“Râsibî, Basra’da bulunan Hâricîlere yazdığı mektupta onların kendilerine katılmalarını, iyiliği emredip kötülükten menetmelerini istemişti[64]. Râsibi’nin bu teklifine olumlu cevap veren Basra Hâricîleri, Nehrevan Köprüsünde toplanmış olan Kûfe Hâricîlerine katılmak üzere Basra’dan çıkıp, Nehrevan’a yaklaşmışlardı. Bu arada, içlerinde Abdullah b. Habbab b. Erett ile doğumu yaklaşmış bir derecede gebe bulunan karısı veya cariyesi olan, bir topluluğa rastladılar. Abdullah b. Habbab’ın[65] boynunda bir Kur’ân asılı idi.
Hâricîler, Abdullah’a kim olduğunu sordular; ona, kendisini güvende hissetmesi gerektiğini söylediler ve sorularını doğru cevaplamasını istediler. İlk olarak, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hakkındaki görüşlerini sordular. Habbab, onları hayırla andı. Hz. Osman’ı sorduklarında ise, onun başlangıçta da sonrasında da haklı olduğunu ifade etti. Hz. Ali ile ilgili sorularına ise, “O, Allah’ı sizden daha iyi bilir ve dindeki ittikası sizden ziyadedir, görüşü de sizden daha açıktır.” cevabını verdi. Hâricîler İbn Habbab’ın verdiği bu cevaplardan memnun olmadılar ve kızarak şöyle dediler: “Sen havaya uyuyor ve kişileri işleri ile değil, adları ile tanıyorsun. Allah’a yemin ederiz ki, seni görülmedik bir şekilde öldüreceğiz.”
Bundan sonra, Abdullah’ı hamile olan eşi ile birlikte alıp, kollarını arkasına bağladılar ve yolda bir hurmalığa vardılar. Abdullah bunlara; “Ben Ehl-i İslam’ım, öldürülmemi gerektirecek bir harekette bulunmadım. Ayrıca size ilk rastladığımda bana emniyette olduğumu söylediniz” dedi. Ancak onlar, “Senin boynunda asılı olan Kitab, bize senin öldürülmeni emrediyor” diyerek, İslamiyet’e büyük hizmetler etmiş, birçok gazalarda bulunmuş bu önemli zatı yere yatırıp koyun keser gibi kestiler; karısının da hiçbir suçu yokken onun feryat ve yalvarmalarına bakmadan karnını yararak şehid ettiler. Ayrıca bu kafilede bulunan diğer dört kadını da kestiler[66].
Haber Hz. Ali’ye ulaşınca, olayı soruşturmak üzere el-Hâris b. Mürre’yi görevlendirdi. Hâris, oraya varır varmaz, Hâriciler tarafından sorgusuz sualsiz öldürüldü. Bunun üzerine, Hz. Ali’nin yanındakiler dehşete kapılarak, Muâviye’nin üzerine gitmeden, öncelikle Hâricilerin işinin bitirilmesi gerektiğini söylediler. Zira onlar, Şam’a gittiklerinde geride kalan ailelerine ve mallarına Hâricilerin zarar vereceklerinden korkuyorlardı.
….Abdullah b. Habbab’ı ve masum kadınları şehit ettikleri hurma ağaçları altında bir Harici, ağaçtan düşen bir hurmayı ağzına almıştı. O, “bedelini vermediğin bu hurmayı nasıl yersin?” diye arkadaşları tarafından öldürülmüştü[73]. Yine bu sırada zimmilerden birinin domuzu orada dolaşmaktaydı. Hâricilerden biri kılıcıyla bu hayvanı öldürdü. Hârici arkadaşları onu; “Yeryüzünde fesat icra ediyorsun” diye öldürmeye kalkıştı. O ise, domuz sahibini buldu, onu razı etti ve böylece ölümden kurtuldu.
….Hâriciler, bir Hıristiyandan bir hurma ağacı istediler. Adam; “Alın sizin olsun” dedi. Onlar ise; “Vallahi bunu parasız almayız.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hıristiyan adam; “Bu ne garip şey, Abdullah b. Habbab gibi bir adamı öldürüyorsunuz, fakat bizim hurma ağacımızı para vermeden almak istemiyorsunuz?” dedi[75]. Böylece Hâriciler; “iyiyi emr, kötüyü men” hükmünü yerli yersiz uyguladılar.
….Mu’tezile’nin önde gelen isimlerinden biri olan Vâsıl b. Ata, arkadaşları ile çıktığı bir yolculukta Hâricîlerden bir gurubun kendilerine doğru geldiğini gördü. Arkadaşları bu durumdan çok korktular. Vâsıl, arkadaşlarından kendisini Hâricîlerle yalnız bırakmalarını istedi ve bir çaresini bulup kurtulacakları yolunda ümit verdi. Arkadaşları, yaklaşan Hâricîlerin korkusundan dehşete düşmüş bir vaziyette idiler ve ümitlerini Vâsıl’ın bulacağı çareye bağlamışlardı. Hâricîler yanlarına geldiğinde, aralarında özetle şöyle bir konuşma cereyan etti: Hâricîlerin; “Siz kimlersiniz?” sorusuna Vâsıl; “Allah kelamını dinlemek ve hudud-u İlâhiyi öğrenmek isteyen müşrikleriz.” şeklinde cevap verdi. “Dehaletinizi kabul ettik” diyen Hâricîlere Vâsıl, kendilerine talimde bulunmalarını istedi. Bunun üzerine Hâricîler, kendilerinin ahkamını onlara tebliğ ettiler. Vâsıl da “Ben ve arkadaşlarım söylediklerinizi kabul ettik” dedi. Bunun üzerine Hâricîler, Vâsıl ve arkadaşlarına kendileri ile birlikte yürümelerini, artık bundan böyle arkadaşları olduklarını söylediler. Vasıl ise onlara; “Buna hakkınız yoktur, çünkü Allahu Teâlâ kitabında; “Eğer müşriklerden biri sana sığınacak olursa, Allah’ın sözünü dinleyinceye kadar onu koru. Sonra da onu güvenilir bir yere gönder.[69]” buyuruyor. Siz bizi, emin olacağımız yere götürmeye mecbursunuz.” dedi. Bunun üzerine Hâricîler birbirlerine bakındılar ve buna mecbur olduklarına karar verdiler. Kalkarak Vâsıl ve arkadaşlarını gidecekleri yere kadar götürdüler.
….Hâricîlerden bir grup, bir gün yolda giderken bir müslümanı ve bir hıristiyanı yakalamışlar, müslümanı öldürüp, zimmet-i nebeviyeyi muhafaza düşüncesi ile hıristiyana dokunmamışlardı.
…(Necdet b. Âmir el-Hanefî) demiştir ki: “Kim küçük bir günah işler veya küçük bir yalan söyler ve bunlarda da ısrar ederse, o kimse müşriktir. Fakat üzerinde ısrar etmeksizin, zina eden, hırsızlık yapan ve içki içen biri, inanışında kendisine uyanlardan olmak şartıyla, Müslümandır.”
…..Hz. Ali’nin Hâricilere yaptığı şu konuşma, konumuzla ilgili güzel bir örnektir:
“Hele benim hata ettiğimi ve saptığımı iddia ediyorsunuz. Peki neden bütün ümmet-i Muhammed’i de sapıklıkla itham ediyor, benim hatam yüzünden onları hesaba çekiyor ve onları, benim günahlarım sebebiyle kafir sayıyorsunuz? Kılıçlarınız devamlı havada, onları suçluya da indiriyorsunuz, suçsuza da. Suçsuzu, suçlu ile karıştırıyorsunuz. Halbuki siz, Rasulullah (s.a.v.)’in evli olduğu halde zina eden kişiyi recmettirdikten sonra, cenaze namazını da kıldırdığını, daha sonra da mirasçılarını ona varis yaptığını; haksız yere birini öldürene kısas uyguladıktan sonra onun terekesini mirasçılarına dağıttığını, hırsızın elini kesip, evli olmadığı halde zina edene dayak attırıp daha sonra ganimet malından hisse verdiğini ve bunların Müslüman kadınlarla evlendiğini çok iyi bilmektesiniz.”
….Hâricîler, kendilerini gerçek Müslüman, diğer Müslümanları ise kafir, zalim ve fasık olarak görmekte idiler. Yaptıkları toplantılarda sürekli bunu dile getiriyorlar ve cihad konusunu sıklıkla işliyorlardı. Özellikle, Allah’ın verdiği güç ve takat nisbetinde kendi dışındakilerin yüzlerine ve alınlarına kılıçlarıyla vurmalarını istiyorlardı[102]. Bu durum onların hayat felsefesi olmuştu. Onlardan Sıffin’de ilk kılıç çeken şahıs, Urve b. Üdeyye’dir. Urve, Ziyad zamanında öldürülmüş ve hizmetçisine efendisinin özelliklerini anlatması istenilmişti. O da, onun önüne hiçbir zaman gündüzleri yemek koymadığını ve geceleri de yatak sermediğini söylemişti[103]. Görülüyor ki, Hâriciler şahsi yaşayışlarında son derece ibadetlere düşkündüler. Ancak onlarda başkalarıyla olan ilişkilerinde ve dini anlatmada denge bulunmamaktaydı. Aynı durumu zamanımızda da gözlemek mümkündür.
…..Bediüzzaman Said Nursi büyük günahların insanı dinden çıkarmayacağı, bu konuda Haricilerin hata ettiğini ifade ile şöyle der:
“Sonra, sabık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillâhilhamd, hem Kur’ân-ı Hakîmin azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu; hem ehl-i imanın desâis-i şeytaniyeye kapılmaları imansızlıktan ve imanın zayıflığından olmadığını; hem günah-ı kebâiri işleyen küfre girmediğini; hem Mutezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi “Günah-ı kebâiri irtikâpeden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır” diye hükümlerinde hata ettiklerini; hem benim o biçare arkadaşım da yüz ders-i hakikati bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım, Cenâb-ı Hakka şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünkü sabıkan dediğimiz gibi, şeytan, cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gadabiye ise, şeytanın desiselerine hem kabile, hem nâkile iki cihaz hükmündedir.
İşte, bunun içindir ki, Cenâb-ı Hakkın Gafûr, Rahîm gibi iki ismi, tecellî-i âzamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’ân-ı Hakîm’de peygamberlere en mühim ihsanı mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları istiğfar etmeye davet ediyor. Bismillâhirrahmânirrahîm kelime-i kudsiyesini her sûre başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vâsiasını melce ve tahassungâh gösteriyor ve فَاسْتَعِذْ emriyle, اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ kelimesini siper yapıyor.”[1]
…Belki biraz zamana bırakmakla birlikte, Taliban ve Afganistan’ın geleceği ve ABD’nin 20 yıl sonra tıpış tıpış Afganistan’ı altın tepside,altı kirli vaziyette teslim etmesi ibret amizdir.
Kovid son bir ayda hamile ölüm oranını 22 kat artırdı.
Dünyayı saran ve çok sayıda ölüme neden olan yeni tip koronavirüs, herkesi olduğu gibi anne adaylarını da tedirgin ediyor. Ankara Şehir Hastanesi Kadın Doğum Bölümü Başhekimi Prof. Dr. Özlem Moraloğlu Tekin, Türkiye’de ve dünyada son 1 ayda hamile ölüm oranının 22 kat arttığını söyledi.[1]
Yoksa bu durum Musa’nın doğmasına engel olmak için midir?
Ortada bir firavunluk olduğu kesin.
Eskinin bir Firavun’una karşı, şimdi firavunlar ittifak etmiş, Musaların doğumunu engellemeye..!!
Birileri belli ki rüya görmüş.
Yorum ise; Adı sanı bilinmeyen, suda bulunan Musa’nın ve Musaların tehdit oluşturacağı
Ancak bu onun tacının düşmesine, tahtının yıkılmasına yönelik bir gelişme olarak tecelli edecektir, İnşaallah…
************
Bütün çaba, batının içte ve dışta giriştiği tüm entrikalar Musa’nın ve Musaların doğumunu engellemek.
Gerekirse bu uğurda binleri değil, milyonları bile gözlerini kırpmadan öldürmeyi hedeflemektedirler.
Suriye’de bir milyon, Irak’ta bir milyon iki yüz ellibin insanın ve de Afganistan gibi İslam dünyasında yapılan imhalar hep firavun ve firavunların taçlarının korunmasına yönelik öldürmelerdir.
