Milleti ve eğitimcileri ümitlendirip bir milyon öğretmen bir milyon fikir adıyla topladığınız fikir, görüş ve teklifler ne oldu?
Ne kadarı hayata geçti?
Gerçi ben ümitli değildim ancak bir eğitimci olarak görevimi yapmak için, sizden önce gönderdiğim üç bakana da gönderdiğim yüz civarındaki teklifleri de toplayarak, değişik zamanlarda gönderdiğim iki yüze yakın tekliflerin acaba ne kadarına bakıldı?
Yoksa benimki 999 999.sırada mıydı?
Milli Eğitimde süreklilik ne kadar sürdürülüyor?
Bir örnek daha vereyim mi?
Eba’ya binin üzerinde seslendirdiğim sesli eserler göndermiş, yayınlanmıştı.
Sizin ekip gelince kaldırıldı.
Gene de bir kaç tane unutulmuş, kaldırılmamış.
Zaten sizin dönemde de aktarmaya ve göndermeye uygun ortam yoktu.
Şimdi siz ne yapmış oldunuz, ileriye dönük, bir milyon fikir içinde.
Asla bu bir şey yapmadınız demek değildir.
İnsafsızlık olur.
Yoksa tam yapacaktım Korona çıktı.
Tam Bakanlığı tanımıştım, istifamı rica ettim mi oldu?
Yoksa sizde vitrini mi düzelttiniz?
Yüz yıldır kullanılan motoru rektifiyeye yönelik ne gibi bir yenilik oldu?
Bir eğitimci olarak gerçekten öğrenmek istiyorum ve istiyoruz,
Geçmişten ileriye dönük önemli ne yaptınız ve gelecek Bakana yapılması konusunda önemli neler bıraktınız?
Ve tecrübenize dayanarak öncelikli ne yapılmasını tavsiye edersiniz?
Yoksa manilerle mi karşılaştınız?
Yani yapılacaklarda süreklilik olup yarım kalanlar veya varsa sürdürülecek mi, yoksa her şey yeniden mi başlayacak?
Mesela, bir milyon fikir az geldi, gelsin iki milyon fikir olacak mı?
Samimi görüntü veren bir kişiliğiniz var.
Rica etsek Bakanlık tecrübelerinizi samimi olarak artı ve eksileriyle yazar mısınız?
Size gönderilen bir milyon fikirde neler var, bizlere sunar mısınız?
–Yeni Milli Eğitim Bakanı derhal önceki ekibin Eba’dan kaldırdığı dosyaları geri yüklemeli ve hızla öğretmenlerin her türlü birikimini depolayacak bir bulut sistemi oluşturmalıdır.
Gerekirse bunu iller bazında da faaliyete geçirmelidir.
Milli Eğitim de üzüldüğüm en büyük eksiklik;
Sürekliliğin olmaması,
Deneme yanılma yöntemi ile sürdürülmesi,
Öğretmenlerin birikimlerinden istifade edilmeyip, öğretmenle birlikte kabre girmesidir.
Milli oluşunun tabelada kalıp, Eğitime yansımaması.
Eğer adalet tam manasıyla uygulanmazsa, o musibetlerden daha ağır musibetlerle karşılaşırız.
Ta ki o adaletin gereği uygulanıncaya kadar artarak sürer.
Bugün ormanları kasıtlı olarak yakanlara sadece hapse atma tehdidiyle tehditte bulunmak o kişileri ne kadar frenler?
Yoksa iyi halden, indirimlerden, uzun süren sorgular gibi düşüncelerden hareketle caydırıcılığını yitirmez mi?
En kötüsü aynı durum artarak devam etmez mi?
Nitekim sürekli olarak ateşin çocukları olduklarını söyleyen şeytanın çocukları bunu yapmaktadır.
Aç olan canavara merhamet etmek onun iştahını açmaya sebep olur.
Üstüne üstlük birde dişinin kirasını ister.
Şu anda teröristler ve ihanet içerisinde olanlar kendilerine başta idam olarak yeterli cezanın verilmemesinden cesaret alarak masumları yemenin diş kirasını istemektedirler.
Mesela, Öcalan yakalandığında idam uygulaması olmasına rağmen idam kaldırıldı, terör ise azalmayıp daha da arttı.
Bununla da kalınmadı, onu savunan on tane avukatının dağdakilere Öcalan’ın mesajını gönderdikleri ortaya çıktı.
Bu durum ihanetten adam öldürmeye, hırsızlıktan dolandırıcılığa kadar her alan için geçerlidir.
Medya toplumların nefes borularıdır. Toplum o nefes borularıyla nefes alır, hayatiyetini sürdürür. Ancak bazen boğazdaki balgam ve iltihaplar nefes almayı zorlaştırır. Her kurumun döküntüleri olabileceği gibi, medyanın da içerisinde kusmuk ve balgam mesabesinde kişiler bulunmaktadır. Şahsiyetini ve olmayan değerlerini, değersiz üç beş kuruşa satmaktadırlar. Nitekim merhum Abdülhamid döneminde muhalif gazete şöyle manşet atar, İstanbul’un su şebekesine bir at düştü. Bu haber infial uyandırır. Devlet biraz arpalıklarından arpalığını verince ertesi gün manşetten; At su şebekesine düştü ancak, şişmeden hemen çıkarıldı. Ve yine İstanbul müftüsünün keçisi çalınmışken, maneviyattan yoksun medya manşetten; İstanbul müftüsü keçi çaldı, der. Kirli medyanın yalan haberleri. Maalesef bende yıllar önce aynı yalan haber mağduriyetini yaşadım. Öğrencilere verdiğim röportaj ödevini çarpışan çamurlu çamur gazetesi; Din Dersi Öğretmeni fişleme yapıyor, diye haber yapmıştı. Ancak birkaç sene içerisinde o yalan haberi yapanların içinde bulunduğu kişiler daha ahirete gitmeden cezalarını buldular. Zincirin ilk halkasındaki kişi yanarak öldü, diğerleri işleri dağılarak farklı yerlere savruldular. Ahiretteki ise daha duruyor. Aynı benim haberimin altında başka bir Din Dersi hocasına da başka salyalarla saldırmışlardı. Bunların bir bedeli olması lazım. Ata sözünde, Köpeksiz köy bulmuş, değneksiz geziyor. Yani, Kendisine karşı çıkılmayacak bir ortam bulmuş istediğini rahatça yapıyor, uyguluyor. Bunların durumu birazda şuna benziyor; Hz. Musa giderken bir köpek hırlayarak üzerine gelir. Hz. Musa köpeğe dönerek, sen beni tanımadın mı der. Köpek ise, ya Musa tanımaz