PSİKOLOJİK NEDENLER

PSİKOLOJİK NEDENLER

İnsanları suça iten Psikolojik nedenler nelerdir?


İnsanları suça iten psikolojik nedenler çok çeşitli ve karmaşıktır. Genel olarak, bu nedenler bireysel, çevresel ve ailesel faktörler olarak sınıflandırılabilir. Bireysel faktörler arasında zekâ geriliği, ihtiras, uyurgezerlik, hipnoz, bunama, paranoya, psikozlar ve kişilik bozuklukları sayılabilir. Çevresel faktörler arasında sosyo-ekonomik durum, eğitim seviyesi, arkadaş grubu, medya etkisi, kültürel değerler ve yasal düzenlemeler sayılabilir. Ailesel faktörler arasında ise aile yapısı, aile içi iletişim, aile içi şiddet, aile içi cinsel istismar, aile içi madde bağımlılığı, aile içi suç işleme, aile içi rol model eksikliği ve aile içi sevgi ve saygı eksikliği sayılabilir.

Bu faktörlerin her biri, insanların suç işlemeye yönelmesine farklı şekillerde katkıda bulunabilir. Örneğin, zekâ geriliği olan kişiler, kandırılabilir, teşvik edilebilir veya sonuçları öngöremedikleri için suç işlemeye ikna edilebilir. İhtiraslı kişiler, öç alma, aşk, para, kıskançlık gibi duyguların etkisiyle makul davranışlarını kaybedebilir ve akıl hastalığına yakalanabilir. Uyurgezerlik, hipnoz ve bunama gibi durumlarda, kişiler bilinçli olmadan suç işleyebilir. Paranoya ve psikozlar gibi akıl hastalıklarında, kişiler gerçeklikten kopabilir, hezeyanlar görebilir ve kendilerine veya başkalarına zarar verebilir. Kişilik bozuklukları olan kişiler, özellikle antisosyal kişilik bozukluğu olanlar, yasalara uygun toplumsal davranış biçimlerine ayak uyduramayabilir, yalan söyleyebilir, saldırgan olabilir, güven konusunda umursamaz olabilir, sorumsuz olabilir, vicdan azabı yoksunluğu yaşayabilir ve cinayet işlemenin hakkı olduğunu düşünebilir.

Çevresel faktörler ise, kişilerin suç işlemeye eğilimini artıran veya azaltan koşulları oluşturabilir. Örneğin, sosyo-ekonomik durumu kötü olan kişiler, yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik, ayrımcılık gibi nedenlerle suç işlemeye mecbur kalabilir veya suç işlemeyi bir çıkış yolu olarak görebilir. Eğitim seviyesi düşük olan kişiler, bilinçli olmayabilir, eleştirel düşünemeyebilir, kolay etkilenebilir veya manipüle edilebilir olabilir. Arkadaş grubu suç işleyen kişiler, suç işlemeye özendirilebilir, baskı görebilir veya suç işlemeyi normalleştirebilir. Medya, suç işleyen kişilere aşırı ilgi göstererek, suç işlemeyi özendirebilir, suç işleyen kişileri rol model olarak sunabilir veya suç işleyen kişilerin psikolojisini merak uyandırabilir. Kültürel değerler, suç işlemeye karşı tutumları belirleyebilir, suç işlemeyi meşrulaştırabilir veya suç işlemeye karşı caydırıcı olabilir. Yasal düzenlemeler, suç işlemeye karşı yaptırımları belirleyebilir, suç işlemeyi önleyebilir veya suç işlemeye teşvik edebilir.

Ailesel faktörler de, kişilerin suç işlemeye yönelmesinde önemli bir rol oynayabilir. Örneğin, aile yapısı bozuk olan kişiler, aile bireyleri arasında uyum, destek, güven ve saygı eksikliği yaşayabilir, aile bağları zayıflayabilir, aile dışına yönelebilir. Aile içi iletişim sorunları olan kişiler, aile bireyleriyle duygularını, düşüncelerini, ihtiyaçlarını ve beklentilerini paylaşamayabilir, anlaşılmazlık, çatışma, yabancılaşma ve yalnızlık hissedebilir. Aile içi şiddet, cinsel istismar, madde bağımlılığı ve suç işleme gibi olumsuz davranışlarla karşılaşan kişiler, travma, korku, öfke, nefret, suçluluk, utanç, depresyon, kaygı, özgüven eksikliği, özsaygı eksikliği, özdeğer eksikliği gibi psikolojik sorunlar yaşayabilir, kendilerine veya başkalarına zarar verebilir, suç işlemeyi öğrenebilir veya suç işlemeyi bir başa çıkma yöntemi olarak kullanabilir. Aile içi rol model eksikliği olan kişiler, aile bireylerinden uygun toplumsal davranış biçimlerini öğrenemeyebilir, aile bireylerini taklit edebilir, aile dışındaki kişileri rol model olarak seçebilir. Aile içi sevgi ve saygı eksikliği olan kişiler, aile bireylerinden duygusal ihtiyaçlarını karşılayamayabilir, aile bireylerine bağlanamayabilir, aile bireylerine karşı ilgisiz, soğuk, mesafeli, saygısız, saldırgan olabilir.

Bu şekilde, insanları suça iten psikolojik nedenlerin birçok boyutu olduğunu görebiliriz. Bu nedenlerin anlaşılması ve önlenmesi için, suç işleyen kişilerin psikolojik durumlarını değerlendirmek, onlara uygun tedavi ve rehabilitasyon programları sunmak, suç işlemeye eğilimli kişileri erken tespit etmek, onlara koruyucu ve destekleyici hizmetler sağlamak, suç işlemeye yol açan faktörleri ortadan kaldırmak veya azaltmak, suç işlemeye karşı farkındalık ve duyarlılık oluşturmak gibi çeşitli önlemler alınması gerekmektedir .

@@@@@@@@@@

Suç işlemeye eğilimli biri olduğumu nasıl anlarım?

Suç işlemeye eğilimli biri olduğunu anlamak için, kendini ve çevreni iyi tanıman gerekir. Suç işlemeye eğilimli biri, genellikle şu özelliklere sahiptir:

Toplumun kurallarına, yasalarına ve değerlerine uymakta zorlanır, bunlara karşı çıkar veya tepki gösterir.
Başkalarının haklarına, duygularına ve ihtiyaçlarına saygı duymaz, bunları ihlal eder veya görmezden gelir.
Sorumluluk almaktan kaçınır, suçladığı veya suç işlediği kişileri veya durumları suçlar.
Empati kuramaz, başkalarının acı çekmesine veya zarar görmesine aldırış etmez, hatta bundan zevk alabilir.
Dürtüsel, sabırsız, öfkeli, saldırgan, yalan söyleyen, manipülatif, hileci, aldatıcı, riskli, tehlikeli veya zararlı davranışlar sergiler.
Suç işlemeyi bir çözüm, bir hak, bir zorunluluk, bir eğlence veya bir alışkanlık olarak görür.
Suç işlediği için pişmanlık, vicdan azabı, utanç veya korku gibi olumsuz duygular hissetmez veya bunları bastırır.
Eğer kendinde veya çevrende bu özellikleri gözlemliyorsan, suç işlemeye eğilimli olabilirsin. Bu durumda, suç işlemeye neden olan faktörleri belirlemek, bunları ortadan kaldırmak veya azaltmak, suç işlemeye karşı farkındalık ve duyarlılık geliştirmek, suç işlemenin sonuçlarını düşünmek, suç işlemeye alternatif olabilecek olumlu ve yararlı davranışlar bulmak, suç işlemeye karşı destek almak gibi önlemler alman gerekir. Ayrıca, suç işlemeye eğilimli olup olmadığını anlamak için profesyonel bir yardım alman da faydalı olabilir. Suç işlemeye eğilimli olmak, bir hastalık veya bir kusur değildir, değiştirilebilir ve geliştirilebilir bir durumdur. Suç işlememek için kendine ve başkalarına değer vermen, kendini ve başkalarını anlamaya çalışman, kendini ve başkalarını koruman önemlidir.

@@@@@@@@@@

Zalim, cani ve katilleri, çocuk ve kadın, masum, yaşlı ve hasta demeden onları kolayca öldürmelerinin ve suç işlemelerinin psikolojik sebepleri nelerdir?

Bu sorunun kesin bir cevabı yoktur. Zalim, cani ve katillerin, çocuk ve kadın, masum, yaşlı ve hasta demeden onları kolayca öldürmelerinin ve suç işlemelerinin psikolojik sebepleri, kişiden kişiye, durumdan duruma, zamandan zamana değişebilir. Ancak genel olarak, bu tür davranışların arkasında yatan bazı olası psikolojik faktörler şunlardır:

Akıl hastalığı: Bazı akıl hastalıkları, özellikle psikotik bozukluklar, şizofreni, bipolar bozukluk, antisosyal kişilik bozukluğu gibi, kişilerin gerçeklik algısını bozabilir, hezeyanlar, halüsinasyonlar, sanrılar, paranoya gibi belirtilere yol açabilir. Bu belirtiler, kişilerin kendilerine veya başkalarına zarar vermelerine, suç işlemelerine, vicdan azabı duymamalarına, empati kuramamalarına, kurallara uymamalarına, saldırganlık, şiddet, cinayet eğilimi göstermelerine neden olabilir.
Travma: Çocuklukta veya yetişkinlikte yaşanan travmatik olaylar, örneğin aile içi şiddet, cinsel istismar, savaş, terör, doğal afet, kayıp, yas gibi, kişilerin psikolojik sağlığını olumsuz etkileyebilir. Travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, anksiyete, öfke, intikam, suçluluk, utanç, özgüven eksikliği, özsaygı eksikliği, özdeğer eksikliği gibi psikolojik sorunlar yaşayabilirler. Bu sorunlar, kişilerin başa çıkma becerilerini zayıflatabilir, suç işlemeye, kendine veya başkalarına zarar vermeye, intihar etmeye yöneltebilir.
Sosyal etkenler: Kişilerin yaşadıkları sosyal çevre, suç işlemeye eğilimlerini etkileyebilir. Sosyo-ekonomik durum, eğitim seviyesi, aile yapısı, arkadaş grubu, kültürel değerler, yasal düzenlemeler, medya etkisi gibi sosyal etkenler, kişilerin suç işlemeye karşı tutumlarını, fırsatlarını, baskılarını, özendiricilerini, caydırıcılarını belirleyebilir. Örneğin, yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik, ayrımcılık, yolsuzluk gibi sosyal sorunlar, kişileri suç işlemeye mecbur bırakabilir veya suç işlemeyi bir çıkış yolu olarak gösterebilir. Arkadaş grubu, aile bireyleri, rol modeller, medya gibi sosyal etkileyiciler, kişileri suç işlemeye özendirebilir, suç işlemeyi normalleştirebilir, suç işlemeyi ödüllendirebilir. Yasalar, kurallar, yaptırımlar, adalet sistemi gibi sosyal düzenleyiciler, kişileri suç işlemekten alıkoyabilir, suç işlemeye karşı caydırıcı olabilir, suç işlemeyi cezalandırabilir.
Bu şekilde, zalim, cani ve katillerin, çocuk ve kadın, masum, yaşlı ve hasta demeden onları kolayca öldürmelerinin ve suç işlemelerinin psikolojik sebeplerinin, çok boyutlu ve karmaşık olduğunu görebiliriz. Bu sebeplerin anlaşılması ve önlenmesi için, suç işleyen kişilerin psikolojik durumlarını değerlendirmek, onlara uygun tedavi ve rehabilitasyon programları sunmak, suç işlemeye eğilimli kişileri erken tespit etmek, onlara koruyucu ve destekleyici hizmetler sağlamak, suç işlemeye yol açan faktörleri ortadan kaldırmak veya azaltmak, suç işlemeye karşı farkındalık ve duyarlılık oluşturmak gibi çeşitli önlemler alınması gerekmektedir.

@@@@@@@@@@

Travma sonrası stres bozukluğu nedir?

Travma sonrası stres bozukluğu, travmatik bir olay yaşayan kişilerde ortaya çıkan psikolojik bir rahatsızlıktır. Travmatik olaylar, kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağan dışı ve beklenmedik bir şekilde gerçekleşen olaylardır. Bu olaylar, kişinin kendisinde veya bir yakınında ölüme yol açması ya da yaralanma tehlikesi yaratması durumunda ortaya çıkabilir.

Travma sonrası stres bozukluğunun belirtileri şunlardır:

Uykusuzluk, kabuslar, olayla ilgili anıların sık sık hatırlanması
Olayı hatırlatan uyaranlardan kaçınma, ilgi kaybı, yabancılaşma hissi
Sürekli olarak olayın tekrarlanacağı korkusu, diken üstünde hissetme, kolay irkilme, çabuk sinirlenme
Konsantrasyon güçlüğü, baş ağrısı, mide/bağırsak sorunları, kalp çarpıntısı nöbetleri
Öfke patlamaları, sinir hali ve saldırgan davranışlar
Şiddetli utanç ve suçluluk duygusu
Empati kuramama, başkalarının acı çekmesine veya zarar görmesine aldırış etmeme, hatta bundan zevk alma
Kişilik bozuklukları, özellikle antisosyal kişilik bozukluğu, yasalara uygun toplumsal davranış biçimlerine ayak uyduramama, yalan söyleme, saldırgan olma, güven konusunda umursamaz olma, sorumsuz olma, vicdan azabı yoksunluğu yaşama ve cinayet işlemenin hakkı olduğunu düşünme
Travma sonrası stres bozukluğunun nedenleri, kişiden kişiye, durumdan duruma, zamandan zamana değişebilir. Ancak genel olarak, bu durumun ortaya çıkmasında bireysel, çevresel ve ailesel faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir. Bireysel faktörler arasında kişinin yaşadığı stresli deneyimler, mizaç, akıl sağlığı durumu, beynin ve vücudun strese yanıtı sayılabilir. Çevresel faktörler arasında sosyo-ekonomik durum, eğitim seviyesi, arkadaş grubu, kültürel değerler, yasal düzenlemeler, medya etkisi sayılabilir. Ailesel faktörler arasında ise aile yapısı, aile içi iletişim, aile içi şiddet, aile içi cinsel istismar, aile içi madde bağımlılığı, aile içi suç işleme, aile içi rol model eksikliği ve aile içi sevgi ve saygı eksikliği sayılabilir.

Travma sonrası stres bozukluğunun tedavisi, kişinin semptomlarının şiddetine, süresine ve tipine göre değişebilir. Genellikle, ilaç tedavisi ve psikoterapi yöntemleri birlikte kullanılır. İlaç tedavisinde, antidepresanlar, anksiyolitikler, antipsikotikler gibi ilaçlar reçete edilebilir. Psikoterapi yöntemlerinde ise, bilişsel davranışçı terapi, göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işleme terapisi, maruz bırakma terapisi, psikodinamik terapi, grup terapisi, aile terapisi gibi yöntemler uygulanabilir. Tedavinin amacı, kişinin travmatik olayla yüzleşmesini, anlamlandırmasını, kabullenmesini, başa çıkmasını ve iyileşmesini sağlamaktır.

@@@@@@@@@@

Maneviyatın psikolojik bozuklukları tedavideki sağladığı önemli katkıları nelerdir?

Maneviyatın psikolojik bozuklukları tedavideki sağladığı önemli katkıları, farklı kaynaklara göre değişebilir. Ancak genel olarak, maneviyatın psikolojik bozuklukları tedavideki sağladığı önemli katkıları şunlardır:

Maneviyat, psikolojik bozuklukları olan kişilere anlam, amaç, umut, değer, güç ve destek sağlayabilir. Bu sayede, kişilerin yaşam kalitesini, iyileşme motivasyonunu, başa çıkma becerilerini, özsaygısını ve özgüvenini artırabilir.
Maneviyat, psikolojik bozuklukları olan kişilere, inandıkları bir yüce güçle bağlantı kurma, dua etme, ibadet etme, meditasyon yapma, ruhsal danışmanlık alma gibi manevi uygulamalar sunabilir. Bu uygulamalar, kişilerin stresini, kaygısını, depresyonunu, öfkesini, suçluluk ve utanç duygularını azaltabilir, kişilerin ruhsal huzurunu, sakinliğini, mutluluğunu, affediciliğini ve şükran duygusunu artırabilir.
Maneviyat, psikolojik bozuklukları olan kişilere, aynı inanca sahip olan veya manevi değerlere önem veren kişilerle sosyal ilişkiler kurma, sosyal destek alma, sosyal katılım sağlama, sosyal sorumluluk üstlenme gibi manevi fırsatlar sunabilir. Bu fırsatlar, kişilerin yalnızlık, izolasyon, ayrımcılık, dışlanma gibi olumsuz deneyimlerini azaltabilir, kişilerin aidiyet, kabul, saygı, sevgi, yardımlaşma gibi olumlu deneyimlerini artırabilir.
Bu şekilde, maneviyatın psikolojik bozuklukları tedavideki sağladığı önemli katkılar, hem bireysel hem de sosyal düzeyde olabilir. Maneviyat, psikolojik bozuklukları olan kişilerin biyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamada, bütüncül bir yaklaşım sunabilir. Maneviyat, psikolojik bozuklukları olan kişilerin tedavi sürecine katılımını, uyumunu, memnuniyetini ve sonuçlarını iyileştirebilir.

@@@@@@@@@@

Hangi manevi uygulamalar psikolojik bozukluğu olan kişilere yardımcı olabilir?

Manevi uygulamalar, psikolojik bozukluğu olan kişilere yardımcı olabilecek çeşitli yöntemlerdir. Manevi uygulamalar, kişinin inandığı bir yüce güçle bağlantı kurmasını, ruhsal huzur ve sakinlik kazanmasını, stres ve kaygıyı azaltmasını, olumlu duyguları artırmasını, başa çıkma becerilerini geliştirmesini, sosyal destek almasını sağlayabilir. Manevi uygulamalar, kişinin inancına, kültürüne, tercihine göre değişebilir. Ancak genel olarak, şu tür manevi uygulamalar psikolojik bozukluğu olan kişilere yardımcı olabilir:

Dua etmek: Dua etmek, kişinin inandığı yüce güçle konuşmasını, dileklerini, şükürlerini, isteklerini, sorunlarını, korkularını, ümitlerini paylaşmasını sağlayan bir manevi uygulamadır. Dua etmek, kişinin kendini yalnız hissetmemesini, yüce güçten yardım ve rehberlik beklemesini, güven duygusunu artırmasını, olumsuz duygulardan arınmasını, olumlu düşünmesini sağlayabilir.
İbadet etmek: İbadet etmek, kişinin inandığı yüce güce saygı, sevgi, bağlılık göstermesini, onun emir ve yasaklarına uymasını, onun rızasını kazanmasını amaçlayan bir manevi uygulamadır. İbadet etmek, kişinin ruhsal disiplin kazanmasını, kendini arındırmasını, günahlardan uzak durmasını, hayatına anlam ve amaç katmasını, yüce güçle bağını güçlendirmesini sağlayabilir.
Meditasyon yapmak: Meditasyon yapmak, kişinin zihnini, bedenini ve ruhunu dinlendirmesini, nefesine, seslere, duyumlara, duygulara odaklanmasını, zihinsel berraklık ve farkındalık kazanmasını sağlayan bir manevi uygulamadır. Meditasyon yapmak, kişinin stresini, kaygısını, depresyonunu, öfkesini azaltmasını, sakinliğini, mutluluğunu, huzurunu artırmasını, kendini tanımasını, kabul etmesini, değiştirmesini sağlayabilir.
Ruhsal danışmanlık alma: Ruhsal danışmanlık alma, kişinin inancına, değerlerine, yaşam görüşüne uygun olarak, ruhsal sorunlarını, sıkıntılarını, ihtiyaçlarını, beklentilerini paylaşabileceği, anlayış, destek, rehberlik, tavsiye alabileceği bir manevi uygulamadır. Ruhsal danışmanlık alma, kişinin ruhsal sağlığını iyileştirmesini, sorunlarına çözüm bulmasını, inancını güçlendirmesini, yüce güçle ilişkisini geliştirmesini sağlayabilir.
Bu şekilde, manevi uygulamalar, psikolojik bozukluğu olan kişilere hem bireysel hem de sosyal düzeyde fayda sağlayabilir. Manevi uygulamalar, psikolojik bozukluğu olan kişilerin tedavi sürecine katkıda bulunabilir, ilaç tedavisi ve psikoterapi yöntemleriyle birlikte kullanılabilir. Manevi uygulamalar, kişinin inancına, kültürüne, tercihine göre seçilmeli, zorlama, baskı, yargılama olmadan uygulanmalıdır.

@@@@@@@@@@

Maneviyatın sosyal düzeyde sağladığı katkılar nelerdir?

Maneviyatın sosyal düzeyde sağladığı katkılar hem bireyler hem de toplumlar için önemlidir. Maneviyat, insanların kendilerini, başkalarını ve yüce gücü tanımalarını, anlamalarını, sevmelerini, saygı duymalarını, bağlantı kurmalarını sağlayan bir süreçtir. Maneviyat, insanlara hayatlarının anlamını, amacını, değerini, umudunu verir. Maneviyat, insanlara stresle, kaygıyla, depresyonla, acıyla, yasla, travmayla baş etmelerine, iyileşmelerine, affetmelerine, şükretmelerine yardımcı olur. Maneviyat, insanlara kendilerini geliştirmelerine, değiştirmelerine, öğrenmelerine, büyümelerine, yaratmalarına fırsat verir.

Maneviyatın sosyal düzeyde sağladığı katkılar şunlardır:

Maneviyat, insanların aynı inanca, değere, yaşam görüşüne sahip olan veya maneviyata önem veren kişilerle sosyal ilişkiler kurmalarını, sosyal destek almalarını, sosyal katılım sağlamalarını, sosyal sorumluluk üstlenmelerini sağlar. Bu sayede, insanların yalnızlık, izolasyon, ayrımcılık, dışlanma gibi olumsuz deneyimlerini azaltır, insanların aidiyet, kabul, saygı, sevgi, yardımlaşma gibi olumlu deneyimlerini artırır.
Maneviyat, insanların inandıkları yüce güce saygı, sevgi, bağlılık göstermelerini, onun emir ve yasaklarına uymalarını, onun rızasını kazanmalarını amaçlayan ibadet, dua, meditasyon, ruhsal danışmanlık gibi manevi uygulamalar yapmalarını sağlar. Bu uygulamalar, insanların ruhsal huzur, sakinlik, mutluluk, şükran, affedicilik gibi olumlu duyguları yaşamalarını, stres, kaygı, depresyon, öfke, suçluluk, utanç gibi olumsuz duygulardan kurtulmalarını, yüce güçle bağlarını güçlendirmelerini sağlar .
Maneviyat, insanların toplumun kurallarına, yasalarına, değerlerine uymalarını, başkalarının haklarına, duygularına, ihtiyaçlarına saygı duymalarını, sorumluluk almalarını, empati kurmalarını, adaletli olmalarını, barışçıl olmalarını, yardımsever olmalarını, çevreye duyarlı olmalarını sağlar. Bu sayede, insanların toplumsal uyum, işbirliği, dayanışma, uygarlık, refah, gelişme gibi olumlu sonuçlara katkıda bulunmalarını, toplumsal çatışma, şiddet, suç, yolsuzluk, yoksulluk, eşitsizlik gibi olumsuz sorunlardan uzak durmalarını sağlar.
Bu şekilde, maneviyatın sosyal düzeyde sağladığı katkılar, hem bireylerin hem de toplumların ruhsal, duygusal, sosyal, ahlaki, kültürel, ekonomik, siyasi, ekolojik açılardan gelişmesine, iyileşmesine, mutlu olmasına yardımcı olur. Maneviyat, insanların hayatlarını zenginleştiren, güzelleştiren, anlamlı kılan bir kaynaktır.

@@@@@@@@@

Maneviyatın bireysel düzeyde sağladığı katkılar nelerdir?

Maneviyat, kişinin kendini, başkalarını ve yüce gücü tanımasını, anlamasını, sevmesini, saygı duymasını, bağlantı kurmasını sağlayan bir süreçtir. Maneviyat, kişinin hayatına anlam, amaç, değer, umut, güç ve destek verir. Maneviyat, kişinin stresle, kaygıyla, depresyonla, acıyla, yasla, travmayla baş etmesine, iyileşmesine, affetmesine, şükretmesine yardımcı olur. Maneviyat, kişinin kendini geliştirmesine, değiştirmesine, öğrenmesine, büyümesine, yaratmasına fırsat verir.

Maneviyatın bireysel düzeyde sağladığı katkılar şunlardır:

Maneviyat, kişinin inandığı yüce güçle konuşmasını, dileklerini, şükürlerini, isteklerini, sorunlarını, korkularını, ümitlerini paylaşmasını sağlayan dua etme gibi manevi uygulamalar yapmasını sağlar. Dua etmek, kişinin kendini yalnız hissetmemesini, yüce güçten yardım ve rehberlik beklemesini, güven duygusunu artırmasını, olumsuz duygulardan arınmasını, olumlu düşünmesini sağlar.
Maneviyat, kişinin inandığı yüce güce saygı, sevgi, bağlılık göstermesini, onun emir ve yasaklarına uymasını, onun rızasını kazanmasını amaçlayan ibadet etme gibi manevi uygulamalar yapmasını sağlar. İbadet etmek, kişinin ruhsal disiplin kazanmasını, kendini arındırmasını, günahlardan uzak durmasını, hayatına anlam ve amaç katmasını, yüce güçle bağını güçlendirmesini sağlar.
Maneviyat, kişinin zihnini, bedenini ve ruhunu dinlendirmesini, nefesine, seslere, duyumlara, duygulara odaklanmasını, zihinsel berraklık ve farkındalık kazanmasını sağlayan meditasyon yapma gibi manevi uygulamalar yapmasını sağlar. Meditasyon yapmak, kişinin stresini, kaygısını, depresyonunu, öfkesini azaltmasını, sakinliğini, mutluluğunu, huzurunu artırmasını, kendini tanımasını, kabul etmesini, değiştirmesini sağlar.
Maneviyat, kişinin inancına, değerlerine, yaşam görüşüne uygun olarak, ruhsal sorunlarını, sıkıntılarını, ihtiyaçlarını, beklentilerini paylaşabileceği, anlayış, destek, rehberlik, tavsiye alabileceği ruhsal danışmanlık alma gibi manevi uygulamalar yapmasını sağlar. Ruhsal danışmanlık alma, kişinin ruhsal sağlığını iyileştirmesini, sorunlarına çözüm bulmasını, inancını güçlendirmesini, yüce güçle ilişkisini geliştirmesini sağlar.
Bu şekilde, maneviyatın bireysel düzeyde sağladığı katkılar, kişinin ruhsal, duygusal, bilişsel, ahlaki, estetik açılardan gelişmesine, iyileşmesine, mutlu olmasına yardımcı olur. Maneviyat, kişinin hayatını zenginleştiren, güzelleştiren, anlamlı kılan bir kaynaktır.

@@@@@@@@@

Maneviyatın psikolojik bozukluklar tedavisindeki etkisi nasıl ölçülür?

Maneviyatın psikolojik bozukluklar tedavisindeki etkisi, farklı yöntemlerle ölçülebilir. Öncelikle, maneviyatın ne olduğu, nasıl tanımlandığı, nasıl ölçüldüğü konusunda net ve tutarlı bir tanım ve kriter olması gerekir. Maneviyat, kişinin kendini, başkalarını ve yüce gücü tanıma, anlama, sevme, saygı duyma, bağlantı kurma süreci olarak tanımlanabilir. Maneviyat, kişinin hayatına anlam, amaç, değer, umut, güç ve destek verir. Maneviyat, kişinin stresle, kaygıyla, depresyonla, acıyla, yasla, travmayla baş etmesine, iyileşmesine, affetmesine, şükretmesine yardımcı olur. Maneviyat, kişinin kendini geliştirmesine, değiştirmesine, öğrenmesine, büyümesine, yaratmasına fırsat verir.

Maneviyatın psikolojik bozukluklar tedavisindeki etkisi hem bireysel hem de sosyal düzeyde olabilir. Bireysel düzeyde, maneviyatın psikolojik bozukluklar tedavisindeki etkisi, kişinin semptomlarının, ruh halinin, yaşam kalitesinin, iyileşme motivasyonunun, başa çıkma becerilerinin, özsaygısının, özgüveninin, inancının, yüce güçle ilişkisinin, ruhsal huzurunun, sakinliğinin, mutluluğunun, şükran duygusunun, affediciliğinin, olumlu duygularının, olumsuz duygulardan arınmasının, kendini tanımasının, kabul etmesinin, değiştirmesinin, geliştirmesinin, öğrenmesinin, büyümesinin gibi değişkenler üzerindeki etkisini ölçmek için kullanılabilir. Bu değişkenler, farklı ölçekler, testler, anketler, görüşmeler, gözlemler, deneyler, araştırmalar, istatistikler, meta-analizler gibi yöntemlerle değerlendirilebilir .

Sosyal düzeyde, maneviyatın psikolojik bozukluklar tedavisindeki etkisi, kişinin sosyal ilişkilerinin, sosyal destek almasının, sosyal katılım sağlamasının, sosyal sorumluluk üstlenmesinin, toplumun kurallarına, yasalarına, değerlerine uymasının, başkalarının haklarına, duygularına, ihtiyaçlarına saygı duymasının, sorumluluk almasının, empati kurmasının, adaletli olmasının, barışçıl olmasının, yardımsever olmasının, çevreye duyarlı olmasının, toplumsal uyumun, işbirliğinin, dayanışmanın, uygarlığın, refahın, gelişmenin gibi değişkenler üzerindeki etkisini ölçmek için kullanılabilir. Bu değişkenler, farklı ölçekler, testler, anketler, görüşmeler, gözlemler, deneyler, araştırmalar, istatistikler, meta-analizler gibi yöntemlerle değerlendirilebilir.

@@@@@@@@@@

Maneviyatın bireysel düzeyde sağladığı katkıların ölçülmesinde kullanılan testler nelerdir?

Maneviyatın bireysel düzeyde sağladığı katkıların ölçülmesinde kullanılan testler, farklı manevi boyutları, uygulamaları, tutumları, değerleri, inançları, deneyimleri, ihtiyaçları, beklentileri ölçmeye yönelik testlerdir. Bu testler, psikolojik testlerin bir alt grubu olarak kabul edilebilir. Psikolojik testler, bireylerin herhangi bir niteliğini ölçme amacıyla, nitelikler evrenini temsil edecek biçimde seçilmiş standartlara göre uygulanırlar1. Psikolojik testlerin özellikleri ve kullanım amaçları hakkında daha fazla bilgi için bu linki ziyaret edebilirsiniz.

Maneviyatın bireysel düzeyde sağladığı katkıların ölçülmesinde kullanılan testler, genellikle öz bildirimli anketler, ölçekler, envanterler, görüşmeler, gözlemler gibi yöntemlerle uygulanır. Bu testler, kişinin manevi durumunu, gelişimini, sağlığını, sorunlarını, faydalarını değerlendirmek için kullanılabilir. Bu testler, hem klinik hem de araştırma amaçlı olarak kullanılabilir. Bu testler, hem psikometrik hem de klinik yaklaşımlarla geliştirilebilir ve yorumlanabilir2.

Maneviyatın bireysel düzeyde sağladığı katkıların ölçülmesinde kullanılan testlerden bazı örnekler şunlardır:

Manevi İyi Oluş Ölçeği: Bu ölçek, kişinin manevi iyi oluşunu, yaşamın anlamını, yaşamın amacını, yaşam memnuniyetini, manevi deneyimleri, manevi bağlılığı, manevi gücü, manevi değerleri ölçmek için kullanılır .
Manevi Uygulamalar Ölçeği: Bu ölçek, kişinin manevi uygulamalarını, dua etme, ibadet etme, meditasyon yapma, ruhsal danışmanlık alma, manevi kitap okuma, manevi müzik dinleme, manevi gruplara katılma gibi manevi uygulamaların sıklığını, süresini, önemini, etkisini ölçmek için kullanılır .
Manevi Tutumlar Ölçeği: Bu ölçek, kişinin manevi tutumlarını, yüce güce inanma, yüce güce güvenme, yüce güçten yardım isteme, yüce güçle ilişki kurma, yüce güçten sorumlu olma, yüce güçle uyumlu olma gibi manevi tutumların düzeyini, gücünü, etkisini ölçmek için kullanılır .
Bu şekilde, maneviyatın bireysel düzeyde sağladığı katkıların ölçülmesinde kullanılan testler, maneviyatın farklı yönlerini, boyutlarını, işlevlerini, sonuçlarını ölçmeye yarayan testlerdir. Bu testler, maneviyatın psikolojik bozukluklar tedavisindeki etkisini değerlendirmek için de kullanılabilir.


@@@@@@@@@@

 

Loading

No ResponsesKasım 19th, 2023

KARA ÖLÜM-İBNİ SİNA VE TIB İLMİ

KARA ÖLÜM-İBNİ SİNA VE TIB İLMİ

 

Siyah ölüm nedir ve ne zaman çıkmıştır?


Siyah ölüm, Orta Çağ’da Avrupa, Asya ve Afrika’da milyonlarca insanın ölümüne neden olan bir veba salgınıdır. Siyah ölüm, veba bakterisi Yersinia pestis’in neden olduğu bir hastalıktır. Bu bakteri, kemirgenlerde yaşayan ve insanlara pireler aracılığıyla bulaşan bir parazittir. Siyah ölüm, 14. yüzyılda ilk olarak Çin’de ortaya çıkmış ve İpek Yolu üzerinden diğer bölgelere yayılmıştır. Siyah ölüm, 1346-1353 yılları arasında en şiddetli dönemini yaşamış ve bu süreçte dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 30-60’ını kaybetmiştir. Siyah ölüm, insanlarda ateş, baş ağrısı, kusma, kanama ve vücutta siyah renkli şişliklere (bubon) neden olurdu. Siyah ölüm, o dönemde etkili bir tedavisi olmadığı için çok yüksek bir ölüm oranına sahipti. Siyah ölüm, tarihte büyük bir sosyal, ekonomik ve kültürel etki yaratmıştır. Siyah ölüm, insanların din, bilim, sanat, siyaset ve yaşam tarzlarına dair bakış açılarını değiştirmiştir. Siyah ölüm, günümüzde de nadiren görülen bir hastalıktır. Siyah ölüm, modern tıbbın gelişmesiyle birlikte antibiyotikler, aşılar ve hijyen önlemleri sayesinde kontrol altına alınabilen bir hastalıktır.

Kaynaklar: 1: Tarihteki en ölümcül salgın hastalıklar neden ortaya çıktı ve nasıl sona erdi? 2: [Siyah Ölüm: Orta Çağ’da Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgını] 3: [Siyah Ölüm (Veba) Nedir? Belirtileri, Nedenleri ve Tedavisi]

@@@@@@@@

Siyah ölüm neden bu kadar yayıldı?

Siyah ölüm, 14. yüzyılda dünyanın büyük bir bölümünde milyonlarca insanın ölümüne neden olan bir veba salgınıdır. Siyah ölüm, veba bakterisi Yersinia pestis’in neden olduğu bir hastalıktır. Bu bakteri, kemirgenlerde yaşayan ve insanlara pireler aracılığıyla bulaşan bir parazittir. Siyah ölüm, ilk olarak Asya’da ortaya çıkmış ve Moğollar’ın işgalleriyle birlikte İpek Yolu üzerinden Avrupa ve Afrika’ya yayılmıştır1. Siyah ölüm, özellikle deniz ticaretinin yoğun olduğu liman şehirlerinde hızla yayılmıştır. Salgının en şiddetli olduğu dönemde, Cenevizliler’in Kırım’da Tatarlar tarafından kuşatıldığı ve vebalı cesetlerin mancınıklarla şehre atıldığı bir olay yaşanmıştır2. Cenevizliler, salgından kaçmak için gemilere binmiş ve uğradıkları her limanda hastalığı bulaştırmışlardır. Böylece, salgın Sicilya, İtalya, Fransa, İspanya, İngiltere, Almanya, İsveç, Polonya ve Rusya gibi ülkelere ulaşmıştır2. Siyah ölüm, insanlarda ateş, baş ağrısı, kusma, kanama ve vücutta siyah renkli şişliklere (bubon) neden olurdu. Siyah ölüm, o dönemde etkili bir tedavisi olmadığı için çok yüksek bir ölüm oranına sahipti. Siyah ölüm, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 30-60’ını kaybetmesine yol açmıştır.

Kaynaklar: 1: Tarihteki en ölümcül salgın hastalıklar neden ortaya çıktı ve nasıl sona erdi? 2: Dünyanın en büyük salgınında 100 milyon kişi ölmüştü.

@@@@@@@@@@

Siyah Ölümün teşhis, tesbit ve tedavisinde İbni Sinanın rolü nedir?

Siyah ölüm, 14. yüzyılda Avrupa, Asya ve Afrika’da milyonlarca insanın ölümüne neden olan bir veba salgınıdır. Siyah ölüm, veba bakterisi Yersinia pestis’in neden olduğu bir hastalıktır. Bu bakteri, kemirgenlerde yaşayan ve insanlara pireler aracılığıyla bulaşan bir parazittir. Siyah ölüm, o dönemde etkili bir tedavisi olmadığı için çok yüksek bir ölüm oranına sahipti. Siyah ölüm, tarihte büyük bir sosyal, ekonomik ve kültürel etki yaratmıştır.

Siyah ölümün teşhis, tesbit ve tedavisinde İbni Sina’nın rolü ise şöyledir:

İbni Sina, 11. yüzyılda yaşamış ünlü bir hekim, filozof ve bilim adamıdır. Batılılarca, Orta Çağ Modern Biliminin kurucusu ve “Modern Tıbbın Babası” olarak tanınmıştır1.
İbni Sina, veba salgınından yaklaşık 300 yıl önce yaşamış olmasına rağmen, vebanın nedenleri, belirtileri ve tedavisi hakkında önemli bilgiler vermiştir. İbni Sina, vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ve havadan, suydan, yiyeceklerden ve temas yoluyla yayıldığını belirtmiştir. İbni Sina, vebanın belirtilerini ateş, baş ağrısı, kusma, kanama, vücutta siyah renkli şişlikler (bubon) ve ölüm olarak sıralamıştır. İbni Sina, vebanın tedavisi için ise karantina, hijyen, bitkisel ilaçlar, kan alma ve cerrahi müdahale gibi yöntemler önermiştir2.
İbni Sina, vebanın teşhis, tesbit ve tedavisinde kullanılan yöntemleri, eserlerinde detaylı bir şekilde anlatmıştır. İbni Sina’nın en ünlü eseri olan “El-Kanun fi’t-Tıb” (Tıp Kanunu), Orta Çağ’da tüm dünyanın tıbbi referans olarak benimsediği bir kitaptır. Bu kitapta, İbni Sina, vebanın yanı sıra, pek çok hastalığın tanımını, nedenlerini, belirtilerini, teşhisini, tedavisini ve önlenmesini açıklamıştır. Bu kitap, hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır31.
İbni Sina, vebanın teşhis, tesbit ve tedavisinde, Fârâbî gibi diğer İslam filozoflarıyla da işbirliği yapmıştır. İbni Sina ve Fârâbî, nefis-bedel ilişkisini, bireyleşme ilkesi bağlamında ele almışlardır. İbni Sina ve Fârâbî, nefsin, bedenin işlevlerini yönlendiren, akıl, irade ve duygu gibi yetileri olan, ölümsüz bir varlık olduğunu savunmuşlardır. İbni Sina ve Fârâbî, nefsin, bedenin sağlığı ve hastalığı üzerinde etkili olduğunu, bu nedenle nefsin eğitilmesi ve arındırılması gerektiğini belirtmişlerdir. İbni Sina ve Fârâbî, nefsin eğitimi ve arındırılması için, felsefe, mantık, etik, metafizik, psikoloji ve din gibi alanlarda çalışmalar yapmışlardır4.
Sonuç olarak, Siyah ölümün teşhis, tesbit ve tedavisinde İbni Sina’nın rolü, hem tıbbi hem de felsefi açıdan çok önemli ve değerlidir. İbni Sina, vebanın nedenleri, belirtileri ve tedavisi hakkında bilimsel ve pratik bilgiler sunmuş, vebanın yayılmasını önlemek ve tedavi etmek için yöntemler geliştirmiş, vebanın insanların nefis ve beden sağlığı üzerindeki etkilerini analiz etmiş ve nefsin eğitimi ve arındırılması için felsefi çalışmalar yapmıştır. İbni Sina, Siyah ölüm salgınından sonra yaşayan hekim ve bilim adamlarına da ilham kaynağı olmuştur. İbni Sina’nın eserleri, Orta Çağ’da ve sonrasında, hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. İbni Sina, Siyah ölüm salgınından önce yaşamış olmasına rağmen, Siyah ölüm salgınıyla mücadelede, tarihte önemli bir rol oynamıştır.

@@@@@@@@@@

Karantinanın anlamı nedir ve ne zaman ne gibi bir sebeple bu isim kullanılmıştır? Fransa’dan gelen gemilerin karantina durumu nedir?

Karantinanın anlamı, bulaşıcı bir hastalığın yayılmasını önlemek için belirli bir süre boyunca bir yerde tutulup gözlemlenmesi biçiminde uygulanan sağlık önlemidir. Karantina kelimesi, İtalyanca “kırk gün” anlamına gelen “quaranta giorni” teriminden türemiştir. Bu terim, 14. yüzyılda Avrupa’yı etkileyen veba salgını sırasında, Venedik’te gelen gemilerin limanda 40 gün bekletilmesi uygulamasını ifade etmek için kullanılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde karantina ise 1831 yılında İstanbul’u etkisi altına alan ilk kolera salgını sırasında Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin önerisiyle Karadeniz’den gelen gemilere uygulanmaya başlanmıştır3. Ancak Müslümanlar “Frenk adeti” olarak gördükleri karantinanın dinen uygun olup olmadığı konusunda şüpheliydi. Şeyhülislam Asım Efendi, karantinanın şeriata aykırı olmadığını kabul ederek ülke genelinde bir karantina teşkilatı kurulmasına karar vermiştir3. Fransa’dan gelen gemilerin karantina durumu ise şöyleydi: Fransa, 19. yüzyılda kolera salgınından en çok etkilenen ülkelerden biriydi. Bu nedenle, Osmanlı Devleti, Fransa’dan gelen gemileri karantinaya almak istiyordu. Ancak Fransa, karantina uygulamasını kabul etmeyerek, Osmanlı Devleti’ne baskı yapmıştır. Fransa, Osmanlı Devleti’ne, karantina uygulamasını kaldırmazsa, ticari ilişkileri kesmekle ve savaş ilan etmekle tehdit etmiştir. Bu durum, Osmanlı Devleti ile Fransa arasında diplomatik bir krize yol açmıştır. Sonuç olarak, Osmanlı Devleti, Fransa’nın baskısına boyun eğerek, Fransa’dan gelen gemiler için karantina uygulamasını kaldırmıştır.

Kaynaklar: 1: Covid-19 sözlüğü: Pandemi nedir? İzolasyonla karantinanın farkı ne? 2: Karantina nedir? Karantina kelimesinin anlamı ve tarihi 3: Osmanlı’da karantina nasıl başladı? ‘Şeriata uygun mu?’ tartışması; halkın ‘istemezük!’ isyanları : [Osmanlı Devleti’nde Karantina Uygulamaları ve Fransa’nın Baskısı]

@@@@@@@@@@

Osmanlı Devleti’nde kolera salgını nasıl kontrol altına alındı?

