–Bir söz vardır; şeytanı taşlamaktan, Rahmanı tesbih etmeye vakit kalmadı.
Şerri defetmekten hayrı celbe vakit kalmadı.
Kötü mü oldu?
Elbette tam da kötü oldu, denmez.
Zira mecelle kuralı, def’i şer, celb-i nef’a racihdir. Yani; Kötülüğü defedip kaldırmak faydalı işten önce gelir.
Hakikatlerin zuhuruna ve araştırıp öğrenmeye vesile oldu.
Maalesef adet oldu;
Aklım almıyor, bunlar gelenek, Kuran bana yeter, Muhammed’de bizim gibi insan, sahabe ne kadar güvenilir ve her önüne geleni inkâr ile reformist bir düşünce, kısır bir yol, 1400 senelik açık ve net, ittifak edilip gelinmiş ana yolu kapatarak, tali yollarla İslamiyet’i Hristiyanlığa benzetme cehaleti.
-Ve de en büyük ve de en dehşetli fitne gelenek yaftasıyla sürdürülmektedir.
İslam’a bilinçli bilinçsiz pervasızca menfi ve yanlış olan şeyleri gelenek kılıfına sararak tüm İslamiyet lekelemeye çalışılmaktadır.
Çok rahatlıkla gelenek bahane edilerek 1400 yıllık İslami birikim silinip devre dışı bırakılmaktadır.
İslam’ın Edille-i Şer’iyye denilen dört delili olan; kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas kabul edilmemektedir.
Zaten hadisleri reddeden bu hastalıklı zihniyet, kuranın içini boşaltarak, yerine kendileri kısır mana ve yorumlarla içini doldurmaya, daha doğrusu boşaltmaya çalışmaktadırlar.
Bir hüküm olarak, ümmetin 1400 yıldır dini yanlış anlayıp uyguladığını söylemektedirler.
Kendilerince bir reform yaparak, yeni bir anlayış getirmeye çalışmaktadırlar.
Hristiyanlıktaki Protestan’la başlayan reform faaliyetleri gibi.
Yani hak din batıl ve muharref olan Hristiyanlığa kıyas edilmektedir.[1]
***********
Dinin tahrip ve tahrifi yine içimizden, az ve azınlıklarda olsa ilahiyat ve diyanet camiasından gelmektedir. Sürekli ihtilaf noktalarının körüklenmesi, ecdat ile bağlantı koparılırken, geçmişten beri süre gelip yaşanan dine gelenek deyip, kesip atarak geçmiş ile olan köprü ve bağlar koparılmaya çalışılmaktadır.
-Bazen insan bir hakkı söylerken batılıda altında gizler ve adeta yutturmaya çalışır.
Şeytani bir değişebilirlik ile.
Mesela Allah ve meleklerinin Peygamberimize salat edip, sizlerde ona salat edin diye emrettiği halde,[2] salatın Allah’ın resulüne destek manasını alıp, adeta bir mahzuru varmış gibi Peygamberimize salavat getirilmesini reddeder.
Hakkın bir cihetini tutup, diğer cihetini iptal etmekle batıla hizmet etmiş olur.
***************
Bu ihtilafları yapanların genelde ya yetersizliklerinden ya hazmedemeyişlerinden veya kendilerine bir konum kazandırma hayalinden kaynaklanmaktadır.
Özellikle aklıma yatmıyor, bu hadisten şüpheliyim savunmalarının savrulmuşluğuna gidiliyor.
Evvela o aklın akıl olması, yeterli olması, başka akıllara ihtiyaç duymaması lazım.
Veya hadisi reddetmeden önce, gerekirse tüm dünyayı gezip araştırdıktan sonra o hadisi bir nebze kabul etmeyebilirsin.
Haddi aşıp umumun kabulünü reddetmeden.
Yani haddini bilmek gerek.
Bir de Hadis-i Kutsi’de buyurulan; “Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnâd ederse Cehennem ’deki yerine hazırlansın!”[3]
Aynen bunun gibi de; Kim ki Peygamberimiz bir sözü söylediği halde, söylememiştir derse, cehennemdeki yerine hazırlansın, diyebiliriz.
Dini ilimlerde bir yandan yetersiz kalırken, maalesef öbür taraftan dinde hüküm vermeye çalışılmaktadır.
Eskiden hadislerde görülen bir zafiyet sadece ona has kalır, umuma teşmil edilmezdi.
Şimdi ise bir hadisteki zafiyet ile bütün hadislere şaibeli bakılmaktadır.
Toptan reddiyecilik ve kolaycılığa gidilmektedir.
Oysa bir kaç hadisteki zafiyet, dinin tümüne teşmil edilip, şüpheyle bakılamaz.
Aslında bütün problem anlamamak, anlayamamak, anlamak istememek ve hikmetini düşünmemek gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır.
Hadisler veya din kimsenin keyfine göre şekillenmez ve şekillendirilemez.
Aslında hadisleri inkar edenler bin dört yüz yıldır inşa edilen dinin binasını tahrip ve tahrif ederek, yerine kendi kafalarından dini ikame etmeye çalışmaktadırlar.
Bizi birleştirip bağlayan bağlar koparılmaya çalışılmaktadır.
Hele birde halkın bağlandığı ve incelen dini bağları koparmaktır.
Ne hazindir ki; kendisini hesaba çekemeyen, çocuğunu sorgulayamaz kimselerin çok rahat ve cesurane hadisleri ve dini sorgulamasıdır.
***************
Yeni modernistlerin Müslümanları genel değerlendirmede reddettikleri gerekçe, onların gelecekten günümüze gelenekçi olmaları, geleneği takip etmeleri, geleneğin dışına çıkmaması olmuştur.
Oysa o gelenek denilen yol, icma’ ve ittifak edilen ana yoldur.
Neden çıkıp da tali olan yola girsin ki?
Adeta önce anayolda ve umumi caddeden çık ve öğle değerlendir, der gibi bir tavra girilmektedir.
Oysa herkesin büyük bir alim olup, Kuranı bütün yönleriyle öğrenip yaşama imkanı olmayacağından; bu noktada istikametini muhafaza etmiş, ehli sünnetin vasatını muhafaza edip yolundan gitmiş olması, diğeri ise kafasına göre yol açıp, istikameti muhafaza edemeyen, hem sapmış hem de sapıtmış, velev alimde olsa ondan daha üstün, değerli, dengeli ve istikametlidir.
Hak-perest insan hakkı arar.
Hak benim, sadece benim gittiğim yoldur, demez.
Sahabe belki de Kuranın bir veya bir kaç ayeti kendi hakkında inmişte olabilir, buna rağmen dini ve dini meseleleri Kurandan birebir değil, Resulullah’tan almış ve öğrenmiştir.
Kuran bana yeter dememiştir.
Bu bütün asırlar için geçerli olup, vahyin birinci muhatabının Peygamberimiz olması sebebiyle, dini ondan alır ve ondan öğrenir ve de uygularız.
Buna ek olarak sahabe sonraki dönemlerde onu ölçü alanları da referans alır ve delil olarak gösteririz.
“Şunu iyi biliniz ki, bana Kur’an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘Size (Hz. Peygamberin sünneti / hadisleri değil) sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği (günler) yakındır…”
“Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaştığında -koltuğuna yaslanmış bir hâlde- ‘bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken)’ bulmayayım.”[4]
Bundandır ki, adam ben müfessir değilim diyor ancak bir çok müfessiri inkar edip reddediyor.
Onları kutsamayın diyor ancak kendisini ve kendi görüşlerini kutsuyor.
48 tane meal hiç biri doğru değil, benim ki doğru diyor.
Hepsi Kuranın yorumuna dayalı deyip kabul etmezken, kendisini Kuran yerine koyarak, kendi yorumunu ve anlayışını Kurandan sayıyor.
Gel sen buna ne diyeceksin?
Elbette bu sukuta karşı yapılacak olan en iyi cevap sükuttur.
***********
Hakikate giden veya hakikate gittiğini iddia edenlerin diğerlerini reddetmelerindeki sebeplerden birkaçı sudur;
O benim gittiğim yoldan gitmiyor.
Ben kestirmeden yürüyerek gidiyorum, o gitmiyor, gibi söylemler ve düşüncelerle;
Başkasının arabayla, bisikletle hatta uçakla farklı yollardan gittiğini görmeyip, düşünmeyecek o yolları inkara gidiyor.
Oysa Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri sayısıncadır.
Her yol Ona çıkar.
Yeter ki gitmeyi bilsin, yoldan ve raydan çıkmasın.
Yalnız hak benim yolum ve mesleğim demesin.
Mesleğinin en güzel olma iddiasında da bulunabilir, yeter ki başkasının iptal ve butlanına gitmesin.
Hasta asrın, hastalıklı, yaralı, özürlü insanlarıyız.
Önce toprakta ve topraktan.
Sonra gıdadan ve gıdalardan.
Sonra mideden ve vücuttan.
Sonra bel ve kaburga kemikleri arasından atılan sperm, meni ve bir damla sudan.
Sonra imtihanla insanların içinden.
Sonra mahşerdeki hesaptan.
En sonra da sırattan geçerek cennet ve cehennem olarak tezahür eden bir sona varıyor.
Bir yolcu olan insanın yolculuk serüveni böyle noktalanıyor.
Her şey aslına rücu ediyor.
Birçok elekten elendikten sonra.
Hamdım. Piştim. Yandım.
“Hayat, bu kâinatın tezgâh-ı âzamında öyle bir istihale makinesidir ki, mütemadiyen, her tarafta tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandırıyor. Ve zerrat kafilelerine güya hayatın yuvası olan her ceset, o zerrelere vazife görmek, nurlanmak, talimat yapmak için bir misafirhane, bir mektep, bir kışladır. Adeta Zât-ı Hayy ve Muhyî, bu makine-i hayat vasıtasıyla, bu karanlıklı ve fâni ve süflî olan âlem-i dünyayı lâtifleştiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi beka veriyor, bâki bir âleme gitmeye hazırlattırıyor.”[1]
“Evet, şu muntazam kâinat ve şu azametli, gâyet büyük fabrika, bütün mevcudâtiyle hummâlı bir faâliyet içinde mütemâdiyen çalışmasıyla beraber, kâinatın her tarafını ter temiz tutan, kirli ve bulaşık maddelerden, lüzumsuz olarak hiçbir tarafta hiçbir şey bulundurmayan, şu azametli seyyârâttan tut, tâ zerrâta kadar her mevcud, Kuddûs-ü Âzamdan gelen emirlere müheyyâ ve münkâd olarak gâyet faal ve gâyet hârika bir istihâle makinesi haline getirilmekle, şu azametli kâinat ve bütün unsurları baştan başa Cennetnümûn güzellikleriyle, kendilerini enzâr-ı âleme arz ediyorlar.”[2]
“kâinata serpilmiş katarat ve lemeat-ı hayatın dahi muhassalı bir hayat-ı umumiye var olmak gerektir. Hayat varsa ruh da vardır. Öteki gibi müntehâ-i ruh bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi, hayat-ı ezeliyenin tecellîsidir ki, lisan-ı tasavvufta “hayat-ı sâriye” tesmiye ederler.”[3]
Bir telefon ki çalışmıyor ne arıyor ve ne de aranıyor.
İnternete bağlanmıyor.
Veya bir bilgisayar ki, harf karakterleri bozuk, programlar çalışmıyor.
Problemleri arttırabilirsiniz.
İnsafla davranmak ve konuşmak gerek.
Böyle bir aleti ne yaparsınız?
Hemen atıp kıracağınızı söylersiniz, değil mi?
Peki kendisine ebedi bir cennet verilecek olan bir insan aynen o görevini yapmayan bozuk alet gibi, yaratılışının gayesini yerine getirmeyen, kullukta bulunmayan ve bir çok temel özellikleri bulunmayan insan içinde; bir şey olmaz, önemli değil, Allah affeder, korunmasına devam edilsin, cehennem çöplüğüne atılmasın ve birde ebedi bir cennetle ödüllendirilsin?
Reva mı?
Mantıklı ve adaletli mi?
Vicdan kabul etmeyecek hatta feryat edecektir.
“Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile âşinalık etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, fıtrat tevfiksizlikle bir cevab-ı red verecektir. Cereyan-ı umumî ise, muhalif harekette bulunanları adem-âbâd hiçahiçe atacaktır.”[1]
“Küfür, mânevi bir cehennemin çekirdeği olduğunu İkinci Sözde ve Sekizinci Sözde ve başka Sözlerde ispat edildiği gibi, maddî bir cehennem dahi onun meyvesidir. Cehenneme duhulüne sebep olduğu gibi, Cehennemin vücuduna dahi sebeptir. Zira küçük bir hâkim, küçük bir izzet, küçük bir gayret, küçük bir celâli bulunsa; bir edepsiz ona dese, “Beni tedip etmezsin ve edemezsin”; herhalde, o yerde hapishane yoksa da, onun için bir hapishane icad edecek, onu içine atacaktır. Halbuki, kâfir, Cehennemi inkârla, nihayetsiz gayret ve izzet ve celâl sahibi ve gayet büyük bir zatı tekzip ve tâciz ediyor, yalancılıkla ve aczle itham ediyor, izzetine şiddetle dokunuyor, celâline serkeşâne ilişiyor. Elbette, farz-ı muhal olarak, Cehennemin hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa, o derece tekzip ve tâcizi tazammun eden küfür için Cehennemi halk edecek, o kâfiri içine atacaktır.”[2]
Adamlar yakalanıyor.
Çok güzel.
Fakat trilyon ve katrilyonları dolandırdıktan sonra.
Bu nasıl rahatlık.
İlaç sektöründe trilyon, katrilyon.
Gıda, araç alım satım, ev alım, satım ve kirada çok rahat keyfi uygulamalar.
Sorumsuzca, ahlaksızca bu meydanlarda ve içimizde kolay hareket edilip, isteyen bu kadar kolay dolandırıp, haksız kazanç yapabiliyorsa, ya çivilerde ya da çiviyi çakanlarda, buna müsaade edenlerde ve de çivilerin gevşekliği ve çıkmışlığı var.
Cezalar caydırmayıp, teşvik edip önünü mu açıyor?
Bilinen bir çok uygulamadan biri olarak, kış girince adam kışı sıcak bir ortamda geçirmek için, kışlık suç işliyor.
Ben ta 1987 yılında hapishaneye ders vermeye gittiğimde, ilk hafta bir daha hırsızlık yapmayacaklarına dair söz veren 4 hırsız, bir hafta sonra çıkınca soyacakları marketin planını yapmakta oldukları ortaya çıktıydı.
Yıllar sonra haberlerde 40 yaşında birinin 37 dosyasının haberi verilmişti.
Aman Allahım! Bunlar doğar doğmaz mı hırsızlığa başlıyorlar?
Cezalar masumları ve mazlumları korumaya yönelik olmalıdır.
Olmuyorsa aksi takdirde o zulme ortak olunmuş olur.
-Bir kıssa:
Herkes çaldığını getirsin.
Rivayete göre Şam valisi Esat Paşa sıfırı tüketir ve hazine boşalır. Büyük sıkıntıya düşer.
Danışmanları çare olarak Şam’daki dokumacılara fazladan vergi koymasını tavsiye eder. Bu tavsiye üzerine Esat Paşa danışmanlarına Böyle bir vergi koyarsak ne kadar gelir elde ederiz? der
“Elli veya atmış kese altın elde ederiz” derler. Bunun üzerine Esat Paşa “Bu insanlar zaten zar zor ayakta duruyor. Bu vergiyi nasıl ödeyecekler?” diye sorar. “Evlerindeki altınları ve mücevherleri satarlar Paşam” diye cevap verirler.
