Gazze: İnsanlığın Vicdanının Durduğu Yer.

Gazze: İnsanlığın Vicdanının Durduğu Yer.

Tarihler, milletlerin sadece başarılarını değil, aynı zamanda utançlarını da kaydeder. Bugün Gazze’de yaşananlar, insanlık tarihinin kara sayfalarına işlenecek bir imtihandır.

İsrail Savunma Bakanı’nın açıkladığı işgal planı, sadece bir askeri operasyon değil; yeryüzünde adaletin, hukukun ve vicdanın nasıl ayaklar altına alındığının bir sembolüdür. 60 bin askerin çağrılması, Gazze’nin taşlarına, toprağına, çocuklarına karşı başlatılan bir **“insanlığa meydan savaşı”**dır.

Trump’ın Skandal Övgüsü

ABD Başkanı Trump’ın Netanyahu’yu “kahraman” ilan etmesi ise tarihin ibretle kaydedeceği bir hadisedir.
İnsanlığın bitişi, vicdanın sönüşü demektir.
On binlerce masumun kanına bulanmış bir isme “kahraman” denmesi, kahramanlık kavramının küresel siyasette nasıl kirletildiğini gösteriyor.
Dün dağdaki eşkıya, bugün devletlerin başında terör estiriyor.
Dağları şehirlere taşıyor.
Acaba bu övgünün arkasında gizli bir şantaj mı, yoksa çıkar hesaplarının körleştirici etkisi mi var? Bu sorunun cevabı ne olursa olsun hakikat değişmiyor: Katil kahraman olamaz, mazlum cellat değildir.
Katilin avukatı da katil.

Mısır’ın Sina’da Alarmı

İsrail’in Gazze’yi işgal ederek Filistinlileri Sina’ya sürme planına karşı Mısır’ın sınır hattına 40 bin asker konuşlandırması, tarihin ironilerinden biridir. Dün Arap dünyası çoğu kez susarken, bugün bazı kapılar kısmen aralanıyor. Fakat bu askeri yığınak, Gazze halkına destek mi, yoksa olası bir göçü kontrol altına alma girişimi mi? Zaman gösterecek.

İstanbul’da Alimlerin Toplanması

İstanbul’da 50 ülkeden ilim insanının bir araya gelmesi, tarihte ümmetin ortak sorumluluğunu hatırlatan nadir hadiselerden biridir. Eyüpsultan’da, Ayasofya’da yapılacak açıklamalar, sadece Gazze’nin değil, Mescid-i Aksa’nın ve insanlığın namusunun müdafaasıdır.
Bu buluşma, ümmetin birlik olursa ne kadar güçlü bir ses çıkarabileceğinin de işaretidir.

Hamas’ın Küresel Grev Çağrısı

Hamas’ın “küresel grev” çağrısı ise tarihin vicdanına yapılan bir davettir. Zira zulme karşı sessiz kalmak, zulmün ortağı olmaktır. Dünyanın dört bir yanında vicdanlı insanlar sokaklara çıkarken, susanların dilleri değil, kalpleri mühürlenmektedir.

Anne ve Çocuğunun Çığlığı

Gazze’de açlıktan ölmek üzere olan çocuğu Musab için gözyaşı döken annenin feryadı, bütün siyasetlerden, bütün stratejilerden daha gerçek ve daha sarsıcıdır. “Ruhun ruhumdan, kanın kanımdan” diyerek evladına sarılan annenin yakarışı, insanlığın utancını haykırıyor:
“Vallahi her gün bin kere ölüyorum. Vallahi benim içimdeki ateşi kimse hissetmiyor.”

Bu sözler, diplomatik raporların, askeri planların ve siyasi nutukların üstünde bir gerçeği hatırlatıyor: İnsanlık ölüyor.

Hikmetli Bir Ders

Tarih şunu gösteriyor:

Firavunlar her zaman oldu, ama Musa’lar da vardı.

Nemrutlar zulmetti, ama İbrahimler ateşi gülistana çevirdi.

Ebu Cehiller susturmaya çalıştı, ama Muhammed Mustafa (sav) hakkı haykırdı.

Bugün Netanyahu ve onun destekçileri de birer modern Firavun’dur. Ama onların zulmü sonsuz değil, tarihin akışı içinde yok olup gidecek birer lekedir.

Vicdanlara Çağrı

Gazze sadece bir coğrafya değil, bir vicdan terazisidir.

Kim adaletin yanında, kim zulmün yanında?

Kim hakkı savunuyor, kim menfaatin peşinde?

Kim mazluma el uzatıyor, kim zalime alkış tutuyor?

Bu soruların cevabı, milletlerin ahiret hesabında da dünya tarihindeki şeref sahifelerinde de yazılı kalacaktır.

Sonuç:

Gazze, bugün insanlığın en büyük sınavıdır.
Zalimler, zulümlerini “kahramanlık” diye pazarlasa da; mazlumlar, sabır ve direnişleriyle asıl kahramanlığı gösteriyorlar.

Unutmayalım ki, Allah en zor imtihanları en güçlü kullarına verir.
Gazze’nin çığlığı, belki de bütün insanlığa yapılan bir çağrıdır:
“Ya zulme ortak olun, ya da vicdanınızla tarihe onurlu bir not bırakın.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 22nd, 2025

Gazze: İnsanlığın Vicdan Aynası

Gazze: İnsanlığın Vicdan Aynası

Tarih boyunca zulüm, baskı ve işgal görmüş milletler oldu. Fakat bugün Gazze’de yaşananlar, sadece bir halkın dramı değil; insanlığın en ağır imtihanıdır. Çünkü Gazze’nin sokaklarında yankılanan çığlıklar, mazlumun ahını duymazdan gelen kulakların sağır, kalplerin taş kesildiğini haykırmaktadır.

Tarihî Boyut: Firavun’un Zulmünden Modern Zalimlere

Tarihte Firavun’un zulmü Nil kıyılarında yankılanmış, Nemrut’un kibrini ateş yutmuştu. Bugün ise aynı zulüm başka isimler, başka maskelerle sahneye çıkıyor. İsrail’in işlediği cinayetler, sadece Gazze’nin değil, insanlığın alnına kara bir leke olarak kazınıyor. Zulüm, mekân ve isim değiştiriyor; ama aynı kanlı el aynı masum çocuğun boğazına sarılıyor.

Hikmet ve İbret:

Gazze, ümmet için bir aynadır. Bu ayna bize şunu gösteriyor:

Asıl düşman, sadece dışarıdaki zalim değil; içerideki parçalanmışlık, hizipçilik ve sessizliktir.

Birlik olmadan zalime karşı durulamaz. Tarihte Haçlılara ve Moğollara karşı verilen direniş, ancak omuz omuza verildiğinde bir zafer getirmiştir.

Akıl ve Mantık:

BM kararları, uluslararası hukuk, sözleşmeler… Hepsi kâğıt üzerinde kalıyor. Peki niçin? Çünkü güç ve çıkar, adaletin önüne geçmiş. Akıl bize şunu söylüyor: Bir zulüm ancak kuvvetle durdurulabilir. İşte bu yüzden İslam âlimlerinin ve Gazze Mahkemesi’nin BM’ye yaptığı “koruma gücü gönderin” çağrısı, mantığın ta kendisidir. İnsanlık, zalimi kınamakla yetinirse, mazlumun kanı akmaya devam eder.

Edebî Bir Hakikat:

Gazze, kanla yazılmış bir şiir gibi…
Her satırı yetim gözyaşıyla ıslanmış, her dizesi bir annenin çığlığıyla titreyor.
Ama bu şiir, sadece hüzün değil; aynı zamanda direniş ve umut bestesidir. Çünkü her şehit, toprağa düşerken “özgürlük” fidanı oluyor.

Mantıkî ve İbretli Ders:

Eğer İslam dünyası Gazze konusunda birleşmezse, aynı ateş yarın kendi evlerimizi saracaktır.

Eğer insanlık bu zulme sessiz kalırsa, “hukuk” ve “medeniyet” gibi kavramlar sadece boş birer söz olarak kalacaktır.

Ve eğer bizler “devlet yapsın” deyip kenara çekilirsek, Allah hesabı bizden soracaktır. Nitekim Kadıköy’de tek başına pankart açan genç kızın yazdığı gibi:

> “Allah Gazze’nin hesabını devletten değil bizden soracak.”

Sonuç:

Gazze, bir coğrafya olmaktan çıktı; vicdanın ve imanın ölçüsü haline geldi.
Bir zamanlar Endülüs’te, Kudüs’te, Bosna’da akan kanın devamı bugün Gazze’de akıyor. Tarih bize şunu öğretiyor: Zulme karşı susan, zalimin ortağı olur.

Bugün yükselen küresel inisiyatifler, mazlumun yanında yer alan halk hareketleri, alimlerin haykırışı bize şunu söylüyor: İnsanlığın kurtuluşu Gazze’de sınanıyor.
Bu sınavda ya onurlu bir şekilde mazlumun yanında olacağız, ya da tarih kitaplarında suskunların utanç sayfasında yerimizi alacağız.

*******

Gazze: İnsanlığın Vicdanında Açılan Yara

Tarih, sadece zaferlerin yahut hezimetlerin kaydından ibaret değildir. Asıl olan, milletlerin imtihanlarını ve insanlığın vicdanında açılan yaraları göstermesidir. Bugün Gazze’de yaşananlar da tarihin en acı imtihanlarından biridir.

Gazze, yalnızca coğrafi bir mekân değildir; bir vicdan pusulasıdır. O pusulayı kaybedenler, insanlığını da kaybetmiştir. Birleşmiş Milletler’in sessizliği, Batılı devletlerin körlüğü ve İslam dünyasının dağınıklığı bu hakikati haykırıyor. Filistin’de zulme uğrayan sadece insanlar değil, aynı zamanda insanlığın kendisidir.

Tarihten İbret: İçerdeki Zaafın Bedeli

Endülüs’ün düşüşü, Osmanlı’nın çözülüşü, Abbasîlerin yıkılışı… Hepsinde görülen ortak bir sebep vardır: İçerideki ihtilaf, düşmanların en büyük silahıdır. Bugün Gazze’de ve Batı Şeria’da da aynı manzarayı görüyoruz. Mahmud Abbas’ın işgalciyle işbirliği, Batı Şeria’daki direnişin boğulması ve İslam ülkelerinin dağınıklığı, dışarıdaki düşmandan daha büyük bir tehlikedir.

Düşmanın büyüğü içimizdedir, derken, bu hakikate işaret edilmektedir. Zalim İsrail’in zulmünü kolaylaştıran en büyük etken, ümmetin kendi içindeki dağınıklığıdır.

Akıl ve Mantığın Feryadı

İsrail’in işlediği suçlar uluslararası hukuka göre soykırım niteliğindedir. Aç bırakma, toplu cezalandırma, sivilleri hedef alma… Bütün bunlar Lahey’de defalarca yargılanması gereken suçlardır. Buna rağmen dünya, ekonomik çıkar ve siyasi menfaat uğruna sessiz kalıyor.

Bu tablo bize gösteriyor ki; adalet kavramı uluslararası arenada artık kör, sağır ve dilsizdir. Eğer insanlığın vicdanı ayağa kalkmazsa, hukuk kitaplarda yazılı kuru bir metinden öteye geçemez.

Hikmetin Penceresinden Gazze

Gazze bugün ümmete şunu haykırıyor: “Ben sizin imtihanınım!”
Çünkü Gazze, yalnızca bir coğrafyanın savunması değil; bir kimliğin, bir inancın ve bir vicdanın muhafazasıdır.

Sorumluluğu sadece hükümetlere yükleyip kenara çekilen bir millet, yarın “Ben ne yaptım?” sorusunun cevabını veremeyecektir.

Çözüm Nerede?

Çözüm ne sadece silahla, ne de sadece diplomasiyle mümkündür. Çözüm; birlik, dirayet ve iç muhasebe ve toplu harekete geçmek ile mümkündür.

İslam ülkeleri parçalanmışlıklarını bırakıp ortak bir irade oluşturmadıkça,

Müslümanlar günlük konforlarını aşıp vicdanî bir seferberlik ilan etmedikçe,

Aydınlar, ilim adamları ve liderler hakikati korkusuzca haykırmadıkça,

Gazze kanamaya devam edecek.

Son Söz: Tarihin Şahitliği

Bugün Gazze’ye karşı sessiz kalan dünya, yarın kendi utancının ağırlığı altında ezilecektir. Zalim İsrail ise tarihteki diğer zalimler gibi silinip gidecektir. Ama Gazze, sabrıyla ve direnişiyle tarihin onurlu sayfalarında kalacaktır.

Gazze’nin taşları, yıkılan evleri, ağlayan çocukları, bize hep şu soruyu soruyor:
“İnsanlık, vicdanını ne zaman hatırlayacak?”

*******

Gazze: İnsanlığın Vicdanında Açılan Yara

Zulme Karşı Kur’ân’ın Haykırışı

Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz buyuruyor:

> “Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size ateş dokunur.” (Hûd Sûresi, 113)

Bu ayet, zulmün sadece zalimi değil; ona sessiz kalan, razı olan, destek verenleri de helake sürüklediğini bildiriyor. Gazze’de işlenen zulüm karşısında susmak, bu ayetin tehdidi altına girmektir.