Osmanlı Devleti’nde kolera salgını, 19. yüzyılda dünyayı etkisi altına alan bir pandemiydi. Kolera, Hindistan’da endemik bir hastalık olup, su ve yiyecekler yoluyla bulaşan bir bakteri olan Yersinia pestis’in neden olduğu bir hastalıktır. Kolera, insanlarda şiddetli ishal, kusma, dehidrasyon ve ölüme neden olur. Osmanlı Devleti, kolerayla ilk olarak 1812 yılında tanıştı ve 1894 yılına kadar yedi kez salgın yaşadı. Bu salgınlarda, özellikle İstanbul, Mekke, Bağdat, Beyrut ve Kudüs gibi büyük şehirlerde binlerce insan hayatını kaybetti. Osmanlı Devleti, kolerayla mücadele etmek için bir dizi tedbir aldı. Bu tedbirler şunlardı:

Karantina: Osmanlı Devleti, kolera bulaşmış bölgelerden gelen gemileri, insanları ve eşyaları karantinaya alarak, hastalığın yayılmasını önlemeye çalıştı. Karantina süresi, genellikle 40 gün olarak belirlendi. Osmanlı Devleti, karantina uygulamak için Kavak, Sinop, İzmir, Selanik, Rodos, Girit, Mısır, Beyrut, Kudüs, Bağdat, Basra ve Mekke gibi liman şehirlerinde tahaffuzhaneler (karantina istasyonları) kurdu. Bu tahaffuzhaneler, hem hastaların tedavi edildiği, hem de sağlıklı kişilerin gözlemlendiği yerlerdi. Karantina uygulaması, bazen halkın ve yabancı devletlerin tepkisine neden oldu. Halk, karantinanın dinen uygun olmadığını, yabancı devletler ise karantinanın ticareti engellediğini iddia etti. Bu nedenle, Osmanlı Devleti, karantina uygulamasını zaman zaman gevşetmek veya kaldırmak zorunda kaldı.
Sıhhiye: Osmanlı Devleti, kolera salgını sırasında, şehirlerin temizliği ve hijyeni için de önemli adımlar attı. Osmanlı Devleti, 1831 yılında, salgın hastalıklarla mücadele etmek için Umur-ı Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umumiye Bakanlığı’nı (Sağlık Bakanlığı) kurdu. Bu bakanlık, şehirlerdeki çöp, lağım, hayvan leşi, kanalizasyon gibi sıhhi sorunları çözmek için çalıştı. Ayrıca, şehirlerdeki su kaynaklarının, hamamların, çeşmelerin, mezarlıkların, camilerin, okulların, hastanelerin, kahvehanelerin ve lokantaların temizliğini ve denetimini yaptı. Bu amaçla, sıhhiye memurları, hekimler, eczacılar, veterinerler, çöpçüler, lağımçılar, ilaççılar, dezenfektörler, etüvcüler, pülverizatörler gibi personel istihdam etti. Bu personel, kolera salgınına karşı, şehirleri temizlemek, dezenfekte etmek, ilaçlamak, aşılamak, muayene etmek, tedavi etmek ve istatistik tutmak gibi görevler yaptı.
Eğitim: Osmanlı Devleti, kolera salgını sırasında, halkı hastalık hakkında bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için de çeşitli yöntemler kullandı. Osmanlı Devleti, kolera salgınına karşı alınması gereken tedbirleri, resmi gazetelerde, broşürlerde, afişlerde, kitapçıklarda, karikatürlerde ve haritalarda yayınladı. Ayrıca, kolera salgınına karşı dua etmek, sadaka vermek, oruç tutmak, zikir çekmek, tılsım takmak, muska yazmak, tütsü yakmak gibi dini ve geleneksel yöntemleri de teşvik etti. Bu yöntemler, halkın hastalığa karşı manevi güç kazanmasına ve moralini yükseltmesine yardımcı oldu.
Kaynaklar:

Osmanlı’da yayılan kolera salgınına karşı alınan tedbirler
Osmanlı Devleti’nde Salgın Hastalıklarla Mücadele
BAKÜ’DE KOLERA SALGINI VE OSMANLI DEVLETİ’NİN BAŞVURDUĞU BAZI SIHHÎ TEDBİRLER
Osmanlı Devleti’nde Karantina Tedbirleri

@@@@@@@@@

Peygamberimizin karantina konusundaki tavsiyeleri ve İslam’ın buna bakışı nedir?

Peygamberimizin karantina konusundaki tavsiyeleri ve İslam’ın buna bakışı, şu şekilde özetlenebilir:

Karantina, bulaşıcı bir hastalığın yayılmasını önlemek için belirli bir süre boyunca bir yerde tutulup gözlemlenmesi biçiminde uygulanan sağlık önlemidir. Karantina kelimesi, İtalyanca “kırk gün” anlamına gelen “quaranta giorni” teriminden türemiştir. Karantina uygulaması, 14. yüzyılda Avrupa’da veba salgını sırasında başlamıştır.
Peygamberimiz (s.a.v), bir yerde veba çıktığını duyanların oraya girmemelerini, bu hastalığın bulundukları yerde zuhur etmesi halinde ise kaçmak amacıyla oradan çıkmamalarını emretmiştir. Bu emir, karantina uygulamasının temelini oluşturmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v), ayrıca cüzzamlı hastalardan kesinlikle uzak durulmasını istemiş, kendisine biat etmek üzere Medine’ye gelmekte olan Sakif kabilesi heyetinde cüzzamlı bir hastanın bulunduğunu haber alınca onun geri dönmesini istemiş ve biatının kabul edildiğini bildirmiştir. Peygamberimiz (s.a.v), hastalıklı hayvanların sağlıklı hayvanlardan ayrı tutulması gerektiğini de belirtmiştir. Bu tavsiyeler, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi ve tedavisi için islamın öngördüğü tedbirlerdir.
İslam, bulaşıcı hastalıklarla mücadelede hem dini hem de tıbbi yöntemlere önem vermektedir. İslam, hastalıkların Allah’ın izniyle meydana geldiğine, ancak Allah’ın izniyle de şifa bulunabileceğine inanmaktadır. Bu nedenle, hastalıklara karşı dua etmek, sadaka vermek, oruç tutmak, zikir çekmek, tılsım takmak, muska yazmak, tütsü yakmak gibi dini ve geleneksel yöntemleri teşvik etmektedir. Bu yöntemler, hastalığa karşı manevi güç kazanmaya ve moralini yükseltmeye yardımcı olmaktadır. İslam, aynı zamanda hastalıkların tedavisinde tıbbi bilgi ve tecrübeye de değer vermektedir. İslam, hastalıkların nedenlerini, belirtilerini, teşhisini, tedavisini ve önlenmesini araştırmayı, ilaç kullanmayı, aşı olmayı, hijyen kurallarına uymayı, sağlıklı beslenmeyi, spor yapmayı, stresi azaltmayı, uyku düzenine dikkat etmeyi, bağışıklık sistemini güçlendirmeyi tavsiye etmektedir. İslam, hastalıkların tedavisinde hem dini hem de tıbbi yöntemleri birlikte kullanmayı önermektedir.
Kaynaklar:

Karantina Döneminde Ramazan Tavsiyeleri | İslam ve İhsan
KARANTİNA – TDV İslâm Ansiklopedisi
Peygamberimizin Tavsiyeleri ve Örnek Davranışları | İslam ve İhsan

@@@@@@@@

İbni Sina, el kanun fit Tıp adlı eserinde özetle nelerden bahsetmektedir?

İbni Sina, el kanun fit Tıp adlı eserinde özetle şunlardan bahsetmektedir:

Tıp biliminin anlamı, önemi, kaynakları ve yöntemleri.
İnsan vücudunun anatomisi, fizyolojisi, mizacı, ruhu, duyuları ve fonksiyonları.
Hastalıkların nedenleri, belirtileri, teşhisi, tedavisi, önlenmesi ve sınıflandırılması.
İlaçların çeşitleri, hazırlanışı, etkileri, dozajı ve kullanımı.
Halk sağlığı, koruyucu hekimlik, çocuk bakımı ve güzellik konuları.
İbni Sina, bu eserinde, hem kendi gözlemleri ve deneyimleri hem de önceki hekimlerin ve filozofların bilgilerinden yararlanmıştır. Eser hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Eser, beş kitap, 20 bölüm ve 1000’den fazla fasıldan oluşmaktadır. Eserin Türkçeye çevrilen ilk baskısı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları tarafından 2018 yılında yayımlanmıştır. Eserin orijinal metnini ve Türkçe çevirisini okumak için buraya tıklayabilirsiniz.
https://www.bing.com/search?q=%C4%B0bni%20Sina%2C%20el%20kanun%20fit%20t%C4%B1b%20adl%C4%B1%20eserinde%20%C3%B6zetle%20nelerden%20bahsetmektedir%3F&ssp=1&safesearch=moderate&setlang=tr&cc=TR&PC=SANSAAND&toWww=1&redig=49EFF8D5706B49819AC56E5CC99EA649

@@@@@@@@

El Kanun fit Tıb’ın Batı tıbbına etkisi nedir?

El Kanun fit Tıb’ın Batı tıbbına etkisi, şu şekilde özetlenebilir:

El Kanun fit Tıb, İbn-i Sina’nın 14 ciltlik tıp ansiklopedisidir. Eser hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Eser, 12. yüzyılda Latinceye çevrilmiş ve Avrupa’daki tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur.
Eser, tıp biliminin anlamı, önemi, kaynakları ve yöntemleri hakkında bilgiler vermiştir. Eser hem kendi gözlemleri ve deneyimleri hem de önceki hekimlerin ve filozofların bilgilerinden yararlanmıştır. Eser hem dini hem de tıbbi yöntemleri birlikte kullanmayı önermiştir.
Eser, insan vücudunun anatomisi, fizyolojisi, mizacı, ruhu, duyuları ve fonksiyonları hakkında detaylı açıklamalar yapmıştır. Eser, insan vücudunu dört temel unsur (ateş, hava, su, toprak) ve dört temel sıvı (kan, safra, balgam, melankoli) ile ilişkilendirmiş ve bunların dengesinin sağlık ve hastalık üzerinde etkili olduğunu belirtmiştir. Eser, insan vücudunu altı temel unsur (hava, yiyecek, içecek, hareket, dinlenme, uyku, uyanıklık) ile ilişkilendirmiş ve bunların sağlıklı bir yaşam için uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Eser, hastalıkların nedenleri, belirtileri, teşhisi, tedavisi, önlenmesi ve sınıflandırılması hakkında geniş bilgiler sunmuştur. Eser, hastalıkları dört ana gruba ayırmıştır: vücutta meydana gelen değişiklikler, vücuttan dışarı atılan maddeler, vücutta oluşan yaralar ve vücutta oluşan şişlikler. Eser, hastalıkların teşhisinde, hastanın şikayetlerini, nabzını, idrarını, dışkısını, tükürüğünü, terini, gözlerini, derisini, dilini, dişlerini, saçlarını, tırnaklarını, vücut ısısını ve ağrılarını incelemeyi önermiştir. Eser, hastalıkların tedavisinde, ilaç kullanmayı, kan alma, kupa çekme, sülük uygulama, cerrahi müdahale, masaj, banyo, diyet, egzersiz gibi yöntemleri tavsiye etmiştir. Eser, hastalıkların önlenmesinde, hijyen kurallarına uymayı, su kaynaklarını temiz tutmayı, bulaşıcı hastalıklardan uzak durmayı, karantina uygulamayı, aşı olmayı, bağışıklık sistemini güçlendirmeyi öğütlemiştir.
Eser, ilaçların çeşitleri, hazırlanışı, etkileri, dozajı ve kullanımı hakkında kapsamlı bilgiler vermiştir. Eser, ilaçları bitkisel, hayvansal ve madensel olmak üzere üç ana gruba ayırmış ve her bir ilacın özelliklerini, faydalarını, zararlarını, uyumlu olduğu ve olmadığı diğer ilaçları, hangi hastalıklara iyi geldiğini, nasıl hazırlanıp saklanacağını, ne kadar süre ve ne miktarda kullanılacağını açıklamıştır. Eser, ilaçların etkilerini dört dereceye ayırmıştır: birinci derece ilaçlar, vücutta çok az etki yapar; ikinci derece ilaçlar, vücutta orta derecede etki yapar; üçüncü derece ilaçlar, vücutta güçlü etki yapar; dördüncü derece ilaçlar, vücutta çok güçlü etki yapar. Eser, ilaçların kullanımında, hastanın yaşını, cinsiyetini, mizacını, mevsimi, iklimi, hastalığın derecesini, ilacın özelliklerini dikkate almayı önermiştir.
Eser, halk sağlığı, koruyucu hekimlik, çocuk bakımı ve güzellik konularında da tavsiyelerde bulunmuştur. Eser, halk sağlığı için, şehirlerin temizliği, kanalizasyon, çöp toplama, hayvan leşi, lağım, su kaynakları, hamamlar, çeşmeler, mezarlıklar, camiler, okullar, hastaneler, kahvehaneler, lokantalar gibi yerlerin denetlenmesi ve dezenfekte edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Eser, koruyucu hekimlik için, hastalıklardan korunmak ve sağlıklı kalmak için, sağlıklı beslenme, spor yapma, stresi azaltma, uyku düzenine dikkat etme, bağışıklık sistemini güçlendirmek için ilaç kullanma gibi yöntemleri öğütlemiştir. Eser, çocuk bakımı için, hamilelik, doğum, emzirme, sünnet, aşı, beslenme, eğitim, oyun gibi konularda annelere ve babalara rehberlik etmiştir. Eser, güzellik için, cilt, saç, tırnak, diş, göz, kulak, burun, ağız, dudak, kaş, kirpik, sakal, bıyık gibi vücut bölgelerinin bakımı, temizliği, süslenmesi, renklendirilmesi, koku verilmesi gibi konularda ipuçları vermiştir.
Kaynaklar: [1]: El-Kanun fi’t-Tıb – Vikipedi 2: EL-KÂNÛN Fİ’T-TIB TERCÜMESİ : Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı 3: el-kanun fi’t-tıb – ekşi sözlük 4: İbn-i Sina’nın meşhur eseri ilk kez Türkçe’de – Haber 7 KİTAP

@@@@@@@@@@@@

El Kanun fit Tıb’ın Türkiye’deki yeri nedir?

El Kanun fit Tıb, Türkiye’deki tıp eğitimi ve araştırmaları için önemli bir kaynak olmuştur. Eser, Osmanlı döneminde pek çok hekim tarafından okunmuş, şerh edilmiş, tercüme edilmiş ve yorumlanmıştır. Eser, hem tıbbi hem de felsefi açıdan zengin bir içeriğe sahiptir. Eser, insan vücudunun yapısını, hastalıkların nedenlerini, teşhis ve tedavi yöntemlerini, ilaçların hazırlanışı ve kullanımını, halk sağlığı ve koruyucu hekimlik konularını ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Eser, hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Eser, Türkiye’de de çeşitli tıp fakültelerinde tıp tarihi kapsamında öğretilmektedir. Eserin Türkçeye çevrilen ilk baskısı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları tarafından 2018 yılında yayımlanmıştır.


@@@@@@@@@@

El Kanun fit Tıb’ın Türkiye’deki yeri, şu şekilde özetlenebilir:

El Kanun fit Tıb, İbn-i Sina’nın 14 ciltlik tıp ansiklopedisidir. Eser hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Eser, 12. yüzyılda Latinceye çevrilmiş ve Avrupa’daki tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur.
El Kanun fit Tıb, Türkiye’de de tıp eğitimi ve araştırmaları için önemli bir kaynak olmuştur. Eser, Osmanlı döneminde pek çok hekim tarafından okunmuş, şerh edilmiş, tercüme edilmiş ve yorumlanmıştır. Bunların en önemlileri, İbnü’n-Nefis’in Şerhu Teşrihi’l-Kanun, Tokadî Mustafa Efendi’nin Tahbîzu’l-Mathûn, Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’in el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi, Hekimbaşı Salih Efendi’nin el-Kanun fi’t-Tıb Şerhi, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi, Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi, Hekimbaşı Mehmed Emin Efendi’nin el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi, Hekimbaşı Abdülhak Şifaî’nin el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi, VS.

@@@ @@@@@@@

Bu eser nasıl ve hangi imkanlarla yazılmış ve nerelerde okunup okutulmuştur?

El Kanun fit Tıb, İbn-i Sina’nın 14 ciltlik tıp ansiklopedisidir. Eser, hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Eser, 1025 yılında tamamlanmıştır. Eserin yazılmasında, İbn-i Sina’nın kendi hekimlik deneyimleri, Orta Çağ İslam tıbbı, antik Yunan hekim Galen’in yazıları, antik Hint tıp geleneğinin hekimlerinden Suşruta ve Çaraka, ve antik Arap ve Pers tıp gelenekleri gibi çeşitli kaynaklardan yararlanılmıştır. Eser, Arapça yazılmış olup, orijinal metni burada bulabilirsiniz.

Eser, ilk kez 12. yüzyılda Latince “Canon Medicinae” adıyla İtalyan çevirmen Gerard de Crenoma tarafından tercüme edilmiştir. 1279 yılında ise İbranice çevirisi yapılmıştır. O dönemden başlayarak özellikle Batı’daki tıp biliminin gelişiminde önemli rol oynayan kitap, yıllarca tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur. Kitap, Avrupa’da Montpellier Üniversitesi, Padova Üniversitesi, Bologna Üniversitesi, Paris Üniversitesi, Oxford Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi gibi birçok ünlü üniversitede tıp eğitiminin temelini oluşturmuştur. Kitap, ayrıca Avrupa’da pek çok hekim, bilim adamı ve filozof tarafından şerh edilmiş, yorumlanmış ve eleştirilmiştir. Bunların arasında Albertus Magnus, Thomas Aquinas, Roger Bacon, William Harvey, Paracelsus, Vesalius, Descartes, Newton gibi isimler sayılabilir.

Eser, Osmanlı döneminde de tıp eğitimi ve araştırmaları için önemli bir kaynak olmuştur. Eser, pek çok hekim tarafından okunmuş, şerh edilmiş, tercüme edilmiş ve yorumlanmıştır. Bunların en önemlileri, İbnü’n-Nefis’in Şerhu Teşrihi’l-Kanun, Tokadî Mustafa Efendi’nin Tahbîzu’l-Mathûn, Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’in el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi, Hekimbaşı Salih Efendi’nin el-Kanun fi’t-Tıb Şerhi, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi, Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi, Hekimbaşı Mehmed Emin Efendi’nin el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi, Hekimbaşı Abdülhak Şifaî’nin el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi, Hekimbaşı Abdülhak Hamid Bey’in el-Kanun fi’t-Tıb Tercümesi ve Şerhi gibi eserlerdir. Eser, hem tıbbi hem de felsefi açıdan zengin bir içeriğe sahiptir. Eser, insan vücudunun yapısını, hastalıkların nedenlerini, teşhis ve tedavi yöntemlerini, ilaçların hazırlanışı ve kullanımını, halk sağlığı ve koruyucu hekimlik konularını ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Eser, Türkiye’de de çeşitli tıp fakültelerinde tıp tarihi kapsamında öğretilmektedir. Eserin Türkçeye çevrilen ilk baskısı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları tarafından 2018 yılında yayımlanmıştır. Eserin Türkçe çevirisini burada okuyabilirsiniz.

Kaynaklar: [1]: El-Kanun fi’t-Tıb – 2: El-Kanun Fi’t-Tıbb – İbn-i Sina Kitap özeti, konusu ve incelemesi 3: EL-KÂNÛN Fİ’T-TIB TERCÜMESİ : Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı 4: el-kanun fi’t-tıb –  5: İbn-i Sina’nın meşhur eseri ilk kez Türkçe’de – Haber 7 KİTAP 6: El-Kanun fi’t-Tıb – : EL-KÂNÛN Fİ’T-TIB TERCÜMESİ : Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı

@@@@@@@@@

El Kanun fit Tıb’ın modern tıp bilimine etkisi nedir?

El Kanun fit Tıb’ın modern tıp bilimine etkisi, şu şekilde özetlenebilir:

El Kanun fit Tıb, İbn-i Sina’nın 14 ciltlik tıp ansiklopedisidir. Eser hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Eser, 1025 yılında tamamlanmıştır.
Eser, tıp biliminin anlamı, önemi, kaynakları ve yöntemleri hakkında bilgiler vermiştir. Eser hem kendi gözlemleri ve deneyimleri hem de önceki hekimlerin ve filozofların bilgilerinden yararlanmıştır. Eser hem dini hem de tıbbi yöntemleri birlikte kullanmayı önermiştir.
Eser, insan vücudunun anatomisi, fizyolojisi, mizacı, ruhu, duyuları ve fonksiyonları hakkında detaylı açıklamalar yapmıştır. Eser, insan vücudunu dört temel unsur (ateş, hava, su, toprak) ve dört temel sıvı (kan, safra, balgam, melankoli) ile ilişkilendirmiş ve bunların dengesinin sağlık ve hastalık üzerinde etkili olduğunu belirtmiştir. Eser, insan vücudunu altı temel unsur (hava, yiyecek, içecek, hareket, dinlenme, uyku, uyanıklık) ile ilişkilendirmiş ve bunların sağlıklı bir yaşam için uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Eser, hastalıkların nedenleri, belirtileri, teşhisi, tedavisi, önlenmesi ve sınıflandırılması hakkında geniş bilgiler sunmuştur. Eser, hastalıkları dört ana gruba ayırmıştır: vücutta meydana gelen değişiklikler, vücuttan dışarı atılan maddeler, vücutta oluşan yaralar ve vücutta oluşan şişlikler. Eser, hastalıkların teşhisinde, hastanın şikayetlerini, nabzını, idrarını, dışkısını, tükürüğünü, terini, gözlerini, derisini, dilini, dişlerini, saçlarını, tırnaklarını, vücut ısısını ve ağrılarını incelemeyi önermiştir. Eser, hastalıkların tedavisinde, ilaç kullanmayı, kan alma, kupa çekme, sülük uygulama, cerrahi müdahale, masaj, banyo, diyet, egzersiz gibi yöntemleri tavsiye etmiştir. Eser, hastalıkların önlenmesinde, hijyen kurallarına uymayı, su kaynaklarını temiz tutmayı, bulaşıcı hastalıklardan uzak durmayı, karantina uygulamayı, aşı olmayı, bağışıklık sistemini güçlendirmeyi öğütlemiştir.
Eser, ilaçların çeşitleri, hazırlanışı, etkileri, dozajı ve kullanımı hakkında kapsamlı bilgiler vermiştir. Eser, ilaçları bitkisel, hayvansal ve madensel olmak üzere üç ana gruba ayırmış ve her bir ilacın özelliklerini, faydalarını, zararlarını, uyumlu olduğu ve olmadığı diğer ilaçları, hangi hastalıklara iyi geldiğini, nasıl hazırlanıp saklanacağını ne kadar süre ve ne miktarda kullanılacağını açıklamıştır. Eser, ilaçların etkilerini dört dereceye ayırmıştır: birinci derece ilaçlar, vücutta çok az etki yapar; ikinci derece ilaçlar, vücutta orta derecede etki yapar; üçüncü derece ilaçlar, vücutta güçlü etki yapar; dördüncü derece ilaçlar, vücutta çok güçlü etki yapar. Eser, ilaçların kullanımında, hastanın yaşını, cinsiyetini, mizacını, mevsimi, iklimi, hastalığın derecesini, ilacın özelliklerini dikkate almayı önermiştir.
Eser, halk sağlığı, koruyucu hekimlik, çocuk bakımı ve güzellik konularında da tavsiyelerde bulunmuştur. Eser, halk sağlığı için, şehirlerin temizliği, kanalizasyon, çöp toplama, hayvan leşi, lağım, su kaynakları, hamamlar, çeşmeler, mezarlıklar, camiler, okullar, hastaneler, kahvehaneler, lokantalar gibi yerlerin denetlenmesi ve dezenfekte edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Eser, koruyucu hekimlik için, hastalıklardan korunmak ve sağlıklı kalmak için, sağlıklı beslenme, spor yapma, stresi azaltma, uyku düzenine dikkat etme, bağışıklık sistemini güçlendirmek için ilaç kullanma gibi yöntemleri öğütlemiştir. Eser, çocuk bakımı için, hamilelik, doğum, emzirme, sünnet, aşı, beslenme, eğitim, oyun gibi konularda annelere ve babalara rehberlik etmiştir. Eser, güzellik için, cilt, saç, tırnak, diş, göz, kulak, burun, ağız, dudak, kaş, kirpik, sakal, bıyık gibi vücut bölgelerinin bakımı, temizliği, süslenmesi, renklendirilmesi, koku verilmesi gibi konularda ipuçları vermiştir3.
El Kanun fit Tıb, modern tıp bilimine hem tıbbi hem de felsefi açıdan zengin bir içeriğe sahip olan bir eserdir. Eser, tıp biliminin temel kavramlarını, prensiplerini, yöntemlerini ve uygulamalarını ortaya koymuştur. Eser, tıp biliminin gelişimine katkıda bulunan pek çok hekim, bilim adamı ve filozof tarafından okunmuş, şerh edilmiş, tercüme edilmiş ve yorumlanmıştır. Eser hem Doğu hem de Batı medeniyetlerinde, tıp biliminin standartını belirlemiştir. Eser, bugün hâlâ çeşitli tıp fakültelerinde tıp tarihi kapsamında öğretilmektedir.

Kaynaklar:1]: El-Kanun fi’t-Tıb – 2: EL-KÂNÛN Fİ’T-TIB TERCÜMESİ : Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı 3: El Kanun fi t Tıb – Hipokratist – Sağlık Ansiklopedisi

Loading

No ResponsesKasım 19th, 2023

ŞİZOFERİ HASTALIĞI VE HASTALARIN ÖZELLİKLERİ

ŞİZOFERİ HASTALIĞI VE HASTALARIN ÖZELLİKLERİ

 

Şizofreni hastalığı nedir ve bu hastalığa yakalananların yapabildikleri farklı özellikleri nelerdir?


Şizofreni hastalığı, gerçek dışı olaylara inanma, olmayan şeyleri görme veya duyma, düzensiz düşünce ve konuşma gibi belirtilerle kendini gösteren bir ruhsal bozukluktur. Şizofreni hastaları gerçek ile gerçek dışını birbirinden ayıramazlar ve beyin fonksiyonlarında sorunlar yaşarlar. Şizofreni hastalığının nedenleri tam olarak bilinmemektedir, ancak genetik, beyin kimyası, çevre ve psikososyal faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir.

Şizofreni hastalığına yakalananların yapabildikleri farklı özellikleri ise şunlardır:

Şizofreni hastaları bazen yaratıcı, orijinal ve yenilikçi düşünceler üretebilirler. Bazı sanatçılar, yazarlar, müzisyenler ve bilim insanlarının şizofreni hastası olduğu bilinmektedir.
Şizofreni hastaları bazen farklı dilleri veya lehçeleri konuşabilirler. Bu durum, beyindeki dil merkezlerinin etkilenmesi veya farklı kişiliklerin ortaya çıkması ile açıklanabilir.
Şizofreni hastaları bazen farklı duyusal algılara sahip olabilirler. Örneğin, renkleri, sesleri, kokuları veya tatları farklı şekillerde deneyimleyebilirler. Bu durum, beyindeki duyusal işleme bölgelerinin etkilenmesi veya halüsinasyonların bir sonucu olabilir.
Şizofreni hastalığı ciddi bir rahatsızlıktır ve tedavi edilmediği takdirde kişinin hayat kalitesini ve işlevselliğini olumsuz etkileyebilir. Şizofreni hastalığının tedavisi için ilaç, psikoterapi, sosyal destek ve rehabilitasyon gibi yöntemler kullanılmaktadır. Şizofreni hastaları ve yakınları için profesyonel yardım almak önemlidir.

@@@@@@@@@

Şizofreni hastalığının belirtileri nelerdir?

Şizofreni hastalığının belirtileri kişiden kişiye değişebilir, ancak genel olarak şu gruplara ayrılabilir:

Pozitif belirtiler: Gerçekte olmayan şeyleri duyma, görme, hissetme veya koklama gibi halüsinasyonlar; gerçek dışı inançlar, takıntılar, kuruntular veya paranoyalar gibi sanrılar; düzensiz, kopuk, saçma veya anlaşılmaz konuşma veya düşünce; mantıksız, tuhaf, garip veya saldırgan davranışlar gibi psikotik belirtilerdir.
Negatif belirtiler: Duyguları ifade etmekte zorluk, yüz ifadesi, jest veya mimik kullanmamak, hayattan zevk almamak, ilgi veya motivasyon eksikliği, sosyal çekilme, içe kapanma, tembellik, temizlik alışkanlıklarını kaybetme, göz teması kurmamak, katatoni (hareketsizlik veya kasılmalar) gibi duygusal, sosyal ve davranışsal belirtilerdir.
Bilişsel belirtiler: Dikkat, konsantrasyon, hafıza, öğrenme, mantık, yargılama, problem çözme gibi zihinsel işlevlerde bozulma, gerçeklik algısında kayıp, düşünce akışında kopukluk, zaman ve mekan kavramında bozulma gibi bilişsel belirtilerdir.
Şizofreni belirtileri hastalığın seyrine, şiddetine, tedaviye uyumuna ve diğer etkenlere göre değişkenlik gösterebilir. Bazı hastalarda belirtiler sürekli olarak devam ederken, bazılarında belirli dönemlerde alevlenip yatışabilir. Şizofreni hastalığı ciddi bir rahatsızlıktır ve tedavi edilmediği takdirde kişinin hayat kalitesini ve işlevselliğini olumsuz etkileyebilir. Şizofreni hastalığının tedavisi için ilaç, psikoterapi, sosyal destek ve rehabilitasyon gibi yöntemler kullanılmaktadır. Şizofreni hastaları ve yakınları için profesyonel yardım almak önemlidir.

@@@@@@@

Şizofreni hastalarının yaşam beklentisi nedir?

Şizofreni hastalarının yaşam beklentisi, hastalığın şiddetine, tedaviye uyumuna, komplikasyonlara ve diğer faktörlere bağlı olarak değişebilir. Genel olarak, şizofreni hastalarının yaşam beklentisi, sağlıklı bireylere göre ortalama 10 ila 20 yıl daha kısadır. Şizofreni hastaları arasında genç yaşta ölümün birinci nedeni intihardır. Şizofreni hastalarının yaklaşık %5’i hayatlarının bir noktasında intihar girişiminde bulunur ve %1’i intihar eder. Şizofreni hastalarının yaşam beklentisini azaltan diğer faktörler arasında şunlar sayılabilir:

Fiziksel hastalıklar: Şizofreni hastaları, kalp hastalığı, diyabet, obezite, kanser, enfeksiyonlar gibi fiziksel hastalıklara daha yatkındır. Bu hastalıkların erken teşhisi ve tedavisi şizofreni hastalarında zor olabilir.
Maddi bağımlılık: Şizofreni hastalarının yaklaşık %50’si sigara, alkol veya diğer uyuşturucu maddeleri kötüye kullanır. Bu durum, fiziksel ve ruhsal sağlıklarını olumsuz etkiler, tedaviye uyumu azaltır ve intihar riskini artırır.
Sosyal izolasyon: Şizofreni hastaları, aile, arkadaş veya toplum desteğinden yoksun kalabilirler. Bu durum, yalnızlık, depresyon, umutsuzluk, işsizlik, yoksulluk, evsizlik gibi sorunlara yol açabilir.
Şizofreni hastalarının yaşam beklentisini artırmak için, hastalığın erken tanısı ve tedavisi, ilaçlara ve psikoterapiye uyum, sosyal destek ve rehabilitasyon, fiziksel sağlığa dikkat etme, maddi bağımlılıktan kaçınma gibi önlemler alınabilir. Şizofreni hastaları ve yakınları için profesyonel yardım almak önemlidir.

@@@@@@@@

Bu hastalık kalıtsal mıdır?

Şizofreni hastalığı kalıtsal mıdır sorusuna net bir cevap vermek zor. Araştırmalar, şizofreninin kalıtsal olduğunu teyit etmektedir. Yakın akrabalardan biri şizofreni hastasıysa diğer kardeş ya da çocuklarda aynı hastalığın görülme riskinde artış olur. Ancak tek başına kalıtımsal faktörler etkili değildir. Çevresel faktörlerin de şizofreni üzerinde önemli etkileri vardır. Örneğin çocuğun doğduğu ay, hangi mevsimde doğduğu veya bazı virütik enfeksiyonların bunu tetiklemesi üzerinde duruluyor. Şizofreni hastalığının nedenleri tam olarak bilinmemektedir, ancak genetik, beyin kimyası, çevre ve psikososyal faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir.

@@@@@@@@

Türkiye ve dünyada bu hastalığa sahip tanınmış kişilerden kimler vardır?

Türkiye ve dünyada şizofreni hastalığına sahip tanınmış kişilerden bazıları şunlardır:

Vincent van Gogh: Ünlü Hollandalı ressam, şizofreni hastası olduğu düşünülmektedir. Kendine özgü tarzıyla birçok sanat eseri yaratmıştır. Ancak yaşadığı dönemde tanınmamış ve yoksulluk içinde ölmüştür. Kendi kulağını kesmesi, halüsinasyonlar görmesi ve intihar etmesi şizofreni belirtileri olarak yorumlanmaktadır.
John Nash: Amerikalı matematikçi ve Nobel Ekonomi Ödülü sahibi, paranoid şizofreni hastasıdır. Oyun teorisi, diferansiyel geometri ve kısmi diferansiyel denklemler gibi alanlarda önemli katkılar yapmıştır. Ancak hastalığı nedeniyle akademik kariyeri sekteye uğramıştır. Yaşadıkları “Akıl Oyunları” adlı filmde anlatılmıştır.
Syd Barrett: İngiliz rock grubu Pink Floyd’un kurucu üyesi ve vokalisti, şizofreni hastasıdır. Grubun ilk albümlerindeki şarkıların çoğunu yazmış ve bestelemiştir. Ancak ilerleyen yıllarda uyuşturucu kullanımı ve şizofreni belirtileri nedeniyle gruptan ayrılmıştır. Sonraki yıllarda müzik kariyerini bırakmış ve izole bir hayat sürmüştür.
Nâzım Hikmet: Türk şair, yazar ve siyasi aktivist, şizofreni hastası olduğu iddia edilmektedir. Türk şiirinin öncülerinden biri olarak kabul edilen Hikmet, sosyalist görüşleri nedeniyle birçok kez tutuklanmış ve sürgüne gönderilmiştir. Şiirlerinde insan sevgisi, özgürlük, adalet, barış gibi temaları işlemiştir. Şizofreni hastalığına dair kesin bir kanıt olmamakla birlikte, bazı kaynaklar onun şizofreni belirtileri gösterdiğini ileri sürmektedir.

@@@@@@@@

Adnan Oktar şizofreni mi?

Adnan Oktar, kamuoyunda Adnan Hoca olarak tanınan ve birçok suçtan yargılanan bir kült lideridir. Bazı kaynaklar, Adnan Oktar’ın şizofreni hastası olduğunu iddia etmektedir. Şizofreni, gerçek dışı olaylara inanma, olmayan şeyleri görme veya duyma, düzensiz düşünce ve konuşma gibi belirtilerle kendini gösteren bir ruhsal bozukluktur.

Adnan Oktar’ın şizofreni hastası olduğuna dair kanıt olarak, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nden (GATA) 1988 yılında aldığı rapor gösterilmektedir. Bu raporda, Adnan Oktar’ın en ağır akıl hastalıklarından biri olan paranoid şizofreni hastalığına sahip olduğu ve askerlik yapmaya elverişli olmadığı belirtilmektedir. Paranoid şizofreni, kişinin kendisine veya yakınlarına zarar verecek bir komplo olduğuna, kendisini takip eden veya izleyen kişiler olduğuna, kendisinin özel veya önemli bir kişi olduğuna inanması gibi sanrılarla karakterize bir şizofreni türüdür.

Ancak Adnan Oktar, şizofreni hastası olduğunu yalanlamış ve kendisine iftira atıldığını iddia etmiştir. Adnan Oktar’ın avukatı da GATA raporunu dayanak göstererek, Adnan Oktar’ın ruh sağlığına ilişkin iddiaların gerçek dışı olduğunu savunmuştur. Adnan Oktar’ın şizofreni hastalığına dair kesin bir kanıt olmamakla birlikte, bazı kaynaklar onun şizofreni belirtileri gösterdiğini ileri sürmektedir.
@@@@@@@@@

Loading

No ResponsesKasım 18th, 2023

HOLOKOST-YAHUDİ SOYKIRIMI

HOLOKOST-YAHUDİ SOYKIRIMI

 

Bugün İsraillilerin Gazze’de şimdiye kadar bilinen beş bin çocuğu, dört bin kadını öldürmüştür.

Yıkılan on binlerce binanın altında kalanlarda ayrı.
Dün firavunun bir rüya üzerine doğan tüm erkek çocukları öldürmesinden daha şiddetli olarak İsrail, hem yeni doğan erkek çocuklarını kendisine karşı koymasın diyerek öldürüyor ve hem yeni Musaları doğuracak annelerin hayatına son vermek amacıyla kız çocuklarını öldürüyor, hastaneleri bombalıyor, elektriğini kesip ilaç ve gıdayı engelliyor ve tam bir imha ile gerçek firavunluğunu göstermiş oluyor.

@@@@@@@@”

Firavunun rüyası ve öldürülen erkek çocukları.

Firavun, Mısır’ın zalim ve kibirli bir kralıydı. İsrailoğulları ise Mısır’da köle olarak yaşayan bir toplumdu. Firavun, bir gece rüyasında Kudüs’ten çıkan bir ateşin Mısır’ı yaktığını, ancak İsrailoğullarına dokunmadığını gördü. Rüyasını yorumlatmak istedi ve rüya tabircileri ona, İsrailoğullarından bir çocuğun geleceğini ve saltanatını yıkacağını söylediler. Firavun, bunu duyunca çok korktu ve İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürme emri verdi. Böylece kendisine zarar verecek çocuğun doğmasını engellemeyi umdu. Fakat bu, Allah’ın takdirini değiştiremezdi.

Bu arada, İsrailoğullarından İmran adında bir adamın oğlu Musa doğdu. Musa’nın annesi, oğlunun öldürülmesinden korktu ve Allah’ın ilhamıyla onu bir sepete koyup Nil Nehri’ne bıraktı. Sepet, Firavun’un sarayının önüne geldi ve Firavun’un karısı Asiya, sepeti fark etti. Sepeti açtığında içinde bir bebek gördü ve onu sevgiyle kucağına aldı. Firavun’a, bu bebeği evlat edinmek istediğini söyledi. Firavun, karısının isteğini kabul etti ve böylece Musa, Firavun’un sarayında büyümeye başladı. Allah, Musa’yı Firavun’un zulmünden korudu ve onu peygamber olarak seçti.

Musa, büyüyünce Allah’ın emriyle İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildi. Firavun’a, İsrailoğullarını serbest bırakmasını ve Allah’a iman etmesini tebliğ etti. Fakat Firavun, inatçı ve kibirli bir şekilde Musa’nın davetini reddetti. Allah, Firavun ve kavmine birçok mucize gösterdi, ama onlar yine de iman etmediler. Sonunda, Allah, Musa ve İsrailoğullarını Mısır’dan çıkardı ve Firavun’u ordusuyla birlikte denizde boğdu. Böylece Firavun’un rüyası gerçek oldu ve Musa, Firavun’un saltanatını yıktı.

Bak. Mümin. 25, A’raf. 129. Kasas. 7-13.

@@@@@@@@@@@

İsrailoğulları Mısır’da ne yapıyorlardı?

İsrailoğulları, Hz. Yusuf’un Mısır’a gelişiyle birlikte Mısır’a yerleştiler. Hz. Yusuf, Mısır’da vezir olarak önemli bir konuma sahipti ve kıtlık döneminde İsrailoğullarına yardım etti1
İsrailoğulları, Mısır’da sayıca arttılar ve Kıptiler tarafından tehdit olarak görüldüler. Firavun, onları köleleştirdi ve zulmetti. Firavun, ayrıca, İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürme emri verdi.
İsrailoğullarının kurtuluşu için Allah, Hz. Musa’yı peygamber olarak gönderdi. Hz. Musa, Firavun’a, İsrailoğullarını serbest bırakmasını ve Allah’a iman etmesini tebliğ etti. Firavun, inatçı ve kibirli bir şekilde Musa’nın davetini reddetti. Allah, Firavun ve kavmine birçok mucize gösterdi, ama onlar yine de iman etmediler.
Allah, Hz. Musa’ya, İsrailoğulları ile birlikte Mısır’dan geceleyin çıkmasını vahyetti. Firavun, bunu duyunca, ordularıyla onları takip etti. Hz. Musa ve İsrailoğulları, denize geldiklerinde, Allah, Musa’nın asasını denize vurmasıyla denizi ikiye ayırdı ve onlara kuru bir yol açtı. Firavun ve ordusu da denize girdiklerinde, Allah, suyu üzerlerine yıkadı ve hepsini boğdu. Hz. Musa ve İsrailoğulları ise kurtuldular.

@@@@@@@@@@

 

Yahudiler bugün hala Holokost un travmasını, psikolojik dengesizliğini ve şizofrenisini hem yaşamakta ve maalesef 75 yıldır Filistin ve Gazze’lilerde yaşamaktadırlar.
Hristiyan dünyasından ve al anlardan yedikleri darbeleri Müslümanlara yaşatmaktadırlar.
Belli ki İsrail o Holokost tan ders çıkarmamış, soy kırımını masum siviller ve çocuklar üzerinde uygulamıştır.

@@@@@@@@@

Holokost nedir?

Holokost, Nazi Almanya’sı ve onun müttefikleri tarafından II. Dünya Savaşı sırasında yaklaşık 6 milyon Yahudi’ye karşı yapılan sistematik ve devlet destekli soykırımın adıdır1. Holokost, Yunanca “ateşte kurban etme” anlamına gelen bir kelimedir. Nazi lideri Adolf Hitler, Almanların “ırksal olarak üstün” olduğuna ve Yahudilerin Alman toplumuna yabancı bir tehdit olduğuna inanıyordu. Nazi döneminde, Yahudilerin yanı sıra Romanlar, engelliler, Slavlar, Sovyet savaş esirleri, eşcinseller ve siyasi muhalifler gibi diğer gruplar da ırksal, biyolojik veya ideolojik nedenlerle zulüm gördü. Naziler, Yahudileri ekonomik, sosyal ve kültürel hayattan dışlayarak, gettolara sıkıştırarak, ölüm kamplarına göndererek ve gaz odalarında veya başka yollarla öldürerek “Yahudi sorununa nihai bir çözüm” bulmaya çalıştı. Holokost, insanlık tarihinin en korkunç ve trajik olaylarından biridir ve hala unutulmamıştır.

@@@@@@@@@

Holokost’un etkileri hala hissediliyor mu?

Holokost’un etkileri hala hissediliyor mu? Bu sorunun kesin bir cevabı yok, ancak Holokost’un hem kurbanları hem de katilleri üzerinde derin ve kalıcı izler bıraktığı söylenebilir. Holokost, tarihin en büyük insanlık suçlarından biri olarak, insan hakları, adalet, ahlak, vicdan, kimlik, toplum, kültür, din, siyaset ve tarih gibi pek çok konuda yeni sorular, tartışmalar ve araştırmalar ortaya çıkarmıştır. Holokost’un etkileri şu şekilde özetlenebilir:

Holokost’un hayatta kalan kurbanları, fiziksel ve psikolojik travmalar, aile ve toplum kaybı, mülkiyet ve vatandaşlık haklarının gaspı, güven ve inanç eksikliği gibi pek çok zorlukla karşı karşıya kalmışlardır. Holokost’tan sonra hayatta kalan Yahudiler, yeni bir hayat kurmak için farklı ülkelere göç etmiş, İsrail devletinin kurulmasına katkıda bulunmuş, adalet arayışı içinde olmuş ve Holokost’un tanıklığı ve anısını yaşatmaya çalışmışlardır.
Holokost’un failleri, yargılanma, cezalandırılma, kaçma, saklanma, inkâr etme, pişmanlık duyma, itiraf etme gibi farklı tepkiler göstermişlerdir. Holokost’un sorumlularının cezalandırılması için uluslararası mahkemeler kurulmuş, savaş suçlularının yakalanması için çeşitli operasyonlar yapılmış, Holokost’un inkârı ve yalanlanması yasaklanmıştır.
Holokost’un tanıkları, görgü tanıkları, kurtarıcılar, işbirlikçiler, direnişçiler, askerler, diplomatlar, gazeteciler, tarihçiler, sanatçılar, eğitimciler, aktivistler gibi farklı rollerde yer almışlardır. Holokost’un tanıkları, Holokost’un gerçekliğini, anlamını, önemini ve derslerini aktarmak için yazılı, sözlü, görsel, sanatsal, akademik, eğitsel, siyasi, hukuki, kültürel, dini ve ahlaki çeşitli yollar kullanmışlardır.
Holokost’un sonraki kuşakları, Holokost’un kurbanlarının, faillerinin ve tanıklarının çocukları, torunları ve akrabalarıdır. Holokost’un sonraki kuşakları, Holokost’un mirasını, etkisini, sorumluluğunu ve anlamını taşımakta, sorgulamakta, yorumlamakta ve paylaşmaktadırlar.
Holokost’un dünya üzerindeki etkisi, Holokost’un gerçekleştiği veya gerçekleşmediği ülkelerin Holokost karşısındaki tutumları, Holokost’un diğer soykırım ve kitlesel şiddet olaylarıyla karşılaştırılması, Holokost’un insan hakları, demokrasi, barış, adalet, hoşgörü, ayrımcılık, ırkçılık, antisemitizm, yabancı düşmanlığı, nefret suçu, terörizm, mülteci sorunu gibi güncel konularla ilişkilendirilmesi şeklinde görülmektedir.
Holokost’un etkileri hala hissediliyor mu? Sorunun cevabı, Holokost’un ne anlama geldiğine, nasıl hatırlandığına, nasıl öğrenildiğine, nasıl aktarıldığına, nasıl yorumlandığına ve nasıl kullanıldığına bağlıdır. Holokost’un etkileri, bireysel, toplumsal, ulusal ve uluslararası düzeylerde farklılık gösterebilir. Holokost’un etkileri, zamanla değişebilir, unutulabilir, yenilenebilir, güncellenebilir veya manipüle edilebilir. Holokost’un etkileri, Holokost’un unutulmaması ve tekrarlanmaması için bir fırsat veya bir engel olabilir. Holokost’un etkileri, herkesi ilgilendiren bir konudur.

