HİS-ŞÜPHE-VEHİM-VESEVESE-KORKU-TELAŞ

HİS-ŞÜPHE-VEHİM-VESEVESE-KORKU-TELAŞ[1]

HİS, vehim, vesvese, korku ve telaş arasındaki ilgi ve fark nedir?


HİS, Vehim, Vesvese, Korku ve Telaş Arasındaki İlişki ve Farklar:
Bu terimler, genellikle birbirine yakın anlamlarda kullanılsa da, aralarında önemli nüanslar bulunmaktadır.
His:

  • His ruhun 4 unsurundan biridir.
    * Tanımı: Bir olayın, durumun veya kişinin yarattığı subjektif deneyimdir.
    * Örnek: Mutluluk, üzüntü, öfke, sevgi gibi duygusal durumlar his olarak tanımlanabilir.
    * Özelliği: Genellikle bir nesneye veya duruma yöneliktir ve bireyin iç dünyasını yansıtır.
    Vehim
    * Tanımı: Gerçekliğe uygun olmayan, abartılı ve genellikle olumsuz bir düşünce veya inançtır.
    * Örnek: “Herkes beni eleştiriyor,” “Bir hastalığım var” gibi düşünceler vehimlerdir.
    * Özelliği: Kişinin günlük yaşamını olumsuz etkileyebilir ve kaygıya neden olabilir.
    Vesvese
    * Tanımı: İstenmeyen, tekrarlayan ve genellikle mantıksız düşüncelerdir.
    * Örnek: “Kapıyı kilitledim mi?” sorusunun tekrar tekrar akla gelmesi veya temizlik konusunda aşırı endişe duymak vesvese örnekleridir.
    * Özelliği: Kişi bu düşüncelerin anlamsız olduğunu bilse bile onları engelleyemez.
    Korku
    * Tanımı: Belirli bir tehlike veya zarar görme olasılığına karşı duyulan güçlü bir duygusal tepkidir.
    * Örnek: Yükseklik korkusu, karanlık korkusu gibi fobiler.
    * Özelliği: Fizyolojik belirtiler (kalp atışlarının hızlanması, terleme vb.) ile birlikte ortaya çıkabilir.
    Telaş
    * Tanımı: Bir işin zamanında yetişmeye çalışırken duyulan acele ve heyecandır.
    * Örnek: Bir sınav öncesi veya önemli bir toplantıya yetişmeye çalışırken hissedilen duygu.
    * Özelliği: Genellikle dışsal bir uyarıcıya bağlıdır ve geçicidir.
    İlişkiler
    * His ve Vehim: Vehimler, genellikle olumsuz hislere (kaygı, üzüntü) yol açar.
    * Vesvese ve Korku: Vesveseler, zamanla korkuya dönüşebilir. Örneğin, temizlikle ilgili vesveseler, mikrop kapma korkusuna dönüşebilir.
    * Korku ve Telaş: Korku, telaşa neden olabilir. Örneğin, sınav korkusu, sınav sırasında telaş yaşanmasına yol açabilir.
    Özetle, bu terimler arasında belirgin farklılıklar olsa da, çoğu zaman birbirleriyle iç içe geçebilirler. Örneğin, bir vehim, aynı zamanda bir korku ve telaş kaynağı olabilir. Bu nedenle, bu duyguların doğru bir şekilde anlaşılması ve yönetilmesi için bir uzmana başvurmak önemlidir.
    Not: Bu bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır. Her bireyin yaşadığı deneyimler farklılık gösterebilir.
    Eğer bu konuda daha fazla bilgi almak isterseniz, bir psikolog veya psikiyatrist ile görüşebilirsiniz.
    @@@@@@

    Şeytan vesveseyi kalbe atar, telaş etmemeli.
    Tıpkı her gelen mesaja cevap vermemek gibi.
    +Ehemmiyet vermemeli.
    +Tedaiyi efkâr, ihtiyarsızdır. Elde değil.
    +Daha iyi olsun, telaşına girmemeli
    +Yani namazım kabul oldu mu, abdestim oldu mu, telaşına girmemeli
    +Özellikle imani meselelerde aklına gelen küfürleri sahiplenmemeli, aklının bir ürünü gibi düşünmemeli.
    +Tahayyül ayrı, taakkul ayrıdır.

MEHMET ÖZÇELİK

16-09-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=tOnhHl9A6ss

Loading

No ResponsesEylül 16th, 2024

MEVLİD-İ NEBİ

MEVLİD-İ NEBİ[1]

“Birincisi: Velâdet-i Nebevî gecesinde hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman ibni Âs’ın annesi, hem Abdurrahman ibni Avf’ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki, üçü de demişler: “Velâdeti ânında biz öyle bir nur gördük ki, o nur maşrık ve mağribi bize aydınlattırdı.

İkincisi: O gece Kâbedeki sanemlerin çoğu baş aşağı düşmüş.

Üçüncüsü: Meşhur Kisrânın eyvânı (yani saray-ı meşhuresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir.
Dördüncüsü: Sava’nın takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batması ve İstahrâbâd’da bin senedir daima iş’âl edilen, yanan ve sönmeyen, Mecusîlerin mâbud ittihaz ettikleri ateşin, velâdet gecesinde sönmesi…
İşte şu üç dört hadise işarettir ki, o yeni dünyaya gelen zat, ateşperestliği kaldıracak, Fars saltanatının sarayını parçalayacak, izn-i İlâhî ile olmayan şeylerin takdisini men edecektir.
Beşincisi: Çendan velâdet gecesinde değil, fakat velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hadiseler de irhasat-ı Ahmediyedir (a.s.m.) ki, Sûre-i 
 ’de nass-ı kati ile beyan edilen Vak’a-i Fildir ki, Kâbe’yi tahrip etmek için, Ebrehe namında Habeş meliki gelip, fil-i Mahmudî namında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke’ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbil kuşları onları mağlûp ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitaplarında tafsilen meşhurdur. İşte şu hadise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın delâil-i nübüvvetindendir. Çünkü velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybî ve harika bir surette, Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuştur.
Altıncısı: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küçüklüğünde Halime-i Sa’diye’nin yanında iken, Halime ve Halime’nin zevcinin şehadetleriyle, güneşten rahatsız olmamak için, çok defa üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler ve o vakıa sıhhatle şöhret bulmuş.
Hem, Şam tarafına on iki yaşında iken gittiği vakit, Bahîra-yı Râhibin şehadetiyle, bir parça bulut Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş.
Hem yine bi’setten evvel, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bir defa Hatice-i Kübrânın Meysere ismindeki hizmetkârıyla ticaretten geldiği zaman, Hatice-i Kübrâ, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş, kendi hizmetkârı olan Meysere’ye demiş. Meysere dahi Hatice-i Kübrâya demiş: “Bütün seferimizde ben öyle görüyordum.”

 

-“İşte Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, madem masnuat içinde en mükemmel ferttir ve mahlukat içinde en mümtaz şahsiyettir.

Hem sanat-ı İlahiyeyi, bir velvele-i zikir ve tesbih ile teşhir ediyor ve istihsan ediyor.

Hem esma-i İlahiyedeki cemal ve kemal hazinelerini lisan-ı Kur’an ile açmıştır.

Hem kâinatın âyât-ı tekviniyesinin, Sâni’inin kemaline delâletlerini, parlak ve kat’î bir surette lisan-ı Kur’an’la beyan ediyor.

Hem küllî ubudiyetiyle rububiyet-i İlahiyeye âyinedarlık ediyor.

Hem mahiyetinin câmiiyetiyle bütün esma-i İlahiyeye bir mazhar-ı etem olmuştur.

Elbette bunun için denilebilir ki Cemil-i Zülcelal, kendi cemalini sevmesiyle o cemalin en mükemmel âyine-i zîşuuru olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever.

Hem kendi esmasını sevmesiyle o esmanın en parlak âyinesi olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma benzeyenleri dahi derecelerine göre sever.

Hem sanatını sevdiği için elbette onun sanatını en yüksek bir sadâ ile bütün kâinatta neşreden ve semavatın kulağını çınlatan, berr ve bahri cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbih ile ilan eden Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve ona ittiba edenleri de sever.

Hem masnuatını sevdiği için o masnuatın en mükemmeli olan zîhayatı ve zîhayatın en mükemmeli olan zîşuuru ve zîşuurun en efdali olan insanları ve insanların bi’l-ittifak en mükemmeli olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı elbette daha ziyade sever.

Hem kendi mahlukatının mehasin-i ahlâkiyelerini sevdiği için mehasin-i ahlâkiyede bi’l-ittifak en yüksek mertebede bulunan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve derecata göre onaİşte Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, madem masnuat içinde en mükemmel ferttir ve mahlukat içinde en mümtaz şahsiyettir.

Hem sanat-ı İlahiyeyi, bir velvele-i zikir ve tesbih ile teşhir ediyor ve istihsan ediyor.

Hem esma-i İlahiyedeki cemal ve kemal hazinelerini lisan-ı Kur’an ile açmıştır.

Hem kâinatın âyât-ı tekviniyesinin, Sâni’inin kemaline delâletlerini, parlak ve kat’î bir surette lisan-ı Kur’an’la beyan ediyor.

Hem küllî ubudiyetiyle rububiyet-i İlahiyeye âyinedarlık ediyor.

Hem mahiyetinin câmiiyetiyle bütün esma-i İlahiyeye bir mazhar-ı etem olmuştur.

Elbette bunun için denilebilir ki Cemil-i Zülcelal, kendi cemalini sevmesiyle o cemalin en mükemmel âyine-i zîşuuru olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever.

Hem kendi esmasını sevmesiyle o esmanın en parlak âyinesi olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma benzeyenleri dahi derecelerine göre sever.

Hem sanatını sevdiği için elbette onun sanatını en yüksek bir sadâ ile bütün kâinatta neşreden ve semavatın kulağını çınlatan, berr ve bahri cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbih ile ilan eden Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve ona ittiba edenleri de sever.

Hem masnuatını sevdiği için o masnuatın en mükemmeli olan zîhayatı ve zîhayatın en mükemmeli olan zîşuuru ve zîşuurun en efdali olan insanları ve insanların bi’l-ittifak en mükemmeli olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı elbette daha ziyade sever.

Hem kendi mahlukatının mehasin-i ahlâkiyelerini sevdiği için mehasin-i ahlâkiyede bi’l-ittifak en yüksek mertebede bulunan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve derecata göre ona benzeyenleri dahi sever. Demek Cenab-ı Hakk’ın rahmeti gibi muhabbeti dahi kâinatı ihata etmiş.

İşte o hadsiz mahbublar içindeki mezkûr beş vechinin her bir vechinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma mahsustur ki “Habibullah” lakabı ona verilmiş.”

[1] https://www.youtube.com/watch?v=S_GSd3uTJJQ

Loading

No ResponsesEylül 15th, 2024

YUNAN- RUS VE ÇİN ZULMÜ

YUNAN- RUS VE ÇİN ZULMÜ

Türkiye’de Yunan zulmü ve vahşeti.


Türkiye’deki Yunan zulmü ve vahşeti, özellikle Türk Kurtuluş Savaşı (1919-1922) sırasında Yunan işgali döneminde meydana gelen olaylarla anılır. Yunan ordusu, Batı Anadolu’nun İzmir, Manisa, Aydın gibi önemli bölgelerini işgal ettiğinde, yerel halka karşı çeşitli zulüm ve vahşet olayları yaşanmıştır. Bu olaylar, Türk halkı üzerinde derin izler bırakmış ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki tarihsel gerilimlerin önemli bir parçasını oluşturmuştur. İşte bu dönemde yaşanan başlıca olaylar:

1. İzmir’in İşgali (1919)

15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali sırasında Yunan kuvvetleri, kente girişlerinde silahsız sivil halkı hedef alarak katliamlar gerçekleştirdi. Yunan askerleri, Türk sivillere yönelik şiddet eylemlerinde bulundu ve bu sırada çok sayıda Türk vatandaşı öldürüldü. Ayrıca Yunan askerleri, işgal altındaki bölgelerdeki Türk halkını sindirme ve baskı altına alma amacı güden saldırılar düzenledi.

2. Batı Anadolu’da Zulüm ve Yıkım

Batı Anadolu’nun Yunan işgali altında olduğu dönemde Yunan kuvvetlerinin Türk köylerine ve kasabalarına yönelik saldırıları rapor edilmiştir. Pek çok kaynak, Yunan ordusunun işgal ettikleri yerleşim bölgelerinde evleri yaktığı, sivilleri öldürdüğü ve kadınlara yönelik tecavüz gibi vahşi eylemlerde bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca işgal edilen bölgelerde büyük çapta talan ve yağma yapılmıştır. Manisa, Aydın ve Uşak gibi şehirler, Yunan işgali sırasında büyük yıkım yaşamıştır.

3. Sivillere Karşı Saldırılar

İşgal sırasında, Yunan ordusu tarafından Türk köyleri basılarak, kadın, çocuk ve yaşlı ayrımı yapılmadan halka zulmedildiği ve pek çok insanın öldürüldüğü belirtilmektedir. Bazı köylerin tamamen yakıldığı, halkın zorla göç ettirildiği ve esir alınan Türk askerleri ile sivillere kötü muamele yapıldığı da bilinen gerçekler arasındadır.

4. Sakarya ve Büyük Taarruz Dönemi

Türk ordusunun Sakarya Meydan Muharebesi (1921) ve ardından gelen Büyük Taarruz (1922) zaferleri sonrasında, Yunan ordusunun geri çekilmesi sırasında Batı Anadolu’da geniş çapta bir “yakıp yıkma” politikası uyguladığı bilinmektedir. Bu süreçte Yunan kuvvetleri, işgal ettikleri kasaba ve köyleri ateşe vermiş, ekili arazileri yok etmiş ve sivilleri katletmiştir.

5. İzmir’in Kurtuluşu ve Büyük Yangın (1922)

İzmir’in Türk ordusu tarafından kurtarılmasının ardından, şehirde büyük bir yangın çıkmıştır. İzmir Yangınının sorumluluğu konusunda çeşitli iddialar olsa da, Yunan ordusunun çekilirken yangını çıkardığına dair güçlü kanıtlar vardır. Yangın, İzmir’in büyük bir kısmını yok etmiş, binlerce insanı evsiz bırakmış ve çok sayıda ölümle sonuçlanmıştır.

6. Müslüman-Türk Halkının Zorla Göç Ettirilmesi

Yunan işgali sırasında Türk köylerinde yaşayan Müslüman halk zorla göç ettirilmiş veya tehcir edilmiştir. İşgal altındaki bölgelerde Yunan ordusunun ve yerel Rum çetelerinin zorbalıkları, yerel Türk nüfusu üzerindeki baskıyı artırmıştır. Özellikle Rum çeteler, Türk sivillere yönelik yağma ve saldırılar düzenlemiştir.

7. Türk Kurtuluş Savaşı’nın Sonuçları

Yunan zulmü ve vahşeti, Türk halkının Kurtuluş Savaşı’nda işgallere karşı direnişinin önemli sebeplerinden biri olmuştur. Türk ordusu ve halkı, Batı Anadolu’nun Yunan işgalinden kurtarılması sırasında bu zulümlere karşı büyük bir kararlılıkla savaşmış ve zafer elde etmiştir.

Tarihsel Sonuçlar

Yunan zulmü ve vahşeti, Türk-Yunan ilişkilerinde derin izler bırakmıştır. Özellikle bu dönem, Türk milli kimliğinin ve Kurtuluş Savaşı’nın şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Türk halkı, Yunan işgalini ve yaşanan zulmü unutmayarak, Cumhuriyet’in kurulması sürecinde bu olayları ulusal hafızasında korumuştur. Aynı zamanda, 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile iki ülke arasında nüfus mübadelesi gerçekleştirilmiş ve Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır.

Yunan zulmü ve vahşeti, Türk tarihinin acı dolu sayfalarından biridir ve bu olaylar, iki ülke arasındaki barış çabalarına rağmen, zaman zaman hatırlanarak bölgesel gerginliklerin tetikleyici unsurlarından biri olmuştur.

@@@@@@@@

Rusya’da ve Çin’de Komünizmin kabul edilmesiyle başlayan zulüm ve soy kırımlar.

Rusya ve Çin’de komünizmin kabul edilmesiyle başlayan zulüm ve soykırımlar, bu ülkelerdeki komünist rejimlerin uyguladığı baskıcı politikalar, geniş çaplı insan hakları ihlalleri ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan olaylarla anılmaktadır. Her iki ülkede de komünist ideolojinin güçlenmesi ve uygulanması, büyük siyasi, toplumsal ve ekonomik değişikliklere yol açmış, bu süreçte birçok etnik grup, muhalif siyasi hareket ve hatta kendi halkları büyük baskılara maruz kalmıştır.

1. Rusya: Sovyetler Birliği Döneminde Zulüm ve Soykırımlar

Rusya’da komünizm, 1917 Bolşevik Devrimi ile başladı ve Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla devam etti. Bu dönemde, Lenin ve Stalin yönetiminde birçok baskı politikası uygulandı ve geniş çaplı insan hakları ihlalleri yaşandı.

a. Kızıl Terör (1917-1923)

Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle, “Kızıl Terör” olarak bilinen sistematik baskı ve zulüm dönemi başladı. Bolşevikler, devrime karşı çıkan siyasi rakiplerini, entelektüelleri ve mülk sahiplerini hedef aldı. Bu dönemde, binlerce insan tutuklandı, sürgüne gönderildi veya idam edildi.

b. Holodomor (1932-1933)

Sovyetler Birliği’nin en büyük insanlık trajedilerinden biri, Stalin’in uyguladığı tarım politikalarının yol açtığı Holodomor adı verilen büyük kıtlık dönemidir. Stalin’in zorla kolektifleştirme politikaları, özellikle Ukrayna bölgesinde büyük bir kıtlığa neden oldu. Milyonlarca Ukraynalı, gıda kıtlığından ve hükümetin yardımları engellemesinden dolayı açlıktan öldü. Ukrayna’daki bu kıtlık, birçok tarihçi ve devlet tarafından bir soykırım olarak kabul edilmektedir.

c. Büyük Temizlik (1936-1938)

Stalin’in iktidarını pekiştirmek amacıyla gerçekleştirdiği Büyük Temizlik (Büyük Terör) döneminde, Sovyetler Birliği’nde kitlesel tutuklamalar, idamlar ve sürgünler yaşandı. Stalin, siyasi rakiplerini, askeri liderleri, entelektüelleri ve hatta kendi komünist partisinin üyelerini bile hedef aldı. Bu dönemde, yaklaşık 1 milyon insan idam edildi veya Gulag denilen çalışma kamplarına sürüldü. Milyonlarca insan bu kamplarda zor şartlar altında çalışırken hayatını kaybetti.

d. Gulag Sisteminin Yaygınlaşması

Sovyet rejiminin baskı aygıtlarından biri olan Gulag çalışma kampları, milyonlarca insanın sürgün edildiği, ağır çalışma koşullarına maruz kaldığı ve pek çoğunun hayatını kaybettiği yerlerdi. Bu kamplar, Stalin döneminde genişletildi ve komünizme karşı çıkanlar, “halk düşmanı” ilan edilenler ya da rejim için tehdit olarak görülenler buralara gönderildi.

2. Çin: Komünist Dönemde Zulüm ve Soykırımlar

Çin’de komünizm, 1949’da Mao Zedong liderliğindeki Çin Komünist Partisi’nin iktidarı ele geçirmesiyle başladı. Bu dönem, Çin tarihinde büyük acılara ve milyonlarca insanın ölümüne yol açan sosyal ve ekonomik politikalarla anılır.

a. Büyük İleri Atılım (1958-1962)

Mao Zedong’un Çin’i hızlı bir şekilde sanayileştirme ve tarımsal üretimi artırma amacıyla başlattığı Büyük İleri Atılım, tarih boyunca yaşanan en büyük insan yapımı kıtlıklardan birine neden oldu. Yanlış tarım politikaları, kaynakların kötü yönetimi ve zorunlu kolektifleştirme nedeniyle milyonlarca insan açlıktan öldü. Tahminlere göre, bu kıtlık sonucunda 15 ile 45 milyon arasında insan hayatını kaybetti.

b. Kültür Devrimi (1966-1976)

Mao’nun başlattığı Kültür Devrimi, Çin toplumunu komünist ideoloji doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi amaçlıyordu. Bu süreçte Mao, halkı “kapitalist” ve “karşı devrimci” unsurlardan arındırma bahanesiyle büyük bir kaos ortamı yarattı. Özellikle eğitimli kesim, entelektüeller, sanatçılar ve parti içi muhalifler hedef alındı. Kültür Devrimi sırasında milyonlarca insan zulme uğradı, tutuklandı, sürgün edildi ve öldürüldü. Kültürel ve dini yapılar yok edildi, halkın tarihsel ve kültürel mirası tahrip edildi.

c. Sincan Uygur Özerk Bölgesi ve Tibet Baskıları

Komünist rejimin iktidara gelmesiyle, Çin’deki etnik azınlıklara yönelik baskılar da yoğunlaştı. Özellikle Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Müslüman Uygurlar ve Tibetliler yoğun bir şekilde baskı altına alındı. Uygur halkına yönelik asimilasyon politikaları, toplama kampları ve zorunlu çalıştırma gibi uygulamalar modern dönemde de devam etmektedir.

d. Tiananmen Meydanı Katliamı (1989)

1989’da, Çin’deki demokratik reform taleplerine karşı hükümetin sert yanıtı, Tiananmen Meydanı Katliamı ile sonuçlandı. Pekin’de toplanan binlerce öğrenci ve sivil, demokrasi ve özgürlük taleplerini dile getirirken, Çin hükümeti protestoları şiddetle bastırdı. Ordu, protestoculara ateş açtı ve binlerce insan öldü. Bu olay, Çin hükümetinin kendi halkına karşı uyguladığı zulüm ve baskının sembollerinden biri olarak tarihe geçti.

Genel Sonuçlar

Rusya ve Çin’de komünizmin kabul edilmesiyle başlayan zulüm ve soykırımlar, büyük ölçekte insan kayıplarına, toplumsal travmalara ve kültürel yıkıma neden oldu. Her iki ülkede de uygulanan baskıcı politikalar, rejimlerin kendi halklarına karşı yürüttüğü zorbalık ve insan hakları ihlalleriyle anılmaktadır. Bu süreçler, milyonlarca insanın ölümüne ve acı çekmesine yol açarken, tarih boyunca komünist yönetimlerin en karanlık dönemlerinden biri olarak hatırlanmıştır.

@@@@@@@@@@

Son iki yüz yıl içerisinde dünyada yapılan savaşlar ve ölen insan sayısı.

Son iki yüzyıl içinde dünya çapında yapılan savaşlar, insanlık tarihinde derin izler bırakmış ve milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur. İşte bu dönemde meydana gelen en önemli savaşlar ve tahmini ölü sayıları:

19. Yüzyıl (1800-1900)

1. Napolyon Savaşları (1803-1815)

Ölen insan sayısı: 3.5 milyon – 6 milyon

Açıklama: Napolyon Bonapart’ın Fransa İmparatoru olarak Avrupa’yı fethetme girişimleri sırasında Avrupa’nın büyük kısmı savaşa sürüklendi. Özellikle Rusya ve İspanya’daki savaşlar büyük kayıplara neden oldu.

2. Amerikan İç Savaşı (1861-1865)

Ölen insan sayısı: 620,000 – 750,000

Açıklama: ABD’de kuzeydeki sanayileşmiş eyaletler ile güneydeki köleci tarım eyaletleri arasında yaşanan bu savaş, ABD tarihindeki en kanlı çatışmalardan biridir.

3. Kırım Savaşı (1853-1856)

Ölen insan sayısı: 500,000

Açıklama: Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında geçen bu savaş, Avrupa’daki diğer güçlerin de dahil olmasıyla daha da genişledi. Savaş sırasında salgın hastalıklar nedeniyle çok sayıda insan öldü.

4. Fransız-Prusya Savaşı (1870-1871)

Ölen insan sayısı: 180,000

Açıklama: Fransa ile Prusya arasında geçen bu savaş, Almanya’nın birleşmesiyle sonuçlandı ve Avrupa’nın siyasi haritasını değiştirdi.

20. Yüzyıl (1900-2000)

1. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918)

Ölen insan sayısı: 15 milyon – 20 milyon

Açıklama: Milyonlarca askerin yanı sıra sivillerin de öldüğü bu savaş, tüm dünyayı etkileyen ilk küresel çatışmaydı. Savaş sırasında kullanılan yeni silahlar ve teknolojiler, ölüm oranlarını artırdı.

2. İkinci Dünya Savaşı (1939-1945)

Ölen insan sayısı: 70 milyon – 85 milyon

Açıklama: Tarihin en ölümcül savaşı olan İkinci Dünya Savaşı, dünya çapında geniş çaplı yıkıma neden oldu. Hem savaş alanında hem de siviller arasında büyük kayıplar yaşandı. Ayrıca, Nazi Almanya’sının Holokost gibi soykırım girişimleri ve Japonya’ya atılan atom bombaları büyük ölümlere yol açtı.

3. Rus İç Savaşı (1917-1923)

Ölen insan sayısı: 5 milyon – 9 milyon

Açıklama: Bolşeviklerle Çarlık yanlıları arasındaki bu savaş, Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla sonuçlandı. Savaş sırasında kitlesel açlık ve hastalıklar da milyonlarca ölüme neden oldu.

4. Çin İç Savaşı (1927-1949)

Ölen insan sayısı: 8 milyon – 12 milyon

Açıklama: Çin Komünist Partisi ile Milliyetçi Kuomintang güçleri arasındaki bu uzun süren savaş, Mao Zedong liderliğinde komünistlerin zaferiyle sona erdi. Savaş sırasında milyonlarca insan öldü ve yerinden edildi.

5. Kore Savaşı (1950-1953)

Ölen insan sayısı: 2.5 milyon – 3 milyon

Açıklama: Kuzey Kore ve Güney Kore arasında çıkan bu savaş, ABD ve Çin gibi büyük güçlerin müdahil olduğu bir çatışmaya dönüştü. Savaş sonucunda Kore Yarımadası bölünmüş olarak kaldı.

6. Vietnam Savaşı (1955-1975)

Ölen insan sayısı: 2 milyon – 3 milyon

Açıklama: ABD’nin desteklediği Güney Vietnam ile komünist Kuzey Vietnam arasında geçen bu savaş, geniş çaplı tahribata ve milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Savaşta sivillerin büyük zarar görmesi dikkat çekicidir.

7. Nijerya İç Savaşı (Biafra Savaşı) (1967-1970)

Ölen insan sayısı: 1 milyon – 2 milyon

Açıklama: Nijerya’da etnik gruplar arasında yaşanan bu iç savaş, özellikle Biafra bölgesinde ciddi insani krizlere yol açtı. Kıtlık ve hastalık nedeniyle büyük ölümler yaşandı.

21. Yüzyıl (2000- Günümüz)

1. Irak Savaşı (2003-2011)

Ölen insan sayısı: 150,000 – 1 milyon

Açıklama: ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle başlayan bu savaş, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle sonuçlandı. Ancak savaş sonrası iç karışıklıklar, etnik ve mezhepsel çatışmalar nedeniyle ülkede çok sayıda sivil öldü.

2. Suriye İç Savaşı (2011- Günümüz)

Ölen insan sayısı: 500,000+

Açıklama: Suriye’de başlayan iç savaş, hem yerel aktörlerin hem de uluslararası güçlerin müdahil olduğu karmaşık bir çatışmaya dönüştü. Savaş, çok sayıda sivilin ölümüne ve milyonlarca insanın yerinden edilmesine neden oldu.

3. Afganistan Savaşı (2001-2021)

Ölen insan sayısı: 150,000+

Açıklama: 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesiyle başlayan savaş, Taliban ve ABD destekli Afgan hükümeti arasında uzun süren bir çatışmaya dönüştü. Savaş, ABD’nin çekilmesiyle Taliban’ın yeniden kontrolü ele geçirmesiyle sonuçlandı.

Genel Değerlendirme

Son 200 yıl içinde yaşanan savaşlar, milyonlarca insanın ölmesine, ülkelerin harap olmasına ve toplumsal yapının bozulmasına neden oldu. Tahminlere göre, 20. yüzyılda savaşlar, soykırımlar ve diğer şiddet olayları sonucunda yaklaşık 160 milyon insan öldü. 21. yüzyılda da çatışmalar devam etmekte olup, özellikle Suriye, Yemen, Afganistan ve diğer bölgelerdeki savaşlar insani krizleri derinleştirmeye devam etmektedir.

@@@@@@@

İnsanlık tarihi boyunca en büyük zulüm ve katliamlarda bulunmuş 30 kişi ve devletler hangileridir?
İnsanlık tarihi boyunca gerçekleşen zulüm ve katliamlar, genellikle totaliter rejimler, diktatörlükler ve baskıcı liderler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu liderler ve devletler, milyonlarca insanın ölümüne, işkenceye ve sürgüne neden olmuştur. Aşağıda, en büyük zulüm ve katliamlardan sorumlu olan 30 kişi ve devletin bir listesi bulunmaktadır:

1. Adolf Hitler (Nazi Almanya’sı)

Dönem: 1933-1945

Ölü sayısı: 17 milyon+

Açıklama: Hitler liderliğindeki Nazi rejimi, Holokost ile 6 milyon Yahudi’nin sistematik olarak öldürülmesi başta olmak üzere, Romanlar, engelliler ve diğer azınlıklara yönelik katliamlar gerçekleştirdi. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan politikalarıyla milyonlarca insan öldü.

2. Josef Stalin (Sovyetler Birliği)

Dönem: 1924-1953

Ölü sayısı: 20 milyon+

Açıklama: Stalin’in baskıcı yönetimi altında milyonlarca insan idam edildi, Gulag çalışma kamplarında zorla çalıştırıldı ya da açlıktan öldü. Holodomor adlı Ukrayna kıtlığı ve Büyük Temizlik dönemlerinde milyonlarca sivil hayatını kaybetti.

3. Mao Zedong (Çin Halk Cumhuriyeti)

Dönem: 1949-1976

Ölü sayısı: 45 milyon+

Açıklama: Mao’nun Büyük İleri Atılım ve Kültür Devrimi politikaları, milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. Büyük İleri Atılım sırasında kıtlık nedeniyle 30 milyondan fazla insan öldü. Ayrıca siyasi baskılar sonucu milyonlarca kişi tutuklandı ve idam edildi.

4. Pol Pot (Kamboçya – Kızıl Kmerler)

Dönem: 1975-1979

Ölü sayısı: 1.5-2 milyon

Açıklama: Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmer rejimi, Kamboçya’da nüfusun neredeyse dörtte birini katletti. Rejim, entelektüelleri, şehirli nüfusu ve “devrim karşıtı” unsurları hedef aldı.

5. Leopold II (Belçika)

Dönem: 1885-1908 (Kongo Özgür Devleti)

Ölü sayısı: 10 milyon

Açıklama: Belçika Kralı Leopold II, kişisel olarak yönettiği Kongo’da milyonlarca insanın zorla çalıştırılması, işkence ve açlıktan ölmesine neden oldu. Kongo’daki kauçuk üretimi sırasında işlenen insanlık suçları tarihin en büyük vahşetlerinden biridir.