Kanlarla yıkanan taçlar…
Firavunlar Musaların peşinde…
Firavunlar hayatta, Musa ve Musalar dünyanın rahminde…
-“Özür dilemedi: Papa, Fransa’da 216 bin çocuğun cinsel istismar mağduru olması nedeniyle üzgün.
Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus, Fransa’daki kiliselerde 1950’den bu yana 216 bin çocuğun cinsel istismar mağduru olmasından büyük üzüntü duyduğunu belirtti. Franciscus’un istismarlar nedeniyle mağdurlardan özür dilememesi dikkati çekti.[2]
*************
Yıllardır evrim teorisi ile İnsanı maymundan türetemeyip getiremeyenler, insanları maymun, domuza ve de maymun, domuz ahlakına götürecekler.[3]
*************
“Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgâr sert esti. Üç tüy düştü şeytandan. Birisi paraya yapıştı, diğeri makama, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı…” Dostoyevski
Hassas karnımız, kanayan yaramız, iltihaplı uzvumuz, 1400 yıllık hüznümüz Cemel ve Sıffin vakalarıdır.
Hassas karnımızı Cemel ve Sıffin vakalarında Peygamber Efendimizin eşi Hz Aişe’den Cennetle müjdelenenlere kadar olan şahsiyetler bulundu.
Ancak fitnenin onların bütün parlaklıklarını gizlemiş olduğu ve bir kıvılcımın koca ormanı yaktığı gibi; fitne ateşi de Cemel ve Sıffin de çok sahabi şahsiyetleri yaktı.
Bugün aynı oyun Cemel ve Sıffin Vakası doğrultusunda alevi-sünni bahanesiyle, İslam dünyası birbirleriyle karşı karşıya getirilmektedir.
Suriye bu yöntemle dağıldı ve dağıtıldı. Bir milyon insan ölüp, milyonlarca insanda farklı yerlere dağıldı. 4,5 milyon kadar Türkiye’de bulunmaktadır.
Beyrut’ta da aynı şekilde oyun sergilenmektedir.
İslam dünyası böylece farklı olan grupların birbirleriyle çatıştığı bir ortama itilmektedir.
Yok edilmeye, yıpratılmaya ve en azından gücünün azaltılmasına, kaos ortamının oluşturulmasına sebep olunmaktadır.
-1970’ten bu yana Türkiye’de Kahraman Maraş ve Çorum olaylarıyla bu sürekli alevlenmeye çalışıldı, hala da bitmiş değil.
Şu anda da her yönüyle tahrik edilmeye, yıpratılmaya çalışılıyor.
Afganistan’da nitekim öyle oldu. Son haftalarda iki cuma peş peşe şiilerin bulunduğu camiler bombalanarak, ölümlere ve birçok İnsanın yaralanmasına neden oldu.
Evet batı dünyası, gizli dinsiz komiteler İslam dünyasını alevi-sünni diye aynen asr-ı saadet’te olduğu gibi, başlangıçtaki noktaya çekmeye çalışmaktadırlar.
Müslümanı Müslümana kırdırmaya çalışmaktadırlar.
*************
20 yıl Afganistan’da kalan ABD, yeteri kadar Afganlıyı öldüremeyip, bunun yöntemini değiştirerek tıpkı Irak’taki gibi terör saldırılarıyla, sürekli kaos ortamı oluşturmayı hedeflemektedir.
Evet, Afganistan Irak gibi yapılmaya çalışılıyor.
Özellikle Şii camisine yapılarak, alevi Sünni çatışması ve arkasından sünni camilerin bombalanmaya başlamasıyla körüklenmeye çalışılıyor.
Haçlı zihniyeti Suriye’de uyguladığı mezhep kavgasını, tüm İslam dünyasına uygulamaya çalışıyor.
*************
BATI BALTASININ BİZDEKİ SAPI: İRAN
Lübnan’daki Hizbullah’ın ilk genel sekreteri Subhi et-Tufeyli, İran’ın Dağlık Karabağ krizinde neden Ermenistan’ın yanında yer aldığını açıkladı. Tufeyli, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in kendisine ”Türkiye’nin önünde koridor olması için Ermeniler ile birlikteyiz” dediğini iddia etti.[1]
Bunu İran körüklemekte, batının oyunu, oyuncağı ve piyonu olarak.
İçimizdeki Truva atları…
-Almanya’da Alevilik din olarak kabul edildi! ‘Yeni bir çatışma hedefleniyor’[2]
-Erdebili okulu 3 kuşak sonra Şiiliğe geçip, Şah ismaile de katılmıştır.
Yavuz Sultan Selim 1502 yılında Şah İsmail’le başlayan Şiiliği, bugün İran’ın uyguladığı yayılmacı haliyle olan çıkışını engellemiş, durdurmuştu.
-“Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Karabağ zaferinin ardından İran üzerinden Ermenistan’a, oradan da Avrupa’ya gönderilen çok miktarda uyuşturucu ele geçirdiklerini belirterek “Bu Ermenistan’ın yaklaşık 30 yılda İran ile birlik olarak Azerbaycan’ın daha önce işgal altında bulunan topraklarını Avrupa’ya uyuşturucu güzergahı olarak kullandığı anlamına geliyor.” dedi.”[3]
-“Aliyev’den ağır suçlama: İran, Karabağ’da uyuşturucu hattı kurdu.”[4]
Batı medeniyeti menfaat üzerine kurulu bir medeniyettir.
Menfaati olan şey ne olursa olsun, değerlerini ve inançlarını ayak altına almak da olsa, menfaatleri önceliklidir.
Kısaca batının dini, ya menfaatleridir veya menfaat üzerine kurulu bir dindir.
İslam dünyası ve de memleketimizde piyon olarak, ihanet şebekesi olarak ve de dinsiz komiteleri ve parayla besledikleri yazarları desteklemesi hep o menfaat üzerine kurulu olan siyaseti gereğidir.
20 yıl sonra da olsa, Afganistan’dan ayrılırken casus ve piyon olarak kullandığı elemanlarını orada Taliban’ın kucağına attı.
Aynı şekilde; hiç şüphe yok ki; yarın veya bir sonraki gün PKK- YPG ve kullandığı her türlü oyun aletini kıracak, ortada bırakacaktır.
Bakın başınızın çaresize, diyecektir.
Pkk bunun tehlikesini duyunca Biden’ dan garanti aldığını söyledi.
Menfaatinden başka onlarla kendisini bağlayan gerek geçmişten ve değerlerden hangi bir şey var ki?
Artık Allah bir kere bize yürü kulum, dedi.
Zincirler kırıldı.
Yüz yıl sonra sürünen felçli çocuk, ayağa kalktı.
Sancağı düşürdüğü ve yarım kaldığı işinin başına tekrar geçti, o da maddi ve teknolojik imkânlarla.
Bunu engelleyemeyeceğini çok iyi bilen ve içimizdeki bir kısım beyinsizlerden çok daha iyi farkında olan batı, bütün çabasıyla bunu geciktirmeye çalışıyor.
O da; çatışma ortamını hazırlamak ve toplumu basit meselelerle meşgul ederek, kaos ortamı oluşturmak.
CIA’in ajanı Graham Fuller; ”Türkiye daha fazla İslami olmamalı: Türkiye’nin daha çok Sol’a ihtiyacı var.”[1]
-İçimizde güya bizden yani bu milletten görülüp de, ihanet şebekesi içinde olanlara şunu derim;
Gerçekten şu üç günlük dünyada fırıldak olmaya gerek var mı?
Gerçekten makam için, mal için, geçici dünya için bu kadar 72 takla atmaya… Gerçekten var mı ki; içi ayrı, dışı ayrı, görüntüsü ayrı, bulunduğu yer ayrı, 50 yerde fırıldak gibi dönen insan, adeta kiralık kiralanma gibi, her tarafta rengi farklı, bukalemun gibi renklere bürünmeye;
Gerçekten şu üç günlük dünyada gerek var mı bunlara…
Bir hanımefendi anlatıyor : “Biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koydum. Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledim….Tam dışarı çıkacaktım ki babam sordu: “- Nereye gidiyorsun kızım ? “ “Ninem bunları kimsesiz yaşlı adama götürmemi söyledi” diye cevap verdim.
Bunun üzerine babam: “- Şöyle yap. Mutfaktan bir kaç tabak daha getir. Her bir şeyi ayrı tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle. Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür” dedi.
Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri dedeye götürdüm. Dönünce babama neden böyle yapmamı istediğini sordum. Babam : “Yemek ikram etmek ‘Mal’ sadakasıdır. Bir şeyi düzgün vermek ise ‘Gönül’ sadakasıdır. Birincisi karnı doyurur; ikincisi ise kalbi doldurur. Birincisi, kimsesiz dedeye, yardım isteyen dilenci hissini verir. İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir.” diye cevap verdi ve devam etti : “-Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır. Gönülden olanın hem Allah katında hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür.” Dedikten sonra biraz durdu. Sonra gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle tamamladı: “- Bak yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın”.
***********
ASLUHÛ NESLUHÛ
Bir gün bir sultan, bahçıvanının yanına uğrayıp, kendisine hediye edilen tayı sorar. – Bahçıvan efendi! Nasıl bizim tay? – Asluhû nesluhû (aslı neyse nesli de odur), sultanım. – Nesi var ki? – Sultanım, asil bir tayın sırtına sinek böcek konduğunda bunları kuyruğuyla kovalar. Ancak bizim tay adeta bir inek gibi kafasını çevirip ağzıyla sinekleri kovalıyor. Sultan, bunun nedenini öğrenmek için tayı hediye eden adamı çağırtır ve tayın bu davranışının sebebi hakkında bilgi ister. Tayı hediye eden adam der ki: – Sultanım, bizim tay doğduktan hemen sonra annesi öldüğü için onu ineğe emzirttik. Böylece meselenin sırrı çözülmüş olur ve sultan adamlarına emreder: Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.
Başka bir zaman sultana güzel görünüşlü iri bir hindi hediye edilir. Bir müddet sonra sultan bahçıvanın yanına varır ve hindiyi sorar. – Asluhû nesluhû, sultanım. – Bahçıvan efendi, bunun neyi var? – Sultanım, asil olan bir hindi öteceği zaman kabarır, ibiği masmavi olunca başlar ötmeye. Bizim hindi iyice kabarıyor, ibiği masmavi olup tam öteceği zaman kafasını suya daldırıyor. Galiba bunun da soyunda bir bozukluk var. Sultan, işin aslını öğrenmek için hindiyi hediye eden kişiyi çağırtır. O kişi, hindinin yumurtasını ördeğin altına koyduklarını ve hindinin, ördek yavrularıyla birlikte büyüdüğünü anlatır. Bu meselenin de sırrı böylece anlaşılmış olur. Ve padişah emreder: Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.
Sultan, güzel bir günün sabahında bahçede yalnız başına dolaşırken, bahçıvan gözüne ilişir ve ona doğru yaklaşarak; – Bahçıvan efendi, bende de bir sıkıntı var mı? der. – Asluhû nesluhû, efendim. – Bende de mi? der ve hemen son demlerini yaşayan annesine koşar. – Anacığım, inan sana kırılıp küsmem, kızmam da. Bende bir sıkıntı var mı? Annesi durur, sıkıla sıkıla başlar anlatmaya: – Oğul, babanla evlendiğimizde baban çok yaşlıydı, ben daha 15-16 yaşlarında genç, güzel bir kızdım. Gençliğimin duygularına kapılıp bir hata ettim. Sen bizim sarayın aşçısının oğlusun. Hakikati öğrenen sultan, bahçıvana seslenir: – Ey olayların perde arkasından bizlere sırlar sunan değerli insan! Tay ve hindinin durumlarına vakıf oldun, anladık ta benim durumumu nasıl anladın? Bu nasıl bir bilgeliktir? Söyle bakalım bana. – Ey yüce Sultan, bunu anlamaktan daha kolay ne var? Benim bildiğim sultanlar, ödül verirken “Verin bir kese altın!” der. Sen ise, “Verin fazladan bir kap yemek!” diyorsun. Sultan adamlarına seslenir: Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.
