HADISLERDE AHİRZAMANDA MEKKE VE MEDİNE’DE OLACAK OLAN BAZI OLAYLAR İLE İLGİLİ İLGİNÇ OLAN HADİSLER.

HADISLERDE AHİRZAMANDA MEKKE VE MEDİNE’DE OLACAK OLAN BAZI OLAYLAR İLE İLGİLİ İLGİNÇ OLAN HADİSLER.

“Hadislerde Ahir Zamanda Mekke ve Medine’de Vuku Bulacak Olaylar” :

Hadislerde Ahir Zamanda Mekke ve Medine’de Vuku Bulacak Olaylar

Giriş

İslam geleneğinde Mekke ve Medine, dinî merkez olmalarının ötesinde ahir zamanda meydana gelecek büyük olayların da sahnesi olarak değerlendirilmiştir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), kıyametin alametleri arasında Mekke ve Medine’de gerçekleşecek birtakım olağanüstü hâdiselere işaret etmiş, bu şehirlerin akıbetine dair ümmetini uyarmıştır. Bu makalede, hadis-i şeriflerde bildirilen ve ahir zaman bağlamında dikkat çeken bazı olaylar ele alınacaktır.

1. Medine’nin Terk Edilmesi ve Harabeye Dönüşmesi

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

> “İnsanlar Medine’yi terk ederler. Medine o hâle gelir ki, oraya gelen vahşi hayvanlar ve kuşlar dışında kimse kalmaz. Sonra Medine’nin en hayırlı iki çobanı oraya gelir ve vadide koyunlarını otlatırken Medine’ye girerler. Onlar orada ölümüne kadar yaşarlar.”
(Müsned, 3/84; Sahih Müslim, 2899)

Bu hadis, Medine’nin ilerleyen dönemlerde insanlar tarafından terk edileceğini ve neredeyse tamamen harabe hâline geleceğini bildirir. Bir zamanlar İslam’ın kalbi olan bu mübarek beldenin böyle bir akıbete uğraması, ahir zamandaki manevi ve toplumsal çözülmenin derinliğini gösterir.

2. Kâbe’nin Yıkılması

Resûlullah (s.a.v.)’in şu hadisi oldukça dikkat çekicidir:

> “Sanki ben Habeşistanlı siyah tenli, eğri bacaklı bir adamın Kâbe’yi taş taş yıktığını görüyorum.”
(Buhârî, Hac 47; Müslim, Fiten 2909)

Kâbe, Müslümanların kıblesi ve en kutsal mabedidir. Bu hadiste, bir gün Kâbe’nin yıkılacağı ve bunu gerçekleştiren kişinin Habeşistanlı biri olacağı haber verilir. Âlimler, bu olayın kıyamete çok yakın bir zamanda, dini sembollerin ortadan kaldırıldığı bir devirde vuku bulacağını ifade ederler.

3. Deccal’in Medine’ye Giremeyecek Olması

Deccal fitnesi, ahir zamanın en büyük belalarından biri olarak tasvir edilir. Ancak Resûlullah (s.a.v.), Medine’nin bu fitneden korunacağını şöyle haber verir:

> “Deccal Medine’nin etrafındaki dağ geçitlerine ulaşacak, fakat oraya giremeyecektir. Medine o gün yedi kapılı olacak, her kapıda iki melek bulunacaktır.”
(Buhârî, Fiten 26; Müslim, Fiten 2943)

Bu, Medine’nin Allah katında özel bir koruma altında olduğunu ve Deccal gibi büyük bir şer unsurunun oraya adım atamayacağını gösterir.

4. İman’ın Medine’ye Çekilmesi

Peygamberimiz (s.a.v.), imanın Medine’de yoğunlaşacağı bir dönemin geleceğini şu sözleriyle bildirir:

> “İman, tıpkı yılanın deliğine çekildiği gibi Medine’ye çekilecektir.”
(Buhârî, Fiten 7; Müslim, İman 147)

Bu ifade, ahir zamanda hakiki imanın Medine gibi maneviyatı yüksek merkezlerde toplanacağını, diğer yerlerde ise zayıflayacağını gösterir. Bu da, iman ehli için Medine’nin bir sığınak hâline geleceği anlamına gelir.

Sonuç

Hadislerde geçen bu haberler, ahir zamanın hem fiziki hem manevi anlamda büyük sarsıntılarla geçeceğini göstermektedir. Mekke ve Medine gibi mübarek şehirlerde dahi olağanüstü olayların yaşanacağı bildirilmiştir. Ancak bu hadisler, ümmete bir korku değil; uyanıklık ve istikamet kazandırma amacı taşır. Bu gibi rivayetleri doğru anlayıp, ahir zamanda imanla kalabilmek için gayret göstermek en mühim husustur.

 

Loading

No ResponsesNisan 10th, 2025

KURAN-I KERİM’DE BOŞANMA İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ .

KURAN-I KERİM’DE BOŞANMA İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ .

Kur’an-ı Kerîm, hayatın her alanında olduğu gibi aile hayatı ve onun bozulması durumunda yaşanacak süreci de hikmetli ve adaletli ölçülerle düzenler. Boşanma (talâk), Kur’an’da meşru ama sevilmeyen bir çıkış yolu olarak yer alır. İşte boşanmayla ilgili ayetler ve bu ayetlerdeki hikmetli yönler:

1. Talâk Suresi: Boşanmanın Usul ve Ahlakı

“Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri içinde boşayın…”
(Talâk, 65/1)

Hikmet:

Boşanma, öfkeli bir anda veya rastgele yapılmamalı; kadının iddet dönemine (temiz döneme) denk getirilmelidir.

Bu süre, yeniden düşünmeye, pişman olup barışmaya ve evliliği kurtarmaya imkân verir.

2. İddet Süresi ve Hikmeti

“Kadınlar, üç hayız süresi (iddet) beklerler…”
(Bakara, 228)

Hikmet:

Hamilelik durumu varsa tespit edilir.

Kadın psikolojik olarak toparlanır.

Erkek kararını tekrar gözden geçirme fırsatı bulur.

3. Boşamada Güzellik:

“Onları ya güzelce tutun ya da güzelce salın.”
(Bakara, 229)

Hikmet:

İslam, eşler arasında onurlu bir ayrılığı tavsiye eder.

Hakaret, şiddet, küçük düşürme yoktur.

Ciddi bir geçimsizlik varsa da ayrılık onur kırıcı değil, ahlaki bir şekilde olmalıdır.

4. Nafaka ve Hakkaniyet:

“Boşanmış kadınlara uygun bir şekilde geçimlik verilmesi, takva sahiplerinin hakkıdır.”
(Bakara, 241)

Hikmet:

Kadın mağdur edilmez.

Maddi desteğin sürmesi, İslam’ın adalet anlayışını gösterir.

Boşanma kadını ortada bırakmak değil, korunmaya devam etmek demektir.

5. Çocuklar ve Velayet Meselesi:

“Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirirler… Babası onların yiyecek ve giyeceğini örfe uygun şekilde sağlamakla yükümlüdür.”
(Bakara, 233)

Hikmet:

Çocuklar zarar görmesin diye sorumluluk devam eder.

Nafaka ve bakım yükümlülüğü babadadır.

Anneye, emzirme ve bakma sürecinde destek olunur.

6. Barışma ve Nikahın Geri Dönüşü:

“Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse onları geri almaya daha çok hak sahibidirler.”
(Bakara, 228)

Hikmet:

Talâk sürecinde geri dönme hakkı tanınır.

Duygusal pişmanlıklar için çıkış kapısı açık tutulur.

Nikah, sadece bir sözleşme değil; merhamet ve anlayışla yürütülmesi gereken bir bağdır.

7. Üç Talak Sınırı:

“Boşanma iki defadır… Sonra ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir…”
(Bakara, 229-230)

Hikmet:

Üç kez boşama hakkı tanınır, sonra dönüş hakkı kalkar.

Bu, evlilikle oynanmasının önüne geçer.

Gereksiz boşanmalar ve oyun haline gelen ilişkiler engellenir.

Boşanmanın Genel Hikmetleri:

1. Evlenme hürriyetine paralel olarak ayrılma hürriyeti de tanınmıştır. Zorla devam eden bir evlilik zulümdür.

2. Boşanma, adaletsizlik değil bir rahmettir. Uyuşmazlık hâlinde taraflar hayatlarını ayrı sürdürme hakkına sahiptir.

3. Sosyal düzen ve aile hukuku dengelenmiştir. Kadının, erkeğin ve çocukların hakları korunur.

4. Boşanma, kin ve intikama değil; hak ve sorumluluğa dayanmalıdır. Kur’an’ın yaklaşımı budur.

Sonuç:

Kur’an-ı Kerim boşanmayı tavsiye etmez ama gerektiğinde merhametli, adaletli ve dengeli yollarla yürütülmesini ister. Aileyi koruma ilkesi esas olsa da, zorla devam eden bir birlikteliğin kimseye fayda getirmeyeceğini bilir. Bu nedenle boşanma bir facia değil, bir imtihan, bir hikmet ve bazen de yeni bir başlangıçtır.

 

Loading

No ResponsesNisan 10th, 2025

KURAN-I KERİM’DEKİ CİHAD İLE İLGİLİ AYETLER VE ALİMLER BİRLİĞİNİN İSRAİLE KARŞI YAPTIĞI CİHADA ÇAĞRISININ GEREKLİLİĞİ .

KURAN-I KERİM’DEKİ CİHAD İLE İLGİLİ AYETLER VE ALİMLER BİRLİĞİNİN İSRAİLE KARŞI YAPTIĞI CİHADA ÇAĞRISININ GEREKLİLİĞİ .

ZAMANIN EMRİ: CİHAD VE DİRİLİŞ
“Size ne oldu ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisâ, 75)

Kur’ân-ı Kerim, adaletin tesisini, zulmün ortadan kaldırılmasını ve Allah’ın yeryüzündeki nizamının hâkim olmasını emrederken, bunun en yüksek şuurunu cihad kavramıyla verir. Cihad, sadece kılıçla yapılan bir savaş değil, hak ile bâtıl arasındaki ilâhî mücadelede her türlü çaba ve fedakârlığın adıdır. Kalemle, sözle, bedenle, mal ile, gerekirse canla yapılan bir seferdir bu.
Bugün bunun gerekliliğinin tezahürü gibi.

