Evet, Dünya bizi beklerken,[1] Ortadoğu bir yüz yıl daha yeni piyon liderlerle şekillendirilmeye başladı.[2]
-Dün PKK’nın başına getirmeye çalıştıkları Muhammed Dahlan, Filistin’in başına getirilmeye çalışılmaktadır.
Şaibeli olan Yaser Arafat, Mahmut Abbas’tan sonra İsrail’e en uygun kullanabilecekleri ve de vesayet ve veraset sahibi olan kullanımlık kişidir.[3]
Ortadoğu yeni piyon liderlerle bir daha şekillenmeye çalışılıyor.
-İpsiz İsrail’in ipiyle kuyuya inilmez ve güvenilmez.
Mutabakata uymaz, bir hinlik düşünürler.
Bırakılan Rehineleri karşılamaya gelenlere tahammül edememiş, üzerlerine kurşun sıkıp yaralamış, haber ekiplerinin çekimlerine müdahale etmiş, serbest bırakılanların evine baskın yaparak sevinmelerine tahammül edememiştir.
İnsanlığını Sulhta da savaşta da yitirmiş, MELUN damgasını hak etmiş olduklarını bir kere daha tescil etmiş oldular.
-İsrail tarihteki tarihi zulmünü bir daha perçinledi.
Artık kendisine rahat yok. Silinmez bir leke ve lanet darbesi ve damgasıyla yaşayacak.
Son bin yılda Yahudilerin Son️ kovulduğu ülkelerin listesi ve toplu katliam tarihlerini tarih belgeledi ve tescilledi.
-15 Temmuz başarılı olsaydı bugün Gazze’deki durum olmayacak veya gerek kalmayacaktı.
Aslında biz haçlıyı dışarıda değil, içimizde yaşıyoruz.
Haçlının içimizdeki temsilcileriyle yüz yıldır uğraşıyoruz.
İkinci bir İsrail olan PKK’nın devleti kurulmasıyla maksat hasıl olmuş olacaktı.
– KKTC’de son 5 yılda inşaat sektörüne, başta İsrailliler olmak üzere yabancıların ilgisinin hızla arttığı biliniyor. İran, İngiltere, Rusya, Ukrayna, Polonya ve İsrail’den on binlerce Yahudi’nin, KKTC’de dev araziler aldığı ortaya çıktı.[5]
–Bir örnek olsun diye aldım yoksa bunun ve konunun yüzlerde delil ve belgeleri vardır. İstihbarat her zaman için kazandırır. Şimdiye kadar bize kaybettiren hep istihbarat yani Mitti. Ya ABD mitin maaşını ödüyor ya beraber çalışıyor ya kriptoları kullanıyor, darbelerden etkili oluyordu. 15 Temmuz bir Mit yani istihbarat başarısıydı. Ve sonrasındaki içte ve dışa açılım ve başarı Mitin başarısıydı. CIA istihbaratıyla dünyada başarı. MOSSAD istihbaratıyla, isterse şişirmeyle olsun başarılı iken, başarısızlığı ve boş ve kof çıkması yine istihbaratla oldu. [6]
-İbni Ömer (ra) rivayet ediyor. Resulullah (asm) şöyle buyurdular:
Mühür, arşın ayaklarında asılı durmaktadır. Haramlar çiğnenince, günahlar işlenince ve Allah’a karşı cüretkâr davranılınca, Allah o mührü gönderir, kişinin kalbini mühürler. Bundan sonra kişi iyi şeyleri düşünemez. (Camiüssağir-5325)
1979 yılında Humeyni neden, hangi amaçla, kim tarafından ve nereden İran’ın başına getirildi?
1979 yılında Humeyni, İran’da İslam Devrimi’ni başlatmak ve şahlık sistemini yıkmak amacıyla sürgünden döndü. Humeyni, 1964 yılında Şah Rıza Pehlevi’nin kapitülasyon kararına karşı çıktığı için tutuklanmış ve Türkiye’ye sürülmüştü. Daha sonra Irak’a geçen Humeyni, burada da Şah’ın baskısıyla sınır dışı edildi ve Fransa’ya yerleşti. Fransa’dan tüm dünyaya seslenen Humeyni, Şah rejimine karşı halkı kışkırttı ve devrimci hareketin lideri oldu. 1979 yılında Şah’ın ülkeyi terk etmesinden sonra Humeyni, Fransız Hava Yolları uçağıyla Tahran’a döndü ve milyonlarca kişi tarafından karşılandı. Humeyni, İslam Cumhuriyeti’ni kurdu ve ülkenin yüce lideri oldu. Humeyni’nin dönüşü, İran’ın ve bölgenin siyasi, sosyal ve dini yapısını değiştirdi.
@@@@@@@@@@
İslam Devrimi’nden sonra İran nasıl bir ülke haline geldi?
İslam Devrimi’nden sonra İran, büyük bir siyasi, sosyal ve dini değişim yaşadı. Devrimin lideri Ayetullah Humeyni, İslam Cumhuriyeti’ni kurdu ve ülkenin yüce lideri oldu. Humeyni, İslam hukukunu ve Şii mezhebini esas alan bir yönetim sistemi oluşturdu ve ülkeyi Batı dünyasından uzaklaştırdı. Devrimin ardından İran, uluslararası yaptırımların hedefi oldu ve bu yaptırımlar, ülkenin ekonomisini olumsuz etkiledi. İran, aynı zamanda bölgesel bir güç olarak Ortadoğu’daki pek çok çatışmaya müdahil oldu ve ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle karşı karşıya geldi. İran’ın nüfusu da devrimden sonra iki katına çıktı ve ülke genç ve eğitimli bir nesil yetiştirdi. Ancak bu nesil, devrimin getirdiği yasaklar, sansürler ve baskılar nedeniyle memnuniyetsizlik duydu ve daha özgürlükçü ve demokratik bir rejim talep etti. İran, devrimden 40 yıl sonra hala iç ve dış sorunlarla boğuşan, kutuplaşmış ve istikrarsız bir ülke haline geldi.
@@@@@@@@@@@
Humeyni’nin ölümünden sonra ülkede neler oldu?
Humeyni, 3 Haziran 1989’da kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Ölümü, İran’da ve bölgede büyük bir yas ve şok yarattı. Milyonlarca kişi cenaze törenine katıldı ve Humeyni’nin naaşı Tahran’daki bir türbeye defnedildi.
Humeyni’nin ölümünden sonra yerine geçen yüce lider Ali Hamaney, devrimin ilkelerini ve Humeyni’nin mirasını korumaya çalıştı. Ancak ülke içinde ve dışında pek çok sorunla karşılaştı. İran, 1980-1988 yılları arasında Irak ile yaptığı savaşın yıkıcı etkilerini atlatmaya çalışırken, aynı zamanda ABD, İsrail, Suudi Arabistan gibi ülkelerle diplomatik ve askeri gerilimler yaşadı. İran, nükleer programı, bölgesel nüfuzu, insan hakları ihlalleri ve terörizm suçlamaları nedeniyle uluslararası yaptırımların ve izolasyonun hedefi oldu.
İran’da Humeyni’nin ölümünden sonra siyasi ve toplumsal alanda da çeşitli değişimler yaşandı. Ülke, ılımlı, muhafazakâr ve reformist olarak adlandırılan farklı siyasi eğilimler arasında bölündü. Bazı siyasi liderler ve gruplar, Humeyni’nin devrim vizyonuna sadık kalmak isterken, bazıları ise daha özgürlükçü, demokratik ve ılımlı bir yönetim istedi. İran halkı da devrimin getirdiği yasaklar, sansürler, baskılar, yolsuzluklar ve ekonomik sorunlardan dolayı memnuniyetsizlik duydu ve zaman zaman protesto gösterileri düzenledi. Bu gösteriler, rejim tarafından sert bir şekilde bastırıldı ve yüzlerce kişi öldü, binlerce kişi tutuklandı.
İran, Humeyni’nin ölümünden 34 yıl sonra hala iç ve dış sorunlarla boğuşan, kutuplaşmış ve istikrarsız bir ülke haline geldi. Humeyni’nin devrimi, İran’ın ve bölgenin siyasi, sosyal ve dini yapısını değiştirdi, ancak aynı zamanda pek çok sorunun da kaynağı oldu. Humeyni’nin mirası, İran’da ve dünyada tartışılmaya devam ediyor.
@@@@@@@@@@
İran neden Azerbaycan ve Ermenistan savaşında, Ermenistan’ı destekledi?
İran’ın Azerbaycan ve Ermenistan savaşında Ermenistan’ı neden desteklediği sorusu, karmaşık ve çok boyutlu bir sorudur. İran’ın bu konudaki tutumu, tarihi, siyasi, dini, etnik ve jeopolitik faktörlere bağlı olarak değişebilir. Ancak genel olarak, İran’ın Ermenistan’ı desteklemesinin arkasında şu sebepler olabilir:
İran, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü resmen tanımasına rağmen, Dağlık Karabağ bölgesinde yaşayan Ermenilerin haklarını da savunmaktadır. İran, bölgede barışçıl bir çözüm bulunmasını ve uluslararası hukuka saygı gösterilmesini istemektedir. İran, Azerbaycan ile olan sınırını güvence altına almak için Ermenistan ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmaktadır. İran, Azerbaycan’ın Türkiye ve İsrail ile olan yakın iş birliğinden rahatsızlık duymaktadır. İran, Türkiye’nin Azerbaycan’a askeri ve siyasi destek vermesini, bölgedeki nüfuzunu artırmak için bir hamle olarak görmektedir. İran, İsrail’in de Azerbaycan’a silah satmasını, İran’a karşı bir tehdit olarak algılamaktadır. İran, Azerbaycan’ın kendi içindeki Azeri azınlığı üzerindeki etkisinden endişe duymaktadır. İran, Azerbaycan’ın milliyetçi ve laik politikalarının, İran’daki Azerilerin ayrılıkçı eğilimlerini körükleyebileceğini düşünmektedir. İran, Azerbaycan’ın İslam Cumhuriyeti’ne karşı bir model oluşturmasını engellemeye çalışmaktadır. Bu sebeplerden dolayı, İran, Azerbaycan ve Ermenistan savaşında tarafsız kalmayı tercih etmiş, ancak fiilen Ermenistan’ı desteklemiştir. İran, Ermenistan’a insani yardım göndermiş, Ermenistan’a ait uçaklara hava sahasını açmış, Azerbaycan’ın sınır ihlallerine karşı Ermenistan’ı savunmuş ve Azerbaycan’ın savaşta kazandığı toprakları tanımamıştır.
@@@@@@@@@@@
İran Türkiye’ye karşı nasıl bir politika izliyor?
Genel olarak, İran’ın Türkiye’ye karşı izlediği politikanın şu özellikleri olduğu söylenebilir:
İran, Türkiye’nin bölgedeki rolünü ve etkisini sınırlamaya çalışmaktadır. İran, Türkiye’nin Suriye, Irak, Libya, Afganistan, Kafkasya ve Balkanlar gibi bölgelerdeki siyasi ve askeri varlığından rahatsızlık duymaktadır. İran, Türkiye’nin bu bölgelerdeki müttefikleriyle rekabet etmekte ve çatışma riski oluşturmaktadır. İran, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini bozmaya çalışmaktadır. İran, Türkiye’nin İsrail ile olan ekonomik, kültürel ve istihbarat iş birliğini, İslam dünyasına ihanet olarak görmektedir. İran, Türkiye’nin İsrail ile olan anlaşmazlıklarını, Filistin davasını savunmak için bir fırsat olarak değerlendirmektedir. İran, Türkiye’nin İsrail ile olan çatışmalarını, kendi lehine kullanmaya çalışmaktadır. İran, Türkiye’nin nükleer programına karşı çıkmaktadır. İran, Türkiye’nin nükleer enerji üretimi ve nükleer silah geliştirme kapasitesine sahip olmasını, bölgesel bir tehdit olarak algılamaktadır. İran, Türkiye’nin nükleer programını, uluslararası toplumun baskısı altında durdurmaya veya sınırlamaya çalışmaktadır. İran, Türkiye’nin nükleer programını, kendi nükleer programının meşruiyetini zayıflatmak için bir bahane olarak kullanmaktadır. Bu özelliklerden dolayı, İran’ın Türkiye’ye karşı izlediği politika, genellikle gergin, rekabetçi ve çatışmacı bir nitelik taşımaktadır. İran ve Türkiye arasında, ortak çıkarların olduğu bazı alanlarda iş birliği de söz konusu olabilmektedir. Örneğin, İran ve Türkiye, enerji, ticaret, ulaşım, turizm, kültür ve terörle mücadele gibi alanlarda iş birliği yapmaktadır. Ancak bu iş birliği, iki ülke arasındaki temel sorunları çözmeye yetmemektedir.
@@@@@@@@@
İki ülke arasındaki tarihi ilişkiler nasıl?
İki ülke arasındaki tarihi ilişkilerin nasıl olduğu sorusunun cevabı, çok uzun ve karmaşık bir tarihe dayanmaktadır. Türkler ve İranlılar, İslam öncesi dönemden beri hem iş birliği hem de rekabet içinde olmuş, birbirlerinin kültür, dil, din ve siyasetine etki etmişlerdir. İki ülke arasındaki ilişkiler, zaman zaman savaş, barış, ittifak, düşmanlık, dostluk gibi farklı boyutlar kazanmıştır.
İran, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na destek vermiş, Ankara Antlaşması ile Türkiye’nin bağımsızlığını tanımıştır. İki ülke arasında 1926’da Dostluk Antlaşması imzalanmış, 1932’de Sadabat Paktı’na katılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye-İran ilişkileri, Soğuk Savaş’ın etkisiyle değişmiştir. Türkiye, Batı Blok’una dahil olurken, İran ise hem Batı hem de Doğu Bloku ile ilişkilerini sürdürmeye çalışmıştır. İki ülke arasında 1955’te Bağdat Paktı’na katılmış, 1964’te İran-Türkiye Bölgesel İş birliği Teşkilatı’nı (RCD) kurmuştur. Ancak 1979’da İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleşmesi, iki ülke arasındaki ilişkileri zayıflatmıştır. İran, Türkiye’yi Batı yanlısı, laik ve baskıcı bir rejim olarak görmüş, Türkiye ise İran’ı radikal, istikrarsız ve tehdit edici bir ülke olarak algılamıştır.
1980’lerden itibaren Türkiye-İran ilişkileri, bölgesel ve küresel gelişmelere bağlı olarak dalgalanmalar yaşamıştır. İki ülke arasında, terörizm, güvenlik, enerji, ticaret, ulaşım, turizm, kültür gibi alanlarda iş birliği ve diyalog girişimleri olmuştur. Ancak aynı zamanda, Irak, Suriye, Afganistan, Kafkasya, Balkanlar gibi bölgelerdeki çıkar çatışmaları, siyasi ve ideolojik farklılıklar, etnik ve dini hassasiyetler, iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirmiştir.
Sonuç olarak, Türkiye-İran ilişkileri, tarihsel, kültürel, coğrafi, siyasi ve ekonomik faktörlere bağlı olarak değişken bir seyir izlemiştir. İki ülke arasında hem iş birliği potansiyeli hem de rekabet unsuru bulunmaktadır. İki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği, bölgesel ve küresel konjonktüre, karşılıklı çıkarlara ve saygıya bağlı olacaktır.
@@@@@@@@@@
İran’ın ABD ve İsrail ile gizli bir anlaşması mı var?
İran’ın ABD ve İsrail ile gizli bir anlaşması olduğuna dair kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Ancak bu konuda çeşitli iddia ve spekülasyonlar vardır. Örneğin, bazı kaynaklar, İran’ın nükleer programını sınırlamak için 2015 yılında imzalanan anlaşmanın, ABD ve İsrail’in gizli desteğiyle gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Bazı kaynaklar ise, İran’ın ABD ve İsrail ile bölgesel meselelerde iş birliği yaptığını veya görüştüğünü iddia etmektedir.
Ancak bu iddiaların doğruluğu konusunda net bir bilgi yoktur. İran, ABD ve İsrail ile gizli bir anlaşması olduğunu reddetmektedir. ABD ve İsrail de İran’ı nükleer silah geliştirmekle suçlamakta ve bölgesel istikrarı tehdit etmekle eleştirmektedir. İran, ABD ve İsrail arasındaki ilişkiler, genellikle düşmanca, gergin ve çatışmacı bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle, İran’ın ABD ve İsrail ile gizli bir anlaşması olduğuna dair kesin bir kanıt bulunmadığı sürece, bu iddiaların spekülatif olduğunu söylemek mümkündür.
@@@@@@@@@
ABD için İncirlik Üssü ne kadar önemlidir ve hangi amaçla kullanmaktadır?
İncirlik Üssü, ABD için hem stratejik hem de operasyonel açıdan çok önemli bir üstür. Üssün kuruluşu 1950’li yıllara dayanmaktadır ve Türkiye ile ABD arasında yapılan anlaşmalarla yasal bir statüye sahiptir. Üssün coğrafi konumu, ABD’nin Orta Doğu, Kafkasya, Balkanlar ve Afrika gibi bölgelerdeki askeri faaliyetlerini kolaylaştırmaktadır. Üssün yakınlığı sayesinde, ABD savaş uçakları daha kısa sürede ve daha az yakıt harcayarak hedeflerine ulaşabilmektedir. Ayrıca, üs NATO standartlarında ve NATO operasyonlarında kullanılan bir üs olması nedeniyle, ABD’nin müttefikleriyle iş birliği yapmasına da imkân sağlamaktadır.
İncirlik Üssü, ABD’nin tarihsel olarak birçok askeri operasyonda kullandığı bir üstür. 1990’larda ABD, Irak’ın kuzeyinde uçuşa yasak bölge uygulamasını denetlemek için İncirlik Üssü’nü kullanmıştır. Daha sonra Afganistan ve Irak savaşları için lojistik merkez olarak işlev görmüştür. 1991’deki Irak Savaşı sırasında aktif olarak kullanılan üste, Saddam Hüseyin’in Scud füzelerine karşı Patriotlar konuşlandırılmıştır. 2015 yılında ise, Türkiye’nin İncirlik Üssü’nü ABD’ye açmasıyla, ABD IŞİD’e karşı hava operasyonlarının alanını genişletmiştir.
İncirlik Üssü, ABD için sadece askeri bir üs değil, aynı zamanda siyasi ve diplomatik bir araçtır. ABD, İncirlik Üssü’nü Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek, bölgesel istikrarı sağlamak ve çıkarlarını korumak için kullanmaktadır. Ancak zaman zaman, İncirlik Üssü, Türkiye ile ABD arasında gerilime de neden olmaktadır. Örneğin, Türkiye’nin Suriye politikası, ABD’nin PYD/YPG’ye desteği, ABD’nin 1915 olaylarını Ermeni Soykırımı olarak tanıması, Fethullah Gülen’in iadesi gibi konularda iki ülke arasında yaşanan anlaşmazlıklar, İncirlik Üssü’nün kapatılması veya sınırlanması gibi tehditlere yol açmaktadır.
@@@@@@@@#
İncirlik Üssü’nün kapatılması ne gibi sonuçlar doğurabilir?
İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkileri derinden etkileyebilecek bir karar olacaktır. İncirlik Üssü, ABD’nin bölgedeki askeri operasyonlarını yürütmek için kullandığı stratejik bir üstür. Ayrıca, NATO’nun güneydoğu kanadında önemli bir rol oynamaktadır. İncirlik Üssü’nün kapatılması, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını zayıflatacak, NATO’nun güvenliğini tehlikeye atacak ve Türkiye’nin müttefikleriyle iş birliğini bozacak bir adım olacaktır.
İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye’nin de uluslararası alanda yalnızlaşmasına ve izole edilmesine yol açabilecektir. Türkiye, ABD ve NATO ile olan ilişkilerini koparmış olacak, Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerle daha fazla yakınlaşacak, bölgesel istikrarı bozacak ve terörle mücadelede zorluklar yaşayacaktır. İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve askerî açıdan da zarar görmesine neden olacaktır.
İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkileri tamir edilemez şekilde bozabilecek bir karar olacaktır. Bu nedenle, iki ülke arasında diyalog ve müzakere yoluyla sorunların çözülmesi daha uygun olacaktır. İncirlik Üssü’nün kapatılması hem Türkiye hem de ABD için olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
@@@@@@@@@
İncirlik Üssü neden kapatılmak isteniyor?
İncirlik Üssü, Türkiye’nin Adana ilinde bulunan ve ABD’nin bölgedeki askeri operasyonlarını yürütmek için kullandığı stratejik bir üstür. Ayrıca, NATO’nun güneydoğu kanadında önemli bir rol oynamaktadır. İncirlik Üssü, 1951 yılında Türkiye ile ABD arasında yapılan anlaşmalarla yasal bir statüye sahiptir.
İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkileri derinden etkileyebilecek bir karar olacaktır. İncirlik Üssü’nün kapatılmasını isteyenler, genellikle şu sebepleri öne sürmektedir:
ABD’nin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı davrandığını, Türkiye’yi yaptırımlarla tehdit ettiğini, PKK/PYD/YPG gibi terör örgütlerine destek verdiğini, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’i iade etmediğini, 1915 olaylarını Ermeni Soykırımı olarak tanıdığını iddia etmektedirler. ABD’nin İncirlik Üssü’nü Türkiye’ye karşı bir tehdit unsuru olarak kullandığını, Türkiye’nin hava sahasını ihlal ettiğini, Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye attığını, Türkiye’nin egemenlik haklarını çiğnediğini ileri sürmektedirler. ABD’nin İncirlik Üssü’nde nükleer silahlar bulundurduğunu, bu silahların Türkiye’ye karşı kullanılabileceğini, Türkiye’nin nükleer silahsızlanma anlaşmalarına uymasını engellediğini, Türkiye’nin nükleer enerji üretimini sınırladığını savunmaktadırlar. Bu sebeplerden dolayı, İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye’nin ABD’ye karşı bir tepki göstermesi, ABD’ye bağımlılıktan kurtulması, ABD’nin bölgedeki etkisini azaltması, Türkiye’nin bağımsız bir dış politika izlemesi için bir araç olarak görülmektedir.
@@@@@@@@@
İncirlik Üssü’nün Türkiye’ye ekonomik katkısı nedir?
İncirlik Üssü’nün Türkiye’ye ekonomik katkısı, hem doğrudan hem de dolaylı olarak hesaplanabilir. Doğrudan katkı, üste görev yapan ABD ve NATO askerlerinin ve ailelerinin Türkiye’deki harcamaları, üste çalışan Türk vatandaşlarının maaşları, üste yapılan yatırım ve bakım harcamaları, üsten Türkiye’ye yapılan vergi ve kira ödemeleri gibi kalemleri içermektedir. Dolaylı katkı ise, üsten kaynaklanan güvenlik, istikrar, iş birliği, itibar, diplomasi gibi unsurların Türkiye’nin ekonomik büyümesine ve uluslararası ticaretine olan etkisini kapsamaktadır.
İncirlik Üssü’nün Türkiye’ye ekonomik katkısıyla ilgili kesin ve güncel bir veri bulunmamaktadır. Ancak bazı kaynaklara göre, üste görev yapan ABD ve NATO askerlerinin ve ailelerinin Türkiye’deki harcamaları yıllık yaklaşık 100 milyon dolar civarındadır2 Ayrıca, üste çalışan yaklaşık 700 Türk vatandaşının maaşları da yıllık ortalama 10 milyon dolar olarak tahmin edilmektedir. Üste yapılan yatırım ve bakım harcamaları ise yıllık ortalama 20 milyon dolar olarak belirtilmektedir. Üsten Türkiye’ye yapılan vergi ve kira ödemeleri ise yıllık ortalama 30 milyon dolar olarak ifade edilmektedir.
Buna göre, İncirlik Üssü’nün Türkiye’ye doğrudan ekonomik katkısı yıllık yaklaşık 160 milyon dolar olabilir. Ancak bu rakam, üsten kaynaklanan dolaylı ekonomik katkıyı içermemektedir. Dolaylı ekonomik katkı ise, üsten kaynaklanan güvenlik, istikrar, iş birliği, itibar, diplomasi gibi unsurların Türkiye’nin ekonomik büyümesine ve uluslararası ticaretine olan etkisini kapsamaktadır. Bu etki, nicel olarak ölçmek zor olmakla birlikte, nitel olarak önemli olduğu söylenebilir.
@@@@@@@@@@@
İncirlik Üssü’nün kapatılması Türkiye’ye ne kazandırır?
İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye’ye hem avantaj hem de dezavantaj sağlayabilecek bir karar olacaktır. İncirlik Üssü’nün kapatılmasının Türkiye’ye kazandırabileceği bazı olumlu sonuçlar şunlardır:
Türkiye, ABD ve NATO’nun bölgedeki politikalarına bağımlı olmaktan kurtulacak, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bağımsız bir dış politika izleyebilecektir. Türkiye, ABD’nin PKK/PYD/YPG gibi terör örgütlerine desteğine, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in iadesine, 1915 olaylarının Ermeni Soykırımı olarak tanınmasına karşı daha güçlü bir tavır alabilecektir. Türkiye, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını ve etkisini azaltacak, bölgesel güvenlik ve istikrarın sağlanmasında daha aktif bir rol oynayabilecektir. Türkiye, ABD’nin İran, Suriye, Irak, Libya, Afganistan gibi ülkelerdeki müdahalelerine karşı çıkabilecek, bölgesel sorunların çözümünde diyalog ve iş birliğini öne çıkarabilecektir. Türkiye, ABD’nin İncirlik Üssü’nde bulundurduğu nükleer silahların tehlikesinden kurtulacak, nükleer silahsızlanma anlaşmalarına uymasını sağlayacak, nükleer enerji üretimini artırabilecektir. Türkiye, ABD’nin nükleer silahlarını Türkiye’ye karşı kullanma ihtimalini ortadan kaldıracak, nükleer güvenliğini sağlayacak, nükleer enerji kaynaklarını çeşitlendirecektir. İncirlik Üssü’nün kapatılmasının Türkiye’ye kazandırabileceği olumlu sonuçlar bunlarla sınırlı değildir. Ancak, İncirlik Üssü’nün kapatılmasının Türkiye’ye kaybettirebileceği bazı olumsuz sonuçlar da vardır. İncirlik Üssü’nün kapatılmasının Türkiye’ye kaybettirebileceği bazı olumsuz sonuçlar şunlardır:
Türkiye, ABD ve NATO ile olan ilişkilerini bozacak, müttefiklerinden uzaklaşacak, uluslararası alanda yalnızlaşacak ve izole edilecektir. Türkiye, ABD ve NATO’nun siyasi ve ekonomik yaptırımlarına maruz kalabilecek, güvenlik ve savunma iş birliğini zayıflatabilecek, NATO üyeliğini riske alabilecektir. Türkiye, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını ve etkisini azalttığı için, Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerle daha fazla rekabet ve çatışma içine girebilecektir. Türkiye, ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle de ilişkilerini bozabilecek, bölgesel güvenlik ve istikrarı tehdit edebilecektir. Türkiye, ABD’nin bölgesel sorunların çözümünde oynadığı arabulucu rolünden mahrum kalabilecek, bölgesel sorunlara çözüm bulmakta zorlanabilecektir. Türkiye, ABD’nin İncirlik Üssü’nden çekeceği nükleer silahların başka bir ülkeye konuşlandırılmasına engel olamayacak, nükleer silahsızlanma anlaşmalarının ihlal edilmesine seyirci kalabilecektir. Türkiye, ABD’nin nükleer silahlarını başka bir ülkeye taşımasıyla, nükleer güvenliğini kaybedebilecek, nükleer enerji kaynaklarını yeterince kullanamayabilecektir. İncirlik Üssü’nün kapatılmasının Türkiye’ye kaybettirebileceği olumsuz sonuçlar bunlarla sınırlı değildir. Bu nedenle, İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye için çok ciddi bir karar olacaktır. Türkiye, bu kararı almadan önce hem avantajlarını hem de dezavantajlarını iyi değerlendirmelidir. İncirlik Üssü’nün kapatılması, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun olup olmadığı, bölgesel ve küresel konjonktüre göre değişebilir.
@@@@@@@@@@
Türkiye-ABD ilişkileri son dönemde nasıl gelişti?
Türkiye-ABD ilişkileri, son dönemde hem ikili hem de bölgesel ve küresel konularda yaşanan anlaşmazlıklar, gerilimler ve krizler nedeniyle oldukça zorlu bir süreçten geçmektedir. Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin tarihi, Soğuk Savaş döneminde başlayan stratejik ortaklık ve müttefiklik temeline dayanmaktadır. Ancak bu ilişkiler, zaman zaman karşılıklı çıkar ve değer farklılıkları, güvenlik ve egemenlik kaygıları, siyasi ve ideolojik farklılıklar, etnik ve dini hassasiyetler gibi nedenlerle sarsılmış, gerginleşmiş ve çatışmıştır.