Asalet önemlidir. Nesiller aslına çeker. “Asil azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır” demiş atalarımız. Sultan için “Otu çek köküne bak” sözü cuk oturursa da, diğer örnekler için eğitimin önemine işaret etmek gerekir. Ancak, “Soysuza silah vermişler, çekip babasını vurmuş” sözü de boşuna söylenmemiştir. **************
[KISSADAN HİSSE… Bir gün Hızır (a.s.) hamamda yıkanan bir ihtiyarın yanına yaklaşmış. İhtiyar kendi kendine yıkanmaktaymış. Hızır demiş ki: – Ey ihtiyar! Gençliğinde yaşlılara yardım etseydin şimdi şu gençler de sana yardım ederlerdi. İhtiyar adam şöyle cevap vermiş: – Ben gençliğimde yaşlılara yardım ederdim ama zamane gençliği şimdilerde yardım etmez olmuş. Hızır (a.s.) bir taraftan ihtiyar adamın sırtını keselerken bir taraftan da konuşmaya devam etmiş: – Demek ki yaptığın yardımları içinden gelerek yapmamışsın, ALLAH ’IN sevgisini kazanamamışsın, yoksa ettiğin o hayrı neden görmeyeceksin ki? İhtiyar adam şöyle demiş: Eğer yaptığımı ALLAH cc için yapmasaydım, O’nun sevgisini kazanmasaydım, ALLAH bugün benim sırtımı Hızır’a keseletir miydi? Hızır (a.s.) duydukları karşısında çok şaşırmış. ALLAH ’IM demiş, bana verdiğin Seni sevenlerin listesinde bu ihtiyarın adı yok, bu nasıl olur? Yüce ALLAH şöyle buyurmuşlar: “Ey Hızır! Biz, bizi sevenlerin listesini sana verdik ancak bizim sevdiklerimizin listesi bizim yanımızdadır… ALLAH’IM bizleride sevdiklerinin listesine dahil eyle. AMİİİİN
*************
Münir Özkul’un Hayatından Ufacık Bir Kesit. Kızı Güner Özkul anlatıyor:
Babam’ın hastalığının daha yeni ortaya çıktığı dönem 2000 yılının sonlarıydı ve ilk olarak hafıza kaybı ile başladı. Bir gün: – Kemal’i çok özledim hiç gelmiyor arayıp sormuyor. dedi. Oysa Kemal Sunal 4 ay önce vefat etmişti.
Öldüğünü söyleyemezdim çünkü babamın Kemal abi’nin cenazesindeki perişan hali gözümün önünden hiç gitmiyordu.
Film çekimi için şehir dışında ve meşgul olduğunu söyledim. Babam o zamanlarda hep ölen arkadaşlarının hayatta olduğunu sandı. Mutlu olmasını istediğimiz için vefat ettiklerini söylemedik.
2002 yıllarının ilk aylarına geldiğimizde babam zor yürüyor ve sürekli rahatsızlığından dolayı yatıyordu.
Bir gün bana odasındaki televizyonun kanalını değiştirmemi söyledi. Kumandayla bir kaç kanal gezdim; birden ekranda: – ‘limonnn’ diye bağıran o efsane aktör çıktı karşımıza. Yani babam…
Neşeli Günler’in kavga sahnesine denk gelmiştik tebessümle babama baktım ama söylediği sözler ile bir anda gözlerim doldu: “BEN BU ADAMI ÇOK SEVİYORUM ÇOK GÜZEL OYNUYOR ADI NE BU ADAMIN?” dedi.
O koca aktör artık kendinin kim olduğunu da hatırlamıyordu… HAYAT BU…
———–
* Ben kimim?Kâinatta bir nokta,Kur’an-da bir hareke,bir harf,bir kelime ve bir cümleyim.
* Cuma suresinde;Keşke toprak olsaydık,derler,elbette böyle dediler diye olurlar mı?”İnsanları kendilerine azabın geleceği (kıyamet) gününden korkutki,sonra zalimler;”Ey Rabbimiz,yakın bir müddete kadar bize süre verde senin davetine uyalım ve peygambere tabi olalım,derler.(Onlara)-Daha önce,sizin için bir zeval olmadığına,yemin etmemişmiydiniz?(denilir)”(İbrahim.44),”Ahirette uzuvlar şahitlik eder.”(Fussilet.20-22),”O gün zalimlere özür dilemeleri hiç bir fayda sağlamaz.Artık lanette,kötü yurtta onlarındır.”(Mü’min.52)
* Ana karnındayken bilmiyorduk, tercih hakkımız yoktu, dünyada ise öyle değil.
Halıkını tanımak ve bulmak için dünyaya gelen yolcu.
Cennette yokluğu mevzubahis değil ki tam bilsin, tanısın ve bulma olsun. Çünkü kaybetmemiş veya kaybını netice verecek bir durum olmadığından marifetine tam vakıf olunamamaktadır.
Dünya zıtlıklar yeri olduğundan marifette derece katedilmiş oluyor.
****
Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik var, âhirette de onlar için büyük azap vardır.
Bakara. 114
* “Göklerin ve yerin rabbi kimdir?” diye sor. “Allah’tır” diye de cevap ver; sonra de ki: “Öyle ise O’nu bırakıp da kendilerine bile fayda sağlama veya zararı önleme gücüne sahip olmayanları velîler yerine mi koyuyorsunuz?” Sor onlara: “Hiç körle gören bir olur mu; yahut karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?” Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu iki yaratma arasındaki benzerlikten dolayı mı şaşırdılar? De ki: “Her şeyi yaratan Allah’tır. O birdir, karşı konulamaz güce sahiptir.”
O, gökten su indirdi; su, vadiler dolusunca sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan köpüğü taşıyıp götürdü. Yaktıkları ateşin üzerine koyup eriterek süs eşyası veya alet yapmak istedikleri madenlerden de üste böyle köpük çıkar. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider; insanlara fayda veren şeye gelince, o dünya durdukça durur. İşte Allah böyle misaller getirir.
Rad. 16.7
* Müşrikler, inkârlarına bizzat kendileri tanıklık edip dururken, Allah’ın mescidlerini onarıp şenlendiremezler. Onlar, yapıp ettikleri boşa giden kimselerdir ve onlar ebedî olarak ateşte kalacaklardır.
*Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah’tan korkup çekinen kimseler imar edebilirler. İşte bunların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.
Tevbe. 17.18
*****
İsrâiloğulları’nı denizden geçirdik; derken kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavimle karşılaştılar. Bunun üzerine, “Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi, sen de bizim için bir tanrı yap” dediler. Mûsâ dedi ki: “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz!”
“Şüphesiz onların düzeni yıkılmaya mahkûmdur; yapmakta oldukları da boşa gidecektir.”
A’râf Suresi – 138-139 . Ayet
*******
sonbahar.dünyanın,insanın,senenin hüznü.güneşin gurubu,yeşilliklerin sararması ufule meyleden,kalbe hüzün,esintiler veren bir dünya,hüzün mevsimi,baharın sonu,herşeyin sonu.
*Bilim dünyasında bir ilk: Konuşamayan felçli bir adamın beyin dalgaları, cümlelere dönüştürüldü
Bilim insanları ilk kez konuşamayan felçli bir adamın beyin dalgalarını kullanarak, söylemek istediklerini bilgisayar ekranında cümlelere dönüştürdü. Söz konusu çalışma, yaralanma veya hastalık nedeniyle konuşamayan insanların iletişim kurması için büyük bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.
ABD’li araştırmacılar, felç ve çeşitli hastalıklar nedeniyle konuşamayan insanların çevresiyle iltişim kurmasını sağlama adına büyük bir adım attı.
*Bir bürokrat, görevli olarak* şehirden kasabaya giderken yolda sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş. *Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş.*
İmdat..! Boğuluyorum. Kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış.
*O sırada yakınlardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.*
*Köylü Geçmiş olsun demiş. Ama* kurtarmak için hiç gayret göstermemiş.
Hani neredeyse dönüp gidecek.
Bürokrat paniklemiş ister istemez..
*Lütfen.! bir dal uzat.* Kurtar beni.!
Diye yalvarmış..
*Köylü demişki; Olmaz.. Sen şu anda hazine toprakları üzerindesin. Hazine malından bir şey almak suçtur.*
*_Bürokrat Sen, dalga mı geçiyorsun._* Ölüyorum. Kurtar beni.! diye bağırmış ağzına dolan çamurlarla.
*Köylü* hiç istifini bozmadan cevap vermiş:
*Ben Hazine’den mal alıp suçlu duruma düşemem.*
*_Fakat_* seni böyle bırakacak değilim.
*Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Mal müdürüne talimat verilir.*
*_Şayet, hazine arazisi değilse. İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar.._*
*_Bürokrat Yahu, bunlar oluncaya kadar ben burada ölürüm, be adam._*
*Köylü* gülmüş,
Ben ölmezsin demiyorum ki…
*_Bizim devletle -Resmî kurumla bir işimiz olsa siz de bu yolları takip etmemizi söylemiyor musunuz.?_*
*Biz de oradan oraya gide gide ölüyoruz adeta. Sen de ölsen, mevzuata uygun ölmüş olursun!.. diyor..
Evet.! ÂLLÂH’ın kullarının en hayırlısı ÂLLÂH’ın kullarının işlerini zorlaştırmayan, yardımcı olan, ezâ etmeyen.. Hakkâniyet ve vicdan, merhamet, insaniyet ölçüleri ile onlara yardımcı olanlardır.
*_RESÛLÛLLÂH as buyurdular ki; Siz Allâhın kullarına merhamet edin ki Allâhın merhametine nail olasınız.._
İsa aleyhisselam bir ağacın altında ibadet eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları felçli olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen, mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
– “Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..”
İsa aleyhisselam kötürüm adama yaklaştı:
– Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Peki hangi nimettir, nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
– Allahü teâlâ bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple O’nu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de O’na şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde O’nu tanıma sevinci, dilinde de O’na şükretme mutluluğu yoktur. Ama Rabbim bana bu sevgiyi ihsan eylemiş.
İsa aleyhisselam;
– “Ver şu elini öyle ise!” diyerek elinden tutar, gözlerinden öper. Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
– Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygambersin, der. Sonra da ayakları üzerine kalkabildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
– Yâ Nebiyyallah! Sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:
– “Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?”
Adam bunları söyledikten kısa bir zaman sonra ruhunu teslim eder.
Hadiseye şahit olanlar İsa aleyhisselama derler ki:
– Yâ Nebiyallah! Onu secdeye indiren nimetlere biz tâ baştan beri sahibiz. Ama hiçbirimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.
İsa aleyhisselam da onlara şöyle buyurur:
– Öyle ise, tefekkür edin, siz de düşünün! Düşünen, sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!
*İnsanoğlu nimet içerisinde iken nimetin kıymetini idrak edemez. Balık suda iken suyun kıymetini bilmediği gibi. Ne zaman ki su’dan bir mahrumiyet olur işte o zaman çırpınmaya başlar ama iş işten geçmiştir…Artık yolun sonu görülmüştür.*
Ya Rab! Zatının, sıfâtının, esmâının, efâlinin hudutsuzluğunca verdiğin nimetlere şükürler Olsun .
***********
– KOMŞU KOMŞUYA SESLENİRKEN DAHİ ZİKİR EDEN BİR TOPLUMDUK BİZ!
– Hu Hu!.. Diye seslenirdik komşumuza..
– Eyvallah!.. Dilimizin pelesengi idi..
– Hay’dan gelip Hu’ya Giderdik..
– Hay, Hay Efendim! Diye kabul ederdik tekliferi
– Allah, Allah, Allah, Allah! Diyerek şehadete koşardık!
– Allah Allah, Sübhan’Allah, AllahuEkber, idi hayretlerimiz..
– Şimdilerdeki gibi “Vaaaauuv” diye ya da “ohaa” diye gayri müslim kırması çığlıklar atmazdık!
– Bu da geçer ya hû! “Vazgeç ya hû!”, “Hoş gör ya hû!” hatları süslerdi Tekke ve zâviyelerin iş yerlerimizin duvarlarını, psikiyatrik ilaçlarlar dünyamıza girmeden!
– Velhasılı kelam Aziz Kardeşlerim!
– Eskiden hayatı yaşarken zikrederdik , şimdi zikrederken bile o hali yaşamıyoruz..
– Rabbim aslımıza rücû ettirsin bizi…
Alıntı
*************
DÖRDÜNCÜ IŞIK: Îcâz-ı Kur’ânî o derece câmi’ ve hârıktır; dikkat edilse görünüyor ki, bâzan bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumi kanunları, basit ve âmî fehimlere merhameten basit bir cüz’üyle, hususi bir hâdise ile gösteriyor. Binler misâllerinden yalnız iki misâline işaret ederiz.
•Birinci misâl: Yirminci Sözün Birinci Makamında tafsîlen beyân olunan üç âyettir ki, şahs-ı Âdem’e tâlim-i esmâ ünvânıyla, nev-i benîàdem’e ilham olunan bütün ulûm ve fünûnun tâlimini ifade eder. Ve Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudât musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.