Bir başka ayette ise:

> “Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız.” (Bakara Sûresi, 150)

denilerek mazlumlara sabır ve direnç telkin edilirken, zalimlerin akıbetinin hüsran olacağı haber verilmiştir.

Hadislerden İbret

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor:

“Zulme engel olun; çünkü zulüm kıyamet gününde zifiri karanlıklar olur.” (Buhârî, Mezâlim, 9)

“Sizden kim bir kötülük görürse eliyle düzeltsin; gücü yetmezse diliyle, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân, 78)

Bugün Gazze’deki zulüm karşısında müminin tavrı bu hadislerle ölçülür. Eliyle düzeltemeyen, diliyle haykırmalı; diliyle yapamayan, kalbiyle buğzetmeli. Ama kalbiyle bile buğzetmeyen, imanın en zayıf derecesinden de aşağıya düşme tehlikesi taşır.

Risale-i Nur’un Penceresinden Zulüm ve Adalet

Bilinmelidir ki; zulme sessiz kalan toplumların helake sürüklendiği de bir hakikat ve bir vakıadır.

“Zulüm ile abad olunmaz.”

“Zalimler için yaşasın cehennem.”

İsrail’in yaptığı topluca cezalandırma, en büyük zulümlerden biridir. Çünkü savaşta bile kadınlar, çocuklar ve masum siviller hedef alınmaz.

Hikmet ve İbret

Gazze, sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığa bir imtihandır.

Müslümanlara: “Ümmet olmayı hatırlıyor musunuz?” diye soruyor.

Batı dünyasına: “Adalet dediğiniz şey çıkarlarınızın ötesine geçebiliyor mu?” diye soruyor.

Her birimize: “Kalbiniz mazluma mı, yoksa zalime mi meylediyor?” diye soruyor.

Sonuç: İnsanlığın Vicdan Sınavı

Gazze bugün kan ağlıyor. Ama aynı zamanda insanlığın onurunu, direncini ve imanını ayakta tutuyor.
Tarih bize gösterdi: Firavunlar, Nemrutlar, Hitlerler geldi geçti. İsrail’in zulmü de geçecek. Ama Gazze’nin sabrı ve direnişi, kıyamete kadar bir şehadet nişanı olarak kalacak.

Çünkü Rabbimiz buyuruyor:

> “Allah, zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir. Onları ancak gözlerin dehşetle donup kalacağı güne erteliyor.” (İbrahim Sûresi, 42)

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 22nd, 2025

Hukuk Komada: Çivisi Çıkmış Bir Adalet Sisteminin Anatomisi

Hukuk Komada: Çivisi Çıkmış Bir Adalet Sisteminin Anatomisi

Daha önceleri hukuk ile ilgili yazmış olduğum yazılardan birkaçını dört farklı yapay zekaya vererek konuları özetleyip bir makale yazmasını istedim.[1]
İşte ortaya çıkan dört farklı makale ve yapay zekanın bazı tavsiyeler:

*******

Çok kapsamlı ve derinlikli bir yazı hazırlamışsınız. Aslında üç ana omurgada toplanıyor diyebiliriz:

  1. Hukuk sisteminin komada oluşu → Suçlunun cesaret kazanması, mağdurun korunmaması, polisin emeğinin boşa gitmesi.
  2. Eğitimdeki disiplin ve adalet açığı → Öğretmen ve çalışkan öğrencilerin mağdur olması, suistimallerin affedilmesi.
  3. Hukuk-terör ilişkisi → Yetersiz hukuk düzeninin, terörü ve terör sevicilerini güçlendirmesi.

Yazınızda tarihî örnekler, şahsi tecrübeler ve güncel siyasetle bağlantılar iç içe geçmiş. Bunu daha da güçlendirmek için birkaç öneri ekleyebilirim:

Başlıklandırma ve alt başlıklar: Yazı zaten bölümlere ayrılmış, fakat alt başlıklar daha kısa ve vurucu olursa okuyucunun dikkatini daha çok çeker (ör. “Cezasızlığın Cesareti – Mağdurun Sessizliği” gibi).

Veciz ifadeler: Zaten çok güzel nükteler var, bunları “kutucuk alıntı” gibi ayırarak öne çıkarabilirsiniz. Mesela:

> “Devletlerin batışı, hukukun çöküşüyledir. Adalet ölünce, devlet de ölür.”

Ayet ve tarihî referanslar: Hz. Ömer’in adalet hassasiyetini çok iyi işlemişsiniz. Buna ek olarak Nisa 58 (“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder”) gibi bir ayet, yazının Kur’ânî çerçevesini de güçlendirir.

Çıkış yolu vurgusu: “Hukuk ölürse devlet ölür” vurgusunu, çözüm yollarıyla bağlayarak bitirmek yazıyı daha umutlu kılar. “Caydırıcı ceza”, “şeffaf yargı”, “liyakat”, “sahtecilikle mücadele” gibi maddeleri daha da keskinleştirebilirsiniz.

Bir de şu tespitinizi daha belirgin hale getirmek faydalı olur:
👉 Hukukun krizi sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın en büyük problemidir. Güçlülerin hukukunun egemen olduğu çağda, terör de, zulüm de, işgal de bu boşluktan beslenmektedir.

********

### Türkiye’nin En Büyük Problemi: Hukuk Krizi

#### Giriş: Hukukun Komada Olduğu Bir Toplum

Tarih boyunca devletlerin temel taşı adalet olmuştur. Adaletin güçlü olduğu yerlerde huzur ve medeniyet yeşermiş, zayıfladığı toplumlarda ise çürüme ve çöküş kaçınılmaz olmuştur. Bugün Türkiye’de hukuk sistemi, “komada” bir hasta gibi nefes almakta zorlanıyor. Eskiden kırk yamalı bohça olan hukuk, artık dört yüz yamalı bir hale gelmiş durumda. Suçlular cesaretlenirken, mağdurlar unutuluyor; polisler hayatlarını riske atarken, çabaları fiyaskoyla sonuçlanıyor. Bu kriz, sadece adliyelerde değil, eğitimden teröre kadar her alanda kendini gösteriyor. Yazılarımda defalarca vurguladığım gibi, Türkiye’nin birinci problemi hukuk problemidir. Adalet ölürse, devlet de ölür.

#### Hukukun Çivisi Çıkmış: Suç ve Cezasızlık

Hukuk sistemimizdeki en büyük yara, cezasızlığın sıradanlaşmasıdır. Suç dosyaları odalara sığmazken, suçluların işlediği suç sayısı yaşlarından fazla oluyor. Hakimler ve savcılar kararlarını “falan maddeye göre” verirken, vicdan ve akıl göz ardı ediliyor. Polisler, suçluları yakalamak için canlarını ortaya koyuyor, ancak kısa sürede serbest bırakılan suçlular dalga geçercesine sokaklara dönüyor. Hapishanelerde tanık olduğum hırsızlar, söz verdikleri halde bir hafta sonra yeni soygun planları yapıyor. Emniyet amirleri, tanıdıkları hırsızların “siz işe gidiyorsunuz, biz de” diye alay etmesinden dert yanıyor. Bu durum, toplumu “Batsın böyle hukuk!” dedirtecek noktaya getiriyor.

Mağdurlar korunmazken, suçlulara verilen cezalar yetersiz kalıyor. Kadınları bıçaklayan caniler adli kontrolle salıveriliyor, doktorlara saldıranlar kamuoyu baskısıyla tutuklanıyor. Bu, sadece bireysel trajediler değil; sistemik bir çöküşün işaretidir.
Tarihten örnekler net: Roma, Abbasi ve Osmanlı, adaletin zayıfladığı dönemlerde yıkıldı. Hz. Ömer’in koyun sorumluluğu gibi, bugün can, mal ve onur güvenliği tehdit altında.
Mevlâna’nın sözüyle, adalet “bir şeyi yerli yerine koymak” tır; ancak bugün değerler altüst edilmiş, suç ödüllendirilir hale gelmiş.

#### Eğitimde Hukuk Açığı: Disiplinsizlik ve Sahtecilik

Hukuk krizi, Milli Eğitim sistemine de sıçramış durumda. Okullardaki disiplin kurulları ciddiyetsiz; öğretmenleri rencide eden, huzuru bozan öğrenciler yıl sonunda affediliyor. Bu, sorumlu öğretmenleri nefretle doldururken, çalışkan öğrencileri mağdur ediyor. CİMER’e yazdığım şikayetler, geçiştirme cevaplarıyla karşılandı; yaşanan gerçekler görmezden geliniyor. Sahte diplomalar, çalıntı sorular gibi skandallar, sistemin temelini kemiriyor. Eğitimde adalet olmayınca, genç nesillerin karakter inşası bozuluyor; okullar, kuralsızlığın egemen olduğu kurumlara dönüşüyor.

#### Terör ve Hukukun Yetersizliği: Beslenen Canavar

Terör, hukuktaki açık ve yetersizliklerden besleniyor. PKK gibi örgütler, hukuk boşluklarından yararlanarak güçleniyor. DEM Partisi’nin TBMM’deki milletvekilleri ve aldığı hazine yardımları (yaklaşık 940 milyon lira), şehit ailelerinin hakkını terör yuvasına aktarıyor. MHP lideri Bahçeli’nin ifadesiyle, bu paralar “kurşun, silah ve bomba” ya dönüşüyor. Anayasa Mahkemesi’nin “Barış Bildirisi” imzacılarını aklayan kararı, PKK’ya destek verenleri meşrulaştırırken, orduyu ve polisi “katil” konumuna düşürüyor. Bu, teröre güç veriyor; askerler şehit olurken, terör sevicilerine maaş veriliyor.

Uluslararası boyutta da hukuk yokluğu terör üretiyor. İsrail’in Gazze’deki soykırımı, ABD’li Albay McGregor’un itiraflarıyla toprak genişletme planı olarak ortaya çıkıyor. PKK, petrol ve Ortadoğu şekillendirme meselesinin parçası. Rusya’daki konser salonu saldırısı gibi olaylar, küresel terörün hukuk boşluğunda büyüdüğünü gösteriyor. Hukuk güçlülerin elinde kukla olunca, terör devletleri gibi İsrail cinayetlerine göz yumuluyor. ABD Savunma Bakanı’nın 25 bin kadın ve çocuğun öldürülmesini kabul etmesi, bu hukuksuzluğun zirvesi.

Van’daki belediye başkanı seçimi skandalı gibi örnekler, terörün hukuktan beslendiğini isbatlıyor. İdam gibi caydırıcı cezalar kaldırılınca, Öcalan gibi figürler etrafında ihanet artıyor. Ergenekon davası gibi süreçler, müebbet hapislerden serbest bırakmalara dönüyor. Terör, hukuk yamalarından sızıyor; zalime hürriyet tanınırken, mazlumlar yanıyor.

#### Musibetleri Davet Eden Hukuksuzluk

Adalet tam uygulanmazsa, musibetler artar. Orman yangınları yakanlara sadece hapis tehdidi, caydırıcı olmuyor; iyi hal indirimleri cesaret veriyor. Aç canavara merhamet, iştahını kabartır. Öcalan’ın idamı kaldırılınca terör arttı; avukatlarının mesajları ihanet zincirini uzattı. Çin’de kedileri kurtaran operasyon gibi zaferler, hukukun caydırıcılığını gösteriyor. Türkiye’de ise hukuk krizi, darbelerden kalma zincirleri kırılmamış halde bırakıyor. Anayasa Mahkemesi’nin meclis kararlarını iptali, azınlık hukukunun çoğunluğa tahakkümünü sürdürüyor.

Ayasofya’nın açılması gibi konularda bile dış baskılar ağır basıyor; Patrik Bartholomeos’un çağrıları, İslam’a sırt çevirme tehdidiyle geliyor. Çoklu baro sistemi eleştirileri, mezhepçi yapı türeteceği iddiasıyla sol zihniyeti korumaya çalışıyor. Osmanlı’nın evrensel hukuku gibi, azınlık ve çoğunluğu koruyan bir sistem şart.

#### Çıkış Yolu: Hukuku Diriltmek

Normalleşme, hukuk normlarının umumu kucaklamasıyla mümkün. Darbe hukuku yerine, vicdanlı ve adil bir sistem kurulmalı. Cezalar caydırıcı olmalı; fail değil, mağdur korunmalı. İslam hukukunun kısas gibi prensipleri tartışılmalı. Hakimler hesap vermeli; “adli kontrol” gibi kaçamaklar kaldırılmalı. Eğitimde disiplin kurulları kararlı işlemeli, sahtecilik köklü mücadeleyle bitirilmeli.

#### Sonuç: Adaletin Zaferi, Devletin Bekası

Hukuk, milletin ruhudur; çürürse devlet beden olarak yaşar ama ruhunu kaybeder. Türkiye’nin 100 yıllık problemi, ithal ve yamalı hukuktan kaynaklanıyor. Terörden eğitime, her alanda hukuk krizi çözülmedikçe, zincirler kırılmaz. “Zulüm ile payidar olunmaz” sözüyle, adaleti vicdanla tesis etmek şart. Hukuk dirilirse, toplum dirilir; yoksa musibetler artar. Bu makale, yazılarımın özeti: En önemli problem hukuk problemidir. Çözüm, adaletin yeniden inşasında.

******

Hukuk Komada: Çivisi Çıkmış Bir Adalet Sisteminin Anatomisi

Türkiye’nin en temel, en yakıcı ve diğer tüm sorunların kaynağında yatan meselesi, hukuk sorunudur. Adalet mekanizması, suçluyu cezalandırmak ve mağduru korumak gibi asli görevlerini yerine getiremez durumda; adeta komaya girmiş, nefes almakta zorlanan bir hasta gibi.

