Ayı misal, ayıdan yana olmak.
Bi- tarafane hareket, tarafı muhalifi iltizamdır.
Yani tarafsızım demek, zıt ve ters tarafı benimsemek ve o tarafa taraftar olmaktır.
Karınca misal, tarafın belirlenmesi gerekir.
En azından Nemruttan yana olmadığını göstermektir.
Aslında tarafsızım diyen insanlar İbrahim’den taraf olmadıklarını söylerken, bilinçsizce Nemruda taraf olmuş olmaktadırlar.
Lgbt -den taraf mı, karşısında mı, tarafsız mı?
Tarafsızlık taraf olmak demektir.
Dağdaki eşkıyadan veya onu temsil edip taraf olanlarla mıdır yoksa karşı tarafta mıdır?
Tarafsız olmak Pkk ve ona taraf olanlara taraf ve destek olmaktır.
Tesettüre tahammülsüz, değerlere savaş açandan taraf mı, karşı mıdır yoksa tarafsız mıdır?
Tarafsız olmak bu kısır zihniyete taraf olmaktır.
Dünyadaki olumsuzlukların yayılması hatta geçmiş kavimlerin helak olmasına sebep olan olay işte bu tarafsızlıktır.
İnsan haktan ve haklıdan, Hakkın bildirip razı olduğundan taraf olmalıdır.
Aksi durum haksızlığa taraf ve taraftar olmaktır.
Tarafsız olmak teranesi şeytani bir aldatmacadır.
Şeytanca bir tavırdır.
**************
Tarih hep tekerrür ediyor. İhanetler ve hainler hiç bitmiyor.
Oyun hep aynı oyun.
Değişen oyuncu ve piyonlar.
Zira kurt hep gövdenin içinde.
Eksik olmuyor.
İçten besleniyor.
İçten kemiriyor.
İşte Dabbe bu.
Fesat ve nifak.
Kardeşi kardeşe kırdırma.
Bazen satılan ve satın alınan kardeş görünümlüler.
İçimizdeki Kabiller.
İçte ve dıştaki hırçınlaşmalar aslında boşuna değil. Mesele,
Gelmekte olan geliyor.
Gelecek olanın gümbür gümbür gelmesi.
O da, İslam’ın madden ve manen yükselişi.
Dünya devlerinin ve Arap ve İslam ülkelerinin yüzlerini bize çevirmiş olmaları bir çoklarını rahatsız etmektedir.
Ve en önemli diğeri ise, yer yüzünün asırlarca içinde tuttuğu hazineleri vermesi ve çıkarılması olayı.
Ayette;“ Andolsun, Tevrat’tan sonra Zebur’da da ‘Arza ancak salih kullarım mirasçı olur.’ diye yazdık.”[1]
Hadiste: “Yeryüzü hazinelerinin anahtarları (veya yeryüzünün anahtarları) bana verildi”
-İçte de dışta da ihanet içerisinde olan kısır insanlarla geleceğe gidilmez.
Kısır, kendini aşamamış, fikren yetersiz insanlarla yol yürünmez, dünyaya ayak uydurulmaz.
-Yapmaya göre değil, yıkmaya göre bir politika ve yönetim hiçbir zaman için payidar olamaz.
Yüz yıllık kısır döngünün değişimini hazmedemeyen ve ondan nemalananlar devredeler.
Israrla takozluk yapmaktalar.
-Silah depolarının boşaltılıp, eski silahların devre dışı bırakılması ve silah firmalarının ellerinde birikmiş olan silah envanterlerinin boşaltılması amacıyla ısrarla savaşın çıkartılması için her türlü ortam hazırlanıyor.
Başta Abd dünyanın en büyük silah tüccarı olması sebebiyle piyonları devreye sürmekte, birbirleriyle çarpıştırmaktadır.
Türkiye’ye olan düşmanlığı, savaşın önünde engel olması ve katılmamasıdır.
Rus- Ukrayna bahanesi ile NATO’yu devreye koymak ve tüm Avrupa’yla birlikte savaşı sürdürmek şu an ki ABD’de bulunun Pentagon ve ekibinin planlarının en önemli hedefidir.
Giderayak yaşlı ABD Başkanı Biden tam uygun seçilmiş portre ve de önceden beri süre gelen uygulama ve planın sonuçlanması faaliyetidir.
Arkasında Allah’ın ve milletin ve de duaların olduğu bir gücü, bir fikri, bir inancı, bir ideali top ve tüfek, oyun ve oyuncaklar yıkamaz.
Sahte kahramanların ömrü, ömürleri kadardır.
Güneş doğdukça yüzlerin gerçek rengi ortaya çıkar, gübreler kokuşmaya, güller kokmaya başlar.
Şeytanın vesvesesi, hakimiyet ve hilesi, Peygamber hakikati gelince, Allaha davet ulaşıncaya kadardır.
Eskiden yalancının mumu yatsıya kadardı, teknoloji ve gelişmişlik beraber son saniye haberleriyle son bulmaktadır.
Nice azlar çoklara galip gelmiş, nice karıncalar Nemrutlara meydan okumuş.
Zalimler ve onların yolundan gidenler lanetle söylenirken, nice peygamberler ve o yolun yolcuları rahmetle yad edilmektedirler.
Tarih nice zalimlerin çöplükleri ve gübrelikleri ile ibretle seyredilirken, nice rahmet elçilerinin gül bahçelerine seyran edilip, gezilmektedir.
Neşe ve sevinçle.
Varsın üç günlük dünya onların cehennemi olsun.
Allah, ahiret ve cennet bize yeter.
İnsanlar nasıl ve kiminle gittiklerine bir baksınlar.
Gittiklerinde bulacakları şeyleri şimdiden düşünsün ve tahmin etsinler.
Herkes ektiğini biçecek ve döktüğünü içecektir.
Kısa süreliğine gelip gidecektir.
Kim gelmişte, gitmemiş ve kalmış?
Kim etmişte bulmamış ve yanına kar kalmış.
O gün mutlaka nimetlerden sorguya çekileceksiniz.
İnsan başı boş bırakılacağını mı zanneder?
Belki az çok her amelinden sorguya çekilecektir.
Her şey aslına döner.
Herkes kendi tınnetinin gereğini yapar.
Gül veya diken.
Arı ya da yılan.
Bizler uzun bir yola gidiyoruz.
Aldanmakta fayda yok.
Bizi burada durdurmazlar.
Büyük bir sevkiyat var.
Geliş gidişe delildir.
Gidişte varıştan haber vermektedir.
Kiminle olduğun, kiminle olacağına, nerede olduğunda, nerede olacağına işaret etmektedir.
İnancı olmayan insanlar ne yapar?
Kendi putunu kendi yapar, kendi tapar.
İnsan, inayeti-i Rabbaniye ile, marifet-i İlâhiyede bir hareket-i fikriye ve bir seyahat-i kalbiye ve bir inkişâfât-ı ruhiyede tezahür eden bazı lemeât-ı tevhidiyeyi elde etmelidir.
– Daha işin başındayız. Önümüzde uzun bir yol var. Her ne kadar sonucu belirleyen bu ilk baş önemli ise de ancak sonsuza giden sonsuz yolculuğunun daha ilk başındayız. Daha ilk yol başında -Allah korusun pes edersek daha ilk başında-, -Allah korusun kaybedersek- hasaret ve zararı büyük olur. Yanlış ve yamuk bir yol çizersek yani ilk ilik düğmesini yanlış bağlarsak, ondan sonraki yolculuğumuzda ve yürüyüşümüz de hakikaten gittikçe açılan büyük açı içerisinde bir kayıp, bir zarar olmuş olur.
Rabbim ilk adımımızı hayırlı eylesin, ilk adımımızı istikamette eylesin.
Rabbimiz istikametimizi en sonuna kadar muhafaza etmeyi nasip etsin.