Son dönemde Türkiye-ABD ilişkilerini etkileyen en önemli konular arasında şunlar sayılabilir:
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri alması ve bunları test etmesi, ABD’nin tepkisine ve yaptırım tehdidine neden olmuştur. ABD, Türkiye’nin S-400’leri kullanmasının NATO ittifakının güvenliğini tehlikeye attığını, F-35 savaş uçaklarının gizliliğini bozduğunu ve CAATSA yasasını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Türkiye ise S-400’leri almasının egemenlik hakkı olduğunu, NATO ittifakına zarar vermeyeceğini ve CAATSA yasasının haksız ve hukuksuz olduğunu savunmuştur. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG’ye askeri ve siyasi destek vermesi, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını artırmıştır. Türkiye, PYD/YPG’yi PKK’nın Suriye kolu olarak görmekte ve terör örgütü olarak tanımlamaktadır. Türkiye, ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği silahların PKK’ya aktarıldığını ve Türkiye’ye karşı kullanıldığını iddia etmektedir. Türkiye, ABD’nin PYD/YPG’ye desteğini kesmesini ve terörle mücadelede Türkiye ile iş birliği yapmasını istemektedir. ABD’nin 1915 olaylarını Ermeni Soykırımı olarak tanıması, Türkiye’nin tarihi ve siyasi hassasiyetlerini zedelemiştir. Türkiye, 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesini reddetmekte ve tarihi gerçekleri çarpıttığını ileri sürmektedir. Türkiye, 1915 olaylarının tarihçiler tarafından araştırılmasını ve ortak bir tarih komisyonu kurulmasını teklif etmektedir. Türkiye, ABD’nin 1915 olaylarını soykırım olarak tanımasının Türkiye-Ermenistan ilişkilerini ve bölgesel barışı olumsuz etkileyeceğini belirtmektedir. Bu konuların yanı sıra, Türkiye-ABD ilişkilerini etkileyen diğer konular arasında FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in iadesi, ABD’nin Türkiye’ye yaptırım uygulaması, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri, Türkiye’nin Rusya, Çin ve İran ile ilişkileri gibi konular sayılabilir.
Türkiye-ABD ilişkileri, son dönemde yaşanan bu sorun ve krizlere rağmen, iki ülke arasındaki diyalog ve işbirliği kanallarının açık tutulması, ortak çıkar ve değerlerin hatırlanması, karşılıklı saygı ve anlayışın gösterilmesi ile düzeltilmeye çalışılmaktadır. Türkiye ve ABD hem ikili hem de bölgesel ve küresel konularda önemli birer aktör olmaya devam etmektedir. Bu nedenle, Türkiye-ABD ilişkilerinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi hem iki ülke hem de bölge ve dünya için faydalı olacaktır.
@@@@@@@@@@
Ukrayna’dan savaş sebebiyle ne kadar Yahudi vatandaşı İsrail’e göç etti?
İsrail’e Yahudi göçü, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Yahudilerin, İsrail’in sözde “Geri Dönüş” yasası uyarınca ülkeye göç etme hakkını kullanmaları anlamına geliyor. İsrail, bu yasayla birlikte, 1948’de zorunlu göçe tabi tutulan Filistinlilerin ülkelerine dönmelerine engel oluyor. Ayrıca, Yahudi Ajansı gibi kuruluşlar, Yahudileri İsrail’e yerleşmeye teşvik ediyor.
İsrail’e Yahudi göçü, son yıllarda artış gösterdi. Yahudi Ajansı’nın açıklamasına göre, 2022 yılında İsrail’e 95 ülkeden 70 bin Yahudi göç etti. Bu rakam, son 23 yılın en yükseği olarak belirtildi.
Bu yükselişi, Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle bu ülkeleri terk eden Yahudilerin İsrail’e göç etmelerinin tetiklediği ifade ediliyor. Genellikle Yahudi Ajansı’nın teşvik ve öncülük ettiği tahliyeler kapsamında, son bir yılda Rusya’dan 26 bin, Ukrayna’dan da 14 bin Yahudi İsrail’e göç etti.
İsrail Merkezi İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, 1948 yılından bu yana İsrail’e 3 milyon 200 bin Yahudi göç etti. Bunların yüzde 43’ü, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) yıkıldığı 1990’dan sonra ülkeye geldi. 1948-2016 yılları arasında ise 726 bin Yahudi, İsrail’i dönmemek üzere terk etti.
Kuranı kerimde Temel kavramlar, Kur’an’ın anlamını, mesajını, amacını ve özelliklerini ifade eden kelimelerdir. Kur’an’ın temel kavramları, Kur’an’ın kendisinden türetilmiş veya Kur’an’ın tanımladığı kelimelerdir. Kur’an’ın temel kavramları, Kur’an’ı anlamak, yorumlamak, yaşamak ve tebliğ etmek için önemlidir. Kur’an’ın temel kavramları, Kur’an’ın bütünlüğünü, derinliğini, zenginliğini ve güzelliğini ortaya koyar.
Kur’an’ın temel kavramları çok sayıdadır. Ancak bunlardan bazıları şunlardır:
Kur’an: Kur’an, Allah’ın Hz. Muhammed’e (sav) Arapça olarak indirdiği son ve korunmuş kitaptır. Kur’an, Allah’ın kelamıdır. Kur’an, insanlara doğru yolu gösteren, onları iyiliğe ve mutluluğa davet eden, onları kötülükten ve azaptan sakındıran bir rehberdir. Kur’an, insanların dünya ve ahiret hayatına dair pek çok konuyu açıklayan, onlara emirler ve yasaklar koyan, onlara vaadler ve tehditler sunan, onlara örnekler ve kıssalar anlatan bir kitaptır. Kur’an, Allah’ın insanlara en büyük nimeti ve mucizesidir.
Vahiy: Vahiy, Allah’ın peygamberlerine bildirdiği ilahi mesajdır. Vahiy, Allah’ın insanlara iradesini, emirlerini, yasaklarını, hikmetlerini, bilgilerini, sırlarını, vaadlerini, tehditlerini, öğütlerini, haberlerini, kıssalarını, örneklerini, delillerini, ayetlerini, mucizelerini, işaretlerini, alametlerini, isimlerini, sıfatlarını, fiillerini, eserlerini, yaratıklarını, nimetlerini, azaplarını, rahmetlerini, affını, mağfiretini, sevgisini, rızasını, kudretini, ilmini, hükmünü, adaletini, hakkını, hakikatini, tevhidini, ibadetini, şükrünü, zikrini, dua ve tövbesini, sabrını, tevekkülünü, takvasını, ihsanını, ihlasını, imanını, islamını, iyi ve güzel olan her şeyi bildirmesidir. Vahiy, Allah’ın insanlara en büyük lütfu ve rahmetidir.
Ayet: Ayet, Kur’an’ın en küçük birimi olan, başında ve sonunda besmele olmayan, bir veya daha fazla cümleden oluşan, kendisinden önceki ve sonraki ayetlerle bağlantılı olan, bir veya daha fazla konuyu içeren, bir veya daha fazla anlam taşıyan, bir veya daha fazla işaret ve delil barındıran, bir veya daha fazla hüküm ve hikmet içeren, bir veya daha fazla örnek ve kıssa sunan, bir veya daha fazla vaad ve tehdit getiren, bir veya daha fazla emir ve yasak koyan, bir veya daha fazla öğüt ve haber veren, bir veya daha fazla dua ve zikir öğreten, bir veya daha fazla soru ve cevap içeren, bir veya daha fazla teşbih ve istiare kullanan, bir veya daha fazla mübalağa ve kinaye yapan, bir veya daha fazla nida ve hitap eden, bir veya daha fazla sıfat ve isim belirten, bir veya daha fazla fiil ve zarf bildiren, bir veya daha fazla edat ve harf kullanan, bir veya daha fazla kelime ve harf içeren, bir veya daha fazla ses ve haraket taşıyan, bir veya daha fazla üslup ve sanat sergileyen, bir veya daha fazla mucize ve hikmet gösteren, bir veya daha fazla güzellik ve zenginlik sunan, bir veya daha fazla anlam ve derinlik barındıran, bir veya daha fazla bütünlük ve uyum sağlayan, bir veya daha fazla ilim ve hikmet öğreten, bir veya daha fazla rehberlik ve hidayet veren, bir veya daha fazla nimet ve rahmet sunan, bir veya daha fazla azap ve ikaz getiren, bir veya daha fazla tevhid ve ibadet öğreten, bir veya daha fazla iman ve islam davet eden, bir veya daha fazla iyilik ve mutluluk sunan, bir veya daha fazla kötülük ve şerden sakındıran, bir veya daha fazla Allah’ın kelamı ve vahyi olan, bir veya daha fazla Allah’ın kudreti ve ilmini gösteren, bir veya daha fazla Allah’ın eseri ve yaratığı olan, bir veya daha fazla Allah’ın ismi ve sıfatı olan, bir veya daha fazla Allah’ın hükmü ve iradesi olan, bir veya daha fazla Allah’ın rızası ve sevgisi olan, bir veya daha fazla Allah’ın hakkı ve hakikati olan, bir veya daha fazla Allah’ın lütfu ve keremi olan, bir veya daha fazla Allah’ın mucizesi ve ayeti olan bir parçadır. Ayet, Kur’an’ın en küçük ve en büyük mucizesidir.
Tevhid: Tevhid, Allah’ın varlığına, birliğine, yüceliğine, eşsizliğine, eşitliğine, benzersizliğine, yaratıcılığına, ilahiliğine, rabliğine, hükümranlığına, isimlerine, sıfatlarına, fiillerine, emirlerine, yasaklarına, vaadlerine, tehditlerine, rızasına, sevgisine, rahmetine, affına, mağfiretine, nimetlerine, azaplarına, eserlerine, yaratıklarına, delillerine, ayetlerine, işaretlerine, alametlerine, mucizelerine, vahyine, kitaplarına, peygamberlerine, meleklerine, ahiretine, kaderine, hikmetine, adaletine, hakkına, hakikatine, tevhidine, ibadetine, şükrüne, zikrine, duaya, tövbeye, sabra, tevekkülüne, takvasına, ihsanına, ihlasına, imanına, islamına, iyi ve güzel olan her şeyine inanmak, tanımak, bilmek, kabul etmek, tasdik etmek, itiraf etmek, şahitlik etmek, ilan etmek, tebliğ etmek, davet etmek, savunmak, korumak, yaşamak, uygulamak, öğrenmek, öğretmek, araştırmak, anlamak, yorumlamak, açıklamak, delillendirmek, ispatlamak, kanıtlamak, örneklemek, kıyaslamak, karşılaştırmak, değerlendirmek, eleştirmek, yargılamak, hükmetmek, emretmek, yasaklamak, vaad etmek, tehdit etmek, övmek, yermek, sevmek, korkmak, ummak, güvenmek, itaat etmek, ibadet etmek, şükretmek, zikretmek, dua etmek, tövbe etmek, sabretmek, tevekkül etmek, takva etmek, ihsan etmek, ihlas etmek, iman etmek, islam etmek, iyi ve güzel olan her şeyi yapmak, kötü ve çirkin olan her şeyden kaçınmak, VS.
@@@@@@@@@@
Kur’an’da hangi konular ele alınır?
Kur’an, Allah’ın son ve korunmuş kitabı olarak, insanlara hem bu dünya hem de ahiret hayatı için rehberlik eden bir mesajdır. Kur’an, insanların inanç, ibadet, ahlak, hukuk, tarih, bilim, sanat, edebiyat, psikoloji, sosyoloji, ekonomi, siyaset, kültür, medeniyet gibi pek çok konuda bilgi verir, öğütler, uyarır, vaad eder, tehdit eder, örnekler sunar, kıssalar anlatır, deliller gösterir, mucizeler sergiler, ayetler indirir, işaretler verir, alametler bildirir, hikmetler öğretir, adalet sağlar, merhamet eder, rahmet sunar, affeder, mağfiret eder, sevgi gösterir, rıza verir, nimetler bahşeder, azap gönderir, hüküm koyar, irade bildirir, isimlerini tanıtır, sıfatlarını gösterir, fiillerini yansıtır, eserlerini ortaya koyar, yaratıklarını yaratır, kudretini gösterir, ilmini paylaşır, hakikatini bildirir, tevhidini öğretir, ibadetini emreder, şükrünü ister, zikrini tavsiye eder, duayı kabul eder, tövbeyi diler, sabrı ödüllendirir, tevekkülü sever, takvayı bekler, ihsanı yüceltir, ihlası arar, imanı istiyor, islamı davet eder, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır, güzelliği sunar, çirkinliği yasaklar, hayrı arttırır, şerri azaltır, mutluluğu vaad eder, hüznü giderir, hayat verir, ölüm getirir, diriltir, hesaba çeker, mükafatlandırır, cezalandırır, cennete sokar, cehenneme atar, her şeyi yapar, her şeye gücü yeter, her şeyi bilir, her şeye hükmeder, her şeye yakındır, her şeyden münezzehtir, her şeyin sahibidir, her şeyin yaratıcısıdır, her şeyin ilahıdır, her şeyin rabbi olan Allah’ın kelamıdır.
Selam konusu, Kur’an ve hadislerde çok önemli bir yere sahiptir. Selam, Müslümanların birbirlerine karşı gösterdikleri saygı, sevgi ve barış ifadesidir. Selam, aynı zamanda Allah’ın güzel isimlerinden biri olan Es-Selam’ın bir türevidir. Allah, kullarını selamet yurdu cennete davet eder ve onlara selam verir. Selam vermek, imanın alametlerinden biridir. Peygamberimiz, selamlaşmayı yaygınlaştırmayı ve önce selam vermeyi tavsiye etmiştir.
Kur’an’da selam ile ilgili pek çok ayet vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (Nisâ Sûresi 86) “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” (Nur Sûresi 27) “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkan Sûresi 63) “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” (Ahzâb Sûresi 56) Hadislerde de selamla ilgili pek çok öğüt ve örnek bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e: – İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet gününün sıkıntılarından kurtarır. Kim bir müslümanı örterse, Allah da kıyamet günü onu örter.” Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İnsanların Allah nezdinde en hayırlısı, önce selam verenlerdir.” Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Selam vermek sünnettir, cevap vermek ise farzdır.” Selam, Müslümanların birlik ve beraberliğini sağlayan, kardeşlik ve dostluk duygularını pekiştiren, kalpleri yumuşatan ve sevgiyi artıran bir ibadettir. Selam vermek, aynı zamanda cennetin selamet yurduna girmenin anahtarıdır. Selam veren ve alan, Allah’ın rahmetine ve selametine nail olur. Selam vermek, aynı zamanda Allah’ın selamını tebliğ etmek demektir. Selam vermek, aynı zamanda Allah’ın selamını tebliğ etmek demektir. Selam vermek, aynı zamanda Allah’ın selamını tebliğ etmek demektir. Selam vermek, aynı zamanda Allah’ın selamını tebliğ etmek demektir.
@@@@@@@@@@
Selam vermek neden önemlidir?
Selam vermek, İslam’ın temel öğretilerinden biridir. Selam vermek hem Allah’ın hem de Peygamber’in emridir. Selam vermek hem dünya hem de ahiret hayatı için birçok fayda sağlar. Selam vermenin önemini şu şekilde sıralayabiliriz:
Selam vermek, Allah’ın selamını tebliğ etmek demektir. Allah, kullarına selam veren ve selam alanları sevdiğini bildirmiştir. Selam vermek, Allah’ın rahmetine ve selametine nail olmanın bir yoludur. Selam vermek, Allah’ın güzel isimlerinden biri olan Es-Selam’ı anmak demektir. Selam vermek, Peygamber’in sünnetini yerine getirmek demektir. Peygamber, selamlaşmayı yaygınlaştırmayı ve önce selam vermeyi tavsiye etmiştir. Peygamber, selam vermenin imanın alametlerinden biri olduğunu ve selam verenin cennete gireceğini müjdelemiştir. Peygamber, selam vermenin farz olduğunu ve selam vermeden konuşmanın caiz olmadığını bildirmiştir. Selam vermek, Müslümanların kardeşlik ve dostluk bağlarını güçlendirmek demektir. Selam vermek, Müslümanların birbirlerine karşı saygı, sevgi ve barış duygularını ifade etmek demektir. Selam vermek, Müslümanların birbirlerine yardımcı olmak, sıkıntılarını gidermek, örtmek ve affetmek demektir. Selam vermek, Müslümanların arasındaki düşmanlık, kıskançlık ve hasedi ortadan kaldırmak demektir. Selam vermek, kalpleri yumuşatmak ve sevgiyi artırmak demektir. Selam vermek, insanların yüzlerini güldürmek, neşelendirmek ve mutlu etmek demektir. Selam vermek, insanların ruhunu ferahlatmak, huzur vermek ve sakinleştirmek demektir. Selam vermek, insanların dua almak, bereket kazanmak ve hayır işlemek demektir. Selam vermenin önemi ile ilgili daha fazla bilgi için, aşağıdaki bağlantılara tıklayabilirsiniz:
@@@@@@@@@@
Selam vermenin adabı nedir?
Selam vermek, İslam’ın emrettiği ve Peygamberimizin sünneti olan bir ibadet ve muhabbet göstergesidir. Selam vermenin adabı ile ilgili olarak şunları söyleyebilirim:
Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Selam verirken, selamın sünnet olduğunu düşünmeli ve o kimseye dua etmeye niyet etmelidir. Selam alırken, selam verene karşılık vermek, ona dua etmek ve onunla güler yüzlü olmak gerekir. Selam verirken, “Es-selamü aleyküm” veya “Es-selamü aleyke” gibi ifadeler kullanılmalıdır. Selam alırken, “Ve aleykümü’s-selam” veya “Ve aleyke’s-selam” şeklinde mukabelede bulunulmalıdır. Bu ifadelerin sonuna “Ve rahmetullahi ve berekatüh” ziyadesinin getirilmesi de müstehaptır. Selam verirken, sesli ve açık bir şekilde selam verilmeli, selam alanın duyabileceği bir tonda konuşulmalıdır. Selam alırken, selam verenden daha yüksek sesle cevap verilmelidir. Selam verenin yüzüne bakmak ve göz teması kurmak da edeptendir. Selam verirken, küçük büyüğe, yürüyen oturana, az kimse çok kimselere, binitte olan yürüyen kimseye, arkadan gelen önden gidene önce selam vermeli, bir gruptan ayrılan kişi de geride bıraktıklarına selam vermelidir. Selam verilen kişi veya gruba yaklaşırken selam verilmeli, uzaklaşırken tekrar selam verilmemelidir. Selam verirken, selam verilen kişi veya grubun tamamına selam verilmeli, aralarından birini veya birkaçını seçerek selam verilmemelidir. Selam alırken, selam veren kişi veya grubun tamamına selam alınmalı, aralarından birini veya birkaçını seçerek selam alınmamalıdır. Selam verirken, selam verilen kişi veya grubun dini, ırkı, cinsiyeti, yaşı, mesleği, mevki veya makamı gibi hususlara bakılmamalı, herkese eşit ve adil bir şekilde selam verilmelidir. Selam alırken, selam veren kişi veya grubun dini, ırkı, cinsiyeti, yaşı, mesleği, mevki veya makamı gibi hususlara bakılmamalı, herkese eşit ve adil bir şekilde selam alınmalıdır.
Her insanın kendi inanç, kültür, aile, çevre ve yaşam deneyimleri onun din seçimini etkileyebilir. Ancak genel olarak, bazı insanlar Müslüman olmayı tercih ediyor çünkü:
– İslam’ın tevhid, adalet, merhamet, barış, ahlak gibi evrensel değerleri onlara hitap ediyor.
– İslam’ın akıl, bilim, mantık, araştırma ve sorgulama gibi yöntemleri teşvik ettiğini görüyorlar.
– İslam’ın Kur’an ve Sünnet gibi sağlam kaynaklara dayandığını ve bu kaynakların insanlığa rehberlik ettiğini anlıyorlar.
– İslam’ın insanlara hayatın anlamı, amacı, ölüm, ahiret, kader, dua gibi konularda tatmin edici cevaplar verdiğini düşünüyorlar.
– İslam’ın insanlara ibadet, namaz, oruç, zekat, hac gibi pratik ve kolay uygulanabilir ibadetler sunduğunu fark ediyorlar.
– İslam’ın insanlara aile, toplum, çevre, hayvanlar, haklar, sorumluluklar gibi konularda dengeli ve sağlıklı bir yaşam tarzı önerdiğini görüyorlar.
Bu sebeplerden bazıları, tarihten günümüze kadar pek çok insanın Müslüman olmasına vesile olmuştur. Örneğin, İspanya’da 15. ve 16. yüzyıllarda Müslümanlara yapılan zulüm ve sürgün sonucu Hristiyanlaşan Moriskolar, sonraki yüzyıllarda köklerini araştırarak tekrar İslam’a dönmüşlerdir³. Moriskolar arasında en bilinen ve etkili olanlarından “Endülüs’ün babası” lakabıyla tanınan Ahmed Blas Infante, İslam’a yöneldikten sonra Endülüs’ün bağımsızlığı için mücadele etmiştir.
Bazı insanlar ise Müslüman olmayı tercih etmiyor çünkü:
– İslam’ın kendilerine uygun olmadığını, zor veya sıkıcı olduğunu düşünüyorlar.
– İslam’ın bazı hükümlerini, örneğin kadın-erkek eşitliği, cihad, şeriat, helal-haram gibi konuları yanlış anlıyor veya kabul etmiyorlar.
– İslam’ın bazı Müslümanların davranışlarından, örneğin şiddet, terör, ayrımcılık, yolsuzluk gibi olumsuzluklardan etkilendiklerini söylüyorlar.
– İslam’ın kendilerine baskı yaptığını, özgürlüklerini kısıtladığını, hayatlarını değiştirmek zorunda bıraktığını iddia ediyorlar.
– İslam’ın kendilerine yeterli kanıt, delil, mucize sunmadığını, akıllarına yatmadığını, mantıklarına uymadığını ileri sürüyorlar.
Bu sebeplerden bazıları, pek çok insanın Müslüman olmaktan kaçınmasına veya Müslümanlıktan çıkmasına neden olmuştur. Örneğin, İYİ Partili Yavuz Ağıralioğlu, Müslüman olmayan Türklere neden insan diyelim dediği için eleştirilmiştir. Ağıralioğlu, Müslümanlığın Türk medeniyetinin temeli olduğunu ve Müslüman olmayanların bu medeniyeti temsil edemeyeceğini savunmuştur.
Sonuç olarak, kim niye Müslüman oluyor sorusunun cevabı, her insanın kendi tercihine, iradesine, vicdanına ve akline bağlıdır. İslam, insanlara hidayet, rahmet, saadet ve kurtuluş vaat eder. Ancak insanlar bu vaatlere inanıp inanmamakta, kabul edip etmemekte serbesttir. Allah, insanlara zorla din dayatmaz, ancak onları doğru yola davet eder. Allah, Kur’an’da şöyle buyurur:
“De ki: \”Bu, benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar, Allah’ın delilleriyle bilerek çağırıyoruz. Allah’ı tesbih ederim. Ben O’na ortak koşanlardan değilim.\” (Yusuf, 108)
“De ki: \”Hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.\” (Kehf, 29)
@@@@@@@@
Müslümanların hangi halleri gayrı Müslimlerin Müslüman olmasında etkili olmuştur?
Müslümanların gayrı Müslimlerin Müslüman olmasında etkili olan halleri şunlardır:
– **İslam’ın evrensel mesajı**: İslam, bütün insanları Allah’ın birliğine, peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, ahirete ve kadere iman etmeye davet eder. Bu davet, herkesin kendi akıl ve vicdanıyla değerlendirmesi için sunulur. İslam, zorlama ve baskıya dayanan bir din değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.”
– **İslam’ın ahlaki değerleri**: İslam, insanların hem Allah ile hem de birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen ahlaki değerler getirmiştir. Bu değerler, adalet, merhamet, iyilik, kardeşlik, dürüstlük, saygı, hoşgörü, sabır, tevazu, şükür, affetme, yardımlaşma, emanet, temizlik, güvenlik, barış, hakkaniyet, eşitlik, özgürlük gibi pek çok güzel hasleti içerir. Müslümanlar, bu değerleri hayatlarında uygulayarak gayrı Müslimlere örnek olmuş ve onların takdirini kazanmışlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.s), Müslümanların birbirlerine bağlayan ve muhabbete dayalı ilişkiler kurmalarına vesile olan güzellikleri şöyle haber vermiştir: “Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye katılmak, davete icabet etmek ve aksırana dua etmek.”
– **İslam’ın ilmi ve kültürel katkıları**: İslam, insanları ilim öğrenmeye, araştırmaya, geliştirmeye, yaymaya ve hayra kullanmaya teşvik etmiştir. Müslümanlar, bu teşvikle birlikte, tarih boyunca pek çok ilmi ve kültürel alanda önemli eserler ortaya koymuş ve medeniyetin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp, coğrafya, tarih, edebiyat, sanat, mimari, müzik, felsefe, sosyoloji, siyaset, hukuk gibi alanlarda Müslümanlar, gayrı Müslimlerin de yararlandığı ve hayranlık duyduğu çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalar, gayrı Müslimlerin İslam’a olan ilgisini artırmış ve bazılarının Müslüman olmasına vesile olmuştur.
– **İslam’ın hoşgörü ve adalet anlayışı**: İslam, gayrı Müslimlere karşı da hoşgörü ve adalet anlayışını benimsemiştir. İslam devleti, gayrı Müslimlerin inanç, ibadet, yaşam, mal, can ve namus güvenliğini korumuş, onlara zulüm ve baskı yapmamış, onlara vergi ve diğer yükümlülükler konusunda kolaylık sağlamış, onların haklarını gözetmiş ve onlarla barış içinde yaşamıştır. Gayrı Müslimler, İslam devletinin bu tutumundan memnun kalmış ve bazıları da İslam’ı seçmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Allah, size, ancak kendileriyle aranızda savaş açmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı ve adaletli davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.”
Bu bilgiler ışığında, Müslümanların gayrı Müslimlerin Müslüman olmasında etkili olan hallerinin, İslam’ın evrensel, ahlaki, ilmi ve kültürel değerlerini yaşamaları ve yansıtmaları olduğunu söyleyebiliriz. Bu değerler, insanların akıl, vicdan ve kalplerine hitap ederek onları İslam’a yaklaştırmış ve onlara hidayet kapılarını açmıştır.
@@@@@@@@@@
Müslümanların hangi halleri gayrı Müslimlerin Müslüman olmamasında etkili olmuştur?
Müslümanların gayrı Müslümanların Müslüman olmamasında etkili olan halleri şunlar olabilir:
– **İslam’ın siyasi ve askeri gücü**: İslam, tarihte pek çok bölgeye yayılmış ve büyük bir siyasi ve askeri güç haline gelmiştir. Bu durum, bazı gayrı Müslimlerin İslam’a karşı düşmanlık, korku, çekememezlik, rekabet gibi olumsuz duygular beslemesine sebep olmuştur. Özellikle Haçlı Seferleri, Moğol istilaları, Endülüs’ün kaybı, Osmanlı’nın gerilemesi, sömürgecilik, emperyalizm, İsrail-Filistin meselesi gibi tarihi olaylar, gayrı Müslümanların İslam’a karşı ön yargılı ve düşmanca bir tutum sergilemesine yol açmıştır. Bu tutum, onların İslam’ın evrensel ve insani mesajını anlamalarını ve kabul etmelerini engellemiştir.
– **İslam’ın yanlış anlaşılması ve temsil edilmesi**: İslam, bazen kendi içindeki farklı yorum, mezhep, tarikat, cemaat, grup, akım gibi çeşitliliklerden dolayı gayrı Müslümanlar tarafından yanlış anlaşılmış ve değerlendirilmiştir. Bazı Müslümanlar, İslam’ın özüne ve ruhuna uygun olmayan davranışlar sergileyerek, gayrı Müslümanlara İslam’ı yanlış temsil etmişlerdir. Bazı gayrı Müslümanlar da, İslam’ı kendi kültür, gelenek, örf, adet, siyaset, ideoloji gibi unsurlarıyla karıştırmış ve İslam’ı bütün yönleriyle tanımaya ve anlamaya çalışmamışlardır. Bu durum, onların İslam’a karşı önyargılı, yanlış ve eksik bir bilgiye sahip olmalarına neden olmuştur.
– **İslam’ın tebliğ ve davet yöntemleri**: İslam, insanları akıl, vicdan, irade, seçim, sorumluluk gibi kavramlara dayalı bir şekilde davet etmektedir. İslam, zorlama, baskı, şiddet, tehdit, korkutma, aldatma, yalan, iftira gibi yöntemleri reddetmektedir. Ancak, bazı Müslümanlar, İslam’ı tebliğ ve davet ederken bu ilkelere uygun hareket etmemiş ve gayrı Müslümanlara karşı saygısız, saldırgan, kırıcı, aşağılayıcı, yargılayıcı, dayatmacı bir üslup kullanmışlardır. Bu üslup, gayrı Müslümanların İslam’a karşı tepki göstermesine ve uzaklaşmasına sebep olmuştur.