6. Hideki Tojo (Japonya)

Dönem: 1941-1945

Ölü sayısı: 5 milyon+

Açıklama: Japonya’nın başbakanı olan Tojo, Asya’da geniş çaplı işgal ve savaş suçlarından sorumludur. Çin’deki Nanking Katliamı ve diğer savaş suçları, milyonlarca sivilin ölümüne neden olmuştur.

7. İdi Amin (Uganda)

Dönem: 1971-1979

Ölü sayısı: 300,000-500,000

Açıklama: Uganda’nın diktatörü İdi Amin, kendi halkına karşı büyük zulümler yapmış, siyasi rakiplerini öldürtmüş ve etnik temizlik girişimlerinde bulunmuştur.

8. Saddam Hüseyin (Irak)

Dönem: 1979-2003

Ölü sayısı: 250,000-500,000+

Açıklama: Saddam, Halepçe Katliamı gibi olaylarla Kürtlere karşı kimyasal silah kullanarak katliam yaptı. Ayrıca İran-Irak Savaşı ve Kuveyt işgali sırasında geniş çaplı insan hakları ihlalleri ve savaş suçları işledi.

9. Kim Jong-il ve Kim Jong-un (Kuzey Kore)

Dönem: 1994-günümüz

Ölü sayısı: Tahmin edilemeyen sayılar; yüz binlerce kişi

Açıklama: Kim Jong-il ve ardından Kim Jong-un, Kuzey Kore’de geniş çaplı baskı ve açlık politikaları uyguladı. Rejim, zorla çalıştırma kampları ve siyasi baskılar nedeniyle yüz binlerce insanın ölümüne neden oldu.

10. Vladimir Lenin (Sovyetler Birliği)

Dönem: 1917-1924

Ölü sayısı: 1 milyon+

Açıklama: Bolşevik Devrimi sonrasında Lenin liderliğinde gerçekleştirilen baskılar ve Kızıl Terör, Rus İç Savaşı sırasında ve sonrasında milyonlarca insanın ölümüne neden oldu.

11. Francisco Franco (İspanya)

Dönem: 1939-1975

Ölü sayısı: 400,000+

Açıklama: Franco’nun liderliğindeki faşist rejim, İspanya İç Savaşı’nda ve sonrasında baskıcı politikalar uygulayarak on binlerce insanın ölümüne neden oldu.

@@@@@@@@@

Çin’de Müslümanlara karşı ne gibi zulümler yapılıyor?

Çin’de, özellikle Uygur Türkleri olmak üzere Müslüman azınlıklara karşı sistematik bir baskı ve zulüm uygulanmaktadır. Bu durum uluslararası insan hakları örgütleri tarafından da defalarca rapor edilmiştir. İşte Çin’de Müslümanlara karşı yapılan başlıca zulümlerden bazıları:
* Toplama Kampları: Milyonlarca Uygur ve diğer Müslüman azınlık üyesi, siyasi nedenlerle belirtilerek toplama kamplarına kapatılmıştır. Bu kamplarda zorla iş yaptırılmak, dini uygulamaların yasaklanması, kültürel kimliklerin yok edilmesi gibi ağır insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır.
* Dinî Uygulamaların Yasaklanması: Camiler kapatılmış, Kur’an-ı Kerim okuması ve namaz kılma gibi temel dini ibadetler yasaklanmıştır.
* Kültürel Soykırım: Uygur Türkçesi konuşmak, geleneksel kıyafetleri giymek gibi kültürel faaliyetler yasaklanmıştır. Aileler zorla ayrılmış, çocuklar devlet tarafından yetiştirilmeye alınmıştır.
* Zorla Kısırlaştırma ve Doğum Kontrolü: Uygur kadınları, doğum kontrolüne zorlanmış ve hatta bazı durumlarda zorla kısırlaştırılmıştır. Bu durum, Uygur nüfusunun azaltılmaya çalışıldığını göstermektedir.
* Gözetim ve İzleme: Uygur bölgelerinde kapsamlı bir gözetim sistemi kurulmuştur. Yüz tanıma sistemleri, dinleme cihazları ve diğer teknolojilerle insanların her hareketi takip edilmektedir.
* Zorla İş: Toplama kamplarındaki kişiler, fabrikalarda zorla çalıştırılmaktadır. Ürettikleri ürünler, uluslararası markalara satılmaktadır.
Bu durum, uluslararası toplum tarafından “soykırım” olarak nitelendirilmektedir. Birleşmiş Milletler ve birçok ülke, Çin’i bu uygulamalardan vazgeçmeye çağırmıştır. Ancak Çin hükümeti bu suçlamaları reddetmekte ve bölgede “terörizmle mücadele” yapıldığını iddia etmektedir.
Bu konuda daha fazla bilgi almak için şu kaynakları inceleyebilirsiniz:
* Uluslararası Af Örgütü: https://www.amnesty.org.tr/icerik/cin-sincanda-muslumanlara-yonelik-korkunc-baskilar-insanliga-karsi-suclar-kapsamina-giriyor
https://medyascope.tv/2023/11/22/insan-haklari-izleme-orgutunden-cine-suclama-musluman-bolgelerindeki-camileri-kapattilar-ve-yiktilar/

@@@@@@@

Çin’de kapatılan camiler ve Müslümanlara yapılan baskılar.

Çin’de, özellikle Sincan Uygur Özerk Bölgesi olmak üzere, Müslümanlara karşı sistematik bir baskı ve zulüm uygulanmaktadır. Bu baskının en belirgin yönlerinden biri, camilerin kapatılması ve dinî hayatın kısıtlanmasıdır.
Çin’de Camilerin Kapatılması ve Sonuçları:
* Toplu Kapatmalar: Binlerce cami, özellikle kırsal bölgelerde ve küçük kasabalarda, resmi gerekçelerle kapatılmıştır. Bu kapatmalar, genellikle “yasadışı dini faaliyetler” veya “kamu güvenliğini tehdit” gibi belirsiz suçlamalarla gerekçelendirilmektedir.
* Dini Hayatın Felç Olması: Camilerin kapatılmasıyla birlikte Müslümanların toplu ibadet etmeleri, dini eğitim almaları ve dini liderleriyle iletişim kurmaları büyük ölçüde engellenmiştir. Bu durum, Müslüman toplumların sosyal yapısını derinden etkilemiş ve dini kimliklerini yaşama özgürlüklerini kısıtlamıştır.
* Kültürel Mirasın Yok Edilmesi: Birçok cami, sadece ibadethaneler değil, aynı zamanda bölgenin kültürel ve tarihi mirasının önemli parçalarıdır. Bu camilerin kapatılması, bölgenin kültürel zenginliğinin yok edilmesi anlamına gelmektedir.
Müslümanlara Yönelik Diğer Baskılar:
Camilerin kapatılmasının yanı sıra, Çin’de Müslümanlara yönelik diğer birçok baskı uygulanmaktadır:
* Toplama Kampları: Milyonlarca Uygur ve diğer Müslüman azınlık üyesi, siyasi nedenlerle belirtilerek toplama kamplarına kapatılmıştır. Bu kamplarda zorla iş yaptırılmak, dini uygulamaların yasaklanması, kültürel kimliklerin yok edilmesi gibi ağır insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır.
* Dinî Uygulamaların Yasaklanması: Kur’an-ı Kerim okuması, namaz kılma gibi temel dini ibadetler yasaklanmıştır. Hatta bazı bölgelerde dini sembollerin kullanılması bile yasaklanmıştır.
* Kültürel Soykırım: Uygur Türkçesi konuşmak, geleneksel kıyafetleri giymek gibi kültürel faaliyetler yasaklanmıştır. Aileler zorla ayrılmış, çocuklar devlet tarafından yetiştirilmeye alınmıştır.
* Zorla Kısırlaştırma ve Doğum Kontrolü: Uygur kadınları, doğum kontrolüne zorlanmış ve hatta bazı durumlarda zorla kısırlaştırılmıştır. Bu durum, Uygur nüfusunun azaltılmaya çalışıldığını göstermektedir.
* Gözetim ve İzleme: Uygur bölgelerinde kapsamlı bir gözetim sistemi kurulmuştur. Yüz tanıma sistemleri, dinleme cihazları ve diğer teknolojilerle insanların her hareketi takip edilmektedir.
Uluslararası Tepkiler ve Kaynaklar:
Bu durum, uluslararası toplum tarafından “soykırım” olarak nitelendirilmektedir. Birleşmiş Milletler ve birçok ülke, Çin’i bu uygulamalardan vazgeçmeye çağırmıştır. Ancak Çin hükümeti bu suçlamaları reddetmekte ve bölgede “terörizmle mücadele” yapıldığını iddia etmektedir.
Bu konuda daha fazla bilgi almak için şu kaynakları inceleyebilirsiniz:
* Uluslararası Af Örgütü: https://www.amnesty.org.tr/icerik/cin-sincanda-muslumanlara-yonelik-korkunc-baskilar-insanliga-karsi-suclar-kapsamina-giriyor

@@@@@@@@

Çin’de yönetim ve inanç durumu ve politikası nedir?

Çin’de yönetim ve inanç durumu oldukça karmaşık ve tarihsel süreç içerisinde şekillenmiştir. Komünist Parti’nin tek parti yönetimi altında olan ülkede, devlet ateist bir duruş sergilemektedir. Ancak Çin’in uzun ve zengin bir dini geçmişi olduğu için, halk arasında hala çeşitli inançlar yaygın olarak yaşamaktadır.
Çin’de Resmi İnanç Durumu:
* Devlet Ateizmi: Çin Komünist Partisi, resmi olarak ateist bir ideolojiye sahiptir. Din, toplumun ahlaki ve sosyal yapısını olumsuz etkileyen bir unsur olarak görülmekte ve devlet tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilmektedir.
* Dini Özgürlük Kısıtlamaları: Çin Anayasası dini özgürlüğü garanti etmesine rağmen, pratikte dini faaliyetler devlet tarafından sıkı bir şekilde düzenlenmektedir. Dini grupların kayıtlı olması ve devlet onayı olmadan faaliyet göstermesi yasaktır.
* Dini Liderlerin Kontrolü: Dini liderler, devlet tarafından atanmakta veya onaylanmakta ve faaliyetleri sıkı bir şekilde denetlenmektedir.
Çin’de Yaygın Olan İnançlar:
* Budizm: Çin’de en yaygın dinlerden biri olan Budizm, farklı mezhepleriyle birlikte milyonlarca takipçiye sahiptir.
* Taoizm: Çin felsefesi ve dininin temel unsurlarından biri olan Taoizm, doğa ile uyum içinde yaşamayı ve içsel huzuru vurgulamaktadır.
* Konfüçyüsçülük: Çin kültürünün temel yapı taşlarından biri olan Konfüçyüsçülük, ahlak, etik ve sosyal ilişkiler üzerine odaklanır.
* Hristiyanlık: Özellikle kıyı bölgelerinde ve büyük şehirlerde önemli bir nüfusa sahip olan Hristiyanlık, Çin’deki yabancı etkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
* İslam: Uygur Türkleri ve Hui Müslümanları gibi azınlık gruplar arasında İslam dini yaygındır. Ancak son yıllarda Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Müslümanlara yönelik baskılar artmıştır.
Çin’de Dini Politikalar:
Çin hükümeti, dini inançları toplumun istikrarını tehdit edebilecek bir unsur olarak görmekte ve bu nedenle dini faaliyetleri sıkı bir şekilde kontrol etmektedir. Özellikle dini ekstremizm ve ayrılıkçılık olarak tanımlanan faaliyetler, devlet tarafından şiddetle bastırılmaktadır.
Son yıllarda, Çin hükümeti dini grupları daha da sıkı bir şekilde kontrol altına almak için yeni düzenlemeler yapmıştır. Bu düzenlemeler, dini liderlerin atanması, dini okulların kapatılması ve dini yayınların sansürlenmesi gibi konuları içermektedir.
Özetle:
Çin’de din ve devlet ilişkisi, karmaşık bir tarihsel süreç içerisinde şekillenmiştir. Devletin ateist bir duruş sergilemesine rağmen, halk arasında çeşitli inançlar yaygın olarak yaşamaktadır. Ancak devlet, dini faaliyetleri sıkı bir şekilde kontrol etmekte ve dini grupların siyasi bir güç haline gelmesini engellemeye çalışmaktadır.
Daha fazla bilgi için şu kaynakları inceleyebilirsiniz:
* Vikipedi: Çin’de din
* Uluslararası Af Örgütü: Çin’de insan hakları ihlalleri
Not: Çin’deki dini durum sürekli olarak değişmekte ve gelişmektedir. Bu nedenle, güncel bilgiler için farklı kaynakları takip etmek önemlidir.

@@@@@@@@

Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde Müslümanlara yönelik yapılan zulüm ve baskılar.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde, özellikle Uygur Müslümanlarına yönelik baskılar, uluslararası kamuoyunda insan hakları ihlalleri olarak geniş yankı bulmuştur. Çin hükümeti, bölgedeki Müslüman azınlık üzerinde uzun süredir devam eden bir dizi baskıcı politikayı uyguluyor. Bu baskılar, özellikle 2017’den itibaren daha yoğun hale geldi. İşte başlıca endişe verici unsurlar:

1. Toplama Kampları (Eğitim Kampları)

Çin hükümeti, milyonlarca Uygur ve diğer Müslüman azınlıkları “yeniden eğitim kampları” olarak adlandırdığı kamplara topladı. Bu kamplarda zorla ideolojik eğitim, beyin yıkama, Çince dil eğitimi ve Çin Komünist Partisi’ne sadakat üzerine eğitimler verildiği bildirilmektedir. Ayrıca bu kamplarda işkence, zorla çalıştırma, fiziksel ve psikolojik şiddet gibi ciddi insan hakları ihlalleri yaşandığı iddia edilmektedir.

2. Dini Kısıtlamalar

Sincan bölgesinde İslam’ın pratiği ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya. Camilerin yıkılması, dini sembollerin yasaklanması, ibadetlerin ve oruç tutma gibi dini ritüellerin engellenmesi gibi uygulamalar, Uygur Müslümanlarının dini özgürlüklerini ihlal eden başlıca politikalardan bazılarıdır.

3. Dijital Gözetim

Sincan, dünyadaki en sıkı dijital gözetim sistemlerinden birine sahip. Çin hükümeti, bölgedeki Uygur halkını sürekli gözetim altında tutmak için yüz tanıma teknolojisi, DNA örnekleri toplama, zorunlu uygulamalarla bireylerin dijital hareketlerini takip etme gibi yöntemler kullanıyor. Bu sistem, Uygurların günlük hayatını sıkı bir kontrol altına alıyor.

4. Kültürel Asimilasyon

Uygur kültürü ve kimliğinin sistematik olarak yok edilmeye çalışıldığına dair güçlü iddialar var. Uygur dili eğitim sisteminde yerini büyük ölçüde Çince’ye bırakmış durumda, Uygur kültürel mirası tahrip edilmekte ve Uygur aileleri, çocuklarını “Çinleştirme” kamplarına göndermeye zorlanmaktadır.

5. Zorla Çalıştırma

Uygurların toplama kamplarından zorla çalıştırılmak üzere fabrikalara gönderildiğine dair çok sayıda rapor bulunmaktadır. Bu fabrikalarda, Uygurların düşük ücretlerle veya ücretsiz çalıştırıldığı, bazen kötü koşullarda uzun saatler boyunca çalıştırıldığı belirtiliyor. Zorla çalıştırma iddiaları, bazı büyük küresel markaların tedarik zincirine kadar uzanmıştır.

6. Ailelerin Ayrılması

Uygur aileleri, hükümet politikaları sonucunda parçalanmaktadır. Pek çok Uygur, toplama kamplarında tutulurken, çocuklar devlet yetimhanelerine veya yatılı okullara yerleştirilmektedir. Bu durum, aile bağlarını koparmakta ve Uygur kimliğinin yok olmasına yol açmaktadır.

Çin hükümeti ise bu politikaları, “aşırılıkçılıkla mücadele”, “terörle savaş” ve “eğitim yoluyla rehabilitasyon” olarak nitelendirmektedir. Ancak uluslararası insan hakları örgütleri, akademisyenler ve hükümetler bu uygulamaları, bir tür etnik temizlik ve soykırım olarak tanımlamaktadır.

Uygur meselesi, özellikle Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ABD gibi uluslararası aktörler tarafından dikkatle izlenmekte ve Çin’e karşı yaptırım çağrıları yapılmaktadır. Ancak Çin hükümeti, bu eleştirileri reddetmekte ve Sincan’daki politikalarını savunmaktadır.

BAK: https://www.google.com/search?q=%C3%87inde+16+bin+camiyi+y%C4%B1k%C4%B1m+karar%C4%B1&oq=%C3%87inde+16+bin+camiyi+y%C4%B1k%C4%B1m+karar%C4%B1&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyBggAEEUYOdIBCTIwNDU4ajBqNKgCDrACAQ&client=ms-android-samsung-trvo1&sourceid=chrome-mobile&ie=UTF-8#ip=1

 

Loading

No ResponsesEylül 14th, 2024

İstiklal mahkemelerinde yapılan baskı ve keyfi uygulamalar. Neler yapıldı?

İstiklal mahkemelerinde yapılan baskı ve keyfi uygulamalar. Neler yapıldı?


İstiklal Mahkemeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde, özellikle 1920-1923 yılları arasında, Anadolu’daki isyanları ve direniş hareketlerini bastırmak amacıyla kurulmuş özel mahkemelerdir. Bu mahkemeler, Türkiye’nin ulusal egemenliğini ve düzenini korumak için sıkı tedbirler ve cezai uygulamalar getirmiştir. İşte İstiklal Mahkemeleri dönemindeki bazı baskı ve keyfi uygulamalar:

1. Keyfi Yargılamalar ve Hızlı Yargılama

İstiklal Mahkemeleri, geniş yetkilerle donatılmış özel mahkemelerdi. Bu mahkemelerde yargılamalar hızlı bir şekilde yapılır, davalar genellikle kısa sürede sonuçlandırılırdı. Sıkı bir denetim ve denetimsizlik ortamı içinde, bazı sanıklar, savunma hakkından yoksun bırakılabilir veya yeterince savunma yapma fırsatı verilmeden yargılanabilirlerdi.

2. Sıkı Gözetim ve Baskılar

Bu dönemde, İstiklal Mahkemeleri tarafından yapılan yargılamalarda sıkı bir gözaltı ve tutuklama politikası uygulanıyordu. İsyan veya direniş hareketleri ile ilişkili olduğu düşünülen birçok kişi, bu mahkemelerde yargılanarak cezalandırıldı. Bu süreçte, tutuklama ve gözaltı süreleri uzatılabiliyor, bazen insan haklarına aykırı uygulamalara başvurulabiliyordu.

3. Siyasi ve Dini Baskılar

İstiklal Mahkemeleri hem siyasi hem de dini grupları hedef almıştı. Bu dönemde, özellikle bağımsızlık hareketine karşı olan muhalefet ve dini liderler hedef alınmıştı. Siyasi nedenlerle yargılanan kişiler, bazen idam cezasına çarptırıldılar veya ağır hapis cezaları aldılar. Mahkemeler, çoğu zaman geniş bir tanım ve yorum özgürlüğü ile bu tür gruplara karşı sert önlemler aldı.

4. Siyasi Mahkumiyetler ve İdamlar

Bazı durumlarda, İstiklal Mahkemeleri tarafından verilen kararlar, siyasi ve askeri liderler tarafından onaylanan idam cezalarını içeriyordu. Özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında, çeşitli direniş hareketlerine veya isyanlara katıldıkları düşünülen kişiler idam edildi. Bu idamlar, bazen adil bir yargılamadan ziyade, siyasi ve askeri stratejiler doğrultusunda gerçekleştirildi.

5. Yargı Bağımsızlığı ve Adil Yargılama Sorunları

İstiklal Mahkemeleri, bağımsız yargı ilkelerine tam olarak uymuyordu ve çoğu zaman mahkemelerin bağımsızlığı sorgulandı. Bu mahkemelerde yargılamalar sırasında, adil yargılama hakkı sıkça ihlal edildi ve kararlar, hükümetin siyasi hedefleri doğrultusunda şekillendirildi.

6. Toplumsal ve Politik Rejimle Uyum

Mahkemeler, genellikle Cumhuriyet’in yeni düzenini korumak ve eski düzenin etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla faaliyet gösterdi. Bu bağlamda, eski Osmanlı döneminin kalıntıları ve direniş hareketlerine karşı sert önlemler alındı.

Sonuç

İstiklal Mahkemeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, ulusal egemenlik ve düzeni sağlamak amacıyla kurulan özel yargı organlarıdır. Ancak, bu mahkemelerin uygulamaları sırasında bazı baskı ve keyfi uygulamalar meydana gelmiştir. Bu dönem hem adil yargılama ilkeleri açısından hem de insan hakları açısından tartışmalı bir dönem olarak değerlendirilir.

Loading

No ResponsesEylül 14th, 2024

İnsanlık tarihi boyunca dünyada iz bırakmış ve önemli değişimler gerçekleştirmiş olan 20 büyük şahsiyet kimdir?

İnsanlık tarihi boyunca dünyada iz bırakmış ve önemli değişimler gerçekleştirmiş olan 20 büyük şahsiyet kimdir?

İnsanlık tarihi boyunca büyük değişimlere ve gelişmelere öncülük eden birçok önemli şahsiyet vardır. Bu şahsiyetler, liderlik, bilim, felsefe, sanat ve din alanlarında dünya üzerinde derin izler bırakmış ve tarihsel olayların yönünü değiştirmişlerdir. İşte dünyada iz bırakmış 20 büyük şahsiyet:

1. Hz. Muhammed (570-632)

Açıklama: İslam dininin kurucusu ve son peygamber olarak kabul edilen Hz. Muhammed, İslam’ın yayılması ve dünya tarihi üzerinde büyük bir etki bıraktı. Onun liderliğinde Arap Yarımadası’nda siyasi ve dini bir birleşme gerçekleşti.

2. Isaac Newton (1642-1727)

Açıklama: Modern bilimin temellerini atan İngiliz bilim insanı Newton, klasik mekaniği ve yerçekimi yasalarını formüle etti. Onun çalışmaları, bilim devrimini hızlandırdı ve modern fiziğin doğuşuna büyük katkı sağladı.

3. Albert Einstein (1879-1955)

Açıklama: Genel ve özel görelilik teorileriyle fizik dünyasında devrim yaratan Einstein, enerji ve madde arasındaki ilişkiyi açıklayan E=mc² formülüyle bilinir. Einstein, modern fiziğin babalarından biri olarak kabul edilir.

4. Büyük İskender (MÖ 356-323)

Açıklama: Makedonya Kralı Büyük İskender, kısa hayatında tarihin en büyük imparatorluklarından birini kurarak Yunan kültürünü ve etkisini doğuya kadar yaydı. Helenistik dönemin başlangıcına öncülük etti.

5. Aristoteles (MÖ 384-322)

Açıklama: Antik Yunan filozofu Aristoteles, mantık, biyoloji, fizik, etik ve siyaset felsefesi gibi birçok alanda eserler verdi. Onun düşünceleri, Batı felsefesinin ve bilim anlayışının temelini oluşturdu.

6. Napolyon Bonapart (1769-1821)

Açıklama: Fransız İmparatoru Napolyon, Avrupa’yı fethetme girişimleri ve hukuki reformlarıyla tanınır. Napolyon Yasaları, birçok ülkenin hukuk sistemini etkilemiştir.

7. Mahatma Gandhi (1869-1948)

Açıklama: Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinde liderlik yapan Gandhi, şiddet karşıtı direniş stratejisiyle dünya çapında bir etki yarattı. Onun barışçıl direniş yöntemleri, birçok özgürlük ve hak mücadelesine ilham kaynağı oldu.

8. Leonardo da Vinci (1452-1519)

Açıklama: Rönesans döneminin en büyük dehalarından biri olan Da Vinci, sanat, bilim, anatomi, mühendislik ve mimarlık gibi birçok alanda eserler verdi. Mona Lisa ve Son Akşam Yemeği gibi başyapıtları, sanat tarihine damgasını vurdu.

9. Hz. İsa (İsa Mesih) (MÖ 4-MS 30)

Açıklama: Hristiyanlığın kurucusu olan Hz. İsa, ahlaki öğretileri ve yaşamı ile dünya tarihine büyük bir etki bıraktı. Milyarlarca insanın inanç kaynağı olan Hristiyanlık, onun etrafında şekillendi.

10. Karl Marx (1818-1883)

Açıklama: Alman filozof ve iktisatçı Karl Marx, Komünist Manifesto ve Das Kapital gibi eserleriyle komünist ideolojinin temellerini attı. Onun fikirleri, 20. yüzyıl boyunca dünya siyasetini derinden etkiledi.

11. George Washington (1732-1799)

Açıklama: Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk başkanı olan Washington, Amerikan Devrimi sırasında kıtaların özgürlüğü için savaştı ve ABD’nin kuruluşuna öncülük etti. Onun liderliği, ABD’nin siyasi ve sosyal yapısının şekillenmesinde etkili oldu.

12. Sokrates (MÖ 470-399)

Açıklama: Antik Yunan filozofu Sokrates, sorgulayıcı yöntemleri ve ahlaki felsefesiyle Batı düşünce geleneğinin temellerini attı. Onun fikirleri, öğrencileri Platon ve Aristoteles aracılığıyla günümüze kadar ulaşmıştır.

13. Nelson Mandela (1918-2013)

Açıklama: Güney Afrika’da apartheid rejimine karşı mücadele eden Mandela, barışçıl yollarla ırk ayrımcılığını sona erdirdi ve ülkenin ilk siyahi başkanı oldu. Özgürlük ve eşitlik mücadelesinde bir sembol haline geldi.

14. Charles Darwin (1809-1882)

Açıklama: Evrim teorisinin kurucusu olan Darwin, Türlerin Kökeni adlı eseriyle biyolojide devrim yarattı. Doğal seçilim teorisi, canlıların evrimi ve biyolojik çeşitliliğin açıklanmasında temel bir kavram haline geldi.

15. Thomas Edison (1847-1931)

Açıklama: Modern dünyanın en büyük mucitlerinden biri olan Edison, elektrik ampulü, fonograf ve sinema gibi icatlarıyla sanayi devriminde önemli bir rol oynadı.

16. Winston Churchill (1874-1965)

Açıklama: İngiltere Başbakanı Churchill, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na karşı direnişin sembolü oldu. Liderliği ve kararlılığı, Avrupa’nın kurtuluşunda kilit bir rol oynadı.

17. Sigmund Freud (1856-1939)

Açıklama: Psikanalizin kurucusu olan Freud, insan zihni, bilinçaltı ve rüyalar üzerine çalışmalarıyla psikoloji alanında çığır açtı. Onun teorileri, modern psikolojinin temel taşlarıdır.

18. Martin Luther (1483-1546)

Açıklama: Almanya’da din reformunun öncüsü olan Martin Luther, Katolik Kilisesi’ne karşı başlattığı protesto hareketiyle Hristiyan dünyasında büyük değişimlere yol açtı ve Protestanlık mezhebinin doğmasına neden oldu.

19. Galileo Galilei (1564-1642)

Açıklama: İtalyan astronom ve bilim insanı Galileo, teleskopla yaptığı gözlemler ve Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü kanıtlamasıyla bilinir. Onun çalışmaları, modern astronomi ve fiziğin temellerini oluşturdu.

20. Julius Sezar (MÖ 100-44)

Açıklama: Roma İmparatorluğu’nun genişlemesine büyük katkı sağlayan Sezar, askeri ve siyasi dehasıyla Roma’yı dünya tarihinin en güçlü imparatorluklarından biri haline getirdi.

Not: * Yapay zekanın 1. sıraya Hz. Muhammed.i almış olması hak ve hakikatin kaçınılmaz olduğunu ve kendisini isbat ve kabul ettirdiğini göstermektedir.

https://tesbitler.com/category/hz-muhammed-ve-sahabe/

*Yapay zekanın 14. Sıraya Darwin.i alması, daha yapay olmayan gerçek zeka eğitimine ihtiyacı olduğunu göstermektedir.
Bak.
https://tesbitler.com/2015/01/03/evrim-bilimsel-degildir/
https://tesbitler.com/2015/01/02/e-v-r-i-m-t-e-o-r-i-s-i/
https://tesbitler.com/2023/07/04/evrimi-reddedenlerin-delilleri/

 

Loading

No ResponsesEylül 14th, 2024

VİCDAN VE RUHUN 4 UNSURU

VİCDAN VE RUHUN 4 UNSURU[1]

“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan “irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye” her birinin bir gayetü’l-gàyâtı var:

İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetullahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gàyâta sevk eder.”[2]

-Tıpkı ruhun 4 koruması gibi.
Üst kurul.
Vicdanın temel yapı Taşları.
4 Bileşenlerden oluşur.
Tıpkı havanın karbon, Hidrojen, oksijen, azot gibi.
Tıpkı Her şeyin 4 madde, unsur olan, Toprak, hava, su, ateş gibi.

@@@@@@@

Vicdanın Anasır-ı Erbaası ve Ruhun Dört Havassı Üzerine Bir Değerlendirme
Verilen metin, İslam felsefesi ve tasavvufta sıkça karşılaşılan bir konuyu, yani insanın iç dünyasını oluşturan temel unsurları ve bu unsurların nihai hedeflerini ele almaktadır.
Metnin ana temaları şu şekilde özetlenebilir:
* Vicdanın Anasır-ı Erbaası: Vicdanın dört temel unsuru olarak irade, zihin, his ve lâtife-i Rabbaniye belirtilmiştir.
* Ruhun Dört Havassı: Ruhun dört özelliği olarak da aynı unsurlar (irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye) gösterilmiştir.
* Her Bir Unsurun Gayesi: Her bir unsurun nihai hedefi Allah’a yönelmek olarak belirtilmiştir. İrade ibadet, zihin marifet, his muhabbet ve lâtife-i Rabbaniye ise müşahede ile Allah’a ulaşmayı hedefler.
* Takva ve Şeriat: Takva, bu dört unsurun dengeli bir şekilde kullanılması ve Allah’a yönelme anlamına gelir. Şeriat ise bu unsurları geliştirerek (tenmiye), olumsuz yönlerini düzelterek (tehzip) ve nihai hedefe ulaştırmayı amaçlar.
Bu metindeki kavramları daha detaylı bir şekilde açıklayalım:
* İrade: İnsanı eyleme yönelten güçtür. İbadet, bu gücü Allah’a yöneltmek anlamına gelir.
* Zihin: Düşünme, öğrenme ve anlama yeteneğidir. Marifet, Allah’ı tanıma ve anlama çabasıdır.
* His: Sevinç, üzüntü, aşk gibi duyguları içerir. Muhabbet, Allah’a duyulan sevgi ve bağlılıktır.
* Lâtife-i Rabbaniye: İnsanda bulunan ilahi bir nur veya kıvılcım olarak düşünülebilir. Müşahede, bu nur aracılığıyla Allah’ı doğrudan deneyimlemektir.
* Takva: Allah’a karşı duyulan saygı, korku ve sevginin birleşimiyle oluşan bir ahlaki durumdur.
* Şeriat: İslam’ın temel hukuk ve ahlak sistemi olup, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu hedefler.
Metnin genel anlamı:
İnsan, içindeki bu dört temel unsuru dengeli bir şekilde kullanarak Allah’a ulaşmayı hedefler. İbadet, marifet, muhabbet ve müşahede bu yolculuğun farklı aşamalarıdır. Şeriat ise bu yolculukta insanlara rehberlik eder.