Sözler. 365. 25. Söz
*************
***İngiltere’nin ücra bir kasaba köyünde yaşayan, yaşlı ve kimsesiz Müslüman bir kadın, telefon ile yerel bir radyo programına bağlanır, durumunun çok kötü olduğunu, çoğu zaman yiyecek bir şey bulamadığını, hayırsever birinin ona yardım etmesini istediğini anlatır…
Yayını dinleyen Ateist bir iş adamı, şeytani bir gülüş ile sekreterini çağırır.
“GİT BOL MİKTARDA ALIŞVERİŞ YAP, O KADINI BUL VE ALDIĞIN ERZAKLARI VER. KİMİN YOLLADIĞINI SORARSA: ŞEYTAN YOLLADI DE”
Maksat bu yaşlı kadınla alay etmek olan iş adamının dediklerini yapar sekreter. Kadını bulur ve erzakları teslim eder. Yaşlı kadın çok mutludur “ALLAH RAZI OLSUN” der ve evine girmek üzere döner gider. O sırada sekreter “BUNLARI KİMİN GÖNDERDİĞİNİ SORMAYACAK MISIN?”
Yaşlı kadın;
” KİMİN GÖNDERDİĞİNİN NE ÖNEMİ VAR, ALLAH BİR ŞEYİN OLMASINI İSTERSE, ŞEYTANA BİLE İYİLİK YAPTIRIR”
************
*”Mekke-i Mükerreme’de paramı kaybetmiştim.
*”Para bekliyordum, lâkin henüz gelmemişti.
*”Mâlum, Haccın bir rüknü olarak belli bir vakitte saçını sakalını kısaltman icap eder.
*”Bir berbere girdim.
*”Bir müşterisini tıraş ediyordu.
*”Utana-sıkıla
*”Afedersiniz; param yok, ALLAH rızası için saçımı-sakalımı düzeltebilir misin? diye sordum.
*”Berber beni bir an süzdü, sonra tıraş ettiği adamın yanındaki boş koltuğu gösterip,
*”Buyurun, oraya oturun” dedi.
*”Tıraş ettiği adama “müsaadenizle
sizi bekleteceğim biraz;
*”Sizi ücreti mukabilinde tıraş ediyorum, lâkin bu adamcağız ALLAH rızası için istedi; bekletmemem lazım” dedi
*”Ve benim de müşterinin de itiraz etmesine fırsat bırakmadan beni tıraş etmeye başladı.
*”Tıraştan sonra, üstümü fırçalarken cebime de biraz para sokuşturdu.
*”Ben “ama…” diye itiraz ederken tebessümle
*”Acil ihtiyaçlarını karşılarsın,
bu kadar kusuruma bakma diye fısıldadı.
*”Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi.
*”Doğruca ona gidip, içine düştüğüm durumun aslını anlattım ve binbir teşekkürle yüklü miktarda para
*”ALLAH için olan işin bedelini kullar ödeyemez, var git sen de başkalarına ALLAH için iyilik yap, ALLAH selamet versin.
*”Helalleşip herhangi bir ödeme yapamadan oradan ayrıldım.
*”Ama tam kırk senedir onun için duâ ediyorum.
*”Onun için dua etmeye doyamıyorum. *”Geceleri uyandığımda bile onun için dua ediyorum.
************
Uhuda katılan 300 münafığın yoldan geri dönüp moral bozması ve savaşa katılmaları istendiğinde bahaneler uyduran cehalet asrının münafıkları gibi, bu asrın mınafıkları da bir şey yapmadıkları halde yangın, sel, deprem gibi afetlerde provakatif eylemlere girişmekte, işin içinde olmadığı halde sürekli fitne ateşini alevlendirmektedirler.
*************
MUSKANIN TESİRİ
II. Bâyezid Amasya’da validir, av merakı ileri derecededir ve en marifetli tazılara sahiptir. Maiyetindeki sipâhilerden biri de ava meraklı ama tazısı başarılı olamaz. Amasya’da iyi nam yapmış Mustafa Dede’nin çare olacağını düşünen sipâhi, biraz et satın alıp şeyhin kapısına dayanır. Karşısına 15 yaşlarında bir çocuk çıkar, babasının evde olmadığını söyler. Sonra sipâhiye; — Ağam hacetiniz nedir ki? Sipâhi mahcup boynunu büker, elindeki eti işaret eder; — Şu eti getirdiydim ki şeyhe bir muska yazdıram; bizim it hiç av tutamaz hep şehzadenin tazılarını yakalar, der. Çocuk cin gibidir ete de dayanamaz. Der ki; — Sen hiç merak etme, ben babamdan izinliyim, o olmadığı zaman ben yazıyorum. Çocuk çabucak bir muska yazıp sipâhiye verir eti alır. İkisi de sevinçlidir. Muska birkaç gün sonra çıkılan avda tesirini gösterir; sipâhinin iti Şehzadenin tazılarından evvel gider avı yakalar. Şehzade Bâyezid hayrettedir. İti getirtir bakar ki, boynu muskalı. Muska çıkartılır, yazı okunur; “tamah ettim etine, muska yazdım itine” Tutarsa tutmazsa da ipime… yazılıdır. Şehzade sipâhinin başından geçen hikayeyi dinleyince bu delikanlıyı tanımak ister, tanır ve yanına alır. Yıllar sonra padişah olunca onu da İstanbul’a getirtir. Bu çocuk, asırlardır kendisiyle iftihar ettiğimiz Hattat Şeyh Hamdullah’tır.
************
Benimkinin Sırası Daha Sonra Gelecek
Aralarında bir Bektaşi de bulunan bir kervanı eşkıya basar. Bütün yolcuları soyarlar. Bektaşi, atına binmek üzere olan çete reisine, “Benim eşyamı geri ver, yoksa beddua ederim, Allah senin boynunu kırar” der. Reis sorar, “Ne vakit kırar?”
“Bir sene, beş sene, on sene sonra. Fakat herhalde kırar.”
Eşkıya “O halde daha vakit var erenler. Hoşça kal” diye atını sürer. Fakat atını sürmesiyle beraber atı düşer, atın altında kalarak boynu kırılır. Bunun üzerine babaya seslenir, “Ayıp değil mi sana? Beni niye aldattın? Allah hemen boynunu kırar deseydin eşyanı geri verirdim. Sana yalan yakışır mı?”
Baba cevap verir, “Ben yalan söylemedim, imanım. Allah şimdi boynunu kırdıysa bu eski fenalıklarının cezasıdır. Benimkinin sırası daha sonra gelecektir.”
************
BİR VEFÂ HİKÂYESİ
1939 senesinde Filistinli bir öğretmen, Riyad’da görev yaptığı okulların birinde, öğrencilerinden birisinin yüzünde, büyük bir üzüntü fark etti. Öğrenciye bunun sebebini sordu.*
Çocuk:
Okulun bir gezi düzenlediğini, katılım parasının bir riyâl olduğunu, ama âilesinin çok fakir olduğu için bu parayı ödeyemeyecek durumda olduğu için üzüldüğünü söyledi.
*Öğretmen, çok akıllıca bir düşünce ile doğru cevabı bir riyâl olan bir yarışma yaptı. Tabii ki soruyu küçük öğrenciye sordu. O da cevabı verip bir riyâli aldı. Öğrenci tarif edilemeyecek kadar sevindi ve geziye katıldı…*
Haliyle o küçük çocuk, âilesinin şiddetli fakirliği sebebiyle, eğitimini tamamlayamadı. Hamal olarak, günde yarım riyâl karşılığında, yük taşımaya başladı.
Sonra, o zamanlarda elektrik olmadığı için, gazyağı tenekeleri taşıdı. Daha sonra bakkalda satıcı olarak, sonra da aşçı oldu.
Sonunda 400 riyâl biriktirdi ve onunla bir bakkal dükkanı açtı.
Sonra hacıların dövizlerini alıp satan bir döviz bürosu açtı…
Bu öğrencinin kim olduğunu size söylediğimde, garipsemeyin. O, *”El-Râcihi”* bankasının kurucusu, *”Süleyman el-Racihi”*… Sermayesi 124 milyar riyal (yani 600 milyar) Bütün dünyadaki 500 şubesinde, 8000 memur çalışıyor.
O da bunun Allah’ın fazlı sayesinde olduğunu bilerek, servetinin üçte ikisini, vakıflara ve hayır işlerine bağışlıyor.
Bu vefâlı öğrenci, öğretmenini ve kendisine onun geçmişte yaptığı iyiliğini unutmadı.
Bundan sonrasını kendisinin yazdığı: *”Mücâdele Hikâyesi”* adlı anılarından, nakledelim.
(Bu öğretmenimin yerini öğrenene kadar, tüm eğitim kurumlarını ziyâret ettim.) Nihayet onunla buluştum. Onu yaşlanmış, işsiz, zor durumda ve (dünyadan) ayrılmaya hazırlanıyor gördüm…
Tanıştıktan sonra dedim ki;
*- “Değerli öğretmenim, uzun yıllar önce, bende emânet olan büyük bir alacağınız var…”*
Hayretle;
*- “Kimseye benim borcum veya alacağım yok.”* dedi.
Ben de:
*- “Sana şöyle şöyle cevap verdiğinde, yarışma ile bir riyal verdiğiniz bir öğrenciyi, hatırladınız mı?”* dedim.
Düşündü ve hatırladı, sonra da gülerek;
*- “Evet, Evet”* dedi.
*- “Sen o musun, yoksa? Beni, bir Riyali geri vermek için mi, arıyorsun?”* dedi.
Ben de:
*- “Evet.”* dedim.
Biraz ısrardan sonra, onu arabama bindirdim ve beraberce gittik. Bir villanın önünde durduk ve arabadan inip içeriye girdik.
Sonra;
*- “Değerli Öğretmenim! Benim size olan borcumu bu villa, beraberinde bu araba, hayatınız boyunca istediğiniz maaş ve müessesemde de oğlunuzun memur olması, (ancak) alacağınızı kapatıyor.”* dedim.
Öğretmen şaşırdı, gözleri doldu ve dedi ki.
*- “Ama bu gerçekten çok fazla…”*
Dedim ki:
*- “İnanın, vaktinde sizin verdiğiniz bir riyalin bana verdiği mutluluk, bunun gibi on villadan daha büyüktü hocam. Hâlâ o mutluluğu, unutamıyorum.”* dedim…
*Bu öğretmen; bir riyalle küçük bir çocuğu mutlu etmesi, hayatının en zor anlarında kendisini tamamen değiştirmek için ona geri döneceğini hiç aklına getirebilir miydi?..”*
*Karşılıksız ve sadece Allah için yapılan iyilikler; Allah’la yapılan bir ticârettir. Kazancınızın takdiri Allah’a aittir… Cenâb-ı Hak buyuruyor:*
*”Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter…”* (El-Ahzâb, 3)
************
Evin önünden Eskici geçiyordu. Evlat dedim. Ben de kırık bir kalp var alır mısın? Yok amca ya, dedi, para etmiyor dedi. ama evladım bari vereyim geri dönüşüme götür.
amca geriye dönmüyor ki, Geri dönüşümde de dönüşümü olmuyor. O yine aynı kalıyor.
Peki Japon Yapıştırıcılar var. Son sistem, mükemmel yapıştırıyor. Bunu yapamaz mısınız?
Türkiye-de nüfus planlaması ve kontrolü üzerine temsilcisi olan Koç, o zamanlar 70 milyon olan Türkiye nüfusunun bunu kaldıramayacağını, bunun 30 milyon olması gerektiğini söylemişti.[1]
Ben de olabilir, demiştim.
Önce azaltmayı ve kontrolü sizden başlayalım, nüfusunuzu siz azaltarak.!
Nasıl olur?
Kurra mı çekelim, siz mi azalacaklarınızı belirlersiniz?
Yahudi zihniyeti.
Zira Kuranı Kerim bu duruma dikkat çeker.
“Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken, kalbinde olana Allah’ı şahid tutan, işbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.”[2]
-“ABD’nin Georgia eyaletinde bulunan Rehbertaşı adındaki anıt üzerinde 10 emir bulunuyor. Bunlardan bir tanesi de insan nüfusunun 500 milyona indirilmesi yönünde.
Yapımı 1979 yılında başlanan ve 1980 yılında da dikilen anıt, Robert C. Christian tarafından diktirilmiş. Bir gün Elberton Granite Finishing isimli şirkete giden Christan, şu cümleyi kurmuş: “Ben küçük bir grup Amerikalı’nın adına burada hem saat, hem takvim, hem de rehber olacak bir granit anıt siparişi vermek istiyorum.”
