MASONİK YAPI

MASONİK YAPI

 KARANLIK VE KARANLIKTAKİ YAPI

Osmanlının yıkımında önemli bir rolü olan mason teşkilatı, ittihat ve Terakkinin içerisindeki hakimiyeti ile bu faaliyetini sürdürmüştür.

“Mason Cunta Sultan Abdülaziz’i delirdi diye tahtından indirmişti. Ama ne var ki, aynı Cunta padişah yaptığı mason V. Murat’ı da üç ay sonra 31 Ağustos’ta gerçekten delirdiği için tahttan indirmek ve gözetimi altına almak zorunda kalmıştır. Cunta’nın
başı olan Serasker Hüseyin Avni Paşa ellerindeki Padişah kanı kurumadan 15 Haziran’da Çerkez Hasan adlı genç bir subay tarafından delik deşik edildi. Cunta’nın başta Mithat Paşa olmak üzere hiçbir üyesinin sonu iyi olmadı.
İmparatorluğun yönetimini tümüyle ele geçiren masonlar ilk iş olarak Abdülaziz’in yaptığı reformları İngiliz-Yahudi tüccar ve bankerlerin istediği biçimde değiştirmek oldu. Sultan Abdülaziz’in kurduğu görkemli donanma, İngilizlerin isteğine uygun olarak, çürümeye terk edildi. Ve bu ihanetin faturası da II. Abdülhamit’e çıkarıldı. Osmanlı İmparatorluğu, 1876’da Abdülaziz’i öldürerek siyasal erki ele geçiren masonlar tarafından, II. Abdülhamit’in Meclis-i Mebusanı kapattığı 13 Şubat 1878’e kadar doğrudan yönetilmiştir. Ve bu iki yıl felâketlerle dolu bir yıldır. Osmanlı İmparatorluğu bu iki yılda gördüğü yıkımı tarihinin hiçbir kesitinde görmemiştir.”[1]

-“ İttihat ve Terakki’nin kuruluşu ve yöneticileri Enver Paşa hariç masondu. Mason örgütleri kendilerine Selanik kentini seçmişlerdi; çünkü Selanik, Avrupa Kıtasına açılan ticaretin ve burjuvazinin geliştiği bir liman kenti idi ve nüfusunun yarısından fazlasını
Avrupa ile sıkı ilişkiler içerisinde olan Yahudiler oluşturuyordu; Türkler ikinci sırada yer alıyordu, Rum, Ermeni ve Bulgarlar sayısal olarak Türkleri izliyorlardı. Bu kentte kurulan locaları büyük devletlerin konsoloslukları korumaları altına almışlardı; bu nedenle devletin güvenlik ve istihbarat örgütleri hiçbir şey yapamıyordu.”[2]

-“ II. Abdülhamit’in yönetimine karşı olanlar başta masonlar, azınlıklar, Batı yanlısı Türkler, ortak bir adla anıldılar: Jön Türkler.”[3]

“Masonuk Türklerce dinsizlik ve küfür sayılmıştır. Ve buna karşı halkta umumi nefret ve kin vardı… Meşrutiyet ilan olunca Rahmi, Talat ve arkadaşlarından çoğu İstanbul’a gelince derhal İstanbul’da mason locaları açtılar. Bir çok Türkleri localara kaydettiler. Bunların mühim bir kısmı Dönmeler idi. İttihatçılar locaları kendilerine kuvvet ve alet yaptılar.
Rıza Nur Selanik’li İttihatçıların mason olmasına karşılık Manastır’daki cemiyet reislerinin Melami tarikatından olduklarını ve bunu yaydıklarını, başkalarını da Miralay Sadık’ın yaptığını belirtiyor.”[4]

Mason teşkilatı gizli bir teşkilattır. Gücünü de işte bu gizemli, gizli ve kapalı oluşundan almaktadır.[5]

Sağladığı imkanlar gücü ve güçlüleri toplamasında önemli rol oynar. Her türlü güç imkanlarını ellerinde bulundurup, devreye koyarlar.

Bunun için ekonomi, ordu, medya gibi güç odakları bunların başında gelir.

Nitekim,” Türkiye’de, Adalet Partisi’nin genel başkanlık seçimleri için Süleyman Demirel’e 14.11.1964 tarihinde Bilgi Locasından verilen belgeyle Türk Tarihine farmasonlar tarafından açık ve net bir biçimde müdahale edilmiştir.”[6]

Bir çok devlet adamı bizde ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’da masonluğun değirmenine su taşıyanlardandı.[7]

Masonlar her dönemin adamı olup, kendilerine destek bulmakta veya kriptolarını devreye koymaktadırlar.

“Mason yöneticileri bir açıklama yapmışlardı: ‘Bizim umdelerimiz (ilkelerimiz) CHP’de zaten bulunduğundan kendimizi kapatıyoruz’ dediler.[8]

Birinci bağlayıcı ortak nokta, menfaattir.[9]

Bu güçle;” Farmasonlar XVIII. yüzyılda, sonradan Fransız Devrimi adını verdikleri insan vicdanının ve aklının sınırlarını çok zorlayan o büyük mahşeri çılgınlıkla tarihe müdahale ettiler. ABD Bağımsızlık Savaşında ve ABD devleti kurulurken tarihe müdahale ettiler. XIX. yüzyılda ABD’de B’nai B’rith’ı ve Ku Kulux Klan’ı kurarak tarihe müdahale ettiler.”[10]

“İngiliz masonlar, mason töre ve geleneklerini İngiltere dışına silahlı kuvvetler ve diplomatları aracılığı ile taşıdılar. İşgal ettikleri ya da antlaşmalarla kendilerine bağladıkları, sömürdükleri ülkelerdeki, önce Hıristiyan azınlıkları, sonra da beyazları masonlaştırdılar; daha sonra, kurdukları bu mason localarına, o ülke bürokrasisinin ileri gelenlerini ve ekonomisini denetleyen sermayedarlarını üye olarak aldılar; ikinci aşama olarak, kendi büyük localarını kurmalarını sağladılar.”[11]

Yahudiliğin arkasında Yahudi gücü bulunmaktadır.

Mason duvarcı adıyla ismi Fransa’ya ait ise de, anavatanı İngiltere’dir.

Öyle ki;” Fransa’daki ilk localar, İngiltere İç Savaşından kaçarak Fransa’ya
sığınan İngiliz kralları, soyluları ve İskoç alaylarındaki askerler tarafından kurulmuştur (1688 yılında).”[12]

Bu durum Abd’ de de görülmektedir.” ABD’ye masonluk göçmenler ve İngiliz ve Fransız orduları tarafından taşınmıştır. Bugün ABD’deki büyük localar köklerini
İngiltere, İrlanda ve İskoçya’ya bağlamaktadırlar. Bu nedenle ABD’de egemen olan masonluk, Anglosakson geleneğine bağlı İskoç ritidir. Başlangıçta bazı localar, patentlerini Fransız ve İspanyol Büyük Localarından aldılar.[13]

Din konusunda ise;” İngiliz kiliseleri masonluğun bir din olup olmadığını ya da
masonların Tanrı anlayışını tartışmaktan hep kaçındılar. Bu uzak duruş diğer ülke mason örgütleri tarafından da benimsendi. Çünkü S. Knight’ın ünlü çalışmasında gösterdiği gibi, Anglikan Kilisesi tümüyle masonların denetimine geçmişti: “Anglikan Kilisesi, iki yüzyıldan daha uzun bir süredir Masonların kalesi haline gelmiştir.
Teamüllere göre mason olmak, kilise içinde yükselmekte bir avantaj olarak kabul edilmektedir.”[14]

Ancak bu dinin yerine inşa edilecek bir şeylerin olması gerekti. O da;

-“Masonlar neden satanist kökenli, cinselliği ön plana çıkaran semboller kullanıyor ve eski çağların şeytanını çağrıştıran (Baal gibi) Tanrılarına (Yahbulon) tapınıyorlar? Farmasonlar yoksa eski çağlardan beri sürüp gelen okült bir inancın modern çağlardaki, bazı değişimlere uğramış, örgütlenmiş biçimi midir? Bu soruyu,
evet diye yanıtlayan mason karşıtları vardır. Bu soruyu, evet diye yanıtlamak ve sonra tarihin derinliklerinde saklanmış okült kavramlar, törenler ve sembollerle oynayarak onları yorumlamak ve masonların nasıl şeytana tapıcılar olduklarını göstermek son
derece cazip ve kolay bir iştir; ama, en az masonların yapıp ettikleri kadar, bilim dışı bir tavır, bir ruhsal bozukluk, kocaman bir saç­malıktır.”[15]

-Masonların en iyi işlettikleri kurum ise istihbarattır.

“İngiliz masonlarının kendi üyelerinden bile sakladıkları, en tepedeki birkaç yüksek dereceli masonun dışında pek az kişinin bildiği, diğer bir önemli sırları da İngiliz İstihbarat Sevişleri (MI.6,MI.5) ile olan bağlarıdır.”[16]

-“Atatürk masondu.”Bino Mishan da şöyle diyor: “Mustafa Kemal masonluğa resmen intisab etmiş ve Nidana locasına katılmıştır.”[17]

“İngiltere’de son zamanlarda ortaya çıkan ve El Muctema Dergisi’nin (Kuveyt), Irak’ta yayımlanan El Âfak Dergisi’nden alıntı yaparak, ilk defa 25 Aralık 1978 tarihinde 425 ve 429. sayılarında yayınladığı bu belgenin en önemli kısımlarını aktarıyoruz:

Yüz kırk bin nüfuslu Selanik kentinin 80 binini İspanyol asıllı Yahudiler (İspanya’dan kaçanlar), 20 binini de Levi kabilesinden olanlar ve kendilerini Müslüman gibi gösteren (dönme) Yahudiler oluşturuyor.

İspanyol Yahudiler’in çoğu İtalyan vatandaşlığına sahip ve İtalyan localarına üye olan masonlardır. Bunun için de kovuşturma ve teftişe karşı Osmanlı Devleti’nin yabancılara verdiği dokunulmazlık hakkından faydalanmaktadırlar.

Yahudi Emanuelle Carasso (Karasu) birkaç yıl önce Selanik’te -İtalyan masonlarıyla işbirliği içinde- Makedonya Risorta Locası’nı kurdu. Ve Türkiye’deki genç subayları ve sivilleri masonluğa üye olmaları yönünde ikna etti.

Amacı Türkiye’deki yeni durumlar üzerinde Yahudi nüfuzunu dayatmaktır.

-Selanik’teki Jön Türkler Hareketi’nin mimarlarının çok büyük olasılıkla Yahudiler olduğu anlaşılıyor.

-1908 devriminden kısa bir süre sonra, hareketin liderlerinden birçoğunun

mason olduğu ortaya çıktı.

-Bütün Yahudiler mutlak olarak yeni dönemin savunucularını destekliyordu.

-Yahudiler’in tümü İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin casusu oldu.”age.32.

“-Abdulhamid’in tahttan indirilmesinden sonra, iki sene süreyle örfi idare

(sıkıyönetim) ilan edildi. Ve örfi mahkemelerdeki subayların çoğu masondu.

-Devletin yayın müdürü Selanikli bir Yahudi idi ve herhangi bir gazetenin

yayınını durdurma yetkisine sahipti.

-İttihatçıların iç ve dış olaylara ilişkin görüşlerini sunan Telgraf Haber Ajansı’nın müdürü Bağdatlı bir Yahudi idi.

-İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Konstantiniye’deki ana şubesinin başkanı

Selanikli bir Yahudi idi.

-Devletin Kamu Güvenliği Müdürlüğü Selanikli bir masonun yönetimindeydi.”33.

“-Talat ve Cavit, Türkiye’de masonluğun zirvesini temsil ediyordu ve tabii ki

Cavit Yahudi idi.

-Talat, içişleri bakanı olduğundan beri ülkenin bütün bölgelerinde masonluk ağını yaymaya çalıştı. Ve bölgelerdeki önemli görevlere masonları atamaya başladı.

-Lawther, “Buradan anlaşılmaktadır ki; Büyük Doğu Mason Locası Türkiye’nin gizli hükümetidir ve başında da büyük üstat Talat Bey vardır.” demiştir.”35.

 

-İbretli bir hatıra:

“Ertuğrul Düzdağ, Eşref Edip’den naklen şunu yazıyor:
‘Mason olduğunu masonlardan başka kimsenin bilmediği (M.C.) ye bir gün sordum:
-Sizin de mason olduğunuzu söylediler. Sizin gibi aklı başında bir adam nasıl mason olur?
-Sorma dedi, bir zaman masonluğa girmek için deli divane olmuştum. Talat Paşa’nın kalem -i mahsus müdürü Fuad Beye gittim. Masonluğa kabulüm için Talat Paşa’ya söylemesini rica ettim.
Söylemiş, fakat Paşa aldırmamış. Çok üzüldüm. Mutlaka girmeğe azmetmiştim. Tekrar müracaat ettim. Talat Paşa’ya söylemiş. ‘Ben onu akıllı bir adam sanırdım, demiş; bunun maskaralıktan başka bir şey olmadığını bilmez mi?’
Fuad bey bunu bana söyleyince çok canım sıkıldı. Beni kabul etmek istemiyorlar, onun için böyle söylüyorlar, dedim. Tekrar ısrar ettim. Nihayet kabul edildim. İçine girip de bir müddet geçtikten sonra Talat Paşa’ya hak verdim. Hakikaten onun dediği gibi maskaralıktan başka bir şey değilmiş.
– Sonra ne oldu?
– Ne olacak? Böyle kalıp gitti.’
Mason ve Yahudi düşmanlığında doruğa ulaşan, bunun sonucu Alman Nazi partisiyle işbirliğine bile kalkışan C R. Atilhan’ın bu psikolojiye varışının öyküsü de öğreticidir.
‘Farmasonluğun iç yüzüne ve mahiyetine dair hiç bir fikre ve ilmi bir kanaate sahip değildim. Sadece babamdan ve aile dostlarımdan olan büyük adamlardan çocukluğumuzda işittiğimiz şey farmasonluğun tamamen bir dinsizlik olduğundan ibarettir. Hatta merhum pederin bu tabiri bir hakaret ve bir küfür makamında kullandığı da hala hatırımdadır.’”[18]

-“ Osmanlı masonluğu hakkındaki bazı gö­rüşler içeriyor:
‘Bizde Osmanlı dünyasında bazı sebepler yüzünden sırf çıkarları için heyeti hazıramızı avlamaya çalışırlar… Zannımıza kalırsa muvaffak da oluyorlar. Farmasonlukta birleşilmiş, belirgin bir fikir yoktur. Farmasonlar adeta ‘beynelmilel serserilerdir.’

Bizde olduğu gibi bazı İhtilalciler, özellikle mason localarına maksatlı olarak girerler… Bu sayede kendilerine tarafdarlar bulmaya kadir olurlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’teki kuruluş zamanında masonlukdan, masonlardan yararlanma düşünülmüş­tü. Localara girildi. Bugünkü büyük ilgiyi sağlayan o zamanki giriştir. Bugün batıdan, İngiltere’den, İtalya’dan gelen ve burada Doğu(maşrık) locaları açan, üzüntüyle söylüyoruz pek çok kişi işe, hasis ihtiraslara alet oluyorlar. Bir çok emeller, siyasi ihtiraslar tatmin ediliyor.’”[19]

-“1955’de Angelo Roncalli Türkiye’ye gönderiliyor. Papa olunca, Celal bayar’ın idamına karşı olduğunu bildiriyor. (Celal Bayar, Mason) *Vatikanın İstanbul’da çalışmalara başlayabilmesi için gerekli izni 1952’de Celal Bayar vermiştir.”[20]

-1856, Hattı Hümayın’la Ermeniler Müslümanlar ile eşit haklara sahip oldular. Osmanlının son 50 yılında devlet bürokrasisinde en çok Ermeniler yer almıştır. Ermkeni-Yahudi rekabeti iftiralara ve idamlara yol açmıştır.”[21]

Aynı mücadele bugünde devam etmektedir.[22]

MEHMET ÖZÇELİK

11-05-2022

[1] MASONLARIN SAKLI TARİHİ.Yazar: Tuncar TUĞCU.Sh. 195.

[2] Age.203, İTTiHATÇILAR VE MASONLAR. ORHAN KOLOĞLU. SH.18.

[3] Age.202,İttihatçılar ve Masonlar.Age.32.

[4] İttihatçılar ve Masonlar.Age.219, http://habervitrini.com/yazarlar/metin-ozer/feto-bir-sabetay-orgutudur%E2%80%A6-kestanepazarinin-buyuk-sirri

https://yalantarih.com/bir-yahudi-itiraf-ediyor/

https://www.timeturk.com/tr/2013/09/20/kurtulus-savasini-yahudiler-baslatti.html

[5] http://www.tesbitler.com/index.php?s=MASON

https://youtu.be/kFySPVc8VEc

https://youtu.be/cFtaXx9wrFc

https://youtu.be/0p5PQ7X-aX0

https://youtu.be/0lQI0bA7Z4g

https://youtu.be/iuHYJewqEbM

https://www.yenisafak.com/gundem/katircioglu-hala-mason-kiskacinda-hicbir-sucu-olmamasina-ragmen-hastaneye-kapatilmisti-3547712

https://www.yenisafak.com/gundem/masonluk-dosyasi-tvnette-acildi-yuce-katircioglu-masonlarla-ilgili-bilinmeyenleri-anlatiyor-3834228

https://www.google.com/amp/s/www.yenisafak.com/amphtml/gundem/kumpasi-boyle-kurmuslar-mason-arsivi-boyle-yok-oldu-3542796

[6] Age..14,229-239.Bak. Necip Fazıl Kısakürek. Süleymanname- şiirinde belirtir.

[7] POPULER MASONLAR. SÜLEYMAN YEŞİLYURT.1-278, Bak.14.

[8] https://www.yenisafak.com/yazarlar/tamer-korkmaz/zafer-partisi-2062942

http://www.habervitrini.com/yazarlar/metin-ozer/feto%E2%80%99yu-diyanet-isleri-baskan-yardimcisi-kurdu

https://www.facebook.com/656108373/posts/10159139240993374/

https://www.dailymotion.com/video/x4pv4rf

https://www.google.com/amp/s/m.haberturk.com/son-dakika-yunan-tv-sinde-skandal-feto-roportaji-haberler-3003263-amp

OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE MASONİK BİLDERBERG ÇETESİ.sh.71-72.

https://m.haber7.com/guncel/haber/3223285-bulent-ecevit-desifre-etmisti-iste-icimizdeki-natonun-gladyosu

https://www.yenisafak.com/yazarlar/tamer-korkmaz/1909-meral-tahtaya-2062928

https://www.facebook.com/TEPDG/posts/2839138012979699/

https://www.facebook.com/100005913671300/posts/1994017667472003/

https://dintahripcileri.com/elhamdulillah-hiristiyaniz-fethullah-gulen-cemaatinin-hizmetleri/

https://www.facebook.com/150152325017838/photos/a.518305028202564/4468437606522600/?type=3

Türkiye düşmanı, kirli ittifak odakları 2023 öncesi masonların açık desteği ile Erdoğan’a ve ülkemize karşı yeni bir saldırı mı planlıyorlar? – Yeni Şafak (yenisafak.com)  

[9] Bak. Mason Diktatörlüğü -Fransızcadan Çeviren: ESKİ BİR SEFİR. A. G. MICHEL.

[10] Age.13.

[11] Age.141.

[12] Age.143.

[13] Age.157.

[14] Age.116.

[15] Age.129.

[16] Age.138.

[17] Kayıp minare.(Kemalizm Tahlili).Dr. Abdullah Azzam.sh.26, MASONLARIN SAKLI TARİHİ.Yazar: Tuncar TUĞCU.211,213.

[18] İttihatçılar ve Masonlar.Age.220-221.

[19] [19] İttihatçılar ve Masonlar.Age.226-227.

[20] OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE MASONİK BİLDERBERG ÇETESİ.sh.2.

[21] Age.5.