olur muyum, elbette seni ısırmayacağım ancak eğer havlamazsam sahibim bana yiyecek vermez, der. Medyada ücret aldığı sahibi adına sesi çok çıkanlarda bulunmaktadır. Yoksa arpalıkları kesilecektir. Bugün medyanın içerisinde bulunan değerlerden mahrum yazar ve medya kuruluşları bulunmaktadır. Aslında bu yeni de değildir. Burada Batı’nın arpalıklarından beslenip otlayarak, Batı’nın bahçesinde yumurtlayan yoz ve yozlaşmış ve bu milletin gerçekten kanını taşımayan 84 milyonun huzurunu bozmak adına, Batı’nın ve haçlı zihniyetinin borazanlığını yapmaktadırlar. Batı’nın çöplüğünden beslenen bu insanlar, batı adına burada horozluk yapmaktadırlar. Zaten ABD başkanı Biden iktidara gelmeden önce muhalifleri destekleme sözü vermişti. Bu arpalıklar verilen o sözün neticesidir.[1]
Kalemlerini başkaları için kullanan insanlar, satılık insanlardır. Değerlerini paraya değişen insanlar, değersiz insanlardır.[2] Namert bir dostumuz olacağına, mert bir çok düşmanımız olsun daha iyidir. Dost görünüp darbe ve yıkımlara, NATO ortağı görünüp ABD gibi bir dostumuz olmaktansa, onlarca mert düşmanlık yapan düşmanımız olsun. Çünkü düşmanımızı bilir, tedbir alırız. En kötü hastalık, teşhis edilmeyen hastalıktır. Aynı durum içteki dost görünümlü münafık yapılar içinde geçerlidir. Günlük genel medya başlıklarına bakıyorum da; Bir kısmı gündemden kopuk ve alakasız, bir kısmı 1970-lerde sol ve sosyalist kesimin fakirlik edebiyatını hala sürdürmekte, kendileri ise trilyoner ve villa sahipleri… Çamur at izi kalsın, bozuk zihniyeti ise, medyanın silinmez en büyük lekesidir.-“Cumhuriyet gazetesinin yalan ve iftira kampanyası tescillendi: Birinci sayfadan üç tekzip!”[3] Yalan haber yapan Medya itibar ve kan kaybediyor. -İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un eviyle ilgili yaptığı yalan haberler sonrasında iki günde dört tekzip yayınlamak zorunda kalan Cumhuriyet gazetesinin geçmişi de yalan haberlerle dolu.[4]
-Yalan Cumhuriyet’i yine manipülasyon peşine düştü!.[5] “Körfez Savaşı ve sonrası CIA adına çalışan ancak daha sonra Guam’daki askeri üsse götürülen Kuzey Iraklı peşmergelerin çoktan ABD’ye götürüldüğü, bu kişilerin Kürt yahudiler olduğu ve şimdi ABD kurumlarında eğitim aldıkları belirtiliyor. İşte bunlar yarın bölgeye yönetici olarak gelecek. Tıpkı Karzai ve diğerleri gibi… “[6] Celal Bayar devlet başkanı sıfatıyla 23.John Roncalli’nin papa olmasıyla ayağına kadar gitmiş olması,idamla yargılandığında bir kaç saat önce bu papanın tavassutuyla idamdan kurtulur.Kolay değil,çünki Bayar’da Vatikanın Türkiyede bir büyük elçilik açmasını sağlamıştı.[7] Türkiye’de belli ki birilerinin diğer birilerine, ağa babalarına bir diyet borcu var. Ayet-i Kerimede;” Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”[8]
Yoksa her önüne gelenden ve adaydan siyasetçi olur mu?
Öyleyse;
Yalancıdan…
Münafık yapılı kimseden.
Kendi menfaatini milletin menfaatinin önünde tutandan.
Maneviyattan mahrum olandan.
Milletin değerlerinden uzak ve kopuk olandan.
İleriyi göremeyip, kısır döngüler içerisinde dönüp dolaşandan.
Proje üretmeyip veya üretemeyip, sürekli şikayet ederek tüketen ve tükenenden.
Geçmişinden ve tarihinden kopuk, her şeyi hayali bir tarih üzerine bina edenden.
Dışarıdan kumandalı ve yerli bir siyaset üretemeyenden.
Hedefini muhalefet üzerine veya kişiler üzerine bina ettiği bir siyaset sürdürenden.
Yapım üzerine değil, yıkım üzerine bir siyaset yapandan.
Devlet yönetimindeki sürekliliği sürdüremeyenden.
Makam hırsıyla dolu olup, başkalarının önünü tıkayandan.
Meşru yoldan seçilmeyenden.
Darbelerden medet umup, darbelerle beslenenden.
Dış odaklı olandan.
Yerli olmayıp, Abd, Rus, Alman, İsrail, İngiltere yapımı bir siyaset yapandan.
Her gayrı meşru yolu hedefe ulaşma uğruna meşru görenden.
Kısır görüşlü, az olsun benim olsun, benden başkası olmasın diyenden…
Irkçılık güdüp, başkalarına adeta hayat hakkı tanımayandan.
Kirli ittifaklarla, kirli kişilerle ve ilişkilerle siyaseti götürenden.
İnsanların inancıyla, baş örtüsüyle, ibadetiyle uğraşmayı siyaset bilenden.
Hayırla anılacak bir eseri olmayandan. Zira Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri.
Herkesi, her kesimi kucaklamayandan.
Lafla peynir gemisi yürütmeye çalışandan.
“Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat/ Bin türlü teseyyüb (ihmal ve düzensizlik) bulunur hanelerinde.”
Akibetini ve ahiretini düşünmeyenden. Bu tiplerden değil siyasetçi, adam bile olmaz.
İnançsızdan. Zira Yaradanı görmeyen, yaradılanı hoş ve var görmez ve de göremez.
Tarihin çöplüğüne dökülenlerden ibret almayandan.
Akıl ve kalbi aydınlanmamış ve de karanlıkta olandan.
Çapsız olandan.
İçip berduş olandan…
Hayatı bir kumar olarak görüp, kumar oynayandan.
Hırçın, mızıkçı ve kanser edici olandan…
Başkasının yani milletin sırtından beslenen salak ve asalak ve de sülükten.
Sevgi odaklı değil, nefret ve kin ve de baskı odaklı siyaset güdenden.
Aaaaa, ben bu tipte şeyy yani bu tipsizlikte olanları tanıyorum…
Tamda onlara göre dikilmiş bir elbise.. Onların içine gireceği bir elbise.
Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.
Acaba bu kişilere göre mi bir yazı yoksa yazıya göre mi bir kişilik?
Dert söyletir derler ya.
Bize de olumsuzlar ve olumsuzluklar yazdırıyor.
Zira tarih vitrini o kadar döküntü ve çöplüklerle, aldanan ve aldatılanlarla dolu ki; hala tarihin tekerrür ettiğini, çöplerin pazarda müşteri bulduğunu, çöplüklerin insanların içerisinde değer bulup öne çıkarıldığını görmekteyiz.
Her mal müşteri bulmaktadır.
Peygamberliğini iddia edeninde cenazesinde binlercesi saf tutmakta.
Ebu Hureyre ve İbnu Ömer (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
“Ahir zamanda, dinle dünyayı talebeden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan daha tatlıdır. Ancak kalpleri kurtlarınkinden vahşidir.
Cenâb-ı Hak (bunlar için) şöyle diyecektir:”
“Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde halim olanlar bile şaşkına dönecekler.”[1]
Türkiye’nin yüz yıldır başına açılan kavga ve gailelerden; önce laiklik ve Atatürk, sonra pkk ve bir elli yılda fetö…
Demek ki hizipleşmeler, batıl mezhepler ve farklı itikat ve ameldeki değişik düşünceler, birisinin peşine körü körüne takılanları alıp götürmesiyle oluyormuş.
Bir Hasan Sabbah Haşhaşi yani uyuşturucu sapık düşüncesiyle peşinden on binleri çok rahat sürükleyebiliyor.
Zamanımızda ve İslam dünyasında bundan çokça bulunmaktadır.
Kader ayrıştırıyor.
Maalesef zamanımızda da haşhaşilik ve sefahet ve de ahlaksızlık yaptığı halde peşine bir çoklarını takabilmektedir..
Münafıkane yapısını bina edebilmekte.
Peygamberlik iddiasında bulunduğu halde cenazesine binler katılabilmektedir.
Velhasıl acaib bir asırda yaşamaktayız.
Ruhlar hasta.
Hastalık ruhlarda.
İngiliz bu hasta ruhları çok iyi kullanıyor.
Koca bir İslam’ın merkezi olan Suudi Arabistanı ihdas ettiği bir vehhabilikle çok rahat idare ediyor.
Bunu da daha çok para, makam ve kadınla yapıyor.
Yahudi plan yaptığında üç yüz yıllık plan yapıyor.
Bugünkü kriptolar ta üç yüz yıl öncesinden tasarlanmış olanlardır.
Ya Yahudi ve Sevi[2], ya ermeni,[3] ya Moon,[4] ya münafıkane[5] veya terör ve uyuşturucu gibi kirli ve şaibeli ilişkilerle[6] faaliyetlerini sürdürmektedirler.
–Feto ve mensuplarının Hristiyanlara, İslam’ın zor olduğunu, kendi dinlerinde kalmalarını, hristiyan ve Yahudilerinde cennete gireceklerini söylemesi basit bir cehaletle geçiştirilemez zira tam bir ihanet ve hıyanettir hatta misyonerliktir.[7]
Fetönün tüm ölçüsüz ölçüsü, hedefe ulaşmak için her yol meşrudur, hareketidir.
Unutulmamalıdır ki, Haşhaşlı Hasan Sabbaha kendisini hançerleyecek, kaleden atacak 20 bin fedai bağlanmıştı.
Uyuşturucu bağımlısı gibi.
-15 Temmuz da hedef Suriye gibi iç savaştı.
Zira PKK ve Deaş doğudan girip genel bir işgale kalkışacak ve toplum mukavemet için karşı koyacak, kurumlar birbiriyle çarpışacaktı.
-Feto tehdidi bitti mi?
Daha yeni başlıyor. Zira 60 yıldır faaliyet gösteren bir akımın en az altmış yıl sürdürüleceği ve en önemlisi de dışarıdan kurulduğu gibi destekleneceği bir vakıadır.
-Ne gariptir değil mi?
Zahiren taban tabana zıt görülen, inanç farklılığı olan fetö ile CHP aynı safta oldular.[8]
CHP hapistekileri çıkaracağını, görevden alınanları iade edeceğini, daha neler neler, ayrıca bu PKK. lılar içinde mi söz konusu?
Acaba hikmeti nedir?
Birleştikleri, ortak noktaları ne ola ki?
Birileri birilerine gebe mi kaldı acaba?
Diyet borcumu var?
Yoksa gelemeyeceğini bildiğinden kendine yer mi yapıyor?
FETÖ’nün Anadolu’yu “içeriden Hristiyanlaştırma” çabalarına mercek tutan “İncil Müslümanları” kitabı Gülen’in 50 yıllık söylemini inceliyor. Fetullah Gülen’in 1975 yılında Zonguldak’taki “İdeal (Altın) Nesil Konferansı”nda bu konuda ilginç kanıtlar var.
40 YILDIR BUNU SAVUNUYOR.
Gülen, “Haçlı Seferleri dışın fatihidir: Nice cemaatler vardır ki devletler, fertler bunlar dışın fatihleridir. Mesela haçlı seferleri dışın fatihidir” diyor. Gülen, Haçlı Seferleri’ni sempatik gösterme çabasını 40 yıl sonra 15 Temmuz’dan sonra da sürdürerek, “Haçlının ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir” ifadelerini kullanmıştı.
PAPA İLE GÖRÜŞMENİN KODLARI
Eserde Gülen’in 1998 yılında Papa’ya yazdığı mektubun kodları da kapsamlı bir şekilde yer alıyor. Esere göre terör örgütü lideri Gülen’in her bir ifadesinin Hristiyan dünyasına apayrı kapıları açmaktadır. “Pek muhterem Papa cenapları” diye başlayan mektup özetle şöyle: “Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekle olan dinler arası diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Kendi memleketimizde şimdiye kadar çeşitli Hristiyan mezheplerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boş çıkmadığını acizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz.”
Eser, Papa’nın Gülen’e hediye ettiği Aziz Pavlus ve Petrus tablosunun sırrını da ortaya koyuyor. Gülen’in açık mektubuna Papa çok sırlı bir hediyeyle, takdirlerini sunarak karşılık veriyor. Hristiyan dünyası ve misyonerlik açısından çok önemli, çok manalı taşıyan hediye, Aziz Pavlus ve Aziz Petrus, Hristiyan dünyası tarafından Hristiyanlaştırma tarihinin önemli şahsiyetleri olarak kabul ediliyor. En önemli yerleri ise Anadolu’nun Hristiyanlaştırılması konusunda taşıdıkları çok derin anlamlar ve yaptıkları olduğu belirtiliyor.