Şirketin sahibi ise Cristan’ın projesine sıcak bakmamış ve normal fiyattan 3 kat fazla para istemiş. Christan ise buna hiç itiraz etmemiş ve pazarlık bile etmeden ücreti ödemeyi kabul etmiş. Sonra yapılan araştırmalar, Christan’ın belediyeye fazlasıyla bağış yaptırdığı ortaya çıkmış. Anlayacağınız rüşvetler hazırmış.
Gel zaman git zaman anıtın dikilmesi konusunda anlaşmaya varılmış. Her biri 20 ton ağırlığında ve 5 metre yüksekliğinde olan taşların arkasında ve önünde 8 farklı dilde yazılmış, 10 tavsiye bulunuyor. “[3]
Oysa dünya ve dünya ambarındakiler herkese yeter.
Egoist, nefis perest, bencil, kişisel düşünmeye ve davranmaya gerek yoktur.
Dünyadaki kavgalar hep bu bozuk zihniyetin ürünüdür.
Hastalıklı zihniyet.
Oysa mutluluk ve zenginlik paylaşıldıkça artmaktadır.
İnsanlar savaş ve öldürmek için harcadıkları paraları ve ürettikleri silahları, insanların hayatı için harcasalar inanınız fazlasıyla yetecektir.
En basit ifadeyle; dünyada bulunan bir milyar obeziteli hastalar yedikleri ve hastalıkları için harcadıkları paraları ve yiyecekleri, açlıktan ölen ve sıkıntı çeken bir milyar insanla paylaşsalar hem hastalık kalkacak ve hem de açlıktan ölümler olmamış olacak…
Kur’an’ı Kerim her Asra hitap ettiği gibi, asrımıza da belki daha fazla hitap etmektedir.
Kur’an’ı Kerim’deki kıssalar asırlar boyu hisse almak içindir.
İşte yahudiliği şekillendiren Samiri ile, Hristiyanlığı biçimlendiren Pavlus zamanımızda faaliyet göstermektedir.
Tıpkı Ebu Cehilin ölmeyip kıtalar gezdiği gibi, Samiri ve Pavluslar da pörsümüş ruhları esir almakta, kendisine ram edip, yaptırmaktadır.
İnsanımıza bir tane ahmak dostun ve dost görünümlü postlu dostun verdiği zarar, yüzlerce düşmanın zararından daha büyüktür.
Onun için bir tane ahmak dostun olacağına, yüzlerce düşmanın olsun daha iyi.
Türkiye ne gördüyse bu ahmak dostlardan gördü.
Kurt gövdenin içinde.
İçten kemiriyor.
Virüs vücutta.
İçten yavaş yavaş öldürüyor.
İhanet şebekesinin adı dost olmuş.
Böyle dost düşman başına.
Düşman bunu çok iyi kullanıyor.
Asırlardır düşmanla mücadele ederken, bugün dost görünümlü her türlü posta bürünen dostlarla uğraşmaktayız.
Allah ayrıştırıyor.
Zaman yüzlerinin maskesini indiriyor.
Dünya istifrağ ediyor.
Kusmuklar dışarda.
-Her dönemin bir Samirisi vardır. İçimizdeki Samiriler de Musa’nın boşluğundan istifade ederek, O’nun Tura gidip Cenabı Hak ile konuşmasından ve o boşluktan istifade eden Samiriler, geride kalanlara putlarını yaparak, onları yaptığı o buzağıya taptırmaktadır.
Harun’un da bunlara gücü yetmemektedir. Samiri ağır basmaktadır.
Aynı zamanda Hz İsa’nın göğe çekilmesinden sonra, yine o boşluğu doldurmaya çalışanlar, rüya ile insanları kandırarak; İsa bana rüyamda dedi ki; Ben bu dini tamamlayamadım. Dindeki benim eksikliklerimi sen tamamla, diye kendisine mesaj geldiğini, rüyada kendisine yapacaklarının gösterildiğini ifade eden Pavlus insanları dalalete, hıristiyanlığı da tahrife sevketmiş oluyor.
Hem İslam dünyasında, hem Hristiyanlık dünyasındaki Samiriler şu anda meydanda gezmektedirler.
-“Dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin.”(M.438) “Ey “sadık ahmak” ıtlakına mâsadak bîçare ülema-üs sû’ veya meczub, akılsız, cahil sofiler! Hakikat-ı kâinat içinde kökü yerleşmiş ve hakaik-i kâinata kökler salmış olan Şecere-i Tûbâ-i İslâmiyet; mevhum, muvakkat, cüz’î, hususî, menfî, belki esassız, garazkâr, zulümkâr, zulmanî unsuriyet toprağına dikilmez! Onu oraya dikmeye çalışmak, ahmakane ve tahribkârane, bid’akârane bir teşebbüstür.”(M.439) “Evet o küfür; ahmakane, sarhoşane, divanece bir hezeyandır.”(L.179) “Ey ahmak-ul humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak; zerrattan, seyyarata kadar bütün mevcudat, ayrı ayrı lisanlarla şehadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleri bir Sâni’-i Zülcelal’i gör.. ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın proğramını yazan Nakkaş-ı Ezelî’nin cilvesini gör, fermanına bak, Kur’anını dinle.. o hezeyanlardan kurtul!..”(L.185)
“Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaatı bulunan iyilikleridir! Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklid edip malımızı harab ettiler.”(T.93,131)
Bütün mesele baştaki mesele. Kabil’in Habil-den pay kapma, malını kapma, eşini alma, yetkisini kapma, güç ve kudretini kapma.
Üstün gelme, onu devre dışı bırakma, kendi menfaatinin bütün şartlarını kurma. Onun üzerine bina et.
Sonuçta İman ve Küfür mücadelesi. Sonuçta şeytan ve melek mücadelesi. Sonuçta nefis ve vahiy meselesi. Sonuçta akıl ve kalbin ittifakı veya iftirakı meselesi.
Mesele ahlak meselesi.
Hepimiz imtihan oluyoruz.
Öğretmeni, doktoru, emniyetçisi esnafı ve herkesin meselesi.
Şeytanın ilk yaptığı iş, fuhşun ve sefahetin kapısını açmak oldu.
Bu da cennette Hz. Havva ve Hz. Ademin yasak ağaca yaklaşmasını sağlayarak, avret yerlerinin açılmasına sebeb olmakla başlamıştır.
Onun içindir ki; Tevratta ve İslam hukukunda zinanın yasaklanmasının ve de ağır müeyyide olan recmin konulmasındaki sebeb işte bu fuhşun kapısını kapatmaktır.
Nitekim, Osmanlıda 2 recm uygulaması olmuş, birisinde kadın gelmiş ve kendi itiraf ederek cezalandırılmasını istemiştir.
Diğerinde ise, 23 kişinin şehadetiyle uygulanmıştır.[1]
Lut kavminin livatadan helak edilmesi, her zamanki gibi bugünkü Lgbt-lilere de mesajını göndermektedir.
Tarihte Hasan Sabbah da aynı fuhşu cennet vaadiyle oluşturdu.
Demek ki batıl mezhepler ve farklı itikat ve ameldeki değişik düşünceler birisinin peşine körü körüne takılanları alıp götürmesiyle olmaktadır.
Bir Hasan Sabbah Haşhaşi yani uyuşturucu sapık düşüncesiyle peşinden on binleri çok rahat sürükleyebiliyor.
Zamanımızda ve İslam dünyasında bundan çokça da bulunmaktadır.
Kader ayrıştırıyor.
Maalesef zamanımızda da Hashaşilik ve sefahet ve de ahlaksızlık yaptığı halde peşine bir çoklarını takabilmektedir..
Münafıkane yapısını bina edebilmekte.
Peygamberlik iddiasında bulunulduğu halde cenazesine binler katılabilmektedir.
İha- Siha- Tiha bu gibi başarıların ortaya konulmasına rağmen, şahsı için ve düşmanlığından dolayı, siyaset ve partiden dolayı görmeyip tenkid eden hatta öncelerinde engellemeye kadar giden insanların burnu sürünsün.
Yüzyıllardır bu topraklarda Abdülhamit zamanından beri Petrol yerleri tespit edilmesine rağmen, Amerikalıların ya yok demeleri veya üstünü örtmeleriyle bunları ortaya koyanlara engel olanların burnu sürünsün.
Nice mühendislerimizin öldürülerek intihar süsü verilmesi ile onu gizleyen, ortak olanların burunları sürünsün.
Şimdiye kadar gençlerin önünü tıkayarak beyin göçlerine sebep olanların burnu sürünsün.
Yapılanları sadece görmekle kalmayıp, sulandıranların burnu sürünsün.
Düşmanın bile takdir etmesine ve de dünyanın övmesine rağmen tenkid ederek gölge olanların burnu sürünsün.[1]
Bu meseleler şahsi değil, milli meselelerdir.
Düşmanlığı, kin ve nefreti, kemikleşmeyi, bölünme ve çatışmayı sürekli körükleyenler, bu milletin ayak bağı olmuş olan ihanet şebekesi ve gizli dinsiz bir komitenin işidir.
Açılan Ayasofya, Çamlıca, Taksim ve uzun Mehmet Camiilerin açılmasından içten ve dıştan rahatsız olanların burnu sürünsün.
“Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah’tan korkup çekinen kimseler imar edebilirler. İşte bunların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.”[2]
Camilerin açılmasından rahatsız olanların ve kapatma yönünde çaba gösterenlerin burnu sürünsün.
Peygamber Efendimiz (a.s.m) bir keresinde minbere çıkarken, her adımda “âmin” dedi: Bir adım çıktı, “âmin…”; bir adım daha çıktı, “âmin…”; bir adım daha çıktı, “âmin…”
Hutbesi bittikten sonra: “Yâ Rasûlallah! Minbere çıktığınız zaman ‘âmin’ dediniz, her adımınızda bunu neden söylediniz?” diyerek sebebini sordular.
Buyurdu ki: “Cebrail (a.s.) üç dua etti, ben de onlara amin dedim.
– Birisi: Cebrail (a.s.): ‘Annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa, ona yazıklar olsun/burnu yerde sürtünsün!’ dedi, ben de amin dedim.”
(Demek ki insanın bir evlat olarak, anne babasının rızasını kazanması, onların elini öpmesi, gönlünü alması, hizmet eylemesi, böylece cenneti kazanması gerekiyor. Ve bu yoldan cenneti kazanmak çok da kolaydır. Buna rağmen bunu başaramayana, anne babasının rızasını almadığı için cennete giremeyene yazıklar olsun ve olacaktır.)
– İkincisi: “Cebrail (as): ‘Sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmezse; ona yazıklar olsun!.. Onun burnu yere sürünsün!’ dedi. Ben de ona amin dedim.”
“Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat (rahmet ve sena) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.” [3]mealindeki ayet de Salavat-ı Şerifenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Allah’ın bu açık teşvik ve davetine rağmen, yanında ismi anıldığı halde Peygamber Efendimize (asm) salavat getirerek kısa yoldan büyük sevaplar kazanmayı düşünmeyen kimse, herhalde “yazıklar olsun”u çoktan hakketmiştir.)
– “Üçüncüsü: “Cebrail (as): ‘Ramazana eriştiği halde bir insan, buna Ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allah’ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah’ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula!.. Burnu yerde sürtsün!’ diye dua etti. Ben de ona amin dedim.”[4]
Ortaokul sıralarındaydık. Bir arkadaşla kavga ettik. Herhalde birkaç tane fazla vurmuş olacağım ki, arkadaş bunu gururuna yediremedi ve beni sınıftan dışarı çıkıp dışarıda dövüşmeye davet etti.
Bende çocukluk hali olsa gerek, olur deyip sınıfın kapısından tam dışarı çıkacaktık ki, aniden dönüp bana vurdu.
Pek acıttı mı bilmiyorum ancak sınıfta sırtımı duvara dayayıp hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Arkadaşlar gelip beni teselli ediyor, benim ona daha çok vurduğumu, bir şey olmayacağını söylese de, ben kendimi tutamıyor ağlıyordum.
Beni ağlatan onun bana vurması değil, kalleşliği idi. İhanete uğramıştım.
İşte bir asırdır kahpe ve kalleş aynı sınıfta olunca, kapı kilit tutmuyor oğul.
Bir, bir buçuk asırdır aynı sınıftakilerle kavga etmekteyiz, bizler sınıftan çıkarılarak kaygan zemine getirilip kavgaya zorlanmaktayız.
Kafamıza vurulup kalleşliğe ve ihanete uğramaktayız.
