Fani Dünyadan Baki Âleme Uzanan Bir Yolculuk

Fani Dünyadan Baki Âleme Uzanan Bir Yolculuk

İnsan, varoluşun en karmaşık ve en anlam arayışında olan canlısıdır. Bu arayış, genellikle “Ben kimim?” ve “Bu dünyadaki amacım ne?” gibi temel sorularla başlar. Bu sorulara verilecek cevaplar, bir bireyin tüm hayatını şekillendirir. Said Nursi’nin eserleri, bu sorulara derinlikli ve hikmetli cevaplar sunar ve insanın fani bir hayattan ebedi bir âleme uzanan yolculuğunu anlamlandırır.

Hayatı Gaye-i Hayal Olarak Görmek

İnsan, hayatını sadece geçici zevkler ve dünya nimetleri üzerine kurarsa, kendini dar bir daire içinde bulur ve boğulur.
“İnsan, enaniyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir dâire içinde boğulur, gider.”
Bu metin, insanın sahip olduğu bütün yeteneklerin, ona sadece dünyevi bir hayat için verilmediğini anlatır. Gözü, kulağı, kalbi ve diğer tüm duyguları, bu geçici lezzetler için kullanıldığında âdeta birer şikâyetçi ve davacıya dönüşür. Bu durum, insanın fıtratına aykırıdır; zira insan, dünyaya sınırsız bir potansiyel ve ebediyet arayışıyla gelmiştir. Bu arayış, ona verilen her bir organ ve duyguyla desteklenir.

كل نفس ذائقة الموت ve Kâinatın Dönüşümü
İnsanoğlunun en büyük gerçeği, kaçınılmaz bir son olan ölümdür. Kur’an’ın “Her nefis ölümü tadacaktır.” (كل نفس ذائقة الموت) ayeti, sadece insanların değil, aynı zamanda kâinatın da bir nefs olduğunu ve bir gün öleceğini, yani dönüşeceğini işaret eder.
“Nev-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir, baki bir surete girmek için o da ölecek.”
Bu ibretli bakış açısı, ölümü bir son değil, daha yüksek bir varoluş seviyesine geçiş için bir başlangıç olarak görür. İnsanın bedeni toprağa karışsa da, ruhu ebedi bir hayata doğru yol alır. Aynı şekilde, dünya da kıyametle birlikte “ölür” ve ahiret suretine girer. Bu döngü, hayatın tesadüfi değil, ilahi bir planın parçası olduğunu gösterir.

İman ve Salih Amelle Terakki

Peki, bu fani dünyada nasıl yaşanmalı ve ebediyete nasıl hazırlanılmalıdır?

Kur’an-ı Kerim’deki وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ (İncir ve Zeytin) Tin suresi bu soruya derin bir hikmetle cevap verir.
Cenab-ı Hak, incir ve zeytin gibi mübarek meyveler üzerinden, insanın en alçak dereceden en yüksek makama (tâ a’lâ-yı illiyyîne) nasıl yükselebileceğine işaret eder. İnsanın bu manevi yükselişi, “şükür ve fikir ve iman ve amel-i salih” ile gerçekleşir. Yani insan, düşünerek, şükrederek, imanını sağlamlaştırarak ve iyi ameller işleyerek esfel-i sâfilîn (aşağıların aşağısı) makamından a’lâ-yı illiyyîne (yücelerin yücesi) makamına terakki edebilir. Bu, her bir insanın içinde saklı olan ilahi potansiyelin bir göstergesidir.

Davaya Sadakat ve Sorumluluk Bilinci

Yaşam, sadece bireysel bir yolculuk değildir; aynı zamanda bir sorumluluk ve cemaat bilinci gerektirir. Çocuklara namaz gibi ibadetlerin öğretilmesi, bu sorumluluğun en temel adımlarından biridir.
“Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlara peder ve vâlideleri onları alıştırmak için, teşvikkârâne emretmek…” Bu, dini eğitimin sadece katı kurallardan ibaret olmadığını, aksine sevgi ve teşvikle aşılanması gereken bir terbiye olduğunu gösterir. Çocuk, bu eğitimle gelecekteki hayatına yön verecek manevi bir temel kazanır.

Son olarak, başkalarının yanlış yolları (dalaletleri), bizim kendi doğru yolumuza (hidayetimize) zarar vermemelidir.

“Başkasının dalaleti sizin Hidayetinize zarar etmez.”
Bu, başkalarının hatalarıyla meşgul olmak yerine, kendi inancımıza ve amellerimize odaklanmamız gerektiğini anlatır. Zira zarara rıza gösterene merhamet edilmez. Bu ilke, kişisel sorumluluğun ve manevi olgunluğun bir göstergesidir. Kendi yolunu aydınlatmak, başkasının yolunu karartmaya çalışmaktan daha hikmetlidir.

Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan metinler doğrultusunda, insan hayatının amacını ve bu yolda izlenmesi gereken adımları ele almaktadır. İnsanın hayatını sadece dünyevi zevkler üzerine kurması, onu dar bir alanda boğar ve sahip olduğu yetenekleri heba eder.
Ölüm, bir son değil, ebedi hayata bir geçiş kapısıdır ve kâinat da bu döngünün bir parçasıdır.
Bu yolculukta insan, şükür, fikir, iman ve salih amellerle manevi olarak yükselebilir. Bu yükselişin temeli, çocukluktan itibaren doğru bir manevi eğitimle atılır ve başkalarının hatalarıyla değil, kendi sorumluluk bilinciyle hareket etmekle devam eder.
Bu ilkeler, insanın fani dünyadan baki âleme uzanan anlamlı ve ibretli bir yolculuk yapmasına rehberlik eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 24th, 2025

Fani Dünyadan Baki Âleme Uzanan Bir Yolculuk

Fani Dünyadan Baki Âleme Uzanan Bir Yolculuk

İnsan, varoluşun en karmaşık ve en anlam arayışında olan canlısıdır. Bu arayış, genellikle “Ben kimim?” ve “Bu dünyadaki amacım ne?” gibi temel sorularla başlar. Bu sorulara verilecek cevaplar, bir bireyin tüm hayatını şekillendirir. Said Nursi’nin eserleri, bu sorulara derinlikli ve hikmetli cevaplar sunar ve insanın fani bir hayattan ebedi bir âleme uzanan yolculuğunu anlamlandırır.

Hayatı Gaye-i Hayal Olarak Görmek

İnsan, hayatını sadece geçici zevkler ve dünya nimetleri üzerine kurarsa, kendini dar bir daire içinde bulur ve boğulur.
“İnsan, enaniyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir dâire içinde boğulur, gider.”
Bu metin, insanın sahip olduğu bütün yeteneklerin, ona sadece dünyevi bir hayat için verilmediğini anlatır. Gözü, kulağı, kalbi ve diğer tüm duyguları, bu geçici lezzetler için kullanıldığında âdeta birer şikâyetçi ve davacıya dönüşür. Bu durum, insanın fıtratına aykırıdır; zira insan, dünyaya sınırsız bir potansiyel ve ebediyet arayışıyla gelmiştir. Bu arayış, ona verilen her bir organ ve duyguyla desteklenir.

كل نفس ذائقة الموت ve Kâinatın Dönüşümü
İnsanoğlunun en büyük gerçeği, kaçınılmaz bir son olan ölümdür. Kur’an’ın “Her nefis ölümü tadacaktır.” (كل نفس ذائقة الموت) ayeti, sadece insanların değil, aynı zamanda kâinatın da bir nefs olduğunu ve bir gün öleceğini, yani dönüşeceğini işaret eder.
“Nev-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir, baki bir surete girmek için o da ölecek.”
Bu ibretli bakış açısı, ölümü bir son değil, daha yüksek bir varoluş seviyesine geçiş için bir başlangıç olarak görür. İnsanın bedeni toprağa karışsa da, ruhu ebedi bir hayata doğru yol alır. Aynı şekilde, dünya da kıyametle birlikte “ölür” ve ahiret suretine girer. Bu döngü, hayatın tesadüfi değil, ilahi bir planın parçası olduğunu gösterir.

İman ve Salih Amelle Terakki

Peki, bu fani dünyada nasıl yaşanmalı ve ebediyete nasıl hazırlanılmalıdır?

Kur’an-ı Kerim’deki وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ (İncir ve Zeytin) Tin suresi bu soruya derin bir hikmetle cevap verir.
Cenab-ı Hak, incir ve zeytin gibi mübarek meyveler üzerinden, insanın en alçak dereceden en yüksek makama (tâ a’lâ-yı illiyyîne) nasıl yükselebileceğine işaret eder. İnsanın bu manevi yükselişi, “şükür ve fikir ve iman ve amel-i salih” ile gerçekleşir. Yani insan, düşünerek, şükrederek, imanını sağlamlaştırarak ve iyi ameller işleyerek esfel-i sâfilîn (aşağıların aşağısı) makamından a’lâ-yı illiyyîne (yücelerin yücesi) makamına terakki edebilir. Bu, her bir insanın içinde saklı olan ilahi potansiyelin bir göstergesidir.

