor. Ama hikmetli olanı seçmek, işte gerçek aklın, gerçek irfanın göstergesidir. Her duyduğunu tekrarlamak değil, güzeli seçmek, hakikate kulak vermek gerekir.

Bir müminin kulağı çöp kutusu değildir. O, söylenene değil, maksada ve manaya bakar. Hakikati ayıklar, fitneyi ayıklar, kötüyü bırakır. Böylece söz onu besler, yıkmaz.

  1. Üç İlkenin Ortak Meyvesi: İç Huzur ve Dış İrfan

Kadere iman eden, başına geleni kaderin tecellisi olarak görür ve sabreder. Her olayda güzeli gören, sürekli şikâyet etmekten kurtulur. Sözlerin en güzeline tabi olan ise hem kendini hem başkasını incitmekten sakınır. Bu üçlü, birlikte insanı insan eder ve onu dünyanın yükünden, ahiretin korkusundan kurtarır.

Sonuç: Müminin Bakışı Rahmetle Boyanmıştır

Dünya, her zaman kolay bir yer değildir. Ama mümin için dünya, bir imtihan alanıdır. Kadere iman, bu imtihanda güveni sağlar. Güzel yönlere odaklanmak, ruhu zehirleyen karamsarlığı siler. Sözlerin en güzeline tabi olmak ise, zihni kirden arındırır, kalbi ilâhî hidayete açar.

Her şey senin neye baktığınla ilgilidir:
Gülün dikeni mi, dikenin gülü mü?
Karanlığın zifiri hâli mi, sabahın doğuşu mu?
Kaderin yükü mü, yoksa hikmetin müjdesi mi?

İşte bu tercih, sadece hayatını değil, ebediyetini de belirleyecektir.

Özet:

Bu makalede, kadere iman, her şeyin güzel cihetine bakmak ve sözlerin en güzeline tabi olmak gibi Kur’ân ve hadis kaynaklı üç temel ilke ele alınmıştır. Kadere iman, kederden korur; güzel cihetlere yönelmek, karamsarlığı siler; en güzel söze tabi olmak ise, ruhu kemale erdirir. Bu üç ilke, müminin hem iç dünyasında hem de sosyal ilişkilerinde huzur ve hikmetle yaşamasını sağlar.

 

 




Batmamak İçin Dikkatle Bas: Fânî Dünya Yolculuğunda İnsanın Mesuliyeti

Batmamak İçin Dikkatle Bas: Fânî Dünya Yolculuğunda İnsanın Mesuliyeti

“İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş. Ve o istidadata göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı, o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş.
Sözler – 329
Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork.
Mesnevi-i Nuriye – 177 – B. Said Nursi

İnsan, bu âleme bir misafir, bir memur olarak gönderilmiştir. Bu ifade basit bir benzetme değil, hayatın hakikatine dair derin bir tesbittir. Zira her insan, doğduğu andan itibaren dünyada belli bir süre kalacak, kendisine yüklenen vazifeleri yerine getirecek ve sonra bu âlemi terk edecektir. Tıpkı görevlendirilen bir memur gibi… Görevli olduğu süre boyunca, ona verilen yeteneklerle imtihan edilecek ve bu yetenekleri doğru yönde kullanıp kullanmadığına göre hesaba çekilecektir.

Risale-i Nur’da geçen “İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş…” ifadesi, aslında insanın hem yaratılış hikmetini hem de bu hikmet doğrultusunda nasıl bir sorumluluk taşıdığını özetler. Her bir yetenek, bir vazifenin anahtarıdır. Akıl, kalp, vicdan, irade, hayal, şuur ve daha niceleri… Hepsi insana bir sermaye olarak verilmiştir. Fakat bu sermayenin yanlış kullanımı, büyük bir hüsrana sebep olabilir.

İşte bu noktada ikinci cümle devreye giriyor: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork.” Hayat yolu düz değildir; inişli çıkışlı, tuzaklarla dolu, bazen görünmeyen sularla çevrili bir patikadır. Adımlar dikkatsizce atılırsa, düşmek, batmak kaçınılmaz olur. Bazen mal sevdası, bazen şehvet, bazen kibir ya da gaflet, insanın ayağını kaydırır. Dikkatle basmak; her sözü ölçmek, her adımı tartmak, her tercihte sonsuzluğu hesaba katmak demektir.

Şiddetli Teşvikler ve Dehşetli Tehditler Neden Var?

Allah Teâlâ insanı sadece serbest bırakmamış; ona doğru yolu göstermek için kitaplar, peygamberler, öğütler ve işaretler göndermiştir. Bu rehberlik, sadece nazik tavsiyelerden ibaret değildir. Zira insanın nefsi tembelliğe meyillidir, şeytan sürekli kandırır ve dünya cazibesiyle baş döndürür. Bu yüzden insanı harekete geçirmek için hem mükâfat vaat edilmiş hem de ceza ile uyarılmıştır.