CİHADIN MANASI: HAKKI AYAKTA TUTMAK

Kur’ân’da cihadın pek çok yönü vardır. Bazen nefse karşıdır:

“Onlarla büyük bir cihad ile cihad et.” (Furkan, 52)

Bazen zalimlere karşıdır:

“Allah, kendi yolunda, sanki birbirine kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saff, 4)

Ve bazen de mazlumların feryadına karşılık verme çağrısıdır:

“Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.” (Bakara, 244)

Bu ayetler, sadece tarihî olaylara değil, çağlara hitap eder. Çünkü zulüm tarih boyunca değişse de zalim değişmemiştir. Bugün Gazze’de, Kudüs’te ve tüm işgal altındaki İslam beldelerinde aynı feryat yükselmektedir: “Bizi kurtarın ey Müslümanlar!”

ÂLİMLER BİRLİĞİNİN ÇAĞRISI: VAZİFENİN İLANI

Uluslararası Âlimler Birliği’nin ve dünyanın dört bir yanındaki İslâm âlimlerinin İsrail zulmüne karşı yaptığı cihad çağrısı, sadece silahlı bir savaş çağrısı değil; ümmetin uyanışı, gafletten silkinişi, izzetini yeniden kuşanması içindir. Zira cihad, önce kalpte başlar. Zulme rıza, en büyük zillettir. Bugün cihad, sadece cephede değil, medya dilinde, fikrî sahada, yardım faaliyetlerinde, boykotta, duada, şuurda yapılması gereken bir borçtur.

İmam Gazali der ki:
“Bir beldede bir mazluma zulmedilse ve tüm İslam âlemi suskun kalsa, hepsi mesul olur.”

Bugün Gazze’deki çocukların gözleri, ümmetin gözünü arıyor. İsrail’in bombaları, sadece binaları değil, suskun vicdanları da hedef alıyor.

CİHAD BİR SAVUNMA VE ŞAHSİYET İLMİDİR

Kur’an’da cihad, saldırı değil; savunma hakkı, din ve hayat hakkını koruma iradesidir:

“Kendilerine zulmedildikten sonra savaşanlara, savaş izni verildi. Şüphesiz Allah onların yardımına kadirdir.” (Hac, 39)

İsrail’in işgali, yüz yılı aşkın bir süredir devam eden bir terördür. Her geçen gün Filistin halkının hakları çiğneniyor. Bu manzara karşısında cihad çağrısı, zulme karşı meşru bir duruştur.

ZİHNÎ VE RUHÎ CİHAD: ÜMMETİN UYANMASI

Müslümanlar olarak önce zihnimizi ve ruhumuzu cihada hazırlamalıyız. Tembellik, korkaklık, dünya sevgisi ve ölümden nefret, ümmetin kalbine yerleştiğinde zillet kaçınılmaz olur. Nitekim Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Siz dünya sevgisine kapıldığınızda ve ölümü hoş görmediğinizde, Allah düşmanlarınızı üzerinize musallat eder ve sizden izzeti alır.” (Ebû Dâvûd)

Bugün Gazze’ye yardım, sadece bir bölgeye değil, ümmetin şerefine yardım etmektir. Çünkü Kudüs, sadece bir şehir değil; bir inanç ve istikamet meselesidir.

SONUÇ: CİHAD BİR YÜK DEĞİL, BİR ŞEREFTİR

Unutulmamalıdır ki, cihad bir yük değil, bir izzeti muhafaza seferidir. Mazlumların duası, Allah katında çok değerlidir. Ancak biz o duaların cevabı olabilir miyiz?

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda savaşa çıkın’ denildiğinde yeryüzüne çöküp kaldınız? Yoksa dünya hayatını ahirete tercih mi ettiniz?” (Tevbe, 38)

Bugün, susmak, teslim olmak, uzaktan seyretmek, vicdanı öldürmektir. Bugün, ümmet için cihadı doğru anlamak ve yaşamak zamanıdır. Gazze’nin, Kudüs’ün ve ümmetin zaferi, önce kalpteki cihadın başarısıyla başlayacaktır.

 

Loading

No ResponsesNisan 10th, 2025

İSLAM ÜMMETİNİN KAYBOLAN İZZETİ

İSLAM ÜMMETİNİN KAYBOLAN İZZETİ

“İzzet bütünüyle Allah’a, Peygamber’ine ve müminlere aittir.” (Münâfikûn, 8)

Bir zamanlar yeryüzünün dört bir yanına adaletle hükmeden, mazluma umut, zalime korku olan bir ümmet vardı. Kudüs’ten Endülüs’e, Semerkand’dan İstanbul’a kadar uzanan bir izzet sancağı dalgalanıyordu. İlimde, hikmette, ahlakta ve adalette zirveydi. Çünkü bu ümmet Allah’a dayanıyor, Resûlullah’ın izinde yürüyor, ahiret merkezli yaşıyordu.

Ancak zamanla o izzet sancağı düştü. Ümmet, izzeti Allah’ta değil, Batı’nın modernizmine, Doğu’nun ideolojilerine, nefsin hevâsına bağlamaya başladı. Neticede, izzeti kaybetti; zillet boynuna bir pranga gibi vuruldu.

İZZET NEDİR VE NEREDEN GELİR?

İzzet, başı dik durmak değil, başı doğru yere eğebilmektir. İzzet, gücü olanın değil, hakkı olanın şerefidir. Ve Kur’an bu hakikati ilan eder:

“Sakın gevşemeyin, üzülmeyin! Eğer (gerçekten) mümin iseniz, en üstün olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 139)

Yani izzet, imanla gelir; teslimiyetle büyür. Dünya ne kadar değişirse değişsin, Allah’ın vaadi şaşmaz: “Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder.” (Hac, 40)

Ama ya ümmet Allah’a yardım etmeyi unuttuysa?

KAYIP İZZETİN SEBEPLERİ

1. Dünya Sevgisi ve Ölüm Korkusu:
Peygamberimiz (sav), ümmetin zilletini şöyle haber verir:
“Siz çok olacaksınız fakat selin önündeki çerçöp gibi olacaksınız. Çünkü kalplerinize ‘vehen’ girecek.”
Sahabe sordu: “Ey Allah’ın Resulü, ‘vehen’ nedir?”
“Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmama.” (Ebû Dâvûd)

İşte bu “vehen”, ümmetin ruhunu kemiren bir kurt gibi izzeti çürütmüştür.

2. Birlik Yerine Parçalanma:
Ümmet bir vücut gibiyken, bugün ayrı ayrı menfaatlerin, mezhep kavgalarının, ırkî çıkarların esiri olmuş bir kalabalık hâline geldi. Kur’an ne diyordu?
“Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın!” (Âl-i İmrân, 103)

İzzet, tevhidde saklıdır; ayrılıkta değil.

3. Zulme Sessizlik, Mazluma Duyarsızlık:
Gazze yanarken, Arakan ağlarken, Doğu Türkistan’da secde yasakken, ümmet sustu. Hakkı söyleyen diller azaldı, cihad ruhu unutturuldu. Oysa Kur’an soruyor:
“Size ne oldu ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi zalim kavmin elinden kurtar’ diyen mazlumlar uğruna savaşmıyorsunuz?” (Nisâ, 75)

İzzet, hakkın yanında durmakla korunur; susmakla değil.

ÇIKIŞ NEREDE?

İzzeti geri kazanmak istiyorsak, üç temel adım şarttır:

Allah’a Dönüş:
İzzeti kaybettiğimiz yer, Allah’ı unuttuğumuz andır. Dönüş de oradan başlamalıdır.
“Kim Allah’a yönelirse, Allah ona bir çıkış yolu açar.” (Talâk, 2)

Sünnete Sarılmak:
Resûlullah’ın hayatı, ümmetin pusulasıdır. O’nun ahlâkı, adaleti, cesareti, sabrı yeniden dirilmeden ümmet dirilemez.

Birlik Ruhunu Canlandırmak:
Mezhep değil İslam kardeşliği, coğrafya değil ümmet şuuru, dil değil tevhid temelli bir birlik kurulmalı.
“Müminler ancak kardeştir.” (Hucurât, 10)

SON SÖZ: YA İZZET, YA ZİLLET

Tarih bize şunu gösterdi: Ümmet izzeti Allah’ta aradığında yücelmiş, dünya onun önünde eğildi. Ama izzeti dünyada, makamda, güçte aradığında zelil olmuş, düşman başına efendi kesilmiş.

Şimdi yeniden o kadim izzete yürümek zamanı. Ama bu yürüyüş, ne siyasetle ne sadece nutukla olur. Bu yürüyüş, secdede baş eğen, cihadda can veren, kalbini Kur’an’la dirilten bir ümmetle mümkündür.

Unutma:
“İzzet, yalnızca Allah’a aittir.” (Yunus, 65)

 

Loading

No ResponsesNisan 10th, 2025

KURAN-I KERİM’DE EVLİLİK İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ .

KURAN-I KERİM’DE EVLİLİK İLE İLGİLİ AYETLER VE HİKMETLERİ .

Kur’an-ı Kerîm evliliği, insan hayatının en temel yapı taşlarından biri olarak görür ve bu müesseseyi rahmet, sevgi ve huzur üzerine kurar. Evlilikle ilgili ayetlerde yalnızca hukukî bir bağ değil, ruhsal, sosyal ve ahlaki bir bütünlük öne çıkar. Aşağıda Kur’an’da evlilikle ilgili bazı önemli ayetleri ve bunların hikmet yönleri:

1. Evlilik, Allah’ın Ayetlerinden Biridir

“Kendileriyle huzura kavuşasınız diye sizin için kendi cinsinizden eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun ayetlerindendir.”
(Rum, 21)

Hikmet:

Evlilik sadece cinsî değil, ruhsal bir tamamlayıcılıktır.

Sevgi ve merhamet; evliliğin iki temel direğidir.

İnsan, yalnız kalmasın ve ruhen huzur bulsun diye eşiyle desteklenir.

2. Nikah Emri ve Temiz Hayat

“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden evlenmeye uygun olanları evlendirin…”
(Nur, 32)

Hikmet:

Toplumsal iffetin ve huzurun korunması için evlilik teşvik edilir.

Evlilik, gayrimeşru ilişkilerin önüne geçer.