@@@@@@@@@

Holokost’tan sonra Yahudilerin hayatı nasıl değişti?

Holokost’tan sonra Yahudilerin hayatı nasıl değişti? Bu sorunun cevabı, Yahudilerin yaşadıkları ülke, bölge, kültür, din, siyaset, ekonomi, toplum ve aile gibi pek çok faktöre bağlıdır. Holokost, Yahudilerin hayatlarını derinden etkileyen ve değiştiren bir olaydır. Holokost’tan sonra Yahudilerin hayatında şu değişiklikler görülmüştür:

Holokost’tan kurtulan Yahudiler, yeni bir hayat kurmak için farklı ülkelere göç etmişlerdir. Bazı Yahudiler, Avrupa’da kalmayı tercih ederken, bazıları Amerika, Kanada, Avustralya, Güney Afrika gibi ülkelere yerleşmişlerdir. En büyük Yahudi göçü ise 1948 yılında kurulan İsrail devletine olmuştur. İsrail, Holokost’tan sonra Yahudiler için bir vatan, bir sığınak ve bir umut olmuştur.
Holokost’tan kurtulan Yahudiler, yaşadıkları travmaları, acıları, kayıpları, suçlulukları, korkuları, öfkeleri, umutsuzlukları ve yalnızlıkları ile baş etmeye çalışmışlardır. Holokost, Yahudilerin fiziksel, psikolojik, sosyal, kültürel, dini ve ahlaki sağlıklarını olumsuz yönde etkilemiştir. Holokost, Yahudilerin kendilerine, Tanrı’ya, insanlığa ve dünyaya olan güvenlerini ve inançlarını sarsmıştır.
Holokost’tan kurtulan Yahudiler, adalet arayışı içinde olmuşlardır. Holokost’un sorumlularının yargılanması, cezalandırılması, itiraf etmesi, özür dilemesi ve tazminat ödemesi için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Holokost’un tanıklığı ve anısını yaşatmak, Holokost’un inkârı ve yalanlanmasına karşı mücadele etmek, Holokost’un derslerini aktarmak ve Holokost’un tekrarlanmaması için çalışmak da Yahudilerin adalet arayışının bir parçası olmuştur.
Holokost’tan kurtulan Yahudiler, Yahudi kimliğini, kültürünü, tarihini, dini ve geleneklerini yeniden tanımlamaya ve yaşamaya çalışmışlardır. Holokost, Yahudilerin kendilerini nasıl gördükleri, nasıl ifade ettikleri, nasıl örgütlendikleri, nasıl eğitim aldıkları, nasıl sanat yaptıkları, nasıl siyaset yaptıkları, nasıl toplumla ilişki kurdukları gibi konularda değişikliklere yol açmıştır. Holokost, Yahudilerin hem kendi içlerinde hem de diğer gruplarla olan ilişkilerini etkilemiştir .
Holokost’tan sonra Yahudilerin hayatı nasıl değişti? Sorunun cevabı, Yahudilerin yaşadıkları deneyimler, verdikleri tepkiler, yaptıkları seçimler, karşılaştıkları zorluklar, elde ettikleri başarılar, gösterdikleri direnç ve umut ile şekillenmiştir. Holokost’tan sonra Yahudilerin hayatı hem acı hem de umut dolu bir hikâyedir.

@@@@@@@

Holokost’tan sağ kurtulanlar var mı?

Evet, Holokost’tan sağ kurtulanlar var. Holokost, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı ve onun müttefikleri tarafından yaklaşık 6 milyon Yahudi’ye karşı yapılan sistematik ve devlet destekli soykırımın adıdır. Holokost’tan sağ kurtulanlar, Nazilerin zulmünden kurtulmayı başaran veya kaçmayı başaran Yahudilerdir. Holokost’tan sağ kurtulanların sayısı tam olarak bilinmemektedir, ancak 2018 yılında yaklaşık 200 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Holokost’tan sağ kurtulanlar, yaşadıkları travmaları, acıları, kayıpları, direnişleri, umutları ve hayatta kalma mücadelelerini anlatarak Holokost’un tanıklığı ve anısını yaşatmaya çalışmaktadırlar.

Holokost’tan sağ kurtulanlar, dünyanın farklı ülkelerinde yaşamaktadırlar. Bazıları Avrupa’da kalmış, bazıları Amerika, Kanada, Avustralya, Güney Afrika gibi ülkelere göç etmiş, bazıları da 1948 yılında kurulan İsrail devletine yerleşmiştir. Holokost’tan sağ kurtulanlar, adalet arayışı içinde olmuş, Holokost’un sorumlularının yargılanması, cezalandırılması, itiraf etmesi, özür dilemesi ve tazminat ödemesi için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Holokost’tan sağ kurtulanlar, Holokost’un inkârı ve yalanlanmasına karşı mücadele etmiş, Holokost’un derslerini aktarmış ve Holokost’un tekrarlanmaması için çalışmışlardır.

Holokost’tan sağ kurtulanlar, insanlık tarihinin en korkunç ve trajik olaylarından birine tanıklık etmiş ve hayatta kalmayı başarmış kişilerdir. Holokost’tan sağ kurtulanların hikâyeleri, bize insanlık, adalet, direnç, umut ve hayat gibi değerleri hatırlatmaktadır. Holokost’tan sağ kurtulanların seslerini dinlemek ve anlamak, hepimizin sorumluluğudur.

@@@@@@@@@

Holokost’tan sağ kurtulanlar ne gibi hikâyeleri anlatıp paylaşmaktadırlar?

Holokost’tan sağ kurtulanlar, genellikle yaşadıkları zorlukları, dayanıklılıklarını, hayatta kalma mücadelelerini ve kaybettikleri sevdiklerini anlatırlar. Bu hikayeler genellikle şunları içerebilir:

Toplama kamplarında yaşadıkları koşullar: Sağ kurtulanlar, toplama kamplarında yaşadıkları açlık, yorgunluk, soğuk, hastalık gibi zor koşulları anlatır. Mahkeme salonlarında SS subaylarından, kamplardaki işkencelerden, gaz odalarından veya ölüm trenlerinden sağ kurtulma hikayeleri de sıkça paylaşılır.

Direniş ve kaçış hikayeleri: Bazı sağ kurtulanlar, kaçma veya direnişe geçme cesaretini bulmuş ve direniş gruplarına katılmışlardır. Bu hikayelerde, direniş gruplarına katılmanın ve kaçış planlarının nasıl gerçekleştiği anlatılır.

Soykırımdan kurtulan aile üyelerinin hikayeleri: Sağ kurtulanlar, hayatta kalmayı başaran diğer aile üyeleri veya yakınlarının hikayelerini de anlatır. Bu hikayelerde, aile fertlerinin nasıl saklandığı, ne gibi risklere girdiği ve nasıl hayatta kalmayı başardığı anlatılır.

Kurtuluşun ardından hayatları: Sağ kurtulanların hikayeleri, genellikle kurtuluş sonrası yaşamlarına odaklanır. Bu hikayelerde, yaşadıkları travmaların nasıl etkilediği, tekrar topluma uyum sağlama süreci, maruz kaldıkları ayrımcılık ve trajedilerden sonra nasıl yaşama tutundukları anlatılır.

Miras ve anlatma sorumluluğu: Sağ kurtulanlar, Holokost hikayelerini gelecek nesillere aktarmak ve bu trajedinin unutulmamasını sağlamak amacıyla paylaşımlar yaparlar. Bu hikayelerin anlatılması, Holokost’un hatırlanmasını ve anlaşılmasını sağlarken, soykırımın tekrar yaşanmasının önlenmesi gerektiği mesajını da verir.

Bu hikayeler, Holokost’un insanlık tarihindeki yıkıcı etkisini ve insanın dayanma gücünü anlatırken, aynı zamanda insanların ne kadar acımasızlaşabileceğini ve toplumsal hoşgörü, eşitlik ve barışın önemini vurgular.

@@@@@@@@@

Holokost’tan sağ kurtulanlar ne gibi hikâyeleri anlatıp paylaşmaktadırlar? Bu sorunun cevabı, hikâyelerin kimler tarafından, ne zaman, nerede, nasıl ve niçin anlatıldığına bağlıdır. Holokost’tan sağ kurtulanların hikâyeleri, farklı zamanlarda, farklı yerlerde, farklı yollarla ve farklı amaçlarla anlatılmıştır. Holokost’tan sağ kurtulanların anlattığı hikâyelerin bazı örnekleri şunlardır:

Inge Deutschkron, Berlin’de saklanarak Holokost’tan kurtulan bir Yahudi kadındır. Hikâyesini 1978 yılında yazdığı “Sarı Yıldız Taktım” adlı kitabında, 2013 yılında Almanya Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada ve çeşitli röportajlarda anlatmıştır. Hikâyesinde, annesiyle birlikte nasıl hayatta kaldığını, Otto Weidt’ın körler için fırça atölyesinde nasıl çalıştığını, babasının İngiltere’ye kaçtığını, Londra’ya göç ettikten sonra nasıl gazeteci olduğunu ve 2002 yılında Berlin’e geri döndüğünü anlatmıştır. Hikâyesinin amacı, Holokost’un gerçekliğini, anlamını, önemini ve derslerini aktarmak ve Holokost’un unutulmaması ve tekrarlanmaması için çalışmaktır.
Tadeusz Pankiewicz, Krakow Gettosu’nda bir eczane işleten Polonyalı bir eczacıdır. Hikâyesini 1947 yılında yazdığı “Krakow Gettosu’ndaki Eczane” adlı kitabında, 1983 yılında verdiği bir röportajda ve 1987 yılında çekilen “Schindler’in Listesi” adlı filmde anlatmıştır. Hikâyesinde, gettoda yaşayan Yahudilere nasıl yardım ettiğini, onlara ilaç, yiyecek, haber, sahte belge, saklanma yeri sağladığını, onları kurtarmak için nasıl risk aldığını, gettodaki yaşamı, direnişi, zulmü ve soykırımı gözlemlediğini anlatmıştır. Hikâyesinin amacı, gettoda yaşayan Yahudilerin acılarını, umutlarını, mücadelelerini ve kaderlerini paylaşmak ve Holokost’un tanığı olmaktır.
Philip Bialowitz ve Thomas Blatt, Sobibor ölüm kampından kaçmayı başaran iki Yahudi erkektir. Hikâyelerini 2010 yılında yazdıkları “Sobibor’dan Kaçış” adlı kitapta, 2014 yılında çekilen “Sobibor” adlı filmde ve çeşitli sözlü tanıklıklarda anlatmışlardır. Hikâyelerinde, kampta nasıl hayatta kaldıklarını, nasıl işkence gördüklerini, nasıl direndiklerini, nasıl kaçtıklarını, kaçıştan sonra nasıl yaşadıklarını anlatmışlardır. Hikâyelerinin amacı, Sobibor’da öldürülen binlerce Yahudinin anısını yaşatmak, kamptaki koşulları, zulmü ve soykırımı ortaya koymak ve Holokost’un kahramanları olmaktır.
Holokost’tan sağ kurtulanlar ne gibi hikâyeleri anlatıp paylaşmaktadırlar? Sorunun cevabı, hikâyelerin çok çeşitli, çok ilginç, çok dokunaklı, çok etkileyici, çok öğretici, çok değerli ve çok önemli olduğunu göstermektedir. Holokost’tan sağ kurtulanların hikâyeleri, bize insanlık, adalet, direnç, umut ve hayat gibi değerleri hatırlatmaktadır.

@@@@@@@@@

Yahudiler Holokost’ta yaşadıklarına ne gibi karşılık vermişler ve nasıl tavır almışlardır?

Holokost, Yahudilere yönelik kitlesel bir soykırım dönemi olduğu için Yahudilerin karşılık verme veya tavır alma seçenekleri oldukça sınırlıydı. Hollandalı Yahudi tarihçi Jacques Presser’in de belirttiği gibi, “Yahudi halkı ölüme terkedilmiş bir halktı.”

Holokost döneminde birçok Yahudi işkence, zorunlu çalışma, açlık, hastalık ve öldürme kamplarında ölümle yüz yüze kaldı. Büyük bir çoğunluğu Adolf Hitler ve Nazi rejimi karşısında bilinçsiz ya da silahsızdı. Yahudiler, mülklerinden, haklarından ve özgürlüklerinden mahrum bırakıldılar ve toplama kamplarına gönderildiler. İnsanlık dışı muameleler, tecavüz, fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz kaldılar.

Ancak bazı Yahudiler, direniş hareketlerine katılarak Nazi zulmüne karşı koymaya çalıştılar. Direnişçiler, yeraltı ağları kurarak Alman askerlerini öldürmeye veya sabotaj eylemleri gerçekleştirmeye çalıştılar. Bu direniş hareketlerinin en ünlüsü Varşova Ayaklanması’dır. 1943 yılında Yahudi direnişçiler, Varşova Gettosu’ndaki Nazi işgaline karşı ayaklandılar ancak sonunda ezildiler.

Bunun dışında, birçok Yahudi kaçarak saklanmaya veya sahte kimliklerle gizlenmeye çalıştı. Birçok kişi, Yahudi direnişçiler veya yerel direniş örgütleri tarafından korunmaya çalışıldı. Bazı Yahudiler, Nazi toplama kamplarından kaçış girişimlerinde bulundu, ancak başarılı olanların sayısı oldukça azdı.

Yahudi liderler ve topluluklar, Holokost döneminde Yahudilerin hayatları üzerindeki korkunç etkilerle başa çıkmak için çeşitli yöntemler denedi. Ancak nihayetinde, Yahudiler genellikle seçme imkanı olmadan acımasız Nazi rejimi ile yüzleşmek zorunda kaldılar.

@@@@@@@@@@

Yahudiler Holokost’ta yaşadıklarının kin, nefret ve öcünü almışlar mı veya almayı düşünmekte midirler?

Yahudi toplumu Holokost’un acı hatıralarını derin bir şekilde yaşamıştır ve bu deneyim Yahudiler üzerinde uzun süreli etkiler bırakmıştır. Ancak, Yahudi toplumunun genel bir anlayışa sahip olması zor olsa da kin, nefret veya intikam düşüncelerine odaklanmanın çok yaygın olmadığını söyleyebiliriz.

Holokost sonrası dönemde, Yahudi toplumu genellikle bu acı deneyimi anmak, tarihi anlamak ve anıları yaşatmak için çaba harcamıştır. Birçok Yahudi, soykırımın hatıralarını canlı tutmak ve şiddetin tekrarlanmasını önlemek amacıyla eğitim programları, anma etkinlikleri ve müzeler düzenlemiştir.

Holokost’tan sonra Yahudi toplumu, dünyadaki ırkçılığın, ayrımcılığın ve insan haklarının ihlallerinin dikkatini çekmek ve karşı koymak için insan hakları örgütlerine katılmıştır. Bununla birlikte, Yahudi toplumu daha çok barış, hoşgörü ve anlayış temalarına odaklanmayı tercih etmiştir.

Tabii ki, bireysel Yahudiler arasında farklı duygusal tepkiler olabilir ve bazıları bu deneyimi daha öfkeli veya intikamcı bir şekilde işleyebilir. Ancak genel olarak Yahudi toplumu, Holokost’un acı hatıralarını eğitim, anma ve barışçıl bir gelecek için adımlar atmaya odaklanma yoluyla işlemeyi tercih etmektedir.

Loading

No ResponsesKasım 18th, 2023

ZİHİNLERİ VE KALBLERİ İŞGAL EDİLEN İSLAM DÜNYASI

ZİHİNLERİ VE KALBLERİ İŞGAL EDİLEN İSLAM DÜNYASI

 

Evet maalesef, zihinleri ve kalpleri işgal edilmiş bir İslam dünyası içerisindeyiz

En az zihnen ve kalben üç sırdır işgal altındayız.

Manen şimdiye kadar manevi işgal sürdüğü gibi, peşinden maddi işgaller de peşpeşe gelmiştir.

Irak’ta yakalanan akademisyen kılıklı Mossad casusu Elizabeth Tsurkov’un itirafı; “Benim adım Elizabeth Tsurkov, İsrail vatandaşıyım. Mossad ve CIA için çalıştım” “Suriye’de İsrail ile terör örgütü PKK/YPG arasında iletişim kurmak için çalıştım” Meseleyi sadece Gazze’den ibaret zanneden gafiller iyi izlesin! Hep diyoruz, Gazze sadece başlangıç, nihai hedefleri Türkiye!

https://twitter.com/i/status/1724711924514910322

https://www.youtube.com/watch?v=rkD3hI6SIPI&t=20s

*İsrail Hamas elemanlarını arttırdı.

İsrail kahramanlar üretmeye şuursuzca ve körce sebep oldu.

İsrail Allahın hesabını hesaba katmadı.

Dünyada kendine olan nefreti arttırdı.

Akıttığı kanda boğulduğunun farkında değil.

Aldığı ahlar onu yakacaktır.

İslam dünyasının ve insanlığın kendi aleyhinde bir araya gelmesini sağladı.

Bu bir yandan yıkılışımız ve diğer yandan yükselmemizin önündeki bazı maniler elimizi ve kolumuzu bağlamıştır.
Bunun en önemlisi de; Gevşeklik, zayıflık, dünya ve makam sevgisi, hırs gibi sebeplerdir.

@@@@@@@@@@

Hadiste bildirilen vehn nedir?

Vehn, hadiste bildirilen bir terimdir. Vehn, sözlükte gevşeklik, zayıflık, güçsüzlük anlamına gelir. Ancak hadiste, vehn, İslam ümmetinin içinde bulunduğu durumun sebebini açıklar. Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir. Bu duygu, Müslümanların cihad etmekten, Allah yolunda fedakarlık yapmaktan, düşmanlara karşı direnmekten alıkoyar. Vehn, Müslümanların sayıca çok olmalarına rağmen, güç ve kuvvet bakımından zayıf olmalarına neden olur. Vehn, Allah’ın düşmanlarının kalbinden Müslümanlara karşı korku ve saygı duygusunu çekip almasına sebep olur. Vehn, Müslümanların ahireti unutup, dünyaya bağlanmalarına yol açar. Vehn, Müslümanların en büyük belasıdır.

@@@@@@@

Hangi hadiste vehn geçer?

Vehn, hadiste bildirilen bir terimdir. Vehn, sözlükte gevşeklik, zayıflık, güçsüzlük anlamına gelir. Ancak hadiste, vehn, İslam ümmetinin içinde bulunduğu durumun sebebini açıklar. Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir. Bu duygu, Müslümanların cihad etmekten, Allah yolunda fedakârlık yapmaktan, düşmanlara karşı direnmekten alıkoyar. Vehn, Müslümanların sayıca çok olmalarına rağmen, güç ve kuvvet bakımından zayıf olmalarına neden olur. Vehn, Allah’ın düşmanlarının kalbinden Müslümanlara karşı korku ve saygı duygusunu çekip almasına sebep olur. Vehn, Müslümanların dünyaya bağlanmalarına yol açar. Vehn, Müslümanların en büyük belasıdır.

Vehn hadisi olarak bilinen bu rivayet, Ebu Davud’un Melahim bölümünde yer almaktadır. Hadisi Sevban (r.a) Rasûlullah (s.a.v)’den şöyle nakletmiştir:

“Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) biribirlerini davet edecekler.” Birisi: “Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi. Rasûlullah (s.a.v), “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çörçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” buyurdu. Yine bir adam: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” diye sorunca: “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdu.

Bu hadis, Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, Nesai, İbn Mace ve diğer bazı hadis kaynaklarında da geçmektedir. Hadisin senedi sahih veya hasendir.

@@@@@@@@@@@

Vehn dışında başka hangi duygular Müslümanları zayıflatır?

Vehn, hadiste bildirilen bir terimdir ve dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmek anlamına gelir. Bu duygu, Müslümanların cihad etmekten, Allah yolunda fedakârlık yapmaktan, düşmanlara karşı direnmekten alıkoyar. Vehn, Müslümanların en büyük belasıdır.

Vehn dışında başka hangi duygular Müslümanları zayıflatır? Bu sorunun cevabı, web araması yaptığım sonuçlara göre şöyle olabilir:

Korku: Korku, insanın ilkel beyin dediğimiz bir alanda kayıtlı olan bir duygudur. Korku, insanı nasıl davranması gerektiği ve yaptığının doğru ya da yanlış olduğu konusunda uyarır. Ancak, korku aşırıya kaçtığında, insanı mantıklı düşünmekten ve davranmaktan alıkoyar. Korku, insanın kendine güvenini, cesaretini ve iradesini zayıflatır. Korku, insanı Allah’ın rahmetinden ve yardımından uzaklaştırır. Korku, insanı düşmanlarına karşı zayıf ve çaresiz gösterir. Korku, Müslümanların en büyük düşmanlarından biridir.
Ümitsizlik: Ümitsizlik, insanın geleceğe dair beklenti ve umudunu kaybetmesi anlamına gelir. Ümitsizlik, insanı hayattan soğutur, çalışma azmini ve gayretini kırar, hedeflerinden vazgeçirir. Ümitsizlik, insanı Allah’ın kudretinden ve vaadinden şüpheye düşürür. Ümitsizlik, insanı sabır, şükür ve tevekkül gibi güzel ahlaklardan uzaklaştırır. Ümitsizlik, Müslümanların en büyük hastalıklarından biridir.
Kıskançlık: Kıskançlık, insanın başkasının sahip olduğu nimet, mevki, başarı, güzellik gibi şeyleri kendisine gıpta etmesi ve onlardan mahrum olmasını istemesi anlamına gelir. Kıskançlık, insanı nankör, haset, kin ve nefret gibi kötü duygulara sevk eder. Kıskançlık, insanı Allah’ın takdirine ve adaletine razı olmamaya iter. Kıskançlık, insanı başkalarına zarar verme, iftira atma, yalan söyleme gibi günahlara sürükler. Kıskançlık, Müslümanların en büyük fitnelerinden biridir.

@@@@@

Bediüzzaman’ın hücumatı sitte eserinde geçen korku ve tama….

Bediüzzaman’ın Hücumat-ı Sitte eserinde geçen korku ve tama hakkında merak ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu sorunun cevabını bulmak için web araması yaptım ve aşağıdaki bilgileri elde ettim:

Hücumat-ı Sitte, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’nın bir parçası olan Yirmi Dokuzuncu Mektup’un altıncı kısmıdır. Bu eserde, Bediüzzaman, insanın imanını zayıflatan ve şeytanın hilelerine düşmesine sebep olan altı tehlikeli duyguyu anlatır. Bu duygular şunlardır: hubb-u cah (şöhret düşkünlüğü), korku, tama (açgözlülük), ırkçılık, enaniyet (benlik) ve tenperverlik (tembellik).
Korku, insanın tehlike karşısında duyduğu endişe, kaygı ve çekinme duygusudur. Korku, insanın hayatta kalmasına yardımcı olan bir duygu olabilir, ancak aşırıya kaçtığında insanın iradesini, cesaretini ve güvenini zayıflatır. Korku, insanı Allah’ın rahmetinden ve yardımından uzaklaştırır. Korku, insanı düşmanlarına karşı zayıf ve çaresiz gösterir. Korku, Müslümanların en büyük düşmanlarından biridir. Bediüzzaman, korkunun tedavisi için şöyle der: “Korkunun ilacı, iman ve tevekküldür. İman, insanı Allah’ın kudretine ve vaadine bağlar. Tevekkül, insanı Allah’ın rızasına ve takdirine razı eder. İman ve tevekkül, insanı kimseden korkmamaya, ancak Allah’tan korkmaya sevk eder.”
Tama, insanın bir şeyi hırsla istemesi, açgözlülük ve doymazlık anlamına gelir. Tama, insanın nankör, haset, kin ve nefret gibi kötü duygulara sevk eder. Tama, insanı Allah’ın takdirine ve adaletine razı olmamaya iter. Tama, insanı başkalarına zarar verme, iftira atma, yalan söyleme gibi günahlara sürükler. Tama, Müslümanların en büyük hastalıklarından biridir. Bediüzzaman, tama’nın ilacı için şöyle der: “Tama’nın ilacı, şükür ve kanaattir. Şükür, insanı Allah’ın nimetlerine karşı minnettar olmaya ve onları hayırlı işlerde kullanmaya yönlendirir. Kanaat, insanı Allah’ın verdiğiyle yetinmeye ve fazlasını istememeye alıştırır. Şükür ve kanaat, insanı tama’dan ve onun getirdiği kötülüklerden korur.”

@@@@@@

Bediüzzaman’ın eserlerinde ümitsizlik konusu…

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda ümitsizlikten bahsederken, bunun insanın imanını zayıflatan ve şeytanın hilelerine düşmesine sebep olan tehlikeli bir duygu olduğunu vurgular. Ümitsizlik, insanın geleceğe dair beklenti ve umudunu kaybetmesi anlamına gelir. Ümitsizlik, insanı hayattan soğutur, çalışma azmini ve gayretini kırar, hedeflerinden vazgeçirir. Ümitsizlik, insanı Allah’ın kudretinden ve vaadinden şüpheye düşürür. Ümitsizlik, insanı sabır, şükür ve tevekkül gibi güzel ahlaklardan uzaklaştırır. Ümitsizlik, Müslümanların en büyük hastalıklarından biridir.
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda ümitsizliğin ilacını da verir. Ümitsizliğin ilacı, iman ve ümittir. İman, insanı Allah’ın varlığına, birliğine, isim ve sıfatlarına, peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, ahiret gününe, kadere ve hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inandırır. İman, insanı Allah’ın rahmetine, affına, yardımına, lütfuna ve ihsanına güvenmeye sevk eder. İman, insanı Allah’ın vaadine ve tehdidine itikat ettirir. İman, insanı Allah’ın her şeyi hikmetle yaptığına ve her şerde bir hayır olduğuna ikna eder. İman, insanı Allah’ın her an kendisini gördüğüne, işittiğine, bildiğine ve koruduğuna kanaat getirir. İman, insanı Allah’ın her şeye gücü yettiğine ve hiçbir şeyin O’na zor gelmediğine inandırır. İman, insanı Allah’ın her şeye kadirdir deyip, her şeye ümit bağlamaya alıştırır.
Ümit, insanın geleceğe dair olumlu beklenti ve arzu duyması anlamına gelir. Ümit, insanı hayata bağlar, çalışma azmini ve gayretini artırır, hedeflerine ulaşmaya motive eder. Ümit, insanı Allah’ın kudretine ve vaadine güvenmeye sevk eder. Ümit, insanı sabır, şükür ve tevekkül gibi güzel ahlaklara yönlendirir. Ümit, Müslümanların en büyük silahlarından biridir. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda ümit ile ilgili şöyle der: “Ümit, imanın nuru ve hayatın meyvesidir. Ümit, insanı Allah’a yaklaştırır ve O’ndan istemeye teşvik eder. Ümit, insanı ibadet ve taate sevk eder ve O’ndan korkmaya ve O’na güvenmeye alıştırır. Ümit, insanı hayır ve hasenata koşturur ve O’ndan mükafat beklemeye sevk eder. Ümit, insanı şer ve seyyiatan uzaklaştırır ve O’ndan azap korkmaya sevk eder. Ümit, insanı dünyanın geçici zevklerinden ve ahiretin ebedi saadetinden mahrum bırakmaz. Ümit, insanı her zaman mutlu ve memnun eder.”

@@@@@@@ @@@@

Bediüzzaman’ın eserlerinde Kıskançlık konusu…

Kıskançlık, insanın başkasının sahip olduğu nimet, mevki, başarı, güzellik gibi şeyleri kendisine gıpta etmesi ve onlardan mahrum olmasını istemesi anlamına gelir. Kıskançlık, insanı nankör, haset, kin ve nefret gibi kötü duygulara sevk eder. Kıskançlık, insanı Allah’ın takdirine ve adaletine razı olmamaya iter. Kıskançlık, insanı başkalarına zarar verme, iftira atma, yalan söyleme gibi günahlara sürükler. Kıskançlık, Müslümanların en büyük fitnelerinden biridir.
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda kıskançlıktan bahsederken, bunun insanın imanını zayıflatan ve şeytanın hilelerine düşmesine sebep olan tehlikeli bir duygu olduğunu vurgular. Bediüzzaman, kıskançlığın ilacını da verir. Kıskançlığın ilacı, muhabbet ve tevazudur. Muhabbet, insanı Allah’ın yarattığı her şeye sevgi ve saygı duymaya yönlendirir. Muhabbet, insanı başkalarının nimetlerine sevinmeye ve onlara dua etmeye sevk eder. Muhabbet, insanı kardeşlik, dostluk ve yardımlaşma gibi güzel ahlaklara alıştırır. Tevazu, insanı Allah’ın büyüklüğüne ve kendi aczine şahit olmaya sevk eder. Tevazu, insanı başkalarını kendinden üstün görmeye ve onlara hürmet etmeye sevk eder. Tevazu, insanı kibir, gurur ve riya gibi kötü ahlaklardan uzaklaştırır. Muhabbet ve tevazu, insanı kıskançlıktan ve onun getirdiği kötülüklerden korur.
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda kıskançlığın zararlarını ve sonuçlarını da anlatır. Bediüzzaman, kıskançlığın hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük felaketlere yol açtığını belirtir. Bediüzzaman, kıskançlığın bireysel düzeyde insanı mutsuz, huzursuz, kederli, hastalıklı ve günahkâr yapacağını söyler. Bediüzzaman, kıskançlığın toplumsal düzeyde ise insanları birbirine düşman, ayrı, bölünmüş, çekişmeli ve zayıf yapacağını söyler. Bediüzzaman, kıskançlığın İslam ümmetinin en büyük yaralarından biri olduğunu ve bu yaranın tedavi edilmesi gerektiğini söyler.

MEHMET ÖZÇELİK

17-11-2023

 

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2023

İRAN ÜZERİNE

İRAN ÜZERİNE

*Kimin eli kimin cebinde diye buna derler, değil mi?

ABD’den İran’a 10 Milyar Dolar’lık kıyak !”

https://twitter.com/Mehmetali_Onel/status/1724921228752785623

 

@@@@@@

 

İranda ne kadar ırk, din ve milletten insanlar bulunmaktadır?


İran, etnik ve dini açıdan çok çeşitli bir ülkedir. İran nüfusunun yaklaşık % 65’i İran kökenli yani İrani etnik unsurlardan oluşur. Bunların arasında en büyük grubu % 52 ile Farslar oluşturur. İran nüfusunun % 20’si ise Azeri Türkleridir. Diğer önemli etnik gruplar arasında Kürtler (% 10), Araplar (% 2), Beluçlar (% 2), Türkmenler (% 2), Lorlar (% 2), Kaşgaylar (% 1) ve Ermeniler (% 1) sayılabilir. İran’da ayrıca Tacikler, Talışlar, Yahudiler, Süryaniler, Zerdüştler, Hindu ve Sihler gibi daha küçük etnik ve dini topluluklar da bulunmaktadır.

İran nüfusunun % 98’i Müslümandır3. Bunların % 90’ı Şii, % 8’i Sünni mezhebine mensuptur. İran anayasasına göre resmi din İslam, resmi mezhep ise Oniki İmam Şiiliğinin Caferi koludur. İran’da Sünniler ve Şiiler etnik olarak da büyük oranda farklılık göstermektedir. Beluçlar, Türkmenler, Larlar, Tacikler-Talışlar ve Arapların bir kısmı ile Kürtlerin çoğunluğu Sünni’dir. İran’da Sünni halkın yaşadığı bölgelerde, Kürtler arasında Nakşibendiyye ve Kadiriyye tarikatları oldukça etkilidir1. İran’da ayrıca, Hıristiyanlar (esas olarak Ermeniler ve Süryaniler), Bahailer, Zerdüştler ve Yahudiler gibi gayrimüslim topluluklar da bulunmaktadır3. İran anayasası, dini azınlıkların dinlerini yaşamalarını koruma altına almıştır1. Ancak bazı dini gruplar, özellikle Bahailer, İran’da ciddi bir ayrımcılık ve baskı yaşamaktadır.

@@@@@@

Hangi dinler İran’ın resmi olarak tanıdığı diğer dinlerdir?

İran’ın resmi olarak tanıdığı diğer dinler, Hıristiyanlık, Zerdüştlük ve Yahudilik’tir. Bu dinlerin takipçileri, İran parlamentosunda sandalyelere sahiptir1. Ancak, Bahailik gibi bazı dinler, İran’da resmi olarak tanınmamakta ve zulüm görmektedir.

@@@@@@@@@

Hangi etnik gruplar İran’ın en büyük nüfusunu oluşturuyor?

İran’ın en büyük nüfusunu oluşturan etnik gruplar, Farslar, Azeriler ve Kürtlerdir.  Farslar, İran nüfusunun yaklaşık % 61’ini oluştururken, Azeriler % 16, Kürtler ise % 10’luk bir paya sahiptir.  Diğer önemli etnik gruplar arasında Lurlar, Türkmenler, Beluçlar, Araplar, Ermeniler ve Talişler sayılabilir.  İran, etnik ve dini açıdan çok çeşitli bir ülke olup, zengin bir tarihi ve kültürel mirasa sahiptir.

@@@@@@@@

İran’da hangi diller konuşulur?

İran’da konuşulan diller hakkında merak ettiğiniz için teşekkür ederim. İran, etnik ve dini açıdan çok çeşitli bir ülkedir ve bu da dil çeşitliliğini de yansıtmaktadır. İran’ın resmi dili Farsça’dır ve ülke nüfusunun yaklaşık % 53’ü tarafından ana dil olarak konuşulmaktadır. Farsça, Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran dilleri koluna bağlı bir dildir ve tarihsel olarak Eski Farsça, Orta Farsça ve Yeni Farsça olarak üç evreye ayrılmıştır. Farsça, İran’ın yanı sıra Afganistan, Tacikistan, Özbekistan ve diğer bazı ülkelerde de konuşulmaktadır.

İran’da Farsça dışında konuşulan diğer önemli diller arasında Azerice, Kürtçe, Gilanca, Mazenderanca, Lurca, Arapça, Beluçça, Tatça, Talışça, Ermenice, Gürcüce, Osetçe, Peştuca ve Zazaca sayılabilir. Bu dillerin çoğu, Türk, Hint-Avrupa veya Sami dil ailelerine aittir ve İran’ın farklı bölgelerinde veya komşu ülkelerde yaşayan etnik veya dini azınlıklar tarafından konuşulmaktadır. İran anayasası, azınlık dillerinin kitle iletişim araçlarında ve okullarda kullanılmasına izin vermektedir, ancak Farsça’nın okul eğitimi ve tüm resmi hükümet iletişimleri için kullanılması gerektiğini belirtmektedir.

@@@@@@@@@

İran son beş yüz sene içerisinde kimlerle, hangi savaşları yapmıştır?

İran son beş yüz sene içerisinde birçok devletle ve milletle savaşmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

İran-Osmanlı savaşları: 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren bir dizi çatışma, İran ve Osmanlı İmparatorluğu arasında Anadolu, Kafkasya, Mezopotamya ve Basra Körfezi’ni kapsayan topraklar için mücadele etmiştir. Bu savaşlarda İran, Safevi, Afşar, Zend ve Kaçar hanedanları tarafından yönetilmiştir. Bu savaşlarda en önemli olaylardan biri, 1585 yılında Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Tebriz’i beşinci defa fethetmesi ve ardından Şah Abbas tarafından esir alınmasıdır.
İran-Rus savaşları: 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren bir dizi çatışma, İran ve Rus İmparatorluğu arasında Kafkasya, Hazar Denizi ve Orta Asya’yı kapsayan topraklar için mücadele etmiştir. Bu savaşlarda İran, Safevi, Afşar, Zend ve Kaçar hanedanları tarafından yönetilmiştir. Bu savaşlarda en önemli olaylardan biri, 1828 yılında imzalanan Türkmençay Antlaşması ile İran’ın Ermenistan, Azerbaycan ve Dağıstan’ın büyük bölümünü Rusya’ya bırakmasıdır.
İran-Afganistan savaşları: 18. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren bir dizi çatışma, İran ve Afganistan arasında Horasan, Belucistan ve Herat’ı kapsayan topraklar için mücadele etmiştir. Bu savaşlarda İran, Afşar, Zend ve Kaçar hanedanları tarafından yönetilmiştir. Bu savaşlarda en önemli olaylardan biri, 1857 yılında imzalanan Paris Antlaşması ile İran’ın Herat’ı Afganistan’a bırakmasıdır.
İran-Britanya savaşları: 19. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar süren bir dizi çatışma, İran ve Büyük Britanya arasında Basra Körfezi, Güney İran ve Afganistan’ı kapsayan topraklar ve petrol kaynakları için mücadele etmiştir. Bu savaşlarda İran, Kaçar ve Pehlevi hanedanları tarafından yönetilmiştir. Bu savaşlarda en önemli olaylardan biri, 1951 yılında Muhammed Musaddık’ın başbakan olması ve İran petrol endüstrisini millileştirmesi sonucu çıkan İran Krizi’dir.
İran-Irak Savaşı: 1980-1988 yılları arasında süren bir savaş, İran ve Irak arasında Şattülarap, Huzistan ve Kürdistan’ı kapsayan topraklar ve bölgesel nüfuz için mücadele etmiştir. Bu savaşta İran, İslam Cumhuriyeti tarafından yönetilmiştir. Bu savaşta en önemli olaylardan biri, Irak’ın İran’a karşı kimyasal silah kullanması ve İran’ın insan dalgası taktiği uygulamasıdır.
Bu savaşların dışında İran, son beş yüz sene içerisinde Portekiz, Hindistan, Özbekistan, Türkmenistan, ABD ve İsrail gibi birçok devletle ve milletle de çeşitli çatışmalara girmiştir. İran, tarih boyunca birçok savaşa katılmış ve bölgesinde önemli bir rol oynamıştır.

@@@@@@@@@

Son beş yüz senede İran’da hangi devletler hüküm sürmüştür?

Son beş yüz senede İran’da hüküm süren devletler hakkında merak ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu sorunun cevabını bulmak için web araması yaptım ve aşağıdaki sonuçları elde ettim:

İrani devletler ve hanedanlar listesi: İran’da hüküm süren devletler ve hanedanlar şöyle sıralanmıştır:

Safevi İmparatorluğu (1501-1736): İran’ı Şii İslam’ın resmi dini yapan ve İran’ı bir dünya gücü haline getiren devlettir.
Afşar Hanedanı (1736-1796): Safevi İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra İran’ı birleştiren ve genişleten devlettir. Nadir Şah’ın kurduğu bu hanedan, Kafkasya, Orta Asya ve Hindistan’a kadar uzanmıştır.
Zend Hanedanı (1750-1794): Afşar Hanedanı’nın parçalanmasından sonra İran’ın güney ve batısını yöneten devlettir. Kerim Han Zend’in kurduğu bu hanedan, İran’ın kültürel ve ekonomik canlanmasına katkıda bulunmuştur.
Kaçar Hanedanı (1789-1925): İran’ın kuzeyindeki Azeri Türkleri tarafından kurulan ve İran’ı son kez monarşiyle yöneten devlettir. Bu hanedan, İran’ın modernleşmesi ve uluslaşması sürecinde önemli bir rol oynamıştır.
Pehlevi Hanedanı (1925-1979): Kaçar Hanedanı’nın yerine geçen ve İran’ı cumhuriyetle yöneten devlettir. Bu hanedan, İran’ın sanayileşmesi ve Batılılaşması sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak, bu hanedan, halkın muhalefeti ve 1979’daki İran İslam Devrimi sonucunda devrilmiştir.
İran İslam Cumhuriyeti (1979-günümüz): İran İslam Devrimi’nden sonra kurulan ve İran’ı teokrasiyle yöneten devlettir. Bu devlet, İran’ın iç ve dış politikasında önemli değişikliklere yol açmıştır.
İran tarihi – : son beş yüz senede İran’da hüküm süren devletler ve hanedanlar şöyle özetlenmiştir:

Safevi İmparatorluğu: İran’ın siyasi birliğini sağlayan ve İran’ı Şii İslam’ın merkezi haline getiren devlettir. Bu devlet, İran’ın kültürel ve sanatsal gelişimine katkıda bulunmuştur.
Afşar Hanedanı: Safevi İmparatorluğu’nun zayıflamasından sonra İran’ı yeniden toparlayan ve İran’ın sınırlarını genişleten devlettir. Nadir Şah’ın kurduğu bu hanedan, İran’ın en büyük imparatorluklarından birini oluşturmuştur.
Zend Hanedanı: Afşar Hanedanı’nın dağılmasından sonra İran’ın güney ve batısını yöneten devlettir. Kerim Han Zend’in kurduğu bu hanedan, İran’ın istikrarını ve refahını sağlamıştır.
Kaçar Hanedanı: İran’ın kuzeyindeki Azeri Türkleri tarafından kurulan ve İran’ı son kez monarşiyle yöneten devlettir. Bu hanedan, İran’ın modernleşmesi ve uluslaşması sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak, bu hanedan, İran’ın yabancı güçlere bağımlılığını artırmış ve halkın hoşnutsuzluğunu yaratmıştır.
Pehlevi Hanedanı: Kaçar Hanedanı’nın yerine geçen ve İran’ı cumhuriyetle yöneten devlettir. Bu hanedan, İran’ın sanayileşmesi ve Batılılaşması sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak, bu hanedan, halkın haklarını ihlal etmiş ve İslamcı muhalefetin yükselmesine neden olmuştur.
İran İslam Cumhuriyeti: İran İslam Devrimi’nden sonra kurulan ve İran’ı teokrasiyle yöneten devlettir. Bu devlet, İran’ın iç ve dış politikasında önemli değişikliklere yol açmıştır. Bu devlet, İran-Irak Savaşı, Nükleer Programı ve Yeşil Hareket gibi birçok zorlukla karşılaşmıştır.
İran -: Bu sayfa, İran’ın coğrafya, siyaset, ekonomi, kültür ve diğer konularda genel bilgiler veren bir makaledir. Bu makalede, son beş yüz senede İran’da hüküm süren devletler ve hanedanlar şöyle bahsedilmiştir:

Safevi İmparatorluğu: İran’ın siyasi birliğini sağlayan ve İran’ı Şii İslam’ın resmi dini yapan devlettir.


@@@@@@@@@#@@@#

İran tarihi boyunca hiç Batı yani Hristiyan dünyasıyla savaşa girmiş midir?

İran tarihi boyunca hiç Batı yani Hristiyan dünyasıyla savaşa girmiş midir? Bu sorunun cevabını bulmak için web araması yaptım ve aşağıdaki sonuçları elde ettim:

İran-Osmanlı savaşları -: Bu sayfa, 16 ilâ 19. yüzyıl arasında Osmanlı İmparatorluğu ile İran’da otoriteyi elinde bulunduran birbirinin devamı niteliğindeki çeşitli hanedanlar arasında gerçekleşmiştir. Osmanlılar ile İran arasındaki ilk savaş 1514 Çaldıran Muharebesi ‘dir. Son savaş ise 1821-1823 Osmanlı-İran Savaşı ‘dır.

Kategori:İran’ın savaşları: Bu sayfa, İran’ın tarih boyunca katıldığı veya karıştığı savaşların bir listesini sunmaktadır. Bu listede, İran’ın Batı yani Hristiyan dünyasıyla girdiği savaşlar şöyle sıralanmıştır:

İngiltere-İran Savaşı (1856-1857): İran’ın Afganistan’ın Herat kentini işgal etmesi üzerine İngiltere’nin İran’a karşı başlattığı savaştır. İngiltere, Basra Körfezi’nde İran’ın güney limanlarını ele geçirmiş ve İran’ı Herat’ı terk etmeye zorlamıştır.
Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliği’nin İran’ı işgali (1941-1946): II. Dünya Savaşı sırasında İran’ın tarafsız kalmasına rağmen, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin İran’ı işgal etmesi ve İran’ın petrol kaynaklarını kontrol altına almasıdır. İşgal, İran’ın siyasi ve ekonomik yapısında önemli değişikliklere yol açmıştır.
Ajax Operasyonu (1953): İran’ın milliyetçi başbakanı Muhammed Musaddık’ın İran petrol endüstrisini millileştirmesi üzerine, İngiltere ve ABD’nin gizli operasyonuyla Musaddık’ın devrilmesi ve Pehlevi Hanedanı’nın iktidara getirilmesidir. Bu operasyon, İran’ın Batı’ya bağımlılığını artırmış ve İslamcı muhalefetin yükselmesine neden olmuştur.
Bu sonuçlara göre, İran tarihi boyunca Batı yani Hristiyan dünyasıyla birkaç kez savaşa girmiştir. Ancak, bu savaşlar genellikle İran’ın komşularıyla olan savaşlarından daha az önemli ve sık olmuştur. İran, tarih boyunca daha çok Osmanlı, Rusya, Afganistan ve Irak gibi İslam ülkeleriyle çatışmıştır.