Davaya Sadakat ve Sorumluluk Bilinci

Yaşam, sadece bireysel bir yolculuk değildir; aynı zamanda bir sorumluluk ve cemaat bilinci gerektirir. Çocuklara namaz gibi ibadetlerin öğretilmesi, bu sorumluluğun en temel adımlarından biridir.
“Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlara peder ve vâlideleri onları alıştırmak için, teşvikkârâne emretmek…” Bu, dini eğitimin sadece katı kurallardan ibaret olmadığını, aksine sevgi ve teşvikle aşılanması gereken bir terbiye olduğunu gösterir. Çocuk, bu eğitimle gelecekteki hayatına yön verecek manevi bir temel kazanır.

Son olarak, başkalarının yanlış yolları (dalaletleri), bizim kendi doğru yolumuza (hidayetimize) zarar vermemelidir.

“Başkasının dalaleti sizin Hidayetinize zarar etmez.”
Bu, başkalarının hatalarıyla meşgul olmak yerine, kendi inancımıza ve amellerimize odaklanmamız gerektiğini anlatır. Zira zarara rıza gösterene merhamet edilmez. Bu ilke, kişisel sorumluluğun ve manevi olgunluğun bir göstergesidir. Kendi yolunu aydınlatmak, başkasının yolunu karartmaya çalışmaktan daha hikmetlidir.

Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan metinler doğrultusunda, insan hayatının amacını ve bu yolda izlenmesi gereken adımları ele almaktadır. İnsanın hayatını sadece dünyevi zevkler üzerine kurması, onu dar bir alanda boğar ve sahip olduğu yetenekleri heba eder.
Ölüm, bir son değil, ebedi hayata bir geçiş kapısıdır ve kâinat da bu döngünün bir parçasıdır.
Bu yolculukta insan, şükür, fikir, iman ve salih amellerle manevi olarak yükselebilir. Bu yükselişin temeli, çocukluktan itibaren doğru bir manevi eğitimle atılır ve başkalarının hatalarıyla değil, kendi sorumluluk bilinciyle hareket etmekle devam eder.
Bu ilkeler, insanın fani dünyadan baki âleme uzanan anlamlı ve ibretli bir yolculuk yapmasına rehberlik eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 24th, 2025

Fani Dünyadan Baki Âleme Uzanan Bir Yolculuk

Fani Dünyadan Baki Âleme Uzanan Bir Yolculuk

İnsan, varoluşun en karmaşık ve en anlam arayışında olan canlısıdır. Bu arayış, genellikle “Ben kimim?” ve “Bu dünyadaki amacım ne?” gibi temel sorularla başlar. Bu sorulara verilecek cevaplar, bir bireyin tüm hayatını şekillendirir. Said Nursi’nin eserleri, bu sorulara derinlikli ve hikmetli cevaplar sunar ve insanın fani bir hayattan ebedi bir âleme uzanan yolculuğunu anlamlandırır.

Hayatı Gaye-i Hayal Olarak Görmek

İnsan, hayatını sadece geçici zevkler ve dünya nimetleri üzerine kurarsa, kendini dar bir daire içinde bulur ve boğulur.
“İnsan, enaniyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir dâire içinde boğulur, gider.”
Bu metin, insanın sahip olduğu bütün yeteneklerin, ona sadece dünyevi bir hayat için verilmediğini anlatır. Gözü, kulağı, kalbi ve diğer tüm duyguları, bu geçici lezzetler için kullanıldığında âdeta birer şikâyetçi ve davacıya dönüşür. Bu durum, insanın fıtratına aykırıdır; zira insan, dünyaya sınırsız bir potansiyel ve ebediyet arayışıyla gelmiştir. Bu arayış, ona verilen her bir organ ve duyguyla desteklenir.

كل نفس ذائقة الموت ve Kâinatın Dönüşümü
İnsanoğlunun en büyük gerçeği, kaçınılmaz bir son olan ölümdür. Kur’an’ın “Her nefis ölümü tadacaktır.” (كل نفس ذائقة الموت) ayeti, sadece insanların değil, aynı zamanda kâinatın da bir nefs olduğunu ve bir gün öleceğini, yani dönüşeceğini işaret eder.
“Nev-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir, baki bir surete girmek için o da ölecek.”
Bu ibretli bakış açısı, ölümü bir son değil, daha yüksek bir varoluş seviyesine geçiş için bir başlangıç olarak görür. İnsanın bedeni toprağa karışsa da, ruhu ebedi bir hayata doğru yol alır. Aynı şekilde, dünya da kıyametle birlikte “ölür” ve ahiret suretine girer. Bu döngü, hayatın tesadüfi değil, ilahi bir planın parçası olduğunu gösterir.

İman ve Salih Amelle Terakki

Peki, bu fani dünyada nasıl yaşanmalı ve ebediyete nasıl hazırlanılmalıdır?

Kur’an-ı Kerim’deki وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ (İncir ve Zeytin) Tin suresi bu soruya derin bir hikmetle cevap verir.
Cenab-ı Hak, incir ve zeytin gibi mübarek meyveler üzerinden, insanın en alçak dereceden en yüksek makama (tâ a’lâ-yı illiyyîne) nasıl yükselebileceğine işaret eder. İnsanın bu manevi yükselişi, “şükür ve fikir ve iman ve amel-i salih” ile gerçekleşir. Yani insan, düşünerek, şükrederek, imanını sağlamlaştırarak ve iyi ameller işleyerek esfel-i sâfilîn (aşağıların aşağısı) makamından a’lâ-yı illiyyîne (yücelerin yücesi) makamına terakki edebilir. Bu, her bir insanın içinde saklı olan ilahi potansiyelin bir göstergesidir.

Davaya Sadakat ve Sorumluluk Bilinci

Yaşam, sadece bireysel bir yolculuk değildir; aynı zamanda bir sorumluluk ve cemaat bilinci gerektirir. Çocuklara namaz gibi ibadetlerin öğretilmesi, bu sorumluluğun en temel adımlarından biridir.
“Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlara peder ve vâlideleri onları alıştırmak için, teşvikkârâne emretmek…” Bu, dini eğitimin sadece katı kurallardan ibaret olmadığını, aksine sevgi ve teşvikle aşılanması gereken bir terbiye olduğunu gösterir. Çocuk, bu eğitimle gelecekteki hayatına yön verecek manevi bir temel kazanır.

Son olarak, başkalarının yanlış yolları (dalaletleri), bizim kendi doğru yolumuza (hidayetimize) zarar vermemelidir.

“Başkasının dalaleti sizin Hidayetinize zarar etmez.”
Bu, başkalarının hatalarıyla meşgul olmak yerine, kendi inancımıza ve amellerimize odaklanmamız gerektiğini anlatır. Zira zarara rıza gösterene merhamet edilmez. Bu ilke, kişisel sorumluluğun ve manevi olgunluğun bir göstergesidir. Kendi yolunu aydınlatmak, başkasının yolunu karartmaya çalışmaktan daha hikmetlidir.

Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan metinler doğrultusunda, insan hayatının amacını ve bu yolda izlenmesi gereken adımları ele almaktadır. İnsanın hayatını sadece dünyevi zevkler üzerine kurması, onu dar bir alanda boğar ve sahip olduğu yetenekleri heba eder.
Ölüm, bir son değil, ebedi hayata bir geçiş kapısıdır ve kâinat da bu döngünün bir parçasıdır.
Bu yolculukta insan, şükür, fikir, iman ve salih amellerle manevi olarak yükselebilir. Bu yükselişin temeli, çocukluktan itibaren doğru bir manevi eğitimle atılır ve başkalarının hatalarıyla değil, kendi sorumluluk bilinciyle hareket etmekle devam eder.
Bu ilkeler, insanın fani dünyadan baki âleme uzanan anlamlı ve ibretli bir yolculuk yapmasına rehberlik eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 24th, 2025

İnsanın Aynası: Eylemler, Vefa ve Kader Karşısındaki Duruş

İnsanın Aynası: Eylemler, Vefa ve Kader Karşısındaki Duruş

İnsanlık tarihi, sürekli bir arayışın, sorgulamanın ve varoluş soruların cevaplarını bulma çabasının hikayesidir. Bu arayışta, insan kendi benliğini, eylemlerinin sonuçlarını, yaşadığı acıları ve sahip olduğu değerleri anlamaya çalışır.

  1. Eylemlerin Sesiz Şahitliği: Kıyamet Günü

Yasin Suresi’nin 65. ayetinde dile getirilen “O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.” ifadesi, en çarpıcı mesajlardan birini barındırır. Bu ayet, hesap gününün sarsıcı ve kaçınılmaz bir gerçeği olduğunu anlatır. İnsan, dünyada yaptığı her eylemin bir kayda geçirildiğini ve ahirette bu eylemlerin bizzat bedeni uzuvları tarafından şahitlik edilerek ortaya konulacağını öğrenir.
Bu ilahi mesaj, insanı sadece sözlü ifadelerinden değil, aynı zamanda bedeninin her bir hareketinden sorumlu kılar. Tarihte, bu inanç birçok medeniyette ahlaki davranışların temelini oluşturmuştur. Örneğin, İslam alimleri, bu ayeti referans göstererek, nefsin muhasebesi üzerinde durmuş, insanın her anını bir imtihan olarak görmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Bu inanç, bireyleri dürüstlüğe, adalete ve iyiye yönlendirirken, kötü eylemlerden kaçınmaya teşvik etmiştir. Zira insan, en gizli kalacağını düşündüğü eylemlerinin bile bir gün kendi uzuvları tarafından açığa çıkarılacağını bilmelidir. Bu, sadece dinî bir inanç değil, aynı zamanda insanın kendi benliğiyle yüzleşmesini gerektiren derin bir hikmettir.