Bekâr kalmak, İslam’da teşvik edilen bir hal değildir (zorunlu bir sebep olmadıkça).

3. Nikahın Şartı: Rızalık ve Karşılıklı Razı Olma

“Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin…”
(Nisâ, 4)

Hikmet:

Evlilikte zorlama ve baskı yoktur.

Mehir, kadına verilen bir değerdir; onu satın alma değil, saygı göstergesidir.

Gönül rızasıyla kurulmuş bir nikah, sağlam bir temel oluşturur.

4. Evliliğin Temelinde Takva Vardır

“İffetli yaşamak isteyen kadın ve erkekleri evlendirin… Allah onları lütfuyla zenginleştirir.”
(Nur, 32)

Hikmet:

Evlenmek, fakirliği değil; Allah’ın rızasını ve bereketini getirir.

Maddî zorluk bahanesiyle evlilikten kaçınmak, ayetin ruhuna aykırıdır.

Takva ehli kişilerin evlenmesi, toplumun ahlaki temellerini güçlendirir.

5. Eşler Arasında Karşılıklı Haklar

“Kadınların, kocaları üzerinde hakları olduğu gibi; kocaların da kadınlar üzerinde hakları vardır.”
(Bakara, 228)

Hikmet:

Evlilikte tek taraflı sorumluluk yoktur; denge esastır.

Sevgi ve anlayış kadar, adalet ve sorumluluk da olmalıdır.

Evlilik bir ortaklıktır; haklar ve görevler paylaşılır.

6. Evlilikte Barışmak ve Uyuşmak Esastır

“Eğer kadınla erkeğin birbirlerinden ayrılacaklarından korkarsanız, bir hakem erkeğin ailesinden, bir hakem de kadının ailesinden gönderin…”
(Nisâ, 35)

Hikmet:

Aileler araya girerek boşanmayı değil, barışmayı sağlamaya çalışmalıdır.

Evliliği yıkmak kolay, onarmak zordur; İslam barışı önceler.

7. Bozulmuş Evlikte Adil Çözüm

“Kadın ile kocası arasında ayrılık olursa, Allah her birini genişliği içinde zengin eder.”
(Nisâ, 130)

Hikmet:

Her evlilik sürecek diye bir kaide yoktur.

Ancak bitiş bile nezaketle, adaletle ve Allah’ın rahmetine güvenerek olmalıdır.

Ayrılık da hayra vesile olabilir.

8. Eş Seçimi: Dindarlık Ölçü Olsun

“Mü’min bir cariye, hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır.”
(Bakara, 221)

Hikmet:

Güzellik, zenginlik gibi geçici değerler değil; iman ve ahlak esas alınmalıdır.

Eş, insanı cennete götüren yolda yoldaş olmalıdır.

9. Evlilikte Cinsellik Meşrudur ve Güzeldir

“Onlar sizin örtülerinizdir, siz de onların örtülerisiniz.”
(Bakara, 187)

Hikmet:

Eşler arasında mahremiyet ve güven vardır.

Cinsellik bir ibadet bilinciyle yaşanır; utanılacak değil, korunacak bir alandır.

Sonuç:

Kur’an-ı Kerim evliliği sadece dünyevî bir bağ olarak değil, ilahi bir düzen, ahlaki bir birliktelik ve toplumu inşa eden temel taş olarak görür. Nikah, Allah adına yapılan bir sözleşmedir ve bu bağ, merhametle, sevgiyle ve takvayla yürütülmelidir. Eşler birbirine yük değil, huzur ve destek olmalıdır.

Loading

No ResponsesNisan 10th, 2025

KURAN-I KERİM’DE CENNET VE CEHENNEMDE EŞLİLİK VE EŞLERIN DURUMU NEDİR VE NASIL OLACAKTIR ?

KURAN-I KERİM’DE CENNET VE CEHENNEMDE EŞLİLİK VE EŞLERIN DURUMU NEDİR VE NASIL OLACAKTIR ?

Kur’ân-ı Kerîm, ahiret hayatını anlatırken cennet ve cehennemdeki eşlilik konusuna da çeşitli ayetlerde yer verir. Bu eşlilik hem dünya hayatında imanla yaşamış eşlerin ahirette bir araya gelmesi, hem de cennette yeni lütuf olarak verilecek eşler şeklinde detaylandırılır. Aynı şekilde cehennem ehlinin eşleriyle durumu da ibret verici şekilde zikredilir.

1. CENNETTE EŞLİLİK: HUZUR VE NİMET

“Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmışlardır.”
(Yâsîn, 56)

Hikmet:

Cennette eşler birlikte olacak, üzüntü, dargınlık, ayrılık gibi duygular olmayacaktır.

Koltuklara yaslanmak; rahat, sıcak ve sürekli bir mutluluğu simgeler.

2. DÜNYADAKİ MÜ’MİN EŞLERİN CENNETTE BULUŞMASI

“İman edenlerin ve soylarından gelen nesillerinin imanla kendilerine uyanları da kendilerine kattık.”
(Tûr, 21)

Hikmet:

Mümin bir aile fertleri, dereceleri farklı bile olsa cennette buluşturulacaktır.

Allah, rahmetiyle onları birleştirir; sevgi bağı devam eder.

Bu, aile saadetinin ebedileşmesidir.

3. HÛRİLER ve CENNETTE VERİLEN EŞLER

“Cennetteki takva sahipleri için eşler vardır; tertemiz ve kendileriyle ebedi kalacaklarıdır.”
(Bakara, 25)

“Huriler de vardır; gözlerini yalnız kocalarına dikmiş, inci gibi saklanmışlardır.”
(Sâffât, 48; Rahmân, 56)

Hikmet:

Hûriler, Allah’ın özel olarak yarattığı cennet nimetidir; mükafat olarak verilir.

Bu eşler dünyadaki kadınların karşıtı değil; cennet nimetinin parçasıdır.

Ebedîlik ve arınmışlık ön plandadır; kıskançlık, sıkıntı gibi dünyevî duygular yoktur.

4. CENNET KADINLARININ DURUMU

Kur’an’da doğrudan kadınların cennetteki durumuna dair ayet azdır, ancak hadislerle tamamlanır.

“Onlar orada eşleriyle birlikte nimetlere gark olurlar.”
(Zuhrûf, 70-71)

Hikmet:

Cennet kadınları da nimetlerden eşit şekilde istifade eder.

İmanla ölen bir kadın, isterse dünyadaki eşiyle ya da Allah’ın cennette vereceği eşle birlikte olabilir.

Gönül razılığı esastır.

5. CENNETTE KISKANÇLIK, GEÇMİŞE ÜZÜNTÜ YOKTUR

“Onların göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık; kardeşler olarak karşılıklı koltuklarda otururlar.”
(Hicr, 47)

Hikmet:

Kıskançlık, kin, dargınlık gibi dünyevî duygular kalmaz.

Her şey Allah’ın razı olduğu şekilde yeniden tanzim edilir.

6. CEHENNEMDEKİ EŞLER VE İBRET

“Onlar ve sapıttıkları eşleri cehennemin ateşinde cezalandırılacaktır.”
(Sâffât, 22-23)

“Şüphesiz ki siz ve Allah’tan başka taptığınız şeyler cehennemin odunusunuz.”
(Enbiyâ, 98)

Hikmet:

Sapkın eşler, birbirlerini kötülüğe sürüklemişlerse, birlikte cezalandırılırlar.

Cehennemde eşlik, azap arkadaşlığıdır; huzur değil, pişmanlık söz konusudur.

Bu da dünyadaki eş seçiminin ve yönelişlerin önemini vurgular.

7. EŞ SEÇİMİNİN EBEDÎ SONUÇLARI

“Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara… İyi kadınlar, iyi erkeklere; iyi erkekler, iyi kadınlara layıktır.”
(Nur, 26)

Hikmet:

Bu dünya bir eş seçim yurdudur; ahiret onun yansımasıdır.

İyi ile iyi; kötü ile kötü birlikte olur. Evlilik sadece dünya için değil, ebediyet içindir.

SONUÇ:

Kur’an’da cennet ve cehennemdeki eşlik meselesi:

İman, takva ve salih amellerle şekillenir.

Cennette eşler; ebedi huzur, sevgi ve mutluluk içinde beraber olur.

Cehennemde ise eşlik; azabın, pişmanlığın ve ayrılığın bir parçasıdır.

Bu dünya, ebedi eşliğin temelinin atıldığı yerdir.

 

Loading

No ResponsesNisan 10th, 2025

CEHENNEMDE CEHENNEMDEKİLERİN AZAPLARI VE HİKMETLERİ

CEHENNEMDE CEHENNEMDEKİLERİN AZAPLARI VE HİKMETLERİ

Cehennem, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde en korkunç şekilde tasvir edilen, Allah’ın emirlerine başkaldıranların, inkârcıların ve büyük günahlara dalanların karşılaşacağı ilâhî adalet ve cezalandırma yurdudur. Ancak cehennem yalnızca bir intikam yeri değil, aynı zamanda ibret, adalet, terbiye ve ilâhî hikmetin bir yansımasıdır.

Aşağıda cehennem azapları ve bunların hikmetleri başlıklar hâlinde açıklanmıştır:

I. CEHENNEM AZAPLARI KUR’ÂN’DA NASIL ANLATILIR?

1. Yanan Deriler ve Yeniden Yaratılış

“Derileri yandıkça, azabı tatmaya devam etsinler diye, onların derilerini başka derilerle değiştiririz.”
(Nisâ, 56)

Sürekli bir azap döngüsüdür. Acının kesilmemesi, azabın şiddetini gösterir.

2. Kaynar Su ve Zift Gibi Maddeler

“İçmek için kaynar su verilir; bu su bağırsaklarını lime lime eder.”
(Muhammed, 15)

“Üzerlerine zift gibi siyah bir duman örtülmüştür.”
(İbrahim, 50)

3. Demir Kamçılar ve Zincirler

“Ellerine kelepçeler, ayaklarına zincirler vurulmuştur.”
(İnsân, 4)

Bedensel azap yanında, aşağılanma ve acizlik duygusu da verilir.

4. Yakarış ve Cevapsızlık

“Rabbimiz! Bizi buradan çıkar!”…
(Allah der ki:) ‘Size düşünmek için zaman verilmedi mi? Artık azabı tadın.’”
(Fâtır, 37)

Pişmanlık vardır ama artık iş işten geçmiştir.