Özellikle şu konular üzerinde daha detaylı bilgi alabilirsiniz:
* İnsan nefsinin yapısı.
* Marifetullah.
* Muhabbetullah.
* Müşahede.
* Takva ve ibadetin ilişkisi.
* Şeriatın rolü.

 

VİCDAN

İslami tanımla vicdan nedir, Kuran ve Hadislerde nasıl ifade edilir?

İslami Tanımda Vicdan ve Kuran-ı Kerim ile Hadislerde İfadesi

Vicdan, İslam dininde insanın fıtratında var olan, doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayan, iç ses olarak da adlandırılan bir kavramdır. Vicdan, insanın kendi nefsini muhasebe etmesi, yaptığı işlerin sonuçlarını değerlendirmesi ve Allah’a karşı sorumluluk bilincini taşıması noktasında önemli bir rol oynar.

Kuran-ı Kerim’de Vicdan

Kuran-ı Kerim’de vicdan açıkça zikredilmese de, birçok ayette vicdanın işleyişi ve önemine işaret eden ifadeler yer alır. Özellikle insanın kendi nefsini sorgulaması, yaptığı işlerden sorumlu tutulacağı, iyilik ve kötülüğün farkında olması gibi konular vicdanın işleyişi ile yakından ilgilidir.

  • Nefsin muhasebesi: Kuran’da birçok ayette insanın kendi nefsini muhasebe etmesi, yaptığı işleri değerlendirmesi ve Allah’a karşı sorumlu tutulacağı vurgulanır. Bu durum, vicdanın temel işlevi olan doğruyu yanlıştan ayırma ve kişinin kendi davranışlarını değerlendirme yeteneği ile doğrudan ilişkilidir.
  • İyilik ve kötülüğün farkında olma: Kuran’da iyilik ve kötülüğün açıkça belirtilmesi ve insanların bu farkındalıkla hareket etmeleri istenmesi, vicdanın temel görevi olan doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği ile bağlantılıdır.
  • Kalbin şahitliği: Kuran’da kalbin şahitliği konusu sıklıkla geçer. Kalp, vicdanın yerleşik olduğu bir organdır ve insanın yaptığı her işten haberdardır. Kıyamet gününde kalplerin şahitliği, vicdanın insanın aleyhine veya lehine delil olarak kullanılacağını gösterir.

Hadislerde Vicdan

Hadislerde de vicdanın önemi vurgulanır. Peygamber Efendimiz (sav), birçok hadisinde vicdanın temizliğinin önemine dikkat çekmiş, müminlerin vicdanlarının rahat olması gerektiğini belirtmiştir.

  • Vicdanın temizliği: Peygamber Efendimiz (sav), vicdanın temizliğinin İslam’ın temel şartlarından biri olduğunu belirtmiştir. Vicdanı kirleten günahların affedilmesi için tövbe edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
  • Vicdanın rahatlığı: Peygamber Efendimiz (sav), müminlerin vicdanlarının rahat olması gerektiğini, günah işleyen bir kişinin vicdanının rahat edemeyeceğini söylemiştir.
  • İç ses: Peygamber Efendimiz (sav), vicdanı iç ses olarak tanımlamış ve insanların bu sese kulak vermeleri gerektiğini belirtmiştir.

Sonuç

İslam dininde vicdan, insanın fıtratında var olan, doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayan önemli bir kavramdır. Kuran-ı Kerim ve hadislerde vicdanın işleyişi ve önemi birçok ayet ve hadisle açıklanmıştır. Vicdan, insanın kendi nefsini muhasebe etmesi, yaptığı işlerin sonuçlarını değerlendirmesi ve Allah’a karşı sorumluluk bilincini taşıması noktasında önemli bir rol oynar.

Özetle, İslam’a göre vicdan, insanın iç sesidir ve doğruyu yanlıştan ayırt etmesine yardımcı olur. Kuran ve hadisler, vicdanın temizliğinin önemini vurgulayarak, müminlerin vicdanlarının rahat olması gerektiğini belirtir.

****************   

İslam alimleri vicdanı nasıl tanımlarlar?

İslam Alimlerine Göre Vicdan

İslam alimleri, vicdanı farklı açılardan ele almış ve bu konuda çeşitli tanımlar yapmışlardır. Ancak genel olarak vicdan, İslam alimlerine göre;

  • Fıtrattan gelen bir özellik: İnsanların doğuştan sahip olduğu, Allah tarafından verilmiş bir özelliktir.
  • Doğruyu yanlıştan ayırt etme yetisi: İnsanın iç sesidir ve yaptığı işlerin doğru veya yanlış olup olmadığını anlamaya yardımcı olur.
  • Allah’a karşı sorumluluk bilinci: İnsanın yaptığı her işten Allah’a karşı sorumlu olduğunu hatırlatan bir içsel mekanizmadır.
  • Kalbin aynası: Kalbin durumunu yansıtan bir ayna gibidir. Kalp temizse vicdan da temiz olur, kalp kirlenirse vicdan da kirlenir.

Bazı İslam alimlerinin vicdan hakkındaki görüşlerine örnekler:

  • İmam Gazali: Vicdanı, insanın kendi nefsini muhasebe etmesi, yaptığı işleri değerlendirmesi ve Allah’a karşı sorumluluk bilincini taşıması noktasında önemli bir rol oynayan bir içsel mekanizma olarak görmüştür.
  • İmam-ı Rabbani: Vicdanı, insanın fıtratında var olan, doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayan, iç ses olarak da adlandırılan bir kavram olarak tanımlamıştır.
  • Maturidi Ehl-i Sünnet: Vicdanı, akıl ile birlikte çalışan ve insanın doğruyu yanlıştan ayırmasını sağlayan bir yetenek olarak görmüştür.

Vicdanın önemi İslam alimleri tarafından şu şekilde vurgulanır:

  • İmanın bir gereği: Vicdanı temiz tutmak, imanın temel şartlarından biridir.
  • Amel-i salih için gerekli: İyi amellerin kabul edilmesi için vicdanın temiz olması şarttır.
  • Toplumsal huzur için gerekli: Vicdanlı bireyler, toplumda huzur ve güven ortamının oluşmasına katkı sağlarlar.

Özetle, İslam alimlerine göre vicdan, insanın fıtratında var olan, doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayan, Allah’a karşı sorumluluk bilincini taşıyan ve kalbin aynası olan bir içsel mekanizmadır. Vicdanın temizliği, İslam dininde büyük önem taşımaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

13-09-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=-f53qNwFNgg&t=96s

[2] Hutbe-i Şamiye. Sh. 143.

Loading

No ResponsesEylül 13th, 2024

İNGİLİZİN İSLAM DÜŞMANLIĞI

İNGİLİZİN İSLAM DÜŞMANLIĞI

İngilizlerin İslam düşmanlığı M. Sıddık gümüş. ün kitabında ibretli olan paragraflar ve kitabın özeti nedir?

  1. Sıddık Gümüş, İslami konularda yazdığı eserlerle tanınan bir yazardır. **”İngilizlerin İslam Düşmanlığı”** adlı kitabı, İslam’a ve Müslümanlara karşı tarih boyunca İngilizler tarafından sürdürülen düşmanca tutumları ve politikaları ele almaktadır. Yazar, kitabında özellikle İngiltere’nin sömürgecilik döneminde İslam dünyasında izlediği stratejilere, Müslüman topluluklar üzerinde uyguladığı baskılara ve İslam’a zarar verme çabalarına değinir.Kitabın ana temasını, İngilizlerin İslam’ı ve Müslüman toplumları zayıflatma amacıyla geliştirdikleri siyasi ve sosyal stratejiler oluşturur. Yazar, İngilizlerin İslam coğrafyasında fitne çıkarmak için başvurduğu yolları ve bu süreçte nasıl bir “böl ve yönet” politikası izlediklerini örneklerle açıklar. Ayrıca, İslam dünyasında İngiliz ajanlarının faaliyetlerinden, İslam’ın ve Müslümanların hedef alınarak oluşturulan propagandalardan bahseder.

    ### İbretli Paragraflar

    Kitaptan bazı dikkat çekici ve ibretlik noktalar şunlardır:

    1. **Sömürgecilik ve Din Kullanımı**: İngilizlerin, Müslüman toplumlar üzerindeki etkilerini artırmak için sömürgecilik döneminde dini kullanmaları, Müslümanları bölmek için reformcu hareketleri desteklemeleri ve mezhep çatışmalarını körüklemeleri.

    2. **Ajanlık Faaliyetleri**: İngiliz ajanlarının İslam ülkelerinde fitne çıkarmak ve Müslüman liderleri itibarsızlaştırmak için gerçekleştirdikleri çeşitli operasyonlar. Yazar, ajanların Müslüman kılığına girerek toplumları içeriden zayıflatma çabalarına dikkat çeker.

    3. **Propaganda ve Medya**: İngilizlerin, Müslümanlara ve İslam’a karşı Batı medyasında yürüttüğü karalama kampanyaları. Kitapta, özellikle İslam’ın terörle ilişkilendirilmesine yönelik medya çalışmalarına vurgu yapılır.

    4. **Hilafetin Yıkılması**: İngilizlerin, İslam dünyasını bir arada tutan en önemli siyasi otorite olan Osmanlı Hilafeti’ni zayıflatma ve yıkma çabaları. Bu bölümde, hilafetin ortadan kaldırılması için yürütülen planlar ve uygulamalar ayrıntılı şekilde ele alınır.

    ### Kitabın Özeti

    Kitap, İngilizlerin İslam dünyasına yönelik düşmanlığını tarihsel ve siyasi perspektiflerden inceler. Özellikle Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci, Müslüman toplumların bağımsızlık mücadeleleri ve modern dönemde İslam’a yönelik batılı saldırılar üzerinden değerlendirmeler yapar. Yazar, İslam’ı hedef alan stratejik hamlelerin sadece askeri ya da siyasi değil, aynı zamanda kültürel ve dini boyutlarının da olduğunu savunur. İngilizlerin, Müslüman coğrafyalar üzerinde uyguladıkları “böl ve yönet” politikaları, yerel işbirlikçiler ve ajanlar aracılığıyla yürütülen İslam karşıtı faaliyetler detaylı bir şekilde açıklanır.

    M. Sıddık Gümüş, eseriyle İslam dünyasındaki Müslümanlara bir uyarı niteliği taşıyan mesajlar vermeyi amaçlar. Batı’nın özellikle İngiltere’nin tarihsel ve güncel İslam karşıtı politikalarının farkında olunması gerektiğini belirtir ve Müslümanları birlik ve beraberliğe davet eder.

    Kitap, İslam düşmanlığı konusunu ele alarak, Müslüman okuyuculara İslam’a yönelik tehditlerin farkında olmaları gerektiğini ve bu tehditlere karşı bilinçlenmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.

    @@@@@@@

    İhsan Süreyya Sırma, Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerler adlı kitapta Özetle vurgulanan ve özet konu nedir?

    İhsan Süreyya Sırma’nın **”Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerler”** adlı kitabı, İngilizlerin tarih boyunca sömürgecilik faaliyetleri kapsamında misyonerleri nasıl bir araç olarak kullandıklarını ele alır. Kitap, misyonerlerin sadece dini yayma amaçlı değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda birer sömürü ajanı olarak görev yaptığını vurgular.

    ### Kitabın Özeti

    İhsan Süreyya Sırma, kitabında İngiliz misyonerlerinin özellikle Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ve İslam dünyasında yürüttüğü faaliyetleri detaylandırır. Yazar, İngiliz misyonerlerinin bölgedeki Müslüman toplulukları zayıflatmak, bölmek ve Batı’nın çıkarlarına hizmet etmek amacıyla dini kisve altında nasıl çalıştığını anlatır.

    **Ana Temalar: **

    1. **Misyonerlerin Asıl Amacı**: Kitap, misyonerlerin asıl amacının Hristiyanlığı yaymaktan ziyade, İngiltere’nin emperyal çıkarlarını korumak olduğunu savunur. Misyonerler, Hristiyanlık vaazları altında halkın zihnini şekillendirmeye, Batı kültürünü ve değerlerini yaymaya çalışmışlardır.

    2. **Osmanlı ve İslam Dünyası**: Misyonerlerin faaliyetleri özellikle Osmanlı topraklarında yoğunlaşmıştır. Yazar, İngiliz misyonerlerinin Osmanlı halkını bölmek için yürüttükleri çalışmaların altını çizer. Ermeniler, Kürtler, Araplar ve diğer azınlıklar arasında fitne ve ayrılık çıkarmaya yönelik bu çabalar, Osmanlı’yı zayıflatmak için bir araç olarak kullanılmıştır.

    3. **Eğitim ve Sağlık Kurumları**: Misyonerler, bölgeye nüfuz etmek amacıyla eğitim ve sağlık kurumları kurmuşlardır. Bu okullar ve hastaneler aracılığıyla yerel halk üzerinde etki kurmayı başarmış, aynı zamanda ajanlık faaliyetleri yürütmüşlerdir. Kitapta, bu kurumların nasıl Batı’nın siyasi çıkarlarına hizmet ettiği anlatılır.

    4. **Siyasi ve İstihbarat Faaliyetleri**: Misyonerler, dini vaazlar verirken aynı zamanda siyasi ajanlık görevlerini de yerine getirmişlerdir. Yerel halkın nabzını tutmuş, isyanları körüklemiş ve Batı devletlerine bilgi sağlamışlardır. Yazar, bu faaliyetlerin birçok Osmanlı toprağında büyük toplumsal ve siyasi karışıklıklara yol açtığını belirtir.

    5. **Böl ve Yönet Stratejisi**: Misyonerlerin faaliyetleri, İngilizlerin genel olarak Osmanlı ve İslam dünyasında izlediği “böl ve yönet” stratejisiyle uyumludur. Misyonerler aracılığıyla farklı etnik ve dini gruplar arasında nifak tohumları ekilmiş, böylece Batı emperyalizmi bölgedeki hakimiyetini sürdürmüştür.

    ### Kitapta Vurgulananlar

    – **Misyonerlerin Sözcüsü Oldukları Güçler**: Misyonerler, sadece dini liderler ya da Hristiyanlığı yaymaya çalışan kişiler değil, aynı zamanda emperyalist güçlerin temsilcileri olarak çalışmıştır.
    – **Eğitim ve Kültürel Emperyalizm**: Batı kültürünü ve Hristiyanlık değerlerini yaymak için kurulan okullar ve üniversiteler, bölgedeki yerli kültürleri ve dini inanışları zayıflatmayı amaçlamıştır.
    – **Müslümanların Uyanıklığı**: Yazar, Müslüman toplumlara misyonerlerin amaçlarının farkında olmaları gerektiğini, dini ve kültürel kimliklerine sahip çıkmalarını öğütler.

    ### Sonuç

    Kitap, İngiliz misyonerlerinin İslam dünyasında oynadığı kritik rolü anlamak için önemli bir kaynak niteliğindedir. İhsan Süreyya Sırma, tarihsel belgeler ve olaylar üzerinden, misyonerlerin aslında emperyalist politikaların bir parçası olduğunu ve bu faaliyetlerin sadece dini değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda yürütüldüğünü göstermeye çalışır. Kitap, sömürgecilik tarihine ve misyonerlik faaliyetlerinin arkasındaki gerçeklere ışık tutarak Müslümanların bu konuda bilinçlenmesini amaçlar.

    @@@@@@

    Murat Bardakçı, Şahbaba adlı kitapta İngilizler ile ilgili ne gibi bir tesbitte bulunmaktadır?

    Murat Bardakçı’nın **”Şahbaba”** adlı kitabı, İran’ın son Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin babası Rıza Şah Pehlevi’nin hayatını ve İran tarihindeki yerini ele alır. Kitapta İran tarihinin önemli bir dönemine ışık tutulur ve özellikle Rıza Şah’ın iktidara geliş süreci, yönetimi ve sonrasındaki gelişmeler ayrıntılı şekilde anlatılır.

    **İngilizlerle İlgili Tespitler**:

    Murat Bardakçı, **”Şahbaba”** adlı eserinde Rıza Şah Pehlevi’nin iktidara gelmesinde ve yönetiminde İngilizlerin oynadığı rolü ve İran üzerindeki etkilerini vurgular. Kitapta, Rıza Şah’ın başlangıçta İngilizlerin desteğiyle iktidara geldiği, ancak zamanla İngilizlerin politikalarına karşı çıkmaya başladığı ve bunun neticesinde İngiltere ile arasının açıldığı belirtilir. Bu sürecin sonunda, Rıza Şah’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Sovyet güçleri tarafından İran’a yapılan askeri müdahale ile tahttan indirildiği anlatılır.

    Bardakçı, İngilizlerin İran üzerindeki etkisini ve çıkarlarını sıkça vurgular. Özellikle, İran’ın stratejik konumu ve petrol zenginlikleri nedeniyle İngiltere’nin İran’daki siyasi gelişmelere yön vermeye çalıştığını ve bu amaçla hem Rıza Şah döneminde hem de sonrasında çeşitli müdahalelerde bulunduğunu belirtir. İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarını korumak amacıyla İran’daki liderleri ve politik gelişmeleri yakından takip ettiğini ve gerektiğinde müdahale ettiğini tespit eder.

    Sonuç olarak, Bardakçı’nın **”Şahbaba”** kitabında İngilizlerle ilgili en önemli tespit, İran üzerindeki büyük güçlerin, özellikle İngiltere’nin, ülkedeki iktidar değişiklikleri ve siyasi gelişmelerde kritik bir rol oynadığıdır. Rıza Şah’ın iktidara gelişinde ve düşüşünde İngiliz etkisi belirgin bir şekilde ortaya konur.

    Bak.
    https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0ngiliz+https://m.star.com.tr/yazar/dusmanimizi-taniyor-muyuz-yazi-1883383/

    @@@@@@

    İngilizlerin entrikaları ve bunun üzerine yazılmış kitaplar hangileridir?

    İngilizlerin tarih boyunca çeşitli bölgelerde yürüttüğü entrikalar, sömürge politikaları, siyasi oyunlar ve müdahaleler birçok tarihçi, yazar ve araştırmacı tarafından ele alınmıştır. Bu konuda çeşitli kitaplar, makaleler ve analizler yazılmıştır. Aşağıda, İngiliz entrikalarını konu alan önemli kitaplar ve bu eserlerin odaklandığı ana temalar bulunmaktadır:

    ### 1. **”Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerler” – İhsan Süreyya Sırma**
    – **Ana Tema**: İngiliz misyonerlerinin dini yayma amacı altında aslında birer siyasi ajan olarak kullanıldığı, bu misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu ve İslam dünyasında böl ve yönet politikaları çerçevesinde çalıştıkları anlatılır.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: Eğitim ve sağlık kurumları aracılığıyla kültürel emperyalizm, dini kisve altında siyasi ve istihbari faaliyetler.

    ### 2. **”İngilizlerin İslam Düşmanlığı” – M. Sıddık Gümüş**
    – **Ana Tema**: İngilizlerin, İslam dünyasına yönelik düşmanca politikalarını ele alır. Müslüman coğrafyaları bölme, İslam’ı zayıflatma çabaları ve Hilafeti yıkma girişimleri üzerinde durulur.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına yönelik İngiliz planları, İslam dünyasında fitne çıkarma ve ajanlar vasıtasıyla yürütülen operasyonlar.

    ### 3. **”Ortadoğu’da Oyun İçinde Oyun” – Taha Akyol**
    – **Ana Tema**: Osmanlı’nın son dönemlerinde İngilizler ve diğer Batı devletlerinin Ortadoğu üzerindeki politikaları. İngilizlerin bölgeyi nasıl şekillendirdiği, haritaları nasıl çizdiği ve ulus devletler oluşturduğu üzerine kapsamlı analizler yapılır.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: Sykes-Picot Anlaşması, Arap topraklarının paylaşımı, petrol yatakları üzerindeki mücadeleler ve İngilizlerin yerel güçleri kullanma stratejileri.

    ### 4. **”Şahbaba” – Murat Bardakçı**
    – **Ana Tema**: İran’ın modernleşme süreci, Pehlevi Hanedanı ve İngiliz etkisi. Özellikle Rıza Şah Pehlevi’nin iktidara gelişinde ve düşüşünde İngilizlerin oynadığı rolü inceler.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: Rıza Şah’ın İngiliz desteğiyle iktidara gelmesi, sonrasında İngilizlerin stratejik müdahaleleri ve İran’daki çıkarlarını koruma çabaları.

    ### 5. **”The Grand Chessboard” – Zbigniew Brzezinski**
    – **Ana Tema**: Küresel güç dengeleri ve büyük devletlerin jeopolitik stratejileri. Brzezinski, küresel satranç tahtasında ABD, İngiltere ve diğer büyük güçlerin nüfuz sahalarını genişletmek için oynadıkları oyunları detaylandırır.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngiltere’nin modern dönemdeki küresel politikaları, Ortadoğu ve Güney Asya’daki müdahaleleri ve siyasi manipülasyonlar.

    ### 6. **”The Real Story of the Bilderberg Group” – Daniel Estulin**
    – **Ana Tema**: Küresel güçlerin perde arkasında gerçekleştirdiği gizli toplantılar ve dünya siyasetine yön veren kararların nasıl alındığı üzerine bir inceleme.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngiltere’nin elit gruplar ve gizli cemiyetler üzerinden küresel stratejiler oluşturma çabaları, çeşitli ülkelerdeki siyasi olaylara müdahaleler.

    ### 7. **”Sykes-Picot: The Hidden Origins of the Modern Middle East” – James Barr**
    – **Ana Tema**: İngiliz ve Fransızların 1. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’yu nasıl paylaştıkları ve bölgeyi nasıl şekillendirdikleri.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngilizlerin Ortadoğu’da sınırları belirlerken yerel halkları nasıl kullandıkları, petrol ve stratejik yollar üzerinde kurdukları denetim.

    ### 8. **”The Secret History of British Intelligence in the Twentieth Century” – Gordon Thomas**
    – **Ana Tema**: İngiliz istihbaratının 20. yüzyılda yürüttüğü gizli operasyonlar ve entrikalar.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: MI6’nın dünya çapındaki operasyonları, İngilizlerin sömürge topraklarında ve Soğuk Savaş dönemindeki müdahaleleri.

    ### 9. **”A Peace to End All Peace: The Fall of the Ottoman Empire and the Creation of the Modern Middle East” – David Fromkin**
    – **Ana Tema**: Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma süreci ve İngilizlerin bu dönemde oynadığı rol. Özellikle İngilizlerin Ortadoğu’yu nasıl yeniden şekillendirdiği üzerinde duruluyor.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngilizlerin Osmanlı’nın dağılmasından sonra oluşturdukları yeni devletler ve liderler üzerindeki etkileri.

    ### 10. **”Jön Türklerin Siyasi Fikirleri ve İngiliz Siyaseti” – Mahir İz**
    – **Ana Tema**: Jön Türk hareketi ve İngilizlerin bu hareketi nasıl etkilediği, yönlendirdiği ve Osmanlı Devleti’nin siyasi yapısını zayıflatma politikaları.
    – **Öne Çıkan Entrikalar**: İngilizlerin Osmanlı’daki milliyetçi hareketleri ve Jön Türkleri kendi çıkarları doğrultusunda desteklemesi.

    Bu eserler, İngilizlerin farklı dönemlerde ve coğrafyalarda uyguladığı entrikaları, siyasi müdahaleleri ve manipülasyonları detaylandırarak okuyuculara derin bir bakış açısı sunmaktadır. Özellikle İngilizlerin sömürgecilik dönemindeki stratejik hamleleri ve bu hamlelerin uzun vadeli etkileri geniş bir yelpazede ele alınmıştır.

    @@@@@@

    İngilizlerin Türkiye üzerinde oynadıkları gizli oyunlar ve entrikaları nelerdir?

    İngilizlerin Türkiye üzerinde oynadığı gizli oyunlar ve entrikalar, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci boyunca etkili olmuştur. İngiltere, hem Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflatmak hem de bölgedeki stratejik çıkarlarını korumak için çeşitli siyasi, askeri ve diplomatik hamlelerde bulunmuştur. Aşağıda, İngilizlerin Türkiye üzerinde oynadıkları bazı önemli entrikalar ve gizli oyunlar yer almaktadır:

    ### 1. **Osmanlı’nın Zayıflatılması ve Dağılması**
    – **”Böl ve Yönet” Politikası**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nu uzun süre hem bir tehdit hem de bir fırsat olarak görmüştür. Osmanlı’nın stratejik toprakları (özellikle Ortadoğu ve Akdeniz bölgeleri) İngiliz çıkarları için kritik öneme sahipti. İngilizler, Osmanlı’yı zayıflatmak için **”böl ve yönet”** politikasını devreye sokarak imparatorluk içerisindeki farklı etnik ve dini grupları desteklemiş, bu gruplar arasında ayrılıkçı hareketleri teşvik etmiştir. Özellikle Araplar ve Ermeniler üzerinde bu stratejiyi uygulayarak, Osmanlı’nın içten çöküşünü hızlandırmayı hedeflemişlerdir.

    – **Ermeni Meselesi**: İngiltere, Osmanlı’ya karşı Ermeni milliyetçi hareketlerini ve bağımsızlık taleplerini desteklemiştir. Ermeni sorununun uluslararası platformlarda tartışılmasına katkıda bulunarak Osmanlı’yı uluslararası arenada zor duruma sokmuştur. Bu süreç, Osmanlı’nın iç istikrarını zayıflatmak amacıyla bir kaldıraç olarak kullanılmıştır.

    ### 2. **İngiltere’nin Sevr Antlaşması’ndaki Rolü**
    – **Sevr Antlaşması (1920)**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra Sevr Antlaşması’nın hazırlanmasında önemli bir rol oynamıştır. Antlaşmanın amacı, Osmanlı Devleti’ni tamamen parçalayarak kalan topraklarını da bölüşmekti. Özellikle İstanbul ve Boğazlar bölgesi ile birlikte Anadolu’nun büyük bir kısmının işgal edilmesi ve uluslararası kontrole verilmesi planlanıyordu. İngilizler, Anadolu topraklarının Yunanlar, Ermeniler ve diğer gruplar arasında bölüşülmesini destekleyerek Türkiye’nin tam anlamıyla kontrol altına alınmasını hedeflemiştir.

    ### 3. **Milli Mücadele Dönemindeki Müdahaleler**
    – **İstanbul’un İşgali ve Saltanatın Zayıflatılması**: İngilizler, 1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’u işgal ederek hükümeti ve padişahı kendi kontrolleri altına almaya çalışmışlardır. Bu süreçte Osmanlı Sultanı Vahdettin’i, İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda kullanarak Anadolu’daki direnişi zayıflatmaya çalışmışlardır. Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve diğer milli liderlerin başlattığı **Kurtuluş Savaşı**, İngilizlerin bu girişimlerine karşı önemli bir zaferle sonuçlanmıştır.

    – **Yunanistan’ı Destekleme**: Kurtuluş Savaşı sırasında İngiltere, Yunanistan’a büyük askeri ve ekonomik destek sağlamıştır. İngilizler, Yunan ordusunun Anadolu’yu işgal etmesiyle Türkiye’nin güçsüz kalmasını ve Batı’nın kontrolü altında olmasını hedeflemişlerdir. Yunan ordusunun yenilmesiyle bu plan başarısız olmuştur, ancak İngiltere’nin Türkiye’ye yönelik bu dolaylı müdahalesi önemli bir rol oynamıştır.

    ### 4. **Lozan Görüşmeleri ve Boğazlar Meselesi**
    – **Lozan Antlaşması (1923)**: İngiltere, Lozan görüşmeleri sırasında Türkiye’nin yeni sınırlarının belirlenmesinde ve özellikle Boğazlar Meselesi’nde stratejik çıkarlarını korumaya çalışmıştır. Boğazlar, İngiltere için büyük stratejik öneme sahip olduğundan, İngiltere bu bölgenin uluslararası kontrol altında olmasını istemiştir. Türkiye, büyük diplomatik çabalar sonucunda Boğazlar üzerinde kontrolü geri almış, ancak bu süreçte İngiltere’nin Türkiye’yi zayıflatma girişimleri öne çıkmıştır.

    ### 5. **Kürt Meselesi ve İngiliz Stratejileri**
    – **Kürt Ayrılıkçılığını Destekleme**: İngiltere, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Kürt meselesine de müdahil olmuştur. Özellikle 1920’lerde, Kürt ayrılıkçı hareketlerini destekleyerek Türkiye’yi içten zayıflatmayı amaçlamışlardır. İngiltere, Irak’ta kendi kontrolü altında bir Kürt devleti kurmayı ve Türkiye’nin güneydoğusunda benzer bir ayrılıkçılık hareketi çıkarmayı planlamıştır. Bu planlar uzun vadede etkili olmasa da İngiltere’nin Türkiye’ye karşı bir koz olarak Kürt meselesini zaman zaman gündeme getirdiği görülmüştür.

    ### 6. **Petrol ve Orta Doğu Üzerindeki Çıkarlar**
    – **Musul Sorunu**: 1920’lerde İngiltere, Türkiye ile Irak arasındaki **Musul Sorunu**nda büyük bir rol oynamıştır. Musul, zengin petrol yataklarına sahip bir bölgeydi ve İngiltere, Musul’un Türkiye’den ayrılarak Irak’a (İngiliz mandası altındaki bir bölgeye) katılmasını sağlamıştır. Bu süreçte İngilizler, Türkiye’nin zayıflığını kullanarak Musul üzerindeki hak iddialarını sonlandırmış ve bölgedeki petrol rezervlerini kontrol altına almıştır.

    ### 7. **Cumhuriyet Döneminde İngiliz Etkisi**
    – **Kemalizm ve Laiklik Üzerine Oyunlar**: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra İngiltere, yeni Türkiye’nin Batı ile entegrasyonunu destekler gibi görünse de, Türkiye’nin güçlü bir bölgesel güç olmasını engellemek için çeşitli politik hamlelerde bulunmuştur. Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasını önlemek amacıyla NATO ve Batı bloğu ile olan ilişkilerini pekiştirmiştir, ancak aynı zamanda Türkiye’nin laiklik ve modernleşme projelerini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır.

    ### 8. **Kıbrıs Sorunu**
    – **Kıbrıs’taki İngiliz Politikaları**: Kıbrıs, 20. yüzyılın ortalarında İngiltere’nin önemli bir askeri üssüne sahip olduğu bir bölgeydi. İngiltere, Kıbrıs’taki Türk ve Rum toplumları arasında yaşanan çatışmaları dengelemek ve kendi stratejik çıkarlarını korumak için çeşitli entrikalar çevirmiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında da İngiltere, Kıbrıs’taki çıkarlarını koruma adına diplomatik hamlelerde bulunmuş ve Türkiye’ye karşı çeşitli baskılar uygulamıştır.