Bu görüşler ışığında, Müslümanların gayrı Müslümanların Müslüman olmamasında etkili olan hallerinin, İslam’ın siyasi ve askeri gücü, İslam’ın yanlış anlaşılması ve temsil edilmesi, İslam’ın tebliğ ve davet yöntemleri olduğunu söyleyebiliriz. Bu haller, gayrı Müslümanların İslam’a karşı olumsuz duygu, düşünce ve davranışlar geliştirmesine ve İslam’ın gerçek yüzünü görmesine engel olmuştur.
Yahudilikte on emir, Tanrı’nın Musa’ya Sina Dağı’nda verdiği ve İsrailoğulları’na uymalarını istediği on temel ilkedir. On emir, Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat’ta iki yerde geçer: Çıkış 20:2-17 ve Tesniye 5:6-211. On emir, Yahudilerin Tanrı ile olan ilişkilerini ve insanlar arasındaki ahlaki davranışları belirler. On emir şunlardır2:
Benden başka tanrın olmayacak.
Kendin için yontma put yapmayacaksın. Hiçbir şeyin resmini yapıp tapmayacaksın.
Tanrının adını boş yere ağzına almayacaksın.
Cumartesi gününü daima hatırlayıp onu kutsal bileceksin. Haftanın altı gününde çalışacak, yedinci gün dinleneceksin. Cumartesi, Rabbine tahsis edilmiş genel dinlenme günüdür.
Babana ve annene hürmet edeceksin.
Öldürmeyeceksin.
Zina yapmayacaksın.
Çalmayacaksın.
Komşuna karşı yalancı şahitlik yapmayacaksın.
Komşunun evine tamah etmeyeceksin; komşunun eşine, kölesine, cariyesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
On emir, Yahudilikte Tanrı’nın insanlara verdiği ilk ve en önemli vahiy olarak kabul edilir. On emir, Yahudilerin ibadet, ahlak ve toplum kurallarının temelini oluşturur. On emir, aynı zamanda Hristiyanlık ve İslam gibi diğer semavi dinlerde de benzer şekillerde yer alır. On emir, evrensel ve zamansız değerler içerir3.
Tevrat tahrif edilmiş olmasına Rağmen Yahudiler bu on emrin hangisini yerine getirip uyuyorlar.
Ancak yine tahrif edip uydurmalarından dolayı bunları şöyle yorumlamaktadırlar:
Yani bunları birbirinize karşı uygulayacaksınız, sizden olmayanlara
karşı değil.
@@@@@@@@@@
Kuranı kerimde Tevrat’ın tahrifi ile ilgili ayetler
Tevrat, Allah tarafından Hz. Musa’ya indirilen ilk semavi kitaptır. Ancak Tevrat, zamanla insanların eliyle değiştirilmiş ve bozulmuştur. Bu durum, Kuran-ı Kerim’de birçok ayette açıkça bildirilmiştir.
Nisa 46. ayet, Yahudilerden bir kısmının Allah’ın indirdiği kelimeleri tahrif ettiklerini, yani değiştirip bozduklarını bildiren bir ayettir. Bu ayette, Yahudilerin Peygamber’e karşı saygısızca davrandıkları, dillerini eğip bükerek ve din ile alay ederek hakaret ettikleri, “işittik ve itaat ettik” demek yerine “işittik ve isyan ettik” dedikleri anlatılmaktadır. Bu ayet, Yahudilerin küfürleri sebebiyle Allah tarafından lânetlendiklerini ve pek az inandıklarını da haber vermektedir.
Mesela:
“Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken, dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri, Allah katından olmadığı halde, Bu Allah katındandır derler. Onlar bile bile Allah’a iftirâ ediyorlar.” (Âl-i İmran, 3/78)
“Ey Ehl-i kitap! Niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?” (Âl-i İmran, 3/71)
“Tevrat indirilmeden önce, İsrâil’in bir sebeple kendine yasakladığı bazı şeyler dışında bütün yiyecekler İsrâiloğulları’na helâldi. Rasûlüm! De ki: “Eğer iddianızda doğruysanız, o zaman Tevrat’ı getirip okuyun.” (Maide, 5/44)
Bu ayetler, Tevrat’ın orijinal metninin bozulduğunu, bazı kısımlarının çarpıtıldığını, bazı kısımlarının gizlendiğini veya eklendiğini göstermektedir. Tevrat’ın tahrif edildiğini Kitap Ehline ispatlamak için, Kuran-ı Kerim’in Tevrat’ı doğrulayan veya düzelten ayetlerini delil olarak sunabiliriz. Mesela:
“Benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah’tan korkup bana itaat edin.” (Âl-i İmran, 3/50)
“De ki: “Ey Kitap Ehli, Tevrat’ı, İncil’i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz.” (Maide, 5/68)
“Allah İsa’ya okuyup yazmayı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.” (Âl-i İmran, 3/48)
Bu ayetler, Tevrat’ın aslında Allah’ın indirdiği bir kitap olduğunu, ancak sonradan bozulduğunu, Kuran-ı Kerim’in ise Tevrat’ın hakikatini ortaya koyduğunu ve onu tasdik ettiğini göstermektedir. Bu şekilde, Tevrat’ın tahrif edildiğini, Kuran-ı Kerim’in ise son ve korunmuş bir kitap olduğunu, Kitap Ehline anlatabiliriz.
Kuranı kerimde yahudiler ile ilgili pek çok ayet vardır. Bu ayetler, yahudilerin tarihini, inançlarını, davranışlarını, peygamberlere ve kitaplara olan tutumlarını, Allah’ın onlara verdiği nimetleri ve onlara yaptığı uyarıları anlatmaktadır. Yahudiler, Kuranı kerimde hem övgüye hem de eleştiriye mazhar olmuş bir topluluktur. Bazı ayetler, yahudilerin Allah’a ve peygamberlere iman eden, salih amel işleyen, adaletli ve merhametli olan kimseler olduğunu belirtirken, bazı ayetler de yahudilerin Allah’ın emirlerini çiğneyen, peygamberleri yalanlayan, kitaplarını tahrif eden, zulmeden ve azgınlaşan kimseler olduğunu bildirmektedir. Yahudiler, Kuranı kerimde hem İslam’ın öncüleri hem de İslam’ın düşmanları olarak tanımlanmıştır.
Yahudiler ile ilgili ayetlerin bir kısmını aşağıda bulabilirsiniz:
“Şüphesiz, iman edenler (le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler (den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara, 2/62)
“Dediler ki: “Yahudi veya Hıristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez.” Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru sözlüyseniz, kesin-kanıtınızı (burhan) getirin.” (Bakara, 2/111)
“Yahudiler dediler ki: “Hıristiyanlar bir şey (herhangi bir temel) üzere değillerdir”; Hıristiyanlar da: “Yahudiler bir şey üzere değillerdir” dediler. Oysa onlar, Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler (bilgisizler) de, onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Artık Allah, kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir.” (Bakara, 2/113)
“Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: “Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur.” Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (Bakara, 2/120)
“Dediler ki: “Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz.” De ki: “Hayır, (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim’in dini (dir); O müşriklerden değildi.” (Bakara, 2/135)
“Yoksa siz, gerçekten İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah’tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 2/140)
“İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran, 3/67)
“Kimi Yahudiler, kelimeleri ‘konuldukları yerlerden’ saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: “Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve ‘Raina’ bizi güt, bize bak” derler. Eğer onlar: “İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve ‘Bizi gözet’ deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.” (Nisa, 4/46)
“Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan alıkoymaları nedeniyle (önceleri) kendilerine helal kılınmış güzel şeyleri onlara haram kıldık.” (Nisa, 4/160)
“Yahudi ve Hıristiyanlar: “Biz Allah’ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz” dedi. De ki: “Peki, ne diye sizi günahlarınızdan dolayı azaplandırıyor? Hayır, siz O’nun yarattığından birer beşersiniz. O, dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır. Son varış O’nadır.” (Maide, 5/18)
“Ey peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla “İnandık” diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin.” (Maide, 5/41)
Bu ayetler, yahudiler ile ilgili sadece birkaç örnektir.
Cizvit papazları, Katolik Kilisesi’nin bir tarikatı olan İsa Cemiyeti’nin üyeleridir. Tarikatın kurucusu Loyolalı Ignatius adlı bir İspanyol askeridir. Tarikatın amacı, bütün insanlığı Hıristiyanlaştırmak ve Hıristiyan olanların inançlarını hiç taviz vermeden yaşamalarını sağlamaktır. Cizvitler, misyonerlik ve eğitim faaliyetleriyle tanınırlar. Cizvitlerin genel merkezi Roma’dadır. Cizvitler, dünyanın birçok ülkesinde okullar, üniversiteler, kiliseler ve manastırlar kurmuşlardır. Cizvitler, Osmanlı İmparatorluğu’na ilk olarak 1583’te gelmişler ve İstanbul, İzmir, Bursa, Edirne gibi şehirlerde misyonerlik yapmışlardır. Cizvitler, aynı zamanda Asya ve Afrika’da da çok sayıda misyonerlik faaliyeti yürütmüşlerdir.
@@@@@@@@@
Cizvitlerin eğitim faaliyetleri nelerdir?
Cizvitlerin eğitim faaliyetleri, Katolik Kilisesi’nin misyonerlik ve Hıristiyanlaştırma amacına hizmet eden birçok okul, üniversite, kilise ve manastır kurmaktan ibarettir. Cizvitler, Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da eğitim kurumları açmışlar ve özellikle Fransızca öğretimine önem vermişlerdir. Cizvitlerin eğitim anlayışı, disiplinli, sistematik ve eleştirel bir yaklaşıma dayanmaktadır. Cizvitler, öğrencilerine klasik diller, felsefe, teoloji, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp, coğrafya, tarih, edebiyat, müzik ve resim gibi alanlarda eğitim vermişlerdir. Cizvitlerin eğitim faaliyetleri, bazı devletler ve kilise otoriteleri tarafından hoş karşılanmamış ve zaman zaman engellenmeye çalışılmıştır. Cizvitler, 1773 yılında Papa tarafından feshedilene kadar eğitim alanında önemli bir rol oynamışlardır.
@@@@@@@@
Hangi ülkelerde Cizvit okulları var?
Cizvit okulları, dünyanın birçok ülkesinde bulunmaktadır. Cizvitler, ilk okullarını 1548’de İtalya’nın Messine şehrinde açmışlardır. Daha sonra Avrupa, Afrika, Amerika, Asya ve Okyanusya’da da okullar kurmuşlardır. Cizvit okulları, Katolik eğitiminin temelini oluşturmuş ve bilim, sanat, felsefe, teoloji gibi alanlarda pek çok ünlü mezun yetiştirmiştir. Cizvit okullarının sayısı ve dağılımı zaman içinde değişmiştir. Bazı ülkelerde Cizvitler, siyasi veya dini sebeplerle yasaklanmış veya engellenmiştir. Bazı ülkelerde ise Cizvitler, yeni okullar açmış veya mevcut okulları geliştirmiştir. Günümüzde Cizvit okulları, yaklaşık 70 ülkede faaliyet göstermektedir. Cizvit okullarının bulunduğu bazı ülkeler şunlardır:
İtalya: Cizvitlerin merkezi olan Roma’da Gregoriana Üniversitesi, Pontifical Biblical Institute, Pontifical Oriental Institute gibi önemli eğitim kurumları bulunmaktadır. Ayrıca Napoli, Palermo, Bologna, Milano, Torino gibi şehirlerde de Cizvit okulları vardır.
Fransa: Cizvitler, Fransa’da 16. yüzyıldan itibaren eğitim faaliyetleri yürütmüşlerdir. Ancak 1764’te Cizvitlerin Fransa’dan kovulmasıyla okulları kapatılmıştır. 19. yüzyılda Cizvitler, Fransa’ya geri dönmüş ve Paris, Lyon, Lille, Toulouse, Marseille gibi şehirlerde okullar açmışlardır.
Almanya: Cizvitler, Almanya’da 16. yüzyılda Protestanlığa karşı Katolik reform hareketinin öncüleri olmuşlardır. Alman Koleji, Münih Üniversitesi, Frankfurt Üniversitesi, Köln Üniversitesi gibi ünlü eğitim kurumları Cizvitler tarafından kurulmuş veya yönetilmiştir. 1872’de Cizvitlerin Almanya’dan sürülmesiyle okulları kapanmış, ancak 1917’de Cizvitler, Almanya’ya dönmüşlerdir.
İngiltere: Cizvitler, İngiltere’de 16. yüzyılda Katolikliği yeniden canlandırmak için misyonerlik yapmışlardır. Ancak Anglikan Kilisesi’nin baskısıyla Cizvitler, İngiltere’de yasaklanmış ve zulme uğramışlardır. 19. yüzyılda Cizvitler, İngiltere’ye geri dönerek Londra, Oxford, Cambridge, Manchester, Liverpool gibi şehirlerde okullar açmışlardır.
ABD: Cizvitler, ABD’de 17. yüzyılda Maryland ve Virginia’da misyonerlik yapmaya başlamışlardır. Daha sonra Boston, New York, Chicago, Los Angeles, San Francisco, Washington gibi şehirlerde okullar kurmuşlardır. ABD’de Cizvitlerin kurduğu en eski ve en büyük üniversite Georgetown Üniversitesi’dir. Ayrıca Boston College, Fordham University, Loyola University, Marquette University, Santa Clara University gibi ünlü üniversiteler de Cizvit okullarıdır.
Brezilya: Cizvitler, Brezilya’da 16. yüzyılda Portekizlilerle birlikte gelmiş ve yerli halkı Hıristiyanlaştırmak için çalışmışlardır. Cizvitler, Brezilya’da eğitim, sağlık, kültür ve sosyal hizmet alanlarında faaliyet göstermişlerdir. Brezilya’da Cizvitlerin kurduğu en eski üniversite São Paulo Üniversitesi’dir. Ayrıca Rio de Janeiro, Salvador, Belo Horizonte, Porto Alegre gibi şehirlerde de Cizvit okulları vardır.
Hindistan: Cizvitler, Hindistan’a 16. yüzyılda Francisco de Xavier ile birlikte gelmiş ve Goa, Kerala, Tamil Nadu, Bengal, Gujarat gibi bölgelerde misyonerlik yapmışlardır. Cizvitler, Hindistan’da eğitim, sağlık, kültür ve sosyal hizmet alanlarında faaliyet göstermişlerdir. Hindistan’da Cizvitlerin kurduğu en eski üniversite Bombay Üniversitesi’dir. Ayrıca Delhi, Kolkata, Chennai, Bangalore, Pune gibi şehirlerde de Cizvit okulları vardır.
Çin: Cizvitler, Çin’e 16. yüzyılda Matteo Ricci ile birlikte gelmiş ve Pekin, Nankin, Şanghay, Guangzhou, Macau gibi şehirlerde misyonerlik yapmışlardır. Cizvitler, Çin’de eğitim, sağlık, kültür ve sosyal hizmet alanlarında faaliyet göstermişlerdir. Cizvitler, Çin’de bilim, sanat, felsefe, teoloji gibi alanlarda Çinlilerle diyalog kurmuş ve kültürel alışverişte bulunmuşlardır. Çin’de Cizvitlerin kurduğu en eski üniversite Pekin Üniversitesi’dir. Ayrıca Şanghay, Nankin, Guangzhou, Macau gibi şehirlerde de Cizvit okulları vardır.
Bu liste tam değildir. Cizvit okullarının bulunduğu diğer ülkeler için buraya tıklayabilirsiniz. Cizvit okullarının tarihçesi, eğitim anlayışı, mezunları ve faaliyetleri hakkında daha fazla bilgi için buraya veya buraya tıklayabilirsiniz. https://islamansiklopedisi.org.tr/cizvitler https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/867609 https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Cizvitler
@@@@@@@@@
Hangi ülkelerde Cizvit kiliseleri var?
Cizvit kiliseleri, Cizvit tarikatının kurduğu veya yönettiği Katolik kiliseleridir. Cizvitler, 16. yüzyıldan itibaren dünyanın birçok ülkesinde misyonerlik ve eğitim faaliyetleri yürütmüşler ve bu amaçla pek çok kilise inşa etmiş veya devralmışlardır. Cizvit kiliseleri, genellikle mimari, sanatsal ve tarihi açıdan önemli yapılardır. Cizvit kiliselerinin bulunduğu bazı ülkeler şunlardır:
İtalya: Cizvitlerin merkezi olan Roma’da, Cizvitlerin kurucusu Loyolalı Ignatius’un mezarının da bulunduğu Il Gesù Kilisesi, Cizvitlerin ilk kilisesi olan Santa Maria della Strada Kilisesi, Cizvitlerin ilk genel başkanı Diego Lainez’in mezarının da bulunduğu Sant’Andrea al Quirinale Kilisesi gibi önemli Cizvit kiliseleri vardır. Ayrıca Napoli, Palermo, Bologna, Milano, Torino gibi şehirlerde de Cizvit kiliseleri bulunmaktadır1
Fransa: Cizvitler, Fransa’da 16. yüzyıldan itibaren eğitim faaliyetleri yürütmüşler ve bu amaçla Paris, Lyon, Lille, Toulouse, Marseille gibi şehirlerde kiliseler kurmuşlardır. Fransa’daki en ünlü Cizvit kilisesi, Paris’te bulunan Saint-Paul-Saint-Louis Kilisesi’dir. Bu kilise, 17. yüzyılda Cizvitlerin Fransa’daki merkezi olarak hizmet vermiştir2
Almanya: Cizvitler, Almanya’da 16. yüzyılda Katolik reform hareketinin öncüleri olmuşlar ve Alman Koleji, Münih Üniversitesi, Frankfurt Üniversitesi, Köln Üniversitesi gibi ünlü eğitim kurumlarını kurmuş veya yönetmişlerdir. Bu kurumların yanında Cizvit kiliseleri de inşa etmişlerdir. Almanya’daki en ünlü Cizvit kilisesi, Münih’te bulunan St. Michael Kilisesi’dir. Bu kilise, Cizvitlerin Almanya’daki ilk kilisesi olup, Cizvit mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. [3][3]
İngiltere: Cizvitler, İngiltere’de 16. yüzyılda Katolikliği yeniden canlandırmak için misyonerlik yapmışlar, ancak Anglikan Kilisesi’nin baskısıyla zulme uğramışlardır. 19. yüzyılda Cizvitler, İngiltere’ye geri dönerek Londra, Oxford, Cambridge, Manchester, Liverpool gibi şehirlerde kiliseler açmışlardır. İngiltere’deki en ünlü Cizvit kilisesi, Londra’da bulunan Farm Street Kilisesi’dir. Bu kilise, 19. yüzyılda Cizvitlerin İngiltere’deki merkezi olarak hizmet vermiştir4
ABD: Cizvitler, ABD’de 17. yüzyılda Maryland ve Virginia’da misyonerlik yapmaya başlamışlar, daha sonra Boston, New York, Chicago, Los Angeles, San Francisco, Washington gibi şehirlerde kiliseler kurmuşlardır. ABD’deki en ünlü Cizvit kilisesi, New York’ta bulunan St. Patrick Katedrali’dir. Bu katedral, ABD’nin en büyük ve en görkemli Katolik kilisesi olup, Cizvitler tarafından yönetilmektedir.
Brezilya: Cizvitler, Brezilya’da 16. yüzyılda Portekizlilerle birlikte gelmiş ve yerli halkı Hıristiyanlaştırmak için çalışmışlardır. Cizvitler, Brezilya’da eğitim, sağlık, kültür ve sosyal hizmet alanlarında faaliyet göstermişler ve bu amaçla Rio de Janeiro, Salvador, Belo Horizonte, Porto Alegre gibi şehirlerde kiliseler kurmuşlardır. Brezilya’daki en ünlü Cizvit kilisesi, Rio de Janeiro’da bulunan Candelária Kilisesi’dir. Bu kilise, 17. yüzyılda Cizvitler tarafından inşa edilmiş ve Brezilya’nın bağımsızlığının ilan edildiği yer olmuştur.
Hindistan: Cizvitler, Hindistan’a 16. yüzyılda Francisco de Xavier ile birlikte gelmiş ve Goa, Kerala, Tamil Nadu, Bengal, Gujarat gibi bölgelerde misyonerlik yapmışlardır. Cizvitler, Hindistan’da eğitim, sağlık, kültür ve sosyal hizmet alanlarında faaliyet göstermişler ve bu amaçla Delhi, Kolkata, Chennai, Bangalore, Pune gibi şehirlerde kiliseler kurmuşlardır. Hindistan’daki en ünlü Cizvit kilisesi, Goa’da bulunan Bom Jesus Bazilikası’dır. Bu bazilika, Cizvit misyoner Francisco de Xavier’in mezarının da bulunduğu bir kutsal yerdir.
Çin: Cizvitler, Çin’e 16. yüzyılda Matteo Ricci ile birlikte gelmiş ve Pekin, Nankin, Şanghay, Guangzhou, Macau gibi şehirlerde misyonerlik yapmışlardır. Cizvitler, Çin’de eğitim, sağlık, kültür ve sosyal hizmet alanlarında faaliyet göstermişler ve bu amaçla Pekin, Şanghay, Nankin, Guangzhou, Macau gibi şehirlerde kiliseler kurmuşlardır. Çin’deki en ünlü Cizvit kilisesi, Pekin’de bulunan Güney Katedrali’dir. Bu katedral, 17. yüzyılda Cizvitler tarafından inşa edilmiş ve Çin’in en eski Katolik kilisesi olmuştur.
@@@@@@@@@@
Cizvitler İslam ülkelerinde ne gibi faaliyetlerde bulunmuş ve bunlar kimlerdir?
Cizvitler, İslam ülkelerinde de misyonerlik, eğitim, kültür ve sosyal hizmet alanlarında faaliyetlerde bulunmuş bir Katolik tarikatıdır. Cizvitler, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu, Hindistan, Çin, Japonya, Fas, Etiyopya, İran gibi İslam ülkelerine gelmiş ve bu ülkelerdeki hıristiyan azınlıklara hizmet etmiş, yerli halklarla diyalog kurmaya çalışmış, bilim, sanat, felsefe, teoloji gibi alanlarda eserler vermiş ve kültürel alışverişte bulunmuştur. Cizvitler, aynı zamanda bu ülkelerdeki siyasi, dini ve kültürel durumu gözlemlemiş, raporlar hazırlamış ve Avrupa’ya bilgi aktarmıştır. Cizvitlerin İslam ülkelerindeki faaliyetlerinde öne çıkan bazı isimler şunlardır:
Matteo Ricci (1552-1610): Cizvitlerin Çin’deki en ünlü misyoneri ve bilim adamıdır. Çin dilini, kültürünü, dinini ve felsefesini öğrenmiş, Çinlilerle saygılı ve dostane bir ilişki kurmuş, Çin sarayına girmeyi başarmıştır. Çin’de matematik, astronomi, fizik, coğrafya, tıp gibi alanlarda eğitim vermiş, haritalar, saatler, gözlemevleri gibi araçlar getirmiş, Avrupa bilimini Çinlilere tanıtmıştır. Aynı zamanda Çin kültürünü ve dinini Avrupa’ya tanıtmış, Çin’de yazdığı eserleri Avrupa dillerine çevirmiştir. Çin’de Hıristiyanlığı yaymak için Çin kültürüne uygun bir yöntem geliştirmiş, ancak bu yöntem diğer misyonerler ve kilise otoriteleri tarafından eleştirilmiştir12
Francisco de Xavier (1506-1552): Cizvitlerin kurucularından ve en ünlü misyonerlerinden biridir. Hindistan, Endonezya, Malakka, Japonya gibi Asya ülkelerinde misyonerlik yapmış, binlerce kişiyi Hıristiyanlığa döndürmüştür. Hindistan’da Portekizlilerin himayesinde Goa, Kerala, Tamil Nadu, Bengal, Gujarat gibi bölgelerde faaliyet göstermiş, yerli halkın dilini, kültürünü, dinini öğrenmiş, eğitim, sağlık, kültür ve sosyal hizmet alanlarında çalışmıştır. Japonya’ya giden ilk Hıristiyan misyoner olan Xavier, Japon dilini, kültürünü, dinini öğrenmiş, Japonlara Hıristiyanlığı tanıtmış, Japon sarayına girmiş, Japon Hıristiyan cemaatini kurmuştur. Çin’e gitmek isterken ölen Xavier, Asya’da Hıristiyanlığın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır34
Jean de Thévenot (1633-1667): Cizvitlerin ünlü bir seyyahı ve doğa bilimcidir. Osmanlı İmparatorluğu, Mısır, Suriye, Filistin, Arabistan, Hindistan, İran gibi İslam ülkelerini gezmiş, bu ülkelerdeki coğrafya, tarih, kültür, din, dil, bitki, hayvan gibi konularda gözlemler yapmış, notlar almış, resimler çizmiştir. Seyahatnamesini Avrupa dillerine çevirmiş, Avrupa’da büyük ilgi görmüştür. Aynı zamanda bu ülkelerdeki hıristiyan azınlıklara hizmet etmiş, yerli halklarla dostluk kurmuş, bazı yerlerde misyonerlik yapmıştır.
Jean-Baptiste du Halde (1674-1743): Cizvitlerin önemli bir tarihçi ve Çin uzmanıdır. Kendisi Çin’e gitmemiş, ancak Çin’deki Cizvit misyonerlerden gelen mektup, rapor, harita, resim gibi belgeleri toplamış, düzenlemiş, yorumlamış ve yayımlamıştır. Description géographique, historique, chronologique, politique et physique de l’empire de la Chine et de la Tartarie chinoise adlı eseri, Avrupa’da Çin hakkında en kapsamlı ve güvenilir kaynak olarak kabul edilmiş, Çin kültürünün, biliminin, dininin, felsefesinin Avrupa’ya tanıtılmasında büyük katkı sağlamıştır.
Antoine Galland (1646-1715): Cizvitlerin ünlü bir oryantalist ve çevirmenidir. Osmanlı İmparatorluğu, Suriye, Filistin, Arabistan gibi İslam ülkelerini gezmiş, bu ülkelerdeki tarih, kültür, dil, edebiyat, sanat gibi konularda araştırmalar yapmış, eserler yazmıştır. Aynı zamanda bu ülkelerden el yazması eserler, sikke, madalya, antika eşya gibi değerli objeler toplamış, Avrupa’ya getirmiştir. Binbir Gece Masalları’nı Arapçadan Fransızcaya çeviren ilk kişi olan Galland, bu eseri Avrupa’da popüler hale getirmiş, Doğu kültürünün ve edebiyatının Avrupa’ya yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
@@@@@@@@@
Hangi Cizvit misyonerleri Türkiye’de görev yapmıştır?
Türkiye’de görev yapmış Cizvit misyonerleri hakkında kesin bir liste bulunmamaktadır. Ancak araştırmalara göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. yüzyıldan itibaren Cizvitlerin faaliyet gösterdiği bilinmektedir. Cizvitler, özellikle İstanbul, İzmir, Bursa, Edirne gibi büyük şehirlerde misyonerlik yapmışlar, ayrıca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde de Hıristiyan azınlıklara hizmet etmişlerdir. Cizvitlerin Türkiye’de görev yapmış bazı ünlü isimleri şunlardır:
Antonio Possevino (1533-1611): Cizvitlerin önemli bir diplomatı ve yazarıdır. 1578’de Osmanlı İmparatorluğu’na gelmiş, İstanbul, Edirne, Bursa, İzmir gibi şehirleri ziyaret etmiş, Osmanlı padişahı III. Murad ile görüşmüş, Osmanlı-Rus savaşını sona erdirmek için arabuluculuk yapmıştır. Aynı zamanda Osmanlı topraklarındaki Hıristiyan azınlıklara hizmet etmiş, Osmanlı kültürü, tarihi, dini, siyasi durumu hakkında eserler yazmıştır.
Claudio Acquaviva (1543-1615): Cizvitlerin beşinci genel başkanıdır. 1581-1582 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na gelmiş, İstanbul, Edirne, Bursa, İzmir gibi şehirlerde misyonerlik yapmış, Osmanlı padişahı III. Murad ile görüşmüş, Osmanlı topraklarındaki Cizvit okullarını denetlemiş, Cizvitlerin kurallarını yeniden düzenlemiştir.
Angelo Mai (1782-1854): Cizvitlerin ünlü bir filolog ve kardinalidir. 1819-1821 yılları arasında İstanbul’da bulunmuş, Osmanlı saray kütüphanesindeki el yazması eserleri incelemiş, bunlardan bazılarını Avrupa’ya götürmüştür. Aynı zamanda İstanbul’daki Hıristiyan azınlıklara hizmet etmiş, Osmanlı kültürü ve dili hakkında eserler yazmıştır.
Guillaume de Jerphanion (1877-1948): Cizvitlerin önemli bir coğrafyacı, tarihçi ve arkeologudur. 1902-1914 yılları arasında Anadolu’yu gezmiş, özellikle Kapadokya bölgesindeki Hıristiyan eserlerini araştırmış, haritalar, resimler, notlar çıkarmıştır. Aynı zamanda Anadolu’daki Hıristiyan azınlıklara hizmet etmiş, Anadolu tarihi, kültürü, dini hakkında eserler yazmıştır.
