DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR -2-

DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR -2-

**DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR: TARİH, AHLAKİ VE DİRENİŞ ARASINDA BİR İBRET HİKÂYESİ**
*Trump’ın “Tehcir Planı” ve Filistinlilerin Toprağa Kök Salan İradesi*

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ocak 2025’te Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin Mısır ve Ürdün’e yerleştirilmesi yönündeki açıklamaları, uluslararası kamuoyunda şok etkisi yarattı. Bu öneri, yalnızca siyasi bir hamle değil, aynı zamanda tarihin tekerrür etme riskini taşıyan ve insan hakları açısından derin sorular doğuran bir teklif olarak karşımıza çıkıyor. Peki bu planın arka planı ne? Neden bu kadar tepki çekti? Ve en önemlisi, Gazze halkı bu teklife nasıl cevap veriyor?

### **1. Trump’ın “Turistik Cennet” Hayali ve Tehcir Fikrinin Asılları**
Trump’ın Gazze’yi “Orta Doğu’nun Rivierası” olarak tanımlaması ve bölgeyi turizme açma planı, aslında İsrail’in aşırı sağcı politikacılarının uzun süredir savunduğu “nüfus transferi” stratejisiyle örtüşüyor. Önerinin aslı, Trump’ın damadı Jared Kushner’in 2024’te yaptığı açıklamalara kadar uzanıyor. Kushner, Gazze’nin “sahil mülkünün” değerini vurgulayarak, İsrail’in bölgeyi “temizlemesi” gerektiğini ve sivillerin Necef Çölü’ne taşınmasını önermişti. Bu fikir, Trump’ın “yeniden inşa” söylemiyle birleşince, Gazze’yi turistik bir merkeze dönüştürme hedefi, Filistinlilerin yerinden edilmesini meşrulaştırma aracı haline geldi.

Ancak bu plan, insani boyutuyla ele alındığında kabul edilemez: 1,5 yıldır süren savaş ve İsrail saldırıları nedeniyle evlerini kaybeden 2,3 milyon Filistinli, “gönüllü göç” adı altında anavatanlarından koparılmak isteniyor.

### **2. Tepkiler: Uluslararası Reddiye ve İki Devletli Çözüm Vurgusu**
Trump’ın teklifi, Mısır ve Ürdün başta olmak üzere birçok ülke tarafından kesin bir dille reddedildi. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, “Filistinlilerin sürgün edilmesinin bir zulüm olduğunu” belirterek, ulusal güvenliklerini tehdit edecek bu plana dahil olmayacaklarını açıkladı. Ürdün Dışişleri Bakanı ise “Filistin’in bağımsızlığının tanındığı iki devletli çözüm” dışında bir seçeneğin kabul edilemeyeceğini vurguladı.

Türkiye’den Suudi Arabistan’a, İspanya’dan Çin’e kadar pek çok ülke, Filistinlilerin topraklarından zorla çıkarılmasını “insanlık dışı” buldu. İspanya, UNRWA’ya yaptığı yardımı 50 milyon euroya çıkararak pratik bir adım attı ve “Gazzeliler Gazze’de kalmalı” çağrısı yaptı. BM ise bu planın “insan hakları ihlali” anlamına geleceğini belirterek karşı çıktı.

### **3. İsrail’in Aşırı Sağı ve Tarihin Tekerrürü Riski**
Trump’ın açıklamaları, İsrail’in aşırı sağcı kabine üyeleri Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich tarafından coşkuyla karşılandı. Ben-Gvir, “Trump’ın fikri akıllıca, göçü şimdi teşvik edin” diyerek Netanyahu’yu harekete geçmeye çağırdı. Bu ikilinin 2017’de kaleme aldığı ve Gazze halkına üç seçenek sunan makale (askerlik, ikinci sınıf vatandaşlık veya tehcir), Trump’ın planıyla adeta örtüşüyor.

Ancak bu durum, tarihteki zorunlu göçlerin (Nekbe gibi) izlerini taşıyor. Filistinliler, 1948’de yaşanan toprak kaybının tekrarlanmasından korkuyor. Hamas ve İslami Cihat Hareketi, “Soykırıma direnen halkımız bu plana izin vermeyecek” diyerek direniş iradesini gösterdi.

### **4. Gazze Halkının Direnişi: Toprakla Kurulan Varoluş Bağı**
Trump’ın “Gazze cehennem çukuru” benzetmesine karşı, Filistinlilerin evlerine dönüş görüntüleri, vatanlarına olan bağlılıklarını gözler önüne seriyor. 2025 Ocak’ta ateşkes sonrası 100 binden fazla Filistinli, harabe halindeki evlerine dönmek için yollara düştü. Bu tablo, toprağın yalnızca coğrafi bir parça değil, kimlik ve direniş sembolü olduğunu ispatlıyor.

Kur’an-ı Kerim’deki “yurtlarından çıkarılmama” ilkesine atıf yapan Filistinliler, Trump’ın “havuç göstererek” topraklarını terk ettirme çabasını reddediyor. Mısır ve Ürdün’ün reddi de bu direnişe uluslararası destek sağlıyor.

### **5. İbret ve Düşündürdükleri: Barış Nerede?**
Trump’ın planı, iki devletli çözümü tamamen göz ardı ediyor. Oysa Suudi Arabistan, “Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişki kurmayacağız” diyerek meşruiyetin yolunu gösteriyor. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bunu düşünmek bile abesle iştigal” sözleri, meselenin ahlaki boyutunu özetliyor.

Bu süreç bize şunu hatırlatıyor: Tarih, güçlünün zayıfı ezdiği bir hikâyeler dizisi değil, insanlığın ortak hafızasıdır. Gazze halkının direnişi, toprağa kök salmış bir halkın iradesinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Trump’ın “dağdan gelip bağdakini kovma” çabası, insanlık tarihinin karanlık sayfalarına eklenmek yerine, barışın ancak adaletle mümkün olduğunu bir kez daha isbatlıyor.

**Son Söz:**
*”Bir halkın toprağı, onun hafızasıdır. Bu hafızayı silmeye çalışanlar, tarihin tekerrür etme gafletine düşer.”*

Loading

No ResponsesŞubat 7th, 2025

DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR -1-

DAĞDAN GELEN TRUMP, BAĞDAKİ GAZZELİLERİ KOVUYOR -1-

Dağdan Gelen Trump, Bağdaki Gazzelileri Kovuyor: Zorbalığın ve Adaletsizliğin Hikâyesi

Tarih boyunca güç sahipleri, zayıf olanı ezme eğiliminde olmuşlardır. Güçlü olanın hukuku, adaletin yerini almış; hak, kuvvetlinin elinde bir oyuncak hâline gelmiştir. Bugün dünya sahnesinde yaşanan birçok olay, bu kadim hikâyenin yeni bir versiyonundan ibarettir. Bu açıdan, “Dağdan Gelen Trump, Bağdaki Gazzelileri Kovuyor” ifadesi, sadece bir politik figürü değil, bir zihniyeti temsil etmektedir.

Dağdan Gelenin Özgüveni ve Sahiplik İddiası

“Dağdan gelenin bağdakini kovması” atasözü, haksız bir şekilde güç kazananın, yerleşik düzeni bozanın, hak sahibini yurdundan edenin hikâyesidir. Burada “dağdan gelen” figürü, güç kullanarak kendi çıkarlarını empoze edenleri; “bağdaki” ise hakkını ve varlığını korumaya çalışan mazlumları simgeler. Günümüzde Gazze’de yaşananlar da tam olarak budur: Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sürülen, zulme uğrayan, açlık ve ölümle sınanan bir halk; karşısında ise onların kaderini belirlemeye çalışan kibirli ve acımasız bir dünya düzeni.

Donald Trump, İsrail-Filistin meselesinde taraflı ve şiddet yanlısı politikalarıyla bilinen bir liderdir. Başkanlığı döneminde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve Büyükelçiliği taşıması, Ortadoğu’daki dengenin daha da bozulmasına neden oldu. Onun başlattığı bu süreç, Filistinlilerin daha da yalnızlaşmasına, İsrail’in saldırgan politikalarının meşrulaştırılmasına yol açtı.

Bağda Emek Verenin Çilesi: Filistin Gerçeği

Filistin halkı, yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşamaktadır. Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’te nesiller boyunca süren bir yaşam kültürü vardır. Ancak, Batı’nın desteğini arkasına alan İsrail, bu halkın varlığını silmeye, onları tarih sahnesinden yok etmeye çalışmaktadır. Trump gibi liderlerin desteğiyle hız kazanan bu süre, “bağda yıllardır çalışan ve emek veren” Filistinlilerin, zorbalıkla yerlerinden edilmesine dönüşmüştür.

Bugün, Gazze’de çocuklar açlıktan ölüyor, hastaneler bombalanıyor, insanlar evlerinden koparılıyor. Uluslararası toplum ise ya sessiz ya da ikiyüzlü açıklamalarla günü kurtarmaya çalışıyor. Trump gibiler, siyasi çıkarlarını korumak için zulmü desteklerken, Filistinliler hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Zorbalığın Sonu ve Tarihin Öğrettikleri

Tarih, adaletsizliğin ve zorbalığın sonsuza dek süremeyeceğini göstermiştir. Bağdaki mazlum, sonunda hakkını alır; dağdan gelenin zorbalığı bir gün son bulur. Ancak, bu süreçte yaşanan acılar ve kayıplar, insanlığın vicdanında derin yaralar açar.