  1. Kader Karşısında Vefa ve İman Duruşu

Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye’sinden alıntılanan söz, insanın kader karşısındaki tavrını ele alır. “Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman, İnnâ lillâhi ve İnnâ ileyhi râciûn söyle…” sözü, insanın zor zamanlarda neye sığınması gerektiğini gösterir. Musibetler, hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır. Ancak bu zorluklar karşısında üzülmek ve çaresiz kalmak yerine, “Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz” diyerek imana sarılmak ve gerçek merci olan Yüce Yaratıcı’ya yönelmek, kişiye derin bir huzur verir.
Bu düşünce, tarihi süreçte pek çok alim ve mutasavvıf tarafından anlatılmıştır. Musibetleri birer sınav olarak görenler, onları birer olgunlaşma ve manevi yükseliş vesilesi olarak değerlendirmişlerdir. Bu anlayış, insanı acizlikten kurtararak, deruni bir kuvvet kazanmasını sağlar. Sadece fiziksel değil, aynı zamanda manevi bir bağ kurarak, insanı musibetlerin getirdiği umutsuzluktan korur ve ona her durumda bir çıkış yolu olduğunu hatırlatır.

  1. Vefa: Hayvanlardan Öğrenilen Derin Ders

Yaşanmış olaylardan olan sahibinin ölmesiyle Mezarlıkta yatan bir köpeğin insana hatırlattığı en önemli bir vefa örneğidir.
Bu durum Vefa duygusunun ne kadar değerli ve anlamlı olduğunu güçlü bir şekilde ifade eder.
Vefa, birine bağlı kalmak, onu zor zamanlarda terk etmemek ve iyiliğini unutmamaktır.
Bu hayvanların bu erdemi, sözlerle değil, davranışlarıyla en saf şekilde sergileyebildiğini gösterir.
Tarih boyunca, insan ve hayvan arasındaki vefa bağını anlatan sayısız hikaye ve efsane mevcuttur.
Örneğin, Hachiko adlı Japon köpeğinin, her gün sahibini tren istasyonunda beklemesi ve sahibi öldükten sonra da bu davranışını yıllarca sürdürmesi, vefanın en dokunaklı örneklerinden biridir.
Bu tür hikayeler, insanlara unuttukları veya göz ardı ettikleri değerleri hatırlatır. İnsanın modern dünyada vefa duygusunu zaman zaman yitirmesi, bu tür ibretlik örneklerin önemini daha da artırır. Vefa, sadece insan ilişkilerinde değil, aynı zamanda tabiata ve tüm canlılara karşı da gösterilmesi gereken temel bir ahlaki değerdir.

  1. Günahın Ekosistemi: Tabiat ve İnsanın Ortak Kaderi

Emirdağ Lahikası’ndan alıntılanan metinde, günahların ve zulümlerin sadece insanları değil, tüm ekosistemi nasıl olumsuz etkilediğini anlatır.
Deniz dibindeki balıkların bile günahkâr ve zalimlerden şikayet etmesi ve bu yüzden yağmurun azalmasından yakınmaları, çarpıcı bir metafordur. Bu, insanın eylemlerinin sonuçlarının sadece bireysel veya toplumsal düzeyde kalmadığını, tüm tabiata yayıldığını gösterir.
Bu düşünce, çağımızda giderek daha fazla önem kazanan çevre bilinci ve ekolojik denge konularıyla yakından ilişkilidir. Endüstriyel kirlilik, orman tahribatı ve doğal kaynakların israfı gibi günümüz problemleri, bu sözün ne kadar haklı olduğunu isbatlar niteliktedir.
Tarihte, bazı toplumlar doğayla uyum içinde yaşarken, bazıları doğayı tahrip ederek kendi sonlarını hazırlamışlardır.
Bu metin, günahın sadece manevi bir yozlaşma değil, aynı zamanda somut ve fiziksel sonuçları olan bir eylem olduğunu hatırlatır. İnsanların işlediği zulümler, masum hayvanların ve tüm doğanın da azap çekmesine neden olur. Bu, insanlara sadece kendi kurtuluşları için değil, aynı zamanda tüm varlık aleminin huzuru için de ahlaklı ve sorumlu davranmaları gerektiğini gösterir.

Makalenin Özeti
Bu dört metin, insanın varoluş yolculuğunda önemli durakları temsil eder.
İlk olarak, hesap gününde her eylemin bir karşılığının olacağı ve insanın uzuvlarının bile şahitlik edeceği gerçeği anlatılır.
İkinci olarak, kader karşısında iman ve tevekkülün önemi belirtilerek, musibetlerin bir olgunlaşma aracı olduğu mesajı verilir.
Üçüncü olarak, vefa gibi temel bir değerin, hayvanların sadakati üzerinden ne kadar güçlü bir şekilde ifade edilebileceği gösterilir.
Son olarak, günah ve zulümlerin sadece insanları değil, tüm doğayı etkileyen ve ekolojik dengeyi bozan sonuçları olduğu anlatılır. Bu makale, insanın kendisi, çevresi ve Yaratıcısı ile olan ilişkisinin derinliğini ve her bir eylemin zincirleme reaksiyonla tüm varlık alemini etkilediğini ortaya koyar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 24th, 2025

Ahiret Odaklı Yaşamın Anlamı ve Yaratılışın Tezahürleri

Ahiret Odaklı Yaşamın Anlamı ve Yaratılışın Tezahürleri

İnsan, varoluşun en karmaşık ve en anlam arayışında olan canlısıdır. Bu arayış, genellikle “Ben kimim?” ve “Bu dünyadaki amacım ne?” gibi temel sorularla başlar. Yüzyıllar boyunca farklı medeniyetler ve düşünce akımları bu sorulara çeşitli cevaplar sunmuştur. Ancak, İslam düşüncesinde, özellikle de Risale-i Nur’da bu sorulara benzersiz ve derinlikli cevaplar verilir. Bu cevaplar, hem bireyin hem de kâinatın manevi haritasını çizer.

Cennet-i Ebediyye’yi Amaç Edinmek

Risale-i Nur, bu fani ve geçici dünya hayatını, ahiret hayatı için bir vesile ve bir tarla olarak görmeyi öğütler.
“Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen… Cenâb-ı Hakk’ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.”
Bu ifadede, ahiret hayatını ana hedef olarak belirlemenin, insanı hayvanattan ayıran ve onu yüce bir makama taşıyan bir adım olduğu belirtilir. Fani olan bu dünyayı bir gaye haline getirmek, Kur’an’ın bir talebesine yakışmayacak bir gaflettir. Zira Kur’an, hakiki bir talebesine ebedi bir cenneti bile amaç edindirmemiştir. O halde, bu geçici dünyayı amaç edinmek nasıl mümkün olabilir?
Bu anlayış, hayatın sadece dünyevi zevkler ve geçici başarılar üzerine kurulu olmadığını, aksine her anın ebedi bir karşılığı olabilecek bir potansiyel taşıdığını gösterir. Bu fani dünya, tıpkı bir ekim alanı gibi, ahiret hayatının meyvelerini toplamak için kullanılır. Bu bakış açısı, insana karşılaştığı zorluklarda sabır, elde ettiği nimetlerde şükür ve yaşadığı her anda bir anlam bulma gücü verir.

İnsanın Mahiyeti ve Kudret-i İlâhiyyeye İltica

İnsanın bu dünyadaki temel vazifesi, sadece bir gaye peşinde koşmak değildir. Aynı zamanda kendi acizliğini, zaafını, fakrını ve kusurlarını idrak ederek Yaratıcı’sına yönelmektir. “Nübüvvet, gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı ilâhiye ile ve secâyâ-yı hasene ile tahallük etmekle beraber, +acizini bilip kudret-i ilâhiyeye iltica… +kusurunu görüp aff-ı ilâhîye istiğfar…”
Bu metin, peygamberlerin tebliğ ettiği temel insanlık gayesinin, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak olduğunu belirtir. Bu ahlakın en önemli unsurlarından biri ise insanın kendi acizliğini, kusurlarını ve eksiklerini kabul etmesidir.
Bu kabulleniş, bir aşağılanma değil, aksine bir yücelme vesilesidir. Kendi gücünün sınırlı olduğunu gören insan, sınırsız kudretin sahibine sığınır. Kendi zaafını fark eden, Allah’ın sonsuz kuvvetinden yardım ister. Kendi fakirliğini anlayan, İlahi rahmetin zenginliğine itimat eder. Bu yöneliş, insanı kibirden arındırır ve onu Rabbine yaklaştırır. Böylece insan, bir “kul” olmanın anlamını kavrar ve hayatına derin bir teslimiyet ve huzur dolar.