[22] https://www.haberturk.com/polemik/haber/543297-annem-ermeni-babam-eskiya-diye-kendisi-dedi

https://www.facebook.com/100008346600781/posts/3243186745969514/

https://www.facebook.com/100010149558667/posts/1058537071161268/?sfnsn=scwspmo&extid=XVzj3TvRz3KPQdUM&d=n&vh=i

https://www.facebook.com/100035541676666/posts/654518445742872/

http://www.haber7.com/guncel/haber/2089342-fetonun-karanlik-dunyasi,  Erişim: 29.08.2019, 20.20 19 (Gündüz, 2016, s. 1) Bak. Türkiye’de Mason Tarikatı. Hürol Tasdelen. Sh.37.

 

Loading

No ResponsesMayıs 23rd, 2022

HİSSE-22

HİSSE-22

NECMİ ABİ VE BİR PROFESÖR

 

Tanıdığı bir profesörü ilk defa makamında ziyaret eder, Necmi Abi.

Profesör Bey biraz sohbetten sonra: Necmiciğim kahveni nasıl alırsın,der.

Necmi Abide şakayla karışık: Koca profesör oldun da, benim nasıl kahve içtiğimi bilmiyor musun, der.

O da der: İlk defa sana kahve ısmarlayacağım, nereden bileyim.

Necmi abi der: baksana odunlar bile benim nasıl şekerli, elma, portakal, karpuz, kavun yiyeceğimi biliyor da, sen nasıl koca profesörsün bilmiyorsun, hayret der.

**************   

SOKRATES DEMOKRASİ’DEN NEDEN NEFRET ETTİ?

 

Bir gün Sokrates yine taleberiyle sohbet ederken bir talebesi Sokrates’ e sorar ki:

– “Eğer demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse, adil olan da bu değil midir?

Mesela yüz kişinin oy kullandığı bir yerde, elli bir kişinin kararına mı uymak daha adil ve doğru olur, yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı?

Hem çok mümkündür ki, daha çok insanın daha az insandan yanılma ihtimali daha azdır. Şu halde sizin demokrasiye karşı çıkmanız doğru olmadıgı gibi haklı da sayılmaz.”

Bunun üzerine Sokrates her zaman olduğu gibi soru cevap yöntemini kullanarak o talebeye önce sorar:

– “Bize söyler misin bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı daha zordur? “

Talebe:

– “Elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur.

Bilge olmak için çok okumak araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur.”

Sokrates:

– “Peki o halde bize yine söyler misin toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur, yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur? “

Talebe:

– “Elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların sayısı fazla olur.”

Sokrates:

– “Peki bize yine söyler misin, bir gemide yüz yolcu bulunsa, geminin nerde nasıl hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir, yoksa o yüz yolcu mu?”

Talebe:

– “Eğer yolcular içinde Denizcilik bilgisi olan yoksa pek tabi en iyi bilen kaptandır.”

Sokrates:

– “Peki o halde diyebilir miyiz ki herkes her konuda karar veremez .

Herkes bildiği yerde konuşmalı.

Her iş ehline verilmeli….”

Talebe:

– “Pek tabi olması gereken budur.”

Sokrates:

– “Peki o halde, bize yine söyler misin,kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden,sadece çoğunluk oldukları için kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi ?

Hem sen de kabul ettin ki,bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden hep daha çok olur.” ALINTI

**************  

“Bir gün bir ağacın altında oturmuş dinleniyordum.

Bir karınca dikkatimi çekti. Kendinden hayli büyük bir ekmek kırıntısını yüklenmiş, sürükleye sürükleye götürüyordu.

Bazen bir su birikintisiyle karşılaşıyor ve etrafından dolaşıyor, bazen de otlara takılan ekmeğin ucunu kurtarmak için didinip duruyordu.

Ama ne ekmek parçasını bırakıyor, ne de rahatça taşıyabilmek için ekmeği ufaltıp küçültmeye râzı oluyordu.

Bu şekilde o sıcak günde, bu ekmek parçasını uzun bir mesafe taşıdı. Nihâyet yuvasına geldi.

Lâkin yuvasına giden koridor küçük, taşıdığı lokma ise büyüktü. Binbir zahmetle yuvanın ağzına kadar getirdiği ekmek parçasını bir türlü içeriye sokamıyordu. Ekmeğin etrafında dolaşıyor, parçayı döndürüyor, öbür tarafından çekiyor, ama bir türlü lokmacık yuvaya girmiyordu.

Bu manzara, beni, insanın hâlini düşünmeye sevk etti. İnsan, bir ömür boyunca istif edip biriktirdiği dünyalıkları, köşkleri, serveti, ufacık kabir kapısından (mezarına) nasıl

sokabilecek, bu aklıma geldi.”(Mesnevi / MEVLANA)

***************   

Eski Bir İstanbul hanımefendisi anlatıyor ;

Yıl 1919 . İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim.

Güzel bir kızdım. Dünür gelmeye başladılar.

Biri avukatmış. Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı, beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum.

Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.

Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı.

(Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler. Alt üst oldum.

Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…Yıkıldım. Nişanı atıp, ayrıldık.

Aradan 5 yıl geçti. Evlenmiştim, Bir de çocuğum olmuştu.

1924 yılıydı. Artık ülkemiz özgürdü.

Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona. Oğlum yanımdaydı.

Beni görünce titredi, çeketini düğmeledi.

Saygı göstererek durdu önümde.

Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.

Olur, dedim. Bir büroya girdik.

Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu.

İçerde yardımcıları çalışıyordu.

Siz gerçekten avukat mısınız, dedim. Evet, dedi.

Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz, diye sordum.

Durdu, başı öne eğildi.

Beni affedin,dedi. İstanbul işgal altındaydı,

Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu.

Her şeyi didik didik arıyorlardı.

Biz de Anadoluya ,Milli kuvvetlere ancak,cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.

Bu ülke için hayati bir işti.

Bunu size bile söyleyemezdim… !

Alıntıdır

******************  

New York’ta küçük bir çocuğu azgın bir köpeğin dişlerinden kurtaran

ve hayvanı boğan iri yarı delikanlının yanına koşan muhabir sorar:

– “Kahraman Amerikalı, çocuğun hayatını kurtardı!” diye yazabilir miyim?

– “Ben Amerikalı değil, Afganistanlıyım…” der adam.

Ertesi gün gazetede bir manşet:

“Köktendinci Müslüman, Central Park’ta bir köpeği boğdu!

FBI, olayın El Kaide bağlantısını araştırıyor.”

***************  

Blil Gates e : “Bu dünyada senden daha zengini var mı?” Diye sordular..

Gates :”Evet benden daha zengini var..”

Ona : “Peki kim bu?” diye sordular.

Gates : “Eğitimi tamamlayıp Microsoft şirketini kurmaya karar aşamasında bir uçuş öncesinde Newyork havaalanındaydım.. Birden gözüme gazete satıcısı ilişti… Elindeki gazetelerinin birindeki başlık ilgilimi çekti.. Elimi cebime attım ama hiç bozuk param yoktu.. Oradan uzaklaşmak üzere ayrılıyordum ki..

Siyahi ve genç delikanlı birden atılarak :”beyefendi buyurun gazete benden size hediyem olsun..” dedi. Ben de ona : “elimde bozuk param yok ” dedim.

O da : “Sana ben onu hediye ediyorum” dedi.

Bu olaydan 3 ay sonra yolcuğum yine aynı hava alanına denk geldi..

Gözüm bir gazeteye ilişti.. Elimi cebime attım ama yine de bozuk param yoktu. Aynı çocuk geldi :”gazeteyi al” dedi.

Ben de ona : “oğlum geçen gün aynı durum yaşandı. Sen bu durumla her karşılaştığında insanlara gazeteyi hediyemi ediyorsun?” dedim..

Dedi ki : “Tabi ki.. Ben verdiğimde, tüm kalbimle veriyorum. Bu beni mutlu edip rahat kılıyor…

Bil Gates diyor ki : “Bu cümle benim aklımı o kadar kurcaladı ki daima acaba çocuk hangi mantık esasına ve hangi hissiyata göre böyle söylüyordu..”

19 yıl aradan sonra… Ekonomik gücümün doruğuna ulaşıp, dünyanın en zengin adamı olduğumda.. Bu genç delikanlının iyiliğinin karşılığını verebilmek için onu arayıp bulmaları için bir grup oluşturdum.. Onlara falan havaalanına gidin ve bana o gazete satıcı siyahi genç delikanlıyı bulun dedim. Bir buçuk ay aradan sonra alanın birinde bekçilik yaptığını öğrendim… Ona bir davetiye gönderip ofisimde ağırladım. Ona “beni tanıyor musun?” diye sordum.

O da : “Tabi ki sen Bil Gates sin herkes seni tanır”

Ona : “Hatırlar mısın sen ufakken gazete satıyordun bende bozuk yoktu ve sen bana gazeteyi hediye ettin. Bunu neden yaptın?

O da : “Belli kesin bir neden yok. Yalnız birine karşılık beklemeden bir şey verdiğim zaman mutluluk duyuyorum ve beni rahat ve huzurlu kılıyor” dedi.

Ona dedim ki : “Sana iyiliğinin karşılığını vermek istiyorum.. Dile benden ne dilersen..!”

Dedi ki : “Nasıl..”

Ona : “Sana istediğin ne ise vereceğim..”

Gülerken bana dedi ki :”Ne istersem onu mu bu gerçek mi?”

Ona : “Evet. Ne istersen vereceğim..”

O da : “Size teşekkür ediyorum beyefendi. Fakat hiç bir şeye ihtiyacım yok…”

Ona : “Bir şey istemen lazım sana iyiliğinin karşılığını telafi etmek istiyorum..”

O da : “Sayın Bil Gates her şeyi yapacak gücün var ama benim iyiliğimi telafi edemezsin..”

Ona : “Ne demek istiyorsun ve nasıl olur da telafi edemem”

O da :” Seninle benim aramızdaki fark ben sana yoksulluğumun doruğunda verdim, ama sen zenginliğinin doruğunda bana veriyorsun buda durumu telafi etmez… Ama senin yaptığın (karşılık vermeye çalışman) bu güzellik beni çok mutlu etti.. Teşekkür ederim”

 

Bil Gates anlatıyor : “İşte o sözü kendisinin benden daha zengin olduğunu hissetmeme neden oldu…

Çünkü en makbul verme, senin ihtiyacın var iken vermen.. Çocuğun bana yaptığı da budur…En makbul iyilik hiç bir karşılık beklemeden yapılan iyiliktir ..

****************  

“Hakiki Türkler zulmetmez”

  “Hazret-i Üstad, iman nuruyla baktığı için Anadoluyu çok severdi. İslâmın ileri karakolu olarak bakardı Türkiye’ye… Ve burada meskûn ahaliye kalbinin tâ derinliğinden şefkat gösterirdi. Türk milletini çok severdi.

 

  “Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur. Bana zulmedenler, Türklük perdesi altına girmiş başka millettendir, ‘ ve ‘Her milletten ziyade yüksek bir haslet, bir manevi kahramanlık Türklerde görüyorum’ derdi.

Tanıyanların Dilinden-sh-289.(Mustafa Sungur)

 

MEHMET ÖZÇELİK

23-05-2022

Loading

No ResponsesMayıs 23rd, 2022

YA AŞI SONRASI

YA AŞI SONRASI

Korona’da bir oyun olduğu kesindi ancak ya sonrası.

Bütün mesele, koronayla uğraştığımız gibi, sonrasında aşının bırakacağı iz ve hastalıklarla uğraşmayalım.

  1. Dünya savaşı su savaşı, gıda savaşı, iklim savaşı derken, birde aşı savaşı mı?

Toplumda korku hala geçmiş değil.

Sağlıkçılar fedakarca çalışmakta.

Hayatta en büyük hizmet olan, hayata hizmeti yapmaktalar.

İki aşıyla yetinilecekken, dört aşı bile yetersiz kalıyor.

Oyun olduğunu daha ilk günde yazdım ve anlattım.[1]

Tavşana kaç, tazıya tut olmasın.

Bir arkadaşın hanımında kalp rahatsızlığı yokken, aşı sonrası kalp krizi geçirerek vefat etti. Bu da aşıya karşı bir soruyu akla getirmektedir.

Yeğenim koronanın bin kabir azabı gibi olduğunu söylemişti.

Ve iki doktorda ölümden döndüklerini söylemişlerdi.

Mesele ölümü gösterip, sıtmaya razı etmemelidir.

Korona sonrası mı yoksa aşı sonrası mı?

Zaten öleceğiz de bari düzgün ölelim. Oyuna gelmişlikten ziyade, oyuna getirilmiş olmadan ölelim.

Ölüm bizim bayramımızdır.

Bu bir aşı karşıtlığı değil, hakikat arayışıdır.

Dabbe mi ve aids’le ilgisi var m?[2]

Nereye kadar?

Ve dünya nereye gidiyor değil, zaten az çok o biliniyor.

Dünya nereye götürülüyor?

Adeta hastalıkları olanın hastalığını depreştirmek ve ayrıştırmak için mi?

Bilim kurulunda bulunan bir üye adeta sürekli topluma korku pompalıyordu. Zaten ondan dolayı da tenkit edildi.

Zaten toplumun neredeyse yüzde doksanı asi oldu.

Ya sonrası?

Bu meret vücutta ve faaliyette.

Aşı muhalifleri dinlenmeli, kulak verilmeli, göz ardı edilmemelidir.

Yaşananlar araştırılmalı ve bir evden ölen dokuz kişinin sebebi çözülmeli.

Bu kan ve gen yapısıyla mı ilgilidir?

Hatta yıllar öncesine giderek, Harun Yahya’nın ve de oğlu ve kızları babalarının yahudi olduğunu söylediği Oktar Babuna’nın lösemiler için kan toplaması incelenmeli.

Cevap bekleyen çok sorular var.

-“Koronavirüs sonrası doğan bebeklerde beyin gelişimi yavaşladı ve dil öğrenimi zorlaştı.”[3]

-”11 ülkede 169 gizemli vaka! Koronavirüsle bağlantısı var mı, belirtileri neler?

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Avrupa ve ABD’deki 11 ülkede en az 169 “gizemli hepatit” vakasının tespit edildiğini duyurdu.”[4]

-Kovid 19’a yakalanan kişilerin diyabete açık hale geldiği ortaya çıktı. Prof. Hasan Aydın, enfeksiyon öncesi tanısı bulunmayanlarda diyabete rastlandığını söyledi. “Kortizonlu ilaçların kullanılması ve Kovid-19’un doğrudan pankreasa hasar vermesiyle diyabet gelişebiliyor” dedi.”[5]

-“Koronavirüs beyni 20 yıl yaşlandırıyor, IQ’yu düşürüyor.
Bilim insanları, dünya çapında 6.2 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan koronavirüs salgını ile ilgili dikkat çekici bir araştırma hazırladı. Araştırmaya göre koronavirüsü ağır atlatanların beyni 20 yıl yaşlanıyor ve IQ’ları da en az 10 puan azalıyor.”
[6]

-“Virüs gitti izi kaldı!”[7]

-“Kovid çocuklarda tik yaptı.”

Pandemide aylarca evde kalan çocuklarda tik bozuklukları başladı. İstem dışı tekrarlanan tikler çoğu kez omuz silkme, kafa sallama, göz kırpma, burun seyirme veya diş sürtme olarak ortaya çıkıyor.”[8]

************

Tıb hastalığı engellemiyor, tedavi ediyor, yan etkileri ve de yeni hastalıklar açarak. İlaçların prospektüs’ lerinde sürekli yan etkilerin olduğu yazar.

Bendeki kemik erimesi gibi. Doktor bende kemik erimesinin erken başladığını söyleyince sebebinin ne olduğunu sorduğumda şu cevabı verdi;

Kullandığınız ilaçlardan…

-Zayıflama için bir yakınım kullandığı ilaçlar sebebiyle adeta çöktü.

Brosella[9] ve fıtık bir araya gelmesiyle sağa sola dönemez hale geldim. Dört ağrı kesici hiç etki etmiyordu. Bir eczacı arkadaşın verdiği bir ağrı kesiciyle sekiz saat biraz hareket edebildim. Bol suyla içmek şartıyla.

Aynı ağrı kesiciyi kullanan bir vatandaş ağzınca eritip yutunca beyin kanamasından vefat etmişti.

Ağrı kesicinin bile öldürmesi.

*************  

Kişiye göre ilaç verilmesi gerekirken, herkese bünye ve tepki durumu gözetilmeden verilmektedir.

Tıpkı eğitimimiz gibi.

Peygamberimiz, ümmetim hasta olmaz, buyururken sebebini de şöyle izah eder;

“İranlı bir doktor günlerce kaldığı halde kendisine hasta gelmeyince ayrılmak üzere Resûlullaha müracaat etmişti. Sahabîlerin niçin hasta olmadığı dikkatini çekmişti. Sormadan edemedi. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şu cevabı verdi: “Benim ümmetim iyice acıkmadan yemek yemezler. Yedikleri zaman da tıka basa değil, daha iştahları varken kalkarlar.” Doktor heyecanla şöyle dedi: “İşte sağlığın şartı budur.”

-Yirmi beş yıl kadar önce Bolu/Gerede yol ayrımında indim. Yolu sormak için uçsuz bucaksız, mor çiçeklerin olduğu tarlada çalışan bir kimseye ne yaptıklarını sorduğumda;

Kilo karşılığı bu lavantaları toplayıp, Almanya ilaç fabrikasına gönderdiklerini söylemişti.

Biz ise birçok faydası bulunan Lavantayı yeni yeni keşfetmeye çalışıyoruz.

Tıbbi Nebevi bu devalarla reçete görevini yapmaktadır.

Tıpta en hayırlı hasta, ölmeyip sürekli tedavi gören hastadır.

Vücut topraktan direk alınan bitkiyi tanırken, estetik ilaçları tanımada zorlanıyor ve tepki ve de mukavemet gösteriyor.

Ecdat sağlık ve şifa için asırlardır sülük ve hacamatı kullanmış ve netice almıştır.[10]

Kan alma ve kan verme şifa bulmanın diğer bir yöntemidir. Zira tahliller kan ve idrarla anlaşılmaktadır.

-Doktorların ifadesine göre; günde 200 defa kanser olma durumundayız. Ancak vücudun mukavemet ve dengeli beslenme bunu engellemektedir.

Azeri atasözünde; Ne çok yiyirem Hekime gidirem./ Ne yanlış edirem Hakime gidirem.

İbni Sina da tıp ilmini iki kelimede toplamıştır; Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir.

Doktor kontrolünde bitkisel tedavi olmalı. Mesela; Brusella[11] ilacında bulunan madde, sarımsakta da bulunmaktadır.

************  

Dünyayı saran yeni bir hastalık.

-“Dünya çiçek virüsünün bir türü olan “maymun çiçeği” hastalığını konuşuyor. Afrika kökenli virüs dünyada yayılıyor. “[12]

Korona yeni çıktığında yaptığım sohbette de belirtmiştim. 1980 yılında Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberde;” Ruslar laboratuvarlarda virüs üretiyor.”[13]

Bugün bu durum bir daha deşifre olmaktadır.

“Eski Sovyet bilim adamı: ‘Rusya maymun çiçeği hastalığını biyolojik silah olarak kullandı’

Batı ve Orta Afrika’nın bazı bölgelerinden yayılan maymun çiçeği hastalığı hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Konuyla ilgili bir uzmana göre Rusya, en azından 1990’ların başına kadar maymun çiçeğini biyolojik bir silah olarak kullandı.

Dr Alibekov, “Bu nedenle, çiçek hastalığı yerine hangi ‘model’ virüslerin kullanılabileceğini belirlemek için özel bir program geliştirdik. Çiçek hastalığı için model olarak aşı virüsü, fare çiçeği virüsü, tavşan çiçeği virüsü ve maymun çiçeği virüsünü test ettik.” dedi.