Bugün Trump gibiler, Filistin’i haritadan silmeye çalışsa da, bu halkın direnci, tarihi gerçekler ve adalet arayışı, er ya da geç kazanacaktır. Çünkü tarihin en büyük dersi şudur: Zalimler geçici, adalet ise kalıcıdır.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 7th, 2025

RUHUN YOLCULUĞU

RUHUN YOLCULUĞU

Ruhun Yolculuğu: Ezelden Ebediyete Uzanan Hakikat

İnsanın varlığı, sadece maddeden ibaret değildir. Asıl varlığımız, bedenin ötesinde yer alan ve ebedi olan ruhta saklıdır. Ruh, Allah’ın bir lütfu olarak yaratılmıştır ve dünya hayatından çok önce başlayan, ölümle sona ermeyen bir yolculuğun sahibidir. Bu yolculuk, insanın yaratılış gayesini anlaması ve hakikat arayışında doğru yolu bulması için büyük bir anlam taşır.

1. Ruhun Yaratılışı ve Ezeli Alem

Kur’an-ı Kerim’de ruhun yaratılışı hakkında Allah şöyle buyurur:
“Ona (insana) ruhumdan üfledim.” (Hicr, 29)

Ruhun yolculuğu, ezelde Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna verdiğimiz “Evet!” cevabıyla başlar. (Araf, 172) Bu söz, ruhumuzun Allah’ı tanıdığı ve O’na bağlılık sözü verdiği anlamına gelir. İşte bu söz, ruhun dünya hayatındaki sorumluluğunu ve ahiret yolculuğundaki kaderini belirler.

2. Dünya Hayatı: Ruhun İmtihanı

Dünya, ruhun ebedi hayat için hazırlandığı geçici bir duraktır. Ruh, bu dünyada bedene bürünmüş olarak yaşamını sürdürür ve bu süreçte çeşitli imtihanlarla karşılaşır. Dünya hayatı, ruhun nefsani arzular ve manevi sorumluluklar arasında yaptığı tercihlerin bir yansımasıdır.

Kur’an, dünya hayatını bir oyun ve eğlenceye benzetir (Ankebut, 64), ancak insan için burada ebedi yurdu olan ahiret adına bir kazanç elde etme imkânı vardır. Ruh, bu süreçte Allah’a yakınlaşmaya çalışır ve O’nun emirlerine uygun bir hayat yaşarsa kurtuluşa erer.

3. Ölüm: Ruhun Yeni Bir Kapısı

Ölüm, ruh için bir son değil, yeni bir âleme geçiştir. Ruh, ölümle birlikte bedeninden ayrılır ve berzah âlemine girer. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ölümün “küçük kıyamet” olduğunu ifade ederek, bunun bir yok oluş değil, ruhun ebedi âleme doğru ilerlemesinin bir aşaması olduğunu belirtmiştir.

Berzah âleminde ruh, dünyada işlediği amellere göre ya bir huzur ve nimet hâlinde bekler ya da sıkıntı ve azap çeker. Bu dönem, ruhun mahşer meydanındaki hesap gününe hazırlık yaptığı bir süreçtir.

4. Mahşer ve Sonsuz Hayat

Mahşer günü, ruhun bedenle yeniden birleştiği ve tüm insanlığın hesap verdiği büyük buluşma yeridir. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilir:
“Her nefis, kazandıklarıyla karşılaşacaktır.” (Zilzal, 7-8)

Bu hesap gününde, ruhun dünyadaki tüm tercihlerinin ve amellerinin sonuçları ortaya çıkar. İnsan, ya Allah’ın rahmetine kavuşup cennete gider ya da cehenneme gönderilerek azap çeker.

5. Cennet veya Cehennem: Ruhun Son Durağı

Cennet, Allah’a yakın olmanın verdiği sonsuz huzur ve mutluluğun mekânıdır. Ruh, burada hiçbir sıkıntı yaşamadan, ebediyen nimetler içinde yaşar. Kur’an-ı Kerim’de cennet, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akılların hayal edemediği güzelliklerle dolu bir yer olarak tarif edilmiştir (Secde, 17).

Cehennem ise Allah’tan uzak kalmanın ve dünya hayatındaki kötü amellerin cezasıdır. Ancak Allah’ın rahmeti geniştir; O dilerse cezalarını çeken kullarını affederek cennete alabilir.

Ruhun Yolculuğundan İbretler

Yaratılış Gayesi: Ruhumuzun Allah’a verdiği sözü unutmamalı, dünya hayatını bir imtihan olarak görerek O’nun rızasına uygun yaşamaya çalışmalıyız.

Geçici Dünya: Dünya, sadece ruhun ebedi hayata hazırlanması için bir vesiledir. Bu hayatın geçici olduğunu unutmamalı ve ebedi hayat için azık hazırlamalıyız.

Ölüm ve Sonrası: Ölümden korkmak yerine, ona hazırlıklı olmalı; salih amellerle ruhumuzu temizlemeli ve Allah’ın huzuruna yüz akıyla çıkmalıyız.

Sonuç: Hakiki Yolculuğu Anlamak

Ruhun yolculuğu, ezelden ebediyete uzanan bir arayış ve imtihan sürecidir. Bu yolculukta insanın hedefi, Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasına kavuşmaktır. Hayatı anlamlı kılan şey, ruhun bu yolculukta karşılaştığı her durumdan ibret alması ve doğru yola yönelmesidir.

Dünya hayatı, ruhun sonsuz yolculuğunda sadece bir duraktır. Bu durakta yaptığımız tercihler, ebedi yurdumuzu belirler. Öyleyse bu yolculukta, Allah’ın emirlerine sarılarak, ruhumuzu arındırmalı ve sonsuz huzura kavuşmanın yollarını aramalıyız.

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

KIYAMETIN KOPUŞUNDA GÖRÜLEN DEHŞET SAHNELERİ

KIYAMETIN KOPUŞUNDA GÖRÜLEN DEHŞET SAHNELERİ

Kıyametin Kopuşunda Görülen Dehşet Sahneleri

Kıyamet, Allah’ın takdir ettiği vakitte, dünya hayatının ve evrenin son bulduğu andır. Bu gün, tüm varlıkların son bulduğu, hesap gününün başlangıcı olan büyük bir olaydır. Kur’an-ı Kerim, kıyametin dehşetini sıkça dile getirir ve insanları o güne hazırlıklı olmaya davet eder. O günün tasvirleri, insanı derin bir ibret almaya sevk eder ve dünya hayatının geçiciliğini güçlü bir şekilde hatırlatır.

Kıyametin Dehşetini Anlatan Ayetler

Kur’an’da kıyamet günü ile ilgili pek çok ayet vardır. O gün, evrenin tüm düzeni bozulur ve korkunç olaylar gerçekleşir. İşte Kur’an-ı Kerim’in kıyameti tasvir eden bazı dehşet sahneleri:

1. Dağların Yok Oluşu:
Dağlar, insanlara sarsılmaz bir güç ve sabitlik hissi verir. Ancak kıyamet günü, bu sarsılmaz yapılar bile yerle bir olacak ve yok olacaktır:
“O gün dağlar yürütülür, bir serap haline gelir.” (Nebe, 20)
“Dağlar un ufak olur, savrulmuş yün gibi olur.” (Karia, 5)

2. Denizlerin Alevlenmesi:
Normalde sakin ve huzur veren denizler, kıyamet günü alev alev yanacaktır:
“Denizler ateş haline getirildiğinde.” (Tekvir, 6)

3. Göklerin Çatlaması ve Yıldızların Dökülmesi:
Evrenin düzeni tamamen bozulacak, yıldızlar sönüp yere dökülecek, gökyüzü yarılacak ve darmadağın olacaktır:
“Gökyüzü çatlayıp yarıldığı zaman.” (İnfitar, 1)
“Yıldızlar döküldüğü zaman.” (Tekvir, 2)

4. Yer ve Gök Titreyecek:
Yeryüzü ve gökyüzü büyük bir sarsıntıya uğrar. İnsanlar ve tüm canlılar bu büyük korkuyu hisseder:
“O büyük sarsıntının olduğu gün.” (Hac, 1)
“Yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı atar.” (Zilzal, 2)

5. Anne ve Çocukların Durumu:
İnsanlar arasındaki en güçlü bağlardan biri anne ile çocuk arasındaki bağdır. Ancak kıyametin dehşeti öyle büyüktür ki, anneler çocuklarını unutacak, hamile kadınlar bebeklerini düşürecektir:
“Hamile kadınlar yüklerini bırakır, her emziren kadın emzirdiğini unutur.” (Hac, 2)

6. İnsanların Halet-i Ruhiyesi:
İnsanlar, kıyametin korkusundan akıllarını kaybeder, sağa sola koşuşturur ve kendi yakınlarını bile unutur. Kur’an, o günü şöyle anlatır:
“O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.” (Abese, 34-36)

Kıyametin Dehşetinden Alınacak İbretler

Kıyamet sahneleri, insana birkaç önemli gerçeği hatırlatır:

1. Dünyanın Geçiciliği:
İnsan, dünya nimetlerine aldanmamalı ve bu dünyanın sonsuz olmadığını bilmelidir. Kıyamet günü, en sağlam zannedilen şeylerin bile yok olacağını gösterir. Bu da dünya hayatına gereğinden fazla bağlanmanın anlamsızlığını ortaya koyar.

2. Hesap Günü Yakındır:
Kıyametin ardından herkes diriltilecek ve Allah’ın huzurunda hesap verecektir. İnsan, her an kıyamet günüyle yüzleşecekmiş gibi hazırlıklı olmalı, hayatını Allah’ın emir ve yasaklarına uygun şekilde yaşamalıdır.

3. Allah’ın Kudreti:
Kıyametin kopuşu, Allah’ın sonsuz kudretini ve büyüklüğünü gözler önüne serer. Göklerin, dağların ve denizlerin bile O’nun emriyle yok olması, insanın Allah’ın azameti karşısındaki acizliğini gösterir.

4. İbret Almak:
Kıyamet tasvirleri, sadece korkutmak için değil, insanları uyarıp doğru yola sevk etmek için yapılmıştır. Kur’an’ın bu öğütleri, insanların dünya hayatını düzenlemeleri ve ahirete hazırlık yapmaları için bir rehberdir.