Yaratılışın Tecellileri: İsimler ve Sıfatlar

Bu dünya, sadece bir ekim tarlası değil, aynı zamanda Allah’ın isim ve sıfatlarının bir sergisidir. Her bir canlı varlık, O’nun isimlerinin tecellisine mazhardır.
“Her bir zîhayat, çok isim ve sıfatların tecellisine mazhardır.” Bir canlı dünyaya geldiğinde, “Bari” isminin cilvesiyle vücut bulur. Şeklini alırken “Musavvir” isminin, gıdalandığında “Rezzak” isminin, hastalandığında şifa bulduğunda ise “Şâfî” isminin tecellisini gösterir.
Bu tarihi ve ibretli bakış açısı, varoluşu rastlantılı bir olaylar zinciri olarak değil, aksine her detayı planlanmış ve her aşaması ilahi isimlerle nakşedilmiş bir sanat eseri olarak görmemizi sağlar. Her bir canlı, bu sanatın bir parçasıdır ve üzerinde Yaratıcının mührünü taşır. Bu farkındalık, insana kâinata bakarken derin bir tefekkür ve hayranlık duygusu kazandırır. Evrendeki her şey, Allah’ın sınırsız ilim, irade ve kudretini fısıldar.

Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan alınan metinler ışığında, insan hayatının anlamını üç temel noktada ele alır: ahireti gaye edinmek, insanın kendi acizliğini idrak etmesi ve kâinatın Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecelligâhı olduğunu anlamak. Bu fani dünya, ahiret hayatına hazırlık için bir ekim tarlasıdır. Bu anlayış, insanı geçici zevklerin ötesine taşıyarak ebedi bir makama hazırlar. İnsan, kendi acizliğini ve eksiklerini bilerek Yaratıcısına sığınır ve bu teslimiyetle gerçek güce ve huzura ulaşır.
Son olarak, evrendeki her varlık, Allah’ın isimlerinin bir yansımasıdır ve bu tecelliler, kâinatın derin bir anlam taşıdığını ve rastlantılı olmadığını gösterir. Bu üç temel ilke, insanın dünya hayatını bir amaçsızlık girdabından çıkararak, onu anlamlı, ibretli ve düşündürücü bir yolculuğa dönüştürür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 24th, 2025

İlahi Mesajların Işığında: Cana Kıymak, Sessizlik ve Ahlaki Sorumluluk

İlahi Mesajların Işığında: Cana Kıymak, Sessizlik ve Ahlaki Sorumluluk

Binlerce yıllık kutsal metinler, insan hayatının kutsallığını anlatır; bir canı almak, tüm insanlığı yok etmek gibidir.
Kur’an-ı Kerim’in Maide Suresi 32. ayeti, bu evrensel gerçeği şöyle ifade eder:
“İşte bundan dolayı İsrâiloğulları’na şöyle yazmıştık: ‘Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.'”
Bu ayet, yalnızca bir uyarı değil, aynı zamanda bir hikmet kaynağıdır: Hayat, Allah’ın emanetidir ve onun korunması, tüm yaratılışı korumakla eşdeğerdir. Ancak tarih, bu mesajların kulak ardı edildiği trajedilerle doludur. Bugün, Gazze’de yaşananlar –masum çocukların, kadınların ve sivillerin katledilmesi– bu ilahi buyruğun ihlalini gözler önüne sermektedir.

Peki, Tevrat bu konuda ne der? Hahamlar neden sessiz kalır?

#### Tevrat’ın Öldürme Konusundaki Hükümleri: Cinayet ile Savunma Arasındaki İnce Çizgi

Tevrat, yani Musevi kutsal kitabı, insan hayatının kutsallığını temel prensiplerinden biri olarak koyar. On Emir’in altıncısı, Çıkış 20:13’te şöyle der:
“Öldürmeyeceksin” (Lo Tirtzach). Ancak bu ifade, mutlak bir “öldürme yasağı” değil, “cinayet yasağı” olarak yorumlanır. İbranice’deki “ratsach” kelimesi, haksız ve kasıtlı öldürmeyi işaret eder; savunma, adalet veya savaş gibi durumlarda meşru killing’i dışlamaz.
Örneğin, Sayılar 35:16-18, birinin demir aletle veya taşla kasıtlı olarak öldürülmesini cinayet olarak tanımlar ve ölüm cezası gerektirir. Tevrat, cinayeti en ağır günahlardan sayar; Çıkış 21:12’de “Kim bir adamı vurup öldürürse, mutlaka öldürülecektir” denir.
Bu, adaletin sağlanmasını emrederken, masum bir canın alınmasını kesinlikle yasaklar.

Tarihi açıdan, Tevrat’ın bu hükümleri, eski İsrail toplumunda kaos ve intikam döngülerini önlemeyi amaçlar. Örneğin, Levililer 19:18, “Komşunu kendin gibi seveceksin” buyruğuyla, empatiyi ve barışı teşvik eder. Ancak Tevrat, savunma savaşlarını da meşru kılar: Tesniye 20:1-4, düşman karşısında korkmamayı ve Tanrı’ya güvenmeyi öğütler, fakat sivillerin ve meyve ağaçlarının korunmasını emreder (Tesniye 20:19-20).
Bu, savaşın bile ahlaki sınırları olduğunu gösterir – bir ibret dersi: Güç, zulme dönüşmemelidir.

Bilimsel ve akli açıdan bakıldığında, bu hükümler psikolojik ve sosyolojik bir derinlik taşır. Modern nörobilim, empati eksikliğinin şiddet döngülerini tetiklediğini gösterir; Tevrat’ın “komşunu sev” emri, bu döngüyü kırmayı amaçlar. Mantıki olarak, eğer bir canın değeri sonsuzsa (Talmud’un Sanhedrin 4:5’inde belirtildiği gibi:
“Kim bir canı yok ederse, tüm dünyayı yok etmiş gibi olur”),
o zaman toplu katliamlar –Gazze’deki gibi– tüm insanlığın yok oluşu anlamına gelir.
Bu, Kur’an’ın Maide 32’siyle tam bir paralellik gösterir; her ikisi de Yahudi geleneğinde de vardı ve hayatın evrensel değerini anlatır.

#### Hahamların Sessizliği: Tarihsel Bir İkilem ve Güncel Gerçekler

Tarih boyunca hahamlar, Tevrat’ın ahlaki buyruklarını yorumlayarak topluma rehberlik etmişlerdir. Ancak bugün, Gazze’deki trajedi karşısında birçok hahamın sessizliği, düşündürücü bir çelişki oluşturur.
Neden seslerini yükseltmezler?
Bu sorunun cevabı, siyasi baskı, korku ve ideolojik bölünmelerde yatar. Zionist ideoloji, bazı hahamlarca Tevrat’la özdeşleştirilirken, anti-Zionist gruplar –örneğin Neturei Karta– bunu bir sapma olarak görür.

Tarihsel bir ibret: Ortaçağ’da Yahudi filozof Maimonides, “Savaş Sanatı”nda savunmayı meşru kılsa da, masumların öldürülmesini yasaklar. Benzer şekilde, modern dönemde bazı hahamlar sessiz kalırken, diğerleri konuşur: Örneğin, 1200’den fazla Amerikalı haham, Gazze’deki açlığa karşı açık mektup yayınlayarak “Yahudilik’in etik sesini tehdit ediyor” demişlerdir.
Yine, bazı Modern Ortodoks hahamlar, Gazze’deki insani krize karşı “ahlaki netlik” çağrısı yapmıştır.

Edebi bir bakışla, bu sessizlik Kafka’nın “Dava”sındaki gibi absürt bir trajediyi andırır: Suçlu olmayan masumlar yargılanırken, tanıklar susar. İlmi olarak, sosyoloji bu sessizliği “grup içi baskı” ile açıklar; Yahudi toplumu içinde Zionist eleştiri, dışlanma korkusu doğurur. Ancak bazı hahamlar engel olur: Rabbi Sharon Brous, Gazze’deki savaşı eleştirerek barış çağrısı yapar.
Anti-Zionist Rabbi Weiss, Gazze’deki katliamı Tevrat’a aykırı bulur ve protestolarda yer alır.

Bu, bir hikmet dersi: Sessizlik, zulmün ortağı olur. Kur’an’ın Nisa 135’inde dediği gibi: “Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutanlar olun… Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin.”

Akli ve mantıki olarak, hahamların sessizliği stratejik bir hata: Eğer Tevrat cinayeti yasaklarsa, Gazze’deki sivillerin ölümü –savaş olsa bile– meşru kılınamaz. Yahudi geleneğinde savunma zorunludur (Sanhedrin 72a: “Seni öldürmeye geleni, önce sen öldür”), fakat orantısız şiddet yasaktır.
Bilimsel veriler, savaş travmasının nesiller boyu sürdüğünü gösterir; barış, tek mantıklı yoldur.
Bu da Tevrat’ın yahudiler tarafından bir yandan keyfi uygulandığını gösterirken,  diğer yandan da tahrike uğradığının bir delilidir.

“Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ”[118] derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.” Nisa.46.
(Bakara sûresinin 104. âyeti ile ilgili olarak da açıklandığı gibi, “Râ’inâ” Arap dilinde “Bizi gözet”, “Bize bak” demektir. Yahudiler, bu kelimeyi İbrânice’de hakaret ifade eden bir anlama; bir başka yoruma göre ise, peygamberimize hitaben “Çobanımız” anlamına gelecek şekilde hakaret kastederek “Râ’înâ” şeklinde söylüyorlardı.)