Bu isimler dışında Türkiye’de görev yapmış pek çok Cizvit misyoneri vardır.
@@@@@@@@@@
Türkiye’de Cizvit okulları var mı?
Cizvit okulları, resmi olarak Cizvit tarikatına ait olmayabilir, ancak Cizvitlerin kurduğu veya yönettiği okullar olabilir. Ayrıca Cizvit okulları, zaman içinde farklı isimler, yönetimler veya tarikatlar altında faaliyet göstermiş olabilir. Bu nedenle, Türkiye’de Cizvit okulları var mı sorusuna cevap vermek için, Cizvit okullarının tarihçesini, misyonunu, eğitim anlayışını ve faaliyetlerini incelemek gerekir.
Cizvitler, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda misyonerlik ve eğitim faaliyetleri yürütmüş bir Katolik tarikatıdır. Cizvitler, özellikle İstanbul, İzmir, Bursa, Edirne gibi büyük şehirlerde misyonerlik yapmışlar, ayrıca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde de Hıristiyan azınlıklara hizmet etmişlerdir. Cizvitler, Osmanlı topraklarında ilk yabancı okulu 1583 yılında İstanbul’da Saint Benoit Fransız Lisesi olarak açmışlardır. Bu okul, bugün de faaliyet göstermektedir.
Cizvitler, Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim faaliyetlerini sürdürürken, Fransa’da yasaklanmış ve Fransız Kralı okullarının yönetimini Lazarist rahiplere vermiştir. Bu nedenle, Saint Benoit Lisesi dahil bazı Cizvit okulları, Lazarist tarikatının idaresine girmiştir. Lazarist tarikatı da Cizvitler gibi misyonerlik ve eğitim faaliyetleri yürüten bir Katolik tarikatıdır. Lazarist tarikatının kurduğu veya yönettiği diğer okullar arasında Saint George Avusturya Lisesi, Saint Michel Fransız Lisesi, Saint Pulcherie Fransız Lisesi, Saint Joseph Fransız Lisesi gibi okullar bulunmaktadır. Bu okullar, bugün de faaliyet göstermektedir.
Cizvitlerin kurduğu veya yönettiği diğer bir okul grubu da Notre Dame de Sion rahibelerine ait olan okullardır. Notre Dame de Sion rahibeleri, 1860’larda İstanbul’a gelip Saint Benoit Manastırı’na yerleşmiş, bir süre sonra da kendilerine bugün okul binasının bulunduğu arazi tahsis edilmiştir. Notre Dame de Sion rahibeleri, Cizvitlerin eğitim anlayışını benimsemiş ve Cizvitlerle işbirliği yapmışlardır. Notre Dame de Sion rahibelerinin kurduğu veya yönettiği okullar arasında Notre Dame de Sion Fransız Lisesi, Sainte Pulcherie Fransız Lisesi, Sainte Trinité Fransız Lisesi gibi okullar bulunmaktadır. Bu okullar, bugün de faaliyet göstermektedir.
Cizvitlerin kurduğu veya yönettiği diğer bir okul grubu da Institut des Frères des Ecoles Chrétiennes tarafından kurulan okullardır. Bu kurum, Cizvitler gibi Katolik eğitiminin yaygınlaştırılması için çalışan bir erkek tarikatıdır. Bu tarikatın kurduğu veya yönettiği okullar arasında Saint Joseph Fransız Lisesi, Sainte Trinité Fransız Lisesi, Saint Benoît Fransız Lisesi gibi okullar bulunmaktadır. Bu okullar, bugün de faaliyet göstermektedir.
Bu okulların dışında, Türkiye’de Cizvitlerin kurduğu veya yönettiği başka okullar da olabilir. Ancak bu okulların Cizvit bağlantısı, resmi olarak belgelenmemiş veya gizli tutulmuş olabilir. Bu nedenle, bu okulları tespit etmek için daha fazla araştırma yapmak gerekir.
Sonuç olarak, Türkiye’de Cizvit okulları var mı sorusuna cevap vermek için, Cizvit okullarının tarihçesini, misyonunu, eğitim anlayışını ve faaliyetlerini incelemek gerekir. Bu inceleme sonucunda, Türkiye’de Cizvitlerin kurduğu veya yönettiği pek çok okul olduğu görülmektedir. Bu okullar, bugün de faaliyet göstermektedir. Ancak bu okullar, resmi olarak Cizvit tarikatına ait olmayabilir, ancak Cizvitlerin eğitim mirasını taşımaktadır. Bu nedenle, Türkiye’de Cizvit okulları var mı sorusuna kesin bir evet veya hayır cevabı vermek zor olabilir.
@@@@@@@@@
Cizvitlerin eğitim anlayışı nedir?
Cizvitlerin eğitim anlayışı, Katolik Kilisesi’nin misyonerlik ve Hıristiyanlaştırma amacına hizmet eden bir eğitim sistemidir. Cizvitler, 16. yüzyılda Loyolalı Ignatius tarafından kurulan İsa Cemiyeti’nin üyeleridir. Cizvitler, bütün insanlığı Hıristiyanlaştırmak ve Hıristiyan olanların inançlarını hiç taviz vermeden yaşamalarını sağlamak için çalışmışlardır. Cizvitler, bu amaçla dünyanın birçok ülkesinde okullar, üniversiteler, kiliseler ve manastırlar kurmuşlardır. Cizvitlerin eğitim anlayışının temel özellikleri şunlardır:
Cizvitlerin eğitim anlayışı, disiplinli, sistematik ve eleştirel bir yaklaşıma dayanmaktadır. Cizvitler, öğrencilerine klasik diller, felsefe, teoloji, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp, coğrafya, tarih, edebiyat, müzik ve resim gibi alanlarda eğitim vermişlerdir. Cizvitler, öğrencilerini sadece bilgi sahibi değil, aynı zamanda ahlaklı, erdemli, dürüst, cesur, fedakar, lider ve hizmetkar olmaya teşvik etmişlerdir. Cizvitler, öğrencilerinin bireysel yeteneklerini, ilgi alanlarını ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmuş, onlara uygun yöntemlerle öğretmişlerdir.
Cizvitlerin eğitim anlayışı, Katolik doktrinine bağlıdır. Cizvitler, öğrencilerine Katolik inancının temel prensiplerini, dogmalarını, ritüellerini, ibadetlerini ve ahlakını öğretmişlerdir. Cizvitler, öğrencilerini diğer dinlere ve mezheplere karşı savunma yapabilecek şekilde donatmış, onlara Katolikliğin üstünlüğünü ve tek doğru yol olduğunu telkin etmişlerdir. Cizvitler, öğrencilerini Papa’ya ve Kilise’ye bağlılık, itaat ve sadakat duygularıyla yetiştirmişlerdir.
Cizvitlerin eğitim anlayışı, kültürel çeşitliliğe saygılıdır. Cizvitler, misyonerlik yaptıkları ülkelerde yerli halkların dilini, kültürünü, dinini ve felsefesini öğrenmiş, onlarla saygılı ve dostane bir ilişki kurmuş, onlara Hıristiyanlığı tanıtmışlardır. Cizvitler, yerli halkların kültürel değerlerini yok etmeye çalışmamış, onları Hıristiyanlaştırmak için uygun bir yöntem geliştirmişlerdir. Cizvitler, aynı zamanda yerli halkların bilim, sanat, felsefe, teoloji gibi alanlardaki eserlerini Avrupa’ya tanıtmış, kültürel alışverişte bulunmuşlardır.
Cizvitlerin eğitim anlayışı, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa ve dünyada önemli bir rol oynamış, bilim, sanat, felsefe, teoloji gibi alanlarda pek çok ünlü mezun yetiştirmiştir. Cizvitlerin eğitim anlayışı, bazı devletler ve kilise otoriteleri tarafından hoş karşılanmamış ve zaman zaman engellenmeye çalışılmıştır. Cizvitler, 1773 yılında Papa tarafından feshedilene kadar eğitim alanında önemli bir rol oynamışlardır. Günümüzde Cizvit okulları, yaklaşık 70 ülkede faaliyet göstermektedir. Cizvitlerin eğitim anlayışı, çağın şartlarına uyum sağlayarak değişim ve gelişim göstermiştir.
@@@@@@@@
Cizvit okullarının mezunları kimlerdir?
Cizvit okulları, dünyanın birçok ülkesinde faaliyet gösteren Katolik eğitim kurumlarıdır. Cizvitler, 16. yüzyılda Loyolalı Ignatius tarafından kurulan İsa Cemiyeti’nin üyeleridir. Cizvitler, bütün insanlığı Hıristiyanlaştırmak ve Hıristiyan olanların inançlarını hiç taviz vermeden yaşamalarını sağlamak için çalışmışlardır. Cizvitler, bu amaçla dünyanın birçok ülkesinde okullar, üniversiteler, kiliseler ve manastırlar kurmuşlardır.
Cizvit okulları, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa ve dünyada önemli bir rol oynamış, bilim, sanat, felsefe, teoloji gibi alanlarda pek çok ünlü mezun yetiştirmiştir. Cizvit okullarının mezunları arasında şu isimler bulunmaktadır:
Voltaire (1694-1778): Fransız yazar, filozof, tarihçi ve aydınlanma düşünürüdür. Cizvit okullarında eğitim görmüş, ancak daha sonra Cizvitlere ve Katolik Kilisesi’ne karşı eleştirel bir tutum sergilemiştir. Özgürlük, hoşgörü, adalet, insan hakları gibi konularda eserler vermiş, Fransız Devrimi’ne ilham kaynağı olmuştur.
René Descartes (1596-1650): Fransız matematikçi, fizikçi, filozof ve bilim adamıdır. Cizvit okullarında eğitim görmüş, ancak daha sonra Cizvitlerin eğitim anlayışını eleştirmiştir. Modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilir. Analitik geometri, koordinat sistemi, kartezyen düşünce gibi kavramları geliştirmiştir. “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözüyle ünlüdür.
Adam Weishaupt (1748-1830): Alman hukukçu, filozof ve aydınlanma düşünürüdür. Cizvit okullarında eğitim görmüş, ancak daha sonra Cizvitlerden ayrılmıştır. 1776’da Bavyera’da İlluminati adlı gizli bir örgüt kurmuş, bu örgütün amacı insanlığı akıl, bilim ve özgürlük yoluyla aydınlatmak ve kilise ve devlet otoritesine karşı mücadele etmekti. Ancak bu örgüt, 1785’te Bavyera hükümeti tarafından yasaklanmış ve dağıtılmıştır.
James Joyce (1882-1941): İrlandalı yazar ve şairdir. Cizvit okullarında eğitim görmüş, ancak daha sonra Cizvitlere ve Katolik Kilisesi’ne karşı mesafeli bir duruş almıştır. Modernist edebiyatın öncülerinden biridir. Ulysses, Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi gibi eserleriyle tanınır. Dil, bilinç, sembolizm, mitoloji gibi unsurları ustaca kullanmıştır.
Fidel Castro (1926-2016): Kübalı devrimci lider, siyasetçi ve devlet başkanıdır. Cizvit okullarında eğitim görmüş, ancak daha sonra Cizvitlerden uzaklaşmıştır. 1959’da Küba Devrimi’ni gerçekleştirerek Fulgencio Batista’nın diktatörlüğünü devirmiş, sosyalist bir rejim kurmuştur. ABD’ye karşı direnmiş, Sovyetler Birliği ile işbirliği yapmıştır. Küba’nın sağlık, eğitim, spor gibi alanlarda gelişmesini sağlamıştır.
@@@@@@@@@
Cizvit okulları, Katolik eğitim kurumlarıdır ve Türkiye’de de faaliyet göstermektedir. Cizvit okullarında eğitim gören Türkler arasında şu isimler bulunmaktadır:
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962): Türk yazar, şair, akademisyen ve siyasetçidir. İstanbul’da Saint Joseph Fransız Lisesi’nde eğitim görmüştür. Türk edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Beş Şehir, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Huzur, Mahur Beste gibi eserleriyle tanınır. Türk kültürü, tarihi, sanatı, felsefesi hakkında araştırmalar yapmıştır.
Zülfü Livaneli (1946-): Türk yazar, besteci, şarkıcı, yönetmen ve siyasetçidir. Ankara’da Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde eğitim görmüştür. Türk edebiyatının ve müziğinin önde gelen isimlerindendir. Leyla’nın Evi, Serenad, Mutluluk, Kardeşimin Hikayesi gibi eserleriyle tanınır. Türk halk müziğini dünyaya tanıtmış, pek çok film ve diziye müzik yapmıştır.
Orhan Pamuk (1952-): Türk yazar, akademisyen ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibidir. İstanbul’da Robert Kolej’de eğitim görmüştür. Türk edebiyatının en çok okunan ve çevrilen yazarıdır. Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı, Kar, Masumiyet Müzesi, Kırmızı Saçlı Kadın gibi eserleriyle tanınır. Türk kültürü, tarihi, kimliği, siyaseti hakkında eleştirel bir bakış açısı sunar.
Cem Yılmaz (1973-): Türk komedyen, oyuncu, senarist, yönetmen ve yapımcıdır. İstanbul’da Saint Joseph Fransız Lisesi’nde eğitim görmüştür. Türk sinema ve televizyonunun en popüler isimlerindendir. Her Şey Çok Güzel Olacak, G.O.R.A, A.R.O.G, Yahşi Batı, Pek Yakında, Arif V 216 gibi filmleriyle tanınır. Stand-up gösterileri, skeçleri, mizahı ve taklit yeteneğiyle sevilir.
Bu isimler dışında Cizvit okullarında eğitim gören başka Türkler de olabilir. Ancak bu isimleri tespit etmek için daha fazla araştırma yapmak gerekir.
@@@@@@@@
İslam ülkelerinde papalığın görevlendirdiği gizli ve açık kardinaller kimlerdir ve ne gibi faaliyetlerde bulunmuşlardır?
Papalık, Katolik kilisesinin ruhani ve cismani liderliğini temsil eden makamdır. Papa, Katolik inancına göre Hz. İsa’nın havarisi Petrus’un halefi ve kilsenin başıdır. Papa, aynı zamanda Vatikan Devleti’nin başkanıdır. Papalık, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden beri İslam ülkeleriyle çeşitli ilişkiler kurmuş, siyasi, dini, kültürel ve misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuştur.
Kardinal, Katolik kilisesinin en yüksek rütbeli üyeleridir. Kardinal, papanın danışmanı, yardımcısı ve temsilcisidir. Kardinal, aynı zamanda papanın seçiminde oy hakkına sahiptir. Kardinal, genellikle bir ülke veya bölgenin başpiskoposu veya önemli bir kilisenin başrahibi olarak atanır. Kardinal, papanın verdiği özel görevleri yerine getirir. Kardinal, kırmızı renkli giysiler giyer ve kırmızı şapka takar.
İslam ülkelerinde papalığın görevlendirdiği gizli ve açık kardinaller, papanın temsilcileri olarak bu ülkelerdeki Hıristiyan azınlıklara hizmet etmiş, yerli halklarla diyalog kurmaya çalışmış, bilim, sanat, felsefe, teoloji gibi alanlarda eserler vermiş ve kültürel alışverişte bulunmuştur. Ayrıca bu kardinaller, İslam ülkelerindeki siyasi, dini ve kültürel durumu gözlemlemiş, raporlar hazırlamış ve Avrupa’ya bilgi aktarmıştır. Bazı kardinaller, İslam ülkelerinde Hıristiyanlığı yaymak için misyonerlik yapmış, ancak bu faaliyetleri genellikle gizli tutmuş veya engellenmiştir.
İslam ülkelerinde papalığın görevlendirdiği gizli ve açık kardinallerden bazı örnekler şunlardır:
Kardinal Jean-Louis Tauran (1943-2018): Fransız kardinal, diplomat ve papalık dış ilişkiler bakanıdır. 2007-2014 yılları arasında Papalık Diyalog Konseyi başkanı olarak İslam ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek için çalışmıştır. Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün, Lübnan, Mısır, Fas gibi ülkeleri ziyaret etmiş, İslam dünyasıyla diyalog ve iş birliği çağrısında bulunmuştur. 2013 yılında Papa Francis’in seçimini duyuran kardinaldir.
Kardinal Charles Maung Bo (1948-): Myanmarlı kardinal, Yangon başpiskoposu ve Myanmar Piskoposlar Konferansı başkanıdır. 2015 yılında Papa Francis tarafından kardinal olarak atanan ilk Myanmarlıdır. Myanmar’da Budist çoğunluğa karşı Hıristiyan azınlığın haklarını savunmuş, barış, adalet, demokrasi ve insan hakları için mücadele etmiştir. 2017 yılında Türkiye’yi ziyaret etmiş, Diyanet İşleri Başkanı ile görüşmüş, İslam-Hıristiyan diyalogunun önemini vurgulamıştır.
Kardinal John Henry Newman (1801-1890): İngiliz kardinal, teolog, filozof ve eğitimcidir. 1845 yılında Anglikan kilisesinden Katolik kilisesine geçmiş, 1879 yılında Papa IX. Leo tarafından kardinal olarak atanan ilk İngiliz olmuştur. İslam dinine ve kültürüne ilgi duymuş, Kur’an’ı ve İslam tarihini incelemiş, İslam’ın Hıristiyanlık için bir rakip değil bir müttefik olduğunu savunmuştur. İslam’ın Hıristiyanlığa yakın bir din olduğunu, Hz. Muhammed’in bir peygamber olmadığını ancak bir reformcu olduğunu iddia etmiştir.
@@@@@@@@@
Corç Maroviç kimdir ve ne gibi faaliyetlerde bulunmuştur?
Corç Maroviç, Vatikan’ın uzun yıllar İstanbul temsilciliğini yapan Katolik bir din adamıdır. 1930 yılında İstanbul’da doğmuş, Cizvit okullarında eğitim görmüştür. Vatikan’ın İstanbul temsilcisi olan Kardinal Roncalli’nin himayesinde büyümüş, daha sonra Roncalli Papa 23. John olarak seçilmiştir. Maroviç, Roncalli’nin ardından Vatikan’ın İstanbul temsilciliğine getirilmiş, bu görevi 2012 yılında ölümüne kadar sürdürmüştür.
Corç Maroviç, Türkiye’deki Hıristiyan azınlıklara hizmet etmiş, Türk ve İslam kültürüne saygı duymuş, diyalog ve barış için çalışmış bir din adamıdır. Türkiye’deki Katolik kiliselerinin, okullarının, manastırlarının ve vakıflarının yönetimini üstlenmiş, Vatikan ile Türkiye arasındaki ilişkileri geliştirmeye çalışmıştır. Ayrıca Türkiye’deki Müslüman ziyaretçilere Cevşen hediye etmiş, Fethullah Gülen ile yazışmış, Cizvit okullarının tarihçesini anlatmıştır.
Corç Maroviç, aynı zamanda bir sanatsever, koleksiyoner ve yazardır. Vatikan’ın İstanbul temsilciliğinde bulunan birçok sanat eserini korumuş, restorasyonunu sağlamış, tanıtmıştır. Kendi koleksiyonunda da birçok değerli eser bulundurmuştur. Ayrıca Türkiye’deki Katolik kiliselerinin tarihini, mimarisini, kültürünü anlatan kitaplar yazmış, konferanslar vermiştir.
11 deprem bölgesinde nice imrenilen binalar yerle bir oldu.
Nice gıpta ile bakılan zenginler fakir oldu.
Nice gök delenler toprakla bir oldu.
Nice hakikat zannedilenler hayal oldu.
Altın ve para toprağa karışıp, kıymetsiz ve sahipsiz oldu.
Nice güzelim yüzler ve bedenler toprak oldu.
Her şey ve herkes bir oldu.
İnsanlık için ibret ve ders oldu.
Güller soldu, tazeler bayat oldu.
Kimileri ölürken, kimileri de doğdu.
Beşer zulmetti, kader hükmetti.
Binlerce hikmetle, kader adalet etti.
Masum, mazlum ve şehitler mükafatı hak etti.
Kimi kaldı, kimi göç etti.
Hakkına hayırlı olanı seçti.
Hakkın tarafını seçti.
Yardan, yarandan, Her şeyden geçti.
Kimi dünyadan, kimi memleketinden göçtü.
Kolay değil elbet çok güçtü.
Zira;6 Şubat 2023 depreminde 850 bin hane yıkıldı.
Devlete maliyeti 104 milyar dolar.
Vefat eden sayısı resmi olarak 50 binin üzerinde.
Allah merhum ve merhumelere rahmet eylesin.
***********
Her bir açılım ve rahatlama ayrı bir dalga, ayrı bir imtihanı beraberinde getirmektedir.
1970 yıllarının maddi ve manevi sıkıntılarından kurtulan insanlar, 1980 yıllarının rehavetiyle iyice gevşediler.
Öyle ki, mücahit olanlar müteahhit, fakirlik edebiyatı yapan solcu sosyalistler bir anda trilyoner, para babaları haline geldiler.
Bir yandan da bir çok alanda kemiyet artarken, keyfiyeti kaybolmaya başladı.
Medeniyet denilen canavar insanları canavar haline getirip, kullan at politikasıyla, israf rafa kalktı.
Buna benzer her alanda boşluklar oluştu.
Nitekim yoklukta eksikliği ve kıymeti bilinip aranan şeylerin, varlıkta ve bollukta pek de kıymeti bilinmedi.
Olumlu gelişmeler yerini olumlu ve dengeli büyümeye bırakmadı.
Bütün bütün olmasa da, olumlu gelişim ve gelişmeler yerini olumsuz gelişmelere de bıraktı.
Birbirine mütenasip olarak gelişip büyümedi.
İhtiyaç duyulmayan şeyler, kıymetini yitirdi.
Bu maddi manevi her alanda kendini gösterdi.
************
İbn Arabi İbni Rüşd’ün cenaze törenini ibretlik bir kıssa olarak anlatır: “Naaşı Kurtuba’ya nakledildi. Mezarı oradadır. Cesedinin bulunduğu tabut bir yük hayvanının bir yanına yüklenince, denge sağlansın diye kitapları da öbür yanına kondu…
(Yüklenen kitaplar İbni Rüşd’ün bizatihi yazdığı kitaplarıdır. Onun için demiştir ki, ‘bir tarafta kendisi diğer tarafta amelleri.’
Bu durumu İbni Cübeyr şöylece şiirselleştirmiş:
“Bir yanda üstadın kendi, öte yandı amelleri,
Bir bilebilseydim ah, gerçekleşti mi emelleri.”[1]
************
“Allah celle celalühü H.z.İbrahim peygambere
– Ey İbrahim, Kazma küreğini al, falanca dağa çık,orada büyük bir kabir var, onu kaz, içinde ne varsa bak!” buyurdu.
“Åd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve Onlar, bizim ayetlerimizi inkar ediyorlardı. Onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?”
Henry Kissinger’ın yaptığı darbeler ve akıttığı kanlar?
ABD diplomasi tarihinin en tartışmalı isimlerinden biri olan eski Dışişleri Bakanı Kissinger’ın yakın tarihte oynadığı rolü ve etkisini anlamak için önemli bir araştırma alanıdır. Kissinger, 1969-1977 yılları arasında ABD’nin dış politikasını şekillendiren ve pek çok önemli dış politika olayında kilit rol oynayan bir devlet adamı olarak tanınır. Ancak Kissinger’ın politikaları ve eylemleri, aynı zamanda pek çok eleştiriye ve suçlamaya da maruz kalmıştır. Kissinger’ın yaptığı darbeler ve akıttığı kanlar, onun baskıcı rejimlere destek vermesi, savaş suçlarına göz yummakla veya katkıda bulunmakla suçlanması ve insan hakları ihlallerine karışması ile ilgilidir.
Kissinger’ın yaptığı darbeler ve akıttığı kanlar ile ilgili bazı örnekler şunlardır:
Kissinger, 1973 yılında Şili’de demokratik seçilmiş sosyalist lider Salvador Allende’yi devirmek için CIA ile işbirliği yapmış ve darbe sonucunda askeri diktatör Augusto Pinochet iktidara gelmiştir. Pinochet rejimi, binlerce muhalifi öldürmüş, işkence etmiş ve kaybetmiştir. Kissinger, Şili’deki darbeyi desteklemesini, “Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir” diyerek savunmuştur. Kissinger, 1975 yılında Endonezya’nın Doğu Timor’u işgal etmesine ve burada soykırım niteliğinde bir katliam yapmasına yeşil ışık yakmıştır. Kissinger, Endonezya Devlet Başkanı Suharto’ya, ABD’nin silah yardımını kesmeyeceğini ve işgalin uluslararası toplum tarafından görmezden gelineceğini söylemiştir. Endonezya’nın Doğu Timor’daki işgali, 200 bin kişinin ölümüne neden olmuştur. Kissinger, 1971 yılında Pakistan’ın Bangladeş’i (o zaman Doğu Pakistan) bastırmasına ve burada 3 milyon kişinin ölümüne yol açan bir soykırım gerçekleştirmesine destek vermiştir. Kissinger, Pakistan’ın Çin ile ilişkilerini geliştirmesini ve ABD’nin Çin ile yakınlaşmasını sağlamasını istemiştir. Kissinger, Bangladeş’teki katliamı görmezden gelmiş ve Pakistan’ın yanında yer almıştır3. Kissinger’ın yaptığı darbeler ve akıttığı kanlar, onun Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesini de ironik bir şekilde göstermektedir. Kissinger, Vietnam Savaşı’nın sonlandırılmasına yönelik müzakerelerde Vietnamlı diplomat Le Duc Tho ile birlikte 1973 yılında bu ödülü kazanmıştır. Ancak Kissinger, savaşın Laos ve Kamboçya’ya yayılması ve yaklaşık 2 milyon Kamboçyalı’nın katledilmesiyle sonuçlanan Kızıl Kmer rejiminin yükselişine olanak tanımakla suçlanmıştır. Le Duc Tho ise, Vietnam’da barışın sağlanmadığını gerekçe göstererek ödülü reddetmiştir.
Kissinger’ın yaptığı darbeler ve akıttığı kanlar, onun tarihteki rolünü ve mirasını değerlendirmeyi zorlaştıran bir konudur. Bazıları onu ödüllü ve başarılı bir diplomat, bazıları ise savaş suçlusu ve katliam iş birlikçisi olarak görür.
Kissinger’ın darbe yaptığı veya desteklediği ülkeler şunlardır:
Şili: Kissinger, 1973 yılında CIA ile işbirliği yaparak demokratik seçilmiş sosyalist lider Salvador Allende’yi devirmiş ve askeri diktatör Augusto Pinochet’i iktidara getirmiştir1. Doğu Timor: Kissinger, 1975 yılında Endonezya’nın Doğu Timor’u işgal etmesine ve burada soykırım niteliğinde bir katliam yapmasına yeşil ışık yakmıştır. Bangladeş: Kissinger, 1971 yılında Pakistan’ın Bangladeş’i (o zaman Doğu Pakistan) bastırmasına ve burada 3 milyon kişinin ölümüne yol açan bir soykırım gerçekleştirmesine destek vermiştir. Kamboçya: Kissinger, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1969-1970 yıllarında Kamboçya’yı bombalamasını desteklemiş ve bu da Kızıl Kmer rejiminin yükselişine ve yaklaşık 2 milyon Kamboçyalı’nın katledilmesine neden olmuştur. Yunanistan: Kissinger, 1967 yılında Yunanistan’da askeri cuntanın iktidara gelmesine sessiz kalmış ve 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye’ye silah yardımı yapmıştır.
@@@@@@@@@@
Henry Kissinger kimdir?
Henry Kissinger, 20. yüzyılın en etkili ve tartışmalı Amerikalı diplomatlarından biridir. Almanya’da Yahudi bir ailede doğan Kissinger, Nazi zulmünden kaçarak ABD’ye göç etmiş ve burada Harvard Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler eğitimi almıştır. 1969-1977 yılları arasında ABD başkanlarının ulusal güvenlik danışmanı ve dışişleri bakanı olarak görev yapmıştır. Kissinger, ABD’nin dış politikasını şekillendiren pek çok önemli olayda kilit rol oynamıştır. Bunlar arasında şunlar sayılabilir:
ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki yumuşama politikasını geliştirmiş ve SALT I antlaşmasını imzalamıştır. ABD ve Çin arasında ilk resmi ilişkileri kurmuş ve Nixon’un Çin ziyaretini gerçekleştirmiştir. Vietnam Savaşı’nın sonlandırılmasına yönelik müzakerelerde Vietnamlı diplomat Le Duc Tho ile birlikte Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. Arap-İsrail savaşları sırasında mekik diplomasisi yapmış ve İsrail ile Mısır arasında barış anlaşması imzalanmasına katkıda bulunmuştur. Kissinger, aynı zamanda pek çok eleştiriye ve suçlamaya da maruz kalmıştır. Kissinger’ın politikaları ve eylemleri, baskıcı rejimlere destek vermesi, savaş suçlarına göz yummakla veya katkıda bulunmakla suçlanması ve insan hakları ihlallerine karışması ile ilgilidir. Kissinger’ın yaptığı darbeler ve akıttığı kanlar, onun tarihteki rolünü ve mirasını değerlendirmeyi zorlaştıran bir konudur. Bazıları onu ödüllü ve başarılı bir diplomat, bazıları ise savaş suçlusu ve katliam iş birlikçisi olarak görür.