  1. Suç ve Ceza Arasındaki Uçurum: Cezasızlık Kültürü

Sistemin en görünür çöküşü, suç ile ceza arasındaki dengeyi kaybetmesidir. Polis, hayatını ortaya koyarak suçluyu yakalar, ancak yargı süreci sonunda suçlu, adeta dalga geçercesine kısa sürede serbest kalır. Bu durum:

  • Suçluda cesaret oluşturur. “Hırsızlık yapmayacağım” diyen birinin, bir hafta sonra yeni bir soygun planı yapabilmesi, cezanın caydırıcılığını tamamen yitirdiğinin isbatıdır.
    · Kolluk kuvvetlerini moralsizliğe ve tükenmişliğe sürükler.
    · Mağduru ikinci kez mağdur eder; devlete olan güvenini yerle bir eder.
  1. Eğitim Sisteminde Yansıyan Adaletsizlik: Disiplinsizlik ve Affedicilik

Adalet zaafı sadece adliye koridorlarında yaşanmıyor. Milli Eğitim sistemindeki disiplin mekanizması da aynı çürümüşlükten nasibini alıyor. Öğretmene saygısızlık yapan, sınıf huzurunu bozan öğrenciler, yıl sonundaki disiplin kurullarında kolayca affediliyor. Bu affedicilik:

  • Sorumlu ve ciddi öğretmenleri cezalandırır, onları yalnızlaştırır ve nefretle baş başa bırakır.
    · Çalışkan ve ahlaklı öğrencilerin hakkını yer.
    · “Yaptıklarım yanıma kâr kaldı” anlayışını pekiştirerek, geleceğin suçlu potansiyelini besler.
  1. Terörün Hukuk Şemsiyesi Altında Meşrulaştırılması

Hukuk sistemindeki açıklar, en ağır suçları işleyen terör örgütleri ve destekçileri tarafından bir kalkan olarak kullanılıyor. Anayasa Mahkemesi gibi yüksek yargı mercilerinin, terör örgütünün eylemlerini “devlet katliamı” olarak niteleyen bildiriyi imzalayan akademisyenleri aklaması, bu korkunç realitenin en çarpıcı örneğidir. Bu durum:

  • Terör örgütlerine ve siyasi uzantılarına meşruiyet kazandırır.
    · Terörle mücadele eden güvenlik güçlerini gayri meşru konuma düşürme çabasıdır.
    · Terör örgütlerinin devlet hazinesinden milyonlarca lira destek alabilmesi, hukukun bu alandaki iflasını gözler önüne serer.
  1. Tarihî ve İlmî Perspektif: Adalet Ölürse Devlet de Ölür

Tarih, adaletin olmadığı yerde devletin de ayakta kalamayacağını defalarca yazmıştır. Roma’nın, Osmanlı’nın çöküş dönemleri, hep adalet terazisinin bozulduğu dönemlere denk gelir. Modern hukuk sosyolojisi de cezasızlığın, suçu ödüllendirdiğini ve toplumda anarşi eğilimlerini artırdığını ortaya koymaktadır. Kanunlar, adaletin ruhunu taşımıyorsa, sadece mürekkep yığınından ibarettir.

  1. Normalleşmenin Yolu: Hukukun Yeniden İnşası

Türkiye’nin normalleşmesi, ancak ve ancak hukuk normlarının sağlam, tarafsız ve herkesi kucaklayıcı bir şekilde işlemesiyle mümkündür. 100 yıllık “darbe hukuku” ve “azınlık hukuku” anlayışı terk edilmeden, çoğunluğun değerlerine saygılı ve evrensel ilkelerle uyumlu bir hukuk düzeni inşa edilmeden, diğer tüm reformlar havada kalacaktır.

Sonuç: Vicdan Terazisini Yeniden Kurmak

“Batsın böyle hukuk!” çığlığı, sistemin vatandaşta oluşturduğu umutsuzluğun en net ifadesidir. Çözüm, yamalı bohçaya yeni yamalar dikmekte değil; sistemi baştan aşağı adalet ve vicdan ekseninde yeniden kurmaktan geçer. Suçlunun değil, mağdurun lehine işleyen; teröre değil, terörle mücadele edene kol kanat geren; liyakati ödüllendiren, sahtekârlığı en ağır şekilde cezalandıran bir hukuk düzeni, milletin vicdanını, umudunu ve geleceğini ayağa kaldıracak tek yoldur. Unutulmamalıdır ki, adalet ölürse, devlet de ölür.

*******

Bu, Türkiye’deki adalet ve hukuk sistemine ilişkin derin endişeleri dile getiren, çeşitli makalelerden derlenmiş kapsamlı bir metin. Sunulan metnin ana fikri, Türkiye’nin en temel sorununun hukuk problemi olduğu ve bu sorunun toplumun her alanında hissedildiği. Bu metni özetleyen ve ana argümanları bir araya getiren bir makale aşağıda sunulmuştur.

Hukukun Komada Olduğu Bir Ülkenin Çığlığı

Toplumun temel direği olan adalet, bir ülkenin hem ruhunu hem de güvenliğini belirleyen en kritik unsurdur. Tarih boyunca adil bir düzen üzerine kurulan medeniyetler yükselmiş, adaletin yitirildiği toplumlar ise çürüyerek dağılmıştır. Türkiye’nin bugünkü durumu, bu tarihsel gerçeği acı bir şekilde doğrular niteliktedir. Polislerin hayatlarını riske atarak yakaladığı suçluların kısa sürede serbest bırakılması, mağdurların haklarını arayamaması ve cezasızlık kültürünün yayılması, toplumdaki adalet duygusunu derinden sarsmaktadır. Bu durum, hukukun sadece “kırk yamalı” değil, artık “yama bile tutmayan” bir hale geldiğini göstermektedir.

Hukuk Sadece Adliyede Değil, Her Yerde Sorunlu

Yazarın vurguladığı gibi, bu problem sadece adliye binalarıyla sınırlı değil, aynı zamanda Milli Eğitim sistemi gibi toplumun diğer hayati alanlarına da sirayet etmiştir. Okullarda disiplin kurallarının ciddiyetle uygulanmaması, öğretmeni ve diğer öğrencileri mağdur eden öğrencilerin yaptıkları yanlarına kâr kalması, eğitimdeki çürümeyi hızlandırmaktadır. Bu durum, eğitim sistemini hakkın değil, “hoşgörü kisvesi altında dayatılan zayıflığın” egemen olduğu bir yapıya dönüştürmüştür.
Sahte diplomalar, çalınan sınav soruları ve liyakatsizlik de bu büyük resmin bir parçasıdır. Adaletin, mahkeme salonlarının ötesinde, eğitimden kariyer planlamasına kadar her alanda var olması gerektiği savunulmaktadır. Zira sistemin temeli çürüdüğünde, bireysel ahlak ne kadar güçlü olursa olsun, toplumsal çöküş kaçınılmazdır.

Güçlülerin Hukuku ve Terörle İlişkisi

Makalede, hukukun yetersiz kalmasının terörü beslediği yönünde güçlü bir tez öne sürülmektedir. Terör örgütlerinin, yasalardaki boşluklardan ve adli süreçlerdeki zaaflardan faydalanarak meşruiyet kazanması, devlete olan güveni zedelemektedir. Yazar, terör örgütü temsilcilerine verilen hazine yardımlarını ve bu kararları onaylayan yüksek mahkeme kararlarını eleştirerek, bu durumun “hukuk şemsiyesi altındaki terör” olduğunu iddia etmektedir. Polis ve askerin terörle mücadelesi sürerken, terörü destekleyenlerin hukuken korunması, zulmün en büyük biçimlerinden biri olarak tanımlanmaktadır.
Hukukun zayıflaması, terörün yanı sıra toplumsal ahlakı da tahrip etmektedir. Yargıdaki “iyi hal indirimleri,” cezasızlık algısı ve mağdur yerine suçluyu koruyan kararlar, hukukun caydırıcılık ilkesini ortadan kaldırmaktadır. Bu durum, toplumu çaresizliğe itmekte ve “Batsın böyle hukuk!” dedirtecek bir infial yaratmaktadır.

Çözüm Yolu: Adaleti Vicdanla Yeniden İnşa Etmek

Makalenin temel tezi, Türkiye’nin problemlerinin çözümünün ancak hukuk sisteminin köklü bir şekilde düzeltilmesiyle mümkün olacağıdır. Bu düzeltme, sadece yasal değişikliklerle değil, aynı zamanda adaletin vicdanla tesis edilmesiyle gerçekleşebilir. Önerilen çözüm yolları arasında, suçlulara hak ettikleri cezaların verilmesi, mağdurun korunmasının esas alınması, eğitimde disiplin kurullarının etkin çalıştırılması ve hukukun evrensel prensiplerinin rehberliğinde bir yenilenme yer almaktadır.
Yazıda, İslam hukukunun kısas ve caydırıcılık gibi prensiplerinin modern hukuktaki aksaklıkları giderebileceği yönünde bir tartışma açılmaktadır. Ancak asıl vurgu, adaletin sadece “şeklen” değil, “şuurlu” bir şekilde uygulanması gerektiğidir. Hukukun ruhunu kaybetmesi, onu sadece kanun kitaplarındaki mürekkep yığınlarına dönüştürür.
Sonuç olarak, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyük problem hukuk problemidir. Bu problem çözülmedikçe, ne toplumsal huzur ne de devletin bekası sağlanabilir. Zira adalet, bir devletin nefesidir ve bu nefes kesildiğinde devlet de ölmeye mahkûmdur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=Hukuk+

 

Loading

No ResponsesAğustos 22nd, 2025

Yaratılış Kitabından Dersler ve İnsanlığın Yükü

Yaratılış Kitabından Dersler ve İnsanlığın Yükü

İnsanoğlu, varoluşun sırlarını çözmeye çalışırken, etrafını saran büyük bir kitaptan habersiz gibidir. Bu kitap, kainatın kendisidir. Her bir sayfası, her bir kelimesi ve hatta her bir harfi, sonsuz hikmetleri barındıran muazzam bir eserin parçasıdır.
Bu makale, sunulan metinlerdeki hikmetli sözlerden yola çıkarak, kainatın bir kitap olduğu düşüncesini, günahın kalbe olan etkisini, ruhun ebediliğini ve şükrün önemini bir bütünlük içinde inceleyecektir. Her bir konu, insanı düşünmeye, ibret almaya ve hayatına farklı bir pencereden bakmaya teşvik edecektir.

  1. Kainat: Her Kelimesi Bir Kitap Olan Büyük Bir Eser

“Zira bu kâinat öyle bir kitaptır ki her sahifesi çok kitapları tazammun eder. Hatta her kelimesi içinde bir kitap vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır.” sözü, kainatın derinliğini ve sırlarını edebi bir dille anlatır. Gök kubbesi, yeryüzü, ağaçlar, meyveler… her biri, kendi içinde birer kitaptır. Bir ağaç, sadece bir bitki değil, aynı zamanda tohumdan filizlenmesine, büyümesine ve meyve vermesine kadar olan süreci anlatan bir kitaptır. Bir meyve, sadece bir besin değil, aynı zamanda toprağın, suyun, güneşin ve ilahi kudretin birleşimiyle oluşan bir harf gibidir. Bu bakış açısı, insanın kainata basit bir nesne yığını olarak bakmaktan kurtulmasını ve her zerrede bir ilahi sanat ve hikmet görmesini sağlar. Bu, aynı zamanda bilimin ve sanatın da kaynağıdır; zira her bir keşif, bu büyük kitabın yeni bir sayfasını okumaktır.

  1. Günahın Kalbe Etkisi: Manevi Bir Yılan

“Evet, günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra ta nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse kurt değil belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.” sözü, günahın tehlikesini ve manevi hayat üzerindeki yıkıcı etkisini metaforik bir dille anlatır. Her bir günah, kalpte bir karartı oluşturur ve bu karartılar biriktiğinde, kalbi katılaştırır ve imanın nurunu söndürür. Günah, görünüşte küçük ve masum gibi durabilir, ancak kalbi zehirleyen bir yılan gibi sinsice işler.
Bu söz, tövbenin (istiğfar) önemini anlatır. Günahın panzehiri, pişmanlık ve Allah’tan af dilemektir. Tövbe, kalpteki zehri temizler ve imanın nurunu yeniden parlatır. Bu, sadece bireysel bir kurtuluş değil, aynı zamanda toplumun manevi sağlığı için de hayati bir meseledir.

  1. Ruhun Ebediliği: Baki Olanın Emaneti

Ruhun ebediliği ve yaratılıştaki hikmeti anlatılır: “Madem Fâtır-ı Zülcelal, insanı câmi’ bir âyine ve küllî bir ubudiyetle ve ulvi bir mahiyetle yaratmıştır. Her fertteki hakikat-i ruhiye, yüz binler suret değiştirse izn-i Rabbanî ile ölmeyecek, yaşayarak geldiği gibi gidecek.” Bu söz, insanı sadece bir bedenden ibaret görmekten kurtarır ve asıl varlığımızın ruh olduğunu hatırlatır. Ruh, ilahi bir emanettir ve ölümsüzdür. İnsan, ruhuyla kainatın bir aynasıdır ve bu ayna, yaratıcının güzelliklerini yansıtır. Bedenimiz ölümlü olabilir, ancak ruhumuz ebedidir. Bu hakikat, ölüm korkusunu hafifletir ve hayatı anlamlı kılar. Zira her anımız, bu ebedi yolculuğun bir parçasıdır.