“Anlaşmalarını bozmalarından dolayı onlara lanet ettik ve kalplerini katılaştırdık. Kelimeleri bağlamlarından kopararak çarpıtıyorlar, öğütlendikleri şeyden nasiplenmeyi unuturlar, içlerinden çok azı hariç, daima onların hainlik ettiklerini görürsün. Yine de vazgeç ve yaptıklarına aldırma. Kuşkusuz Allah, iyi davrananları sever.” Maide. 13.

#### Benzer Ayetlerle Destek: Kur’an ve Tevrat’ta Hayatın Değeri

Bu konu, benzer ayetlerle zenginleşir. Kur’an’da İsra 33: “Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin.”
Bu, Maide 32’yi tamamlar; hayat, ancak adaletle alınabilir.
En’am 151: “Haksız yere cana kıymayın” –fesat çıkarma dışında öldürmeyi yasaklar.

Tevrat’ta ise Yaratılış 9:6: “Kim insan kanı dökerse, onun kanı da insan eliyle dökülecektir; çünkü Tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştır.”
Bu, hayatın ilahi kaynağını anlatır.

Talmud’un Sanhedrin 4:5’i, Kur’an’la birebir benzer: “Bir canı kurtarmak, tüm dünyayı kurtarmak gibidir.”

Tarihsel bir bağ: Bu ifade, Yahudi geleneğinden mevcuttur. Ancak uygulanmaması veya tahrif edilip farklı yorumlanmaktadır.

Düşündürücü bir metafor: Hayat, bir zincir gibidir; bir halkayı kırmak, tüm zinciri dağıtır.
Eğer İsrailoğulları binlerce yıl önce bu mesajı almışsa, bugün neden tekrarlanır?
Belki de insan doğasının zayıflığı: Gurur ve güç arzusu, ilahi sesi bastırır. Ancak ibret alınmazsa, tarih tekerrür eder –Holokost’tan Gazze’ye, zulüm döngüsü sürer.

#### Sonuç: Bir Çağrı ve Tefekkür

İlahi mesajlar, bizi barışa ve adalete çağırır. Tevrat’ın öldürme hükümleri nettir: Cinayet yasaktır, savunma meşrudur ama zulüm değil.
Hahamların sessizliği, bir ahlaki krizdir; ancak konuşanlar umut verir. Bu, tüm insanlığa bir ders: Sessizlik, zulmün ortağıdır.

Kur’an’ın Hucurat 13’üyle bitirelim: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık… En üstün olanınız, Allah katında en takvalı olanınızdır.”
Hayatın değeri, ırk veya dine değil, takvaya bağlıdır.

**Özet:** Maide 32, Tevrat’ın “Öldürmeyeceksin” emriyle (Çıkış 20:13) paraleldir; her ikisi de haksız öldürmeyi yasaklar ve bir canın tüm insanlığa eşdeğer olduğunu anlatır (Talmud Sanhedrin 4:5).
Tevrat, savunma savaşlarını meşru kılsa da (Tesniye 20), sivillerin korunmasını emreder. Hahamların bir kısmı Gazze’deki krize karşı sessiz kalırken, diğerleri (örnein Modern Ortodoks gruplar) insani yardım çağrısı yapar ve zulmü kınar.
Benzer ayetler (Kur’an İsra 33, En’am 151; Tevrat Yaratılış 9:6), hayatın kutsallığını pekiştirir.
Bu makale, tarihi ve ahlaki bir tefekkürle, sessizliğin zulme ortaklık ettiğini hatırlatır: Barış, ilahi mesajlara kulak vermekle başlar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 24th, 2025

TEK ÇÖZÜM İTTİHAD-I İSLAM

TEK ÇÖZÜM İTTİHAD-I İSLAM

Gerek Gazzede, gerek İslâm dünyasında hatta insanlık dünyasında savaşların bitmesinden, sulhu umuminin tesisinin tek çözüm yolu; Türkiye’nin öncülüğünde bir yandan Türk Cumhuriyetlerinin ve diğer yandan Arap dünyasının bir araya gelerek; askeri,siyasi, ekonomik, eğitim gibi alanlarda ittifakıdır.
İsrail gibi terör örgüt ve devletleri ancak güçten anlar.
İsrail tarafından işgal edilen dünya ve bir kısım dünya liderleri o zincirin kırılması ile özgürlüğüne kavuşabilir.

* Bu işin kaçamak veya avunma durumu yok.
Peygamber Efendimizin İstanbul’un Fethi müjdesi ve haberi ve de kıyamet alametleri gibi haberleri ne kadar hak ve hakikat ve de gerçekleşmiş ise;
Aynı şekilde Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmaz, haberi de hak ve hakikattır.
Ve de tahakkuk edecektir.[1]

*******

Tek Çözüm: İttihad-ı İslam

Bugün Gazze’de akan kan, açlıktan ölen çocuklar, yerle bir edilen şehirler ve çaresizlik içinde yükselen feryatlar, yalnızca bir coğrafyanın değil bütün ümmetin imtihanıdır. Ve açık bir hakikat vardır: Bu zulmün ve işgalin sona ermesinin tek yolu, Müslümanların birlik olmasıdır.

Edebi ve Hikmetli Çerçeve

Bir vücut gibidir ümmet; bir uzvu hasta olduğunda, bütün bedeni sancı çeker. Gazze bugün ümmetin kalbindeki kanamadır. Kalp kanadığında bütün beden ölür. O halde bu kanamanın durması için vücudun bütün uzuvlarının harekete geçmesi şarttır.

Kur’an-ı Kerim, müminleri “Birbirine kenetlenmiş duvar gibi saf bağlayanlar” (Saff, 4) olarak tasvir eder. Gazze’nin yıkılan evlerini yeniden ayağa kaldıracak yegâne harç, bu kardeşlik harcıdır.

Tarihî ve İbretli Perspektif

Tarih boyunca Müslümanlar ne zaman birlik olmuşsa, yeryüzünde barışın ve adaletin sancağını yükseltmiştir.

Abbasi döneminde ilim ve adalet, üç kıtaya ışık saçtı.

Osmanlı’nın yükselişinde İslam coğrafyası, huzur ve güvenle yoğruldu.

Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs fethi ise Müslümanların dayanışmasının en parlak örneklerinden biridir.

Buna karşılık parçalanmışlık, tarihte ümmete daima zillet ve esaret getirmiştir. Endülüs’ün düşüşü, Moğol istilaları, sömürgecilik çağında İslam dünyasının köleleştirilmesi hep bölünmüşlüğün acı meyvesidir.

Bugün Gazze’nin çığlığı, tarihten gelen bu ibreti bir kez daha haykırmaktadır: “Birlik yoksa esaret vardır.”

Sosyal ve Ahlakî Boyut

Her Müslüman, Gazze’de açlıktan ölen bir çocuğun sorumluluğunu taşır. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur:
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

Gazze’nin komşusu bütün İslam dünyasıdır. Zenginlik içinde yüzen ülkelerin mazluma el uzatmaması, ahlâkî bir çöküşün göstergesidir. İttihad-ı İslam, sadece siyasi bir ideal değil; ahlaki bir zarurettir.

Siyasî ve Akılcı Değerlendirme

Bugün İsrail gibi devletler, ancak güçten anlar. Siyasi oyunlarla, diplomatik manevralarla zulüm engellenemez. Bu nedenle:

Askerî işbirliği: Ortak savunma gücü oluşturulmadıkça, işgalci saldırılar durmaz.

Ekonomik birlik: Müslüman ülkeler kendi aralarında üretim ve ticaret zinciri kurmadıkça Batı’ya bağımlılık bitmez.

Eğitim ve kültürel birlik: Ortak bir bilinç, ortak bir tarih ve ortak bir gelecek anlayışı olmadan gerçek özgürlük gerçekleşmez.

Mantıken, dünyadaki 2 milyara yaklaşan Müslüman nüfus, 60’tan fazla ülke ve büyük enerji kaynaklarına sahip olan İslam âlemi, birleştiğinde küresel dengeleri altüst edebilecek bir güce ulaşır.

Hadislerin Işığında Bir Gerçek

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), İstanbul’un fethini müjdelemişti; bu hakikat asırlar sonra tahakkuk etti. Yine bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmaz…”
(Buhârî, Müslim)

Bu rivayet, geleceğin hakikatini ortaya koymaktadır: Zulme karşı ümmet ayağa kalkacak ve hakkın safında bir mücadele gerçekleşecektir. Gazze, bu hakikatin en somut işareti olarak karşımızda duruyor.

Mantıkî ve İbretli Sonuç

İttihad-ı İslam olmadan Filistin özgür olmaz.

İttihad-ı İslam olmadan İslam dünyası zillet zincirinden kurtulmaz.

İttihad-ı İslam olmadan insanlık gerçek barışı tadamaz.

Gazze’de kıtlık, Suriye’de savaş, Yemen’de açlık, Arakan’da sürgün, Doğu Türkistan’da zulüm… Bütün bu yaraların tek merhemi birliktir.

Sonuç

Bugün Gazze’de bir çocuk açlıktan ölüyorsa, yarın başka bir coğrafyada başka çocukların ölmemesi için tek çözüm vardır:
İttihad-ı İslam!