Doktor, Rusya Savunma Bakanlığı’nın SSCB’nin sona ermesinden sonra “geleceğin biyolojik silahlarını yaratmak” için maymun çiçeği ile çalışmaya devam etmeye karar verdiğini de sözlerine ekledi.”[14]

MEHMET ÖZÇELİK

22-05-2022

 

 

[1] http://www.tesbitler.com/index.php?s=Korona  

[2]https://www.google.com/amp/s/sorularlaislamiyet.com/dabbetul-arz-nedir-cikmis-midir-bugunlerde-yayina-giren-dabbe-filminin-dogruluk-payi-var-mi%3famp

http://www.tesbitler.com/index.php?s=Dabbe

[3] https://www.yenisafak.com/foto-galeri/koronavirus/koronavirus-sonrasi-dogan-bebeklerde-beyin-gelisimi-yavasladi-ve-dil-ogrenimi-zorlasti-2063499?page=1

[4] https://www.haber7.com/saglik/haber/3216276-11-ulkede-169-gizemli-vaka-koronavirusle-baglantisi-var-mi-belirtileri-neler

[5] https://www.yenisafak.com/hayat/kovid-sekeri-tetikledi-3806986

Bak. https://www.yenisafak.com/foto-galeri/koronavirus/koronavirus-sonrasi-dogan-bebeklerde-beyin-gelisimi-yavasladi-ve-dil-ogrenimi-zorlasti-2063499?page=1

[6] https://video.haber7.com/video-galeri/210154-milyonlarca-insanda-goruldu-bu-hastalik-beyni-20-yil-yaslandiriyor-4-mayis-2022-gunun-onemli-gelismeleri

[7] https://www.haber7.com/foto-galeri/73986-virus-gitti-izi-kaldi-gazete-mansetleri-12-mayis-persembe

[8] https://www.yenisafak.com/hayat/kovid-cocuklarda-tik-yapti-3820150

[9] http://www.tesbitler.com/2017/07/27/brosella/

[10] http://www.tesbitler.com/2017/05/16/sunnette-hacamat/

http://www.tesbitler.com/2020/04/10/tedavi-olunuz/

http://www.tesbitler.com/2018/06/07/saglikli-saglik-tavsiyeleri/

http://www.tesbitler.com/2018/06/08/6025/

http://www.tesbitler.com/2019/08/14/sifa-2/

[11] http://www.tesbitler.com/2017/07/27/brosella/

[12] https://www.yenisafak.com/foto-galeri/dunya/maymun-cicegi-virusunden-olum-orani-ne-kadar-asisi-var-mi-hangi-ulkelerde-goruldu-2064707

[13] http://www.tesbitler.com/index.php?s=Korona

[14] https://www.yenisafak.com/dunya/eski-sovyet-bilim-adami-rusya-maymun-cicegi-hastaligini-biyolojik-silah-olarak-kullandi-3830877

Loading

No ResponsesMayıs 22nd, 2022

NOKTADAN KAİNATA

NOKTADAN KAİNATA

Evet bir Noktadan kainata.. Damla’dan Derya’ya yani bir damla sudan anne karnına, oradan dünyaya, dünyadan kabre, haşre ve ebede giden, uzun bir sonsuzluk yolculuğu devam eden şu insan…

Gerçekten hala yumurtanın içerisindeyiz. Kendi yumurtamızı kıraraktan yumurtanın dışına bir türlü çıkamıyoruz. Yumurtanın içerisinde kalıp her şeyi orada zannedip de, yumurtanın dışındaki bulunan on sekiz bin alemin durumundan habersiziz.

Belki de bu on sekiz bin Alem kesretten kinaye söylenmiştir. Ama hala kabımızın içerisinde, kendi kalıbımızda dönüp dolaşıyoruz. Dink beygiri gibi.

Bilinçsiz ve şuursuz olarak hareket ediyoruz. Oysa kabuğu kırmak ve birçok alemlere kabuğu kırarak onların içerisinde, her bir kabuğun arkasındaki bir alemi, bir öncekinden daha gelişmiş alemleri görüp vakıf olmak ve o alemlerde Kulaç atmak, fikirde bulunmak insaniyetimizin bir gereği ve gerçek kapasitesidir.

Hiç olmazsa o alemlere fikren olsun, hayalen olsun gezmek ve geçmek lazım.

Aman Allah’ım! Sonsuz boyutlu alemde, sonsuz boyutlu alemlerin kendisi için yaratılan bu insanın, sonsuza dek, o sonsuz olanları anlaması, düşünmesi ve kulaç atarak o sonsuzlukta gezmek insan projesinin ana temasıdır.

Bazen bir nokta ve bir damlada boğulan insanın, o sonsuz alemde gezmiş olması bu insanın o sonsuzlukta hareket edeceğini kabiliyet ve kapasitesi göstermektedir.

Hakikaten şaşılmayacak gibi de değil.

İşte bazen bir noktada boğulurken, bütün noktaları, dergahları, okyanusları aşarak sonsuza yani sonsuz olan Allah’a ve O’nun ötesi olmayan, kendisi sonsuz olan Rabbe miraç ile bunu isbat etmiştir.

Miraç bunun kesişme noktası olduğu gibi, ötelerin ötesine geçmek, fizik alemini geride bırakarak; Hadiste buyurulduğu üzere; ‘O vardı hiçbir şey yoktu.’ denilen o aleme geçiş yaptı, start verdi, izin ve müsaade çıkmış oldu.

Sonsuzluğun kapısı insana açıldı.

-Gerçekten biz neredeyiz?

Hakikaten noktanın içerisindeyiz. Okyanustan haberimiz yok.

Hem Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi;’ İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.”

Bu hakikat doğrultusunda gerçekten hala uykudayız. Yani Damla’nın içerisinde, bir Spermin içerisinde, bir menide bulunmaktayız.

Kabuğunu kırıp da ana rahmindeki oluşumunda, ana rahminden bu dünyaya çıkıp da gerçek insaniyet makamına, en yüksek makama çıkamıyoruz, zorlanıyoruz.

Böyle bir sınav içerisindeyiz. Kulaç atmaktayız.

Kabuğunu kırıp bir türlü Damla’nın dışarısına çıkarak okyanusların farkına varamamaktayız.

Ve de duygusuna varmış değiliz. Bu hayatın koşturmacası içerisinde basit şeylerle meşguliyet, bizi gerçekten sonsuza kulaç atmaktan, kanat çırpmaktan adeta geri bırakmakta ve alı koymaktadır.

Özetle; Sonsuzluğa doğru kucak açan bu insan, Sonsuzluğa doğru giderken dünyaya uğradı.

Uğrayıp da basit şeyler de yani noktada boğulması, bir yandan okyanuslar için yaratılmış, okyanusları aşabilecek kabiliyette iken; gündelik, geçici, lüzumsuz, basit şeyler içerisinde olması hakikaten şaşılacak bir şeydir.

Bu da bir yandan şeytanın diğer yandan da nefsin o insanı frenlemesi, dizginlemesi, dengesinin bozulmasından kaynaklanır.

Bu insan damlada boğulmamalı, okyanusları aşmalıdır.

Geçici haz, sonsuzluk hızını azaltmamalıdır.

Baki olan, fani olana feda edilmemelidir.

Allah’a imandan ahirete imana ve dinin meselelerini inkarda şeytani bir zevk var.
Haram yemede de hayvani bir zevk olduğu gibi.

-“ Ey insan! Fâtır-ı Hakîmin senin mahiyetine koyduğu en garip bir hâlet şudur ki:
Bazen dünyaya yerleşemiyorsun, zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of, of” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde; bir zerrecik, bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.
Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti, yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ Bazen söner ve ölür.
Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i a’mâlin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.”[1]

MEHMET ÖZÇELİK

21-05-2022

[1] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/on-yedinci-lem-a/140

Loading

No ResponsesMayıs 21st, 2022

HİSSE-21   

HİSSE-21      

Merhum Mehmet Kırkıncı Hoca birkaç kişi ile Nurculuk Davasından dolayı hapse düşer. Tüm Risaleleri ellerinden alırlar. Kırkıncı Hoca bir gün savcıya der ki; ” Tüm kitaplarımızı aldınız, bari Üstadın talebelerine yazdığı basit mektuplardan ibaret olan Kastamonu Lahikasını bize verin.” der. Savcı da; ” Senin basit mektuplardan ibaret dediğin bu kitapta dünyayı yönetecek prensipler var. ” der.

**************  

Dr. Tahir Barçın, Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ hayatı sırasında Emirdağ Hükümet Tabibi idi. Bediüzzaman Said Nursi’ye talebe olmuş ve şer güçlere karşı Emirdağ’da Üstadına kahramanca kol-kanat germiştir.

 

11 Mayıs 1978’de vefat eden merhum Tahir Barçın’ı rahmetle anıyoruz. Bu vesile ile yaptığı kahramanca bir hizmeti hadisenin birinci şahidi Necati Müftüoğlu’ndan dinliyoruz.

 

Necati Müftüoğlu, Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ hayatı sırasında Adliyede zabıt kâtibi olarak vazife yapmış bir devlet memurudur. Müftüoğlu, Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor kitabına şöyle konuşmuştu:

 

Hakim yazdırdı, doktor raporu verdi

Asliye Caza Hâkimi Kıbrıslı Fethi Önkaya Bey çok dindar bir adamdı. Efendi Hazretlerinin (Bediüzzaman Said Nursi), şapka kanununa muhalefetten mahkemesi olmuştu. Doktor Tahir Barçın, kabri nur olsun… Allah için destek olacak ya, dünya gelse vız gelirdi ona.

 

Dr. Tâhir Bey’e vardım. Efendi Hazretlerinin sağlığı, sıhhati için sarık sarması gerektiğine dair bir raporu hâkim yazdırdı; “Sanık Said Nursi’de yakalanan, şapka kanununa muhalefetten sarık sarıp sarmaması hakkında…” şeklinde bir rapor yazdırdı. Hâkim altına imza etti. Tâhir Bey de raporu verdi. Getirdim Efendi Hazretlerine verdim. “Evladım nur olsunlar” dedi, pek memnun oldu.

 

Vallahi çekinmedi Tâhir Bey raporu vermekte. Her şeye katlanırdı… Koskoca Hükümet Doktoru… Emekli olup devleti bıraktıktan sonra hapishaneye girdi…

 

Şapkanın da sağlığına faydalı olmadığına ve iadesine diye yazdı

Aldım raporu getirdim. Şapkanın da sağlığına faydalı olmadığına ve iadesine diye yazdı. Ben de emanet memuruydum aynı zamanda. Şapkayı aldık, takkeyi iade ettik.

 

Doktor merhum Tahir Barçın, Bediüzzaman Hazretlerine rahatsızlığına binaen mahkemeye gitmemesi için de rapor verirdi. Kimseyi dinlemezdi. Kendisi çok muhterem ve mütedeyyin bir doktordu.

****************  

1917 yılında Fransa, Çad işgalinde 400 Müslüman alimi toplayıp kafalarını kesti.

Fransa 1852 yılında Cezayir’in Laqua şehrine girdiğinde nüfusunun üçte ikisini ateşe verdi.

Fransa 1960-1966 yılları arasında Cezayir’de 17 nükleer test yapmış ve bunun sonucunda 27.000 ila 100.000 arasında kayıp olmuştur. Etkileri bugüne kadar devam ediyor.

Fransa 1962 yılında Cezayir’den çekilince, o dönemde Cezayir nüfusunun tamamından fazla, yani 11 milyon mayın yerleştirdi.

Fransız tarihçi Jak Hurki, Cezayir’de 1830’dan 1962’ye kadar öldürülen Fransızların toplam sayısının 10 milyon Müslüman olduğunu tahmin ediyor.

Fransa Tunus’u 75 yıl, Cezayir’i 132 yıl, Fas’ı 44 yıl, Moritanya’yı 60 yıl işgal etti

Fransa meşhur yürüyüşlerinde Mısır’a girince Fransız askerleri atlarıyla camiye girip, ailelerinin gözü önünde kadınlara tecavüz edip, camilerde içki içip, bazı camileri at sofrası haline getirdiler. .

Bugün bazılarının Fransız uygarlığı ile övünmesi, hatta onu savunması ve tüm kara tarihini unutturması ne garip…

**************  

ZULMÜ ALLAHA HAVALE ETMEK

 

Erzurum’un büyük velîsi İbrahim Hakkı (k.s.) hazretlerini çocukken İsmâil Fakîrullah (k.s.) hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah hazretlerinin yanında geçiren İbrahim Hakkı hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı:

 

-Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı hazretlerini azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri… Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve:

 

-Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası sorar:

 

-Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?

 

-Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.

 

-Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle, der.

 

İbrahim Hakkı hazretleri gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da:

 

-Benim testimi niye kırdın zâlim adam?! diyemez.

 

Dönüp geldiğinde hocası Fakîrullah hazretleri sorar:

 

-Ona bir şeyler söyleyebildin mi?

 

-Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lâkin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir söz sarf edemedim! Hocası bağırır:

 

-Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, mukabele et! Yoksa sonu felâket!..

 

İbrahim Hakkı hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran adamı, kendi atı, attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır! Koşarak gelip, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerine bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hâle üzülür:

 

-Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu! der. Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük velî şöyle îzah eder: ‘O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zâlimi Allâh’a havâle etti. Allâh Teâlâ’nın da gayretine dokunup zâlimi cezâlandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, dünyada ödeşmiş olup, cezası Ahirete kalmış olacaktı. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım!’

****************  

Çaycı Emin Abinin Hatıralarından:

 

Bir gün beraber ikindi namazını kıldık. Namazdan sonra tesbihatta iken:

“Kambur, ben mi haklıyım, yoksa sen mi haklısın?’ diye birisine hitap ediyordu.

“Ben yine bir çok zamanlar olduğu gibi, hayretler içindeydim. Odasında benimle kendisinden başka kimse yoktu. Benim merakımı görünce, meseleyi şu şekilde izah etti:

“Onuncu Söz, haşir ve âhiret hakkındadır. Ben o eseri bir vakitler Barla’da yazıyordum (1926 senesi). Baktım o günlerde  bir İslâm düşmanı, ıslahı gayr-i-kabil… Arefeye bir kaç gün vardı. Ben beddua ettim. Benim bedduama karşılık bütün Hicaz velileri ve Hicaz’daki Kutb-u A’zam ise, onun ıslahı için dua ediyorlardı. Benim bedduam ferdî kaldığı için iade edildi. Aradan uzun seneler geçti. Baktım, bu sene (1938-1939senesi) bana nihayet hak verdiler. Ben halbuki bunun ıslahının gayr-i kabil olduğunu biliyordum. Onlar nihayet bu sene başladılar beddua etmeye. Benim konuştuğum Kutb-u A’zam’dır; Mekke-i Mükerreme’dedir. Bütün Hicaz’la birlikte beddua etmeye başladı. Bana hak verdi. Ben de ona hitap ettim.

***************  

HER ŞEYDE BİR HİKMET VAR

 

Bir gün Musa Aleyhisselam, giyeceği olmadığı için kumun içine giren bir fakir görür, Fakir:

 

– Ya Musa, bana dua et, Cenab-ı Hak bana yetişecek kadar dünyalık versin, yoksulluk beni tüketti,der.

 

Musa Aleyhisselam dua eder, Hak Teala fakire dünyalık verir.

 

Birkaç gün sonra Musa Aleyhisselam bir kalabalık görür, ne oluyor diye yaklaştığında, o fakiri kalabalığın ortasında olduğunu görür ve sorar:

 

– Ne oluyor burada?

 

– Bu adam şarap içmis, kavga etmiş, kavga ettiği adamı da öldürmüş, simdi ona kısas uygulanacak.

 

Musa Alayhisselam bunun üzerine, Allah’ın adaletine cüretinden dolayı tövbe eder ve Allah’ın insanlara durumuna göre nimet verdiğini anlar.

 

Şüphesiz Allah’ın kullarına merhameti tüm insanlardan daha fazladır.Dolayısıyla bu dünyada bir takım nimetlerden mahrum olma aslında eksiklik değil, bizzat Allah’ın bir lütfu olabilir.

 

Kuranı Kerim’de şöyle buyuruluyor:

 

Eğer Allah, kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla haberdardır ve onları hakkıyla görendir.(Şura 27)

Öküzdeki iki boynuz eğer eşekte olsaydı, kimseyi yanına sokmazdı.

Bazı acizler olur ki kuvvet kazanır kazanmaz, kalkar acizlerin elini büker.

****************  

LÂDİKLİ AHMET AĞA VE BEDİÜZZAMAN

            Misbah Eratilla

Yarbay Reşat Bey, Konya’da bir arkadaşına sohbet esnasında Bedîüzzaman Hazretleri’ni ve eserlerini anlatır.

Arkadaşı Bediüzzaman ve eserleri hakkında anlatılanları inandırıcı bulmaz ve reddeder. Reşat Bey arkadaşına “Madem bana inanmıyorsun, gel birlikte Lâdik Köyü’ne gidelim, inandığın güvendiğin Ahmet Ağa’ya Bedîüzzaman’ı soralım.” der.

 

Reşat Bey ve arkadaşı hemen yola koyularak Ahmet Ağa’nın yanına giderler. Ahmet Ağa’ya Bediüzzaman ve eserleri hakkındaki fikirlerini sorarlar. Ahmet Ağa:

 

 “Ben size onu nasıl anlatayım ki?

O bizim gibi herhangi bir tarikat silsilesine bağlı değildir. O, ne

Kutbü’l-Aktab’a, ne de herhangi bir kutba bağlıdır. O doğrudan doğruya Peygamberimizden (asm) feyiz alır ve ona göre hareket eder. Size bir hatıramla onun manevî makamını anlatayım.

 

Bir gün Hızır (as) gelir.

Eskişehir’de zelzele olacak, taş üstünde taş kalmayacak. Gel, Bedîüzzaman’a gidelim ve duâ

etmesini isteyelim ki bu zelzele hafiflesin.” der. Sonra “Beraberce gidip, Bedîüzzaman’a vaziyeti anlattık.

 

Bediüzzaman, “Haberim var,

haberim var!” der. Hızır (as), “Dağlara gidip duâ edelim!” der. Bedîüzzaman, “Ben hastayım, siz dağlara çıkıp duâ edin, ben buradan duâ edeceğim!” der.

 

Eğer onun duâsı olmasaydı, Eskişehir’de gerçekten taş üstünde

taş kalmazdı.”

 

“Bu sözleri dinleyen Yarbay Reşat Bey’in arkadaşı ikna olur.

Sonraki yaşantısında Bedîüzzaman

ve eserlerine taraftar olur. Lâdikli Ahmet, Konya’nın Sarayönü kazasının Lâdik Köyü’nden olup mübarek bir zat diye bilinir.

 

Ladikli Ahmet I. Dünya Savaşı’nda, Gazze Cephesi’nde savaşmış, yaralanmış ve bir mağaraya sığınmış, Hızır Aleyhisselâmla görüşmüş, kerametleri zahir olmuş mübarek bir zat diye bilinmektedir.

 

Lâdikli Ahmet Ağa, sonraki sohbetlerinde Bediüzzaman’ın sürekli olarak Eskişehir’e gitmesini şöyle yorumlar:

 

 “Bediüzzaman’ın sık sık Eskişehir taraflarına gittiği zamanlarda Eskişehir’de deprem olurdu.

Onun için Bediüzzaman Eskişehir’e

her gün sabah gider, akşam şehre girmeden şehrin dışında namaz kılar, duâ eder ve geri dönerdi.

 

Lâdikli Ahmet Ağa;

“Ona vazife verdiler. Sen duâ et,

çünkü Eskişehir yıkılacak, taş taş üstünde kalmayacak, duâ et, Cenab-ı Hakk’a yalvar!” dediler. Hastayım diye özür beyan ettiyse de özrü kabul edilmedi. Onun için her gün Eskişehir’e gidip geliyor.” der.

 

**************** 

Al.i İmran.77.  Şüphesiz, Allah’a verdikleri  sözü ve  yeminlerini az  bir karşılığa  değişenler var ya, işte  onların ahirette  bir payı  yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve  onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

MEHMET ÖZÇELİK

18-5-2022

Loading

No ResponsesMayıs 18th, 2022

PABUÇLAR DAMA ATILMALI

PABUÇLAR DAMA ATILMALI

Evet gerçekten ahlakını yitirmiş esnafların Pabuçları dama atılmalı.