  1. Şükür: Şikayet Yerine İbret Alma Sanatı

“Ey şükrü bırakıp şekvaya giren hasta! Şekva, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi’ olmamış ki şekva ediyorsun.” sözü, şikayet etmenin anlamsızlığını ve şükrün önemini anlatır. İnsan, sahip olduğu nimetlerin kıymetini bilmek yerine, sürekli olarak eksikliklerden şikayet etme eğilimindedir. Oysa, şikayet etmek, Allah’a karşı bir hak iddia etmek gibidir. Bu söz, insanı, kendisinden daha zor durumda olanlara bakmaya ve şükretmeye davet eder. Sağlıklı bir insan, hastalıktan şikayet edemez; zengin bir insan, yoksulluktan şikayet edemez. Şükür, sadece bir dil eylemi değil, aynı zamanda kalbin ve aklın bir eylemidir. Şükretmek, nimetleri fark etmek, onlara sahip olmanın kıymetini bilmek ve bu bilinci hayatın her anına yaymaktır.

Özet
Bu makale, sunulan metinlerdeki hikmetli sözleri ele alarak, kainatın bir kitap gibi okunması gerektiğini, günahın kalbi zehirleyen bir yılan gibi olduğunu ve tövbenin bu zehrin panzehiri olduğunu, ruhun ebediliğini ve hayatın anlamının bu ebedi yolculukta saklı olduğunu ve şikayet yerine şükrün insanı manevi olarak yücelteceğini anlatmıştır.
Tüm bu konular, insanın hayatına daha bilinçli ve anlamlı bir şekilde yaklaşmasını, sahip olduğu her şeyin birer emanet olduğunu bilmesini ve bu emanete layık bir şekilde yaşamasını sağlamayı amaçlamaktadır. Kainatın kitabını okumak, kalbi günahların zehrinden korumak, ruhun ebedi yolculuğuna odaklanmak ve her an şükürle yaşamak, bu hayatın en değerli dersleridir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Hayatın ve Ahiretin Eşiğinde Düşünceler

Hayatın ve Ahiretin Eşiğinde Düşünceler

Yaşamın hızlı akışı içinde, dünya ve ahiret dengesini kurmak, insanlık için daimi bir arayış olmuştur. Kimi zaman bu arayış, dünyevi zevklerin peşinde kaybolan bir koşuşturmaya dönüşürken, kimi zaman da manevi bir derinlikle hayatın anlamı sorgulanır. Bu makale, hikmetli sözlerden yola çıkarak, dünya hayatının geçiciliği, ahiretin ebediliği, ibadetin önemi, manevi lezzetlerin üstünlüğü ve aile ilişkilerinin manevi boyutunu ele alacak, tüm bu konuları bir bütünlük içinde değerlendirecektir.

  1. Dünya: Kabirden Dar, Köprüden Daha Müsadesiz

“O geniş Dünyan! Kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesiz” sözü, dünya hayatının aldatıcı genişliğine karşı, aslında ne kadar sınırlı ve dar bir geçit olduğunu anlatır. İnsan, bu dünyada kendini ne kadar özgür ve sınırsız hissetse de, zamanın ve ömrün su gibi akıp gittiği, hayallerin ve hedeflerin birer köprüden farksız olduğu bir gerçekle yüzleşir. Oysa, bu geçici köprüden ebedi hayata ulaşan yolda, her adımın bir önemi vardır. Bu söz, dünya nimetlerine aşırı bağlılığın, aslında insanı manevi bir hapishaneye hapsettiğini, gerçek özgürlüğün ise ahirete hazırlıkla kazanıldığını hatırlatır. Tıpkı bir köprüden geçerken durup dinlenmeye vaktimiz olmadığı gibi, bu dünyadaki ömrümüz de ahirete yürüdüğümüz bir geçitten ibarettir.

  1. Nimet ve Lezzet: Geçicilik ve Ebedilik Dengesi

Nimetlerin zevalinden dolayı duyulan acının manasızlığına dikkat çekilir. “Nimetin zevalinden elem çekme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez.”
Bu söz, dünya nimetlerinin geçici olduğunu, asıl lezzetin ise sonsuz rahmet hazinesinde saklı olduğunu anlatır. Tıpkı bir meyvenin geçip gitmesi ama ağacının baki kalması gibi, dünya nimetleri de birer meyve gibidir. Bu lezzetlerin kaynağı ise, sonsuz olan ilahi rahmettir. İnsan, bir yiyecekten aldığı lezzetin ötesinde, o lezzeti kendisine bahşeden sonsuz rahmete hamd ile yöneldiğinde, lezzeti binlerce katına çıkarır. Bu, manevi lezzetin maddi lezzete olan üstünlüğüdür. Dünya nimetleri için üzülmek yerine, onları bize lütfedenin sonsuz cömertliğine odaklanmak, kalbi zenginleştirir ve manevi bir huzur sağlar.

  1. İbadet: Ezel ve Ebed’in Hukukuna Saygı

İbadetin terk edilmesinin vahameti anlatılır: “İbadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed’in raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna önemli bir tecavüz ve manevi bir zulüm eder.” Bu söz, ibadetin sadece kişisel bir görevden öte, tüm evrenin düzeni ve dengesiyle ilgili olduğunu ortaya koyar. İbadet, yaratanla kurulan bir bağdır ve bu bağ, insanın diğer tüm varlıklarla olan ilişkisini de düzenler. İbadeti terk etmek, kainatın Rabbi olan Sultan-ı Ebed’e karşı bir isyan olduğu gibi, aynı zamanda O’nun yarattığı diğer varlıkların da hukukuna bir tecavüzdür. Çünkü insan, ibadetle kemale erer ve bu kemal, tüm evrene fayda sağlar. İbadetsiz bir hayat, manevi bir körlük ve varlık alemine karşı işlenmiş bir zulüm halidir.

  1. Aile ve Cinsiyet Rollerinde Hikmet

Evlilik ve cinsiyet rolleri hakkında önemli bir bakış açısı sunar. “Erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehavet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar.” Bu söz, kadın ve erkeğin yaratılış farklarına ve bu farkların toplumsal düzendeki hikmetine işaret eder. Kadının temel vasfının emniyet ve sadakat olduğu, bu yüzden erkeklere özel cesaret ve cömertliğin kadında aşırıya kaçmasının fıtrata aykırı bir durum olduğunu belirtir. Erkeğin görevi ise kadına hazinedarlık ve sadakat değil, himayet ve merhamet ve hürmet göstermektir. Bu bakış açısı, aile içindeki rolleri netleştirir ve her iki tarafın da fıtratına uygun bir şekilde hareket etmesinin, sağlıklı ve mutlu bir yuva için elzem olduğunu anlatır.

  1. Cennet: Maddi ve Manevi Lezzetlerin Zirvesi

“Cennet, bütün lezâiz-i mâneviyeye medar olduğu gibi, bütün lezâiz-i cismaniyeye de medardır” sözü, Cennet’in sadece manevi değil, aynı zamanda maddi zevklerin de en mükemmel şekilde yaşandığı yer olduğunu ifade eder. Dünya hayatındaki en güzel lezzetler, Cennet’teki lezzetlerin sadece birer gölgesi gibidir. Dünyada tattığımız her lezzet, aslında Cennet’e olan özlemi kamçılar ve bizi ebedi yurda yönlendirir. Cennet, hem ruha hem de bedene hitap eden sonsuz bir ziyafet yeridir. Bu söz, ahiret hayatını sadece bir ruhaniyet alemi olarak değil, aynı zamanda bedeni tatminlerin de en üst düzeyde yaşandığı bir yer olarak düşünmemizi sağlar.

Özet
Bu makale, sunulan metinlerdeki hikmetli sözleri ele alarak, dünya hayatının geçiciliği ve dar bir köprüden ibaret olduğunu, gerçek lezzetlerin sonsuz rahmet hazinesinde bulunduğunu, ibadetin sadece bireysel bir görev değil, tüm kainatın hukukuna saygı olduğunu, aile içinde fıtrata uygun rollerin önemini ve Cennet’in hem maddi hem de manevi lezzetlerin zirvesi olduğunu anlatmıştır.
Tüm bu konular, insanın hayatını bir bütün olarak ele alması, dünya ve ahiret dengesini kurması, ibadetle manevi olarak yükselmesi ve yaratılış hikmetine uygun bir yaşam sürmesi gerektiği mesajını vermektedir. Asıl gaye, bu geçici dünyada kalıcı bir iz bırakmak ve ebedi hayata hazırlık yapmaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Celladına Âşık Edilenler: Dersim’den Günümüze Fitne Oyunu

Celladına Âşık Edilenler: Dersim’den Günümüze Fitne Oyunu

Tarihin en acımasız cilvelerinden biri, bir topluluğun kendi celladını alkışlamasıdır. Kendi evini yakanın ateşine odun taşımasıdır. Bu hâl, sadece bireylerde değil, milletlerde de görülmüştür.

Dersim ve Kanlı Hafıza

1938’de Dersim’de yaşanan hadiseler, bu toprakların en derin yaralarından biridir. Binlerce masumun kanı dökülmüş, ocaklar sönmüş, diller susturulmuştur. Bu kıyımı yapan iradenin siyasî sembolü, yıllar boyunca aynı bölgenin oylarını almayı sürdürmüş, hatta bu oylarla devletin merdivenlerinde yükselmiştir. Ne gariptir ki, tarihin bu trajedisi üzerine yeterince düşünülmemiş, hakikat perdesi çoğu zaman örtülü kalmıştır.

Celladına Âşık Olmak

Şairin dediği gibi:
“Celladına âşık olmuşsa bir millet,
İster ezan ister çan dinlet,
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstahaktır ona her türlü zillet.”

İnsan, tarihini unutunca celladına muhabbet besler. Mazlumu ezen sisteme minnet duyar. Ve bu hâl, sadece Alevî kesimde değil, toplumun birçok tabakasında tezahür eder. Zira zalimin gölgesinde huzur arayan, hakikatte kendi zilletini imzalamaktadır.

Fitne Oyunu: Alevî-Sünnî Çatışması

Türkiye’nin zemini, tarih boyunca fitneye müsait olmuştur. Dış mihrakların daima el attığı bu topraklarda, en çok kullanılan tuzaklardan biri Alevî-Sünnî ayrılığıdır. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren körüklenen, Cumhuriyet’in ilk yıllarında zaman zaman fitillenen bu ayrılık, 1970’lerde Maraş, Çorum, Sivas hadiseleriyle daha da derinleştirilmeye çalışılmıştır.

Bugün aynı oyunun başka bir perdesi sahnelenmektedir. Suriye’nin başına getirilen mezhep fitnesi nasıl ki milyonları yerinden ettiyse, aynı ateş Türkiye’ye de taşınmak istenmektedir. Bu oyunu görmek, akıl ve ferasetin en temel gereğidir.

Aklî ve Mantıkî Bakış

Bir milletin bekası, birlik ve beraberliğe bağlıdır. Mezhep üzerinden ayrışmak, sadece düşmanın ekmeğine yağ sürmektir. Çünkü “böl, parçala, yönet” siyasetini en kolay işletecek zemin, mezhep ve etnik farklılıklardır.
Alevî de Sünnî de, Kürt de Türk de bu toprakların asli unsurudur. Birinin yokluğu, diğerinin felaketi demektir.

Hikmetli İbret

Tarih, bize defalarca göstermiştir ki:

Fitneye düşen milletler zayıflar.

Mazisini unutan toplumlar aldanır.

Celladına muhabbet edenler zillete mahkûm olur.

Bugün yapılması gereken, acıları istismar etmek değil; onları hikmetle okumak, ders çıkarmaktır. Dersim, sadece bir bölgenin değil, bütün Türkiye’nin imtihanıdır. O gün dökülen kanlardan alınacak ders, mezhep fitnesine karşı yekvücut olmaktır.

Sonuç: İbretle Uyanmak

Türkiye’nin önündeki en büyük tehdit, dıştan gelen saldırılardan çok, içteki fitnedir. Eğer biz akıl, iman ve tarih şuuru ile hareket etmezsek; celladımıza âşık olmaya devam edersek, zillet kapımızda beklemektedir.
Fakat hakikati görür, birliğimizi muhafaza eder, kardeşlik şuuruyla hareket edersek; bu toprakların üzerinde oynanan bütün oyunlar bozulacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Hayatın Satırları ve Hakikatin Mektupları: Kainat Kitabının Okunması

Hayatın Satırları ve Hakikatin Mektupları: Kainat Kitabının Okunması

İnsanoğlu, varoluşunun başlangıcından beri, içinde yaşadığı kainatı anlama, yorumlama ve ondan dersler çıkarma çabası içindedir. Bu arayış, çoğu zaman sadece maddi olanla sınırlı kalmamış, aynı zamanda manevi ve metafizik boyutları da kapsamıştır. Bu derin ve anlamlı yolculukta, tabiat, evren, ve insanın kendisi, en büyük öğretmenler olmuştur.