Sonuç: Kıyamete Hazırlıklı Olmak

Kıyamet, insanların ve evrenin son bulacağı, ebedi hayatın başlayacağı büyük bir olaydır. Bu dehşet dolu gün, insanı dünya nimetlerinin geçici olduğunu anlamaya ve Allah’ın rızasını kazanmaya yönlendirmelidir. Kur’an-ı Kerim, bu günü hatırlatarak insanlara hayatlarını daha bilinçli ve ahirete yönelik şekilde yaşamaları gerektiğini öğütler.

Son nefesimizi verip ölümle yüzleşmeden önce, kıyametin o büyük gününe hazırlık yapmalıyız. İman, ibadet ve güzel ahlakla dolu bir hayat sürerek, Allah’ın huzuruna yüz akıyla çıkmanın yollarını aramalıyız. Çünkü kıyametin dehşeti, ancak Allah’a sığınanlar için bir kurtuluş fırsatına dönüşecektir.

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

BİR ŞEHİDİN ÖLÜM HALİ

BİR ŞEHİDİN ÖLÜM HALİ

Bir Şehidin Ölüm Hali: Sonsuzluğa Açılan Kapı

Şehitlik, İslam’da en yüksek mertebelerden biridir. Bu mertebe, Allah yolunda canını feda edenlerin ulaştığı bir makamdır. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, şehitlerin ölüm hâlleri ve ahiretteki durumları hakkında önemli bilgiler verilmiştir. Şehit, dünya hayatında ölümü tadan ancak asıl hayatı ahirette başlatan özel bir kuldur.

Şehitlik ve Kur’an-ı Kerim’de Şehitlerin Makamı

Kur’an-ı Kerim, şehitlerin ölmediğini, onların Rabb’leri katında diri olduklarını bildirir:
“Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, lakin siz bunu anlayamazsınız.” (Bakara, 154)

Bu ayet, şehitlik makamının ne kadar yüce olduğunu ve şehitlerin Allah katında ne denli değerli olduklarını gösterir. Onların ölüm anları, dünya gözünde bir son gibi görünse de aslında ebedi bir hayata kavuşmanın başlangıcıdır.

Şehidin Ölüm Hâli: Acısız Bir Ayrılık

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şehitlerin ölüm anlarını tarif ederken onların büyük bir acı çekmediklerini belirtmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:
“Şehit, ölüm acısını yalnızca bir iğne batması kadar hisseder.” (Tirmizî)

Bu durum, şehitlerin Allah yolunda verdikleri canlarının ne kadar değerli olduğunu ve Allah’ın onlara özel bir rahmet sunduğunu gösterir. Onlar, ölüm korkusunu hissetmeden, huzur ve iman dolu bir şekilde son nefeslerini verirler.

Şehitler İçin Özel Vaadler

Şehitlere ölüm anında ve sonrasında sunulan nimetler, onların bu yüce makama olan teveccühlerini artırır:

1. Ölüm Meleği Onlara Müjde Verir:
Şehit, ölüm anında ölüm meleğinin kendisine cennetle ilgili müjdeler verdiğini görür. O an, şehidin dünyadan ayrılma korkusu yerine, Rabb’ine kavuşma sevinci gelir.

2. Cennette Yüce Makamlar:
Şehitlere, cennetteki en yüksek mertebelerden biri vaat edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şehitlerin cennette Allah’a yakın bir yerde olacağını ve onların cennet nimetlerinden istedikleri gibi yararlanacaklarını belirtmiştir.

3. Şehidin Günahlarının Bağışlanması:
Hadis-i şeriflerde, şehitlerin ölümle birlikte bütün günahlarının bağışlanacağı müjdelenmiştir:
“Şehidin, borç dışında bütün günahları affedilir.” (Müslim)

4. Ruhlarının Özgürlüğü:
Şehitlerin ruhları, yeşil kuşlar suretinde cennet ağaçlarında dolaşır. Onlar, dünya sıkıntılarından ve dertlerinden tamamen arınmış bir hâlde, Allah’ın lütfuyla huzur içinde yaşarlar.

Şehitlikte İbret Alınacak Dersler

Şehidin ölümü, sadece bir ferdin değil, tüm insanlık için derin ibretler taşır:

1. Allah Yolunda Fedakârlık:
Şehit, Allah’ın rızası uğruna en değerli varlığı olan canını feda eder. Bu, imanının derinliğini ve Allah’a olan teslimiyetini gösterir.

2. Dünya Hayatının Geçiciliği:
Şehitler, dünya hayatının geçici olduğunu bilir ve ebedi hayat için en büyük fedakârlığı yaparlar. Onların bu tutumu, insanlara ahiret bilincini hatırlatır.

3. Toplum İçin Birlik ve Güç:
Şehitlik, bir toplumun manevi direncini artırır. Onların ölümü, insanlara cesaret ve fedakârlık duygusu aşılar.

Sonuç: Şehitlik Makamına Özlem

Şehitlik, insanın Allah’a olan sevgisinin ve O’nun yolunda yaşama azminin bir göstergesidir. Onların ölümü, sıradan bir ölüm değildir; aksine sonsuz bir hayatın kapısını aralamaktır. Şehitlerin ölüm anındaki huzurları ve cennetteki yüksek makamları, dünya hayatının fani olduğunu ve asıl hedefin Allah’ın rızası olduğunu bizlere hatırlatır.

Rabb’imiz, hepimize şehitlerin imanıyla bir hayat sürmeyi ve onların huzuruyla bir son nefes vermeyi nasip eylesin. Çünkü şehitlik, sadece bir son değil, sonsuzluğa açılan bir kapıdır.

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

ÖLMEDE ZORLUK ÇEKEN GÜNAHKÂR BİR KİŞİNİN SEKERAT HALİ

ÖLMEDE ZORLUK ÇEKEN GÜNAHKÂR BİR KİŞİNİN SEKERAT HALİ

Ölümde Zorluk Çeken Günahkâr Bir Kişinin Sekerât Hâli

Ölüm, insanın dünya hayatını geride bırakarak ahirete adım attığı kaçınılmaz bir hakikattir. Ancak bu yolculuk herkes için aynı kolaylıkta ve huzurda gerçekleşmez. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler, özellikle günahkârların ölüm ânında çekecekleri zorlukları ve sekerât (ölüm anı) hâlini açıkça dile getirmiştir. Bu hâl, bir uyarı niteliği taşır ve insanlara, dünya hayatını nasıl yaşamaları gerektiği konusunda dersler verir.

Sekerât Hâli Nedir?

“Sekerât” kelimesi, şiddetli zorluk ve sarhoşluk anlamına gelir. Ölüm anında insanın ruhunun bedenden ayrılması sırasında yaşadığı acılar ve zorluklar, bu hâl ile tanımlanır. Günahkâr bir kişinin sekerâtı, yaşadığı hayatın bir yansıması olarak büyük sıkıntılarla geçer.

Allah Teâlâ, ölüm anını şöyle tarif eder:
“Sekerât-ül mevt (ölüm sarhoşluğu) gerçekten gelir. İşte bu, senin kaçtığın şeydir.” (Kaf, 19)

Bu ayet, ölüm anının zorluğunu ve kaçınılmazlığını hatırlatır. Günahkârlar için bu süreç, dünya hayatında işledikleri kötülüklerin karşılığını hissetmeye başladıkları ândır.

Günahkârların Ölüm Anındaki Durumu

1. Ruhun Bedenden Zorlukla Çıkması:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir günahkârın ölüm anını şöyle tarif etmiştir:
“Günahkâr kimsenin ruhu, dikenli bir dalın içinden çıkarılmaya çalışan bir parça yün gibi bedenden ayrılır.” (Müslim)
Bu tasvir, ruhun bedenden çıkışındaki acıyı ve zorluğu gözler önüne serer.

2. Meleklerin Sert Muamelesi:
Kur’an-ı Kerim, günahkârların ruhlarının azap melekleri tarafından şiddetle çekilip alınacağını belirtir:
“Yüzlerine ve sırtlarına vura vura, ‘Haydi, çıkın!’ derler.” (Enfal, 50)
Bu durum, dünya hayatında Allah’ın emirlerini hiçe sayanların ahiretteki ilk karşılaşmalarında nasıl bir azapla karşılaşacaklarını göstermektedir.

3. Korku ve Pişmanlık:
Günahkâr bir kişi, sekerât hâlinde yaptığı hataları ve kaybettiği fırsatları anlar. Ancak artık tövbe etme şansı yoktur. Kur’an, bu pişmanlığı şöyle anlatır:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki: ‘Rabbim! Beni geri döndür, ta ki geride bıraktığım şeylerde iyi işler yapayım.’ Hayır! Bu, sadece onun söylediği bir sözdür.” (Müminun, 99-100)

4. Karanlık ve Azap Dolu Bir Başlangıç:
Günahkâr kişi, ölüm anında kendisini bekleyen zorlukların farkına varır. Meleklerin azarlamaları ve dünyadan ayrılmanın verdiği korku, onun ruhunda büyük bir acı bırakır.

Sekerât Hâlinden İbret Alınacak Dersler

1. Dünya Hayatının Geçiciliği:
Günahkârların sekerât hâlinde çektikleri zorluklar, dünya hayatının geçici olduğunu ve insanın ahireti unutmaması gerektiğini hatırlatır.

2. Tövbeyi Geciktirmemek:
Ölüm ânında tövbe etmek fayda vermez. Bu nedenle, insanın her an Allah’a yönelmesi ve günahlarından arınmaya çalışması gerekir. Allah Teâlâ, tövbenin önemini şöyle belirtmiştir:
“Allah, ancak cahillikle kötülük yapıp sonra hemen tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (Nisa, 17)

3. İmanla Ölmek İçin Hazırlık:
İnsanın hayatı nasıl yaşadığı, ölüm anını ve ahiretteki durumunu belirler. Salih amellerle dolu bir hayat, sekerât hâlinde kolaylık sağlar ve cennet müjdesine vesile olur.