Bir an evvel.

Pazarcısından emlakçısına, marketinden kasabına, stokçusundan aracısına kadar milletin hakkı korunmalı, ağır cezalar ile gerekirse ömür boyu esnaflıktan çıkarılmalıdır.

Gerçek esnaf ödüllendirilirken, aldatana ağır müeyyideler uygulanmalıdır.

Esnaf ahlakı ve kriterleri oluşturulmalı, uyma mecburiyeti getirilmeli, aldatma ve stoklarda bulunan esnafın pabucu dama atılmalıdır.

Dürüst olanı tenzih ederiz.

Ancak esnafta müşteri kazanma değil, hırsla para kazanıp, bir an önce köşeyi dönüp zengin olma düşüncesi var.

Helal haram demeden.

Bu durum pazardan başlayıp markete, oradan ev ve araba satışlarına kadar gidiyor.

Bundan herkes bizar.

Pazarda esnaf küçük harflerle yarım kilo yazıyor, fiyatı Büyük yazıyor.

Bir kilo aldığında iki katı fiyat istiyor çünkü o fiyat yarım kilonun fiyatı.

Aldatmaya yönelik.

Portakal normal olup, alıp eve geldiğinde çürük ve bozuk çıkıyor. Çünkü müşterinin önden gördüğünü değil, kendi önündeki çürüklerden veriyor.

Tam bir sahtekarlık.

Esnafın en büyük kaybı para ve mal değil, ahlak kaybıdır.

Bunu yiyebilecek mi?

İnanınız hayır.

Bir yerlerden çıkacaktır.

Efendimiz, pazardaki olay üzere, aldatan bizden değildir, buyuruyor.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazarda bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırdı, parmakları ıslandı. Bunun üzerine satıcıya:

– “Ey zâhîreci! Bu ıslaklık nedir?” buyurdu. Adam:

– Ey Allah’ın Resûlü! Yağmur ıslattı, dedi. Resûl-i Ekrem:

– “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üstüne çıkarsaydın ya! Kim bizi aldatırsa, bizden değildir” buyurdu. (Müslim, Îmân 164)

 

Zira sudan gelen, sele gider.

Haramın binası olmaz.

Haram yiyen haramzade olur.

Haramın sancısı, ölüm sancısıdır.

Hay-dan gelen, Hu-ya gider.

Haramın acısı, zehir acısıdır, kabirde de devam eder.

Kul hakkı, kulun helalliğinden başka, affedilmeyen haktır.

Kaybettiğimiz çok değerlerden biri de esnaf ahlakı olmuş oldu.

Zenginleştikçe ahlaken fakirleştik.

Dünya ve mal hırsı gözümüzü bürüdü ve adeta kör etti.

Koronada yeterli etki ve dersi vermedi veya alınmadı.

Sırada mı?

Bekleyip göreceğiz.

Ya halimizi düzelteceğiz ya da düzeltilip hizaya getirileceğiz.

MEHMET ÖZÇELİK

17-05-2022

Loading

No ResponsesMayıs 17th, 2022

TERÖR NEDEN Mİ BİTMİYOR?

TERÖR NEDEN Mİ BİTMİYOR?

Evet gerçekten devlete karşı çıkan çapulcular neden mi bitmiyor?

Dede Korkut’un ifadesiyle;

“Kahpe içerden olunca

Kapı kilit tutmaz oğul!

Halk içinde bozgunluk yapan

Haindir oğul!”

Terör neden mi bitmiyor?

İşte nedenleri.[1]

Ya açıktan, ya gizli destek buluyor.

Hem dıştan hem içten besleniyor.

Kör olup görülmüyor, manen destek veriliyor.

İnsan yiyen yamyam ve aç canavara şefkat gösterip, iştahı açılıyor.

Basiretsizlik.

Tarafsız görünüp, muhalif taraf iltizam ediliyor, taraf olunuyor.

Madde.. makam.. para.. uyuşturucu.. değişememe.. düşmanını sezmeme.. sezememe.. görmeme veya görememe….duygusuzluk.. hissizlik.. uyumsuzluk.. uyuşmuşluk..    sorumsuzluk.. sorgulamama.. şahsi hırs.. şahsi kin.. çevre.. saplantı.. tarihten ders çıkaramama.. kısır zihniyet. .kendini aşamama..

****************  

“ÖCALAN ANLATIYOR-(9 Kasım 2011)

Abdullah Öcalan’ınin İmralı’da sorgusunu yapan Jandarma İstihbarat Albay Hasan Atilla Uğurun ‘Abdullah Öcalan’ı Nasıl Sorguladım?’ isimli bir kitabının önemli bölümleri;

Öcalan’ın ifadesindeki ‘PKK’ya hangi devletler ne yardımı yapıyordu’ bölümlerine işaret eden Işık, PKK’ya yardım etmeyen tek devletin bozuk para gibi batılılar uğruna harcadığımız Libya olmasına dikkat çekiyor..

ÖCALAN ANLATIYOR

İşte Apo’nun kendi cümleleriyle PKK ve ‘dış bağlantıları’… Yunanistan: “En başından beri hep çok iyi destek aldık. Kamplar, askeri ve maddi destek, teknik sabotaj, orman yangını eğitimlerini bizzat Yunan istihbaratı verdi.”

ESAD’LA BİZZAT GÖRÜŞÜYORDUM

Suriye: “Hafız Esad’ın kardeşi Cemil Esad’la bizzat görüşüyordum.

Suriye’de kamplar açtık. Suriye devleti örgütlenmemize izin vermişti.

Maddi gelir elde etmemize engel olmuyorlardı. Sınır geçişlerinde kolaylık sağlıyorlardı. Suriye’de yıllık 1 milyon dolardan fazla gelir elde ediyorduk. Zaman zaman Muhaberat’ın (gizli servis) arabalarını kullanıyorduk.”

İran: “Gizli servis İttiaat’tan Sait isimli bir şahısla irtibat halindeydim. Bize önceleri silah, SAM7 füzeleri ve lojistik destek sağladılar.

Bir hastane, 3 de kamp kurmamıza izin verdiler. Silah ve hayvan ticaretinden pay alıyorduk. Gelirimiz Avrupa’dakine yakındı.”

Bulgaristan: “Bir eğitim bürosu açtık… Gizli servislerinin haberi vardı… Ses çıkarmıyorlardı.”

PATLAYICILARI SIRBİSTAN’DAN ALIYORDUK

Sırbistan: “Ellerinde Strella Füzesi vardı. 20 adet satın aldık.

Sırplar sonra çok daha fazlasını bize destek amacıyla parasız verdi.

Füze eğitimlerini de onlardan aldık. TNT, C-4, A-4, C-5 gibi patlayıcıları Sırbistan’dan sağlıyorduk.”

Romanya: “Bükreş’te evlerimiz ve derneklerimiz bulunuyordu. Devlet bize serbesti sağlamıştı. Türkiye’den katılanların ilk eğitim yeri Romanya’ydı. Romanya istihbarat servisi bize telsiz, dürbün, gece görüş cihazı gibi teknik malzeme veriyordu.”

Almanya: “Gizli servisle görüşüyordum. Parlamento’dan da beni ziyarete gelenler olurdu. Örgüt yöneticisi Kani Yılmaz’ın sığınma talebini kabul edip, pasaport verdiler. Her anlamda güçlü olduğumuz bir yerdi.”

İngiltere: “Bizim konumuzda en akıllı davranan ülkeydi.

Hiç direkt siyasi ilişki kurmadılar. Ama gizli olarak en büyük desteği İngiltere’den alıyorduk.”

Holanda: “Bizim üslenme ve eğitim alanımızdır. En çok destek ve para bulduğumuz ülkedir.”

Fransa ve İtalya : “Bize her zaman çok yakın oldular!

Bayan Mitterant ayağımıza kadar gelip ihtiyaçlarımızı listeler ve temini için gerekli organizasyonları yapardı.

BM kararları gereğince Anti personel mayınlarının yasaklanmış olmasına rağmen hala imal eden ülkelerden biri olan İtalya’dan Berlusconi sayesinde bu mayınları hep aldık.”

Amerika: “Bir temsilci atadık. Dernek kurdular. Ayrıca bir enformasyon büromuz vardı. Zaman zaman oradaki düşünce kuruluşlarından da destek aldık.

Körfez harekatında ise Kuzey Irak’taki ABD ordusunun, Peşmergelere yaptığı yardımların çoğu bize kaydırıldı.

PKK’YA SICAK BAKMAYAN TEK ÜLKE

Libya: “Oraya çalışmaya giden işçiler arasında iyi örgütlenmemiz vardı. Yılda 500 bin dolara yakın bağış topluyorduk. Ama Libya devleti ile aramız iyi değildi. Her türlü imkanları olmasına rağmen bize araç, gereç, silah ve malzeme vermediler. Defalarca talebim oldu ama Kaddafi bize hiç sıcak bakmadı.”

Okurken tüyleriniz diken diken oluyor…

Türkiye’de kan dökmek için ilan edilen ‘çok uluslu’ seferberliğe mi yanarsınız yoksa tek ‘dost’umuzun Kaddafi oluşuna mı?

Hâlâ “PKK 27 yıldır neden bitirilemedi?” diye sormaya gerek var mı?”[2]

**************   

MEHMET ÖZÇELİK

15-05-2022

 

 

 

 

[1] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3222660-atasehir-belediyesinin-dhkp-c-baglantilari-ortaya-cikti-patlayici-parasi-veriyordu

https://www.yenisafak.com/gundem/atasehirde-korkunc-iliskiler-belediye-dhkp-cye-calisiyor-3819878

https://www.yenisafak.com/gundem/furkan-vakfi-ile-pkknin-kirli-is-birligi-kuytulun-esi-teroristlere-misafir-oldu-3819899

https://www.yenisafak.com/gundem/bakan-cavusoglu-isvec-ve-finlandiya-pkkya-acik-destek-veriyor-3819881

https://www.facebook.com/100003042544804/posts/4899349000176470/

https://m.yeniakit.com.tr/haber/yaziklar-olsun-sana-ahmet-tasgetiren-1655443.html

[2] Bak. https://www.facebook.com/656108373/posts/10158575271733374/

Loading

No ResponsesMayıs 15th, 2022

HİSSE-20

HİSSE-20

SEKİZİNCİ DEVA

 

Prof. Dr. Mustafa Nutku

 

İstanbul’da bir hastanede, 9 yaşında bir kız. İsmi: Esra. Hastalığı: Kanser.. Hastalığı vücuduna yayılmış.. O hasta halinde ve ölümün soluğunu her geçen an gittikçe daha da yakınında hissederek hayat yürüyüşünün son durağına yaklaşırken, hasta yatağında uyanık olabildiği zamanlar, devamlı olarak kitap okuyormuş.

 

Bir akşam, okuduğu kitaptan başını kaldırarak, annesine: “Babamı çağırabilir misin, anne?” demiş. Küçük kızının vücuduna yayılmış kanserle günden güne eriyişini görürken, ölüm habercisi bu hastalığın sevgili kızından ayrılık getireceğini bilerek, dünyadan o kesin ayrılığının acısına dayanabilmek bir yana, o ayrılık anının yakında muhakkak gelecek oluşunu düşünmenin büyük acısına dayanabilmenin bile kendisine çok zor geldiği annesi, kızının bu anî arzusu karşısında çekinerek sormuş:

 

“Babanı çağırmamı niçin istiyorsun?” Hasta kız, önce bunu açıklamak istememiş; bir an düşünmüş ve: “Çağırmasan da olur. Hem çağırsan, gelinceye kadar belki geç olur” sözleri üzerine annesinin merakı daha da artmış: “Babanı çağırmamı önce isteyip sonra niye vazgeçtin?” diye sorunca, kızı gayet sakin bir şekilde; “Anne, ben artık âhiret âlemine gidiyorum da, onun için..” cevabını vermiş.

 

Bu sözleri üzerine annesinin gözünden, artık tutamadığı gözyaşları boşanırken, kızı gene o çok sakin haliyle: “Bak! Azrail (as) beni almak için gelmiş; orada bekliyor..” diyerek odanın bir köşesini parmağıyla işaret etmiş.

 

Annesi, kızından ayrılık vaktinin geldiğini anlayıp elleriyle yüzünü kapatarak hüngür-hüngür ağlarken, kızına gayr-i ihtiyarî sormadan da edememiş: “Azrail (as) nasıl? Biraz tarif eder misin?” “Çok güzel…” demiş, küçük kız..

 

Daha sonra da, içinde bulunduğu o maneviyat âleminden dünya haline tekrar avdet etmiş gibi, annesinin o ardı-arkası kesilmeyen yüksek sesle ağlayışından rahatsız olmuş bir tavırla annesini, 9 yaşındaki çocukluğundan beklenemeyecek büyük bir kemal ve vakar haline girerek, tesellîye çalışmış:

 

“Niye bu kadar çok ağlıyorsun ki, anne? İmanı olan ve imanıyla yaşayanlar için ölüm ve âhirete gitmek, korkulacak bir şey mi? Dünyada daha fazla yaşasaydım, dışarıdaki insanların ekseriyeti gibi, dinde lâkayt, ibadette ihmalkâr halde uzun bir dünya hayatım olsaydı, benim için daha iyi mi olacaktı? Öyle olmam seni daha çok mu sevindirecekti?”

 

Kızının, yaşının çok üstünde bir olgunlukla kendisine verdiği bu hakikat dersi karşısında, annesinin sanki birdenbire gözyaşı pınarları kurumuş; yüksek sesle ağlaması aniden durmuş.

 

Kanser hastası, kanser hastalığı vücuduna yayılmış olan 9 yaşındaki kız, annesiyle bu son konuşmasından sonra, yüksek sesle Kelime-i Şehadet getirmiş; daha sonra da, başı yavaşça sol tarafına düşerek ruhunu teslim etmiş.

 

Annesinin biraz evvel pınarları kurumuş gibi durmuş olan gözyaşları yeniden, fakat bu defa sessizce çağlamış. O sırada sevgili kızının artık ruhsuz olan bedeninin yanında, yatağında okuduğu son kitap ile bir kalem, dikkatini çekmiş. 9 yaşındaki kızının dünyadan ahrete giderken, kendisini fevkalâde hayrete sevk eder derecede gösterdiği o çok yüksek ruh halinin sırrı, hasta yatağında son olarak altını da çizerek okuduğu o kitap sayfalarında kendini ilân ediyor gibiymiş.Kitap, “Hastalar

 

Risâlesi” ve altını çizerek okuduğu son bölümü de: “SEKİZİNCİ DEVA” imiş.

 

“SEKİZİNCİ DEVA “Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü’z-zünûb olduğu hadis-i sahihle sabittir. Hem hadiste vardır ki: ‘Ermiş ağacı silkmekle, nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.’ “Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için manevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekva etmezsen, şu muvakkat bir hastalık ile daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. “Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryâd et. “Çünkü, bütün dünyanın mevcûdatıyla kalbin, rûhun ve nefsin alâkadardır. Mütemâdiyen firak ve zevâl ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır. Bâhusus Âhireti bilmediğin için, ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden, âdeta, güya, yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var. “İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına kat’î ilâç ve kat’î şifa verici bir tiryak olan îmân ilâcını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve za’fın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanımaktır.

 

“Evet, Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürûrla doludur, derecesine göre, îman kuvvetiyle hisseder. Bu îmândan gelen mânevî sürur ve şifâ ve lezzet altında, cüz’î, maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.”

 

Dr. Sadullah Nutku ve Prof. Dr. Ayhan Songar (her ikisine de Allah rahmet eylesin) bir uçak seyahatinde yan yana iki koltukta oturuyorlarmış. O yolculuklarında ilk defa tanışıp görüşmelerinden önce, Dr. Sadullah Nutku, cebinden “Hastalar Risâlesi”ni çıkarıp kendi kendine, sessizce okumaya başlamış. Yanında oturan Prof. Dr. Ayhan Songar göz ucuyla bu kitaba bakmış, çok alâkasını çekmiş; ardından tanışmışlar. Yolculuklarının kalan kısmında Dr. Sadullah Nutku, kitabı yüksek sesle okumuş; Prof. Dr. Ayhan Songar da dikkatle dinlemiş ve o zamana kadar bilmediği Risâle-i Nur Külliyatının, psikiyatri mütehassısı bir profesör olarak da kendisini çok ilgilendiren devalarından bazılarını dinlerken, bir ara kendini tutamayarak: “İnsan bu manevî devaları dinlerken, hasta olmayı temennî edeceği geliyor!” demiş. Prof. Dr. Ayhan Songar, daha sonra ihtisası ile alâkalı olarak, kendisine muayene ve tedavi için gelen hastalarına ekseriya “Hastalar Risâlesi”ni tavsiye etmiş. Ayhan Songar da bir gün, Esra isimli 9 yaşındaki o küçük kız ve daha başka birçokları gibi kanser hastalığına yakalanmış. O da ecelle randevusuna doğru geri sayımının son günlerindeyken ve 9 yaşındaki o küçük kız gibi, vücuduna yayılmış olan kanser hastalığı ile hastahanede yatarken, yanından hiç ayırmadan okuduğu ve vefatında da yatağında yanı başında duran kitap, 9 yaşındaki o küçük kızın ölüm döşeğindeyken okuduğu kitapmış; ilk defa bir uçak yolculuğunda yan yana otururken Dr. Sadullah Nutku’dan dinlediği ve daha sonra da, meşhur bir psikiyatri profesörü olarak o zamana kadar kendisine muayene ve tedavi için müracaat etmiş birçok hastasına tavsiye ettiği, manevî devalar hazinesi: “Hastalar Risâlesi”…

***************  

Kastamonu’da sık sık gittiği yerlerden birisi de Hacı İbrahim Dağı idi.

Gün içinde çalışmalarını ve ibadetini yaptıktan sonra, akşama doğru eve dönmek üzereyken, kuru odun parçalarını toplar, yanında getirirdi.

Bu odunları fırıncıya verir ve karşılığından ekmek alırdı.

Yine bir gün akşamın alaca karanlığında, kucağında odunlarla şehre dönmüştü. Her zaman ekmek aldığı fırına geldi.

– Kardeşim, bu odunları al, bana bir ekmek ver, dedi.

Fırıncı, çok sık tekrarlanan bu durumdan dolayı mahcup oluyordu.

– Hocam, dedi. Neden bu kadar zahmet ediyorsunuz? Biz ve fırınımız sizin emrinizdeyiz. Siz kabul edin, değil odun mukabilinde ekmek, size canımızı veririz.

Bediüzzaman, fırıncıyı eliyle susturdu.

– Hayır kardeşim hayır… Allah sizden razı olsun. Ben ancak bu odunların karşılığında ekmek alırım. Sizin bana hakkınız geçmesin.

Fırıncı:

– Peki Hocam, dedi ve sıcak bir somun ekmeğini bezden dikilmiş çantasına koydu.

Bediüzzaman:

– Allah kazancınızı bereketli etsin kardeşim, dedi ve evinin yolunu tuttu.

*************** 

Eskişehir Hapishanesindeyken bir Cuma günü, Hapishane Müdürüne seslendi:

“Müdür bey, Müdür Bey!”

Hapishane Müdürü, katiple birlikte oturuyordu.

Sesin geldiği yöne baktı. Bu Bediüzzaman’dı.

“Müdür Bey, benim bugün Cuma’da, mutlaka Ak Cami’de bulunmam lazım.”

“Peki Efendi Hazretleri!” dedi Müdür. Kendi kendine de söylendi:

“Herhalde, Hoca Efendi kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilemiyor.”

Ve odasına çekildi.

Öğle vakti, “Gidip Hoca Efendinin gönlünü alayım, Ak Cami’ye gidemeyeceğini izah edeyim” düşüncesiyle Bediüzzaman’ın kaldığı koğuşa geldi.

Koğuşun penceresinden baktı ki, Bediüzzaman içeride yok! Hemen jandarmayı çağırdı:

“Nerede Hoca Efendi?”

“İçerideydi Müdür Bey, hem kapı kilitli” dedi jandarma…

Müdür derhal camiye koştu.