100 yıldır izm-lerle uğraşıyoruz uğraştırılıyoruz. Kemalizm ve Sosyalizm, marksizmin Komünizmin, PKK ve bu bitmek üzere iken hemen arkasından fetö devreye konulmakta, oda bitince artık mutlaka a- b ve c planları içerimizde gizlide olsa mevcut olan isimler onları devreye koyacaktır.
Kaygan ve kaypak zeminden çıkmamız veya kapatmamız lazım.
-Eski ve eskimiş Kültür Bakanı Günay açıklamasında:
“Ayasofya’nın müze olarak kalmasını savunan galiba tek siyasiyim. Bazı muhalefet partilerinin önde gelenleri de gidip orada açılış törenlerine katıldılar. Allah kabul etsin bir şey demem. Ama yeteri kadar insanlığa hizmet etti bu yapı her dine. Bin yıl Hristiyanlığa 500 yüz yıl Müslümanlığa. Yeter artık insanlar ona hizmet etsin ve bunu insanlığın emaneti olarak geleceğe taşıyalım. Müstesna bir mabet dünyada Vatikan’dan eski bir mabet. Oraya girdiğiniz zaman gözünüzü kapatarak, illa eğilip kalkılarak ibadet yapılmaz ki. Herkes kendi inancıyla ibadetini yapabilir buna bir engel yoktu. Ben öyle kalmasından yanaydım ve ben onu o dönem savundum.” ifadelerini kullandı.”[2]
Maalesef bu adam Türkiye’de bir de Kültür Bakanlığı yaptı.
Kültür kaybının neden kaynaklandığı belli oluyor değil mi?
Aynı zihniyetin bir önceki versiyonu ise;
1946’da ise bu ülkenin Başbakanlığını yapmış ve önceden de farklı bakanlıkların başında bulunan Şükrü Saraçoğlu;
“Din zehirdir. Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene lazım’ demiştir.[3]
Gerçekten bu millet kolay bozulmadı.
Yılların zehiri kanalizasyon gibi bu milletin üzerine aktı.
Kokusu yeni yeni gün yüzüne çıkıyor.
Bu memleketi kokutanlar patlayan kanalizasyonun etrafa saçılmasıyla kendilerinin de bağırsaklarındakileri dışarı akıttılar.
Bir deyip pir diyen Cemil Meriç gerçekten aydın geçinenlerimizin gerçek maskelerini şu sözüyle indirmiş oldu;
“Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır.”
Dertleri İslâm ile…
İslâmî değerler ile…
Kimler geldi kimler geçti bu felekten,
Kalbur ile un elerken, deve geçti bu elekten…
-Gerçekten iman ve küfür mücadelesi hangi şekle bürünürse bürünsün hep aynı noktaya gelmektedir.
Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir akıtır.
Karakter meselesi.
Bir yerin dua ile açılışına hangi geri kalmış zihniyet karşı çıkabilir.
İşte Hristiyan ve Museviye yâr olmayıp, İslamiyetten de nasibi olmayan Agop-vari tipler.
Evet. Bizdeki bir kısım aydın geçinenler din düşmanı değil, İslamiyet düşmanıdırlar.[4]
-ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle binlerce iş birliği yapanlar ortada kaldılar.
ABD ya ortada sahipsiz bırakıyor, ya da Türkiye’deki gibi beslenmelerini kullanıyor.[5]
Aynen bizdeki kirli ellerde kirli insanlarla yaptıkları ortaklıktan sonra, ortada kalacaklardır.
-Ölen Ferhan Şensoy-eski Şan Tiyatrosunda yönettiği “Muzır Müzikal” adlı oyunda; Allah’a, Peygamber’e, Kur’an-a dil uzatılıp alay edilmesi, sûre uydurulup, tesettürlü kadınların küçük düşürülmesi ve de devlet erkânıyla yapılan alay konularını işlerken, gittiği yerde sorulacak alay ettiği konulara yönelik sorulacaktır elbette.
Herhalde kendisinin de hazırladığı cevapları vardır!?[6]
-Sinema ve tiyatromuzun karakteri.
“Ferhan Şensoy’un unutulmayacak bir sanatçı olduğunu ifade eden Cihat Tamer, konuşmasında hükümeti hedef aldı.
ÜLKEYİ DİN BAĞIMLISI HÜKÜMETLER YÖNETİYOR.
Türkiye’de hükümetin din bağımlısı olduğunu savunan Tamer, buna rağmen inadına tiyatro yaptıklarını belirterek, “70 senedir bu ülkeyi din bağımlısı hükümetler yönetiyor. Ona rağmen 70 senedir inadına tiyatro yapıyoruz. Ferhan da inadına tiyatro yaptı.”[7]
Tezat insanların mekanı. Demek ki iş para odaklı. Müşteriye göre sahne.[8]
“Tedavi gördüğü hastanede iki gün önce hayatını kaybeden ünlü tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy’un naaşı İstiklal Caddesi’nde bulunan Ses Tiyatrosu’na getirildi.
Törende söz alan tiyatrocu Cihat Tamer, ‘Din bağımlısı hükümetlere rağmen Ferhan 70 sene tiyatro yaptı. O şimdi Rasim’ine kavuştu. Münir abisine, Erol abisine kavuştu. Hep birlikte orada bir meyhanede kafayı çekiyorlar. Unutulmayacaksın Ferhan.’ ifadelerini kullandı.”[9]
Kabir kaçkınları orayı da telvis etmeye çalışıyor.
İşte yarım asırdır bu sarhoş kafa toplumu eğitmeye, daha doğrusu öğütmeye çalıştı.
Raydan çıkardı.
“And olsun ki onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz. O zaman taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.”[10]
“Ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz! Ta ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!” Bediüzzaman.
-Türkiye’de laiklik sırf gerilim ortamı oluşturmak için gündeme getirilmektedir.
Laiklik yönetim tarzı değil, kavga, kaos ve saldırı aracı olarak kullanılmaktadır.
Marifeti ve becerisi olmayanlar laiklik gibi bazı enstrümanları kendilerine dayanak ve varlık sebebi olarak kullanmaktadır.
Müflis bir tüccar misali.
Kısır bir zihniyetin tükenmişliği.
İslam dünyası hem oyuna getiriliyor ve hem de içinde oyunlar oynanıyor.
Her zamanda olduğu gibi birbirleriyle uğraştırılarak, birbirlerine kırdırılıyor.
-Mevlana;
Akıp giden zaman içinde bir kafesteyim,
Her türlü amelde çok ahesteyim. Kabrim beni bekliyorken, dünyalık hevesteyim.
Uyandır artık Ya Rab! Belki de son nefesteyim.
ZİNCİR KIRILDI
Bu kadar hırçınlıkların ve saldırganlıkların sebebi, yüz yıldır zincirlenen bu milletin zincirlerinin kırılmasıdır.
Diyanet işleri başkanı Ali Erbaş in Yargıtay’ın açılışında dua yapması zihniyeti ve kişiliği kısırlaşmış ve kısırlaştırılmış olanları gerdi.[12]
Yüz yıldır Türkiye’yi yönetmeye çalışan hırçın ve çığırtkan zihniyet işte bu maneviyattan uzak olan zihniyettir.[13]
Nitekim Talibana hücum edip saldıranlar aslında İslam’a saldırmayı hedeflemektedirler.
Talibanın kadınlara yapmış olduğu baskı tavrını öne çıkaranlar, aslında kendi çevrelerinde kadınlara yapılan tecavüzleri görmeyen, kadınlara yapılan baskıları, olumsuzlukları ve bir zamanlar yoğun bir şekilde kadınla kızların eğitim haklarını elinden alınmak suretiyle tesettürlerine mani olmaları, bunlar kadın hakları savunucularının kadınları gerçekten savunuyor olmadığının bir göstergesidir.
Zira Eğer kadın hakları gerçekten ciddi manada kadınları korumak istiyorlarsa önce alakası olmayan araba lastiği reklamında kullanılan kadınları o pozisyondan, çirkin pozisyonundan kurtarsınlar ve buna benzer alakasız yerlerde, her yerde adeta bozuk para gibi harcanarak bu kadınların korunması yönünde bir çaba ve gayret göstersinler. Daha önceleri de savunduğum gibi mesela annelere annelik maaşı bağlansın.
Bir yandan eğitimleri engellenirken diğer yandan bunca yapılan saldırılara karşı bir derece sessiz kalınması, kendi Partisi yapınca doğrudur, uygundur ancak başka partiler ondan birini yapınca büyük bir suçtur, zihniyetinden kurtulmaları lazımdır.
-Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptıklarıyla tarih boyunca hayırla yâd edilecektir.[14]
Ancak köklü değişimlerle, kendisinin de ifade ettiği gibi; Bizim tarihimiz İngiliz tarihidir, sözünün gereği olarak tarih ve kültürümüze ayar verilmeli, zemin kaygan ve kaypak durumdan arındırmalıdır.
-Gerçekten bu millet vefalıdır, asildir ancak bazen korkutmuyor da değil.
Nitekim Başbakanlık yapmış iletişim ve ulaşım alanında büyük projelere imza atmış olan Binali Yıldırım’ın gerek İzmir’de gerek İstanbul Belediye Başkanlığında kazanamaması buna rağmen karşısındakilerin bu konuda hiçbir hususiyeti olmaması, bir proje üretip de ortaya herhangi bir eser koymamış olmalarına rağmen kazanmaları insanı ister istemez ürkütüyor.
Yani bazen bir patates uğruna bir soğan uğruna memleketin önemli değerleri çok rahatlıkla feda edilebiliyor. Bazen şahsi menfaatler umumun menfaatinin önüne geçiyor veya yeni yetişen nesillerin geçmişi bilmemesi, öğretilmeyişi, şuurlu ve bilinçli olmayışları maalesef bu tedirginlik durumunu nazara veriyor.
Onun için sayın Erdoğan’ın bu noktaları da nazara alarak yapmış olduğu Tarihe Şan ve şerefle geçecek olan bu başarıları, bu güzel şeylerinin bir derece kendisinden sonrakiler tarafından zayi edilmemesi için sağlam olarak ayağını atması lazım. İnşallah bunu devam ettirerek bazı şeyleri topluma, sosyal hayata biraz daha dikkat ederek kulak vermesi gerekir.[15]
Şeytanın çocuklarıyla Ademin çocukları mücadele ediyor.
Bu dünya ruhun bedenle cevelan ettiği bir hareket alanıdır.
Ruh beden ortaklığıyla kendini bulmakta ve bilmektedir.
Tıpkı bilgisayar kasasının programlarla buluşup kendisini isbat etmesi gibi.
Ruh bedende ve bedenle terbiye olurken, bedende dünya ve içindekilerle terbiye olmakta ve kemalini bulmaktadır.
Terbiye edilmemiş bir ruh ve beden, biçimlenmemiş bir materyal veya şekillenmemiş bir kütük ve odun gibidir.
Düz ve düzgün bir odun, eğri- büğrüsüz, düz ve düzgün bir sopa bile ateşe girmekten kendisini korumakta, herhangi bir baltaya sap olmaktadır.
İstikametini kaybetmiş bir ruh ve beden de ateşte yanmaya mahkumdur.
Ancak doğru ve düzgünlükle yani biçimlenmiş ve şekil almış bir hal ile kendisini koruyabilir.
Bu da vasıflı olmakla ilgilidir.
Vasıfsız bir ruh, isyankârdır.
Bir kazmaya kolay kolay sap olmaz ve de olamaz.
Yapmazlar.
İsyankâr bir ruh, haleti değişik bir ruhtur ve pörsümüş bir ruh yapısına sahiptir.
En önemli olanı istikametli, müstakim olanıdır.
İsyankâr olan ruh; ölçüsüz, dengesiz, savrulmuş ruhtur.
Başkaldırı, yıkma, yakma, öldürme ve bağırma gibi haller rayından çıkmış tren gibidir.
Yörüngesini şaşırmış bir gezegen gibidir.
Allah vasıflı ve istikametli ruhları ayrıştırmaktadır, şu dünya tezgahında, ayrım yapmadan.
Hamdım- Piştim- Yandım…
Ham olarak dünyaya gelen ruhlar, pişip yanarak ebed ve ebedilik yoluna koyulurlar.
Defolu, yaralı, solmuş ruhlar ise; ya olana kadar işlemden geçirilir, ya da geri dönüşüme gönderilir., aslı olan maddeye dönüştürülmek üzere…
İnsan ya kul olacak yada kül…
Kâinattaki madde ile mana; insanın ruh ve bedeninde imtizaç etmiş, bir araya gelmiştir.