@@@@@@
Alem-i manada Hz. Peygamber (a.s.m)’den hadis rivayet etmekle de bilinen ve Şeyh-i Ekber olarak şöhret bulan Muhyiddin İbn Arabî bu konuda şunları yazmıştır:
“Resulullah (a.s.m)’dan yaptığım rivayetlerin en acaibi şudur ki; Resulullah (a.s.m) sahabeleriyle birlikte mescitte oturduğu bir sırada derin bir gürültü işittiler ve (sahabeler) irkildiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m) ‘Bu gürültünün ne olduğunu bilir misiniz?’ diye sordu. Onlar ‘Allah ve resulü bilir” dediler. Bunun üzerine ferman etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp, bu dakikada Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Sözünü daha yeni bitirmişti ki, münafıklardan birinin evinden çığlık sesleri duyuldu. ‘Yetmiş yaşındaki meşhur münafık ölmüştü.’ (Bu haberi aldıklarında), Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ‘Allahu ekber’ dedi. Böylece sahabelerden alim olanlar, ‘söz konusu taşın o münafık olduğunu’ anladılar. ‘Allah kendisini yarattığı günden beri cehennem ateşine (cehennem ateşinin çukuruna) doğru yuvarlanıyordu, nihayet yetmiş yıllık ömrü tamamlanınca cehennemin dibine ulaşmıştı.’ Nitekim, Kur’an’da “Şüphesiz münafıklar cehennemin en aşağı derekesindedir” buyurulmuştur. Allah o gürültüyü/düşme sesini onlara işittirdi ki ibret alsınlar.”
Şimdi bakın, nebevî sözler ne harikadır, tarifleri ne kadar da incedir, işaretleri ne kadar da güzeldir; Resulullah (a.s.m)’ın sözleri ne kadar da tatlıdır!”
Ashab-ı Sebt, Kur’an’da da geçen, cumartesi günü avlanmayı yasaklayan Allah’ın emrine karşı gelen ve sonunda maymuna dönüştürülen bir grup Yahudi kavimdir.
Ashab-ı Sebt, Hz. Davut (a.s) zamanında yaşamış ve deniz kıyısında bir sahilde yerleşmişlerdir. Cumartesi günü balıkların çok geldiği bir yerde yaşadıkları için, Allah onlara cumartesi günü av yapmamalarını emretmiştir. Ancak Ashab-ı Sebt, Allah’ın emrini çiğneyerek cumartesi günü balık tutmaya devam etmişlerdir. Bazıları da bu yasağı dolanmak için cumartesi günü tuzak kurup pazar günü balık toplamışlardır.
Allah, bu kimseleri cezalandırmak için onları maymuna dönüştürmüştür. Bazı rivayetlere göre, bu maymunlar üç gün sonra ölmüştür. Ashab-ı Sebt’ten sadece kötülükten sakınanlar ve onlara engel olmaya çalışanlar kurtulmuştur.
Ashab-ı Sebt’in hikayesi, Allah’ın emirlerine karşı gelenlere ve sınırlarını aşanlara verilen bir ibret örneğidir.
@@@@@@@@@@
Ashab-ı Sebt hakkında Kuranı Kerimdeki ayetler hangileridir?
Ashab-ı Sebt, Kur’an-ı Kerim’de A’raf, Bakara ve Nisa surelerinde geçen bir kavimdir. Bu kavim, Allah’ın kendilerine cumartesi günü avlanmayı yasakladığı, ancak onların bu yasağı çeşitli hilelerle çiğnedikleri için Allah’ın onları maymunlara çevirdiği bir topluluktur.
Ashab-ı Sebt ile ilgili ayetler şunlardır:
A’raf Suresi, 163. ayet: Onlara deniz kenarında bulunan bir kavimden de sor. Onlar cumartesi günü avlanmayı yasaklanmıştı. Cumartesi günü balıklar onlara akın akın gelirken, cumartesi günü olmayan diğer günlerde gelmezdi. İşte biz onları, yaptıkları kötülükler yüzünden böyle imtihan ettik.
Bakara Suresi, 65. ayet: Andolsun, sizden öncekilerden cumartesi günü yasağını çiğneyenlere: “Siz, mutlaka aşağılık maymunlar olun!” demiştik.
Nisa Suresi, 47. ayet: Ey kendilerine kitap verilenler! Bizim indirdiğimiz Kur’an’a iman edin. O, sizin kitabınızı doğrulamaktadır. Yoksa biz, yüzlerinizi öyle değiştiririz ki, onları tanıyamazsınız. Veya onları, cumartesi günü yasağını çiğneyenler gibi lanetleriz. Allah’ın emri gerçekleşmiştir.
Ashab-ı Sebt’in kıssası, bize Allah’ın emirlerine karşı gelmenin, hile yapmanın ve yasakları ihlal etmenin büyük bir günah olduğunu ve bunun da acı bir sonuç doğuracağını öğretir. Allah, bu kıssayı bize ibret alalım diye anlatmıştır.
@@@@@@@@@@@
Cumartesi günü Yahudiler için neden önemlidir?
Cumartesi günü Yahudiler için önemlidir, çünkü bu gün onlar için kutsal bir gündür. Yahudilikte Şabat, Tanrı’nın evreni altı günde yarattığı ve yedinci gün dinlendiği inancına dayanır. Bu nedenle Yahudiler, cumartesi günü herhangi bir iş yapmazlar, sadece ibadet ederler, aileleriyle vakit geçirirler ve Tora’yı (Tevrat) okurlar. Şabat, Yahudilerin Tanrı’ya yakınlaştıkları, ruhsal olarak yenilendikleri ve hayatın anlamını hatırladıkları bir gündür.
@@@@@@@@#
Şabat’ın Yahudi takvimindeki yeri nedir?
Şabat’ın Yahudi takvimindeki yeri, Gregoryen takviminde cumartesi gününe denk gelir. Yahudi takvimi, ay ve güneş hareketlerine dayalı bir takvimdir. Bir yıl 12 veya 13 aydan, bir ay ise 29 veya 30 günden oluşur. Yahudi takviminde her ayın ilk günü yeni aydır. Şabat ise her haftanın yedinci günüdür. Bu nedenle Şabat, Yahudi takviminde her ayın 8, 15, 22 ve 29. günlerine denk gelir.
@@@@@@@@@
Ashab-ı Uhdut
Ashab-ı Uhdut, Kur’an’da da geçen, Allah’a inananları ateş dolu hendeklere atarak işkence eden bir grup zalim kavimdir.
Ashab-ı Uhdut, Hz. İsa’dan sonra Yemen’de yaşamış ve Yahudi bir hükümdar olan Zûnüvâs tarafından yönetilmiştir. Zûnüvâs, Yahudiliği kabul ettikten sonra, Necran bölgesindeki Hristiyanlara Yahudiliğe geçmelerini istemiş, reddedenleri uzun ve derin hendekler kazdırıp içine ateş yakarak yakmıştır. Bu olayda yaklaşık 20.000 Hristiyan şehit olmuştur.
Ashab-ı Uhdut’un hikayesi, Allah’a inananlara zulmedenlerin mutlaka cezalandırılacağını, Allah’a inananların ise sabır ve sebatla imanlarını koruyacaklarını gösteren bir ibret örneğidir.
@@@@@@@@@
Ashab-ı Uhdut hakkında Kuranı Kerimdeki ayetler hangileridir?
Ashab-ı Uhdut hakkında Kur’an-ı Kerim’deki ayetler, Bürûc Suresi’nin 4-8. ayetleridir. Bu ayetler, Ashab-ı Uhdut’un Allah’a inananları ateş dolu hendeklere atarak işkence ettiklerini, Allah’ın da onları cezalandırdığını anlatır. Bu ayetlerin mealleri şöyledir:
Bürûc Suresi 4. Ayet: Kahrolsun mü’minleri yakmak için o hendekleri kazanlar
5. Ayet: Alev alev tutuşturulmuş ateşle dolu hendekleri!
6. Ayet: Onlar o ateşin başına oturmuş,
7. Ayet: Mü’minlere yaptıkları işkenceyi keyifle seyrediyorlardı.
8. Ayet: O mü’minlerden, başka bir sebeple değil, sadece karşı konulmaz kudret sahibi ve her türlü övgüye lâyık olan Allah’a iman etmelerinden ötürü nefret edip, intikam alıyorlardı.
@@@@@@@@
Kuranda anlatılan Ashâb-ı Uhdut kıssasında ateşe atılmak üzere olan anne ve çocuğunun kıssası.
Ashâb-ı Uhdut kıssası, Kur’an-ı Kerim’in Buruc suresinde geçen bir kıssadır. Bu kıssada, Allah’a inanan müminlere zulmeden zalim bir kavim anlatılır. Bu kavim, müminleri dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence ederler. Bu kıssanın geçtiği zaman ve yer hakkında kesin bir bilgi yoktur, ancak bazı rivayetlere göre, bu olay Yemen’de, Yahudi hükümdar Zûnüvâs’ın Hristiyanlara yaptığı zulümle ilgilidir.
Kıssada, ateşe atılmak üzere olan anne ve çocuğunun durumu da anlatılır. Bu konuda, Suheyb b. Sinan (r.a.) tarafından rivayet edilen bir hadis vardır. Bu hadise göre, anne ve çocuğu hendeğin başına getirilirler. Anne, çocuğunu ateşe atmak istemez, ancak çocuk annesine şöyle der: “Ey anneciğim! Sabret, sen doğru yoldasın.” Böylece anne ve çocuk, Allah’a inandıkları için ateşe atılırlar.
Bu kıssa, Allah yolunda sabreden, şehit olan ve zalimlere boyun eğmeyen müminlerin örnekliğini gösterir. Aynı zamanda, Allah’ın zalimlere vereceği azabı da haber verir. Bu kıssa, bize iman, sabır, tevekkül, dua, tebliğ gibi konularda dersler verir. Allah, bu kıssayı bize ibret alalım diye anlatmıştır.
Kripto Yahudiler, gizlice Yahudiliği uygulayan fakat topluma karşı farklı bir dini uyguluyormuş gibi görünen Yahudilerdir. Türkiye’de çeşitli kripto Yahudi grupları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Sabataycılar: 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıkan ve Sabatay Sevi’yi Mesih olarak kabul eden bir Yahudi mezhebidir. Sabatay Sevi, 1666’da zorla Müslüman olmuş, ancak bazı takipçileri onun gizli bir Yahudi olduğuna inanmıştır. Sabataycılar, dıştan Müslüman, içten Yahudi olarak yaşamış ve bazı Yahudi geleneklerini sürdürmüştür. Sabataycılar, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, özellikle de İzmir, Manisa, Aydın, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Adapazarı, Ankara, Antalya, Konya, Sivas, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Adana, Mersin, Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş, Samsun, Trabzon, Giresun, Ordu, Rize, Artvin, Erzurum, Erzincan, Kars, Van, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Iğdır, Tunceli, Elazığ, Bingöl, Kütahya, Eskişehir, Afyon, Uşak, Denizli, Muğla, Çanakkale, Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat, Kayseri, Nevşehir, Niğde, Kırşehir, Kırıkkale, Kastamonu, Sinop, Zonguldak, Karabük, Bartın, Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, Bilecik, Yalova, İstanbul ve Çankırı’da yaşamış veya yaşamaktadır.
Saferad Yahudileri: 15. yüzyılda İspanya ve Portekiz’den kovulan veya zorla Hristiyanlaştırılan Yahudilerdir. Bazıları Osmanlı topraklarına gelerek Yahudiliğe devam etmiş, bazıları ise Hristiyan kimliğini koruyarak gizli Yahudi olarak yaşamıştır. Saferad Yahudileri, Türkiye’nin batı ve güney kıyılarında, özellikle de İstanbul, İzmir, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Manisa, Aydın, Denizli, Muğla, Antalya, Mersin, Adana, Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş, Samsun, Trabzon, Giresun, Ordu, Rize, Artvin, Erzurum, Erzincan, Kars, Van, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Iğdır, Tunceli, Elazığ, Bingöl, Kütahya, Eskişehir, Afyon, Uşak, Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat, Kayseri, Nevşehir, Niğde, Kırşehir, Kırıkkale, Kastamonu, Sinop, Zonguldak, Karabük, Bartın, Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, Bilecik, Yalova, Çankırı, Ankara, Konya, Sivas, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Adıyaman, Maraş, Gümüşhane, Bayburt, Aksaray, Karaman, Burdur, Isparta ve Çankırı’da yaşamış veya yaşamaktadır.
Eşkenaz Yahudileri: Orta ve Doğu Avrupa kökenli Yahudilerdir. 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı ve Türkiye’ye göç etmişlerdir. Eşkenaz Yahudileri, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, özellikle de İstanbul, İzmir, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Manisa, Aydın, Denizli, Muğla, Antalya, Mersin, Adana, Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş, Samsun, Trabzon, Giresun, Ordu, Rize, Artvin, Erzurum, Erzincan, Kars, Van, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Iğdır, Tunceli, Elazığ, Bingöl, Kütahya, Eskişehir, Afyon, Uşak, Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat, Kayseri, Nevşehir, Niğde, Kırşehir, Kırıkkale, Kastamonu, Sinop, Zonguldak, Karabük, Bartın, Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, Bilecik, Yalova, Çankırı, Ankara, Konya, Sivas, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Adıyaman, Maraş, Gümüşhane, Bayburt, Aksaray, Karaman, Burdur, Isparta ve Çankırı’da yaşamış veya yaşamaktadır.
Alevî Yahudiler: Alevîlik ile Yahudilik arasında bir bağlantı olduğuna inanan Yahudilerdir. Bazıları, Alevîliğin Yahudilikten türediğini veya Yahudilik ile ortak kökenlere sahip olduğunu savunur. Alevî Yahudiler, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, özellikle de İstanbul, İzmir, Bursa, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Manisa, Aydın, Denizli, Muğla, Antalya, Mersin, Adana, Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş, Samsun, Trabzon, Giresun, Ordu, Rize, Artvin, Erzurum, Erzincan, Kars, Van, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Iğdır, Tunceli, Elazığ, Bingöl, Kütahya, Eskişehir, Afyon, Uşak, Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat, Kayseri, Nevşehir, Niğde, Kırşehir, Kırıkkale, Kastamonu, Sinop, Zonguldak, Karabük, Bartın, Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, Bilecik, Yalova, Çankırı, Ankara, Konya, Sivas, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Adıyaman, Maraş, Gümüşhane, Bayburt, Aksaray, Karaman, Burdur, Isparta ve Çankırı’da yaşamış veya yaşamaktadır.
Kürt Yahudiler: Kürtçe konuşan Yahudilerdir. Kürt Yahudileri, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde, özellikle de Van, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Iğdır, Tunceli, Elazığ, Bingöl, Kars, Erzurum, Erzincan, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Adıyaman, Maraş, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adana, Mersin, Hatay, Antalya, Muğla, VS..
@@@@@@@@@@
Türkiye’de Musevîler hakkında daha fazla bilgi almak istiyorum.
Türkiye’de Musevîler, Yahudilik dinine mensup olan veya Yahudi kökenli olan kişilerdir. Türkiye’de Musevîlerin tarihi, kültürü, eğitimi, dini yaşamı ve toplumsal konumu hakkında çeşitli kaynaklar bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Türkiye Hahambaşılığı: Türkiye sınırları içinde yaşayan Sefarad ve Aşkenaz Musevîlerinin dinî önderi Hahambaşı’nın yönettiği kurumdur. Merkezi Beyoğlu, İstanbul’da bulunmaktadır. Türkiye Hahambaşılığı’nın resmî sitesinde Türkiye’deki Musevî cemaatinin tarihçesi, kurumları, sinagogları, eğitim kurumları, sosyal faaliyetleri, yayınları ve haberleri hakkında bilgi edinebilirsiniz.
Türkiye’deki Musevîler: Bu makalede, Türkiye’deki Musevîlerin tarihi, dini, kültürel ve toplumsal durumu hakkında genel bir bakış sunulmaktadır. Makalede, Musevîlerin Filistin’den göç etmeleri, İslam devletlerinde yaşamaları, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde karşılaştıkları sorunlar ve çözümler, Musevîlerin katkıları ve Türkiye’deki Musevî cemaatinin bugünkü durumu anlatılmaktadır.
Türkiye’de kaç adet azınlık lisesi var? Ermeniler, Musevîler ve diğerleri: Bu haberde, Türkiye’de Ermeni, Rum ve Musevî azınlıklara ait liselerin sayısı, konumu, öğrenci sayısı, eğitim dili, mezunları ve sorunları hakkında bilgi verilmektedir. Haberde, Türkiye’de Musevîlerin bir adet lisesi olduğu, bu lisenin İstanbul’da bulunduğu, öğrenci sayısının 400 civarında olduğu, eğitim dilinin Türkçe ve İbranice olduğu, mezunlarının çoğunun yurt dışında üniversite okuduğu ve lisenin maddi sıkıntılar yaşadığı belirtilmektedir. https://www.gazeteilksayfa.com/turkiyede-kac-adet-azinlik-lise-bulunuyor-iste-o-liseler-186015h.htm
@@@@@@@@@@@
Türkiye’deki Musevîlerin sayısı nedir?
Türkiye’deki Musevîlerin sayısı hakkında kesin bir bilgi yoktur, ancak çeşitli kaynaklara göre 20 bin ila 25 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir.
Türkiye’deki Musevîlerin büyük çoğunluğu İstanbul’da yaşamaktadır
-Dışişleri: Azınlık sayısı 89 bin – Güncel Haberler – Milliyet :
@@@@@@@@@@@
Türkiye’de Yahudilik nasıl yayıldı?
Türkiye’de Yahudilik, Anadolu’da en az MÖ beşinci yüzyıldan beri var olan bir dindir. Yahudilik, tarihte çeşitli dönemlerde farklı bölgelerden gelen Yahudi göçmenler tarafından Anadolu’ya taşınmıştır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
İspanya ve Portekiz Yahudileri: 15. yüzyılın sonunda, İspanya ve Portekiz’de Yahudilere karşı yapılan zulüm ve kovulma nedeniyle, yaklaşık 150 bin Yahudi Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmıştır. Osmanlı padişahı II. Bayezid, Yahudilere hoşgörü ve koruma sağlamıştır. Yahudiler, Osmanlı topraklarında özellikle İstanbul, İzmir, Bursa, Edirne, Manisa, Aydın, Denizli, Antalya, Adana, Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş, Samsun, Trabzon, Erzurum, Van, Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Siirt gibi şehirlerde yaşamış ve ticaret, tıp, sanat, eğitim gibi alanlarda katkıda bulunmuşlardır. Yahudiler, kendi dilleri olan Yahudi İspanyolcasını (Ladino) konuşmuş ve kendi kültürlerini korumuşlardır. Bu Yahudiler, Sefarad Yahudileri olarak bilinirler.
Orta ve Doğu Avrupa Yahudileri: 19. ve 20. yüzyıllarda, Orta ve Doğu Avrupa’da yaşayan Yahudiler, çeşitli nedenlerle (savaş, yoksulluk, antisemitizm, siyonizm) Osmanlı ve Türkiye’ye göç etmişlerdir. Bu Yahudiler, Almanca, Lehçe, Rusça, Macarca gibi dilleri konuşmuş ve Aşkenaz Yahudileri olarak adlandırılmışlardır. Aşkenaz Yahudileri, Türkiye’de özellikle İstanbul, İzmir, Bursa, Edirne, Çanakkale, Balıkesir, Ankara, Konya, Sivas, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Adıyaman, Maraş, Erzurum, Erzincan, Kars, Van, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Iğdır, Tunceli, Elazığ, Bingöl, Kütahya, Eskişehir, Afyon, Uşak, Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat, Kayseri, Nevşehir, Niğde, Kırşehir, Kırıkkale, Kastamonu, Sinop, Zonguldak, Karabük, Bartın, Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, Bilecik, Yalova, Çankırı gibi şehirlerde yaşamış ve çeşitli mesleklerde çalışmışlardır.
Kürt Yahudileri: Kürt Yahudileri, Kürtçe konuşan ve Kürt kültürüne sahip olan Yahudilerdir. Kürt Yahudileri, tarihte çeşitli zamanlarda Anadolu’ya gelmişlerdir. Bazıları, MÖ 8. yüzyılda Asur kralı II. Tiglat-Pileser tarafından İsrail Krallığı’ndan sürülen Yahudilerin soyundan geldiklerine inanırlar. Bazıları ise, 16. yüzyılda Safevi hükümdarı I. Abbas tarafından İran’dan sürülen Yahudilerin torunlarıdırlar. Kürt Yahudileri, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde, özellikle Van, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Iğdır, Tunceli, Elazığ, Bingöl, Kars, Erzurum, Erzincan, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Adıyaman, Maraş, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adana, Mersin, Hatay, Antalya, Muğla, Denizli, Aydın, Manisa, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ, Edirne, İstanbul gibi şehirlerde yaşamışlardır. 1948-1951 yılları arasında, çoğu İsrail’e göç etmiştir.
Umarım bu bilgiler, Türkiye’de Yahudilik nasıl yayıldı sorusuna cevap vermenize yardımcı olmuştur. Başka bir sorunuz veya isteğiniz varsa, lütfen bana bildirin. ?
: Türkiye’de Yahudilik – : Yahudi tarihi: Nereden geldiler nasıl yayıldılar? – Memleket 2: Türkiye’de Yahudilik –
@@@@@@@@@@@@
Türkiye’de Musevî cemaati nasıl örgütlenmiştir?
Türkiye’de Musevî cemaati, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Musevîlik dinine mensup olan yaklaşık 20 bin ila 25 bin kişiden oluşmaktadır. Türkiye’de Musevî cemaatinin resmî temsilcisi Türkiye Hahambaşılığı’dır. Türkiye Hahambaşılığı, Türkiye sınırları içinde yaşayan Sefarad ve Aşkenaz Musevîlerinin dinî önderi Hahambaşı’nın yönettiği bir kurumdur. Türkiye Hahambaşılığı, Musevî cemaatinin tarihî, kültürel, eğitim, sosyal ve dini faaliyetlerini yürütmektedir. Türkiye Hahambaşılığı’nın merkezi Beyoğlu, İstanbul’da bulunmaktadır.
Türkiye’de Musevî cemaati, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Lozan Antlaşması’na göre azınlık statüsüne sahiptir. Türkiye’de Musevî cemaati, kendi dini kurumlarını, eğitim kurumlarını, vakıflarını, derneklerini, gazetelerini, radyolarını, müzelerini ve sinagoglarını kurma ve işletme hakkına sahiptir. Türkiye’de Musevî cemaati, kendi dini bayramlarını, geleneklerini, kültürlerini ve dillerini yaşatmaktadır. Türkiye’de Musevî cemaati, Türk toplumuyla uyumlu ve barışçıl bir şekilde yaşamaktadır.
Türkiye’de Musevî cemaati, çeşitli alt gruplara ayrılmaktadır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
Sefarad Yahudileri: 15. yüzyılda İspanya ve Portekiz’den kovulan veya zorla Hristiyanlaştırılan Yahudilerdir. Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan bu Yahudiler, Türkiye’de en kalabalık Musevî grubunu oluşturmaktadır. Sefarad Yahudileri, kendi dilleri olan Yahudi İspanyolcasını (Ladino) konuşmaktadır.
Aşkenaz Yahudileri: Orta ve Doğu Avrupa kökenli Yahudilerdir. 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı ve Türkiye’ye göç etmişlerdir. Aşkenaz Yahudileri, Almanca, Lehçe, Rusça, Macarca gibi dilleri konuşmaktadır.
@@@@@@@@@@
Türkiye’de bulunan Kripto sabataistler?
Kripto sabataistler, gizlice Sabataycılık uygulayan fakat topluma karşı farklı bir dini uyguluyormuş gibi görünen Yahudilerdir. Sabataycılık, 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıkan ve Sabatay Sevi’yi Mesih olarak kabul eden bir Yahudi mezhebidir. Sabatay Sevi, 1666’da zorla Müslüman olmuş, ancak bazı takipçileri onun gizli bir Yahudi olduğuna inanmıştır. Sabataycılar, dıştan Müslüman, içten Yahudi olarak yaşamış ve bazı Yahudi geleneklerini sürdürmüştür.
@@@@@@@@@
Sabataycılığın tarihi nedir?
Sabataycılığın tarihi, 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayan ve günümüze kadar devam eden bir dini harekettir. Sabataycılığın kurucusu, İzmirli Yahudi haham ve kabbalist Sabatay Sevi’dir. Sabatay Sevi, 1648 yılında Yahudi Mesih olduğunu ilan etmiş ve dünyadaki tüm Yahudiler arasında büyük bir yankı uyandırmıştır. Ancak 1666 yılında, Sultan IV. Mehmed tarafından ölüm cezasına çarptırılınca, zorla Müslüman olmuştur. Bu olay, Sabataycılık hareketinde bir bölünmeye yol açmıştır. Bazı takipçileri, Sabatay Sevi’nin gizli bir Yahudi olduğuna ve dönüşümünün kabbalistik bir anlamı olduğuna inanmıştır. Bu takipçiler, dıştan Müslüman, içten Yahudi olarak yaşamaya başlamış ve kripto Yahudiler veya dönmeler olarak adlandırılmıştır. Bazı takipçileri ise, Sabatay Sevi’nin sahte bir Mesih olduğunu kabul etmiş ve Yahudiliğe geri dönmüştür.
Sabataycılık hareketi, tarihte çeşitli kollara ayrılmıştır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
İzmirli: Sabatay Sevi’nin orijinal öğretilerine bağlı kalan ve onun ölümünden sonra liderliği devralan Nathan of Gaza’nın takipçileridir. İzmirli kolunun diğer kollarından ayrıldığı ilk bölünmedir.
Jakubi: Sabatay Sevi’nin son karısının erkek kardeşi Jacob Querido’nun kurduğu koldur. Querido, Sabatay Sevi’nin reenkarne olduğunu ve başlı başına bir Mesih olduğunu iddia etmiştir. Jakubi kolunun İzmirli’den ayrıldığı ikinci bölünmedir.
Karakashi/Konioso: Berekiah Russo’nun kurduğu koldur. Russo, Sabatay Sevi’nin ruhunu miras aldığını ve bir sonraki gerçek Mesih olduğunu iddia etmiştir. Russo’nun iddiaları sonradan kabul görmüş ve Sabataycılığın en kalabalık ve en katı kolu olan Karakashi (Türk) veya Konioso (Ladino) kolu doğmuştur. Karakashi/Konioso kolunun İzmirli’den ayrıldığı üçüncü bölünmedir.
Frankist: Jacob Frank’ın kurduğu koldur. Frank, Karakashi/Konioso misyonerleri tarafından öğretilen Sabataycılığı benimsemiş ve Russo’nun ruhunu miras aldığını iddia etmiştir. Frank, Doğu Avrupa’da dönmelerden farklı bir Sabataycı grup olan Frankist kolu yaratmıştır. Frankist kolunun Karakashi/Konioso’dan ayrıldığı dördüncü bölünmedir.
Lechli: Polonya kökenli Sabataycılardır. Selanik ve İstanbul’da sürgünde yaşamışlardır. Lechli kolunun Frankist’ten ayrıldığı beşinci bölünmedir.
@@@@@@@@@@
Sabetayistlerin Türkiye’deki etkisi nedir?
Sabetayistlerin Türkiye’deki etkisi, tarihsel, siyasi, ekonomik, kültürel ve medyatik açılardan değerlendirilebilir. Sabetayistler, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve gelişiminde önemli roller oynamış, çeşitli alanlarda katkıda bulunmuş, ancak aynı zamanda çeşitli komplolara ve suikastlara da karışmışlardır. Sabetayistlerin Türkiye’deki etkisi hakkında şu bilgiler verilebilir:
Tarihsel etki: Sabetayistler, 17. yüzyılda Sabatay Sevi’nin mesihliğine inanan ve zorla Müslüman olan Yahudilerin torunlarıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda dışarıdan Müslüman, içeriden Yahudi olarak yaşamış ve gizli bir cemaat oluşturmuşlardır. Sabetayistler, Osmanlı toplumunda çeşitli mesleklerde çalışmış, ticaret, tıp, sanat, eğitim gibi alanlarda başarı göstermiş, Osmanlı modernleşmesine ve Batılılaşmasına katkıda bulunmuşlardır. Sabetayistler, aynı zamanda Jön Türk hareketinin, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun önde gelen aktörleri arasında yer almışlardır.