Bu makalede, dört farklı metinden yola çıkarak, kainatın bize sunduğu ilahi mesajları, hayatın satırlarını ve bu satırlardan nasıl ibretli dersler çıkarabileceğimizi inceleyeceğiz.

Her bir metin, kendi konusu içinde bir hakikat parçasını aydınlatarak, tüm bu parçaların nasıl bütün bir tablo oluşturduğunu gösterecektir.

  1. Kainatın Satırlarını Mutalaa Etmek: Gökten Gelen Mektuplar

Fırtınalı bir gökyüzü altında duran bir yol ve üstünde duran bir kitabın görüntüsüyle, Bediüzzaman Said Nursi’nin derin bir sözünü akla getiriyor:
“Kâinatın satırlarını dikkatle mütalâa et. Zira onlar, Mele-i Âlâdan sana gönderilmiş mektuplardır.”
Bu söz, kainatın, sadece bir fiziksel varlıklar bütünü değil, aynı zamanda ilahi bir mesaj kitabı olduğunu anlatır. Gök gürültüsü, şimşek, gökkuşağı, yağmur ve yolun kendisi, Yaratıcı’nın kudretini, sanatını ve iradesini gösteren birer harftir. İnsan, bu satırları okumayı, yani evreni derinlemesine tefekkür etmeyi öğrendiğinde, varoluşun sırlarına vakıf olabilir. Bu ibretli ders, bize her olayın, her manzaranın ve her canlı varlığın bir anlamı olduğunu, bunların tesadüfi değil, ilahi bir planın parçası olduğunu hatırlatır. Bu anlayış, hayatı daha bilinçli ve anlamlı yaşamamızı sağlar.

  1. Bağışın Bereketi: Bakara Suresi 261. Ayet Işığında İnfak Bilinci
    Kur’an-ı Kerim’den Bakara Suresi’nin 261. ayetinde:
    “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir…”
    Bu ayet, infakın, yani Allah yolunda harcamanın sadece bir maddi yardım eylemi olmadığını, aynı zamanda bereketin ve katlanarak artan bir karşılığın anahtarı olduğunu gösterir. Bir tohumun toprağa atılıp yüzlerce kat ürün vermesi gibi, Allah yolunda harcanan bir mal da manevi ve maddi olarak kat kat karşılık bulur. Bu ilahi matematik, insanlara cömertliğin ve yardımseverliğin ne kadar değerli ve bereketli bir davranış olduğunu öğretir. Bu tarihi ve edebi metafor, cimriliğin aksine, cömertliğin ve paylaşmanın, toplumsal ve bireysel refahın temelini oluşturduğunu bizlere düşündürücü bir şekilde anlatır.
  2. Çiçeklerin Mührü: Tabiatta Yaratıcı’nın İmzası

Parlak bir çiçek ve üzerinde Risale-i Nur Külliyatı’ndan bir cümle:
“Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise; elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, onun mühürleridir, sikkeleridir.”
Bu derinlikli ifade, her çiçeğin, her yaprağın ve her canlının, Yaratıcı’nın eşsiz sanatının birer mührü ve imzası olduğunu anlatır. Bir çiçeğin narin yapısı, parlak rengi ve kendine özel kokusu, sadece biyolojik bir oluşum değil, aynı zamanda ilahi bir sanatkârın varlığına işaret eden birer delildir. Bu düşünce, bizi etrafımızdaki her şeye daha dikkatli bakmaya, her bir varlıkta Yaratıcı’nın güzelliğini ve kudretini görmeye davet eder. Bu ibretli ders, kainatın tesadüfen değil, bilinçli ve sanatlı bir yaratılışın sonucu olduğunu anlamamızı sağlar.

  1. Rızık ve Kudret: Yunus Suresi 31-32. Ayetlerdeki Sorgulama

Yağmur damlalarının düştüğü bir çiçek ve üzerinde, Yunus Suresi’nin 31 ve 32. ayetleri.
Ayetler, “De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor?…” diyerek, Yaratıcı’nın kainattaki mutlak kudretini ve rızık verici olduğunu sorgular. Bu ayetler, insana, kendi varoluşunun ve içinde yaşadığı evrenin kaynağını sorgulaması gerektiğini hatırlatır. İşitme, görme yetenekleri, ölümden diriyi, diriden ölüyü çıkarma gücü gibi her türlü işi kimin yürüttüğü sorusu, muhatabı derin bir düşünceye sevk eder. Bu sorgulama, insanın acizliğini ve Yaratıcı’ya olan bağımlılığını anlamasını sağlar. Ayetler, “Gerçeğin dışında sapkınlıktan başka ne olabilir ki?” diyerek, hakikatin tek ve biricik olduğunu, sapkınlığın ise ondan uzaklaşmak olduğunu ifade eder. Bu düşündürücü metin, insanı tevhid inancına ve gerçek rabbin kim olduğunu anlamaya davet eder.

Özet
Bu makale, dört farklı metinden yola çıkarak, kainatın bir kitap gibi okunması gerektiğini, her bir varlığın bir ilahi mesaj taşıdığını ele almıştır.
İlk olarak, kainatın satırlarının, Yaratıcı’dan gelen mektuplar olduğu ve tefekkür edilmesi gerektiği işlenmiş.
İkinci olarak, infakın bereketli bir eylem olduğu ve Allah yolunda yapılan harcamaların kat kat karşılık bulduğu anlatılmıştır. Üçüncü olarak, tabiattaki her bir çiçeğin ve canlının, Yaratıcı’nın birer mührü ve imzası olduğu belirtilerek, sanatın yaratıcısına işaret ettiği üzerinde durulmuştur.

Son olarak, Yunus Suresi’nden alıntılanan ayetlerle, rızık ve kudretin kaynağının sorgulanması ve tevhid inancının önemi anlatılmıştır.
Makale, bu dört farklı konuyu birbiriyle bütünleştirerek, evrensel ve ibretli bir bakış açısı sunmayı amaçlamıştır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Birlik, Kardeşlik ve İmanın Sığınağı

Birlik, Kardeşlik ve İmanın Sığınağı

İnsanlık tarihi boyunca süregelen çekişme ve düşmanlıkların ortasında, farklı inanç ve düşünce sistemleri, bireylerin ruhsal ve toplumsal yaşamını derinden etkilemiştir. Bu karmaşık ve zorlu süreçte, hakikat arayışı, bireylerin ve toplumların huzur ve sükunete ulaşabilmesi için hayati bir önem taşır.
Bu açıdan, Bediüzzaman Said Nursi’nin kaleme aldığı Risale-i Nur Külliyatı, yüzyılımızın en önemli eserlerinden biri olarak, derinlikli bir yol gösterici ve ibret verici bir düşünce hazinesi sunmaktadır. Bu makalede, dört farklı metinden yola çıkarak, bu külliyatın temel prensiplerini ve insanlık için sunduğu mesajları inceleyeceğiz.

Düşmanlık ve Dostluk Dengesi: Maide Suresi 5/82. Ayet Işığında İnsan İlişkileri

Kur’an-ı Kerim’den Maide Suresi’nin 82. ayetini ve Türkçe mealinde: “İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlardan yahudileri ve Allah’a eş koşanları bulursun.” Bu ayet, müminlerin, dinlerinin temel prensiplerine karşı çıkan ve düşmanlık besleyen gruplara karşı dikkatli olmalarını anlatır. Ayet, inanca karşı beslenen düşmanca tavırların ve bu tavrı benimseyenlerin şiddetini ortaya koyar.
Buradan çıkarılacak hikmetli ders şudur: Mümin, düşmanını iyi tanımalı, ancak düşmanlık duygusuyla hareket etmek yerine, hikmetle ve adaletle davranmalıdır. Birlik ve beraberliği bozacak söz ve eylemlerden kaçınmalı, asıl düşmanın nefsani arzular, cehalet ve taassup olduğunu unutmamalıdır. Düşmanlık yerine, İslamiyet’in mizacı olan muhabbet, uhuvvet ve sevgi bağlarını güçlendirmek, asıl amaç olmalıdır.

Emanet Olan Vücut ve Yaratılışın Sanatı: İnsanın Değeri ve Sorumluluğu

Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye’sinden bir alıntıda: “İnsanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i san’atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir.”
Bu derinlikli ifade, insan hayatının ve varlığının bir emanet olduğunu hatırlatır. İnsan, kendi vücudunun bile yaratıcısı değildir, dolayısıyla ona bir emanet olarak bakmalı ve bu emanete en iyi şekilde sahip çıkmalıdır. Her bir hücremiz, her bir organımız, Yüce Yaratıcı’nın eşsiz sanatının birer delilidir. Bu gerçeğin farkına varan insan, kendisini değersiz, sahipsiz ve başıboş hissetmekten kurtulur. Vücudunu kötüye kullanmaktan, israf etmekten, ona zarar vermekten kaçınır.
Bu ibretli ders, insanın varlığını bir hediye ve bir sorumluluk olarak görmesini, böylece hayatına anlam katmasını sağlar.

Hayatın Görevleri ve Ölüm Sonrası Yolculuk: Ruhu ve Görev Bilincini Anlamak

Risale-i Nur Külliyatı’ndan bir başka iktibasta: “Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, manen mesrurane, dağdağasız diğer bir âleme giderler. Tâ yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar.”
Bu sözler, hayatın bir görevden ibaret olduğunu anlatır. İnsanın bu dünyadaki varlığı, bir misafirlik ve bir vazife bilinciyle sürmelidir. Ölüm, yok oluş değil, görevini başarıyla tamamlayanların huzurlu bir şekilde başka bir âleme geçişidir. Bu bakış açısı, ölüm korkusunu ortadan kaldırır ve hayatın her anını anlamlı kılar. Aynı zamanda, yeni nesillerin gelip, dünya sahnesindeki görevlerini yerine getirmeleri için bir alan açar. Bu düşünce, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluğu da ifade eder. Her nesil, bir sonraki nesle daha yaşanılabilir ve daha bilinçli bir dünya bırakma görevini üstlenir.

İslamiyet’in Mizaç ve Sığınağı: Sevgi, Kardeşlik ve Birliktelik

Bediüzzaman Said Nursi’nin bir başka sözü bizleri karşılar: “MUHABBET, UHUVVET, SEVMEK: İslâmiyet’in mizacıdır, rabıtasıdır.” Bu söz, İslam dininin temelinde sevgi, kardeşlik ve birliktelik duygusunun yattığını belirtir. İslam, bireyleri düşmanlık ve ayrılık yerine, karşılıklı saygı ve dayanışma temelinde bir araya getirmeyi hedefler. Bu rabıta, yani bağ, sadece Müslümanlar arasında değil, tüm insanlık arasında kurulması gereken bir bağdır. Bu tarihi ve evrensel prensip, tüm din ve düşünce sistemleri içinde en güçlü ve kalıcı olanıdır. Birlik ve beraberlik, sadece kişisel bir fazilet değil, aynı zamanda toplumların ayakta kalması ve gelişmesi için bir zorunluluktur.

Özet
Bu makalede incelenen dört metin, Risale-i Nur Külliyatı’nın temel prensiplerini ve insanlığa sunduğu evrensel mesajları özetlemektedir.

İlk olarak, düşmanlık ve dostluk kavramları ele alınarak, asıl düşmanın nefis ve cehalet olduğu anlatılmıştır.

İkinci olarak, insanın vücudunun bir emanet olduğu ve yaratılışın sanat eseri olduğu gerçeği ortaya konulmuştur.

Üçüncü olarak, hayatın bir görev bilinciyle yaşanması ve ölümün bir son değil, yeni bir başlangıç olduğu düşüncesi işlenmiştir.

Son olarak, İslamiyet’in temelinin sevgi, kardeşlik ve birlik olduğu belirtilerek, insanlık için huzurlu ve anlamlı bir yaşamın bu değerlere bağlı kalmakla mümkün olacağı ifade edilmiştir.
Bu makale, her bir görselin kendi içinde barındırdığı derin anlamları bir bütünlük içinde ele alarak, okuyucuya düşündürücü ve ibret verici bir bakış açısı sunmayı amaçlamıştır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Gazze: İnsanlığın Aynasında Zulmün En Karanlık Yüzü

Gazze: İnsanlığın Aynasında Zulmün En Karanlık Yüzü

İnsanlık tarihi boyunca nice savaşlar, katliamlar ve zulümler yaşandı. Fakat Gazze’de işlenen cürümler, adeta insanlığın en karanlık defterine düşülmüş kara bir lekedir. Zira burada yalnızca insanlar öldürülmüyor; hakikat, vicdan, adalet ve insaf da öldürülüyor.

Bir asırdır süren bu işgal ve zulüm, son yıllarda tarihte eşi benzeri görülmemiş boyutlara ulaştı. İki yüzü aşkın gazeteci, gerçeği kayda almak uğruna hedef alınarak şehit edildi. Doktorlar, hemşireler, sağlık çalışanları –yani hayat kurtarmaya adanmış eller– kurşunlara hedef oldu. Hastaneler bombalandı, sağlık hizmetleri imkânsız hale getirildi. Bir milletin yaralarını sarmakla görevli eller kırıldı ki, yaralar kan içinde kalsın.

Bu vahşetin yanında, açlık bir başka silah olarak devreye sokuldu. Birleşmiş Milletler, Gazze’deki insani durumu “felaketin ötesinde” diye tanımladı. Her gün ortalama 30 insan engelli hale gelirken, yüz binlerce Gazzeli sakat bırakıldı. Bu, yalnızca bir savaştan değil; sistematik bir yok edişten, bir “soykırımdan” başka nedir?