Amerikan Board’ın Anadolu’daki Fisk ve Parsons adlı misyonerlerine gönderdiği 1 Aralık 1983 talimatlı mektubunda, “Bu mukaddes ve vaadedilmiş topraklar, silahsız bir haçlı seferiyle alınacaktır”[10]
-Fethullah Gülen: Haçlı’nın Ülkenizi İşgal Etmesi Çok Tehlikeli Değildir.
Çünkü sizinle onlar arasında kırmızı çizgiler vardır. Bir kere onlar sizin kadınınıza kızınıza ilişmezler. Mabedinize ilişmezler. İlişmemiş Haçlılar.”[11]
-Ve Yunanlılar hakkında söyledikleri ise;
Yunanistan bizim için çok önemli. İki millet bir dönem kardeş olarak kabul edildi. Bazıları yanlış taktikler ve stratejiler izleyerek bizi arkadaşlardan ve yoldaşlardan ayırdı. Belki bir gün bu insanlar tekrar bir araya gelirler. Ancak bu ortaklık bu şekilde bile yapılabilirse, takdirle ele alınmalıdır. Herhangi bir nedenle herhangi bir tarafı desteklemek istemiyorum. Birisi ister masum olsun ister haksız olsun, o zaman aynı yerde bir arada yaşamaları mümkündür. Hümanizmin de aslında öğrettiği budur. Göründüğü kadar zor olsa da, kaçınılmazdır. Bir ülke, bir sorumluluğun yükünü taşıyamayacağını gösterebilir. Ancak, netleştiğinde hiçbir anlaşmazlık olmayacağını düşünüyorum. Türkiye ve Suriye’de ve birçok ülkede başka bir ülke denince akla ilk gelen Yunanistan oluyor. Yunanistan cesaret gösterdi. Kardeş ülke olduğunu göstermiştir. Ve bu kardeşlik sayesinde onları minnet ve takdirle anıyoruz. Tarihin görkemli sayfalarına süslü altın ve gümüşle böyle yazılacak. Geleceğimiz için birlik ve huzur vaad eden bir tutumdur”[12]
Bir yandan Hristiyanlık açısından 2 bin yıl sonra ve İslam’dan 1400 sene sonra yeni bir Pavlus çıkarılmaya çalışılıyordu. Pavlus Hristiyanlıktakı teslisi bir rüya ile başlatmış, Hz. İsa’nın kendisine görev verdiğini söylüyordu. Fetöde tüm oluşumunu rüyalar üzerine bina ediyordu. Saddam Amerika’nın kendisine saldırısına pek önem vermedi. Kale de almadı, önemsemedi. Hava Kuvvetleri vardı. Ona güveniyordu. Sırtını ona dayamış ama bilememişti ki Kesnizani Tarikatı Amerika’nın kuklası, B planı ile ve tamamen işgal edilmişti ve netice hava kuvvetlerinden de bir yarar gelmeyince Saddam’a sonuçta Irak çökmüş oldu.
Aynı durum Türkiye içinde bizzat ve yapılan raporda ortaya çıkan şu ki hava kuvvetlerinde 100 tane pilottan 90’ı fetö mensubu idi. Böylece 15 Temmuz’da Türkiye aslında yine aynen Irak gibi havadan işgal edilecekti.
************
Abd-Cıa-İsrail-İngiltere kısaca haçlı zihniyetinin 50 yıldır başkalarının gözünü oyması için beslediği kargalar, bu milletten bir parça koparsa da, gözleri oyamadı, gözü oyuldu.
Yarım asırlık oyun, münafık yapı fos çıktı.
-Aytunç Altındal öldü mü yoksa öldürüldü mü?
Bir ay öncesine kadar muayenelerinde hiçbir rahatsızlığı olmayan Altındal birden rahatsızlanıp öldü aslında zehirlendi.
Bir ay öncesinde de evine girilmiş, her şey dağıtılmıştı, özellikle evrakları.
Her şeye rağmen ölümünün altındaki şu ifşaat olmuştur;
-“A Haber’de yayınlanan Yaz-Boz programında Aytunç Altındal’ın, Fetullah Gülen hakkında çarpıcı tespitleri yer aldı. Fetullah Gülen’in, Vatikan’da görüştüğü Papa 2. Jean Paul tarafından “gizli kardinal” olarak atandığı ortaya çıktı. Altındal’ın konuyla ilgili “Vatikan’da yönetim Papa ve 9 kardinaldedir. Bu kardinallerin yedisini tüm dünya tanır. Ancak ikisi gizlidir ve sadece Papa bilir. Fetullah Gülen gizli iki kardinalden biridir” sözlerine yer verildi.”[13]
-Fetö haçlılar için ise şöyle diyordu;
“Haçlının ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir. Çünkü sizinle onlar arasında kırmızı çizgiler vardır. Bir kere onlar sizin kadınınıza, kızınıza ilişmezler. Mabedinize ilişmezler. İlişmemiş Haçlılar.”( 20 Ağustos 2016)[14]
-Darbecilere kucak açan Yunanistan’ın “yiğitlik” gösterdiğini savunan FETÖ elebaşı Fetullah Gülen, Yunanistan’ın yaptıklarının tarihin şanlı sayfalarına süslü altın ve gümüş ile yazılacağını söyledi.
Gülen, mesajında, “Yunanistan, kardeş bir ülkedir.” ifadesini kullandı.(|12.03.2021)[15]
[4] MOON:CIA tarafından desteklenmektedir.(Bak.Memleket benim değil.Necmi Naz..sh.123-150.Dönme olan Muhammed Yahya ABD-li olup,Y.N.Öztürk-ün yüksek lisans öğrencisi olup,bu öğrencininde -moon olup-,özellikle Öztürkle ilgilenmesi ibretâmizdir.(Age.137-138.)
Kiliseden başlayan bozulma durumu göstermektedir ki, yıkılışı da kiliseden olacaktır.
Bugünkü Hristiyanlık Hz. İsa’nın dini değildir.
Hz. İsa’yı görmeyen Pavlus’un dinidir.
Bu da bir rüya ile başlamış, güya Hz. İsa’nın yarım kalan tebliğinin Pavlus tarafından söylendiği uyduruğu üzerine uyduruk bir din haline gelmiştir.
325 yılında İznik konsilinde birbirini tutmayan 104 incil içerisinden birbirine yakın olduğu söylenen Matta-Markos-Luka-Yuhanna nakilleri üzerine tüm Hristiyanlık oturtulmaya çalışılmıştır.