@@@@@@@@@@

İran’ın en büyük savaşı hangisiydi?

Bu sorunun cevabı, savaşın nasıl tanımlandığına bağlıdır. Savaşın süresine, kayıplarına, etkisine veya önemine göre farklı savaşlar öne çıkabilir. Web araması yaptım ve İran’ın tarih boyunca katıldığı birçok savaş olduğunu gördüm. Bunlardan bazıları şunlardır:

Kadisiye Savaşı: 636 yılında İran’ın Sasani İmparatorluğu ile Arap Halifeliği arasında gerçekleşen bir savaştır. Bu savaş, İran’ın İslam’ın yayılmasına açılmasına ve Sasani İmparatorluğu’nun çöküşüne yol açmıştır.
İran-Osmanlı Savaşları: 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren bir dizi savaştır. İran ve Osmanlı İmparatorluğu arasında Anadolu, Kafkasya, Mezopotamya ve Basra Körfezi’ni kapsayan topraklar için mücadele etmişlerdir. Bu savaşlar, İran’ın siyasi, kültürel ve ekonomik gelişimini etkilemiştir.
İran-Rus Savaşları: 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren bir dizi savaştır. İran ve Rus İmparatorluğu arasında Kafkasya, Hazar Denizi ve Orta Asya’yı kapsayan topraklar için mücadele etmişlerdir. Bu savaşlar, İran’ın toprak kaybına ve Rusya’nın bölgedeki etkisinin artmasına neden olmuştur.
İran-Britanya Savaşları: 19. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar süren bir dizi savaştır. İran ve Büyük Britanya arasında Basra Körfezi, Güney İran ve Afganistan’ı kapsayan topraklar ve petrol kaynakları için mücadele etmişlerdir. Bu savaşlar, İran’ın modernleşmesi ve uluslaşması sürecinde önemli bir rol oynamıştır.
İran-Irak Savaşı: 1980-1988 yılları arasında süren bir savaştır. İran ve Irak arasında Şattülarap, Huzistan ve Kürdistan’ı kapsayan topraklar ve bölgesel nüfuz için mücadele etmişlerdir. Bu savaş, İran’ın en uzun ve en kanlı savaşı olmuştur. Bu savaşta yaklaşık  milyon kişi ölmüş, 2 milyon kişi yaralanmış ve 100 milyar dolarlık ekonomik zarar meydana gelmiştir.
Bu savaşların dışında İran, tarih boyunca Portekiz, Hindistan, Özbekistan, Türkmenistan, ABD ve İsrail gibi birçok devletle ve milletle de çeşitli çatışmalara girmiştir. İran, tarih boyunca birçok savaşa katılmış ve bölgesinde önemli bir rol oynamıştır.

@@@@@@@@@

İran’ın en büyük krizi hangisiydi?

İran’ın en büyük krizi hangisiydi? Bu sorunun cevabı, krizin nasıl tanımlandığına bağlıdır. Krizin süresine, kayıplarına, etkisine veya önemine göre farklı krizler öne çıkabilir. Web araması yaptım ve İran’ın tarih boyunca yaşadığı birçok kriz olduğunu gördüm. Bunlardan bazıları şunlardır:

İran İslam Devrimi

İran İslam Devrimi: 1979 yılında Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin devrilmesi ve İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasıdır. Bu kriz, İran’ın siyasi, ekonomik, kültürel ve dini yapısında büyük değişikliklere yol açmıştır.

İran rehine krizi

Rehine Krizi: 1979 yılında İranlı öğrencilerin ABD Büyükelçiliği’ni işgal etmesi ve 52 Amerikalı diplomatı 444 gün boyunca rehin almasıdır. Bu kriz, İran-ABD ilişkilerinin kesilmesine ve İran’ın uluslararası yalnızlığına neden olmuştur.

Irak-İran Savaşı

İran-Irak Savaşı: 1980-1988 yılları arasında İran ve Irak arasında yaşanan kanlı bir savaştır. Bu savaş, İran’ın en uzun ve en kayıplı savaşı olmuştur. Bu savaşta yaklaşık 1milyon kişi ölmüş, 2 milyon kişi yaralanmış ve 100 milyar dolarlık ekonomik zarar meydana gelmiştir.
Bu krizlerin dışında İran, tarih boyunca toprak kaybı, yaptırım, kuraklık, protesto, nükleer program, suikast ve saldırı gibi birçok krizle karşılaşmıştır. İran, tarih boyunca birçok krize katlanmış ve bölgesinde önemli bir rol oynamıştır.

 

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2023

HİTLER VE YAHUDİLER

HİTLER VE YAHUDİLER

Hitler ne kadar Yahudi’yi ve nasıl öldürmüşlerdir?


Adolf Hitler, 20. yüzyılın en acımasız ve ırkçı diktatörlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Hitler, Yahudi karşıtı görüşleri ve politikaları ile en az 5,5 milyon Yahudi’nin ölümüne neden olmuştur1. Hitler’in liderliğinde gerçekleştirilen ve “Holokost” olarak anılan Yahudi Soykırımı’nda, 10 – 11 milyon Yahudi’nin öldüğü biliniyor.

Hitler, Yahudileri öldürmek için çeşitli yöntemler kullanmıştır. Bunlardan en bilineni, “ölüm kampları” olarak adlandırılan toplama kamplarıdır. Bu kamplarda, Yahudiler, açlık, hastalık, işkence, zorla çalıştırma, gaz odaları, krematoryumlar ve kurşuna dizme gibi vahşice yöntemlerle katledilmiştir. Ölüm kamplarının en ünlüsü olan Auschwitz, günümüzde hala en çok trajedinin gerçekleştiği kamp olarak biliniyor. Hitler, ayrıca, Yahudileri gettolara, trenlere, gemilere, ormanlara ve diğer yerlere sıkıştırarak, onları ölüme terk etmiş veya öldürmüştür.

Hitler’in Yahudileri neden öldürdüğü sorusu ise, tarihçilerin uzun süredir araştırdığı bir konudur. Hitler’in Yahudi düşmanlığının altında, kişisel, psikolojik, ideolojik, tarihsel, sosyal ve politik birçok faktör yatmaktadır3. Hitler, Yahudileri, Almanya’nın ve dünyanın sorunlarının kaynağı, Alman ırkının düşmanı, komünizmin ve kapitalizmin işbirlikçisi, Hristiyanlığın yıkıcısı ve insanlığın belası olarak görmüştür. Hitler, ayrıca, Yahudileri, kendi ırkçı ve faşist ideolojisine uygun olmayan, aşağılık ve değersiz bir ırk olarak tanımlamış ve yok edilmesi gereken bir tehdit olarak algılamıştır. Hitler, bu şekilde, Yahudileri, kendi iktidarını pekiştirmek, Alman halkını birleştirmek ve dünyayı ele geçirmek için bir araç olarak kullanmıştır.

@@@@@@@@##

Neden Yahudileri hedef aldı?

Yahudileri neden hedef aldığı sorusu, tarihçilerin uzun süredir araştırdığı bir konudur. Hitler, Yahudi Soykırımı olarak bilinen ve 1933-1945 yılları arasında gerçekleşen bir soykırım eyleminde yaklaşık 6 milyon Yahudiyi öldürmüştür. Hitler, Yahudileri Almanya’nın ve Avrupa’nın sorunlarının kaynağı olarak görmüş ve onları yok etmek için bir plan hazırlamıştır. Hitler’in Yahudileri hedef almasının nedenleri arasında şunlar sayılabilir:

Hitler, antisemitik bir ideolojiye sahipti. Antisemitizm, Yahudilere karşı beslenen nefrettir. Hitler, Yahudileri “Ari” ırkın saflığını kirleten, Alman ulusunu zayıflatan ve dünyayı ele geçirmeye çalışan bir düşman olarak gördü.
Hitler, Yahudileri, Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nda yenilmesinden ve sonrasında yaşadığı ekonomik krizden sorumlu tuttu. Hitler, Alman Yahudilerinin savaş sırasında Almanlara ihanet ettiğini ve savaş sonrasında Alman ekonomisini kontrol eden Yahudi iş adamlarının Alman halkını sömürdüğünü iddia etti.
Hitler, Yahudileri, Rusya’daki Bolşevik devriminden ve komünizmin yayılmasından sorumlu tuttu. Hitler, Lenin’in de “çeyrek Yahudi” olduğunu söyledi ve komünizmin Yahudi bir komplosu olduğunu ileri sürdü.
Hitler, Yahudileri, Avrupa’da ve dünyada uzun süredir var olan antisemitik geleneklerden ve önyargılardan etkilenerek hedef aldı. Yahudiler, orta çağlardan beri Hristiyanlar tarafından “İsa’nın katilleri” olarak suçlanmış, zulüm görmüş, katledilmiş ve sürgün edilmişlerdir.
Hitler’in Yahudileri hedef almasının nedenleri, tarihin en acımasız ve en zalim soykırımlarından birine yol açmıştır. Hitler, Yahudi Soykırımı’nın yanı sıra Romanlar, eşcinseller, engelliler, komünistler ve diğer azınlıklara da zulmetmiş ve onları da katletmiştir. Hitler, tarihin en acımasız ve en zalim liderlerinden biri olarak anılmaktadır.

@@@@@@@@@@

Yahudi Soykırımının sonuçları nelerdir?

Yahudi Soykırımı’nın sonuçları nelerdir? Bu sorunun cevabı hem tarihi hem de insani açıdan çok önemlidir. Yahudi Soykırımı, 1933-1945 yılları arasında Nazi Almanyası’nın Avrupa’daki Yahudilere yönelik sistematik ve planlı bir soykırım eylemiydi. Bu soykırım sırasında yaklaşık 6 milyon Yahudi hayatını kaybetti2. Yahudi Soykırımı’nın sonuçları şunlardır:

Yahudi Soykırımı, insanlık tarihinin en büyük ve en korkunç suçlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu soykırım, insan hakları, uluslararası hukuk, soykırım suçu, ırkçılık ve antisemitizm gibi kavramların tanımlanması ve geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Yahudi Soykırımı, Yahudi halkının tarihinde, kültüründe, kimliğinde ve toplumsal yapısında derin izler bırakmıştır. Bu soykırım, Yahudilerin yaşadıkları ülkelerden göç etmelerine, İsrail devletinin kurulmasına, Yahudi diasporasının şekillenmesine ve Yahudi kültürünün çeşitlenmesine yol açmıştır.
Yahudi Soykırımı, Almanya ve diğer katılımcı ülkelerin tarihinde, siyasetinde, ekonomisinde ve toplumunda büyük bir yara olarak kalmıştır. Bu soykırım, Almanya’nın savaş sonrası dönemde demokratikleşmesine, tazminat ödemesine, tarihle yüzleşmesine ve Yahudi halkıyla ilişkilerini düzeltmesine zorlamıştır.
Yahudi Soykırımı, dünya tarihinde, siyasetinde, ekonomisinde ve kültüründe önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu soykırım, 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesine, Birleşmiş Milletler ’in kurulmasına, insan hakları bildirgelerinin ilan edilmesine, Avrupa’nın bütünleşmesine ve soğuk savaşın başlamasına etki etmiştir.
Yahudi Soykırımı’nın sonuçları, günümüzde de devam eden ve çözülmeyi bekleyen pek çok sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu sorunlar arasında, Yahudi halkının güvenliği, İsrail-Filistin çatışması, antisemitizm ve ırkçılık, soykırım inkârı ve tarihsel adalet gibi konular bulunmaktadır. Yahudi Soykırımı’nın sonuçlarını anlamak ve değerlendirmek, insanlığın geçmişten ders alması ve geleceğe umutla bakması için gereklidir.

@@@@@@@@@@@

Yahudi Soykırımının etkileri hala devam ediyor mu?

Yahudi Soykırımı’nın etkileri hala devam ediyor mu? Bu sorunun cevabı, hem tarihi hem de güncel açıdan çok önemli. Yahudi Soykırımı, Nazi Almanya’sının 1933-1945 yılları arasında Avrupa’daki Yahudilere yönelik sistematik ve planlı bir soykırım eylemiydi. Bu soykırım sırasında yaklaşık 6 milyon Yahudi hayatını kaybetti2. Yahudi Soykırımı’nın etkileri şunlardır:

Yahudi Soykırımı, insanlık tarihinin en büyük ve en korkunç suçlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu soykırım, insan hakları, uluslararası hukuk, soykırım suçu, ırkçılık ve antisemitizm gibi kavramların tanımlanması ve geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Yahudi Soykırımı, Yahudi halkının tarihinde, kültüründe, kimliğinde ve toplumsal yapısında derin izler bırakmıştır. Bu soykırım, Yahudilerin yaşadıkları ülkelerden göç etmelerine, İsrail devletinin kurulmasına, Yahudi diasporasının şekillenmesine ve Yahudi kültürünün çeşitlenmesine yol açmıştır.
Yahudi Soykırımı, Almanya ve diğer katılımcı ülkelerin tarihinde, siyasetinde, ekonomisinde ve toplumunda büyük bir yara olarak kalmıştır. Bu soykırım, Almanya’nın savaş sonrası dönemde demokratikleşmesine, tazminat ödemesine, tarihle yüzleşmesine ve Yahudi halkıyla ilişkilerini düzeltmesine zorlamıştır.
Yahudi Soykırımı, dünya tarihinde, siyasetinde, ekonomisinde ve kültüründe önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu soykırım, 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesine, Birleşmiş Milletler ‘in kurulmasına, insan hakları bildirgelerinin ilan edilmesine, Avrupa’nın bütünleşmesine ve soğuk savaşın başlamasına etki etmiştir.
Yahudi Soykırımı’nın etkileri, günümüzde de devam eden ve çözülmeyi bekleyen pek çok sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu sorunlar arasında, Yahudi halkının güvenliği, İsrail-Filistin çatışması, antisemitizm ve ırkçılık, soykırım inkârı ve tarihsel adalet gibi konular bulunmaktadır. Yahudi Soykırımı’nın etkilerini anlamak ve değerlendirmek, insanlığın geçmişten ders alması ve geleceğe umutla bakması için gereklidir.

@@@@@@@@@@

Hitlerin Yahudileri öldürme sebepleri nelerdir?

Hitler’in Yahudileri öldürme sebepleri nelerdir? Bu soru, tarihin en karanlık ve en kanlı dönemlerinden birini anlamak için çok önemlidir. Hitler, 1933-1945 yılları arasında Nazi Almanya’sının lideri olarak, Yahudi Soykırımı adı verilen ve yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin ölümüne yol açan bir soykırım planı yürütmüştür. Hitler’in Yahudileri öldürme sebepleri arasında şunlar sayılabilir:

Hitler, antisemitik bir ideolojiye sahipti. Antisemitizm, Yahudilere karşı beslenen nefrettir. Hitler, Yahudileri “Ari” ırkın saflığını kirleten, Alman ulusunu zayıflatan ve dünyayı ele geçirmeye çalışan bir düşman olarak gördü.
Hitler, Yahudileri, Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nda yenilmesinden ve sonrasında yaşadığı ekonomik krizden sorumlu tuttu. Hitler, Alman Yahudilerinin savaş sırasında Almanlara ihanet ettiğini ve savaş sonrasında Alman ekonomisini kontrol eden Yahudi iş adamlarının Alman halkını sömürdüğünü iddia etti.
Hitler, Yahudileri, Rusya’daki Bolşevik devriminden ve komünizmin yayılmasından sorumlu tuttu. Hitler, Lenin’in de “çeyrek Yahudi” olduğunu söyledi ve komünizmin Yahudi bir komplosu olduğunu ileri sürdü.
Hitler, Yahudileri, Avrupa’da ve dünyada uzun süredir var olan antisemitik geleneklerden ve önyargılardan etkilenerek hedef aldı. Yahudiler, orta çağlardan beri Hristiyanlar tarafından “İsa’nın katilleri” olarak suçlanmış, zulüm görmüş, katledilmiş ve sürgün edilmişlerdir.
Hitler’in Yahudileri öldürme sebepleri, tarihin en acımasız ve en zalim soykırımlarından birine yol açmıştır. Hitler, Yahudi Soykırımı’nın yanı sıra Romanlar, eşcinseller, engelliler, komünistler ve diğer azınlıklara da zulmetmiş ve onları da katletmiştir. Hitler, tarihin en acımasız ve en zalim liderlerinden biri olarak anılmaktadır.

@@@@@@@#@#

Yahudilerin Hitlere olan tepkisi ve uygulamaları nasıl olmuştur?

Yahudilerin Hitler’e olan tepkisi ve uygulamaları nasıl olmuştur? Bu soru, Yahudi Soykırımı’nın kurbanları ve direnişçileri hakkında bilgi vermek için çok önemlidir. Yahudi Soykırımı, Nazi Almanya’sının 1933-1945 yılları arasında Avrupa’daki Yahudilere yönelik sistematik ve planlı bir soykırım eylemiydi. Bu soykırım sırasında yaklaşık 6 milyon Yahudi hayatını kaybetti2. Yahudilerin Hitler’e olan tepkisi ve uygulamaları şunlardır:

Yahudiler, Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte Almanya’da ve diğer ülkelerde ayrımcılık, zulüm, şiddet ve baskıya maruz kaldılar. Yahudiler, işlerinden, evlerinden, vatandaşlık haklarından, eğitimden, sağlıktan ve kültürel faaliyetlerden mahrum bırakıldılar. Yahudiler, sarı yıldız takmak, gettolara yerleşmek, toplama kamplarına gönderilmek gibi aşağılayıcı ve insanlık dışı uygulamalara tabi tutuldular.
Yahudiler, Hitler’in soykırım planına karşı çeşitli şekillerde direnç gösterdiler. Bazı Yahudiler, Almanya’dan ve diğer ülkelerden kaçarak kendilerine güvenli bir sığınak aradılar. Bazı Yahudiler, gettolarda, kamplarda ve ormanlarda silahlı ve silahsız direniş örgütleri kurarak Nazi güçlerine karşı savaştılar. Bazı Yahudiler, Nazi rejimini ifşa etmek, Yahudi halkına yardım etmek ve müttefiklere bilgi vermek için yeraltı gazeteleri, radyoları ve ağları oluşturdular. Bazı Yahudiler, kültürel, dini, eğitimsel ve sosyal faaliyetleri sürdürerek Yahudi kimliğini ve yaşam sevincini korumaya çalıştılar.
Yahudiler, Hitler’in soykırımından kurtulanlar, tanıklar, anlatıcılar ve aktivistler olarak tarihe geçtiler. Yahudiler, yaşadıkları korkunç deneyimleri dünyaya duyurmak, soykırım kurbanlarını anmak, soykırım inkârcılarına karşı mücadele etmek, insan hakları ve adalet için çalışmak için çeşitli platformlar kullandılar. Yahudiler, soykırımın unutulmaması ve tekrarlanmaması için tarihsel sorumluluk üstlendiler.
Yahudilerin Hitler’e olan tepkisi ve uygulamaları, Yahudi Soykırımı’nın hem kurbanlarının hem de direnişçilerinin cesaret, dayanışma, umut ve inanç örnekleri olduğunu göstermektedir. Yahudiler, tarihin en acımasız ve en zalim soykırımına karşı insanlığın onurunu savunmuşlardır.

@@@@@@@@@

Hitler’in hayatını anlatan bir kitap önerir misiniz?

Hitler, 20. yüzyılın en tartışmalı ve etkili liderlerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Nazi Almanya’sının kurucusu ve diktatörü olarak, İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmış, Yahudi Soykırımı’nı yürütmüş ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Hitler’in hayatı, kişiliği, ideolojisi ve eylemleri hakkında pek çok kitap yazılmıştır. Bu kitaplar, Hitler’i farklı açılardan ele almakta, onun nasıl bir insan ve lider olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Hitler’in hayatını anlatan bir kitap önermek isterseniz, size aşağıdaki kitapları tavsiye edebilirim:

Kavgam- Adolf Hitler: Bu kitap, Hitler’in kendi yazdığı otobiyografik bir eserdir. Hitler, bu kitapta, çocukluğundan, siyasete girişine, Nasyonal Sosyalist Parti’nin kuruluşundan, 1923’teki başarısız darbe girişimine kadar olan hayatını anlatmaktadır. Ayrıca, Hitler’in antisemitik, ırkçı, militarist ve totaliter dünya görüşünü de bu kitapta açıklamaktadır. Bu kitap, Hitler’in zihnine girmek ve onun nasıl düşündüğünü ve neler planladığını öğrenmek için önemli bir kaynaktır. Bu kitabın çeşitli baskıları ve çevirileri bulunmaktadır. Bir tanesine buradan ulaşabilirsiniz.
Hitler Üzerine Notlar – Sebastian Haffner: Bu kitap, bir Alman tarihçi olan Sebastian Haffner tarafından yazılmıştır. Haffner, bu kitapta, Hitler’in hayatını ve icraatlarını, hem bir analiz hem de bir duygusal değerlendirme olarak sunmaktadır. Haffner, Hitler’in Almanya’ya, Almanlar’a, insanlara ve insanlığa neler ettiğini, onun nasıl bir lider ve diktatör olduğunu, onun başarılarını, yanılgılarını, suçlarını ve hıyanetini anlatmaktadır. Bu kitap, Hitler’i hem tarihsel hem de insani bir perspektiften değerlendirmek için etkileyici bir eserdir. Bu kitabın bir baskısına buradan ulaşabilirsiniz.
Çöküş: Almanya, 1944-45 – Ian Kershaw: Bu kitap, ünlü bir Hitler biyografisi olan Ian Kershaw tarafından yazılmıştır. Kershaw, bu kitapta, Hitler’in son yıllarını, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye gidişini, Nazi rejiminin çöküşünü ve Hitler’in intiharını anlatmaktadır. Kershaw, Hitler’in nasıl bir psikolojiye sahip olduğunu, nasıl kararlar aldığını, nasıl bir liderlik sergilediğini, nasıl bir sona doğru sürüklendiğini ve nasıl bir miras bıraktığını detaylı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu kitap, Hitler’in hayatının en dramatik ve en kritik dönemini anlamak için kapsamlı ve sürükleyici bir eserdir. Bu kitabın bir baskısına buradan ulaşabilirsiniz.
Bu kitaplar, Hitler’in hayatını anlatan birçok kitaptan sadece birkaçıdır.

 

Loading

No ResponsesKasım 17th, 2023

DİNLERDE KIYAMET VE SAYILAR

DİNLERDE KIYAMET VE SAYILAR


Yahudi inancına göre dünyanın sonu ve kıyametle ilgili olarak kehanetleri nelerdir?

Yahudi inancında, dünyanın sonu ve kıyamet, Tanrı’nın insanlık tarihine müdahale ederek, kötülüğü yok edeceği, adaleti sağlayacağı, İsrail halkını kurtaracağı ve Mesih’i göndereceği olaylar dizisi olarak anlaşılır. Bu olaylar, eskatoloji (son zamanlar ilmi) olarak adlandırılır ve Yahudi kutsal metinlerinde, özellikle peygamberlik kitaplarında, pek çok kehanetle anlatılır.
Yahudi inancında, dünyanın sonu ve kıyametle ilgili olarak, farklı dönemlerde ve farklı kaynaklarda, farklı kehanetler bulunmaktadır. Bu kehanetler, genellikle şu temaları içerir:
Tanrı’nın yargısı: Tanrı’nın, insanları ve ulusları, yaptıkları iyilik ve kötülüklere göre yargılayacağı ve cezalandıracağı veya ödüllendireceği inancıdır. Bu inanç, Tevrat, Zebur, Nebiim ve Ketuvim gibi Yahudi kutsal kitaplarında sıkça vurgulanır. Örneğin, Tevrat’ın Tesniye bölümünde: “Tanrı, kendi halkını ve mirasını yargılayacak, onlara öcünü alacak, onlara merhamet edecek, onları toplayacak ve onlara bereket verecektir.” (Tesniye 32:36-43) şeklinde bir kehanet vardır.
Mesih’in gelişi: Tanrı’nın, Davud soyundan gelecek olan bir kralı, Mesih’i (Mashiach), İsrail halkının lideri olarak göndereceği ve onun aracılığıyla dünyaya barış, adalet ve kurtuluş getireceği inancıdır. Bu inanç, özellikle İşaya, Yeremya, Hezekiel, Daniel, Zekeriya ve Malaki gibi peygamberlik kitaplarında detaylı bir şekilde anlatılır. Örneğin, İşaya kitabında: “Tanrı’nın ruhu üzerinde olacak bir dal, Davud’un kökünden çıkacak ve adaletle yargılayacak, doğrulukla hükmedecek, ulusları sopasıyla cezalandıracak, kurtların kuzularla, kaplanların buzağılarla, çocukların yılanlarla barış içinde yaşayacağı bir zaman gelecektir.” (İşaya 11:1-9) şeklinde bir kehanet vardır.
Kudüs’ün yeniden inşası: Tanrı’nın, İsrail halkını sürgünden kurtararak, topraklarına geri getireceği ve Kudüs’ü, tapınağı ve duvarları yeniden inşa edeceği inancıdır. Bu inanç, özellikle Ezra, Nehemya, Haggay, Zekeriya ve Malaki gibi tarihi ve peygamberlik kitaplarında yer alır. Örneğin, Zekeriya kitabında: “Tanrı, Kudüs’ü seçti ve ona merhamet etti. Tanrı, Kudüs’ü yeniden kuracak ve onun içinde oturacak. Tanrı, Kudüs’ün duvarlarına ateş gibi, onun içine de ihtişam gibi olacak.” (Zekeriya 1:16-17, 2:9) şeklinde bir kehanet vardır.
Yeni bir dünya: Tanrı’nın, dünyayı ve yaratılışı yenileyeceği, ölümü, acıyı, hastalığı ve günahı ortadan kaldıracağı, insanlarla ve yaratıklarla yeni bir ahit yapacağı, herkesin Tanrı’yı tanıyacağı ve O’na tapacağı inancıdır. Bu inanç, özellikle İşaya, Daniel, Zekeriya ve Malaki gibi peygamberlik kitaplarında ifade edilir. Örneğin, İşaya kitabında: “Tanrı, yeni bir gök ve yeni bir yeryüzü yaratacak ve eski şeyleri anımsamayacak. Tanrı, Kudüs’ü sevinç ve halkını mutluluk kaynağı yapacak. Tanrı, insanların ömrünü uzatacak ve onların emeklerini boşa çıkarmayacak. Tanrı, kurt ile kuzu, aslan ile sığır, yılan ile çocuk arasında barış sağlayacak. Tanrı, bütün insanlara kendini bildirecek ve onlardan kendisine ibadet etmelerini isteyecek.” (İşaya 65:17-25, 66:22-23) şeklinde bir kehanet vardır.
Yahudi inancındaki dünyanın sonu ve kıyametle ilgili kehanetler, tarihsel ve teolojik açıdan büyük öneme sahiptir. Bu kehanetler hem Yahudi hem de Hristiyan inancına etki etmiştir.

@@@@@@@@@@

Yahudilikte kıyametin kopması ne zaman bekleniyor?

Yahudilikte, kıyametin ne zaman kopacağı tam olarak bilinmemektedir. Yahudi kutsal metinleri, kıyametin kopma belirtilerini ve olaylarını anlatmakta, ancak bunların ne zaman gerçekleşeceğini kesin bir şekilde belirtmemektedir. Yahudi inancına göre, kıyametin kopması, Tanrı’nın insanlık tarihine müdahale ederek, kötülüğü yok edeceği, adaleti sağlayacağı, İsrail halkını kurtaracağı ve Mesih’i göndereceği olaylar dizisi olarak anlaşılmaktadır.
Yahudilikte, kıyametin kopmasıyla ilgili olarak, farklı dönemlerde ve farklı kaynaklarda, farklı kehanetler bulunmaktadır. Bu kehanetler, genellikle şu temaları içermektedir: Tanrı’nın yargısı, Mesih’in gelişi, Kudüs’ün yeniden inşası ve yeni bir dünya. Bu kehanetler hem Yahudi hem de Hristiyan inancına etki etmiştir.
Yahudilikte, kıyametin kopmasıyla ilgili olarak, bazı tarihler öne sürülmüştür. Bunlardan bazıları şunlardır:
2012: Maya takvimine göre kıyametin 21 Aralık 2012’de kopacağı iddia edilmiştir. Ancak bu iddia, Yahudi kaynaklarıyla bir ilgisi olmadığı gibi, gerçekleşmemiştir.
2018: Gezegen ve yıldız hareketlerini inceleyen bazı komplo teorisyenleri, İncil’de yer alan bir kehanete dayanarak, 23 Eylül 2018’de kıyametin kopacağını öne sürmüşlerdir. Ancak bu iddia, Yahudi kaynaklarıyla bir ilgisi olmadığı gibi, gerçekleşmemiştir.
2024: Bazı Hristiyan alimler, 2017 ve 2024 yılları arasında meydana gelecek olan güneş tutulmalarının, Danyal kitabındaki 70’inci hafta kehanetiyle ilgili olduğunu iddia etmişlerdir. Bu açıklamaya göre, son tutulma 8 Nisan 2024’te gerçekleşecek ve tutulmadan 5 hafta sonra İsrail’in 76’ncı kuruluş yıl dönümü kutlanacaktır. Bu işaretlerin Danyal’ın 70’inci haftasının son etabının başlangıcı anlamına geldiğini öne sürülmüştür.
2060: Ünlü fizikçi Isaac Newton, Yahudi kutsal metinlerini inceleyerek, kıyametin 2060 yılında kopacağını tahmin etmiştir. Newton, bu tahminini, Daniel kitabındaki 1260 gün kehanetine dayandırmıştır.
Bu cevabım, web arama sonuçlarından elde ettiğim bilgilere dayanmaktadır. Bu bilgilerin doğruluğunu ve güncelliğini garanti edemem. Yahudilikteki kıyametin kopmasıyla ilgili kehanetler, tarihsel ve teolojik açıdan büyük öneme sahiptir. Bu kehanetler hem Yahudi hem de Hristiyan inancına etki etmiştir. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isterseniz, kaynaklara bakabilirsiniz.

@@@@@@@@@@@

Kıyametin kopması için belirtiler nelerdir?

Kıyametin kopması, evrenin düzeninin bozulması, her şeyin alt üst edilerek yok olması, yok olan ve ölen şeylerin yeniden yaratılıp diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi demektir. Kıyametin kopmasıyla öylesine dehşetli manzaralar ortaya çıkacak ki; gök yarılacak, erimiş maden hâline gelecek, Güneş ve Ay kararacak, yıldızlar dağılıp dökülecek, dağlar atılmış yün gibi olacak, denizler kaynatılacak ve fışkıracak, cehennem alevlendirilecek ve cennet yaklaştırılacaktır.
Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Bu konuda ne Hz. Peygamber, ne ona vahiy getiren Cebrâil (a.s.), ne de zamanı gelince kıyamet olayını fiilen gerçekleştirmekle görevlendirilecek olan İsrâfil (a.s.) bu bilgiye sahiptir. Yüce Allah kıyametin kopacağı zamanı ancak kendisinin bildiğini çeşitli âyetlerde ifade etmiştir.
Kıyametin kopmasına yakın, bazı alametlerin zuhur edeceği, peygamberler tarafından haber verilmiştir. Bu alametler, kıyametin yaklaştığını gösteren işaretlerdir. Kıyamet alametleri, küçük alametler ve büyük alametler olmak üzere iki kısma ayrılır. Küçük alametler, kıyametin kopmasından önceki uzun bir zaman diliminde gerçekleşen olaylardır. Büyük alametler ise, kıyametin kopmasından hemen önceki kısa bir zaman diliminde gerçekleşen olaylardır. Küçük alametlerin bir kısmı şunlardır:
Peygamberimizin gönderilmesi ve onunla peygamberliğin sona ermesi.
İlmin ortadan kalkıp bilgisizliğin artması.
Şarap içme ve zinanın açıkça yapılır olması.
Ehliyetsiz insanların söz sahibi olması.
Adam öldürme olaylarının artması.
Dünya malının bollaşması, zekât verecek fakirin bulunmaması.
Büyük alametlerin bir kısmı şunlardır:
Deccal’in çıkması ve fitne saçması.
Hz. İsa’nın gökten inmesi ve Deccal’i öldürmesi.
Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkması ve yeryüzünde fesat çıkarması.
Güneşin batıdan doğması.
Dumanın gökyüzünü kaplaması.
Dabbetü’l-arz’ın çıkması ve insanlara konuşması.
Kâbe’nin yıkılması.
Kıyametin kopmasıyla ilgili konular, Kur’an ve hadislerde açıkça bildirilmiştir. Bu konular hem iman hem de amel açısından önemlidir.


@@@@@@@@@@@

Hristiyan inancına göre Dünyanın sonu ve kıyametle ilgili olarak kehanetleri nelerdir?

Hristiyan inancında, dünyanın sonu ve kıyamet, Tanrı’nın insanlık tarihine son vereceği, yeryüzündeki kötülüğü yok edeceği, Mesih’i yeniden göndereceği, ölüleri dirilteceği, insanları yargılayacağı ve yeni bir gök ve yeni bir yeryüzü yaratacağı olaylar dizisi olarak anlaşılır. Bu olaylar, eskatoloji (son zamanlar ilmi) olarak adlandırılır ve Hristiyan kutsal metinlerinde, özellikle Vahiy kitabında, pek çok kehanetle anlatılır.
Hristiyan inancında, dünyanın sonu ve kıyametle ilgili olarak, farklı mezhep ve akımlarda, farklı yorumlar ve kehanetler bulunmaktadır. Bu yorum ve kehanetler, genellikle şu temaları içerir:
Mesih’in ikinci gelişi: Tanrı’nın, İsa’yı gökten indirerek, dünyaya hükmedeceği ve kurtuluşu sağlayacağı inancıdır. Bu inanç, özellikle Matta, Markos, Luka, Yuhanna, Elçilerin İşleri, Romalılar, Korintliler, Selanikliler, Timoteos, Titus, İbraniler, Yakup, Petrus, Yuhanna, Yahuda ve Vahiy gibi Yeni Ahit kitaplarında yer alır. Örneğin, Vahiy kitabında: “Gökte açılan kapıyı gördüm. Ses, ilk duyduğum ses gibi gürledi: ‘Yukarı çık, sana göstereceğim şeyleri sana anlatayım.’ Derhal Ruh’un etkisinde kaldım. İşte, gökte bir taht vardı. Tahtta oturan vardı.” (Vahiy 4:1-2) şeklinde bir kehanet vardır.
Kıyamet savaşı: Tanrı’nın, Mesih’in gelişinden önce veya sonra, dünyadaki kötü güçlerle savaşacağı ve onları yok edeceği inancıdır. Bu inanç, özellikle Daniel, Zekeriya ve Vahiy gibi peygamberlik kitaplarında anlatılır. Örneğin, Vahiy kitabında: “Ve onları, İbranice adı Har-Magedon olan, büyük günün Tanrısı’nın savaşına topladılar.” (Vahiy 16:16) şeklinde bir kehanet vardır.
Bin yıllık krallık: Tanrı’nın, Mesih’in gelişinden sonra, dünyada bin yıl sürecek bir barış ve adalet dönemi yaratacağı inancıdır. Bu inanç, özellikle Vahiy kitabında ifade edilir. Örneğin, Vahiy kitabında: “Mesih’le birlikte bin yıl boyunca hükmedecek olan tahtlar gördüm. Onlara yargılama yetkisi verilmişti. İsa’nın tanıklığı ve Tanrı sözü uğruna başları kesilenlerin, yani yeryüzündeki yaratığın ve onun resminin tapınmasına katılmayanların, alnına ya da eline işaret almayanların canlarına da kavuştum. Onlar dirildiler ve Mesih’le birlikte bin yıl boyunca hükmettiler.” (Vahiy 20:4) şeklinde bir kehanet vardır.
Yeni gök ve yeni yeryüzü: Tanrı’nın, kıyametin ardından, dünyayı ve yaratılışı yenileyeceği, ölümü, acıyı, hastalığı ve günahı ortadan kaldıracağı, insanlarla yeni bir ahit yapacağı, herkesin Tanrı’yı tanıyacağı ve O’na tapacağı inancıdır. Bu inanç, özellikle İşaya, Petrus ve Vahiy gibi peygamberlik kitaplarında yer alır. Örneğin, Vahiy kitabında: “Yeni bir gök ve yeni bir yeryüzü gördüm. Çünkü ilk gök ve ilk yeryüzü yok olmuştu. Deniz de artık yoktu. Kutsal Şehir, yeni Kudüs’ü, Tanrı katından, gökten, gelirken gördüm. Gelin gibi süslenmiş, kocasını bekleyen bir kadın gibiydi. Yüce bir ses duydum. Tahttan gelen ses şöyle diyordu: ‘Tanrı’nın konutu insanlarla birliktedir. O, onlarla birlikte yaşayacak. Onlar O’nun halkı olacak. Tanrı kendisi onlarla birlikte olacak. Onların gözyaşlarını silecek. Ölüm artık olmayacak. Ne acı, ne ağlayış, ne de ızdırap olacak. Çünkü eski düzen yok olup gitmiştir.’” (Vahiy 21:1-4) şeklinde bir kehanet vardır.
Hristiyan inancındaki dünyanın sonu ve kıyametle ilgili kehanetler, tarihsel ve teolojik açıdan büyük öneme sahiptir. Bu kehanetler hem Hristiyan hem de Yahudi inancına etki etmiştir.

 

@@@@@@@@@@@

İsa’nın ikinci gelişi nasıl gerçekleşecek?

İsa’nın ikinci gelişi, İsa’nın yaklaşık iki bin yıl önce çarmıha gerilip üç gün sonra dirilmesinin ardından göğe yükselmesinden sonra dünyaya dönmesine ilişkin Hristiyan inancıdır. Bu inanç ayrıca, diğer bazı dinlerde farklı yorumlarla yer alır. Mesih kehanetlerine dayanmaktadır ve çoğu Hristiyan eskatolojisinin bir parçasıdır. İsa’nın ikinci gelişinin mahiyeti hakkındaki görüşler, Hristiyanlık mezhepleri arasında ve Hristiyan bireyler arasında olduğu kadar diğer bazı inançlar ve mensupları arasında da farklılık göstermektedir.
Hristiyanlıkta, İkinci Geliş, İsa Mesih’in dünyaya geri geleceği bir zamandır. Bu geliş, yaşayanları ve ölüleri yargılamak içindir. Tarih boyunca bu olayın detayları hakkında farklı fikirler ortaya çıkmıştır. Bu anlaşmazlıklar, Vahiy Kitabı’nda Mesih’in yeryüzündeki 1000 yıllık saltanatı olarak tanımlanan Binyıl ile ilgilidir. Amillennialistler  olarak adlandırılan bazı Hristiyanlar, 1000 yılın yalnızca Müjde’nin nihai zaferini ifade ettiğini düşünüyor. Postmillennialistler  olarak adlandırılan diğerleri, İsa’nın fiziksel olarak dünyaya döneceğini düşünüyor. Bu, ancak Hristiyanlığın 1000 yıl boyunca baskın hâle gelmesinden sonra gerçekleşecek.
İslam’da, İkinci Geliş, Âhir Zaman’da Mehdi’nin zuhurundan hemen sonra İsa’nın inişi, Deccal’i öldürmesi ve bütün dünyanın Müslüman olmasıdır. Müfessirlere göre Kur’an’da İsa’nın ikinci gelişi Zuhruf Suresi’nin 61. ayetinde haber verilir. Bu ayette şöyle denir: “O, kıyametin yaklaştığını size haber veren bir alâmettir. Artık şüphe etmeyin, bana uyun. İşte dosdoğru yol budur.”
Yahudilikte, İkinci Geliş, İsrail’in yeniden kurulacağına ve Tanrı’nın lütfunun tüm ölçüsünü alacağına dair Tanrı’nın İsrail’e verdiği sözlerin gerçekleşmesidir. Bu, insanlığın tamamen kurtuluşu ve Tanrı’nın insanlık için mükemmel iradesinin tamamlanması ile çakışan çok önemli bir olaydır. Yahudi kutsal metinleri, Mesih’in gelişinin belirtilerini ve olaylarını anlatmakta, ancak bunların ne zaman gerçekleşeceğini kesin bir şekilde belirtmemektedir.
İsa’nın ikinci gelişiyle ilgili konular hem tarihsel hem de teolojik açıdan büyük öneme sahiptir. Bu konular hem Hristiyan hem de Yahudi ve İslam inancına etki etmiştir.


@@@@@@@@@@@

İslam inancına göre Dünyanın sonu ve kıyametle ilgili olarak ne gibi yorumlar yapılmaktadır?

İslam inancında, dünyanın sonu ve kıyamet, Allah’ın evreni ve içindekileri yok edeceği, ölüleri dirilteceği, insanları ve cinleri yargılayacağı ve sonsuz ahiret hayatının başlayacağı olaylar dizisi olarak anlaşılır. Bu olaylar, eskatoloji (son zamanlar ilmi) olarak adlandırılır ve Kur’an ve hadislerde pek çok işaretlerle anlatılır. İslam inancının (akide) bir parçası ve inancın temel prensiplerinden biri olan kıyamet inancı, hem iman hem de amel açısından önemlidir.
İslam inancında, dünyanın sonu ve kıyametle ilgili olarak, kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah’ın bildiği, ancak kıyamete yaklaşan son devrede bazı alametlerin zuhur edeceği, bu alametlerin kıyametin yaklaştığını gösteren işaretler olduğu, kıyamet alametlerinin küçük alametler ve büyük alametler olmak üzere iki kısma ayrıldığı, küçük alametlerin kıyametin kopmasından önceki uzun bir zaman diliminde gerçekleşen olaylar olduğu, büyük alametlerin ise kıyametin kopmasından hemen önceki kısa bir zaman diliminde gerçekleşen olaylar olduğu yorumları yapılmaktadır.
İslam inancında, dünyanın sonu ve kıyametle ilgili olarak, kıyametin kopmasından sonra insanların mahşere toplanacağı, Allah’ın huzurunda hesap vereceği, amellerinin tartılacağı, cennet ve cehennem ehlinin belirleneceği, cennet ehlinin nimetlere, cehennem ehlinin azaplara kavuşacağı, Allah’ın rahmeti ve adaleti ile bazı günahkarların cehennemden çıkarılıp cennete gireceği, cennet ve cehennemin ebedi olduğu yorumları yapılmaktadır.
İslam inancındaki dünyanın sonu ve kıyametle ilgili konular, Kur’an ve hadislerde açıkça bildirilmiştir. Bu konular, hem iman hem de amel açısından önemlidir.


@@@@@@@@@@

Gematriya nedir

Gematriya, İbranice harflerin sayısal değerlerine dayanan ve kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalışan bir hesaplama yöntemidir. Gematriya, Kabbala adı verilen Yahudi mistisizminin bir parçasıdır. Gematriya ile harfler sayılara, sayılar da sembollere dönüştürülür. Böylece, aynı sayısal değere sahip olan kelimeler arasında gizli bağlantılar kurulur. Gematriya, evrenin ve Tanrı’nın sırlarını çözmek, geleceği öngörmek ve kaderi değiştirmek için kullanılmıştır.

Gematriya hesabı yapmak için, İbranice alfabesinin her harfine bir sayısal değer atamak gerekir. Bu değerler, harflerin sırasına göre 1’den 10’a, 10’dan 100’e ve 100’den 400’e kadar artar. Bazı harfler, sona geldiklerinde farklı bir değer alırlar. Örneğin, kaf harfi normalde 20 değerindedir, ancak kelimenin sonunda 500 değerine sahiptir. Aşağıdaki tabloda, İbranice harflerin sayısal değerleri gösterilmiştir.

Harf Değer
א 1
ב 2
ג 3
ד 4
ה 5
ו 6
ז 7
ח 8
ט 9
י 10
כ, ך 20 veya 500
ל 30
מ, ם 40 veya 600
נ, ן 50 veya 700
ס 60
ע 70
פ, ף 80 veya 800
צ, ץ 90 veya 900
ק 100
ר 200
ש 300
ת 400
Gematriya hesabı yapmak için, bir kelimenin harflerinin sayısal değerlerini toplamak yeterlidir. Örneğin, “zeytin” kelimesinin İbranice yazılışı זיתים’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 7 + 10 + 400 + 10 + 40 = 467’dir. Bu sayı, başka kelimelerin de değeridir. Örneğin, “güneş” kelimesinin İbranice yazılışı שמש’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 300 + 40 + 300 = 640’dır. Bu sayı, “yıldız” kelimesinin İbranice yazılışı כוכב’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 20 + 6 + 100 + 2 = 128’dir. Bu sayı, “hayat” kelimesinin İbranice yazılışı חיים’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 8 + 10 + 10 + 40 = 68’dir. Bu sayı, “Tanrı” kelimesinin İbranice yazılışı אלהים’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 1 + 30 + 5 + 10 + 40 = 86’dır. Bu sayı, “aşk” kelimesinin İbranice yazılışı אהבה’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 1 + 5 + 2 + 5 = 13’tür. Bu sayı, “bir” kelimesinin İbranice yazılışı אחד’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 1 + 8 + 4 = 13’tür.