Zulmün İki Yüzü: Ev Sahibinin Kovulması

Sinsice yerleşilen topraklarda, ev sahipleri kendi yurtlarından kovuluyor. Sanki babalarının malıymış gibi gasp edilen Gazze, masa başında çizilen haritalarda Somali’ye taşınacak bir halkın sürgün planına dönüşüyor. “Gazze işgal edilmeli” diyen İsrail generallerinin yanında, ABD’nin kirli elleri, Avrupa’nın ikiyüzlü sessizliği, dünyanın mafya düzeni yükseliyor.

Ama bütün bu planlara rağmen, tarihin adaleti hep aynı soruyu soruyor: “Hangi zalim zulmüyle payidar kalabildi?”

İtiraflar ve Çatlak Sesler

İsrail generallerinin dudaklarından dökülen sözler, işlenen cinayetleri açık ediyor: “Her İsrailli için 50 Filistinli…” İşte zalimliğin mantığı bu kadar ucuz, bu kadar vahşi, bu kadar gayriinsanî…
Fakat aynı zamanda, BM raportörü Francesca Albanese gibi vicdan sahibi sesler, bu zulmün “Nazi suçları”ndan farksız olduğunu ilan ediyor. Halklar sokaklara çıkıyor; Mexico City’den Tel Aviv’e kadar protestolar yükseliyor. Milyonların vicdanı, bombaların dumanını yarıp insanlığa sesleniyor.

Zulmün Geri Tepmesi

Tarihte nice işgalci devletler vardı; hepsi aynı yanılgıya düştü: “Kuvvetle her şeyi yapabiliriz.” Fakat kuvvetle yalnızca bedenler öldürülür; ruhlar, hakikatler, inançlar öldürülemez. Bugün İsrail ordusu içinde intihar eden askerlerin artışı, korkudan altını ıslatan gençlerin haberleri, bu gerçeğin en açık göstergesidir. Zulüm sahibine döner, tıpkı zehirli dumanın kendisini boğması gibi.

Tarihten İbret

Firavun, Musa’ya karşı Nil’in sularında boğuldu. Nemrut, ateşini kendi zulmünün içinde söndürdü. Hitler, zulmünün enkazı altında yok oldu. Tarih şunu kaydetti: Hiçbir zalim, zulmüyle baki kalmadı.
Bugün Gazze’de çocukların üzerine yağdırılan bombalar, yarın zalimlerin evlerini yangın yerine çevirecek. Çünkü zulmün kaderi budur: Bir gün sahibini vurur.

Vicdana Sesleniş

Gazze yalnız Filistin’in meselesi değil; insanlığın aynasıdır. Orada işlenen zulüm, aslında her birimizin vicdanında işleniyor. Sessiz kalan her insan, tarihin mahkemesinde yargılanacak.
Bugün BM’nin, küresel inisiyatiflerin, sivil hareketlerin “Gazze’ye silahlı koruma gücü gönderilmeli” çağrısı, aslında insanlığın son sınavıdır. Eğer bu çağrı da cevapsız kalırsa, gelecek nesiller bizi şu cümleyle yargılayacak: “Çocuklar katledilirken siz ne yaptınız?”

Son Söz

Gazze’nin taşları kanla yıkanıyor, fakat o taşlardan fışkıran sabır, iman ve direniş de tarihe yazılıyor. Her şehit edilen çocuk, her yıkılan ev, her yanan hastane, insanlığa tek bir hakikati haykırıyor:
“Zulüm payidar olmaz. Adalet er ya da geç tecelli eder. Allah, mazlumların yanındadır.”

Ve biz de biliyoruz ki, “Bir gün gelecek, bu zulüm bitecek. Ama zulme sessiz kalanların utancı asla bitmeyecek.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Tarihin Tozlu Sayfalarından Yükselen Feryat: Gazze

Tarihin Tozlu Sayfalarından Yükselen Feryat: Gazze

Tarihin akışı içinde kimi olaylar vardır ki, sadece yaşandıkları anın değil, tüm insanlık vicdanının bir sınavı haline gelir. Gazze’de yaşananlar, işte tam da böyle bir sınavın en acımasız ve en çıplak haliyle karşımızda duruyor.
Bu topraklar, binlerce yıldır farklı medeniyetlere, inançlara ve kültürlere ev sahipliği yapmışken, bugün bir yıkımın, bir vahşetin ve insanlık onurunun ayaklar altına alınışının sembolü haline gelmiştir.
Gazze’nin hikayesi, sadece haritalardaki küçük bir şeridin hikayesi değil, aynı zamanda sinsi bir planın, küresel güç dengelerinin ve vicdansızlığın hikayesidir.
Bir zamanlar babadan kalma topraklarında huzurla yaşayan insanlar, şimdi yurtlarından çıkarılıyor, evleri başlarına yıkılıyor ve bir “terörist” ya da “direnişçi” etiketiyle yaftalanıyor. Bu, sadece fiziki bir işgal değil, aynı zamanda bir kimliğin, bir varoluşun yok edilme çabasıdır.
Bu trajedinin en acı yönlerinden biri de, gerçeğin sesinin susturulmaya çalışılmasıdır. İki yüzün üzerinde gazeteci, kalemini ve kamerasını bu vahşete siper ederken, canlarından oldular. Onlar, sadece haber peşinde koşan insanlar değildi; onlar, dünyanın dört bir yanına ulaşan sessiz çığlıkların sesiydi. Onların susturulması, aslında gerçeğin susturulmasıdır. Aynı şekilde, hastanelerin bombalanması ve sağlık çalışanlarının öldürülmesi de, sadece bir savaş suçu değil, aynı zamanda yaralı bir vicdanın son umut ışığının da söndürülmesidir.
Ancak zulüm ne kadar güçlü olursa olsun, vicdanın sesi asla tamamen susturulamaz. Meksika’dan Türkiye’ye, dünyanın dört bir yanında Filistin’e destek yürüyüşleri düzenleniyor. Gazze’deki vahşet, Tel Aviv’de bile milyonları sokağa döküyor. Bu protestolar, Gazze’nin yalnız olmadığını, insanlığın hala direndiğini ve adalete olan inancın hala canlı olduğunu gösteriyor.
Birleşmiş Milletler gibi küresel kurumlar, soykırımın ve savaş suçlarının uluslararası hukuka göre kabul edilemez olduğunu dile getiriyor. Francesca Albanese gibi cesur raportörler, gerçeği olduğu gibi ifade ederek Hamas’ı sadece bir terör örgütü olarak değil, aynı zamanda bir direniş hareketi olarak tanımlıyor ve bu hareketin seçimle işbaşına geldiğini, altyapı hizmetleri sunduğunu söylüyor. Bu, sadece bir açıklama değil, aynı zamanda mevcut anlatıma karşı bir meydan okumadır.
Yaşananlar, Batı’nın çifte standartlarını da gözler önüne seriyor. Bir yandan demokratik değerleri savunduğunu iddia edenler, diğer yandan çocuk istismarcısı bir İsrailli yetkilinin serbest bırakılması için devreye giriyor. Bu durum, küresel güçlerin çıkarları için ahlaki değerlerden ne kadar kolay vazgeçebileceğini gösteriyor.
ABD gibi bir ülkenin bu vahşete tam destek vermesi, adeta dünyanın vicdanının karanlık bir köşeye hapsedildiğinin isbatıdır.
Ancak unutulmamalıdır ki, zulüm hiçbir zaman kalıcı değildir. Gazze’yi savunan mücahidlerin direnişi, İsrail ordusunda büyük bir buhran yaratmış, askerlerin psikolojik olarak çöktüğünü, intihar vakalarının arttığını ve savaşmaktan korktuklarını ortaya koymuştur. Bu durum, tankların, füzelerin ve uçakların gücünün, haklı bir davanın ve sağlam bir imanın karşısında ne kadar etkisiz kalabileceğini göstermektedir.
Gazze’de her gün onlarca insan engelli kalırken, insani yardım çalışanları katledilirken ve tüm dünya bu acıya tanık olurken, biz nasıl rahat uyuyabiliyoruz? Bu soru, sadece Gazze halkının değil, tüm insanlığın kendisine sorması gereken bir sorudur. Zira Gazze’deki acı, sadece bir coğrafyanın değil, tüm insanlık ailesinin ortak acısıdır.
Gazze’de yaşananlar, sadece bir işgal değil, aynı zamanda insanlığın kendine yabancılaşmasıdır. Bu, tarihin tozlu sayfalarına sadece bir savaş hikayesi olarak değil, aynı zamanda insanlık vicdanının ne denli karanlığa gömülebileceğini gösteren bir ibret vesikası olarak geçecektir. Ancak aynı zamanda, bu karanlığın içinden yükselen direniş, umut ve adalet arayışı da insanlık onurunun hala ayakta olduğunu göstermektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Hayatın Hakikati, Tevhid ve Sırlı Yolculuk

Hayatın Hakikati, Tevhid ve Sırlı Yolculuk
Bu makale, insanoğlunun varlık gayesini, tevhidin sırlarını, dünya hayatının geçiciliğini ve manevi yolculuğun önemini ele almaktadır. Her bir mesaj, hayatın farklı bir yönüne ışık tutarak, birbiriyle bütünleşen bir hikmet zinciri oluşturmaktadır.

  1. Tevhid ve Kalbin İlahi Güzelliğe Yönelişi (“Lâ ilâhe illallah”)
    İnsan ruhunun en derin ihtiyacı, kalbin manevi gıdasını bulmasıdır. Tevhid, yani Allah’ın birliğini tasdik etmek, bu ihtiyacın en temel kaynağıdır.
    Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle, “Lâ ilâhe illallah” zikri ve tekrarı, tevhidin cemal ve kemal-i ilâhîsinin kalpte görünmesi ve ruhta hissedilmesidir.
    Bu, sadece bir dilin hareketi değil, aynı zamanda ruhun ilahi bir lezzete ulaşmasıdır. Tarihte ve günümüzde pek çok evliya ve salih kul, bu zikirle en tatlı manevi rızıkları bulmuş, ruhlarını arındırmış ve ilahi huzura ermiştir. Bu, aynı zamanda insanın, tüm dünyevi lezzetlerin ötesinde, kalbinin O’nunla dolmasıyla hakiki mutluluğu bulacağı anlamına gelir.
  2. Sadece O’na Yöneliş: İman ve Küfür Muvazeneleri
    Hayat, pek çok yöneliş ve arayışla doludur. İnsan, bazen yardım için başkalarına, bazen sevgi için fani varlıklara, bazen de bilgi için yetersiz kaynaklara yönelir. Ancak Bediüzzaman, bu arayışların manevi bir muvazenesini sunar. Gerçekten istenmeye layık olanın yalnız bir Zat olduğunu, yardıma gelenin yalnızca O olduğunu, talebin ancak O’na yöneltilmesi gerektiğini anlatır. Zira diğerleri, ya eksiktir, ya zeval perdesinde saklıdır, ya da faydasızdır. Bu, tevhidin pratik bir yansımasıdır. İnsan, kalbini ve aklını sadece yaratıcısına yönelttiğinde, fani şeylerin aldatıcılığından kurtulur ve sağlam bir dayanak bulur. Gerçek konuşma, O’nun adını anmaktır; O’na ait olmayan sözler ise çoğu zaman boş ve anlamsızdır.
  3. Mülkün Sahibi: Emanet ve Kaybolan Hazineler
    İnsan, dünya hayatında sahip olduğu her şeyi kendi malı zannetme yanılgısına düşer. Oysa, Bediüzzaman’ın Mesnevi-i Nuriye’de belirttiği gibi, tüm mülk Allah’a aittir ve bizdeki her şey bir emanettir. Mal, mülk, sağlık, yetenek, hepsi birer emanettir. Eğer bu emaneti layıkıyla kullanıp Allah yolunda harcarsak, O, onu bizim için muhafaza eder ve kat kat artırır. Ancak, eğer bu emaneti sadece kendi heva ve hevesimiz için kullanır, O’nun rızasını gözetmezsek, bu emanetler elimizden bedelsizce kayıp gider. Bu, tarihin derinliklerinde nice zenginliklerin, güçlerin ve medeniyetlerin yok oluşunda görülen acı bir derstir. İbret odur ki, insan ne kadar zengin olursa olsun, eğer mülküne emanet gözüyle bakmazsa, sonunda hiçbir şeyi kalmayacaktır.
  4. Dünya Yolcusu ve Yaklaşan İhtiyarlık Şafağı
    Dünya, durmayan bir nehir gibi akıp gider. İnsan da bu nehrin içinde bir yolcudur. Aklı başında olan insan, dünya hayatının geçici kazançlarına sevinmez ve kaybettiklerine üzülmez. Zira bilir ki, dünya da, kendisi de sürekli bir değişim ve gidiş halindedir. Bediüzzaman, bu hakikati ihtiyarlık şafağının tulu etmesiyle somutlaştırır. Beyazlaşan saçlar, ölüme bir yaklaşmanın ve ahirete doğru bir yolculuğun habercisidir. Gittikçe artan hastalıklar ise, bu yolculuğun keşif kollarıdır. Bu durum, insana fani dünyanın aldatıcılığından uyanması ve asıl yurduna hazırlık yapması gerektiğini düşündürür.
  5. Tesettür: Kadın Fıtratının Doğal Giysisi
    Tesettür konusu, sadece bir giyim meselesi değil, aynı zamanda fıtratın bir yansımasıdır. Bediüzzaman, tesettürün kadınlar için fıtri olduğunu, yani kadın fıtratına uygun bir şey olduğunu belirtir. Tesettür, kadını gözlerin mahrem bakışlarından koruyan bir kalkan, onun zarafetini ve saygınlığını artıran bir manevi örtüdür. Tesettürün kaldırılması ise fıtrata aykırıdır. Tarihi olarak baktığımızda, medeniyetlerin bozulması ve ahlaki çöküşlerin başlaması, genellikle tesettürün ihmal edilmesiyle paralel bir seyir izlemiştir. Bu, fıtrata uygun yaşamanın, toplumun huzuru ve bireyin saygınlığı için ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir.
  6. Risale-i Nur ve Duaların Gücü
    İnsan, aciz ve zayıf bir varlıktır. O’nun kudretine sığınmaya her zaman muhtaçtır. Peygamberlerin mucizeleri, Hz. Musa’ya denizin, Hz. İbrahim’e ateşin, Hz. Davud’a dağın boyun eğmesi, ilahi kudretin birer tecellisidir.
    Risale-i Nur’un kalplere ve akıllara musahhar kılınması, nefsin ve şeytanın şerrinden korunma ve kabir azabından muhafaza olma talebi, insanın acziyetini ve Allah’a olan mutlak ihtiyacını yansıtır. Bu dua, aynı zamanda manevi bir kalkan arayan her mümin için bir yol haritasıdır.