    ### Sonuç

    İngilizlerin Türkiye üzerindeki entrikaları ve oyunları, özellikle Osmanlı’nın zayıflaması ve Cumhuriyet’in kuruluş döneminde belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu süreçte İngiltere, Türkiye’nin iç meselelerine ve bölgesel dinamiklerine sürekli müdahale ederek kendi çıkarlarını koruma amacını gütmüştür. **”Böl ve yönet” politikası, Osmanlı’yı zayıflatma çabaları, Kürt ve Ermeni meselelerinde oynanan oyunlar, Sevr ve Lozan antlaşmalarındaki diplomatik girişimler** İngiltere’nin Türkiye üzerindeki entrikalarının başlıca örnekleridir.

    @@@@@@

    İngilizlerin İslam dünyası üzerinde oynadıkları gizli oyunlar ve entrikaları nelerdir?

    İngilizler, İslam dünyası üzerinde uzun yıllar boyunca çeşitli entrikalar ve gizli oyunlar oynayarak bölgedeki çıkarlarını korumayı ve genişletmeyi hedeflemiştir. Bu entrikalar, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması ve dağılması sürecinde hız kazanmış, sömürgecilik dönemi boyunca ve sonrasında farklı stratejilerle devam etmiştir. Aşağıda, İngilizlerin İslam dünyası üzerinde oynadığı başlıca entrikalar ve gizli oyunlar sıralanmıştır:

    ### 1. **Osmanlı İmparatorluğu’nun Zayıflatılması**
    – **Arap İsyanları ve Bölme Politikası**: İngiltere, Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak amacıyla **”böl ve yönet”** stratejisini uygulamış ve Arap Yarımadası’ndaki milliyetçi akımları desteklemiştir. **1916 yılında Mekke Şerifi Hüseyin ile yapılan gizli anlaşmalar** (McMahon-Hüseyin Mektuplaşmaları), Arapların Osmanlı’ya karşı ayaklanmasını sağlamıştır. Bu süreçte İngiltere, Araplara bağımsızlık vaat ederken aslında kendi çıkarlarını ön planda tutmuştur. Araplar İngilizlerin desteğiyle Osmanlı’ya karşı ayaklanırken, İngiltere Sykes-Picot Anlaşması ile bölgenin kontrolünü Fransa ile paylaşmayı planlamıştı.

    – **Ermeni ve Kürt Sorunları**: Osmanlı’yı içeriden zayıflatmak amacıyla İngiltere, Osmanlı içerisindeki Ermeni ve Kürt unsurların bağımsızlık taleplerini desteklemiş ve bu grupların Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmasını teşvik etmiştir. Bu grupların desteğiyle Osmanlı Devleti’ni daha da zayıflatmayı hedeflemişlerdir.

    ### 2. **Hilafetin Kaldırılması**
    – **Hilafetin Yıkılması İçin Oynanan Oyunlar**: İngiltere, Müslüman dünyasının birlik sembolü olan **hilafeti** zayıflatmak ve ortadan kaldırmak için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Hilafet makamının İslam dünyası üzerindeki birleştirici etkisini ortadan kaldırarak, Müslümanları parçalamayı amaçlamıştır. İngilizlerin desteğiyle 1924’te Türkiye’de hilafetin kaldırılması, İslam dünyasında büyük bir boşluk yaratmış ve Müslümanların siyasi bir birlik etrafında toplanmalarını engellemiştir.

    ### 3. **Sykes-Picot Anlaşması ve Ortadoğu’nun Paylaşımı**
    – **Ortadoğu’nun Yapay Sınırlarla Bölünmesi**: 1916’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan **Sykes-Picot Anlaşması**, Osmanlı’nın çöküşünden sonra Ortadoğu’yu nasıl paylaşacaklarını belirleyen gizli bir antlaşmaydı. Bu antlaşma ile İngiltere ve Fransa, bölgeyi etnik ve dini farklılıkları göz ardı eden yapay sınırlarla böldü. Bu yapay sınırlar, Ortadoğu’daki istikrarsızlıkların ve çatışmaların temel sebeplerinden biri olmuştur. İngiltere, bu sınırları çizerken kendi stratejik çıkarlarını koruyacak şekilde hareket etmiştir; özellikle **Irak, Ürdün ve Filistin** gibi petrol zengini ve stratejik öneme sahip bölgeleri kontrol altına almıştır.

    ### 4. **Balfour Deklarasyonu ve Filistin Sorunu**
    – **İsrail’in Kuruluşu İçin Zemin Hazırlama**: İngiltere, 1917’de yayımlanan **Balfour Deklarasyonu** ile Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını resmen desteklemiştir. İngiltere, bu deklarasyonla hem Yahudi lobisini yanına almayı hem de Ortadoğu’da Batı çıkarlarına hizmet edecek bir devlet kurmayı amaçlamıştır. Filistin’de Yahudi göçünü destekleyerek Arapların tepkisini çekmiş ve Filistin sorununun temelini atmıştır. İngilizler, Filistin topraklarını Yahudi yerleşimcilere açarak bölgedeki Müslüman çoğunluğu zayıflatmayı hedeflemiş ve böylece Ortadoğu’da kalıcı bir gerilim yaratmıştır.

    ### 5. **Arap Dünyasında Kukla Devletlerin Kurulması**
    – **Kukla Liderlerin Yetiştirilmesi**: İngiltere, Osmanlı sonrası dönemde Arap dünyasında bağımsız devletler kurulmasına destek vermiş gibi görünse de, bu devletlerin başına genellikle İngiltere’nin kontrol edebileceği kukla liderler yerleştirmiştir. **Ürdün Kralı Abdullah, Irak Kralı Faysal** gibi isimler, İngiltere’nin desteğiyle tahta geçmiş ve İngiliz çıkarlarını koruyan liderler olmuştur. Bu liderler, İngiltere’nin Ortadoğu’daki stratejik çıkarlarına hizmet etmek üzere yönetilmişlerdir.

    ### 6. **İran’daki Müdahaleler**
    – **Rıza Şah ve Pehlevi Hanedanı**: İran’da İngiltere’nin entrikaları, Rıza Şah Pehlevi’nin iktidara gelmesinde açıkça görülür. Rıza Şah, İngiltere’nin desteğiyle İran’da Batı yanlısı bir yönetim kurmuş ve ülkenin zengin petrol kaynakları üzerinde İngilizlerin denetimini artırmıştır. Özellikle **Anglo-İranian Oil Company** aracılığıyla İngiltere, İran’ın petrol kaynaklarını kontrol etmiş ve ülkedeki Batı karşıtı hareketleri bastırmak için müdahalelerde bulunmuştur.

    – **Muhammed Musaddık’ın Devrilmesi**: 1951’de İran Başbakanı Muhammed Musaddık, İran petrollerini millileştirme girişiminde bulunduğunda, İngiltere buna karşı sert bir tepki göstermiştir. İngiltere ve ABD, 1953’te bir darbeyle Musaddık’ı devirmiş ve petrolün yeniden İngiliz kontrolüne geçmesini sağlamıştır. Bu müdahale, İran’da Batı karşıtlığını güçlendiren bir olay olarak tarihe geçmiştir.

    ### 7. **Kuzey Afrika’da İngiliz Entrikaları**
    – **Mısır ve Süveyş Kanalı Üzerindeki Kontrol**: İngiltere, **Süveyş Kanalı’nı** kontrol ederek bölgedeki stratejik deniz yollarını ele geçirmiştir. Mısır, uzun yıllar boyunca İngiltere’nin kontrolü altında kalmış ve İngilizler, Mısır’da **kukla liderler** aracılığıyla kendi çıkarlarını korumuştur. 1952’de Mısır’da General Cemal Abdül Nasır’ın liderliğinde gerçekleşen devrim, İngiltere’nin Mısır üzerindeki etkisini sona erdirse de Süveyş Kanalı üzerindeki entrikalar uzun süre devam etmiştir.

    ### 8. **Hindistan ve Pakistan’da Müslümanları Zayıflatma**
    – **Hint Alt Kıtası’nda Böl ve Yönet**: İngiltere, Hindistan’da Müslümanları ve Hinduları birbirine karşı kullanarak bölgeyi kontrol altında tutmuştur. Müslümanların siyasi ve ekonomik olarak zayıflamasını sağlamak için çeşitli entrikalara başvurmuşlardır. Özellikle **Hindistan’ın bağımsızlığı** sırasında, Müslümanların ayrı bir devlet kurmasını teşvik ederek Hindistan’ı bölmüş ve **Pakistan’ın** kurulmasına zemin hazırlamıştır. Ancak bu bölünme, Müslümanların uzun süre istikrarsızlıkla mücadele etmesine yol açmıştır.

    ### 9. **Afganistan ve İngiliz Oyunları**
    – **Büyük Oyun**: 19. yüzyılda İngiltere ve Rusya arasında Orta Asya ve Afganistan’da nüfuz mücadelesi yaşanmıştır. İngiltere, **Büyük Oyun** olarak bilinen bu süreçte, Afganistan üzerinde kontrol kurmaya çalışmış ve Rusya’nın bölgeye sızmasını engellemeye çalışmıştır. Afganistan’da çıkan iç karışıklıklar, İngiltere tarafından manipüle edilerek bölgedeki İngiliz hâkimiyeti güçlendirilmiştir.

    ### 10. **Gizli Cemiyetler ve İngiliz Ajanları**
    – **Misyonerler ve İstihbarat Faaliyetleri**: İngiltere, İslam dünyasında misyonerler aracılığıyla siyasi nüfuzunu genişletmiştir. **İngiliz misyonerleri**, sadece dini faaliyetler yürütmekle kalmamış, aynı zamanda istihbarat toplayarak İngiliz politikalarına hizmet etmişlerdir. Özellikle Osmanlı topraklarında kurulan misyoner okulları ve hastaneler, İslam dünyasında İngiltere’nin çıkarlarına hizmet eden kurumlar haline gelmiştir.

    ### Sonuç

    İngiltere’nin İslam dünyası üzerindeki entrikaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflatılması, yapay sınırlarla bölünmesi, vs…

    @@@@@

    İngilizlerin Osmanlı’nın yıkılışındaki rolleri nelerdir?

    İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışındaki rolleri, stratejik, diplomatik, askeri ve siyasi düzeyde çok geniş kapsamlı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde İngiltere, hem bölgesel çıkarlarını korumak hem de Osmanlı’yı zayıflatarak parçalamak amacıyla bir dizi plan ve girişimde bulunmuştur. Aşağıda, İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasındaki rolleri detaylandırılmıştır:

    ### 1. **Osmanlı’yı Ekonomik ve Askeri Olarak Zayıflatma**
    – **Borçlandırma ve Düyûn-u Umumiye**: 19. yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu, büyük ekonomik sorunlarla boğuşuyordu ve İngiltere gibi Batılı güçlerden borç almak zorunda kaldı. Bu borçlanma süreci Osmanlı’yı mali bağımlılığa sürükledi. 1881’de **Düyûn-u Umumiye İdaresi** kuruldu ve bu yapı, Osmanlı’nın dış borçlarının ödenmesi için gelir kaynaklarını doğrudan kontrol etmeye başladı. İngiltere bu süreçte mali kontrol mekanizmasını kullanarak Osmanlı ekonomisini daha da zayıflattı ve imparatorluğun iç işlerine müdahale etme imkanı buldu.

    – **Donanma ve Ordu Üzerindeki Etki**: Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılda askeri açıdan modernleşmeye çalışırken İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinden silah, teknoloji ve eğitim desteği almak zorunda kaldı. Ancak bu modernizasyon çabaları, Osmanlı’nın askeri gücünü bağımsız bir şekilde geliştirmesine izin vermedi. İngiltere’nin bu konuda oynadığı rol, Osmanlı ordusunu modernleştirmekten ziyade onun Avrupa’ya bağımlı hale gelmesine neden oldu.

    ### 2. **Arap Yarımadası’ndaki Ayrılıkçı Hareketlerin Desteklenmesi**
    – **Arap Milliyetçiliğinin Teşvik Edilmesi**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap topraklarındaki etkisini zayıflatmak amacıyla Arap milliyetçiliğini destekledi. **Mekke Şerifi Hüseyin** ile yapılan gizli görüşmeler ve anlaşmalar, Arapları Osmanlı’ya karşı isyan etmeye teşvik etti. **1916 Arap İsyanı**, İngiltere’nin maddi ve askeri desteğiyle gerçekleşti ve Osmanlı’nın Arap topraklarındaki kontrolünü kaybetmesine yol açtı. Bu isyan, Osmanlı’nın bölünme sürecini hızlandırdı.

    – **Lawrence of Arabia**: İngiliz istihbarat subayı **T.E. Lawrence** (Lawrence of Arabia), Arap isyanında önemli bir rol oynamıştır. Lawrence, Arap liderleri organize ederek ve Osmanlı karşıtı direnişi yönlendirerek Osmanlı’nın bölgedeki etkisini kırmayı başarmıştır. Bu süreçte İngiltere, Arap topraklarını kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeyi ve Osmanlı’ya karşı kullanmayı başarmıştır.

    ### 3. **Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın Yenilgiye Sürüklenmesi**
    – **İtilaf Devletleri ile Osmanlı’nın Karşı Karşıya Gelmesi**: Osmanlı İmparatorluğu, **Birinci Dünya Savaşı’na** Almanya’nın yanında dahil oldu. İngiltere, bu savaşı Osmanlı’yı yıkmak için büyük bir fırsat olarak gördü. İngiltere, **Çanakkale Cephesi**, **Ortadoğu ve Filistin Cepheleri** gibi önemli savaş cephelerinde Osmanlı’ya karşı savaştı ve bu cephelerde Osmanlı’yı ağır kayıplara uğrattı. Savaş, Osmanlı’nın zaten zayıflamış olan ekonomik ve askeri yapısını tamamen çökertecek düzeyde etkili oldu.

    – **Osmanlı Topraklarının Paylaşılması**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta yenilmesinin ardından topraklarını paylaşma planları yaptı. 1916’da Fransa ile imzaladığı **Sykes-Picot Anlaşması**, Osmanlı topraklarının İngiltere ve Fransa arasında nasıl bölüşüleceğini belirleyen gizli bir anlaşmaydı. Bu anlaşma ile İngiltere, **Filistin, Ürdün ve Irak** gibi stratejik bölgeleri kontrol etmeyi amaçladı. Bu, Osmanlı’nın bölünmesinin planlandığı en önemli adımlardan biri oldu.

    ### 4. **Sevr Antlaşması ve Osmanlı’nın Parçalanması**
    – **Sevr Antlaşması (1920)**: Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İtilaf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen bölme ve etkisiz hale getirme amacıyla **Sevr Antlaşması’nı** Osmanlı Devleti’ne dayattı. Bu antlaşma, Osmanlı topraklarının büyük bir kısmının yabancı güçler ve azınlık gruplar arasında paylaşılmasını öngörüyordu. İngiltere, bu süreçte Boğazların kontrolünü uluslararası bir komisyona devretmeyi ve **İstanbul** dahil Osmanlı’nın stratejik bölgelerini doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol etmeyi amaçladı. Sevr Antlaşması, Osmanlı’nın siyasi olarak sona erdirilmesi anlamına geliyordu, ancak **Kurtuluş Savaşı** ile bu plan başarısız oldu.

    ### 5. **Ermeni ve Kürt Ayrılıkçı Hareketlerinin Desteklenmesi**
    – **Ermeni Meselesi**: İngiltere, Osmanlı topraklarındaki Ermeni ayrılıkçı hareketlerini ve Ermeni milliyetçiliğini destekledi. Özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru Ermeni milliyetçiliği, Batılı güçler tarafından Osmanlı Devleti’ne karşı bir araç olarak kullanıldı. İngiltere, Ermeni sorununun uluslararası gündeme taşınmasına katkıda bulunarak Osmanlı’nın iç işlerini zayıflatmayı ve Osmanlı’yı uluslararası alanda sıkıştırmayı hedefledi. Bu, Osmanlı’nın hem iç istikrarını bozdu hem de dış ilişkilerinde zorluklar yaşamasına neden oldu.

    – **Kürt Ayrılıkçı Hareketleri**: İngiltere, Osmanlı’nın dağılma sürecinde Kürt milliyetçiliğini de destekleyerek bölgede bir Kürt devleti kurulmasını teşvik etti. İngiltere, Kürtleri Osmanlı’ya karşı bir koz olarak kullandı ve bu bölgedeki ayrılıkçı hareketlerin gelişmesini sağladı. Ancak bu planlar uzun vadede başarısız olsa da Osmanlı’nın dağılma sürecinde etkili oldu.

    ### 6. **Lozan Görüşmeleri ve Yeni Türkiye’nin Kuruluşuna Müdahale**
    – **Lozan Antlaşması (1923)**: Kurtuluş Savaşı’nın ardından yapılan Lozan görüşmelerinde İngiltere, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının belirlenmesi ve Boğazlar üzerindeki egemenlik gibi konularda müdahil oldu. İngiltere, Lozan görüşmeleri sırasında Türkiye’nin gücünü sınırlamaya ve özellikle stratejik olarak önemli olan **Boğazlar ve Musul** üzerinde kontrol sağlamaya çalıştı. Türkiye, bu görüşmelerde İngiltere’nin taleplerine karşı direnerek bağımsızlığını korumayı başardı, ancak Musul meselesi gibi bazı konular İngiliz etkisiyle çözümsüz kaldı.

    ### 7. **İslam Dünyası ve Hilafetin Yıkılması**
    – **Hilafetin Zayıflatılması**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun dünya çapındaki Müslümanlar üzerindeki etkisini sona erdirmek için hilafeti zayıflatma ve kaldırma sürecine destek verdi. Osmanlı Padişahları’nın halife sıfatıyla İslam dünyasında siyasi ve dini liderlik iddiası, İngiltere gibi sömürgeci güçler için tehdit oluşturuyordu. Özellikle Hindistan ve Ortadoğu’daki Müslümanlar üzerindeki etkisini sınırlamak amacıyla İngiltere, hilafetin kaldırılmasına dolaylı destek verdi ve Osmanlı’nın İslam dünyasındaki birleştirici rolünün sona ermesini sağladı.

    ### 8. **Osmanlı’nın Sömürgecilik Karşıtı Mücadelesini Engelleme**
    – **Sömürgecilik Karşıtı Mücadelenin Bastırılması**: Osmanlı İmparatorluğu, İslam dünyasında sömürgeciliğe karşı duruşuyla da dikkat çekmiştir. İngiltere, bu direnci zayıflatmak için Osmanlı’yı sürekli olarak baskı altında tutmuş ve bölgedeki İslam dünyasında Osmanlı karşıtı hareketleri desteklemiştir. Özellikle Hindistan ve Mısır gibi İngiliz sömürgesi olan bölgelerde Osmanlı’nın etkisini kırmak için çeşitli politikalar uygulanmıştır.

    ### Sonuç

    İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasında ve nihai çöküşünde büyük rol oynamıştır.

    @@@@@@

    İngilizlerin İslam dinini yıkmak amacıyla din kisvesiyle altında yetiştirdiği ve yerleştirdi kişiler ve yaptığı planlar nelerdir?

    İngiltere, İslam dünyasında kendi çıkarlarını korumak ve genişletmek amacıyla, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı dönemden itibaren dini ve kültürel yapılar üzerinde çeşitli stratejiler geliştirmiştir. İngilizler, İslam’ı zayıflatma ve bölgedeki Müslümanları kontrol etme amacıyla farklı taktikler kullanmışlardır. Bu süreçte **din kisvesi altında** yetiştirilen ve görevlendirilen kişiler, kurulan cemiyetler ve yapılan planlar, İslam dünyasında ciddi etkiler bırakmıştır. İşte İngilizlerin bu yöndeki başlıca planları ve kişileri:

    ### 1. **Vehhabilik Hareketinin Desteklenmesi**
    – **Muhammed bin Abdülvahhab ve Vehhabilik**: 18. yüzyılın ortalarında **Muhammed bin Abdülvahhab** tarafından başlatılan Vehhabilik hareketi, İslam’ın selefi bir yorumunu benimseyen ve Osmanlı yönetimine karşı çıkan bir akım olarak gelişmiştir. İngiltere, bu hareketi Osmanlı İmparatorluğu’nun İslam dünyasındaki dini otoritesine karşı bir araç olarak kullanmıştır. **Suudi Arabistan’ın kurucusu İbn Suud** ile yapılan ittifaklar sayesinde İngiltere, Vehhabilik hareketini desteklemiş ve bu hareketin Arap yarımadasında yayılmasını sağlamıştır.

    Vehhabilik, Osmanlı’nın İslam dünyasındaki dini liderliğini zayıflatmak ve bölgedeki birliği bozmak amacıyla kullanıldı. Bu hareket, İslam dünyasında hilafet ve Osmanlı yönetimine karşı muhalefet oluşturarak, Müslümanların birliğini kırmayı hedeflemiştir.

    ### 2. **Misyoner Faaliyetleri ve Eğitim Kurumları**
    – **İngiliz Misyoner Okulları**: İngiltere, Osmanlı topraklarında misyonerler aracılığıyla eğitim ve sağlık alanlarında çeşitli faaliyetler yürütmüştür. Misyoner okulları, özellikle azınlıkların yoğun olduğu bölgelerde açılmış ve bu okullar aracılığıyla Batı kültürü ve Hristiyanlık propagandası yapılmıştır. Bu okullar, yerel halk arasında Osmanlı’ya ve İslam’a karşı bir tepki oluşturmayı hedeflemiş ve Müslümanların Batı kültürüyle etkileşimlerini artırmıştır. Misyonerler, aynı zamanda Osmanlı topraklarında istihbarat toplama ve İngiltere’nin bölgedeki siyasi amaçlarını ilerletme görevini üstlenmiştir.

    – **İngiliz Misyonerleri ve Propaganda**: Misyonerler aracılığıyla, İslam’ın Batı karşıtı bir tehdit olduğu iddiaları yayılmış ve bu durum, İngiltere’nin sömürgeci politikalarını meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Aynı zamanda bu misyonerler, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflatılması ve Müslüman toplumların Batı kültürüne entegre edilmesi amacıyla bölgedeki sosyal ve dini yapıları bozmayı hedeflemiştir.

    ### 3. **Şeyhü’l-İslamlık ve Dini Liderlik Üzerindeki Etki**
    – **Dini Liderlerin Etki Altına Alınması**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde dini liderler ve Şeyhü’l-İslamlık makamı üzerinde etkili olmaya çalışmıştır. Özellikle Osmanlı’nın parçalanma sürecinde İngiliz ajanları, dini liderlerle yakın temas kurarak, onların İngiliz çıkarlarına hizmet eden fetvalar vermesini sağlamaya çalışmıştır. Bu süreçte, dini otoriteler aracılığıyla Osmanlı toplumunda kafa karışıklığı ve ayrışma yaratılmak istenmiştir.

    ### 4. **Kadıyanilik Hareketi**
    – **Mirza Gulam Ahmed ve Kadıyanilik**: 19. yüzyılda İngiliz Hindistan’ında ortaya çıkan **Kadıyanilik (Ahmediye Hareketi)**, İslam’ın geleneksel öğretilerine aykırı iddialar öne süren bir dini hareket olarak bilinir. Kadıyanilik hareketinin kurucusu **Mirza Gulam Ahmed**, kendisinin Mehdi olduğunu iddia etmiş ve İslam’ın yeniden yorumlanması gerektiğini savunmuştur. İngilizler, bu hareketi desteklemiş ve Hindistan’daki Müslümanları bölmek amacıyla kullanmıştır. Kadıyanilik, özellikle İngiliz sömürge yönetimi altındaki Hindistan’da Müslüman toplum içinde büyük bir bölünmeye yol açmıştır.

    Bu hareket, İngiltere’nin İslam dünyasında çıkardığı mezhep farklılıklarını derinleştirme ve Müslümanları dini olarak zayıflatma stratejisinin bir parçası olarak görülmektedir. Kadıyanilik, Hindistan’daki Müslümanların birliğini bozmuş ve İngiliz sömürgeciliğinin amaçlarına hizmet etmiştir.

    ### 5. **Orta Doğu’da Kukla Yönetimlerin Desteklenmesi**
    – **Ürdün ve Irak’ta Kukla Liderler**: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından Orta Doğu’da kukla yönetimler kurarak bu bölgeleri kontrol etmeye çalışmıştır. **Ürdün Kralı Abdullah ve Irak Kralı Faysal**, İngiltere’nin desteğiyle başa geçen liderlerdi. Bu liderler, İngiliz çıkarlarına hizmet eden, Batı’ya yakın duruş sergileyen isimlerdi. İngiltere, bu liderler aracılığıyla İslam dünyasındaki siyasi yapıları kontrol altında tutmayı başarmış ve Müslüman toplumları bölerek zayıflatma stratejisini sürdürmüştür.

    ### 6. **Sykes-Picot Anlaşması ve İslam Dünyasının Bölünmesi**
    – **Yapay Sınırlarla Müslümanların Bölünmesi**: 1916’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan **Sykes-Picot Anlaşması**, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından İslam dünyasında yapay sınırlarla bölünmüş yeni devletlerin kurulmasını öngörüyordu. Bu anlaşma, Arap topraklarının İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasını sağlamış ve Müslüman halkları birbirinden koparmıştır. Bu sınırlar, etnik ve mezhepsel farklılıkları göz ardı ederek oluşturulmuş ve İslam dünyasında kalıcı sorunların temelini atmıştır.

    İngiltere, bu anlaşma ile İslam dünyasını küçük, zayıf ve birbirine düşman devletler haline getirerek Müslümanların bir araya gelmesini engellemeyi amaçlamıştır. Bu süreçte bölgesel liderler İngiltere’nin kontrolü altına alınmış ve Batı çıkarlarına hizmet eden yönetimler oluşturulmuştur.

    ### 7. **Balfour Deklarasyonu ve Filistin Sorunu**
    – **Yahudi Devletinin Kurulması İçin Zemin Hazırlama**: 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanı **Arthur Balfour** tarafından yayımlanan **Balfour Deklarasyonu**, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını resmen desteklemiştir. İngiltere, bu deklarasyonla İslam dünyasında Filistin sorununun temelini atmış ve Müslümanlar arasında büyük bir çatışmaya neden olmuştur. Filistin’de Yahudi yerleşimcilerin göçünü destekleyerek, bölgedeki Müslüman nüfusu zayıflatmış ve Müslümanlar arasında bir iç karışıklık yaratmıştır.

    Bu plan, İngiltere’nin İslam dünyasında uzun vadeli bir gerilim yaratma stratejisinin bir parçası olarak görülmektedir. İngiltere, Yahudi göçünü teşvik ederek, Müslümanların Filistin üzerindeki haklarını zayıflatmış ve bölgedeki Müslümanlar arasında bölünme ve çatışma çıkarmıştır.

    ### 8. **İslam Karşıtı Propaganda ve Medya**
    – **Müslümanları Aşağılayan Yayınlar**: İngiltere, Batı dünyasında İslam karşıtı propagandayı artırmak için medya ve basın organlarını kullanmıştır. Müslümanların geri kalmış, fanatik ve tehdit oluşturduğu yönündeki propagandalar, İngiliz kamuoyunda ve Batı dünyasında Müslümanlara karşı olumsuz bir algı oluşturmuştur. Bu tür yayınlar, İslam dünyasındaki Batı karşıtı direnişi zayıflatma ve Batı’nın İslam dünyasına müdahalesini meşrulaştırma amacı taşımıştır.

    ### Sonuç

    İngiltere, İslam dünyasında din kisvesi altında çeşitli hareketleri destekleyerek ve İslam’ın içindeki farklılıkları derinleştirerek Müslümanları bölmeyi hedeflemiştir. Vehhabilik, Kadıyanilik gibi mezhep hareketlerinin teşvik edilmesi, kukla yönetimlerin kurulması, misyoner faaliyetleri ve İslam karşıtı propaganda bu stratejinin bir parçasıdır. Bu planlar, İslam dünyasında kalıcı bölünmelere ve çatışmaların fitili i ateşlemiştir.

 

Loading

No ResponsesEylül 12th, 2024

İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALARI

İSLAM HUKUKUNDA SUÇLAR VE CEZALARI

 

İslam hukukunda kısas olayı nasıl ve hangi durumda uygulanır?


İslam hukukunda **kısas**, “mukabele” veya “misilleme” anlamına gelir ve cezalandırma ilkesini ifade eder. Kısas, özellikle **kasten adam öldürme** veya **bedene zarar verme** gibi suçlar için uygulanır. Bu ilkenin temel amacı, adaletin sağlanması ve suçlunun işlediği suçun benzeri bir cezayla karşılık bulmasıdır.

Kısasın uygulanması belirli şartlara bağlıdır:

### 1. **Kasten Adam Öldürme (Katil): **
Kısas, kasten işlenen bir cinayet durumunda uygulanabilir. Suçlunun kasten birini öldürmesi durumunda, maktulün ailesi kısas talep edebilir. Yani katil, öldürdüğü kişiyle aynı şekilde cezalandırılır (öldürülür). Ancak maktulün ailesi, kısastan vazgeçip diyet (kan parası) talep etme hakkına sahiptir. Diyet ödenirse, kısas cezası uygulanmaz.

### 2. **Bedene Zarar Verme (Yaralama): **
Kısas, kasıtlı olarak bir kişinin vücuduna zarar verilmesi durumunda da uygulanabilir. Zarar gören kişinin uğradığı zarar aynı şekilde suçluya uygulanır. Örneğin, birinin bir uzvunu kesmek gibi bir zarar vermesi durumunda, suçlunun da aynı uzvunun kesilmesi gibi bir ceza uygulanabilir. Yine burada da zarar gören kişi affedebilir ve diyet talep edebilir.

### 3. **Kısasın Şartları: **
– **Kasıtlı bir suç** işlenmiş olmalıdır. Kazaen işlenen suçlarda kısas uygulanmaz, bu durumda diyet ödenir.
– Suçun kesin olarak ispat edilmesi gerekir. Tanıkların ifadesi veya somut delillerin bulunması önemlidir.
– Maktul veya mağdurun ailesi kısası talep etmelidir. Bu talep edilmediği takdirde diyet yoluna gidilebilir.
– Kısasın adil bir şekilde uygulanması gerekir. Kısas, intikam amacıyla değil, adaletin sağlanması için yapılır.

### 4. **Affetme ve Diyet: **
Kısas uygulamasında, mağdur tarafın suçluyu affetmesi İslam hukukunda büyük bir fazilet olarak kabul edilir. Mağdur taraf, suçluyu affedip diyet alabilir veya hiçbir karşılık beklemeden affedebilir. Bu, İslam’da merhamet ve bağışlamanın önemini vurgular.