Zaten 30 yaşına peygamber olan Hz. İsa 3 yıl peygamberlikten sonra göğe çekilmiş, dininin esaslarını dikte edip yazdırmamıştır.
Sohbetleri ile hayatında 12 kişi kendisine inanmış, bir Yahudi iftirası üzerine göğe çekilmiştir.
Papalık ve Papa yeryüzünün Allah’ında önünde tek vekili kabul edildiğinden böyle bir tahtın devri düşünülmemiş ve kaybedilmek istenmemiştir.
Bugün Hristiyanlık dünyasında müşterisi olmayan kiliseler ya satılıp camiye çevriliyor veya gençleri çekmek için cazip bir yol olan kilisede serbest uyuşturucu kullanımına göz yumuluyor.
Veya ateizm salgın gibi yayılıyor.
-Kiliseden başlayan Hristiyanlık nihayetinde yıkılış ve çöküşü de kiliseden olacaktır.
“Kilise okullarında binlerce Kızılderili çocuğun katledildiği Kanada’da yeni bir toplu mezar bulundu. Yer altı radarıyla yapılan taramada St. Eugene kilise okulunun bahçesinde 182 çocuk cenazesi tespit edildi.
Ktunaxa Milleti şeflerinden Jason Louie, söz konusu okulun, bölgede 1912-1970 döneminde faaliyet gösterdiğini ifade etti. Louie, yüzlerce yerli çocuğa burada zorla eğitim verildiğini kaydederek, “Bu tür bir olaya asla tam olarak kendini hazırlayamazsın. Kamploops’taki 215 mezardan sonra şimdi bir de bu, gerçekten çok zor” açıklamasında bulundu.”[1]
-Papa’dan Kanada’daki “215 çocuğun cesedi” hakkında açıklama! Özür dilemedi.
Katolik aleminin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus, Kanada’da Katolik Kilisesi’ne ait bir okulun bahçesinde 215 çocuğun kalıntısının bulunması haberlerini acı içinde takip ettiğini belirtti ancak özür dilemedi.[2]
-Kirlenmenin başı papalık.
İslam dünyasına gönderdiği kardinallerle ve içinde barındırdığı birçok şaibelerle kilise ve kilisenin başı papalık sallantıdadır.
Kiliseyle bağlantısı zaten kopuk olan hristiyan dünyası ya maddi desteklerle, ya kirli işlerle varlığını sürdürmeye çalışmaktadır.
En önemlisi de, İslam dünyasını karıştırarak etrafı toz bulutlarıyla kaplayıp, kendini görünmez yapmak ve de yıkılışını geciktirmeye çalışmaktadır.
-“Bu çocukları kim öldürdü?
Kanada’da Kızılderili çocukların devlet zoruyla tutulduğu eski kilise okullarında tespit edilen binden fazla isimsiz mezar tartışma yarattı. Çocukların başına ne geldiği, niçin ve nasıl öldükleri merak ediliyor. Protestocular, ülkenin resmi devlet başkanı İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in heykelini devirdi. Yaygın kanaate göre ‘soykırım’dan İngiltere de sorumlu.”[3]
-Meşru evlenme yolunu kapayan papalık ve kilise, gayrı meşru yola tevessül etmekte, bu günahını örtmek için de her türlü entrikalarını çevirmektedir.
Sonuç olarak Hristiyanlık ya sönüp yok olacak veya hurafelerden soyutlanarak İslam’a teslim olacaktır.
Batının artan doğum sancısı ve olaylar inşallah ikinci şıkkın oluşumunun zeminini hazırlamaktadır.
Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekilerde size merhamet etsin.
“Küfür ve dalalet, Kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve Rahmetin ref’ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hattâ deniz dibinde balıklar, canilerden şekva ederler ki; “İstirahatımızın selbine sebeb oldular” diye Rivayet-i Sahiha vardır. O halde kâfirin azab çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkate lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman masumlar da yanarlar, onlara acımamak olmuyor. Fakat canilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.”[1]
Sayın Erdoğan’ı muvaffak eden sebepler gayet çoktur. Bunlar içerisinde zamanla gelecek nesiller tarafından takdir edilecektir ki Ayasofya bunlar içerisinde küçümsenmeyecek derecede öneme haizdir.
Özellikle ve özellikle garip gurabaya, fakir fukaraya yapmış olduğu şeyler onun muvaffakiyetinde en önemli faktörlerdir.
Koronanın rahmete vesile olan şu ciheti oldu. Bir buçuk yıldır insanlar çokça evde kalmanın da vermiş olduğu sebeple; kedi gibi hayvanlara olan ilgisi daha da arttı. Neredeyse herkes evinde kedi besleyip onlara sahiplenir oldu.
Durum öyle oldu ki; artık meclise taşındı ve hayvanlar mal olmaktan çıkartıldı, can oldu. Böylece hayvanlara yapılacak olumsuz muamele, insanlara yapılan muamele ile aynı duruma gelmiş oldu.
Böylece cana yapılan saldırıdaki ceza aynen hayvanlara yapılanlara da verilecektir.
İşte bu amaçla özellikle veterinerlerde hayvanlarla ilgili bakımlardan, ilgiden, onlar için hazırlanan yemlerde gittikçe yoğun bir artış oldu.
Bunu şunun için ifade ettim. Bu milleti İnşallah maddi ve manevi büyük bir Rahmet bekliyor.
Bu hayvanlara olan ilgi, bakım rahmetin celbine vesile olacaktır.
Bu da toplumun maddi manevi rahatlamasına ve toparlanmasına önemli bir sebep olarak görülebilir.
Artık bu millet o hayvanlarında duasını almaktadır.
-Allah Resulü yorgun gördüğü bazı hayvanları, onları rahatlatmak için olacak ki, başlarını okşamıştır.[2] Bize düşen, hayvanların da okşanma ihtiyaçları olan bir ruhları olduğunu unutmamaktır. Üzerlerinde giderken hayvanları durdurup, onları bir sandalye gibi kullanıp, insanların birbiri ile sohbete dalmaları da, hayvana eziyet olacağından yine Hz. Peygamber (sav) tarafından yasaklanmıştır. “Hayvanlarınızın sırtını minberler edinmekten sakınınız. Çünkü (yüce) Allah sadece zorlukla varabileceğiniz yerlere sizi iletmeleri için onları sizin emrinize verdi. Arzı da sizin için yarattı. Binâenaleyh ihtiyaçlarınızı arzın üzerinde karşılayınız.”[3]
Böylelikle hayvanları kendi fıtratlarına ters düşen iş ve durumlardan uzak tutulmamasını istemiştir.[4]
Ayrıca Resulullah (sav) hayvanlara karşı kötü ifadeler kullanmayı, onlara lanet etmeyi şiddetle yasaklamıştır.[5]
Suriyelilerin gündeme getirilmesinin amacı yine hep aynı noktaya geliyor; Erdoğan’ı yıpratmak.