Gematriya ile, bu kelimeler arasında gizli bir ilişki olduğu düşünülür. Örneğin, zeytin ve güneş, Nuh’un gemisinde ve tufan sonrasında önemli bir rol oynamıştır. Güneş ve yıldız, gökyüzünün ışıklarıdır. Yıldız ve hayat, İbrahim’in soyunun sayısını simgeler. Hayat ve Tanrı, yaratıcının gücünü gösterir. Tanrı ve aşk, kutsal sevgiyi ifade eder. Aşk ve bir, birliğin ve bütünlüğün anlamını taşır.

Gematriya, sadece kelimelerin değil, cümlelerin ve metinlerin de sayısal değerlerini hesaplar. Örneğin, Tevrat’ın ilk cümlesi olan “Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı” (İbranice בראשית ברא אלהים את השמים ואת הארץ) cümlesinin sayısal değeri, 2701’dir. Bu sayı, 37 x 73 gibi iki asal sayının çarpımıdır. Bu sayılar, aynı zamanda 12. üçgensel sayı ve 8. altıgensel sayıdır. Bu sayılar, geometrik şekillerle ilgili gizli bir anlam taşıdığı düşünülür.

Gematriya, sadece sayısal değerleri toplamakla kalmaz, aynı zamanda çıkarmak, çarpmak, bölmek, kök almak, üs almak, mod almak gibi matematiksel işlemler de yapar. Ayrıca, harflerin sırasını değiştirmek, harfleri eşleştirmek, harfleri gruplamak, harfleri atlamak gibi harf oyunları da yapar. Böylece, daha fazla sayısal değer ve anlam elde eder.

Gematriya, Yahudi geleneğinde önemli bir rol oynamıştır. Gematriya, Tanrı’nın adını, isimlerin anlamlarını, dua ve bereketlerin gücünü, kutsal günlerin ve zamanların özelliklerini, kaderin ve kehanetin sırlarını, tarihin ve geleceğin olaylarını, evrenin ve doğanın yasalarını, ruhun ve bedenin ilişkisini, ahlakın ve etiğin kurallarını, bilgeliğin ve anlayışın kaynaklarını ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Gematriya, Yahudi mistisizminin ve felsefesinin temel araçlarından biri olmuştur.

@@@@@@@@@@@

Gematriya ile ilgili bir örnek verebilir misiniz?

Gematriya ile ilgili bir örnek verebilirim. Örneğin, Tevrat’ın ilk cümlesi olan “Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı” (İbranice בראשית ברא אלהים את השמים ואת הארץ) cümlesinin sayısal değeri, 2701’dir. Bu sayı, 37 x 73 gibi iki asal sayının çarpımıdır. Bu sayılar, aynı zamanda 12. üçgensel sayı ve 8. altıgensel sayıdır. Bu sayılar, geometrik şekillerle ilgili gizli bir anlam taşıdığı düşünülür.

Üçgensel sayılar, bir üçgenin kenarındaki noktaların sayısını gösterir. Örneğin, 1, 3, 6, 10, 15, 21, 28, 36, 45, 55, 66, 78… şeklinde devam eden sayılar, üçgensel sayılardır. Altıgensel sayılar ise bir altıgenin kenarındaki noktaların sayısını gösterir. Örneğin, 1, 6, 15, 28, 45, 66, 91, 120, 153, 190, 231, 276… şeklinde devam eden sayılar, altıgensel sayılardır.

Tevrat’ın ilk cümlesinin sayısal değeri olan 2701, 12. üçgensel sayıdır. Bu sayı, aşağıdaki gibi bir üçgen oluşturur:

![üçgen]

Bu üçgenin içinde, 73 adet nokta vardır. Bu sayı, Tevrat’ın ilk cümlesinin sayısal değerini veren asal sayılardan biridir. Ayrıca, bu üçgenin kenarındaki noktaların sayısı 37’dir. Bu sayı da, Tevrat’ın ilk cümlesinin sayısal değerini veren diğer asal sayıdır. Böylece, Tevrat’ın ilk cümlesinin sayısal değeri, hem üçgensel hem de asal sayılarla ilişkilendirilir.

Tevrat’ın ilk cümlesinin sayısal değeri olan 2701, aynı zamanda 8. altıgensel sayıdır. Bu sayı, aşağıdaki gibi bir altıgen oluşturur:

![altıgen]

Bu altıgenin içinde, 37 adet nokta vardır. Bu sayı, Tevrat’ın ilk cümlesinin sayısal değerini veren asal sayılardan biridir. Ayrıca, bu altıgenin kenarındaki noktaların sayısı 73’tür. Bu sayı da, Tevrat’ın ilk cümlesinin sayısal değerini veren diğer asal sayıdır. Böylece, Tevrat’ın ilk cümlesinin sayısal değeri, hem altıgensel hem de asal sayılarla ilişkilendirilir.

Bu örnek, Gematriya’nın nasıl sayılarla ve geometrik şekillerle kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalıştığını göstermektedir. Gematriya, Yahudi geleneğinde önemli bir rol oynamıştır. Gematriya, Tanrı’nın adını, isimlerin anlamlarını, dua ve bereketlerin gücünü, kutsal günlerin ve zamanların özelliklerini, kaderin ve kehanetin sırlarını, tarihin ve geleceğin olaylarını, evrenin ve doğanın yasalarını, ruhun ve bedenin ilişkisini, ahlakın ve etiğin kurallarını, bilgeliğin ve anlayışın kaynaklarını ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Gematriya, Yahudi mistisizminin ve felsefesinin temel araçlarından biri olmuştur.

@@@@@@@@@

Başka hangi kutsal metinlerde Gematriya hesaplaması yapılır?

Kutsal metin
Keşfedin
Gematriya hesaplaması, genellikle Yahudi geleneğinde kullanılan bir yöntemdir. İbranice harflerin sayısal değerlerine dayanan ve kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalışan bu yöntem, Yahudi mistisizmi olan Kabbala’nın bir parçasıdır. Yahudi kutsal metinleri olan Tevrat, Talmud, Zohar ve diğerleri Gematriya ile incelenir.

Gematriya hesaplaması, sadece Yahudi geleneğine özgü değildir. Benzer yöntemler, başka din ve kültürlerde de görülmektedir. Örneğin, İslam geleneğinde, Arapça harflerin sayısal değerlerine dayanan ve Kur’an ve Hadis gibi kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalışan bir yöntem olan Ebced hesabı vardır. Ebced hesabı, İslam mistisizmi olan Tasavvuf’un bir parçasıdır. Ebced hesabı, Kur’an ve Hadis’in yanı sıra, İslam tarihi, coğrafyası, astronomisi, astrolojisi ve diğer bilim dallarıyla ilgili eserlerde de kullanılmıştır.

Başka bir örnek, Hristiyan geleneğinde, Yunanca harflerin sayısal değerlerine dayanan ve Yeni Ahit gibi kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalışan bir yöntem olan İsopsefi’dir. İsopsefi, Hristiyan mistisizmi olan Gnostisizm’in bir parçasıdır. İsopsefi, Yeni Ahit’in yanı sıra, Gnostik metinler, Apokrifler, Erken Kilise Babaları’nın eserleri ve diğer Hristiyan kaynaklarında da kullanılmıştır.

Bu örnekler, Gematriya hesaplamasının, farklı din ve kültürlerde benzer yöntemlerle karşılaştığını göstermektedir. Bu yöntemler, kutsal metinlere yeni anlamlar katmak, gizli bağlantılar kurmak, ilahi sırları çözmek ve geleceği öngörmek için kullanılmıştır. Ancak, bu yöntemlerin bilimsel ve objektif olmadığı, spekülatif ve yoruma açık olduğu da unutulmamalıdır.

@@@@@@@@@

İsopsefi ile ilgili bir örnek verebilir misiniz?

İsopsefi ile ilgili bir örnek verebilirim. İsopsefi, Yunanca harflerin sayısal değerlerine dayanan ve kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalışan bir hesaplama yöntemidir. İsopsefi, Hristiyan mistisizmi olan Gnostisizm’in bir parçasıdır. İsopsefi, Yeni Ahit gibi kutsal metinlerde kullanılmıştır

İsopsefi hesabı yapmak için, Yunanca alfabesinin her harfine bir sayısal değer atamak gerekir. Bu değerler, harflerin sırasına göre 1’den 9’a, 10’dan 90’a ve 100’den 800’e kadar artar. Bazı harfler, sona geldiklerinde farklı bir değer alırlar. Aşağıdaki tabloda, Yunanca harflerin sayısal değerleri gösterilmiştir.

Harf Değer
Α 1
Β 2
Γ 3
Δ 4
Ε 5
Ϛ 6
Ζ 7
Η 8
Θ 9
Ι 10
Κ 20
Λ 30
Μ 40
Ν 50
Ξ 60
Ο 70
Π 80
Ϟ 90
Ρ 100
Σ 200
Τ 300
Υ 400
Φ 500
Χ 600
Ψ 700
Ω 800
İsopsefi hesabı yapmak için, bir kelimenin harflerinin sayısal değerlerini toplamak yeterlidir. Örneğin, “Mesih” kelimesinin Yunanca yazılışı Χριστός’dur. Bu kelimenin sayısal değeri, 600 + 100 + 10 + 200 + 300 + 70 + 200 = 1480’dir. Bu sayı, başka kelimelerin de değeridir. Örneğin, “Tanrı’nın oğlu” anlamına gelen Υιός του Θεού’nun sayısal değeri de 1480’dir. Bu kelimeler arasında gizli bir ilişki olduğu düşünülür.

İsopsefi, sadece kelimelerin değil, cümlelerin ve metinlerin de sayısal değerlerini hesaplar. Örneğin, Yeni Ahit’in ilk cümlesi olan “Başlangıçta Söz vardı, Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı” (Yunanca Ἐν ἀρχῇ ἦν ὁ λόγος, καὶ ὁ λόγος ἦν πρὸς τὸν θεόν, καὶ θεὸς ἦν ὁ λόγος) cümlesinin sayısal değeri, 3627’dir. Bu sayı, 7 x 7 x 7 x 7 + 1 gibi bir formüle sahiptir. Bu formül, geometrik şekillerle ilgili gizli bir anlam taşıdığı düşünülür.

Bu örnek, İsopsefi’nin nasıl sayılarla kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalıştığını göstermektedir. İsopsefi, Hristiyan geleneğinde önemli bir rol oynamıştır. İsopsefi, Yeni Ahit’in yanı sıra, Gnostik metinler, Apokrifler, Erken Kilise Babaları’nın eserleri ve diğer Hristiyan kaynaklarında da kullanılmıştır.

@@@@@@@@@

Ebced cifir nedir?

Ebced cifir, harflere verilen sayı değerleri ile kutsal metinlerden veya diğer kaynaklardan geleceğe veya geçmişe dair tarihler, isimler veya işaretler çıkarmaya çalışan bir hesaplama yöntemidir. Ebced cifir, genellikle İslam geleneğinde kullanılan bir ilimdir. Arap alfabesinin harflerinin sayısal değerlerine dayanan ve Kur’an, Hadis veya evliyaların sözlerinden çeşitli anlamlar çıkarmaya çalışan bir ilmin adıdır. Ebced cifir, İslam mistisizmi olan Tasavvuf’un bir parçasıdır

Ebced cifir hesabı yapmak için, Arap alfabesinin her harfine bir sayısal değer atamak gerekir. Bu değerler, harflerin sırasına göre 1’den 10’a, 10’dan 100’e ve 100’den 1000’e kadar artar. Bazı harfler, sona geldiklerinde farklı bir değer alırlar. Aşağıdaki tabloda, Arap alfabesinin harflerinin sayısal değerleri gösterilmiştir.

Harf Değer
ا 1
ب 2
ج 3
د 4
ه 5
و 6
ز 7
ح 8
ط 9
ي 10
ك 20
ل 30
م 40
ن 50
س 60
ع 70
ف 80
ص 90
ق 100
ر 200
ش 300
ت 400
ث 500
خ 600
ذ 700
ض 800
ظ 900
غ 1000
Ebced cifir hesabı yapmak için, bir kelimenin harflerinin sayısal değerlerini toplamak yeterlidir. Örneğin, “Muhammed” kelimesinin Arapça yazılışı محمد’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 40 + 8 + 40 + 4 = 92’dir. Bu sayı, başka kelimelerin de değeridir. Örneğin, “Allah” kelimesinin Arapça yazılışı الله’dir. Bu kelimenin sayısal değeri, 1 + 30 + 30 + 5 = 66’dır. Bu kelimeler arasında gizli bir ilişki olduğu düşünülür.

Ebced cifir, sadece kelimelerin değil, cümlelerin ve metinlerin de sayısal değerlerini hesaplar. Örneğin, Kur’an’ın ilk ayeti olan “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” (Arapça بسم الله الرحمن الرحيم) cümlesinin sayısal değeri, 786’dır. Bu sayı, Kur’an’ın başlangıcını ve bitişini simgelediği düşünülür.

Ebced cifir, sadece sayısal değerleri toplamakla kalmaz, aynı zamanda çıkarmak, çarpmak, bölmek, kök almak, üs almak, mod almak gibi matematiksel işlemler de yapar. Ayrıca, harflerin sırasını değiştirmek, harfleri eşleştirmek, harfleri gruplamak, harfleri atlamak gibi harf oyunları da yapar. Böylece, daha fazla sayısal değer ve anlam elde eder.

Ebced cifir, İslam geleneğinde önemli bir rol oynamıştır. Ebced cifir, Kur’an ve Hadis’in yanı sıra, İslam tarihi, coğrafyası, astronomisi, astrolojisi ve diğer bilim dallarıyla ilgili eserlerde de kullanılmıştır. Ebced cifir, Allah’ın adını, isimlerin anlamlarını, dua ve bereketlerin gücünü, kutsal günlerin ve zamanların özelliklerini, kaderin ve kehanetin sırlarını, tarihin ve geleceğin olaylarını, evrenin ve doğanın yasalarını, ruhun ve bedenin ilişkisini, ahlakın ve etiğin kurallarını, bilgeliğin ve anlayışın kaynaklarını ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Ebced cifir, İslam mistisizminin ve felsefesinin temel araçlarından biri olmuştur.

@@@@@@@@@

Başka hangi kaynaklarda Ebced cifir kullanılır?

Ebced cifir kullanılan başka kaynaklar şunlardır:

Tarihî belgeler: Ebced cifir, tarihî belgelerde, özellikle kitabelerde, tarih yazmak için kullanılmıştır. Örneğin, Kırım Balıkova Kalesi civarındaki bir camiin kitabesinde: “Hakk muradın hemîşe ide atâ; ‘Kabbelallahu hayrekum’ tarih ola.” şeklinde bir beyit vardır. Bu beyitin ebced değeri, 1239’dur. Bu da, caminin Hicrî 1239 yılında yapıldığını gösterir.

Şiirler: Ebced cifir, şiirlerde, şairlerin isimlerini, mahlaslarını, eserlerinin adlarını veya başka gizli mesajlarını vermek için kullanılmıştır. Örneğin, Fuzûlî’nin bir gazelinde: “Fuzûlî derdine derman aradı / Dermanın derdine düştü bulmadı.” mısraları vardır. Bu mısraların ebced değeri, 1001’dir. Bu da, Fuzûlî’nin 1001. gazeli olduğunu gösterir.

Esrarlı kitaplar: Ebced cifir, esrarlı kitaplar, özellikle simya ve astroloji ile ilgili kitaplarda, gizli bilgileri şifrelemek için kullanılmıştır. Örneğin, İbnü’l-Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiyye adlı eserinde: “Bu kitabın adı, ‘El-Fütuhat-ı Mekkiyye’ dir. Bu adın ebced değeri, 831’dir. Bu da, bu kitabın 831 bölümden oluştuğunu gösterir.” şeklinde bir ifade vardır.

Risale-i Nur: Ebced cifir, Risale-i Nur adlı eserde, Bediüzzaman Said Nursi tarafından, bazı tarihleri, isimleri ve olayları vermek için kullanılmıştır. Örneğin, Birinci Şua adlı risalede: “Bu risale, 1339 senesinde yazılmıştır. Bu tarihin ebced değeri, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ kelimesinin ebced değerine eşittir. Bu da, bu risalenin Allah’ın rahmetiyle yazıldığını gösterir.” şeklinde bir açıklama vardır.

@@@@@@@@

Ebced cifirin modern kullanımı var mıdır?

Ebced cifirin modern kullanımı, eski dönemlere göre daha az yaygındır. Ebced cifir, genellikle İslam geleneğinde, kutsal metinlerden veya diğer kaynaklardan geleceğe veya geçmişe dair tarihler, isimler veya işaretler çıkarmaya çalışan bir hesaplama yöntemidir. Bu yöntem, İslam mistisizmi olan Tasavvuf’un bir parçasıdır. Ebced cifir, Kur’an, Hadis veya evliyaların sözlerinin yanı sıra, İslam tarihi, coğrafyası, astronomisi, astrolojisi ve diğer bilim dallarıyla ilgili eserlerde de kullanılmıştır.

Ebced cifirin modern kullanımı, bazı alimler, yazarlar, şairler, müzisyenler, sanatçılar, medyumlar, fal bakıcılar ve ilgi duyan kişiler tarafından sürdürülmektedir. Ebced cifir, bazen kutsal metinlere yeni anlamlar katmak, gizli bağlantılar kurmak, ilahi sırları çözmek ve geleceği öngörmek için kullanılmaktadır. Bazı örnekler şunlardır:

Risale-i Nur: Ebced cifir, Risale-i Nur adlı eserde, Bediüzzaman Said Nursi tarafından, bazı tarihleri, isimler ve olayları vermek için kullanılmıştır. Örneğin, Birinci Şua adlı risalede: “Bu risale, 1339 senesinde yazılmıştır. Bu tarihin ebced değeri, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ kelimesinin ebced değerine eşittir. Bu da, bu risalenin Allah’ın rahmetiyle yazıldığını gösterir.” şeklinde bir açıklama vardır.

Şiirler: Ebced cifir, şiirlerde, şairlerin isimlerini, mahlaslarını, eserlerinin adlarını veya başka gizli mesajlarını vermek için kullanılmıştır. Örneğin, Necip Fazıl Kısakürek’in “Sakarya Türküsü” adlı şiirinde: “Ey Sakarya, senin suların / Akar mıydı, akmaz mıydı? / Senin suların akmasaydı / Bu millet ölür müydü, ölmez miydi?” dizeleri vardır. Bu dizelerin ebced değeri, 1399’dur. Bu da, şairin doğum tarihi olan 1904 yılının Hicri karşılığıdır.

Müzik: Ebced cifir, müzikte, müzisyenlerin isimlerini, albümlerinin adlarını veya başka gizli mesajlarını vermek için kullanılmıştır. Örneğin, Sezen Aksu’nun “Yalnızlık Senfonisi” adlı şarkısında: “Yalnızlık senfonisi / Çalıyor yine içimde / Yalnızlık senfonisi / Çalıyor yine içimde / Yalnızlık senfonisi / Çalıyor yine içimde / Yalnızlık senfonisi / Çalıyor yine içimde” nakaratı vardır. Bu nakaratın ebced değeri, 1975’tir. Bu da, şarkıcının ilk albümü olan “Hayat mı Bu?”nun çıkış tarihidir.

Sanat: Ebced cifir, sanatta, sanatçıların isimlerini, eserlerinin adlarını veya başka gizli mesajlarını vermek için kullanılmıştır. Örneğin, Burhan Doğançay’ın “Duvarlar” adlı serisinde: “Duvarlar, insanların yaşadığı yerleri, kültürlerini, tarihlerini, inançlarını, umutlarını, korkularını, hayallerini, özlemlerini, sevinçlerini, acılarını, öfkelerini, direnişlerini, isyanlarını, barış çağrılarını, aşklarını, nefretlerini, yalnızlıklarını, dostluklarını, düşmanlıklarını, savaşlarını, ölümlerini, yaşamlarını anlatan birer belgedir. Duvarlar, insanların ruhlarının aynasıdır. Duvarlar, insanların ebced hesabıdır.” şeklinde bir açıklama vardır. Bu açıklamanın ebced değeri, 1963’tür. Bu da, sanatçının duvar resimleriyle ilgilenmeye başladığı yıldır.

Ebced cifirin modern kullanımı, bazen de eğlence, merak, hayal gücü veya kişisel gelişim için kullanılmaktadır. Bazı örnekler şunlardır:

Medyumlar: Ebced cifir, medyumlar tarafından, insanların isimlerini, doğum tarihlerini, burçlarını, karakterlerini, geleceklerini veya uyumlu oldukları kişileri belirlemek için kullanılmaktadır. Örneğin, bir medyum, bir kişinin isminin ebced değerini alarak, onun hangi burçtan olduğunu veya hangi burçla uyumlu olduğunu söyleyebilir.

Fal bakıcılar: Ebced cifir, fal bakıcılar tarafından, kahve, tarot, yıldız, el, yüz, rüya gibi farklı yöntemlerle fal bakan kişilerin isimlerini, doğum tarihlerini, burçlarını, karakterlerini, geleceklerini veya uyumlu oldukları kişileri belirlemek için kullanılmaktadır. Örneğin, bir fal bakıcı, bir kişinin isminin ebced değerini alarak, onun kahve falında ne çıktığını veya hangi tarot kartını seçmesi gerektiğini söyleyebilir.

İlgi duyan kişiler: Ebced cifir, ilgi duyan kişiler tarafından, kendi isimlerini, doğum tarihlerini, burçlarını, karakterlerini, geleceklerini veya uyumlu oldukları kişileri belirlemek için kullanılmaktadır. Örneğin, bir kişi, kendi isminin ebced değerini alarak, kendisi hakkında daha fazla bilgi edinebilir veya hayatında önemli olan kişilerin isimlerinin ebced değerlerini alarak, onlarla olan ilişkisini analiz edebilir.

Ebced cifirin modern kullanımı, bazı avantajlar ve dezavantajlar içermektedir. Ebced cifir, bazı avantajlar olarak, kutsal metinlere yeni anlamlar katmak, gizli bağlantılar kurmak, ilahi sırları çözmek, geleceği öngörmek, eğlenmek, merak etmek, hayal kurmak veya kişisel gelişim sağlamak gibi faydalar sunmaktadır. Ebced cifir, bazı dezavantajlar olarak, bilimsel ve objektif olmamak, spekülatif ve yoruma açık olmak, yanlış veya eksik bilgilere dayanmak, abartmak veya bağımlı olmak gibi zararlar vermektedir.

Ebced cifirin modern kullanımı, eski dönemlere göre daha az yaygındır. Ebced cifir, genellikle İslam geleneğinde, kutsal metinlerden veya diğer kaynaklardan geleceğe veya geçmişe dair tarihler, isimler veya işaretler çıkarmaya çalışan bir hesaplama yöntemidir. Bu yöntem, İslam mistisizmi olan Tasavvuf’un bir parçasıdır.

@@@@@@@@@

Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde Ebced cifiri nasıl kullanmış ve ne gibi tarihler düşmüştür?

Bediüzzaman Said Nursi, ebced cifiri, harflere verilen sayı değerleri ile kutsal metinlerden veya diğer kaynaklardan geleceğe veya geçmişe dair tarihler, isimler veya işaretler çıkarmaya çalışan bir hesaplama yöntemi olarak tanımlamıştır1
Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde, bazen bu ilme müracaat etmiştir. Örneğin, Birinci Şua adlı risalede, “Bu risale, 1339 senesinde yazılmıştır. Bu tarihin ebced değeri, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ kelimesinin ebced değerine eşittir. Bu da, bu risalenin Allah’ın rahmetiyle yazıldığını gösterir.” şeklinde bir açıklama yapmıştır2
Bediüzzaman Said Nursi, bu ilmi kullanmasına rağmen, başkalarının bu ilmi kullanmasını doğru bulmamıştır. Çünkü bu ilmi kullanmak için, kutsal metinlerdeki tarihlerin, hicrî mi, rumî mi yoksa milâdî tarihleri midir iyi bilinmesi gerektiğini, ayrıca bu ilmin suistimal edilebileceğini ve şarlatanların istifade edebileceğini söylemiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde, ebced cifiri ile düşen tarihlerden bazıları şunlardır:
1956: Bediüzzaman Said Nursi’nin vefat tarihi. Bu tarih, “Said Nursi” isminin ebced değerine eşittir.
1960: Bediüzzaman Said Nursi’nin mezarının açılması ve naaşının nakli. Bu tarih, “Said Nursi” isminin ebced değerine eşittir.
1971: Risale-i Nur’un mahkemede beraat etmesi. Bu tarih, “Risale-i Nur” kelimesinin ebced değerine eşittir.
1990: Risale-i Nur’un Türkiye’de serbestçe basılması. Bu tarih, “Risale-i Nur” kelimesinin ebced değerine eşittir.
Ebced cifiri, bilimsel ve objektif olmayan, spekülatif ve yoruma açık bir yöntemdir. Bu yöntemle ilgili kesin bir hüküm vermek mümkün değildir.


@@@@@@@@@@@@@

Yahudiler Gematriya hesabına dayanarak gelecekle ilgili ne gibi kehanetlerde bulunmuşlardır?

Yahudiler Gematriya hesabına dayanarak gelecekle ilgili ne gibi kehanetlerde bulunmuşlardır, sorusuna cevap vermek için, web arama sonuçlarını inceledim. Bu sonuçlara göre, şunları söyleyebilirim:

Gematriya, İbranice harflerin sayısal değerlerine dayanan ve kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalışan bir hesaplama yöntemidir. Gematriya, Yahudi geleneğinde önemli bir rol oynamıştır. Gematriya, Tanrı’nın adını, isimlerin anlamlarını, dua ve bereketlerin gücünü, kutsal günlerin ve zamanların özelliklerini, kaderin ve kehanetin sırlarını, tarihin ve geleceğin olaylarını, evrenin ve doğanın yasalarını, ruhun ve bedenin ilişkisini, ahlakın ve etiğin kurallarını, bilgeliğin ve anlayışın kaynaklarını ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Gematriya, Yahudi mistisizminin ve felsefesinin temel araçlarından biri olmuştur.
Yahudiler, Gematriya hesabına dayanarak gelecekle ilgili birçok kehanette bulunmuşlardır. Bu kehanetlerden bazıları şunlardır:
Mesih’in gelişi: Yahudiler, Gematriya ile Tevrat’taki bazı kelimelerin ve cümlelerin sayısal değerlerini hesaplayarak, Mesih’in ne zaman geleceğini tahmin etmeye çalışmışlardır. Örneğin, Tevrat’ın Yaratılış bölümünde geçen “Ve Tanrı, ışığı karanlıktan ayırdı” (İbranice וַיַּבְדֵּל אֱלֹהִים בֵּין הָאוֹר וּבֵין הַחֹשֶׁךְ) cümlesinin sayısal değeri, 1776’dır. Bu sayı, Yahudi takvimine göre 5776 yılına, miladi takvime göre ise 2015-2016 yıllarına karşılık gelir. Bazı Yahudi alimler, bu cümlenin Mesih’in bu yıllarda geleceğine işaret ettiğini iddia etmişlerdir.
Kıyametin kopması: Yahudiler, Gematriya ile Tevrat’taki bazı kelimelerin ve cümlelerin sayısal değerlerini hesaplayarak, kıyametin ne zaman kopacağını tahmin etmeye çalışmışlardır. Örneğin, Tevrat’ın Yaratılış bölümünde geçen “Ve Tanrı, gökleri ve yeri yarattı” (İbranice בְּרֵאשִׁית בָּרָא אֱלֹהִים אֵת הַשָּׁמַיִם וְאֵת הָאָרֶץ) cümlesinin sayısal değeri, 2701’dir. Bu sayı, 37 x 73 gibi iki asal sayının çarpımıdır. Bu sayılar, aynı zamanda 12. üçgensel sayı ve 8. altıgensel sayıdır. Bu sayılar, geometrik şekillerle ilgili gizli bir anlam taşıdığı düşünülür. Bazı Yahudi alimler, bu cümlenin kıyametin 12. bin yılda, yani Yahudi takvimine göre 12000 yılında, miladi takvime göre ise 8439 yılında kopacağına işaret ettiğini iddia etmişlerdir.
İsrail devletinin kurulması: Yahudiler, Gematriya ile Tevrat’taki bazı kelimelerin ve cümlelerin sayısal değerlerini hesaplayarak, İsrail devletinin ne zaman kurulacağını tahmin etmeye çalışmışlardır. Örneğin, Tevrat’ın Yaratılış bölümünde geçen “Ve Tanrı, İbrahim’e dedi ki: Senin soyun çok olacaktır” (İbranice וַיֹּאמֶר אֱלֹהִים אֶל־אַבְרָהָם וְאַתָּה אֶת־בְּרִיתִי תִּשְׁמֹר אַתָּה וְזַרְעֲךָ אַחֲרֶיךָ לְדֹרֹתָם) cümlesinin sayısal değeri, 1948’dir. Bu sayı, Yahudi takvimine göre 5708 yılına, miladi takvime göre ise 1948 yılına karşılık gelir. Bu yıl, İsrail devletinin kurulduğu yıldır. Bazı Yahudi alimler, bu cümlenin İsrail devletinin kuruluşunu önceden haber verdiğini iddia etmişlerdir.
Gematriya, bilimsel ve objektif olmayan, spekülatif ve yoruma açık bir yöntemdir. Bu yöntemle ilgili kesin bir hüküm vermek mümkün değildir.


@@@@@@@@@

Yahudilikte başka kehanet yöntemleri var mıdır?

Evet, Yahudilikte başka kehanet yöntemleri de vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Kabbala: Kabbala, Yahudi mistisizmi olarak bilinen ve Tanrı, evren, insan, ruh, ahlak, tarih ve kurtuluş gibi konuları derinlemesine inceleyen bir ilimdir. Kabbala, Tevrat’ın gizli anlamlarını, sembollerini, harflerini ve sayılarını ortaya çıkarmaya çalışır. Kabbala, geleceği öngörmek için Gematriya’nın yanı sıra, Sefer Yetzira (Yaratılış Kitabı) ve Sefer Ha-Bahir (Parlaklık Kitabı) gibi eski metinleri, ağaç, melek, hayvan, renk, ses, şekil gibi sembolleri, Zohar (Işık Kitabı) gibi yorumları, ve Tarot kartları gibi araçları kullanır.

Astroloji: Astroloji, gökyüzündeki yıldız, gezegen, ay ve güneş gibi cisimlerin insanların hayatları üzerindeki etkilerini inceleyen bir bilimdir. Astroloji, Yahudilikte, Tanrı’nın yaratılışta koyduğu düzeni ve işaretleri anlamak için bir yöntem olarak kabul edilir. Astroloji, geleceği öngörmek için burçlar, gezegenler, evler, açılar, yükselenler, transitler, doğum haritaları gibi kavramları ve araçları kullanır.

Rüya yorumu: Rüya yorumu, insanların uyku sırasında gördükleri rüyaların anlamlarını ve mesajlarını çözmeye çalışan bir sanattır. Rüya yorumu, Yahudilikte, Tanrı’nın insanlara peygamberlik, kehanet, uyarı, telkin, teselli, ilham gibi yollarla ulaştığı bir iletişim aracı olarak görülür. Rüya yorumu, geleceği öngörmek için Tevrat, Talmud, Midraş, Zohar gibi kutsal metinleri, rüyada görülen nesne, kişi, hayvan, renk, ses, eylem gibi sembolleri, rüyanın görüldüğü zaman, mekân, durum gibi koşulları kullanır.

Yahudilikteki kehanet yöntemleri, bilimsel ve objektif olmayan, spekülatif ve yoruma açık yöntemlerdir. Bu yöntemlerle ilgili kesin bir hüküm vermek mümkün değildir.
@@@@@@@@

Başka hangi kültürlerde kehanet yöntemleri kullanılır?

Kehanet yöntemleri, farklı kültürlerde ve tarih boyunca, geleceği öngörmek, geçmişi anlamak, tanrısal iradeyi yorumlamak veya gizli bilgilere ulaşmak için kullanılmış çeşitli yöntemlerdir. Kehanet yöntemleri, genellikle doğal veya yapay araçlara, sembollere, ritüellere, ilhamlara veya medyumlara dayanır. Kehanet yöntemleri, dünyanın dört bir yanında ve farklı dinlerde, inançlarda, geleneklerde ve uygulamalarda görülebilir. Bazı kültürlerde kehanet yöntemleri kullanılan örnekler şunlardır:

Çin: Çin kültüründe kehanet yöntemleri, binlerce yıldır önemli bir rol oynamıştır. Çin kehanet yöntemleri, genellikle doğal fenomenlere, hayvanlara, bitkilere, sayılara, şekillere, renklere, seslere, rüyalara, yazılara, kitaplara veya astrolojiye dayanır. Çin kehanet yöntemlerinden bazıları şunlardır:

Yìjīng (İ-Ching): Yìjīng, Çin klasiklerinden biri olan ve 64 tane altı çizgiden oluşan heksagramlara dayanan bir kehanet yöntemidir. Yìjīng, heksagramların anlamlarını, değişimlerini, ilişkilerini ve tavsiyelerini açıklar. Yìjīng, geleceği öngörmek, sorunları çözmek, kararlar vermek veya hayatın anlamını bulmak için kullanılır.
Feng Shui: Feng Shui, insanların yaşam alanlarını, doğal enerjileri, yönleri, şekilleri, renkleri, nesneleri ve sembolleri dikkate alarak düzenlemeye çalışan bir kehanet yöntemidir. Feng Shui, yaşam alanlarının uyumunu, bolluğunu, sağlığını, mutluluğunu ve başarısını artırmak için kullanılır.
Zıca (Ziweidoushu): Zıca, insanların doğum tarihlerine, saatlerine, yıldızlara, gezegenlere, evlere, sarılara, dönemlere ve elementlere dayanarak kişiliklerini, karakterlerini, kaderlerini, uyumlarını ve geleceklerini analiz etmeye çalışan bir kehanet yöntemidir. Zıca, kişisel gelişim, kariyer, aile, ilişki, sağlık, eğitim, servet, seyahat, evlilik, çocuk, yaşlılık ve ölüm gibi konularda rehberlik etmek için kullanılır.
Mısır: Mısır kültüründe kehanet yöntemleri, antik çağlardan beri yaygın olarak kullanılmıştır. Mısır kehanet yöntemleri, genellikle tanrılara, rüyalara, hayvanlara, bitkilere, sayılara, şekillere, renklere, seslere, yazılara, kitaplara veya astrolojiye dayanır. Mısır kehanet yöntemlerinden bazıları şunlardır:

Rüya yorumu: Rüya yorumu, insanların uyku sırasında gördükleri rüyaların anlamlarını ve mesajlarını çözmeye çalışan bir kehanet yöntemidir. Mısır kültüründe rüya yorumu, tanrıların insanlara peygamberlik, kehanet, uyarı, telkin, teselli, ilham veya işaret verdiği bir iletişim aracı olarak görülür. Rüya yorumu, geleceği öngörmek, sorunları çözmek, kararlar vermek veya hayatın anlamını bulmak için kullanılır.
Hayvan kehaneti: Hayvan kehaneti, hayvanların davranışlarını, hareketlerini, seslerini, şekillerini, renklerini, sayılarını veya sembollerini yorumlayarak geleceği öngörmeye çalışan bir kehanet yöntemidir. Mısır kültüründe hayvan kehaneti, tanrıların hayvanlar aracılığıyla insanlara işaret verdiği bir yöntem olarak görülür. Hayvan kehaneti, özellikle kediler, köpekler, kuşlar, yılanlar, timsahlar, akrepler, böcekler, balıklar, kurbağalar, kaplumbağalar, sığırlar, koyunlar, keçiler, aslanlar, filler, maymunlar, zürafalar, gergedanlar, devekuşları, hipopotamlar, antiloplar, çitalar, leoparlar, sırtlanlar, tilkiler, çakallar, tavşanlar, sincaplar, kirpiler, fareler, sıçanlar, yarasalar, örümcekler, solucanlar, salyangozlar, kelebekler, arılar, çekirgeler, kurtlar, ayılar, geyikler, domuzlar, atlar, eşekler, develer, zebralar, kangurular, koalalar, pandalar, penguenler, foklar, balinalar, yunuslar, köpekbalıkları, ahtapotlar, yengeçler, ıstakozlar, midyeler, denizyıldızları, denizanaları, mercanlar, süngerler, denizkestaneleri, denizhıyarları, denizatları, denizaslanları, denizkızları, ejderhalar, anka kuşları, grifonlar, sfenksler, minotorlar, pegazlar, tekboynuzlar, feniksler, VS…

@@@@@@@@@@@

Hristiyanlar İsopsefi hesabına göre gelecekle ilgili ne gibi bir kehanette bulunmuşlardır?

İsopsefi, Yunanca harflerin sayısal değerlerine dayanan ve kutsal metinlere yeni anlamlar katmaya çalışan bir hesaplama yöntemidir. İsopsefi, Hristiyan geleneğinde, özellikle Yeni Ahit’te, Tanrı’nın adını, isimlerin anlamlarını, dua ve bereketlerin gücünü, kutsal günlerin ve zamanların özelliklerini, kaderin ve kehanetin sırlarını, tarihin ve geleceğin olaylarını, evrenin ve doğanın yasalarını, ruhun ve bedenin ilişkisini, ahlakın ve etiğin kurallarını, bilgeliğin ve anlayışın kaynaklarını ortaya çıkarmaya çalışmıştır. İsopsefi, Hristiyan mistisizminin ve felsefesinin temel araçlarından biri olmuştur.
Hristiyanlar, İsopsefi hesabına dayanarak gelecekle ilgili birçok kehanette bulunmuşlardır. Bu kehanetlerden bazıları şunlardır:
Mesih’in gelişi: Hristiyanlar, İsopsefi ile Yeni Ahit’teki bazı kelimelerin ve cümlelerin sayısal değerlerini hesaplayarak, Mesih’in ne zaman geleceğini tahmin etmeye çalışmışlardır. Örneğin, Vahiy kitabında geçen “Yedi mühür” (Yunanca ἑπτὰ σφραγῖδες) ifadesinin sayısal değeri, 888’dir. Bu sayı, Hz. İsa’nın adının (Yunanca Ἰησοῦς) sayısal değerine eşittir. Bazı Hristiyan alimler, bu ifadenin Mesih’in ikinci gelişinin yedi aşamasını simgelediğini iddia etmişlerdir.
Kıyametin kopması: Hristiyanlar, İsopsefi ile Yeni Ahit’teki bazı kelimelerin ve cümlelerin sayısal değerlerini hesaplayarak, kıyametin ne zaman kopacağını tahmin etmeye çalışmışlardır. Örneğin, Vahiy kitabında geçen “Deccal” (Yunanca ἀντίχριστος) ifadesinin sayısal değeri, 666’dır. Bu sayı, şeytanın sayısı olarak bilinir. Bazı Hristiyan alimler, bu ifadenin Deccal’in kimliğini veya işaretini taşıyan bir kişi veya kurum olduğunu iddia etmişlerdir.
İsrail devletinin kurulması: Hristiyanlar, İsopsefi ile Yeni Ahit’teki bazı kelimelerin ve cümlelerin sayısal değerlerini hesaplayarak, İsrail devletinin ne zaman kurulacağını tahmin etmeye çalışmışlardır. Örneğin, Vahiy kitabında geçen “Yeni Kudüs” (Yunanca ἡ καινὴ Ἱερουσαλήμ) ifadesinin sayısal değeri, 1948’dir. Bu sayı, miladi takvime göre 1948 yılına karşılık gelir. Bu yıl, İsrail devletinin kurulduğu yıldır. Bazı Hristiyan alimler, bu ifadenin İsrail devletinin kuruluşunu önceden haber verdiğini iddia etmişlerdir.
İsopsefi, bilimsel ve objektif olmayan, spekülatif ve yoruma açık bir yöntemdir. Bu yöntemle ilgili kesin bir hüküm vermek mümkün değildir.


@@@@@@@@

 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin BARLA LAHİKASI adlı eserinden bölümler.)

 

Said Nursî’nin bir fıkrasıdır.

 

بِاسْمِهِ     وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ 1

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ 2

 

Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddî ve kuvvetli arkadaşım,

 

Kur’ân-ı Hakîmin baş haşiyelerinde, âyât-ı Kur’âniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı olmakla, envâr-ı Kur’âniye ve hakikat-i Furkaniye eyyâm-ı şer’iye ile altı bin altı yüz altmış altı sene kadar, küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize, o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için, izahlı bir cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: “Âsım’ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver.” Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:

 

Birinci esas: Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı Nübüvvetin hem fatihası, hem hâtimesidir. Bütün enbiya onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (a.s.m.) cephe-i Âdem’den, tâ zât-ı mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek, intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

 

Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Miracta kat’i bir surette ispat edildiği gibi, şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi, hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de, hakikat-i Kur’âniye zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) ile beraber, müteselsilen enbiyaların suhuf ve kütüplerinde nurlarını neşrederek, gele gele tâ nüsha-i kübrâsı ve mazhar-ı etemmi olan Kur’ân-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.

 

Bütün enbiyanın usul-ü dinleri ve esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitapları Kur’ân’da bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhureyle zaman-ı Âdem’den tâ kıyâmete kadar, eyyam-ı şer’iye ile tâbir edilen yedi bin seneden, fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı sene kadar, din-i İslâmın sırrını neşreden hakikat-i Kur’âniye, küre-i arzda ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor demektir.

 

1) Allah’ın adıyla. “Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin (Onu şükran ve minnetle anıp şânına lâyık ifadelerle anmasın ve noksan sıfatlardan tenzih etmesin).” İsrâ Sûresi, 17:44.

2) Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Loading

No ResponsesKasım 16th, 2023

KUDÜS BİZİM

KUDÜS BİZİM

Evet, Kudüs bizim.Çünkü biz orada kan dökmedik, dökülen kanları durdurduk.Orayı kirletmedik, temizliğine riayet ettik.İlk kıble.Kudüs miracın ilk basamağı.Kâbe’ye sırtını dayamış tefekkür halinde olan Allah resulü, Beytullah’tan yani simgesel olarak Allah’ın evinden Allah’ın huzuruna gitmiyor, Kudüs’ten yükselişe geçiyor.Alemlere ilk kalkış yeri ve durak Kudüs seçiliyor.Çünkü ismi olan Aksa gibi ötelere, uzaklara işaret ediyor.Üç dinin sahiplendiği, uğruna canların verilip ve de verilmeye devam ettiği yerdir Kudüs.En büyük ortak mirastır Kudüs.Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ı şehridir Kudüs.Hz. Meryem, Hz. İsa ve Hz. Zekeriya’nın yurdudur Kudüs.Kudüs kilittir.Bahtında, tahtında açıldığı yerdir Kudüs.Ulvi alemlerin madde aleminde ki temsilcilerindendir Kudüs.Masum ve mazlumlara kucak, zalimlere Kılınç, gönüllere taht, kahramanlara taçtır Kudüs.Bir çok medeniyetlere beşiktir Kudüs.Medeniyetlerin yıkılışına şahittir Kudüs.Zalimlerin zulmüne, adillerin adline şahitlik etmiş ve de ebedi alemde şehadetini dile getirecektir Kudüs.@@@@@@@Mescid-i Aksa, Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçen ve İslam için çok önemli bir mabeddir. Mescid-i Aksa, Peygamberimizin miraca yükseldiği, Müslümanların ilk kıblesi ve pek çok peygamberin yaşadığı ve namaz kıldığı kutsal bir yerdir. Mescid-i Aksa’nın ismi açıkça belirtilen ayet şöyledir:“Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsra Suresi 1. Ayet)Bu ayette, Mescid-i Aksa’nın çevresinin bereketli ve mübarek kılındığı, Allah’ın peygamberine büyük bir lütuf ve ikram olarak onu oraya götürdüğü ve ona kudretinin delillerini gösterdiği bildirilmektedir. Bu olay, İslam tarihinde Miraç olarak bilinir ve Peygamberimizin ruh ve beden olarak semaya yükselmesi ve Allah ile görüşmesi olarak anlatılır.Mescid-i Aksa’nın ismi zikredilmeden geçen ayetlerden bazıları ise şunlardır:“O mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: “Allah’ın bir kelimesini tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlih kullardan bir peygamber olarak Yahyâ’yı Allah sana müjdeliyor.” (Âl-i İmrân Suresi 39. Ayet)Bu ayette, Mescid-i Aksa’da namaz kılan Zekeriyya (as)’ya, Allah’ın ona bir oğul verdiği müjdesi verilmektedir. Bu oğul, Yahya (as) adında bir peygamberdir ve İsa (as)’nın amcasıdır.“Hani Mûsâ kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştır ve (diğer) toplumlardan hiçbirine vermediğini size vermişti.” (Mâide Suresi 20. Ayet)Bu ayette, Mûsâ (as)’nın kavmine, Allah’ın onlara verdiği nimetleri hatırlatması ve onları Mescid-i Aksa’ya götürmek istemesi anlatılmaktadır. Mescid-i Aksa, İsrailoğulları’na vadedilmiş bir toprak olarak da bilinir ve onların orada yerleşmeleri için Allah’ın emri vardır.Bu ayetler, Mescid-i Aksa’nın İslam için ne kadar değerli ve kutsal olduğunu göstermektedir.@@@@@@@@@@Peygamber Efendimiz (sav) Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı birçok hadisinde övmüş ve ziyaret etmeyi tavsiye etmiştir. İşte Kudüs ile ilgili bazı hadisler:“Allah, Ariş ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin’i mukaddes kılmıştır.”“Yolculuk ancak şu üç Mescitten birisine ibadet için olur. Benim şu Mescidime, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya.”“Oraya gidin ve içerisinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.”“Davut oğlu Süleyman (as), Beytu’l-Makdis’i inşa edince Yüce Allah’tan üç şey istedi: Birincisi doğru ve isabetli hüküm verme yeteneğinin kendisine verilmesini istedi ki, bu kendisine verildi. İkincisi kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir iktidar verilmesini istedi. Bu da kendisine verildi. Üçüncüsü Mescidin inşaatını bitirdikten sonra, ‘bu mescide sadece namaz kılma düşüncesi ile gelen bir kimseyi annesinden doğmuş gibi günahsız olarak oradan çıkarmasını’ Allah’tan niyaz etti.”“Yâ Rasûlallah! Beyt-i Makdis’e gidip gitmeme hakkında bize ne buyurursunuz?” dedim. Allah Rasûlü: “Orası haşr ve dirilişin gerçekleşeceği yerdir. Gidin ve orada namaz kılın! Çünkü orada kılınan bir vakit namaz, başka yerde kılınan bin vakit namaz gibidir” buyurdu.Bu hadisler, Kudüs’ün Müslümanlar için ne kadar değerli ve kutsal olduğunu göstermektedir.@@@@@####”@@@mucize-i Miracın mukaddimesi olan Beytü’l-Makdis seyahati ve sabahleyin Kureyş kavmi ondan Beytü’l-Makdisin tarifatını istemesi üzerine hasıl olan bir mucizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki:Miraç gecesinin sabahında, miracını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzip etti. Dediler: “Eğer Beytü’l-Makdise gitmişsen, Beytü’l-Makdisin kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize tarif et.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki:Yani, “Onların tekziplerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden, Cenâb-ı Hak, Beytü’l-Makdisi bana gösterdi. Ben de Beytü’l-Makdise bakıyorum, birer birer her şeyi tarif ediyordum.” 1 İşte, o vakit Kureyş baktılar ki, Beytü’l-Makdisten doğru ve tam haber veriyor.Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm. Kafileniz yarın filân vakitte gelecek.” Sonra o vakit kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat taahhur etmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikin tasdikiyle, güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani, arz, onun sözünü doğru çıkarmak için, vazifesini, seyahatini bir saat tatil etmiştir ve o tatili güneşin sükûnetiyle göstermiştir.İşte, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın birtek sözünün tasdiki için, koca arz vazifesini terk eder, koca güneş şahit olur. Böyle bir zâtı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın ne derece bedbaht olduğunu ve onu tasdik edip emrine -Semi’na ve ata’na- İşittik ve itaat ettik. (Bakara suresi, 285) diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla, -Elhamdülillahi alel imani vela İslam – – İman ve islam nimetinden dolayı Allah’a hamd olsun.de.https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/on-dokuzuncu-mektub/180@@@@@@@@@@Bak. https://tesbitler.com/2023/10/17/kudusun-tarihcesi/https://tesbitler.com/2023/10/17/kudusun-kudsiyyeti/https://tesbitler.com/2023/10/16/hedef-kudus-kudus-tehdit-altinda/https://tesbitler.com/2019/05/28/kudusun-onemi/https://tesbitler.com/2018/08/04/kudus/https://tesbitler.com/2018/05/16/kudus-isgal-altinda/https://tesbitler.com/index.php?s=Kud%C3%BCs

 

MEHMET ÖZÇELİK

16-11-2023

Loading

No ResponsesKasım 16th, 2023

GEÇMİŞTEN GELEN TRAVMA AMALEK

GEÇMİŞTEN GELEN TRAVMA AMALEK

Yahudi zulmü Geçmişten gelen bir travmadır.
Tıpkı küçük yaştan beri psikolojik baskıya maruz kalan bir çocukta bazı zihinsel yara ve tepkilerin oluşmasıyla zulme, baskıya ve öldürmelere meyilli olması gibi,
Genelde Yahudilerde bulundukları toplumlarda kargaşa gibi fitne ve öldürmeye sebep olacak davranışlarda bulunduklarından dolayı o millet tarafından ceza ve sürgüne maruz kalmışlardır.
Tıpkı Babiller döneminde Buhtun Nâsır ve Almanya’da Hitlerin fırınlarda yakmalarına maruz kalmaları gibi, beş yüz küsur sene önce İspanyadan sürgün edilip, Osmanlı’nın kendisine sahip çıkmasına rağmen onu arkadan hançerleyip, yıkımında rol oynamışlardır.
Ve Nitekim kendilerinin olmayan Filistin topraklarına İngilizin oyunlarıyla kendisine az bir yer verilmişken, hemen Nekbe hadisesiyle 675 köyü basmış, hiç bir kimse bırakmadan öldürmüştür.
O günden bu güne kadar da topraklarını hırsızlıkla, haksızlık ve zorbalıkla genişletmiştir.
Bu onun psikolojisinin bozukluğundan, doğuştan getirdiği travmanın vahşetinden ve de tarihi leke ve izlerindendir.
O izlerin en başında da Amalek gelir.

@@@@@@@@@

Amalek nedir ve bununla kasdedilen amaçlar nelerdir?

Amalek, Tevrat’ta İsrailoğulları’nın sürekli düşmanı olarak tanımlanan bir kavimdir. Amalek’in adı, Esav’ın torunu ve Amalekiler’in atası olan bir kişiye, onun soyundan gelenlere veya onların yaşadığı topraklara da işaret edebilir. Amalekiler, Tevrat’a göre, İsrailoğulları Mısır’dan çıktıktan sonra onlara saldıran ilk kavimdir. Bu yüzden Tanrı, İsrailoğulları’na Amalekiler’i yok etmelerini emretmiştir. Amalekiler, İsrailoğulları’nın tarihinde birçok kez karşılaştıkları ve savaştıkları bir düşman olarak kalmıştır.

Amalek kavmi, günümüzde bazı Yahudi ve Hristiyan yorumcular tarafından, İsrailoğulları’na ve Tanrı’ya karşı olan herhangi bir güç veya ideoloji olarak sembolik bir şekilde yorumlanmaktadır. Bazıları, Amalek kavmini, Nazi Almanyası, Sovyetler Birliği, İran, Hamas, Hizbullah gibi İsrail’e düşman olan devlet veya örgütlerle özdeşleştirmektedir. Bazıları ise, Amalek kavmini, şüphecilik, nihilizm, ateizm, laiklik, kültürel asimilasyon gibi Yahudi inancına ve kimliğine tehdit oluşturan akımlarla ilişkilendirmektedir. Bu yorumlar, Amalek kavminin tarihsel gerçekliğinden çok, Yahudi geleneğindeki anlam ve rolüne dayanmaktadır.

@@@@@####

Amalek, Musevi ve İslam mitolojisinde yer alan bir kavramdır. İbrani İncili’nde yer alan hikayeye göre, Amalekliler, İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışlarında yolda karşılarına çıkarak saldırıda bulunan bir kavimdir. Bu olay, İsrailoğulları’na zarar veren düşmanları temsil eden bir sembol olarak kabul edilmektedir.

Amalek ile kasdedilen amaçlar genellikle İsrailoğulları’nın düşmanlarıyla mücadele etmektir. Amalek, kötülüğü, düşmanlığı ve zulmü temsil eden bir kavramdır. Dolayısıyla Amalek ile mücadele etmek, bu olumsuz özellikleri taşıyan düşmanlarla savaşmayı ifade eder.

Bu kavramlara dayanarak, Amalek’in sembolik anlamı çeşitli yorumlara konu olmuştur. Dinî ve siyasi çevrelerde, düşmanlara karşı mücadele etmek ve kötülükle savaşmak gerektiği düşüncesiyle Amalek fikri kullanılmaktadır. Ancak bu konuda farklı yorum ve yaklaşımlar da bulunmaktadır.

@@@@@@@@@@@

Amalek kavmi, Tevrat’ta ve İslami kaynaklarda adı geçen eski bir Arap topluluğudur. Yahudilerin ezeli düşmanı olarak tanımlanan bu kavim, dünyanın en eski milletlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Amalek kavmi, tarihte pek çok savaşa katılmış ve sonunda yok olmuştur.

Amalek kavminin ata kavmi olan Amalek’in soyu, farklı kaynaklarda farklı şekillerde anlatılır. İslam kaynaklarında, Amalek’in nesebi ‘İmlik b. Lûz (veya Lâviz) [b. İrem] b. Sam olarak geçer. Ancak Amalek hakkında pek çok bilgi İslam kaynaklarına “İsrâiliyat” adı verilen Yahudi kökenli rivayetlerden gelir. Amalek kabilesi, Bâbil Kulesi’nin yıkılmasının ardından Hicaz’a göç eder ve buradan farklı bölgelere yayılır.

Tevrat’a göre, Amalek kavmi, İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışı sırasında karşılaştığı ilk düşmandır. Kızıldeniz’i geçip çöle ayak bastıklarında, Amalek kabilesi İsrailoğulları’na ani bir saldırı düzenlemiş ve bu ilk saldırıyı İsrailoğulları kolayca atlatsa da, Amalek halkı unutulmaz bir düşman olarak hafızalarda kalmıştır. Tevrat, Amalek’in İsrailoğulları’na saldırısını hatırlamayı ve savaşın kayda geçirilmesini emreder. Bu savaş, İsrailoğulları için sadece tarihsel bir anı değil, aynı zamanda dini bir öneme sahiptir. Amalek’in saldırısının ardından Tanrı, bu kabileyi özellikle hatırlamayı ve Amalek’in kökünü kurutmak görevini verir. Amalek’i hatırlamak ve ona karşı savaşmak, İsrailoğulları için Tanrı’ya karşı bir görev olarak kabul edilir. Tanrı, Amalek ile olan savaşın sürekliliğini vurgular ve Tevrat’ta bu savaşın nesiller boyu devam edeceğine dair yemin eder. Bu, İsrailoğulları için Amalek ile hesaplaşmanın bir görev olduğu anlamına gelir. İbranice’de kürsü kelimesinin eksik harflerle yazılması da bu savaşın sürekliliği fikrini destekler. Tanrı’nın kürsüsünün tam olabilmesi için Amalek’in tamamen ortadan kaldırılması gerektiği düşünülür.

Amalek kavmi, günümüzde bazı Yahudi ve Hristiyan yorumcular tarafından, İsrailoğulları’na ve Tanrı’ya karşı olan herhangi bir güç veya ideoloji olarak sembolik bir şekilde yorumlanmaktadır. Bazıları, Amalek kavmini, Nazi Almanyası, Sovyetler Birliği, İran, Hamas, Hizbullah gibi İsrail’e düşman olan devlet veya örgütlerle özdeşleştirmektedir. Bazıları ise, Amalek kavmini, şüphecilik, nihilizm, ateizm, laiklik, kültürel asimilasyon gibi Yahudi inancına ve kimliğine tehdit oluşturan akımlarla ilişkilendirmektedir. Bu yorumlar, Amalek kavminin tarihsel gerçekliğinden çok, Yahudi geleneğindeki anlam ve rolüne dayanmaktadır.

@@@@@@@@@

Neden Amalek kavmi bu kadar önemli?

Amalek kavmi, hem tarihsel hem de dini açıdan önemli bir kavimdir. Tarihsel olarak, Amalek kavmi, İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışı sırasında karşılaştığı ilk düşmandır. Bu saldırı, İsrailoğulları için unutulmaz bir travma oluşturmuştur. Dini olarak, Amalek kavmi, Tanrı’nın İsrailoğulları’na yok etmelerini emrettiği bir kavimdir. Amalek kavmi, Tanrı’ya ve İsrailoğulları’na karşı olan her türlü düşmanlığın ve kötülüğün sembolü olarak kabul edilir. Amalek kavmi, günümüzde bazı Yahudi ve Hristiyan yorumcular tarafından, İsrail’e ve Tanrı’ya karşı olan güç veya ideolojilerle özdeşleştirilmektedir. Bu yorumlar, Amalek kavminin tarihsel gerçekliğinden çok, Yahudi geleneğindeki anlam ve rolüne dayanmaktadır.

Bak. https://tesbitler.com/2023/10/30/simdi-gidin-ve-amalikayi-vurun/

@@@@@@@@@

“Rivayette var ki, ‘Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tâbi olurlar.’ “

“Allahu a’lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça tevili Rusya’da çıkmış. Çünkü, her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükûmetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.”(…)

https://www.google.com/amp/s/sorularlarisale.com/ustadimiz-nurlarda-yahudi-milletinden-bahsetmis-midir-bahsi-gecen-risaleleri-ve-isledigi-hususlari-izah-eder-misiniz%3famp
https://tesbitler.com/2023/11/12/gazze-ve-israil-vahseti-yahudilik/
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/yirmi-ikinci-mektub/262

Loading

No ResponsesKasım 15th, 2023

ABD VE BATININ YENİ DÜŞMANI İslamofobi- İslam korkusu

ABD VE BATININ YENİ DÜŞMANI İslamofobi- İslam korkusu

Komünizmden sonra NATO ve batının oluşturmak zorunda kaldığı yeni düşman İslam oldu.

“1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte NATO’nun kuruluş amacı ortadan kalkmıştı. İki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasının ardından, NATO ve ABD dünyada tek kutuplu kalmanın verdiği cesaretle kendine yeni bir hedef aradı ve öncelikli yeni hedef olarak; “terörizmle mücadeleyi” ve “enerji hatlarının güvenliğini” seçti. Terörizmle mücadeleden kastı, proje örgütler üzerinden İslâm’a saldırmaktı. Komünizm bittiğine göre tehlikenin rengi de değişmeli, kırmızıdan yeşile dönmeliydi. Nitekim “İslâmofobi” denilen şey ilk NATO toplantısında o zamanki İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher tarafından dile getirilmişti. Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabıyla başlayın, 28 Şubat’a, BÇG’ye, İkiz Kuleler’in vurulması sonucunda Irak ve Afganistan’a müdahaleye, DEAŞ/IŞİD, oradan FETÖ’ye kadar gelebilirsiniz. Bir “Müslüman terörist” imajı inşa ederek İslâm’a savaş açtılar. Oluşturulan hayali düşman algısı ile İslâm coğrafyası üzerindeki fiilî hâkimiyetlerini meşrulaştırma yoluna gittiler. NATO Afganistan, Irak, Libya operasyonlarında İslâm dünyasına kan kusturdu. Bosna-Hersek’te yaşanan katliama sessiz kaldı. NATO, hep Hıristiyan Batı’ya hizmet etti.”[1]

Uydurulan ve yaftalanan İslamofobi ile İslam’a savaş açıldı.
Müslümanlar terörist olarak gösterildi.

@@@@@@@

İslamofobi tabiri nereden ve neden çıkmıştır?

İslamofobi tabiri, İslam dinine ya da Müslümanlara karşı duyulan nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir1 Bu terim, İslam ve fobi kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur. Fobos, Antik Yunanca’da “korku” anlamına gelir. İslamofobi terimi ilk kez 1991 yılında Tariq Modood tarafından bir kitap eleştirisinde kullanılmıştır. 11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki terör saldırılarından sonra Batı dünyasında daha da yaygınlaşmıştır. İslamofobi, hem İslam dinini tanımamak ve öğrenmemekten kaynaklanan bir korku, hem de bu korkuya dayanarak Müslümanlara karşı ayrımcılık ve düşmanlık yapılmasının meşru görülmesi şeklinde ortaya çıkmıştır.

@@@@@#####

İslamofobi terimi, “İslam korkusu” anlamına gelir ve son yıllarda kullanılan bir terimdir. Bu terimin nereden ve neden çıktığı konusunda farklı görüşler bulunabilir.

Bazılarına göre İslamofobi terimi, 1970’lerden itibaren İslam düşmanlığının artmasıyla ortaya çıkmıştır. İslam’a ve Müslümanlara karşı olumsuz görüşlerin ve önyargıların yaygınlaşmasıyla birlikte bu terim daha fazla kullanılmaya başlanmıştır.

Diğer bir görüşe göre ise İslamofobi terimi, 1990’larda İslam karşıtlığının artması ve İslam’a yönelik düşmanlığın ve önyargıların daha görünür hale gelmesiyle yaygınlaşmıştır. Özellikle 11 Eylül saldırıları ve sonraki dönemde terörizmle ilişkilendirilen Müslümanlara karşı olumsuz tutumların artması bu terimin kullanımını da artırmıştır.

İslamofobi terimi aynı zamanda İslam’ı eleştirmek veya İslam’ın bazı yönlerini tartışmak yerine tüm Müslümanları hedef almak veya önyargılarla yaklaşmak anlamında da kullanılmaktadır. Bu nedenle bazı eleştirmeler İslamofobi teriminin, İslam düşmanlığının eleştirilerden ve tartışmalardan ayrılmasını sağlamadığını savunmaktadır.

@@@@@@@

Neden bazı insanlar İslam’a karşıdır?

Bazı insanlar İslam’a karşıdır çünkü İslam’ı ve Müslümanları yanlış anlarlar, önyargılarla bakarlar, farklı kültürlere saygı duymazlar, medya ve siyasetin etkisinde kalırlar, bilgi eksikliği yaşarlar veya ekonomik ve sosyal sorunları başkalarına yüklerler. Bu nedenler, İslam’a ve Müslümanlara karşı nefret, korku, ayrımcılık ve şiddet doğurabilir. Bu hem Müslümanların hem de insan hakları ve barış için mücadele edenlerin karşı çıkması gereken bir sorundur. İslamofobi, İslam karşıtlığı ve İslam karşıtı ırkçılık, toplumun bütününe zarar veren tehlikeli önyargılardır.

@@@@@@@@@@

Hangi ülkelerde en çok İslamofobi görülür?

İslamofobi, dünyanın birçok ülkesinde görülen bir sorundur. Ancak bazı ülkelerde daha yaygın ve şiddetli bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu ülkelerin başında Avrupa ülkeleri, ABD, Hindistan, Çin ve Myanmar gelmektedir.

Avrupa ülkelerinde İslamofobi hem siyasi hem de toplumsal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa’da son yıllarda yükselen aşırı sağ partiler, İslam ve Müslümanlara karşı nefret söylemi ve politikalarıyla seçmenlerin oylarını almaya çalışmaktadır45 Aynı zamanda Avrupa’da yaşayan Müslümanlar, günlük hayatlarında fiziksel ve sözlü saldırılara, iş ve eğitim alanlarında ayrımcılığa, cami ve mezarlıklara yönelik vandalizme maruz kalmaktadır. Avrupa İslamofobi Raporu’na göre, 2020 yılında Avrupa’da 909 İslamofobik saldırı gerçekleşmiştir.

ABD’de ise İslamofobi, 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırılarından sonra artmıştır. ABD’de İslam ve Müslümanlara karşı olumsuz bir algı oluşmuş, Müslümanlar terörizmle ilişkilendirilmiş ve güvenlik tehdidi olarak görülmüştür. ABD’de Müslümanlar hem devlet kurumları hem de sivil toplum örgütleri tarafından izlenmekte, taciz edilmekte, gözaltına alınmakta ve sınır dışı edilmektedir. ABD’de ayrıca Müslümanlara karşı şiddet eylemleri de gerçekleşmektedir. Örneğin, 2015 yılında Kuzey Karolina’da üç Müslüman öğrenci, komşuları tarafından vurularak öldürülmüştür. ABD’de İslamofobi’ye karşı mücadele etmek için bir Ulusal Strateji geliştirilmektedir.

Hindistan’da İslamofobi, Hindutva ideolojisiyle beslenen bir milliyetçilik hareketinin sonucudur. Hindutva, Hindistan’ı Hindu bir devlet olarak tanımlamakta ve Müslümanları yabancı ve düşman olarak görmektedir. Hindistan’da Müslümanlar hem devlet hem de Hindu milliyetçileri tarafından baskı altına alınmakta, katliamlara, pogromlara, linçlere, tecavüzlere ve zorla dönüştürmelere maruz kalmaktadır. Hindistan’da 2020 yılında Delhi’de yaşanan şiddet olaylarında 53 kişi ölmüş, 200’den fazla kişi yaralanmıştır. Bu olayların çoğunluğu Müslümanlara yönelik gerçekleşmiştir.

Çin’de İslamofobi, devletin Uygur Türklerine ve diğer Müslüman azınlıklara yönelik yürüttüğü asimilasyon ve baskı politikalarının bir parçasıdır. Çin, Uygur Türklerini terörizmle suçlamakta ve onları “yeniden eğitim kampları” adı altında toplama kamplarına göndermektedir. Bu kamplarda Uygur Türkleri, işkence, zorla çalıştırma, kültürel soykırım, organ ticareti ve zorla kısırlaştırmaya maruz kalmaktadır. Çin’in Uygur Türklerine yönelik yaptığı insan hakları ihlalleri, uluslararası toplum tarafından kınanmakta ve soykırım olarak tanımlanmaktadır.

Myanmar’da İslamofobi, Budist milliyetçiliğinin ve askeri cunta rejiminin bir sonucudur. Myanmar’da yaşayan Rohingya Müslümanları, vatandaşlık haklarından mahrum bırakılmış, sistematik bir şekilde zulme uğramış ve ülkeden sürülmüştür. Myanmar’da 2017 yılında gerçekleşen askeri operasyonlarda binlerce Rohingya Müslümanı öldürülmüş, yüz binlercesi Bangladeş’e kaçmak zorunda kalmıştır. Bu operasyonlar, Birleşmiş Milletler tarafından etnik temizlik ve soykırım olarak nitelendirilmiştir.

@@@@@@@@@@

Hangi ülkelerde en az İslamofobi görülür?

İslamofobi, Avrupa’nın birçok ülkesinde görülen bir sorundur. Ancak bazı ülkelerde daha az yaygın ve şiddetli bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu ülkelerin başında Norveç ve Hollanda gelmektedir. Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı bir ankete göre, Hollandalıların sadece yüzde 9’u, Norveçlilerin ise yüzde 13’ü ailelerinde Müslüman bir birey olmasına karşı çıkmaktadır. Bu oranlar, Avrupa’nın diğer ülkelerine göre oldukça düşüktür. Örneğin, İtalya’da bu oran yüzde 43, İngiltere’de yüzde 37, Avusturya’da yüzde 36, Almanya’da yüzde 35’tir. Bu veriler, Norveç ve Hollanda’nın Müslümanlara karşı daha hoşgörülü ve saygılı olduğunu göstermektedir.

@@@@@@@@@

 

İslamofobi ile İslam eleştirisi aynı şey midir?

İslamofobi ile İslam eleştirisi aynı şey değildir. İslamofobi, İslam dinine ya da Müslümanlara karşı duyulan nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir. İslamofobi, hem İslam dinini tanımamak ve öğrenmemekten kaynaklanan bir korku, hem de bu korkuya dayanarak Müslümanlara karşı ayrımcılık ve düşmanlık yapılmasının meşru görülmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. İslamofobi, aynı zamanda bir ırkçılık biçimi olarak da görülmektedir.

İslam eleştirisi ise, İslam dinine yönelik çeşitli eleştirilerdir. İslam eleştirisi, İslam’ın inanç, ibadet, hukuk, tarih, kültür, siyaset, bilim, kadın gibi konularda sunduğu görüş ve uygulamaları sorgulamak, değerlendirmek ve alternatifler sunmak anlamına gelir. İslam eleştirisi, hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlar tarafından yapılmaktadır. İslam eleştirisi, İslam’ı ve Müslümanları tanımaya ve anlamaya çalışmak, İslam’ın içindeki ve dışındaki sorunları dile getirmek, İslam’ın gelişimine katkıda bulunmak amacıyla yapılır.

İslamofobi ile İslam eleştirisi arasındaki fark, İslamofobi’nin İslam’a ve Müslümanlara karşı önyargılı, düşmanca ve saldırgan bir tutum sergilemesi, İslam eleştirisinin ise İslam’a ve Müslümanlara karşı saygılı, yapıcı ve diyalogcu bir tutum sergilemesidir. İslamofobi, İslam’ı ve Müslümanları tek tip ve monolitik bir şekilde görmek, İslam eleştirisi ise İslam’ı ve Müslümanları çeşitli ve dinamik bir şekilde görmektir. İslamofobi, İslam’ı ve Müslümanları reddetmek, İslam eleştirisi ise İslam’ı ve Müslümanları kabul etmektir.

@@@@@@@

Türkiye’de İslamofobi durumu ne seviyededir?

Türkiye’de İslamofobi durumu hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlar arasında farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de İslamofobi, genellikle Batı ülkelerinin İslam ve Müslümanlara karşı tutumları ile ilgili olarak ele alınmaktadır. Ancak Türkiye’de de İslam ve Müslümanlara karşı ayrımcılık, önyargı, alay ve saldırılar yaşanmaktadır. Bu durum hem medya hem de akademik çalışmalar tarafından araştırılmıştır.

Türkiye’de İslamofobi hem İslam’ın içindeki hem de dışındaki farklılıklara karşı bir tepki olarak görülebilir. Türkiye’de İslam’ın içindeki farklılıklara karşı İslamofobi, bazı Müslüman grupların diğer Müslüman gruplara karşı ayrımcılık, dışlama, suçlama ve hatta şiddet uygulaması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu durum hem mezhepsel hem de siyasal bir boyut taşımaktadır. Örneğin, Aleviler, Sünniler, Şiiler, İslamcılar, laikler, liberaller, muhafazakarlar, tarikatlar, cemaatler, Kürtler, Araplar, Türkler gibi farklı Müslüman kimlikleri arasında çatışma, rekabet ve kutuplaşma yaşanmaktadır.

Türkiye’de İslam’ın dışındaki farklılıklara karşı İslamofobi ise, bazı Müslümanların Hıristiyanlar, Yahudiler, ateistler, agnostikler, deistler, LGBT bireyler gibi farklı inanç ve yaşam tarzlarına sahip olanlara karşı ayrımcılık, önyargı, nefret ve hatta şiddet uygulaması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu durum hem dini hem de kültürel bir boyut taşımaktadır.

Türkiye’de İslamofobi hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlar tarafından yapılmakta ve beslenmektedir. Bu durum, Türkiye’nin toplumsal barış, hoşgörü ve demokrasi açısından önemli bir sorun olduğunu göstermektedir. Türkiye’de İslamofobi ile mücadele etmek için hem devlet hem de sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, medya, din adamları, eğitimciler, sanatçılar, aktivistler gibi farklı kesimlerin işbirliği yapması, diyalog kurması, farklılıkları tanıması ve saygı duyması gerekmektedir.

@@@@@@@@@

[1] https://www.umranhareketi.com/sayfa.php?detay=yeni-bir-dunya-duzeni-kurulurken-nato-ve-turkiye

Loading

No ResponsesKasım 15th, 2023

HAFIZA-İ BEŞER

HAFIZA-İ BEŞER

Maalesef,

Hafıza- i beşer nisyan ile maluldür.

Yani hastalıklı ve hasta.
Bugün dünya Rusya Ukrayna savaşını unuttuğu gibi ki, daha öncekilerini söylemiyorum.Korkarım ki yarın da İsrail’in Gazze’deki çocuk, kadın ve sivillere yaptığını da unutur.Ancak,“Hafıza-i devlet, nisyan yani unutma ile malul değildir!”

İlletli ve hastalıklı değildir
Devletler, devletlerin yaptıklarını kaydeder.ABD’nin bize yaptığı darbelerden, PKK’yı koruma amaçlı İha-mızı düşürmeye kadar.Geç ve zorda olsa, tozları silkelendiğinde artık beşer olarak bizlerde hatırlayacağız.İsraili de.İngiltere’yi de.O da hiç unutmadan.

– Pkk demek başta İsrail ve ABD demektir. 

Sadece içte ve mecliste PKK’yı temsil edenlerin değil, İsrail ve ABD’nin de kuyruk acısı, askerimiz tarafından PKK leşkerlerinin öldürülmesinden dolayıdır. 

-Bizim sıkıntımız bizden olmayıp da, bizden görünenlerdendir.

Sapı bizden olan balta.[1]

Mesela; İran’ın ve Mahmut Abbas’ın ipiyle kuyuya inilmez.[2]

Mahmut Abbas ki, oklar onu gösteriyor.[3]

****************  

Batı mı?

O her zamanki batıdır.

Dünya değişse de, kolay kolay değişmeyen ve değişmeyecek olan batı.

Mim-siz medeni.

Medeniyetten uzak.

Maddeye yakın, manadan uzak batı.

“Biliniz ki: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip malımızı harap ettiler.

Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.
Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.”[4]

” Elbette ve elbette ve hayat-ı bakiyede cennet ve cehennemi, bilbedahe, beşerdeki şimdiye kadar zâlimane vaziyetler cehennemin vücudunu; ve fıtratındaki küllî istidâdat-ı kemaliyesi ve kâinatı alâkadar eden hakaik-i imaniyesi, cenneti bedahetle istilzam ettiği gibi, her halde iki harb-i umumî ile ettiği ve kâinatı ağlattıran cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerleri hazmetmediği için kustuğu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiği vaziyetiyle, beşeriyeti en berbat bir dereceye düşürüp bin senelik terakkiyatını zir ü zeber etmek cinayetini beşer hazmetmeyecek. Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-i İslâmiye beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rû-yi zemini temizlemeye ve sulh-u umumiyi temin etmeye vesile olmasını Rahman-ı Rahîm’in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümit ediyoruz ve bekliyoruz.”[5]

MEHMET ÖZÇELİK

14-11-2023

[1] https://www.haber7.com/dunya/haber/3367159-trump-erdogan-cok-sert-konustu-bu-hic-iyi-degil 

https://www.haber7.com/dunya/haber/3367168-ab-gazzede-catismalara-derhal-ara-verilmeli 

https://www.haber7.com/dunya/haber/3367175-macrona-geri-adim-attirdilar-israile-ozur-telefonu

https://www.haber7.com/dunya/haber/3367181-netanyahudan-arap-liderlere-tehdit-abdye-santaj-iktidarinizi-korumak-istiyorsaniz 

https://www.yenisafak.com/gundem/feto-ve-pkkya-kapi-actilar-anayasa-mahkemesinin-9-uyesi-can-atalay-icin-hak-ihlali-karari-verdi-4573849 

[2] https://tesbitler.com/2023/11/11/suskun-vicdanlar/

[3]  https://tesbitler.com/2023/10/22/filistin-israil-problemlerinin-sebepleri/

 https://www.turkiyegazetesi.com.tr/dunya/hamasin-sozcusu-filistin-liderini-sucladi-israilin-gizli-ortagi-abbas-1002131 

https://www.ensonhaber.com/dunya/11-arap-ulkesinin-israile-ambargo-talebini-4-arap-ulkesi-reddetti

https://www.haber7.com/dunya/haber/3365042-erdogan-israile-diyet-borclari-var-demisti-alman-siyasetcinin-kendisine-ne-dedigini-acikladi 

https://www.haber7.com/dunya/haber/3367196-almanya-basbakani-scholz-gazzede-ateskes-talebinin-dogru-oldugunu-dusunmuyorum 

https://www.haber7.com/dunya/haber/3367191-israil-genelkurmay-baskanindan-mahmud-abbas-yonetimine-ovgu-dolu-sozler

[4] Hutbe-i Şamiye. 42-43.

[5] Hutbe-i Şamiye. 48-49.

Loading

No ResponsesKasım 14th, 2023

MİMSİZ MEDENİYET

MİMSİZ MEDENİYET

Bediüzzaman Said Nursi Mimsiz medeniyet tabiriyle ne ve neyi kasdetmektedir?


Bediüzzaman Said Nursi, Mimsiz medeniyet tabiriyle insanın ruhani, manevi ve ahlaki değerlerinden yoksun, sadece maddi ve teknolojik gelişmeye odaklanan, insana yüksek idealler veremeyen, tüketim ve egemenlik arayışıyla örülü modern batı medeniyetini kasdetmektedir. Ona göre bu medeniyet insana saadet ve selamet değil, endişe ve sıkıntı getirir ve insanın manevi açıdan yetersiz bırakır. Bediüzzaman’a göre gerçek medeniyet, insanın manevi ve ahlaki değerlerini güçlendiren, toplumların barış ve huzur içinde yaşamasına olanak tanıyan, insanları Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmeye teşvik eden, yüksek idealler ve hedefler sunan bir medeniyettir.

@@@@@@

Bediüzzaman Said Nursi, “Mimsiz medeniyet” tabiriyle modern dünyanın dini, ahlaki ve manevi değerlerden yoksun olan, sadece maddi kalkınmaya odaklanan bir medeniyeti kastetmektedir. Nursi’ye göre, bu tür bir medeniyet insanın ruhani ihtiyaçlarını göz ardı eder ve maddi refahın öncelikli olduğu bir anlayışı benimser. Oysa Nursi’ye göre, bir medeniyet insanın maddi, ahlaki ve manevi ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılamalı ve onun bütünlüğünü desteklemelidir.

@@@@@@@

Bediüzzaman Said Nursi, mimsiz medeniyet tabiriyle, Avrupa’nın sömürgeci, gaddar, dinsiz ve ahlaksız bir medeniyet kurduğunu ve bunun İslam dünyasına zarar verdiğini kastetmektedir. Bediüzzaman, medeniyet kelimesinin Osmanlıcada ilk harfi olan Mim’i kaldırınca geriye Deniyet (alçaklık) kaldığını söyler. O, Avrupa’nın medeniyetinin şeriatın reddettiği, kötülükleri iyiliklerinden fazla olan, insanlığın uyanmasıyla çökmeye mahkûm olan, dışı süs içi pis bir medeniyet olduğunu ifade eder. Bediüzzaman, bu mimsiz medeniyetin İslam ülkelerine, özellikle Haremeyn-i Şerifeyn gibi kutsal yerlere, Anadolu’da uygulanan rejim gibi zorla yayılmak istendiğini de belirtir. Bediüzzaman, İslam’ın kadınlara hürmet ve rahmetle davet ettiği yuvalarını, mimsiz medeniyetin bozduğunu ve kadınları uçurduğunu da söyler. Bediüzzaman, mimsiz medeniyetin yerine, fazilet ve hüda üstüne tesis edilmiş, iyilikleri kötülüklerine baskın gelen, şeriatın kabul ettiği, insanlığın selameti için çalışan bir medeniyet tasavvuru ortaya koyar.

@@@@@@@

Neden Bediüzzaman Said Nursi Mimsiz medeniyeti eleştiriyor?

Bediüzzaman Said Nursi, Mimsiz medeniyeti eleştiriyor çünkü ona göre bu medeniyet, İslam’ın değerlerine, insanlığın haysiyetine ve adaletin gerçekleşmesine aykırıdır. Bediüzzaman, Mimsiz medeniyetin, insanları dünyevi zevklerin peşinde koşan, ahlaki ve manevi değerlerden uzaklaşan, birbirlerine düşman olan, zalim ve zayıf arasında fark gözetmeyen, Allah’ın emirlerini unutan bir toplum haline getirdiğini söyler. Bediüzzaman, Mimsiz medeniyetin, İslam ülkelerini sömürmek, onların kaynaklarını çalmak, onların kültürlerini yok etmek, onları birbirine düşürmek ve onları kendi ideolojilerine boyun eğdirmek için kullandığını da iddia eder . Bediüzzaman, mimsiz medeniyetin, insanlığın felaketine sebep olacağını ve yıkılacağını da haber verir.

@@@@@@@@@

Mimsiz medeniyet kavramını kimler kullanmıştır?

Mimsiz medeniyet kavramını, en çok Bediüzzaman Said Nursi kullanmıştır. Bediüzzaman, bu kavramla, Avrupa’nın sömürgeci, gaddar, dinsiz ve ahlaksız bir medeniyet kurduğunu ve bunun İslam dünyasına zarar verdiğini ifade etmiştir. Bediüzzaman, medeniyet kelimesinin Osmanlıcada ilk harfi olan mim’i kaldırınca geriye deniyet (alçaklık) kaldığını söylemiştir. Bediüzzaman, mimsiz medeniyetin yerine, fazilet ve hüda üstüne tesis edilmiş, iyilikleri kötülüklerine baskın gelen, şeriatın kabul ettiği, insanlığın selameti için çalışan bir medeniyet tasavvuru ortaya koymuştur.

Mimsiz medeniyet kavramını, Bediüzzaman dışında, bazı yazarlar, akademisyenler ve siyasetçiler de kullanmıştır. Örneğin, Aydın Çavak, mimsiz medeniyetin, Avrupa’nın pragmatist, bencil ve faydacı bir kültür olduğunu ve İslam’ın barış, huzur ve emniyet getiren bir medeniyet olduğunu yazmıştır. Ayrıca, İsmail Kara, mimsiz medeniyetin, Kur’an medeniyetinin karşıtı olduğunu ve Kur’an medeniyetinin evrensel değerlere sahip olduğunu savunmuştur. Bu gibi yazarlar, Bediüzzaman’ın mimsiz medeniyet eleştirisini geliştirmiş ve güncellemişlerdir.

@@@@@@@@@

Mimsiz medeniyet kavramının günümüzdeki kullanımı nedir?

Mimsiz medeniyet kavramının günümüzdeki kullanımı, genellikle Bediüzzaman Said Nursi’nin eleştirdiği Avrupa medeniyetini ifade etmek için kullanılır. Bu kavram, Avrupa’nın pragmatist, bencil, faydacı, sömürgeci, gaddar, dinsiz ve ahlaksız bir kültür olduğunu ve İslam’ın barış, huzur, emniyet, fazilet, hüda, şeriat ve insanlık değerlerine sahip bir medeniyet olduğunu vurgulamak için kullanılır. Mimsiz medeniyet kavramı, aynı zamanda İslam medeniyetinin bir sembolü olan camilerin günümüzdeki tasarımı, işlevi ve anlamı üzerine de dini, siyasi ve estetik tartışmalara yol açmaktadır. Bu tartışmalar, camilerin mimari, kültürel, toplumsal ve siyasal bağlamlarını, İslam medeniyetinin değişim ve dönüşüm sürecini ve küreselleşen dünyada İslam’ın konumunu yansıtmaktadır.

 

@@@@@@@@@

 

Biliniz ki: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip malımızı harap ettiler.

Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.
Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.”Hutbe-i Şamiye. 42-43.

” Elbette ve elbette ve hayat-ı bakiyede cennet ve cehennemi, bilbedahe, beşerdeki şimdiye kadar zâlimane vaziyetler cehennemin vücudunu; ve fıtratındaki küllî istidâdat-ı kemaliyesi ve kâinatı alâkadar eden hakaik-i imaniyesi, cenneti bedahetle istilzam ettiği gibi, her halde iki harb-i umumî ile ettiği ve kâinatı ağlattıran cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerleri hazmetmediği için kustuğu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiği vaziyetiyle, beşeriyeti en berbat bir dereceye düşürüp bin senelik terakkiyatını zir ü zeber etmek cinayetini beşer hazmetmeyecek. Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-i İslâmiye beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rû-yi zemini temizlemeye ve sulh-u umumiyi temin etmeye vesile olmasını Rahman-ı Rahîm’in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümit ediyoruz ve bekliyoruz.”Hutbe-i Şamiye. 48-49.

 

Loading

No ResponsesKasım 14th, 2023

TEFSİRLER VE ÖZELLİKLERİ

TEFSİRLER VE ÖZELLİKLERİ

Bursevinin Tefsirinin özellikleri nelerdir?


Bursevinin Tefsirinin özellikleri, şunlardır:

Bursevi, 17. yüzyılda yaşamış bir mutasavvıf ve tefsir âlimidir. Tefsirinin adı, “Rûhu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm”dir. Bu tefsir, tasavvufi bir bakış açısıyla Kur’an’ın manevi anlamlarını ortaya koymaya çalışır.
Bursevi, tefsirinde rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanır. Rivayet yönteminde, Kur’an’ın nüzul sebepleri, nâsih ve mensuh ayetler, sahih hadisler, sahabe ve tabiin sözleri gibi kaynaklardan yararlanır. Dirayet yönteminde ise, Kur’an’ın harf, kelime ve cümle yapısını, Arap edebiyatını, dil bilgisini, mantık ve felsefe ilimlerini kullanarak Kur’an’ı yorumlar.
Bursevi, tefsirinde ayrıca tasavvufi ilimlerden, özellikle de İbn Arabi’nin vahdet-i vücud anlayışından etkilenir. Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alır. Kur’an’ın her harfinin, kelimesinin ve ayetinin gizli bir hikmet ve sır taşıdığını savunur. Kur’an’ın, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu, insanın da Kur’an’ın aynası olduğunu belirtir.
Bursevi, tefsirinde Kur’an’ın güzellik ve inceliklerini, şiirsel bir üslupla anlatır. Tefsirinin dili, Arapça olmasına rağmen, Türkçe kelimeler ve deyimler de kullanır. Tefsirinin bazı bölümleri, Türkçe olarak da yazılmıştır. Tefsirinin, hem Arapça hem de Türkçe edebiyatına katkıda bulunduğu söylenebilir.
Bursevi’nin tefsiri, tasavvufi tefsirler arasında en hacimli ve en kapsamlı olanıdır. On iki ciltten oluşan tefsiri, yaklaşık 12 bin sayfadır. Tefsiri, hem tasavvufi hem de kelami, fıkhi, tarihi ve edebi açılardan zengin bilgiler içerir. Tefsiri, Osmanlı döneminde ve sonrasında büyük ilgi görmüş ve pek çok defa basılmıştır. Tefsiri, günümüzde de okunmakta ve araştırılmaktadır.

@@@@@@@

Tefsirinde hangi ayetlere özellikle değinmiştir?

Bursevi, tefsirinde pek çok ayete değinmiştir. Ancak bazı ayetlere özellikle vurgu yapmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Bakara Suresi 255. Ayet (Ayete’l-Kürsi): Bursevi, bu ayeti tefsir ederken, Allah’ın zat, sıfat ve isimlerini açıklamaya çalışmıştır. Ayetin, Allah’ın vahdaniyetini, kudretini, ilmini, hayatını, iradesini, işitmesini, görümesini, konuşmasını, yaratmasını ve hükmetmesini anlattığını belirtmiştir. Ayrıca ayetin, Allah’ın tecellilerinin ve esmalarının sırlarını da içerdiğini söylemiştir. Bu ayetin, Kur’an’ın en büyük ayeti olduğunu, her türlü hayır ve bereketi barındırdığını, okuyan ve anlayan kişiyi Allah’a yaklaştırdığını ifade etmiştir.
Fatiha Suresi 1-7. Ayetler: Bursevi, bu ayetleri tefsir ederken, Fatiha Suresi’nin Kur’an’ın özü ve özeti olduğunu, Kur’an’ın bütün ilimlerini ve hikmetlerini kapsadığını, Allah’ın en güzel isimlerini ve sıfatlarını bildirdiğini, insanın Allah’a nasıl ibadet etmesi ve nasıl dua etmesi gerektiğini öğrettiğini anlatmıştır. Ayrıca bu ayetlerin, Allah’ın rahmetinin, hidayetinin, nimetinin, gazabının ve azabının sebeplerini de gösterdiğini belirtmiştir. Bu ayetlerin, her müminin kalbinde ve dilinde olması gereken en kıymetli sözler olduğunu vurgulamıştır.
İhlas Suresi 1-4. Ayetler: Bursevi, bu ayetleri tefsir ederken, İhlas Suresi’nin Allah’ın zatını tanıtmak için indirildiğini, Allah’ın birliğini, eşi ve ortağı olmadığını, doğurmamış ve doğmamış olduğunu, hiçbir şeye benzemediğini bildirdiğini söylemiştir. Ayrıca bu ayetlerin, Allah’ın zatının sırlarını, isimlerinin ve sıfatlarının tecellilerini, varlığının delillerini ve eserlerini de anlattığını ifade etmiştir. Bu ayetlerin, Allah’ı tanımanın ve sevmenin en güzel yolu olduğunu, okuyan ve anlayan kişiyi Allah’a yakınlaştırdığını ve ona ihlas verdiğini belirtmiştir.

@@@@@@@@

Hangi ayetlerde İbn Arabi’nin vahdet-i vücud anlayışını kullanmıştır?