Bediüzzaman, ileride, en ön safta namaz kılıyordu.

Müdür namazın sonuna kadar bekledi. Çıkışta, onu da alır giderim, diye düşünüyordu.

Namaz bitti, ancak Bediüzzaman çıkmadı. İçeriye baktı, orada da göremedi.

Tekrar hapishaneye koştu. Kaldığı koğuşa geldi. Pencereden baktı. Hayretten donakaldı. Dilini yutacak gibi oldu.

Bediüzzaman, içeride “Allahü Ekber” diyerek secdeye gidiyordu.

******************    

.                 Ali Ulvi Kurucu’dan Bir Hatıra

 

1970 yıllarında Endonezya’nın eski başbakanlarından Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere’ye geldi. Ziyaretine gittim. Halimi hatırımı sorduktan sonra ilk sorusu şu olmuştu:

“Bu sene de Türkiye’den hacı var mı?”

“Var Elhamdülillah” dedim. Tekrar sordu:

“Kaç kişiler?”

“Yüz elli bin” dedim.

“Yüz elli bin mi?” diye ağlamaya başladı ve secdeye kapandı. Hayretler içinde kaldım, büyük bir devlet adamı secdede ağlıyordu. Secdeden kalkınca oturdu. Kendisine:

“Verdiğim bu haber zat-ı âlinizi çok duygulandırdı. Acaba hikmeti ne olabilir?” diye sordum. Şu cevabı verdi:

“Aziz dostum, ben Lozan Muahedesini çok iyi bilen bir diplomatım. O muahedenin hedefi, aslında Müslüman Türkiye’nin başını yemekti. İngiliz heyetinin baş murahhası olan Lord Gurzon’un teklifi Türkiye’nin bir Hıristiyan devleti olmasıydı. Türk heyetini bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı. Eğer Türk milleti Hıristiyan olma fikrine şiddetle karşı çıksa -ki çıkacaktır- o zaman hiç olmazsa Türkiye’de Avrupa kültürünün tam hâkim olmasını ve sefahate azamî hürriyet tanınmasını sağlayacaklardı. Laiklik, batı dünyasında olduğu gibi din ve vicdan hürriyeti manasına değil, din aleyhtarlığı şeklinde uygulanacaktı. Gelecek nesilleri bu manevi güçten, faziletten, mahrum etmekle menhus gayelerine kavuşacaklardı.” dedi.

 

O sırada Bekir (Berk) Bey dayanamayarak, “Haçlı seferleriyle yapamadıklarını bu muahede ile yaptılar.” dedi.

                         (Mehmed Kırkıncı, Hatıralarım)

*****************     

Veysel Karani Hazretlerine Sorarlar

Nasılsınız?

Cevap Manidardır

-AKŞAMA ÇIKIP ÇIKAMAYACAĞINI BİLEN İNSAN NASIL OLUR.

Sevenleri Israrla Kendisinden bir Nasihat Duymak İsterler.

O Gülümser Ve:  ALLAH’I BİLİR MİSİNİZ.?

Evet Biliriz.

ÖYLEYSE BAŞKA ŞEY BİLMESENİZ DE OLUR.

-Efendim bir nasihat daha.

-ALLAH SİZİ BİLİR Mİ.?

-Elbette Bilir.

-ÖYLEYSE BAŞKALARI BİLMESE DE OLUR.

****************  

Köleler çalışmaya devam etsin diye babanın değil çocuğun elini kesiyorlardı. o bayıldığınız ve her fırsatta Türkiye’ye örnek gösterdiğiniz Avrupa işte böyle bir şey. Diğer Avrupa devletlerinin Belçika’ya hiçbir tepki vermemiş olması da ibretliktir…

Belçikalı çocuklar okulda dedelerinin « yeterince » çalışmayan Kongoluların ellerini kestiklerini öğreniyorlar mı? /DerinDüşünce/

Loading

No ResponsesMayıs 12th, 2022

GÖÇMEN SENARYOSU

GÖÇMEN SENARYOSU

Dünyada olduğu gibi, memleketimizde de hiçbir kimse kendisinin net olarak şu ırktan olduğunu söylemesi isabetli olmaz. Zira bu Anadolu çok göçlere sahne olmuş bir memlekettir.

Türkiye’de olsun dünyada olsun göçmen muhalefetinde bulunanların geneli, kendilerinin de göçmen ve yıllar öncesinde bir yerlerden göçmüş olduğunu görürsünüz.

İçimizdeki Selanik göçmenleri gibi.[1]

Nitekim İngiltere içişleri bakanının 25 bin civarındaki göçmene tahammül ve idare edemeyip ucuza kapatmak üzere Ruanda’ya göndermesi gibi.

Bu iç işleri bakanına baktığınız zaman Hindistan göçmeni olduğunu görürsünüz.

İçimizdeki göçmenleri ölüme gönderen çığırtkanlara baktığınızda genelinin bir yerlerden göçtüğünü görürsünüz.

Bu toprakların mahsulü değildirler ancak burayı sürüp, ekip biçmeye çalışan densizlerdir.

Onların meselesi göçmen meselesi değil, bu milletin geçmişten günümüze inancıyla olan meseleleridir.

Nitekim Başta Suriyeliler ve Afganlılar üzerinde cızırtı çıkarırken, savaştan dolayı Ukrayna’dan gelen Hristiyan vatandaşlarına karşı, tıpkı batının kısır zihniyetini ve İslam’a olumsuz bakış açılarını göstermektedir.

-Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok yavesi

Bir utanmaz, bir kızarmaz yüz bütün sermayesi…

Ve de Suriye meselesi devleti kolay yıpratma aleti olduğundan çok rahat kullanma ve kullanılma aparatı olmaktadır.

Türkiye’de genellikle ihanet içerisinde olanların ya birbirleriyle akraba veya geçmişten gelen din ve ırki bağlarının olduğunu görürsünüz, Ermeni ve Yahudi gibi.

Göç ve göçmen meselesi insanlığın kaçınılmaz meselesidir. Bunu daha önce de yazmıştım.[2]

*****************

Rahmetlik Dedem anlatırdı. I. Dünya Savaşı sıralarında Adıyaman’dan vilayeti olan Malatya’ya 1000 kişi giderse, bunların ancak beş yüzü karargaha varır. Diğer beş yüz kişi ise açlıktan, kıtlıktan, bitten, soğuktan yolda ölürlerdi.

Bunun için ifade ediyorum ki; ana rahmine düşen milyarlarca spermden, meniden ancak bir tane, en fazla 10 tanesi hedefe ulaşıyor, dünyaya geliyor. Milyarlardan en fazla 10 kişi insanlığa aday oluyor.

İş bitmiyor, büyük bir yolcu olan insan, çocuklar geliyor. Çocuklukta da yine kimisi ya çocuk olarak ölüyor, ya genç oluyor, ya yaşlanmış olarak ölüyor. Herkesin hedefe varması amaçlanıyor ama hepsi hedefe varamıyor.

Gelişlerde gidişlerde oluyor. Hastalıktan, kazadan, depremden, selden, yangından kısaca tam yaşını doldurmuş olmadan farklı şekillerde dökülmeler oluyor.

Korana bunu daha da hızlandırdı. Gidişler daha da hızlanmış oldu ve böylece baktığımız zaman kabir âleminden devam edip mahşere, oradan da kabirden geçerek Cennet veya cehennem ile neticelenecek hedefe yol almaktadır.

Hülasa olarak kiminin finale spermlerin elenmesinden tutunuz da, kimisi de sırat-ı geçemeden cehenneme dökülüyor. Acaba cennete ne kadar varabiliyor? O Sperm ile beraber trilyonlar, katrilyon içerisinde döküntülerin dökülmesi olduğu gibi, en nihai durum olan sonsuzluk yolunda da bu ayrıştırılma gerçekleşecektir.

******************  

Memleketimizde yüz yıl öncesi değişimdeki kısırlıklar korunmaya çalışılıyor. Bu amaçla her türlü entrikalar çevriliyor.

Hem içte ve hem de dışta.

İçerde bu durum sinsice ve münafıkça sürdürülmektedir. Mesela;

-Ya Rabbi bu nasıl iştir?

Beş dakika öğretmen derse geç girse hesap soruluyor.

Bir doktor hastasına bakmasa soruşturma açılıyor.

Bir memur mesaisine gitmese uyarı cezası alıyor.

Bir gazeteci yanlış haber yapsa hukuk yakasına yapışıyor.

Bu durumlar maaş kesim cezasından, açığa alınmaya kadar müeyyideler uygulanıyor.

Ancak gel gör ki; dağdaki eşkiyayı savunan mecliste bulunuyor.

İstanbul belediye başkanı cumhurbaşkanlığı adaylığı için bulunduğu ili terk edip propaganda yapıyor, seyahata çıkıp, gizli görüşmelerde bulunup, münferit davranabiliyor.

Toplum tahrik edilip, çok rahat provake ediliyor.

Bu işe bir ciddiyet getirilmesi gerekir.

Zira bu işler pervasızca, milletin gözünün içine baka baka yapılıyor.

Bu işler ihmale gelecek veya şikayet edilmeyi beklemeyi gerektirecek işler hiç değildir.

Yıllarımız bunlarla kayboluyor.

Bu işler yapanın yanına kâr kalmamalıdır.

-Diğer taraftan İran bu eşkıyayı himaye ediyor. Mesela;

-“Operasyonu Tahran engelledi: PKK’yı İran kurtardı!

“PKK’nın bölgeden temizlenmesi Türkiye’ye yarar” diyen Tahran yönetimi, Irak ordusunun Sincar’daki operasyonunu durdurmak için Haşdi Şabi’yi devreye soktu.”[3]

-Birilerinin yurt dışından memlekete gelmesi için Türkiye’de kaos oluşması, problem oluşturulması, kirli ortaklık, şer ittifakı oluşturuluyor.

Şahsi kurtuluş adeta memleketin gerekirse batması üzerine bina edilmiş.

Bu aynı zamanda bir 50 yıl daha memleketin bir kargaşa içerisine itilmesi demektir.

-Bundan dolayı Esnaf olan yeğenimle yaptığım konuşmalarda, haklı olarak hükümetin bazı icraatlarından şikayet ediyor, insaflı olarak.

Tabii bu bir derece ekonomiye yansıyan noktalar.

Kendisine dedim ki; şu anda mesela bu hükümet değil de, Adaylığa soyunanlardan bazıları şu anda Cumhurbaşkanı olsa ve hatta muhalefette hangisi olursa olsun. Bu üstteki partilerden birisinin herhangi birisi başta olmuş olsa ve sen şu anda ayda 10 milyar kazanıyor iken, onlar başta olduğunda 20 milyar gibi kazanacak olsan (ki ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…) bu duruma razı olur musun dedim.

Kendisi insaflı ve vicdanlı olduğundan, kendisi de işin nereye varacağını bildiği içindir ki; hayır dedi.

Onlar başta olup yine aynı kaos ortamı, Lgbt ve terör hakimiyetini tahmin edememek çok da zor değildir.

Elbette ki bu, şu andaki hükümetin her yaptıklarını tasvip etmek, her şeyde iyi yapıyor, düzgün yapıyor, çok iyi gidiyor anlamı değildir. Ancak o güven, samimiyet ve de iç ve dış ihanetler artık gizli yapılmıyor.

Sadece kayıp mal da değildir. Onların geçmişte yaptıkları ve gelecekte yapacakları ve dağdaki eşkıya ile bir çok noktada ortak noktalarda beraberliklerin durumu, onların geldiğinde nitekim İstanbul’da olduğu gibi, İçişleri Bakanının da bizzat 700-800 PKK’lının belediyeye alınmış olduğunu, bizzat bir bakanın söylemiş olması delil olarak yetmez mi?

MEHMET ÖZÇELİK/11-05-2022

 

 

[1] https://www.facebook.com/1128156923/posts/10224860104466406/

[2] http://www.tesbitler.com/2021/08/13/dunyayi-tehdit-eden-goc-hareketi/

http://www.tesbitler.com/2015/01/03/gocler-ve-gocmenler/

[3] https://www.haber7.com/guncel/haber/3220449-operasyonu-tahran-engelledi-pkkyi-iran-kurtardi#:~:text=Operasyonu%20Tahran%20engelledi,%C5%9Eabi%27yi%20devreye%20soktu.

https://m.turkiyegazetesi.com.tr/dunya/857565.aspx

https://www.haber7.com/dunya/haber/3220241-iranli-yetkili-turk-askeri-uslerini-biz-vurduk-istanbuldan-2-tane-ev-aldi#:~:text=%C4%B0ranl%C4%B1%20yetkili%3A%20T%C3%BCrk%20askeri,ald%C4%B1k%22%20dedi%C4%9Fi%20iddia%20edildi.

https://www.haber7.com/guncel/haber/3220932-kurt-gazeteci-ose-tek-tek-anlatti-pkkdaki-intiharlar-avrupadaki-gizli-zindanlar

 

Loading

No ResponsesMayıs 11th, 2022

HİSSE-19

HİSSE-19

Münker Nekiri Şaşırtan Zat

 

“Muhyiddi-i Arabi, vefat ettiğinde kabre konulup da insanlar yanından ayrılınca kendisi gibi Allah Dostu keşif ehli bir zat yanından ayrılmaz ve –Allah’ın izni ile- O’nun Münker ve Nekir ile diyaloğuna şahit olur.

 

“Rabbin kim?” sorusuna Muhyiddin şu cevabı verir:

 

“Biz bizle beraberken bizi bize sordular. Biz bizden hiç ayrıldık mı ki bizi bize sorarlar? Biz, bizden başka mıyız ki bizi bize sorarlar?”

 

Melekler, kaydı nasıl tutacaklarını şaşarak Allah katına başvurduklarında Cenab-ı Hak şöyle nida eder:

 

“Muhyiddin kulumu dünyada kimse anlamadı. Ölünce de melekler anlamadı. Onu bana bırakın. Ben anladım. Cevap tamamdır”..

************** 

Harun Reşid ölüm yatağında iken kardeşlerine:

 

“Defnedileceğim kabri görmek istiyorum” dedi.

 

Kardeşleri onu kabre kadar götürdüler.

 

Harun Reşid, kabre bakarak ağladı

 

Sonra çevresindeki insanlara yönelerek Hâkka Sûresi’nin 28 ve 29. âyet-i kerîmelerini okudu:

 

*مَٓا اَغْنٰى عَنّ۪ي مَالِيَهْۚ هَلَكَ عَنّ۪ي سُلْطَانِيَهْۚ

 

“Malım bana hiç fayda sağlamadı;

 

güç ve saltanatım elimden çıkıp gitti”

 

Bu âyetleri okuduktan sonra başını sema’ya kaldırdı ve ağlayarak şunları söyledi:

 

Ey mülkü yok olmayan Allah’ım

 

Mülkü yok olup gidene merhamet et

 

Ey Müslümanlar!

Sizler de şunu bilin ki:

 

Gece ne kadar uzun olursa olsun, fecrin doğması kaçınılmazdır

 

Ömür de ne kadar uzun olursa olsun, kabre girmek de kaçınılmazdır

 

Rabbim sonu güzel olanlardan eylesin.Amin.

********************  

Böceğin Rızkı

 

Hazret-i Süleymân (a.s.) bir gün, deniz kenârında oturmuşlar idi. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenârına ulaştı. Sudan bir kurbağa çıkdı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü.

 

Karıncadan sordular ki,

 

– Bunun hikmeti nedir.

 

Karınca cevâb verdi ki,

 

-Bu deryânın ortasında, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir taş halk etmişdir. O taşın içinde bir böcek halk etmişdir. Beni onun rızkına sebeb etmişdir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenârına ulaşdırırım. Allahü teâlâ hazretlerinin, kurbağa sûretinde yaratdığı bir meleği o rızkı benden alır, o böceğe verir. O böcek, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile, fasîh dil ile söyler ki;

-Sübhânallah ki, beni halk etdi, deniz ortasında ve taş arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı. İlâhî, ümmet-i Muhammedi ümîdsiz etme!

******************    

ABDULLAH İBN-İ MESUD’UN KUR’AN’A VUKUFU

 

Abdullah bin Mesud hazretleri Ashab-ı kiram arasında ilmiyle dikkatleri çeken bir sima. Onun bu yönünü en veciz olarak Hz. Ömer(r.a) dile getirmiş ve üç kere tekrarlayarak; “içi ilimle dolu dağarcık” buyurmuştur.

 

Onun Kur’an’a olan vukufuyla alakalı çok güzel bir hatırayı, merhum Ömer Nasuhi Efendi’nin enfes anlatımıyla nakletmek istedik.

 

İmâm-ı Şâ’bî’den rivayet olunuyor ki: Hazret-i Ömer radiya’llahu Teâlâ anh bir yolculuğu sırasında bir kafileye tesadüf etmiş, müşârün-ileyhin emri üzerine: (bu cemâat nereden geliyor) diye nida ede­rek sormuşlar.

 

Kafile tarafından; ‘uzak bir yoldan gelerek Kâ’be-i Mükerreme’yi ziyaret etmek istiyoruz’ diye cevap verilmiş.

 

Hazret-i Ömer ‘bu kafile içinde mutlaka âlim bir zat var, çağırarak so­runuz bakalım, Kur’ân’ın hangi âyeti a’zamdır(en büyüktür), diye emreder.

 

Sorarlar. Kafile tarafından:

اللّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ

“Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur.(Bakara:2:/255) Ayeti’dir’ denilir.

 

Tekrar ‘Kur’ân-ı Kerîm’in hangi âyeti ahkemdir(en hüküm koyucudur), diye sorulur.

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor(Nahl:16/90) Âyet-i Celîlesi’dir’ diye cevap verilir.

 

‘Kur’ân-ı Mübîn’in hangi âyeti daha cem’iyetlidir(toplayıcıdır), diye sorulur.

فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُ {*} وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرّاً يَرَهُ

“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”(Zilzal:99/7-8) Âyet-i Celîlesi’dir denilir.

 

Tekrar ‘Kur’ân-ı Mübîn’in en hüzün verici âyeti hangisidir, diye soru­lur.

مَن يَعْمَلْ سُوءاً يُجْزَ بِهِ وَلاَ يَجِدْ لَهُ مِن دُونِ اللّهِ وَلِيّاً وَلاَ نَصِيراً

“Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah’tan başka dost da, yardımcı da bulamaz.”(Nisa:4/123) Ayeti’dir, diye cevap verilir.

 

‘Kur’ân-ı Kerîm’in en ziyade reca ve ümid veren âyeti hangisidir, diye suâl edilir.

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

“De ki: ey nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım! Allahın rahmetinden ümidi kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları mağrifet buyurur, şüphesiz ki o öyle gafûr öyle rahîm o” Ayeti’dir, diye cevap verilir.(Zümer: 39/53)

 

Bunun üzerine Faruk-ı A’zam Hazretleri, ‘bu kafilede İbn-i Mes’ud olma­lı, bir kere sorunuz bakalım, diye emreder.

 

Sorarlar. İbn-i Mes’ud Hazretle­rinin, kafilede bulunduğu anlaşılır. Filhakika o bînazîr(benzersiz) allâme, kafilede bulunarak bütün bu cevapları ken­disi vermiş idi.

 

Ne diyelim, Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle ‘bin barekallah bu cevaba!’

****************   

Son Şahitlerden Refet Barutçu anlatıyor:


“Isparta’da ani yapılan baskın ve araştırmalarda ele geçirilen Risale ve mektuplar arasında bir kitabın üzerinde ‘Ramazan’a aittir.’ diye bir yazı vardı.

İslam yazısını okuyamadıkları için; “Kimdir bu Ramazan?” diye aradılar, taradılar, nihayet Isparta Atabey’in köylerinden Ramazan isimli bir vatandaşı da ellerini bağlayarak Eskişehir hapishanesine yolladılar.

Aradan iki ay geçtikten sonra kitabın Ramazan Efendiye ait değil, Ramazan ve orucun hikmetlerini anlatan Bediüzzaman’ın Ramazan Risalesi olduğu anlaşıldı.