4. Allah’ın Rahmetine Sığınmak:
Günahlar ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Ancak bu rahmetten faydalanmak için kişi samimi bir şekilde tövbe etmeli ve Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmelidir.

Sonuç: Sekerât Hâlini Unutmadan Yaşamak

Sekerât hâli, her insanın er ya da geç yaşayacağı bir süreçtir. Günahkâr bir kişinin ölüm anındaki zorlukları, dünya hayatında Allah’a uzak yaşamış olmasının bir sonucudur. Bu hâl, insanlara hayatlarını yeniden gözden geçirme fırsatı sunar.

Öyleyse, ölüm anında huzurlu bir şekilde Allah’a kavuşmak için imanımızı güçlendirmeli, günahlarımızdan arınmalı ve Allah’ın emirlerine uygun bir hayat sürmeliyiz. Çünkü Allah’a teslim olarak yaşayanlar için ölüm, bir son değil, sonsuz rahmete açılan bir kapıdır.

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

SATIN ALINABİLİR İNSANLAR

SATIN ALINABİLİR İNSANLAR

Satın Alınabilir İnsanlar: Değerlerin Bedeli Var mı?

İnsanlık tarihi boyunca ahlaki duruş, onur ve vicdan, bir insanın en büyük sermayesi olarak görülmüştür. Ancak zaman içinde bazı insanlar, bu değerleri bir bedel karşılığında satmaya, yani “satın alınabilir” olmaya başlamıştır. Para, güç, makam ya da çıkar için ideallerinden vazgeçen bireyler, toplumun çürümesine neden olan en büyük etkenlerden biri haline gelmiştir.

Peki, insanı satın alınabilir yapan şey nedir? Her insanın bir fiyatı var mıdır? Ve daha önemlisi, parayla satın alınmayan bir insan kalabilir mi?

Değerlerin Fiyatlandırılması: İnsan Ne Zaman Satılık Olur?

Satın alınabilir insanları anlamak için önce değerlerin fiyatlandırılması kavramını incelemek gerekir. Bir insan ne zaman satın alınabilir hale gelir?

1. Maddi Zorunluluklar → Ekonomik sıkıntılar, bazı insanları ilkelerinden taviz vermeye zorlayabilir. Paraya ihtiyacı olan bir insan, yanlış bir işe evet diyebilir, ahlaki çizgilerini esnetebilir.

2. Makama ve Güce Düşkünlük → Bazı insanlar için en büyük zayıflık, güç ve mevkidir. Yükselmek uğruna, doğru bildiğinden şaşabilir, kişiliğini ve inancını satabilir.

3. Toplumsal Baskılar → Bazen toplumun beklentileri, insanları karakterlerinden taviz vermeye zorlar. Kalabalığa uyum sağlamak için kişisel değerlerinden vazgeçenler, farkında olmadan “satın alınabilir” hale gelir.

4. İnançsızlık ve Karaktersizlik → Asıl tehlike, insanın kendi değerlerine inanmayı bırakmasıdır. İlkelerine inanmayan bir insan, en küçük teklif karşısında bile yolundan sapabilir.

Bu durumlar, insanı bir “meta” haline getirir. Eğer bir insanın vicdanı, ahlakı ve onuru bir bedel karşılığında değiştirilebiliyorsa, artık onun bir “fiyat etiketi” vardır.

Satın Alınabilir İnsanların Topluma Zararları

Satın alınabilir insanlar, sadece kendilerine değil, içinde yaşadıkları topluma da büyük zarar verirler. Çünkü bu tür bireyler:

Adaletin çökmesine neden olurlar. Yargıç, bürokrat veya yönetici rüşvetle satın alınabilir hale geldiğinde, adalet sistemi çöker.

Toplumsal güveni yok ederler. İnsanlar, birinin çıkar uğruna her an değişebileceğini düşündüğünde kimseye güvenemez hale gelir.

Hak edenlerin önünü kapatırlar. Emeğiyle yükselmek isteyen kişiler, satın alınanların oluşturduğu sistem içinde adil bir şekilde yükselemez.

Değerleri ayaklar altına alırlar. Ahlak, dürüstlük ve onur gibi kavramlar zayıfladıkça, toplumda yozlaşma artar.

Satın alınabilir insanlarla dolu bir toplum, zamanla çöküşe sürüklenir. Çünkü güven, sadakat ve doğruluk yerini sahtekârlığa, ihanete ve menfaatçiliğe bırakır.

Gerçekten Satın Alınamayan İnsanlar Var mı?

Her insanın satın alınabileceğini düşünenler, aslında kendi değerlerini sorgulamayanlardır. Oysa tarihte ve günümüzde, hiçbir maddi güç karşısında eğilmeyen, vicdanını satmayan, ilke ve ideallerine bağlı kalan insanlar da vardır.

Hz. Ömer adalet uğruna en yakınlarını bile yargılamış ve hiçbir rüşvete boyun eğmemiştir.

Gandhi, Hindistan’ın bağımsızlığı için hiçbir bedel karşılığında inancından vazgeçmemiştir.

Sokrates, hayatını kurtarmak için doğrularından vazgeçmek yerine, zehir içerek ölmeyi seçmiştir.

Kimileri de doğruları uğruna Allah’tan ölümünü istemiş ve vefat etmiştir.

Günümüzde de böyle insanlar vardır. Onlar, makam için, para için veya toplumun baskısı için eğilmeyenlerdir. Çıkarlarına uygun olsa bile yanlışın yanında yer almazlar.

Sonuç: Değersizleşmenin Bedeli

Satın alınabilir insan, aslında kendisini değersizleştiren insandır. Çünkü bir kez satıldığında, bir daha asla eski itibarına kavuşamaz. Onun için artık hep bir fiyat etiketi olacaktır. Daha fazla para, daha yüksek bir makam, daha büyük bir çıkar karşısında yeniden satılabilir hale gelecektir.

Gerçek değer, satın alınamamakta yatar. Parayla, güçle veya makamla değiştirilmeyen karakter, insanın en büyük sermayesidir.

O yüzden şu soruyu sormak gerekir: Satın alınabilir biri mi olacağız, yoksa hiçbir bedel karşılığında satılmayan bir vicdana mı sahip olacağız?

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ AHLAKSIZ VE HAİNCE BİR TEKLİFTİR-2-

GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ AHLAKSIZ VE HAİNCE BİR TEKLİFTİR-2-

**GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ: AHLAKSIZ BİR İHANET VE İNSANLIĞA KARŞI SUÇ**
*İslam Dünyası ve İnsanlık Vicdanı Bu Teklif Karşısında Neden Sessiz?*

Gazze Şeridi, tarihin en karanlık sayfalarını yazdıran bir zulme maruz kalırken, Filistin halkının topraklarından koparılmasını öngören “tehcir” teklifi, insanlık onurunu ayaklar altına alan **ahlaksız ve haince** bir projedir. Bu teklif, sadece bir halkın varlığını silmeye yönelik değil, aynı zamanda uluslararası hukukun çöktüğü, adaletin katledildiği bir çağın sembolüdür.

### **1. Tehcir Teklifinin Arka Planı: Siyonist İşgalin Yeni Evresi**
İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana sürdürdüğü saldırılarda 61 000’den fazla Filistinli katledildi, enkazın altındakilerle beraber 100 bin’e yakın insan vahşice ve hunharca katledildi. 107 binden fazla kişi yaralandı ve 2,3 milyonluk nüfusun büyük kısmı yerinden edildi . İşgal rejimi, Gazze’yi yaşanmaz hale getirdikten sonra şimdi de Filistinlilerin Mısır ve Ürdün gibi ülkelere sürgün edilmesini öneriyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın “Filistinlilerin başka bölgelere yerleştirilmesi” çağrısı, bu planın küresel destekçilerinin varlığını gösteriyor .

Bu teklif, 1948’deki *Nakba* (Büyük Felaket) ile benzerlik taşıyor: Filistin halkını tarih sahnesinden silmek! Ancak bu kez hedef, Gazze’yi boşaltarak İsrail’in Batı Şeria’yı ilhakını kolaylaştırmak ve “Büyük İsrail” hayalini tamamlamak .

### **2. Ahlaki Çöküş: Batı’nın İkiyüzlülüğü ve İslam Dünyasının Sessizliği**
Batı medeniyeti, insan hakları ve demokrasi nutukları atarken, İsrail’in Gazze’de işlediği soykırıma sessiz kalmakla kalmadı, tehcir planlarını bile meşrulaştırdı. BM’nin acizliği, ABD ve Avrupa’nın açık destekleri, uluslararası sistemin çifte standartlarını bir kez daha gözler önüne serdi .

İslam dünyası ise bu sınavda **onur** ve **dayanışma** gerektiren bir rolü yerine getiremedi. Türkiye ve Katar gibi ülkelerin ateşkes çabaları değerli olsa da, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın etkisizliği, Filistin davasının “ortak dava” olmaktan çıkarıldığını gösterdi. Kuala Lumpur Düşünce Forumu’nun “Filistin’i özgürleştireceğiz” çağrısı , eyleme dönüşmediği sürece anlamını yitiriyor.

### **3. Tehcirin Sonuçları: Yeni Bir Nekbe mi?**
Gazze halkının Mısır’a veya Ürdün’e sürgün edilmesi, yalnızca demografik bir temizlik değil, kültürel ve kimliksel bir imhadır. Filistinliler, 76 yıldır sürgün kamplarında yaşayan mültecilerin kaderini paylaşacak. Ürdün’ün nüfus dengesi bozulacak, Mısır’ın Sina Çölü’nde yeni gerilimler patlak verecek .