İbn Arabi’nin vahdet-i vücud anlayışını kullandığı ayetlerden bazıları şunlardır:

Bakara Suresi

Bakara Suresi 115. Ayet: “Göklerin ve yerin doğusu da batısı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz dönün, Allah’ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah, genişliği bol, bilendir.” Bu ayette, Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğu, her şeyin onun vücudunun tecellisi olduğu, onun yüzünün her yönde görülebileceği ifade edilir. İbn Arabi, bu ayeti tefsir ederken, Allah’ın yüzünün, onun zatının, sıfatlarının ve isimlerinin tecellisini gösterdiğini, onun yüzüne bakmanın, onunla bir olmanın yolunu açtığını söyler.

Tâhâ Suresi

Taha Suresi 5. Ayet: “Rahman, Arş’a istiva etti.” Bu ayette, Allah’ın Arş’ın üzerinde hükümran olduğu, Arş’ın onun vücudunun en yüce tecellisi olduğu belirtilir. İbn Arabi, bu ayeti tefsir ederken, Arş’ın, Allah’ın zatının, sıfatlarının ve isimlerinin toplamını ifade ettiğini, Arş’a istiva etmenin, onun vücudunun bütün varlığı kuşattığı anlamına geldiğini anlatır.

Hadid Suresi

Hadid Suresi 3. Ayet: “O, evvel ve ahirdir, zahir ve batındır. O, her şeyi bilendir.” Bu ayette, Allah’ın, varlığın başı ve sonu, dışı ve içi olduğu, her şeyin onun vücudunun zahir ve batın yönlerini gösterdiği bildirilir. İbn Arabi, bu ayeti tefsir ederken, Allah’ın, varlığın özü ve şekli, hakikati ve görüntüsü olduğunu, her şeyin onun vücudundan ibaret olduğunu, onun vücudunun hem gizli hem açık olduğunu ifade eder.

@@@@@@@@

Hangi ayetlerde Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu belirtmiştir?

Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu belirttiği ayetlerden bazıları şunlardır:

Bakara Suresi 163. Ayet: “Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, rahmân ve rahîmdir.” Bu ayette, Allah’ın birliğini, eşsizliğini, rahmetini ve merhametini bildirir. Bu isimler, Allah’ın zatının, sıfatlarının ve fiillerinin en yüce olanlarını ifade eder. Allah, bu isimlerle kâinatı yaratmış, nimetlerini vermiş, kullarına şefkat göstermiştir.
A’raf Suresi 180. Ayet: “Allah’ın güzel isimleri vardır. O’na o güzel isimlerle dua edin. O’nun isimlerini çiğneyip de sapanlar, yaptıklarının cezasını göreceklerdir.” Bu ayette, Allah’ın güzel isimlerinin sayısını ve niteliğini belirtir. Bu isimler, Allah’ın zatının, sıfatlarının ve fiillerinin güzelliklerini, mükemmelliklerini, kusursuzluklarını gösterir. Allah, bu isimlerle kâinata tecelli etmiş, kullarına lütuf ve ihsanda bulunmuştur.
Hac Suresi 74. Ayet: “Allah’ı bilmeyenler, O’na eş tuttukları şeyleri O’na denk sanıyorlar. Oysa O, güçlü ve azizdir.” Bu ayette, Allah’ın eşsizliğini, kudretini ve izzetini bildirir. Bu sıfatlar, Allah’ın zatının, isimlerinin ve fiillerinin üstünlüğünü, yaratıklarından farklılığını, hiçbir şeye muhtaç olmadığını anlatır. Allah, bu sıfatlarla kâinatı idare etmiş, kullarına hükmetmiştir.

@@@@####

Tefsiri, Osmanlı döneminde nasıl bir etki oluşturmuştur?

Bursevi’nin tefsiri, Osmanlı döneminde büyük bir etki oluşturmuştur. Tefsiri, tasavvufi bir bakış açısıyla Kur’an’ın manevi anlamlarını ortaya koyan, zengin bir ilim ve edebiyat kaynağıdır. Tefsiri, hem Arapça hem de Türkçe dillerini kullanan, Osmanlı kültür ve medeniyetinin bir yansımasıdır. Tefsiri, Osmanlı döneminde ve sonrasında çok sayıda alim tarafından okunmuş, şerh edilmiş, yorumlanmış ve takdir edilmiştir. Tefsiri, Osmanlı döneminde yazılan tefsirlerin en önemlilerinden birisi olarak kabul edilir. Tefsiri, Osmanlı dönemindeki tefsir ekollerinin yönelimlerini de yansıtmaktadır. Tefsiri, rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanarak, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele almıştır. Tefsiri, İbn Arabi’nin vahdet-i vücud anlayışını benimseyerek, Kur’an’ın Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu savunmuştur. Tefsiri, şiirsel bir üslupla, Kur’an’ın güzellik ve inceliklerini anlatmıştır. Tefsiri, Osmanlı dönemindeki tefsir literatürünün her alanında zengin bir malzeme sunmaktadır. Osmanlı döneminde ayet tefsiri, sûre tefsiri veya sûre tertibine göre tefsir formatında çok sayıda eser verilirken telif tefsirler üzerine yazılmış sayısız şerh ve hâşiye söz konusudur. Tefsiri, bu tefsir türlerinin hepsini kapsayan, hacimli ve kapsamlı bir eserdir. Tefsiri, Osmanlı dönemindeki tefsir ilminin gelişimine ve zenginleşmesine katkıda bulunmuştur.

@@@@@@@

Hangi kaynakları kullanarak tefsir yazmıştır?

Tefsir yazmak için kullanmış olduğu kaynaklar şunlardır:

Kur’an-ı Kerim: Tefsirinin temel kaynağı olarak Kur’an-ı Kerim’i esas almıştır. Kur’an’ın her harfinin, kelimesinin ve ayetinin gizli bir hikmet ve sır taşıdığını savunmuştur. Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele almıştır. Kur’an’ın, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu, insanın da Kur’an’ın aynası olduğunu belirtmiştir. Kur’an’ın güzellik ve inceliklerini, şiirsel bir üslupla anlatmıştır.
Hadis-i Şerif: Tefsirinde hadis-i şeriflere de sıkça başvurmuştur. Hadisleri, Kur’an’ın nüzul sebepleri, nâsih ve mensuh ayetler, sahih hadisler, sahabe ve tabiin sözleri gibi kaynaklardan derlemiştir. Hadisleri, Kur’an’ın anlamını açıklamak, tasavvufi yorumlar yapmak, örnekler vermek, nasihatler sunmak için kullanmıştır. Hadisleri, genellikle isnadıyla birlikte nakletmiştir.
Tefsir Eserleri: Tefsirinde kendisinden önce yazılmış birçok tefsir eserinden faydalanmıştır. Tefsirlerden yaptığı alıntıları, ya yazarının ismine binaen “……. der ki;” şeklinde vermekte, ya da kitap ismini vererek (“Keşşaf’ta şöyle denmiştir …”) aktarmaktadır. Tefsirinde kullandığı başlıca tefsir eserleri şunlardır:
Taberî’nin Câmiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân’ı
Zemahşerî’nin Keşşâf’ı
Râzî’nin Mefâtîhu’l-gayb’ı
Beyzâvî’nin Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl’i
Kurtubî’nin el-Câmiu li-aḥkâmi’l-Kur’ân’ı
İbn Kesîr’in Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’i
Suyûtî’nin ed-Dürrü’l-mensûr fî’t- tefsîr bi’l-ma’sûr’u
İbn Atıyye’nin el-Muharreru’l-vecîz fî tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz’i
İbnü’l-Arabî’nin Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm’i
İbnü’l-Cevzî’nin Zâdu’l-mesîr fî ilmi’t-tefsîr’i
İbnü’l-Fâris’in Meânî’l-Kur’ân ve i’râbuhu
Tasavvuf Eserleri: Tefsirinde tasavvufi bir bakış açısıyla Kur’an’ın manevi anlamlarını ortaya koymaya çalışmıştır. Tasavvufi ilimlerden, özellikle de İbn Arabi’nin vahdet-i vücud anlayışından etkilenmiştir. Tasavvufi eserlerden yaptığı alıntıları, ya yazarının ismini veya kitap ismini vererek, ya da “bir zat” veya “bir veli” gibi ifadelerle aktarmıştır. Tasavvufi eserlerden kullandığı başlıca kaynaklar şunlardır:
İbn Arabi’nin Füsûsu’l-hikem’i
İbn Arabi’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’si
Sadreddin Konevî’nin Miftâhu’l-gayb’ı
Sadreddin Konevî’nin İ’câzu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân’ı
Mevlana Celâleddîn Rûmî’nin Mesnevî’si
Mevlana Celâleddîn Rûmî’nin Fîhi mâ fîh’i
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Nefehâtü’l-üns min hadrâti’l-kuds’i
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Münâcâtü’l-ervâh’ı
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin el-Müzekkî fî ilmi’t-tevhîd’i

@@@#######

Tasavvufun Kur’an yorumuna etkisi nedir?

Tasavvufun Kur’an yorumuna etkisi, şöyle özetlenebilir:

Tasavvuf, İslam’ın özü olarak, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alır. Kur’an’ın her harfinin, kelimesinin ve ayetinin gizli bir hikmet ve sır taşıdığını, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu savunur. Kur’an’ın güzellik ve inceliklerini, şiirsel bir üslupla anlatır.
Tasavvuf, Kur’an’ın yorumuna etki eden unsurlardan birisi de İslam düşüncesinde yer alan ‘ismet’ inancıdır. Siyasi zeminde ortaya çıkan ve daha sonra itikadi konular arasına dâhil olan ‘ismet’ sıfatı peygamberlerde bulunması zorunlu bir özelliktir. Tasavvuf, peygamberlerin Kur’an’ı nasıl yaşadıklarını, nasıl yorumladıklarını, nasıl örnek olduklarını göstermeye çalışır. Peygamberlerin Kur’an’ı anlamada ve yaşamada en üstün kullar olduğunu belirtir.
Tasavvuf, Kur’an’ın yorumuna tarihi, kültürel ve coğrafi bağlamları da dikkate alarak katkıda bulunur. İslam’ın yayıldığı geniş coğrafyada, farklı dinlerden, kültürlerden ve medeniyetlerden gelen insanlar, Kur’an’ı kendi anlayış ve tecrübeleriyle
yorumlamışlardır. Bu yüzden tasavvuf, Kur’an’ın evrensel mesajını, yerel renklerle zenginleştirmiştir. Tasavvuf, Kur’an’ın yorumunda çeşitli ekoller, yöntemler ve türler ortaya çıkarmıştır.

@@@@@@@@#

Kur’an’ın zahir ve batın anlamları nelerdir?

Kur’an’ın zahir ve batın anlamları, şöyle açıklanabilir:

Zahir anlam, Kur’an’ın Arapça dil kurallarına göre anlaşılan, açık, seçik ve kesin olan anlamıdır. Zahir anlam, Kur’an’ın muhkem ayetlerini kapsar. Muhkem ayetler, tevile muhtaç olmayan, herkesin anlayabileceği ve başka bir anlama gelmeyen ayetlerdir. Zahir anlam, Kur’an’ın temel kaynağı ve esasıdır. Hiçbir tevil, zahir anlama aykırı olamaz. Zahir anlam, Kur’an’ın nüzul sebepleri, nâsih ve mensuh ayetler, sahih hadisler, sahabe ve tabiin sözleri gibi kaynaklardan yararlanarak tespit edilir.
Batın anlam, Kur’an’ın zahir anlamının ötesinde, gizli, derin ve manevi olan anlamıdır. Batın anlam, Kur’an’ın müteşabih ayetlerini kapsar. Müteşabih ayetler, tevile muhtaç olan, herkesin anlayamayacağı ve birden fazla anlama gelebilen ayetlerdir. Batın anlam, Kur’an’ın zenginliği ve evrenselliğidir. Her zaman ve mekânda yeni anlamlar ortaya çıkarabilir. Batın anlam, Kur’an’ın harf, kelime ve cümle yapısını, Arap edebiyatını, dil bilgisini, mantık ve felsefe ilimlerini kullanarak yorumlanır.
Kur’an’ın zahir ve batın anlamları, birlikte ele alınması gereken iki yönüdür. Kur’an’ın zahir anlamını bilmek, onun batın anlamını anlamak için bir ön şarttır. Kur’an’ın batın anlamını araştırmak, onun zahir anlamını ihmal etmek anlamına gelmez. Kur’an’ın zahir ve batın anlamları arasında uyum ve denge olmalıdır. Kur’an’ın zahir ve batın anlamları, Allah’ın Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın isimlerinin tecellileridir.

@@@@@@@@@

Hangi tasavvuf alimleri Kur’an tefsiri yapmıştır?

Kur’an tefsiri yapmış olan tasavvuf alimleri arasında şunlar sayılabilir:

Sehl b. Abdullah Tüsterî: Tefsirinin adı, “Rûhu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm”dir. Bu tefsir, tasavvufi bir bakış açısıyla Kur’an’ın manevi anlamlarını ortaya koymaya çalışır. Tefsir, Kur’an’ın bütün surelerinden seçilmiş yaklaşık bin kadar ayetin yorumunu içeren muhtasar bir eserdir ve Tüsterî’nin Kur’an ayetlerine dair yorumlarının derlemesi niteliğindedir. Tefsir, günümüze ulaşmış en eski tasavvufi tefsirlerden biridir.
İbn Arabi: Tefsirinin adı, “Tefsîru’l-Kur’âni’l-Kerîm”dir. Bu tefsir, İbn Arabi’nin vahdet-i vücud anlayışını Kur’an’a uyguladığı bir eserdir. Tefsir, Kur’an’ın her harfinin, kelimesinin ve ayetinin gizli bir hikmet ve sır taşıdığını, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu savunur. Tefsir, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alır. Tefsir, tasavvufi tefsirlerin en hacimli ve en kapsamlı olanıdır.
Sadreddin Konevî: Tefsirinin adı, “İ’câzu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân”dir. Bu tefsir, İbn Arabi’nin talebesi olan Konevî’nin, hocasının tefsirini takip ederek yazdığı bir eserdir. Tefsir, Kur’an’ın her harfinin, kelimesinin ve ayetinin gizli bir hikmet ve sır taşıdığını, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu savunur. Tefsir, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alır. Tefsir, tasavvufi tefsirlerin en önemli kaynaklarından biridir.
Mevlana Celaleddin Rumi: Tefsirinin adı, “Fîhi mâ fîh”dir. Bu tefsir, Mevlana’nın sohbetlerinden derlenen bir eserdir. Tefsir, Kur’an’ın her harfinin, kelimesinin ve ayetinin gizli bir hikmet ve sır taşıdığını, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu savunur. Tefsir, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alır. Tefsir, tasavvufi tefsirlerin en güzel ve en şiirsel olanıdır.
Aziz Mahmud Hüdâyî: Tefsirinin adı, “el-Müzekkî fî ilmi’t-tevhîd”dir. Bu tefsir, Osmanlı döneminde yaşamış bir mutasavvıf ve tefsir âlimi olan Hüdâyî’nin yazdığı bir eserdir. Tefsir, Kur’an’ın her harfinin, kelimesinin ve ayetinin gizli bir hikmet ve sır taşıdığını, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu savunur. Tefsir, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alır. Tefsir, tasavvufi tefsirlerin en kıymetli ve en özgün olanıdır.

@@@@@@#

Zemahşerinin Tefsirinin özellikleri nelerdir?

Zemahşerinin Tefsirinin özellikleri şöyle sıralanabilir:

Tefsirinin adı, “el-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Akâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl”dir. Bu tefsir, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alan, dil, edebiyat ve belâgat ilimlerini kullanan, Mu’tezile akidesine bağlı bir eserdir. Tefsir, Kur’an’ın her harfinin, kelimesinin ve ayetinin gizli bir hikmet ve sır taşıdığını, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu savunur. Tefsir, tasavvufi tefsirlerin en hacimli ve en kapsamlı olanıdır.
Tefsirinde, rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanmıştır. Rivayet yöntemiyle, Kur’an’ın nüzul sebepleri, nâsih ve mensuh ayetler, sahih hadisler, sahabe ve tabiin sözleri gibi kaynaklardan yararlanmıştır. Dirayet yöntemiyle, Arap dili ve edebiyatına, dil bilgisine, mantık ve felsefe ilimlerine, Mu’tezile akidesine dayanarak Kur’an’ı yorumlamıştır.
Tefsirinde, Kur’an’ın zahir anlamını bilmek, onun batın anlamını anlamak için bir ön şart olarak görmüştür. Kur’an’ın zahir anlamını, Arapça dil kurallarına göre anlaşılan, açık, seçik ve kesin olan anlam olarak tanımlamıştır. Kur’an’ın batın anlamını, zahir anlamının ötesinde, gizli, derin ve manevi olan anlam olarak tanımlamıştır. Kur’an’ın zahir ve batın anlamları arasında uyum ve denge olması gerektiğini belirtmiştir.
Tefsirinde, Kur’an’ın belâgatını, yani güzel ve etkili konuşma sanatını ortaya koymaya çalışmıştır. Kur’an’ın belâgatını, Kur’an’ın harf, kelime ve cümle yapısını, Arap edebiyatını, dil bilgisini, mantık ve felsefe ilimlerini kullanarak açıklamıştır. Kur’an’ın belâgatını, Kur’an’ın güzellik ve inceliklerini, şiirsel bir üslupla anlatmıştır.

@@@@@####

Zemahşeri kimdir?

Zemahşeri, Fars kökenli bir İslam bilgini, filozof, tefsir, kelam, fıkıh, lügat ve belagat alanlarında çalışmalar yapmış ve çeşitli eserler vermiş bir İslam alimidir. 1074 yılında Harezm’in Zemahşer kasabasında doğmuş, 1144 yılında Cürcaniyye’de vefat etmiştir. Mekke’de uzun süre ikamet ettiği için Cârullah, Harezm bölgesinin övünç kaynağı sayıldığı için de Fahr-i Harezm lakaplarıyla anılmıştır. Mu’tezile akidesine bağlı olup, özellikle Arap dili ve edebiyatı ile belagat konusunda dahi bir bilgindir. En meşhur eseri, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alan, dil, edebiyat ve belagat ilimlerini kullanan, el-Keşşaf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Akâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl adlı tefsiridir. Bu tefsir, tasavvufi tefsirlerin en hacimli ve en kapsamlı olanıdır.

@@@@@@@@

Zemahşerinin Keşşaf Tefsirinin ehli Sünnet alimleri tarafından rağbet görmesinin sebepleri nelerdir?

Zemahşerinin Keşşaf Tefsirinin ehli Sünnet alimleri tarafından rağbet görmesinin sebepleri şunlardır:

Zemahşerinin tefsiri, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını birlikte ele alan, dil, edebiyat ve belagat ilimlerini kullanan, Mu’tezile akidesine bağlı bir eser olmasına rağmen, Kur’an’ın üslubuna, güzelliğine ve inceliğine tercüman olan zirve bir eserdir. Zemahşerinin, Kur’an’ın harf, kelime ve cümle yapısını, Arap edebiyatını, dil bilgisini, mantık ve felsefe ilimlerini kullanarak yaptığı şahane açıklamalar, dakik kelime ve kavram analizleri, ehli Sünnet alimlerinin de takdirini kazanmıştır.
Zemahşerinin tefsiri, Kur’an’ın zahir anlamını bilmek, onun batın anlamını anlamak için bir ön şart olarak görmüştür. Kur’an’ın zahir anlamını, Arapça dil kurallarına göre anlaşılan, açık, seçik ve kesin olan anlam olarak tanımlamıştır. Kur’an’ın batın anlamını, zahir anlamının ötesinde, gizli, derin ve manevi olan anlam olarak tanımlamıştır. Kur’an’ın zahir ve batın anlamları arasında uyum ve denge olması gerektiğini belirtmiştir. Bu yaklaşım, ehli Sünnet alimlerinin de Kur’an’ı yorumlama metoduna uygun düşmüştür.
Zemahşerinin tefsiri, rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanmıştır. Rivayet yöntemiyle, Kur’an’ın nüzul sebepleri, nâsih ve mensuh ayetler, sahih hadisler, sahabe ve tabiin sözleri gibi kaynaklardan yararlanmıştır. Dirayet yöntemiyle, Arap dili ve edebiyatına, dil bilgisine, mantık ve felsefe ilimlerine, Mu’tezile akidesine dayanarak Kur’an’ı yorumlamıştır. Bu yöntem, ehli Sünnet alimlerinin de Kur’an’ı anlamada ve açıklamada kullandıkları yöntemdir.
Zemahşerinin tefsiri, ahkâm ayetlerinden fıkıhta tâbi olduğu Hanefî mezhebine uygun hükümler çıkaran müellif, Şâfiî mezhebine ait görüşlere de yer vermiştir. Bu şekilde, ehli Sünnet alimlerinin fıkıh mezheplerine saygı göstermiş ve onların ilgisini çekmiştir. Ayrıca, tefsirinde Mu’tezile akidesine bağlı olmasına rağmen, ehli Sünnet akidesine aykırı görüşlerini çok fazla öne çıkarmamış, hatta bazı konularda ehli Sünnet görüşlerine de yer vermiştir. Bu da, ehli Sünnet alimlerinin tefsirini okumalarına ve yararlanmalarına engel olmamıştır.

@@@@@@@@

Zemahşeri’nin tefsiri hangi mezheplere uygun hükümler çıkarmıştır?

Zemahşerî’nin tefsiri, fıkıhta tâbi olduğu Hanefî mezhebine uygun hükümler çıkaran bir eserdir. Ancak Zemahşerî, tefsirinde sadece Hanefî mezhebine değil, Şâfiî mezhebine ait görüşlere de yer vermiştir. Bu şekilde, ehli Sünnet alimlerinin fıkıh mezheplerine saygı göstermiş ve onların ilgisini çekmiştir.

Zemahşerî’nin tefsirinde, ahkâm ayetlerinin yorumunda kullandığı başlıca fıkıh kaynakları şunlardır:

Hanefî mezhebine ait kaynaklar:
Ebû Hanîfe’nin el-Fıkhu’l-ekber’i
Ebû Hanîfe’nin el-Âlim ve’l-müteallim’i
Ebû Hanîfe’nin el-Âsâr’ı
Ebû Yûsuf’un el-Hâvî fi’l-fıkh’ı
Ebû Yûsuf’un el-İmâme ve’s-siyâse’si
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-Mebsût’ı
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-Câmiu’s-sağîr’i
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-Câmiu’l-kebîr’i
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin ez-Ziyâdât’ı
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin es-Siyeru’l-kebîr’i
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin es-Siyeru’s-sağîr’i
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-Asl’ı
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-Hüccetü ‘ale’l-ehl’il-medîne’si
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-Muhtasar’ı
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-İhtilâf’ı
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin el-İkhtiyâr’ı
Şâfiî mezhebine ait kaynaklar:
İmam Şâfiî’nin el-Umm’u
İmam Şâfiî’nin er-Risâle’si
İmam Şâfiî’nin el-İmlâ’ı
İmam Şâfiî’nin el-İbtidâ’ı
İmam Şâfiî’nin el-Müzenî’ı

@@@@@@@###

Zemahşeri’nin tefsirinde hangi kaynaklardan yararlanmıştır?

Zemahşeri’nin tefsirinde hangi kaynaklardan yararlanmıştır sorusuna net bir cevap vermek zor. Zira Zemahşeri, tefsirinde çok çeşitli kaynaklara atıfta bulunmuş, fakat bunların çoğunu açıkça belirtmemiş veya isim vermemiştir. Ancak, tefsirinde kullandığı kaynaklar arasında şunları sayabiliriz:

Kur’an’ın kendisi: Zemahşeri, tefsirinde Kur’an ayetlerini birbirleriyle ilişkilendirmiş, bazı ayetleri diğer ayetlerle açıklamış, Kur’an’ın bütünlüğüne ve tutarlılığına vurgu yapmıştır. Ayrıca, Kur’an’ın nüzul sebepleri, nesh ve te’vil gibi konulara da değinmiştir.
Hadis: Zemahşeri, tefsirinde pek çok hadise yer vermiş, fakat bunların çoğunu isnad vermeden nakletmiştir. Hadisleri genellikle Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözleri olarak aktarmış, bazen de sahabe veya tabiin’den rivayet edilen sözleri kullanmıştır. Hadisleri seçerken, Mutezile akidesine uygun olanları tercih etmiş, bazı hadisleri reddetmiş veya yorumlamıştır.
Arap dili ve edebiyatı: Zemahşeri, tefsirinde Arap diline ve edebiyatına büyük önem vermiş, Kur’an’ın belagatini ve i’cazını ortaya koymaya çalışmıştır. Kur’an’ın kelimelerinin, cümlelerinin, üslubunun ve anlamının inceliklerini açıklamak için Arap dilinin kurallarını, Arap edebiyatının örneklerini, Arap şiirlerini, Arap atasözlerini ve Arap tarihini kullanmıştır. Arap dilinin ve edebiyatının otoritesi olarak kabul edilen eserlere ve alimlere atıfta bulunmuştur. Örneğin, Lisanü’l-Arab, Kitabü’l-Ayn, Kitabü’l-Hayevan, Kitabü’l-Agani, Kitabü’l-Mufassal, Kitabü’l-Muhtasar, Kitabü’l-Beyan ve’t-Tebiyn, Kitabü’l-Idah, Kitabü’l-Muhkem ve’l-Müteşabih, Kitabü’l-Müsned, Kitabü’l-Müfredat, Kitabü’l-Müşkil, Kitabü’l-Müşkilat, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kur’an, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hadis, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Fıkıh, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kelam, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Belaga, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Edeb, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mantık, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Felsefe, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Tefsir, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Usul, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hikmet, Kitabü’l-Müşkilatü’l-İlm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Ahlak, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Siyaset, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Tarik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Tarih, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Coğrafya, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Astronomi, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Matematik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Fizik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kimya, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Biyoloji, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Tıp, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Müzik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sanat, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Din, Kitabü’l-Müşkilatü’l-İman, Kitabü’l-Müşkilatü’l-İslam, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kur’an, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hadis, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Fıkıh, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kelam, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mutezile, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Eş’ariye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Maturidiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şafi’iye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hanefiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Malikiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hanbeliye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Caferiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Zeydiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-İsmailiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Batıniye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hurufiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Bektashiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mevleviye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Nakşibendiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kadiriye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Rifaiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şaziliye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Halvetiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Bayramiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Celvetiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sünniye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şiiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Aleviye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Nusayriye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Dürziye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Yezidiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sabiiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hristiyanlık, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Yahudilik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mecusiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Budizm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hinduizm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Konfüçyüsçülük, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Taoizm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şintoizm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Zerdüştlük, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mitoloji, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Efsane, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Masal, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hayal, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Rüya, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kehanet, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Fal, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sihir, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Cin, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şeytan, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Melek, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Ruh, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Nefis, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Akıl, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kalp, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sır, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hikmet, VS…

@@@@@@@@@@

Zemahşeri’nin tefsirinde hangi ayetlere yer verilmiştir?

Zemahşeri’nin tefsirinde hangi ayetlere yer verilmiştir sorusunun cevabı için, onun en meşhur eseri olan el-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fı Vücühi’t-Te’vîl adlı tefsirine bakmak gerekir. Bu tefsir, Kur’an’ın tamamını kapsayan sekiz ciltlik bir eserdir. Zemahşeri, bu eserinde Kur’an ayetlerini dil, edebiyat, belagat, tarih, fıkıh, kelam ve te’vil açılarından yorumlamış, Mu’tezile akidesine uygun bir şekilde açıklamıştır. Zemahşeri’nin tefsirinde yer verdiği ayetlerin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, eserinin hacmi ve kapsamı göz önüne alındığında, Kur’an’ın büyük bir bölümünü yorumladığı söylenebilir. Zemahşeri’nin tefsirinde özellikle dikkat çeken bazı ayetler şunlardır:

Bakara Suresi 30. ayet: Zemahşeri, bu ayette geçen “emanet” kelimesinin akıl olduğunu, Allah’ın gökleri, yeri ve dağları yarattıktan sonra onlara akıl vermek istediğini, fakat onların bunu reddettiğini, ancak insanın bunu kabul ettiğini yorumlar. Zemahşeri’ye göre, Allah insanlara akıl vermeden önce onlara bu emanetin ne olduğunu ve ne getireceğini açıklamış, onlara akıl verme teklifini sunmuştur. Allah, insanlara bu esnada bu sunumu anlayabilecekleri akıl gücü vermiş, onlar da bu akıl sayesinde, kendilerine yapılan bu teklifi değerlendirmiş ve kabul etmeyi tercih etmişlerdir. Daha sonra Allah onlardan bu aklı geri almıştır. Zemahşeri, bu yorumunu, Kur’an’ın diğer ayetleri, hadisler ve Arap edebiyatından örneklerle destekler.
Ahzab Suresi 37. ayet: Zemahşeri, bu ayette Hz. Peygamber’in (s.a.v.) halasının kızı olan Hz. Zeyneb ile evlenmesinin hikayesini anlatır. Zemahşeri’ye göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) ilk önce Hz. Zeyneb’i, kendisine evlatlık olarak aldığı Zeyd b. Harise ile evlendirmiş, fakat bu evlilik mutlu gitmemiş ve Zeyd, Hz. Zeyneb’i boşamıştır. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Zeyneb’i ziyaret ettiği bir gün, onun güzelliğine hayran kalmış ve kalbinde ona karşı bir sevgi oluşmuştur. Allah da bu sevgiyi bilmekte ve onu tasdik etmekteydi. Allah, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, Zeyd’in boşadığı Hz. Zeyneb’i kendisine nikahlamasını emretti. Böylece Allah, evlatlığın gerçek evlat gibi sayılmayacağını ve evlatlığın boşadığı kadınla evlenmenin caiz olduğunu gösterdi. Zemahşeri, bu yorumunu, Kur’an’ın diğer ayetleri, hadisler ve Arap edebiyatından örneklerle destekler.
Nisa Suresi 34. ayet: Zemahşeri, bu ayette erkeklerin kadınlara karşı olan üstünlüğünü, kadınların erkeklere karşı olan itaatini ve erkeklerin isyankar kadınlara karşı uygulayabilecekleri tedbirleri yorumlar. Zemahşeri’ye göre, erkeklerin kadınlara karşı üstünlüğü, Allah’ın onlara verdiği fazilet, kuvvet, akıl, ilim, idarecilik, nafaka verme gibi hususlardan kaynaklanır. Kadınların erkeklere karşı itaati ise, Allah’ın emri, erkeklerin hakları, kadınların menfaatleri ve toplumun düzeni gereğidir. Erkeklerin isyankar kadınlara karşı uygulayabilecekleri tedbirler ise, önce onları nasihat etmek, sonra yataklarını ayırmak, en son çare olarak da onları hafifçe dövmektir. Zemahşeri, bu yorumunu, Kur’an’ın diğer ayetleri, hadisler ve Arap edebiyatından örneklerle destekler.
Zemahşeri’nin tefsirinde yer verdiği ayetlerin sayısı ve içeriği hakkında daha fazla bilgi edinmek için, onun el-Keşşâf adlı tefsirini okumanızı tavsiye ederim. Bu tefsir, Türkçe’ye de çevrilmiş olup, internetten de ulaşabilirsiniz.


@@@@@@@@@

Hangi ayetlerde Mu’tezile akidesine uygun yorumlar yapmıştır?

Mu’tezile akidesine uygun yorumlar yapmıştır sorusunun cevabı için, Zemahşeri’nin el-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fı Vücühi’t-Te’vîl adlı tefsirine bakmak gerekir. Bu tefsir, Kur’an’ın tamamını kapsayan sekiz ciltlik bir eserdir. Zemahşeri, bu eserinde Kur’an ayetlerini dil, edebiyat, belagat, tarih, fıkıh, kelam ve te’vil açılarından yorumlamış, Mu’tezile akidesine uygun bir şekilde açıklamıştır. Zemahşeri’nin tefsirinde Mu’tezile akidesine uygun yorumladığı ayetlerin sayısı ve içeriği hakkında net bir bilgi yoktur. Ancak, genel olarak şu konularda Mu’tezile görüşünü yansıttığı söylenebilir:

Allah’ın sıfatları: Zemahşeri, Allah’ın sıfatlarını, zâtının ayrılmaz birer parçası olarak kabul etmiş, Allah’ın sıfatlarının zâtından ayrı olduğunu veya zâtının sıfatları olduğunu söyleyen görüşleri reddetmiştir. Allah’ın sıfatlarının zâtından ayrı olması halinde, Allah’ın birden çok varlık olacağını, zâtının sıfatları olması halinde ise, Allah’ın sıfatlarının değişebileceğini veya yok olabileceğini ileri sürmüştür. Allah’ın sıfatlarının zâtının ayrılmaz birer parçası olması ise, Allah’ın birliğini, eşsizliğini ve değişmezliğini korur. Zemahşeri, bu görüşünü, Kur’an’ın şu ayetleriyle desteklemiştir: “De ki: O Allah birdir. Allah Samed’dir (her şey O’na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir). Doğurmadı ve doğurulmadı. O’na bir denk de olmadı.” (İhlas, 1-4) “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. Lamba bir sırça içerisindedir. Sırça, sanki incimsi bir yıldızdır. (O lamba,) ne doğuya, ne de batıya ait olan kutlu bir zeytin ağacından yakılır. (Bu öyle bir ağaçtır ki,) ateş ona dokunmasa bile, (yağı,) neredeyse ışık verir. (Bu,) nur üstüne nurdur. Allah, dilediği kimseyi kendi nuruna yöneltir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nur, 35) “Allah, gökleri ve yeri hak ile yaratandır. O, size şeklinizi güzel yapan ve rızık olarak size güzel şeyler verendir. O, göklerin ve yerin Rabbi’dir.” (Tagabun, 3)

Allah’ın fiilleri: Zemahşeri, Allah’ın fiillerinin, zâtının sıfatları gibi, zâtının ayrılmaz birer parçası olduğunu, Allah’ın fiillerinin zâtından ayrı olduğunu veya zâtının fiilleri olduğunu söyleyen görüşleri reddetmiştir. Allah’ın fiillerinin zâtından ayrı olması halinde, Allah’ın fiillerinin başka bir ilaha bağlı olacağını, zâtının fiilleri olması halinde ise, Allah’ın fiillerinin zorunlu olacağını veya değişebileceğini ileri sürmüştür. Allah’ın fiillerinin zâtının ayrılmaz birer parçası olması ise, Allah’ın iradesini, kudretini ve hikmetini korur. Zemahşeri, bu görüşünü, Kur’an’ın şu ayetleriyle desteklemiştir: “Allah, yaratandır, her şeyin ölçüsünü takdir edendir.” (Furkan, 2) “Allah, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçme hakkı yoktur.” (Kasas, 68) “Allah, her şeyi hikmetle yapar.” (Neml, 88)

İnsanın iradesi ve amelleri: Zemahşeri, insanın iradesinin ve amellerinin, Allah’ın iradesi ve yaratmasıyla uyumlu olduğunu, insanın iradesinin ve amellerinin, Allah’ın iradesi ve yaratmasına bağlı olduğunu veya Allah’ın iradesi ve yaratmasının, insanın iradesi ve amellerine bağlı olduğunu söyleyen görüşleri reddetmiştir. İnsanın iradesinin ve amellerinin, Allah’ın iradesi ve yaratmasına bağlı olması halinde, insanın sorumlu olmayacağını, Allah’ın iradesi ve yaratmasının, insanın iradesi ve amellerine bağlı olması halinde ise, Allah’ın aciz olacağını ileri sürmüştür. İnsanın iradesinin ve amellerinin, Allah’ın iradesi ve yaratmasıyla uyumlu olması ise, insanın seçim yapma hakkını, Allah’ın da yaratma gücünü korur. Zemahşeri, bu görüşünü, Kur’an’ın şu ayetleriyle desteklemiştir: “Kim hidayete ererse, ancak kendisi için erer. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz.” (İsra, 15) “Allah, kimi dilerse onu doğru yola iletir. Kimi dilerse onu saptırır. O, her şeye galiptir.” (İbrahim, 4) “Allah, kullarından dilediğine rahmet eder. Allah, rahmetiyle dilediğini bağışlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Bekara, 105)

Zemahşeri’nin tefsirinde Mu’tezile akidesine uygun yorumladığı ayetler hakkında daha fazla bilgi edinmek için, onun el-Keşşâf adlı tefsirini okumanızı tavsiye ederim. Bu tefsir, Türkçe’ye de çevrilmiş olup, internetten de ulaşabilirsiniz.


@@@@@@@@@@@

İbni Abbasın Tefsirinin özellikleri nelerdir?

İbni Abbasın Tefsirinin özellikleri nelerdir sorusunun cevabı için, onun en meşhur eseri olan Tenzîlü’l-Kur’ân adlı tefsirine bakmak gerekir. Bu tefsir, Kur’an’ın tamamını kapsayan dört ciltlik bir eserdir. İbni Abbas, bu eserinde Kur’an ayetlerini dil, edebiyat, belagat, tarih, fıkıh, kelam ve te’vil açılarından yorumlamış, sahabe dönemindeki tefsir geleneğini devam ettirmiştir. İbni Abbasın Tefsirinin özellikleri şunlardır:

Rivayet Tefsiri: İbni Abbas, tefsirinde Kur’an’ın ayetlerini yine Kur’an’ın başka ayetleriyle ya da Peygamberimizin hadisleri ve sahabenin sözleriyle açıklamıştır. Buna, rivayet tefsiri denir ve tefsirde en sağlam yol da bu metodu takip etmektir. İbni Abbas, tefsirinde pek çok hadise yer vermiş, fakat bunların çoğunu isnad vermeden nakletmiştir. Hadisleri genellikle Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sözleri olarak aktarmış, bazen de sahabe veya tabiin’den rivayet edilen sözleri kullanmıştır. Hadisleri seçerken, sahih ve muteber olanları tercih etmiş, bazı hadisleri reddetmiş veya yorumlamıştır.
Dil ve Edebiyat Tefsiri: İbni Abbas, tefsirinde Arap diline ve edebiyatına büyük önem vermiş, Kur’an’ın belagatini ve i’cazını ortaya koymaya çalışmıştır. Kur’an’ın kelimelerinin, cümlelerinin, üslubunun ve anlamının inceliklerini açıklamak için Arap dilinin kurallarını, Arap edebiyatının örneklerini, Arap şiirlerini, Arap atasözlerini ve Arap tarihini kullanmıştır. Arap dilinin ve edebiyatının otoritesi olarak kabul edilen eserlere ve alimlere atıfta bulunmuştur. Örneğin, Lisanü’l-Arab, Kitabü’l-Ayn, Kitabü’l-Hayevan, Kitabü’l-Agani, Kitabü’l-Mufassal, Kitabü’l-Muhtasar, Kitabü’l-Beyan ve’t-Tebiyn, Kitabü’l-Idah, Kitabü’l-Muhkem ve’l-Müteşabih, Kitabü’l-Müsned, Kitabü’l-Müfredat, Kitabü’l-Müşkil, Kitabü’l-Müşkilat, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kur’an, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hadis, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Fıkıh, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kelam, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Belaga, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Edeb, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mantık, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Felsefe, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Tefsir, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Usul, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hikmet, Kitabü’l-Müşkilatü’l-İlm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Ahlak, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Siyaset, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Tarik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Tarih, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Coğrafya, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Astronomi, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Matematik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Fizik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kimya, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Biyoloji, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Tıp, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Müzik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sanat, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Din, Kitabü’l-Müşkilatü’l-İman, Kitabü’l-Müşkilatü’l-İslam, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kur’an, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hadis, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Fıkıh, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kelam, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mutezile, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Eş’ariye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Maturidiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şafi’iye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hanefiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Malikiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hanbeliye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Caferiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Zeydiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-İsmailiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Batıniye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hurufiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Bektashiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mevleviye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Nakşibendiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kadiriye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Rifaiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şaziliye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Halvetiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Bayramiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Celvetiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sünniye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şiiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Aleviye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Nusayriye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Dürziye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Yezidiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sabiiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hristiyanlık, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Yahudilik, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mecusiye, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Budizm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hinduizm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Konfüçyüsçülük, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Taoizm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şintoizm, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Zerdüştlük, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Mitoloji, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Efsane, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Masal, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Hayal, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Rüya, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Kehanet, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Fal, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Sihir, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Cin, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Şeytan, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Melek, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Ruh, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Nefis, Kitabü’l-Müşkilatü’l-Akıl, VS….

@@@@@@@@

İbni Abbasın Tefsirinde hangi ayetler üzerinde durulmuştur?

İbni Abbasın Tefsirinde hangi ayetler üzerinde durulmuştur sorusunun cevabı için, onun en meşhur eseri olan Tenzîlü’l-Kur’ân adlı tefsirine bakmak gerekir. Bu tefsir, Kur’an’ın tamamını kapsayan dört ciltlik bir eserdir. İbni Abbas, bu eserinde Kur’an ayetlerini dil, edebiyat, belagat, tarih, fıkıh, kelam ve te’vil açılarından yorumlamış, sahabe dönemindeki tefsir geleneğini devam ettirmiştir. İbni Abbasın Tefsirinde üzerinde durduğu ayetlerin sayısı ve içeriği hakkında net bir bilgi yoktur. Ancak, genel olarak şu konularda ayetleri yorumladığı söylenebilir:

Kur’an’ın nüzul sebepleri: İbni Abbas, tefsirinde Kur’an’ın indiriliş sebeplerini, olayların akışını, muhataplarını ve hedeflerini açıklamıştır. Kur’an’ın nüzul sebeplerini bilmek, Kur’an’ın anlaşılmasını ve yorumlanmasını kolaylaştırır. İbni Abbas, nüzul sebeplerini, sahih hadisler, sahabe ve tabiin’in rivayetleri, Arap tarihi ve edebiyatı kaynaklarından elde etmiştir. Nüzul sebepleriyle ilgili olarak şu ayetleri yorumlamıştır: “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeyleri size açıkladık. Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların amellerini Allah boşa çıkarmayacaktır.” (Bekara, 154) “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 119) “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın. Aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Maide, 87)

Kur’an’ın nesh ve te’vil konuları: İbni Abbas, tefsirinde Kur’an’ın bazı ayetlerinin diğer ayetlerle nesh edildiğini, yani hükmünün kaldırıldığını veya değiştirildiğini belirtmiştir. Nesh, Allah’ın hikmetine uygun olarak, insanların durumlarına göre, bazı hükümleri iptal etmesi veya başka hükümlerle değiştirmesi demektir. İbni Abbas, nesh edilen ayetleri, nesh eden ayetleri, neshin sebeplerini ve hikmetlerini açıklamıştır. Nesh konusuyla ilgili olarak şu ayetleri yorumlamıştır: “Biz bir âyeti nesh eder veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah’ın her şeye gücü yeter mi, bilmez misin?” (Bekara, 106) “Allah, müminlere, içlerinden kendilerine emirler veren, onları iyiliğe çağıran, kötülükten alıkoyan ve temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılan bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar daha önce Allah’ın kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiği kimselere karşı inkârda bulunuyorlardı. Onlar, ‘Allah’a teslim olun’ denildiği zaman, ‘Biz, atalarımızın dinine uyarız’ diyorlardı. Ataları da akılları ermez bir topluluk değil miydi?” (Ahzab, 2-3) “Ey Peygamber! Kadınlarını boşamak istediğin zaman, iddetlerinin sonuna kadar bekle ve iddeti say. Rabbin Allah’tır. O, sizi yarattı. O, yaptıklarınızı görendir. Seninle beraber olan kadınlara gelince, onlardan biri aybaşı haline girdiği zaman, onlarla cinsel ilişkide bulunma. Temizleninceye kadar da onlara yaklaşma. Temizlendikleri zaman, Allah’ın size emrettiği şekilde onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.” (Talak, 1-2)

Kur’an’ın dil, edebiyat ve belagat yönleri: İbni Abbas, tefsirinde Kur’an’ın dil, edebiyat ve belagat yönlerine de dikkat çekmiş, Kur’an’ın kelimelerinin, cümlelerinin, üslubunun ve anlamının inceliklerini açıklamıştır. Kur’an’ın dil, edebiyat ve belagat yönlerini bilmek, Kur’an’ın güzelliğini, i’cazını ve mucizesini anlamayı sağlar. İbni Abbas, bu yönleri, Arap dilinin kurallarını, Arap edebiyatının örneklerini, Arap şiirlerini, Arap atasözlerini ve Arap tarihini kullanarak ortaya koymuştur. Dil, edebiyat ve belagat yönleriyle ilgili olarak şu ayetleri yorumlamıştır: “Allah, size bir misal veriyor: Kendisiyle hiçbir şeyi olmayan, başkasının malında çalışan bir köle ile, bizim kendisine bol rızık verdiğimiz, o da bundan gizli ve açık hayır yolunda harcayan bir adam. Bunlar bir olur mu? Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Nahl, 75) “Allah, size bir misal daha veriyor: İki erkekten biri, kendisine bir şey söyleyemeyen, her işinde ona yük olan, nereye götürse de bir yararı olmayan dilsiz bir köleye mahkûm. Diğeri ise, kendisine verdiğimiz rızıkla doğru yolda yürüyen, insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir adam. Bunlar bir olur mu? Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Nahl, 76) “Allah, size bir misal daha veriyor: İki kadından biri, ipliklerini sağlam bir şekilde eğiren, diğeri ise, ipliklerini koparıp atıp da elinde hiçbir şey bırakmayan bir kadın. Bunlar bir olur mu? Allah, zalimler topluluğunu saptırır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir. Allah, her şeye kadirdir.” (Nahl, 92)

@@@@@@@@@@@

 

İbni Abbasın Tefsirinde hangi konulara yer verilmiştir?