İslam birliği, sadece mazlumların umudu değil; zalimlerin kâbusudur.
Ve unutulmamalıdır ki:
Birlikten kuvvet doğar, bölünmüşlükten zillet.

📌 Özet:

Gazze’deki zulmün tek çözümü İslam dünyasının birleşmesidir.

Tarih, Müslümanların birlik olduğunda yükseldiğini, ayrıldığında yıkıldığını göstermektedir.

Siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alanlarda birleşme zarurettir.

Hadislerde işaret edilen Yahudi-Müslüman savaşı, bu hakikatin kaçınılmazlığını göstermektedir.

İttihad-ı İslam, sadece ümmetin değil, insanlığın kurtuluş yoludur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%9EARKAD+

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025

İsrail’de Yıkım ve İçten Çöküş Başladı

İsrail’de Yıkım ve İçten Çöküş Başladı

Tarih boyunca zulümle abat olmuş hiçbir milletin, zalimlikle payidar kaldığı görülmemiştir. Firavun’un denizde boğulması, Nemrut’un sinekle helâk edilmesi, Roma’nın ihtişam içinde çözüp gitmesi,  Hepsi birer ibret tablosu. Bugün ise gözlerimizin önünde başka bir tarih yazılıyor: İsrail’in içeriden çözülüşü, dışarıdan tecridi.

Zulmün Taşıyamadığı Yük

Gazze topraklarında yıllardır süren işgal ve saldırılar artık sadece bir savaş değil; insanlığın vicdanına açılmış bir yara. Açlıktan ölen bebekler, yıkılan evler, kuşatma altında nefessiz kalan masumlar… İsrail, zulmün taşını öyle ağır yükledi ki, artık bu yük kendi sırtını çökertmeye başladı.

Nitekim Hollanda’da yaşanan gelişme bunun işaret fişeği oldu. Dışişleri Bakanı ve beraberindeki 8 bakan, İsrail’e yaptırımları engelleyen hükümet politikalarına isyan ederek istifa etti. Avrupa’nın kalbinde bu çatlak, sadece siyasî bir gelişme değil; aynı zamanda insanlığın vicdanından yükselen bir haykırıştır. İsrail şirketlerine kapılar kapanıyor, diplomasi masaları birer birer daralıyor.

Dünyadan Tecrit

Zalimlerin kaderi, gittikleri her yerden kovulmak olmuştur. Yahudi tarihinde de bu gerçeği görmek mümkündür: Babil sürgünü, Roma dağıtımı, Orta Çağ Avrupa’sındaki kovulmalar… Ve şimdi modern çağda yine aynı akıbet beliriyor: İsrail, tecrit ediliyor.

Mossad ve CIA’nin ahtapot kollarıyla dünyayı sarması, artık eskisi kadar etkili değil. Çünkü hakikat güneşi, yalanın perdesini yırtıyor. Dünya artık İsrail’den, ABD’den ve “beşten” büyüktür.

Direniş ve Umut

Yemen’den fırlatılan bir füze, Tel Aviv semalarında sirenleri çaldırdı. Bu sadece bir askerî saldırı değil, aynı zamanda “Sen yenilmez değilsin” mesajıdır. Öte yandan Londra’da yüzbinlerce insan, polis engeline rağmen Filistin için haykırıyor. İstanbul’da 50 ülkeden âlimler bir araya gelip Gazze’nin sadece Filistin’in değil, bütün insanlığın davası olduğunu ilan ediyor. İspanya’dan ve Tunus’tan yola çıkacak “Küresel Sumud Filosu” ise, denizlerde vicdanın bayrağını dalgalandırmaya hazırlanıyor.

En Büyük Çöküş: Zulmün İçten Çürümesi

İsrail’in asıl yıkımı, tanklarla, füzelerle olmayacak. Zulmün çeliği dışarıdan görünse de, çürüme içeriden başlar. Kendi içinde ahlâkî, siyasî ve toplumsal bir çözülme yaşayan İsrail, her gün yeni bir utançla karşı karşıya. Açlıktan ölen bir bebeğin naaşı, bütün insanlığa “zalimler için yaşasın cehennem” dedirtiyor.

Trump’ın sözleri de ibretliktir: “Ukrayna savaşını bitirmek beni cennete götürebilir.” Gazze’nin kanını akıtırken, cennet ümidiyle konuşmak, Firavun’un son nefeste “Ben Musa’nın Rabbine iman ettim” sözünü hatırlatıyor. Lakin, “Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil.” Kanla kirlenmiş ellerle cennetin kapısı çalınmaz.

Tarihin Hakemliği

Bugün Gazze’de akan kan, yarın insanlığın vicdanına yazılacak kara bir lekedir. Ama bu leke İsrail’in alnına kazınacak. Zalimler bir gün mutlaka tarih sahnesinden silinir; fakat mazlumların duası asırlarca yankılanır.

İsrail’in içten çöküşü, Hollanda’daki istifalarda, sokaklardaki protestolarda, Yemen’den yükselen füzelerde, İstanbul’da buluşan âlimlerde şimdiden görünmektedir. Artık hiçbir zulüm gölgesi, hakikat güneşini örtemeyecek.

Sonuç:

İsrail’in çöküşü, sadece bir devletin sonu değil; zulmün akıbetine dair ilâhî bir kanunun yeniden tecellisidir.
Dünya, İsrail’den büyüktür. Dünya, ABD’den büyüktür. Dünya, beşten büyüktür.
Ve en büyük gerçek şudur: Gazze, insanlığın ortak davasıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025

Gazze: İnsanlığın İmtihanı ve Tarihin Kara Sayfası

Gazze: İnsanlığın İmtihanı ve Tarihin Kara Sayfası

Dünya tarihine baktığımızda, kimi zaman savaşlar, kimi zaman salgınlar, kimi zaman da açlık ve kıtlık insanlığın yüzünü acıyla buruşturmuştur. Ancak Gazze’de bugün yaşananlar, bunların her birini aşan bir felaket olarak kayda geçiyor. Birleşmiş Milletler’in resmen açıkladığı “kıtlık” durumu, sadece gıdanın tükenişini değil, insanlığın da vicdanını kaybedişini ilan etmektedir.

Gazze bugün yalnızca açlık ve ölümle değil; aynı zamanda insanlığın geleceğini, adaletin değerini ve tarihin gidişatını da belirleyen bir imtihan sahasıdır.

Edebi ve Hikmetli Bir Çerçeve

Kudüs şairi Mahmud Derviş’in dediği gibi:
“Yeryüzünde yaşamak için bir nedenim olmalı; ya bir ağaç, ya bir kitap, ya da özgürlük.”
Gazze halkı bugün açlığa rağmen hâlâ özgürlük için direniyor. Onların yıkık evleri birer “mabet”, aç karınları birer “dua” ve her şehidi birer “şahit” hükmünde.

Bu tablo bize, Kur’an’ın “Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir.” (Maide, 32) ayetini hatırlatıyor. Gazzeli bir çocuğun ölümü, insanlığın ruhuna saplanan bir hançerdir.

Tarihî ve İbretli Bir Perspektif

Tarih boyunca nice imparatorluklar zulümle yükseldi, kanla büyüdü ama sonunda enkaz olup tarihin çöplüğünde kayboldu. Firavun’un sarayları, Nemrut’un kuleleri, Roma’nın ihtişamı; mazlumun ahıyla yıkıldı.

Bugün İsrail’in işgalci politikaları ve ABD’nin destekleri, bir süreliğine güçlü görünse de aynı akıbetten kaçamayacaktır. Çünkü zulüm ile abad olanın sonu berbat olur. Tarih, zalimleri değil, mazlumları yaşatır.

Sosyal ve Ahlakî Boyut

Gazze’deki çocukların açlıktan ölmesi, sadece Gazzelilerin değil, bütün insanlığın sorumluluğudur. Bir küçük kız çocuğu, Kur’an kursunda öğrendiği makrome bilekliklerini satarak 1000 lira yardım gönderebiliyorsa, milyar dolarlık bütçelere sahip İslam ülkelerinin suskunluğu affedilebilir mi?

Toplumların vicdanı, en zayıf halkasının korunmasıyla ölçülür. Bugün Gazze, dünyanın vicdanını test ediyor. Mazlumun yanında durmayanın, yarın kendi mazlumiyetinde kimse yanında olmayacaktır.

Siyasi ve Mantıkî Değerlendirme

İsrail’in işgal planlarını açıkça ilan etmesi, ABD’nin bunu desteklemesi, Avrupa’da ise kimi ülkelerin yasak ve yaptırımlarla karşılık vermesi, siyasetin kirli yüzünü gözler önüne seriyor.

ABD: “Terörün babası” gibi hareket ediyor; İsrail’i besliyor.

İsrail: “Terörün kendisi”; masum kanıyla ayakta durmaya çalışıyor.

Avrupa: Çıkarlarına dokunduğunda ses çıkarıyor, ama vahşeti durduracak adımları atmıyor.

İslam Dünyası: Bütünlüğünü kaybetmiş bir halde, ancak konferanslarla vicdanını rahatlatıyor.

Bu tablo, bize şu mantıkî hakikati gösteriyor: “Zalimler birlik olmuşsa, mazlumlar daha güçlü bir birlik kurmak zorundadır.”