İç savaşı tetiklemek.
Oysa bu millet asırlardır bütün milletlerle iç içe yaşamıştır.
Hain içerde…
Dede Korkut’un deyimiyle;
“Kahpe içerden olunca Kapı kilit tutmaz oğul!
Halk içinde bozgunluk yapan Haindir oğul!”
Suriyeliler için esas olan elbette geri dönmesidir. Bende 3.4 yıl öncesinden beri geri dönüp dönmeyecekleri konusunda kendilerine sorduğumda, dörtte üçü dönmeyi düşünüyordu. 20 yaşına kadar olanlarda ise bu dönüş düşünülmüyor. Hala sıkıntı var iken gitsinler demek, bir milyona ek olarak 2, 3 milyon kişi daha öldürülsün demektir.
Türkiye’ye darbe vurmanın sebebi, etrafımızda terörü besleyerek göçü sağlamak. Bu Suriye ile başladı ve Afganistan’la sürdürülmekte çalışılıyor. Bir kasıt ve sinsi oyun var. Avrupa İslam ülkelerindeki problemlerin çözülmesi için her entrikayı sürdürmektedir. Her zaman kaşınacak yara bırakıyor. Batı bugün İslam dünyasındaki krizlerden besleniyor. Batının beslediği kerizlerle…
Memleketimizde bulunan üç milyon civarındaki Suriyelinin bize bazı noktalarda katkıları olacağı gibi, ihtilaf noktaları ve yaşayıştaki farklılıklarda ortaya çıkacaktır. Göçmenlerin dünya nüfusuna oranı arttı. Bu sayı 19 yılda yaklaşık 100 milyon arttı, 272 milyona ulaştı. Göçmenlerin dünya nüfusuna oranı 1990’da yüzde 2,9’du. 2019’da yüzde 3,5’e yükseldi. Bu oran, her 28 kişiden birinin göçmen olduğunu gösteriyor.[1]
11 Eylül ikiz kulelere saldırıyı organize eden ABD, bu bahane ile İslam ülkelerine saldırıyı başlattı ve özellikle Afganistan’ı işgal ettiler. Uyuşturucu hattını kontrol edip, geçişini sağladı. Bugün ayrılması tamamen planlıdır. Suriye gibi hem iç savaşı başlatmak ve hem de özellikle Türkiye ye göçü sağlamak planı idi. Bu şu an devrede.
Batı haçlı zihniyeti İslam ülkelerini ve özellikle Türkiye’yi yine islam ülkeleriyle ve içten yıkmak istiyor. Tüm çabası bu yöndedir.
**********
ABD’nin Afganistan’daki projesi sadece bir iç savaşı hedeflememekte, başta Türkiye ve İran, Pakistan’a da hatta Çin’e de zarar vermeyi hesap etmektedir.
ABD bizde Fetö, Irakta Kesnizani, Afganistan’da Topal Molla gibi gizli istihbarat örgütleri ile oraları ve İslam ülkelerini ele geçirmeye çalıştı.
Bir çoğunda da başarılı oldu.
Ancak Türkiye bağlantısı kopunca yine eski siyasi entrikalarını sürdürmeye devam etmektedir.
Hedefin önemli bir ayağı da bize 2023 hedefine ulaşmamızı engellemektir.
*************
Yüz yıl önce yüz yıllık projeyle devletler kontrol altına alınıp şekillendirilirken, bugün tüm dünya dijital, virüs, göçler, enerji ve çiple ve de çıkarılan problemlerle biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. En az bir yüz yıllığına kadar. Bunun içinde küresel çapta problemleri tetiklemek gerekiyordu. Startta verildi. Dünya çok hadiselere gebe. Tıpkı bizde Baykal’ı götürüp Kemal’i getirenler, dünyayı sürdükleri gibi ekme peşindeler. Acaba şimdi sıradaki kim? Geleceklerle beraber gidecekler?
************ Suriye’deki savaş ile göçün Türkiye’ye başlamasıyla çökme ve çökertme olacağı düşünüldü. Tüm senaryolarla bundan bir sonuç alınmadı. Şimdi ise 20 yıl Afganistan’da kalan ABD, kasıtlı çekilerek yeni bir savaşın fitilini ateşledi. Bu durum anında görüldü. Taliban saldırılarda birçok yeri ele geçirdi. Bu savaş bize olan göçü tetikledi. Hemen ABD sözcüsü Türkiye’nin kabul etmesini söyleyerek gerçek niyetini ortaya koymuş oldu. ABD Peşmerge’lerin desteğiyle Irak’ı işgal etti ve giderken üç bin kadar Peşmergeyi ABD’ye götürdü. Irak’ta kullanmak için. Aynı oyunu Afganistan için yapmaktadır. 20 yıl kaldığı Afganistan’daki gençleri ABD’de eğiterek, onlarıda Afganistan’da kullanacaktır. İslam ülkeleri içten beslenen ve beslenilenlerde dizayn edilmektedir.
**************
Mit olayı ile devleti ele geçirmenin ve de hükümeti zora koymanın 15 Temmuz’dan önceki ilk ve en önemli adımıydı. Başarılı olunamadı.[2] Cemal Kaşıkçı olayı da cismin ikinci girişimiydi ve faaliyetiydi. Bunda da başarılı olunamadı. Mit oyunu bozdu. ************
Darbe toplumun seçtiği yönetimin, meşru olmayan bir şekilde işgal edilmesidir. Dünyadaki tüm darbeler ve darbeciler, maddi ve manevi Batı’nın gayri meşru çocuklarıdır. Bunun biz özellikle 1960’dan beri sancısını çekmekteyiz. Maalesef bizdeki darbe ve tesettür gibi gayri meşru girişimler birçok ülkeye kötü örnek olmuştur. Aslında genelde darbe yapanlara bakıldığında o milletin içerisinden çıkmamış, o toplumun kanını taşımayan kişiler olduğu veya oraya yıllar öncesinden göçmen olarak geldiği görülmektedir. Bizdeki Kenan Evren gibi.[4] Bugün göçmen meselesini gündeme getirip toplumun zihnini bulandıran, tahrik edenlerin başını çekenler, yıllar öncesinde göç etmiş insanların olduğunu açık bir şekilde görürsünüz.