İsrail’in tampon bölge planları ve Filadelphi Koridoru’ndaki askeri varlığı , Gazze’yi tamamen kontrol altına alma niyetinin parçası. Ancak Hamas’ın direnişi ve Gazze halkının kararlılığı, bu projeyi boşa çıkarmak için en kritik engel .

### **4. İnsanlığın Sınavı: Adalet mi, Sessizlik mi?**
Gazze’deki yıkım, insanlığın vicdanına atılan bir kazıktır. Çocukların katledilmesi, hastanelerin bombalanması, BM okullarının hedef alınması, uluslararası hukukun ölüm ilanıdır . Ancak dünya, Gazze’nin çığlığını duymak yerine, İsrail’e silah satmaya ve diplomatik kılıflar üretmeye devam ediyor.

Ateşkes anlaşmalarının üçüncü aşamasında öngörülen “Gazze’nin yeniden inşası” , ancak Filistinlilerin topraklarında kalmasıyla anlam kazanır. Aksi takdirde, bu inşa hamleleri, işgalin meşrulaştırılmasına hizmet eden bir tiyatrodan ibaret olacak.

### **5. Çözüm Yolu: Direniş, Dayanışma ve Hukuk Mücadelesi**
– **Direnişin Meşruiyeti**: Hamas’ın 7 Ekim operasyonu, 56 yıllık işgale karşı bir özsavunma hakkıdır. Uluslararası hukuk, işgal altındaki halkların direnişini meşru görür .
– **Küresel Baskı**: İsrail’e silah ambargosu, uluslararası mahkemelerde soykırım davaları ve boykot kampanyaları acilen hayata geçirilmeli. Türkiye’nin ticari ambargosu örnek alınmalı.
– **İslam Dünyasının Sorumluluğu**: İstanbul’daki 4. Uluslararası Filistin Konferansı’nda vurgulandığı gibi, “Filistin davası toplayıcı bir dava”dır . Ümmetin birliği, ancak somut adımlarla anlam kazanır.

**Son Söz**:
Gazze’nin tehcir teklifi, insanlık tarihine **kara bir leke** olarak geçecek. Ancak unutulmasın: Direnenler, zulmü yenme iradesini asla kaybetmez. İslam dünyası ve insanlık, bu çağrıya kulak vermezse, Gazze’de dökülen her damla kanın ortak suçlusu olacaktır. Bugün Filistin, yarın başka bir mazlum halk… Adalet için **ayağa kalkma zamanı!**

*”Zulme rıza gösteren, zalime yardımcı sayılır.” – Hz. Ali*

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ AHLAKSIZ VE HAİNCE BİR TEKLİFTİR-1-

GAZZE’NİN TEHCİRİ TEKLİFİ AHLAKSIZ VE HAİNCE BİR TEKLİFTİR-1-

Gazze’nin Tehciri: Ahlaksız ve Haince Bir Teklif Karşısında İslam Dünyasının İmtihanı

Dünya tarihinin en büyük adaletsizliklerinden biri, gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Filistin’in mazlum halkı, on yıllardır işgalin, zulmün ve sistematik soykırımın en ağır yükünü taşıyor. Bugün gelinen noktada ise İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayarak Gazze’yi tamamen boşaltmayı ve Filistin halkını sürgüne göndermeyi bir “çözüm” olarak sunuyor. Bu, sadece ahlaksız ve haince bir teklif değil, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke olarak kazınacak bir soykırım girişimidir.

Gazze’nin Tehciri: Yeni Bir Etnik Temizlik Girişimi

İsrail’in Filistinlilere yönelik baskı politikası, 1948’den bu yana süregelen bir planın parçasıdır. 1948’de Nekbe (Büyük Felaket) ile yüz binlerce Filistinli sürüldü. 1967’deki işgalden sonra ise Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlilere yönelik yerleşimci terörü hız kazandı. Bugün, İsrail’in Gazze’yi tamamen boşaltmayı gündeme getirmesi, bu tarihsel sürecin en açık ve en vahşi aşamasıdır.

ABD BAŞKANI TRUMP bu zulmün, ahlaksız ve HAİNCE teklifin başını çekiyor.

Bu teklif, insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi, Filistin halkının varlığını ortadan kaldırmaya yönelik bir girişimdir. Etnik temizlikten farksız olan bu plan, halkın zorla göç ettirilmesini, kimliklerinin silinmesini ve Filistin topraklarının tamamen ilhak edilmesini amaçlamaktadır.

İslam Dünyası ve İnsanlık Bu Hain Teklife Karşı Ne Yapmalı?

İslam dünyası, yıllardır süregelen sessizliği ile Gazze’de yaşanan katliama ortak olmaktadır. Filistin davası, sadece Arapların ya da Müslümanların değil, tüm insanlığın davasıdır. Ancak özellikle İslam dünyasının liderleri, bu konuda sorumluluk almak zorundadır.

Bugün, Trump ve İsrail’in ’in “tehcir” teklifine karşı harekete geçmek için tarihî bir dönüm noktasındayız. Eğer bu haince plan gerçekleşirse, Gazze halkı bir kez daha vatansız bırakılacak ve Filistin davası çok daha zor bir sürece girecektir.

İslam dünyasının yapması gerekenler:

1. Siyasi Birlik: İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve diğer Müslüman ülkeler, İsrail’in tehcir planına karşı ortak bir deklarasyon yayınlamalı ve yaptırım uygulamalıdır.

2. Ekonomik Boykot: İsrail’in işgal politikalarını destekleyen tüm firmalara karşı ekonomik yaptırımlar uygulanmalı ve İsrail ile ticari ilişkiler en aza indirilmelidir.

3. Uluslararası Diplomasi: Gazze’deki tehcir planının bir savaş suçu olduğu her platformda dile getirilmeli, BM, Lahey Adalet Divanı ve diğer uluslararası kurumlarda İsrail’in yargılanması için alınan kararlar ve bunların uygulanması için girişimler hızlandırılmalıdır.

4. Halk Direnişi ve Dayanışma: Tüm İslam ülkelerinde Gazze için büyük çaplı protestolar düzenlenmeli, medya aracılığıyla dünya kamuoyuna baskı yapılmalıdır.

İnsanlık Sınavda: Sessizlik Soykırıma Ortak Olmaktır

Bugün Gazze’de yaşananlar, sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın sınavıdır. Eğer dünya, İsrail’in tehcir planına göz yumarsa, bu durum bir emsal teşkil edecek ve gelecekte başka mazlum halklar da benzer zulümlerle karşı karşıya kalacaktır.

Bugün Gazze için ayağa kalkmayanlar, yarın kendi özgürlüklerini de kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Sessiz kalan devletler, zalimin yanında yer almakla suçlanacak ve tarih onları affetmeyecektir.

Sonuç: Direniş Kaçınılmazdır!

Filistin halkı, on yıllardır olduğu gibi bugün de direnişten vazgeçmeyecek. Gazze’nin tehciri, asla kabul edilemez bir dayatmadır ve Filistin halkının onurlu mücadelesi, bu hain planı boşa çıkaracaktır. Ancak bu mücadelede yalnız kalmamaları için, tüm Müslümanlar ve vicdan sahibi insanlar harekete geçmelidir.

Dünya, Abd ve İsrail’in hukuksuzluklarına ve soykırım girişimlerine daha ne kadar sessiz kalacak? Yoksa Gazze için ayağa kalkıp insanlığın vicdanını mı savunacak? Bu sorunun cevabı, gelecekte nasıl bir dünyada yaşayacağımızı belirleyecek.

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

ABD BAŞKANI TRUMP GAZZEYİ İSRAİL’E VERECEKMİŞ! KİMİN MALINI KİME VERİYOR? BABASININ MALINI MI? -2-

ABD BAŞKANI TRUMP GAZZEYİ İSRAİL’E VERECEKMİŞ! KİMİN MALINI KİME VERİYOR? BABASININ MALINI MI? -2-

**Trump’ın Gazze Planı: Emperyalizm ve Uluslararası Hukukun Çiğnenmesi Üzerine İbretlik Bir Analiz**
ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmelerde ortaya attığı “Gazze’yi ABD’nin devralacağı” iddiası, uluslararası hukuk ve insani değerler açısından büyük tartışmalara yol açtı. Trump’ın “Gazze’yi Orta Doğu’nun Rivierası yapacağız” gibi söylemleri, Filistin topraklarının yeniden paylaşımına dair karanlık bir vizyonu ortaya koyuyor . Peki Trump, kime ait olan toprakları kimin adına yönetmeyi planlıyor? Bu sorunun cevabı, modern emperyalizmin yeni yüzünü anlamak için kritik ipuçları barındırıyor.

### 1. **Trump’ın Gazze Planı: “Sahiplenme” Retoriği ve Gerçekler**
Trump’ın açıklamalarına göre ABD, Gazze’yi “devralacak”, patlamamış bombaları temizleyecek, altyapıyı yeniden inşa edecek ve bölgeyi “uluslararası bir cazibe merkezi” haline getirecek . Ancak bu söylemlerin altında, Filistinlilerin toprak haklarını yok sayan ve İsrail’in işgal politikalarını meşrulaştıran bir yaklaşım yatıyor.
– **Nüfus Transferi Önerisi**: Trump, Gazze’de yaşayan yaklaşık 2 milyon Filistinlinin Mısır, Ürdün veya diğer Arap ülkelerine “kalıcı olarak yerleştirilmesi” gerektiğini savunuyor . Bu öneri, uluslararası hukukta “zorla yerinden etme” olarak tanımlanan bir suça işaret ediyor.
– **İsrail-ABD İttifakı**: Netanyahu’nun Trump’ı “İsrail’in Beyaz Saray’daki en büyük dostu” olarak nitelendirmesi, bu planın İsrail’in işgal ve genişleme politikalarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu gösteriyor .