Kör olup unuttuk, kör edilip, körleştirilip hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya başladık.
Yüz yıllık zulmü unuttuk.
Yapanlar arlanmadı, yaptığından pişman olmadı, uyduruklarla kılıflamaya başladı.
Hatırlatanı suçlamaya başladı.
Hiçbir şey olmamış, maddi manevi kıtlığı yaşamamış ve de yaşanmamış gibi gaflet içerisinde bir hayat sürdürmeye, onunla da kalmayıp nankörlükler içerisinde şikayetlerde bulunmaya başladık.
Aynı hedefe vurduk, saldırdık.
Terörden şikâyet ettik, terörü savunanlarla beraber olduk, onlara meşruluk kazandırıp, basite aldık.
Oysa bu yapılanlar ve yapılması engellenenler asırlarca yazılıp anlatılsa ki, anlatılacaktır elbette bitirilemez.
Peygamberimizin dehşetle bahsedip, sahabenin titrediği hatta Nuh Peygamberin ümmetini uyandırdığı dönemde ve yaşanmış olayları gördük ve görenlerden dinleyip, okuduk.
Zalimlerle beraber olduk. Beraber ok atıp, kurşun sıktık.
Lut kavmini lanetledik. Zamanımızdaki Lgbt’yi savunan, onlarla beraber olanları normal görüp, onlara hak verip, destek verilir hale geldik.
“Lût’u da (peygamber gönderdik). Kavmine dedi ki: “Sizden önceki topluluklardan hiçbirinin (bu ölçüde) yapmadığı iğrençliği mi işliyorsunuz!
Kadınları bırakıp da cinsel tatmin için erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkınlık eden bir topluluksunuz.” Kadınları bırakıp da cinsel tatmin için erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkınlık eden bir topluluksunuz.”[1]
Başta Lgbt- Terör basitleştirmeye, normalleştirilmeye gidiliyor.
Bazen mecliste savunarak, bazen belediyeler tarafından destekleniyor.
“Aile Bakanlığına göre Türkiye’de 17 faal LGBT derneği var. Batı’dan milyonlarca dolar alan bu dernekler, eş cinselliğin reklamını yapıp sapkınlığı yayma görevini üstleniyor.”[2]
Çok affedersiniz ama bunun korkunçluğunu ve aileyi param parça edeceğini düşünmeyip, normal görenlere sormak gerekmez mi?
Kendileri veya oğullarının bunların içerisinde bulunmalarını, bu çirkin işleri yapmalarını kabul edebilirler mi?
Eğer ruhları bozulmamış, bir ihanet içerinde olmayıp, makam ve mevki, oy düşünceleri yoksa elbette hayır diyeceklerdir.
Çünkü bu tamamen ruhi bozukluk, ruhi çöküntü, ruhun pörsümüş halidir.
Ruhsuzlukta diyebilirsiniz.
Ruhun bedene esaretidir.
Tam bir tükenmişlik hali.
O halde kendileri ve çocukları için istemediklerini, neden başkaları için istemektedirler?
Tıpkı uyuşturucu kullanmıyorum ama satılması ve kullanılması serbest olsun diyen şuursuz, sorumsuz ve insanlıktan nasibi olmayan kişiliksiz olanlar söyleyebilir.
Özgürlük hayvanca serbest yaşamak değildir.
Herkesin hürriyeti başkasının hürriyetinin bittiği yerden başlarken, kendisinin hürriyetinin bittiği yerden de başkasının hürriyeti başlar.
Hayvanların dünyasında bile tam serbestlik yoktur.
Dini ve beşerî kanun ve hukuklar hürriyetin çerçevesini çizmek içindir.
Hukuk ve hakları payı-mal etmek için değildir.
Haya damarı çatlayanlar ve namus ve namus duygusunu kaybedenler, aileyi de bitirmeye çalışmaktadırlar.
Şeytanın ilk yaptığı iş harama yaklaştırarak, avret yerlerini açması oldu.
“Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.”[4]
Bu hayasızlık,[5] sefahet ve rezaletle,[6] belalara davetiye çıkarılmaktadır.[7]
Yüz elli yıldır bu milletin bam teline basılıyor, hassas noktalarına müdahale ediliyor, mahrem alanlarına giriliyor, değerleri değersizleştirilmeye, duyguları duygusuzlaştırılmaya, akılları akılsızlaştırılmaya, kalpleri kalpsiz ve hissizleştirilmeye çalışılıyor.
Ağır testten geçiyoruz.
Yükümüz ağır.
İmtihanımız şiddetli.
Cehennemi yaşatılıyoruz.
Cehennem zebanilerince…
Cehenneme odun olanlar, bu dünyayı da cehenneme çeviriyorlar.
Cehennemi içlerinde yaşayanlar, dünyaya da cehennemi yaşatıyorlar.
Artık her şey açık oynanıyor, Cennet ve cehennem kadar açık.
Ebucehil de belli, Hz. Ebubekir de.
Kömürle elmas gibi.
İkisinin de aslı aynı, karbon.
Sadece fark, dizilişlerinde.
Tıpkı bilgisayarın tüm sisteminin 0 ve 1 olması gibi.
Sadece fark, dizilişlerinde.
Bir dizilişi virüs olurken, diğer dizilişi antivirüs olmaktadır.
Et ve kemikten ibaret olan insanların da farkı, dizilişlerindedir.
İnsan olarak da dizilebilir, hayvan olarak da…
*************
Başta İsveç’te olmak üzere, Avrupa ülkelerinde haçlı zihniyeti yeniden hortladı ve de hortlatıldı.
Buna verilecek ilk cevap; “İza elkamte külle haven, ma vecedet fil ardi hacaren” Yani;” Her üren köpeğe bir taş atsan, dünyada taş kalmaz.”
Bir tükürük ile cevap verilir. Ona ve arkasındaki sürülere.
Yüz yıl önceki aynı kanı taşıyan Gladistona verilen cevap gibi.[1]
Çünkü tohum aynı tohum.
-Perviz denilen Fars Padişahı, nâme-i Nebeviyeyi yırtmış. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma haber geldi. Şöyle beddua etti:“Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladı; Sen de onu ve onun mülkünü parça parça et.” İşte şu bedduanın tesiriyledir ki, o Kisrâ Perviz’in oğlu Şirviye, hançerle onu paraladı. Sa’d ibni Ebî Vakkas da saltanatını parça parça etti. Sâsâniye devletinin hiçbir yerde şevketi kalmadı. Fakat Kayser ve sair melikler, nâme-i Nebeviyeye hürmet ettikleri için, mahvolmadılar.”
Allahım! kitabın Kur’an-ı Kerimi madden ve manen yırtanı ve yırtanları da sen de parala ve parçala…
************
Biden ve ekibinin ABD’de başa gelmesindeki en önemli devreye konulması gereken düşünce; 1. ve 2. Dünya savaşlarında olduğu gibi, Rusya ile Avrupa’yı hatta işin içine Çini de katarak, kendisi bir nebze dışarıda kalarak 3. Dünya savaşını başlatmaktır.
Bunu da Rusya- Ukrayna üzerinden sürdürmektedir.
Bununla beraber İslam ülkelerini de kendileriyle uğraştırmak için, başta Türkiye olmak üzere, terörle meşgul etmek, Yunanistan’la tehdit etmek, NATO’yu da devreye koyarak, NATO’ya üye olan Türkiye’yi bu anlamda savaşın içine çekmektir.
Sonuç, Armagedon yani Tanrıyı kıyamete zorlamak.[2]
Ancak bu savaş önceki savaşlara benzemeyecektir.
Teknoloji devrede olacak, bir düğmeye basmakla adeta şehirleri silecek, robotlar devreye girecek, insansız savaş araçları devreye girerek dünya ekonomikmen de sınanmış olacaktır.