II. HADİSLERDE CEHENNEMİN TASVİRİ

1. Cehennem Ateşinin Şiddeti

“Dünya ateşi, cehennem ateşinin yetmişte biridir.”
(Buhârî, Bed’ü’l-Halk 10)

Dünya ateşine dayanmak bile zorken, cehennemin azabı çok daha şiddetlidir.

2. Cehennemin Konuşması

“Cehennem, ‘Daha yok mu?’ diyecek.”
(Kaf, 30)

Cehennemin canlı gibi tasvir edilmesi, azabın dehşetini artırmak içindir.

III. AZABIN HİKMETLERİ NELERDİR?

1. İlâhî Adaletin Tecellisi

Allah’ın adaleti, herkese hak ettiğini verir.

Hakkı çiğneyenler, zulmedenler, inkâr edenler karşılığını görür.

2. İntikam Değil, Hikmetli Cezalandırma

Cehennem, zulmün cezalandırıldığı bir yerdir.

Dünya hayatında kötülük yapanların yaptıkları yanlarına kalmaz.

3. Uyarı ve Korkutma Aracı

Kur’an’ın cehennemi tasvir etmesi, insanları kötülükten sakındırmak içindir.

Bu yönüyle eğitici ve arındırıcı bir görevi vardır.

4. Nimetlerin Kıymetini Bildirme

Cehennemin varlığı, cennetin ve Allah’ın rahmetinin ne kadar kıymetli olduğunu hissettirir.

5. Vicdanların Tesellisi

Dünyada mazlum olanların yüreğine su serpen bir hakikattir: “Zalimler cezasız kalmayacak.”

SONUÇ:

Cehennem, yalnızca azap yeri değil, aynı zamanda:

İlâhî adaletin bir tecellisi,

Nimetlerin farkına varma vasıtası,

Vicdanların huzuru,

İnsanlığı kötülükten sakındıran caydırıcı bir hakikat olarak yer alır.

Bu gerçek, insanı ahlâkî bir duruşa, imanla yaşama ve Allah’a yönelmeye davet eder.

 

Loading

No ResponsesNisan 10th, 2025

DÜNYADA HUKUK ALANINDA İNSANLARIN İSLAM HUKUKU VE ŞERİATIYLA YÖNETİLMESİ MÜMKÜN MÜ?

DÜNYADA HUKUK ALANINDA İNSANLARIN İSLAM HUKUKU VE ŞERİATIYLA YÖNETİLMESİ MÜMKÜN MÜ?

İMKÂNI NEDİR VE NASIL OLUR?**

Tarihte nice büyük medeniyetler yükselmiş, kanun koymuş, adalet iddiasıyla halkları yönetmiştir. Ancak birçoğu ya zulme kaymış ya da adaletin terazisini yitirmiştir. Oysa İslam, hukuk anlayışını sadece beşerî akılla değil, ilahi hikmetle ve fıtrata uygunluk ilkesiyle şekillendirmiştir. Bugün insanlık adalet arayışındadır. Peki, bu çağda, dünya ölçeğinde insanların İslam hukuku ile yönetilmesi mümkün müdür? Bu nasıl olur?

İslam Hukuku: Sadece Ceza Değil, Bir Medeniyet Tasavvurudur

İslam hukuku denince genellikle akla ceza hukuku gelir: Hırsızın eli kesilir mi? Zina nasıl cezalandırılır? Oysa bu, meselenin çok dar bir pencereden görülmesidir.

İslam hukuku (Fıkıh ve Şeriat); ibadetler, aile düzeni, ticaret hukuku, kamu yönetimi, çevre, savaş ve barış hukuku gibi geniş bir alanı kapsar. Bu sistemin amacı sadece suçları cezalandırmak değil, ahlâkı tesis etmek, toplumu fesattan korumak ve adaleti kökleştirmektir.

Modern Hukuk Sistemlerinin Krizi: İnsan Aklı Merkezli Adaletin Sınırları

Bugün dünyada uygulanan pozitif hukuk sistemleri, beşerî akla ve toplumsal sözleşmelere dayanır. Ancak bu sistemler:

Zengini kayıran,

Güçlü lobilerin lehine kararlar çıkaran,

Ahlâkî temelden uzaklaşan,

Aileyi, fıtratı ve toplumun temelini zedeleyen hükümler üretmeye başlamıştır.

Uluslararası hukuk, adalet üretmekten çok, çoğu zaman güçlünün meşruiyet aracı olmuştur.

İnsanlık, adaleti beşerin heva ve hevesine teslim etmekten bıkmıştır. İşte bu noktada İslam hukuku, çağlar üstü ilkeleriyle yeniden tartışma alanına girmektedir.

İslam Hukukunun Küresel Uygulanabilirliği Mümkün mü?

Bu soruya üç açıdan yaklaşmak gerekir:

1. Fıtrat Temelli Olması Nedeniyle Evrensel Potansiyele Sahiptir

İslam hukuku, insanın yaratılışına (fıtratına) uygun olarak şekillenmiştir. İyilik, adalet, sadakat, hak ve sorumluluk gibi değerler her çağda insanın özlemidir. Bu yönüyle İslam hukuku “yerel değil, evrenseldir.”

2. Uygulama Biçimi Esnek, Prensipleri Sabittir

İslam’da değişmeyen esaslar (usûl) ve değişebilen hükümler (fürû) ayrımı vardır. Bu, her toplumun kendi kültürüne göre yorum geliştirmesine imkân tanır. Yani İslam hukuku katı değil, hikmetli ve adapte olabilir bir sistemdir.

3. Aşamalı Geçiş Zorunludur

İslam hukuku bir anda, tepeden inme şekilde uygulanamaz. Bunun için:

Toplumsal eğitim,

Ahlâkî zemin,

Ekonomik adaletin sağlanması,

Kamu idaresinde liyakat ve adaletin tesisi gibi sosyal altyapılar hazırlanmalıdır. Aksi hâlde şeriat, ruhu taşımayan bir şekle dönüşür.

İbretli Bir Misal: Endülüs ve Osmanlı

Endülüs Emevileri döneminde İslam hukuku, Avrupa’nın en parlak medeniyetini ortaya çıkarmış; hukuk, ilim ve sanat iç içe geçmiştir. Yine Osmanlı’da Şeyhülislam fetvaları, sultanın bile üzerinde bir hukuk otoritesi kabul edilmiştir. Bu, hukukun ilahî değerler üzerine kurulu olduğunun bir göstergesidir.

Bugün Nasıl Olur? Adım Adım Bir Model

1. Eğitimle Başlar: Hukukun temelinde insan vardır. Ahlâkî ve İslamî değerlerle yetişmiş hukukçular gerekir.

2. Hikmetle Anlatılmalı: İslam hukuku sadece cezalar üzerinden değil; insana kazandırdığı huzur ve adaletle sunulmalıdır.

3. Alternatif Model Sunulmalı: “Batının çöküşüne karşı doğunun dirilişi” mottosuyla, örnek model projeler (aile hukuku, ekonomi, kamu ahlâkı vs.) oluşturulabilir.

4. İslami Yapay Zekâ Sistemleri: İnsanların İslam hukukuna dair sorularına cevap veren, yönlendirme yapan dijital hukuk danışmanları geliştirilebilir.

5. Uygulama Alanı Genişletilmeli: Müslüman ülkelerde önce bireysel ve sivil hayatta; sonra ticaret ve aile gibi alanlarda İslam hukuku uygulamaya geçirilerek doğal bir dönüşüm sağlanabilir.

Sonuç:

İslam şeriatı bir tehdit değil, insanlığın özlediği adaletin ta kendisidir. Onu tanımayan korkar, bilen huzur bulur. Bugün modern dünyada insanlar fıtratlarına yabancılaştıkça, adalet özlemi derinleştikçe, İslam hukukunun hikmeti parlayan bir nur gibi görünmeye başlar.

Hidayet gibi hukuk da kalpten başlar. Kalbi adalete, rahmete ve hikmete açılmış bir insanlık, İslam hukukunu sadece bir sistem değil, bir kurtuluş yolu olarak görebilir.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 9th, 2025

KURAN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE ANLATILAN OLUMLU İNSANLAR VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

KURAN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE ANLATILAN OLUMLU İNSANLAR VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

İnsan, yeryüzünün halifesi olarak yaratılmış, kalbi ilahi nurla aydınlanabilecek bir kıymetle donatılmıştır. Ancak bu değeri ortaya koymak, sadece yaratılmakla değil, yaşanılan hayatla mümkündür. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler, insanın olgunluk yollarını, faziletli hâllerini, yüksek karakterini bize gösteren eşsiz rehberlerdir.

Bu mukaddes kaynaklarda olumlu insan örnekleri, yalnızca anlatılmakla kalmaz; insanlığa bir model, bir “ideal şahsiyet tipi” olarak sunulur. İşte bu yazı, Kur’an ve sünnetin çizdiği olumlu insan portresini, ibretli ve hikmetli yönleriyle birlikte mukayeseli olarak ortaya koymaktadır.

1. Kur’an’da Anlatılan Olumlu İnsanlar ve Özellikleri

Kur’an-ı Kerim, birçok ayette doğrudan iyi insanları över, onların ahlâkî niteliklerini sıralar ve “kim en güzel davranışta bulunacak” sorusuna cevap arar.

A) Müttakî (Takvâ Sahibi) İnsan:

“Allah, takvâ sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân, 76)

Takvâ, Allah’tan gereği gibi korkmak ve daima O’nun rızasını gözetmektir. Takvâ sahibi insanlar, Kur’an’da övgüyle anılanların başında gelir. Bunlar:

Günahlardan sakınır,
Salih ameller işler,
Kul hakkından çekinir,
Sözünde sadıktır.

B) Sabreden İnsan:

“Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155)

Sabır, musibet anında kendini tutmak değil, aynı zamanda hayatın her anında istikamet üzere olmaktır. Kur’an, sabredenleri “Allah’ın sevgili kulları” olarak zikreder.

C) Tevazu Sahibi İnsan:

“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde tevazu ile yürüyenlerdir.” (Furkan, 63)

Kibirlenmeyen, kimseyi küçümsemeyen ve kendi nefsini terbiye etmiş insanlar Kur’an’ın övdüğü kişilerdendir.