Siyasi etki: Sabetayistler, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi hayatında da etkili olmuşlardır. Sabetayistler, hem Cumhuriyet Halk Partisi’nde hem de Demokrat Parti’de önemli mevkiler işgal etmiş, Atatürk’ün yakın çevresinde ve İnönü’nün kabinesinde yer almışlardır. Sabetayistler, ayrıca 1926’da İzmir Suikasti’ne, 1955’te 6-7 Eylül Olayları’na, 1960’ta 27 Mayıs Darbesi’ne, 1971’de 12 Mart Muhtırası’na, 1980’de 12 Eylül Darbesi’ne ve 1997’de 28 Şubat Süreci’ne karıştığı iddia edilmiştir. Sabetayistler, Türkiye’nin NATO’ya girmesini, Kıbrıs Barış Harekatı’nı, Avrupa Birliği’ne yakınlaşmayı ve Kürt sorununun çözümünü desteklemiştir. Sabetayistler, Türkiye’nin siyasi tarihinde hem reformcu hem de darbeci olarak rol oynamışlardır.
Ekonomik etki: Sabetayistler, Türkiye’nin ekonomik hayatında da etkili olmuşlardır. Sabetayistler, Osmanlı İmparatorluğu’nda ticaretle uğraşmış, bankacılık, sigortacılık, sanayi, madencilik, inşaat, ulaşım, turizm, medya gibi sektörlerde yatırım yapmış, holdingler, şirketler, vakıflar kurmuşlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına, sanayileşmesine, ihracatına, dış ticaretine, serbest piyasa ekonomisine katkıda bulunmuşlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin en zengin ve en güçlü iş adamları, sanayicileri, bankacıları, patronları arasında yer almışlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin ekonomik tarihinde hem girişimci hem de sömürücü olarak rol oynamışlardır.
Kültürel etki: Sabetayistler, Türkiye’nin kültürel hayatında da etkili olmuşlardır. Sabetayistler, Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim, sanat, edebiyat, müzik, tiyatro, sinema, resim, heykel, mimari gibi alanlarda faaliyet göstermiş, eserler vermiş, ödüller kazanmışlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin kültürel gelişmesine, sanatsal yaratıcılığına, entelektüel zenginliğine katkıda bulunmuşlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin en ünlü ve en başarılı yazarları, şairleri, sanatçıları, akademisyenleri, bilim insanları, gazetecileri, yorumcuları, eleştirmenleri arasında yer almışlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin kültürel tarihinde hem aydınlatıcı hem de yozlaştırıcı olarak rol oynamışlardır.
Medyatik etki: Sabetayistler, Türkiye’nin medyatik hayatında da etkili olmuşlardır. Sabetayistler, Türkiye’de gazete, dergi, radyo, televizyon, internet gibi medya organlarını kurmuş, yönetmiş, çalışmış, yatırım yapmışlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin medya sektörüne, haber akışına, kamuoyu oluşumuna, gündem belirlemeye, siyasi ve sosyal meselelere yön vermeye katkıda bulunmuşlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin en tanınmış ve en etkili medya patronları, yöneticileri, editörleri, muhabirleri, yazarları, sunucuları, spikerleri, oyuncuları, yönetmenleri, yapımcıları arasında yer almışlardır. Sabetayistler, Türkiye’nin medyatik tarihinde hem bilgilendirici hem de manipülatif olarak rol oynamışlardır.
Batıda ve Avrupa da görülen medeniyet dışı davranışlar.
Batıda ve Avrupa’da görülen medeniyet dışı davranışlar, farklı kültürler, değerler ve inançlar arasında çatışma, anlaşmazlık ve önyargı kaynağı olabilir. Medeniyet, bir toplumun şehir hayatında geliştirdiği sosyal, siyasal, entelektüel, kurumsal, teknik ve ekonomik birikim, düzey ve fırsatları ifade eder. Ancak medeniyetin sadece maddi ve teknik yönleriyle ölçülmesi, onun manevi ve ahlaki boyutlarını ihmal etmek anlamına gelir. Batı medeniyeti, Avrupa ve Kuzey Amerika’da ortaya çıkan ve Hristiyanlık, Antik Yunan ve Roma kültürleri, Rönesans, Aydınlanma, Sanayi Devrimi ve Demokrasi gibi etkenlerle şekillenen bir medeniyettir. Batı medeniyeti, diğer medeniyetlere göre bilim, teknoloji, sanat, hukuk, ekonomi ve siyaset alanlarında büyük bir ilerleme kaydetmiştir. Ancak bu ilerlemenin yanında, Batı medeniyeti de bazı sorunlarla karşı karşıyadır. Örneğin, Batı medeniyeti, ahlaki değerlerin erozyonu, bireyselcilik, tüketimcilik, çevre kirliliği, eşitsizlik, adaletsizlik, yabancılaşma, şiddet, ırkçılık, ayrımcılık, terörizm, savaş, göç, kültürel çeşitlilik, kimlik bunalımı, sekülerizm, laiklik, din ve devlet ilişkisi, insan hakları, demokrasi, insanlık onuru, özgürlük, sorumluluk, mutluluk gibi konularda çeşitli tartışma ve çatışmalar yaşamaktadır. Bu konular, Batı medeniyetinin kendi içinde ve diğer medeniyetlerle ilişkilerinde önemli zorluklar ve fırsatlar doğurmaktadır. Batı medeniyetinin medeniyet dışı davranışlar sergilemesinin nedenleri arasında, Batı’nın kendi medeniyetini evrensel ve üstün görme eğilimi, diğer medeniyetleri tanıma ve anlama çabasından yoksun olması, medeniyetler arası diyalog ve işbirliğine kapalı olması, medeniyetlerin çatışması tezini benimsemesi, küreselleşme sürecinde diğer medeniyetleri asimile etmeye çalışması, medeniyetlerin ortak değerlerini ve çıkarlarını göz ardı etmesi, medeniyetlerin farklılıklarını tehdit olarak algılaması, medeniyetlerin ortak sorunlarına çözüm üretmekte yetersiz kalması sayılabilir. Batı medeniyetinin medeniyet dışı davranışlarını önlemek ve medeniyetler arasında barış, uyum ve işbirliği sağlamak için, Batı’nın kendi medeniyetini eleştirel bir bakışla değerlendirmesi, diğer medeniyetlere saygı duyması, medeniyetler arası diyalog ve işbirliğine açık olması, medeniyetlerin çatışması tezini reddederek medeniyetlerin işbirliği tezini benimsemesi, küreselleşme sürecinde diğer medeniyetlerin kültürel çeşitliliğini koruması, medeniyetlerin ortak değerlerini ve çıkarlarını gözetmesi, medeniyetlerin farklılıklarını zenginlik olarak kabul etmesi, medeniyetlerin ortak sorunlarına çözüm üretmekte etkin rol oynaması gerekmektedir.
@@@@@@@@@
Akifin şiirlerinde batı medeniyeti.
Akif’in şiirlerinde Batı medeniyetine yönelik eleştirilerini görebiliriz. Örneğin:
İstiklal Marşı: Akif’in en meşhur şiiri olan İstiklal Marşı, Batı’nın Osmanlı’ya karşı yürüttüğü işgal ve bölme planlarına karşı bir başkaldırıdır. Akif, Batı’nın medeniyet maskesinin altında yatan vahşetini şu mısra ile ifade etmiştir: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar”.
Bülbül: Akif’in Safahat’ın ilk kitabında yer alan bu şiirinde, Batı’nın Doğu’yu sömürmek için kullandığı misyonerlik faaliyetlerine dikkat çekmiştir. Akif, Batı’nın Doğu’yu kendi kültürüne uydurmak istediğini şu mısralarla anlatmıştır: “Bir de şu var: Hıristiyanlık, Müslümanlığı boğacak / Bütün Doğu’yu Hıristiyan yapacakmış, öyle mi? / Bu da güzel!.. Bu da güzel!.. Bu da güzel!..”.
Süleymaniye Kürsüsünde: Akif’in Safahat’ın ikinci kitabında yer alan bu şiirinde, Batı’nın ilim ve teknikteki ilerlemesinin arkasında yatan sebepleri sorgulamıştır. Akif, Batı’nın ilim ve teknikteki ilerlemesinin, İslam’ın kaynaklarından aldığı ilhamla gerçekleştiğini şu mısralarla belirtmiştir: “Eyvah, eyvah, eyvah!.. Bu ilim, bu fen nereden çıktı? / Bu da mı sizin, bu da mı sizin, bu da mı sizin? /
@@@@@@@##
Bediüzzamanın Batı medeniyetine bakışı nedir?
Bediüzzamanın Batı medeniyetine bakışı, onun eserlerinde ve hayatında görülebilecek bir konudur. Bediüzzaman, Batı medeniyetini hem takdir etmiş hem de tenkit etmiştir. Ona göre, Batı medeniyetinin iki yönü vardır: Bir yönü bilim, teknoloji, sanat, hukuk, ekonomi ve siyaset alanlarında ilerlemiş olan medeni yüzü; diğer yönü ise emperyalist, ahlaksız ve erdemden yoksun olan vahşi yüzü. Bediüzzaman, Batı’nın medeni yüzünü takdir etmiş, ancak Batı’nın vahşi yüzünü de şiddetle reddetmiştir. Bediüzzaman, Batı medeniyetinin menşeini Eski Roma ve Yunan olarak iki deha olarak görmüş, ancak bu iki dehanın birbirleriyle uyum sağlayamadığını, Batı’nın kendi medeniyetini evrensel ve üstün görme eğiliminde olduğunu, diğer medeniyetleri tanıma ve anlama çabasından yoksun olduğunu, medeniyetler arası diyalog ve işbirliğine kapalı olduğunu, medeniyetlerin çatışması tezini benimsediğini, küreselleşme sürecinde diğer medeniyetleri asimile etmeye çalıştığını, medeniyetlerin ortak değerlerini ve çıkarlarını göz ardı ettiğini, medeniyetlerin farklılıklarını tehdit olarak algıladığını, medeniyetlerin ortak sorunlarına çözüm üretmekte yetersiz kaldığını belirtmiştir. Bediüzzaman, Batı medeniyetinin olumsuz yönlerini ve kültürel sapmalarını açıklayarak esaslarını ve usullerini tahlil etmeye, felsefi ve fikri dayanaklarını tenkit etmeye özen gösterir. Bediüzzaman, Batı medeniyetinin medeniyet dışı davranışlarını önlemek ve medeniyetler arasında barış, uyum ve işbirliği sağlamak için, Batı’nın kendi medeniyetini eleştirel bir bakışla değerlendirmesi, diğer medeniyetlere saygı duyması, medeniyetler arası diyalog ve işbirliğine açık olması, medeniyetlerin çatışması tezini reddederek medeniyetlerin işbirliği tezini benimsemesi, küreselleşme sürecinde diğer medeniyetlerin kültürel çeşitliliğini koruması, medeniyetlerin ortak değerlerini ve çıkarlarını gözetmesi, medeniyetlerin farklılıklarını zenginlik olarak kabul etmesi, medeniyetlerin ortak sorunlarına çözüm üretmekte etkin rol oynaması gerektiğini söylemiştir. Bediüzzaman, Batı medeniyetine bakışını, kendi eserlerinde ve hayatında göstermiştir. Örneğin, İstiklal Marşı’nda, Batı’nın medeniyet maskesinin altında yatan vahşetini “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” mısrasıyla ifade etmiştir. Bülbül şiirinde, Batı’nın Doğu’yu sömürmek için kullandığı misyonerlik faaliyetlerine dikkat çekmiştir. Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde, Batı’nın ilim ve teknikteki ilerlemesinin, İslam’ın kaynaklarından aldığı ilhamla gerçekleştiğini belirtmiştir. Ayrıca, Batı medeniyetinin mehasinlerini de takdir etmiş, özellikle Japonya’nın Batı’nın ilim ve sanatını alırken, kendi milli ve İslami değerlerini korumasını örnek göstermiştir. Bediüzzaman, Batı medeniyetine bakışını, hem adaletli hem de eleştirel bir şekilde ortaya koymuştur.
@@@@@@@@
Batı medeniyeti İslam medeniyetinden ne kadar etkilenmiştir?
Batı medeniyeti ve İslam medeniyeti arasında tarihsel, kültürel, dini, siyasi ve bilimsel olarak çok sayıda etkileşim ve alışveriş olmuştur. Bu etkileşimlerin boyutu, niteliği, zamanı ve sonuçları konusunda farklı görüşler ve değerlendirmeler mevcuttur. Bu nedenle, bu soruya verilecek bir cevap, hem objektif verilere hem de subjektif yorumlara dayanacaktır.
Genel olarak, Batı medeniyeti İslam medeniyetinden özellikle Orta Çağ’da ve Rönesans’tan sonra bilim, felsefe, edebiyat, sanat, mimari, tıp, matematik, astronomi, coğrafya, kimya, fizik, müzik gibi alanlarda önemli ölçüde etkilenmiştir. İslam medeniyeti, Antik Yunan, Roma, Hint ve Çin medeniyetlerinden aldığı bilgi ve kültürü geliştirerek, kendi özgün eserlerini ortaya koymuş ve bunları hem kendi içinde hem de komşu medeniyetlerle paylaşmıştır. İslam medeniyeti, aynı zamanda, Avrupa’nın karanlık çağlar olarak adlandırılan döneminde, bilimsel ve kültürel bir aydınlanma sağlamış ve Avrupa’nın yeniden doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Batı medeniyeti İslam medeniyetinden etkilenirken, aynı zamanda ona karşı da bir takım tutum ve davranışlar geliştirmiştir. Batı medeniyeti, İslam medeniyetinin siyasi ve askeri gücünden, geniş coğrafyasından, zengin kaynaklarından, dinamik ve çeşitli nüfusundan, kültürel ve dini kimliğinden hem hayranlık duymuş hem de korkmuş ve çekinmiştir. Batı medeniyeti, İslam medeniyetini hem örnek almak hem de onunla rekabet etmek istemiştir. Batı medeniyeti, İslam medeniyetini hem tanımak hem de onu değiştirmek veya yok etmek istemiştir. Batı medeniyeti, İslam medeniyetini hem kendine yakın hem de kendinden uzak görmüştür.
Bu çelişkili tutum ve davranışlar, Batı medeniyeti ile İslam medeniyeti arasındaki ilişkilerin zaman zaman iş birliği, diyalog, hoşgörü, saygı, barış ve uyum; zaman zaman da çatışma, düşmanlık, şiddet, savaş ve kutuplaşma şeklinde seyretmesine neden olmuştur. Bu ilişkilerin günümüzde de devam ettiği ve gelecekte de etkileyeceği söylenebilir. Bu nedenle, Batı medeniyeti ile İslam medeniyeti arasındaki etkileşimin ne kadar olduğu sorusundan ziyade, bu etkileşimin nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiği sorularının daha önemli olduğu düşünülebilir.
@@@@@@@@@
Endülüs Emevî devletinin maddi ve manevi gelişimi ve dünyaya etkisi ne olmuştur?
Endülüs Emevî devleti, İslam medeniyetinin en parlak dönemlerinden birini yaşamış ve dünyaya maddi ve manevi açıdan büyük katkılarda bulunmuştur. Endülüs Emevî devletinin maddi ve manevi gelişimi ve dünyaya etkisi şöyle özetlenebilir:
Endülüs Emevî devleti, 756 yılında Abdurrahman tarafından kurulmuş ve yaklaşık 300 yıl boyunca hüküm sürmüştür. 1 Devletin merkezi Kurtuba olmuş ve bu şehir, İslam ve Batı medeniyetlerinin buluşma noktası haline gelmiştir.
Endülüs Emevî devleti, ilim, felsefe, edebiyat, sanat, mimari, tıp, matematik, astronomi, coğrafya, kimya, fizik, müzik gibi alanlarda önemli gelişmeler ve katkılar sağlamıştır. Endülüs’te eğitime büyük önem verilmiş, okuma yazma bilmeyen çok az olmuş, cami, medrese ve küttaplar eğitim kurumları olarak kullanılmıştır. Endülüs’te kurulan kütüphaneler, dünyanın en zengin kütüphaneleri arasında yer almıştır.
Endülüs Emevi devleti, ilim ve kültür alanındaki başarılarını mimari eserlerine de yansıtmıştır. Kurtuba Ulu Cami, Medinetü’z-Zehra Camii, Caferiye (Saragossa) ve el-Hamra Sarayı gibi yapılar, Endülüs Emevî devletinin mimari anlayışını ve zevkini göstermektedir.
Endülüs Emevî devleti, İslam medeniyetinin diğer devletleriyle de etkileşim içinde olmuş, bilgi ve kültür alışverişinde bulunmuştur. Endülüs Emevî devleti, aynı zamanda Batı medeniyetine de büyük etki etmiştir. Avrupa’nın karanlık çağlar olarak adlandırılan döneminde, Endülüs Emevî devleti, Avrupa’ya bilimsel ve kültürel bir aydınlanma sağlamış ve Avrupa’nın yeniden doğuşuna zemin hazırlamıştır. Batılılar, ilk defa Aristoteles ve Platon gibi filozofları Müslüman bilginlerden öğrenmişlerdir.
Endülüs Emevî devleti, farklı dil, din ve ırkların mevcut olduğu yarımadada hoşgörüyü hâkim kılmaya özen göstermiş, bunun yanında şehirler inşa ederek medeniyetin maddi yüzünü insanlığa en güzel şekilde sunmaya çalışmıştır.
@@@@@@@@@
Müslüman bilim öncüleri kimlerdir ve bilime katkıları nelerdir?
Müslüman bilim öncüleri ve bilime katkıları hakkında size biraz bilgi vermek isterim. Müslümanlar, İslam’ın ilk yüzyıllarından itibaren ilim ve medeniyet alanında büyük bir gelişme göstermişlerdir. Hem İslam’ın kendine özgü ilim dallarında hem de evrensel bilim dallarında birçok eser ortaya koymuşlardır. İşte bunlardan bazıları:
Cabir b. Hayyan: Kimya ilminin kurucusu olarak kabul edilen Cabir b. Hayyan, 8. yüzyılda yaşamış bir Müslüman âlimdir. Kimyasal reaksiyonlar, asitler, bazlar, tuzlar, damıtma, kristalleştirme, süblimleşme, renk değişimi, metalürji, eczacılık gibi konularda birçok kitap yazmıştır. Ayrıca simya ile uğraşmış ve altın yapma denemeleri yapmıştır.
Ebû Bekir er-Razi: Tıp ilminin öncülerinden olan Ebû Bekir er-Razi, 9. ve 10. yüzyılda yaşamış bir Müslüman hekimdir. Tıbbın ilk ansiklopedisi sayılan el-Hâvî adlı eseri yazmıştır. Ayrıca çiçek ve suçiçeği hastalıklarını ilk kez tanımlamış, cerrahi müdahalelerde antiseptik yöntemler kullanmış, kimya ve felsefe alanında da çalışmalar yapmıştır.
Harezmi: Matematik, astronomi ve coğrafya ilimlerinde önemli katkıları olan Harezmi, 9. yüzyılda yaşamış bir Müslüman âlimdir. Cebir ilminin kurucusu olarak bilinir. Cebir ve denklem çözümü konusunda el-Kitâbü’l-muhtasar fî hesâbi’l-cebr ve’l-mukâbele adlı eseri yazmıştır. Ayrıca Hint-Arap sayı sisteminin yayılmasında rol oynamış, sıfırın kullanımını geliştirmiş, trigonometri ve geometri alanlarında çalışmalar yapmıştır.
İbn Heysem: Fizik, optik, astronomi ve matematik ilimlerinde çalışmalar yapan İbn Heysem, 10. ve 11. yüzyılda yaşamış bir Müslüman âlimdir. Optik ilminin babası olarak anılır. Işık, görme, yansıma, kırılma, mercek, ayna, gökkuşağı, kamera obskura gibi konularda birçok kitap yazmıştır. Ayrıca bilimsel yöntemin ilk savunucularından biri olarak kabul edilir.
Uluğ Bey: Astronomi, matematik ve coğrafya ilimlerinde çalışmalar yapan Uluğ Bey, 15. yüzyılda yaşamış bir Müslüman hükümdar ve âlimdir. Semerkant’ta büyük bir rasathane kurmuş ve burada yaptığı gözlemlerle bir yıldız kataloğu hazırlamıştır. Ayrıca trigonometrik fonksiyonların değerlerini hesaplamış, dünyanın çapını ve yörünge eğikliğini belirlemiş, takvim sistemini düzeltmiştir5.
Piri Reis: Coğrafya, haritacılık ve denizcilik ilimlerinde çalışmalar yapan Piri Reis, 15. ve 16. yüzyılda yaşamış bir Müslüman denizci ve âlimdir. Dünyanın en eski haritalarından biri olan Piri Reis Haritası’nı çizmiştir. Bu harita, Amerika kıtasının keşfinden kısa bir süre sonra yapılmış olması, Atlas Okyanusu’nu ve kıyı şeridini oldukça doğru bir şekilde göstermesi, Antarktika kıtasının varlığına işaret etmesi gibi özellikleriyle dikkat çekmektedir. Ayrıca Kitab-ı Bahriye adlı denizcilik eseri yazmıştır.
Bu isimler, Müslüman bilim öncülerinin sadece birkaçıdır. Daha birçok Müslüman âlim, bilim ve medeniyetin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Onların eserleri, hem İslam dünyasında hem de Batı dünyasında ilim ve kültürün yayılmasına vesile olmuştur. Onlara minnettarız ve saygı duyuyoruz.
@@@@@@@@@
Hangi diğer Müslüman bilim adamları var?
Müslüman bilim adamları arasında başka birçok isim vardır. Örneğin:
İbn Haldun
İbn Haldun: 14. yüzyılda yaşamış bir Müslüman tarihçi, sosyolog ve filozoftur. Tarih, toplum ve medeniyet kuramları geliştirmiş, tarihsel olayları sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel faktörlerle açıklamaya çalışmıştır. Mukaddime adlı eseri, sosyolojinin ilk örneklerinden biri olarak kabul edilir.
İbn Nefis
İbn Nefis: 13. yüzyılda yaşamış bir Müslüman hekim ve anatomisttir. Kalp ve dolaşım sistemi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Küçük kan dolaşımını ilk kez tanımlamış, akciğerlerin yapısı ve işlevi hakkında bilgiler vermiştir. Şifa’ül-Kulûb adlı eseri, kardiyolojinin ilk kitabı olarak kabul edilir.
İbn Battuta
İbn Battuta: 14. yüzyılda yaşamış bir Müslüman gezgin ve yazardır. Hayatı boyunca üç kıtada 120.000 km’yi aşkın bir mesafe kat etmiş, birçok ülke ve şehri ziyaret etmiştir. Seyahatleri sırasında gördüğü yerler, insanlar, kültürler, dinler, siyasetler hakkında ayrıntılı notlar almıştır. Rihletü İbn Battuta adlı eseri, dünya tarihinin en önemli seyahatnamelerinden biridir.
@@@@@@@@@
İslama büyük hizmet etmiş din adamları kimlerdir ve ne gibi katkıları olmuştur?
İslama büyük hizmet etmiş din adamları ve ne gibi katkıları olmuştur sorunuza cevap vermek için size birkaç örnek verebilirim. Bu örnekler, İslam alimlerinin sayısız ve değerli hizmetlerinin sadece bir kısmını yansıtmaktadır.
İmam-ı Azam Ebu Hanife: 80/699-150/767 yılları arasında yaşamış, Hanefi mezhebinin kurucusu ve fıkıh ilminin öncüsü olan büyük bir İslam âlimidir. Fıkıh usulü, akaid, kelam, tefsir, hadis, siyer, nahiv gibi ilim dallarında eserler vermiştir. İslam hukukunun temel kaynaklarını ve metodolojisini belirlemiş, fıkıh ilminin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca İslam ahlakı ve tasavvufu konusunda da örnek bir şahsiyete sahip olmuştur.
İmam-ı Şafii: 150/767-204/820 yılları arasında yaşamış, Şafii mezhebinin kurucusu ve fıkıh ilminin büyük ustalarından biri olan İslam âlimidir. Fıkıh usulü, akaid, kelam, tefsir, hadis, siyer, nahiv, edebiyat gibi ilim dallarında eserler vermiştir. Fıkıh ilminin sistemleştirilmesinde ve usulünün belirlenmesinde önemli rol oynamış, fıkıh mezhepleri arasında birlik ve uyum sağlamaya çalışmıştır. Ayrıca İslam ahlakı ve tasavvufu konusunda da örnek bir şahsiyete sahip olmuştur.
İmam-ı Gazali: 450/1058-505/1111 yılları arasında yaşamış, İslam düşünce tarihinin en büyük isimlerinden biri olan İslam âlimidir. Fıkıh, kelam, tefsir, hadis, mantık, felsefe, ahlak, tasavvuf gibi ilim dallarında eserler vermiştir. İslam düşüncesinin yenilenmesinde ve felsefi akımlarla mücadele edilmesinde büyük katkıları olmuştur. İslam ahlakı ve tasavvufunun en önemli eserlerinden biri olan İhya-u Ulumiddin’i yazmıştır.
İbn-i Sina: 370/980-428/1037 yılları arasında yaşamış, İslam medeniyetinin en büyük bilginlerinden biri olan İslam âlimidir. Tıp, felsefe, mantık, matematik, astronomi, fizik, kimya, metafizik, psikoloji, siyaset, edebiyat gibi ilim dallarında eserler vermiştir. Tıp ilminin babası olarak anılmış, tıp tarihinin en önemli eserlerinden biri olan el-Kanun fi’t-Tıb’ı yazmıştır. Felsefe ilminde de büyük katkıları olmuş, Aristoteles’in eserlerini yorumlamış ve geliştirmiştir.
@@@@@@@@@@@
Başka hangi İslam alimleri var?
İslam alimleri çok sayıda ve çeşitlidir. İslam dünyasında ilim ve medeniyetin gelişmesine katkıda bulunan birçok isim vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
İbn Hacer el-Askalani: 15. yüzyılda yaşamış bir Müslüman hadis âlimidir. Hadis ilminin en büyük eserlerinden biri olan Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari’yi yazmıştır. Bu eser, Buhari’nin hadis kitabının en kapsamlı ve en güvenilir şerhidir. Ayrıca hadis usulü, tarih, biyografi, kelam, fıkıh gibi ilim dallarında da çalışmalar yapmıştır.
İbn Hümam: 15. yüzyılda yaşamış bir Müslüman fıkıh âlimidir. Hanefi mezhebinin en büyük fıkıh kitaplarından biri olan Fethu’l-Kadir’i yazmıştır. Bu eser, Kâsânî’nin Bedâiu’s-Sanâi’ adlı kitabının şerhi olup, Hanefi fıkhının bütün konularını detaylı bir şekilde ele almaktadır. Ayrıca usul-i fıkıh, kelam, mantık, tefsir, hadis gibi ilim dallarında da eserler vermiştir.
İbn Kesir: 14. yüzyılda yaşamış bir Müslüman tefsir ve tarih âlimidir. Kur’an’ın en meşhur tefsirlerinden biri olan Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim’i yazmıştır. Bu eser, Kur’an ayetlerini hadis, siyer, tabiin, sahabe ve selef sözleriyle açıklamaktadır. Ayrıca İslam tarihinin en önemli kaynaklarından biri olan el-Bidaye ve’n-Nihaye adlı tarih kitabını yazmıştır.
İbn Haldun: 14. yüzyılda yaşamış bir Müslüman tarihçi, sosyolog ve filozoftur. Tarih, toplum ve medeniyet kuramları geliştirmiş, tarihsel olayları sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel faktörlerle açıklamaya çalışmıştır. Mukaddime adlı eseri, sosyolojinin ilk örneklerinden biri olarak kabul edilir.
@@@@@@@@@
İbni Teymiyyenin ehli sünnet akidesinden ayrılan yönleri nelerdir?
İbni Teymiyye, Allah Teala’nın zatı, sıfatları ve fiilleri hakkında selef-i salihin görüşlerine uyduğunu iddia ederek, ayet ve hadisleri zahir anlamlarında anlamış ve te’vil etmemiştir. Bu yüzden Allah Teala’ya cisim, şekil, yön, yer, zaman gibi maddi ve mekansal nitelikler atfetmiş, onu insan suretinde tasavvur etmiştir. Bu da onu müşebbihe denilen bidat fırkasına yaklaştırmıştır.
İbni Teymiyye, Ehl-i sünnetin itikadi mezheplerine, özellikle de Eş’ariyye ve Maturidiyye’ye sert eleştiriler yönelterek, onları bidat ve dalalete düşmekle suçlamıştır. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur’an ve Sünnet’i yanlış anladıklarını, akıl ve kıyas gibi delillere dayanarak nakli tahrif ettiklerini, Ashab-ı kiramın bile bazı konularda yanıldıklarını iddia etmiştir. Böylece Ehl-i sünnetin itikadî icmasını reddetmiş ve kendi görüşlerini hakikat olarak sunmuştur.
İbni Teymiyye, tasavvufu ve tasavvuf büyüklerini inkar etmiş, onlara kâfir, müşrik, zındık gibi iftiralar atmıştır. Özellikle Muhyiddin-i Arabi, Sadreddin-i Konevi, Ömer bin Farid gibi İslam’ın göz bebeklerine dil uzatmış, onların eserlerini yırtıp yakmış, takipçilerini tekfir etmiştir. Tasavvufun asli kaynaklara dayandığını, İslam ahlakı ve maneviyatının temelini oluşturduğunu kabul etmemiş, tasavvufi terim ve kavramları yanlış yorumlamıştır.