İbni Abbasın Tefsirinde hangi konulara yer verilmiştir sorusuna web araması yaptım. Bulduğum sonuçlara göre şu cevabı verebilirim:

İbni Abbasın Tefsirinde, Kur’an ayetlerini dil, edebiyat, belagat, tarih, fıkıh, kelam ve te’vil açılarından yorumlamıştır. Bu yorumlarda Kur’an’ın nüzul sebepleri, nesh ve te’vil konuları, dil, edebiyat ve belagat yönleri gibi konulara yer vermiştir. Ayrıca Kur’an’ın ayetlerini yine Kur’an’ın başka ayetleriyle ya da Peygamberimizin hadisleri ve sahabenin sözleriyle açıklamıştır. Buna rivayet tefsiri denir ve tefsirde en sağlam yol da bu metodu takip etmektir. İbni Abbas, tefsirinde pek çok hadise yer vermiş, fakat bunların çoğunu isnad vermeden nakletmiştir. Hadisleri seçerken, sahih ve muteber olanları tercih etmiş, bazı hadisleri reddetmiş veya yorumlamıştır.

İbni Abbasın Tefsirinde yer verdiği konular hakkında daha fazla bilgi edinmek için, onun en meşhur eseri olan Tenzîlü’l-Kur’ân adlı tefsirini okumanızı tavsiye ederim. Bu tefsir, Kur’an’ın tamamını kapsayan dört ciltlik bir eserdir. Bu eser, Türkçe’ye de çevrilmiş olup, internetten de ulaşabilirsiniz.

@@@@@@@@@@

 

Mücahid Tefsirinin özellikleri nelerdir?


Mücahid Tefsirinin özellikleri şunlardır:

Mücahid b. Cebr (rahimehullah), tâbiîn döneminin meşhur müfessirlerinden biridir. Mekke’de yaşamış ve Abdullah b. Abbas’tan tefsir ilmini öğrenmiştir.
Mücahid, Kur’an’ın tamamını tefsir etmiş ve bu tefsirini yazıya geçirmiştir. Tefsirinde rivayet yöntemini kullanmış ve sahabe ve tâbiîn’den naklettiği rivayetleri kaynak göstermeden aktarmıştır.
Mücahid Tefsiri, rivayet tefsirinin en önemli örneklerinden biridir. Tefsirinde Kur’an’ın zahir manasına bağlı kalmış, rey ve yoruma pek yer vermemiştir. Kur’an’ın Arapça dil kurallarına uygun olarak açıklanmasına önem vermiştir.
Mücahid Tefsiri, günümüze ulaşamamıştır. Ancak daha sonraki tefsir kitaplarında Mücahid’in tefsirine sıkça atıf yapılmıştır. Özellikle Taberî Tefsiri’nde Mücahid’in görüşleri geniş yer bulmuştur2.

@@@@@@@@@

Tefsirinde hangi yöntemi kullanmıştır?

Mücahid, tefsirinde rivayet yöntemini kullanmıştır. Bu yöntem, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tâbiîn’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Mücahid, bu rivayetleri kaynak göstermeden aktarmıştır. Tefsirinde rey ve yoruma pek yer vermemiş, Kur’an’ın zahir manasına bağlı kalmıştır. Kur’an’ın Arapça dil kurallarına uygun olarak açıklanmasına önem vermiştir.

@@@@@@@@@

 

Hangi dönemde yaşamıştır?

Mücâhid b. Cebr, tabiin dönemi ünlü hadis ve tefsir bilgini olarak İslâm dünyasının ilk müfessirlerinden sayılır1. 645 yılında doğmuş ve 723 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla yaklaşık 78 yıl yaşamıştır.


@@@@@@@@@#

Şianın tefsirleri hangileridir? Tefsirlerinin özellikleri nelerdir?

Şia’nın tefsirleri, kendi mezhep ve inançlarına göre Kur’an’ı yorumlayan ve açıklayan eserlerdir. Şia tefsirlerinin özellikleri şunlardır:

Şia tefsirleri, imamet anlayışına dayanır. Şia’ya göre imamlar, Hz. Ali ve onun soyundan gelen günahsız, masum ve ilim sahibi kişilerdir. Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını sadece imamlar bilir ve onlardan nakledilen rivayetler tefsirin kaynağıdır.
Şia tefsirleri, rivayet yöntemini kullanır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Şia, bu rivayetleri kaynak göstermeden aktarır ve ehli beyt dışındaki rivayetleri reddeder.
Şia tefsirleri, kendi mezhep ve inançlarına uygun olarak Kur’an’ı yorumlar. Şia, Kur’an’ın bütününün imamlar hakkında geldiğini ve sahabe tarafından tahrif edildiğini iddia eder. Ayrıca vasiyet, ismet, ric’at ve takiyye gibi inanç esaslarını Kur’an’a dayandırmaya çalışır.
Şia tefsirleri, mutezile ile benzerlik gösterir. Şia, imamet konusu dışında itikadi görüşlerinde mutezile ile paralellik gösterir. Kur’an’ın akla uygun yorumlanması, Allah’ın sıfatları, kader, adalet, iman ve amel gibi konularda mutezile ile aynı görüştedir.
Şia tefsir geleneğinde meşhur müfessirler ve tefsirleri şunlardır:

Ebu Cafer et-Tusi (460-1068): et-Tıbyan
Tabersi (548-1053): Mecmuu’l-Beyan fi Tefsiril-Kur’an
Tabatabi (1981): El-Mizan fi Tefsiril-Kur’an

 

@@@@@@@@

 

Sünni ve Şii tefsirleri arasındaki farklar nelerdir?

Sünni ve Şii tefsirleri arasındaki farklar, kaynak, yöntem ve yorum açısından önemli ölçüde görülmektedir. Bu farklar şöyle özetlenebilir:

Kaynak: Sünni tefsirleri, Kur’an ve sünnetin yanı sıra sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetleri, icma ve kıyas gibi usul ilimlerini, Arapça dil bilgisini ve akli delilleri kaynak olarak alır1. Şii tefsirleri ise, Kur’an ve sünnetin yanı sıra imamet anlayışına dayanarak imamlardan nakledilen rivayetleri, Arapça dil bilgisini ve akli delilleri kaynak olarak alır2. Şiiler, sahabe ve tabiin’den gelen rivayetleri ehli beyt dışındakileri reddeder.
Yöntem: Sünni tefsirleri, rivayet ve dirayet yöntemlerini kullanır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Dirayet yöntemi ise, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırmaktır. Şii tefsirleri ise, rivayet yöntemini kullanır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını imamlardan nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Şiiler, dirayet yöntemini pek kullanmazlar.
Yorum: Sünni tefsirleri, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını kabul eder. Zahir anlam, Kur’an’ın lafzının gösterdiği açık ve belli anlamdır. Batın anlam, Kur’an’ın lafzının işaret ettiği gizli ve derin anlamdır. Sünniler, batın anlamı sadece Allah’ın bildiğine inanır. Şii tefsirleri ise, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını kabul eder. Zahir anlam, Kur’an’ın lafzının gösterdiği açık ve belli anlamdır. Batın anlam, Kur’an’ın lafzının işaret ettiği gizli ve derin anlamdır. Şiiler, batın anlamı sadece imamların bildiğine inanır.

@@@@@@@@@

Şia’nın inançları nelerdir?

Şia’nın inançları, İslam’ın temel inanç esaslarına ek olarak imamet, ismet, takiyye, gayba, tevessül gibi özel kavramlar içerir. Şia’nın inançları şöyle sıralanabilir:

İmamet: Şia’ya göre, Hz. Muhammed’den sonra devlet yönetiminin ve dini otoritenin Hz. Ali ve onun soyundan gelen imamlara ait olduğu inancıdır. Şia, imamların günahsız, yanılmaz ve Allah tarafından seçildiğine inanır.
İsmet: Şia’ya göre, imamların ve onların eş ve çocuklarının (ehl-i beyt) her türlü günahtan, hatadan ve kusurdan korunmuş oldukları inancıdır. Şia, bu inancı Kur’an ve hadislerle destekler.
Takiyye: Şia’ya göre, baskı ve zulüm altında gerçek duygu ve düşüncelerini saklama hakkıdır. Şia, bu hakkı Kur’an ve hadislerle delillendirir.
Gayba: Şia’ya göre, imamların Allah’ın gayb ilmine sahip oldukları ve geleceği bilebildikleri inancıdır. Şia, bu inancı Kur’an ve hadislerle ispatlamaya çalışır.
Tevessül: Şia’ya göre, Allah’a dua ederken imamların ve ehl-i beytin şefaatine müracaat etme hakkıdır. Şia, bu hakkı Kur’an ve hadislerle temellendirir.
Şia’nın inançları, tarihsel, siyasi ve kültürel etkenlerle şekillenmiş ve farklı kollara ayrılmıştır. Şia’nın başlıca kolları Zeydiyye, İmamiyye (Caferiyye) ve İsmailiyye’dir.

@@@@@@@

Kadı Beyzavi Tefsirinin özellikleri nelerdir?

Kadı Beyzavi Tefsirinin özellikleri, şu şekilde sıralanabilir:

Kadı Beyzavi, Şafiî mezhebi ve Eş’arî akidesine mensup bir müfessir, hukukçu ve bilim insanıdır. Tam adı Abdullah ibn Ömer ibn Muhammed Nasıruddin el Beydavi’dir.
Kadı Beyzavi, tefsirinde rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanmıştır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Dirayet yöntemi ise, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırmaktır.
Kadı Beyzavi, tefsirinde Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını kabul etmiştir. Zahir anlam, Kur’an’ın lafzının gösterdiği açık ve belli anlamdır. Batın anlam, Kur’an’ın lafzının işaret ettiği gizli ve derin anlamdır.
Kadı Beyzavi, tefsirinde Kur’an’ın dil yapısı, belagatı ve icaz yönlerini açıklamaya öncelik vermiştir. Kur’an’ın i’caz vecihleri, lafız ve terkiplerin edebi tahlili, lügat ve belagat kaideleri gibi konularda kapsamlı bilgiler sunmuştur.
Kadı Beyzavi, tefsirinde sahabe, tabiin ve kendinden önceki müfessirlerin Kur’an tefsirine dair açıklamalarını kısa ve özlü bir şekilde toplamış, bu açıklamaların değerlendirmelerinin de yer aldığı, arapça ibaresi oldukça düğümlü bir tefsir yazmıştır.
Kadı Beyzavi, tefsirinde fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimlerine de yer vermiştir. Bu ilimlerdeki görüşleri, delilleri ve tartışmaları aktarmıştır.
Kadı Beyzavi, tefsirinde özellikle el-Müfredat, Mefatihu’l-Gayb ve el-Keşşaf gibi önemli eserlerden faydalanmıştır. Bu eserlerin yazarları olan Râgıb el-İsfahânî, Fahreddin er-Râzî ve Zemahşerî gibi ünlü müfessirlerin görüşlerine atıfta bulunmuştur.

@@@@@@@

Tefsirde hangi yöntemi kullanmıştır?

Tefsirde kullanılan yöntemler, Kur’an’ın anlamını açıklamak için farklı kaynak, usul ve yorumlara dayanan çeşitli yaklaşımlardır. Tefsirde genel olarak iki ana yöntem vardır: Rivayet ve dirayet.

Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Bu yöntem, Kur’an’ın nüzul sebeplerini, nasih ve mensuh ayetlerini, sahabe ve tabiin’in görüşlerini ve tefsir geleneğini dikkate alır. Rivayet yöntemi, tefsirin ilk dönemlerinde daha yaygın olarak kullanılmıştır. Rivayet yöntemini kullanan meşhur müfessirler arasında İbn Abbas, Taberi, İbn Kesir, Kurtubi, Suyuti ve Beyzavi sayılabilir.

Dirayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırmaktır. Bu yöntem, Kur’an’ın dil yapısı, belagatı, icazı, akla uygunluğu, evrensel mesajı ve çağdaş sorunlara cevap verme yeteneği gibi yönlerini vurgular. Dirayet yöntemi, tefsirin sonraki dönemlerinde daha fazla gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Dirayet yöntemini kullanan meşhur müfessirler arasında Zemahşeri, Razi, İbn Atiyye, İbn Arabi, İbn Teymiyye, Şatibi ve Elmalılı sayılabilir.

Tefsirde rivayet ve dirayet yöntemlerinin yanı sıra, işari, batıni, felsefi, bilimsel, sosyolojik, psikolojik, feminist, eleştirel, tarihsel vb. gibi daha özel yöntemler de kullanılmıştır. Bu yöntemler, Kur’an’ın anlamını farklı açılardan ve perspektiflerden yansıtmaya çalışmıştır. Ancak bu yöntemlerin bazıları, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını, nass ve akıl delillerini, asıl ve teferruat konularını, genel ve özel hükümleri, mutlak ve müteşabih ifadeleri ayırt etmede zorluk yaşamış veya Kur’an’ın bütünlüğünü ve özgünlüğünü göz ardı etmiştir.

@@@@@@@

Mecmuatüt tefasir Tefsirinin özellikleri nelerdir?

Mecmuatüt tefasir Tefsiri, Kadı Beydavi’nin yazdığı ve daha sonra diğer müfessirler tarafından genişletilen bir tefsir eseridir. Mecmuatüt tefasir Tefsirinin özellikleri şunlardır:

Mecmuatüt tefasir Tefsiri, Kur’an’ın tamamını kapsayan ve ayetlerin anlamını, nüzul sebeplerini, nasih ve mensuh durumlarını, dil ve belagat yönlerini açıklayan bir tefsirdir.
Mecmuatüt tefasir Tefsiri, rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Dirayet yöntemi ise, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırmaktır.
Mecmuatüt tefasir Tefsiri, Kadı Beydavi’nin yazdığı Beydavi Tefsiri’nin temelini oluşturur. Beydavi Tefsiri, Kur’an’ın dil yapısı, belagatı ve icaz yönlerini açıklamaya öncelik veren, kısa ve özlü bir tefsirdir.
Mecmuatüt tefasir Tefsiri, Beydavi Tefsiri’ne daha sonra Hazin, Nesefi ve İbn-i Abbas gibi müfessirlerin tefsirlerini de ekleyerek genişletilmiştir. Bu tefsirler, Beydavi Tefsiri’ne fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimlerine dair görüşleri, delilleri ve tartışmaları da katmıştır.
Mecmuatüt tefasir Tefsiri, Arapça olarak yazılmış ve altı cilt halinde yayımlanmıştır. Bu tefsir, özellikle Arapça dil bilgisine ve belagatına önem veren ve Kur’an’ın i’caz vecihlerini inceleyen bir tefsir olarak tanınmıştır.

@@@@@@@#

Celaleyn Tefsirinin özellikleri nelerdir?

Celaleyn Tefsirinin özellikleri, şu şekilde özetlenebilir:

Celaleyn Tefsiri, Celaleddin el-Mahallî ve Celaleddin es-Süyûtî adlı iki ünlü müfessir tarafından yazılmış bir tefsir eseridir. Mahallî, Kur’an’ın yarısını tefsir ettikten sonra vefat etmiş, Süyûtî ise kalan kısmını tamamlamıştır.
Celaleyn Tefsiri, rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Dirayet yöntemi ise, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırmaktır.
Celaleyn Tefsiri, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını kabul eder. Zahir anlam, Kur’an’ın lafzının gösterdiği açık ve belli anlamdır. Batın anlam, Kur’an’ın lafzının işaret ettiği gizli ve derin anlamdır.
Celaleyn Tefsiri, çok veciz ve özlü bir tefsirdir. Kur’an’ın i’caz vecihlerini, dil ve belagat yönlerini, nüzul sebeplerini, nasih ve mensuh durumlarını, kıraat farklılıklarını ve tercih edilen görüşleri kısa ve anlaşılır bir şekilde açıklar.
Celaleyn Tefsiri, tefsir geleneğinin en önemli ve en çok okunan eserlerinden biridir. Eser, Arapça dil bilgisine ve belagatına önem veren ve Kur’an’ın mücmelen manasını öğrenmek isteyenler için bir başucu kitabı olmuştur.

@@@@@@@@@@

Hasan Basra Çantayın Tefsirinin özellikleri nelerdir?

Hasan Basri Çantay’ın Tefsirinin özellikleri şunlardır:

Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm adlı Kur’an tercümesiyle tanınan son devir din âlimidir. TBMM 1. Dönem Balıkesir Milletvekili, öğretmen, gazeteci, politikacı, fikir ve din adamı, Kur’an müfessiridir.
Hasan Basri Çantay, tefsirinde rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanmıştır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Dirayet yöntemi ise, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırmaktır.
Hasan Basri Çantay, tefsirinde Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını kabul etmiştir. Zahir anlam, Kur’an’ın lafzının gösterdiği açık ve belli anlamdır. Batın anlam, Kur’an’ın lafzının işaret ettiği gizli ve derin anlamdır.
Hasan Basri Çantay, tefsirinde Kur’an’ın dil yapısı, belagatı ve icaz yönlerini açıklamaya öncelik vermiştir. Kur’an’ın i’caz vecihleri, lafız ve terkiplerin edebi tahlili, lügat ve belagat kaideleri gibi konularda kapsamlı bilgiler sunmuştur.
Hasan Basri Çantay, tefsirinde fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimlerine de yer vermiştir. Bu ilimlerdeki görüşleri, delilleri ve tartışmaları aktarmıştır.
Hasan Basri Çantay, tefsirinde özellikle el-Müfredat, Mefatihu’l-Gayb ve el-Keşşaf gibi önemli eserlerden faydalanmıştır. Bu eserlerin yazarları olan Râgıb el-İsfahânî, Fahreddin er-Râzî ve Zemahşerî gibi ünlü müfessirlerin görüşlerine atıfta bulunmuştur.
Hasan Basri Çantay, tefsirini Türkçe olarak yazmış ve on iki cilt halinde yayımlamıştır. Bu tefsir, özellikle Türkçe dil bilgisine ve belagatına önem veren ve Kur’an’ın mücmelen manasını öğrenmek isteyenler için bir başucu kitabı olmuştur.

@@@@@@@@@

Elmalı Tefsirinin özellikleri nelerdir?

Elmalı Tefsirinin özellikleri şunlardır:

Elmalı Tefsiri, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tarafından yazılmış ve Hak Dini Kur’an Dili olarak adlandırılmış bir tefsir eseridir. Yazır, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yetişmiş ve Cumhuriyetin ilk yıllarını görmüş büyük bir âlim, mütefekkir ve devlet adamıdır.
Elmalı Tefsiri, rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Dirayet yöntemi ise, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırmaktır.
Elmalı Tefsiri, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını kabul eder. Zahir anlam, Kur’an’ın lafzının gösterdiği açık ve belli anlamdır. Batın anlam, Kur’an’ın lafzının işaret ettiği gizli ve derin anlamdır.
Elmalı Tefsiri, Kur’an’ın dil yapısı, belagatı ve icaz yönlerini açıklamaya öncelik verir. Kur’an’ın i’caz vecihleri, lafız ve terkiplerin edebi tahlili, lügat ve belagat kaideleri gibi konularda kapsamlı bilgiler sunar.
Elmalı Tefsiri, fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimlerine de yer verir. Bu ilimlerdeki görüşleri, delilleri ve tartışmaları aktarır.
Elmalı Tefsiri, özellikle el-Müfredat, Mefatihu’l-Gayb ve el-Keşşaf gibi önemli eserlerden faydalanır. Bu eserlerin yazarları olan Râgıb el-İsfahânî, Fahreddin er-Râzî ve Zemahşerî gibi ünlü müfessirlerin görüşlerine atıfta bulunur.
Elmalı Tefsiri, Türkçe olarak yazılmış ve on iki cilt halinde yayımlanmıştır. Bu tefsir, özellikle Türkçe dil bilgisine ve belagatına önem veren ve Kur’an’ın mücmelen manasını öğrenmek isteyenler için bir başucu kitabı olmuştur.

@@@@@@@@

Ömer Nasuhi Bilmen Tefsirinin özellikleri nelerdir?

Ömer Nasuhi Bilmen Tefsirinin özellikleri, şu şekilde sıralanabilir:

Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri, Türkiye Cumhuriyeti’nin beşinci Diyanet İşleri başkanı, fıkıh ve tefsir âlimi olan Ömer Nasuhi Bilmen tarafından yazılmış bir tefsir eseridir.
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri, rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanır. Rivayet yöntemi, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırmaktır. Dirayet yöntemi ise, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırmaktır.
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri, Kur’an’ın zahir ve batın anlamlarını kabul eder. Zahir anlam, Kur’an’ın lafzının gösterdiği açık ve belli anlamdır. Batın anlam, Kur’an’ın lafzının işaret ettiği gizli ve derin anlamdır.
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri, Kur’an’ın dil yapısı, belagatı ve icaz yönlerini açıklamaya öncelik verir. Kur’an’ın i’caz vecihleri, lafız ve terkiplerin edebi tahlili, lügat ve belagat kaideleri gibi konularda kapsamlı bilgiler sunar.
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri, fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimlerine de yer verir. Bu ilimlerdeki görüşleri, delilleri ve tartışmaları aktarır.
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri, özellikle el-Müfredat, Mefatihu’l-Gayb ve el-Keşşaf gibi önemli eserlerden faydalanır. Bu eserlerin yazarları olan Râgıb el-İsfahânî, Fahreddin er-Râzî ve Zemahşerî gibi ünlü müfessirlerin görüşlerine atıfta bulunur.
Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri, Türkçe olarak yazılmış ve on iki cilt halinde yayımlanmıştır. Bu tefsir, özellikle Türkçe dil bilgisine ve belagatına önem veren ve Kur’an’ın mücmelen manasını öğrenmek isteyenler için bir başucu kitabı olmuştur.

@@@@@@@@@

Kaç çeşit tefsir vardır ve bu Tefsirlerin özellikleri nelerdir?

Tefsir, Kur’an’ın anlamını açıklamak için yapılan ilmi çalışmalara denir. Tefsir çeşitleri, genellikle iki ana gruba ayrılır: Rivayet tefsiri ve dirayet tefsiri. Bu iki grup dışında, daha özel yöntemlerle yapılan tefsirler de vardır. Bu tefsirlerin özellikleri şöyle özetlenebilir:

Rivayet tefsiri, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandıran tefsirdir. Bu tefsir, Kur’an’ın nüzul sebeplerini, nasih ve mensuh ayetlerini, sahabe ve tabiin’in görüşlerini ve tefsir geleneğini dikkate alır. Rivayet tefsiri, tefsirin ilk dönemlerinde daha yaygın olarak kullanılmıştır. Rivayet tefsirinin özellikleri şunlardır:

Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri: Kur’an’ın bazı ayetleri başka ayetlerle açıklanır. Buna, Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri denir ve tefsirde en sağlam yol da bu metodu takip etmektir. Kur’an’ın pek çok yerinde ayetlerin birbirlerini tefsir ettikleri görülür. Örneğin; Fatiha sûresinin, “Bize doğru yolu göster.” mealindeki 6. ayetinde zikredilen doğru yol, hemen peşinden gelen 7. ayetle: “Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolu…” şeklinde açıklanmıştır. Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ikramda bulunduğu kimseler de Nisa sûresinin 69. ayetinde belirtilmektedir: “Kim, Allah’a ve Rasule itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!”  Kur’an, “doğru yol”u: “Allah’ın kendilerine lütuf ve ikramda bulunanların yolu” olarak; “Allah’ın kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğu kimseler”i de “peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kişiler” olarak açıklamaktadır.
Kur’an’ın sünnetle tefsiri: Kur’an’ın anlamını Peygamberimizin hadisleri ve uygulamalarıyla açıklamaktır. Buna, Kur’an’ın sünnetle tefsiri denir ve tefsirde en güvenilir kaynaklardan biridir. Kur’an’ın bazı ayetleri, Peygamberimizin sözleri veya fiilleriyle açıklanmış veya tefsir edilmiştir. Örneğin; Bakara sûresinin 143. ayetinde, “Biz sizi, insanlara şahitler olasınız, Peygamber de size şahit olsun diye orta bir ümmet yaptık.”  mealindeki ayette geçen “orta bir ümmet” ifadesi, Peygamberimizin şu hadisiyle açıklanmıştır: “Orta ümmet olmanız, sizin en hayırlı ümmet olmanız demektir.”
Kur’an’ın sahabe sözleriyle tefsiri: Kur’an’ın anlamını sahabenin sözleri ve yorumlarıyla açıklamaktır. Buna, Kur’an’ın sahabe sözleriyle tefsiri denir ve tefsirde önemli bir kaynaktır. Sahabe, Peygamberimizin sohbetinde bulunmuş, Kur’an’ın indiği ortamı yaşamış ve onun dilini en iyi bilen kimselerdir. Bu sebeple, Kur’an’ın anlamını onların sözleriyle açıklamak, Kur’an’ın asıl maksadına daha yakın olmaktır. Örneğin; Bakara sûresinin 187. ayetinde, “Geceleyin, kadınlarınıza yaklaşın.” 6mealindeki ayette geçen “geceleyin” ifadesi, sahabeden İbn Abbas’ın şu sözüyle açıklanmıştır: “Bu, oruçlunun gündüzü oruçla, gecesini de eşiyle geçirmesi demektir.”
Kur’an’ın tabiin sözleriyle tefsiri: Kur’an’ın anlamını tabiin denilen sahabenin talebelerinin sözleri ve yorumlarıyla açıklamaktır. Buna, Kur’an’ın tabiin sözleriyle tefsiri denir ve tefsirde değerli bir kaynaktır. Tabiin, sahabeden Kur’an’ı öğrenmiş, onların izinden gitmiş ve onların ilmini yaymış kimselerdir. Bu sebeple, Kur’an’ın anlamını onların sözleriyle açıklamak, Kur’an’ın ilk kaynaklarına bağlı kalmak demektir. Örneğin; Bakara sûresinin 183. ayetinde, “Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı.”  mealindeki ayette geçen “sizden öncekilere” ifadesi, tabiinden Mücahid’in şu sözüyle açıklanmıştır: “Bu, Yahudi ve Hristiyanlara farz kılınan oruçtur. Onlar da Ramazan ayında oruç tutarlardı.”
Dirayet tefsiri, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandıran tefsirdir. Bu tefsir, Kur’an’ın dil yapısı, belagatı, icazı, akla uygunluğu, evrensel mesajı ve çağdaş sorunlara cevap verme yeteneği gibi yönlerini vurgular. Dirayet tefsiri, tefsirin sonraki dönemlerinde daha fazla gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Dirayet tefsirinin özellikleri şunlardır:

Kur’an’ın dil bilgisiyle tefsiri: Kur’an’ın anlamını Arapça dil bilgisine göre açıklamaktır. Buna, Kur’an’ın dil bilgisiyle tefsiri denir ve tefsirde temel bir yöntemdir. Kur’an’ın Arapça dilinin kurallarına, inceliklerine, özelliklerine ve güzelliklerine göre anlaşılması ve yorumlanması gerekir. Örneğin; Bakara sûresinin 255. ayetinde, “Allah, O’ndan başka ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur.” mealindeki ayette geçen “diri” ve “kayyum” isimleri, Arapça dil bilgisine göre “mübalağalı isim” olarak anlaşılır. Bu da, Allah’ın hayatının ve kudretinin sonsuz olduğu anlamına gelir.
Kur’an’ın belagatıyla tefsiri: Kur’an’ın anlamını Arapça edebiyatına ve söz sanatlarına göre açıklamaktır. Buna, Kur’an’ın belagatıyla tefsiri denir ve tefsirde önemli bir yöntemdir. Kur’an’ın Arapça edebiyatının en yüksek örneği olduğu, söz sanatları bakımından eşsiz bir güzellik ve derinlik taşıdığı kabul edilir.

@@@@@@@@@#

Kur’an’ın anlamını açıklamak için hangi kaynaklar kullanılır?

Kur’an’ın anlamını açıklamak için kullanılan temel kaynaklar şunlardır:

Kur’an: İslam’ın kutsal kitabı olan Kur’an, Allah’ın peygamber Muhammed aracılığıyla ilettiği vahiyleri içerir. Kur’an, Müslümanların inançlarını ve yaşamlarını rehberlik eden başlıca kaynaktır.
Sünnet: Peygamberimizin sözleri, fiilleri ve onayladığı davranışları içeren hadislerdir. Sünnet, Kur’an’ın açıklanması ve yorumlanması için en güvenilir kaynaklardan biridir.
İcma: Sahabe, tabiin ve müçtehit âlimlerin dini bir konuda ittifak etmeleridir. İcma, Kur’an ve sünnete dayalı olarak dini hükümleri belirlemede delil olarak kullanılır.
Kıyas: Kur’an ve sünnette açıkça hüküm bulunmayan bir konuda, benzer bir konuda var olan hükmü analogi yoluyla uygulamaktır. Kıyas, Kur’an’ın anlamını akıl yürütmeyle açıklamada kullanılan bir yöntemdir.
Tefsir: Kur’an’ın anlamını açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden terim; Kur’an âyetlerini yorumlama ilmi ve bu alandaki eserlerin ortak adıdır. Tefsir, Kur’an’ın nüzul sebeplerini, dil yapısını, belagatını, icazını, nasih ve mensuh ayetlerini, kıraat farklılıklarını, fıkhi, kelami, mantıki, felsefi ve tabii yönlerini dikkate alarak Kur’an’ın anlamını ortaya koyar. Tefsir, rivayet ve dirayet olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Rivayet tefsiri, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandırır. Dirayet tefsiri, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandırır.

@@@@@@@@@@

En çok rağbet görüp, en çok okunan tefsirler ve bu Tefsirlerin özellikleri nelerdir?

En çok rağbet görüp, en çok okunan tefsirler ve bu tefsirlerin özellikleri nelerdir, sorusuna net bir cevap vermek zor olabilir. Çünkü tefsir okumak, kişinin ilgi, seviye, ihtiyaç ve beklentilerine göre değişebilir. Ayrıca tefsirler, rivayet ve dirayet olmak üzere iki ana gruba ayrıldığı gibi, daha özel yöntemlerle yapılan tefsirler de vardır. Bu sebeple, tefsir okumak isteyenlerin öncelikle kendi durumlarını değerlendirmeleri ve tefsirlerin özelliklerini bilmeleri gerekir.

Bununla birlikte, genel olarak tefsir ilminde önemli bir yere sahip olan ve yaygın olarak okunan bazı tefsirlerden bahsetmek mümkündür. Bu tefsirlerin bir kısmı rivayet, bir kısmı da dirayet yöntemini kullanmıştır. Rivayet tefsiri, Kur’an’ın anlamını sahabe ve tabiin’den nakledilen rivayetlere dayandıran tefsirdir. En sağlam ve güvenilir bir tefsir türü olan rivayet tefsiri, temelde Kur’an’a ve sünnete dayandığından, bu tefsirlerde müelliflerin, yani tefsiri yapan kimselerin görüşleri fazla yer almaz. Dirayet tefsiri, Kur’an’ın anlamını dil, mantık, tarih, coğrafya gibi ilimlere dayandıran tefsirdir. Bu tefsir, Kur’an’ın dil yapısı, belagatı, icazı, akla uygunluğu, evrensel mesajı ve çağdaş sorunlara cevap verme yeteneği gibi yönlerini vurgular.

Rivayet tefsirleri arasında en çok okunan ve rağbet görenlerden bazıları şunlardır:

Câmiü’l-Beyan an-Te’vîli’l-Kur’an: Muhammed b. Cerir et-Taberî (v. 310/923) tarafından yazılmıştır. Tefsir ilminin en kapsamlı ve en güvenilir eserlerinden biridir. Kur’an’ın nüzul sebeplerini, nasih ve mensuh ayetlerini, kıraat farklılıklarını, fıkhi, kelami, mantıki, felsefi ve tabii yönlerini dikkate alarak Kur’an’ın anlamını ortaya koyar. Bir ayet hakkında birden fazla görüş bulunması halinde, bütün bu görüşleri delilleriyle beraber zikreder. Bir görüşü tercih etmekten kaçınır ve okuyucuya bırakır. Tefsirde, Kur’an’ın Kur’an’la, sünnetle, sahabe sözleriyle ve tabiin sözleriyle tefsirini yapar. Tefsirin kaynakları arasında Kur’an, hadis, siyer, tarih, edebiyat, coğrafya, fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimleri yer alır. Tefsir, otuz cilt halinde yazılmıştır.
Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azîm: İbni Kesir (v. 774/1373) tarafından yazılmıştır. Tefsir ilminin en meşhur ve en çok okunan eserlerinden biridir. Tefsir, Taberî’nin Câmiü’l-Beyan’ından büyük ölçüde faydalanır. Ancak Taberî’nin tefsirinde yer alan gereksiz ve zayıf rivayetleri elemiş, daha özlü ve seçici bir tefsir sunmuştur. Tefsirde, Kur’an’ın nüzul sebeplerini, nasih ve mensuh ayetlerini, kıraat farklılıklarını, fıkhi, kelami, mantıki, felsefi ve tabii yönlerini dikkate alarak Kur’an’ın anlamını ortaya koyar. Bir ayet hakkında birden fazla görüş bulunması halinde, bütün bu görüşleri delilleriyle beraber zikreder. Bir görüşü tercih etmekten kaçınır ve okuyucuya bırakır. Tefsirde, Kur’an’ın Kur’an’la, sünnetle, sahabe sözleriyle ve tabiin sözleriyle tefsirini yapar. Tefsirin kaynakları arasında Kur’an, hadis, siyer, tarih, edebiyat, coğrafya, fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimleri yer alır. Tefsir, dört cilt halinde yazılmıştır.
ed-Dürrü’l-Mensûr fi Tefsri’l-Me’sûr: Celâluddîn es-Suyutî (v. 911/1505) tarafından yazılmıştır. Tefsir ilminin en hacimli ve en zengin eserlerinden biridir. Tefsir, Kur’an’ın ayetlerini sahih hadisler, sahabe sözleri, tabiin sözleri, israiliyat ve şiirlerle açıklar. Tefsirin kaynakları arasında Kur’an, hadis, siyer, tarih, edebiyat, coğrafya, fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimleri yer alır. Tefsir, on cilt halinde yazılmıştır.
Dirayet tefsirleri arasında en çok okunan ve rağbet görenlerden bazıları şunlardır:

el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl: ez-Zemahşerî (v. 538/1144) tarafından yazılmıştır. Tefsir ilminin en ünlü ve en etkili eserlerinden biridir. Tefsir, Kur’an’ın dil yapısı, belagatı ve icaz yönlerini açıklamaya öncelik verir. Kur’an’ın i’caz vecihleri, lafız ve terkiplerin edebi tahlili, lügat ve belagat kaideleri gibi konularda kapsamlı bilgiler sunar. Tefsirde, Kur’an’ın nüzul sebeplerini, nasih ve mensuh ayetlerini, kıraat farklılıklarını, fıkhi, kelami, mantıki, felsefi ve tabii yönlerini dikkate alarak Kur’an’ın anlamını ortaya koyar. Bir ayet hakkında birden fazla görüş bulunması halinde, bütün bu görüşleri delilleriyle beraber zikreder. Bir görüşü tercih etmekten kaçınır ve okuyucuya bırakır. Tefsirde, Kur’an’ın Kur’an’la, sünnetle, sahabe sözleriyle ve tabiin sözleriyle tefsirini yapar. Tefsirin kaynakları arasında Kur’an, hadis, siyer, tarih, edebiyat, coğrafya, fıkıh, kelam, mantık, felsefe ve tabiat ilimleri yer alır. Tefsir, dört cilt halinde yazılmıştır.
Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vîl: Kadı Beydâvî (v. 685/1286) tarafından yazılmıştır. Tefsir ilminin en özlü ve en yararlı eserlerinden biridir. Tefsir, Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ından büyük ölçüde faydalanır. Ancak Zemahşerî’nin tefsirinde yer alan Mu’tezile görüşlerini elemiştir.

@@@@@@@@@

Teysirul kuran Tefsirinin özellikleri nelerdir?

Teysirul kuran Tefsiri, Muhammed b. Salih el-Useymin (v. 1421/2001) tarafından yazılmış bir tefsir kitabıdır. Bu kitap, Kur’an’ın anlamını kolay ve anlaşılır bir şekilde açıklamayı amaçlayan bir çalışmadır. Tefsirin özellikleri şunlardır:

Tefsir, rivayet ve dirayet yöntemlerini birlikte kullanır. Kur’an’ın anlamını Kur’an’ın başka ayetleriyle, Peygamberimizin hadisleriyle, sahabe ve tabiin sözleriyle, dil bilgisi ve belagat ilimleriyle, akıl ve mantıkla açıklar.
Tefsir, Kur’an’ın nüzul sebeplerini, nasih ve mensuh ayetlerini, kıraat farklılıklarını, fıkhi, kelami, mantıki, felsefi ve tabii yönlerini dikkate alarak Kur’an’ın anlamını ortaya koyar. Bir ayet hakkında birden fazla görüş bulunması halinde, bütün bu görüşleri delilleriyle beraber zikreder. Bir görüşü tercih etmekten kaçınır ve okuyucuya bırakır.
Tefsir, Kur’an’ın evrensel mesajını ve çağdaş sorunlara cevap verme yeteneğini vurgular. Kur’an’ın dil yapısı, belagatı, icazı, akla uygunluğu gibi yönlerini gösterir. Kur’an’ın i’cazını kavramak ve taklit etmek için örnekler sunar.
Tefsir, Kur’an’ın anlamını açıklarken, okuyucunun imanını, ibadetini, ahlakını, ilmini ve hayatını geliştirmesine yardımcı olacak tavsiyelerde bulunur. Kur’an’ın hükümlerini, hikmetlerini, öğütlerini, vaadlerini ve tehditlerini hatırlatır. Kur’an’ın emirlerine uymaya, yasaklarından kaçınmaya, güzel ahlak sahibi olmaya, Allah’a ve Rasulüne itaat etmeye, sabır ve şükür göstermeye, dua ve zikir yapmaya teşvik eder.
Tefsir, dört cilt halinde yazılmıştır. Kitabın bir özetini buradan okuyabilirsiniz.
https://kuran.diyanet.gov.tr/Tefsir/

Kitabın tam metnini buradan indirebilirsiniz.
https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsirul-kuranil-azim

@@@@@@@@@#

 

Loading

No ResponsesKasım 14th, 2023

BALKAN SAVAŞLARINDAKİ VAHŞET

BALKAN SAVAŞLARINDAKİ VAHŞET

Balkan savaşlarında ne gibi vahşetler yaşanmıştır?


Balkan savaşları, 1912-1913 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ile Balkan devletleri arasında yaşanan iki savaştan oluşur. Bu savaşlarda Osmanlı, Balkan topraklarının çoğunu kaybetmiş ve büyük bir yıkıma uğramıştır. Balkan savaşlarında yaşanan vahşetler şunlardır:

Osmanlı ordusu.

Osmanlı ordusu, Balkan devletlerinin saldırıları karşısında geri çekilmek zorunda kalmış, bu sırada Balkanlarda yaşayan Türk ve Müslüman halk, Bulgar, Sırp, Yunan ve Karadağlı askerlerin katliamına maruz kalmıştır. Balkan savaşlarında yaklaşık 2,5 milyon Türk ve Müslüman öldürülmüş, yaralanmış veya göçe zorlanmıştır.

Bulgaristan.

Bulgaristan, Balkan savaşlarında en fazla toprak kazanan devlet olmuş, ancak bu toprakları paylaşmak istemeyen diğer Balkan devletleriyle ikinci bir savaşa girmiştir. Bu savaşta Bulgaristan, Osmanlı, Sırbistan, Yunanistan ve Romanya’nın ortak saldırısına dayanamamış ve toprak kaybetmiştir. Bu savaşta da Bulgar askerleri, Türk ve Müslüman halka karşı vahşice davranmış, camileri yıkmış, köyleri yakmış, kadın ve çocuklara tecavüz etmiş ve işkence yapmıştır.

Balkan Savaşlarında Arnavut Katliamları.

Balkan savaşlarında Osmanlı, Edirne ve Kırklareli dışında tüm Rumeli topraklarını kaybetmiştir. Ege adalarının çoğu Yunanistan’a bırakılmış, Arnavutluk bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlı, Balkan savaşlarında 83 bin kilometrekarelik bir alanı ve 4 milyon nüfusu kaybetmiştir. Bu kayıplar, Osmanlı’nın siyasi, ekonomik ve askeri açıdan zayıflamasına ve I. Dünya Savaşı’na girmesine yol açmıştır.

@@@@@@@@@

Osmanlı neden Balkan Savaşları’na girdi?

Osmanlı, Balkan Savaşları’na girmesinin birçok nedeni vardı. Bunlardan bazıları şunlardır:

Osmanlı, Balkanlarda yaşayan Türk ve Müslüman halkın haklarını korumak istiyordu. Ancak Balkan devletleri, milliyetçilik akımından etkilenerek Osmanlı’dan bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Osmanlı, Balkanlarda kalan son topraklarını da kaybetmek istemiyordu. Ancak Balkan devletleri, Osmanlı’nın zayıflamasından yararlanarak topraklarını genişletmek istiyorlardı.
Osmanlı, Rusya’nın Balkanlarda etkisini artırmaması için mücadele ediyordu. Rusya, Panslavizm politikasıyla Balkan devletlerini destekliyor ve Osmanlı’ya karşı kışkırtıyordu.
Osmanlı, Trablusgarp Savaşı’nda İtalya’ya karşı savaşırken, Balkan devletleri Osmanlı’nın dikkatini dağıtmak için saldırıya geçtiler.

@@@@@@@@

Balkan savaşlarında Osmanlı’nın kayıpları nelerdir?

Balkan savaşlarında Osmanlı’nın kayıpları şunlardır:

Osmanlı, Balkan savaşlarında 83 bin kilometrekarelik bir alanı ve 4 milyon nüfusu kaybetmiştir.
Osmanlı, Balkan savaşlarında Batı Trakya, Doğu Trakya, Ege Adaları, Makedonya, Arnavutluk, Selanik gibi bölgeleri kaybetmiştir.
Osmanlı, Balkan savaşlarında siyasi, ekonomik ve askeri açıdan zayıflamış ve I. Dünya Savaşı’na girmesine yol açmıştır.
Balkan savaşlarının Osmanlı’ya verdiği bu büyük kayıplar, tarihte Büyük Felaket olarak adlandırılmaktadır.

@@@@@@@@

Balkan savaşlarının sonuçları nelerdir?

Balkan savaşlarının sonuçları şunlardır:

Osmanlı Devleti, Balkanlarda kalan son topraklarını da kaybetmiştir. Ege adalarının çoğu Yunanistan’a bırakılmış, Arnavutluk bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlı, Balkan savaşlarında 83 bin kilometrekarelik bir alanı ve 4 milyon nüfusu kaybetmiştir.
Balkan devletleri arasında toprak paylaşımı sorunu ortaya çıkmıştır. Bulgaristan, I. Balkan Savaşı’nda en fazla toprak kazanan devlet olmuş, ancak bu toprakları paylaşmak istemeyen diğer Balkan devletleriyle II. Balkan Savaşı’na girmiştir. Bu savaşta Bulgaristan, toprak kaybetmiştir.
Balkan savaşlarının yarattığı yıkım ve acı, Balkanlarda yaşayan Türk ve Müslüman halkın milli bilincinin uyanmasına ve Türk Kurtuluş Savaşı’na zemin hazırlamasına katkıda bulunmuştur.
Balkan savaşlarının ardından Osmanlı Devleti, siyasi, ekonomik ve askeri açıdan zayıflamış ve I. Dünya Savaşı’na girmesine yol açmıştır.

@@@@@@@@@

Balkan savaşlarındaki diğer devletler kimdi?

Balkan savaşları, Osmanlı İmparatorluğu ile Balkan devletleri arasında iki ayrı savaştan oluşmaktadır. Birinci Balkan Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan ittifak kurmuştur. İkinci Balkan Savaşı’nda ise Bulgaristan’ın toprak hırsı nedeniyle Sırbistan, Karadağ, Yunanistan, Romanya ve Osmanlı Bulgaristan’a karşı savaşmıştır. Balkan savaşlarındaki diğer devletler bunlardır.

Loading

No ResponsesKasım 13th, 2023