1970’lerdeki sosyalist fakir edebiyatı bugün farklı versiyonlarla sürdürülmekte, içte ve dışta kasıtlı ekonomik problemlerle vatandaşlar uğraştırılırken, sosyalist zihniyet ve işin garip tarafı göbekli ve trilyonlarla oynayanlarının bunu kendilerine fakirlik edebiyat yapmalarıdır.
Ancak dün bunu sol ve sosyalist olanlar kullanırken, bugün bunu sağ kesimden olduğunu söyleyen insanlarında kullanmış olmalarıdır.
-Yüz yıldır uygulanan soy adını değiştirerek kendisini gizlemek, adeta temize çıkarmak.
Kripto şahsiyetler şu anda aktif olarak devrededirler.
İmam-ı Şafii’ye sormuşlar;
“Fitne zamanında Hakkı tutanları nasıl anlarız?”
İmam Şafii demiş ki;
“Düşmanın oklarını takip ediniz, o sizi Hak ehline götürür.”
“İran ve Ermenistan Kardeş Oldu! Türk Düşmanlıkları Ayyuka Çıktı.”[2]
İçte de aynı kirli oyun sürdürülmektedir.
Dönemin MİT yöneticilerine göre, ordu içindeki 28 Şubatçı ekip Öcalan’a yönelik bir suikastın başarıya ulaşmasını istemedi.[3]
-Şu an düşman okları açıkça oynanıyor, dahili ve harici…
Recep Tayyip Erdoğan’ı gösteriyor.
-”Milli Görüş’ün önde gelen isimlerinden Hasan Damar seçimlerde Erdoğan için destek istedi.
2019’da “İstanbul’da AK Parti’ye seçimleri biz kaybettirdik” diyen Saadet Partisi hatibi ve Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın önde gelen isimlerinden olan Hasan Damar, seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan için destek istedi.[4]
Faziletli bir davranışta bulundu.
Ancak bunun vebali ve sebep olduğu günahlar kahredici olarak dünya ve ahirette karşısına çıkacaktır, yaptığı marifetin karşılığı olarak..
Belli ki günah çıkartmaya çalışıyor.
İşte bir örneği; “İBB’nin dergisinde LGBT propagandası: Kuşatma altındaki sanat!”[5]
Çünkü bilmeliydi ki; mesele kimin kazanacağı değil, kimin kazanmaması veya kazanamaması söz konusu olmalıydı.
Buradaki vebal, kime kaybettirdiğinde değil, kime kazandırdığındadır.
-Her kılığa bürünüp içki masasından ibadet sofrasına geçen bukalemun tipler olarak ortada gezmektedirler.
Yüz yıllık istenen toplum tipini oluşturmaya çalıştılar.
Nifak perdesi altında çoklar soldu ve de solduruldu.
İşin ilginç yanı ise kendilerine müşteride bulmaktadırlar.
Onlarda bu gafletten çok rahat istifade edip, insanları aldatıp dünya ve ahiretlerini tehlikeye atmaktadırlar.
-100 yıldır sadece biz kilit altında değildik ama ana kilit bize vurulmuştu.
Bizle beraber İslam dünyası da bir asırdır içten ve dıştan çok kilitlerle kilitlenmiş, kelepçeler vurulmuş ve kaçılması ve de kaçınılması imkânsız hale getirilmişti.
Yani ya olacak ya ölecekti. Tıpkı Churchill’in dediği gibi; büyüdükçe yani oldukça budamalı, öldükçe sulamalı, politikası ancak sadece biz böyle değildik. Biz Elimizin altında olan dünyanın üçte ikisi de, başta İslam dünyası da bizimle beraber onlar da tam bir esaret altındaydı.
Aslında bizim kurtuluşumuz onların kurtuluşu oldu. Bugün Suriyelilere sahip çıktığımız gibi, İslam dünyasına ve çevremizi saran PKK illetine, terör illetine, Avrupa’nın Haçlı zihniyetine karşı meydan bizimle beraber; hem İslam dünyası hem insanlık ayağa kalkmakta, illet ve zilletten kurtulup gerçek insan izzetini bulma yolunda adım atmaktadır.
Allah Kadimdir. Başlangıcı olmayan Evvel, sonu olmayan Ahirdir.
Kıdem sıfatı, eğer bu alemi, varlıkları ve bizleri yaratan Allah, ezeli yani Kadim olmasaydı; varlıkların varlığı devam etmez, inkitaa yani kesintiye uğrar, başlangıcı olmuş olacağından dolayı aslında başlangıcından itibaren olmazdı.
Ne başı ne ortası ve ne de sonu bulunmazdı.
Varlıklar varlıklarıyla gelmeye devam ediyor ve varlığını sürdürüyorsa, bunları yapan ve yaratanın var olduğunu ve O’nun da ezeli olduğunu göstermektedir.
– Bir varlık yokluktan varlığa çıkmışsa artık onlar ebede namzettirler.
İlmi ilahiden kudretle vücuda çıkmış, yok olmadan ilmi ilahide ve varlıkların hafızasında, levhi mahfuzda ve aldığı yerde varlık adını almıştır.
İşte ruhta bakidir. İnsan ruhuyla ebede namzettir.
– Daha işin başındayız. Önümüzde uzun bir yol var.
Her ne kadar sonu ve sonucu belirleyen bu ilk baş önemli ise de ancak sonsuza giden sonsuz yolculuğunun daha ilk başındayız.
Her yıl başında; Allah korusun pes edersek, daha ilk başında Allah korusun kaybedersek hasaret ve zararı büyük olur.
Başlangıçta yanlış ve yamuk bir yol çizersek, ilk ilik düğmesini yanlış bağlarsak, ondan sonraki yolculuğumuzda ve yürüyüşümüzde hakikaten gittikçe açılan büyük açı içerisinde büyük bir kayıp ve bir zarar olmuş olur.
Rabbim ilk adımımızı hayırlı eylesin. İlk adımımızı istikamette eylesin.
Rabbimiz istikametimizi en sona ve sonuna kadar muhafaza etmeyi nasip etsin.
-İşte o sonu belirleyecek olan Allah resulünün çizdiği ve gittiği yoldur.
Her yol Allah’a çıkar.
Ancak o yolların en müstakimi, en kısası, en emin ve emniyetlisi Allah Resulünün ve Allah’ın Resul’e gösterdiği yoldur.
-Lamartine, İslam tarihini okuyup inceledikten sonra, Hazreti Muhammed’in yalancı bir Peygamber olduğunun düşünülemeyeceğini belirtti. Yalancılığın aynı zamanda iki yüzlülük olduğunu, yalanda doğrunun kudretinin bulunmadığını ve iki yüzlülüğünde inandırma kuvvetinden yoksun olduğunu belirtti.
Mekanikten örnek vererek, bir cismin atılırken varabileceği yerin fırlatma gücü ile orantılı olduğunu hatırlattı. Buna göre manevi ilhamın gücünün de meydana getirebildiği eserlerle orantılı olduğunu yazdı.
Buradan hareketle, çok sayıda eser vücuda getiren, çok uzak bölgelere kadar yayılan, uzun zamandan beri aynı kudretini muhafaza eden İslamiyet’in yalan olamayacağını belirtti. Bu kadar faaliyet ve gelişmenin vücuda gelebilmesi için söz konusu manevi gücün samimi ve çok inandırıcı olması gerektiğini ilave etti.
Hz. Adem insanlığın ilk kıblesidir.
Hz. Adem varlıkların kıblesidir. Tıpkı Kâbe’nin insanların ve Beyt-i Ma’murun da meleklerin kıblesi olması gibi.