Bugün herkesin soy kütüğü açılmıştır. Görülmüştür ki, birçok kimse yıllar öncesindeki göçle bir yerlerden gelmektedir.
Biz asırlardır bu topraklardayız, diyen bir kimse doğru söylemiyordur.
Dışarıda gördüğü hayvana bile sahiplik yapan bir insan, bir milyon insanın öldüğü bir yere buradaki Suriyelilerde gitsin diyorsa, o kişi önce insanlığını sorgulasın.
İnsan bozması canavar olmasın.
***************
Kaderin tecellisi. Komplo kurana, komplo.
Kuyu kazan, kazılan kuyuya düşmektedir. Tıpkı Ebu Cehil gibi.
Joe Biden görevden alınacak mı? Bomba iddia… Eski ABD Başkanları Barack Obama ve Donald Trump’ın doktorluğunu yapan Jackson, ABD Başkanı Joe Biden’ın hakkında çarpıcı bir iddiaya imza attı. Buna göre Biden’ın zihinsel sorunları yüzünden dönemini tamamlayamadan görevden alınabileceğini öne sürdü.[5] Kaderin şu cilvesine bakın ki, gelmeden önce muhalefeti destekleyerek sayın Erdoğan’ı devirmeyi düşünen ABD başkanı Biden, zihinsel bozukluğu sebebiyle görevinden alınma sürecine girdi. Aslında kazanmadan önce konuşulan senaryoda da, kendisi seçilecek ancak yaşlılığı sebebiyle ayrılması sağlanarak yardımcısının geleceği söyleniyordu.
Bizi göçlerle içten yıkmaya çalışanlar, bizden önce içten yıkılacaklar.
Her şey bir kıvılcımla başladı. Ateş olup yaktı. İnsan yandı. İnsanlık yandı. Madde yandı, mana yandı. Ciğer yandı, kalp yandı. İlk yakan da şeytan oldu. Çünkü o ateştendi. Bir kibrit başı kadar olan şeytan ve ateşin çocukları ormanları yaktı, cennetleri yaktı. Kendi cehennemini tutuşturdu. Ateşleri bol olsun. Kabil ateşin ilk çocuğu oldu. Emre itaatsizlik bir kıvılcım gibi çaktı. Secde edip toprağa dönüşmedi. Tevazuyu değil, kibri seçti. Yaktı.. yaktı.. yaktı.. Alemin yaratılışında dört unsur seçildi; Toprak. hava.. su.. ateş.. Adem toprağı seçti. Su imdadına yetişti, hayat oldu. Hava sudaki oksijenle doldu, hayatı sürdürdü. Dünya ateşinde pişerek hamlıktan kurtuldu. Şeytan ise ateşi seçti, ateş oldu. Suya, toprağa, havaya kısaca hayata düşman oldu. Savaş açtı. Yanarken yaktı. Ebediyyen yanma uğruna. Takipçileri ile beraber. Su, toprak, hava aciz kaldı, ateşin karşısında. Rabbine sığındı. Rabbine secde etti. Rabbi secdesini kabul etti. Ateş secdeyi reddetti, Rabbi onu huzurdan ve huzurundan tardetti. Kıyamete kadar huzur bulmadı, huzur vermedi, mensuplarıyla. Huzur bulmasınlar.
– Ateş çağı başladı, deniyor; Ateşten olan şeytan mensuplarıyla kontrolü ele mi aldı? Şeytan ve şeytanın çocukları gider ayak her şeyi yakıyor. Ahireti yananlar, cehennem ateşi olacak olan dünyayı yakıyorlar. Madem ben yandım herkes yansın diyor. Orman yangınları dünyanın dengesinin bozulduğu haberini verdi. BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli raporu korkutucu bir tablo çizdi. ‘Kırmızı kodlu’ rapora göre, öngörülenden on yıl önce, 2030’a kadar Dünya 1,5 derece ısınacak. Rapor, tüm dünyada yangın, sel ve fırtına gibi felaketlerin artacağını gösteriyor.[1] “Bir vakit meleklere: ‘Âdem’e secde edin.’ demiştik. İblis’ten başka hepsi secde ettiler. O ise, ‘Ben bir çamurdan yarattığın kimseye mi secde ederim?’ demişti. İblis dedi ki, ‘Şu benden üstün kıldığını gördün mü? Yemin ederim ki, eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, pek azı hariç, onun zürriyetini kendi buyruğum altına alacağım.’ Allah buyurdu: ‘Haydi git! Onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz ki, cezanız cehennemdir, hem de mükemmel bir ceza. Onlardan gücünün yettiğini sesinle ürküt. Süvari ve piyadelerinle üzerlerine saldır. Mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaatte bulun.’ Fakat şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez. Doğrusu benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter.”[2] “(Allah, onlara:) “Sizden evvel gelip geçmiş cin ve insan ümmetleriyle birlikte siz de girin ateşe.” buyurur. Her ümmet (cehenneme) girdikçe (kendisine uyup tâbi olduğu) yandaş (ve önder)lerine lanet eder. Nihayet hepsi peşpeşe orada toplanınca, sonrakiler evvelkiler için: “Ey Rabbimiz! İşte bunlar bizi saptırdı, onlara ateşten bir kat daha (fazla) azap ver.” derler. (Allah) buyurur ki: “Her biri(niz) için bir kat fazla (azap) vardır. Fakat siz (onu) bilmezsiniz.”[3] Peşinden yakanlar onu takip etti. Şeytanın gayri meşru çocukları, ateşin çocukları bu yangını sürdürdüler.[4] Bitme durumunda olup bir sonuç alamayan PKK ve destekçileri yanarken, yakarak nefretlerini kustular. Mesele orman değil, milleti yakmak, geleceğini söndürmek idi.
Fitne ateşi ile de bu ateşi harladılar, içteki ateşin çocukları.
Orman ateşinden daha çok yakıcı ve acıtıcı oldu.
Şeytan tüm çocuklarıyla faaliyette.
Başlangıcı kendi yaptığı gibi, kapanışı da yine kendisi, kendi lehine kapatmak istiyor.
Ahirzamanda gelecek yecüc- mecücün komitesi anarşistler olduğuna Kur’an işaret ediyor.
Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil.
Neyzen Tevfik’in ifadesiyle;
“Geldikleri gibi gitmediler.
Kimi itini
Kimi bitini
Kimi piçini bıraktı gitti.
Yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil!”
-“Ekmek herkese yetecekti aslında.