Esat Paşa “Ben bu meblağı daha güzel bir yöntemle elde etsem nasıl olur?” diye sorar. Danışmanları sessizliğe bürünür. Ertesi gün Paşa müftüye bir davet göndererek gece gizlice buluşalım der. Müftü gece paşanın yanına gelir.
Paşa “Müftü Efendi! Bize ulaşan bilgilere göre özel hayatında şeriata aykırı davranıyor ve evinde gizlice içki içiyormuşsun. Bu durumu İstanbul’a bildirmem gerek. Ancak önceden seni haberdar edeyim dedim” der.
Bunu duyan müftü efendi paşaya yalvarmaya başlar.
İstanbul’a haber vermemesi için paşaya 1000 mecidiye vermeyi teklif eder. Paşa kabul etmez. Müftü iki katını teklif eder. Paşa yine kabul etmez. Sonunda 6 bin mecidiyede anlaşırlar. Sonraki gün Esat Paşa Kadı efendiyi davet eder.
“Kadı Efendi! Rüşvet aldığın ve makamını şahsi menfaatin için kullandığına dair güvenilir kaynaklardan elimize bilgi ulaştı” der.
Bu sefer Kadı Efendi paşaya yalvarmaya başlar. “Aman efendim beni görevimden almayın, insanlara rezil olurum” diyerek müftü efendi gibi Esat Paşa ile pazarlığa başlar. Kadı ile de 6 bin mecidiyede anlaşırlar. Sonra sırasıyla defterdar, karakol komutanı, esnaf ağası ve büyük zenginleri tek tek davet eder. Bu operasyonun sonunda Esat Paşa tam 200 kese mecidiye altını toplar.
Arkasından danışmanlarını çağırır “Şam halkına vergi koyduğumu falan duydunuz mu?” diye sorar. “Hayır paşam duymadık” derler. “Bakın hiçbir vergi koymamama rağmen 50 yerine 200 kese mecidiye altını topladım” der.
“Bunu nasıl yaptınız Paşam?”
diye sorduklarında “Kuzuların derilerini yüzmektense koçların yünlerini kırkmak daha iyidir” der.
Bu zamanda en büyük problem harici ve hariçten değil, dahili ve dahilden gelmektedir.
İster vatanın tehlikede olması olsun, isterse de dinin korunması ve anlaşılıp anlatılması olsun en büyük tehlike içten gelen tehlikedir.
Vatanın 15 Temmuz’da içten bombalama ile tehlikeye girmesi gibi…
“15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen terör örgütü FETÖ’nün hain darbe girişiminin 7. yılında, eski Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, tarihi geceyi ilk kez anlattı. Akar, “Biz tepki gösterince emir subayım silah doğrulttu. Büyük bir hiddetle ‘sık ulan şerefsiz’ diye bağırdım. Ellerine sert bir şeyle bayıltmaya çalıştılar, ona tepki gösterdik. Bizi alıp helikoptere bindirdiler, nereye götürdüklerini söylemediler. Daha sonra ben oranın Akıncı Üssü olduğunu öğrendim. Helikopterde sağa sola tekme attık. Orada gelip ‘Biz darbe yapıyoruz, ülkeyi kurtaracağız. İsterseniz sizi hocamızla görüştürebiliriz’ dediler, reddettik.” dedi.”[2]
-Hala mankurtlaşan, içindeki bulanıklık sebebiyle gelgit yaşayanlar var.
İster cehalet deyin ister ahmaklık.
İster menfaat deyin, ister ihanet.
Hala büyük çapta ders alınmamış ve bunu geleceğe taşıyacak tehlikeli bir güruh mevcut.
– “Toplanan kurban paralarının neden hepsiyle kurban kesilmediğini sorduğumda Bedirhan abi ‘Kurban vaciptir fakat cihat farzdır. Biz şu an cihattayız büyük bir zorluk içerisindeyiz.’ dedi.”
….Yurt dışında kesilmesi için verilen kurban paraları ise 2018’den beri yurtdışına gönderilmez kurban da kesilmez. Bedirhan Abi sohbette ‘Kardeşlerden toplanan kurbanlar Hoca efendinin inayetinde alınmış ve kabul edilmiştir. Kardeşlerin kurbanları kesilmiş hükmündedir. İbrahim peygamberin kurbanı gibi büyük sevap verilmiştir. Kardeşlerin niyetleri halis ve kabuldür.’ diyerek toplanan paraların hizmetin ihtiyaçları için kullanılmasına cevaz verilmiştir hükmünü uygulamaktadır.”[3]
-Haşhaşilerden pek farklı bir uygulama yok.
Sistem aynı.
Meşru hedefe varmak için her gayri meşru yol mübahtır.
Mankurtlaşanlar.
Mutlak itaat.
Körleşen duygular.
Sihir- meshur (sihirlenmiş).
Hasan Sabbahın vadedilen cennetleri.
Uyuşmuş duygular.
Devam eden uyuşturucu etkisi.
Kıtmirleşen hayatlar.
Kainat imamı ve kainatın imamının cemaatleri.
Para, makam, Madde, uyuşturucu, fuhuş ve terör girdabı.
– “Bunlar başka bir kişiliğe bürünüyorlar, mankurtlaşıyorlar. Genelkurmay karargahında bir amiral vardı. Onun daire başkanı ile konuşurken çok naif, bu nasıl asker olmuş, çok kibar, bundan asker olur mu diye şakalaştım. Darbe gecesi Genelkurmay karargahına giren halktan genç bir çocuğu kafasından vuruyor, kanlar akıyor, ayağıyla tekmeliyor bu aynı kişi, amiral. Bir ekibi Akıncı’ya, bir ekibi Genelkurmay’a yolladım. Çok uğraş verdik. Bir kısmı teslim oldu, bir kısmı kaçtı. Genelkurmay’da kamera kayıtlarına el koydum. Çoğunu imha etmişler. Dış kameraları unutmuşlar. Onları aldım. Bir aylık zamanımız geçti. Kamera kayıtlarına baktığımızda 17 Temmuz’da darbede silahıyla etkin rol oynayan subayların pazartesi günü üniformalarını giymiş, traşlarını olmuş, hiçbir şey olmamış gibi mesaiye geldiğini gördüm.
Bazı kamera kayıtlarında aktif rol oynayanları, Genelkurmay karargahı ve Özel kuvvetlerde. Bunlarla mülakat yaptım. Yanıma da en az 2 personel alarak. Ondan sonra savcı, polis geldi. Kamera kayıtlarında çok aktif, saldırgan olanlar diyor ki, ‘Yine olsun yine yaparım’ diyordu. Zihin yapısı bu…”( Zekai Aksakal)[4]
*************
“Kerameti Batı Cephesinde arayanların önde gelen ismi ve CIA iltisaklı FETÖ’cü Enver Altaylı’nın kadim dostu Taha Akyol ne diyordu:
“Üst Akıl, Dış Güçler ve Paralel Yapı gibi laflar komplo teorisidir!”[5]
-Bu milletin darbelerle, entrikalarla ağzı çok yandı.
Haklı olarak ayranı üfleyerek içmektedir.
Bu memlekette onca badireler anlatılmıştır olsa da tehlike hala geçmiş değil.
Oyun devam etmektedir.
– “ABD merkezli Chrest Vakfı tarafından fonlanan muhalif gazeteci Ruşen Çakır, CHP’den para aldığını itiraf etti:
CHP’nin reklam bütçesinden, 360 milyonda birini demeyeyim ama bayağı azını aldık.”[6]
-Bazı yazarlar günah çıkarıyor.
Bu iş bir basiret meselesidir.
Günaydın.
Yüz yıllık bir partiyi, onun on defa yenilen başkanını hala tanımamış ve de tanıyamamışsan yazdığın yazılara maske tak. Gazeteciyim deme. Siyaset sahnesinden çekil, temiz alanlarda yaz.[7]
-Kaybeden nesiliz.
Daha açık ifadeyle, kaybettirilen nesilleriz
************
Türkiye’de 1970 yılından beri alevi-Sünni Savaşı’nın oluşturulmaya çalışılması için her türlü alt yapının ve üst yapının meydanda çalıştığına dikkat çekmiş, tehlikenin boyutlarının gittikçe büyütüldüğünü ifade etmiştim. Fitne ateşinin yakılmaya çalışıldığına dikkat çekmiştik.
Tıpkı Suriye’deki gibi. Hatta Suriye’dekinden daha da etkili olan bir durumun meydana getirilmeye çalışıldığını hatırlatmıştım.
Zira Suriye’de Eset %8 i oluştururken %92’e hâkim oldu. Ordu gibi devletin belli kademelerini eline geçirdi.
Bugün aynı durum bir partinin adı altında toplanmaktadır.
-Aynı şekilde aynı zihniyet altında bu memlekete komünizm getirilmeye çalışıldı.
Buna bugün ikinci bir şah İsmail yönetimi gelirse yine aynı zihniyet eliyle gelecektir.[9]
-FETÖ firarisi Aytaç, Gülen’in, 2015’te Pensilvanya’daki örgüt kampına yerleşen Mehmet Değerli isimli örgüt üyesince “kandırıldığının ve darbeye ikna edildiğinin bizzat Osman Şimşek tarafından dile getirilmesinin” örgüte zarar vereceği değerlendirmesi yaptı.[10]
-Türkiye’nin yüz yıllık kavgalarının temelinde kimliklerdeki mensubiyet var.
Problemimizin büyüğü Fransızlarla değil, içimizdeki Fransızlarladır.
Problemimiz İngiltere ile değil, içimizdeki İngiliz muhipleriyledir.
Problemimiz İsrail’den önce, içimizdeki İsrail kan uyumu içerisinde olanlarladır.
-Evet tehlike dışta değil, içte ve içeridedir.
Buda karı koca güya öğretmen.
PKK’nın bitmeme nedenleri anlaşılıyor değil mi?
Bir yandan maddi destek, diğer yandan manevi şakşakçılar…[11]
Bu dünyaya gelen her bir ruh, beden hapishanesinde terbiye görür, ceset okulunda eğitimini yaparak tekrar geldiği ulvi alemlere uruç edip, tekâmül etmiş olarak yükselir.
Dünya ruhun tüm duygularla beraber talim yeridir.
Ancak bazı ruhlar vardır ki; kilitlidir.
Kapsam alanı dışındadır.
Aradığınız numaraya ulaşılamamaktadır.
Kasası var ancak virüslü olduğundan ve güncellenmediğinden dolayı hakikatlere kapalıdır.
Işık almaz. Karanlıktadır.
“Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde (haktan) nasıl dönersiniz!”[1]
**********
İki asırdır ateist ve materyalist olan Marx tarafından ortaya atılan; Din afyondur, sözüyle din devreden çıkarılmış ve iki asırdır dünyaya ateizm ve materyalizm şırıngasıyla uyutucu ve uyuşturucu Afyon aşısı yapılmıştır.
Önce din devreden çıkarılmış, dinsizlik ve materyalizm din olarak toplumlara sunulmuştur.
Bugün dünyada ve İslam dünyasında sekülerizm yani dünyevileşme tüm değerleri alt üst ederek hücum etmektedir.
Bütün bunlar dinin yaftalanarak, toplumlara zehirli balın içirilmesiyle olmuştur.
Dünya hala bunun şokunda, üzerinden atamamış, dinle barışık bir hal almamıştır.
Dünya dinden kopmanın ve uzaklaşmanın buhranını yaşıyor.
1917 Rusya’daki aldığı komünizm yarasını da kapatmış değil.
Bu Asır yaralı ve hasta bir asırdır.
İnsanlık devamını ve ilacını başka yerlerde alıyor.
Çünkü dini ve inancı da yara aldı.
Bizde geçmişle bağlantılarımızı sağlayan köprüleri kaldırıp atan inkılap ve uygulamalar, batının materyalist yaklaşımlarıyla dinden uzaklaşması, insanlığı hem kendinden ve hem de değerlerinden uzaklaştırmış oldu.
İnsanlığın tekrar kurtuluşu ancak ve ancak dindedir ve din iledir.
Aslıyla bağını kurmaktan geçer.
Zira din hayatın hayatı, hem nuru hem esasıdır.
************
En büyük kilitli ve kapalı ruhlar ise; Kuranın anlattığı ve Kuranda bahsedilen Nemrut, Buht-un Nasır, Fir’avn, Ebu Leheb ve zamanımıza kadar gelen hakikate kapalı nasipsizler gibi.
İşte onlardan Fir’avn;
Firavun, karısı Asiye’nin (r.a) Müslüman olduğunu duyunca, bir kasap çağırtıp emir verir:
-Haydi koyunu nasıl yüzüyorsan onun derisini de öyle yüz.
Kasap da firavunun emrini yerine getirir.
Melekler feryat edip sordular:
-Yâ Rabbi! Nasıl olur da sana îmân eden bu kadın, zalim Firavun’un o dayanılmaz işkencesine maruz kalıyor?
Allah Teâlâ buyurdu ki:
-O gerçekten bize kavuşmak istemiştir.
Nihayet Asiye (r.a) can vermeye başladı.
Tam o anda dudakları kımıldıyordu.
Allah her şeyi bildiği hâlde sırf Cebrâîl aleyhisselâmı da haberdar etmek için buyurdu ki:
-Onu dinle bakalım ne söylüyor?
Cebrâîl aleyhisselâm dinledi ve arzetti ki:
-Yâ Rabbi o senden sadece bir ev istiyor.
Melekler şaşırdılar ve aralarında şöyle konuştular:
“Zavallı pek ağır işkence gördü.Lâkin çok basit bir şey istedi.”
Allah Teâlâ Cebrâil aleyhisselâma tekrar emir verdi:
-Sor bakalım, bu evi nerede ve kimin yanında istiyor?
Cebrâîl aleyhisselâm sorup arzetti ki:
-Âsiye şu niyazda bulunuyor:
“Rabbim benim için Cennette seni sık sık görebileceğim bir ev yap!”
Melekler bunu duyunca şöyle konuştular:
-Bu gerçekten büyük bir dilektir. Çünkü o, Rabbinden muhabbet ülkesinin arsasında bir ev arzulamıştır.
Öte yandan Cenâb-ı Hak şöyle buyurdular:
-O istemeden önce ben ona evini hazırlamışım.Asiye can verirken de ona en ufak bir acı çektirmedim.
Çünkü o hâlde dahi “Allah! Allah!” diyordu.
Bu millet bugünlere geldiyse, vatanı ve vatan sevgisi sayesinde olmuştur.
VATAN sadece toprağı değil; altında yatan nice muhteremler ve üstünde gezip var olan nice mukaddesleri içerisinde barındırmaktadır.
Vatan, en önemlisi gelecektir, geleceğimizdir.
Örnek olarak, Suriyelilerin geleceklerini bitiren, vatanlarının olmayışı ve kaybıdır.
Vatan olmayınca ne olacak, ne yapılacak ve ne korunacaktır?
Her şeyi koruyan Vatan korunması olmazsa, korunması gerekenlerde korunamaz.
Vatanın kaybına sebep olmak ancak vatansızlık, Vatan sevginin olmaması ve köksüzlüktür.
Vatana ihanet edenlerde ancak ve ancak köksüz insanlardır.
Vatanın kaybı, kaybedecek bir şeyi olmayan değersiz biri için kolay bir kayıptır.
Vatan, ruhu taşıyan ceset gibidir.
Beden gidince, ruhta göçüp kayboluyor.
Vatan manayı taşıyan bir lafız, ruhu taşıyan bir cesettir.
Cennetten atılan bizler için bir kucak.
Cennetten gelenlere bir sığınaktır.
Asli vatandan gelip, yine tekrar asli vatana dönmek için arada bir köprü ve bir handır.
Geçici bir yar ve yarandır.
Bizden bir parça, bizim bedenimiz odur ve ondandır.
Ruhun evidir.