### 5. **Kısasın Uygulanmama Durumları: **
– Suç kasıtlı değilse, yani kazaen bir ölüm veya yaralanma meydana gelmişse, kısas uygulanmaz. Bunun yerine diyet ödenir.
– Maktul veya mağdurun ailesi kısastan vazgeçerse, suçluya kısas uygulanmaz. Aile diyet isteyebilir veya suçluyu tamamen affedebilir.

Kısas, İslam ceza hukukunda adaletin sağlanması için getirilen bir ceza türüdür, ancak affetme ve merhamet daima teşvik edilen bir durumdur.

@@@@@@

İslam hukukunda hırsızlıktan dolayı el kesme nasıl ve hangi durumlarda uygulanır?

İslam hukukunda **hırsızlık suçu**, belirli şartlar altında cezai yaptırıma tabi tutulur ve bu cezaların en bilineni **el kesme cezasıdır**. Ancak, bu cezanın uygulanabilmesi için çok katı ve kesin şartlar vardır. Bu ceza, sadece ciddi ve belirli koşullar sağlandığında uygulanabilir.

### El Kesme Cezasının Uygulama Şartları

1. **Hırsızlık Suçunun Tanımı: **
– Hırsızlık, bir kimsenin **gizlice** başkasının malını izinsiz olarak alması anlamına gelir. Suçun gizli olarak işlenmesi önemlidir; aleni bir şekilde yapılan gasplar veya soygunlar hırsızlık sayılmaz ve el kesme cezası yerine farklı cezalar uygulanır.

2. **Çalınan Malın Değeri: **
– El kesme cezasının uygulanabilmesi için çalınan malın **nisap** miktarını aşması gereklidir. Bu nisap miktarı, yaklaşık olarak **bir dinar (4.25 gram altın) ** veya aynı değerde bir maldır. Küçük miktardaki malların çalınması durumunda el kesme cezası uygulanmaz.

3. **Malın Korunaklı Bir Yerde Bulunması: **
– Çalınan malın, sahibinin koruması altındaki bir yerden alınmış olması gerekir. Örneğin, bir ev, dükkân veya depo gibi korunaklı bir alandan çalınmış olmalıdır. Eğer mal açıkta veya korumasız bir yerde bırakılmışsa, bu durumda el kesme cezası uygulanmaz.

4. **Şahitlerin İfadesi veya İtiraf: **
– Hırsızlık suçunun ispatı, iki adil ve güvenilir şahidin olayı doğrulamasıyla ya da suçlunun suçu itiraf etmesiyle mümkündür. Yeterli delil olmadan bu ceza uygulanamaz.

5. **Suçun Kasıtlı ve Bilinçli Olarak İşlenmesi: **
– Hırsızın akıl sağlığı yerinde olmalı ve yaptığı eylemin farkında olmalıdır. Zihinsel engelli, küçük yaşta veya akli dengesi yerinde olmayan bir kişi hırsızlık yaparsa el kesme cezası uygulanmaz.

6. **Zorunlu İhtiyaç Durumu: **
– Eğer hırsızlık, bir kişinin **açlık** veya **zorunlu bir ihtiyaç** nedeniyle yapıldığı kanıtlanırsa el kesme cezası uygulanmaz. İslam hukukunda, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan birinin suçlu sayılmaması gerektiği kabul edilir.

7. **Hırsızlıkta Zor ve Baskı: **
– Hırsızlık, bir başkasının zorlaması veya baskısıyla yapılmışsa, el kesme cezası uygulanmaz. Failin iradesi dışında gerçekleştirdiği bir suçtan dolayı bu ceza verilmez.

### El Kesme Cezasının Uygulanmama Durumları:
– **Küçük Hırsızlıklar:** Nisap miktarının altında kalan mallar için bu ceza uygulanmaz.
– **Kıtlık Zamanı:** Toplumsal bir sıkıntı, kıtlık, ekonomik kriz gibi durumlarda yapılan hırsızlıklarda el kesme cezası genellikle uygulanmaz.
– **Hırsızlık Yapılan Malın Sahibi:** Eğer çalınan mal sahibine ait değilse, mesela kamu malıysa veya mülkiyeti belirsizse el kesme cezası uygulanmaz.

### El Kesme Cezasının Amacı ve Anlamı:
El kesme cezasının İslam hukukundaki amacı, toplumu hırsızlıktan caydırmak ve mal güvenliğini sağlamaktır. Ancak bu cezanın uygulanabilmesi için çok titiz bir değerlendirme yapılır ve yukarıda sayılan tüm şartların kesin olarak yerine getirilmesi gerekir. Ayrıca, hırsızlık yapan kişinin affedilmesi ya da tövbe etmesi durumunda da cezanın uygulanmayabileceği görüşü bazı İslam hukukçuları tarafından savunulur.

Özetle, el kesme cezası İslam hukukunda ağır bir ceza olarak yer alsa da, bu cezanın uygulanabilmesi için çok sıkı şartlar vardır ve genellikle merhamet, affetme ve toplumsal koşullar dikkate alınarak alternatif cezalar tercih edilir.

@@@@@@@

İslam hukukunda bir kişi hangi durumlarda mürted sayılır ve cezası nedir?

İslam hukukunda **mürted**, İslam dinini terk eden, yani **dinden dönen** kişi anlamına gelir. Mürtedlik, İslam dinini açıkça reddetmek, başka bir dine geçmek ya da inançsızlığı ifade etmek gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Mürtedliğin hem teolojik hem de hukuki sonuçları bulunmaktadır. Ancak, bu konu İslam hukukçuları arasında tartışmalı olup, mürtedin durumu ve cezası konusunda farklı yaklaşımlar mevcuttur.

### Mürted Sayılma Durumları

1. **İslam’ı Terk Etme (Apostazi):**
– Kişi, İslam dininden bilinçli ve iradi bir şekilde ayrıldığını beyan ederse, mürted sayılır. Bu, başka bir dine geçmek ya da inançsız olduğunu açıkça ifade etmekle gerçekleşebilir.

2. **İslam İnancını Reddetme veya Küfür:**
– İslam’ın temel inanç esaslarını, yani Allah’ın varlığı, peygamberlik, ahiret, namaz, oruç gibi ibadetleri inkâr etmek ya da bu esaslara alaycı bir şekilde yaklaşmak mürted sayılma sebebidir.

3. **Açıkça Küfre Neden Olan Söz ve Fiiller:**
– İslam hukukunda bazı sözler veya eylemler küfre neden olabilir. Örneğin, Allah’a, peygambere ya da Kur’an’a hakaret etmek, İslam’ın kutsallarına yönelik aşağılama ya da saygısızlık yapmak da mürtedliğe yol açabilir.

4. **Diğer Dinlere Geçme:**
– Bir Müslümanın başka bir dine (Hristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm, vs.) geçmesi ya da ateist olduğunu ilan etmesi de mürted olarak kabul edilmesine neden olur.

5. **Bilgilendirme ve Bilinç:**
– Bir kişinin mürted sayılması için eyleminin bilerek ve kasıtlı bir şekilde yapılmış olması gerekir. Cahilce ya da zorunlu koşullar altında (örneğin tehdit altında) yapılan sözler ya da eylemler mürtedlik olarak değerlendirilemez.

### Mürtedin Cezası

İslam hukukunda mürtedlik cezası konusunda farklı görüşler bulunsa da, klasik İslam hukuku kaynaklarına göre, mürtedliğin cezası genellikle ağırdır. Ancak, bu cezaların uygulanması için kesin şartlar bulunmaktadır.

1. **Tövbe ve Geri Dönme Fırsatı:**
– Çoğu İslam hukukçusu, mürted kişinin cezası uygulanmadan önce ona **tövbe etme ve İslam’a geri dönme** fırsatı verilmesi gerektiğini savunur. Genellikle üç gün süre verilir ve bu süre zarfında kişi İslam’a dönmeye davet edilir. Eğer kişi bu süre sonunda tövbe edip İslam’a geri dönerse, mürtedlik cezası uygulanmaz.

2. **Cezanın Türü:**
– Klasik İslam hukukuna göre, mürtedin cezası **ölüm** olarak belirlenmiştir. Bu ceza özellikle erkek mürtedler için geçerlidir. Kadın mürtedler için ise, bazı görüşlere göre, ölüm cezası yerine hapsedilme cezası uygulanabilir. Ancak kadının tövbe etmesi ve İslam’a geri dönmesi durumunda serbest bırakılabileceği belirtilir.

3. **Zorlayıcı Durumlar ve Affetme:**
– Bir kişinin mürted sayılması için, bu kararı zorla değil, kendi iradesiyle vermesi gerekir. Zorlayıcı veya tehdit edici durumlar (örneğin savaş ya da işkence altında yapılan inkârlar) mürtedlik olarak kabul edilmez. Ayrıca bazı İslam âlimleri, mürtedin affedilebileceği ya da cezadan muaf tutulabileceği görüşündedir.

### Mürtedlik Cezası Üzerine Farklı Görüşler

Mürtedlik cezası, İslam hukukunda tarihsel olarak önemli bir konu olsa da, günümüzde bu cezaların uygulanıp uygulanamayacağı konusunda İslam dünyasında farklı görüşler bulunmaktadır:

– **Klasik Görüş: ** Klasik fıkıh kitaplarında mürtedliğin cezası ölüm olarak belirtilmiştir. Ancak bu cezanın uygulanması, kişinin suçunun ispatlanması, tövbe teklif edilmesi gibi şartlara bağlıdır.

– **Modern Yaklaşımlar: ** Bazı modern İslam âlimleri, mürtedliğin dünyevi ceza gerektirmediğini, bunun ahirette Allah’ın vereceği bir cezaya konu olduğunu savunurlar. Bu görüşe göre, din özgürlüğü çerçevesinde insanların dini tercihlerine müdahale edilmemelidir.

– **İslam Ülkelerindeki Uygulamalar: ** Bazı İslam ülkeleri, mürtedlik suçunu hâlâ ağır cezalara tabi tutarken, birçok ülkede bu cezalar uygulanmamaktadır. Özellikle modern laik hukuk sistemine sahip Müslüman ülkelerde mürtedliğe dünyevi bir ceza verilmez.

### Özet

İslam hukukunda mürtedlik ağır bir suç olarak kabul edilir ve genellikle ölüm cezası ile cezalandırılır. Ancak mürtedin cezalandırılabilmesi için kişinin kasıtlı ve bilinçli bir şekilde İslam’dan döndüğünün kesin olarak kanıtlanması gerekir. Bununla birlikte, mürted kişiye tövbe ve İslam’a geri dönme fırsatı tanınır. Günümüzde mürtedlik cezası, İslam dünyasında tartışmalı bir konudur ve birçok farklı görüş bulunmaktadır.

@@@@@@

İslam hukukunda ihanet eden hainin cezası nedir?

İslam hukukunda **ihanet**, özellikle devlet, toplum ya da bir kimseye karşı sadakatsizlik ve güvenin ihlali anlamına gelir. İhanet çeşitli şekillerde olabilir: devlet sırlarını düşmana ifşa etmek, Müslüman toplumuna zarar vermek ya da anlaşmalara aykırı hareket etmek gibi. İhanet suçu, İslam hukukunda çok ciddiye alınan ve ağır cezalar öngörülen bir suçtur. Ancak, ihanetin türüne ve şartlarına bağlı olarak cezalar değişiklik gösterebilir.

### İhanetin Tanımları

1. **Devlete İhanet: **
– Devlete ihanet, savaş sırasında düşmana yardım etmek, devletin sırlarını ifşa etmek veya düşmanla işbirliği yapmak gibi eylemlerden oluşabilir. Bu tür ihanet, İslam hukukunda en ağır şekilde cezalandırılan ihanet türüdür.

2. **Bireysel İhanet: **
– Bir kişinin, başka bir kişi veya topluma karşı yaptığı ihanet de İslam hukukunda ihlal sayılır. Özellikle güven ve emanetin ihlali, bireysel ihanet olarak kabul edilir. Bu tür ihanet, daha çok ahlaki ve dini sorumluluklar bağlamında değerlendirilir.

3. **Anlaşma İhlali (Misak): **
– Bir kişi ya da devlet, yaptığı anlaşmalara sadık kalmadığında, bu da bir tür ihanet olarak görülür. Örneğin, bir savaş esnasında barış anlaşmasına riayet etmemek veya düşmanla yapılan bir anlaşmayı bozmak da ihanet sayılır.

### İhanetin Cezası

İslam hukukunda ihanetin cezası, işlenen ihanetin türüne ve ciddiyetine göre farklılık gösterir. En yaygın ihanet cezaları şu şekildedir:

1. **Devlete ve Topluma Karşı İhanet: **
– İslam hukukunda, özellikle savaş sırasında devlete ve topluma karşı yapılan ihanetin cezası çok ağırdır. Klasik fıkıh kaynaklarına göre, savaş zamanında düşmana yardım eden veya casusluk yapan kişi, ölüm cezası ile cezalandırılabilir.
– **Hainin Cezası: ** Devlete karşı işlenen büyük ihanetlerde, suçu ispatlanan kişinin cezası ölüm olabilir. Bu cezaya savaşta düşmana yardım eden casuslar ve ajanlar tabidir. Ayrıca malına el konulması veya hapis gibi cezalar da öngörülebilir.

2. **Bireysel İhanet: **
– Bireysel ihanet genellikle ahlaki bir suç olarak değerlendirilir. Bir kişinin, güvenilirliğini ve emaneti suistimal etmesi durumunda, daha çok sosyal kınama, itibar kaybı veya diyet (tazminat) gibi cezalar uygulanabilir.
– Bireysel düzeydeki ihanet suçlarında, özellikle mal veya cana zarar verme söz konusuysa, İslam hukuku tazminat (diyet) veya hapis cezası gibi cezalarla kişiyi cezalandırabilir.

3. **Anlaşma İhlali: **
– İslam hukukunda yapılan anlaşmalara sadakat çok önemlidir. Eğer bir devlet ya da birey, yaptığı bir anlaşmayı bozar ve bu ihanet sonucunda zarara yol açarsa, ihanet eden taraf cezalandırılır. Cezalar, anlaşmanın ciddiyetine ve bozulan anlaşmanın etkilerine göre değişiklik gösterebilir. Savaş zamanında anlaşma ihlali, ölüm cezası gibi ağır cezalarla sonuçlanabilir.

### İhanet ve İslam Hukukunda Affetme

İslam hukukunda ihanet suçu işleyen birinin affedilmesi de mümkündür. Özellikle bireysel ihanetlerde, zarar gören tarafın ihanet eden kişiyi affetmesi faziletli bir davranış olarak görülür. Ancak devlete karşı yapılan büyük ihanetlerde, affetme yetkisi devlete ya da yöneticiye aittir.

### Modern Yorumlar ve Uygulamalar

Günümüzde, İslam dünyasında ihanet suçları ile ilgili cezalar, modern ceza yasaları çerçevesinde değerlendirilmektedir. Birçok İslam ülkesinde devlete ihanet suçları, klasik İslam hukukundaki cezalar yerine, modern ceza hukukuna göre uygulanır. Bununla birlikte, bazı ülkelerde ihanet suçları hâlâ ağır cezalarla, hatta ölüm cezasıyla sonuçlanabilir.

### Özet

İslam hukukunda ihanet, devlete, bireylere veya anlaşmalara karşı sadakatsizlik anlamına gelir ve ihanetin türüne göre cezaları değişir. Devlete karşı ihanetin cezası genellikle çok ağır olup ölüm cezası ya da mal müsaderesi gibi cezalar içerir. Bireysel düzeydeki ihanetlerde ise daha çok tazminat ve itibar kaybı gibi cezalar uygulanır.

@@@@@

İslam hukukunda en ağır ceza tatbiki edilen suçlar hangileridir ve sebepleri nelerdir?

İslam hukukunda (fıkıh) **en ağır ceza** verilen suçlar, genellikle toplum düzenini, can ve mal güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden suçlardır. Bu suçlar için uygulanan cezalar, **”had cezaları”** olarak bilinir ve Kur’an-ı Kerim ve hadislerde açıkça belirtilmiştir. Had cezaları, sabit ve değişmez cezalardır, yani işlenen suçun belirli şartlar altında kesin bir cezası vardır.

İslam hukukunda en ağır cezalar şu suçlar için tatbik edilir:

### 1. **Zina Suçu**
– **Cezası: ** Bekârlar için **100 sopa**, evli kişiler için ise **recm (taşlanarak ölüm)** cezası.
– **Sebebi:** İslam’da aile yapısı ve toplumun ahlaki düzeni son derece önemlidir. Zina, bu yapıyı bozan, toplumsal ahlakı ve düzeni tehlikeye atan bir suç olarak kabul edilir. Evli bir kişinin zina yapması, topluma ve aile birliğine büyük zarar verdiği için cezaları çok ağırdır.
– **Uygulama Şartları: ** Zina cezasının uygulanabilmesi için dört güvenilir şahidin zina eylemini bizzat görmesi veya suçlunun kendi iradesiyle suçunu itiraf etmesi gerekmektedir.

### 2. **Hırsızlık Suçu**
– **Cezası: ** **El kesme**.
– **Sebebi:** Hırsızlık, toplumda mal güvenliğini tehdit eden bir suçtur. İnsanların mal varlıklarını koruma hakkı kutsal kabul edilir. Toplumda güvenliğin sağlanması için hırsızlık gibi suçların caydırıcı cezalarla engellenmesi amaçlanır.
– **Uygulama Şartları:** Hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için çalınan malın **nisap** miktarını (yaklaşık bir dinar değerinde) aşması, malın koruma altında bir yerden alınmış olması, suçu işleyen kişinin hırsızlığı bilinçli ve kasıtlı olarak yapmış olması gibi şartlar gereklidir.

### 3. **İçki (Sarhoş Edici Maddeler) Kullanımı**
– **Cezası:** **80 sopa**.
– **Sebebi:** Alkol ve diğer sarhoş edici maddeler, kişilerin akıl ve iradesini zayıflatarak ahlaki ve toplumsal bozulmalara yol açabilir. İslam’da akıl korunması gereken beş temel değerden (zaruriyat-ı hamse) biri olarak kabul edildiği için, bu maddelerin kullanımı yasaklanmış ve ağır cezalar getirilmiştir.

### 4. **İftira Suçu (Kazf)**
– **Cezası: ** **80 sopa**.
– **Sebebi: ** İftira, bir kişiye özellikle zina gibi ağır bir suç isnat ederek onun namusuna, onuruna zarar vermektir. İslam toplumunda kişilerin şeref ve haysiyetlerinin korunması çok önemlidir. Bu nedenle, iftiraya çok ağır cezalar uygulanır.
– **Uygulama Şartları: ** İftira atan kişinin ceza alabilmesi için suçu ispat edememesi veya yalancı şahitlik yaptığı durumlar olmalıdır.

### 5. **Adam Öldürme (Katil)**
– **Cezası:** **Kısas (misilleme olarak ölüm)** veya **diyet** (kan bedeli).
– **Sebebi:** İslam’da insan hayatı kutsaldır ve birinin hayatına kasıtlı olarak son vermek en ağır suçlardan biridir. Kısas cezası, adaletin sağlanması ve toplumda caydırıcılık oluşturmak için uygulanır. Ancak maktulün ailesi kısastan vazgeçip, diyet (tazminat) talep etme hakkına sahiptir.
– **Uygulama Şartları: ** Kasten adam öldürme durumlarında kısas uygulanır. Ancak maktulün ailesi affetme hakkına sahiptir.

### 6. **Devlete İhanet ve Yol Kesicilik (Hirâbe)**
– **Cezası: ** Duruma göre **ölüm, sürgün, çapraz el ve ayak kesme** gibi cezalar.
– **Sebebi: ** Hirâbe, toplumun güvenliğini tehdit eden, insanların can ve mal güvenliğini ortadan kaldıran bir suçtur. İslam hukukunda yol kesicilik, isyan, devlete ihanet veya terörizm gibi eylemler bu kapsama girer. Bu tür suçlar, toplumda kaos ve korku yaratacağı için en ağır cezalarla karşılık bulur.
– **Uygulama Şartları: ** Suçun doğrudan toplumun güvenliğini tehdit etmesi ve cana veya mala yönelik ciddi bir zarar vermesi gerekir.

### 7. **Mürtedlik (Dinden Dönme) **
– **Cezası:** **Ölüm cezası** (klasik fıkıhta).
– **Sebebi:** İslam’da mürtedlik, yani dinden dönme, toplumsal ve dini bir tehlike olarak kabul edilmiştir. Dinden dönen bir kişinin, İslam toplumu içinde fitne ve bozulmaya neden olacağı düşünülmüş ve bu nedenle ağır bir cezaya tabi tutulmuştur.
– **Uygulama Şartları: ** Klasik İslam hukukuna göre, mürted kişinin önce İslam’a dönmesi için üç gün süre verilir. Eğer kişi tövbe etmezse, ölüm cezası uygulanabilir. Ancak bu ceza günümüzde birçok İslam âlimi ve hukukçusu tarafından farklı şekillerde yorumlanmaktadır.

### Özet

İslam hukukunda en ağır cezalara tabi olan suçlar, toplumun temel değerlerini (can, mal, namus, akıl ve din) tehdit eden suçlardır. Bu suçlar için uygulanan ağır cezaların amacı, toplum düzenini korumak, suçları caydırmak ve adaleti sağlamaktır. Ancak bu cezaların uygulanması için kesin şartların sağlanması gerekmekte ve suçun kanıtlanması için yüksek bir ispat standardı aranmaktadır.

 

Loading

No ResponsesEylül 12th, 2024

DÜNYA BU ZULMÜ TAŞIMAZ VE TAŞIYAMAZ

DÜNYA BU ZULMÜ TAŞIMAZ VE TAŞIYAMAZ

Gerçekten dünya bu zulümleri, bunca zulümleri taşıyacak güç ve kuvvette değil.

Bu sabır küpü işi de değil.
Bunu bilen Yahudiler[1] ,kendilerince Armagedon[2] yani Tanrıyı kıyamete zorlamaktadırlar.

-“Küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azimdir ve rahmetin ref’ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hatta, deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, “İstirahatimizin selbine sebep oldular” diye rivayet-i sahiha vardır.”[3]


-Hadiste var ki: “Hatta deniz dibindeki balıklar dahi günahkar ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır” derler.
Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, masum hayvanlar da azap çekerler.”[4]

-Bunca zulümler, [5] büyük musibetlerin[6] celbine bir davetiyedir.

Dünyanın midesini bulandıracak çocuk ölümleri, masumların feryatları, Gazze’de olduğu gibi ayrım yapmadan herkesi toplu bir şekilde imha ve soykırıma uğratmanın sancısını dünya kaldıramaz.

Başını da döndürür, midesini de bulandırır, ölüm döşeğine de yatırır.

**************  

Son dönemlerde köpekler saldırganlaşıp önüne gelen çocuk yaşlı demeden parçalanması akla bazı şeyleri getiriyor,

Acaba bu hayvanlara verilen yemlerde mi bir problem var?
Nitekim bizde bulunan kediye verdiğimiz yaş mamadan sonra saldırganlaşabiliyordu.
Peki ya insanlara ne oluyor?
En küçük bir bahaneden dolayı saldırganlaşıp, adam öldürüyor.
Onunda yedikleri hazır yiyeceklerde mi bir problem var?
Sosyal hayat, TV, reklamlar, filimler, Dijital medya bu insanları esir alıp, kontrol mü ediyor?
Kontrolden mi çıkarıyor?
Psikopat bir toplum olduk.
Allah yardımcımız olsun.
Sahip olmadıklarımız değil, sahip olduklarımız bizleri yoldan çıkardı.
Dünyevileşme, bir anda her şeye sahip olma, zenginlik hırsı, doyumsuzluk, kolaycılık, liyakatsizlik, manevi yoksulluk, zayıf bir Allah ve ahiret inancı. Yıpratılan din ve aile yapısı.

Köksüzlük. Geçmiş ve tarihi bağlardan kopukluk. Genetik yapıda değişim ve bozukluk. Birbirine karışmış karışık nesiller. Başkaları tarafından sürülen tarlalar, bozuk ekinler ve büyüyen ve etrafı saran ayrık otları. Yabani ve yabancı aşı ve aşılamalar.
Gerçekten biz biz olup, bizde ve kendimizde kaldık mı?
Kayıp ve kaybedilen nesillerle karşı karşıyayız.
Allah neslimizi ve nefsimizi korusun.
-Betonlaşan bir dünyada, maddeleşen bir hayat girdabında seyrediyoruz.
Gözümüz kapalı, ışıklar sönük, kabuğuna hapsolmuş, medeni köleleriz.
Her birimiz bir tutkunun esiriyiz.
En zor harcanacak şeyi, en kolayca harcamaktayız.
Harcanmış ve harcanan nesilleriz.
Kıble değişmiş, mabetler başka, putlar icat edilmiş, putperest teresler artmış, cemiyetler farklı, her şey yabancı gibi.
Allah encamımızı ve serencamımızı hayretsin.

-Hak kuldan intikamını kul ile alır. Dini irfan bilmeyen bunu kul etti sanır.

MEHMET ÖZÇELİK

09-09-2024

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=Yahudi

[2] https://tesbitler.com/2015/01/02/abd-ve-abdnin-hristiyanlik-propagandasi-ve-armagedon/

[3] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/birden-ihtar-edilen-bir-mesele/49

[4] Et-Terib ve t-Terhib, 1:28; Hayatü l-Hayavanü l-Kübra, 1.381.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/bana-hizmet-eden-kucucuk-bir-risale-i-nur-talebesinin-coklar-namina/32

[5] https://tesbitler.com/index.php?s=Zul%C3%BCm

[6] https://tesbitler.com/index.php?s=Musibet

 

Loading

No ResponsesEylül 9th, 2024

EŞYADAKİ DEĞİŞİM

EŞYADAKİ DEĞİŞİM[1]

Her an değişimdeyiz.
“Külle yemin hüve fî şe’n”,

“O her an yaratma halindedir.”[2]
“Ve tilkel eyyamu nudaviluha beynen Nâs.”,

“O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz…”[3]
Allah her gün bir dünya götürüyor, bir dünya getiriyor.
Tüm bu değişimlerin Zamanla bir ilgisi vardır.[4]
Bir dursa her şey yok olacak.
Bir şeye iki kere tecelli etmemektedir.
EŞYADAKİ değişim, tecellideki değişimden ileri gelir.
Kayyumiyet hakikati ile sıkı bir ilgisi vardır.[5]
Kainat adeta bir Fabrika gibi işler.
Çocuğun oluşumu, Doğumu, büyümesi, yaşlanıp ölmesi hep bir seyir içerisindedir.

“Semâvat, ayaz, bulutsuz, yağmuru yağdıracak bir kabiliyette olmadığı gibi, arz da kup kuru, nebatatı yetiştirecek bir şekilde değildir. Sonra ikisinin de yapışıklıklarını izâle ve fetk ettik. Birisinden sular inmeye, ötekisinden nebatat çıkmaya başladı. Mezkûr âyetin ifade ettiği şu mânâya delâlet eden -2- âyet-i kerimesidir. Çünkü, hayvanî ve nebatî olan hayatları koruyan gıdalar ancak arz ve semânın izdivacından tevellüd edebilir.
….. Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun? Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her sene de bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun,haberin var mıdır? Belki her senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir. Bunu hiç düşünemiyorsun. Çünkü kafan boştur. Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce nümuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin. Doktora git, kafanı tedavi ettir.”[6]

@@@@@@

“O gün semâyı, kitap sayfalarını dürer gibi düreriz.”[7]
“O, gündüzü, peşi sıra kovalayan gece ile örter.” [8]
“İşte, tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler.”[9]

@@@@@@ 

Hareket halinde olan kâinat sürekli genişlemektedir.

“Göğü, gücümüzle Biz kurduk; şüphesiz biz onu genişleticiyiz.”[10]

Atomlardaki sürekli dönme gibi, kâinatta sürekli dönmektedir.

Böylece atomu büyülttüğünüzde kâinatta, kainatı küçültüp atom haline getirdiğinizde aynı sistem ve hareketi görürsünüz.

Allah’ın Sıfatlarının sürekliliği söz konusudur, Halık yani yaratıcı sıfatı gibi.

Allah sürekli yaratandır.

Zira Allah’ın zatı ezeli ve ebedi olduğu gibi, sıfatları da ezeli ve ebedidir.

                                                                      @@@@@@

İnsan ve kâinattaki sürekli değişim, varoluşun temel özelliklerinden biridir. Bu değişim hem fiziksel, hem biyolojik hem de metafizik düzeyde kendini gösterir ve İslami, felsefî ve bilimsel perspektiflerden ele alınabilir.

### 1. **İnsandaki Sürekli Değişim**:

   – **Fiziksel Değişim**: İnsan bedeni doğumdan ölüme kadar sürekli bir değişim içerisindedir. Büyüme, gelişme, yaşlanma, hücrelerin yenilenmesi ve ölmesi gibi biyolojik süreçler devamlı bir dönüşüm yaratır.

   – **Psikolojik ve Zihinsel Değişim**: İnsan zihni de sürekli gelişir ve değişir. Öğrenme, deneyim kazanma, duygusal durumlar, kişisel gelişim, dünya görüşü ve algılar zamanla dönüşür.

   – **Ruhsal ve Manevi Değişim**: Dini veya felsefi açıdan bakıldığında, insanın manevi yolculuğu da sürekli bir değişim sürecidir. Bu, kişinin ahlaki ve ruhsal gelişimini içerir. İnsanın ruhu, dünya tecrübeleri ve ahlaki seçimlerle olgunlaşır.

 

### 2. **Kâinattaki Sürekli Değişim**:

   – **Kozmik Değişim**: Evren sürekli bir genişleme ve değişim içindedir. Bilimsel açıdan bakıldığında, evrenin genişlemesi, galaksilerin oluşumu ve yok olması, yıldızların doğumu ve ölümü, kara deliklerin oluşumu gibi süreçler kozmik düzeyde değişimin bir parçasıdır.

   – **Döngüsel Doğa**: Gezegenler, mevsimler, okyanus akıntıları, rüzgarlar gibi doğal süreçler sürekli bir devinim ve döngü içerisindedir. Bu döngüler doğadaki dengeyi sağlar.

   – **Mikrokozmos**: Atomlar ve moleküller düzeyinde bile sürekli bir hareket ve enerji alışverişi vardır. Bu, maddeyi ve enerjiyi sürekli bir değişim içinde tutar.

 

### 3. **Metafizik ve Felsefi Bakış Açısı**:

   – **İslamî Perspektif**: İslam’da Allah’ın “El-Bedi” ve “El-Halik” gibi isimleri, O’nun yaratma ve yenileme gücünü ifade eder. Kâinattaki değişim, Allah’ın yaratma kudretinin ve hikmetinin bir yansıması olarak görülür. Her an her şeyin yeniden yaratılması ve sürdürülmesi, İslamî teolojide “teceddüd-ü emsal” kavramı ile ifade edilir.

   – **Felsefi Perspektif**: Herakleitos’un “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın” sözü, varoluşun sürekli değişim içinde olduğunu ifade eder. Bu görüşe göre, değişim varlığın en temel özelliğidir ve hiçbir şey sabit değildir.