Tarlaya karga dadandı.
Ambara fare, fırına hırsız, memlekete harami.”
Kimisi sigarasını yakmak, kimisi ısınmak için dünyayı ateşe verdiler. İnsan yandı… İnsanlık yandı… Dünya ile kalmadı, ahirete, ebede uzandı. Ateşin kaynağına, cehenneme uzandı. Allah yakanları yaksın. Kul olmayanları kül etsin. Nurdan rahatsız olanlar, hayatlarını ateşte buldular. Kıvılcımlarla ateşi yaktılar, canlıları ateşte yaktılar. Ateşin ve şeytanın çocukları. Karanlığın çocukları, hayatın ışıklarına savaş açtılar. Çok ışıkları söndürdüler. Işıkları sönsün. Soyları kesilsin. Şeytanın çocukları, ateşin çocukları, o çocukların çocukları devrede. Gönüllerdeki yangınları üfleyerek alevlendirmekteler. Düşman olduğu suyu engellemekte, ateşi kullanmaktadır. Açılışı ateşle yaptıkları gibi, kapanışı da ateşle yapmak istiyorlar. Açılışa ağaç bahane olduğu gibi, kapanışa ormanlar bahane edilmektedir. Ancak elbette ki Allah kapanışı kendi aleyhine yapmaz. Yaşasın zalimler için cehennem. “Nûh “Rabbim” dedi, “Yeryüzünde inkârcılardan hiç kimseyi sağ bırakma! Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve sadece günahkâr nankör nesiller yetiştirirler.”[5] Kıssadan Hisse: ?Yılanın biri ateş böceğinin peşine düşmüştü. Onu tam yemek üzereyken ateş böceği; “Sana bir şey sorabilir miyim?” dedi. Yılan; – “Aslında kurbanlarımın sorularını cevaplamam, ama bir istisna yapıp sana izin vereceğim” dedi. Ateş böceği sordu: “Sana bir şey mi yaptım..?” – “Hayır” dedi yılan. “Senin besin zincirine mi dahilim..?” diye sordu ateş böceği. – “Hayır” dedi yine yılan. “O halde niçin beni yemek istiyorsun..?!” diye sordu. – “Işığını görmeye dayanamıyorum da ondan..!!” dedi yılan.
Fakirliğin küfre yakın olduğunu söyleyen Peygamber Efendimiz, aynı zamanda ümmeti için en çok korktuğu şeyinde, geçmiş azgın ümmetler gibi ümmetinin zenginlik ile imtihan edilmesi olduğunu söylemiş ve bunun tehlikesine dikkat çekmiştir.[1]
Allah kör eder, nan-körü.
Allah sadece nankörü değil, nankörle hareket edeni de kör eder.
Ekmeğini yediği ev sahibine teşekkür etmediği gibi, küfredeni, nimeti görmeyeni Allah kör eder.
Peygamberimiz ekmeğe hürmet edilmesini emreder, ümmeti ise ekmeğe karşı saygısızlıkta bulunulmasına karşı gayet sert bir şekilde;
Allah kör eder, der.
Bu milletin nimete ve hayata karşı gösterdiği hassasiyetindendir ki, ocağında yakacağı odunu bile ateşe atmadan önce silkeler.
Olmaya ki, odunda böcek-möcek ola…
Zaten küfür en büyük nankörlüktür. Kâfir ise en büyük nankör kimsedir.
Allah’ın nimetini yiyip, havasını soluyan, dünyasında yaşayıp, verdiği vücut ve hayatı kullanan insanın bunları görmeyerek sahibini unutması ve onu inkâr etmesi en büyük nankörlük ve küfranı nimettir.
Bu yazıyı yazmama sebep olan olay ise; gösterilen bir nankörlük olayıdır.
Adeta arkadan hançerlenmek gibi.
Siyasetin en aşağı ve kirli yüzü, tüm her şeyi bir kişiye hücum etmek üzerine bina etmesidir.
Bu da iflas etmiş müflis bir tüccarın halini hatırlatmaktadır.
Şahıslar fanidir, mahkeme kadıya mülk değildir.
Ancak nankörce hareket ederek yapılanları görmemek tam bir nankörlüktür.
Tartışılan toplumda yapılanlar sıralanır ancak bunları görmeyen kişiye muhatabı;
İşte Ayasofyayı açtı ya…
Aslında muhatab alınmayacak bir kişilik ortaya konulur.
Bulanık ve bunamış bir kişilik.
İşte ipin ucu burada kopar. Tam bir ipe sapa gelmez tavır ve verilen cevap;
Bana ne, beni ilgilendirmez. Benim için önemli değil.
Bir asra yakın ümmetin feryat ettiği bir hizmeti görmeyeni var ya;
Allah kör eder kör, nankörü…
Siyasetin kör ettiği insanları, Allah’da kör eder.
Siyaseten bir insan beğenilmeyebilir, tenkit de edilebilir. Ancak bu derece Ayasofya’nın açılışını basite alan ve görmeyen hatta takdir etmeyen insan, kör ve nankör insandır.
O kişileri Allaha havale ediyoruz.
-Her dönemde kaht-ı ricalden şikayet edilmiştir.
Bugün ise çokta gelişmiş değil.
Sayın Erdoğan eğer gidecek olsa yerine gelecek çok insan olsada, o boşluğu dolduracak bir lider kapasitesine sahip kimse yok.
Asıl kaht-ı ricali bizler yaşamaktayız.
“Kuşkusuz o insan Rabb’ine karşı çok nankördür.”[3]
Vaktiyle bir derviş, nefs ile mücadelenin sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gerekmektedir. Saç, sakal, bıyık v.s Derviş usule uygun hareket eder ve soluğu berberde alır.
– Vur usturayı berber efendi.. der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır ki daha sol tarafa geçmeden, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı içeri girer. Doğruca dervişin yanına gelir ve başının kazınmış olan kısmına okkalı bir tokat atarak;
– Kalk bakalım kabak, kalk da traşımızı olalım diye kükrer.
Dervişlik bu, “sövene dilsiz, vurana elsiz” olmak gerek… Kaideyi bozmaz derviş, ses çıkarmaz, usulca yerinden kalkar.
Berber mahcuptur ancak korkudan ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar.
Fakat küstah kabadayı traş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder “Kabak aşağı, kabak yukarı”…
Nihayet traş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın bir kabadayıya bir dervişe bakar. Gayri ihtiyari;
– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? der.
Derviş, mahzun ve düşünceli…
– Vallahi gücenmedim ona, hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir sahibi var, O gücenmiş olmalı..