D) Şükreden İnsan:

“Kullarımdan şükreden ne kadar da azdır!” (Sebe’, 13)

Şükreden insan, nimetleri sahibini tanır ve nankörlük etmez. Şükür, sadece dille değil, nimetleri yerli yerinde kullanmakla olur.

E) İhsan Sahibi (Allah’ı Görüyormuş Gibi Yaşayan) İnsan:

“Allah, ihsan sahiplerini sever.” (Bakara, 195)

İhsan, her işini Allah görüyormuş gibi yapmaktır. Böyle insanlar yaptıklarını gösteriş için değil, sırf Allah için yaparlar.

2. Hadis-i Şeriflerde Anlatılan Olumlu İnsan Tipi

Peygamber Efendimiz (s.a.v), Kur’an’ın yaşayan halidir. Onun hadislerinde insanın kemale erme yolları, canlı örneklerle açıklanmıştır.

A) Hayırlı İnsan:

“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (Dârimî)

İslam’da iyi insan, sadece ibadetle değil; topluma faydasıyla, yararlı oluşuyla ölçülür.

B) Güzel Ahlâklı İnsan:

“Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanıdır.” (Tirmizî)

Peygamberimiz, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini söylemiştir. Merhametli, cömert, yumuşak huylu insan, makbul insandır.

C) Kalbi Temiz İnsan:

“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.” (Buhârî)

İç dünyasını arındırmış, kin ve nefret taşımayan, iftira etmeyen, gıybetten uzak duran kişi, ahirette kurtuluşa erer.

D) Samimi ve İhlâslı İnsan:

“Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî)

Allah katında geçerli olan, yapılan işin değil; niyetin temizliğidir. İhlâslı insan, gösterişten uzak, sadece Allah için yaşar.

3. Mukayeseli Bir Bakış: Kur’an ve Sünnette Aynı Yolda Buluşan Erdemler

Erdem – Kur’an’daki Yeri – Hadislerdeki Yansıması
* Takvâ: Kur’an’da müttakîlerin Allah’ın dostu olduğu belirtilir. Hadislerde ise takvânın en üstün derece olduğu ifade edilir (Tirmizî).
* Sabır: Kur’an’da (Bakara Suresi’nde) sabredenlerin müjde ile desteklendiği geçer. Hadislerde sabrın imanın yarısı olduğu belirtilir (İbn Mâce).
* Tevazu: Kur’an’da tevazunun Rahmân’ın kullarının bir vasfı olduğu ifade edilir. Hadislerde kibirden uzak olanların cennete yaklaşacağı belirtilir.
* Şükür: Kur’an’da şükrün nimetin kıymetini bilmek olduğu vurgulanır. Hadislerde ise şükredenin doyurulmuş sayılacağı ifade edilir (Müslim).

* Güzel ahlâk: Kur’an’da ihsanla birlikte anılır. Hadislerde ise mümine en çok sevap kazandıran şey olduğu belirtilir.

4. İbretli Bir Hakikat: Gölge Veren Yedi Kişi

Peygamber Efendimiz (s.a.v) kıyamet gününde Allah’ın arşının gölgesinde gölgelenecek yedi kişi arasında şunları sayar:

Adil yönetici,
Gençliğini ibadetle geçiren,
Kalbi mescidlere bağlı kişi,
Allah için birbirini sevenler,
Güzel bir kadınla baş başa kaldığında Allah’tan korkup günaha girmeyen,
Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren,
Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken.
(Buhârî, Müslim)

Bu yedi insan tipi, Kur’an ve sünnetin övdüğü insan modelini özetleyen birer semboldür.

SONUÇ:

Kur’an ve hadisler, iyi insanı sadece tanımlamaz, onu inşa eder. O insan; hikmetle konuşan, şefkatle davranan, adaletle hükmeden ve Allah’a samimiyetle bağlı olandır.

Bu faziletler, her çağda ve toplumda geçerli olan evrensel ahlâk yasalarıdır. Modern dünyanın krizlerine karşı, bu olumlu insan modeli hem bir manevî reçete, hem de medeniyet inşasının temel taşıdır.

Çünkü:
“İnsanı inşa eden, toplumu imar eder.”
“Kalbi aydın olanın, yeryüzüne nu

Loading

No ResponsesNisan 9th, 2025

İLMİN VE ONUNLA ORANTILI VE BAĞLANTILI OLARAK İLMİN HIZLA GELİŞMESİYLE ALLAHIN ALİM VE NUR İSİMLERİ NASIL TECELLİ VE TEZAHÜR ETMEKTEDİR ?

İLMİN VE ONUNLA ORANTILI VE BAĞLANTILI OLARAK İLMİN HIZLA GELİŞMESİYLE ALLAHIN ALİM VE NUR İSİMLERİ NASIL TECELLİ VE TEZAHÜR ETMEKTEDİR ?

İlmin Gelişimi ve Allah’ın Alîm ve Nûr İsimlerinin Tecellîsi

İlim, insana bahşedilen en büyük nimetlerden biridir. İnsan, aklı sayesinde ilimle eşyanın hakikatine ulaşır, kainat kitabını okuyabilir hale gelir. Günümüzde ilmin baş döndürücü bir hızla ilerlemesi, sadece bir teknolojik devrim değil, aynı zamanda İlâhî isimlerin, özellikle Alîm (her şeyi hakkıyla bilen) ve Nûr (her şeyin kaynağı olan mutlak aydınlık) isimlerinin daha belirgin bir şekilde tecellî etmesidir.

1. İlmin Kaynağı: Alîm ismiyle mutlak bilgi sahibi olan Allah

İnsan, bilgiyi keşfeder; yaratmaz. Varlıkta gizlenmiş olan hakikatleri bulur, açığa çıkarır. Bu ise ancak, sonsuz bir ilimle yaratılmış bir düzenin varlığıyla mümkündür. Zira bilgi, tesadüf üzerine kurulmaz; bilakis hikmetli bir tertibin eseridir. Kâinattaki hassas denge, matematiksel incelikler ve fizikî kanunlar, Allah’ın Alîm isminin yansımalarıdır. Her atomda, her hücrede ve her galakside bu ismin mühürleri okunur.

Bir yazılım, bir düzen, bir sistem varsa; bir ilim ve irade sahibini gerektirir. Bu da gösteriyor ki, ilim arttıkça insan, kendi cehâletini daha çok idrak etmekte ve sonsuz bir ilim sahibinin varlığını daha fazla hissetmektedir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur:

> “Allah’tan, kulları içinde ancak âlimler (gerçek manada) korkar.” (Fâtır, 28)

2. İlmin Aydınlatıcı Yüzü: Nûr ismiyle tecellî eden hakikat

İlim aynı zamanda bir ışıktır. Karanlıkta yürüyen insan, ancak bir ışıkla yönünü tayin edebilir. Bu ışık ise Allah’ın Nûr isminden gelen bir aydınlıktır. Zira Kur’an’da:

> “Allah, göklerin ve yerin nurudur…” (Nur, 35)

buyurularak, sadece fiziki ışığın değil, aynı zamanda manevî aydınlığın kaynağının da Allah olduğu bildirilmiştir. İlmin artmasıyla cehalet karanlığı dağılır, hurafeler çöker, hakikat belirginleşir. Ancak bu ilim, hidayetle birleşirse hakiki bir nur olur; yoksa karanlıkta parlayan ama ısıtmayan bir yıldız gibi olabilir.

3. İlmin Hızlanması: İlâhî isimlerin zamanla daha da parlaması

Bugün yapay zekâ, genetik, uzay teknolojileri, bilgi aktarımının saniyelere inmesi gibi gelişmeler; sadece insanın başarısı değildir. Bu gelişmeler, Allah’ın ilminden bir “damla”yı insanın istifadesine sunmasıyla mümkündür. Her bir yeni keşif, aslında var olanın açığa çıkarılmasıdır. İlmin hızlanması, bir yönüyle kıyamet alâmetlerinden sayılırken, diğer yönüyle Allah’ın kudret ve hikmetini gözler önüne serer.

4. Hikmetli Bir Kıssa: Karınca ve Peygamber Süleyman

Rivayet edilir ki, Hz. Süleyman (as) ordusuyla birlikte geçerken bir karınca, diğer karıncalara şöyle der:

> “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, yoksa Süleyman ve ordusu sizi fark etmeden ezebilir.”

Hz. Süleyman (as), Allah’ın kendisine verdiği ilimle karıncanın sözünü işitir ve tebessüm eder. Bu kısa diyalog, bize şunu gösterir: Allah, dilediği kullarına dilediği kadar ilim ve nur verir. Karıncanın sesi duyulacak kadar detaylara vakıf olmak, Alîm isminin bir yansıması; o sesi anlayıp hikmetle değerlendirmek ise Nûr isminin bir parıltısıdır.

5. Sonuç: İlmin artması, Allah’ı tanımaya vesile olmalı

İlim, sahibini kibire değil, marifete götürmelidir. Her yeni bilgi, insanın acziyetini, Rabbinin azametini göstermelidir. Çünkü “Bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9). İlmin artışıyla birlikte, Allah’ın Alîm ve Nûr isimlerinin daha çok hissedilmesi, imanla yoğrulmuş bir basiret gerektirir.

Zira ilim, Allah’a ulaşan yolda bir nurdur; ama O’nu gözetmeden gidilen her ilim yolu, insanı ancak karanlıkta bırakır.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 9th, 2025

KIBLE, KÂBE, TAVAF, SA’Y VE VAKFE: BİR SEMBOLÜN DERUNİ SEYRİ

KIBLE, KÂBE, TAVAF, SA’Y VE VAKFE: BİR SEMBOLÜN DERUNİ SEYRİ

İnsanoğlu, yaratılışı gereği sembollere muhtaçtır. Zira hakikatin özüne ulaşmak için kalbin gözüyle bakmak gerekir. Allah (c.c), kullarının idrakini yükseltmek, ruhlarını tezkiye etmek ve kalplerini nurlandırmak için sembolleri birer hakikat aynası kılmıştır. İslam’ın derin yapısında yer alan Kıble, Kâbe, Tavaf, Sa’y ve Vakfe, sadece zahiri ibadet ritüelleri değil, aynı zamanda ruhun Allah’a dönüşünün ve marifetullahta terakki etmesinin sembolleridir.