İki kere secde edilmesi sünnet olmakla beraber, biri de Ademe secde emriyle meleklerin secde ederken, şeytanın secde etmemesi üzerine buna karşı şükür ifadesi olarak meleklerin ikinci defa secdeye gitmelerindendir.
Hz. Muhammed ise; İstikametin ve Marifetin kıblesidir.
Maddesi aynı olan varlıkların ayrıştırılmasında mihenk taşıdır.
Kömürle elmasın Karbonu aynıdır. Sadece fark karbonların dizilimindedir.
Mesele dizilimdedir.
Tıpkı Hz. Ebubekir ile Ebu Cehilin yapı elementlerinin dizilişinin aynı olması gibi.
Ondandır ki hadiste; İnsanlar madenler gibidir, buyurulur.
Nitekim bilgisayarın tüm proğramları 0 ile 1 sayısının farklı dizilişindedir.
Dizilişteki bir yanlışlık, proğramın tüm yazılımını ters yüz etmektedir.
Ben ünlü ….. tavukçusunun sahibiyim. Hergün yüzlerce pişmiş tavuk satan biriydim. Yaşlanınca çocuklarıma devrettim. 12-13 yıl kadar önce idi. Nar gibi kızaran tavuklar kömür etrafında dönmekteydi. Camın önünde küçük bir kız çocuğu belirmişti.
Pişen tavukları uzun uzun seyretti. 5 dakika geçti. Ama o gitmedi. Günlerden de cuma ve cuma namazına yaklaşık bir saat var idi. Çalışanlarıma seslendim. Bir tavuk sarın ve çocuğa sıcacık verin dedim. Çocuk aldı tavuğu koşarak gitti. Sonraki cuma günü aynı saatte yine gelmişti. Ben yine verdim, böyle birkaç hafta hiç konuşmadan geçti. Sonra bir hafta o koşarken tavuk ile düştüm bende gizlice peşine.
Uzakmış, belki 20 dakika sonra vardı evine. Tek katlı, eskice bir şeydi. Yanında da bir camii var idi. Hem Cuma namazını orada kılayım hem de çıkışta imam ile konuşayım dedim. Uzun uzun sohbet ettik. Cemaat olarak kirasını ödediklerini, babasız bu çocuğun annesinin de kanser hastalığı ile savaş verdiğini, ellerinden geleni yapıp çocuğu okutmak istediklerini söyledi. Meğer çocuk bırakmış okulu, kıyafet bulamamış, çanta alamamış.
Camii hocası ile bir olalım diye anlaştık. Önce kıyafetlerini aldık. Okula başlattık. Bir süre daha her cuma gelip tavuğunu aldı benden. Zarf da çıkıyordu tabii tavuk poşetinin içinden. O para ile çok dertlerini gördüler. Sonra bir cuma gelmedi. Ben gittim akşama doğru camii imamına sormaya.
O gün sabah annesi vefat etmiş. İkindi namazında ise defnedilmiş. Şimdi ne olacak? dedim. Ortada kaldı benim küçük yetimim. Sağolsun devletimiz korumaya aldı. Ben de bir daha görmedim. Geçen ay memleketim Erzurum’a gitmiştim. Taşhan Çarşıda hafif ama kalp krizi gibi bir şey geçirmişim.
Hastaneye götürmüşler beni. Oda da açtım gözlerimi. Sonra baktım baş ucumda bekleyen birisi. Dua ediyor sanki. Beyaz önlüklü genç bir kız idi. ‘’Geçmiş olsun Ahmet Amcam, çok şükür iyi olacaksın’’ dedi. Teşekkür ettim. Ama kimdi bilemedim. Eşim üç yıl önce vefat etmişti. Çocuklarımda haber edildi ise acaba taaa İstanbul’dan buradaki hastaneye gelmiş miydi ? Peki bu doktor kıyafetli genç kız kimdi?
O dedi ki: ‘’Tavukçunun önündeki kız çocuğuyum ben. Senin şu an geldiğin hastane benim ilk görev yerim ve nöbetim bitti. Ama şimdiye kadar senin uyanmanı bekledim.
Ama meraklanma. Çocukların yolda. Hem ben varım burada. Ahmet Amcam, sen iyi olacaksın. Canı çekip alamayan ve okuyamayan daha çoook küçük kıza tavuk dağıtacaksın…
alıntı
YORUMSUZ…!
Kurak geçen bir yaz mevsiminde cemaat Cuma namazını kıldıktan sonra Camii imamı ile beraber kurumaya yüz tutmuş mahsülleri kurtarma ümidiyle bozkıra yağmur duasına çıkar…
Hacet namazları kılınır, dualar edilir, kurbanlar kesilir ama, gökyüzünden tek damla yağmur düşmez yeryüzüne!.
Cemaat boynu bükük tekrar kasabaya geri döner, aradan bir kaç gün geçer ve bir Allah dostunun yolu kasabaya düşer…
Kasaba halkı Allah dostunun kasabaya gelişini fırsata çevirmek ister. Yanına gelerek kendileri için yağmur duasına çıkmasını söyler, ancak bu velî yağmur duası yerine kasabayı beraber gezmeyi önerir halka…
Birlikte sokakları ve evleri dolaşmaya başlarlar…
3-5 evi dolaştıktan sonra damı çökük kapısı kırık bir eve rastlarlar, velî kapıdan içeri doğru seslenip hane halkını dışarıya çağırır…
İçerden orta yaşlarda üzerindeki kiyafetleri yamalıklı bir kadın ve iki kız çocuğu çıkar…
Allah dostu hâl hatır sorduktan sonra evin beyinin kalp krizi geçirip erken yaşta öldüğünü ve kadının da iki yetim kızıyla yalnız başına kaldığını öğrenir…
Allah dostu kadın ile hasbihal ettikten sonra küçük kızlara kendisinden istekleri olup olmadığını sorunca; kızlardan birisi çatıları için kiremit diğeri de kendisi için yeni bir ayakkabı ister…
Allah dostu hemen yanındaki cemaate evin damı için kiremit ve diğer kız için ayakkabı alınmasını buyurur…
Kiremitler ve ayakkabılar geldikten sonra Allah dostu küçük kızlara “En çok ne için dua edersiniz, söyleyin bakalım dedenize” diye sorar!…
Kızlardan birisi, “Yağmur yağdığında damımız eski olduğu için evimiz ıslanmasın diye Allah’tan yağmur yağdırmamasını isterim hep” der!…
Diğer kız ise, “Ben de eski ayakkabım delik, ayaklarım yağmurlu havalarda ıslanıyor diye Allah’tan yağmur yağdırmamasını istiyorum hep” diye cevap verir…
Allah dostu bu sözlerden sonra yanındaki cemaate dönerek, “Sadece Allah’ın kudretinde olan bir duayı etmeden önce; kendi kudretinizle birinin duasını yerine getirmediğiniz sürece duanız kabul olmaz eyy cemaat” diyerek meseleyi özetler…”
Hem kimbilir belkide duanız; başka bir kulun duasını aşamıyordur…
Hadi söyleyin bakalım ?? En son ne zaman bir müşküle Hâl-Hatır sorup, bir ihtiyacını giderdiniz ??
Son 60 yılın en kurak kışıymış…Hadi ordan spiker hanım.. Doğru cümle şu; Biz son 60 yılın en bencil toplumuyuz…!!!