Makale Özeti:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur’dan İktibas edilmiş sözleri ve duaları temel alarak, insanın hayat yolculuğunu, tevhidin sırlarını ve ahirete hazırlığın önemini ele almaktadır. Tevhidin kalbe verdiği manevi lezzetten, fani varlıklara yönelmenin anlamsızlığına, mülkün emanet olduğu hakikatinden, dünya hayatının bir yolculuk ve mezarlıkların bir son durak olduğu gerçeğine, tesettürün fıtri bir gereklilik olduğuna ve son olarak da duaların manevi bir kalkan olduğuna değinilmektedir. Makale, okuyucuyu hayatın geçiciliği üzerine düşünmeye, dünya malına değil, manevi değerlere yatırım yapmaya ve her şeyin yegane sahibi olan Allah’a yönelmeye teşvik eden hikmetli bir yol haritası sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Hayatın Hakikati ve Ahirete Yolculuk

Hayatın Hakikati ve Ahirete Yolculuk

  1. Sabah Namazı: Şahitli Bir Başlangıç (İsra Suresi)

Hayatın her anı bir anlam taşır. Ancak bazı anlar vardır ki, sıradanlığın ötesine geçer ve birer şahitlik haline gelir. Sabah namazı da bu anlardan biridir. Tıpkı bir bebeğin masumiyeti ve neşesiyle yeni bir güne başlaması gibi, sabah namazı da inanan için günün en bereketli ve en şahitli başlangıcıdır. Sabahın alacakaranlığında, dünya henüz uyanmamışken, bir kulun tüm benliğiyle Rabbinin huzurunda durması, hem kendisi için bir arınma, hem de meleklerin şahit olduğu bir yücelme anıdır. Bu an, dünya telaşının unutturduğu hakikatleri hatırlatır ve insana günün geri kalanında yönünü tayin etme gücü verir.

  1. Kaybedilen Namaz ve Azabın Gölgesi (Meryem Suresi, 59)
    Tarih, nice nesillerin yükselişine ve çöküşüne şahitlik etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Meryem Suresi’nin 59. ayeti, ibretlik bir ders sunar. Bu ayet, namaz gibi temel ibadetleri terk eden, dünya zevklerinin ve tutkularının peşine düşen bir neslin geleceğini haber verir. Bu, sadece bir tarihi anlatım değil, aynı zamanda her çağın insanına bir uyarıdır. İnsanoğlu, dünyanın geçici cazibesine kapıldığında, manevi değerlerini yitirdiğinde, aslında kendi felaketini hazırlar. Namaz, ruhun gıdasıdır; onu terk etmek, manevi bir çölleşmeye davetiye çıkarmaktır. Bu durum, sonunda büyük bir azaba dönüşür, zira ahiret, bu dünya hayatındaki amellerin bir yansımasıdır.
  2. Kazancın Gerçek Yeri: Ahiret (En’am Suresi, 135)
    Dünya, bir ticaret ve imtihan yeridir. İnsanlar, mal, mülk, makam, şöhret gibi geçici kazançlar peşinde koşarken, Kur’an’ın En’am Suresi, 135. ayeti, onlara gerçek kazancın ne olduğunu hatırlatır. Bu ayet, dünya hayatının son bulacağını ve o zaman kimin gerçekten kârlı çıktığının ortaya çıkacağını bildirir. Mezarlıklar, bu hakikatin sessiz tanıklarıdır. Orada, ne zenginlik, ne makam, ne de dünyevi güç bir anlam ifade eder. Sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan ameller, insanın yol arkadaşı olur. Bu ibretlik tablo, insana dünya hayatındaki önceliklerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğini hatırlatır. Asıl kazanç, ahiret yurduna yatırım yapmaktır.
  3. Kadere İman ve Huzur
    Hayat, kimi zaman belirsizliklerle doludur. İnsan, yaşadığı zorluklar karşısında “neden ben?” sorusunu sorar. İşte bu noktada, kadere iman, insana büyük bir manevi huzur verir. Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye’de belirttiği gibi, her şey bir kader planı içinde takdir edilmiştir. Bu, pasif bir kabulleniş değil, aksine, olaylar karşısında tevekkül ve teslimiyetle ayakta durabilme gücüdür. Başına gelen her şeyin, ilahi bir hikmetle olduğunu bilen bir insan, isyan etmek yerine, sabır ve şükürle yoluna devam eder. Kaderine razı olmak, ruhu isyanın ve hayal kırıklığının zehrinden arındırır ve insana deruni bir güç bahşeder.
  4. Kur’an’ın Ebedi Kanunları
    İnsanlık tarihi, pek çok ideolojinin, felsefenin ve kanunun yükselişine ve çöküşüne şahit olmuştur. Ancak Kur’an’ın kanunları, zamanın ve mekânın ötesindedir. Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi, Kur’an’ın kanunları ezelden gelip ebede gidecektir. Bu, onun ilahi kaynağına ve insanlığın temel ihtiyaçlarına hitap eden evrensel doğrular ihtiva etmesine dayanır. Kur’an, sadece bir ibadet kitabı değil, aynı zamanda hayatı anlamlandırma, ahlakı inşa etme ve adaleti tesis etme rehberidir. Onun düsturları, her çağda tazeliğini korur ve insanlığa doğru yolu gösterir. Bu, aynı zamanda Kur’an’ın, değişen dünya şartlarına rağmen geçerliliğini koruyacak tek ilahi kitap olduğunun bir isbatıdır.
  5. Her Zorluktan Sonra Bir Kolaylık (Talak Suresi, 7)
    Hayat, zorluk ve kolaylık döngüsü üzerine kuruludur. İnsan, karşılaştığı sıkıntılar karşısında umutsuzluğa kapılabilir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de Talak Suresi’nin 7. ayeti, her zorluğun ardından bir kolaylığın geleceğini müjdeler. Bu, sadece bir teselli değil, aynı zamanda ilahi bir kanundur. Tıpkı bir çiçeğin zorlu topraklardan filizlenmesi gibi, insan da zorluklar karşısında manevi olarak güçlenir. Bu ayet, müminin asla ümidini kaybetmemesi gerektiğini, sabır ve duayla zorlukların üstesinden gelebileceğini hatırlatır. Allah, kulunun çektiği sıkıntıları bilir ve ona bir çıkış yolu sunar. Bu, tevekkülün ve Allah’a olan güvenin bir yansımasıdır.

Makale Özeti:
Bu makale, hayatın ve ahiretin hakikatini, ibret verici ve düşündürücü bir şekilde ele almaktadır.
Sabah namazının bereketli başlangıcından, namazı terk eden nesillerin acı sonuna; dünya hayatının geçici kazançlarından ahiretin gerçek kazancına; kaderin insana verdiği huzurdan Kur’an’ın ebedi düsturlarına ve son olarak da her zorluktan sonra gelen kolaylık müjdesine kadar pek çok konuyu Kur’an ayetleri ve Bediüzzaman Said Nursi’nin sözleri ışığında incelemektedir.

Makale, okuyucuya dünya hayatındaki önceliklerini gözden geçirmesi, ibadetlere sarılması, kadere teslim olması ve zorluklar karşısında umudunu yitirmemesi gerektiğini hatırlatır. Her bir mesaj, insanın manevi yolculuğunda farklı bir durak sunar ve hayatın bütünlüğü içinde derin bir anlam taşır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Gazze’de Kırılan Vicdan, Tarihin Aynasında İnsanlığın İmtihanı

Gazze’de Kırılan Vicdan, Tarihin Aynasında İnsanlığın İmtihanı

Dünya, tarihin en büyük sessiz soykırımlarından birine tanıklık ediyor. Gazze’de bir çocuğun feryadı, “Kurtar bizi, Ey Allah’ım” sözleriyle göğe yükselirken, aslında bütün insanlığın imtihanı ilan ediliyor. Bir avuç ekmek, bir damla su için ölüme sürüklenen bebeklerin gözyaşı, uygarlık naraları atan modern dünyanın maskesini yırtıyor.

Bugün İsrail, yalnız Gazze’yi değil, insanlığın onurunu da bombalıyor. Microsoft’un teknolojisinden, Amerikan silahından, Avrupa’nın sessiz onayından güç alan bu zulüm; aslında küresel ortaklığın kara bir utanç belgesi haline geldi. Bir yandan teknoloji şirketleri “etik” tartışmaları yaparken, öte yandan çocukların parçalanmış bedenleri dijital veriler gibi “bulut”larda depolanıyor.

Tarihten Bugüne İbret

Tarih boyunca zulüm, hiçbir zaman uzun ömürlü olmadı. Firavun’un Nil’e attığı masum çocukların çığlığı, Musa’nın asasıyla imparatorluğu yere serdi. Nemrud’un ateşi, İbrahim’i yakamadı. Roma’nın arenalarında parçalanan mazlumlar, gün geldi o imparatorluğu tarihin çöplüğüne gömdü. Haçlı Seferleri, Kudüs’ü kanla boyasa da İslam’ın adalet güneşiyle söndü.

Bugün Gazze’de yaşanan zulüm, aynı zulmün modern maskelerle yeniden sahneye sürülmesinden başka bir şey değildir. Dünün Firavunları, bugünün Netanyahu’sunda; dünün zalim orduları, bugünün uçak ve tanklarında; dünün putları, bugünün sahte “özgürlük ve demokrasi” sözlerinde yeniden karşımızdadır.

İbretli Bir Hakikat: Zulmün Ortağı Sessizliktir

Gazze’de akan kanın bir parçası, sessiz kalan dillerin ve kıpırdamayan ellerin mesuliyetidir. Bir Gazzeli gazetecinin dediği gibi: “Kıyamet gününde sessizliğinizin hesabını vereceksiniz. Sessizliğiniz bize savaştan daha ağır geldi.” Bu sözler, yalnız bugünün Müslümanlarına değil, bütün insanlığa bir tokat gibi inmektedir.

Çünkü zalim, zulmünü zulmüyle değil, çoğu zaman sessiz kalanın ihanetiyle büyütür. İşte bugün İslam coğrafyasında yönetimlerin bir kısmı, Kâbe’nin gölgesinde dahi “Gazze” demeyi suç sayacak kadar acizleşmiş; Batı başkentlerinde ise insan hakları nutukları atanlar, İsrail’in kanlı perdesi arkasında silah ticaretini büyütmüştür.

Hikmetli Bir Çıkış: Direnişin İki Sahibi

Bugün Gazze’yi kurtaracak olan iki güç vardır:

  1. İçteki direniş: Zulme teslim olmayan halk, Kassam mücahidinin dediği gibi, “Allah Gazze’yi terk edenleri affetmesin” diyerek, canı pahasına işgale karşı durmaktadır.
  2. Dıştaki vicdan: Dünyanın her yerinde sokağa çıkan yüzbinler, gazeteciler, aktivistler ve vicdan sahipleri, sessizliği kırarak zalimin maskesini düşürmektedir.

İşte bu iki direniş birleştiğinde, tarihin terazisi yeniden dengeye gelecek; zalimin sarayları Firavun’un sarayı gibi suya gömülecek, Nemrud’un ateşi gibi kendi kendini tüketecektir.

Sonuç: İnsanlık Vicdanı için Son Çağrı

Gazze, yalnız bir coğrafya değil; insanlığın vicdanıdır. Orada açlıktan ölen her çocuk, aslında modern çağın adaletsizliğine atılmış bir tokattır. Zulme ortak olan sessizlik, kıyamet gününde ağır bir hesap olarak karşımıza çıkacaktır.

Unutmayalım ki, Kur’an’ın uyarısı hâlâ baki:

> “Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur.” (Hud, 113)

Bugün Gazze, ümmeti ve insanlığı çağırıyor:
Kimi ses vererek, kimi dua ederek, kimi kalemiyle, kimi malıyla, kimi canıyla… Ama mutlaka bir adım atarak. Çünkü yarın, Allah soracak:

“Gazze için ne yaptın?”