 

Sonuç olarak, hem insan hem de kâinat sürekli bir değişim döngüsüne tabidir. Bu değişim, varoluşun sürekliliğini ve gelişimini sağlayan bir mekanizma olarak anlaşılabilir.

*************

“Evet, her gün her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, o geçici her bir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla ‌لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ‌ cümlesini binler defa tekrar ile o değişen perdelere ve âlemlere her birisine bir ‌لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ‌ ı lamba yaptığı gibi öyle de o kesretli, geçici perdeleri ve tazelenen seyyar kâinatları karanlıklandırmamak ve âyine-i hayatında in’ikas eden suretlerini çirkinleştirmemek ve lehinde şahit olabilen o misafir vaziyetleri aleyhine çevirmemek için o cinayetlerin cezalarını ve Padişah-ı Ezelî’nin şiddetli ve inatları kıran tehditlerini, her vakit Kur’an’ı okumakla tahattur edip nefsin tuğyanından kurtulmaya çalışmak hikmetiyle Kur’an, gayet mu’cizane tekrar eder ve bu derece kuvvet ve şiddet ve tekrarla tehdidat-ı Kur’aniyeyi hakikatsiz tevehhüm etmekten şeytan bile kaçar. Ve onları dinlemeyen münkirlere cehennem azabı ayn-ı adalettir, diye gösterir.” Onuncu Mesele.

************

Kıssadan Hisse;

Nasrettin Hoca bir vakit eşeğini hava alsın diye, zar zor dama çıkarmış.

Bir müddet sonra “Yeter artık inme vakti” diye çekmiş eşeği, kan ter içinde kalmış Hoca, ama nafile. İnmemiş eşek bir türlü.

“Ne halin varsa gör “diye eşeği damda bırakıp  inmiş aşağı.

Oynama alanı bulan eşek, zıplamış durmuş damda.

Öyle zıplamış ki dam delinip aşağı düşüp ölmüş.

Akıbeti ibretle izleyen Hocamız hemen dersi çıkarmış tabi:

– “Demek ki eşeğin mertebesini yükseltirsen hem bulunduğu yere zarar veriyor hem de kendine…! “

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=cZhMIasUpb0&t=1s

[2] Rahman.29.

[3] Âl-i İmrân Suresi.140.

[4] https://tesbitler.com/2020/03/12/zamanda-yolculuk/

[5] https://tesbitler.com/2015/01/02/kayyum-ismi/

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mesnevi-i-nuriye/habbe/103

[7] Enbiyâ Sûresi: 104.

[8] A’râf Sûresi: 54.

[9] Yâsin Sûresi: 53.

[10] Zariyat.47.

Loading

No ResponsesEylül 9th, 2024

KULAK-KAFA VE KALB

KULAK-KAFA VE KALB[1]

İnsana ve insanın dünyasına giriş kapısı kulaktır.

Onun için insan her şeyi kulaktan alır veya öğrenir.
Veyahut ta kulaktan zehirlenir.
Peygamberlerden sağır yoktur ancak Yakup peygamber gibi görmeyen, Musa Peygamber gibi peltek var.
Bir ara başım döndü rahatsızlaştım.
Doktor iki kulağıma baktı, ikisinde de tıkanma var deyip, damla verdi. Rahatladım.
Bu durumu bir de ChatGpt de araştırdığımda Özetle şu çıktı.

@@@@@

Kulak, Beyin ve Kalp Arasındaki İlişki
Kulak, beyin ve kalp, insan vücudunun birbirine bağlı ve etkileşimli üç önemli organıdır. Bu üç organ arasındaki ilişki, karmaşık bir sinir sistemi ağı ve hormonsal etkileşimler sayesinde gerçekleşir.
Kulak, Beyin ve Kalp Arasındaki Bağlantının Önemi:
* Denge ve Koordinasyon: İç kulakta bulunan denge organları, beyne vücudun pozisyonu hakkında sürekli bilgi gönderir. Beyin bu bilgiyi kullanarak kaslara komutlar gönderir ve vücudun dengede kalmasını sağlar. Kalp atış hızının düzenlenmesi de bu denge mekanizmasıyla yakından ilişkilidir.
* Stres ve Duygular: Yüksek sesler, ani gürültüler veya hoş olmayan sesler, beyinde stres tepkisini tetikleyebilir. Bu durum kalp atış hızını artırır, kan basıncını yükseltir ve vücudu alarma geçirir.
* Uyku: Kulaklarımız, uyku düzenimizin düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. Gürültü, uyku kalitesini olumsuz etkileyerek kalp sağlığı ve genel sağlığı etkileyebilir.
* Müzik Terapisi: Müzik, beyindeki duygusal merkezleri ve ödül sistemini uyararak ruh halini iyileştirir. Bu durum kalp atış hızını düzenler, kan basıncını düşürür ve stresi azaltır.
* İşitme Kaybı ve Sağlık Sorunları: İşitme kaybı, yalnızlık, depresyon gibi psikolojik sorunlara yol açabilir. Bu durum, kalp hastalıkları, inme ve demans gibi sağlık sorunları riskini artırabilir.
Özetle:
Kulak, beyin ve kalp arasındaki ilişki, vücudun genel sağlığı için oldukça önemlidir. Kulak sağlığının korunması, beyin sağlığının korunması ve kalp sağlığının korunması birbirini tamamlayan faktörlerdir. Düzenli sağlık kontrolleri, sağlıklı yaşam alışkanlıkları ve işitme sorunlarının zamanında tedavi edilmesi, bu üç organ arasındaki dengeyi korumak için önemlidir.
Ek Bilgiler:
* Tinnitus (kulak çınlaması): Stres, yüksek tansiyon, kulak enfeksiyonları gibi birçok farklı nedenden kaynaklanabilir ve kalp sağlığı ile de ilişkilendirilebilir.
* Meniere hastalığı: İç kulağı etkileyen bir hastalık olup, baş dönmesi, işitme kaybı ve tinnitus gibi belirtilere neden olur. Bu hastalık, kalp ritmi bozuklukları gibi diğer sağlık sorunlarıyla da birlikte görülebilir.

@@@@@@@

Manevi olarak kulak, beyin ve kalb arasında ne gibi bir irtibat, yakınlık ve bağlılık, ilgi ve alaka var?

Manevi Açıdan Kulak, Beyin ve Kalp Arasındaki İrtibat
Manevi olarak kulak, beyin ve kalp; insanın ruhu, zihni ve kalbiyle yakından ilişkili üç önemli organ olarak görülür. Bu üç organ arasındaki etkileşim, insanın dünya ile olan bağlantısını, içsel deneyimlerini ve manevi gelişimini şekillendirir.
Kulak: Evrenin Sesini Dinlemek
* İlahi İşaretler: Manevi öğretilerde kulak, ilahi mesajları, iç sesleri ve evrenin ritmini duymak için bir araç olarak kabul edilir.
* Bilgelik Kaynağı: Dinleme eylemi, sadece sesleri duymakla kalmaz, aynı zamanda başkalarının deneyimlerini anlamak, bilgi edinmek ve bilgeliğe ulaşmak için bir kapıdır.
* Dönüşümün Aracı: İlahi sözlerin, müziklerin ve doğanın seslerinin dinlenmesi, insanın iç dünyasında dönüşümlere yol açabilir ve ruhsal bir uyanış sağlayabilir.
Beyin: Anlamları Yorumlamak ve Bilgeliği Üretmek
* Fikirlerin Merkezi: Beyin, duyular aracılığıyla alınan bilgileri işler, anlamlar üretir ve düşünceleri şekillendirir.
* İnanç Sistemleri: İnanç sistemleri, değerler ve dünya görüşü, beyinde şekillenir ve insanın davranışlarını yönlendirir.
* Sezgi ve İlham: Beyin, sadece mantıksal düşüncelere değil, aynı zamanda sezgilere, ilhama ve iç görüye de açık olabilir.
Kalp: Sevginin ve Bağlantının Merkezi
* Aşk ve Merhamet: Kalp, sevgi, şefkat ve merhamet gibi duyguların merkezi olarak kabul edilir.
* İçsel Bilgi: Kalp, bazen zihnin anlayamadığı şeyleri hissedebilir ve içsel bir bilgeliğe sahip olabilir.
* Evrensel Bağlantı: Kalp, insanı evrensel bir bütünün parçası olarak hissederek, diğer canlılarla ve evrenle bir bağ kurmasına yardımcı olur.
Üçlünün Birliği
Bu üç organın manevi açıdan bir araya gelmesi, insanın tam potansiyelini gerçekleştirmesine olanak tanır.
* Kulak dinler, beyin anlar, kalp hisseder: Bu üçlü bir araya geldiğinde, insan daha derin bir anlayışa, daha büyük bir bilgeliğe ve daha güçlü bir manevi bağlantıya ulaşabilir.
* Denge ve Uyum: Kulak, beyin ve kalp arasındaki denge ve uyum, içsel huzur ve mutluluk için önemlidir.
* Manevi Büyüme: Bu üç organın birlikte çalışması, insanın manevi olarak büyümesine ve gelişmesine katkıda bulunur.
Özetle:
Manevi olarak kulak, beyin ve kalp, insanın ruhani yolculuğunda birbirini tamamlayan önemli unsurlardır. Kulak, evrenin sesini dinlemek için bir kapıdır, beyin anlamları yorumlar ve bilgeliği üretir, kalp ise sevgi ve bağlantının merkezi olarak hizmet eder. Bu üç organın uyumlu çalışması, insanın daha bütünleşik ve anlamlı bir yaşam sürmesini sağlar.

***************   

“Lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vahime bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler.”


Kulak varsa, kulağa hitap edecek bir de dil gerekir. İnsanın kalbinin bir köşesinde bulunan lümme-i şeytan (şeytanın kürsüsü) ya da vehim duygusu, kulak ile ifade edilirken, şeytan da bu duyguları kullanan dil ile ifade ediliyor.

Şeytan insana şerleri telkinde bulunuyor, insanın nefis, vehim, şehvet ve öfke gibi duyguları da bu telkine kulak verip harekete geçiyorlar. Üstad Hazretleri bu münasebeti kulak ve dil şeklinde tasvir ediyor. Alıcı ve verici gibi; şeytan veriyor, o duygular da alıyor…

Kulak alıcı, dil vericidir.

@@@@@@

Gece namazına veya sabah namazına kalkmadan devamlı surette uyuyan kimse hakkında Resûl-i Ekrem (asm) kinâyeli bir ifadeyle “Öyleyse o adamın kulaklarına -veya kulağına- şeytan işemiştir.” buyurmak suretiyle, şeytanın o kimseyi hükmü altına aldığını, tuzağına düşürdüğünü, onun da bu hâlinden âdeta memnun olduğunu ve şeytanın tuzağından kurtulmaya niyeti bulunmadığını, şeytanın da kendisine bu kadar boyun eğen ve bir dediğini iki etmeyen bu şahsı iyice hafife alıp kendisiyle alay ettiğini anlatmak istemiştir.

Şüphesiz boş ve mânasız işlerle uğraşan, faydasız sözlerle oyalanan kimselerin kulağı, ilâhî sözleri ve ezan sesini duyamayacak kadar kirlenir. Ona meleğin sesinden çok şeytanın sesi ve telkini hoş gelir. Bunun sonucu olarak vaktinde uyanıp kalkamaz ve ibadetini en değerli zamanda yapamaz.

“Şeytanın kulağa işemesi” meselesinin mecâzî bir anlatım değil gerçek olduğunu düşünen âlimler de bulunmaktadır.

@@@@@

[1] https://www.youtube.com/watch?v=QcSmW8hS_KE&t=327s

Loading

No ResponsesEylül 8th, 2024

FİKREN- KALBEN- RUHEN İŞGAL VE KUŞATILMIŞLIK

FİKREN- KALBEN- RUHEN İŞGAL VE KUŞATILMIŞLIK

Fikren, kalben ve ruhen işgal edilmişler, kendisinin de, Gazze’nin de işgalini durduramazlar.

Kuşatılmış İslam ülkeleri kuşatmayı nasıl kaldırabilirler?
Ancak kendi kuşatılmışlıklarına son vererek.

– Dışarı ile mücadele ederken içeri kesinlikle unutulmamalıdır. Bütün genel kanaat ve görünen o ki, içerideki dengesiz olan insanlar, iç ayaklanmalar, iç kışkırtmalar, psikopat olan insanlar tahrik edilerekten başta devlet ricaline, devlet mensuplarına hakaret etmek suretiyle ve ona onurlu olmayan bir zihniyetin sahip çıkmasıyla birlikte ortalık ve ortam karıştırılmaya çalışılmaktadır.

Tıpkı küfürbaz birine yapılan özel davet gibi.

Bu mu onur?[1]

Her zaman söylediğim gibi; Türkiye’nin zemini kaygan bir zemindir ve çok rahatlıkla alta konulan bir muz kabuğu, bir sabun parçası ile dahi toplumun ayağı kaydırılmakta, bazı hassas noktalar tahrik edilerekten adeta iç kavgaya doğru toplum sevk edilmektedir.

Şu anda böyle bir kötü zihniyet bulunmaktadır. Biz dışarı ile ve dağdaki PKK ile uğraşırken onun uzantısı olan içteki psikopat gibi insanlar, dengesiz tipli insanlar kışkırtmalara, bir yandan ordu, bir yandan toplumun farklı kesimleri tahrik edilip birbirleriyle kavga edilir hale getirilmektedir.

Devlet bunu hassasiyetle göz önünde bulundurmalı, meselenin üzerine gitmeli, meseleyi sadece serbest bırakaraktan dışarıdan takip etme ile değil, bizzat ağır cezaları ile cezalandırmalıdır.

-Mesela; Türkiye’nin en sakin ili olan Adıyaman’da ve hatta merkezde PKK ve de sempatizanları arttıkça terör ve uyuşturucuda da bir artış görülmektedir. 

En azından terörün uğrak ve geçiş yeri olurken, uyuşturucunun da satış yeri yapılmaya çalışılmaktadır. 

-PKK’lı taraftar ve sempatizanlarının artışı otomatikman terör ve uyuşturucunun da artışını etkilemektedir. Çünkü PKK demek uyuşturucu demektir. 

*************   

– “CHP ile Haçlının tarihe bakışı aynı.

MHP lideri Bahçeli, bölücülüğün CHP’nin siyasetine iyice sirayet ettiğini vurgulayarak, “DEM’lenen CHP’nin siyasi pozu ve pozisyonu yüksek düzeyli tehdittir. Cumhuru ve Cumhuriyet’i ayrıştırma partisine dönüşen CHP’nin Türk tarihine bakışı Haçlı emellerinin bakışıyla neredeyse birebir aynıdır” dedi.”[2]

-CHP’nin devletçilik okunu değiştiren CHP genel başkanı Özgür Özel bu hareketiyle CHP’nin değiştiğini mi gösteriyor?

Yüz yıldır Kemalizm rolünü üstlenerek ayakta kalmak için on senede bir darbelerde varlığını sürdürdü.

Şimdi o yol kapanınca PKK ve FETÖ’ye mi kayıyor?

*****************  

İçinde masonların yoğun hatta hâkim olduğu İttihat ve Terakki cemiyeti Osmanlıyı yıkmakla kalmamış, kendi varlığını hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve sonrasında da göstermiştir.

Belki her partide olabileceği gibi özellikle Cumhuriyetin kurucu Partisi olan CHP’nin içerisinde varlığını ve hakimiyetini daha çok ve bariz bir şekilde göstermiş ve sürdürmüştür.
Azınlık bile olsa kontrolü elinde tutmuş, din karşıtı söylem ve duruşuyla toplumdaki çatışmayı ve kavgayı sürdürmüştür.
CHP’nin bazen toplumla ve dinle barışı sözde kalmış, içindeki tepkiler bunu bastırmıştır.
Tıpkı başörtüsü meselesinde olduğu gibi.
CHP’nin içerisinde bulunan bu % 5 ve 10 bile olsa diğer çoğunluğa hakim olmuş ve kontrolünde tutmuştur.
Bunlar Türkiye’yi de darbelerle kontrol ettiler, her 10 yılda bir.
Onun için ağzımız çok yandı.
Ayranı üfleyerek içmek mecburiyetinde kaldık.[3]
Onun içindir ki, Teğmenlerin kılıçlı yemini ağızları yakma tedirginliği veren yersiz bir çıkıştır.
15 temmuz bildirisi ‘Yurtta Sulh cihanda sulh’ şeklinde oldu, önceki darbelerde alet edildiği gibi.

– Mezuniyet töreninde Teğmenlerin yapılan yeminlerin dışında bir kısım teğmenin Atatürk’ün askerleri olduklarını ifade ederek, her darbede kullanılan Atatürkçülük burada da kullanılarak temayüle aykırı olarak, kural dışı yeminde bulunuluyor.

15 Temmuz’un şifresi olan Kapadokya’nın yine ABD tarafından kullanılarak gündeme gelmesi acaba;

Yeni bir 15 Temmuz benzerinin Yunan denizinden mi, PKK’nın dağdan şehre inmesiyle mi yoksa İsraillin saldırganlığının uzantısının Türkiye’ye de ulaştırılmasıyla mı bir darbe planı düzenleniyor?

Çünkü uzun zamandır alt yapısı bir yandan içi farklı kesimlerle karıştırarak, dış ile irtibatını sağlamak suretiyle yapılmak mı isteniyor?

-Oyun hiçbir zaman için bitmedi ve bitmeyecektir de.

Teyakkuzda ve uyanık olmak gerek.

Nitekim İran’ın Kerkük’ün siyasi, askerî, ekonomik-enerji hesapları olduğunu ve günlük 6 milyon dolardan fazla petrol geliri olduğunu kaydeden General Casim “Türkiye’nin orada olmasından en fazla rahatsız olan güç İran. ‘SİHA’yı biz düşürdük’ diyen Tuğgeneral Hamudi de İran’a bağlı Şii Asaib Ehlül Hak kontenjanından orduya giren eski bir milis. Irak Harp Akademisinden gelen biri değil. SİHA operasyonu, Irak ve Türkiye ilişkilerinin gelişmesini sabote ederek bu diyalog zeminini vurmak isteyenlerin işiydi” dedi.[4]

-Dünyayı şekillendirmeye çalışan başta ABD gücü ve İngiliz aklı boş durmuyor.

Bu dünden bugüne devam etti.

Seçime yakın kazanma ihtimalinin yüksek olmasına rağmen Trump’ın devre dışı bırakılmaya çalışılması, Bizdeki Turgut Özal suikastına benziyor.[5] 

Not: Heykelcilik zihniyeti Yahudi zihniyetidir.

Hz. Musa altı yüz bin civarındaki Yahudi’yi firavunun zulmünden kurtarıp Tih çölüne giderken bir köyden geçerler.

O köyde bulunan insanlar puta tapmaktadırlar.

Bunları gören, Firavundan kurtulan ve Hz. Musa’nın peşinden giden bu Yahudiler;

-Ya Musa bunların putu var, bize de bir put yap, demeleri gibi.
“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.
Şüphesiz bunların (din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta olduklarının hepsi batıldır.”[6]

MEHMET ÖZÇELİK

07-09-2024

 

 

 

 

 

 

[1] https://www.yenisafak.com/gundem/chpnin-onuru-bu-mu-kufurcuye-ozel-davet-4642069

[2] https://www.yenisafak.com/gundem/chp-ile-haclinin-tarihe-bakisi-ayni-4641323

[3] * https://www.yenisafak.com/gundem/marmariste-fetocu-darbecilerin-saldirdigi-otelde-izler-korunuyor-4632866

https://video.haber7.com/video-galeri/284546-eli-kanli-cuntacilardan-inkar-ve-yalan-bombardimani-darbeye-degil-arsa-bakmaya-gitmisler

Darbe girişiminin telsiz kayıtları: Ölüm emri yağdırdılar!

Vurun, polisleri, polis araçlarını vurun.
https://video.haber7.com/video-galeri/284536-darbe-girisiminin-telsiz-kayitlari-olum-emri-yagdirdilar

[4] https://www.haber7.com/guncel/haber/3455727-bagdat-geregini-yapti-o-general-tutuklandi-derin-baglantilari-ortaya-cikti

[5] https://www.yenisafak.com/dunya/trumpin-mitinginde-ates-acildi-kursun-kafasini-siyirdi-4632906

https://www.haber7.com/foto-galeri/86629-eski-abd-baskani-trump-suikasta-ugradi-iste-dunya-siyasi-tarihinde-liderlere-yonelik-suikastlar

https://video.haber7.com/video-galeri/285824-11-eylul-saldirilarinin-hic-yayinlanmamis-goruntuleri-23-yil-sonra-ortaya-cikti

[6] Araf. 138.139.

Loading

No ResponsesEylül 7th, 2024

CÜNEYT SUAVİ HİKAYELERİ

CÜNEYT SUAVİ HİKAYELERİ

 

   İhtiyar adam, zorlukla taşıdığı süt güğümlerini çadır direkleri arasından geçirmeye çalışırken:

   -Süüt…!, diye bağırıyordu. Süt isteyen süt kuzularına…

   İhtiyar, henüz sözünü tamamlamamıştı ki, çadırından çıkan öfkeli bir adam:

   -Sen aklını kaçırdın herhalde! diye kükredi. Biz yaralılarımızla uğraşırken, sen para kazanma sevdasındasın.

   Yaşlı adamın gözleri dolmuştu. Yumuşak bir sesle:

   -Bu depremde dört torunumu kaybettim evladım, dedi. Onların içecekleri sütü diğer yavrularıma hediye etmek istemişsem, hata mı etmişim.

  • ••

   Bu hadiseyi anlatanlar, “ihtiyar adama çıkışan o kişinin ağlayışını ve ona sarılarak özür dileyişini hiç unutmuyoruz” diyorlar.

**************** 

   GERİ ALINAN DUA

   KIRK GRAM TEBESSÜM

   CÜNEYD SUAVİ

   

   Bir imam ve müezzin, câmilerine getirilen bir cenâzeyi kaldırdıktan sonra, mezarcıyı da yanlarına alarak aynı kabristanda yatan bir evliyâyı ziyaret etmişler. Mezarcı, tam ayrılacakları sırada:

   – Muhterem hocam, demiş. Bu fırsat, bir daha ele geçmez. Hazır dua ederken, diğer insanlarda olmayan bir şeyi isteyelim.

   İmam, Allah’ın verdiği nimetlerin herkese yettiğini ve daha fazlasına göz dikmenin nankörlük sayılacağını defalarca söylemiş ama boşuna. Sonunda mezarcıyı kıramamış ve hiç kimsenin göremediği

şeyleri görecek gözlere sahip olmak için Allah’a niyazda bulunmuşlar. Duaları, icâbet saatine rasgeldiği için kabul edilmiş. Ve bunu ilk farkeden de imam olmuş.

   İmam efendi, o evliyâya son bir fâtiha okuduktan sonra “âmin” demek için ellerini havaya kaldırdığında bir de ne görsün? Gökyüzünde dolaşan koca bir göl, üzerlerine doğru gelmiyor mu?

   Rengi bir anda sapsarı kesilen imam, anında kelime-i şahadet getirdikten sonra:

   – Hakkınızı helâl edin kardeşler, demiş. Külli nefsin zâikatül mevt. Ölmüşlerimiz birazdan bize kavuşacaklar.                       

   Mezarlığın yanından geçmekte olan köy öğretmeni, imamın bu telaşı üzerine başını yukarı kaldırdığında, hareket hâlindeki bulutları görüp:

   – Korktuğun şey, yağmur bulutlarından başka bir şey değil be hocam, demiş. Evet, bir bakıma koca bir göldeki suyu taşırlar ama, onu bir çok yere dağıttıkları için tehlikeli olmazlar.

   İmam efendi, o ana kadar hiç kimsenin görmediği şeyleri gören gözlerine mi inansın, yoksa öğretmene mi? Tabi ki hiç aldırmamış denilenlere. 

   İmam, yukarıdaki gölün ne kadar dehşet verici olduğunu anlatıp dururken, beli bir haftadır tutuk olduğu için ancak yere doğru bakabilen müezzin, faltaşı gibi açılan gözlerini topraktan ayırmadan:

   – Üstümüzdeki şey göl müdür deniz midir bilmem ama, bir an önce yere aksa iyi olacak hocam, demiş. Bastığımız yerin aşağısında koca bir cehennem var. Belki faydası olur sönmesine. 

   İmam, müezzinin sözü üzerine aşağı baktığında, bu sefer de kıpkırmızı kesilmiş. Erimiş madenlerden oluşan koca bir kazan, ayaklarının altındaki incecik toprak tabakasının altında fokur fokur kaynayıp

duruyormuş. Köy öğretmeni, zangır zangır titreyen imamla müezzini sakinleştirmeye çalışarak:

   – Dünyanın merkezinde magma tabakası vardır, demiş. Ama ilim gözüyle görülür ancak. Siz maşallah nedense farklısınız.

   Bu sözlerden de tatmin olmayan imamla müezzin, topraktan biraz olsun uzaklaşabilmek için tırmanacak yüksek bir ağaç ararken, bir korkuluk gibi hareketsiz duran mezarcıyı görüp meraka kapılmışlar.

Müezzin, makinalı tüfek gibi takırdayan dişleri arasından zorlukla bir kaç kelime çıkartap:

   – Yahu mübârek, demiş. Bir şey görmüyor musun ki, bu kadar tepkisizsin?

   Mezarcı, derinden inleyerek:

   – Keşke öyle olsaydı, demiş. Bu yeni gözlerle, üç gün sonra öleceğimi gördüm. Şimdiye kadar yüzlerce kişiyi mezara koymama rağmen, kendim için böyle birşey düşünmemiştim.

   Öğretmen, hepsinin deli olduğuna karar verip ayrılmış. Mezarcı ise, gömüleceği yeri de gördüğü için, kendi mezarına fâtihalar okuyup üflüyormuş. İmam, sonunda vaziyete el koyarak:

   – Anlaşılan haddimizi çok aştık, demiş. Gelin tekrar dua edelim ki normale dönelim, yoksa ömrümüzün geri kalanını akıl hastanesinde geçiririz..

   Biraz önceki evliyâyı şefaatçi yaparak tekrar dua ettiklerinde, icâbet saatinin son saniyelerini yakalayıp eski hâllerine dönmüşler. Ama mezarcı:

   – Sizler paçayı kurtardınız, diye ağlayıp duruyormuş. İyi ama ben ne halt yerim şimdi?

***************  

   YARIŞ

   HAYATIN İÇİNDEN

   Cüneyd Suavi

   

   En son teknolojik buluşların sergilendiği “Robotlar Fuarı”nı dolduran yüzlerce kişi, engebeli araziler için geliştirilen insan şeklindeki modellerin yarışmasını seyrediyordu. Herbiri onbinlerce dolar

kıymetindeki robotlardan bazıları, önlerine konan engellere ayak uyduramayıp devrilirken, bazıları da metal gövdelerine yerleştirilen bilgisayarlar marifetiyle ayakta kalmayı becerebiliyor ve meraklı seyirciler

tarafından büyük bir hayranlıkla alkışlanıyordu.

   Yarışmanın sonlarına doğru kalabalık arasından sıyrılan 6-7 yaşlarındaki bir çocuk robotlara ayrılan alana girdi ve aynı onlar gibi sallanarak yürümeye başladı. Küçük çocuğun sevimli hareketleri,

kendilerini ruhsuz makinalara kaptıran seyircileri eğlendirip güldürmeye yetmişti.

   Çocuk, birçok robotun takıldığı engelleri birer ikişer aşarak “mucid” olduğu söylenen kişilerin masasına geldi ve en önde oturan gözlüklü adama:

   — Bu robotların büyük işler becereceği söyleniyor, dedi. Hem de çok değerliymişler, öyle değil mi?

   — Elbette, diye cevap verdi adam. Bunların hiç birine paha biçilmez.

   Çocuk, titrek bir sesle:

   — Ama çoğu devrildiler, dedi. Oysa ki ben yıkılmadım.

   Masa başındakiler, ufaklığın sözünden birşey anlamamıştı. Bakışlarını ondan çevirip robotlara yönelttiler.

   Çocuk, yerine dönerken yine sallanmasına rağmen, doğuştan sahip olduğu kalça çıkığına artık üzülmüyordu.

*****************   

   TARİF

   HAYATIN İÇİNDEN

   Cüneyd Suavi

   

   Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:

   — Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler.

   Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:

   — Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

   Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

   Çocuk:

   — Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

   — İyi ama, demiş adam. Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?

   — Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolya lar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.

   Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken farketmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden

anlamış, adamın kendisini farkettiğini.

   Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:

   — Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?

   Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:

   — Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.

******************  

                    

                     2001-OCAK-289. SAYI

BAHARA ÖZLEM

Cüneyd Suavi

 

İlk önce güller açtı bahçemizde…

Efendimiz’in (s.a.v.) “Benim nurumdan yaratıldı” dediği o Cennet çiçeklerinin kokusu kapladı her yeri. İlk fasıl tamamlanıp yerlerini geriden gelen tomurcuklara bıraktığında, bu sefer

de rengarenk şebboyların o latif kokuları duyulmaya başlandı. Hiç bir bakım gerektirmeyen bu mütevazi çiçekler, her seneki yerlerinden baharla birlikte boy gösterip boyunlarını

büktüğünde, hanımellerinin ciğerlere bayram yaptıran o asil nefesi sardı ortalığı.

Geçen hafta yazlığımıza geldiğimizde beyaz zambakların, bu hafta ise mutfağımızın hemen önündeki manolya ağacının büyüleyici kokusunu teneffüs ettik. Henüz okullar kapanmadığı

için bir kaç gün sonra Adapazarı’ndaki evimize tekrar döneceğiz. Burada kalacağım günler boyunca manolya çiçeklerinin de kar beyazı yapraklarını dökerek bize veda edeceği

anlaşılıyor. Tabi ki bu yıl için. Ama pek üzülmüyorum. Çünkü balkonumuzun biraz ilerisindeki ıhlamur ağacı, tomurcuklarını birer birer açıp Cennetin bilmem hangi köşesinden

gönderilen o güzelim kokuları yaymaya başlayacak. Daha sonra da ikinci fasıl güllere bırakacak görevini..

Bu güzellikleri hak etmek için yaptığım pek bir şey yok. Çünkü bahçemi ne yeterince sulamaya vaktim var, ne de ekip biçmeye. Onları kuru topraktan çıkartan kudret, uçsuz bucaksız

gökyüzünden indirdiği rahmetle onların susuzluğunu giderirken, ihtiyaç duydukları mineralleri de yine kara topraktan süzüp gönderiyor kendilerine. Sonra da:

— Alın bu Cennet kokularını kullarıma ulaştırın!.. diye emrediyor onlara. Ulaştırın ki, benim çiçekleri hiç solmayan o baki memkeletime şevkleri artsın. Ve kendilerini hangi güzelliklerin

beklediğini görebilsinler.

Güzeli görmeyenler, çirkinlerle yetinmek zorundalar…

****************   

TARİF

HAYATIN İÇİNDEN

Cüneyd Suavi

 

Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:

— Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum. Çok yakın olduğunu söylediler.

Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:

— Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

Çocuk:

— Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

— İyi ama, demiş adam. Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?

— Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolya lar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.

Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken farketmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini.

Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:

— Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?

Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:

— Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.

*************  

BAHARA ÖZLEM

Cüneyd Suavi

 

İlk önce güller açtı bahçemizde…

Efendimiz’in (s.a.v.) “Benim nurumdan yaratıldı” dediği o Cennet çiçeklerinin kokusu kapladı her yeri. İlk fasıl tamamlanıp yerlerini geriden gelen tomurcuklara bıraktığında, bu sefer de rengarenk şebboyların o latif kokuları duyulmaya başlandı. Hiç bir bakım gerektirmeyen bu mütevazi çiçekler, her seneki yerlerinden baharla birlikte boy gösterip boyunlarını büktüğünde, hanımellerinin ciğerlere bayram yaptıran o asil nefesi sardı ortalığı.

Geçen hafta yazlığımıza geldiğimizde beyaz zambakların, bu hafta ise mutfağımızın hemen önündeki manolya ağacının büyüleyici kokusunu teneffüs ettik. Henüz okullar kapanmadığı için bir kaç gün sonra Adapazarı’ndaki evimize tekrar döneceğiz. Burada kalacağım günler boyunca manolya çiçeklerinin de kar beyazı yapraklarını dökerek bize veda edeceği anlaşılıyor. Tabi ki bu yıl için. Ama pek üzülmüyorum. Çünkü balkonumuzun biraz ilerisindeki ıhlamur ağacı, tomurcuklarını birer birer açıp Cennetin bilmem hangi köşesinden gönderilen o güzelim kokuları yaymaya başlayacak. Daha sonra da ikinci fasıl güllere bırakacak görevini..

Bu güzellikleri hak etmek için yaptığım pek bir şey yok. Çünkü bahçemi ne yeterince sulamaya vaktim var, ne de ekip biçmeye. Onları kuru topraktan çıkartan kudret, uçsuz bucaksız gökyüzünden indirdiği rahmetle onların susuzluğunu giderirken, ihtiyaç duydukları mineralleri de yine kara topraktan süzüp gönderiyor kendilerine. Sonra da:

— Alın bu Cennet kokularını kullarıma ulaştırın!.. diye emrediyor onlara. Ulaştırın ki, benim çiçekleri hiç solmayan o baki memkeletime şevkleri artsın. Ve kendilerini hangi güzelliklerin beklediğini görebilsinler.

Güzeli görmeyenler, çirkinlerle yetinmek zorundalar…

 

****************  

DIŞİŞLERİMİZİN İÇ İŞLERİ

TARİHE DÜŞÜLEN NOTLAR

İBRAHİM ERDİNÇ ŞUMNU

 

Sultan Üçüncü Selim devri… Fransa, Napolyon Bonapart’ın gözükara atılganlığıyla Akdeniz’in doğu ve güney sahillerinde yeni sömürgeler elde etme peşindedir… Tulon limanına toplanan Fransız donanması, Osmanlı’nın Mısır vilayetini işgale hazırlanıyor… Kritik günler… İşte bu sırada, Fransa’da olup bitenleri öğrenip Bab-ı Âli’ye bildirmekle vazifeli olan Paris büyük elçiliğimizden gelen bir rapor, tarihimizdeki bazı akıl almaz gafilliklere bir örnek teşkil edebilmesi bakımından ilgi çekicidir.

Paris sefirimiz Moralı Ali Efendi, Napolyon’un sefer hazırlıklarından büsbütün habersiz, sadece ramazanda sahur ve iftar vakitlerinin tayininde çektiği sıkıntıları anlatıyor ve ezcümle şöyle diyordu:

“Şu mübarek günlerde, devlet-i aliyye’mizin himayesi altında, gündüzlerimizi oruçla, gecelerimizi teravih namazının edasıyla ihya etmekteyiz… Ancak Parisin kaderi budur ki, havası çok defa mağmum ve mütegayyirdir… Sahur ve iftar vakitlerini doğru olarak tayin etmede müşkilatımız vardır…”

Paris’te havanın kararsız ve çok defa kapalı olması yüzünden, elbette önemli olan namaz ve oruç ibadetiyle ilgili endişeleri dile getiren Dışişleri’miz, güpegündüz süren harp hazırlıklarından tek kelimeyle bile bahsetmemektedir…

Napolyon’un Mısır harekatını, iş işten geçtikten sonra İngiliz sefirinden öğrenen Üçüncü Selim, öfke içinde ve o nazik mizacına ters düşebilecek bir üslûpla, Ali Efendi’nin raporunun altına şu satırları ilâve ediyor:

“Parisin semasının mütegayyir olmasıyla güneş ve hilali göremeyen bu herif, derya üzerindeki sefineleri de mi hevanın mağmum olmasından göremedi!… Mütegayyir ve mağmum olan semâ değil, bu adamın akl-ü iz’ânıdır!…”

O zaman Dışişleri’nin mazereti, hiç değilse dinî vecibelere gösterilen hassasiyet imiş… Bugünkü kayıtsızlıklara ne gibi bahaneler bulunuyor acaba?…

***************  

İSKEMLE İHTİLALİ

CÜNEYD SUAVİ

 

Küçük bir ülkenin insanları sabahleyin radyo ve televizyonlarını açtıklarında, normal programın kesilerek ard arda marşlar çalındığını duyarak meraka kapılmışlar. Biraz sonra ekrana çıkan bir erkek spiker, ayakta dimdik durmuş vaziyette:

–Büyük milletimiz!.. diye konuşmaya başlamış. Sivil bir darbe ile ülke yönetimine el konulmuştur. Bu günden itibaren her türlü iskemle, koltuk ve kanepenin yanısıra yerden yüksek karyolaların kullanılması yasaklanmıştır. Bu yasağı ihlal edenler, acayip şekilde cezalandırılacaktır.

Konuşmayı dinleyenler, bütün ihtilallerde olduğu gibi “kan gövdeyi götürecek” diye endişe ederken, bu tek maddelik bildiri karşısında oldukça ferahlamış ve emirlere her zamanki sessizlikleriyle itaat ederek yasaklanan eşyaları dışarı atmışlar. Fakir fukara da hepsini parçalayıp kışlık odun yapmışlar.

İskemle ve koltukları çıkartanlar, evde ne kadar yatak minder varsa hepsini yere indirerek orada oturmaya; geceleri de aynı yerde yatmaya başlamışlar. Ve önceleri biraz sıkıntı çekmelerine rağmen bu işe alışmışlar. Üstelik, kısa bir süre sonra yemek masalarını da kapı dışarı etmişler. Çünkü iskemle ve kanepeler olmayınca, bu yüksek masaların bir işe yaramadığını görmüşler. Fakir halka tekrar gün doğmuş ve masalar da kışlık odunlar arasına katılmış. İnsanlar, yerdeki sedirlerin arasına yaydıkları bir örtü veya yer masası üzerinde yemek yedikten sonra, ortadaki masayı yuvarlayıp kaldırıyor ve daha önce uzun merasimler gerektiren yemek işini şipşak hallediyorlarmış.

Yer minderlerine iyice alışan insanlar, bir müddet sonra yüksek dolap veya sehpalar üzerindeki televizyonlarını seyrederken boyunlarının tutulduğunu farketmiş ve bu zahmetten kurtulmak için onları yere indirip altındaki eşyaları evden atmışlar. Sehpa ve dolapların çıkartılmasıyla birlikte odalar daha da rahatlamış ve “küçücük” denilen evlerin aslında ne kadar geniş olduğu anlaşılmış. Bu arada sokağa atılan yeni eşyalarla, dar gelirli vatandaşların yakacak ihtiyacı da tamamlanmış.

Bir ay kadar sonra herkes: “Allah bu ihtilali yapanlardan razı olsun” demeye başlamış. Çünkü her geçen gün başka bir kolaylık ortaya çıkıyormuş. Yerde oturulduğu için elbise ve pantolonların ütüsü hemen bozulduğundan, TV ekranlarında boy gösteren modacılar:

–Sayın seyirciler!.. diye kırıtıyorlarmış. Daha önceki yıllarda nasıl ki yırtık kot, dizleri ya da poposu aşındırılmış pantolon ve yamalı elbise modası görülmüşse, şimdi de buruşuk elbise rüzgarı esmektedir. Buruşmayan kumaşlar ucuzlayıncaya kadar da bu moda geçerli olacaktır.”

İnsanlar, duydukları karşısında adeta havalara uçmuş ve haberin bitmesini bile beklemeden evlerindeki bütün ütüleri dışarı fırlatmışlar. Bu sefer de hurdacılar bayram yapmış. Ütülerin atılmasıyla birlikte elektrik faturaları hafiflemiş, hanımların pembe dizileri seyrederken prizde unuttukları ütülerden çıkan yangınlar sona ermiş ve tabi ki ütü masalarının da atılmasıyla birlikte odalar iyiden iyiye ferahlamış. Artık 70-80 metre karelik evler rağbet görüyor ve büyük evlerde yaşamış olan hanımlar, sabah kahvelerini yudumlarken: “Bu evin çilesini boşuna çekmişiz kardeş, gençliğimiz gitti vallahi” diyerek hayıflanıyormuş. Evlerin küçülmesiyle birlikte ev işlerine yardımcı olan kadınlara ayrılan paralar çocukların harçlıklarına ilave edilirken, sadece “komşularda var” diye alınan lüks eşyalar için harcanan milyonlar da, yine onların dengeli beslenmelerine ayrılmış. Dolayısıyla ikide birde hastalanan çocukların ilaç paraları, kısa bir süre sonra dörtte bire düşerek geçim derdini önemli ölçüde hafifletmiş.

Küçük ülkenin bahtiyar insanları, boğazlarını sıkarcasına etraflarını kuşatan eşyaları kullanmaya mahkum olmadıklarını ve eski insanların masallarda kalan mutluluklarının sebebini kavrayarak gerçek hürriyetin ne demek olduğunu öğrenmişler. Ve borçsuz yaşamanın verdiği rahatlıktan mı, yoksa yer yatağı sayesinde düzelen omurgalarından dolayı mıdır bilinmez, her yerde dimdik yürümeye başlamışlar.

Aradan sadece bir yıl geçtikten sonra, insanlar yine marş sesleri ile uyanmışlar. Ve karşılarında yine aynı spikeri görmüşler. Ama adam, bu sefer lüks bir koltukta oturuyor ve:

–Büyük milletimiz!… diyormuş. Geçen yılki darbeciler, yeni bir ihtilalle işbaşından uzaklaştırılmıştır. Bu konuda, başta koltuk ve kanepe üreticileri olmak üzere ülkemizin büyük iş adamlarının desteği alınmış durumdadır. Büyük gazetelerimiz de, yarından itibaren her beş kupona bir iskemle hediyesiyle sizleri ihya edecektir. Ayrıntılı haber “Azzzz sonra” verilecektir.

****************  

Bir adam hacca gidiyordu. Yanındaki bin altını bir arkadaşına bıraktı. Hacdan döndüğünde parasını geri istedi. Öbürü inkâr edip dedi ki:
-Hayır sen bana para mara bırakmamıştın. Hacı mahkemeye müracaat etti. Bir ağacın altında parayı verdiğini söyledi. Başka şahidi yoktu. Hâkim hacıya dedi ki:
-Peki git bana o ağaçtan bir dal getir. Olur ya belki şâhitlik eder. Hacı gitti. Hâkim de bir kitap okumaya başladı. Aradan epeyce zaman geçince, hâkim başını kaldırıp dedi ki:
-Amma da uzattı, nerede kaldı bu adam? Suçlu dalgınlıkla şöyle söylendi:
-Hâkim bey ancak gelir. Ağaç uzaktır. Hâkim gülerek dedi ki:
-Gördün mü? İşte ağaç şahidlik etti!

**************  

YARIŞ

HAYATIN İÇİNDEN

Cüneyd Suavi

 

En son teknolojik buluşların sergilendiği “Robotlar Fuarı”nı dolduran yüzlerce kişi, engebeli araziler için geliştirilen insan şeklindeki modellerin yarışmasını seyrediyordu. Herbiri onbinlerce dolar kıymetindeki robotlardan bazıları, önlerine konan engellere ayak uyduramayıp devrilirken, bazıları da metal gövdelerine yerleştirilen bilgisayarlar marifetiyle ayakta kalmayı becerebiliyor ve meraklı seyirciler tarafından büyük bir hayranlıkla alkışlanıyordu.

Yarışmanın sonlarına doğru kalabalık arasından sıyrılan 6-7 yaşlarındaki bir çocuk robotlara ayrılan alana girdi ve aynı onlar gibi sallanarak yürümeye başladı. Küçük çocuğun sevimli hareketleri, kendilerini ruhsuz makinalara kaptıran seyircileri eğlendirip güldürmeye yetmişti.

Çocuk, birçok robotun takıldığı engelleri birer ikişer aşarak “mucid” olduğu söylenen kişilerin masasına geldi ve en önde oturan gözlüklü adama:

— Bu robotların büyük işler becereceği söyleniyor, dedi. Hem de çok değerliymişler, öyle değil mi?

— Elbette, diye cevap verdi adam. Bunların hiç birine paha biçilmez.

Çocuk, titrek bir sesle:

— Ama çoğu devrildiler, dedi. Oysa ki ben yıkılmadım.

Masa başındakiler, ufaklığın sözünden birşey anlamamıştı. Bakışlarını ondan çevirip robotlara yönelttiler.

Çocuk, yerine dönerken yine sallanmasına rağmen, doğuştan sahip olduğu kalça çıkığına artık üzülmüyordu.

*********************

Babacı

Küçük çocuk okuldan gelir gelmez holün sonundaki odaya doğru gitti. Ve duvarın dibinde duran tabureye çıkarak, kapının üstündeki camlı bölümden baktı. Babacığı her zamanki yerinde, eski bir sedirde oturuyordu. Önünde de birkaç tane içki şişesi vardı. Sedirin üstüne yayılan örtü, sigara yanıklarıyla yer yer delinmiş, dökülen sıvılarla rengini kaybetmişti. Köşedeki televizyon yine açıktı, babası ona bakacak durumda olmasa da…

Küçük çocuk okula yeni başlamıştı. Buna rağmen kontrol görevini, büyüklere taş çıkartacak bir şekilde yapar, bu işe her şeyden fazla önem verirdi. Çünkü babası sızınca sigarasını elinden düşürür, bazen üstünü başını, bazen yorganı, bazen de yerdeki kilimleri yakardı. Üstelik de her yere alkol bulaştığından, o zamana kadar bir yangın çıkmaması, mucizeden başka bir şey değildi.

Babası için ettiği dualar, daha yangın çıkmadan onu söndürüyordu.

Küçük çocuk kontrol işlemini, kapının üstünden yapmak zorunda idi. Çünkü içeri girse çok kötü azarlanır, duyduğu üzüntüden, o günkü hiç bir dersine çalışamazdı. Anneciği “geçim işi”ni üstlenmişti. Sürekli olmasa da, haftada birkaç gün temizliğe giderdi. Küçük çocuk bu günlerde babasına daha fazla ihtimam gösterirdi. Holün duvarındaki sarkaçlı saatleri, ona görev vaktini bildirirdi. Buçuklarla birlikte, bu da yarım saatte bir demekti. İkide bir yerinden kalkmaya üşense de, babasına duyduğu sevgiden ötürü, bu işten asla şikâyet etmezdi. En büyük üzüntüsü ona yaklaşamamak, bir kerecik bile okşanmamaktı. “Tek çocuk çok kıymetlidir” diyenler, bu bakımdan kesinlikle yanılıyordu.

Babası, yıllar boyu kapandığı odadan sadece tuvalet ihtiyacı için ayrılır, daha sonra hiç bir mekâna uğramadan, adeta koşarcasına geri dönerdi. Küçük çocuk kapının açıldığını duyunca aceleyle koridora fırlayıp, babasının kendisiyle konuşmasını, hatta bazen rüyasında gördüğü gibi, sarılarak öpmesini beklerdi.

Fakat ondan sadece tek bir kelime duyardı: “N’aber?”

“İyiyim babacım!.” derdi gülümseyerek ve sevgisini gönlüne hapsederek…

Çocuk bir gün yine okuldan döndüğünde, kontrol vazifesini yapmak istedi. Fakat çıktığı taburenin bir ayağı aniden kırılınca, kapının pervazına asılı kaldı. Ellerini bırakarak aşağı atlaması, onun için son derece basit bir işti. Fakat tabure devrilip tersine dönmüş, sivri bir kama şeklinde kırılan ayak, tam atlayacağı yere gelmişti.

Çocuk o şekilde sallanıp durmaktayken, babası sesleri duyup dışarı çıktı. Ve tabureyi bir kenara ittikten sonra, oğlunu bel kısmından sıkıca kavrayarak:

“Ellerini bırak!” diye bağırdı. “Merak etme seni tuttum, düşmezsin.”

Küçük çocuk, bu sözleri hiç duymamış gibiydi. O şekilde beklerken:

“Bırak, bırak, korkma!” diye tekrarladı babası. “Seni çok sıkı tuttum, endişelenme!”

Çocuk, ancak kendisinin duyacağı şekilde:

“Gücüm tükenmeden bırakmam babacım!” dedi. “Çünkü bana ilk defa sarılıyorsun.”

*************  

Kâbus

Çocukluğumdan beri dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlere girmeyip kaçardım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım.

Oysa ki o dar yerlere, şimdi ister istemez girecektim.

Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görüyordum.

“Genç yaşta öldü zavallı!” diyorlardı. “Halbuki ne kadar çok işleri vardı.”

Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Meselâ, oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile televizyonun taksitlerini henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup, dostlarımı orada toplamak da hayal olmuştu. Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım.

Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses, beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve:

“Geçti artık geçti!” diyordu.

İçimden: “Keşke geçmemiş olsaydı!..” diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.

Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:

“Aman Allah’ım!.” dedim. “Ne olacak şimdi hâlim?”

Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu.

Cenâze namazı için câmiye gidiyor olmalıydık.

Cami deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi, elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikâyet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim.

Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım.

Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses:

“Geçti artık geçti!” diye tekrarladı. “Bitti artık!..”

Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “Herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen, dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da millî takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:

“Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli!” diyordu. “Sırılsıklam olduk ya!..”

Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi?

Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura indirdi.

Boylu boyunca yattığım yerden etrafa baktım.

Aman Allah’ım!.. Bu kabir değil miydi?

O âna kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim?

Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum.

Tekrar koyu bir karanlıkta kalmış ve bütün âcizliğimle dua etmeye başlamıştım.

“Yâ Rabbi!..” diyordum. “Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim.”

Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak:

“Geçti artık geçti!” diye tekrarladı. “Her şey bitti artık!..”

Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu.

Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım, beni ayıltmaya çalışarak:

“Geçti artık geçti!” diye bağırıp duruyordu. “Geçti bak, hiçbir şeyin kalmadı!..”

Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak hâlinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu.

Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toplamaya çalışırken:

“Yâ Rabbi!. Sana zerrelerim adedince şükürler olsun!” diyordum. “İyi bir kul olmak için, ya bir fırsat daha vermeseydin?”

*******

Çorbacı

Büyükçe bir şehirde, büyükçe bir lokanta bulunuyormuş. Gerçi ondan büyükleri de varmış ama o civarın en usta aşçıları oradaymış. Çorbaları birisi, kebapları diğeri, börekleri öteki yapıyormuş. Dördüncü aşçı ise, bir tatlı uzmanıymış.

Lokanta kısa sürede dillere destan olmuş ve müşterisi her geçen gün daha da artmış. Sadece öğlen ve akşam saatlerinde değil, sabahları da hınca hınç dolarmış. Çorba meraklıları yataktan kalkar kalmaz, sanki büyülenmiş gibi oraya koşar, mercimek çorbasından tâ işkembeye; ev tarhanasından ezogeline kadar, birkaç tabak çorba içip mest olurlarmış.

Öğle saatlerinde, mis gibi bir döner kokusu sararmış çevreyi. Döneri yapan usta, kekik kaplı yaylalardan getirttiği hayvanları kendi eliyle keser, daha sonra etleri dolapta bekletir, doğal soslarla süsleyip takdim edermiş.

Böreği yapan aşçıya gelince:

Elinde bir keramet varmış sanki. Hiç oklava kullanmadan hamura şekil verir; biraz açıldığında, sanki bir çarşaf gibi savururmuş. Tatlı ustası da ondan geri kalmazmış. Yufkaları o kadar ince açarmış ki, gazete okunurmuş arkasından. Kullanılan her malzeme birbirinden özelmiş. Unundan fıstığına, tereyağına kadar…

Kısacası lokanta, bir lezzet merkeziymiş, herkesin damak zevkini okşayan.

Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, lokantada bir şeyler dönmeye başlamış. Çorbayı yapan usta, yakışıklı tipiyle, güzel konuşmasıyla ve otoriter tavrıyla, lokanta sahibinin gözüne girmiş. Ve onun sağ kolu hükmüne geçerek, işyerinin kârına ortak olmuş. Patron ona çok güvendiği için, daha az uğruyormuş dükkânına.

Çorbacıya gün doğmuş elbette ki. Tam bir despot kesilmiş, on beş yıllık meslektaşlarının başına. “Şunu şöyle yapın, şöyle yapmayın!” gibilerden sağa sola emirler yağdırmaya, insanların kalplerini kırmaya, her fırsatta onları azarlamaya başlamış. Aşçılar susmayı tercih edince, o daha da yüklenmiş.

Çorbacı, sabah müşterilerinin sayısına aldanıp, lokantada en çok çorbaların sevildiğine karar vermiş. Ona göre diğer yemekler önemsizmiş. Bu inançla aklına bir fikir yerleşmiş: Eğer diğer aşçıları işten atarsa, maliyetler düşecek, böylelikle kârı katlanacakmış. Fakat bu iş için de, yüklü bir tazminat gerekiyormuş.

Çorbacı, en sonunda bir plan yapmış. Buna göre aşçılar, kendi istekleriyle ayrılacak, bu yüzden de tazminata gerek kalmayacakmış. Bu plan gereğince, diğer aşçıların sahasına el atmış. İlk önce döner işine sarılmış ve marketlerden aldığı dondurulmuş etleri, hamburger gibi kotarıp servise sokmuş. Hemen arkasından da, dillere destan olan “Yayla Döneri”ni mönüden kaldırarak, yerine kendi icadı “Çağ Kebabı”nı koymuş. Bu arada lokantanın dört bir yanına, o kebabın büyük boyda resimlerini aşmış, ağızları sulandıracak güzellikte. Çünkü reklâm, ona göre çok önemliymiş ve insanları robot gibi yönlendirirmiş.

Gururu kırılan döner ustası, bu olaylar üzerine istifa edip, başka bir lokantada işe girmiş.

Duydukları aşırı güvenden dolayı: “Bu lokantada; tabak, çatal, kaşık, bardak ve tuzlukların dışında, önünüze konanları gönül rahatlığı ile yiyebilirsiniz” sloganına hem gönülden hem mideden inanan müşteriler, “Çağ Kebabı”ndan da yemek isteseler de, tadını beğenmeyip yarım bırakmışlar tabaklarında.

Çorbacı, daha sonra börek işine girmiş. Marketlerden hazır yufka aldırıp, kalitesiz malzemeyi içine basmış. Hatta “israf haramdır” falan deyip, bazen tabaklarda kalan dönerleri kullanmış. Bu arada, mönüdeki “Anadolu Böreği”ni tümden kaldırıp, “Çağdaş Börek”in resmini basarak…

Börekçi de ayrılmış o hafta içinde.

Lokantaya gelenler:

“Geçen günkü dönerler çok berbattı. Bu sefer döner yerine, yeni börekten yiyelim” demişlerse de, birkaç lokma aldıktan sonra bırakmışlar.

Çorbacının tatlısı da aynı sonucu vermiş.

Börekçiden hemen sonra, tatlıcı da ayrılmış lokantadan.

Çorbacı her işe el attığından, çorba yapmak için vakit bulamıyormuş. Sonunda hazır çorbalar imdadına yetişmiş. Tabi ki reklâm işini ihmal etmeden…

Lokantanın sahibi, müşterilerin her geçen gün biraz daha azaldığını fark edince durumu araştırmış ve neler olup bittiğini anlar anlamaz, çorbacıyı kapı önüne koymuş. Daha sonra iş yerini elden çıkartmış ve doğduğu köye, alabalıklarla dolu bir dere kenarındaki baba evine dönmüş.

Çorbacı, diğer aşçılar gibi iş bulamamış.

Kaybolmuş o civarlardan sessiz sedasız.

Eski müşterileri, şimdi beyaz eşya satan o binanın önünden her geçişte, döner ve börek kokusu duyuyorlarmış.

Bir de sıcacık tarhana kokusu…

***************  

Kırkta Bir

Küçük bir balıkçı köyünde yaşayanlar, birçok balıkçı gibi, denizi çok iyi tanıyorlardı. Gökyüzüne şöyle bir göz attıklarında, havanın gün boyu nasıl olacağını, rüzgârın durumunu ve ne yönden eseceğini hemen çıkartırlardı.

Bir fırtına tehlikesi söz konusuysa, tekneleri güvenli bir yere çektikten sonra, denizi üstten gören genişçe bir barınağa sığınırlardı. Çam kütüklerinden yapılmıştı burası. Mis gibi reçine koktuğu için, onlara deniz kokusunu aratmazdı.

Bu mekânda sohbet edip çay içerlerken, bir yandan da sahili gözlerlerdi. Çünkü köyün en yaşlı balıkçısı, sanki onlara meydan okur gibi, fırtına yaklaştığında sandalına atlayıp, açık denize doğru yönelirdi.

Köy sakinleri, ihtiyarın bu işine pek akıl erdiremez, bu konuda birçok tahmin yürütürlerdi. Zira yaşlı balıkçı hiç kimseyle konuşmaz, sırlarını açmaya yanaşmazdı. Kimi köylüye göre, ihtiyarcık denizde ölmek istiyordu. Ama bu ihtimal kuvvetli sayılmazdı. Yaşlı adam dindar biri olduğu için, kendisini bile bile tehlikeye atmazdı.

Karlı dağlarla çevrilen koyun sonunda, büyük balıkçı gemileri dolaşırdı. Bereketli bir av bölgesiydi burası. Bu yüzden de köylüler, ihtiyarın oraya gittiğini söyler, fakat neler yaptığını bilemezlerdi.

Yaşlı balıkçı, deniz patlayınca balık tutamazdı tabi ki. Dalgalar insan boyuna yükseldiğinde, ne sandal dururdu yerli yerinde, ne de ağları. Olta bile atamazdı o kargaşada. Teknesinin her tahtası ayrı ayrı gıcırdar, dip kısmı da bir karış suyla kaplanırdı. Dört bir yana savrulurdu fındık kabuğu gibi. Bu yüzden başı dönse de sabretmeye çalışır, sonunda halsiz düşerek geri dönerdi. Zaten merak edilen konu buydu. Bir balıkçı eğer balık tutamıyorsa, bu konuda en ufak bir şansı bulunmuyorsa, üstelik de yaşı seksene dayanmışsa; fırtınalı bir denize yelken açması, intihardan başka bir şey değildi.

Yaşlı adam, bir gün aniden hastalandı. Arkadaşları, onun kollarına girip evine götürdüler. Ve yıllar yılı merak ettikleri konuyu, bir kez daha kendisine sormayı denediler. İhtiyarın gözleri, penceresinin dışından görünen denizdeydi. Üç beş balıkçı teknesi geri dönüyor, onları da aç karınlı martılar izliyordu.

Yaşlı adam, gözlerini denizden ayırmadan:

— Fırtına yaklaşırken, kıyıda beklemem mümkün değildi, dedi. “Belki biri yardım bekliyordur” diyerek, defalarca denize açılmıştım.

Yanında bulunanlar, ihtiyarın sözlerine anlam veremiyordu. Bir sahrada tek bir kumu aramak neyse, bu iş de ondan farklı sayılmazdı.

Yaşlı adam, yatağından güçlükle doğrularak:

— Henüz gençken büyük bir gemide tayfaydım, dedi. Uykusuzluk ve yorgunluk belimizi bükmüştü. Deniz birden patladı ve sert bir rüzgâr beni güverteden kopartıp, yarı donmuş suların içine fırlattı.

Balıkçılar, merakla dinliyordu. Denize düşen birini o dalgada kurtarmak, herkesin bildiği gibi âdeta imkânsızdı. Eğer kışsa, zaten hiç kimse uğraşmazdı. Düşen kişi çok iyi yüzme bilse bile, birkaç dakika içinde donup giderdi.

Yaşlı adam, devam edip:

— Beni kurtaran da bir ihtiyardı, dedi. Nerden çıktı, nasıl yetişti bilmiyorum. Kendi paltosuna sarıp ısıttı beni, bir babanın yavrusunu sarması gibi.

İçerde bulunanlar, bu işin sırrını nihayet çözmüşlerdi. Hasta adam anlaşılan ona özenmiş, birini kurtarmak için boşuna beklemişti. Hem de yıllarca. Böyle bir şey hangi yönden bakılırsa bakılsın, son derece saçmaydı. Bu yüzden yaşlı adama itiraz edip:

— İyi ama, dediler. Buna benzer bir olay, kırk yılda bir görülür, belki görülmez.

— Bunu ben de biliyorum, dedi balıkçı. Tam kırk yıldan bu yana, gece gündüz dua ettim o ihtiyara. Hâlâ da ediyorum. Kırkta bir ihtimal düşük sayılsa bile, ömür boyunca sürecek bir dua almak için, kırk fırtınaya katlanmak fazla bir şey değil ki!

***************

Özenti 

Fakir bir adam, her gün televizyonlarda boy gösteren ve “ülkenin sayılı zenginlerinden biri” şeklinde tanıtılan sanayiciye özenip, onun gibi olmaya karar vermiş. Sık sık Allah’a yalvarıp:

— Ver Yarabbi!, diyormuş. Fakirlikten bezdim usandım artık!.

— Adam, bu işi aklına koyunca, cebinde kalan son kuruşlarını, yine zenginlerin yazdığı “Nasıl Zengin Olunur?” ya da “Zenginliğin Sırları” gibi kitaplara yatırıp, her birini dikkatlice okumuş. Okumuş ama, açıkçası pek bir şey anlamamış. Her halde en iyi yol, dedesinden duyduğu şeyleri yapmakmış.

— Allah bütün duaları işitir!. dermiş, nur yüzlü dedeciği. Ne istersen O’ndan istemelisin.

Torunu, mecbur kalınca bu yolu seçmiş. Üstelik de dua için para gerekmiyormuş. Bir cuma namazında, sabaha karşı kılınan teheccüd namazının ve hemen arkasından yapılan duaların kıymetini öğrenince, geceleri yatmamaya başlamış. Saatlerce namaz kılıp, göz yaşları içinde dua etmiş. Bu arada kurbanlar da adamış tabi. Fakirlikten kurtulursa bir koyun, zengin sayılınca iri bir dana, köşeyi döndüğünde de bir deve kesecekmiş. Gelen miktara göre, bu sayı daha da artabilirmiş.