İbretli Sonuç ve Hikmet

Gazze’deki kıtlık, sadece ekmeğin değil, insanlığın kıtlığıdır.
Gazze’deki ölümler, sadece bedenlerin değil, vicdanların ölümüdür.
Gazze’deki direniş ise, sadece bir şehrin değil, ümmetin ve insanlığın dirilişidir.

Bugün Gazze, insanlığa şu hakikati haykırıyor:

Malınızla sınanıyorsunuz, Gazze açken siz tok musunuz?

Vicdanınızla sınanıyorsunuz, çocuklar ölürken siz suskun musunuz?

İmanınızla sınanıyorsunuz, zulüm alenileşmişken siz hâlâ tarafsız mısınız?

Sonuç

Gazze’nin acısı, tarihin kara sayfası olarak yazılacaktır. Ancak bu kara sayfada, kimlerin mazlumun yanında, kimlerin zalimin safında olduğu da tek tek kayda geçirilecektir.

Unutmayalım ki, “Zalimler için yaşasın cehennem” sözü, bir slogan değil, bir hakikattir.
Ve unutmayalım: Mazlumun duası, arşı titreten bir güçtür.

📌 Özet:

BM, Gazze’de kıtlığı “felaket” olarak ilan etti.

ABD ve İsrail zulmün baş aktörleri, Avrupa sessiz çıkarcı, İslam dünyası dağınık.

Gazze, insanlığın vicdan testidir.

Tarih boyunca zalimler yıkıldı, mazlumlar hatırlandı.

Bugün Gazze’de çocukların açlığı, insanlığın açlığıdır.

Sonuç: Mazlumun yanında olmayan, zalimin yanında yazılacaktır.

*******

İsrail terörist devlet, ABD ise terörist babası.
Teröristin dayısı, ağa babası.
Neden mi?
Bir çok sebepten…
ABD başkanı Trump, İsrail başbakanına kahraman dedi .
Onu övdü, onunla bir kaç kere görüştü.
Silah verdi, para verdi. Asker gönderdi.
Yardım ekibi olarak gönderdikleri asker olup, yardım ettiklerini arkadan vurdu, taradı, bir çok Gazzeliyi öldürdüler.
Bunlar terörist olmasın da kim olsun?
Gazzedeki bu vahşet ve soykırım; kıyamete kadar silinmez bir leke olarak İsrail ve ABD’ye yeter.
Vicdan azabı olarak dünyaya sızısı yeter.
Utanç olarakta İslam dünyasına yeter.
Unutulmamalıdır ki; Küfür devam eder, zulüm devam etmez.
İsrail de Abd’ de kanlarında boğulacak, içten yıkılacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025

İnsanoğlunun Kıyısı ve İhtiyacı: Bir Makale

İnsanoğlunun Kıyısı ve İhtiyacı: Bir Makale

İnsanoğlu, varoluş sahnesinde adeta bir kıyıda durmaktadır. Bir yanında engin, bilinmezliklerle dolu bir okyanus, diğer yanında ise göz kamaştıran bir sahil. Yaşadığı her an, bu iki sonsuzluk arasında bir tercih anıdır aslında.
Metindeki o derin ve hikmetli söz, işte tam da bu durumu anlatır: “İnsanoğlunun ihtiyacı, kendini ihtiyaçsız görmesi, kıyısı ise kendine sınır çizmesidir.”
Bu cümle, bir yandan insanın en derin paradoksunu ifşa ederken, bir yandan da varoluş bir bilgelik sunar.

Hikmetli Bir Bakış: İhtiyacın Kaynağı ve İnkârı

İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri, belki de en büyüğü, kendisini ihtiyaçsız sanma yanılmasıdır. Bu, modern dünyanın ve benmerkezci düşüncenin en büyük hastalığıdır. İhtiyaçsızlık maskesi, aslında büyük bir boşluğun üzerini örtmekten başka bir işe yaramaz. Oysa insan, yaratılış gayesi gereği acizdir, fânidir ve her şeye muhtaçtır. Varlığını sürdürebilmesi için oksijene, suya, yiyeceğe muhtaç olduğu gibi, ruhi ve manevi olarak da bir yaratıcıya, bir gayeye, bir sevgiye muhtaçtır.

Tasavvuf ehli bu durumu “fakr” olarak tanımlar. Yani, mutlak yoksunluk ve acziyet. Bu fakr, bir eksiklik değil, aksine varoluşun hakikatine açılan bir kapıdır. Ne zaman ki insan, bu fakrını idrak eder, o zaman gerçek zenginliğe, yani Yaradan’a yönelir. Kendini ihtiyaçsız sanan kibirli insan ise, okyanusun ortasında susuzluktan ölen bir yolcuya benzer. Etrafı sularla çevrili olduğu halde, suyu içemez ve hayatı kaybeder. İhtiyaç, insana acziyetini ve dolayısıyla haddini hatırlatan bir ayna gibidir. Bu aynaya bakmaktan kaçan, kendi gerçeğinden de kaçmış olur.

Edebi Bir Düşünce: Kıyıların Çizgisi
Makalenin ikinci kısmı, “kıyısı ise kendine sınır çizmesidir” ifadesiyle bambaşka bir derinliğe ulaşır. Kıyı, coğrafi bir kavramdan öte, edebi ve simgesel bir anlam taşır.
İnsanın yaşamı, sınırsız arzular ve fütursuzca serbestçe yüzebileceğini düşündüğü bir deniz gibidir. Ancak her denizin bir kıyısı vardır. Bu kıyı, insanın ahlakı, vicdanı, inancı ve toplumsal kurallarıdır. Kendine sınır koymak, bir kısıtlama değil, aslında bir korunma ve özgürleşme eylemidir.
Kıyı, insanın benliğini kaybetmesini engelleyen bir hattır. Kıyıyı aşan, yani kendine sınır çizmekten vazgeçen insan, fırtınalı denizin ortasında yönünü kaybetmeye mahkûmdur. Onurunu, vicdanını, insani değerlerini kaybeder ve en sonunda kendi okyanusunda boğulur. Edebiyat tarihi, kıyılarını aşan karakterlerle doludur. Gururu, hırsı ve ihtirası uğruna vicdanını çiğneyenler, hayatlarının sonunda derin bir boşlukta kendilerini bulmuşlardır. Bu kıyı, aynı zamanda, insanın yaratıcısı ve kendi özü arasındaki mesafeyi koruduğu alandır. Sınırlarını bilmek, haddini bilmektir.

Tarihî Bir İbret: Sınırsızlığın Sonu

Tarih, bu iki kavramın, yani ihtiyaçsızlık yanılmasının ve sınırsızlığın ne kadar yıkıcı olabileceğini gösteren sayısız örnekle doludur. Firavunlar, Nemrutlar ve Neronlar… Kendilerini tanrı ilan eden, sınırsız güç ve kudret peşinde koşan bu liderler, aslında ihtiyaçlarını ve fâniliklerini inkâr etmişlerdir. Mısır piramitleri, bu ihtiyaçsızlık yanılmasının ve sonsuzluk arayışının en somut delilleridir. Ancak tarihin tozlu sayfaları, onların da birer kum tanesi gibi savrulup gittiğini ve yerlerine başka fânilerin geldiğini gösterir.
Osmanlı tarihi ise, bu duruma tam tersi bir ibret sunar. Padişahların, “kul” ve “fakir” olduklarını söyleyen hitapları, onların ihtiyaçlarını ve sınırlarını idrak ettiklerinin bir göstergesidir. Toplumsal düzen, bu sınır bilinci üzerine inşa edilmiştir. Adalet, ahlak ve vicdan, toplumu bir arada tutan ve kıyılarını belirleyen temel direklerdir. Ne zaman ki bu bilinç zayıflamış, ne zaman ki sınırlar aşılmış, o zaman devletler ve medeniyetler çöküşe doğru sürüklenmiştir.

Düşündürücü Bir Sonuç: Gerçek Özgürlük

Sonuç olarak, metindeki o mütevazı ve derin cümle, insana varoluşa ait bir ders verir. Gerçek özgürlük, ihtiyaçsız olmakta değil, ihtiyaçlarını kabullenmekte ve bu kabullenişle beraber bir güce sığınmaktadır. Gerçek özgürlük, sınırsızlıkta değil, kendine ahlaki ve manevi sınırlar çizmektedir. İnsanoğlu, bu iki gerçeği idrak ettiği sürece, yaşadığı kıyıda huzur bulur ve okyanusun derinliklerindeki fırtınalara karşı sağlam bir liman inşa eder. Kendini ihtiyaçsız gören ve sınırlarını aşan, eninde sonunda kendi içinde boğulur. Oysa ihtiyaçlarını bilen ve haddini koruyan, bu fâni dünyada baki bir anlam ve amaç bulur.