************
15 Temmuz bir kırılma noktasıdır.
Yeni bir devrin ve dönemin başlangıcıdır. Münafıkların nifak hareketinin sonu ve sonuncusudur. Yüz sene sonrada olsa bu milletin asaletini bir kere daha isbatıdır. Tehlike geçti mi? Elbette hayır. Hala muhipleri, taraftarları, menfaat bekleyen ve uyuşmuşluğu sürenler var. Onların aileleri, çevreleri ve yakınları var. Dostun ve yakının hatırını, Hakkın hatırının önünde tutan var. En yakın tarihi 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimleri oldu. Koltuk uğruna vaatlerde bulunuldu. Neredeyse yüzdelik olarak yarıyı buldu.[1] Şahsi menfaatler, vatanın istiklal ve istikbalinin önüne geçildi. Bu sefer bu seçimle denendi ve tedbir alınmazsa denenmeye de devam edecektir. Münafık yapıdan takiye ve sinsi yapıyla sürdürülmektedir. Askeri darbenin yerini siyasi darbeler almış durumdadır. Partileri ele geçirme, kaset operasyonuyla şahısları devre dışı bırakarak, her gayri meşru yol meşrulaştırılarak sürdürülmektedir. Her ne kadar 15 Temmuzda bir ders verilmiş olsa da, mesele ondan ders çıkaracak karakter ve kapasiteye sahip olmaktır. Nitekim Çanakkale’nin öncesinden bugüne, batıya ve Haçlı güruhuna onca ders verilmişken hala pek ders alınmış görünmemektedir. Rehavete gerek yok. Çünkü 17-25 aralık 2013’de bir öğretmen ve bir esnaf yapılan beddua üzerine ayrı zamanlarda bana;
-Hocam, bu durumun sonu ne olacak, dediğinde şunu demiştim;
Eğer yarın öbürkü gün Güle elinize silah verip bu milletle ve cemaatlerle karşı karşıya getirirse şaşırmayın.
Öğretmen ses çıkarmamış, esnaf ise; olur mu yav, demişti.
Öğretmen 4 sene açığa alınıp geri dönü, esnaf ise darbeden bir ay kadar evvel dükkanını devredip Almanya’ya kaçmıştı.
Öğretmenin durumunu takip edip, yakınıma sordurduğumda o kişinin;
Hem Gülene hem de Erdoğan’a beddua ettiğini söyledi.
Bende kendisine hala Güleni tanımadığını söyleyip, dürüst olmadığını hatırlattım.
************
Ayıpları geçici olarak iki şey örter;
Toprak ve maske.
ABD’lilere; hainlere ne yapıyorsunuz diye sorduklarında cevaben;
Bizden olursa öldürüyoruz.
Başkalarından olursa besliyoruz.
Hatta bazen başka devletlerin hainlerini besleyip kullananlar, işleri bitince kullandıkları o aparatı ve aleti de imha etmektedirler.
Zira kendi milletine ve vatanına ihanet eden, her kesede çok rahat ihanette bulunur.
15 Temmuz İşgal girişimi tam bir ihanettir.
Cezası ise idam edilip, toprağa gömmektir.
Belki dünya cihetiyle toprak bir nebze onun üstünü örtmüş olur.
Hayatta kalıp da tövbe etmeyen ise, her gün utanç verici, ölmek gibi olan acıyı bir nebze hafifletmek için ya maske taksın veya yüzünü değiştirsin.
-Farzı muhal olarak, işin vahametini dile getirmek amacıyla şöyle bir kıyas yapacağım;
15 Temmuz işgalinin emrini vermek için değil kainat imamlığının verilmesi, kainatın kendisinin verilmesi karşılığında dahi kabul edilemez.
Bu vahşet ve dehşet işgal vebalinin üzerinden 7 okyanus dahi aksa ve tüm sabun fabrikaları çalışsa bu kir ve lekeyi temizleyemez.
Hain iflah olmaz.[2]
–Neredeyse 50 yıldır şehitliği anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.
Ancak 15 Temmuz’un verdiği ve anlattığı o külli mana, değil yıllara hatta asırlara anlatacak manaları ihtiva edip taşımaktadır.
Tıpkı Çanakkale, İstanbul’un Fethi ve Malazgirt Savaşı gibi.
Anlayıp anlatma ile, yaşayıp yaşatma arasındaki o derin fark ve mana kendisini göstermektedir.
Şehitlerimizin ruhu şad olsun. Gazilerimiz sağlıklı uzun ömürler olsun.
FEVZİ ÇAKMAK VE KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ’NİN BÜYÜK SIRRI
FETÖ’nün Beyaz Türkler yani Sabetay tarafından kurulup işletildiğini yazdığım yazı, çok büyük ilgi gördü.
Meseleyi delilleriyle ortaya koyunca, kimsenin diyecek kelamı kalmadı.
Yazım üzerine AK Parti’nin önemli isimleri de aradı. Meslektaşlardan da arayanlar oldu.
Böylece FETÖ’nün ne olduğuna yönelik fotoğraf net olarak ortaya çıktı.
Yazıklar olsun o tabandaki FETÖ’cülere ki hala bu adama peygamber gibi inanıyorlar.
Ne yapalım.
Herkes kendi yolunu seçen, o seçtiği yol nereye götürürse oraya gider.
Bazı arkadaşlar FETÖ’nün Sabetaycılar tarafından kurulmasına çok şaşırmış.
Oysa şaşıracak bir şey yok.
FETÖ Sabetaycıların kurduğu ilk cemaat değil, muhtemelen son da olmayacak.
Bugün size FETÖ’den önceki Sabetay cemaatini anlatacağım.
Şeyh Küçük Hüseyin Efendi denilince; yenilerin aklına Üzeyir Garih eskilerin de aklına Fevzi çakmak gelir.
Musevi İşadamı Üzeyir Garih, Şeyh Küçük Hüseyin Efendi Türbesi’nde bıçaklanarak öldürüldüğünde hepimiz şok olduk.
Musevi bir işadamının bir İslami cemaatin şeyhinin türbesinde ne işi vardı?
O şeyhin ayakucunda da Atatürk’ün en önemli adamlarından Fevzi Çakmak’ta vardı.
Küçük Hüseyin, Fevzi Çakmak ve Üzeyir Garih.
Fevzi Çakmak’ın baba tarafından dedesi Hacı Derviş Hüseyin ve anne tarafından dedesi Hoca Bekir Efendi Limni Adasında yaşıyordu.‘HACI-HOCA’ya dikkat ettiniz sanırım.
1876’da doğan Fevzi Çakmak; Atatürk’ten sonraki ikinci ve son mareşaliydi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Millî Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet dönemindeki ilk genelkurmay başkanıdır.
Fevzi Çakmak Atatürk’ün A takımı içerisinde en İslamcı kişi olarak tanındı ve muhafazakâr çevreler tarafından sevilip sayıldı.
1950 yılında öldü. Fevzi Çakmak öldüğünde gazeteler yas için siyah başlıklarla çıktı.
TRT radyosu ise yas yerine müzik yayını yaptı.
Halk, bilhassa Irak ve Suriye radyoları matem marşları çalarak, acılarını paylaştıkları halde Türk radyosunun ilgisiz kalmasına kızıyordu.
Çakmak’ı seven muhafazakâr ve milletçi gençler olay çıkardı. Radyoevinin önünde gençlerle polis arasında çatışmalar oldu. Taksim Gazinosu ve birçok sinemaların camları kırıldı. Şehir Tiyatrosu zorla kapatıldı.
Olaylar cenaze merasimi sırasında da sürdü. Yüzlerce kişi tutuklandı.
Fevzi Çakmak’ın cenazesi Eyüp Sultan Mezarlığı’nda Küçük Hüseyin Efendi dergâhı türbesine defnedildi.
Hükümet cenazeni Anıtkabir’de devlet mezarlığı açılınca oraya nakledilmek istedi ancak ailesi buna razı olmadı.
Fevzi Çakmak, cenazesinin Şeyhi Küçük Hüseyin’in ayak uçuna defnedilmesini vasiyet etmişti. Yine anlaşıldı ki Fevzi Çakmak Küçük Hüseyin’in müritlerinden birisiydi.
İrili ufaklı bütün cemaatlerin doğrandığı, tekkelerin kapatıldığı ve şeyhlerin asıldığı bir dönemde, Küçük Hüseyin ve cemaati nasıl ayakta kaldı?
Atatürk’tün en yakın ismi Genelkurmay Başkanı Çakmak, bu şeyhe nasıl mürit oldu ve görevine nasıl devam edebildi?
Sorular, sorular, sorular.
PEKİ, BU KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ KİM?
Küçük Hüseyin Efendi 1828 yılında Ankara’da doğdu ve 1930 yılında, 102 yaşında öldü.
120 santimetre boyunda, zayıf cüsseliydi. Sol yanağında beni vardı. Sakalı seyrek, siyah beyaz karışımıydı. Elleri, ayakları da ufaktı.
Hiç hacca gitmemesi şüphe oluşturunca, bir başkasını kendi yerine bedel olarak hacca gönderdi.
Küçük Hüseyin Efendi’nin arkadaşları; 1859’da Sultan Abdülmecid hana suikast girişimde bulunan 41 kişinin arasında yer aldı. Çoğu yakalanıp Kıbrıs ve midilli adasına sürgün edildiler. Bir tek Küçük Hüseyin bu işten sıyrıldı.
Küçük Hüseyin Efendi Yahudilerle çok içli dışlı idi.
Yahudi, Hıristiyan veya başka kimseleri tenkitte bulunmayın. Onları kötülemeyin derdi. (Fetullah Gülen gibi)
Dişlerinden rahatsız olan Hüseyin Efendi, kendisine bir Musevi diş hekimi bulunmasını istedi. Müritleri, Yahudi olan Ezra Garih’e götürdü.
Ezra Garih, Küçük Hüseyin’in türbesinde öldürülen Üzeyir Garih ’in babasıydı.
Ezra Garih daha sonra Küçük Hüseyin’e mürit oldu. Üzeyir Garih bu yüzden babasının şeyhi olan Küçük Hüseyin’in türbesini düzenli olarak ziyaret ederdi ve bakımını yaptırırdı.
Anlayacağınız; Küçük Hüseyin Efendi de Beyaz Türklerden yani ‘SABETAY’dı.
Hepinizin anladığı gibi Fevzi Çakmak’ta bir Sabetaydı. O yüzden başına bir şey gelmedi.
Fevzi Çakmak öldükten sonra eşi Caddebostan’daki sarayı andıran malikânelerini Yahudilere verdi. O malikâne daha sonra Sinagog yapıldı.
Caddebostan’da bulunan Bet-El Sinagogu, Fevzi Çakmak’ın sarayı idi.
Küçük Hüseyin Efendi’nin müritlerinin tamamına yakını Mason ve Sabetay isimlerden oluşuyordu.
Aralarında dönemin en ünlü isimleri vardı.
Eski Başbakan, Atatürk’ün en yakını olan Hüseyin Rauf Orbay,
Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver,
Eski Washington Büyükelçisi Münir Ertegün,
Eski Adalet ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk,
Sağlık eski Bakanı Prof. Dr. Nihat Reşat Belger,
Eski Atina Büyükelçisi Enis Akaygen,
Eski Müzeler Müdürü Prof. Dr. Burhan Toprak.
İlk Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Kurtcebe Noyan
Atatürk’ün doktoru Prof. Dr. Mim Kemal Öke.
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun
Eski Başbakan Suat Hayri Ürgüplü
Şeyhülislam Hayri Efendi
Prof. Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci’nin babası)
İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın babası Mehmet Emin Paşa,
Koç holding den Can Kıraç’ın eşi İnci Kıraç Küçük Hüseyin Efendi’nin torunudur.
(Sevgi Koç) sonradan (Gönül soyadı) Küçük Hüseyin Efendi’nin torunlarından Sabiha Hanım’ın akrabasıdır. (Medyamit)
Mason ve Sabetayistlerin bolca olduğu bir liste uzar gider…
Arusiler’in ve Mason-Yahudi güdümlü İttihat ve Terakkinin Şeyhi olan Küçük Hüseyin Efendi’nin ilk hocası Feyzullah Efendi sürgün edilmiş bir darbecidir.
Sonraki şeyhi ise Şeyh Cevdet Efendi’dir ve Şeyh Cevdet Efendi Selanik asıllı Sabataist bir YAHUDİ DÖNMESİDİR.
(Kaynak: HÜSEYİN VASSAF: SEFİNE-İ EVLİYA:2.CİLT SHF.334 de bakabilir.)
Üzeyir Garih Küçük Hüseyin Efendi’nin türbesinde öldürüldüğünde; Bazı saf yazarlar Garih ‘in gizli Müslüman olduğunu iddia etti.
Gerçek şu ki; Küçük Hüseyin ve Fevzi Çakmak Sabetaydı ve Garih de bir Yahudi idi.
Dolayısıyla olağan dışı bir durum yoktu.
Zaten Eyüp Sultan mezarlığında Küçük Hüseyin Efendi’nin türbesine gidenler, tuhaflığı anında fark ediyor.
Türbe tam olarak kıbleye bakmıyor.
Türbe İsrail yıldızı (Davut yıldızı) gibi 6 köşeli.
Küçük Hüseyin Efendi sözde çok büyük bir İslam âlimi ve şeyh olmasına rağmen türbesinde tek kelime Arapça bir yazı bulunmuyor.
Türbenin herhangi bir yerinde; Ayet ve Besmele yok.
Mezarda Türkçe yazılmış ismi var ve yine her Müslüman mezarında bulunan ‘Ruhuna Fatiha’ ibaresi de bulunmuyor. Bırakın Arapçası, Türkçesi de yok.
Kısaca Müslüman mezarlığında bir yabancı.
Sabetaycılar kendi din adamlarını İslami tarikatlar içinde yetiştirdiler.
Adam hahamdır, ama dışarıdan baktığınız zaman Melamilik, Mevlevilik ve Bektaşilik tarikatları içinde yetişmiş din adamı gibi görünür.
Bir örnek olarak, Selanik’teki Şemsi Efendi Okulu’nun kurucusu hahamdı.
Haham olduğu cemaat içinde belgelenmiştir.
Şemsi Efendi deyince aklıma bir şey geldi.
Soner Yalçın Sabetayları anlatan ‘EFENDİ’ bir kitap yazmıştı.
O kitabında uzun uzun bütün Sabetaycıların isimlerinin sonuna ‘Efendi’ unvanı aldıklarını yazmıştı.
Malum şahıs için de biliyorsunuz ‘Hocaefendi’ diyorlar. Buradaki ‘Efendi’ de sanırım Sabetay olduğunun şifresi.
Buraya nereden geldik?
Beyaz Türklerin FETÖ’yü nasıl kurduklarını anlatmıştık.
FETÖ Sabetayların ilk kurup işlettikleri cemaat değildi.
Birisi de Küçük Hüseyin’in cemaati idi.
Küçük Hüseyin’in ömrünün yetmediği işi Fetullah Gülen devraldı.
Gülen hala gözü açılmayan FETÖ’cüleri büyük bir hızla Cehenneme götürüyor.
Ölüm uykusuna giren FETÖ’cüler ise cennete gittiklerini sanıyor.
Ne büyük bir gaflet, ne büyük bir dalalet ne büyük bir felaket ve ne çirkin bir akıbet.
Kazım Karabekir bir kitabında;
Erzurum’da yakaladığımız Müslüman olmuş Rus casusunu temize çıkarmak için bir mahalle halkının karargâhıma geldiği zaman hâllerine bakıp da hatıratıma şunu kaydetmiştim:
Ey Türk oğlu! Sen pek sâfsın, seni herkes aldattı!