Bu bilgiler, İbni Teymiyye’nin ehli sünnet akidesinden ayrılan yönlerinin sadece bir kısmını yansıtmaktadır. İbni Teymiyye’nin çalışmaları hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, size şu kaynakları tavsiye edebilirim:
İbn Teymiyye’nin İtikadî Görüşleri – İhsan Şenocak: Bu makale, İbn Teymiyye’nin itikadi görüşlerini tarihi ve ilmi bir perspektiften analiz eden akademik bir çalışmadır. İbn Teymiyye’nin Allah Teala’nın zatı, sıfatları ve fiilleri, peygamberlik, iman, küfür, bidat, taklit, icma, kader, meşreb, tasavvuf gibi konulardaki görüşlerini ele almaktadır. Bu makaleyi okuyarak İbn Teymiyye’nin itikadi görüşlerinin temelini ve kaynaklarını daha iyi anlayabilirsiniz.
İbni Teymiyye Ehli Sünnet Midir? – Dini Sualler: Bu yazı, İbn Teymiyye’nin ehli sünnet akidesinden sapmış olduğunu ortaya koyan dini bir metindir. İbn Teymiyye’nin Ehl-i sünnet âlimlerine, mezheplere, tasavvufa, Allah Teala’ya ve peygamberlere karşı tutumunu eleştirmektedir. Bu yazıyı okuyarak İbn Teymiyye’nin ehli sünnete karşı yaptığı haksızlıkları ve iftiraları daha iyi görebilirsiniz.
İBN TEYMİYYE, Takıyyüddin – TDV İslâm Ansiklopedisi: Bu madde, İbn Teymiyye’nin hayatı, eserleri, görüşleri ve etkileri hakkında genel bir bilgi veren ansiklopedik bir kaynaktır. İbn Teymiyye’nin ilmi ve fikri kişiliğini, yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal şartlarını, karşılaştığı sorunları ve tartışmaları, yazdığı kitapları ve makaleleri, etkilendiği ve etkilediği düşünürleri öğrenmek için bu maddeyi okuyabilirsiniz.
@@@@@@@@@
Şimdiye kadar kimler ibni Teymiyyenin takipçisi olmuş ve onun görüşlerini sürdürmektedir?
İbni Teymiyye’nin takipçileri arasında en önemli isim, onun fıkıh, akaid ve siyaset görüşlerini yaymaya çalışan ve Vehhabilik olarak bilinen akımın kurucusu olan Muhammed bin Abdülvehhâb ‘dır. Muhammed bin Abdülvehhâb, 18. yüzyılda Arabistan’da yaşamış bir Müslüman âlimdir. İbni Teymiyye’nin eserlerini okuyarak onun görüşlerinden etkilenmiş, tevhid, şirk, bidat, taklit, cihad, hilafet gibi konularda onun izinden gitmiştir. Ayrıca Suudi Arabistan’ın kurucusu olan Muhammed bin Suud ile ittifak kurarak siyasi bir güç haline gelmiştir.
İbni Teymiyye’nin takipçileri arasında bir diğer önemli isim, onun selefi akidesini benimseyen ve Selefiliği savunan Muhammed bin Salih el-Useymin ‘dir. Muhammed bin Salih el-Useymin, 20. yüzyılda Suudi Arabistan’da yaşamış bir Müslüman âlimdir. İbni Teymiyye’nin eserlerini okuyarak onun akide görüşlerine bağlı kalmış, Allah’ın zatı, sıfatları, fiilleri, isimleri, kader, iman, küfür, bidat, taklit, icma, mezhep, tasavvuf gibi konularda onun görüşlerini savunmuştur. Ayrıca çağdaş İslam düşüncesine ve siyasetine yönelik eleştiriler getirmiştir .
İbni Teymiyye’nin takipçileri arasında bir başka önemli isim, onun siyasi düşüncesini ve cihad anlayışını benimseyen ve radikal İslamcılığın öncülerinden olan Seyyid Kutub ‘dur. Seyyid Kutub, 20. yüzyılda Mısır’da yaşamış bir Müslüman yazar ve aktivisttir. İbni Teymiyye’nin eserlerini okuyarak onun siyasi görüşlerinden etkilenmiş, İslam devleti, hilafet, cihad, şeriat, tekfir, hakimiyet, nizam, tagut, cahiliye gibi konularda onun görüşlerini geliştirmiş ve yaymıştır. Ayrıca İslam dünyasındaki batılılaşma, laiklik, demokrasi, sosyalizm, kapitalizm gibi akımlara karşı çıkmış, İslam devrimi çağrısı yapmıştır .
Bu bilgiler, İbni Teymiyye’nin takipçilerinin sadece bir kısmını yansıtmaktadır. İbni Teymiyye’nin çalışmaları hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, size şu kaynakları tavsiye edebilirim:
İbn Teymiyye’nin İtikadî Görüşleri – İhsan Şenocak: Bu makale, İbni Teymiyye’nin itikadi görüşlerini tarihi ve ilmi bir perspektiften analiz eden akademik bir çalışmadır. İbni Teymiyye’nin Allah Teala’nın zatı, sıfatları ve fiilleri, peygamberlik, iman, küfür, bidat, taklit, icma, kader, meşreb, tasavvuf gibi konulardaki görüşlerini ele almaktadır. Bu makaleyi okuyarak İbni Teymiyye’nin itikadi görüşlerinin temelini ve kaynaklarını daha iyi anlayabilirsiniz.
İbni Teymiyye Ehli Sünnet Midir? – Dini Sualler: Bu yazı, İbni Teymiyye’nin ehli sünnet akidesinden sapmış olduğunu ortaya koyan dini bir metindir. İbni Teymiyye’nin Ehl-i sünnet âlimlerine, mezheplere, tasavvufa, Allah Teala’ya ve peygamberlere karşı tutumunu eleştirmektedir. Bu yazıyı okuyarak İbni Teymiyye’nin ehli sünnete karşı yaptığı haksızlıkları ve iftiraları daha iyi görebilirsiniz.
İBN TEYMİYYE, Takıyyüddin – TDV İslâm Ansiklopedisi: Bu madde, İbni Teymiyye’nin hayatı, eserleri, görüşleri ve etkileri hakkında genel bir bilgi veren ansiklopedik bir kaynaktır. İbni Teymiyye’nin ilmi ve fikri kişiliğini, yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal şartlarını, karşılaştığı sorunları ve tartışmaları, yazdığı kitapları ve makaleleri, etkilendiği ve etkilediği düşünürleri öğrenmek için bu maddeyi okuyabilirsiniz.
@@@@@@@@
Günümüzde İbni Teymiyyenin takipçileri arasında kimler vardır ve görüşleri nelerdir?
İbni Teymiyye’nin takipçileri arasında en tanınmış ve etkili olan grup, Vehhabilik olarak da bilinen Selefilik akımıdır. Selefiler, İbni Teymiyye’nin selef-i salihin görüşlerine uyduğunu iddia ederek, Kur’an ve Sünnet’i zahir anlamlarında anlamaya ve yaşamaya çalışırlar. Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleri, iman, küfür, bidat, taklit, icma, kader, mezhep, tasavvuf gibi konularda İbni Teymiyye’nin görüşlerini benimserler. Ayrıca İslam dünyasındaki batılılaşma, laiklik, demokrasi, sosyalizm, kapitalizm gibi akımlara karşı çıkarlar. Selefiler, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Cezayir, Fas, Pakistan, Hindistan, Malezya, Endonezya gibi ülkelerde yaygındır.
İbni Teymiyye’nin takipçileri arasında bir diğer önemli grup, radikal İslamcılık olarak da bilinen cihatçı akımıdır. Cihatçılar, İbni Teymiyye’nin siyasi düşüncesini ve cihad anlayışını benimseyerek, İslam devleti, hilafet, cihad, şeriat, tekfir, hakimiyet, nizam, tagut, cahiliye gibi konularda onun görüşlerini savunurlar. Ayrıca İslam dünyasındaki batılı müdahale, işgal, sömürü, baskı, zulüm gibi sorunlara karşı silahlı mücadele verirler. Cihatçılar, El-Kaide, Taliban, IŞİD, Boko Haram, El-Şebab, Ebu Seyyaf gibi örgütlerde örgütlenirler .
İbni Teymiyye’nin takipçileri arasında bir başka önemli grup, modernist İslamcılık olarak da bilinen reformist akımıdır. Reformistler, İbni Teymiyye’nin yenilikçi ve eleştirel yönünü öne çıkararak, İslam düşüncesinin yenilenmesine ve çağa uyum sağlamasına çalışırlar. Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleri, iman, küfür, bidat, taklit, icma, kader, mezhep, tasavvuf gibi konularda İbni Teymiyye’nin görüşlerini yorumlarlar. Ayrıca İslam dünyasındaki geri kalmışlık, cehalet, yozlaşma, bölünme gibi sorunlara karşı ilmi, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik reformlar önerirler. Reformistler, Türkiye, Mısır, Tunus, Fas, Malezya, Endonezya gibi ülkelerde etkilidir .
@@@@@@@@@
Dinde reform olmasını düşünen reformistler örnek olarak hangi konularda değişim iddiasında bulunurlar?
Dinde reform olmasını düşünen reformistler örnek olarak hangi konularda değişim iddiasında bulunurlar sorunuza cevap vermek için size şu bilgileri sunabilirim:
Dinde reform, bir şeye yeniden şekil vermek, yeni bir biçim vermek demektir. Bu ise, İslâm için söz konusu olamaz. İslâm’da reform isteyen bazı çevreler açıkça bu taleplerini belirttikleri halde, bazı İlahiyat Fakülteleri’nde müçtehid geçinen birtakım hocalar tecdid mefhumunun arkasına sığınmakta, fakat aslında reform yapmaya çalışmaktadırlar.
Dinde reform isteyenler, genellikle şu konularda değişim iddiasında bulunurlar:
Kur’an ve Sünnet’in çağa göre yorumlanması, tarihsel ve kültürel bağlamına göre anlaşılması, bazı ayet ve hadislerin neshedilmesi veya yeniden değerlendirilmesi.
İslam hukukunun kaynaklarının, usulünün, mezheplerinin ve uygulamalarının gözden geçirilmesi, kıyas, istihsan, icma, maslahat gibi delillerin reddedilmesi veya sınırlanması, fıkıh usulünün mantık ve felsefeye dayandırılması, fıkıh mezheplerinin birleştirilmesi veya terk edilmesi, fıkıh ilminin modern hukuk sistemleriyle uyumlu hale getirilmesi.
İslam akaidinin, kelamının ve tasavvufunun eleştirilmesi, akıl ve bilime dayalı bir akide anlayışı geliştirilmesi, Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleri, peygamberlik, iman, küfür, kader, melek, cin, şeytan, ahiret, mucize, keramet, şefaat gibi konularda farklı görüşler ileri sürülmesi, tasavvufun ve tasavvuf büyüklerinin inkar edilmesi veya reddedilmesi.
İslam ahlakı, siyaseti ve medeniyetinin yeniden tanımlanması, İslam’ın evrensel ve insani değerlerle uyumlu hale getirilmesi, İslam’ın modern dünyaya uyum sağlaması, İslam’ın batılılaşma, laiklik, demokrasi, sosyalizm, kapitalizm, feminizm, insan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet, barış, çevre, bilim, teknoloji gibi akımlar ve sorunlar karşısındaki tutumunun belirlenmesi.
Bu bilgiler, dinde reform isteyenlerin değişim iddiasında bulundukları konuların sadece bir kısmını yansıtmaktadır. Dinde reform isteyenlerin görüşleri hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, size şu kaynakları tavsiye edebilirim:
Reform (tarih) – : Bu madde, reform hareketinin tarihçesi, nedenleri, sonuçları ve etkileri hakkında genel bir bilgi veren ansiklopedik bir kaynaktır. Reform hareketinin Hristiyanlıkta nasıl başladığını, hangi ülkelerde ve nasıl yayıldığını, Katolik Kilisesi’ne karşı nasıl bir tepki oluşturduğunu, Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm gibi yeni mezheplerin nasıl ortaya çıktığını öğrenmek için bu maddeyi okuyabilirsiniz.
Dinde Reformcu Yaklaşımlar Veya Dinî Modernizmin Yükselişi -I- Abdulkadir Coşkun: Bu makale, dinde reformcu yaklaşımların veya dinî modernizmin yükselişi hakkında akademik bir çalışmadır. Dinde reformcu yaklaşımların ne anlama geldiğini, hangi konularda değişim iddiasında bulunduğunu, hangi kaynaklardan beslendiğini, hangi yöntemleri kullandığını, hangi hedeflere ulaşmak istediğini, hangi sorunlara yol açtığını, hangi eleştirilere maruz kaldığını incelemek için bu makaleyi okuyabilirsiniz.
Dinde reform ne demek? – Dinimiz İslam: Bu yazı, dinde reform ne demek sorusuna dini bir cevap veren bir metindir. Dinde reformun İslâm için söz konusu olamayacağını, İslâm’ın değişmez ve mükemmel bir din olduğunu, reform isteyenlerin bidat ehli olduğunu, reform hareketlerinin İslâm’a zarar verdiğini, İslâm’ın tecdid ve ıslah gibi kavramlarla yenilendiğini, tecdid ve ıslahın reformdan farklı olduğunu anlatmak için bu yazıyı okuyabilirsiniz.
ABD’deki Evanjelistler kimlerdir ve bunların hedefleri nerelerdir?
Evanjelistler, ABD’deki Hristiyanların bir kısmını oluşturan ve İncil’e tam olarak inanan bir gruptur. Evanjelistlerin hedefleri arasında, Hz. İsa’nın yeryüzüne dönmesini ve İsrail’in Nil-Fırat arasındaki topraklara sahip olmasını sağlamak vardır. Evanjelistler, bu amaçla Siyonistlerle işbirliği yapar ve Orta Doğu’da savaş ve çatışma çıkarmaya çalışırlar. Evanjelistler, aynı zamanda ABD siyasetinde etkili bir rol oynar ve Cumhuriyetçi Parti’yi desteklerler. Evanjelistlerin kim oldukları, inançları ve faaliyetleri hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki web arama sonuçlarına bakabilirsiniz:
Evanjelizm nedir, Evanjelikler kimlerdir, Türkiye’deki Evanjelikler kimlerdir?
Siyonizim ve Evanjelizm kardeşliği! Kim bu Evanjelistler?
ABD seçimleri: Evanjelistler Tanrı’yı mı yoksa Trump’ı mı seçecek?
Amerikalı Evanjelistler neden İsrail’i destekliyorlar?
@@@@@@@@@
Evanjelistlerin siyasi görüşleri nelerdir?
Evanjelistlerin siyasi görüşleri, genellikle muhafazakâr, milliyetçi ve siyonisttir. Evanjelistler, ABD’nin dünyadaki liderliğini, demokrasiyi, insan haklarını ve Hristiyan değerlerini savunur ve desteklerler. Evanjelistler, aynı zamanda İsrail’in güvenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak için ABD’nin İsrail ile iş birliği yapmasını isterler. Evanjelistler, İsrail’in Tanrı’nın seçilmiş halkına verdiği kutsal bir toprak olduğuna inanır ve İsrail’in varlığının Hz. İsa’nın yeryüzüne dönmesinin bir işareti olduğunu düşünürler. Evanjelistler, İslam’ı ve Müslümanları bir tehdit olarak görür ve İslam’ın yayılmasını engellemek için çalışırlar. Evanjelistler, ayrıca kürtaj, eşcinsellik, evlilik dışı ilişkiler, kadın hakları, göçmenlik, çevre, silah kontrolü gibi konularda da tutucu ve katı bir tutum sergilerler. Evanjelistlerin siyasi görüşleri hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki web arama sonuçlarına bakabilirsiniz:
Evanjelizm nedir, Evanjelikler kimlerdir, Türkiye’deki Evanjelikler kimlerdir?
Siyonizim ve Evanjelizm kardeşliği! Kim bu Evanjelistler?
ABD seçimleri: Evanjelistler Tanrı’yı mı yoksa Trump’ı mı seçecek?
Amerikalı Evanjelistler neden İsrail’i destekliyorlar?
@@@@@@@@@
Evanjelistlerin siyasi etkisi nedir?
Evanjelistlerin siyasi etkisi hem ABD hem de dünya üzerinde oldukça büyük ve önemlidir. Evanjelistler, ABD’nin en büyük ve en etkili dini gruplarından biridir ve ABD siyasetinde belirleyici bir rol oynamaktadırlar. Evanjelistler, genellikle Cumhuriyetçi Parti’yi destekler ve ABD başkanlarının çoğu Evanjelisttir. Evanjelistler, ABD’nin dış politikasında da etkindir ve özellikle Orta Doğu’da İsrail’in yanında yer alır ve İsrail’in güvenliği ve toprak bütünlüğü için ABD’nin askeri ve ekonomik yardımını sağlarlar. Evanjelistler, aynı zamanda İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanca bir tutum sergiler ve İslam’ın yayılmasını engellemek için çeşitli girişimlerde bulunurlar. Evanjelistler, kendi inançlarına göre, İncil’in mesajını tüm dünyaya yaymaya çalışır ve Hıristiyan olmayanlara misyonerlik yaparlar. Evanjelistlerin siyasi etkisi hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki web arama sonuçlarına bakabilirsiniz:
Evangelistler kimlerdir ? Evanjelizmin 7 aşamalı dini inancı nedir?
Evangelist Ne Demek, Kime Denir? Evanjelistler Neye İnanırlar?
Evangelist nedir, evanjelizm ne demek?
The Effects of Christianity on State Administration
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ
@@@@@@@@@@
ABD’deki Evanjelistlerin sayısı nedir?
ABD’deki evanjelistlerin sayısı tam olarak bilinmemektedir, ancak çeşitli kaynaklara göre 2019 yılında ABD nüfusunun yaklaşık yüzde 25,4’ünü oluşturdukları tahmin edilmektedir1. Bu oran, ABD nüfusunun yaklaşık 64 milyon kişiye denk gelmektedir2. Evanjelistler, ABD’deki Hristiyanların en büyük grubunu oluştururlar ve ABD siyasetinde önemli bir rol oynarlar. Evanjelistlerin sayısı ve etkisi hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki web arama sonuçlarına bakabilirsiniz:
ABD’deki evanjelistler Trump’ın Brunson davasındaki tutumunu nasıl değerlendiriyor?
ABD’de yeni din araştırması: Kendini Hristiyan olarak tanımlayanların sayısı azalıyor
ABD’de Eğitim Gören Türk Öğrencilerin Sayısı Artıyor
ABD eyaletleri hangileri? ABD’de hangi eyaletin kaç delegesi var?
@@@@@@@@@
Evanjelizm ile diğer Hristiyan mezhepleri arasındaki farklar nelerdir?
Evanjelizm ile diğer Hristiyan mezhepleri arasındaki farklar, hem inanç hem de uygulama açısından önemli olabilir. Evanjelizm, Hristiyanlığın Protestanlık mezhebi ile birlikte 16. yüzyılda ortaya çıkan ve İncil’e tam olarak inanan bir doktrindir. Evanjelizm, aynı zamanda Hristiyanlığa Davet anlamında da kullanılır ve İsa üzerinde yoğunlaşan vaazlarla Hristiyan olmayanları bu dine davet etmeyi amaçlar. Evanjelizm, Amerika’daki Hristiyan toplumunun en tutucu ve radikal dinci kanadıdır.
Evanjelizm ile diğer Hristiyan mezhepleri arasındaki bazı farklar şunlardır:
Kutsal Ruh: Katoliklerde Kutsal Ruh hem Baba’dan hem de Oğul’dan çıkar. Ortodokslar ise yalnızca Baba’dan, İsa aracılığıyla çıktığını iddia eder. Evanjelikler ise Kutsal Ruh’un Baba ve Oğul’dan çıktığına ve Hristiyanların hayatında önemli bir rol oynadığına inanır.
Kilise: Katoliklerde kilise, Papa’nın başkanlığında merkezi bir otoriteye sahiptir. Ortodokslarda ise kilise, yerel piskoposların yönetiminde otokratik bir yapıdadır. Evanjeliklerde ise kilise, yerel cemaatlerin özerkliğine dayanır ve her cemaat kendi inanç ve uygulamalarını belirler.
Kutsal Kitap: Katoliklerde Kutsal Kitap, Tanrı’nın sözü olarak kabul edilir, ancak kilisenin yorumuna bağlıdır. Ortodokslarda Kutsal Kitap, Tanrı’nın sözü olarak kabul edilir, ancak gelenek ve akla uygun olmalıdır. Evanjeliklerde ise Kutsal Kitap, Tanrı’nın sözü olarak kabul edilir ve kilise veya gelenekten bağımsız olarak anlaşılmalıdır.
Kıyamet: Katoliklerde kıyamet, Tanrı’nın zamanını bilmediğimiz bir gün geleceğine inanılır. Ortodokslarda kıyamet, Tanrı’nın zamanını bilmediğimiz bir gün geleceğine inanılır, ancak İsa’nın yeryüzüne dönmesi için dua edilir. Evanjeliklerde ise kıyamet, Tanrı’nın zamanını bilmediğimiz bir gün geleceğine inanılır, ancak İsa’nın yeryüzüne dönmesi için bazı şartların oluşması gerektiğine inanılır. Bu şartlar arasında İsrail’in kurulması, Yahudilerin Hristiyan olması, dünyanın kaosa sürüklenmesi ve Antikrist’in ortaya çıkması sayılabilir.
Evanjelizm ile diğer Hristiyan mezhepleri arasındaki farklar hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki web arama sonuçlarına bakabilirsiniz:
Evangelizm nedir? Evangelist ne demek? Evangelizm akımı … – Hürriyet
Koyu bir dindar Hristiyan kitle: Evangelizm – Yeni Şafak
Evangelist nedir? Evanjelizm ne demek? İşte merak edilen kelime…
Ortodoks ve Katolikler arasındaki farklar nedir? | Euronews
@@@@@@@@@@@
Evanjelizm ile İslam arasındaki farklar nelerdir?
Evanjelizm ile İslam arasındaki farklar hem inanç hem de uygulama açısından oldukça büyüktür. Evanjelizm, Hristiyanlığın bir kolu olarak, İncil’e tam olarak inanan ve İsa’nın Tanrı’nın oğlu, ilahi ve teslisin bir parçası olduğunu kabul eden bir doktrindir. İslam ise, İncil’in tahrif edildiğini ve İsa’nın sadece bir peygamber olduğunu, Allah’ın oğlu, ilahi veya teslisin bir parçası olmadığını savunan bir dindir. Evanjelizm ile İslam arasındaki bazı temel farklar şunlardır:
Tanrı: Evanjelizm, Tanrı’nın Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olmak üzere üç kişilikli olduğunu öğretir. Bu doktrine teslis denir. İslam ise, Allah’ın tek ve eşsiz olduğunu, hiçbir ortağı, oğlu veya eşi olmadığını öğretir. Bu doktrine tevhid denir.
İsa: Evanjelizm, İsa’nın Tanrı’nın oğlu, ilahi ve teslisin bir parçası olduğunu öğretir. İsa’nın çarmıha gerildiğini, öldüğünü ve üçüncü günde yeniden dirildiğini öğretir. İslam ise, İsa’nın sadece bir peygamber olduğunu, Allah’ın oğlu, ilahi veya teslisin bir parçası olmadığını öğretir. İsa’nın çarmıha gerilmediğini, ölmediğini ve Allah tarafından yükseltildiğini öğretir.
Kutsal Kitap: Evanjelizm, Kutsal Kitap’ın Tanrı’nın sözü olduğunu ve kilise veya gelenekten bağımsız olarak anlaşılması gerektiğini öğretir. Kutsal Kitap, Eski Ahit ve Yeni Ahit olmak üzere iki bölümden oluşur. İslam ise, Kutsal Kitap’ın tahrif edildiğini ve Allah’ın son sözünün Kur’an olduğunu öğretir. Kur’an, Allah’ın Muhammed’e vahyettiği 114 sureden oluşur.
Kıyamet: Evanjelizm, kıyametin Tanrı’nın zamanını bilmediğimiz bir gün geleceğine ve İsa’nın yeryüzüne dönmesi için bazı şartların oluşması gerektiğine inanır. Bu şartlar arasında İsrail’in kurulması, Yahudilerin Hristiyan olması, dünyanın kaosa sürüklenmesi ve Antikrist’in ortaya çıkması sayılabilir. İslam ise, kıyametin Allah’ın zamanını bilmediğimiz bir gün geleceğine ve İsa’nın yeryüzüne dönmesi için dua eder. İslam, İsrail’in kurulmasını, Yahudilerin Hristiyan olmasını, dünyanın kaosa sürüklenmesini ve Antikrist’in ortaya çıkmasını kıyametin alametleri olarak görmez.
Evanjelizm ile İslam arasındaki farklar hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki web arama sonuçlarına bakabilirsiniz:
Katolikler ve Protestanlar arasındaki farklılıklar – DW – 31.10.2017
Mümin ile Müslüman / İslam ile iman arasındaki fark nedir? Aralarındaki …
Evangelist nedir? Evanjelizm ne demek? İşte merak edilen kelime…
@@@@@@@@@@@
ABD’deki Evanjelistler hangi partiye oy veriyorlar?
ABD’deki Evanjelistler, genellikle Cumhuriyetçi Parti’ye oy veriyorlar. Evanjelistler, Cumhuriyetçi Parti’nin muhafazakar, milliyetçi ve siyonist siyasi görüşlerini paylaşıyorlar. Evanjelistler, ayrıca Cumhuriyetçi Parti’nin kürtaj, eşcinsellik, göçmenlik, silah kontrolü gibi konularda da tutucu ve katı bir tutum sergilediğini düşünüyorlar. Evanjelistler, ABD başkanlarının çoğunun Cumhuriyetçi Parti’den olduğunu ve ABD’nin dış politikasında İsrail’in yanında yer aldığını görüyorlar. Evanjelistler, 2016 seçimlerinde Donald Trump’ı desteklemişler ve 2020 seçimlerinde de yine Trump’a oy vermişlerdir. Evanjelistlerin siyasi tercihleri hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki web arama sonuçlarına bakabilirsiniz:
ABD seçimleri ne zaman, kimler aday ve seçim süreci nasıl işliyor …
ABD bütçeli muhalefet! Hangi partiye para verdi? A Haber’de flaş …
İsrail cezaevlerinde yaşananlar ve anlatılanlar, Filistinli tutukluların maruz kaldığı insan hakları ihlallerini gözler önüne seriyor. İsrail, 2007 yılında Hamas’ın Gazze Şeridi’nin yönetimini ele geçirmesinin ardından bölgeye havadan, karadan ve denizden abluka uygulamaya başladı. Bu abluka, Gazze halkının yaşam koşullarını giderek kötüleştirdi ve bölgede su, enerji, gıda ve tıbbi malzeme sıkıntısı yaşanmasına neden oldu. İsrail, ayrıca Gazze’ye yönelik sık sık askeri operasyonlar düzenledi ve bu operasyonlarda binlerce Filistinli sivil hayatını kaybetti veya yaralandı.
İsrail’in cezaevlerinde tuttuğu Filistinli tutuklular da, şiddet, işkence, ağır darp, aç bırakma, tıbbi ihmal gibi ihlallere maruz kaldı. İsrail, bu tutukluları kasıtlı olarak ölüme terk ettiği ve gerekli tedaviyi sağlamadığı için eleştirildi. Filistinli tutuklular, İsrail’in cezaevlerindeki uygulamalarına karşı açlık grevleri, protestolar ve direniş eylemleri düzenledi. Bu eylemler, cezaevi duvarlarını aştı ve Filistin halkının ve uluslararası toplumun desteğini aldı.
İsrail-Filistin sorunu, yıllardır devam eden bir çatışma ve siyasi krizdir. Bu sorunun çözümü için birçok girişimde bulunuldu, ancak başarılı olunamadı. İsrail, Filistin topraklarını işgal etmeye ve Filistin halkının haklarını ihlal etmeye devam ediyor. Filistin halkı ise, özgürlük, bağımsızlık ve adalet mücadelesini sürdürüyor. Bu mücadele, hem bölgesel hem de küresel bir barış ve güvenlik meselesidir.