@@@@@@#

Tarihten İbretli Kıssalar

  1. Firavun’un Sonu

Nil’in sularına boğulan Firavun, kendisini “rab” ilan etmişti. Musa’nın getirdiği hakikate karşı diklendi, mazlumları ezdi. Ama sonunda ordusuyla birlikte denizde boğuldu. Kur’an onun ibretlik sonunu şöyle haber verir:

> “Bugün senin cesedini kurtaracağız ki, senden sonrakilere ibret olsun.” (Yunus, 92)
Bugün Gazze’yi kuşatan Firavunvari güçler de aynı akıbete yürümektedir.

  1. Ebrehe’nin Fillere Hüsranı

Kâbe’yi yıkmak isteyen Ebrehe, ordusunu fillerle Mekke’ye yürüttü. Ancak küçücük Ebabil kuşları, gökten attıkları taşlarla o dev orduyu darmadağın etti. (Fil Suresi)
Bugün Gazze’de tanklara, uçaklara, füzelerle meydan okuyan bir avuç mücahid, Ebabil kuşlarının ruhunu taşımaktadır.

  1. Nemrud’un Ateşi

Nemrud, ateşle İbrahim’i yakmak istedi. Ama Allah, o ateşi gül bahçesine çevirdi:

> “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve selamet ol!” (Enbiya, 69)
Zalimler ateşle, bombayla mazlumları yakmak istese de Allah’ın kudretiyle o zulüm, mazlumların cennetine vesile olur.

  1. Endülüs’ün İbretli Düşüşü

Sekiz asır boyunca İslam’ın medeniyet ışığını taşıyan Endülüs, Müslümanların ihtilafı ve dağınıklığı sebebiyle Hristiyanların eline geçti. Cordoba’nın ilim meclisleri küle döndü, binlerce Müslüman sürgün edildi.
Gazze’nin çığlığı, ümmete aynı dersi veriyor: “Birlik olmazsak Endülüs gibi kaybederiz.”

  1. Haçlıların Kudüs Katliamı

1099’da Haçlılar Kudüs’ü işgal ettiğinde sokaklar Müslüman kanıyla doldu. Ama yalnız 88 yıl sonra Selahaddin Eyyubi, adalet ve merhametle Kudüs’ü yeniden fethetti. Haçlı vahşetini merhametle gölgeledi.
Bu kıssa bize şunu öğretir: Zulmün ömrü kısadır; adaletle gelen bir zafer, asırlara ışık olur.

Son Çağrı

Tarih, zalimlerin akıbetini tekrar tekrar göstermiştir. Bugün Gazze için ayağa kalkmayanlar, yarın tarih önünde Firavun’un, Ebrehe’nin, Nemrud’un yanında yazılacaktır.
Ama ses verenler, adalet için direnenler, Selahaddin’in, Musa’nın, İbrahim’in yolunda yazılacaktır.

Gazze’nin çağrısı şudur:
“Bizi unutmayın, sessiz kalmayın. Çünkü zulüm, sessizlikle büyür.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025

Hayatın Büyük Sermayesi ve Hikmetin Işığında İbret Dersi

Hayatın Büyük Sermayesi ve Hikmetin Işığında İbret Dersi

Azim Sermaye ve Ebedi Ticaret

Risale-i Nur’dan Lem’alar’da geçen “Azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedi daimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.” ifadesi, insan hayatının derin bir hikmetle dolu olduğunu hatırlatır. Bu cümle, ömrün bir nimet olarak insana verilmiş en değerli sermaye olduğunu ve bu sermayenin ebedi bir saadet için değerlendirilmesi gerektiğini vurgular. Gelin, bu düşünceyi hikmet, edebiyat, tarih, ibret ve tefekkür penceresinden ele alalım.

#### Hikmet: Bilgiyle Görülen Gerçekler
Hikmet, ilimle şekillenir ve hakikati anlamayı sağlar. “Hikmet ile iş görmek ilim ile olur” ifadesi, insanın ömrünü bilinçli bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini ortaya koyar. Ömür, bir yolculukta harcanan bir sermaye gibi düşünülebilir; her anı bir hikmet taşıyan bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan, insan, ömrünü boş yere tüketmek yerine, ilimle donanarak ve hakikat arayışında bulunarak geçirmelidir. Hikmet, sadece bilgiyi değil, bu bilginin hayatı anlamlandırma sanatını da içerir.

#### Edebiyat: İnayetin ve Lütfun Dili
Edebiyat, insan ruhuna hitap eden bir ayna gibidir. “İnayetkârane, lütufkârane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar” ifadesi, edebi bir üslupla kainatın her bir parçasında bir düzen ve merhamet olduğunu anlatır. Şiirsel bir dille, her yaprakta, her damlada bir ilahi lütuf gizlidir. Ömür, bu lütfu fark ederek ve şükrederek geçirilirse, insan kendi hikayesini ebedi bir güzellikte yazabilir. Edebiyat, bu bilinçle kalbe dokunarak ömrün değerini hissettirir.

#### Tarih: İnsanın Yaratılışındaki Büyük Plan
Tarih, insanlığın ömrünü ve çabalarını gözler önüne seren bir kitaptır. “Makine-i insaniyede yüzler âlet var. Her birinin elemî ayır, lezzetî ayır, vazifesi ayır, mükâfatı ayırdır. Âdetâ insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esmâ-i ilahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var” ifadesi, insanın yaratılışındaki eşsiz tasarımı işaret eder. Tarih boyunca, büyük medeniyetler, bu sermayeyi nasıl kullandıklarıyla anılmıştır. Ömür, tarih sahnesinde bir iz bırakmak için bir fırsattır; bu iz, ilahi isimlerin tecellisiyle anlam kazanır.

#### İbret: Ömür ve Hesap Günü
İbret, geçmişten ders çıkarmaktır. “Kıyamet günü için, Adalet terazileri kuracağız. Öyle ki, hiç bir kimseye, zerre kadar zulmedilmeyecek. Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak Biz yeteriz” ayeti, ömrün her anının bir gün hesaba çekileceğini hatırlatır. İbret alınmazsa, bu sermaye boşa harcanır. Tarihteki kavimlerin helakı, ömürlerini yanlış yerde kullanmalarının bir sonucudur. Bu, insana derin bir tefekküre davetiye çıkarır.

#### Tefekkür: Latif ve Habir Olan Yaratıcı
Tefekkür, insanın kendi varlığını ve ömrünü sorgulamasıdır. “O, yarattığını bilmez mi? O, Latîf’tir, Habîr’dir” ayeti, her şeyin bir bilginin ve merhametin ürünü olduğunu gösterir. Ömür, bu Latif ve Habir olan Yaratıcı’nın bir emanetidir. Tefekkür eden insan, her nefeste bu emanetin değerini kavrar ve onu ebedi saadet için harcamaya özen gösterir. Doğa, bir ağacın dalları arasında uzanan yol gibi, insanı bu hakikate yönlendirir.

#### Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan “Azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedi daimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür” ifadesini merkeze alarak ömrün hikmetli bir nimet olduğunu ele aldı. Hikmetle ilimle şekillenmesi, edebiyatla ruha dokunması, tarihte bir iz bırakması, ibretle ders çıkarılması ve tefekkürle anlam kazanması gerektiği vurgulandı. Ömür, bilinçli kullanıldığında ebedi saadete giden bir köprü olur; aksi halde, hesaba çekileceği bir yük haline gelir. Bu düşünceler, birbirine uyum içinde, insanı derin bir farkındalığa davet eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 18th, 2025

Yaratılışın Hikmeti ve İnsan Vazifesi

Yaratılışın Hikmeti ve İnsan Vazifesi

Erzak Sarayı ve Kaçışsız Gerçek

Risale-i Nur Külliyatı’ndan “Sözler” risalesinde geçen ifade, kainatın bir erzak deposu olarak insanın hizmetine sunulduğunu ve bu nimetlerden kaçış olmadığını anlatır: “Yani, size ağaçtan meyveyi ve ateşi ve ottan erzakı ve hububu ve topraktan hayvanatı ve nebatatı verdiği gibi zemini size hoş her bir erzakınızın içinde konulmuş bir beşik ve âlemi, güzel ve bütün levazımatınızın içinde bulunan bir saray yapan bir zattan kaçıp, başıboş kalıp, ademe gidip saklanılmaz. Vazifeniz olup, kabre girip, uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız.”
Bu söz, insanın başıboş olmadığını, her nimetin bir vazife yüklediğini hatırlatır. Gelin, bu hakikati hikmet, edebiyat, tarih, ibret ve tefekkür açısından inceleyelim, her biri kendi açısından derinleşerek bütünlük oluştursun.

#### Hikmet: Kainatın Düzeni ve İnsan Nizamı

Hikmet, her şeyin bir amaçla yaratıldığını gösterir. Kainat, bir misafirhane gibi düzenlenmiştir; ağaçlar meyve verir, toprak hayvan ve bitki üretir, her şey insanın ihtiyaçlarına göre tasarlanmıştır. “Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?” ifadesi, bu düzeni anlatır. Hikmet nazarıyla bakıldığında, insan da bu nizamın bir parçasıdır; vazifesi, bu nimetleri şükürle karşılamak ve Yaratıcı’ya itaat etmektir. Başıboşluk, hikmetin reddidir ve kainatın dengesini bozar. Bu bakış, insanı sorumsuzluktan kurtarır, her nefesi bir hikmet fırsatı kılar.

#### Edebi: Nimetlerin Şiirsel Sarayı
Edebiyat, kainatı bir şiir gibi tasvir eder. Âlem, “güzel ve bütün levazımatınızın içinde bulunan bir saray” olarak tasvir edilir; ağaçlar meyve dallarıyla, toprak bereketiyle süslenmiş bir mekan. Bu edebi üslup, insanın bu sarayda bir misafir olduğunu, kaçışın imkansızlığını anlatır.
“Kur’an kulübe kut ve gıda ve ukule kuvvet ve gınadır ve ruha mâ ve ziyâ ve nüfusa devâ ve şifâ olduğundan usandırmaz” sözü, Kur’an’ı edebi bir kaynak olarak sunar; o, ruhun şiiri, kalbin ilhamıdır. Edebi bir dille, kabir bir uyku yeri değil, uyanış kapısıdır; insan, bu saraydan ademe kaçamaz, çünkü her nimet bir mısra gibi vazife çağrısıdır.

#### Tarihi: Geçmişten Gelen Dersler ve Ebedi Sultan
Tarih, insanlığın bu hakikatle yüzleşmesini kaydeder. Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde, tarih bir ayna gibidir; eski medeniyetler, nimetleri başıboşça harcayanların akıbetini gösterir.
“Sultan-ı Ezelî’ye iman ile intisab eden ve amel-i sâlih ile itaat eden bir insan, şu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkeza kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hududlarından berk ve burak sür’atinde geçer. Tâ saadet-i ebediyeyi bulur” ifadesi, tarihi bir perspektiften imanın gücünü anlatır. Tarih boyunca, peygamberler ve salihler bu vazifeyi yerine getirerek ebedi saadete ulaşmış; başıboşlar ise helak olmuştur. Bu, insanı tarihi bir yolculuğa çıkarır, geçmişten bugüne nimetlerin hesabını sorar.

#### İbret: Kaçışsız Hesap ve Kabir Gerçeği
İbret, yaşananlardan ders çıkarmaktır. Kainatın erzak sarayından kaçış yoktur; “kabire girip, uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız” uyarısı, ölümü bir son değil, bir geçiş olarak gösterir. Tarihteki ibretlik olaylar, gibi firavunların mumyaları veya unutulmuş medeniyetlerin kalıntıları, başıboşluğun boşunalığını isbatlar. Bu ifade, insanı uyarır: Nimetler verilmişse, vazife de vardır; ademe sığınmak, kabirde huzursuzluk getirir. İbret nazarıyla, her nimet bir emanettir; onu başıboş harcamak, ebedi pişmanlığa yol açar. Bu, okuyucuyu derin bir muhasebeye davet eder, hayatın geçiciliğini somutlaştırır.

#### Düşündürücü: Tefekkür ve Ebedi Saadet
Düşündürücü yön, tefekkürü teşvik eder. “Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle gukurlara sukut etmeyeceklerdir” sözü, tefekkürü bir kalkan olarak sunar. İnsan, bu sarayda başıboş mu, yoksa vazifeli mi? Tefekkür, nimetlerin kaynağını sorgulatır; ağaçtan meyve, topraktan hayat veren Zat’tan kaçış mümkün mü? Bu düşünce, insanı ebedi saadete yönlendirir; iman ve amel-i salih, kabir ötesi âlemleri aşmanın anahtarıdır. Düşündürücü bir bakışla, hayat bir sınavdır; başıboşluk, en büyük yanılmadır.

#### Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan “size ağaçtan meyveyi… rahat yatamazsınız” ifadesini temel alarak, kainatın bir erzak sarayı olduğunu ve insanın başıboş olmadığını ele aldı. Hikmetle düzenin, edebiyatla güzelliğin, tarihle derslerin, ibretle uyarıların ve tefekkürle sorgulamanın altını çizdi. Her bölüm, bütünlük içinde vazifeyi anlatır: Nimetler kaçışsız bir sorumluluk getirir, imanla ebedi saadete ulaştırır. Bu hakikat, insanı derin bir farkındalığa çağırır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 18th, 2025