15 Temmuz 2016 darbe girişimi ile ilgili MİT’in elindeki bilgi ve belgeler
MİT’in 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ile ilgili elindeki bilgi ve belgelere dair bazı kaynaklar bulunmaktadır. İşte bu konuda bilgi sağlayabilecek kaynaklar:
15 Temmuz Darbe Girişimi – Vikipedi: Bu kaynakta, darbe girişiminin nasıl gerçekleştiği ve MİT’in haberdar olma süreci hakkında bilgiler bulunmaktadır.
TBMM Darbe Komisyonu 15 Temmuz raporu: Bu kaynakta, MİT’in ve Genelkurmay Başkanlığı’nın 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili raporlarına ulaşabilirsiniz.
15 Temmuz Meclis raporu: 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu Başkanı Reşat Petek’in açıkladığı raporda, MİT’in darbe girişimiyle ilgili bilgileri yer almaktadır.
İşte Fethullah Gülen‘in masonlukla ilgili bilgi ve belgelere dair bazı kaynaklar:
Yeni Şafak gazetesinin ulaştığı tarihi belgelere göre, Gülen‘in daha gençlik yıllarında Masonluk yemini ettiği ve üstün hizmetlerinden dolayı taltif madalyası aldığı iddia ediliyor.
Fethullah Gülen ile ilgili gün yüzüne çıkmamış belgeler ortaya çıkmaya devam ediyor. 1969 yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’na kayıtlı olduğu belirtiliyor.
Bir raporda, Gülen‘in Masonlarla ilişkilerini anlatan korkunç iddialar bulunuyor. Bu rapor, Gülen‘in Mason belgelerini teyit ediyor.
Yeni Şafak gazetesinin ulaştığı belgelere göre, Mason Mahfili’nden 1972 ile 1976 yılları arasında Fethullah Gülen‘e yapılan toplantı davetleri de bulunuyor.
Bu kaynaklar Fethullah Gülen‘in masonlukla ilgili olduğunu iddia eden bilgileri içermektedir. Ancak, bu bilgilerin doğruluğunu teyit etmek veya daha fazla ayrıntıya ulaşmak için kaynakları incelemeniz önemlidir.
Kız ve erkek okullarının ayrı olmasının sağlıklı yönleri ve faydaları
ChatGPT Kız ve erkek okullarının ayrı olmasının sağlıklı yönleri ve faydaları hakkında çeşitli görüşler bulunmaktadır. İşte kız ve erkek okullarının ayrı olmasının bazı olası faydaları:
Dikkat dağıtıcı unsurların azalması: Kız ve erkeklerin ayrı okullarda eğitim görmesi, sınıflarda dikkat dağıtıcı unsurların azalmasına yardımcı olabilir. Cinsiyetler arasında var olan etkileşimler ve rekabet ortamı, öğrencilerin odaklanmasını engelleyebilir. Ayrı okullar, öğrencilere daha iyi bir çalışma ortamı sunarak öğrenme sürecini iyileştirebilir.
Cinsiyete özgü öğrenme stillerine uygunluk: Kızlar ve erkekler arasında genellikle farklı öğrenme stilleri bulunur. Bazı araştırmalar, kızların dil becerilerinde daha güçlü olabileceğini, erkeklerin ise matematik ve fen bilimlerinde daha yetenekli olduğunu göstermektedir. Ayrı okullar, öğrencilerin öğrenme stillerine ve ilgi alanlarına daha iyi uyan eğitim yaklaşımlarını benimseyebilir.
Cinsiyete özgü pedagoji: Kız ve erkeklerin farklı ihtiyaçları olduğu düşünülerek, ayrı okullar bu ihtiyaçlara daha iyi yanıt verebilir. Örneğin, kız okulları, kızların güvenini ve liderlik becerilerini destekleyen programlar ve öğretim yöntemleri sunabilir. Benzer şekilde, erkek okulları, erkeklerin sosyal ve duygusal gelişimini desteklemek için özel programlar geliştirebilir.
Cinsiyete bağlı baskı ve önyargıların azalması: Kız ve erkeklerin ayrı okullarda eğitim görmesi, cinsiyetle ilgili baskıları ve önyargıları azaltabilir. Karışık cinsiyetli okullarda, kızlar ve erkekler arasında sosyal normlar ve beklentiler nedeniyle bazı önyargılar ve ayrımcılık yaşanabilir. Ayrı okullar, öğrencilerin cinsiyetleri üzerindeki stigmatizasyonu azaltarak daha sağlıklı bir öğrenme ortamı sağlayabilir.
%%%%%%
Karma Eğitim Zararları
Karma eğitimin kişi ve eğitim açısından zararları
ChatGPT Karma eğitim, bireysel ve eğitimsel açıdan bazı zararlara neden olabilir. İşte bunlardan bazıları:
Genel eğitim eksikliği: Karma eğitim, öğrencilerin belirli bir konuda derinlemesine bilgi edinmelerini engelleyebilir. Çünkü çeşitli konularda yüzeysel bilgi sunulurken, derinlemesine bir anlayışa ulaşmak için gerekli olan zaman ve kaynaklar sınırlı olabilir.
Öğrenme eksikliği: Karma eğitim, öğrencilerin farklı öğrenme hızlarına ve öğrenme stillerine uygun bir şekilde öğrenmelerini zorlaştırabilir. Öğrencilerin farklı yeteneklere, ilgi alanlarına ve öğrenme ihtiyaçlarına sahip olmaları, karma bir sınıfta bireysel ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştırabilir.
Dikkat dağılması: Karma sınıflarda öğrencilerin dikkatlerini sürdürmeleri daha zor olabilir. Farklı öğrenci gruplarının ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli öğretim yöntemleri ve materyalleri kullanmak gerektiğinde, sınıf içinde sürekli olarak dikkatlerin dağılması ve odaklanma sorunları yaşanabilir.
Eşitsizlik: Karma eğitim, dezavantajlı gruplara mensup öğrenciler için eşitsizlikleri artırabilir. Örneğin, bir sınıfta öğretmenin daha fazla kaynak ve dikkat ayırması gereken öğrenciler olabilir ve bu durum, diğer öğrenciler arasında adaletsizlik hissi yaratabilir.
Sosyal etkileşim sorunları: Karma sınıflarda farklı kültürel, sosyal ve ekonomik arka planlara sahip öğrenciler bir araya gelir. Bu da bazı sosyal etkileşim sorunlarına yol açabilir. Öğrenciler arasında ayrımcılık, dışlama veya çatışma gibi sorunlar ortaya çıkabilir.
yukarıda belirtilen zararlar dikkate alınmalı ve eğitim sistemlerinde bu sorunlara çözüm bulunması önemlidir.
%%%%%^%
Okul Cinsiyet Ayrımı.
Kız ve erkek okullarının ayrı olmasının gerekçeleri nelerdir?
ChatGPT Kız ve erkek okullarının ayrı olmasının birkaç gerekçesi bulunmaktadır. İşte bazı temel nedenler:
Eğitim Yaklaşımı: Bazı insanlar, kız ve erkeklerin farklı öğrenme stillerine, ihtiyaçlarına ve yeteneklerine sahip olduğuna inanır. Kız ve erkek okulları, cinsiyetlerin bu farklılıklarını dikkate alarak özel eğitim programları ve yaklaşımları sunabilir. Örneğin, bazı araştırmalar, kızların karma okullara kıyasla erken olgunlaştığı ve daha iyi okuma ve yazma becerilerine sahip olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, cinsiyete göre ayrı okullar, öğrencilerin daha iyi öğrenme deneyimi yaşamasını sağlayabilir.
Sosyal Faktörler: Bazı kişiler, karma okullarda cinsiyetler arası ilişkilerin ve sosyal baskıların, öğrencilerin eğitimlerini olumsuz yönde etkileyebileceğini düşünür. Kız ve erkek okulları, öğrencilerin sosyal etkileşimlerini daha kontrollü bir şekilde yönetmelerini ve cinsiyet temelli önyargılardan arınmış bir ortamda yetişmelerini sağlayabilir. Bu şekilde, öğrencilerin akademik başarılarına ve kişisel gelişimlerine odaklanmaları daha kolay olabilir.
Güven ve Rahatlık: Cinsiyete göre ayrı okullar, ergenlik dönemindeki gençler için güvenlik, mahremiyet ve rahatlık sağlayabilir. Ergenlik döneminde, bedensel değişimler ve cinsiyetle ilgili konular genellikle utanç verici veya rahatsız edici olabilir. Bu nedenle, öğrencilerin kendilerini daha özgürce ifade edebilecekleri ve cinsiyetle ilgili konuları daha rahat tartışabilecekleri bir ortam sunan kız ve erkek okulları tercih edilebilir.
Fırsat Eşitliği: Kız ve erkek okulları, eşitlik ve fırsat eşitliği konularında daha fazla odaklanabilir. Özellikle bazı toplumlarda kızların eğitim fırsatlarına erişimi sınırlı olabilir veya kız çocuklarına yönelik cinsiyet temelli ayrımcılık yaşanabilir. Kız okulları, kız öğrencilerin özgüvenlerini güçlendirebilir, liderlik becerilerini geliştirebilir ve kariyerlerinde başarılı olmalarını destekleyebilir.
%%%%%%%%
Ayrı okulların avantajları
Kız ve erkek okullarının ayrı olmasının sağladığı bir çok maddi ve manevi avantajlar
ChatGPT Kız ve erkek okullarının ayrı olmasının bazı maddi ve manevi avantajları şunlar olabilir:
Maddi Avantajlar:
Kaynakların daha etkin kullanımı: Kız ve erkek öğrencilerin farklı öğrenme tarzlarına ve ihtiyaçlarına göre ders programları ve kaynaklar düzenlenebilir. Bu şekilde kaynaklar daha etkin bir şekilde kullanılır ve öğrencilerin ihtiyaçlarına daha iyi cevap verilebilir.
Fiziksel kaynakların paylaşımı: Kız ve erkek öğrencilerin ayrı okullarda olması, fiziksel kaynakların daha etkin kullanımını sağlar. Örneğin, laboratuvar, spor salonu veya kütüphane gibi ortak kullanılan alanlar daha fazla öğrenciye hizmet verebilir.
Eğitim materyalleri: Kız ve erkek öğrenciler için farklı eğitim materyalleri kullanılabilir. Örneğin, fen bilimleri derslerinde kullanılan materyaller erkek öğrencilere daha çok ilgi çekebilirken, dil ve edebiyat derslerinde kullanılan materyaller kız öğrencilere daha uygun olabilir. Bu şekilde, eğitim materyalleri öğrencilerin ilgisini çekerek daha etkin bir öğrenme sağlayabilir.
Manevi Avantajlar:
Özgüven ve özgünlük: Kız ve erkek öğrencilerin ayrı okullarda olması, kendilerini daha rahat hissetmelerine ve özgün bir kimlik geliştirmelerine yardımcı olabilir. Özellikle ergenlik döneminde, karşı cinsin olmadığı bir ortamda öğrencilerin özgüvenleri artabilir ve kişisel potansiyellerini daha iyi keşfedebilirler.
Öğrenme tarzlarına uyum: Kızlar ve erkeklerin genellikle farklı öğrenme tarzları olduğu düşünülmektedir. Kızlar daha çok sözel ve iletişimsel öğrenme yöntemlerine yönelebilirken, erkekler daha çok görsel ve işitsel öğrenme yöntemlerini tercih edebilir. Ayrı okullar, öğretmenlere öğrencilerin öğrenme tarzlarına daha iyi odaklanma ve onları destekleme fırsatı sağlar.
Rahatlık ve özgürlük: Ayrı okullarda öğrenciler, karşı cinsle ilgili baskılardan ve olumsuz sosyal etkileşimlerden uzak durabilirler. Bu da öğrencilere daha rahat ve özgür bir öğrenme ortamı sunar.
Tercih edilen bu model, toplumun değerlerine, kültürel yapıya ve eğitim sistemine bağlı olarak daha tercih edilebilir bir durumdur.
İslam dini, kişilerin başkalarını istismar etmesini ve fırsatçılık yapmasını kesinlikle yasaklamaktadır. İslam, insanların birbirlerine karşı dürüst, adaletli ve merhametli olmasını emreder. İstismar ve fırsatçılık, insanların haklarını çiğneyerek haksız kazanç elde etmek anlamına gelir ve bu, İslam’ın öğretileriyle çelişir.
Kuran’da, birçok ayette insanların ahlaki değerlerini korumaları ve başkalarının haklarını gözetmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Örneğin, İslam’da adaletin önemine dikkat çeken birçok ayet bulunmaktadır:
“Allah’ın size belirlediği sınırları aşmayın. Bilin ki, Allah haddini aşanı sevmez.” (Bakara Suresi, 190)
“Yeryüzünde fesat çıkarmayın. Allah iyilik yaparak düzeni sağlamayı sever.” (Kasas Suresi, 77)
İslam dini, insanların başkalarının haklarına saygı göstermelerini, dürüst olmalarını ve adil davranmalarını öğütler. Dolayısıyla, İslam’a göre istismar ve fırsatçılık yapmak, dinin öğretilerine aykırıdır ve haramdır. İslam dininin temel prensipleri olan adalet, merhamet, dürüstlük ve insanların birbirlerine saygı göstermesi, istismar ve fırsatçılığa karşı önleyici ve caydırıcı olmalıdır.
%%%%%%%
Kuran-ı Kerim’de ve hadisi Şeriflerde istismarcılık ve fırsatçılık hakkında hükümler .
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde istismar ve fırsatçılığa karşı hükümler bulunmaktadır. İslam dininin kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve hadisler, insanların birbirlerine karşı adil ve dürüst olmalarını öğütler ve istismar ve fırsatçılık gibi davranışları kesinlikle yasaklar.
Örnek olarak, Kuran’da şu ayetlerden bazıları istismar ve fırsatçılık hakkında hükümler içermektedir:
“Allah’ın size belirlediği sınırları aşmayın. Bilin ki, Allah haddini aşanı sevmez.” (Bakara Suresi, 190)
“İnsanın kendi kazandığına yemiş, giymiş olmasına bakılmaz. Ama adaletle hükmet, adalet en yakın ölçektir.” (Yûnus Sûresi, 44)
Hadislerde de bu konuyla ilgili çeşitli hadisler bulunmaktadır. Örneğin, Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona haksız yere eziyet etmez, onu tehlikeye atmaz ve ayıplamaz. Kim bir müslümanın şerefine dil uzatırsa, Allah da onun şerefini düşürür. Kim bir müslümanı düşürmeye çalışırsa, Allah da onu düşürür.” (Tirmizi, Birr, 18)
Bu hadisler bize, bir Müslümanın başkalarını istismar etmemesi, haksızlık yapmaması ve insanların haklarına saygı göstermesi gerektiğini öğretmektedir. İslam dininde adalet, dürüstlük ve insanlara zarar vermemek gibi değerler ön plana çıkarılmıştır. Bu nedenle, istismar ve fırsatçılık yapmak, İslam’ın öğretilerine aykırıdır ve haramdır.
%%%%
İstismar ve Fırsatçılık Hadiseleri
İstismarcılık ve fırsatçılık ile ilgili hayattan düşündürücü ve ders çıkarılacak ibretlik hadiseler
ChatGPT
Maalesef, istismarcılık ve fırsatçılık gibi olumsuz davranışlar toplumda sıkça görülebilen sorunlardır. İnsanların güvenini istismar eden veya başkalarının zor durumlarından faydalanan kişiler hem bireylerin hem de toplumun zarar görmesine neden olurlar. İşte hayattan düşündürücü ve ders çıkarılacak bazı örnekler:
Çocuk İstismarı: Çocuk istismarı, en acımasız ve üzücü istismar türlerinden biridir. Bu tür olaylar, çocukların masumiyetini kötüye kullanarak gerçekleşir. Maalesef, bu tür istismarlar genellikle aile içinde veya güvenilir kişiler arasında gerçekleşir ve çocuklar üzerinde derin ve uzun süreli etkiler bırakır.