KIBLE: Kalbin İstikameti

Kıble, sadece namazda yöneldiğimiz coğrafi bir yön değildir. Asıl kıble, kalbin Allah’a yönelişidir. Bedensel olarak Kâbe’ye dönerken, kalbimizin kıblesi de dünya meşguliyetlerinden, nefsaniyetten ve gafletten sıyrılarak Mevlâ’ya teveccüh eder. Kıble, insanın batıni istikametini belirler. Eğer kalbin kıblesi Allah değilse, bedenin kıblesi Kudüs de olsa fayda vermez.

Tasavvufta, kıble istikameti “batınî istikamet” olarak görülür. Gönül kıblesi bozuldu mu, namazın dışı şekil, ibadetin özü ruhsuz kalır. Bu yüzden, her müminin ilk işi kalbin kıblesini düzeltmektir.

KÂBE: Vahdetin Merkez Noktası

Kâbe, tevhidin sembolüdür. Dünyanın dört bir yanından gelen müminlerin aynı merkez etrafında toplanması, birliğin, kardeşliğin ve Allah önünde eşitliğin ilanıdır. Kâbe, Allah’ın evi değildir, zira Allah mekândan münezzehtir; ancak o, O’nun tecellisinin merkezi, rahmetin iniş noktası, kudsiyetin ve aşkınlık halinin yeryüzündeki simgesidir.

Kalbimiz de bir Kâbe gibi olmalı; putlardan, dünya sevgisinden, kibirden ve nefsin arzularından arındırılmalı. Nasıl ki Kâbe putlardan temizlenince hakikat ortaya çıktı, kalp de öyle temizlenirse ilahi nurla dolar. Kâbe’nin siyah örtüsü, aşkın sırrını gizler; ama her dönen, o sırra bir adım daha yaklaşır.

TAVAF: Aşkın Etrafında Dönmek

Tavaf, müminin Allah aşkıyla yanıp tutuşarak O’nun etrafında dönmesidir. Güneşin etrafında dönen gezegenler gibi, kalpler de aşkın merkezi olan Kâbe etrafında döner. Bu dönüş, nefsin merkezi terk edip, Allah’ı merkeze alışının sembolüdür.

Tasavvufta tavaf, ruhun kendi benliğinden çıkıp hakikatle bütünleşmesidir. Her şavt (tavaf turu), kulun bir nefsi engeli aşıp Allah’a bir adım daha yaklaşmasıdır. Yedi tur, nefsi yedi mertebede terbiye etmeyi simgeler: Emmare’den başlayıp mutmainne’ye doğru ilerleyen manevi seferin dıştaki görüntüsüdür tavaf.

SA’Y: Gayretin ve Umudun Koşusu

Hacer validemizin Safa ile Merve arasında koşusu, ilahi bir tevekkül ve çabanın timsalidir. O koştu, ama kalbi Allah’a teslimdi. Sa’y, insanın dünya hayatında arayışını, gayretini ve sabrını ifade eder. Kul, hayat yolculuğunda çabalar; ama sonuç Allah’tandır.

Tasavvufi bakışla sa’y, zahiri koşunun ötesinde bir iç yolculuktur. Bazen vuslat umuduyla Safa’dan koşarız, bazen gözyaşıyla Merve’ye sığınırız. Ama bilmeliyiz ki, her saf koşu, Hakk’ın rahmetine çağrıdır.

VAKFE: Dur ve Dinle

Vakfe, Arafat’ta duruştur. Beden durur ama kalp en yoğun konuşmasını yapar. Hiçbir amelin kabulü vakfesiz olmaz. Orada, sadece el değil, gönül açılır. Kul, hayatın hengamesinde ilk defa susar ve Allah’ı dinler. O duruş, mahşer provasıdır; kefensiz bir bekleyiştir.

Vakfe, insanın kendiyle yüzleştiği, dünyadan soyunduğu ve Rabbiyle baş başa kaldığı andır. Orası yeryüzünün en suskun ama en yüksek sesle yapılan duasıdır. Ve orada dilsiz bir niyaz yükselir göğe: “Ben geldim ya Rab, beni kabul et!”

SONUÇ: Şekilden Hakikate Yolculuk

Kıble bir yön değil, yöneliştir. Kâbe bir bina değil, kalbin kıblesidir. Tavaf bir yürüyüş değil, aşkın ritmidir. Sa’y bir koşu değil, umudun adımıdır. Vakfe bir duruş değil, teslimiyetin doruk noktasıdır.

Bu semboller, şeklin ötesinde derin manalar taşır. Her biri birer işaret taşıdır; kulun Rabbi’ne ulaşmasında önüne serilmiş manevi duraklardır. Bu sembolleri yalnızca bedenle değil, ruhla da yaşarsak; o zaman hac bir seyahat değil, bir mirac olur.

İşte bu yüzden, İslam sadece bir ibadetler bütünü değil, hakikatin remzidir. Bu sembollerde kendini bulan her kul, artık dünyada değil; ebedi bir hakikatin eşiğindedir.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 9th, 2025

KURAN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE ANLATILAN OLUMSUZ İNSANLAR VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

KURAN-I KERİM’DE VE HADİS-İ ŞERİFLERDE ANLATILAN OLUMSUZ İNSANLAR VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerde birçok olumsuz insan tipi ve bu kişilerin özellikleri ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. Bu uyarılar, hem bireysel arınma hem de toplumsal ıslah için çok önemlidir. Aşağıda bazı temel olumsuz insan tipleri ve özellikleri yer almaktadır:

1. Münafık (İkiyüzlü)

Kur’an’da çokça yer verilen tiplerden biridir.

Özellikleri:

Yalancıdır: “Münafıklar Allah’a oyun etmeye çalışırlar, oysa Allah onların oyunlarını başlarına geçirir.” (Nisa 142)

Namaza üşenerek kalkar: (Nisa 142)

Gizli fesat peşindedir: (Bakara 11-12)

Ahde vefasızdır, emanete hıyanet eder: (Hadis – Buhari, Müslim)

2. Kâfir (İnkarcı)

Hakkı bile bile inkâr eden kişidir.

Özellikleri:

Kibirli ve inatçıdır: “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım.” (Araf 146)

Hak söze kulak vermez: (Bakara 6-7)

Dünya hayatını ahirete tercih eder: (İbrahim 3)

3. Zalim

Haddi aşan, başkalarının hakkını çiğneyen kişidir.

Özellikleri:

Güçlüyken zulmeder: (Şura 42)

Allah’ın hükmüne razı olmaz: (Maide 45)

Kendi nefsine de zulmeder: (Bakara 57)

4. Mütekebbir (Kibirli)

Kendisini üstün gören, başkalarını küçük gören kişidir.

Özellikleri:

Hakikati kabul etmez: “Kibre kapılanlara cennet haramdır.” (Hadis – Müslim)

Firavun örneğiyle anlatılır: (Kasas 38-39)

5. Cimri

Malını paylaşmayan, infak etmeyen kişidir.

Özellikleri:

Allah’ın verdiğini kendisine mal eder: (Hadid 24)

İnfakı başa kakar: (Bakara 264)

Cimrilik ahlaksızlığa yol açar: (Tevbe 34)

6. Gıybet Eden ve Lâğv Peşinde Olan

Başkalarının kusurunu araştıran, faydasız konuşmalarla vakit geçiren kişidir.

Özellikleri:

Gıybet, ölü kardeşinin etini yemeye benzetilir: (Hucurat 12)

Boş konuşur, yalan söyler: (Mu’minun 3)

7. Haset Eden

Başkasının sahip olduğuna üzülüp onun elinden çıkmasını isteyen kişidir.

Özellikleri:

Hasetçi, iyiliğin düşmanıdır: (Felak Suresi)

Kalbi karanlık ve fitneye meyillidir: (Nisa 54)

8. Aldatıcı ve Hilekâr

İnsanları kandırarak menfaat sağlayan kişi.

Özellikleri:

Tartıda ve ölçüde hile yapar: (Mutaffifin 1-3)

Ticarette dürüst değildir: “Bizi aldatan bizden değildir.” (Hadis – Müslim)

9. İsyankâr ve Ana-Babaya Asi

Ailesine, özellikle ebeveynine karşı gelmek.

Özellikleri:

Ana-babaya “öf” bile denmez: (İsra 23)

Onlara asi olmak büyük günahtır: (Hadis – Buhari)

10. Kalbi Mühürlü Olanlar

Hakikate karşı duyarsız, inatçı ve hissiz olan kimseler.

Özellikleri:

Kalpleri vardır ama anlamazlar: (Araf 179)

Gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler.

KURAN-I KERİM VE HADİS-İ ŞERİF ÜZERİNDEN MUKAYESELİ BIR TABLO

Olumsuz Özellikler: Kur’an’da ve Hadislerde Geçen Tanımlar
* Münafıklık: Kur’an’da dinin içini boşaltmak olarak tanımlanır. Hadislerde ise yalan, hıyanet ve vefasızlık olarak geçer (Buhârî).
* Kibir: Kur’an’da Firavun örneği verilerek kınanır. Hadislerde ise kibrin cennete girmeye engel olacağı belirtilir (Müslim).
* Nankörlük: Kur’an’da şükürsüzlükle suçlanır. Hadislerde ise nimete değer vermemekle ilişkilendirilir.

* Zalimlik: Kur’an’da zalimlerin kurtuluş umudunun olmadığı belirtilir. Hadislerde dua ve ahlak dışı davranışlarla ilişkili olduğu ifade edilir.
* Gıybet: Kur’an’da zalimlik ve ifsatla (bozgunculukla) ilişkilendirilir. Hadislerde ise (ve Kur’an’da Hucurât Suresi 12. ayette belirtildiği gibi) ölmüş kardeşinin etini yeme benzetmesiyle anılır.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 9th, 2025

SU-İ MİSAL EMSAL OLMAZ

SU-İ MİSAL EMSAL OLMAZ

Osmanlının medeni hukuku olan Mecelle der ki: “Su-i misal emsal olmaz.” Yani kötü örnek örnek olarak alınmamalı.

SU-İ MİSAL EMSAL OLMAZ: Kötülüğe Örnek Aramak

Osmanlı’nın medeni kanunu olan Mecelle, sadece hukukî bir metin değil, aynı zamanda hayatın hikmetini dile getiren bir rehberdir. Bu rehberin özlü ifadelerinden biri de “Su-i misal emsal olmaz” kaidesidir. Yani “Kötü örnek örnek alınmaz”. Bu ifade, bir toplumun değer yargılarını koruma çabasıdır; kötülüğün gerekçesi kötülerle savunulamaz.