Dün işi bıraktım. Benim maaşım iyiydi ama işyerindeki arkadaşa yapılan haksızlığa dayanamamıştım. Yeni evde almıştık. Bir dünya borç yapmıştık. Şimdi aynı maaşlı iş bulmam zor olacak galiba. Bugün bir şirkete iş için CV bıraktım ama “50 kişi başvurmuş beni mi alacaklar” diye aklımdan geçirdim. Hiç umutlu değildim. Eve giderken balık alayım dedim. 50 TL olunca 2 kg istedim. O sırada bir abla ile küçük kızı geldi. Balıkçıdan 20 TL’ lik balık istedi. Sonra vazgeçti.15 TL’lik istedi. Anladım ki parası çıkışmıyor. İstediği kadar alamıyor…
Bir yalan geldi hemen aklıma. Dedim ki ablaya: ‘’İzin verirseniz ben ısmarlayayım. Bugün annemin vefat yıldönümü. Bende balık alıp dağıtıyordum. Herkese ısmarlıyorum. Nasibiniz varmış sizinde kardeşim. Kabul edin de bende sevineyim’’. Şaşırdı, olmaz dedi. Ama ısrar edince kabul etti…
Az bekle ablacım dedim. Yan dükkandan salatalık malzeme aldım. Karşı fırından da sıcak ekmek alıp tekrar yanlarına vardım. O kız çocuğu ekmekleri taşımak için ellerini uzattı. Yüzünde çok büyük bir sevinç vardı. Elimi cebime attım. Son 120 TL param kalmış, onu da küçük kıza uzattım. Teşekkür edip gittiler…
Balıkçı ‘’ Sağolasın kardeşim. Onların babaları geçen hafta vefat etmişti. Yaptığın çok makbule geçti’’. Ev almak için arabamı da satmıştım. O yüzden bayır yukarı yürümek zorunda kaldım. Minübüse binip gidecektim. Ama hiç paramın kalmadığını fark ettim. Olsun dedim yürüyerek eve gittim…
Saat: 17.33… Telefonum çaldı. Bir bayan beni aradı. İşe alındınız Serdar Bey dedi. Hem de maaşım eskisinden 4.500 TL fazla idi…
Saat: 21.45… Telefonum çaldı. Babam aramaktaydı: ‘’ Köydeki pek işe yaramayan tarlamızı bir işveren istiyor. Tavuk çiftliği kuracakmış. Şu kadar paraya anlaştık. Sen ne dersin? Tamam dersen satalım. Kısmetse o para ile senin ev borcunu kapatalım…’’
Saat:02.03… Şükür namazımı kıldım. Duamı yaptım. Kısmetse bu Pazar günü o balıkçıdaki ablayı bulacağım. Ne ihtiyacı varsa alacağım. Bundan sonra onu ve kızını asla yalnız bırakmayacağım… Sonsuz şükrolsun sana Allah’ım…alıntı
++ Erzurum da sabah namazı vakti bir sarhoş cami avlusunda tövbe edip, “Allah’ım bana firdevs cenneti ihsan et!” diye dua ederken, caminin müezzini bunu duyuyor ve adama sesleniyor; “Ee bu ağızla mı?” Sarhoş, hışımla müezzine bakıp; “Senene oğlum senden mi istirem..”
***************
İngiliz casusu Hemper;
“İSLÂM ‘ı NASIL YOK EDELİM”
10 sene İstanbul medreselerinde Arapça okudum hafızlık yaptım.
Evlenme tekliflerini kabul etmedim gavurlugum ortaya çıkmasın diye !..
Beni devletim casusluk yapmak üzere görevlendirdi.
* * * * *
●Osmanlı’da gördüğüm 3 güzel ahlak yüzünden casusluk yapmayacağımı söyledim !..
1-Edirne’den Kars’a giden bir Osmanlı vatandaşı elindeki kıymetli eşyalarını mahalle camisinin arka mahveline koyar 3 ay sonra gelir emanetlerin aynı yerden alır !..
2- İstanbul’un belirli semtlerinde hayır dibektaşları konulur buralara zenginler hayır hasenatini dibeğe bırakır,
Fakir, akşam evine dönerken bir ekmek parası alır diğerlerine dokunmaz !..
3-satin aldığı tarladan çift sürerken bir küp altın çıkar satan adama bir küp altını vermeye kalkar.
Ben tarlanın altını üstünü sana sattım deyip kabul etmez !..
* * * * *
●Bu üç sebepten casuslugu kabul etmedim.
Bakınız bu Hemper sözlerine nasıl devam ediyor Türkiye’yi bozmanın metotlarını şöyle sıralıyor !..
1- Evlilik dışı yaşamayı yaygın hale getirmek.
2-Boşanmaları yaygın hale getirmek.
3- İçki kumarı yaygın hale getirmek.
4-Faizle milleti borçlandırıp uyuşturmak.
5-Ezanı aslından farklı bir dile çevirmek.
6-“Sana ne ” fikrini ortaya atmak.
7-İyiliği emir, kötülüğü men etmeyi ortadan kaldırmak.
8-Hadis ve fıkıh ilmini ortadan kaldırmak.
9-Hadisleri zayıf- kuvvetli diye ikiye ayırmak.
10- Hz Muhammedin İslam dini kastının yahudi ve hristiyanların cennete gidecegi fikri ortaya atmak.
11- Kur’an şeriatı deyip Hz. Muhammed’i devre dışı bırakmak.
12-Hadislere “uydurma” fikrini ortaya atmak.
13- Mezhepleri yok saymak.
İşte o zaman Türkiye yıkılabilir diye rapor vermiştir.
*Hangileri olmadı ki ?..
Alıntı
*****************
Fransa, 400 Müslüman alimini toplayıp bir palayla kafalarını kesti; 1917 yılında Çad işgali sırasında.
Fransa 1852 yılında Cezayir’in Laghouat şehrine girdiğinde, nüfusunun üçte ikisini ateşle yakarak bir gecede yok etti.
Fransa, Cezayir’de 1960-1966 döneminde 17 nükleer test gerçekleştirdi ve belirlenemeyen kurban sayısı 27 binden 100 bine kadar çıktı. Etkileri bugün hala orada.
Fransa 1962 yılında Cezayir’den ayrıldığında, arkasına o dönemde Cezayir nüfusunun tamamı kadar mayın yerleştirmişti, 11 milyon mayın!
Fransa Cezayir’i 132 yıl işgal etti, Fransızlar geldiklerinden sonraki ilk 7 yılda bir milyon, gidişlerinden önceki son 7 yılda bir buçuk milyon Müslümanı yok etti.
Fransız tarihçi Jacques Gorki, Fransa tarafından Cezayir’de 1830’da gelişinden 1962’de gidişine kadar toplam öldürülen sayısının 10 milyon Müslüman olduğunu tahmin etti.
Fransa, Tunus’u 75 yıl, Cezayir’i 132 yıl, Fas’ı 44 yıl ve Moritanya’yı 60 yıl işgal etti
Fransa ünlü kampanyasında Mısır’a girince Fransız askerleri atlarıyla camiye girip ailelerinin gözü önünde özgür kadınlara tecavüz ederek camilerde alkol içerek çok sayıda camiyi at ahırına çevirdi.
Son olarak İslam terör dinidir, Peygamberimiz de terör peygamberidir diyorlar
Fransa’nın uygarlığını övmek ve hatta savunmak ve tüm siyah tarihini unutmak garip. Burası Fransa.
Onlara hikayelerini hatırlat.
Alıntı.
******
#KIRK #YAŞ #DUÂSI
Bir #Kur’an Kursu #muallim #anlatıyor:
Hafızlık yapan kızım bir gün sordu:
— Babacığım kırk yaşını geçtiniz değil mi?
— Evet, kırk dördü devirdik!
— Peki kırk yaş duasını okuyor musun?
— Kırk yaş duâsı da mı varmış?
Yüzüne bir tebessüm yayıldı ve ekledi:
— Bugün Hoca Hanım bize Ahkâf Sûresini açıkladı:
İşte yaptıklarının en güzelini kendilerinden kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler, cennetlikler arasındadırlar.
وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ
Bu onlara vaad edilmiş olan, dosdoğru bir sözdür. (Ahkaf/16)
Hoca Hanım anlattı babacığım:
(Hocahanımın) Babası seksen yaşındaymış. Kırk yıldır bu duaya devam edermiş, sağlığı da gayet iyiymiş.