İşyeri Tacizi: İşyeri tacizi, bir çalışanın diğer çalışanlara cinsel, duygusal veya fiziksel tacizde bulunması anlamına gelir. Bu tür olaylar, çalışma ortamında güvensizlik, düşük moral ve motivasyon, hatta iş kaybı gibi sonuçlara yol açabilir.
Dolandırıcılık: Dolandırıcılık, insanların para, mal veya değerli bilgilerini aldatarak veya kandırarak elde etmeyi amaçlayan bir suçtur. Örneğin, sahte bir yatırım fırsatı sunarak insanları dolandıran kişiler veya kimlik avı (phishing) yöntemleriyle kişisel bilgileri ele geçiren dolandırıcılar gibi örnekler verilebilir.
Doğal Afet Sonrası Fırsatçılık: Büyük doğal afetlerin ardından, bazı insanlar mağdurların zor durumunu fırsat bilerek yardım ve destek adı altında dolandırıcılık yapabilirler. Yardıma muhtaç insanların ihtiyaçlarıyla oynamak, hem mağdurları hem de yardım etmek isteyenleri etkileyebilir.
Emeklilik Fonu İstismarı: Emeklilik fonları, insanların yaşlılık dönemlerinde ihtiyaçlarını karşılamak için biriktirdiği paralardır. Ancak bazı dolandırıcılar, insanların emeklilik fonlarını gasp etmek veya yanıltıcı yatırım fırsatları sunmak için bu alana yönelebilirler. Bu durum, insanların emeklilik hayatlarını riske atabilir ve maddi zarara uğramalarına yol açabilir.
Bu örnekler, istismarcılık ve fırsatçılığın ne kadar ciddi sonuçlara yol açabileceğini göstermektedir. Bu tür hadiselerden ders çıkarmak ve önlem almak önemlidir. Toplum olarak bilinçlenmek, eğitim ve farkındalık yaratmak, kurbanlara destek olmak ve adaletin sağlanması için çaba sarf etmek, istismarcılık ve fırsatçılıkla mücadelede önemli adımlardır.
%%%%%%%%
Fırsatçıların Tevbesi
Fırsatçı ve istismarcının tevbesi
ChatGPT
Fırsatçılık ve istismar, başkalarının zayıf veya savunmasız durumlarını kullanarak kendi çıkarlarını sağlama amacıyla yapılan davranışları ifade eder. Bu tür davranışlar, insanların zarar görmesine ve toplumda güvensizlik oluşmasına yol açabilir. Ancak, herkesin değişebileceği ve hatalarından ders alabileceği gerçeğini unutmamak önemlidir.
Bir fırsatçı veya istismar eden kişi tevbe etmeye karar verirse, aşağıdaki adımları izlemesi önemlidir:
Sorumluluk Alma: İstismar veya fırsatçılığın yapıldığının kabul edilmesi ve sorumluluğun alınması gerekmektedir. Kişi, yaptığı hataları ve zararları kabul etmeli ve bunlardan dolayı başkalarından özür dilemelidir.
Empati ve Özür Dileme: İstismar veya fırsatçılık yapan kişi, zarar verdiği insanların hislerini anlamaya çalışmalı ve onlardan özür dilemelidir. İçtenlikle ve samimiyetle yapılan bir özür, mağdurların daha iyi hissetmelerine ve affetmelerine yardımcı olabilir.
Davranış Değişikliği: Tevbe sürecinde en önemli adımlardan biri, istismar veya fırsatçılığın tekrarlanmaması için davranış değişikliği yapmaktır. Kişi, hatalarından ders çıkararak ve daha etik bir şekilde hareket ederek toplumdaki güveni yeniden inşa etmeye çalışmalıdır.
Öz İnceleme ve Kendi İyileştirme: Tevbe süreci, kişinin kendini daha derinlemesine incelemesini ve kötü davranışlarının kök nedenlerini anlamasını gerektirir. Kişi, psikolojik veya etik danışmanlık gibi kaynaklardan yardım alabilir ve kişisel gelişim üzerinde çalışabilir.
Topluma Fayda Sağlama: Fırsatçılık veya istismardan tevbe eden kişi, topluma gerçek anlamda fayda sağlamak için çaba göstermelidir. Bu, özür dileme veya zararları telafi etme yoluyla mağdurlara yardım etmek veya toplum hizmeti gibi faaliyetlerde bulunmak olabilir.
Sonuç olarak, bir fırsatçı veya istismarcının tevbe etmesi, samimiyet, sorumluluk alma ve davranış değişikliği gibi adımları içeren bir süreci gerektirir. Her insan hatalar yapabilir ve önemli olan bu hatalardan ders çıkararak daha iyi bir insan olma yolunda ilerlemektir.
“O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.”Ayeti hakkında yapılan tefsir ve yorumları nelerdir?
Bu ayet, Kur’an-ı Kerim’in 2. suresi olan Bakara Suresi’nin 205. ayetidir. Ayetteki ifadeler, insanların dünyada fesat çıkarma, ekinleri tahrip etme ve toplumda bozgunculuk yapma gibi kötü davranışlarına dikkat çekmektedir. Aynı zamanda Allah’ın bozgunculuğu sevmediği ve insanları bu tür davranışlardan uzak durmaları konusunda uyarıldığı ifade edilmektedir.
Bu ayet hakkında yapılan tefsir ve yorumlardan bazıları şu şekildedir:
Ayetin genel anlamı, insanların dünyada fesat çıkarma ve toplumu bozma amacıyla çaba göstermeleriyle ilgilidir. Bu tür davranışları sergilemek, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak yerine hoşnutsuzluğunu çeker ve onun hoşnutsuzluğunu çekmek, ahirette ciddi sonuçları olan bir zulüm ve haksızlık olarak kabul edilir.
Ayette belirtilen “ekinleri tahrip etmek” ifadesi, toplumun düzenini bozacak, insanların geçimini sağlamasını engelleyecek her türlü zarar anlamına gelir. Bu bağlamda, insanların sadece tarımsal ürünleri tahrip etmekle değil, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve ahlaki anlamda zarar veren eylemlerde bulunmakla da suçlandığı düşünülmektedir.
Ayet, insanların dünyayı olduğu gibi bırakmaması gerektiği, aksine Allah’ın yaratılışı ve düzeniyle uyumlu bir şekilde yaşamaları gerektiği üzerinde durmaktadır. Bu nedenle, bu ayet çerçevesinde çevre koruması, sürdürülebilir kalkınma gibi konuların da vurgulandığı söylenebilir.
Ayette geçen “nesilleri bozmak” ifadesi, toplum içinde ahlaki değerleri bozan ve insanları günahkarlık ve kötülüğe sürükleyen davranışlara işaret etmektedir. İnsanların ahlaki değerlere aykırı hareket etmesi, toplumda bozgunculuk yaparak gelecek nesillerin de kötü alışkanlıklar ve davranışlar sergilemesine sebep olur.
Bu tefsirler ve yorumlardan anlaşılacağı gibi, ayetin genel anlamı, insanların Allah’ın hoşnutsuzluğunu çekecek şekilde fesat çıkarma ve bozgunculuk yapma eğiliminden uzak durmaları gerektiğidir. Aynı zamanda, insanların doğayı, çevreyi ve toplumu koruyup gelecek nesillerin daha iyi bir dünyada yaşamasını sağlamaları da önemli bir mesaj olarak vurgulanmaktadır.
#######
“Biz kitapta İsrailoğullarına şu hükmü de bildirdik: ‘Siz ülkede iki defa fesat çıkaracak ve açık zorbalıklar yapacaksınız. Onlardan birincisinin vâdesi geldiğinde, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ederiz. Onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırırlar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdür.” (İsra, 17/4-5).
Bu ayet, İsrailoğullarına gelen bir uyarıdır. Onlara, zalimlik yapacaklarını ve ülkede fesat çıkaracaklarını bildiren bir hükümdür. İsrailoğulları, iki kez fesat çıkaracak ve zorbalıklar yapacaklar. Bu nedenle, ilk defasında Allah’ın kuvvetli ve şiddetli kulları onların üzerine gönderilecek ve onları cezalandıracaktır. Hatta bu kullar, onları yakalamak için evlerine bile girecekler ve her yerde araştırma yapacaklardır.
Bu ayetin tefsiri, İsrailoğullarının tarihsel olaylarıyla ilişkilidir. Tefsirler genellikle bu ayeti, İsrailoğullarının önceki dönemlerinde tarihlerinde yaşanan olayları ve sonraki süreçleri anlatan hadislerle bağlantılı olarak ele almaktadır.
Bu ayet, İsrailoğullarının iki kez fesat çıkarması ve zorbalık yapmasıyla ilgili bir uyarı içerir. İlk defasında, İsrailoğulları Mısır’dan çıktıktan sonra, Allah’ın izin verdiği orduya karşı gelerek zorbalık yapmışlardır. Bu durum, Firavun’un ordusu tarafından cezalandırılmalarıyla sonuçlanmıştır.
İkinci defasında ise, İsrailoğulları Filistin topraklarına girdikten sonra, tekrar fesat çıkarmışlar ve Allah’ın hükümlerine karşı gelmişlerdir. Bu sefer, Allah, onları düşmanlarına teslim ederek cezalandırmıştır.
Bu ayet, İsrailoğullarının bu tür davranışlarının sonucunda cezalandırılacakları ve Allah’ın hükümlerinin gerçekleşeceği bir söz olduğunu belirtmektedir.
Sonuç olarak, bu ayet İsrailoğullarına geçmişteki yanlış davranışlarından dolayı uyarıda bulunmakta ve onları gelecekte de aynı şekilde davranmamaları konusunda uyarılar. Ayrıca ayet, Allah’ın hükümlerinin gerçekleşeceğini ve zalimlerin cezalandırılacağını vurgular.
İncil’e göre teslis inancının gerçek açılımı nedir?
İncil, Hristiyanlıkta Tanrı’nın doğasını ve ilahiyatını açıklamak için temel bir kaynaktır. Teslis inancı, Hristiyanlıkta Tanrı’nın üçlü birlik olarak kabul edildiği öğretisidir. Bu inanca göre, Tanrı Baba, Tanrı Oğul (İsa Mesih) ve Kutsal Ruh olmak üzere üç ayrı şahsiyetten oluşan tek bir Tanrı vardır.
Teslis inancı, İncil’deki çeşitli bölümlerde ve öğretilerde yansıtılır. Örneğin, Yeni Ahit’te İsa Mesih’in vaftiz edildiği anlatıda, gökyüzünden bir ses gelir ve “Bu benim sevgili Oğlum, O’ndan hoşnutum” der. Bu olayda Tanrı Baba, İsa Mesih’i tanımlarken ve Kutsal Ruh’un da mevcut olduğunu gösterirken, teslis inancının izleri bulunur.
Teslis inancının tam olarak anlaşılması zor bir konudur ve tam olarak açıklanamaz. Tanrı’nın üçlü birliğinin doğası insan zihninin tam anlamıyla kavrayabileceği bir şey değildir. Ancak, Hristiyanlıkta Tanrı’nın birlikte çalışan, birbirini tamamlayan üç ayrı şahsiyetten oluştuğu ve bu üçlünün tek bir Tanrı olduğu kabul edilir. Bu inanç, İncil’deki pek çok pasajın ve Hristiyan teolojisinin uzun bir süreçte gelişen bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
%%%%%%%
Teslis İnancı Hakkında Açıklama
Hristiyanlıktaki teslis inancına göre, Tanrı Baba, Tanrı Oğul (İsa Mesih) ve Kutsal Ruh olmak üzere üç ayrı şahsiyetten tek bir Tanrı nasıl oluşuyor?
ChatGPT
Hristiyanlıkta Teslis doktrini, Tanrı’nın üç şahsiyetten oluştuğunu, ancak bu üç şahsiyetin tek bir Tanrı olduğunu öğretir. Bu inanca göre, Tanrı Baba, Tanrı Oğul (İsa Mesih) ve Kutsal Ruh, ayrı ayrı şahsiyetlere sahip olan, ancak özü itibarıyla tek olan Tanrı’nın yansımalarıdır.
Teslis’in açıklanması zor bir kavramdır ve tam olarak anlaşılması insan zihninin sınırlamalarıyla karşılaşabilir. Teslis, mistik bir gerçekliği ifade eden ve Tanrı’nın özünün karmaşıklığını anlamaya yönelik bir girişimdir.
Hristiyanlar, İncil’deki öğretilere dayanarak Teslis inancını kabul ederler. İsa Mesih’in öğretileri ve İncil’de yer alan bazı ifadeler, Tanrı’nın üçlü bir varlık olduğunu gösterir. İsa Mesih, Baba ile birlikte olduğunu ve Baba’nın isteğini yerine getirdiğini öğretmiştir. Kutsal Ruh da, Hristiyanlara içsel bir şekilde rehberlik ettiği ve Tanrı’nın varlığını deneyimlemelerine yardımcı olduğu öğretiler arasındadır.
Teslis inancının tam olarak nasıl işlediği ve nasıl gerçekleştiği konusu, farklı Hristiyan mezhepleri arasında bazı farklılıklar içerebilir. Ancak, genel olarak, Teslis inancı, Tanrı’nın üç ayrı şahsiyetten oluştuğunu, ancak bu üç şahsiyetin birliğinin sırrını ifade eder. Bu inanç, Tanrı’nın karmaşıklığını ifade etmek için kullanılan bir kavramdır ve insanların sınırlı anlayışıyla tam olarak kavranması mümkün olmayabilir.
%%%%%%
Teslis Doktrini: Üç Tanrı, Bir Tanrı
Teslis inancına göre üç Tanrı aslında bir Tanrı’nın içine girip, içinde mi var olmuştur?
Teslis doktrini, Hristiyan teolojisinde önemli bir kavramdır. Bu doktrine göre, Tanrı üç kişilikte, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak ifade edilir ve bu üç kişilik tek bir Tanrı’nın içinde birlikte var olurlar. Teslis’e göre, Baba Tanrı, Oğul Tanrı (İsa) ve Kutsal Ruh Tanrı olarak kabul edilir, ancak bu üç kişilik aynı zamanda tek bir Tanrı’nın parçalarıdır.
Bu doktrine göre, Baba Tanrı, İsa’nın Babadan doğduğu, Kutsal Ruh’un da Baba ve Oğul’dan kaynaklandığı öğretilir. Yani, bu üç kişilik birbirleriyle bağlantılıdır ve birlikte hareket ederler, ancak yine de tek bir Tanrı’da birleşirler. Bu, Hristiyan inancında Tanrı’nın karmaşık bir anlayışını yansıtır.
Teslis doktrini, Hristiyanlıkta tartışmalı bir konudur ve farklı Hristiyan mezhepleri arasında bazı farklılıklar bulunabilir. Ancak genel olarak, Teslis inancına göre üç kişilik tek bir Tanrı’nın içinde var olur.
٪%%%%%%%^^
Teslis İnancını Reddedenlerin Delilleri
Hristiyanlığa mensup olup da teslis inancını kabul etmeyenlerin delilleri nelerdir?
Hristiyanlık, Teslis inancını kabul eden birçok mezhebe ve cemaate ev sahipliği yapmaktadır. Teslis inancı, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un aynı Tanrı’nın üç ayrı kişisi olduğunu öğretir. Ancak bazı Hristiyanlar, Teslis doktrinine karşı çıkabilir ve alternatif görüşlere sahip olabilir. İşte Teslis inancını kabul etmeyen Hristiyanlar tarafından sunulan bazı argümanlar:
Monoteizm: Teslis inancını kabul etmeyen Hristiyanlar, Tanrı’nın mutlak bir birlik olduğunu savunurlar. Onlara göre Tanrı, tek bir varlık ve kişidir ve böylece Teslis kavramı doğru değildir. Bu görüşe sahip olanlar, İncil’in içeriğini ve Hristiyan teolojisini inceleyerek bu argümanı desteklerler.