Yaşanmış Bir Hadise: Camideki Çocuk

Bir gün, küçük bir köy camisinde çocuklar koşup oynarken bir adam sinirle camiye girer ve bağırır:

> “Bu camide çocuk mu olur! Camide sessizlik olur, bu nasıl saygısızlık!”

İmam sakinlikle yaklaşıp şöyle der:

> “Amca, biraz sabret. Bu çocuklar camiye gelirken oyunlarını da beraber getiriyorlar. Ama biz onları buradan kovarsak, ileride camiye sadece cenazeleri gelir.”

Adam cevap verir:

> “Ben de çocukken hiç böyle yapmadım!”

İmam tebessüm eder:

> “Belki de siz camiye hiç getirilmediniz…”

Kötü örnekleri emsal almak yerine, iyiye örnek olacak yollar aramak gerekir. Çünkü bir toplumun geleceği, geçmişin hatalarını değil, hikmetli doğrularını kendine rehber etmesiyle şekillenir.

Hz. Ömer’in Adaleti

Hz. Ömer (r.a.) zamanında, biri hırsızlık yaparken yakalanır. Mahkemeye çıkarılır. Adam savunmasında:

> “Ben bunu açlıktan yaptım, kimsem yok, çalışacak iş de bulamadım.”

Hz. Ömer bu duruma derin bir bakışla yaklaşır. Hırsızın ihtiyacını gözetir, açlığını gidermek için Beytülmal’dan yardım edilmesini sağlar. Ancak şu sözü de tarihe geçer:

> “Sen aç kaldın diye haram meşru olmaz. Ama senin aç kalmana sebep olanlar da hesap verecek!”

Yani kötü şartlar kötü davranışı mazur gösteremez. Kötü bir örnekten yola çıkılarak genel kaideler sarsılamaz. Hukukta, ahlakta ve toplumda bu temel korunmalıdır.

Zamanımızın Suistimalleri

Bugün birçok kişi, kendi yanlışlarını başkalarının yanlışlarıyla savunur hale geldi:

“O da yapıyor.”

“Herkes böyle.”

“Ben mi düzelteceğim?”

Halbuki iyilik bulaşıcı olduğu gibi kötülük de bulaşıcıdır. Toplumda kötü örneklere göz yumuldukça kötülük normalleşir. Ancak hikmetli duruş, bu döngüyü kırar.

Bir Kaidenin Hayat Rehberliği

“Su-i misal emsal olmaz” sadece bir hukuk kuralı değil, aynı zamanda bir hayat ölçüsüdür. Bize düşen, yanlışları değil, doğruları örnek almak; kötülükleri değil, iyilikleri yaymaktır. Çünkü bir toplumun yıkımı, kötülüğü örnek göstermesiyle başlar. Ve bir toplumun dirilişi, tek bir kişinin bile doğruyu savunmasıyla mümkündür.

@@@@@@@@

YANLIŞ EMSAL OLMAZ
“Su-i misal emsal olmaz” (Mecelle)
“Kötü emsal olmaz.”
Birisinin hatasıyla başkası mesul olmaz.
İslâmiyet “ Ve lâ teziru vâziretün vizre uhrâ” sırrıyla,bir kişinin hatasıyla bir başkasının,yakınının günahkâr olamayacağı gerçeği,bir kişinin hayatının dahi ne derece kutsal olduğunu ifade eder.

Nitekim bir gemide dokuz masum bir caninin bulunması durumunda o gemi hiçbir suretle batırılamayacağı gibi,,dokuz cani bir masum dahi olsa ,o bir kişinin rızası olmadıkça adalet gereği o gemi batırılamaz.

Evet,hak haktır. Küçüğüne,büyüğüne bakılmaz. Kimin için olursa olsun. Ve her insan suçu sabit olmadıkça masumdur.
*Apartman olarak Adıyaman-da doğal gaz almak için müracaat ettiğimizde çıkan zorlukları görünce müracaat etmekten vazgeçtik.
-Hemen benim ön blokumda oturan annem-gilin apartman olarak müracaata hak kazanması üzerine,rahatsız olup evde bile zor yürüyen annemin yerine çekine çekine ben müracaat ettim.
Bunu da kendilerine dile getirdim.Ancak ilk müracaatta bu esnekliği gösterdiklerini söylediler.
Doğalgaz saatini almaya gittiğimde ise aynı tedirginlik gene bende sürmekteydi.Hatta bunu anlayan annem;
-Oğlum rahatsız mısın,yemek yemediysen sana yiyecek hazırlayayım,dedi.
Hayır deyip ayrıldım.
Korktuğum başıma geldi. Görevli şefe gönderdi.
Annemin ve benim nüfus cüzdanım mevcut ve de aboneliği ben yapmış olduğum halde muhtardan aynı kağıt içerisinde ben ve annemin aynı apartmanda oturduğumuza dair bir belge istendi.
Durumu arzetmiş olmama rağmen illa böyle bir belgenin gelmesi gerektiği ve bir sahtekârlıkla karşılaştıklarından bunu istediklerini söylediler.
Yani bir sahtekârlık emsal alınarak,bilinmeden tüm müşteriler aynı durumda değerlendirilmiş oldu.
Aslında suyu yokuşa sürüp böyle yapılacağına,o sahtekâr veya sahtekârlıkla uğraşıp,herkes mağdur edilmeseydi,daha mantıklı bir iş yapılmış olurdu.
Acaba soruyorum;Bu durumda her gelen sahtekâr olarak yani bu da sahtekârlık yapar diye düşünülmüş olmuyor mu?
Düşünülüyor olacak ki bu zorluklar çıkarılıyor.
-Neyse muhtardan annemin ve kendimin ikametgâh belgesini aldım ve getirdim.
Bu seferde ikisinin aynı kağıt üzerinde işlenmemiş olmasından dolayı bir daha muhtara gönderildim.
Muhtar bilgisayarda ikisinin aynı kağıtta olamadığını söyledi.Ben de baktım,aynı kağıda ikisinin yazılması mümkün olmuyordu.
Tekrar doğalgaz firmasını aradık.Elle yazma teklifimizi kabul edeceklerini söylediler.
İşin bir garip noktası da elle yazmada başladı.
Kendi ismimin yanına annemin bilgilerini girerken muhtar kapı numaralarını ve bazı şeyleri girmememi söyledi.Yoksa kabul edilmeyebilirdi!
Yani sahtekârlık mı yapayım,dedim.
Oda beni düşünerek,kabul etmeleri ve aynı apartmanda kaldığımız intibasını vermek için bazı numaraları yazmamamı istedi.
Numara yapmam ve sahtekârlık da bulunmam işten değildi.İşler böyle işliyormuş!.
Ben sahtekârlığa itildim,dürüst davranmamak için zorlandım.
Oysa kolay halledilmesi gereken bir mesele de hatta geri kalmışlığın bir uygulamasına sebeb olarak kurban edilmiyor muyduk?.Bu durum internetten bile çözülemez mi?
Neyse ki daha sonra anlaşıldığı üzere doğalgazı çekenlerinde eksikliklerinden dolayı aboneliği yapıp ödemeyi işaretlememeleri üzere sonraya kaldı.
Hantal bürokrasi yürümediği gibi,başkasını da yürütmedi.
Bu gün git,birkaç gün sonra gel…
Kendini aşamayanlar,başkalarını aşağılamaya başlıyorlar.
Peki beni bu sahtekârlığa zorlayanlar sahtekâr olmuyor mu?
Kendilerine şunu dedim;
Hadiste;”Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız,Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.”
Kurumlarda ve bürokraside sadece bu hakikat uygulansa çözülmeyecek bir mesele yoktur.
*Muhtarda dertliymiş.O da bir olayı anlattı.
Vatandaşın birisi ev alıyor.Tapu,elektirik her şey tamam.Sadece su abonesi alacak.
Belediyeye gidiyor.Su işlerinden kendisine,evi aldığı kişinin ölmesinden dolayı,vereselerinin tümünden imza getirmesini söylüyorlar.
Muhtar bu durumu reise bildiriyor,reis müdürü arıyor;-Neden böyle oluyor,diye.
Ve vatandaş tekrar müdüre gidiyor,böyle bir konuşmanın olmadığını söyleyerek işini yapamıyor.
Bir su abonesi için her tarafa dağılmış olan,tapusu bulunan,elektirik abonesi olan kişi şu an almaktan vaz geçerek suça itiliyor.
*Dahasını anlatmaya gerek yok, sizlerde bilirsiniz.
Deveye demişler;Neden boynun eğri?
Nerem doğru ki!demiş.
Herhalde bir iki neslin daha gitmesi gerekecek…
Devlet ve bürokrasi,zillet içine düşmek istemiyorsa,milleti bağlayan bağları çözmelidir.
Milletin nabzını tutmalıdır.
Devlet alt kademesinden üst kademesine kadar millet bürokrasiye kurban ediliyor ve sahtekârlığa göz göre göre yönlendiriyor.
Başbakanın bile sık sık şikayet ettiği bu bürokrasi samimiyetten uzak,kör bir resmiyetle,kör topal olarak götürülmektedir.
Bu durumlarla karşılaştıkça insanlarla ilişkilerde soğukluk hissediyorum.
Bana güvenmeyene ben de güvenmekte zorluk çekiyorum.
İnsanlara selam vermeme,şüpheli değerlendirmede kendimi mecbur davranmak zorunda kalıyor gibi hissediyorum.
Biriken bu durumlar insanı hayattan soğutuyor…
Devlet bürokraside sahtekâr davranmak ve vatandaşı sahtekâr görmek istemiyorsa buna bir çözüm bulmalıdır.
Resmiyeti değil,samimiyeti ön plana çıkarmalıdır.
Eskisi kadar olmasa da,devlet hala samimi ve dürüst değildir.
Bürokratik bağlar hala bu milletin ayağında bir prangadır.
Bir yandan bu olumsuzluğu görmüş olmam,genel bir problemi değerlendirmeme sebeb oluşturdu.
Bu durum şahsi bir mesele olarak değil,kamunun genel bir problemi olarak kaleme alınmıştır.
İlk ve son sözüm;
-Birisinin yanlışı başkalarına emsal olmaz.
-Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız.Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.
05-10-2013
MEHMET ÖZÇELİK

https://tesbitler.com/2015/01/02/yanlis-emsal-olmaz/

 

 

Loading

No ResponsesNisan 9th, 2025

HAMDIM – PİŞTİM – YANDIM

HAMDIM – PİŞTİM – YANDIM

“Hamdım – Piştim – Yandım” ifadesi, Mevlânâ Celaleddin Rûmî’ye atfedilen, insanın mânevî tekâmül yolculuğunu veciz biçimde özetleyen derin bir söz. Bu ifade hem maddî hem de manevî gelişim açısından ele alınması gereken hikmetli ve düşündürücüdür:

HAMDIM – PİŞTİM – YANDIM: İnsan Olmanın Derin Yolculuğu

İnsan, yaratılışı gereği hem topraktan hem ruhtan yoğrulmuş bir varlıktır. Onun yolculuğu sadece doğumla başlayıp ölümle biten bir süreç değildir. Asıl serüven, ruhunun hamlığından pişkinliğe ve oradan da ilahi aşkla yanmaya uzanan manevi olgunluk çizgisidir. Mevlânâ’nın veciz ifadesiyle bu yolculuk üç kelimeyle özetlenir: Hamdım, piştim, yandım.