Harika sözleri ve değerli tavsiyesi için, kızıma çok teşekkür ettim, alnından öptüm v e Allah’a, onun vasıtasıyla bana öğrenmeyi nasip ettiği için, hamd ettim, böyle bir evlat verdiği için şükrettim.
Kızım dedi ki:
— Bu duâyı vird olarak, her zaman yap babacığım:
Rabbim,
Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi,
senin razı olacağın salih amel(ler) işlememi
bana ilham et.
Neslimi de salih (doğru-samimi) kimseler yap.
Doğrusu ben tevbe edip sana yöneldim. Ve ben gerçekten müslümanlardanım. (İktibas)
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!
Hele İ’lanı zamanında şu mel’ul harbin,
“Bize Efkar-ı umumumiyesi lazım Garb’ın”;
Oda ALLAHI bırakmakla olur herzesini,
Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini
Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün
Yine hicran ile çılgınlıgın üstünde bu gün,
Bana Vahdet gibi bir yar-ı musaid lazım
Artık ey yolcu bırak, ben yanlız ağlayayım.”
***************
Hasta için en önemli olan husus teşhistir.
Ondan sonra tedavisi mümkündür.
Bediüzzaman’ın tesbitiyle; Bana zulmedenler, bu milletin kanını taşımamaktadırlar.
Bu kanı bulanık olanlar, her türlü gelişmelerden rahatsız olurlar.
Tarihteki kazıklı Voyvodalardan daha tehlikeli, Firavundan daha ileri, kısır ve kasır zihniyetlidirler.
Bu millete ihanet edenler, bu milletin kanını taşımamaktadırlar.
Elli yıldır bunları münafık yapılar içerisinde çokça gördük.
O nifak perdesi altında solanlar ve solduranlar çokça gelip geçtiler.
O kokmuşlar bu vatanı kokutanlardır.
************
Şeytandaki küfrün Müslümandaki yeni ve köklü versiyonu nankörlüktür.
İnançsızlığın yeni versiyonu; aktif ve faal olan ilahı, pasif ve her şeyi kendi haline bırakan ilah haline dönüşme halidir.
Batıl dinlerin ittihadı ve ittifakı.
Deizm olarak yutturulmaya çalışılan ise, onun yeni kılıfıdır.
Tıpkı muharref Tevrat’ta anlatılan; Hz. Davud’un Tanrı ile güreşirken yenmesi gibi veya Avrupalıların teknolojide ilerlemeleriyle; Ey Tanrım, sen 1.0 yaptın, biz ise 2.0 yapıyoruz, Fir’avunane gururu.
-Dinler arası diyalog olan üç ilahi dini bir din yapmanın yerine, bütün dinleri bir yapma, bir araya getirme çabası.
Hepsinden bir şeyler alıp, onları hak ve haklı gösterme düşüncesi.
Bir yandan da bütün ilahi kuralları kaldırarak, kuralsız ve kendi koydukları ve de kurdurdukları dini yaygınlaştırmaya çalışılmaktadır.
Ancak Cemil Meriç-in ifadesiyle; Bizdeki aydınlar (Buna dünya aydınlarını da ekleyebilirsiniz) din düşmanı değil, İslam düşmanıdırlar.
Bir tek tesettüre tahammülsüzdürler.
Aslında bir ilahı reddedenler, birçok ilahları da ihdas etmiş oldular.
Ne garip bir hal değil mi?
-”Rus polisi: “İslâm parça parça olmuş.”
Bediüzzaman: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar.” İlâ âhir…
Yahu, şu asilzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslamiyet’in bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.”[1]
Bugün bu tahakkuk etmektedir.
Artık evlatlar diplomalarını almış, hizmet için hazır beklemekte ve ittihadı İslam’ın çekirdeğini oluşturmaktadır.
Tebbet Suresinde: “Ebu Leheb’in elleri kurusun, (yok olsun) zaten yok oldu ya.
Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı. (kurtarmadı)
(O) alevli bir ateşe girecektir.
Karısı da, odun hamalı (ve), Boynunda bükülmüş bir ip olarak (ateşe girecektir.)”
Dünyadan ebedi cehennemine odun taşıyanlar, aynı ateşi dünyayı da yakarak tutuşturmaktadırlar.
Onlar ateşin çocuklarıdırlar.
Dünyayı ve içindekileri ateşe vermektedirler.
Dünyaya besmelesiz gelenler ve hayatı besmelesiz olanlar yani nesli güdük.. kendi güdük.. zikri ve fikri güdük olanlar gelen nesillerin önünü tıkadıkları gibi, mevcutların gitmesi için de her türlü yatırımı yapmaktadırlar.
Ve bu dünyada da besmelesiz bir hayat sürerek ve sonuçta da besmelesiz bu dünyadan gidenler nesilleri, aileleri, kültürleri ve ekinleri yok etmektedirler.
“İnne şanieke hüvel ebter.”
“Asıl sonu kesik olan, senin düşmanın (sana buğzeden)dir.”
“Şüphesiz ki Allah’a ve Resul’üne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.”[1]
Hadiste:” “Şerefli ve kıymetli herhangi bir işe Allâh’ın ismiyle başlanmaz ise o iş hayırsızdır.”
Terörü besleyen ve ekibi dünyayı ateşe atıyor.
dünya savaşının fitilinin ateşini yakıyor.
Dünya yakılmaktadır.
İlk Ukrayna- Rusya savaşı çıkınca şöyle bir tesbitte bulunmuştum;
Ukrayna ve Rusya’daki Yahudiler İsrail’e sevk edilmeye çalışılıyor.
Tıpkı İsraillin ilk kuruluşunda dünyanın farklı yerlerindeki Yahudilerin teşvik ve tehdit yolu kullanılarak İsrail’e yönlendirilmesi gibi.
Şimdiki istatistiklere göre ise;
”23 yılın en yükseği: İsrail’e Yahudi göçü rekor kırdı.”[2]
Hadiste; “Sizin adınıza Deccâl’den başka şeylerden daha çok korkuyorum. Şayet Deccal ben aranızdayken çıkarsa, onun oyununu bozar, delillerini çürütürüm.
Eğer ben aranızdan ayrıldıktan sonra çıkarsa, artık herkes kendini ona karşı savunup korumalıdır. Zaten Allah Teâlâ mü’minleri onun kötülüklerinden koruyacaktır. Deccâl kıvırcık saçlı, patlak gözlü, (Câhiliye devrinde ölen) Abdüluzzâ İbni Katan’a benzeyen bir gençtir. Sizden onu gören Kehf sûresinin baş (ve son) tarafından onar âyet okusun. O Şam ile Irak arasındaki bir yerden çıkacak. Sağa sola her yana kötülüğünü yayacaktır. Ey Allah’ın kulları, imanınızı koruyup direnin!”
“Eğer o deccal benim zamanımda ortaya çıkarsa, ben ona delillerimle karşı koyarım..”
Yıllardır Müslümanları siyasetle maişet derdi sürekli meşgul etmektedir.
Hem ahiretlerini ve hem de dünyalarını önemli çapta meşgul edip, ebedi hayatını düşünmeye ve ebedi hayatında lazım olacak şeyleri tedarik etmeye vakit bulamamakta ve onları alıkoymaktadır.
Adeta yaratılış gayesinin yerini; siyaset ve geçim derdi almıştır.
Herkesin dünyasında enflasyon, zamlar, maaşlar önemli yer işgal etmektedir.
Yani maddenin ve dünyanın işgali altındayız.
İş-Aş-Eş- üçlüsü ile uğraşırken ömür kayıp gidiyor.
“Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar. “[1]
(Dirilmeyi ve ahiret hayatını inkâr eden dehrîler (materyalistler), ölümü «dehr» denen sürekli zamana veya tabiata bağlayarak, onun dışında ve üstündeki hakîki müessiri, Allah’ı tanımadıklarını ifade ederler. Bunlara göre ölümü, gece ve gündüz, yani zaman hazırlar. Ruhları alan bir ölüm meleği yoktur. Bütün olaylar zamana dayandırılır. Ama onlar bu inancı beslerken zandan başka hiçbir delile sahip değillerdir.)
-Horozun bir ömür boyu söylediği düttürüden ibarettir.
Leyleğinki de laklaklardan ibarettir.
Allah için olmayan her şey laklak ve öttürmedir.
-Jübile kelimesi, Eski Musevi yasalarına göre elli yılda bir yapılması gereken genel serbest bırakma yılı kabul edilir.
Herhangi bir olayın ellinci yıl dönümü.
Katoliklere Papanın bazı fırsatlarla tam ve genel olarak günahları bağışladığı yıl.
Diğer bir ifadeyle kişinin elli yıl boyunca gidişatının nasıl olduğunun muhasebesini yapmasıdır.
Dünyadan el etek çekerek, kendisini ahirete vermesi veya geçmişi telafi etmeye başlaması anlamınadır.
İslami tabir, referans ve muhasebesi ile özetleyecek olursak;
“Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”
-“ (Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!”[2]
-İnsanoğlu bir ömür boyu huzuru İslamın ve Kur’anın dışında aradı.
Bu bazen inançsızlık ve bazen de sefahet ve rezaletlerde.
Fakat bir ömür hayatını ve huzuru inançsızlık ve huzurda arayanlar, huzura yaklaştıkça ve alacakları dünya zevk ve lezzetleri onları bir türlü tatmin etmedikçe, huzuru İlahiye varmadan huzurun farkına varmış ancak bu onun bir ömrüne mal olmuştu.
Ömrünün sonunda farkında olmuştu.
İşte onlardan insaflı bir sanatçımız Münir Özkul’un itirafları;
“Huzursuzluk, tek kelimeyle inançsızlıkta. Çünkü inanacak hiçbir şeyim yoktu. Ben o zamanlar bugün inandığım şeyleri inkar etmek istiyordum. Çünkü, yine o zamanlar bize şöyle telkinler yapılıyordu: “Müsbet kafalı olun. Görmediğiniz şeylere inanmayın. Herkesin kafası ve bilinci var. Bunun için de anlamadığınız şeye inanmayın.” Sonra ilkokul sıralarında da bu telkinleri destekleyen icraatlar yapıldı. Tam hatırlamıyorum, camiler mi kapatıldı, namaz mı yasaklandı, bir şeyler oldu yani… Ya da o zamanki biz gençlere mi öyle geldi bilemiyorum. Bütün bunların sonunda bizim kafamıza sokulan temel fikir şöyle oldu: Dindarlık ve inanç sahibi olmak gericiliktir. İnançsızlık ise ilericiliktir. Bu da ne demektir pek derinlemesine anlamamıştık ama içimizde beliren sonuç yorum oldu. Bunun tesiriyle hepimiz yavaş yavaş o yönde ve anlayışta yetiştik. Ve beni KÜÇÜK SAHNE’de tiyatro oyuncusu iken, bilinçli olarak “hiçbir şeye inanmıyorum” dedim. (1961) Ve böyle demeyi de, babamı geçmek zannettim. Somut olarak bunu buldum.
Bir sene bu mesleği, her şey bırakmak ve sadece ibadet yapmak istiyorum.”[3]
-Allahım! Yolumuzu ve Yılımızı hayırlı eyle. İnsanlığın hidayetine vesile kıl.
Varlıkların kendi kendilerini oluşturmaları ve tetikleyip meydana getirmeleri en safsata bir iddiadır.
Zincirleme olarak.
Ya zincirin ilk halkası?
Canlılar kendi kendilerini nasıl üretmektedir?
Yani canlılar veya canlı olmadan önceki canlı olma durumları nasıl kendi kendilerini canlı yaparlar?
Bunu tesadüfe verme tam bir körlüktür.
Anlatayım derken, havada kalmadır.
-Ne kadar garip değil mi?
Mesela; Picasso’nun yapmış olduğu bir tabloyu veya Picasso’nun kendisini taklit edecek resimdeki parçalar.
İkinci bir insan çıkmamışken ve çıkamıyor iken ve de çıkması zor olarak da düşünülüyor.
Bu durumda onu bu noktada eşsiz ve benzersiz olarak gören insanların; bu kainatı yaratan Yüce Allah için bir eş ve benzer aramaları, bir ortak bulmaya çalışmaları, O’na şirk koşup O’nun benzerini maddede, tabiatta vesaire de görmeleri ne kadar akıldan ve insaftan ve de vicdandan uzak olduğu anlaşılmaz mı?
************
SENİN İLİM ADAMLIĞIN BATSIN
“İnsanlığı bilim kurtaracak! Bu virüs, bunu öğretti bize” diyor!
Bir uluslararası ilişkiler Profesörü!’ nün bu ifadesini yazar uzunca tenkid ediyor.[1]
Haklı elbette.
Klişeli ve kısır bir hat çizilerek toplumda aydınlar kendi karanlık dünyalarını aydınlatma ve aydın göstermeye çalışmaktadırlar.
Kalb onaylı zihin aydın bir zihindir.
Mücerred ve hazmedilmemiş bilgi, ham ve pişmemiş bir malzemedir, yemek değildir.
Sanatı devre dışı bırakıp, sanat ve eseri göğe çıkarıp hayrette kalan, sanatkara karşı dehşetli bir hata ve yanlış içerisine girmiş demektir.
Kendisini ve maddeyi aşamayıp, maddede boğulan bir insan, ilim adamı olamaz. Olsa olsa bilgi hamallığı yapmaktadır.
En fazla Google gibi.
Bu durum insanı ve ruhunu sükut ettirir.
“İnsanın efradı arasında cismen ve sureten ayrılık varsa da pek azdır. Amma mânen ve ruhen, aralarında zerre ile şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık vardır. Fakat sair hayvanat öyle değildir. Meselâ, balık ile kuş, kıymet-i ruhiyece birbirine pek yakındırlar. En küçüğü, en büyüğü gibidir. Çünkü insanın kuvve-i ruhiyesi tahdit edilmemiştir. Enaniyet ile o kadar aşağı düşerler ki, zerreye müsavi olur. Ubudiyet ile de o kadar yükseğe çıkıyor ki, iki cihanın güneşi olur: Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm gibi.”[2]
Tam bir körlük ve nankörlüktür.
Küfür ve inkarın yumuşatıcı hali nankörlüktür.
Nankörlük küfrün farklı versiyonudur.
Nankörlüğün küfür ve inkardan farkı, bağlantıyı koparmamak ve tamamen ipi çözüp serbest bırakmamaktır.
Yani tamamen ipsizleşmemektir.
Bu da göstermektedir ki; İnsan olmak ayrı, İnsan kalmak daha farklıdır.
Herkes İnsan olur ancak Herkes İnsan kalamaz.
İnsan olmak bir şeref ise, insaniyette kalıp, insaniyete mensub olmak şerefli bir varlık olmaktır.
Çünkü karşımızda nice Cem Sultanlar ve Haçlı zihniyetinde insanlar var.
Yavuz olmasaydı bugün Anadolu çok daha analarla dolu olurdu.
Çokları yetim kalır.
Kısaca İran’dan çok daha beter olurdu.
-Dünyanın yıkılması için bir çılgın yetiyor.
Nitekim bir Sırp askerinden dolayı 1. Dünya savaşının patlak vermesi gibi.
Rus – Ukrayna savaşı bunun için başlatıldı.
Türk – yunan savaşı bunun için tahrik ediliyor.