### 2. **Uluslararası Hukuk ve Filistin’in Hakları**
Trump’ın planı, Birleşmiş Milletler (BM) kararları ve uluslararası hukukla açıkça terslik arzediyor.
– **BM Tepkisi**: Filistin’in BM Daimi Temsilcisi Riyad Mansur, “Gazze bizim evimiz” diyerek, Trump’ın nüfus transferi fikrini reddetti. Mansur, Filistinlilerin topraklarına dönme hakkının tanınması gerektiğini vurguladı .
– **Arap Ülkelerinden Reddiye**: Suudi Arabistan, “Filistin Devleti kurulmadan İsrail ile ilişkilerin normalleşmeyeceğini” açıklayarak, Trump’ın planını dolaylı olarak reddetti .

### 3. **Tarihin Tekerrürü: Sömürgecilik ve Toprak Gaspları**
Trump’ın “Gazze’yi devralma” söylemi, tarihteki sömürgeci pratikleri hatırlatıyor.
– **Emperyalist Vizyon**: Gazze’yi “ABD sahipliğinde” bir bölgeye dönüştürme fikri, 19. yüzyıl sömürgeciliğinin modern bir versiyonu gibi duruyor. Trump’ın “uzun vadeli sahiplik” vurgusu, bölgenin kaynakları üzerinde kontrol kurma arzusunu ele veriyor .
– **Filistin Direnişi**: Hamas ve diğer Filistinli gruplar, Trump’ın planını “kaos reçetesi” olarak nitelendirerek direniş sözü verdi .

### 4. **İnsani Kriz ve İronik “Kalkınma” Vaadi**
Trump’ın “Gazze’yi kalkındıracağız” iddiası, İsrail’in yıllardır sürdürdüğü abluka ve saldırıların oluşturduğu yıkımı görmezden geliyor.
– **Yıkımın Sorumlusu**: Gazze’deki altyapı tahribatı ve insani kriz, İsrail’in askeri operasyonları ve ABD’nin silah desteğiyle doğrudan bağlantılı .
– **Askeri Varlık Tehdidi**: Trump’ın “Gerekirse asker göndeririz” açıklaması, Gazze’nin ABD askeri kontrolüne girebileceğine işaret ediyor .

### 5. **İbretlik Sonuç: Kimin Malını Kime Veriyor?**
Trump’ın “Babasının malını dağıtır gibi” Gazze’yi yeniden şekillendirme çabası, uluslararası toplumun tepkisini çekiyor.
– **Filistin Toprakları, Filistin Halkınındır**: Gazze, uluslararası hukuka göre işgal altındaki Filistin toprağı. Trump’ın burada “sahiplenme” iddiası, hukukun üstünlüğünü hiçe sayan bir yaklaşım .
– **Tarih Yargılayacak**: Tıpkı Siyonist projelerin Filistin’i parçalayan tarihi gibi, Trump’ın planı da gelecek nesiller tarafından emperyalizmin karanlık bir sayfası olarak anılacak.

**Son Söz**: Trump’ın Gazze planı, “güçlünün hukuku” anlayışının tehlikeli bir yansıması. Filistin halkının direnişi ve uluslararası toplumun tepkisi, bu planın hayata geçmesini engelleyebilir. Ancak bu süreç, dünya liderlerinin adaletsizlik karşısında sessiz kalması halinde, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek. Unutmamak gerekir: Hiçbir emperyalist proje, halkların özgürlük iradesini sonsuza kadar bastıramaz.

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

ABD BAŞKANI TRUMP GAZZEYİ İSRAİL’E VERECEKMİŞ! KİMİN MALINI KİME VERİYOR? BABASININ MALINI MI? -1-

ABD BAŞKANI TRUMP GAZZEYİ İSRAİL’E VERECEKMİŞ! KİMİN MALINI KİME VERİYOR? BABASININ MALINI MI? -1-

Kimin Malını Kime Veriyorsunuz?

Son günlerde uluslararası siyasette yankı uyandıran bir iddia ortaya atıldı: ABD Başkanı Donald Trump, Gazze’yi İsrail’e verecekmiş! Bu haberin doğruluğu bir yana, burada asıl mesele şudur: Kimin malını kime veriyorsunuz? Bir toprak, üzerinde yaşayan halkın malıdır; dışarıdan bir güç, o topraklar üzerinde nasıl böyle bir tasarrufta bulunabilir?

Tarihin Tekerrürü: Güçlü Olan Haklı mı?

Tarih boyunca güçlü olanlar, haklılık kılıfına bürünerek başkalarının topraklarını gasp ettiler. Ama tarih, aynı zamanda şunu da gösteriyor: Hiçbir zulüm ebedî olmamıştır. Roma İmparatorluğu güçlüydü, yıkıldı. Haçlı Seferleriyle Kudüs işgal edildi, ama sonunda Selahaddin Eyyubi adaleti tesis etti. Osmanlı güçlüydü, fakat gün geldi tarih sahnesinden çekildi.

Bugün ABD, ekonomik ve askeri gücüyle dünyada “hak dağıtıcı” rolüne soyunuyor. Ancak burada büyük bir yanılgı var: Hak, güce dayanmaz; hak, adalete dayanır. Eğer tarih sadece güçlülerin yazdığı bir hikâyeden ibaret olsaydı, Firavunlar hâlâ hüküm sürüyor olurdu.

Filistin Halkının Evi Kime Ait?

Gazze, binlerce yıldır Filistin halkının yurdudur. Bu topraklar, onların evi, atalarının mezarı, çocuklarının geleceğidir. Bir insanın evine zorla girip onu dışarı atmak ve sonra da bu evi başkasına “bağışlamak” ne kadar ahlaksızca bir şeyse, uluslararası arenada yapılanlar da aynıdır.

ABD Başkanı veya başka herhangi bir lider, Gazze’yi İsrail’e vereceğini söylüyorsa, bu şu anlama gelir: “Ben, başkasının evine girip onu başkasına hediye edebilirim.” Oysa hiçbir güç, başkasının toprağı üzerinde hak iddia edemez. Bir devletin sınırlarını başka bir devlet belirleyemez.

Zulmün Bedeli ve Tarihin Hesap Günü

Bugün İsrail’in Filistin topraklarında işlediği zulmü destekleyenler, büyük bir yanılgı içindedir. Tarih, hesap gününü unutmaz. ABD veya İsrail ne kadar güçlü olursa olsun, zulmün kalıcı olamayacağını bilmelidir. Osmanlı, Filistin’de 400 yıl boyunca Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların barış içinde yaşadığı bir düzen kurmuştu. Peki, bugün Filistin’de barış var mı? Hayır! Çünkü adalet yok!

Unutmayalım ki:

Birileri Gazze’yi “verebilir” ama Filistin halkı Gazze’den vazgeçmez.

Güçlü olan değil, haklı olan kazanır.

Tarih, zalimleri asla affetmez.

Bugün zalimler, güçlerine güvenerek istediklerini yapıyor olabilir. Ancak tarih ve vicdan, mazlumların yanındadır. Çünkü bu dünya, Firavunları değil, Musa’ları hatırlar. Çünkü bu dünya, zalimleri değil, adalet savaşçılarını yazar.

Ve en önemlisi: Hiç kimse, babasının malını satıyormuş gibi başkasının toprağını peşkeş çekemez!

@@@@@@@@

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ: HAYATIN GERÇEK ANLAMI

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ: HAYATIN GERÇEK ANLAMI

Bir varmış, bir yokmuş… Bütün masallar böyle başlar, ama aslında hayatın da en güzel özeti budur. Bir an vardır, sonra yoktur. Bir insan vardır, sonra yoktur. Bir krallık yükselir, sonra yıkılır. Bir nefes alınır, sonra verilir ve belki bir daha alınamaz…

Bu cümledeki derin hikmeti kavrayan insan, hayatın aslında ne kadar kısa, ne kadar geçici olduğunu fark eder. Ancak asıl mesele şudur: Geçici olan bu hayatta neye değer veriyoruz? Ne için yaşıyoruz? Ve geriye ne bırakıyoruz?

1. Sahip Olduğumuz Her Şey Geçicidir

Bugün var olan her şey, bir gün yok olacak. Göz kamaştıran saraylar, dev şirketler, yüksek mevkiler, bankalarda biriken servetler… Bunların hiçbiri, ölüm kapıyı çaldığında bizimle gelmeyecek. Ne mal, ne mülk, ne şöhret… Hiçbiri mezarın ötesine geçemeyecek.

Tarih boyunca nice hükümdarlar, nice zenginler, nice büyük isimler geldi ve geçti. Firavunlar piramitler yaptırdı, İskender dünyayı fethetti, Sezar imparatorluklar kurdu… Ama hepsi bir zamanlar “vardı”, şimdi ise “yok.”

Şu an elimizde tuttuğumuz şeylerin aslında bize ait olmadığını anladığımızda, hayatı daha doğru değerlendirmeye başlarız. Çünkü hayatta hiçbir şey kalıcı değildir, elimizdekiler sadece bir emanet ve bir sınavdır.

2. İnsan Hayatta Ne İçin Yaşar?

Eğer her şey gelip geçiciyse, o zaman insan ne için yaşamalıdır? Gerçek anlamda değerli olan nedir?

Para mı? Bir gün bitecek.

Şöhret mi? Bir gün unutulacak.

Güç mü? Bir gün elden gidecek.

Gerçek anlamda kalıcı olan tek şey iyilik ve insanlığa kattığımız değerdir. Çünkü mal, mülk, mevki gittiğinde bile, geriye bizim bıraktığımız izler kalır. İnsan öldüğünde bile, onun güzel ahlakı, yaptığı iyilikler, yetiştirdiği insanlar yaşamaya devam eder.