Cennetle teşvik, cehennemle tehdid… Bunlar birer eğitim ve irşad metodudur. Zira insan ya sevgiden ya korkudan hareket eder. İlkiyle yola çıkanlar ne mutlu, ikincisiyle yürüyenler de en azından felaketten korunmuş olurlar.

Misafirlik ve Memuriyet Arasında Denge

Dünya bir han, insan ise orada konaklayan bir misafir gibidir. Ama aynı zamanda bu hanın hizmetinde bir memurdur. Hem huzur bulmak için buradadır hem de sorumluluk taşımak için… Bu iki hâlin dengesini kuramayanlar ya dünyayı ebedî zanneder ya da görevini unutur. Hâlbuki her nimet, bir sorumluluk doğurur. Göz verilmişse görmek, kalp verilmişse hissetmek, akıl verilmişse anlamak içindir. Aksi hâlde her biri birer dava dosyasına dönüşür.

Sonuç: Her Adım Bir Hesap, Her Seçim Bir Sınav

İnsanın dünya yolculuğu dikkat isteyen, hikmetli bir seferdir. Her birimiz, attığımız her adımda, söylediğimiz her sözde ya cennete doğru ilerleriz ya da uzaklaşırız. Elimizdeki istidatları görev bilinciyle kullanmazsak, hem dünyamızı hem ahiretimizi kaybedebiliriz. İşte bu yüzden hem teşvik hem tehdid vardır. Çünkü insan çok kıymetlidir, sermayesi büyüktür ve yolculuğu son derece ciddidir.

Özet:

İnsan bu dünyaya bir misafir ve memur olarak gönderilmiştir.

Ona verilen istidatlar, yüklenen görevlerin anahtarıdır.

Hayat yolu dikkat isteyen bir patikadır; gaflet, insanı batırabilir.

Allah, insanı hem teşviklerle hem de tehditlerle yönlendirmiştir.

Her adım bir sorumluluk, her tercih bir imtihandır.

“Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork” uyarısı, hayatın her anında geçerlidir.

 

 




Küre-i Arz Yuvarlaktır: Kur’ân’ın Nazarıyla Yerkürenin Hikmeti

Küre-i Arz Yuvarlaktır: Kur’ân’ın Nazarıyla Yerkürenin Hikmeti

“Küre-i arzın kürevî olduğuna dair bir âyet var mı ve hangi surededir?”
Şualar

Giriş: Modern Bilim mi Daha Yeni, Yoksa Kur’ân mı?

Modern astronomi, dünyanın yuvarlak olduğunu ancak son birkaç yüzyılda kesin biçimde isbat edebilmiştir. Oysa Kur’ân, 1400 yıl önce nazil olan ayetleriyle bu hakikate işari (dolaylı) ve hikmetli biçimde temas etmiş; insanın dikkatini, yerin şekli ve hareketi üzerine çekmiştir. Kur’ân’ın bu ifadeleri, sadece bilimsel keşifleri değil, aynı zamanda insan idrakinin terakkîsini de teşvik etmiştir.

  1. Kur’ân’da Kürevîliğe İşaret Eden Ayetler
  2. a) “Dahâ” Fiili: Yuvarlaklık ve Yayılma

> “Ve’l-arda bade zâlike dehâhâ.”
(“Yeri de bundan sonra döşedi.”)
[Nâziât Suresi, 30]

Buradaki “dehâhâ” fiilinin Arapça’daki kökü “dahv”, deve kuşunun yumurtasını yuvasına yerleştirmesi, ya da yuvarlaklaştırarak yaymak anlamlarına gelir. Bazı müfessirler bu ayeti “yerin döşenmesi, insan için yaşanabilir hâle getirilmesi” şeklinde anlamış olsa da, dil açısından “küre şeklinde yayılmış, yumuşatılmış ve döndürülmüş” manaları da taşır.

Özellikle klasik lügatlerde “dahâ” kelimesi, yuvarlaklık ve dönüşü hatırlatan bir anlam alanına sahiptir. Dolayısıyla bu ayet, yerin yuvarlak ve dönen bir yapıya sahip olduğuna işaret eden en açık beyanlardan biridir.

  1. b) “Yükevviru” Fiili: Gece ve Gündüzün Yuvarlaklık İçinde Dönüşümü

> “Geceyi gündüzün üzerine sarar, gündüzü de gecenin üzerine sarar.”
“يُكَوِّرُ ٱلَّيْلَ عَلَى ٱلنَّهَارِ وَيُكَوِّرُ ٱلنَّهَارَ عَلَى ٱلَّيْلِ”
[Zümer Suresi, 5]

Bu ayette geçen “yükevviru” fiili, Arapçada “küre şeklinde sarmak”, türban sarmak gibi bir şeyi yuvarlak şekilde çevrelemek anlamına gelir. Gece ile gündüzün birbirini küre şeklinde sarması ancak dünyanın döner ve yuvarlak olmasıyla mümkündür. Bu, gece ve gündüzün peş peşe bir düzenle yeryüzünü dolaşmasıyla gerçekleşir.