Paranın gelmesi geciktiğinde, bu sefer de oruca niyetlenmiş. Her ayın on beş günü, hiç aksatmadan oruç tutuyormuş, üstelik de fazla bir şey yemeden. Sonunda bir deri bir kemik kalmış ama, kendisine bir haller olmaya başlamış. Yakınlarına, gaipten tuhaf sesler duyduğunu, hatta bazen birileriyle konuştuğunu söyleyip duruyormuş.

Duyduğu ses her neyse, bir gün ona seslenip:

— Ey garip adam!, demiş. Özendiğin o kişiyi tanıyor musun?

Adam biraz düşünmüş. Bahsedilen kişiyi, sadece ekranlarda gördüğünden, nasıl yaşadığını, neler yiyip içtiğini, nerelerde gezdiğini pek bilmiyormuş.

— İstersen daha yakından tanı!, demiş ses. Hem önceki hayatını, hem sonrasını.

Ve manevî bir sinemayla, hayranlık duyduğu kişi gösterilmiş adama.

Perdeye ilk yansıyan, o zenginin önündeki bir insan seli imiş.

Adam, hemen sormuş: “Bu kuyruk nedir?” diye.

— Zengin adam, işçilere aylık veriyor!, denmiş. Bir çok fabrikasında, karınca sürüsü gibi işçi çalışır. Maaşları kendisi vermekten hoşlanır.

Fakirin hayranlığı, iyice artmış. Böylesine alçak gönüllü bir kişiyi, ilk defa görüyormuş.

Manevî sinemada, manzaralar peş peşe sıralanmış. Biraz sonra farklı bir görüntü gelmiş perdeye. Zenginin elinde süslü bir bavul varmış, yanında da bir çok koruması elbette. Fakir olan, hayranlıkla ona bakarken, duyduğu ses bu sefer:

— Beğendiğin o kişi, güzel bir tatile çıkıyor!, demiş. Mevsim henüz kış ama, o sıcak bir ülkede dinlenecek. Tabi ki güneşte biraz bronzlaşacak!.

Fakir adam, bir kez daha içini çekmiş. Çünkü o güne kadar, ırgat gibi çalışmaktan tatil yapmamış.

— Ver Allah’ım!, demiş, sessizce mırıldanıp. Ben de onun gibi keyif süreyim.

Fakir adam daha sonra, o zenginin hayatından bir çok tablo seyretmiş. Boğazdaki muhteşem villasını, en son model üç beş tane arabasını, bankadaki hesaplarını falan.

Fukaracık, hülyalara dalıp giderken, o ses tekrar çınlayıp:

— İstersen farklı bir film koyalım, demiş. Anlaşılan bu işten çok hoşlandın.

— Evet!, diye atılmış fakir adam. Hoşlanmamak mümkün mü?

Görüntüler tekrar sıralanınca, adam bir yanlışlık var zannederek:

— Bu manzara yeni değil her halde!, demiş. Biraz önce aynısını görmüştük. Bir çok insan yine kuyruğa girmiş. İkinci görüntüde, bavulunu tekrar yanına almış. Her halde yine tatile gidiyor.

— Hayır!, demiş, kendisiyle konuşan. Kuyruktaki kişiler, ‘kul hakkı’ndan alacaklı olanlar. O zenginden hakkını istiyorlar.

O bavula gelince:

Adam uzun bir tatile çıkıyor. Fakat bu sefer, çok daha sıcak bir yerde bronzlaşacak. Gördüğün manzaralar, adamın öldükten sonraki halleridir.

*************

Başım Gözüm Üstüne! 

2021 Yılının son aylarında, küçük kızım Dahiliye Uzmanı çıktığı için ‘Mecburi Hizmet Kurası’ çekmek zorunda kaldı.

Evimiz Kocaeli’nden, İstanbul’a doğru 20 kilometre uzakta, ‘Şirinyalı’ denilen bölgedeydi. Ve hemen deniz kenarında olduğu için, oradan ayrılmak bize zor geliyordu.

Kura günü yaklaşırken bu nedenle hepimiz huzursuzduk. Çünkü kızım bekârdı ve nereye giderse gitsin onun yanında olmamız gerekiyordu. Oysa ben ve çocuklarım doğduğumuz günden beri Sakarya, Kocaeli ve İstanbul üçgeninde yaşıyorduk. Açıkçası biraz tembel olduğumuzdan, ‘başka bir şehir’ denince hemen burun kıvırıp:

“İsteyenler, istedikleri yere gitsin! Buraları bize bol bol yeter.” diyorduk.

Endişemizin yanında bir yandan da büyük bir ümit besliyorduk. Çünkü evimize yakın Dilovası Bölgesinden Dahiliye Uzmanı talep edilmişti. Kızım iyi bir kurayla oradaki hastaneyi kazanacak olursa, 15 ay boyunca aynı yerde kalacak ve doktorları çok korkutan ‘doğu hizmetinden’ kurtulacaktı.(!)

Kura günü yaklaşırken hem kızım hem de annesi işlerini bırakarak bazı adaylara telefon etmeye başladı. Haberlere bakılırsa bu kadroya 3 doktor baş vuracak, hatta son günler içinde belki 2 kişiye inecekti.

Kızım için büyük bir müjdeydi bu… %50 İhtimal çok yüksekti çünkü. Hatta dualar da hesaba katılırsa, o hastaneyi kazanmak neredeyse kesindi. Bu durumda ‘ev taşıma veya yerleştirme’ derdi olmazdı. Elbette ki gurbet acısı yaşamak da… Yapılacak masraflar da birden ‘sıfıra inerek’ bizi rahatlatırdı. Üstelik kızım, kahvaltıdan hemen sonra arabasına atlayıp sadece on dakikada hastaneye ulaşır ve işi sona erdiğinde trafik derdi çekmeden yine aynı rahatlıkla eve dönerdi.

Sonraki günler içinde bir ‘dua ekibi’ ile bol bol dua edildi. ‘Tefriciye’ler çekildi… Ve kura günü geldiğinde kızım, annesini alıp İzmit’e gitti.

Eşimin akrabaları, ona şansından dolayı ‘Talihli’ lakabını takmışlardı.

Elbette ki benim gibi harika biriyle yuva kurduğu için…

Eşim bu nedenle şansına güvenerek:

“Kura çekilir çekilmez sana telefon ederek ‘Dilovası müjdesini’ vereceğim inşallah. Daha sonra bu müjdeyi hemen ‘ıslatır’ ve eşi-dostu çağırarak güzel bir ‘ıslama köfte’ yaparız.” dedi.

Islama köfteyi bilenler bilir:

Sakarya’nın meşhur köftesidir bu… Kızartılacak ekmekler daha önce kemik suyuna batırılır. Ve ızgara köftelerle birlikte servis edilir. Bir de ‘üzüm şırası’ istenir yanında. Böylelikle ‘muhteşem üçlü’ tamamlanır ve onları kim yerse yesin: “İşte, köfte budur!” der.

Eşim, kızımla birlikte evden çıkınca, ben de vazifelerimi tekrarlamak maksadıyla bir kez daha dualara sarıldım. Dilovası Hastanesi ‘çantada keklik’ olsa da elbette ki dua etmeden yapamazdım. Çünkü kız babası olmak kolay değildi. Oğlum da doktordu ama kura günü geldiğinde buna benzer bir sıkıntı yaşamamıştı. Zaten uzak bir yeri kazanmış olsa da:

“Haydi yavrum, Allah selamet versin!” derdik. “Nasıl olsa erkeksin, üstelik de her yer bizim vatanımız değil mi?”

Kura çekildiği zaman telefonum büyük bir şevkle çalmaya başladı.

Aceleyle açtım ama sadece trafik sesi duyuluyordu.

Yani korna sesi veya insan gürültüleri…

En sonunda işin aslı ortaya çıktı:

Kızımın çektiği kura belli olunca, bizim hanım kendisini sokağa atmış, avazı çıktığı kadar bağırıp ağlıyordu.

“Eşim herhalde sevinçten ağlıyor.” falan desem de bu sözlere kendim bile inanmıyordum.

Bu nedenle hemen sordum:

“Hanım ne oldu?” diye. “Çabuk söyle, yoksa Sakarya’ya mı gidiyoruz?”

Hanım, içini çekerek:

“Keşke Sakarya olsaydı,” diye inledi. “Hatta Eskişehir veya Ankara…”

Sırtımdan ter boşanırken:

“Yapma be Hanım!” dedim. “Bu ihtiyar hâlimizle Ankara’nın ötesine nasıl gideriz yahu? Yoksa Konya falan mı?”

“Oraya bile razıydım. Hatta Urfa çıksa bile bayram yapardım.”

Eşim benim kalp krizi geçirmemden korktuğundan haberleri ‘alıştırarak’ veriyordu.

Sakin olmaya çalışıp tekrar sordum elbette:

“Urfa’dan öteye hangi şehir vardı ya? Bildiğim kadarı ile Mardin, değil mi?”

Hanım tekrar feryat edip:

“Ona bile çoktan razıydım, dedi. “Kurada Hakkâri çıktı, Hakkâri! Yani Türkiye’nin en uç noktası…”

Konuşmakta zorlansam da bu sefer ben onu teselli edip:

“Boş ver be hanım!” dedim. “Kendini üzme! Bütün her şey kaderle takdir edilmiştir. Hem geçen gün internete girip bakmıştım. Hakkâri denilen şehir Paris’ten güzel. Zaten 300 bine yakın nüfusa sahip. Kısacası canın ne isterse hepsi var… Alışveriş merkezleri, pastaneler, lokantalar ya da birbirinden güzel piknik yerleri… Say sayabildiğince… Devlet Hastanesi ise neredeyse kusursuz… Merak etme çok rahat edeceğiz. Kızımız da rahat edecek, korkma!”

Hanım, neredeyse bayılmak üzereyken:

“Oraya da katlanırdım elbette,” dedi. “Fakat kura şehir merkezine değil de, Hakkâri’nin Çukurca İlçesi’ne çıktı. Yani 80 kilometre ötedeki çatışma bölgesine… Kısacası tam Irak sınırına… İlçenin nüfusu 7 binden fazla değilmiş, 7 bin kişi de köylerde yaşıyormuş.”

Eşim ancak 7 günde kendine gelebildi. Kızım ise çok şükür ki daha kısa sürede…

Benim halimi sormayın, ihtiyar biri olarak sanki korkunç bir kâbus yaşıyordum. İzmit’teki evimizden on dakika ötedeki pideciye gitmek bile beni yorarken, şimdi doktor kızım için bu şehirden hicret edip Çukurca’ya yerleşmek zorundaydım. Üstelik de ev eşyalarıyla birlikte…

Yerimiz belli olunca hemen haritayı açıp gideceğimiz yolu belirledik. Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna kadar, ‘kuş uçuşu’ 1650 kilometre görünüyordu. Bu yol uçakla gidilse kolaydı ama, bizim böyle bir şansımız bulunmuyordu. Gideceğimiz diyarda kızıma araba lazım olduğu için, hazırlıklar bittiğinde onu eşyayla doldurup ’güneşin doğduğu yöne’ hareket ettik. 

Yani ‘kara yolu’ ile tam 2 bin kilometre öteye…

Önce Kahraman Maraş’ta, daha sonra Van’da birer gün konaklayarak…

Şu an Haziran Ayı’nın son günündeyiz. (2022) Ve Rabbimize çok şükür ki halimizden fazlasıyla memnunuz. Kızım evden çıktığında 2 dakika içinde hastaneye yürüyerek gidebiliyor. Ve küçüğünden büyüğüne herkes tarafından sevilip sayılıyor.

Üstelik de her fırsatta “Başım-gözüm üstüne!” denilerek…

Küçücük çocuklar bile bu sözleri içtenlikle söylüyor bize.

Bu da dua hükmüne geçiyor inşallah.

Irak sınırına bakan yüksek tepeler, Çukurca’nın merkezinden ya da evimizden bin metre kadar uzak. Yani yüksek sesle bağıracak olursak, tepedeki kışlalarda kalan Mehmetçikler bizi duyabilecek. ‘Obüs’ veya ‘doçka’ gibi ağır silahlar, zirvenin diğer yanına, yani Çukurca halkının görmediği alanlara yerleştirilmiş. Böylelikle silahların o korkunç sesleri perdelenmeye çalışılmış. Fakat buna rağmen bize ulaşan sesler, yaşadığımız evlerin camlarını titretmeye yetiyor.

Çatışmalar neredeyse hiç kesilmiyor.

Özellikle geceleri 3-5 dakika arayla üstümüzden geçen Atak Helikopterleri ve çok daha yüksekten uçan F16’lar, Irak’a doğru yönelip karşı dağın arkasında kayboluyorlar.

Bu sesler duyulduğunda dua vaktinin geldiği anlaşılıyor:

Mehmetçiğimiz için dua etmek… Ya da bütün masum veya mazlumlar için…

Kızımın görev yaptığı Çukurca Hastanesine bazen yaralı askerler getiriliyor. 

Bazen ise şehitler…

Bu da gözyaşı dökmenin vakti herhalde…

(Bu satırları, 1 Temmuz gecesi saat 23.00’de yazarken, evimizin yanındaki Emir Sultan Camisine iki şehit getirerek cenaze namazlarını kıldılar. Bu kadar geç bir saatte kılınan cenaze namazı görmemiştik. Öyle zannediyorum ki Çukurca Halkı, o mübarek şehitlerin cennete uçmak üzere çok acele ettiklerini hissetmiştir.)

Ne zaman dışarı çıkıp polis veya askerleri görecek olsam, hemen yanlarına gidip onları kucaklıyor ve imanlı bir askerliğin faziletinden, ya da bütün müminlerden aldıkları dualardan söz ediyorum.

Bu sözlere öyle mutlu oluyorlar ki…

“Hocam, duanızı bizden eksik etmeyin! Çünkü buna ihtiyacımız var!” diyorlar.

Özellikle askerlerle sohbet ederken, bir şeyi açıkça görüp hayrete düştüm. 

Hepsi inanılmaz derecede nurluydu.

Müstakbel evliyalar ve şehitler gibi yani…

Özellikle komandalar (çatışma olmasa bile) büyük zorluklar altında sanki her an savaş halindeymiş gibiler. Üstelik bu Mehmetçikler dağın en üst noktasında kaldıklarından, bütün tedbirlere rağmen ‘yıldırım düşmesi’ sonucunda yaralanıyor. Doktor kızım bu konuda çok sayıda yaralı asker geldiğini ve bir kısmının Hakkâri’ye yani şehir merkezine nakledildiğini sık sık söylüyor.

Böyle bir şey hiç aklıma gelmezdi ama, gazilik ya da şehitlik kolay değil ki…

Rabbimizin ihsanıyla Çukurca’da bir bakıma ‘postacı’ oldum sanki. Ne zaman dışarı çıksam, içi kitap dolu olan çantamı da alıyorum yanıma. Küçük-büyük, asker-polis, esnaf veya öğrenci farkı gözetmeden, birçoğuyla sohbet edip onlara uygun kitaplar hediye ediyorum. 

Yani Allah’ın izniyle bir bakıma cennet hayatı yaşıyorum.

İşin en güzel tarafı insanların birçoğuyla tanışmış olmak.

Fakat bunun kötü bir tarafı var: 

Alışverişe gidince para vermeye kalksanız, hemen kaşlarını çatıp: 

“Hocam! Başım gözüm üzerine geldiniz ama, bize para lazım değil.” diyorlar. “Bir dahaki sefere verirsiniz.”

İnanması çok zor ama esnaftan bazılarıyla kavga(!) etmedikçe para veremiyoruz. Ve elimizde olmasa da ‘birkaç kuruş sebebiyle’ birbirini boğazlayan insanları hatırlayıp üzülüyoruz.

 

Çukurca’nın bir ucundan diğer ucuna kadar, en fazla on dakikada yürümek mümkün. Zaten tek bir caddemiz var, ‘sokak’ demek de mümkün. Ve onun kenarına sıralanan dükkanlar.  Fakat bize sorarsanız en büyük lüksümüz ‘A101’i dolaşmak… Oraya adım atınca İstanbul’a geldik sanıp adeta kendimizden geçiyoruz.

Bir gün eşimle birlikte o dükkânı dolaşırken 8 yaşındaki Esra ile tanıştık. Annesiyle birlikte gelmişti oraya… Gördüğümüz kadarıyla ekonomik durumları çok kötü olduğu için, patates ve soğan gibi temel gıdaları almak zorundalardı.

Ya da ekmek, pirinç veya makarna gibi şeyler… Zaten Esra’nın annesi onların fiyatlarını dikkatle inceliyor ve biraz pahalı bulunca hemen almaktan vazgeçip yerine koyuyordu.

İşimiz bittiği zaman onları tekrar gördük. Hesabı ödemek için kasaya gelmişlerdi. Fakat Esra bu sırada canı çok çektiği için raflardan bir gofret alıp diğer yiyeceklerin üst kısmına koydu.

Belki 2-3 liralık bir gofretti bu, belki de daha ucuz. Bu nedenle kolayca ödenirdi.

Ben ve eşim onları uzaktan izlerken, annesi gofreti görüp küçük kızın kulağına doğru eğildi ve onu yanağından öpüp bir şey söyledi.

Esra hiçbir şey demeden gofreti aldığı yere götürüp koydu.

Üstelik de suratını bile asmadan… 

Çünkü o gofret yerine bir ekmek alınsa daha iyi olabilirdi.

Biz eşimle birlikte onları görsek de, annesi ve Esra bizi fark etmemişti. 

Bu yüzden hemen Esra’nın yanına gidip:

“Benim kızım annesine çok yardım ettiği için harika bir hediyeyi hak etti,” dedim. “Bir paket çikolataya ne dersin Esra? Üstelik de fındıklı…” 

Esra bir anda şaşırıp konuşmakta zorlanırken bu sefer de eşim araya girip:

“Esra belki fıstıklısını sever.” dedi. “En iyisi ben de bir paket fıstıklı alayım…” 

İki paket çikolata, biraz sonra Esra’nın elindeydi.

Sanki bütün dünya eline geçmiş gibi…

Bu olaydan sonra bütün kalbimle inandım ki, 2 paket hediyenin o küçük kıza verdiği mutluluk için, Kocaeli’nden kalkarak 2 bin kilometre yol gelmeye değerdi.

Hem Esra hem de annesi o tertemiz kalpleriyle bu gerçeği hissetmiş olmalı ki, marketten ayrılırken bize teşekkür ederek, yine o güzel sözlerle uğurladılar:  

“Başım gözüm üstüne, hoş geldiniz…”

*************** 

Gençlik İksiri

Yaşım 80’i bulsa da ne zararı var?

Vücudum çürüse bile ruhum baki değil mi?

Mademki bir müjde vermiş o şefkatli Peygamber

Bir saraya girer gibi kabre girsem ne çıkar?

 

Kısacası şu yani:

Artık ihtiyarlığıma şükredeceğim

Zaten yol sona erdi

Bir adım daha atarsam gençleşeceğim

**************

Üç Heceli Bilmece

Bir mail attım ‘acele’

Rica ettim ecele:

“Ne zaman geleceksen

Tarihini hecele…”

 

Dedi: İlk hecesi “an”

Diğerleri de “sı-zın”

Allah’ı unutma ki

Kabirde gülsün yüzün

Bir de ibadet varsa

Ne korku ne de hüzün…

************** 

 

 

https://hikayeler.ihya.org/kat-5.html

https://www.zaferdergisi.com/authors/26-cuneyd-suavi.html

Loading

No ResponsesEylül 2nd, 2024

YÜZDE 95′ İ YÜZDE 5′ E FEDA EDİLEN DİNİ HAYAT

YÜZDE 95′ İ YÜZDE 5′ E FEDA EDİLEN DİNİ HAYAT

Evet bu insanların bir kısmı hatta % 5 bile olmayan muzır görüşlerini ön plana çıkararak, % 95 olması ve öne çıkarılması gerekeni ört bas etmektedirler.
Evet böylece, Türkiye’de bir süredir ve ilahiyatlara, diyanete ve imam hatiplere dadanan zararlı düşünceler sonucu şu görüldü ki, bu insanlar % 95 birikimlerini % 5 sivri, ölçüsüz, saldırgan, pervasız, dengesiz, zayıf, ittifak ve icma edilmemiş, istikametsiz görüşlerini ön plana çıkarmakta, toplumun dini inancını yaralamakta hatta din ile bağlanan iplerini koparmaktadırlar.
İhtilâf ve kavgadan nemalanmakta ve kendilerini bu gibi farklılıklarıyla farklı göstermeye çalışmaktadırlar.
Bazen de bu çıkışlarıyla yetersizliklerini örtüp, yağ gibi üste çıkmaya çalışmaktadırlar.
Hatta bazen şeytanı küfre götüren sahip oldukları hazmedilmemiş bilgilerle kendilerini aldatmakta ve aldanmaktadırlar.
Hazmedilmemiş bilgi kusmuk gibidir. Vücuda nüfuz etmeden dışarıya atılır.
Bunlar bir yandan geçmiş alimleri devre dışı bırakarak kendilerini bazı kuruntularla üstün görmeye çalışırlar.
Bu birazda okumayıp araştırmadan ve aklının kendisine yeterli olduğundan dem vuran kimselerdir.[1]
Mesela:
Kuzey Afrika’da bir kadın hocaya fetva sorar.
Hoca: ”Kitap-Sünnete göre mi, İmam Malik’e göre mi?” der.
Kadın: ”Malik’e göre” deyince,
Hoca: ”Malik’in fetvasını Kitap ve Sünnetten üstün mü tutuyorsun?”
Kadın: ”Hayır, Kitap-Sünneti Malik’in senden daha iyi anladığına inanıyorum” isabetli cevabı verir.

-Aslında burada hocanın tutarsızlığı ve kadının ölçü ve seviyesinden ne kadar aşağıda olduğu şu ifade ile ortaya çıkıyor;

“Hoca:” Malik’in fetvasını Kitap ve Sünnetten üstün mü tutuyorsun?”

Tutarsız ve suçlayıcı bir ifade.
-Tıpkı şu sözün benzeri ilahiyat camiasına da yansıdı.
“Ekmek Herkese Yetecekti Aslında. Tarlaya Karga Dadandı, Ambara Fare, Fırına Hırsız, Memlekete Harami.”
İslam’ın harimine girildi.[2]
Bu tamamen yüz küsur yıllık bir boşluğun ürünüdür.
Maalesef bu sâri illet bazı hastalıklı görüşlerin ortaya atılıp ekalli kalil yani azınlığın da azınlığı tarafından kabul görüp yayılmaya başladı.
Bu hastalıklı görüşler ise;
-İçtihat kapısının mutlak manada açık olması. Adeta her önüne gelen, az mürekkep yalamış kişinin dahi ahkâmda bulunması.[3]
-Ebu Hüreyre’yi kötülemeyle başlayan ve Hadislerin zayıflığı ve inkarı ile devam eden süreç.[4]
-Peygamberde bir insandır, diyerek Peygamber Efendimizi normalleştirmeye hatta alçakça hakarete varan ifadede bulunma.
Oysa ayette, “Resulün çağrısını aranızda, birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!”[5]
“Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.”[6]

-Veya Arap şairinin dediği gibi;” Muhammedun beşer la kel beşer bel hüve kel yakut beynel hacer.”

Muhammet de diğer insanlar gibi bir insandır lakin o taşlar arasındaki yakut gibidir.
-Peygambere Salavat getirmenin yalakalık olduğunu söyleyecek kadar çukur yalakaların ayeti dahi inkara gitmesi.
Oysa, Kur’an’da, “Allah ve melekleri şüphesiz Peygambere salât ediyorlar. (O hâlde) Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”[7] buyrulmaktadır.
-Kuranı Kerimin Tıpkı İncil gibi yazdırılıp dikte ettirilmemesi gibi bir kitap değil, bir hitap ve konuşmadan ibaret olduğu İddiasında bulunulması.[8]
-Kuranı Kerimin tarihselliği.[9]
-Kuranı Kerimin mevzii ve tek bir ayete göre hareket edip, bir bütünlük içerisinde değerlendirilmemesi.[10]
-Şefaatı gibi konuları inkâr.[11]
-Miracı inkâr.[12]

-HZ. İSA’NIN NÜZULÜ.[13]

-KIYAMET ALAMETLERİ VE MEHDİYYET.[14]

-Tıpkı şeytanın yaratılmasındaki hikmet gibi, bu meselelerin gündeme gelmesi araştırıcıları araştırmaya sevk etmekle beraber, itikadı zayıf Müslümanlarda da bazı yaralar açıp, din hakkında şüpheye düşürerek, kopmalar yaşanıyor.
Böylece İslam’a hizmet etmeye çalışan bu insanlar hezimet ile yüzde 95 birikimini ve ortak ittifak edilmesi gereken hususları yüzde 5 ile yıkıma uğratıyorlar.

Oysa bu meselelerin konuşulacağı yer ulu orta, okula yeni gelmiş bir İmam Hatip öğrencisinin önünde değil, ilmi meclislerde ele alınacak hususlardır.

MEHMET ÖZÇELİK

01-09-2024

[1] https://tesbitler.com/2016/05/17/ilahiyatin-problemli-ilahiyatcilari/

[2] https://tesbitler.com/2023/11/05/israilde-bulunan-tel-aviv-islam-universitesi/
Bak. 
https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0LAH%C4%B0YAT
https://tesbitler.com/index.php?s=Diyanet+

[3] https://tesbitler.com/2021/02/28/62-ictihat-meselesi/

[4] https://youtu.be/chaQeohu86k
https://youtu.be/r-gy0Lu3wJg
https://tesbitler.com/2024/08/06/hadisler-uzerine-yapilan-supheler/
https://tesbitler.com/2017/11/03/kuran-ve-hadis-uzerine/

[5] Nur. 63.

[6] Hucurat. 2.
https://tesbitler.com/2016/10/01/peygamberlerin-birbirinden-ustunluk-farki/

[7] Ahzâb, 33/56. Bak. https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/760/salatu-selam-nedir–hz–peygamber-e–s-a-s—nasil-ve-hangi-lafizlarla-salat-u-selam-getirilir#:~:text=Kur’%C3%A2n’da%2C%20%E2%80%9C,%2C%2033%2F56)%20buyrulmaktad%C4%B1r.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/barla-lahikasi/birinci-mesele/151

[8] https://youtu.be/CCnYAg7C-u4

[9] https://youtu.be/erCux8DFbmo

[10] KURANI BİR BÜTÜN OLARAK DEĞERLENDİRME:  https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVUc9Uzac0y9APoqymDrByyC

[11] https://tesbitler.com/2020/10/14/din-tahrifcileri-2/
https://tesbitler.com/2020/10/07/din-tahrifcileri/

[12] https://tesbitler.com/index.php?s=Mira%C3%A7
https://tesbitler.com/2020/10/14/din-tahrifcileri-2/
https://tesbitler.com/2016/06/13/yeni-hocalar-cikarilacak-araniyor/

[13]  https://tesbitler.com/2015/01/02/hz-isanin-nuzulu/

https://tesbitler.com/2024/08/01/hz-isanin-nuzulu-2/

[14] https://youtu.be/zIoU_f5qJRA

https://youtu.be/NF9U0AAMEIE
https://youtu.be/jqYUQETrUG4
https://youtu.be/bemXoNBFJN0
https://youtu.be/y5BIq21_5oc

https://tesbitler.com/index.php?s=MEHD%C4%B0 

https://tesbitler.com/index.php?s=Alametleri 

Loading

No ResponsesEylül 1st, 2024

Mazlumun âhı Tâ Arşa Kadar Gider

Mazlumun âhı Tâ Arşa Kadar Gider[1]

 

Mazlumun âhı ta Arşa kadar gider.

Bir hadiste; “Mazlumun, haksızlığa uğramış kimsenin duasından sakın: çünkü onun duası ile Allah (c.c) arasında perde yoktur.”
Mazlumun ahı indirir şahı.

-Devletler zulümle yıkılırlar, top tüfekten önce. işte Bizans

Zalimin Hasmı Bizzat Hz. Allah’tır!

-“Erzurum’un büyük velîsi İbrahim Hakkı (k.s.) hazretlerini çocukken İsmâil Fakîrullah (k.s.) hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah hazretlerinin yanında geçiren İbrahim Hakkı hazretleri, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı:
-Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı hazretlerini azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri… Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve:

-Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası sorar:

-Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?

-Hayır, der, hiçbir şey söylemedim.

-Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle, der.

İbrahim Hakkı hazretleri gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da:

-Benim testimi niye kırdın zâlim adam?! diyemez.

Dönüp geldiğinde hocası Fakîrullah hazretleri sorar:

-Ona bir şeyler söyleyebildin mi?

-Söyleyemedim efendim; niyetlendim, lâkin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir söz sarf edemedim! Hocası bağırır:

-Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, mukabele et! Yoksa sonu felâket!..

İbrahim Hakkı hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki, testisini kıran adamı, kendi atı, attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış, ölüsü yatmaktadır! Koşarak gelip, hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerine bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hâle üzülür:

-Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu! der. Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük velî şöyle îzah eder: ‘O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zâlimi Allâh’a havâle etti. Allâh Teâlâ’nın da gayretine dokunup zâlimi cezâlandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım!’

@@@@@@@@

 

KABAĞIN BİR SAHİBİ VAR

Vaktiyle bir derviş, nefs ile mücadelenin sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gerekmektedir. Saç, kala, bıyık v.s Derviş usule uygun hareket eder ve soluğu berberde alır.

– Vur usturayı berber efendi.. der.

Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır ki daha sol tarafa geçmeden, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı içeri girer. Doğruca dervişin yanına gelir ve başının kazınmış olan kısmına okkalı bir tokat atarak;

– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım diye kükrer.

Dervişlik bu, “sövene dilsiz, vurana elsiz” olmak gerek… Kaideyi bozmaz derviş, ses çıkarmaz, usulca yerinden kalkar.

Berber mahcuptur ancak korkudan ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.

Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder “Kabak aşağı, kabak yukarı”…

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.

Derken iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.

Berber ise şaşkın bir kabadayıya bir dervişe bakar. Gayri ihtiyari;

– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? der.

Derviş, mahzun ve düşünceli…

– Vallahi gücenmedim ona, hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, _kabağın bir sahibi var_, O gücenmiş olmalı.

***************   

Dünya streste. Zorla strese sevk ediliyor.
Yenilenler, olaylar, savaşlar, ekonomik durumlar, enflasyon, dünyevileşme, vs.
Trafikte bir kornoyla kavgaya kadar.
Geçmişte daha çok sıkıntı varken, daha çok anlayış vardı.

-Dünyanın yedekleriyle birlikte lağımları patladı.

Kanalizasyon kapakları açıldı.
Pislikten rögar kapakları tıkandı, etrafı pislikler ve Kanalizasyon fareleri tarafı.
Aslında dışarıdaki Kanalizasyonların kaynağı, İçerilerdeki kanalizasyonlardır.

-Lağımları patladı, Kanalizasyon fareleri üredi, türedi, etrafı sardı.

-Zulüm karanlık demektir. Her gecenin bir sabahı vardır.

Birgün olur elbette doğar şems-i hakikat
Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem?

MEHMET ÖZÇELİK

28-08-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=nYifA2Ohmv4

Loading

No ResponsesAğustos 28th, 2024