Mazlum ve masum Ramazan Efendi tahliye edildi. Hapishanede Bediüzzaman tebessüm ederek ‘Kardaşım Ramazan hakkını helal et!’ diye Ramazan’ı teselli ederdi.”

**************

Kıssadan Hisse


“Zülkarneyn Aleyhisselam ordusuyla gece yolda giderken:
‘Ayağınıza takılan şeyleri toplayın!” diye emir verir.

Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup: ‘Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımıza takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım’ diyerek, hiçbir şey toplamamışlar.

İkinci grup ise; ‘Madem komutanımız emretti, birazcık toplayalım! Emre muhalefet etmeyelim. Zira ordunun, komutanına itaat etmesi gerekir!’ diyerek az bir şey toplamışlar.

Üçüncü grup ise; ‘Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmete mebnidir’ diyerek, bütün abalarını ağzına kadar doldurmuşlar.

Sabah olduğunda bir de bakmışlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar.

Bunu anlayınca, hiç almayan birinci grup: ‘Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık! Bir tane bari alsaydık’ diyerek pişman olmuşlar.

Az alan ikinci grup ise: ‘Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık’ diye sitem etmişler kendilerine

Çok alan üçüncü grup ise: ‘Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımızı atsaydık, daha çok toplasaydık. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık!’ diyerek, fazla almalarına rağmen üzülmüşler.”

Armağanı reddeden pişman,
Az alan pişman,
Çok alan yine pişman olacak;

“Neden daha fazla almadım?”

“Neden her fuzuli işi erteleyip huzura durmadım, Rabbimle olmadım?” “Neden daha fazla yüreğe ışık olmadım?” diye..

Son pişmanlığın faydası yok, biline..

***************  

Fırat kalkanı harekatında şehit olan Kayserili erin cebinden

şöyle bir yazı çıkar…””eğer şehit olursam yozgatlı……..

kardeşime 20 tl borcum var o nu ödermisin Komutanım..””
Yazıyı okuyan komutan gözyaşları içinde “şeref duyarım evladım şerefle “” der yozgatlı nın kim olduğunu sorar orada bulunan herkes ağlar ve şehit olan ikinci askerin bahse konu olan yozgatlı asker olduğunu söylerler…..
Komutanın gözü yozgatlının cebinden çıkan kağıt parçasına takılır…alır o nu da okur aynen şöyle yazıyordur
“”Kayserili benden 20 tl borç almıştı..biliyorum vermeye gücü yetmedi ama Allah şahit ki ben onu istemiyorum.eğer şehit olursam ona söyleyin hakkım helal olsun.””
Askeri böyle olan bir milleti MUZAFFER KIL YA RABBI. …..

****************

Erken yaşta emekli oldum ben”

diye başladı söze..
“Emekli olmadan evimi arabamı da almıştım..Dört çocuğum var, onları da evermiştim”
Anlatırken gözleri yerde kendi ayakta…
Bir ben, bir hanım, bir tas çorba, bir tas yoğurt, biraz turşu..
Gahersiz (kahırsız) ayağımızı uzatıp yaşardık..
Ama daha ne yaşımız var ne yasımız çok şükür.
Hanım gezelim ne işimiz var der,
Yok dedim..
Paramız var yahu elimiz ayağımız tutuyorken şu kaplıcalara gidelim der, yok derdim..
Şöyle bir yürüyelim der,
Yok derdim.
Beş lira harçlık ister, iki lira verirdim..
Neden bilmem onun istediği kanalı bile açmazdım.
Son beş altı senedir de onunla uyumazdım..
Telefonla konuşsa uzatma kapat,
Bir komşuya hamur pişirip vermek istese tantana çıkarırdım..
Ve güya hanımım CAN yoldaşımdı..
O bana CAN yoldaşıydı ama meğer ben değilmişim.
Bir sabah uyandım yok..
Yastığının altında çorapları, tulbenti var, ayaklarını sildiği havlusu bile ıslak ama o yok.
Kıldığı son vakit namazı sabah namazıydı öğlen namazından sonra topraktaydı benim hanım.
Evim, arabam, elimde TV kumandam, cebimde param…
Her şeyim bana kaldı…
O gitti…
Yalnız kaldım..
Onun tüm istedikleri imkan dahilindeydi..
Ama ben istemedim..
Sağlığım param gücüm kuvvetim ve karım varken ben hiçbiri için yoktum.
Şimdi karım gitti ama ben hepsi ile var iken yok oldum..
Şimdiki aklım olsaydı cümlesi bir geç kalınmışlık çığlığı..
Şimdiki aklınızı, vicdanınızı can yoldaşlarınızdan esirgemeyin.
Evlatlarınız ne görecekse sizin kapınızda görsün..
Dünyada misafiriz..
Kim kimden önce gider belli değil..
Eşlerinize güddüğünüz inat sizin vicdanınızda taş olur, onun başucuna dikilmiş taşa bakar kalırsınız…
Yaşanmış ve yaşanan bir hayat hikayesidir..

Asalet Salgınoğlu

 

Mehmet Özçelik

11-5-2022

Loading

No ResponsesMayıs 11th, 2022

LOZAN HEZİMETİ

LOZAN HEZİMETİ

Bizim nesil Lozan meselesini ilk olarak Kadir Mısıroğlu’nun, ‘Lozan zafer mi hezimet mi’ adlı eserinden, içindeki belgeler, tesbit, teşhis ve beyanlarla bir hezimet olduğunu öğrendik.

En dehşetlisini ise bir ihanet olarak, Bediüzzaman’ın eserlerinden okuduk.[1]

Bunu daha önceki makalemizde de ele almıştık.[2]

“Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam zafer Lozan’da heba edilmiştir.” (Trabzon Mebusu. Ali Şükrü Bey)

“«Venizelos, Türk murahhas heyetinin taleplerini öğrendiği zaman benliğini saran korkuyu yendi.
Bütün delegasyonların Türklerden daha çok ağır şartlar beklediği muhakkaktı. Türkler bir çok mevzulara dokunmamışlardı. Venizelos bunlara temas edilmemesini maharetle devam ettirdi ve bilhassa birinci inkıtadan sonra artık nefsine tam emniyet gelerek, Türklerden tavizler almaya devam etti, Hindular, tazminat, İstanbul hariç, Rum halkının mecburi hicreti ve Yunanistandaki Türklerle mübadelesi, patrikhane gibi esas mevzularda konferansın başlangıcında tasavvur dahi etmediği neticelere vasıl oldu. Öyle ki, son celselerde talep eden daha çok oydu.»Lord Gürzon.

Lozanda bulunan Dr. Rıza Nur ‘Lozan Hatıraları’ adlı eserinde;” Bizde ne hazırlık var, ne dosya var, hiçbir şey yok. Lord Curzon gibi birtakım resmi diplomatlar burada. Hem
bunların mükemmel dosyaları vardır. Ne yapacağız!..” der. Bir yandan acizliğimizi belki de sonucun şimdiden kabul edilme vahametini göstermektedir.

“Bizi karıştırmadılar. İtilâf Devletleri her şeyi yapmışlar. Reisleri kendilerinden tayin etmişler. Bize tebliğ ettiler. Karşımızda İngiltere, Fransa, Amerika, İtalya, Japonya, Romanya, Sırbistan (Sırp-Hırvat-Sloven) ve Yunanistan olmak üzere sekiz devlet var. Dünyanın en büyük milletleri bunların arasında. Biz bir kişiyiz. Bunlar bize her şeyi empoze etmek istiyorlar; fakat aşikâr görülüyor ki, bunlara da İngiltere empoze ediyor. Hemen her şeyi Lord Curzon yapıp, diğerlerine kabul ettiriyor. Yani konferansda sade İngiltere hâkimdi. Diğerleri dekor ve figüran nev’inden. Hepsi İngiltere’nin direktifi mucibince hareket ediyorlar.”[3]

“İsmet sâde muhabere ile meşgul. Olan şeyleri Ankara’ya yazıyor ve oradan yazılan şeylere cevap veriyor. Bana gösterdiği yok. Gizli tutuyor. Ne yazıyor, bilmem?.. Benim
de buna zaten vaktim yok. Muahede işlerine ancak yetişiyorum. Hem bu muahede işi değil, ehemmiyet vermiyorum.
Fakat görmek hakkım idi. Sade mühim ve pürüzlü bir muhabere olduğu vakit bana gösteriyor. Hem de fena bir adeti var. Yalnız Hariciye Vekâleti’ne yazacakken Mustafa Kemal’e de yazıyor.”

Aslında bu da her şeyin önceden hesaplandığını gösteriyordu.

İşin ruhu demin bahsettiğim Büyük Doğu mecmuasının 29. Sayısındaki gibidir.[4]

Türkiye’deki yüz yıllık kavga, toprak kaybı, geçmişle ilgili köprülerin yıkılması hep Lozan’ın ürünüdür.

-Lozan’ı bir zafer olarak değerlendirenler ise; Osmanlıdan bağımsız hatta kopuk olarak, kendilerini cumhuriyetten itibaren bir devlet olarak değerlendirmeleri sebebiyledir.

Lozan Osmanlının sonunun getirilmesidir.

Hezimet kabul edilmemesini ise, bunun Cumhuriyetle ve de Atatürk’le bir hesaplaşma olması düşüncesiyle reddetmektedirler.

Yani bir kuruntu hatta geçmişe adeta bir nefret üzerine bina edilmektedir.

Bu ise çoğunluğu değil, azınlıkları memnun edecek bir durumdur.

****************    

Ali Ulvi Kurucu’dan Bir Hatıra

1970 yıllarında Endonezya’nın eski başbakanlarından Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere’ye geldi. Ziyaretine gittim. Halimi hatırımı sorduktan sonra ilk sorusu şu olmuştu:

“Bu sene de Türkiye’den hacı var mı?”

“Var Elhamdülillah” dedim. Tekrar sordu:

“Kaç kişiler?”

“Yüz elli bin” dedim.

“Yüz elli bin mi?” diye ağlamaya başladı ve secdeye kapandı. Hayretler içinde kaldım, büyük bir devlet adamı secdede ağlıyordu. Secdeden kalkınca oturdu. Kendisine:

“Verdiğim bu haber zat-ı âlinizi çok duygulandırdı. Acaba hikmeti ne olabilir?” diye sordum. Şu cevabı verdi:

“Aziz dostum, ben Lozan Muahedesini çok iyi bilen bir diplomatım. O muahedenin hedefi, aslında Müslüman Türkiye’nin başını yemekti. İngiliz heyetinin baş murahhası olan Lord Gurzon’un teklifi Türkiye’nin bir Hıristiyan devleti olmasıydı. Türk heyetini bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı. Eğer Türk milleti Hıristiyan olma fikrine şiddetle karşı çıksa -ki çıkacaktır- o zaman hiç olmazsa Türkiye’de Avrupa kültürünün tam hâkim olmasını ve sefahate azamî hürriyet tanınmasını sağlayacaklardı. Laiklik, batı dünyasında olduğu gibi din ve vicdan hürriyeti manasına değil, din aleyhtarlığı şeklinde uygulanacaktı. Gelecek nesilleri bu manevi güçten, faziletten, mahrum etmekle menhus gayelerine kavuşacaklardı.” dedi.

O sırada Bekir (Berk) Bey dayanamayarak, “Haçlı seferleriyle yapamadıklarını bu muahede ile yaptılar.” dedi.”(Mehmed Kırkıncı, Hatıralarım)

MEHMET ÖZÇELİK

7-5-2022

[1] Emirdağ Lâhikası Nihai Vesika.sh.277. Büyük Doğu’nun (5.cilt) yirmi dokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İçyüzü”

https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/nihai-vesika/277

https://www.risalehaber.com/necip-fazil-yazdi-said-nursi-yayinladi-lozanda-turkleri-islamdan-sogutma-karari-332602h.htm

[2] http://www.tesbitler.com/2015/01/03/lozan-zafer-mi-hezimet-mi/

[3] Age.32-33.

[4] Age.56,Emirdağ Lâhikası Nihai Vesika.sh.277. Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İçyüzü”

https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/nihai-vesika/277

Loading

No ResponsesMayıs 8th, 2022

HİSSE-18

HİSSE-18

Bediüzzaman Said Nursi, ziyaretine gelen muallimlerle çok fazla alâkadar olurdu.

 

Bayram Yüksel anlatıyor:

“Üstadımız, muallimler ziyarete geldiklerinde onlarla çok fazla alâkadar olurdu.

‘Şu zamanın dindar bir muallimine, eski zamanın velileri nazarı ile bakıyorum… Muallimin iyisi çok iyi, fenası da çok fena. Çünkü masum çocuklar muallimlerine çok dikkat ederler, âdeta mıknatıs gibi hocalarından ne görürse iyiyi de fenayı da çekerler. Muallimin iyisi minare başında, kötüsü kuyu dibindedir. Muallimler için ortası yoktur, ya âlay-ı illiyyinde veya esfel-i safilindedirler’ derdi.

“Onun için dindar muallimlere çok ehemmiyet veriyordu… Muallimlere ders verirken merhum Hasan Feyzi, Mustafa Sungur, Abdurrahman Yüksel gibi zatları misâl verirdi ve ‘Sizleri de onlar gibi kabul ettim’ derdi. Hem, ‘Mustafa Sungur’un okuması mânâ-yı ismîden mânâ-yı harfî hükmüne geçti, onun okuması maarif-i İlâhî hükmüne geçti’ derdi.”(Son Şahitler, C. 3, s. 60)

*******************   

ÇOK İBRETLİK BİR HATIRA


Bediüzzaman Said Nursi’yi Eskişehir hapishanesinde ziyaret eden stajyer avukat Kemal Taner anlatıyor:

“Hapishaneye yanına görüşmeye gitmiştim. Namazı yeni kılmış, tesbih çekiyordu. Elini öptükten sonra kendilerine dedim ki: ‘Efendim, size birçok keramet gösterir, diyorlar. Halbuki ben sizden herhangi bir harikal hal ve vezayit görmedim. Eğer böyle birşey gösteriyorsanız, bana da gösterin, meselâ şu elinizdeki tesbih kendi kendine yürüsün.’

“Bediüzzaman tebessüm etti. Bana temsilî şu hikâyeyi anlattı:

“Bir adamın çok sevdiği, sevimli, sevgili bir tek oğlu varmış. Adam bu kıymetli yavrusuna, çok değerli bir hediye almak için, kuyumcu dükkânına götürmüş, Çok çeşitli elmas ve mücevherattan hangisini beğenir ve isterse oğluna alacakmış.

“Mücevherat dükkânında, kuyumcu adam, dükkânı süslemek için; tavana, çok çeşitli renklerde, kırmızı, yeşil, mavi, mor, pembe, sarı her renkte büyük balonlar asmış. Çocuk dükkâna girince mütemadiyen tavandaki balonlara bakarak, ‘Baba ben bu balonlardan isterim’ diye tutturmuş, başlamış ağlamaya. Adam, ‘Oğlum, ben sana çok pahalı ve kıymetli, elmas, mücevher alacağım’ diyormuş, Çocuk ise, ‘Ben balon isterim’ diye ağlayıp duruyormuş. Bu misali bana anlatan Bediüzzaman, sözlerine devamla:

“Ben Kur’ân’ın elmas ve mücevherat dükkânının bekçisiyim, dellalıyım. Ben baloncu değilim. Benim dükkânımda, benim pazarımda, Kur’ân’ın ebedi ve ölümsüz elmasları var. Ben bunlarla meşgulüm. Ben Kur’ân nurunu ilân ediyorum, balonculuk yapmıyorum’ dedi.

“Bediüzzaman’ın ne demek istediğini anlamıştım, yaptığım hareketten dolayı mahçup olmuştum.”

***************

Bayram Yüksel anlatıyor:


“1961’de Mustafa Polat’la merhum Hasan Basri Çantay’ı ziyarete gitmiştik. Mustafa Polat; Neden Üstad tarzında eser yazmadınız?” diye sordu. O da;
“Kardeşim, sizler Üstadın nasıl bir insan olduğunu bilmiyorsunuz. Kimse Üstadla mukayese edilemez. Onun kulağına üfleyen vardı. Onun fiş takacağı yeri vardı. Bizim fiş takacak yerimiz yok.”

“Kardeşim, sizi tebrik ederim. Bizler Üstadın sayesinde müellif olduk. Bizler korkumuzdan ne eser yazabiliyorduk ve ne de kimseye anlatabiliyorduk. Üstad Hazretleri Risale-i Nurları te’lif etmeye başladı; hem Türkiye’de okuma çığırı açtı, hem de hapishanelerde dayak, kelepçe, açlık, susuzluk her zulme tahammül etti. Fakat onun ihlâsı, onun şefkati, onun merhameti, onun tevazuu, onun şecaati ve kahramanlığı her şeye galip geldi.”

*************  

Son Şahitlerden Dr. Tahir Barçın anlatıyor:


(1906’da Ermenek’te doğdu. Emirdağ’da Bediüzzaman’ın doktorluğunu yaptı. 11 Mayıs 1978’de İstanbul’da Allah’ın rahmetine kavuştu.)

Bir Hıdırellez günü Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve Emirdağlı talebeleri ile beraber kıra gittik. Emirdağ yakınlarındaki bir yüksek tepeye çıktık.

“Üstad, o tepede, vefatından bahsetti. ‘Ben ölürsem ne yaparsınız?’ deyince Mehmet Çalışkan: ‘Burada Hacı Yusuf Dede vardır, sizi oraya, o zatın yanına defnederiz!’ dedi. Üstad cevaben:

Ben öldükten sonra yerimin belli olmamasını istiyorum
“Yok, beni Ispartalılar isterlerse onlara verin. Hem ben öldükten sonra yerimin belli olmamasını istiyorum. Çünkü türbeye gelenler kimi ekmek asacak, kimi ip bağlayacak, kimisi de benden dilekte bulunacak. Beni kabrimde rahatsız edecekler. Şimdi birisi gelip de elimi öpmek istese, bana tokat vurmak gibi oluyor. Hiç böyle şeyleri istemiyorum. Mezarımın bilinmemesini istiyorum…’

“Daha sonraki cereyan eden hâdiseler malum… Zulmettiler ona, onlar zulmetti, fakat Cenab-ı Hak Üstad’ın duasını kabul etti…

*********************   

Abdullah Gayretlioğlu anlatıyor:

Bir gün Zübeyir [Gündüzalp], ortasından kırılmış bir kaşık getirdi. Bu kaşığı tamir etmem için Üstad göndermişti.

Kaşık alüminyum olduğu için kaynak tutmuyordu. Kolayından gidip, on kuruşa bir çay kaşığı aldım, bunu Üstada götürdüm.

Üstad bana, “Kardaşım sen bilmiyor musun? Bu kaşık benim kırk yıllık arkadaşımdır” dedi.

Bu defa çaresiz tekrar dükkâna gelip, küçük bir sac keserek kıvırdım ve kaşığın içine geçirip iyice sıkıştırdım. Sağlamlaşınca götürüp Üstada verdim. Çok memnun oldu ve bu tamirat için bana yirmi beş kuruş verdi. (Son Şahitler, 3:140)

***************** 

 

CİĞERCİ ;

 

Neyzen Tevfik, ciğercinin önünden geçerken, parası olmadığı halde içeri dalar ve iki porsiyon ciğeri  götürür, sonra garsonu çağırarak parasının olmadığını, sonra vereceğini söyler. Şef garson kabul  etmez, ya parayı verirsiniz ya da bu gün bulaşıkları siz yıkarsınız der. Neyzen : “Öyleyse arka sokakta bir dostum var, bir pusula yazayım ona götürün parasını o verir” der. Şef garson : “Tamam ben giderim” Şef garson : “Efendim, bu pusulayı size Neyzen bey gönderdiler” der.  Neyzenin dostu, pusulayı okuyunca tebessüm eder ve kaç porsiyon ciğer yediğini sorar. Garson : “İki porsiyon efendim” der Dost : Üç porsiyon parası vererek “Bir porsiyon daha yesin” der. Şef garson meraklanmıştır, “efendim para önemli değil bizde karşılarız yeter ki pusulada ne yazdığını  söyleyin. Dost pusulayı uzatır. İki satır yazı vardır.