Yüceleri temsil eden ruh ile, aşağıları ve maddeyi temsil eden beden izdivaç neticesinde hakikatlere gebe kalmıştır.
Böylece insan hakikatlerin anası olmuştur.
Her şeyin aslı insanda cem olmuştur.
Dünya ruhların yarış alanıdır.
Ruhlar müsabakada…
Finale ulaşan ruhlarla birlikte, yolda dökülen döküntü ruhlara da şahit olmaktayız.
Ruhlar yükselip alçalmakta, kendini bulan ruhlar yükselir ve yücelirken, diğer bir kısmı bedenin mahkumu olup bedenin ağırlık yapmasından dolayı hürriyetine kavuşamayıp yükselemeden patır patır dökülmektedir.
Ruh, rahat, rüzgar anlamına olan riyah, koku manasına gelen reyhan, Cebrail için kullanılan ruh hep aynı kökten türemiştir.
Genelde güç ve kuvvet ve de enerjiyi ifade ederler.
Büyük bir letafet, incelik ve zerafeti vardır.
Bedenin hücrelerine nüfuz ettiği gibi, alemlere de duhul edebilmektedir.
Gücünü kaybeden ruh, ruhunu da kaybeder.
Pörsür ve söner…
Elektrik almayan ampul gibi.
Ruhlar hasta.
Hastalık ruhlarda.
Şeytan bu hastalıklı ruhları çok iyi kullanıyor.
Onlarda kendilerini kullandırıyor.
Kâinat ve insan ruhunu arıyor, kemâline ulaşmak için.
Kemâlini bulunca ve Kemâle doğru ulaşıp mükemmelliği elde edince ve imanda, marifette, sanatta, Talim-i Esma da yani neticede kıvamına erecektir.
Kemâl aynı zamanda bir şeyin bitimi ile beraber, yeni bir hakikatin başlamasına da bir adım olacaktır.
ABD’nin Afganistan’da yaptığı onca zulmü, tecavüzü, kaos ve uyuşturucuyu, madenlere el koymasını görmeyenler, Taliban’ın ılımlı mesajlar verip, kadınlar hakkında hiçbir uygulama yapmazken var sayımlarla hareket edip, kadın perdesi üzerinden adeta ABD’nin pisliklerini örtmeye çalışmaktadırlar.
Afganistan’ın işgalden kurtulup en azından kendisini idare etme imkânı bulan bu insanların, ABD’nin işgalinde kalmalarını tercih etmektedirler.
İçimizde adeta ABD’nin Afganistan’dan çıkışından üzülüp, yas tutanlar bulunmaktadır.
ABD’nin bizi işgale sevineceklerin bulunması gibi.
Tıpkı bizdeki Sayın Erdoğan düşmanlığından dolayı ABD’yi bizi idareye çağıran kısır zihniyet sahipleri gibi.
Bu insanların 42 yıllık çilelerinden kurtuluşu göz ardı edilmektedir.
Figan ve isyan yeri Afganistan.
42 yıllık figan ile karışık isyan Afganistan.
Adeta kör olup görülmemektedir. Bir fırsat verilmemektedir.
ABD’nin sırf Afganistan’a saldırmak için ikiz kulelere saldırı bahanesini bilmemektedirler.
Tıpkı Irak’a kimyasal silah var bahanesiyle saldırıp bir milyon iki yüz bin kişinin ölmesine sebep olmuş ki hala kaos devam etmektedir.
Sonra da çıkıp kimyasal silaha rastlanmadı sahtekârlığı ne ile izah edilebilir?
ABD’nin bilinmesi için daha ne kadar öldürmesi ve işgal etmesi gerek?
Bu kafa Man kafa.
Kendini bile aşamamış kafa.
Dünyaya açılamamış, kısır döngü içinde dink beygiri gibi dönmektedir.
Şu kıyasa bir bakın;
Efendim Taliban’ı kabul etmiyoruz ve etmemeliyiz çünkü Türkiye’ye geldiğinde Anıtkabir’e gitmezmiş!
Taş düşsün senin başına!
O halde Suud ve diğer İslam ve komünist ülkelerle olan kısaca Anıtkabir’e gitme şartını koşarak mı dünya devletleriyle iletişimimizi, alışverişimizi sürdürelim?
Mecburlar mı bizim biçtiğimiz elbiseyi giymeye, kendileri gibi değil, bizim gibi olmaya?
Onlara faydalı olmak için onlarla bağlantıyı koparmak değil, sürdürüp sahip çıkmak gerekir.
Dünya kendi menfaati veya siyasi hesaplarına göre hareket edip ilerlerken, bizleri yüz yıldır kabuğunda hapseden zihniyet, bu kısır zihniyettir.
Allah bu milleti bu zihniyetten muhafaza eylesin.
Bizi yüz yıldır 60 kadar İslam dünyasından koparan, Batı’nın hayranı, sömürü ve gelir kaynağı yapan zihniyet, bu kısır zihniyettir.
**************
Abd Başkanı Biden Afganistan-dan çekilirken, bir başka yere yöneleceklerini söylemişti.
Birkaç gün sonra bir tehlike ve saldırının olacağını söyledi.
Ve bir gün dolmadan Işid saldırısı olduğu söylendi. 13 Abd askerinin öldüğü, 15 askerinde yaralandığını söylendi.
170 kadar da Afganlıyla birlikte epeyce yaralı oluştu.
Yani Afganistan 31 Ağustos-a kadar verilen ayrılma süresi dolmadan terör ateşi alevlenmeye başladı.
Abd istediği kaosu oluşturdu ve şimdi de yeni saldıracağı hedefi belirlemektedir.
Zaten önceden belliydi.
**************
Delinin ipiyle kuyuya inilmez, diye bir söz vardır bizde.
Geçmişte siyasiler bu millete iki anahtar sözü verdiler.
Ev ve araba.
Nefse hoş gelmişti.
Ancak fos çıktı.
Şimdide hukuken suçlu olup, darbeye teşebbüs ederek veya ortak olarak ceza alanların salıverilmesi vaadinde bulunuluyor.
Bu bitmişlerin ve tükenmişlerin vaadidir.
Kazanamayacakların kazanma oyunudur.
Ne yani, suç unsuru sayılan fiillerin kanundan çıkarılarak, suç işlemek meşru halemi getirilecek?
Tıpkı uyuşturucu serbest, terör örgütüne mensup olmak suç değildir mi olacak?
Bunun arkasında Öcalan-ın affı hatta Bakan veya Cumhurbaşkanı olmasının da önünün açılmasına kadar mı gitmektedir?
Bu demek oluyor ki, bağdakiler dağa sürülürken, dağdakilerde bağa mı gelecekler?
Kirli bir oyun var.
15 Temmuz da yarım kalıp başarılamayan kaos, farklı şekillerde devreye konulmaya çalışılmaktadır.
Aldığı veya verdiği kararlarla anayasa mahkemesi mi?
Mecliste terör örgütünü temsil eden HDP mi?
Veya öncesinde görüldüğü gibi Fetö gibi Ordu’da bulunan kısım ve kesim mi?
Yoksa muhalefet partilerimi
Veya hepsi mi?
Terörü bir şeylerin bitirmesini veya bitmesini istemediği veya bir yerlerden ve de iç dış çok yerlerden beslendiği ve desteklendiği kesin.
Kıssadan Hisse:
Ebu Hureyre ve İbnu Ömer (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
“Ahir zamanda, dinle dünyayı talebeden insanlar zuhur edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp, onları aldatmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki koyun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan daha tatlıdır. Ancak kalpleri kurtlarınkinden vahşidir.
-Cenâb-ı Hak (bunlar için) şöyle diyecektir:”
“Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana karşı cürete mi yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime yemin olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde halim olanlar bile şaşkına dönecekler.”(Tirmizi, Zühd 60)
Kesinlikle burada hesapsız ve kitapsız bir işin olması düşünülemez.
Çünkü aylar öncesinden planlanmaktadır.
Önceki Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani Abd bursu ile yetiştirilmiş bir kişi idi.
Mukavemet göstermeden tıpış tıpış darbelerin yeri olan Bae-ye yani Birleşik Arap Emirliklerine sığınmıştır.
22 yıl mücadele et, askeri eğit, Taliban-ın 4 katı ordun olsun, son sistem silahların olup kalaşnikof kullananlara yenil?
Ve bütün o silahları onlara bırak?
Yoksa İslamı içten vurmanın başka bir yöntemi midir?
Bekleyip göreceğiz.
Taliban gelip şeriatla yöneteceğiz derken başta bizde, geçmişte olduğu gibi kabir kaçkınları devreye girerek naralar atmaya başladılar.
Acaba bizdeki demode olmuş meseleler Afganistan-da ortaya koymaya mı çalışılmaktadır?
Abd-nin Afganistan-da öldürdüğü 172 bin insan konuşulmazken, kadınlara saldırısı ve tecavüzü düşünülmezken adeta bizdekiler o Abd-li askerlerle beraber dans etmeyi kabul edip, tecavüzüne ses çıkarmazken, Taliban-ın kadınları örtünmeye zorlayacağı saldırısında bulunulurken, aslında İslama saldırılmaktadır.
Bekleyip, takip edip, sentez yaparak göreceğiz.
-Acaba burada da mı -bizim çocuklar?- devrede mi?
Çünkü 1980-de Abd 12 Eylül darbesi üzerine; Bizim çocuklar başardı, demişti.
-İşidi bizzat Obama yani Abd kurdurdu. Bunu bizzat ondan sonra başa gelen Trump-da söyledi.[1]
-Biden içteki ortaklarıyla yeni bir operasyonun peşinde.
Yeni bir film çeviriyor.
Gerçi eskilerin tanıdığı cinsten, cinsi bozuk işler.
Sağı sola, alevi sünni, kaos, yalan haberlerle…
Iraktaki gibi yavaşlatılmış bir savaşın fitili yakıldı.
28 Şubat davasında alınan müebbet hapis cezası kararları Yargıtay tarafından onandı. Hükmün kesinleşmesinin ardından davada yargılanan 14 sanık hakkında infaz süreci başlatıldı. Emekli Orgeneraller Çevik Bir ve Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu sanıklar gözaltına alınarak cezaevine gönderildi. Cezaevine gönderilen generallerin rütbeleri de sökülecek.”[1]
Aç olan canavara şefkat göstermek onun ve yandaşlarının iştahını açar ve döner dişinin kirasını isterler.
Yaşlarından dolayı Cumhurbaşkanının affetmesi sessizce de olsa dillendiriliyor.
Unutulmamalıdır ki, zulme rıza göstermek zulümdür. Zulme ortaklıktır.
Eğer Cumhurbaşkanı bunları affederse A. Necdet Sezer-in durumuna düşer.
Nitekim o sağlık bahane gösterilerek Pkk-lıları affetmişti.
“10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, görevi süresince aralarında DHKP/C ve PKK’lıların da bulunduğu 190 terör örgütü mensubunu sağlık sorunları nedeniyle affetti. Sezer’in affıyla tahliye olduktan sonra terör eylemlerine devam eden bazı örgüt mensupları, polis veya askerle girdiği çatışmada ölü ele geçirilirken, bazıları da eylemleri nedeniyle hapse mahkum edilerek tekrardan cezaevine gönderildi.”[2]
Sayın Cumhurbaşkanının böyle bir hataya düşeceğini ve basiret bağlanması göstereceğini düşünmüyorum.
Bu bir nefret ifadesi değil, mazlumların hakkının korunması ve zayi edilmemesidir.
Başta Çevik Bir ve Çetin Doğan diğer generallerle beraber en büyük darbeyi Kur’an-ı Kerim-e vurdular.
Yüz yıl önce İngiliz müstemlekat nazırı yani Kölelik Bakanı Gladiston eline Kur’an-ı Kerim-i alarak; bu Kur’an müslümanların elinde bulundukça biz onlara gerçek manada hakim olamayız. Ya bu Kur’an-ı kaldırmalıyız veya müslümanları bu Kur’an-dan soğutmalıyız.
Bu komutanlar ise Kur’an öğrenmeyi yasaklayıp, belli bir yaşla sınırlı tutarak adeta 163. maddeyi yeniden hortlattılar. Bir çok insanın hapishanelerde eziyet çekmesine sebeb oldular.
Küfür devam eder ancak zulüm devam etmez hakikatınca; bin yıl devam edecek dedikleri zulümleri, ağır aksakta olsa, geç kalmış bir kararda olsa adalet yerini buldu. Hapse girdiler ve rütbeleri söküldü.
Bu komutanlar artık er bile değiller.