Mantıksal tutarlılık: Teslis inancını reddeden bazı Hristiyanlar, Teslis doktrininin mantıksal olarak tutarlı olmadığını iddia ederler. Onlara göre, üç kişinin aynı zamanda aynı Tanrı olması, mantıksal çelişkilere yol açar. Bu argümana göre, Teslis inancı, kutsal metinlerin içeriğiyle tutarlı olmadığı ve mantıksal olarak açıklanamadığı için kabul edilemezdir.
İncil’deki İfade ve Vurgular: Teslis inancını reddeden bazı Hristiyanlar, İncil’deki ifadeleri ve vurguları kullanarak Teslis doktrininin doğru olmadığını ileri sürerler. İncil’deki bazı pasajlar, Tanrı’nın birlik ve tekliğine vurgu yapar ve Teslis fikrini desteklemez. Bu Hristiyanlar, bu pasajları esas alarak Teslis inancının İncil’in özüyle uyumsuz olduğunu savunurlar.
Tarihî Tartışmalar: Teslis doktrini, Hristiyanlık tarihinde tartışmalara neden olmuştur. İlk dönem Hristiyan toplulukları arasında Teslis konusunda farklı görüşler vardı ve bazıları Teslis doktrinini reddediyordu. Bu Hristiyanlar, erken kilise babalarının yazılarını ve tarihî tartışmaları kullanarak Teslis inancının kaynaklarını sorgularlar.
Teslis inancını kabul etmeyen Hristiyanların sunabileceği daha pek çok argüman vardır. Ancak önemli bir nokta, Hristiyan teolojisinin içindeki çeşitliliği ve doktrinlerin yorumlanmasında farklılıkların bulunabileceğidir. Bu nedenle, Teslis inancını kabul etmeyen Hristiyanlar, kendi yorumlarına ve delillerine dayanarak bu inanca karşı çıkabilirler.
%%%%%%%%%
Teslis İnancı Eleştirileri
İslam alimlerine göre teslis inancının tutarsızlıklarının delilleri.
Teslis inancının tutarsızlıkları ve eleştirileri, İslam alimlerinin üzerinde uzun süre çalıştığı bir konudur. İslam alimlerinin teslis inancına yönelik eleştirileri ve tutarsızlık delilleri şunlar olabilir:
Birlik ilkesi: İslam alimleri, Allah’ın bir olduğunu ve tek ilah olduğunu savunurlar. Teslis inancı, Tanrı’yı üç ayrı varlık olarak kabul ederek bu birlik ilkesini ihlal ettiği için eleştirilir.
İlahi doğa: İslam alimlerine göre Allah, sınırsız, ezeli ve ebedi bir varlıktır. Teslis inancı, İsa’nın Tanrı olduğunu öne sürerek, sınırlı ve yaratılmış bir varlığın Tanrı olabileceği fikrini ortaya koyar. Bu da Tanrı’nın ezeli ve ebedi doğasına aykırıdır.
İsa’nın Tanrı olarak kendini ifade etmemesi: İslam alimleri, İncil’deki İsa’nın kendi ağzından Tanrı olduğunu ifade etmediğini savunur. Teslis inancı, İsa’nın Tanrı olduğunu iddia eder, ancak İsa’nın kendisi hiçbir zaman bu şekilde ifade etmemiştir.
Mantıksal tutarsızlık: Teslis inancı, üç ayrı kişi olan Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un birleşerek tek bir Tanrı olduğunu iddia eder. İslam alimlerine göre bu, mantıksal olarak tutarsızdır çünkü bir varlık hem tek hem de üç olamaz.
Kur’an’ın vurgusu: İslam alimlerine göre Kur’an, sürekli olarak Allah’ın birliğini vurgular ve şirk (ortak koşma) kavramını kesin bir şekilde reddeder. Teslis inancı ise birden fazla ilahın varlığını önerdiği için Kur’an’ın vurgusuyla çelişir.
Bu, İslam alimlerinin teslis inancına yönelik bazı eleştirileri ve tutarsızlık delillerini içeren genel bir özetidir. Ancak bu konuda farklı görüşlere sahip İslam alimleri bulunabilir ve her biri farklı argümanlar sunabilir.
%%%%%%
Teslis İnancı ve Soy
Teslis inancına göre baba ve oğul olunca, anne gibi silsile halinde soyunda olması gerekmez mi?
Teslis inancı, Hristiyanlıkta İlahi Üçleme’yi ifade eden bir doktrindir. Buna göre, Baba (Tanrı), Oğul (İsa Mesih) ve Kutsal Ruh, aynı özü paylaşan üç ayrı kişidir ve eşit olarak Tanrı olarak kabul edilirler.
Teslis inancıyla ilgili olarak, ebeveyn ve çocuk ilişkisi örneği kullanılırsa, Oğul (İsa Mesih) Baba’nın (Tanrı’nın) doğrudan soyundan gelirken, eşitlik ve özdeşlikleri nedeniyle İsa’nın annesi olan Meryem’in soyu bu bağlamda dikkate alınmaz. Teslis inancında, Kutsal Ruh da bu ilişkinin bir parçasıdır ancak soy kavramıyla ilişkilendirilmemiştir.
Teslis inancına göre, Baba ve Oğul arasındaki ilişki, insan aile yapısına tam olarak benzemez. Hristiyanlıkta, Meryem’in İsa’yı doğurması, Tanrı’nın insan suretinde dünyaya gelmesini temsil eder. Ancak Teslis inancının odak noktası, aile ilişkilerinden ziyade Tanrı’nın doğası ve İlahi Üçleme’nin içsel ilişkisidir.
Sonuç olarak, Teslis inancına göre baba ve oğul arasındaki ilişkiyi insan aile yapısıyla aynı şekilde değerlendirmek doğru olmaz. Teslis inancı daha çok Tanrı’nın doğasını ve İlahi Üçleme’nin içsel ilişkisini açıklamayı amaçlar.
%%%%%%%
İsa Tanrı’nın Oğlu
Hristiyanlık inancına göre çarmıha gerilen ve avucuna çivi çakılan İsa mı yoksa Tanrı olan Baba mı?
Hristiyanlık inancına göre, İsa hem Tanrı’nın Oğlu hem de insan doğasına sahip bir kişidir. Hristiyanlar, İsa’yı Tanrı’nın inkâr edilemez bir ifadesi ve kurtarıcısı olarak kabul ederler.
İsa, Hristiyan inancına göre, Baba (Tanrı) tarafından insanlığı kurtarmak için dünyaya gönderilen bir kurtarıcıdır. İsa’nın insan doğasına sahip olması, onu insanlarla empati kurabilen biri haline getirirken, Tanrı’nın Oğlu olması da onu tanrısal ve kutsal kılar. Hristiyan inancına göre, İsa, ölümü ve dirilişiyle insanların günahları için kefaret ödedi ve insanlara ebedi hayatı sağladı.
Çarmıha gerilme olayı, İsa’nın insan doğasının acılarını deneyimlemesini ve insanlığın günahları için ölümü kabul etmesini içerir. Bu olay, Tanrı’nın insanlara olan sevgisini ve bağışlama arzusunu ifade eder. Hristiyan inancına göre, İsa’nın avucuna çivi çakılması da çarmıha gerilme sürecinin bir parçasıdır.
Baba (Tanrı) ile İsa arasındaki ilişki, Hristiyan teolojisinde karmaşık bir konudur ve farklı Hristiyan mezhepleri arasında bazı farklılıklar olabilir. Bununla birlikte, genel olarak Hristiyanlık, İsa’yı Tanrı’nın Oğlu olarak kabul eder ve çarmıha gerilmesi ve dirilişi aracılığıyla insanlık için kurtuluşun kaynağı olduğuna inanır.
%%%%%%^
İslam vs. Hristiyanlık.
İnanç konusunda İslamiyet ile Hristiyanlığı birbirinden ayıran temel fark ve farklılıklar nelerdir?
İslam ve Hristiyanlık, farklı dinler ve inanç sistemleri olarak birbirinden ayrılırlar. İşte İslam ile Hristiyanlık arasındaki temel farklar ve farklılıklar:
Tanrı Anlayışı: İslam, tektanrıcılığı savunur ve Allah’ı tek ve mutlak ilah olarak kabul eder. Allah’ın ortağı, eşi veya oğlu olmadığına inanılır. Hristiyanlık ise Teslis doktriniyle bilinir ve Tanrı’yı Baba, Oğul (İsa) ve Kutsal Ruh olarak üç ayrı kişi olarak görür.
İsa’nın Statüsü: İslam’da İsa, bir peygamber olarak kabul edilir ve Allah’ın kelimesi olan Kuran’da önemli bir figürdür. İsa’nın tanrılaştırıldığına veya çarmıha gerildiğine inanılmaz. Hristiyanlık ise İsa’yı Tanrı’nın Oğlu olarak görür ve İsa’nın insanlık için ölüp dirildiğine inanılır.
Kutsal Kitaplar: İslam’da Kuran, Allah’ın son ve en yüce vahiy kitabı olarak kabul edilir. Hristiyanlıkta ise Kutsal Kitap, İncil olarak bilinir ve İsa’nın yaşamı, öğretileri ve erken Hristiyan topluluklarının yazılarından oluşur.
Peygamberler: İslam, peygamber Muhammed’i Allah’ın son peygamberi olarak kabul eder. Hristiyanlıkta ise İsa Mesih peygamber ve kurtarıcı olarak kabul edilir.
İbadet: İslam’da beş temel ibadet (namaz, oruç, zekat, hac, şehadet) vardır ve Müslümanlar ibadetlerini yerine getirirken doğrudan Allah’a yönelirler. Hristiyanlıkta ibadetler, dua, vaftiz, vaaz, komünyon gibi eylemlerle gerçekleştirilir ve Tanrı’ya yönlendirilir.
Kurtuluş ve Ahiret: İslam’a göre, kurtuluş müminlerin inanç ve iyi işlerine bağlıdır. Ahirette cennet veya cehennemde ebedi bir hayat bekler. Hristiyanlıkta ise kurtuluş, İsa’ya olan imanla elde edilir ve ahirette ebedi hayat Tanrı’nın huzurunda geçer.
Bu, İslam ile Hristiyanlık arasındaki temel farklılıkları özetleyen bazı noktalardır. Bununla birlikte, her iki dinin de kendine özgü inançları, uygulamaları ve tarihleri vardır ve ayrıntılı bir şekilde incelenebilir.
%%%%%%%
İsa İncili Yazmadı.
Hz. İSA incili dikte edip yazdırmış mıdır?
Hayır, Hz. İsa’nın incilin dikte ettiği veya yazdırdığına dair herhangi bir tarihsel kanıt bulunmamaktadır. İnciller, Hz. İsa’nın yaşadığı dönemden sonra, onun öğretilerini ve yaşamını anlatmak için takipçileri tarafından yazılmış metinlerdir. İnciller, dört farklı yazar tarafından yazılmıştır: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna. Ancak bu yazarlar, Hz. İsa’nın sözlerini veya öğretilerini doğrudan duymamış olabilirler. İnciller, takipçilerin hatıralarına, anlatılara ve diğer kaynaklara dayanarak yazılmıştır.
@@@@@#
İsa’nın İncili ve Konuları
İncil Hz. İsa’ya nasıl gelmiş ve hangi konuları ihtiva etmektedir?
İncil, Hristiyanlık dininin kutsal kitabıdır. Hristiyan inancına göre, İncil İsa Mesih’in yaşamı, öğretileri, çarmıha gerilişi ve yeniden dirilişi hakkında bilgi veren metinlerden oluşur. İncil’in içeriği, Hristiyanlıkta merkezi bir role sahip olan İsa’nın hayatı ve öğretileriyle ilgilidir.
İncil, İsa’nın doğumundan başlayarak onun vaazları, mucizeleri, öğretileri ve yaşamının ayrıntılarını anlatır. İncil, dört farklı kitaptan oluşur:
Matta İncili: İncillerin ilki olan Matta İncili, İsa’nın doğumundan başlayarak öğretilerini ve mucizelerini anlatır. İsa’nın vaazları, Kutsal Dağ’da bulunan İncil’deki vaazlarıyla da ünlüdür.
Markos İncili: Markos İncili, İsa’nın hizmetinin hızlı bir anlatımını sunar. İsa’nın mucizelerini ve öğretilerini anlatırken, onun acı çekmesi ve çarmıha gerilmesi üzerinde özellikle durur.
Luka İncili: Luka İncili, İsa’nın yaşamını ayrıntılı bir şekilde anlatır. İsa’nın doğumu, vaazları, öğretileri, mucizeleri ve çarmıha gerilişi üzerinde odaklanır. Aynı zamanda Luka İncili, İsa’nın merhametini, yoksullara yardım etmesini ve güçsüzlerin sesi olmasını da vurgular.
Yuhanna İncili: Yuhanna İncili, diğer İncillerden farklı bir tarzda yazılmıştır. İsa’nın ilahi doğasını vurgular ve İsa’nın öğretilerini, mucizelerini ve çarmıha gerilişini anlatırken, aynı zamanda İsa’nın Mesih olarak gelişini vurgular.
İncil, Hristiyanlıkta Tanrı’nın sözü olarak kabul edilir ve pek çok Hristiyan, İncil’i rehber alarak inançlarını şekillendirir ve yaşamlarını buna göre düzenler. İncil, İsa’nın öğretileri, sevgi, merhamet, bağışlama ve adalet gibi kavramlar üzerine odaklanır ve Hristiyanların ruhsal rehberidir.
%%%%%%%
İncil’e İnanmayan Hristiyanlar
Hristiyanlarca şimdiki incile inanmayanların durumu ne olur?
Hristiyanlık inancında, İncil Tanrı’nın ilhamıyla yazılmış kutsal bir metin olarak kabul edilir. Ancak, bireylerin inançları ve düşünceleri farklılık gösterebilir. Şu anda İncil’e inanmayan bir Hristiyan, genellikle bu inancıyla ilgili olarak çeşitli durumlarla karşılaşabilir:
Şüphe ve sorgulama: Bazı Hristiyanlar, İncil’in tamamen doğru ve ilahi bir kaynak olduğuna dair şüpheler veya sorgulamalar yaşayabilirler. Bu kişiler, İncil’deki bazı bölümlerin tarihi veya bilimsel açıdan tutarlılığını sorgulayabilirler. Böyle durumlarda, bu Hristiyanlar genellikle İncil’i daha eleştirel bir şekilde değerlendirirler.
Alternatif inançlar: İncil’e inanmayan bir Hristiyan, başka bir inanç sistemine veya felsefi yaklaşıma yönelebilir. Bu, diğer dinlere veya felsefi düşüncelere ilgi duymak anlamına gelebilir veya tamamen dindışı bir yaşam görüşü benimsemek anlamına gelebilir. Her birey kendi düşünce sürecini takip eder ve inançsızlık, agnostisizm veya ateizm gibi farklı yolları seçebilir.
Toplumsal ve dini bağlamda dışlanma: İncil’e inanmayan bir Hristiyan, bazı Hristiyan topluluklarında veya kiliselerde dışlanma veya ayrımcılığa maruz kalabilir. İncil’in kutsallığına dair şüpheleri veya farklı inançları nedeniyle toplumsal ve dini çevrelerde kabul görmeyebilirler.
Bu durumlar, Hristiyanlığın farklı yorumlarına ve pratiklerine bağlı olarak değişebilir. Bazı Hristiyan gruplarında, İncil’e tam bir itaat ve inanç şartı koşulabilirken, diğer gruplarda farklı düşünceler ve inançlar daha fazla hoşgörüyle karşılanabilir. Önemli olan, her bireyin kendi inanç yolculuğunu yapma ve kendi düşüncelerini özgürce ifade etme hakkına sahip olmasıdır.