 

“Dağladı ciğerci ciğerimin yarasını Ciğerparem veriver ciğercinin parasını”

************** 

#YIL 1917…

Bir İngiliz general Irak’ta yardımcıları ile arazide gezinirken  bir çobana rastladı.

Çevirmen aracılığıyla çobana:

”Eğer sürüdeki köpeğini öldürürse ona yüz sterlin vereceğini söyledi.

Doğaldır ki, çoban için köpek çok değerlidir, sürüyü sevk ve idare eder. Kurtlara ve öteki yabani hayvanlara ve art niyetli insanlara karşı onları korur.

Ama teklif edilen para da çok büyüktür. Çoban köpeği yakalayıp, generalin önünde keser.

General bu kez de çobana; “köpeğin derisini yüzersen yüz sterlin daha veririm” dedi. Çoban köpeğin derisini yüzdü.

General çobana; köpeği parçalara bölersen bir yüz sterlin daha veririm, dedi. Çoban onu da yaptı. General parayı verip oradan ayrıldı.

Çoban generalin arkasından seslendi:

“Yüz sterlin daha verirsen köpeği yerim.”

General;

“Asla… Ben sizin değer verdikleriniz hakkındaki karakterinizi öğrenmek istedim. Sen para için, yoldaşın, yardımcın ve senin için çok değerli olan köpeğini kestin, yüzdün ve parçaladın. Eğer bir yüz sterlin daha verseydim, yiyecektin de. Benim, ihtiyaç duyduğum ve öğrenmek istediğim bu karakterdi.”

Sonra yanındakilere dönerek;

“Bir ülkede bu karakterde insanlar fazla olduğu müddetçe asla korkmayın” dedi.  Parayı verir her şeyi yaptırırsınız.

Çoban ve köpek işbirliği içinde idi.

Çoban çıkarı için birlikte görevli olduğu arkadaşını yok etti.

Bir toplumda bu tür kişiler çoksa, o toplumda birlik ve dayanışma  kolaylıkla ortadan kaldırılabilir. Çıkarcılar dostlarına her zaman ihanet edebilir.

Para her şeyi çözer!” diyorsa bir insan, “Ben para için her şeyi yaparım!” demek istiyordur. Para her şeyi çözmez, para her kapıyı açmaz. Para sadece para için yaşayanların kapısını açar.

 

Şimdi bir düşünün bakalım bu ülkedeki onlarca yabancı vakıf burada ne yapıyor ve gazetecisinden akademisyene kimleri niye fonluyor?

*****************  

Ingilizler,Aldulhamid han varken Çanakkale’ye saldırmadılar.

önce Sultan’a rüşvet teklif ettiler. Etrafın kuşatıldı. Yalnızsın dediler.

Sonra,bunu gezi benzeri 31 mart vakaası ile ispatladılar.

Diktatör,kızıl sultan diyerek indirdiler.

Çanakkale savaşı,Osmanlı evladlarının toprağa gömülme projesidir.

Akabinde dünya savaşına dahil olduk.

Yunan çeteler, Ingiliz talimatıyla girdikleri köylerde beşikteki ve  kadınların karınlarındaki bebeklere kadar saldırdılar.

Kadınlara tecavüz ettiler.

Eskiler izansız birisine kızdıklarında yunan dölü derler.

Tarihin tekerrür etmemesini istiyorsak asıl biz akıllı olmalıyız.  Fevzi Srl

**************  

İmam-ı Azam ın oğlu Hammad’ın bir oğlu vardı İsmail…

    İbni Hallikan, bu İsmail’in dedesinden anlattığı bir hatırasını şöyle nakleder kitabında. İsmail der ki:

   – Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’e hürmetsizlik etmekten çekinmeyen saygısız bir komşumuz vardı. İki katırının birine Ebu Bekir, ötekine de Ömer adını koymuştu. Ahırında bunları tımar ederken ‘Ebu Bekir şöyle dur, Ömer şuraya çekil..’ diye yüksek sesle söylenir, bizi rahatsız ederdi. Dedem de bizlere hep sabır tavsiye eder:

– Sakın tartışmaya girmeyin, Ebu Bekir ve Ömer sizin korumanıza ihtiyaç duymayacak kadar büyük insanlardır, onlar kendilerini korurlar, diyerek bizleri tartışmadan hep uzak tutardı.

 Bir gün koşa koşa gelen biri dedeme dedi ki

– Katırlarına Ebu Bekir, Ömer adını koyan adamı bir katırı teperek öldürmüş, cesedi ahırdaymış şimdi!. Dedem de dedi ki:

– Gidin bakın mutlaka Ömer tepelemiştir onu. Ebu Bekir affeder ama Ömer kolay kolay affetmez adaletini uygular! Gerçekten de gidenler haber getirdiler.

– Ömer tepelemiş, cesedi orada yatmaktadır. Dedem bizi tekrar ikaz etti:

– Sakın böyle öfkeli kimselerle tartışmaya girmeyin. Büyüklere saygısızlık edenler sonunda karşılığını görürler. Sizin karşılık vermenize gerek kalmaz!

******************  

CAHİL HER ŞEYİ BİLENDİR*

 

?Eski Mısır devlet başkanı “Enver Sedat”ı suikast sonucunda öldüren adama hakim sorar:

“Neden öldürdün?”

Katil: “Çünkü laikti”

Hakim: “Laik ne demek?”

Katil: “Bilmiyorum!!”

 

?Mısır’ın en iyi edebiyat adamlarından “Necip Mahfuz”u öldürmeye çalışıp başarısız olan sanığa hakim sorar:

“Neden vurdun?”

Sanık: “Sokak çocuklarının hayalleri adlı kitabı yazdığı için”

Hakim: “Peki sokak çocuklarının hayallerini okudun mu?”

Sanık: “Hayır!!”

 

Hakim, yazar “Faraç Foda”yı öldüren üç teröriste sorar:

“Neden Faraç Foda’ya suikast düzenleyip öldürdünüz?

“Suçlular: “Çünkü kafir”

Hakim: “Onun kafir olduğunu nereden anladınız?”

Suçlular: “Onun kitabından”

Hakim: “Hangi kitabından anladınız onun kafir olduğunu?”

Suçlular: “Biz okuma yazma bilmiyoruz”

“Her kötülüğün anası her dönemde?CEHALET olmuştur!”

MEHMET ÖZÇELİK

6-5-2022

Loading

No ResponsesMayıs 7th, 2022

HİSSE-17

HİSSE-17
VEFA HAZRETLERİ
İstanbul’un Vefa semtine adı verilen Şeyh Vefa, Fatih devrinin büyük alimlerinden ve evliyasındandı. Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerinden biriydi. Bu büyük zatın oyun yaşlarındaki bir oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna çivi çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu. Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu mu kolayca delinecek bir nesneydi. Şeyh Vefa’nın oğlu da bunu yapıyordu. Sakalar, “Bir din ulusunun oğludur, çok sürmez geçer” diye bir müddet dayandılarsa da baktılar vazgeçeceği falan yok, Şeyh Vefa’ya şikayet ettiler. Vefa Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı? Şeyh Vefa sakalara, “Tamam” dedi. Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız ödenecektir. Önce kendinden işe başladı. “Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim mi?” diye düşündü. Bir şey bulamadı. Hanımına sordu; “Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün, bana bildir, yoksa oğlanın sonu kötü” dedi.
Hanım düşündü, taşındı, rüyaya yattı, nihayet bir olay hatırladı. Oğlana hamileyken oturmağa gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı çıktıkça yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını içmiş. Bunu şeyhe anlattı. Şeyh Vefa “Aman hatun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helallik dile” diye tenbihledi. Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helal ettirdi. Oğlana olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi. Hakkında böyle şikayet var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi. Ama çocuk bir daha çivili sopa ile kırbaları delmedi.
*************
DİBE ÇEKEN AĞIRLIKLARIMIZ
İBRETLİK BİR FIKRA
Hindistan’ın İngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda bir İngiliz subayı hiçbir neden olmaksızın halktan bir Hintliye sertçe bir tokat atar. Hintli adam hemen yüzüne bir yumruk vurur. Subayı yere serer.
Bu karşılığı beklemeyen subay hem korkar ve hem de sinirlenir.
Tek başına bir şey yapamayacağını bildiğinden yardım almak için bölüğe gider. Nasıl olur da sıradan bir Hintli İngiliz Kraliyet Subayını vurmaya cesaret ederdi !
Subay Generalin yanına gidip kendisinden asker talep eder. General onu dinledikten sonra onu bir odaya götürür.
General bir kasadan 50.000 rupiye çıkarıp subaya verir:
– Bu parayı bu gün sana tokat atan Hintliye ver. ve ondan da özür dile!
Bunu duyan İngiliz subay sinirlenir:
– Zavallı bir Hintli, İngiltere Kraliyet Subayını vurup hakaret edecek ve karşılığında ondan özür mü dileyeceğim !
General emrivaki:
-Bu bir emirdir! Soru sormaksızın itaat edeceksin !
Subay çaresizce parayı alıp Hintli adama götürür ve ondan da özür diler. Hintli adam bu kadar çok para karşısında bayağı sevinir. O zamanın parasıyla yarı servet gibi bir şey. Onunla ev araba vs… alır
Bir müddet sonra bu Hintli tanınan tüccarlar arasına girer. Bir gün General tokat yiyen subayı çağırır.
– Zamanında sana tokat atan Hintliyi hatırlıyor musun?
Subay:
-Unutmam mümkün mü efendim !
General:
-Şimdi intikamını alma vaktidir ! Ona topluluğun içinde vur ! İnsanları hepsi görsün !
Subay itiraz ederek:
-Bu Hintli kimsesiz iken onu vurmama izin vermezken şu an şehrin tanınan kişilerinden olmuşken mi vurma mı istiyorsunuz? Onu vurur vurmaz etrafındakiler bana saldırırlar efendim !
General kendinden emin bir şekilde:
– Endişelenecek bir şey yok. Sana dediğimi yap. Git ona vur gel !
İngiliz Subay Hintli adamın mağazasına gider. Hintlinin adamları da orada bulunmaktadır. İngiliz subay bir şey demeksizin öyle bir vurur ki, Hintli adam yere kapaklanıp düşer.
Hintli adam hiçbir karşılık vermediği gibi düştüğü yerden de kalkmaz! İşin garip tarafı Hintli adam subayın yüzüne dahi bakmaya cesaret edemez !
Karşılık görmeyen subay hayretler içerisinde kalır. İntikam almanın verdiği sevinçle oradan ayrılıp generalin yanına gelir.
General:
-Seni hem sevinçli ve hem de hayretler içerisinde görüyorum.
Subay:
– Evet efendim. O Hintli İlk seferinde kimsesiz iken ona vurduğumda sessiz kalmayıp daha sert bir şekilde beni vurdu. Ama bugün mal makam sahibi iken ona vurduğumda bana bir söz dahi edemedi !
General:
-İlk sefer onu vurduğunda İZZETİ NEFSİ vardı. Ve bunu en büyük sermayesi bilirdi. Onu korumak için sana karşılık verdi.
Ama ikinci seferde İZZETİ NEFSİNİ PARAYA SATTI. Menfaati tehlikeye girer diye sana karşılık vermeye korktu. Onun için kendini savunamadı !
Menfaati için haksızlık karşısında susanlara ithaf olunur. siz de susmanın bedelini ödeyeceksiniz..
****************
Ortalama 75 sene yaşayan bir insan ömründe neler yapıyor ⁉️

⏰ 8 saat uykuyla ömrünün ⏳25 senesi uykuda.
⏰ 9 saat Sabah 08:00 – 17:00 arası çalışma ile ömrünün ⏳ 28 senesi çalışmakla
⏰ 2 saat yolda gidiş,geliş ve ulaşım ömrünün ⏳ 6 senesi ulaşımla.
⏰ 2 saat yemek,içmek vs ömrünün ⏳ 6 senesi.
⏰ 1 saat telefon,televizyon sosyal medya vs. Ömrünün ⏳ 3 senesi
⏰ 1 saat kişisel temizlik,banyo,wc vs . ömrünün ⏳ 3 senesi

8+9+2+2+1+1= 23 saat ömrünün 72 senesi

24 saatin 23 saati, 75 senelik ömrünün 72 senesi dünya için

Acaba yirmiüç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfeden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarfetmeyen;
ne kadar zarar eder,
ne kadar nefsine zulmeder,
ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder.
Sözler ?

Rabbim zamanın kıymetini bilip, rızası dairesinde harcamayı nasib etsin.??
***************
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osmana hakaret ve tekfir eden Şia yani İranlılar şunu düşünmezler mi acaba?
Kendilerinin kızlarını bir kâfir veya yahudi istese verirler miydi?
Veya kendileri onlardan kız alırlar mıydı?
Vermeyip alamayacakları gibi, bunu hakaret olarak kabul edeceklerdi.
Peki peygamberimiz nasıl böylelerinden kız alır ve verir?
Kendisinin gösterdiği hassasiyet kadar, inandığı veya inandığını söylediği peygamberin hiç mi hassasiyeti yoktur?
Nitekim….
MEHMET ÖZÇELİK
6-5-2022

Loading

No ResponsesMayıs 6th, 2022

İRAN İÇ TEHDİDİ VE ŞİA

İRAN İÇ TEHDİDİ VE ŞİA

İran ve inancı olan Şia aslında batının değil, geçmişten geleceğe İslam dünyasının bir problemi olmuştur.

İran sözde batıyla uğraşıyor görünse de aslında onun en çok uğraşıp problem çıkardığı İslam ülkeleri ve özellikle Osmanlıdan hatta İslam tarihinden bugüne Türkiye ile devam etmektedir.

Batıyla söz kavgası içerisine girerken, Osmanlıdan günümüze bizimle 23 defa karşı karşıya gelmiş ve de gelmektedir.

En az tabirle batı dünyası İran’ı bahane ederek, onun şahsında İslam dünyasına saldırmaktadır.

Bu konuda birkaç yazıda bunu belirtmiştim.[1]

Ve onun bir şubesi olan Alevilik konusunu genişçe ele almıştım.[2]

-1502 yılında Şeyh iken Şahlığa soyunan Şah İsmail’in yarım bıraktığını bugün İran devam ettirmektedir.[3]

1979 yılında Ayetullah Humeyni liderliğinde İran’da bir İslam Cumhuriyeti kurulması ile yeni bir döneme ve değişime girmiş oldu.[4]

Oda Müslümanları öldürerek. Bugün bir milyon Suriye’de akan kanlarda İran’ın kanlı eli bulunmaktadır.

İran derin devleti.

Milyonlarca Müslümanı öldürüp, öldürülmesine ortak olan devlet.

Suriye, Irak, Yemen.

– “Irak’ta Şii gruplar arasındaki çatışma cami ve medreselere sıçradı, karşıt gruplar camilere saldırıp minareleri yıktı. Gerilimin temelinde ise İran’ın Irak’taki etkisi var. Yaşananlar, İran ile ABD arasındaki nükleer müzakere sürecinin sonucu için de anlam taşıyor.”[5]

Bugün camilerinde çok rahatlıkla özellikle Hz. Ebubekir, Hz. Ömer hatta Efendimizin hanımı Hz. Aişe’ye lanet edilmektedir.

Hatta Hz. Aliye olan muhabbetleri, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e olan düşmanlıklarındandır.

Zahiren Hz. Ali taraftarlığı görünürken, diğerlerine olan düşmanlığı sürekli körüklemektedir.

Bizde bir kısım gayrı Müslimlerin veya o yapıda olanların; keşke Osmanlı Müslüman olmasaydı sözü gibi onlarında içinde bir kısım ve kesim; keşke İran Müslüman olmasaydı düşüncesi içerisindedirler.

Bunlar İranlıların temel Şii kitaplarında da açıkça işlenmektedir. Bunlar;

-Bihar-ul Envar, Kitab-ul Vafi, Rahmanın Nefesi, Kâfi, 12. İmamın Tarihi kitapları gibi.

-Şia üzerine birçok reddiyeler ve tahliller ele alınmıştır.[6]

-“İran Azerbaycan ve Türkiye ye karşı, tarafını Ermenistan’dan yana tutmuştur. Azerbaycan Ermenistan savaşında da bunu göstermiştir.[7]

İran’ın en büyük hedefi kendilerinin İslam’dan önceki Sasani İmparatorluğunu tekrar canlandırmak ve bu amaçla Osmanlı ve şimdi de Türkiye’nin güçlenmesini hazmedememektedir.

-”Pentagon, PKK’nın Türkiye’ye karşı ittifak kurduğu yeni müttefiği açıkladı.

Türkiye’nin terör örgütü PKK’ya karşı yürüttüğü sınır ötesi operasyonları devam ederken, Pentagon tarafından hazırlanan yeni bir raporda, PKK’nın İran destekli militanlarla işbirliği yapmaya başladığı belirtildi.”[8]

-Altında Yahudi fitnesinin yani Abdullah bin Sebe’nin bulunduğu ve siyasi bir yapıya sahip olan Şia bir mezhepten çok artık bir inanç halini almıştır.

Tarihlerine baktığımızda kin ve kan kokar. Yayılmacılık düşüncesi her an tazeliğini korumaktadır.

Yavuz Sultan Selim Han olmasaydı bugün Anadolu tamamen Şia’nın idaresi altında olacaktı.

Onun hedefinde İslam’ı yaymak değil, Müslümanlarla uğraşmak vardır.

Onun temelinde din esas değil, siyaset esastır.

Bugün Hristiyanlıktaki Teslis inancı gibi Hz. Ali’yi Allah’ın oğlu kabul eden Ğulat-ı Şia bulunmaktadır.

Hristiyanlıkta papa nasıl Allah’ın yer yüzündeki hakimi ise, İran’daki İmamda aynı güç ve yetkidedir.

“Şiilere göre amellerin kabul edilmesi imametin kabul edilmesine bağlıdır. Cafer b. Muhammed babasından rivayetle şöyle demiştir. “Cebrail (aleyhisselam) Hz. Muhammed’e inerek şöyle demiştir: ‘Ey Muhammed! Selam olan Allah sana selam söyleyerek şöyle buyurdu: Ben yedi tabaka arzı ve içindekileri yarattım. Rükün ile
Makam’dan daha yüce bir yer yaratmadım. Eğer bir kul yerleri ve gökleri yarattığım andan itibaren bana itaat etse, ama huzuruma Ali’nin velayetini inkâr ederek gelse
onu yüzüstü cehenneme atarım.”[9]

İmamet ve Velayet konusunda Humeyni kitabı­nda şöyle söylüyor: “İman ancak Ali’nin ve onun pak ve masum olan vasilerinin velayeti vasıtası ile olur. Hatta şöyle diyebiliriz:
Velayeti kabul etmeden Allah’a ve Peygambere iman da kabul olunmaz.”[10]

İmamlar masum ve peygamber özelliği olan İsmet sıfatına sahiptirler.

Gaybı bilip, mucize sahibidirler.

İran’ın ve Şia’nın problemi asıl ve temelden başlar.

Peygamber Kur’an-da problemleri vardır.

Kur’an-ı Kerim hakkında:” Şia âlimlerden Nuri et-Tabrisi Kur’an’ın tahrif edildiğini
ispatlamak gayesi ile bir kitap yazmıştır. Güya Kur’an’daki tahrifatı ispatlamaya çalışan et-Tabrisi kitabına şu ismi vermiştir: Fasl el-Hitap Fi İsbati Tahrifi Kitabi Rabb’il-Erbab. Nuri et-Tabrisi bu kitabında şunları zikrediyor: “Masum
imamlarımızdan Kur’an’ın her türlü tahrifata uğradığını destekleyen iki binden fazla rivayet bulunmaktadır.

Humeyni bu konuda şunları söylüyor: “Bunların (yani sahabelerin) bu ayetleri Kur’an’dan çıkarmaları, semavi kitabı tahrif etmeleri ve Kur’an’a perde çekip onu âlemin gözünden gizlemeleri kolay bir şeydir.