Ortadoğu bunun için yakıldı.
Terör ihaleleri bunun için kuruluyor.
Suriye’nin yakılması, İran’ın onun üzerine yıkılması, Ortadoğu, İslam Ülkeleri ve özellikle Türkiye’nin bu ateşe ve girdaba çekilmesi yangını yaymak ve Müslümanları o ateşte yakmak içindir.
– Sadr’ın çağrısı sonrası Irak’ta tansiyon düştü: Çok sayıda ölü ve yaralı var
Irak’ta Şii lider Mukteda Sadr’ın siyaseti bırakmasının ardından patlak veren olaylar büyüdü. Yeşil Bölge’de ABD büyükelçiliğinin yanına havan topu düştü, Sadr’ın askeri kanadı sokağa indi. BM ve Başbakan Kazımi, sükûnet çağrısı yaptı.”[2]
Bütün bunları ifadeden sonra, bunun İttihad-ı İslam olduğunu söyleyebilirim.[1]
Yüz yıldır bizi bağlayan, üç yüz yıldır bizi tökezleten, geçmişten alınan ilhamda, geleceğe gidilen ruh gücü ve atağının aşamasındayız.
Belki her şeyimiz bitti iddiası biraz fazla iddialı olur ancak aşmamız gereken, atlamamızın lüzumuna işaret ettiğim genel çerçeveyi çizmiş oluyorum.
Elbette içini çok önemli derecede doldurmak gerekecektir.
Bunun yeri ve tetikleyicisi ise Türkiye’dir.
Haçlı zihniyeti bunu çok iyi bildikleri içindir ki, üç yüz yıldır bütün yatırımlarını bu milleti özellikle içinden vurmak ve içinden bağlamak yolunu ön plana çıkarmışlardır.[2]
Bizim problemimiz dışta değil, içtedir. Mesela;
-” Tarihçilerin duayeni(!) diye yad edilen İlber Ortaylı bir kitabında Sultan Abdülaziz’in intihar ettiğini söylerken, diğer kitabında öldürüldüğünü iddia ediyor. Sultan Abdülhamid’i ise önce iftiracı sonra masum addederek nasıl bir tezada düşüyor?”[3]
Yalan söyleyen tarih ve yalancı tarihçi utansın.
Ümit varız. Ümidimizi yitirmedik. Bu ümidimizin başarısıdır geldiğimiz ve geleceğimiz durum.
İşte müjde;”İngilizler İslam’a koşuyor! 10 yılda yüzde 57 artış.
Birleşik Krallık’ta yapılan nüfus sayımına göre Müslümanların sayısı 10 yıl öncesine göre %57 arttı. Kuzey İrlanda’da “Dinim İslam” diyenlerin sayısı ise 2011 yılından bu yana %183 oranında artış gösterdi.”[4]
**************
Bu milletin rejimle kodlarının uyuşmaması, giydirilen deli gömleğinin dar gelmesinin sebebi; Karahanlılar, (372 yıl hüküm sürmüş)Selçuklular (300 yıl- Uzun ömürlü olmayan Karahanlılar (840.1212) döneminde 300- den fazla İslam hukukçusu yetiştirilmiş.) ve Osmanlılar (624 yıl)döneminde yapılan tüm İslami kurum ve hizmetlerin bir çırpıda, sinsice ve millete danışılmadan, milletin rağmına, zorla ve zorbalıkla kabul ettirilmesidir.
Yani toplam 1296 yılda yapılanlar yıkılıp tahrip edilmiş, yerine geçmişten ve kökünden ve de değerlerinden kopuk bir devlet ve nesil ortaya çıkmıştır.
Bir seçimle gelinmemiştir. Millet iradesi yönetime yansımamış, korku ve tehditlerle, açlık ve kıtlıklarla, savaş ve darbelerle boğuşan bir dönem başlamıştır.
Azınlık çoğunluğa hakim kılınmış.
Maddi manevi kaynaklar kurutulmuş ve tıkanmıştır.
Efendimizin haber verdiği ve sahabenin dehşete kapıldığı o dehşetli dönem devreye girmiştir.
Ve hala dışarıdan ve gayri Müslimlerle mücadeleden çok, kendimizle kavgalı ve didişir hale gelmişiz.
Bu dönem kayıp asır ve kayıp nesiller dönemi olmuştur.
Yaralı bu vücuda eklenmeye çalışılan deri, vücutla uyuşmamış, sürekli tepki vermiştir.
Kendi değerlerine düşman kişiler türemiştir.
Artık vücut kendi yapılanmasını oluşturuyor ve kendine geliyor.
Kendi ayağa kalktığı gibi, İslam ümmetini de ayağa kaldırıyor.
Hayat iki zıddın birbiriyle olan mücadelesi ile başlamış ve dünya kapanana kadar da devam edecektir.
Siyahla beyaz, geceyle gündüz gibi birbirine zıt iki kavram; İfsad ve İslah.
Tıpkı şunun gibi ki; bir dedenin iki köpeği varmış. Biri siyah, biri beyaz.
Torun sormuş; dede acaba hangisi yener?
Dede cevaben; hangisini destekler, alkışlar ve beslersen o yener, demiş.
Tıpkı hayırla şer gibi.
Çünkü eşya zıddıyla bilinir.
Buradan hareketle;
“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.”[1]
Meleklerin insanın yaratılışına taraftar olmadığı tek husus; Fesad çıkarmaktır. Çünkü kan dökmek ve de bütün kötülüklere kapı açmak fesad ve ifsad iledir.
Meleklerin korktuğu durum işte bu ifsattır. Nitekim o korktukları durum hemen başlarına gelmiş ve Kabil kardeşi Habil’i öldürmüştür.
O günden bugüne devam etmektedir.
Ve fitne fesat adam öldürüp kan akıtmaktan daha dehşetlidir.[2]
Şerrin başı olan şeytan fitne ve fesadı fısıldar ve yayarken, Allah sulh ve islahı emreder.
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.”[3]
Yüz yıldır, yurtta sulh cihanda sulh söylenirken kavga bitmemiş ve de 15 Temmuz-2016’daki darbede de Yurtta sulh komitesi adı altında sürdürülmüştür.
“O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.”[5]
Yahudilerin yeryüzünde iki kere fesat çıkaracağı haber verilmektedir.
“Biz kitapta İsrailoğullarına, yeryüzünde iki kez fesat çıkaracaksınız ve büyüklendikçe büyükleneceksiniz diye hükmetmişiz’.”
Birincinin zamanı gelince üzerinize güçlü savaşçı kullarımızı gönderdik, evleri dahi köşe bucak aradılar. Böylece bu vaat gerçekleşmiş oldu.
Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık.”[6]
Birincisindeki bu destek zalim Calut’a karşı Talut’u imdatlarına yetiştirmiştir.[8]
Ancak ikincisinde cezalandırılacakları bildirilmektedir.
“Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mâbedi’ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).”[9]
Hadiste;” “Sizler Yahûdîlerle muhakkak savaşacaksınız! Harp o kadar şiddetli olacaktır ki, hattâ taş: ‘Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahûdî’dir! Gel de onu öldür!’ diyecektir.”
“Yahûdîler sizinle savaşacaktır! Fakat netîcede siz onlara musallat kılınacaksınız! Öldürme o kadar şiddetli olacak ki, bir kaya parçası: ‘Ey Müslüman! Şu arkamda duran kişi bir Yahûdî’dir. Onu öldür!’ diye haber verecektir.”
“Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”[10]
[9] Bakara.7. Ayrıca bak.( Tefsirlerde, İsrailoğullarının ikinci musibete uğramalarının sebebi olan diğer fesat hareketlerinin, Hz. Yahya’yı öldürmeleri ve Hz. İsa’yı öldürmeye teşebbüs etmeleri olduğu belirtiliyor.)