Tarihte haçlı seferleri ve yapılan zulümler nelerdir?
Haçlı Seferleri, 11. ve 13. yüzyıllar arasında gerçekleşen bir dizi askeri seferdir. Bu seferlerin ana hedefi, Kudüs ve diğer kutsal Hristiyan toprakları kontrol altına almak ve Müslümanlara karşı kiliseyi ve Hristiyanlığı güçlendirmektir. Haçlı Seferleri sırasında birçok zulüm yaşanmıştır. İşte haçlı seferleri sırasında yapılan bazı zulümler:
1. Birinci Haçlı Sefer (1096-1099): Haçlılar, Orta Doğu’ya ilerlerken Yahudilere karşı yoğun bir katliam gerçekleştirdi. Yahudi topluluklar, öldürüldü, soyuldu ve yok edildi.
2. İkinci Haçlı Sefer (1147-1149): Sefer sırasında birçok Yahudi topluluğuna saldırıldı. Avrupa Yahudileri, Hristiyanların eliyle öldürüldü ve mülkleri yağmalandı.
3. Üçüncü Haçlı Sefer (1189-1192): Haçlılar, Hristiyanlara karşı bile zulmetti. İstanbul’u kuşattıkları sırada Şehzade Alexios, Haçlılara destek için İstanbul’a yardım çağrısında bulundu, ancak Haçlılar onu öldürdü.
4. Dördüncü Haçlı Sefer (1202-1204): Haçlılar, Orta Doğu yerine Venedik’e borçluları olduklarından dolayı Konstantinopolis’i yağmaladı. Bu hareket, Doğu Ortodoks Kilisesi’ne ve Latinlerin elinden çıkan birçok değerli eserin yok olmasına sebep oldu.
5. Çocuk Haçlı Seferi (1212): Çocuklar, Kudüs’ü geri almak için bir sefer düzenledi. Ancak bu sefer sırasında binlerce çocuk öldürüldü, kaçırıldı veya köle olarak satıldı.
6. Dokuzuncu Haçlı Sefer (1271-1272): Kudüs’ü geri almak için düzenlenen bu seferde, Müslüman nüfus üzerinde büyük bir katliam yaşandığı bilinmektedir.
Haçlı Seferleri boyunca, birçok kötü muamele, yağmalama, talan, katliam ve tecavüz gibi zulümler gerçekleşti. Ancak tüm Haçlılar için aynı zulümleri yapmak doğru değildir, çünkü bazı Haçlı liderleri ve askerleri barışçıl bir şekilde hareket etmeye çalışmışlardır. Bu seferler, tarih boyunca tartışmalı ve karmaşık bir konu olmuştur.
@@@###
Haçlıların Kudüs’e yaptıkları zulümler ve döktükleri kanlar.
Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’e yönelik yapılan zulümler ve dökülen kanlar, tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur. İlk Haçlı Seferi’nde (1096-1099) özellikle Kudüs’ün Haçlılar tarafından ele geçirilmesinden sonra, tarihçilerin farklı kaynaklardan gelen bilgilere dayanarak ortaya koydukları çeşitli iddialar bulunmaktadır.
Birçok kaynakta, Haçlılar Kudüs’ü ele geçirdikten sonra şehirdeki Müslüman, Yahudi ve diğer dini ve etnik gruplara karşı şiddet olaylarının yaşandığı belirtilir. Şehirdeki halktan çok sayıda kişi öldürüldü, kadınlar ve çocuklar köle olarak alındı, camiler ve sinagoglar yağmalandı ve yakıldı. Katliamların boyutu ve detayları konusunda kaynaklar arasında farklılıklar bulunmaktadır.
Ancak bu olaylar sadece Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’te gerçekleşmiş zulümlerden bir sınırlı görüntü sunmaktadır. Haçlılar 200 yıl boyunca bölgede etkin oldular ve bu süre boyunca diğer yerleşim alanlarında da benzer zulümler gerçekleştirdiler. Doğu Anadolu, Suriye, Mısır, Filistin ve diğer bölgelerde Müslüman, Yahudi ve diğer dini ve etnik gruplara karşı şiddet, katliam ve yağmalamalar yaşandı.
Sonuç olarak, Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’te gerçekleşen zulümler ve dökülen kanlar konusu, farklı kaynaklar ve tarihçiler arasındaki tartışmaların konularından biridir. Bu dönemde birçok zulüm yaşanmış olsa da, detaylı tarihçi çalışmaları ve kaynaklardan elde edilen bilgilerin analizi gerekmektedir.
%%%%%%%
Tarih boyunca Hristiyanların Müslümanlara yaptığı zulümler.
Tarih boyunca Hristiyanlar tarafından Müslümanlara yapılan zulümler konusu, karmaşık ve tartışmalı bir konudur. Bu konuda da farklı kaynaklar ve tarihçiler arasında farklı görüşler bulunmaktadır. Aşağıda bazı örnekler verilmiştir, ancak bu liste tam ve eksiksiz değildir:
1. Reconquista (718-1492): İspanya’da süren Reconquista döneminde, Hristiyan Krallıklar, Müslüman topraklarını geri almak için savaştılar. Bu savaşlarda Müslümanlar zulme ve ayrımcılığa maruz kaldı. Hristiyan Krallıklar, Müslümanları sürgün etti, öldürdü ve dini baskılara tabi tuttu.
2. İspanyol Engizisyonu (1478-1834): İspanya’da ve kolonilerinde faaliyet gösteren İspanyol Engizisyonu, Müslümanlar dahil olmak üzere Hristiyan olmayanları hedef aldı. İnançları tartışmalı olanların işkenceler ve zulümlerle cezalandırıldığı bilinmektedir.
3. Balkanlar ve Doğu Avrupa (15. – 19. yy): Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki topraklarında yaşayan Müslümanlar, sık sık Hristiyanlar tarafından hedef alındı. Bu dönemde Hristiyan gruplar, Müslümanları katlettiler, yerlerinden ettiler ve dini zulümlere maruz bıraktılar.
4. Haçlı Seferleri (11. – 13. yy): Haçlı Seferleri sırasında, Hristiyan orduları Müslüman topraklarında bir dizi zulüm ve katliam gerçekleştirdi. Özellikle Kudüs’ün ele geçirilmesinden sonra Müslümanlar, Yahudiler ve diğer dini ve etnik gruplar hedef alındı.
5. Koloniyal Dönem (15. – 20. yy): Avrupalı güçlerin sömürgeciliği sırasında, Müslüman nüfuslar sömürüldü, köleleştirildi ve dini baskılara maruz kaldı. Özellikle Afrika ve Asya kıtalarında Müslüman topluluklara karşı ayrımcılık ve zulüm uygulandı.
Bu örnekler, tarih boyunca Hristiyanlar tarafından Müslümanlara yapılan zulümlerin bazı örnekleridir. Ancak her dönem ve her bölge için geçerli olan genel bir hüküm vermek zordur, çünkü tarih karmaşık ve farklı dinamikler içerir. Ayrıca, Hristiyanlar arasında da farklı fikirler ve davranışlar olduğunu unutmamalıyız.
%%%%%%%%
Müslüman Zulmü Tarihleri
Birinci ve ikinci Dünya Savaşı’nda ve de Balkan savaşlarında zulme uğrayan Müslümanlar.
Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı ve Balkan Savaşları döneminde Müslüman nüfuslar, çeşitli şekillerde zulme uğradı. Bu dönemlerdeki olaylar ve zulümler çeşitli bölgelerde gerçekleşti ve Müslüman topluluklar etkilendi.
Balkan Savaşları (1912-1913), Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki topraklarını kaybetmesiyle sonuçlanan bir dizi savaştır. Bu savaşlar sırasında Balkan devletleri (Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan), Müslüman nüfusa karşı saldırılar düzenledi. Bu saldırılar sırasında Müslüman köyleri yağmalandı, insanlar öldürüldü, kadınlar ve çocuklar tecavüze uğradı, evler yakıldı ve Müslüman halk yerinden edildi.
Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında, Osmanlı İmparatorluğu da savaşa girdi. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolündeki bölgelerde yaşayan Müslümanlar da çeşitli zulümlere maruz kaldı. Özellikle, Ermeni Tehciri olarak bilinen olayda, Osmanlı İmparatorluğu, Ermeni nüfusa karşı şiddetli önlemler aldı ve çok sayıda Ermeni öldürüldü. Bununla birlikte, bu dönemde diğer etnik ve dini azınlıklar da zulme uğradı.
İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında, Nazi Almanyası ve diğer faşist rejimler, Müslüman toplulukları da hedef aldı. Özellikle Holokost sırasında, Nazi rejimi altındaki Avrupa’da yaşayan Yahudi, Roman ve diğer azınlık gruplarının yanı sıra Müslümanlar da toplama kamplarına gönderildi, katledildi veya zulme uğradı.
Bunlar sadece genel bir bakış olup, bahsedilen dönemlerde Müslümanlar tarafından yaşanan zulümlerin tam bir listesi değildir. Bu savaşlar ve çatışmalar sırasında Müslüman topluluklar birçok yerde zulme uğradılar ve bu zulümlerin sonucunda kayıplar yaşandı. Ancak, belirtmek gerekir ki, her savaşta zulme uğrayanlar arasında Müslümanlar olduğu gibi, Müslüman topluluklar da diğer topluluklara karşı şiddet uygulayabilmişlerdir. Tarih boyunca savaşlar ve çatışmalar ne yazık ki birçok toplumun acı çektiği bir gerçektir.
%%%%%%%%
Müslüman Zulümleri Listesi.
Müslümanlara yapılan zulümlerin listesi.
Müslümanlara yapılan zulümler maalesef dünya tarihinde çeşitli yerlerde ve dönemlerde gerçekleşmiştir. Aşağıda, tarihte yaşanmış bazı Müslümanlara yönelik zulümlerden bazılarını bulabilirsiniz:
Endülüs Zulmü (711-1492): İspanya’da Müslümanların yönettiği Endülüs İslam Devleti’nin düşmesiyle birlikte Müslümanlara karşı yoğun bir baskı ve zulüm dönemi başlamıştır. Müslümanlara dini özgürlüklerin kısıtlanması, camilerin yıkılması ve Müslümanlara zulmedilmesi bu dönemde yaşanan zulümlere örnek olarak gösterilebilir.
Bosna Savaşı (1992-1995): Bosna-Hersek’te yaşanan savaş sırasında Müslüman Boşnaklara karşı etnik temizlik ve soykırım uygulanmıştır. Srebrenitsa Katliamı, bu dönemde yaşanan en büyük trajedilerden biridir. Binlerce Müslüman Boşnak öldürülmüş ve kadınlar, çocuklar dahil olmak üzere birçok insanın insanlık dışı muamelelere maruz kaldığı rapor edilmiştir.
Myanmar’da Rohingya Krizi (2017-günümüz): Myanmar’da yaşayan Rohingya Müslümanları, uzun süredir sistematik bir şekilde baskı ve zulme maruz kalmaktadır. Devlet güçleri ve Budist milliyetçiler tarafından hedef alınan Rohingya Müslümanları, toplu katliamlar, tecavüz, zorla yerinden etme ve köylerinin yakılması gibi zulümlerle karşı karşıya kalmıştır. Bu kriz, Birleşmiş Milletler tarafından etnik temizlik ve soykırım olarak nitelendirilmiştir.
Çeçenistan Savaşı (1994-2009): Rusya ile Çeçenistan arasında yaşanan çatışmalarda, Müslüman Çeçenlere yönelik ciddi insan hakları ihlalleri ve zulüm yaşanmıştır. Sivil halka yönelik saldırılar, toplu infazlar, işkence ve toplu tecavüzler, bu dönemdeki zulümlere örnek olarak verilebilir.
Arakan’da Müslümanlara Yönelik Zulüm (2012-günümüz): Myanmar’ın Arakan eyaletinde yaşayan Müslüman Rohingya topluluğu, Budist çoğunluğun zulmüne maruz kalmaktadır. Sistematik baskı, toplu katliamlar, köy yakmalar ve zorla yerinden etmeler bu zulümlerin bir parçasıdır.
Bu, sadece bazı örneklerdir ve Müslümanlara yönelik zulüm geçmişi daha da geniştir. Her ülkede veya bölgede farklı dönemlerde Müslümanlara yönelik zulümler yaşanmış olabilir. Maalesef, din, etnik köken veya inanç farklılıkları sebebiyle insan hakları ihlalleri ve zulüm yaşanması, insanlığın karşılaştığı önemli sorunlardan biridir.
%%%%%%%%
Katliamların Büyük Örnekleri
Dünyada yapılan en büyük katliamlar.
Dünya tarihinde yapılan en büyük katliamlar arasında aşağıdaki olaylar yer almaktadır:
Holokost (1941-1945): Nazilerin Yahudilere ve diğer azınlıklara yönelik soykırımı. Yaklaşık altı milyon Yahudi’nin öldüğü tahmin edilmektedir.
Çin Kültür Devrimi (1966-1976): Çin Komünist Partisi’nin başlattığı ve yaklaşık 20 milyon insanın hayatını kaybettiği toplumsal ve siyasi bir hareket.
Kamboçya’da Kızıl Kmer Dönemi (1975-1979): Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerlerin Kamboçya’da gerçekleştirdiği soykırım. Yaklaşık 1.7 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir.
Ruanda Soykırımı (1994): Hutu hükümetinin Tutsi etnik azınlığa karşı düzenlediği kitlesel katliam. Yaklaşık 800.000 ila 1 milyon kişi hayatını kaybetti.
Bosna Savaşı (1992-1995): Bosna-Hersek’te yaşanan etnik çatışmalar sırasında Sırp güçlerinin gerçekleştirdiği Srebrenitsa Katliamı dahil olmak üzere bir dizi kitlesel katliam gerçekleştirildi. Yaklaşık 100.000 kişi öldü.
Darfur Soykırımı (2003-günümüz): Sudan hükümetinin Janjaweed milis güçleri aracılığıyla Darfur bölgesinde gerçekleştirdiği soykırım. Tahminlere göre, 200.000 ila 400.000 arasında insan hayatını kaybetti.
Bu, sadece bazı örneklerdir ve tarih boyunca dünyada pek çok katliam ve soykırım yaşanmıştır. Her biri insanlık için büyük trajedilerdir ve bu tür olayların tekrarlanmaması için uluslararası çabalar devam etmektedir.
%%%%%%%%
Irak’ta Zulüm ve Katliamlar
Irakta yapılan zulüm ve katliamlar
Irak, son yıllarda birçok zorluğun üstesinden gelmek zorunda kalan bir ülkedir. İstikrarsızlık, terör saldırıları, mezhebi gerilimler ve iç savaş gibi faktörler Irak halkının yaşamını olumsuz etkilemiştir. Bu durumda, bazı zulüm ve katliam olaylarının meydana geldiği söylenebilir. İşte bazı örnekler:
Irak Savaşı (2003-2011): ABD liderliğindeki bir koalisyon gücü, Saddam Hüseyin’in iktidardan devrilmesi amacıyla Irak’ı işgal etti. Bu savaş sırasında, Irak halkı büyük acılar çekti ve binlerce sivil öldü.
IŞİD (Irak Şam İslam Devleti): 2013 yılında ortaya çıkan ve Irak’ın büyük bir bölümünü kontrol altına alan IŞİD terör örgütü, Irak halkına yönelik korkunç zulümler gerçekleştirdi. Sivil halkın katledilmesi, köleleştirilmesi, tecavüz edilmesi, köylerin yağmalanması gibi insanlık dışı eylemler gerçekleştirildi.