Yaratılışın amacı olan İman ve ibadet.
Ve akabinde;
Bir öğretmenin yetiştirdiği öğrenciler, bir doktorun kurtardığı hayatlar, bir yazarın yazdığı ibretlik sözler, bir hayırseverin açtığı su kuyusu… İşte bunlar, insanın kalacak mirasıdır.

3. Ölüm Bir Son Değil, Yeni Bir Başlangıçtır

Eğer her şeyin sonu ölüm olsaydı, hayat anlamsız olurdu. Ama ölüm, sadece bir yok oluş değil, bir dönüşümdür. Dünya hayatı kısa bir yolculuktur ve asıl varış noktası burası değildir. Dünya bir han, ahiret ise gerçek vatandır.

Bu yüzden insan, yalnızca bu dünyaya yatırım yaparak değil, ahireti de düşünerek yaşamalıdır. Eğer sadece bu dünyanın peşinde koşarsak, sonunda elimizde hiçbir şey kalmayacaktır. Ama eğer hayatın geçici olduğunu bilerek yaşarsak, her anın kıymetini bilir ve daha doğru seçimler yaparız.

4. Gerçek Zenginlik Nedir?

Zenginlik, sadece para sahibi olmak değildir. Gerçek zenginlik, gönül zenginliğidir. Çünkü bazı insanlar her şeye sahip olduğu hâlde mutsuzdur, bazıları ise hiçbir şeye sahip olmadığı hâlde huzurludur.

Bir gün Hz. Süleyman’a bir bilge kişi şöyle demiştir:
“Ey Süleyman! Sen mi daha zenginsin, ben mi?”

Hz. Süleyman şaşırmış, çünkü kendisi bir peygamber ve büyük bir kraldır. Adam devam etmiş:
“Sen benden zengin olamazsın, çünkü senin sahip oldukların geçici, ama benim gönlüm huzurla dolu. Benim zenginliğimi hiçbir güç elimden alamaz.”

İşte gerçek zenginlik budur: Dünya nimetleri için kendini harap etmeden, elindekinin kıymetini bilmek ve huzur içinde yaşamak.

Sonuç: Yaşarken Ne Bırakıyoruz?

Hayat “bir varmış, bir yokmuş” kadar kısa ve hızlı geçiyor. Bugün aldığımız nefes, yarın belki olmayacak. Bugün sahip olduğumuz şeyler, yarın başkalarına kalacak. O yüzden önemli olan, bu kısacık hayatı nasıl değerlendirdiğimizdir.

Şu üç soruyu kendimize sormalıyız:

1. Gerçekten değerli şeyler için mi yaşıyorum, yoksa gelip geçici şeylerin peşinde mi koşuyorum?

2. Beni hatırlayan insanlar, ismimi iyilikle mi anacak, yoksa unutulup gidecek miyim?

3. Bu dünyadan ayrıldığımda geriye ne bırakmış olacağım?

Çünkü bir gün biz de “vardık”, sonra “yok” olacağız. Ama ardımızda güzel izler bırakabilirsek, belki de aslında hiç yok olmayacağız…

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

6 ŞUBAT DEPREMİNDE YAŞANAN İBRETLİ OLAYLAR

6 ŞUBAT DEPREMİNDE YAŞANAN İBRETLİ OLAYLAR

6 Şubat 2023… O sabah, birçok insan için sıradan bir gün olacaktı. Kimisi işe gidecek, kimisi okuluna, kimisi yeni hayaller kuracaktı. Ancak kimse, o gecenin son geceleri olacağını bilmiyordu.

Yer sarsıldı, duvarlar yıkıldı, çığlıklar duyuldu. Ama bu felaketin içinde sadece acı değil, ibret alınması gereken olaylar da vardı. Hayatta kalma mücadeleleri, mucizeler, sabır, tevekkül ve insanlığın yeniden dirilişi…

Bu yazı, yaşananları unutmayarak ibret almak, isyansız ve teslimiyetle ders çıkarmak için kaleme alınmıştır.

1. 150. Saatte Enkazdan Çıkan Çocuk

Depremin üzerinden tam 150 saat geçmişti. Umutların tükendiği bir anda, enkazdan küçük bir çocuk çıkarıldı. O kadar saat boyunca ne açlık onu öldürebilmişti ne de korku.

Kim ona su içirdi?

Kim ona dayanma gücü verdi?

Kim o taşların arasında onu korudu?

Bu, Allah’ın kudretinden başka bir şey değildi. Felaketin ortasında bile mucizeler olduğunu gösteren bir işaretti.

Ve biz, hayatın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladık.

2. Kucağında Bebeğiyle Can Veren Anne

Kurtarma ekipleri, bir enkazın altında anne ve bebeğini bulduklarında gözyaşlarını tutamadı.

Anne, bebeğini sarmış, kendi bedeniyle onu korumuştu. Enkazı kaldırdıklarında bebek hayattaydı. Ama anne çoktan ahirete yürümüştü.

Bu sahne bize neyi hatırlattı?

Merhametin en büyük örneğini…

Bir annenin evladına olan sonsuz sevgisini…

Allah’ın, bir çocuğun rızkını ve hayatını nasıl koruduğunu…

O bebek yaşadı, çünkü Allah’ın takdiri öyleydi. O anne öldü, çünkü şehadeti kazanmıştı.

3. Yıkılan Caminin İçinde Sağ Kalan Hafız Çocuk

Bir cami yıkılmıştı. Onlarca insan içerideydi. Fakat içlerinden bir çocuk Kur’an okuyarak hayatta kalmayı başardı.

Kendi anlatımıyla:

“Sürekli Kur’an okudum, dualar ettim. İçimde büyük bir huzur vardı. Korkmadım, çünkü Rabbimin benimle olduğunu hissettim.”

Depremin bize verdiği en büyük derslerden biri de buydu:

Dünya yıkılsa bile, Allah’a sığınan bir kalp asla yıkılmaz.

4. “Benim Yerime Onu Kurtarın” Diyen Adam

Kurtarma ekipleri, enkaz altındaki bir adamı buldu. Ancak adamın hemen yanında ağır yaralı bir genç vardı. Ekipler ilk önce adamı çıkaracaklarını söylediklerinde, adamın cevabı herkesi susturdu:

“Ben dayanabilirim, önce onu kurtarın.”

Bu, insanlığın ölmediğini gösteren en büyük örneklerden biriydi. O zor anda bile başkasını kendinden önce düşünmek… İşte gerçek fedakârlık ve teslimiyet budur!

5. Ölen Eşinin Elini Bırakmayan Adam

Bir adam, enkaz altında eşiyle birlikte sıkışmıştı. Günlerce elini bırakmadı. Kurtarma ekipleri ulaştığında eşinin vefat ettiğini söylediler. Ama adamın cevabı yürek burktu:

“Bu eller, nikâhımız kıyıldığı gün onun ellerine tutuldu. Dünya yıkılsa da, ben onu bırakamam.”

Bu olay bize sevginin ve vefanın gerçek anlamını gösterdi. Çünkü bazen hayat sadece nefes almak değildir. Hayat, bir bağlılık, bir sadakat ve bir inançtır.

6. Yıkılan Dükkânından Çıkan Esnafın Sözü

Bir esnaf, yıllarca alın teriyle kazandığı dükkânının başında oturuyordu. Depremde her şeyini kaybetmişti. Ama onu görenler, yüzünde ne isyan ne de öfke gördüler. Sadece şunu söyledi:

“Rızkı veren Allah’tır. Mal gider, ama iman gitmesin.”

İşte tevekkülün, teslimiyetin en güzel örneği…

Dünya malı yıkılabilir, kaybedilebilir. Ama iman yıkılmadıkça insan da yıkılmaz.

7. Depremde Vefat Eden Çocukların Şehitliği

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Enkaz altında can veren, boğularak vefat eden, yanan ya da göçük altında kalan kimse şehittir.”
(Buhari, Müslim)

Ve o gün, binlerce çocuk, anneler, babalar, kardeşler bu mertebeye ulaştı.

Şimdi onlar cennetin en güzel köşelerinde, dünyada yarım kalan hayallerini tamamlıyorlar.

Bize düşen nedir? Onları unutmamak, dua etmek ve ibret almaktır.

8. Son Söz: İsyan Değil, İbret Almalıyız

6 Şubat depremi, bize hayatın ne kadar kısa, dünyanın ne kadar geçici olduğunu gösterdi.

Ama en önemlisi şunu öğretti:

Allah’a sığınan kazanır.

Sabreden, tevekkül eden ayakta kalır.

Bu dünya bir imtihan yeridir, hazırlıklı olmalıyız.

Enkaz altındaki sesleri unutmayalım. O gün yardım bekleyenlerin feryatlarını hatırlayalım. Ve en önemlisi, bir daha böyle acılar yaşamamak için ders alalım.

Çünkü bir deprem daha olabilir…
Ama aynı hataları yaparsak, vicdanlarımız da enkaz altında kalır.

İbret alana, bu olaylar en büyük derstir.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

DEPREMDE PAYLAŞTIĞIMIZ ACIYI, GÖSTERDİĞİMİZ BİRLİK VE KARDEŞLİĞİ DEPREM SONRASI DA GÖSTERELİM

DEPREMDE PAYLAŞTIĞIMIZ ACIYI, GÖSTERDİĞİMİZ BİRLİK VE KARDEŞLİĞİ DEPREM SONRASI DA GÖSTERELİM

6 Şubat 2023… O gece sadece binalar yıkılmadı, hayatlar da altüst oldu.
Sevdiklerimiz enkaz altında kaldı, sokaklar tanınmaz hale geldi, şehirler sessizliğe gömüldü.