Bu ifade, Kur’ân’ın küresel dönüşü ve zaman döngüsünü ifade eden olağanüstü bir lisan kullandığını gösterir.

  1. c) “Sütunlar Üzerine Değil” İfadesi

> “Allah, gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yükseltti.”
[Ra’d Suresi, 2]

“Göğü direksiz yükselttik.”
[Lokmân Suresi, 10]

Yerkürenin boşlukta duruyor olması, dönmesi ve herhangi bir fizikî destek olmadan uzayda askıda kalması, modern fiziğin ancak son yüzyılda izah edebildiği bir meseledir. Kur’ân, yerin boşlukta dönen bir kütle olarak direksiz varlığını sürdürebileceğine 14 asır önce dikkat çekmiştir.

  1. Tefsirî Yorumlar: Kur’ân’ın İleri Görüşü

İşârî tefsirlerde, özellikle Bediüzzaman Said Nursî gibi müfessirler bu ayetlerdeki hikmetli işaretlere dikkati çekerler. Şuâlar adlı eserinde, Kur’ân’ın “küre-i arzın aklı ve idare merkezi” olduğu ifadesiyle, dünyanın kürevî yapısına da dolaylı bir göndermede bulunur:

> “Kur’ân-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. Eğer Kur’ân çıkarsa arz divane olur, başını bir seyyareye çarpar.”
(Şuâlar)

Bu mecazî ifade, dünyanın hem merkezî bir akılla idare edildiğini, hem de kürevî yapısıyla kozmik dengeye bağlı olduğunu anlatır.

  1. Bilimsel Delillerle Kur’ân’ın Buluştuğu Nokta

Dünyanın kutuplardan basık, ekvatordan şişkin küremsi yapısı; “geceyi gündüze, gündüzü geceye sarması” gibi ayetlerle örtüşmektedir.

Yerçekimi ve dönme hareketi, Kur’ân’daki “dehâhâ” fiili ve “yükevviru” kullanımıyla paralellik gösterir.

Uzaydan çekilen görüntüler, Kur’ân’ın 7. yüzyılda haber verdiği şekilsel döngüleri açıkça doğrular.

  1. Hikmet ve İbret: Dönüşen Bir Dünya, Sabit Bir Hakikat

Kur’ân’ın işaret ettiği bu hakikatler, bize sadece dünyanın şeklini öğretmek için değil; dönüşü, zamanın akışını, değişimin hikmetini kavramamız için verilmiştir.

Yerküre dönüyor. Gece gündüze, kış bahara dönüşüyor. İnsan da dönüşüyor: çocukluktan ihtiyarlığa, gafletten hakikate…

Ama bu dönüşüm içinde sabit kalan bir şey vardır: Hikmet ve tevhit hakikati.
Dünyanın kürevî olması, onun tesadüfî bir kaya parçası değil; bir ilim, irade ve hikmet eseridir.

Sonuç: Kur’ân, Kainatın Dilini Konuşur

Kur’ân, sadece inanç değil, idrak kitabıdır. Yerkürenin şekli gibi bir hakikati bile, dolaylı ama şaşırtıcı bir açıklıkla nazara vermesi, onun hem çağlar üstü hem de ilme yön veren bir kitap olduğunun açık delilidir.

Kur’ân’ın lisanıyla şunu diyebiliriz:
“Ey insan! Yeryüzünün dönen, düzenli ve dengeli bir yuvarlak olduğunu bil. Ama bil ki, senin kalbin de öyle dönmekte. Onu Hakk’a yönelt ki istikamet bulasın.”

Özet:

Bu makalede, Kur’ân’da dünyanın kürevî (yuvarlak) olduğuna dair ayetler olan Nâziât 30, Zümer 5 ve Ra’d 2 gibi işaretler incelenmiştir. “Dahâ”, “yükevviru” gibi kelimeler dil ve tefsir açısından değerlendirilmiş, Bediüzzaman gibi müfessirlerin yorumlarıyla desteklenmiştir. Bilimsel deliller de bu Kur’ânî işaretlerin doğruluğunu teyit etmektedir. Sonuçta, Kur’ân’ın sadece inanç değil, hikmet ve ilim kitabı olduğu ve dünyanın şekline dair asırlar önce beyan ettiği bu işaretlerin, tefekkürle okunması gerektiği anlatılmıştır.