Mezhebi Şiddet: Irak, Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki mezhebi gerilimlerin etkisi altındadır. Bu gerilimler, özellikle 2006-2007 yıllarında yoğunlaşarak şiddet olaylarına ve katliamlara yol açtı. Saldırılar genellikle camilere, pazar yerlerine ve diğer sivil bölgelere yönelik olarak gerçekleştirildi.
Etnik Gerilimler: Irak’ta Araplar, Kürtler, Türkmenler ve diğer etnik gruplar arasında gerilimler yaşanmıştır. Özellikle Kerkük ve Ninova gibi bölgelerde, etnik gruplar arasında toprak ve güç mücadeleleri şiddet olaylarına yol açtı.
Bu olaylar, Irak’ta yaşanan zorlu tarih boyunca meydana gelen sadece bazı zulüm ve katliam örnekleridir. Irak halkı, bu olaylar nedeniyle büyük acılar çekmiş ve ülkenin istikrarı ve birliği için mücadele etmektedir. Uluslararası toplum, Irak halkının yaşadığı bu zorlukları anlamak ve desteklemek için çeşitli insani yardım ve barış girişimleri yapmıştır.
%%%%%%%%
Esed’in Suriye Zulmü
Suriyede Esedin yaptığı zulüm ve katliamlar
Suriye’deki iç savaş, 2011 yılında başlayan bir dizi olayın ardından ortaya çıkmış bir çatışma. Bu çatışma, Esed rejimi, muhalif gruplar ve diğer birçok aktör arasında gerçekleşen karmaşık bir çatışma ve insani krizdir. Suriye’deki durum oldukça karmaşık olduğu için, tüm zulüm ve katliamların sorumluluğunu tek bir aktöre atamak zor.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed ve yönetimi, savaşın başından beri birçok insan hakları ihlali ve sivil katliamla suçlanmıştır. Esed rejimi, muhaliflere karşı yoğun bir şiddet kullanmış, hava saldırıları düzenlemiş ve kimyasal silahların kullanıldığı iddiaları ortaya atılmıştır. Bu eylemler, birçok masum sivilin ölümüne, yaralanmasına ve yerinden edilmesine neden olmuştur.
Bununla birlikte, Esed rejiminin yanı sıra diğer taraflar da insan hakları ihlallerine karışmıştır. Muhalif gruplar arasında çatışmalar, infazlar, kaçırma ve işkence vakaları yaşanmıştır. Ayrıca, IŞİD gibi terör örgütleri de Suriye’de korkunç katliamlar gerçekleştirmiştir.
Uluslararası toplum, Suriye’deki insan hakları ihlallerini kınamış ve sorumluların hesap vermesi çağrısında bulunmuştur. Birleşmiş Milletler ve diğer insan hakları kuruluşları, Suriye’deki durumu yakından takip etmiş ve zulümleri belgelemiştir.
Ancak, Suriye’deki durum oldukça karmaşık olduğu için, tüm detayları ve sorumluları belirlemek kolay değildir. Çatışmanın tüm tarafları, insan hakları ihlallerine karışmıştır ve birçok masum insan zarar görmüştür. Bu nedenle, Suriye’deki zulüm ve katliamların tam kapsamını anlamak ve sorumluları belirlemek için tarafsız ve kapsamlı bir inceleme gerekmektedir.
%%%%%^^
Rus İç Savaşı Ölüm Tahminleri
Rusya’da komünizm devrimiyle ne kadar insan öldürüldü.
Rusya’da komünizm devriminin ardından gerçekleşen olaylar ve bunların sonucunda ölen insanların sayısı oldukça tartışmalı bir konudur. Bu konuyla ilgili olarak farklı kaynaklar ve uzmanlar arasında çeşitli tahminler ve görüşler bulunmaktadır. İşte bazı temel bilgiler:
Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nden sonra iktidara gelen Bolşevikler, Sovyetler Birliği’ni kurdu. Sovyetler Birliği, 1991 yılına kadar varlığını sürdürdü.
Komünizm devriminin doğrudan sonucunda ölen insanların sayısını belirlemek zor olsa da, bu dönemde Rus İç Savaşı (1918-1922) yaşandı ve bu savaş sırasında önemli sayıda insan hayatını kaybetti.
Rus İç Savaşı’nda yer alan taraflar arasında Bolşevikler, Beyaz Muhafızlar (monarşistler), bağımsızlık yanlıları, anarşistler ve diğer çeşitli gruplar bulunuyordu. Bu savaşta toplumun farklı kesimlerinden çok sayıda insan hayatını kaybetti.
Rus İç Savaşı döneminde yaşanan çatışmalar, savaş koşulları, açlık, salgın hastalıklar ve diğer nedenlerden dolayı sivil halk da etkilendi ve öldü.
Rus İç Savaşı’nın sonucunda tahminlere göre, toplamda 5 ila 10 milyon arasında insan hayatını kaybetti. Bu sayı, askerler, siviller, çatışmalardan doğrudan etkilenenler ve savaşın yarattığı koşullar nedeniyle ölenlerin tümünü içerir.
Bu tahminler, farklı kaynaklar ve uzmanların çalışmalarına dayanmaktadır ve kesin bir sayı vermek oldukça zordur. Ayrıca, komünizmin etkileri ve Sovyetler Birliği’nin yönetimi altında yaşanan diğer olaylar da dikkate alındığında, ölüm sayısıyla ilgili daha geniş bir tartışma ortaya çıkar. Ancak, tam bir yanıt vermek için daha fazla ayrıntıya ve kaynağa ihtiyaç vardır.
%%%%%%%%%
Çin Komünizm Ölümleri
Çindeki komünizm devrimiyle ne kadar insan öldürüldü.
Çin’deki komünizm devrimi ve sonraki dönemde gerçekleşen olaylar, büyük bir insan kaybına yol açmıştır. Ancak, net bir sayı vermek zor, çünkü farklı kaynaklar ve çalışmalar farklı sonuçlar ortaya koymaktadır. Bu konuda farklı tahminler ve değerlendirmeler bulunmaktadır.
Mao Zedong liderliğindeki Çin Komünist Partisi’nin yönetimi altında, 1949’da Çin’de komünist bir rejim kuruldu. İlk aşamada, toprak reformları ve diğer politikalar uygulandı ve bazı tahminlere göre yaklaşık 1 milyon kişi öldürüldü. Ardından Büyük İleri Atılım (Great Leap Forward) adı verilen bir dönem yaşandı. 1958-1962 yılları arasında uygulanan bu politikalar, tarımsal kolektivizasyon ve büyük ölçekli endüstriyel projeleri içeriyordu. Ancak bu politikaların sonucunda yaşanan açlık, tahminlere göre 20 ila 45 milyon arasında insanın ölümüne yol açtı.
1966’da başlayan Kültür Devrimi (Cultural Revolution) döneminde ise büyük bir toplumsal kaos yaşandı. Mao, siyasi muhalifleri ortadan kaldırmak için gençlik örgütleri olan Kızıl Muhafızları kullanarak bir dizi baskı ve zulüm uygulattı. Bu dönemdeki ölüm sayısı net bir şekilde belirlenememekle birlikte, yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.
Bunlar sadece tahminlerdir ve kesin sayılar vermek zordur. Çin’deki komünizm döneminde ölen insanların toplam sayısı hakkında kesin bir fikir birliği yoktur ve bu konuda farklı görüşler bulunmaktadır. Ölüm sayıları, siyasi düşüncelerin ve kaynakların etkisi altında değişebilir.
Üçüncü Dünya Savaşı’nın sceneriosu gerçekçi bir çerçevede tartışmak zor olsa da, olası tetikleyici durumlar şunlar olabilir:
1. Küresel Ekonomik Kriz: Büyük bir küresel ekonomik kriz, ülkeler arasında rekabet ve kaynak mücadelesi tetikleyebilir. Ekonomik çöküşler savaş tehlikesini artırabilir.
2. Toprak ve Su Kaynaklarının Kıtlığı: Artan nüfus ve çevresel değişiklikler, toprak ve su kaynaklarının kıtlığına yol açabilir. Bu durum, ülkeler arasında rekabeti ve toprak anlaşmazlıklarını artırabilir.
3. Etnik ve Dini Çatışmalar: Etnik veya dini gruplar arasında çatışmalar, bölgesel veya uluslararası çatışmalara dönüşebilir. Bu tür çatışmaların yayılması, ülkeler arasında çatışmalara ve potansiyel olarak bir dünya savaşına yol açabilir.
4. Nükleer Silahların Kullanımı: Nükleer silahların kasıtlı olarak kullanılması veya kazara patlaması, büyük bir krize ve dünya savaşına yol açabilir.
5. Terörizm ve Asimetrik Savaşlar: Uluslararası terör saldırıları, ülkeler arasında misilleme ve çatışmalara sebep olabilir. Bir dizi terörist saldırı, askeri müdahaleler ve buna karşılık gelen hızlı bir şekilde büyüyen bir çatışma zinciri oluşabilir.
Yukarıdaki durumlar sadece potansiyel tetikleyiciler olarak sunulmuştur. Gerçek bir Üçüncü Dünya Savaşı senaryosu oldukça karmaşık ve birçok faktörün birleşmesiyle gerçekleşebilir. Ancak, dünya çapında siyasi, ekonomik ve askeri gerilimlerin artması, savaş tehlikesini artıran bir ortam yaratabilir.
********
Dünyada İslam’a yöneliş ve ihtida olaylarının gelişimi ne durumdadır?
Dünyada İslam’a yöneliş ve ihtida olaylarının gelişimi, farklı ülkeler ve bölgeler arasında farklılık göstermektedir. Aşağıda bazı genel eğilimler ve örnekler bulunmaktadır:
1. Müslüman Nüfus Artışı: İslam, dünyanın en hızlı büyüyen dini inançlardan biridir. Özellikle Müslüman nüfusun yoğun olduğu bölgelerde doğal artış ve dini konulara duyulan ilgi, İslam’a yönelişin artmasına katkıda bulunmaktadır.
2. Afrika ve Asya Ülkeleri: Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkeler, özellikle Afrika ve Asya’da İslam’a yönelişin arttığı bölgelerdir. Örneğin, Batı Afrika’da Nijerya, Mali ve Senegal gibi ülkelerde İslam’a ilgi artmıştır.
3. Batı Ülkeleri: Son yıllarda batı ülkelerinde de İslam’a yöneliş trendi gözlenmektedir. Bazı batı ülkelerindeki nüfusun İslam’a geçişi, hem dini motivasyonlardan kaynaklanırken, hem de kültürel ve sosyal etkenlerden kaynaklanmaktadır.
4. İnternet ve Sosyal Medya: İnternet ve sosyal medya platformları, İslam’a yönelişi etkileyen bir faktördür. İslamla ilgili bilgilere ve kaynaklara kolay erişim, bireylerin İslam ile ilgili araştırma yapmasını ve içerikleri paylaşmasını sağlamaktadır.
5. Dönüşüm Hikayeleri: İslam’a yönelme, bazı bireylerin dönüşüm hikayelerine dayanmaktadır. Dini arayışlar, hayat tarzı değişiklikleri veya kişisel deneyimler, İslam’a olan ilgiyi artırabilir.
Ancak, İslam’a yöneliş eğilimleri kıtalar, ülkeler ve bölgeler arasında değişebilir. İslam’a yönelişin gelişimi, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik faktörlerden etkilenebilir.
*******
İbretlik ihtida hadiseleri?
İhtida, bir kişinin İslam’a yönelmesini ve Müslüman olmayı seçmesini ifade eder. İhtida hadiseleri, bireylerin hayatlarının dönüm noktaları olabilir ve bazen de dönüşüm hikayeleri olarak paylaşılır. İşte bazı ibretlik ihtida hadiseleri:
1. Malcolm X: Amerikalı siyahi lider Malcolm X, Müslüman olmadan önce Black Muslim Movement adında bir örgütün lideriydi. Cezaevine girdikten sonra İslam’ı öğrenmeye başladı ve ardından Malcolm X olarak tanınan El-Hac Malik el-Şahbaz adını aldı. İslam, onun hayatında önemli bir dönüm noktası haline geldi ve ırkçılığa karşı mücadelesinde de etkili oldu.
2. Yusuf Estes: Amerikalı isimli bir vaiz ve konuşmacı Yusuf Estes, Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Televizyon sunucusu olan Estes, Müslüman olduğunu açıkladığında büyük bir tepkiyle karşılaştı. Ancak, İslam’ı öğrenmeye devam etti ve sonunda Müslüman oldu. Estes, İslam’ı anlatma ve yayma üzerine çalışmalar yapmaktadır.
3. Hamza Yusuf: Amerikalı bir İslam alimi ve vaiz olan Hamza Yusuf, gençlik yıllarında farklı dinler arasında dolaşıyordu. Eğitim sürecinde İslam ile tanıştı ve Müslüman oldu. O zamandan beri, İslam’ı öğretmeye ve yaymaya odaklanmıştır. Yusuf, ihtidaları ve İslam’a yönelişi teşvik etmek için kitaplar yazmış ve konferanslar vermiştir.
4. Cat Stevens (Yusuf İslam): Cat Stevens olarak bilinen İngiliz şarkıcı ve söz yazarı, başarılı bir müzik kariyerinin ardından İslam’a yönelmiştir. Bir yolculuk sırasında bir kaza geçirdikten sonra, hayatının anlamını sorgulamaya başladı ve sonunda İslam’ı seçti. Müzik kariyerini bıraktıktan sonra Yusuf İslam olarak tanınmaya başladı ve dini çalışmalarıyla bilinir hale geldi.
Bu ibretlik ihtida hadiseleri, İslam’ın muazzam bir etkiye sahip olduğunu ve insanların hayatlarında önemli bir değişim yaratabileceğini göstermektedir. İhtida süreci her bir kişi için benzersiz olabilir, ancak ortak bir payda, İslam’a yönelmede manevi bir dönüşümün rol oynayabileceğidir.
***”””””””””****
Dünyada en fazla ihtida hadiselerinin olduğu ülkeler hangileridir?
İhtida hadiseleri, İslam’ın yayılması ve insanların Müslüman olmayı seçmesiyle gerçekleşir. Belirli ülkelerdeki İslam toplulukları, diğerlerine göre daha fazla ihtida olayına sahip olabilir. Ancak, dünya genelinde kesin bir sıralama yapmak zordur çünkü ihtida hadiseleri kişisel tercihler ve farklı etkilerle şekillenir. Bununla birlikte, aşağıdaki ülkelerde İslam’a ihtida eden bireylerin sayısının göreceli olarak yüksek olduğu bilinmektedir:
1. Endonezya: Endonezya, dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusunu barındıran ülkedir. Halkının çoğunluğu Müslümandır ve birçok kişi İslam’a ihtida etmiştir.
2. Hindistan: Hindistan, büyük bir Müslüman nüfusa sahip olan bir ülkedir. Özellikle Gujarat ve Kerala bölgelerindeki Müslümanlar arasında ihtida hadiseleri yaygındır.
3. Pakistan: Pakistan, Müslümanların çoğunluğunu oluşturan bir ülkedir. İslam’a olan ilgi ve ihtida hadiseleri bu ülkede yaygındır.
4. Bangladeş: Bangladeş, yüksek oranda Müslüman nüfusa sahip olan bir ülkedir. İhtida hadiseleri burada da sıkça görülür.
5. Nijerya: Nijerya’da, özellikle Kuzey Nijerya’da İslam’a ihtida eden kişilerin sayısı göreceli olarak yüksektir.
Bu listedeki ülkeler, İslam’ın yayılmasında ve Müslüman olmayı tercih eden kişilerin yoğun olduğu bölgeler olarak bilinmektedir. Ancak, unutulmamalıdır ki İslam, dünyanın farklı bölgelerinde ve kültürlerinde kabul edilmekte ve ihtida hadiseleri her coğrafyada gerçekleşebilmektedir.