İsrail hapishanelerinde yapılan işkenceler, Filistinli mahkumların haklarının ve hayatlarının tehlikeye atıldığı bir insanlık dramıdır. İsrail, uluslararası hukuku ve insan hakları sözleşmelerini ihlal ederek, Filistinli mahkumları keyfi olarak tutukluyor, işkenceye maruz bırakıyor, tıbbi ihmal ediyor ve bazen de öldürüyor. İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların sayısı 8 bin 300’ü aşıyor. Bunların arasında 85 kadın, 350 çocuk ve 3 binin üzerinde idari tutuklu bulunuyor. İsrail, Gazze’ye saldırılarının başladığı 7 Ekim’den bu yana hapishanelerde hayatını kaybeden Filistinli mahkumların sayısını 6’ya çıkardı. Filistinli mahkumlar, İsrail’in cezaevlerindeki uygulamalarına karşı direniyor, açlık grevleri ve protestolar düzenliyor. Filistin halkı ve uluslararası toplum, Filistinli mahkumların serbest bırakılması ve haklarının korunması için baskı yapıyor. İsrail ile Hamas arasında bir rehine takası anlaşması üzerinde çalışılıyor, ancak bu anlaşmanın kapsamı ve şartları henüz netleşmedi. İsrail hapishanelerinde yaşananlar ve anlatılanlar, İsrail-Filistin sorununun ne kadar derin ve karmaşık olduğunu gösteriyor. Bu sorunun çözümü için siyasi irade, diyalog ve barışçıl yöntemler gerekiyor. Aksi takdirde, bu sorun hem bölgede hem de dünyada daha fazla acı ve şiddete yol açacak. İsrail hapishanelerinde yapılan işkenceler hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki haber ve web sitelerine bakabilirsiniz:
İsrailin 1948 yılında itibaren işkenceleri maruz kalan Filistin ve gazzeliler.
İsrail’in 1948 yılında itibaren işkenceleri maruz kalan Filistin ve Gazze halkı, yıllardır süren bir zulüm ve adaletsizlikle karşı karşıyadır. İsrail, Filistin topraklarını işgal ederek, Filistinlilerin yaşam hakkını, özgürlük hakkını, yerleşim hakkını, eğitim hakkını, sağlık hakkını, kültürel hakkını ve daha birçok hakkını ihlal etmektedir. İsrail, ayrıca Filistinlilere karşı şiddet, işkence, ağır darp, gözaltı, tutuklama, yargısız infaz, ev yıkma, toprak gaspı, abluka, ambargo, saldırı, bombalama, katliam gibi insanlık dışı uygulamalar yapmaktadır. İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinli mahkumlar da, bu uygulamalardan nasibini almaktadır. İsrail, uluslararası hukuku ve insan hakları sözleşmelerini hiçe sayarak, Filistinli mahkumları keyfi olarak tutuklamakta, işkenceye maruz bırakmakta, tıbbi ihmal etmekte ve bazen de öldürmektedir. İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların sayısı 8 bin 300’ü aşıyor. Bunların arasında 85 kadın, 350 çocuk ve 3 binin üzerinde idari tutuklu bulunuyor.
İsrail-Filistin sorunu, 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasıyla başlamıştır. İsrail, Birleşmiş Milletler’in Filistin’i iki devlete ayırma planını kabul etmiş, ancak Arap devletlerinin reddetmesi üzerine savaşa girmiştir. İsrail, bu savaşta ve sonraki savaşlarda Filistin topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirmiş, Filistinlileri yerlerinden yurtlarından etmiştir. Filistinliler, İsrail’in işgaline, baskısına ve zulmüne karşı direniş göstermiş, özgürlük, bağımsızlık ve adalet mücadelesi vermiştir. Ancak bu mücadele, İsrail’in güçlü müttefikleri, uluslararası toplumun sessizliği ve Arap dünyasının pasifliği nedeniyle sonuç alamamıştır. İsrail, Filistinlilerin haklarını tanımamakta, barış görüşmelerini sabote etmekte, iki devletli çözümü imkansız kılmaktadır.
İsrail-Filistin sorunu, hem bölgesel hem de küresel bir barış ve güvenlik meselesidir. Bu sorunun çözümü için siyasi irade, diyalog ve barışçıl yöntemler gerekmektedir. Aksi takdirde, bu sorun hem bölgede hem de dünyada daha fazla acı ve şiddete yol açacaktır. İsrail’in 1948 yılında itibaren işkenceleri maruz kalan Filistin ve Gazze halkı hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki haber ve web sitelerine bakabilirsiniz:
– [İsrail-Filistin sorunu ve haritalarla yıllar içinde değişen sınırlar](^1^)
– [1948 Arap İsrail Savaşı sebepleri nedir?](^2^)
– [İsrail-Filistin sorunu nasıl başladı?](^3^)
– [Filistin sorunu ve Türkiye-İsrail ilişkileri](^4^).
İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarında Filistinli sivillere ve mahkumlara çeşitli işkenceler uyguluyor. Bu işkenceler arasında şunlar sayılabilir:
– Sivilleri hedef alan hava saldırıları, tank ateşi, roketler, bombalar ve keskin nişancılar. Bu saldırılar sonucunda binlerce Filistinli hayatını kaybetti veya yaralandı.
– Filistinli mahkumları keyfi olarak tutuklama, işkenceye maruz bırakma, tıbbi ihmal etme ve bazen de öldürme. İsrail hapishanelerinde 8 bin 300’den fazla Filistinli mahkum bulunuyor.
– Filistinli mahkumların sigara yanıkları, dayak, cinsel saldırı girişimi gibi fiziksel ve psikolojik işkencelere tabi tutulması.
– Filistinli mahkumların aç bırakılması, su verilmemesi, uyutulmaması, havasız ve kirli hücrelere kapatılması, sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılması.
– Filistinli mahkumların aileleriyle görüştürülmemesi, avukatlarına erişim hakkının engellenmesi, yargısız infazlara maruz bırakılması.
– Filistinli mahkumların yerleşimci hırsızlar ile İsrail askerleri tarafından dövülmesi, hakaret edilmesi, tehdit edilmesi.
İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları ve hapishanelerdeki uygulamaları, uluslararası hukuku ve insan haklarını ihlal ediyor. Bu ihlaller, savaş suçu olarak nitelendiriliyor. İsrail, bu suçlardan dolayı uluslararası toplumun ve mahkemelerin baskısı altında. Filistinliler ise, İsrail’in zulmüne karşı direniyor, özgürlük, bağımsızlık ve adalet mücadelesi veriyor.
İsrail hapishanelerinde işkenceye maruz kalanların anıları
İsrail hapishanelerinde işkenceye maruz kalanların anıları, hem acı hem de direnç dolu. Bu anıları, bazı haber ve web sitelerinde okuyabilirsiniz. Örneğin:
– [Suriye’de alıkonulan kadınlar, rejim zindanlarında yaşadıklarını resmetti](^1^) adlı haberde, Esed rejimi hapishanesinde alıkonulan Meryem Ahmed, “Bugün burada bir araya gelerek sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Ailemden 13 kişi, 2012’den bu yana rejim hapishanelerinde tutuklu. Hala haber alamıyoruz.” diyor.
– [Suriye’de alıkonulan kadınlar yaşadıkları zulmü resmetti](^2^) adlı haberde, rejim hapishanelerinde yapılan işkenceye maruz kalanların acı çığlıklarının hafızasından silinmediğini belirten Ahmed, “2017’de girdiğim hapishaneden Esed rejimi ve muhalifler arasında yapılan esir takasıyla 15 ay sonra özgür kaldım. 2 çocuğumu savaşta kaybettim. 3 çocuğumla Azez’de yaşıyorum. Eşim rejim zindanlarında halen tutuklu.” diyor.
– [Alıkonulan kadınlar Esed’in zindanlarında yaşadıklarını resmetti](^3^) adlı haberde, rejim zindanlarında yaşadıkları zulmü çizdikleri resimleri sergileyen kadınlar, sorumluların cezalandırılmasını istiyor.
– [İsrail hapishanesinde Filistinlilere işkence!](^4^) adlı haberde, Megiddo Hapishanesi’nden kısa süre önce tahliye olan Filistinli, “İsrail askerleri tutukluyu yerde sürüklüyorlar, işgal (İsrail) bayrağını öpmesini istiyorlar. Eğer tutuklu bunu yapmazsa ağır bir şekilde dövüyorlar” diyor.
– [Filistin’in cesur kızı: Kadınlara sahip çıkın](^5^) adlı haberde, İsrail hapishanesinde 8 ay kalan Ahed Temimi, “İsrail hapishanelerinde birçok Filistinli kadın en asgari tedaviden bile mahrum kalabiliyor. İsra Caabis ya da Nurhan Avvad, Şuruk Duveyyat gibi. Cezaevinde yaralı birçok kadın var. Hiç tedavi edilmiyor veya yeterli tedavi görmüyorlar. Gelip onları bir ağrı kesici hapla susturuyorlar.” diyor.
Bu anılar, İsrail hapishanelerinde yaşanan insan hakları ihlallerinin boyutunu gösteriyor. Bu ihlaller, uluslararası hukuka ve insan hakları sözleşmelerine aykırı. İsrail, bu suçlardan dolayı hesap vermelidir. Filistinliler ise, İsrail’in zulmüne karşı özgürlük, bağımsızlık ve adalet mücadelesi vermektedir.
Gazzede Vurulan hastanedeki yaralıların anestezi olmadan ameliyat yapılma halleri
Gazze’de vurulan hastanedeki yaralıların anestezi olmadan ameliyat yapılma halleri, İsrail’in saldırılarına maruz kalan Filistinlilerin yaşadığı insanlık dramının bir yansımasıdır. Gazze’de sağlık altyapısı yetersiz ve yıkımdan nasibini almış durumdadır. Hastanelerde ilaç, malzeme, personel ve elektrik sıkıntısı yaşanmaktadır. Bu nedenle, yüzlerce ağır yaralı, narkoz ya da ağrı kesici olmaksızın ameliyat edilmek zorunda kalmaktadır. Bu ameliyatlar, hem hastalar hem de doktorlar için büyük bir acı ve stres kaynağıdır. Bazı hastalar, ameliyat sırasında hayatını kaybetmektedir. Bazı doktorlar ise, bu şartlarda çalışmaya dayanamayarak istifa etmektedir.
Gazze’de anestezi olmadan ameliyat yapılma halleri, uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı bir durumdur. İsrail, savaş suçu işlemektedir. Filistinlilerin sağlık hakkı ihlal edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) yaptığı konuşmada, Gazze’deki sağlık krizine dikkat çekmiş ve “Sahadaki durumu tarif etmek mümkün değil. Hastane koridorları yaralılar, hastalar ve ölmek üzere olanlarla tıka basa dolu, morglar dolup taşıyor, anestezisiz ameliyatlar, on binlerce yerinden edilmiş insan hastanelere sığınıyor” demiştir. Dr. Tedros, Gazze’de ortalama her 10 dakikada bir çocuğun öldürüldüğünü, 1.5 milyon kişinin yerinden edildiğini, 100’den fazla BM meslektaşının öldürüldüğünü ve 4 hastanenin saldırılar sonucunda hizmet dışı kaldığını belirtmiştir.
Gazze’de anestezi olmadan ameliyat yapılma halleri, İsrail-Filistin sorununun ne kadar derin ve karmaşık olduğunu göstermektedir. Bu sorunun çözümü için siyasi irade, diyalog ve barışçıl yöntemler gerekmektedir. Aksi takdirde, bu sorun hem bölgede hem de dünyada daha fazla acı ve şiddete yol açacaktır. Gazze’de anestezi olmadan ameliyat yapılma halleri hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki haber ve web sitelerine bakabilirsiniz:
– [DSÖ: Gazze’de anestezi olmadan ameliyatlar yapılıyor](^1^)
– [Gazze’de anestezi olmadan ameliyat yapılıyor – DW](^2^)
– [Gazze’de anestezi olmadan ameliyat yapılıyor – Haberdar](^4^)
Gazzede İsrail tarafından kaç tane muhabir ve haberci, sağlıkçı, çocuk, kadın ve sivil öldürülmüştür?
Gazze’de İsrail tarafından kaç tane muhabir ve haberci, sağlıkçı, çocuk, kadın ve sivil öldürülmüştür? Bu sorunun kesin bir cevabı yoktur, çünkü farklı kaynaklar farklı rakamlar vermektedir. Ancak, web arama sonuçlarına göre, bazı tahmini sayılar şöyledir:
Savaş devam ettiğinden bu sayı sürekli artmaktadır.
– Muhabir ve haberci: Gazze’de İsrail saldırılarında en az 66 muhabir ve habercinin öldürüldüğü bildirildi¹. Bu sayı, Gazze’de çalışan yerel ve uluslararası basın mensuplarını kapsamaktadır. Ölenler arasında, Associated Press (AP) foto muhabiri Anas Baba, Al Jazeera muhabiri Tamer el-Mişal, Filistinli gazeteci Yaser Murteca ve İtalyan fotoğrafçı Simone Camilli bulunmaktadır.
– Sağlıkçı: Gazze’de İsrail saldırılarında en az 195 sağlık personelinin öldürüldüğü açıklandı². Bu sayı, doktor, hemşire, eczacı, ambulans şoförü ve diğer sağlık çalışanlarını içermektedir. Ölenler arasında, Gazze’nin en büyük hastanesi olan Şifa Hastanesi’nin başhekimi Dr. Ayman el-Sahbani, Gazze’nin en tanınmış cerrahlarından Dr. Nabil el-Burini, Gazze’nin tek nörologu Dr. Fadi el-Abid, Gazze’nin tek psikiyatristi Dr. Eyad el-Serrac ve Gazze’nin tek fizik tedavi uzmanı Dr. Hani el-Najjar bulunmaktadır.
– Çocuk: Gazze’de İsrail saldırılarında en az 4 bin 412 çocuğun öldürüldüğü belirtildi³. Bu sayı, 18 yaşın altındaki tüm çocukları kapsamaktadır. Ölenler arasında, 4 kardeşin sahilde oynarken bombalanan İsmail, Ahed, Zekeriya ve Muhammed Bakr, 10 aylıkken evinin yıkılması sonucu hayatını kaybeden İbrahim el-Davudi, 5 yaşındaki kız kardeşiyle birlikte okul bahçesinde vurulan 8 yaşındaki Amani el-Mutavakil, 4 yaşındaki kardeşiyle birlikte evlerinin önünde öldürülen 6 yaşındaki Suhaib Hijazi ve 11 yaşındaki kardeşiyle birlikte evlerinin balkonunda vurulan 14 yaşındaki Sara Bustan bulunmaktadır.
– Kadın: Gazze’de İsrail saldırılarında en az 2 bin 918 kadının öldürüldüğü ifade edildi. Bu sayı, 18 yaşın üzerindeki tüm kadınları içermektedir. Ölenler arasında, 8 aylık hamileyken evinin bombalanması sonucu hayatını kaybeden Şeyma el-Şevavi, 5 çocuğuyla birlikte evinin yıkılması sonucu ölen Dalal Ebu el-Hayca, 4 çocuğuyla birlikte evinin önünde vurulan İman el-Hams, 2 çocuğuyla birlikte evinin balkonunda öldürülen Nevine el-Aydi ve 3 çocuğuyla birlikte evinin çatısında bombalanan İbtisam Breika bulunmaktadır.
– Sivil: Gazze’de İsrail saldırılarında en az 10 bin 812 sivilin öldürüldüğü kaydedildi. Bu sayı, askeri veya silahlı olmayan tüm sivilleri kapsamaktadır. Ölenler arasında, 4 nesilden 26 kişinin öldüğü el-Batş ailesi, 18 kişinin öldüğü el-Hallaq ailesi, 17 kişinin öldüğü el-Kelani ailesi, 16 kişinin öldüğü el-Galud ailesi ve 15 kişinin öldüğü el-Najjar ailesi bulunmaktadır.
Bu sayılar, Gazze’de İsrail tarafından kaç tane muhabir ve haberci, sağlıkçı, çocuk, kadın ve sivil öldürüldüğüne dair bir fikir vermektedir. Ancak, bu sayılar kesin değildir ve farklı kaynaklarda farklılık gösterebilir. Ayrıca, bu sayılar, İsrail’in saldırılarının devam ettiği göz önüne alındığında, her an değişebilir. Gazze’de yaşanan insanlık dramı, uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırıdır. İsrail, savaş suçu işlemektedir. Filistinlilerin yaşam hakkı ihlal edilmektedir. Bu sorunun çözümü için siyasi irade, diyalog ve barışçıl yöntemler gerekmektedir. Aksi takdirde, bu sorun hem bölgede hem de dünyada daha fazla acı ve şiddete yol açacaktır. Gazze’de İsrail tarafından kaç tane muhabir ve haberci, sağlıkçı, çocuk, kadın ve sivil öldürüldüğü hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki haber ve web sitelerine bakabilirsiniz:
Bu sayı sürekli artış göstermektedir.
– [Gazze’de İsrail saldırılarında en az 66 gazeteci öldü](^1^)
– [Gazze’de 195 sağlık personeli öldü](^2^)
– [Gazze’de 4 bin 412 çocuk öldü](^3^)
– [Gazze’de 2 bin 918 kadın öldü](^4^)
– [Gazze’de 10 bin 812 sivil öldü](^5^)
Gazze hastanesindeki yaşanan korkunç durumlar ve yaşananlar?
Gazze hastanesindeki yaşanan korkunç durumlar ve yaşananlar, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının sonucudur. İsrail, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi havadan, karadan ve denizden bombalamakta, binlerce Filistinli sivili öldürmekte ve yaralamaktadır. Gazze’deki sağlık altyapısı yetersiz ve yıkımdan nasibini almış durumdadır. Hastanelerde ilaç, malzeme, personel ve elektrik sıkıntısı yaşanmaktadır. Bu nedenle, yüzlerce ağır yaralı, narkoz ya da ağrı kesici olmaksızın ameliyat edilmek zorunda kalmaktadır. Bu ameliyatlar, hem hastalar hem de doktorlar için büyük bir acı ve stres kaynağıdır. Bazı hastalar, ameliyat sırasında hayatını kaybetmektedir. Bazı doktorlar ise, bu şartlarda çalışmaya dayanamayarak istifa etmektedir.
Gazze hastanesindeki yaşanan korkunç durumlar, uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı bir durumdur. İsrail, savaş suçu işlemektedir. Filistinlilerin sağlık hakkı ihlal edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) yaptığı konuşmada, Gazze’deki sağlık krizine dikkat çekmiş ve “Sahadaki durumu tarif etmek mümkün değil. Hastane koridorları yaralılar, hastalar ve ölmek üzere olanlarla tıka basa dolu, morglar dolup taşıyor, anestezisiz ameliyatlar, on binlerce yerinden edilmiş insan hastanelere sığınıyor” demiştir³. Dr. Tedros, Gazze’de ortalama her 10 dakikada bir çocuğun öldürüldüğünü, 1.5 milyon kişinin yerinden edildiğini, 100’den fazla BM meslektaşının öldürüldüğünü ve 4 hastanenin saldırılar sonucunda hizmet dışı kaldığını belirtmiştir³.
Gazze hastanesindeki yaşanan korkunç durumlar, İsrail-Filistin sorununun ne kadar derin ve karmaşık olduğunu göstermektedir. Bu sorunun çözümü için siyasi irade, diyalog ve barışçıl yöntemler gerekmektedir. Aksi takdirde, bu sorun hem bölgede hem de dünyada daha fazla acı ve şiddete yol açacaktır. Gazze hastanesindeki yaşanan korkunç durumlar ve yaşananlar hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki haber ve web sitelerine bakabilirsiniz:
– [Kahreden görüntü: Hastane saldırısından 20 saat önce çekilen video yayınlandı](^1^)
– [Gazze’deki hastanelerde hastalar ölüme terk ediliyor: Cesetler çürümeye başladı](^2^)
– [DSÖ: Gazze’de anestezi olmadan ameliyatlar yapılıyor](^3^)
Abd İsrail ve pkk’ya ne kadar silah yardımı yaptı?
Bu sorunun cevabı için web arama sonuçlarını kullandım. Bu sonuçlara göre, ABD’nin İsrail ve PKK’ya ne kadar silah yardımı yaptığı şöyle özetlenebilir:
– ABD, İsrail’e her yıl ortalama 3.8 milyar dolarlık askeri yardım yapmaktadır¹. Bu yardımın büyük bir kısmı, İsrail’in ABD’den silah ve teçhizat satın almasını sağlayan bir kredi garantisi şeklindedir. ABD, İsrail’e F-35 savaş uçakları, Patriot füze savunma sistemleri, Apache helikopterleri, M-16 tüfekleri gibi çeşitli silahlar sağlamıştır². ABD, ayrıca İsrail’in kendi geliştirdiği Demir Kubbe, Ok ve David’in Sapanı gibi füze savunma sistemlerine de destek vermiştir.
– ABD, PKK’ya doğrudan silah yardımı yapmamaktadır, ancak PKK’nın Suriye kolu olan YPG’ye silah ve lojistik destek sağlamaktadır. ABD, YPG’yi IŞİD’e karşı bir müttefik olarak görmekte ve Suriye’deki çıkarlarını korumak için kullanmaktadır. ABD, YPG’ye son yıllarda binlerce tır dolusu silah, mühimmat ve malzeme göndermiştir. Bu silahlar arasında zırhlı araçlar, roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, el bombaları, mayınlar, gece görüş dürbünleri gibi çeşitli ekipmanlar bulunmaktadır. ABD, ayrıca YPG’ye eğitim, istihbarat, hava desteği ve danışmanlık da vermektedir.
ABD’nin İsrail ve PKK’ya ne kadar silah yardımı yaptığı şöyle özetlenebilir:
– ABD, İsrail’e her yıl ortalama 3.8 milyar dolarlık askeri yardım yapmaktadır. Bu yardımın büyük bir kısmı, İsrail’in ABD’den silah ve teçhizat satın almasını sağlayan bir kredi garantisi şeklindedir. ABD, İsrail’e çeşitli silahlar sağlamıştır. ABD, ayrıca İsrail’in kendi geliştirdiği füze savunma sistemlerine de destek vermiştir.
– ABD, PKK’ya doğrudan silah yardımı yapmamaktadır, ancak PKK’nın Suriye kolu olan YPG’ye silah ve lojistik destek sağlamaktadır. ABD, YPG’yi IŞİD’e karşı bir müttefik olarak görmekte ve Suriye’deki çıkarlarını korumak için kullanmaktadır. ABD, YPG’ye son yıllarda binlerce tır dolusu silah, mühimmat ve malzeme göndermiştir. Bu silahlar arasında çeşitli ekipmanlar bulunmaktadır. ABD, ayrıca YPG’ye eğitim, istihbarat, hava desteği ve danışmanlık da vermektedir.
Guentemala hapishanelerinde yapılan işkenceler, insan hakları ihlallerinin ve adaletsizliğin bir göstergesidir. Guentemala, 1960-1996 yılları arasında yaşanan iç savaşın ardından, yoksulluk, şiddet, yolsuzluk ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi pek çok sorunla mücadele etmektedir. Bu sorunlar, hapishane sisteminde de yansımaktadır. Guentemala hapishaneleri, aşırı kalabalık, sağlıksız, güvensiz ve insanlık dışı koşullarda tutulan mahkumların maruz kaldığı işkence ve kötü muamelelerle gündeme gelmektedir¹.
Guentemala hapishanelerinde yapılan işkenceler, hem fiziksel hem de psikolojik yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Mahkumlar, dövülme, elektrik verme, boğulma, yanma, kesilme, tecavüz, tehdit, hakaret, aşağılama, izolasyon, aç ve susuz bırakılma, tıbbi ihmal gibi çeşitli işkencelere tabi tutulmaktadır². Bu işkenceler, hem hapishane görevlileri hem de diğer mahkumlar tarafından uygulanmaktadır. Bazı mahkumlar, hapishane içinde oluşturulan çetelerin kontrolü altında yaşamakta, bu çetelerin liderleri ise hapishane yönetimiyle işbirliği yaparak mahkumları istismar etmektedir.
Guentemala hapishanelerinde yapılan işkenceler, uluslararası hukuka ve insan hakları sözleşmelerine aykırıdır. Bu işkenceler, mahkumların onurunu, sağlığını, güvenliğini ve yaşam hakkını ihlal etmektedir. Guentemala hükümeti, hapishane sisteminde reform yapmak, işkenceyi önlemek ve sorumluları cezalandırmak için uluslararası toplumun ve insan hakları örgütlerinin baskısı altındadır. Ancak, bu konuda yeterli adımlar atılmamıştır. Guentemala hapishanelerinde yapılan işkenceler hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki haber ve web siteler
Abd’nin hapishanelerindeki esirlere yaptığı işkenceler .
ABD’nin hapishanelerindeki esirlere yaptığı işkenceler, insan haklarına aykırı ve kınanması gereken bir durumdur. ABD, başka ülkeleri insan haklarını ihlal etmekle suçlarken, kendi hapishanelerinde mahkumları şiddet, işkence, tecavüz, tıbbi ihmal gibi kötü muamelelere maruz bırakmaktadır. ABD hapishaneleri, aşırı kalabalık, sağlıksız, güvensiz ve insanlık dışı koşullarda tutulan mahkumların maruz kaldığı işkence ve kötü muamelelerle gündeme gelmektedir.
ABD hapishanelerinde yapılan işkenceler, hem fiziksel hem de psikolojik yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Mahkumlar, dövülme, elektrik verme, boğulma, yanma, kesilme, tecavüz, tehdit, hakaret, aşağılama, izolasyon, aç ve susuz bırakılma, tıbbi ihmal gibi çeşitli işkencelere tabi tutulmaktadır. Bu işkenceler, hem hapishane görevlileri hem de diğer mahkumlar tarafından uygulanmaktadır. Bazı mahkumlar, hapishane içinde oluşturulan çetelerin kontrolü altında yaşamakta, bu çetelerin liderleri ise hapishane yönetimiyle işbirliği yaparak mahkumları istismar etmektedir.
ABD hapishanelerinde yapılan işkenceler, uluslararası hukuka ve insan hakları sözleşmelerine aykırıdır. Bu işkenceler, mahkumların onurunu, sağlığını, güvenliğini ve yaşam hakkını ihlal etmektedir. ABD hükümeti, hapishane sisteminde reform yapmak, işkenceyi önlemek ve sorumluları cezalandırmak için uluslararası toplumun ve insan hakları örgütlerinin baskısı altındadır. Ancak, bu konuda yeterli adımlar atılmamıştır. ABD hapishanelerinde yapılan işkenceler hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki haber ve web sitelerine bakabilirsiniz:
– [ABD’nin Utanç Kaynağı Hapishaneleri](^2^)
– [Eski mahkumdan kan donduran ifadeler! ABD’nin Irak’taki işkencelerini anlattı](^1^)
Bedeni işlerken, duygular hesabına işliyor.
Bedenin gelişimi ruhun ve duyguların gelişimiyle orantılıdır.
Dış görünüşte uyumlu gelişimin sırrı, içteki duyguların ve o duyguların beslediği ruhun tenasübüyledir.
Zahirde ve dıştaki olumsuzluklar ruhun ve duyguların dışa yansımasıdır.
Allah mana hesabına maddeye değer vermektedir.
Fabrikadaki çarkların ve o çarkların dişlilerinin birbirinin işini tekmil edip bir üst seviyeye çıkardığı gibi, vücut fabrikası da aynı uyum içinde çalışmaktadır.
Saatin çarkları gibi.
Defolu mallar çarklardan birinin uyumsuzluğu neticesinde, tüm çarkların çalışma ve mahsulâtını boşa çıkarmaktadır.
Dünya ahiret hesabına çalışmakta ve dönmektedir.
Esas olan duyguların gelişimidir.
Her şey bu sonuca hizmet etmektedir.
-Her şey zahirden hakikate geçiş yapıyor.
Batını zahirle tescil ediyor ve ettiriyor.
Ve de görüyor, gösteriyor.
O gizliyi de, açığı da, zahiri de batını da bilir.
2Ya’lemus sırra ve ahfa’
Ruh mu bedeni taşıyor yoksa beden mi ruhu?
Ulvi Alemlere ruh bedeni taşırken, süfli alemlerde beden ruhu gezdiriyor.
Mikro alemleri ruha beden gösterirken, makro alemleri de ruh bedene göstermektedir.
Birbirinin mütemmimidirler.
İnsanın Cinlerden ve meleklerden farkı beden ile olurken, hayvan ve canlılardan farkı da ruhu iledir.
İnsan iki farklı alemleri içinde derç etmektedir.
Bu iki farklı alem belli bir noktaya gelip tıkanırken, insan her iki farklı alemlerde sonsuza kulaç atmakta ve sonsuzu kucaklama yolunda seyretmektedir.
İnsan sonsuza dek güncellenen son sistem seçkin bir varlıktır.
Bitkilerin en üst seviyesini hurma oluşturur.
Onun üstünü yoktur. O son duraktır.
Hayvanların en üstününü maymun oluşturur.
O hayvanatın son noktasıdır.
İnsanın en üstün seviyesini Hz. Muhammed Aleyhis-Selatu Vesselam oluşturur.
Onun sonlanıp sınırlanmayan sonsuza açılan ucu ise İnsaniyettir.
‘El İnsaniyetü rütbetün la yesilu ileyha Küllül beşer.’
İnsaniyet öyle bir rütbedir ki, bütün insanlar ona ulaşamazlar.
İnsan olmaktan da en yüce makam, insaniyete mensubiyettir.
Tıpkı tüm kâinat Kürsi’nin yanında çöle atılmış bir yüzük gibi iken, Kürsi’de Arşın yanında çöle atılmış bir yüzük gibidir.
Onun üzerinde ise, Allah arşı istiva etti, kuşattı.