Ama o sessizliğin içinde bir şey doğdu: Birlik, beraberlik ve kardeşlik…

O gün, hiç tanımadığımız insanlar için ağladık.
O gün, başkalarının acısını kendi acımız bildik.
O gün, ırkı, dili, mezhebi, memleketi ne olursa olsun, herkes aynı duanın içinde birleşti.

Ve hep birlikte anladık:

Biz, büyük bir aileyiz.

Ama soru şu:
Bu kardeşliği, bu dayanışmayı, sadece felaket zamanında mı hatırlayacağız?

1. Depremde Kenetlendik, Sonra Ne Oldu?

Deprem anında herkes tek yürek oldu.

Gecesini gündüzüne katan arama kurtarma ekipleri…

Evini, aşını, elindekini paylaşan insanlar…

Daha önce birbirini hiç görmemiş insanların sarılıp ağlaması…

Hepimiz bir an olsun aynı milletin, aynı ümmetin fertleri olduğumuzu hissettik.

Ama zaman geçtikçe, bu duygular unutulmaya başladı.

Peki neden?

Deprem bitti mi? Hayır.

Acılar sona erdi mi? Hayır.

Yıkılan evler, kurulan dostluklardan daha mı önemliydi? Kesinlikle hayır.

O zaman neden o kardeşliği devam ettirmiyoruz?

2. Kardeşlik Sadece Felaket Zamanında mı Hatırlanır?

Depremden sonra hepimizin ortak bir acısı vardı.
O yüzden farklılıklarımızı unuttuk, birbirimize destek olduk.

Ama neden sadece acılar bizi birleştiriyor?

Neden bayramda, düğünde, iyi günlerde de aynı dayanışmayı göstermiyoruz?

Neden komşumuz açken, ihtiyaç sahipleri varken bu birlik ruhunu kaybediyoruz?

Neden sadece afet zamanlarında birbirimize sarılıyoruz?

Oysa Kur’an bize kardeşliği sadece zor zamanlar için değil, her an yaşamamız gerektiğini söylüyor:

“Müminler ancak kardeştir. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin.”
(Hucurat Suresi, 10. Ayet)

O gün birbirimiz için ağladıysak, bugün de birbirimiz için dua edelim.
O gün ekmeğimizi bölüştüysek, bugün de bölüşelim.
O gün birbirimize sarıldıysak, bugün de sevgimizi devam ettirelim.

3. Deprem Sonrası Ne Yapmalıyız?

Felaketler gelip geçer ama insanlık ve vicdan baki kalmalıdır.

O yüzden, şimdi daha büyük bir sınavın içindeyiz:

Depremzedeleri unutmamak.

Sadece bir iki ay değil, yıllarca onlara destek olmak.

İhtiyaç sahiplerine el uzatmaya devam etmek.

Dostluğu, kardeşliği, sevgiyi sadece afet zamanına hapsetmemek.

Birlik sadece enkaz altında sıkışıp kalmamalıdır.

Eğer biz, acıda birleşip, mutlulukta ayrılıyorsak…
Eğer biz, felakette tek yürek olup, normalde bölünüyor ve unutuyorsak…

O zaman asıl felaket, yıkılan binalar değil, yıkılan kalplerimizdir.

4. Geleceğe Bir Not: Unutmayalım!

Bir gün bu deprem tamamen unutulacak…
Yeni binalar yapılacak, yeni hayatlar kurulacak.
Ama insanlık, vicdan ve kardeşlik unutulmamalı!

Unutmayalım ki, biz birbirimizin duasıyız.

Unutmayalım ki, bizi birleştiren sadece felaketler olmamalı.

Unutmayalım ki, gerçek imtihan, zor zamanlar geçtikten sonra da iyiliği sürdürebilmektir.

Çünkü en büyük dayanışma, en büyük insanlık ve en büyük ibadet, sadece zor zamanlarda değil, her zama

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025

6 ŞUBAT DEPREMİNDE YAŞANAN İBRETLİ OLAYLAR

6 ŞUBAT DEPREMİNDE YAŞANAN İBRETLİ OLAYLAR

6 Şubat 2023… O sabah, birçok insan için sıradan bir gün olacaktı. Kimisi işe gidecek, kimisi okuluna, kimisi yeni hayaller kuracaktı. Ancak kimse, o gecenin son geceleri olacağını bilmiyordu.

Yer sarsıldı, duvarlar yıkıldı, çığlıklar duyuldu. Ama bu felaketin içinde sadece acı değil, ibret alınması gereken olaylar da vardı. Hayatta kalma mücadeleleri, mucizeler, sabır, tevekkül ve insanlığın yeniden dirilişi…

Bu yazı, yaşananları unutmayarak ibret almak, isyansız ve teslimiyetle ders çıkarmak için kaleme alınmıştır.

1. 150. Saatte Enkazdan Çıkan Çocuk

Depremin üzerinden tam 150 saat geçmişti. Umutların tükendiği bir anda, enkazdan küçük bir çocuk çıkarıldı. O kadar saat boyunca ne açlık onu öldürebilmişti ne de korku.

Kim ona su içirdi?

Kim ona dayanma gücü verdi?

Kim o taşların arasında onu korudu?

Bu, Allah’ın kudretinden başka bir şey değildi. Felaketin ortasında bile mucizeler olduğunu gösteren bir işaretti.

Ve biz, hayatın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladık.

2. Kucağında Bebeğiyle Can Veren Anne

Kurtarma ekipleri, bir enkazın altında anne ve bebeğini bulduklarında gözyaşlarını tutamadı.

Anne, bebeğini sarmış, kendi bedeniyle onu korumuştu. Enkazı kaldırdıklarında bebek hayattaydı. Ama anne çoktan ahirete yürümüştü.

Bu sahne bize neyi hatırlattı?

Merhametin en büyük örneğini…

Bir annenin evladına olan sonsuz sevgisini…

Allah’ın, bir çocuğun rızkını ve hayatını nasıl koruduğunu…

O bebek yaşadı, çünkü Allah’ın takdiri öyleydi. O anne öldü, çünkü şehadeti kazanmıştı.

3. Yıkılan Caminin İçinde Sağ Kalan Hafız Çocuk

Bir cami yıkılmıştı. Onlarca insan içerideydi. Fakat içlerinden bir çocuk Kur’an okuyarak hayatta kalmayı başardı.

Kendi anlatımıyla:

“Sürekli Kur’an okudum, dualar ettim. İçimde büyük bir huzur vardı. Korkmadım, çünkü Rabbimin benimle olduğunu hissettim.”

Depremin bize verdiği en büyük derslerden biri de buydu:

Dünya yıkılsa bile, Allah’a sığınan bir kalp asla yıkılmaz.

4. “Benim Yerime Onu Kurtarın” Diyen Adam

Kurtarma ekipleri, enkaz altındaki bir adamı buldu. Ancak adamın hemen yanında ağır yaralı bir genç vardı. Ekipler ilk önce adamı çıkaracaklarını söylediklerinde, adamın cevabı herkesi susturdu:

“Ben dayanabilirim, önce onu kurtarın.”

Bu, insanlığın ölmediğini gösteren en büyük örneklerden biriydi. O zor anda bile başkasını kendinden önce düşünmek… İşte gerçek fedakârlık ve teslimiyet budur!

5. Ölen Eşinin Elini Bırakmayan Adam

Bir adam, enkaz altında eşiyle birlikte sıkışmıştı. Günlerce elini bırakmadı. Kurtarma ekipleri ulaştığında eşinin vefat ettiğini söylediler. Ama adamın cevabı yürek burktu:

“Bu eller, nikâhımız kıyıldığı gün onun ellerine tutuldu. Dünya yıkılsa da, ben onu bırakamam.”

Bu olay bize sevginin ve vefanın gerçek anlamını gösterdi. Çünkü bazen hayat sadece nefes almak değildir. Hayat, bir bağlılık, bir sadakat ve bir inançtır.

6. Yıkılan Dükkânından Çıkan Esnafın Sözü

Bir esnaf, yıllarca alın teriyle kazandığı dükkânının başında oturuyordu. Depremde her şeyini kaybetmişti. Ama onu görenler, yüzünde ne isyan ne de öfke gördüler. Sadece şunu söyledi:

“Rızkı veren Allah’tır. Mal gider, ama iman gitmesin.”

İşte tevekkülün, teslimiyetin en güzel örneği…

Dünya malı yıkılabilir, kaybedilebilir. Ama iman yıkılmadıkça insan da yıkılmaz.

7. Depremde Vefat Eden Çocukların Şehitliği

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Enkaz altında can veren, boğularak vefat eden, yanan ya da göçük altında kalan kimse şehittir.”
(Buhari, Müslim)

Ve o gün, binlerce çocuk, anneler, babalar, kardeşler bu mertebeye ulaştı.

Şimdi onlar cennetin en güzel köşelerinde, dünyada yarım kalan hayallerini tamamlıyorlar.

Bize düşen nedir? Onları unutmamak, dua etmek ve ibret almaktır.

8. Son Söz: İsyan Değil, İbret Almalıyız

6 Şubat depremi, bize hayatın ne kadar kısa, dünyanın ne kadar geçici olduğunu gösterdi.

Ama en önemlisi şunu öğretti:

Allah’a sığınan kazanır.

Sabreden, tevekkül eden ayakta kalır.

Bu dünya bir imtihan yeridir, hazırlıklı olmalıyız.

Enkaz altındaki sesleri unutmayalım. O gün yardım bekleyenlerin feryatlarını hatırlayalım. Ve en önemlisi, bir daha böyle acılar yaşamamak için ders alalım.

Çünkü bir deprem daha olabilir…
Ama aynı hataları yaparsak, vicdanlarımız da enkaz altında kalır.

İbret alana, bu olaylar en büyük derstir.

 

Loading

No ResponsesŞubat 6th, 2025