Bu suçlamada Kur’an’ın üçte birinin çıkarıldığını ve yok edildiğini ve Kur’an’ın ayetlerinin sayısının yetmiş bin olduğunu söyleyecek kadar ileri gittiler.90 Bunlar, Kur’an’ın aslının Hz. Ali’nin (radiyallahu anh) topladığı Kur’an olduğuna, bu Kur’an’ın da ğaib imamın yanında olduğuna ve mevcut Kur’an’dan ayrı olduğuna inanıyorlar.
İmamlarından bazıları şunu iddia ediyorlar: “Bizim yanımızda Fatıma’nın mushafı var. Bu Mushaf mevcut Kur’an’ın üç misli kadardır.”
Kâmil Süleyman, eseri Yevm el-Halas’ta imam Cafer es-Sadık’tan rivayetle şunu söylüyor: “Kaim Mehdi çıktığında Allah’ın kitabını olduğu gibi okuyacak ve Ali’nin
(aleyhisselam) yazmış olduğu Mushaf’ı çıkaracaktır.”
[11]

Hz. Ali İslam için o kadar mücadele ettiği halde, eğer gerçekten dürüst ve şereften bir nasipleri varsa, bunu hiç beklemeden ortaya çıkarırlar.

1400 yıldır niye bekliyorlar?

Oysa bu bir aldatmaca ve uyutmacadır.

“Bütün Şii fırkalar Rasulullah’tan sonra üç, dört kişinin dışında bütün sahabenin irtidat edip küfre düştükleri hususunda hem fikirdirler.”[12]

Böylece o sahabeleri takip eden Müslümanların durumu da gayet açıkça anlaşılmaktadır.

Böyle olunca Sünni Müslümanlarının malları da kafir olduklarından tüm kaynaklarınca da mubah sayılmaktadır. Kafirin tüm hükümleri ehli sünnet için geçerlidir.

Ehli sünnetle evlenilmeyip, kestikleri yenilmez ve arkalarında namaz kılınmaz.[13]

Geçici evlilik olan Mut’a nikahıyla fuhşun her nevi uygulanmaktadır.[14]

-Ehli sünnetin 1400 senedir çiğerini yakıp parçalayan Kerbela olayı ise, Şianın siyasetini besleyen en önemli vakadır.[15]

MEHMET ÖZÇELİK

4-5-2022

[1] http://www.tesbitler.com/index.php?s=iran

https://www.youtube.com/watch?v=DmrKuhOEKeg

http://www.tesbitler.com/2015/01/03/risale-i-nurlarda-hz-ali/  

[2] http://www.tesbitler.com/index.php?s=alevi

[3] Bak. Şah İsmailin Turk Siyaseti ve Kültürel yeri.1-137.

[4] Bak. DİN, SİYASET ve KADIN-İran Devrimi-SERPİL SANCAR-1-283.

[5] https://video.haber7.com/video-galeri/208899-ramazan-gunu-irakta-camiler-neden-yikildi

[6] EMEVÎLER DEVRİ ve GUNUMUZ ŞİİLİĞİ.Doç. Dr. Hasan ONAT.1-216, Ibn Teymiyye – EL – MUNTEKA (ŞİA VE MAHİYETİ)1-549.

[7] https://video.haber7.com/video-galeri/208602-iran-ordusundan-turkiye-ve-azerbaycani-hedef-alan-video-ermenistan-kirmizi-cizgimizdir

[8] https://www.haber7.com/dunya/haber/3219349-pentagon-pkknin-turkiyeye-karsi-ittifak-kurdugu-yeni-muttefigi-acikladi

[9] Kendi Kaynaklarına Göre Ş İ A V E ŞİİLİK. İSMAİL K A Y A. Sh.21.

[10] Age.25.

[11] Age.64-65. Geniş bilgi için bakınız. Şia’da ve Ehl-i Sünnet’te Kur’an Tasavuru. Şaban Karataş. 1-221.

[12] Age.118.

[13] Bak.age.127 ve devamı.

[14] Age. 132-136

[15] HZ. HÜSEYİN ve KERBELA FACİASI. M. Asım KÖKSAL.1-396,Çeşitli yönleriyle Kerbela.1-3.cilt.Sh.1.1430, K E R B E L A  V A K I A S I.  E B U M İ H N E F.1-224, Kerbela güzeli ve Kerbela faciasının iç yüzü.1-180.

Loading

No ResponsesMayıs 4th, 2022

HİSSE-16

HİSSE-16

 

AT NALI UĞUR GETİRİR Mİ?

Kadıköy Camisinde vaaz vermekte olan Osman Demirci Hoca’ya “At nalını evimizin kapısına asarsak uğur getirir mi?” diye sormuşlar.

Demirci Hoca:

– Zannetmiyorum, diye cevap vermiş. O nallardan her atta dört tane var ama bütün gün kamçı yiyip duruyorlar.

 

HAYATI SEYRETMEK

Yazar Kazancakis, akan bir suyun başında uzun süredir duran ihtiyara “Neye bakıyorsun öyle?” diye sorduğunda ihtiyar adam, gözlerini sudan ayırmadan şu cevabı verir:

– Hayatıma oğlum, akıp giden hayatıma…

 

HERKES YANINDAKİNİ VERİR!

Kendisine hakaret edilen Hz. İsa’ya “Niçin karşılık vermediniz?” diye sorduklarında:

– Herkes yanındakini verir. Onda olan, benim yanımda yoktu, demiş.

 

SELAMDAKİ İNCELİK

Muzaffer Ozak Hoca’nın sahaflar çarşısındaki dükkanına giren bir genç

“Selâmunaleyküm babalık!”diye selam verince, hazret selamı şöyle alır:

– Aleykümselâm kurukalabalık…

 

KABRİSTAN

Hz. Ali, mezarlığa neden sık gittiğini soranlara şu cevabı vermiş:

– İki sebebi var. Anlattıklarıma itiraz etmiyorlar ve arkamdan gıybetimi yapmıyorlar.

 

ÖLÜLER ÇİÇEK DE KOKLAMAZ

Amerikalı bir iş adamı, bir Çinliye alaylı bir ifadeyle “Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek?” diye sorunca Çinli, yaptığı işten başını kaldırmadan cevap vermiş:

– Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman…

 

ÖLÜM NEDİR?

Talebelerinden birinin “Ölüm nedir?” sorusuna

Konfüçyüs’ün cevabı şu olmuş:

– Hayat hakkında ne biliyorsun ki sana ölümden bahsedeyim…

 

ZOR AMA GÜZEL

Fars sufi ve filozof Cüneyd-i Bağdâdî’ye “Sabır nedir?” diye sorduklarında şu cevabı vermiş:

– Yüzünü ekşitmeden acıyı yudumlamaktır…

 

DERDİN DEVASIZI..

İbn-i Sinâ’ya:

“Dünyada devası olmayan bir dert var mıdır?” diye sorduklarında:

– Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır, cevabını vermiş.

 

KORKUYA GEREK YOK

Bir Rus generali, Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil’in iştahını abartarak “Beni de yemenizden korkuyorum!” deyince, Şeyh Şâmil:

– Boşuna korkmayın efendi, demiş. Bizim dinimizde domuz eti yemek haramdır.

 

UYKU KARDEŞLİĞİ

Mevlânâ Hazretleri, talebelerinden biriyle yürürken yol kenarında birkaç köpeğin sarmaş dolaş uyuduklarını görürler.

Yanındaki talebesi:

– Güzel bir kardeşlik örneği, der. Keşke insanlar da bunlardan ibret alsa…

Mevlânâ, tebessüm ederek karşılık verir.

– Aralarına bir kemik atıver de gör kardeşliklerini…

 

DÜNYANIN YÜZÜ

Hastalıktan ötürü gözleri kapanmış olan bir adam, halk şairi Seyrani’ye:

– Bende dünyayı görecek göz mü kaldı, diye şikayette bulununca söz eri Seyrani:

– Hiç üzülme dostum, demiş. Zaten dünyada bakılacak

yüz de kalmadı…

 

MUTLULUK

Tolstoy’a “Nasıl mutlu oluyorsunuz?” diye sorduklarında şu cevabı vermiş:

– Sahip olduğum şeylere sevinerek, sahip olmadıklarımı ise hiç düşünmeyerek…

 

HAKSIZ ÖLÜM

Sokrat Ölüme mahkûm edildiğinde, eşi “Haksız yere öldürülüyorsun.” diye ağlamaya başlayınca Sokrat:

– Ne yani, demiş bir de haklı yere mi öldürülseydim!..

 

KENDİ İŞİNİ YAP

Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare’e  gönderdiğinde ünlü yazarın ilettiği cevap şu olur:

Dostum siz şemsiye yapın!

Hep şemsiye yapın!

Sadece şemsiye yapın!

****************  

Genç Kaymakam, yeni atandığı İlçeye bakmaya gitti.

 

İlçeyi kendi başına gezdikten sonra, ara sokakta gördüğü çay ocağında, bir bardak çay içeyim diye oturdu.

O anda 12-13 yaşlarında bir çocuk, “amca boyayayım mı?” dedi

 

Ayakkabısı boyalı olmasına rağmen, çocuğu kırmamak için, “tamam gel boya” dedi.

 

Bu arada “iyi boyarsan sana istediğin paranın iki katını veririm” deyince, o çocuk:

“Ben hep aynı boyarım” dedi.

Kaymakam, “nasıl yani?” deyince,

– Öğretmenimiz; “çocuklar, ne iş yaparsanız yapın ama herkese AYNI YAPIN. Ayrım yapmayın” diye tembih etti. Ben de bu parayla hasta anneme ilaç alacağım, sana ayrım yaparsam o ilacın annemin hastalığına şifası olmaz.”

 

Genç Kaymakam, hayatının en iyi dersini almıştı. Ağlamamak için kendini zor tuttu.

Boyacı çocuğa cebindeki en büyük parayı verirken, bir de kartını verdi.

 

Babası olmayan ve hem okuyan hem de hasta annesine bakmaya çalışan çocuğa ilgilenme sözü verdi.

 

Çocuğa o dürüstlüğü aşılayan öğretmenini de ziyaret ederek, ilçede görev yaptığı sürece ilgi gösterdi.

 

Boyacı çocuktan duyduğu “BİZDE HERKES AYNI OLUR” cümlesini meslek hayatında unutmamak ve hep uygulamak için, makamında masasında bulunan isimliğinin arkasına yazdırdı.

 

Bazen uygulamakta zorlansa da asla taviz vermemeye çalıştı.

**************** 

Defalarca müracaat etmesine rağmen kendisine Hac kurâsı çıkmayan Urfalı amca: “Allah bu Nemrut’un belâsını versin !” deyince

yanındaki kişi sorar; “Amin de ne alâkası var sana kura çıkmaması ile Nemrut’un ?”

Urfalı amca cevap verir; “Ha o kâfir, İbrahim’le iyi geçinseydi Kâbe’yi Urfa’ya inşa edecekti, her sene hac yapacaktık ne güzel.”…. ?

***************   

100 yıl Tavukluğa Razı edilen ülke.                  Dört tavuk, bir kartal yuvasına gidip bir yumurta çalarlar.Yumurtayı kümese getirdiklerinde, diğer tavuklar gördükleri bu yumurtanın çok büyük bir tavuğa ait olduğunu düşünürler.

Zaman geçer, yumurtayı getirenler de unuturlar, onlar da bu yumurtanın büyük bir tavuğa ait olduğuna inanırlar.

Günün birinde kuluçkaya yatan bir tavuğun altındaki o yumurta kırılır. İçinden simsiyah kanatlı, ilginç gagalı tuhaf bir tavuk çıkar.

Herkes şaşkın, mutludur; böylesini ilk defa görmüşlerdir.

Anne tavuk, yavrusuna dersler vermeye başlar: “Bak yavrum, yerden bulduğun böceği şöyle ye! Arpayı buğdayı böyle ye!.” Anne tavuk her geçen gün yeni şeyler öğretir yavrusuna; tehlikelere karşı nasıl davranılacağını da..

Büyük yumurtadan çıkan ilginç gagalı yavru tavuk, annesinin her söylediğini yapmakta, büyüdükçe de güzelleşmektedir. Oldukça uzun kanatları vardır. Diğer tavuklar onun kanatlarına kıskançlıkla bakmaktadır.

Bir gün anne tavuk yavrusuna havadan gelen tehlikelere karşı kendini nasıl savunacağını anlatırken yavrunun gözü, gökyüzünde çoook yukarılarda süzülerek ihtişamla uçan başka bir canlıya ilişir. “Anne bu ne?” diye sorar.

Anne tavuk;

“Ha o mu? O kartal yavrum, kuşların padişahı.”

“Ne de güzel uçuyor!..” deyip iç geçirir yavru tavuk.

“Evet yavrum. Ama sen sakın ona özenme! Asla onun gibi olamazsın. Senden önce baban, deden, amcan hepsi ona özendi ama hiç biri onun gibi uçamadı. Sen bir tavuksun ve bir tavuk gibi yaşamalısın.”

O günden sonra küçük tavuk, ömrü boyunca arka bahçede kartalın ihtişamlı geçişini izleyip iç çeker ve her defasında, “Keşke ben de bir kartal olup uçabilseydim.” diye hayıflanır.

 

Ve bir gün siyah uzun kanatlı büyük tavuk, ihtişamlı kartalı izlerken ölüp gider. Onu bir tavuk gibi defnederler. Oysa ölen bir kartaldır.

 

Etienne de La Boétie “Gönüllü Kulluk” kitabında der ki:

 

“Eğer iki kuşak köleleştirilirse, bundan sonra gelen kuşak özgürlüğü hiç tanımadığı, görüp bilmediği için pişmanlık duymadan hizmet eder ve ondan öncekilerin zorla yaptıklarını seve seve yerine getirir.”

Yanlışı alkışlıyorsan fikrin yoktur.

Eğri ile doğruyu ayıramıyorsan aklın yoktur. Yalana sahip çıkıyorsan ahlakın yoktur.

Akıl,ve ahlakını,kiraya verdiysen,

sen zaten yaşamıyorsun…

Ayşe Bulut

*******************  

ACINACAK ADAM

Gönenli Mehmet Efendi,

Sultan Ahmet Camii’ne tayin

edilince çevreyi incelemiş.

Fakir ve düşkün kimseleri bulup alâkadar olmak istemiş.

 

O civarda oturan âmâ bir kimse olduğunu öğrenince ziyaretine gitmiş.

Selâm vermiş,  kendini tanıtmış:

 

– Efendim ben Sultan Ahmet Camii’ne imam geldim. Hem sizi ziyaret etmek hem de üzerime düşen bir vazife varsa onu ifa etmek isterim.

 

Âmâ:

– Hoş geldiniz hocaefendi.. Allah razı olsun.

 

Hocaefendi:

– Maaşınız falan var mı?

– Hayır, yok.

 

Hocaefendi:

– Peki, başka yerden geliriniz falan…

 

Âmâ:

– Hayır, herhangi bir gelirim yok!

– Peki, neyle geçiniyorsunuz?      

 

Amâ adam öfkelenmiş:

– Bundan size ne efendi? Bir de imamsınız. Rızık kimden? Gidebilirsiniz!

Hocayı bir güzel terslemiş.

 

Hoca çıkmak zorunda kalmış lâkin

o gece gözüne uyku girmemiş.

 

Ertesi gün sabah yine gitmiş ve kapıyı çalmış.

Âmâ içeriden:

– Kimsin?

Hoca:

– Dün kovduğun yüzsüz imam.     

Âmâ adam kapıyı açmış:

–Gene neye geldin?

Hocaefendi:

–Hiç efendim, ziyaretinize geldim. Beni bin defa kovsanız da yine geleceğim.

Âmâ:

– Adın ne senin?

Hoca:

–Adım Mehmet Öğütçü, efendim. Gönenli Hoca diye tanırlar beni.

Âmâ bunu duyunca:

–Buyur gir içeri, konuşalım.       

İçeriye buyur etmiş. Hocaefendi içeri girince âmâ:

– Kusura bakma hoca, dün kalbini kırdım. Hakkını helâl et.

Hocaefendi:

–Estağfirullah efendim. Sizin gözleriniz görmez, kimsenin yardımına ihtiyaç duymuyorsunuz, bu nasıl oluyor,  sırrınız nedir? Meraktayım.

Âma :

– Benim sırrım şu Hocaefendi. Ben her gün kuşluk namazını kıldıktan sonra:

“Ya Rabbi! Kuşluk senindir, güzellik senindir, nimet ve her şey senindir. Eğer rızkım gökte ise yere indir. Yerde ise çıkar. Uzakta ise yaklaştır. Haram ise helâl et. Dar ise genişlet ve elime ilet.” diye dua ederim.

Sonra ellerimi yüzüme sürer sürmez, biri gelir sağ dizime vurur. “Aç elini!” der. O günkü ihtiyacımı verir gider. Kuşluk namazı kıldığım her gün bu böyle devam eder.  Aynı zat bugün de geldi ve sağ dizime vurarak benim kısmetimi verdikten sonra, sol dizime vurarak:

“Bunu da Gönenli Mehmet Efendi’ye ver.” dedi. Al kısmetini!

Bu sözlerin duyan büyük âlim, fakirlerin ve talebelerin mânevî babası Gönenli Hoca:

İlâhî ya Rabbi! Hikmetinden sual olunmaz.” diyerek içli içli ağlamaya başlamış!

Hocaefendi bu hatırasını naklederken şunu ifade etmiştir :     

 “O âmâ adamdan bu mübarek kısmeti aldıktan sonra ömrü hayatımda hiç darlık ve sıkıntı çekmedim.”

Ben hep acınacak insanları gezerdim. Meğer acınacak insan benmişim.’

Gönenli Hoca’ya Allah bol bol rahmet eylesin, ruhu şad olsun!

hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur. Ondan başka olmaz… Delil mi istersin? En zaîf, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtları ve balıklar gibi). En âciz, en nazik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi).

Sözler – 23

“Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriya’yı da onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. “Meryem! Bu sana nereden geldi?” derdi. O da “Bu, Allah katından” diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” 3. Ali İmran suresi 37. Ayet

*****************  

İNSAN NEDİR ⁉️

 

✴THALES: İnsan, araştıran hayvandır.

 

✴SOKRATES: İnsan, sorgulayan hayvandır.

 

✴PLATON: İnsan, toplumsal hayvandır.

 

✴ARİSTO: İnsan, düşünen hayvandır.

 

✴HERAKLIETOS: İnsan, tartışan hayvandır

 

✴I.KANT: İnsan, eleştiren hayvandır.

 

✴K.MARX: İnsan, mücadeleci bir hayvandır.

 

✴F.NIETZSCHE: İnsan, düpedüz hayvandır.

 

✳BEDİÜZZAMAN :

“insan;

şu kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi

✅ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi

✅ve kâinat Kur’anının âyet-i kübrası

✅ve ism-i a’zamı taşıyan âyet-ül kürsîsi

✅ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri

✅ve Padişah-ı Ezel ve Ebed’in gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı

✅ve çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî

✅ve kâinat sultanının ism-i a’zamına mazhar ve bütün esmasına en câmi’ bir âyinesi

✅ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hâssı

✅ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı

✅ve hadsiz fakrıyla ve aczi ile beraber hadsiz maksadları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir bîçare zîhayatı

✅ ve istidadca en zengini

✅ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi

✅ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde

✅ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak

✅ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran hârika bir mu’cize-i kudret-i Samedaniye ve bir acube-i hilkat

✅ve kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden…

Şualar ?

 

şu kâinatın hülâsası

✅ve neticesi

✅ve nazdar bir halifesi

✅ve nâzenin bir meyvesi olan insan…

Sözler ?

İNSAN,

ubudiyetin azameti cihetiyle

Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın mahbub bir abdi

✅ve Arz’ın halifesi, sultanı

✅ve hayvanatın reisi

✅ve hilkat-i kâinatın neticesi

✅ve gayesi oluyor.

Mesnevi-i Nuriye ?

DERLEYEN

MEHMET ÖZÇELİK

 

 

 

 

 

 

 

Loading

No ResponsesMayıs 4th, 2022