1. HAMDIM: Nefsânîlikten İdrake Doğru

İnsan, varlık sahnesine ilk adım attığında, henüz bilmez, tanımaz, idrak etmez. Bu dönem, nefsin galip, ruhun mahpus olduğu bir hamlık evresidir.

Maddeye meyil vardır, ruh uykudadır.

Hedefler dışsaldır: Mal, mevki, şöhret…

Kalp, henüz hakikate dair açılmamıştır.

İmtihanlar anlaşılmaz, olaylar tesadüf zannedilir.

Bu hamlık, insanın cehaletidir. Ama aynı zamanda potansiyelin habercisidir. Çünkü her hamlık, içinde bir olgunlaşma istidadını taşır. Topraktaki tohumu düşünelim: Henüz ağaç değildir, ama ağaç olmaya istidatlıdır.

2. PİŞTİM: İmtihanla, Tefekkürle ve Terbiye ile

İnsan, zamanla hayata, acıya, ayrılığa, sevgiye ve ölüme temas ettikçe “neden” soruları sormaya başlar. Bu sorgulama, pişmenin kıvılcımıdır.

Kalp uyanmaya başlar, nefis terbiye edilmeye çalışılır.

İlahi kitaplarla, hakikat tefekkürleriyle tanışılır.

İmtihanlar, artık bir hikmet penceresi hâline gelir.

Dua, sabır, tevekkül gibi kavramlar derinleşir.

Bu dönem, ilmin, marifetin ve irfanın başladığı evredir. Artık insan yalnızca yaşamakla değil, yaşadığını anlamlandırmakla meşguldür. Tıpkı ham meyvenin ateşte pişmesi gibi; acılar, kayıplar, sevinçler ve sorgulamalar insanı terbiye eder.

3. YANDIM: Aşkın, Teslimiyetin ve Fâni Olmanın Zirvesi

Bu son evre, Allah’a aşkla bağlanmak, kullukta fâni olmak, nefsin hiçliğini kabul ederek ruhun hakikate pervane olmasıdır. “Yandım” demek; artık benlikten çıkmak, “ben” değil, “Sen” demektir.

Kulluğun lezzeti yaşanır; zahmet rahmete dönüşür.

İlahi aşk, kalbi sarar. Mevlânâ’nın ifadesiyle: “Ateş değil, aşk yakar!”

Dünya bir perde, ahiret bir hedef olur.

Her şeyde Allah’ın tecellîsi görülür; hikmet gözü açılır.

Bu hâl, en yüksek manevi kemâldir. Sadece bilgiyle değil, hâl ile, tecrübe ile kazanılır.

SONUÇ: HERKES BU YOLDA AMA HERKES AYNI YERDE DEĞİL

Hamdım, piştim, yandım… Bu, sadece sûfîlerin değil, aslında her insanın kaderî yolculuğudur. Fakat bu yolculukta herkes bir yerde takılabilir:

Kimi hamlıkta ömür tüketir, dünyayı ahirete tercih eder.

Kimi pişmeye başlar, ama ateşe sabredemez, kaçıp geri döner.

Kimi ise yanmaya razı olur, kendi benliğini feda eder ve Allah’a vuslat eder.

Bize Ne Düşer?

Hamlığımızı inkâr etmeden pişmeye razı olmak…

Acının, imtihanın ve yalnızlığın aslında terbiye olduğunu bilmek…

Ve en nihayetinde, Rabbimize aşk ile teslim olup “Ben yandım, Sen varsın!” diyebilmektir.

Çünkü pişmeden yanılmaz, yanmadan hakikate varılmaz.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 9th, 2025

İNSANLAR MADENLER GİBİDİRLER

İNSANLAR MADENLER GİBİDİRLER

“İnsanlar, altın ve gümüş madenleri gibidir. İslâm öncesi dönemde hayırlı olanlar, İslâm döneminde de İslâm’ı kavramak kaydıyla hayırlıdırlar. Ruhlar, askerî birlikler gibidir. Birbirleriyle tanışan ruhlar, birbirleriyle kaynaşırlar, tanışmayanlar da ayrılığa düşerler.”

Bu hadis, insanın yaradılışına dair derin bir tasvir sunar ve insanın manevi gelişimini anlamamıza yardımcı olur. Hadisin her iki kısmı — “altın ve gümüş madenleri” ve “ruhların askerî birlikler gibi olması” — ifadelerine gelince:

1. Altın ve Gümüş Madenleri Gibi İnsanlar:

“İnsanlar, altın ve gümüş madenleri gibidir.” ifadesi, insanları değerli madenlere benzetir. Altın ve gümüş, değerli ve nadir bulunan, işlenmeye ihtiyaç duyan maddelerdir. Bu benzetme, insanların da ham halde olduklarını, ancak içlerinde büyük bir potansiyel ve değer taşıdıklarını anlatır. İslâm öncesi dönemde de bu insanlar, doğal bir potansiyele sahip idiler, ancak bu potansiyeli doğru bir şekilde kullanabilmek için İslâm’ı kabul etmeleri ve doğru yolu bulmaları gerekirdi.

Altın ve gümüş gibi, insanlar da zamanla olgunlaşır, işlenir ve doğru şekilde yönlendirilirse güzel ve değerli hâle gelirler.

İslâm’a girdikten sonra, kişinin asıl değerini, ruhsal ve manevi olgunluğunu İslâm’ı doğru bir şekilde kavramak belirler.

Bu, aslında insanın potansiyelini vurgulayan bir mesajdır: İnsanlar, doğuştan gelen bazı üstün özelliklere sahip olabilirler; fakat bu özelliklerin hakiki anlamını bulmaları için İslâm’la tanışmaları gerekir. İslâm, insanın ruhundaki altın ve gümüş gibi değerleri güzel bir şekilde ortaya çıkarmak ve işlemek için gerekli olan “işlem”dir.

2. Ruhlar, Askerî Birlikler Gibidir:

“Ruhlar, askerî birlikler gibidir. Birbirleriyle tanışan ruhlar, birbirleriyle kaynaşırlar, tanışmayanlar da ayrılığa düşerler.” ifadesi, insanların ruhsal yapıları ve aralarındaki manevi bağları üzerine derin bir açıklama sunar. Bu benzetme, ruhların doğal uyumunu anlatır.

Askerî birlikler bir organizasyon içinde birbirine uyumlu ve belirli bir hedef için çalışan parçalardır. Burada ruhlar da tıpkı böyle bir birlik gibi farklı insanlar arasındaki manevi bağları simgeler.

Ruhların birbirini tanıması, daha önceki yaşamlarda veya yaradılışta birbirleriyle kaynaşan, benzer düşünce, duygu ve değerler taşıyan insanlar arasında bir uyumun oluşması anlamına gelir. Bu, manevi uyum ve kardeşlik halidir.

Ruhların ayrılığı, ise bir tür manevi uzaklık, birbirini anlamama ya da bir çatışma durumunu ifade eder. Bu durum, insanların zıt karakterlere sahip olduklarında veya manevi düzeyde birbirlerini anlayamadıklarında meydana gelir.

Ruhların Tanışması ve Uyumu:

Ruhların tanışması, daha önceki tecrübeler ve manevi bağlantılar üzerinden açıklanabilir. İslâm’a göre, her insan bir ruh alemi ile bağlantılıdır ve ruhlar, dünya hayatında tekrar bir araya gelebilir. Bu tanışıklık, sadece maddi anlamda değil, manevi bir uyum ve benzerlik ile gerçekleşir.

İslâm’a göre, bir araya gelen ruhlar, birbirlerini anlar ve kaynaşır, çünkü ruhlar, yaratılışlarında Allah’a karşı bir tevhid ve ilk anlaşma (sözleşme) yapmışlardır. Bu ruhsal tanışıklık, insanların birbirlerine yakınlaşmalarını, güzel ilişkiler kurmalarını sağlar.

Sonuç:

Hadisteki altın ve gümüş benzetmesi, insanın potansiyelini, içindeki değeri ve olgunlaşma yolculuğunu anlatırken; ruhların askerî birlikler gibi olması ise, insanların manevi dünyalarındaki uyum ve bağlantıların önemini vurgular. Bu, hem insanlar arasında hem de insanın kendi ruhsal değişiminde derin bir anlayışa ve kabul edilmesi gereken bir gerçekliğe işaret eder.

İnsanlar, deruni olarak yüksek bir değere sahiptirler, ancak bu değeri ortaya çıkarabilmek için doğru bir yönlendirme ve manevi eğitim gerekir.

Ruhlar arasındaki uyum, insanların manevi derecelerine, anlayışlarına ve ahlâkî değerlerine bağlıdır. Tanışan ruhlar kaynaşır, bir arada çalışırlar ve güzel bir bağ kurarlar; tanımayan ruhlar ise birbirlerinden uzaklaşabilirler.

İslâm, bu uyum ve değerleri ortaya çıkarmak için en doğru rehberdir.

 

 

Loading

No ResponsesNisan 9th, 2025