Geç kalınmış adalet, adalet değildir.
Zamanında verilmeyen cezalar, diğer darbecilerin iştahını açarken taa 15 Temmuz darbesinin de önünü açtı.
28 Şubat bin yıl sürmese de acısı, etkisi, zulmü daha nice yıllarca anlatılacak, tarihte kara bir leke olarak kalacaktır.
Her zaman diyorum, Türkiye-nin problemi, hukuk problemidir.
Cezaların caydırıcı olmayışı, suçları arttırmakta, cazip hale getirmektedir.
Cezaların yetersizliği insanları rahatlıkla darbeye teşebbüs ettirmektedir.
Bu millet, bu milletin vergileriyle alınan uçaklarla bombalanabiliyor, Cumhurbaşkanına rahatlıkla su-i kast teşebbüsünde bulunuluyorsa, hukukun yetersizliğindendir.
Şimdiye kadar darbeciler en kısa zamanda cezalandırılsa idi, devamına teşebbüs edilmeyecekti.
Eğer bu millete ve bu milletin değerlerine azıcık bir saygısı olan varsa, değil bunları affetmek, dillendirilmesi bile zillettir.
Hem kim kimin adına affetmektedir?
Mazlumların rızası alındı mı?
Tıpkı maktulü görmeyenler anlayışsızca ve de düşüncesizce adeta şöyle demektedirler;
Canım maktul bir kere ölmüş, bari katili kurtaralım!!!
Ve insana sormazlar mı; Şeyy, afedersiniz, kimden yanasınız?
Unutmayalım ki, bu iş burada bitmemektedir. Bunun birde ahiret boyutu vardır.
Şu hiçbir zaman için unutulmamalıdır ki; Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Adaleti de rahmetini kuşatmıştır.
Affı gündeme getirmek, mağdur olan kızlarımızın ve mazlumların göz yaşlarında boğulmaktır.
Masonluk ta Hz. Süleyman Peygambere kadar dayandırılıp, temelinde ingiliz siyaseti yatmaktadır.
Duvar ustalarının kurmuş oldukları çatının yaygınlaştırılarak zaman içinde siyasallaştırılmasıyla da hristiyan inancının temelinde diğer dinleri de mensuplarıyla beraber içine çekip eritme faaliyetidir.
Masonluk için yapılan teklifleri reddederken ancak girme sebebini şöyle anlatır;
“Araştırmaya, okumaya başlayınca, Baş masonlardan Mim Kemal Öke’nin; “Masonluk hakkında kat’i bir hüküm vermek için onu dışından değil, içinden tetkik etmelidir” sözlerini okuyunca da, yedi yıl önce bana mason olma önerisini getiren yaşlı masonu aradım. Sonra süreç başladı ve mason derneği üyesi oldum. Asla mason olmadım, olmak da istemedim.
Mason Tarikatını içeriden anlamak için, Büyük Loca ’da Usta (Üstad) olup, sonra Yüksek Şûraya devam etmek ve birkaç derece almak gerekiyordu. Bu neresinden bakarsanız, en az 7 yıl gerektirir, bir de yoğun çalışma yaşamının getirdiği gecikmeler olunca, bu süre arttı. 2007’de girdiğim Mason Derneğinden, olabildiğince çok bilgiler toplayıp, ulaşabildiğim kadar kaynaklara erişip, yapıyı anlayıp ve ilişkileri çözümleyip, 10 yıl sonra, Büyük Loca ‘da Usta, Yüksek Şûrada 9.° de, 14.° ‘ye geçmek üzere iken ayrıldım. Vardığım noktada, masonluğun ancak içeriden öğrenilebileceği ve açıklanabileceği düşüncem güçlendi ve doğru yaptığıma eminim.”13.
(Ahmet Hakanın Kanal7- de bir mason ayinini içten gizli çekilen bir videodaki gösterim gibi.[2]
Attilâ İlhan;
“Benim hayatımda en önemli bir işi yapmış olan, yani benim tahsil hayatım mahvolmuşken onu kurtaran adam bir masondu, yani benim onlara büyük saygım vardır; o ayrı sorundur. Benim söylemeye çalıştığım başka bir şeydir. Benim söylemeye çalıştığım şudur: Orada sayılan kişiler ve orada sayılan kuruluşların bütünü Batılıların ele geçirmeye karar verdikleri ülkelerde uyguladıkları bir politikanın aletleridirler. O politikanın adı kültürsüzleştirmedir.”3.
Yalnızca mason olmayanlar değil, masonların da masonluk konusunda bilgileri son derece sınırlı, eksik ve yanlış olduğunu söyleyebilirim. 18.
Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğünde, mason sözcüğünü arayınca, sözlük farmasona yönlendiriyor.
Farmason; “isim Fransızca franc-maçon, 1. isim Mason, 2. sıfat Dinsiz, imansız”
-“Kitaplarımda ilerledikçe çok açık göreceğiz ki, masonluk bir tarikattır. Masonluk, İngiliz burjuvazinin, Britanya uluslarını egemenliği altına alma savaşımında, Soylular ve Katolik Kilisesi karşıtlarına karşı kullandığı; öğretisi Esseni, Tapınakçılar tarikatlarından beslenmiş, aynı yapının katları olan Yahudi[1]Hıristiyan dininin yeni bir yorumu olarak yapılanmış bir tarikattı.”29.
-“33.° mason Tanju Koray;
“ Hür masonluk ahlaki ve manevi değerlere bağlı erkekler topluluğudur.(…) Masonluk Hıristiyan toplumunun bir ürünüdür.”30.
-“Bizde masonluk siyasal olaylarda ne kadar etkilidir? Bunu bilmeye olanak yoktur. Cumhuriyet öncesinde “ittihatçı” diye bilinen askeri ve sivil siyasetçiler arasında çok yaygın olan masonluk, mason localarının 1948 yılında yeniden açıldıktan sonra siyasetler arasında, büyük üstatlığa getirilen, Adnan Menderes’in başbakanlık müsteşarı ve o zamanki adıyla “Milli Emniyet” Başkanlığı yapan Ahmet Salih Korur aracılığı ile yayılmıştır.”37,Mumcu, Uyan Gazi Kemal!, 2007, s. 316) ve (Cumhuriyet, 14 Aralık 1986.
-“Yahudi-Hıristiyan Almanlar, localarında Müslüman ziyaretçi olsa bile Kur’an-ı Kerim açılmasına da izin vermiyorlar. Hıristiyanların çoğunlukta olduğu diğer ülkelerde olduğu gibi.
Almanların denetimindeki Yüksek Şûra localarına Hıristiyan – Yahudi olmayanlar giremez, Amerika Kanada denetimindeki Yüksek Şûralara ise Müslüman girebilir ama yalnızca İncil açılır, Hıristiyan olarak yani. Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi. Almanya Yüksek Şûrasına üye olan Türk soylu Alman vatandaşları var. Buralarda Almanca toplanıyorlar ama kendilerini Müslüman olarak ifade edemiyorlar; ya Hıristiyan olmuş Müslümanlar ya da Sebataycı kökenden geliyorlar. “90.
-“Masonluk Amerika’da çok hızlı bir başlangıç yapar ama 1830’da birden bire durur, 20 binden, 3 bine düşer. William Morgan isminde düzenli bir mason, 1826’da Masonluğun İç Yüzü diye bir kitap yayınlar.
Kitap dağıtıma girdikten sonra, Morgan kaybolur, kimse bulamaz, nereye gittiği bilinmez.129 Masonlar tarafından kaçırıldığı ve öldürüldüğü dedikoduları yayılır. Mason zanlılar yakalanır ancak masonlardan oluşan jüri tarafından aklanır. En güçlü söylenti Ontario civarında bir değirmende masonlar tarafından işkence yapıldığı ve Niagara Çağlayanından atıldığıdır. Bundan sonra Mason karşıtı dönem yaşanır; kilise, siyasi yöneticiler, mahkemeler jüriye üye olarak kabul etmezler. Aleyhte toplantılar düzenlenir.
Bu sıkıntılı dönem kolay atlatılamaz, aşağı yukarı 20 yıl sürer.”93-94.
-“Amerika Birleşik Devletleri kuruluşunda Mason Tarikatı’nın örgütü ve önderlerinin büyük etkisi olduğu kesin. Kesin olan bir başka gerçek de, dünyanın sayıca en büyük Mason Tarikatı üyelerinin ırkçılığının altında, köle ticareti de var. “95.
-“Masonluğun ilk 3 derecesi Tevrat ve Yahudi inancı üzerine yapılandırılmıştır. Yahudilerin tanrısı, masonluk bilgisini Âdem’in kalbine işlediğini söyler, 1738 baskısında ayrıntılara girer. Âdem’in oğulları büyüyünce Âdem geometriyi ve mimari bilgileri oğullarına öğretir ve onlar da loca kurarlar. Sonra sürer gider; Nuh Peygamber ve oğulları, Musa Peygamber… Masonlar, hepsini Büyük Üstad sayarlar.
Sonra da duvarcı ustalarının inşaat, mimarlık yani masonluk bilgileri, Yunanistan, Roma yoluyla İngiltere’ye gelir ama Romalılar gidince bu bilgiler kaybolur.”108.
-“Bektaşi Tarikatına masonların sızması Yahudilerin son yüzyıllarda Yeniçerilerin bütün gereksinmesini karşıladıkları dönemlerde gerçekleşmiş ve halen sürüyor. Günümüzde de Bektaşi Tarikatı en üst derecedeki yöneticisini Dede Babayı seçemez durumda, bölünmüş. Bölünmeye de Mason Bektaşilerin neden olduğu söyleniyor.”164.
-“Masonluk ne ola ki?
Masonlar bir türlü anlaşamıyorlar, Masonluk teist mi, deist mi, panteist mi, yoksa Budist mi? Ben söyleyeyim, her şeyden önce emperyalist ve sömürgeci.””188.
-“Müslümanların kutsal Mescidi Aksa altında, Süleyman’ın tapınağı olduğu yer kabul edilen mağara, İsrailli Yahudi masonların tapınağında kendilerine Türk ve Müslüman diyen masonlar birlikte ayindeler. Ayakta olan, süslü giysileri olan, o dönemde HKEMBL Baş masonu Ömer Köker.”287.
-“…Bir başka deyişle; 28 Şubat 1997’deki MGK toplantısında generaller Refahyol Hükümeti’ne “muhtıra” verirken, Akın Öztürk İsrail’de görev yapıyordu…
Öztürk’ün Tel Aviv’de bulunduğu seneler; aynı zamanda, 28 Şubat Cuntası’nın önde gelen ismi Çevik
Akın Öztürk, İsrail’de vazifeli iken Tel Aviv’deki 73 sayılı NUR Locası’na kayıt yaptırdı ve mason oldu.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin elebaşısı Fetullah Gülen, 1975 yılında Baron Kasım Gülek’in aracılığıyla mason locasına girmişti…
Akın Öztürk’ün de üyesi olduğu Tel Aviv’deki Nur Locası, 6 Haziran 1985 tarihinde “İsrail Büyük Locası”na bağlı olarak kurulmuştur. O dönemde “Türkiye Büyük Locası”nın “Büyük Üstadı” olan Şekür Okten ile meşhur işadamı Jak Kamhi, Nur Locası’nın açılışını birlikte yapmışlardı.
Jak Kamhi, TESEV’in kurucuları arasındadır. TESEV, 1994 yılında kurulduğunda FETÖ’nün üzerine titrediği İshak Alaton ile TÜSİAD’çı Nafiz John Paker ilk yönetim kurulundaydılar!”[3]
NOT:Sayın yazarın notlarından aynen almış ve yazmıştım. Sayın Hürol Bey, İzah için gönderdiği mesajda;”Sağolun aktardığınız için. Yalnız başına ayarlanmış. içinde ben hiç zaman mason Olmam. Bilinçli olarak mason büyük loca üyesi olmuş, ama kimliğim her zaman Türk’tür. Mason, mason öğretisini benimseyen ve uygulayandır. Hiçbir makale ve kitapta masonum/ masondum demedim, demem. Mason Derneği üyesi olmuşum. bu tasarımda itiraf değil. İtiraf eğitimini tekrar okuyorum. Bunların bir Türkçünün / Atatürkçünün bilinçli olarak kullandığı yerikatını, kapsamlı Türk kullanmayıa gayretidir. Bu ince düşünceyi düzeltmenizi, düzeltmenizi rica ediyorum.”
MEHMET ÖZÇELİK
13-08-2021
[1] MASON TARİKATI ve Emperyalizm I Hürol Tasdelen.