Özet
Bu makale, “İnsanoğlunun ihtiyacı, kendini ihtiyaçsız görmesi, kıyısı ise kendine sınır çizmesidir” sözü etrafında şekillenmektedir. Makale, konuyu hikmetli, edebi, tarihi ve düşündürücü açılardan ele alarak bütün bir perspektif sunar. “İhtiyaç” kavramı, insanın acziyetini ve yaratıcısına olan muhtaçlığını inkâr etme yanılgısı olarak değerlendirilirken, tasavvufi bir terim olan “fakr” ile ilişkilendirilir. “Kıyı” ve “sınır” ise, insanın ahlakı, vicdanı ve inancı gibi manevi değerlerini ifade eder. Tarihî örneklerle (Firavunlar ve Osmanlı Padişahları) ihtiyaçsızlık yanılmasının yıkıcılığı ve sınır bilincinin önemi anlatılır. Makale, gerçek özgürlüğün, ihtiyaçları kabul etmek ve kendine manevi sınırlar çizmek olduğunu öne sürerek son bulur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025

“Bismillah”ın Derin Anlamı: Hayatın Başlangıç Noktası ve Sonsuz Kaynağı

“Bismillah”ın Derin Anlamı: Hayatın Başlangıç Noktası ve Sonsuz Kaynağı

İnsan, varlık sahnesine gözlerini açtığı andan itibaren bir eylem içerisinde bulur kendini. Yürümek, konuşmak, düşünmek…
Her biri bir başlangıcı ve bir bitişi olan eylemler silsilesidir. Ancak her eylemin bir başlangıç noktası, bir hareket kaynağı olmalıdır. İşte metindeki söz, bu temel hakikati en sade ve en derin şekilde ifade eder:
“Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanidir.”
Bu cümle, sadece bir dil kuralı ya da ritüel olmanın ötesinde, varoluşun en temel sırlarından birini fısıldar.

Hikmetli Bir Bakış: Yaratılışın Lisan-ı Hali

Hikmetli bir bakış açısıyla meseleyi ele aldığımızda, “Bismillah” kelimesinin sadece bir sözden ibaret olmadığını, evrenin kendisinin bir “Bismillah” fısıltısı olduğunu görürüz. Güneşin doğuşu, çiçeğin açışı, kuşun kanat çırpışı… Her bir eylem, bir kudretin, bir rahmetin ve bir nizamın tecellisidir. Mevcudat, yani var olan her şey, adeta kendi “lisan-ı hali” (hal dili) ile “Bismillah” der. Güneş, “Allah’ın kudretiyle doğuyor ve batıyorum” derken; bir tohum, “Allah’ın rahmetiyle çatlıyor ve yeşeriyorum” der. Bu durum, varlıkların kendi ihtiyaçlarını ve sınırlarını bilerek, tüm kuvvet ve kudreti elinde tutan bir yaratıcıya sığınmalarının en açık göstergesidir. İnsan da bu evrensel koronun bir parçası olarak, kendi eylemlerine Allah’ın adıyla başlayarak bu ahenk ve nizam ile uyum sağlar. Bu, insana hem tevazu kazandırır hem de eylemlerine bereket ve anlam katar.

Edebi Bir Düşünce: Kelimenin Şiirsel Gücü

“Bismillah” kelimesi, sadece bir hikmet değil, aynı zamanda edebi bir inceliktir. İki kelimeden oluşan bu mübarek terkip, sonsuz anlamları barındıran bir şiir gibidir. “Bi-ism-illah”, yani “Allah’ın adıyla…” Bu ifade, insanı bir anda kendi benliğinden, nefsani arzularından arındırır ve tüm eylemlerini aşkın bir güce bağlar. Bu, bir sanatçının eserine imzasını atması gibidir. Ressam fırçasını vurduğunda, şair kalemini oynattığında, eğer “Bismillah” ile başlıyorsa, o eser artık sadece onun değil, aynı zamanda o ilahi kudretin bir yansıması haline gelir. Edebiyatta ve sanatta ilahi ilhamın aranması, bu düşüncenin en güzel yansımalarındandır. “Bismillah”, bu anlamda, ustalık için bir çağrı, bir beslenme ve bir başlangıç noktasıdır.

Tarihi ve İbretli Bir Yaklaşım: Medeniyetlerin Başlangıcı

Tarih, bu mübarek kelimenin sadece bireysel hayatları değil, aynı zamanda medeniyetleri de nasıl şekillendirdiğinin en açık isbatıdır. İslam medeniyetinin yükselişi, adeta “Bismillah” ile başlamıştır. Fetihler, ilim ve bilim sahasında yapılan keşifler, mimari eserler, tümü birer “Bismillah” ile atılan adımlardı. Bu kelime, sadece bir savaş çağrısı ya da bir yönetim düşüncesi değil, aynı zamanda bir medeniyetin temelini oluşturan ahlaki ve manevi bir prensip idi. Müslüman ilim adamları, eserlerine “Bismillah” ile başlar, bu sayede çalışmalarına bereket ve rıza ararlardı. Bu başlangıç, bilimin sadece maddeyi değil, aynı zamanda manayı da anlama gayretini taşımasına sebep olmuştur. Batılı tarihçilerin bile hayranlıkla bahsettiği bu ilmi ve kültürel zenginlik, köklerini “Bismillah”ın getirdiği tevazu ve adanmışlıktan almıştır.

Düşündürücü Bir Sonuç: Hayatın Kaynağına Dönüş

Gelelim işin en can alıcı noktasına: “Bismillah”ın sadece bir sözden ibaret olmadığı, aynı zamanda bir yaşam düşüncesi olduğu gerçeğine. Günümüz insanı, “Bismillah”ı hayatından çıkarmış, kendi gücüne, kendi aklına ve kendi nefsine güvenmeyi tercih etmiştir. Bu durum, modern insanın içine düştüğü en büyük bunalımlardan birinin sebebidir. Başarılar, tatminsizlik ve boşluk hissiyle sonuçlanır; çünkü başlangıç noktası yanlış belirlenmiştir.
Metin bize şu soruyu düşündürmeye sevk eder: Eğer her işe “Bismillah” ile başlarsak, o işin bereketi ve sonucu nasıl olur? Bu kelime, insana bir dayanak noktası, bir “nokta-i istinad” sunar. Bir işe başlarken acizliğimizi ve muhtaçlığımızı idrak ederek Allah’a sığınmak, o işin zorluklarına karşı dayanma gücü verir. “Bismillah” ile başlayan, zorluklar karşısında yılmaz; çünkü bilir ki, kendi gücü değil, sonsuz bir kudretin yardımıyla hareket etmektedir. Bu, modern insanın yitirdiği en büyük manevi güçlerden biridir.

Sonuç olarak, “Bismillah”, sadece dillerde söylenecek bir kelime değil, kalplerde yaşanacak bir inanç ve hayatın her alanına yayılacak bir hikmettir. O, varlığın lisan-ı hali, sanatın ilham kaynağı, medeniyetlerin yapı taşı ve insanın manevi sığınağıdır. Her hayrın başlangıcı olduğu gibi, aynı zamanda tüm hayırların kaynağına giden yoldur.

Özet
Bu makale, “Bismillah her hayrın başıdır” sözü üzerine inşa edilmiştir. Makale, bu cümlenin hikmetli, edebi, tarihi ve düşündürücü boyutlarını ele almaktadır. Hikmetli bakış açısıyla, evrendeki her şeyin bir hal diliyle “Bismillah” dediği ve bu evrensel ahengin bir parçası olmanın önemi anlatılır. Edebi açıdan, “Bismillah”ın sadece bir söz değil, aynı zamanda sonsuz anlamları barındıran bir şiir gibi olduğu ve sanatta ilahi ilhamın kaynağı olduğu düşüncesi işlenir. Tarihi ve ibretli bir yaklaşımla, İslam medeniyetinin bu kelimenin getirdiği prensiplerle yükselişi ve modern insanın bu düşünceyi yitirmesinin sonuçları incelenir. Sonuç bölümünde ise, “Bismillah”ın sadece bir kelime değil, aynı zamanda bir yaşam düşüncesi olduğu, insana zorluklar karşısında dayanma gücü verdiği ve gerçek huzurun kaynağına dönüşü sağladığı belirtilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025

Amelin İki Yönü: Niyetin Aynası ve Mahiyeti

Amelin İki Yönü: Niyetin Aynası ve Mahiyeti

İnsanoğlu, varoluşu boyunca sürekli bir eylem halindedir. Konuşur, çalışır, düşünür, ibadet eder. Her bir fiil, bir amelin parçasıdır. Peki, bu amellerin değeri ve mahiyeti ne ile ölçülür? Metindeki derin ve hikmetli söz, bu soruya net bir cevap verir:
“Ef’al-i beşer için iki cihet vardır. Eğer niyet ile Allah’ın hesabına olursa, tecelliyata ma’kes, şeffaf, parlak olur. Eğer Allah hesabına olmasa, zulmetli bir manzarayı göstermiş olur.”
Bu cümle, insan eylemlerinin iç yüzünü ve sonuçlarını gözler önüne seren, adeta bir ışık ve gölge oyunu gibidir. Amel-i salih ile amel-i seyyie arasındaki farkın sadece dış görünüşte değil, asıl olarak deruni niyette yattığını anlatır.

Hikmetli Bir Bakış: Niyetin Sırrı ve Bereketi

Niyet, bir amelin ruhudur, kalbidir. Aynı işi yapan iki kişi, farklı niyetlerle hareket ettiğinde, o işin manevi karşılığı tamamen değişir. Bir tüccarın mal satarkenki niyeti sadece para kazanmak ise, bu durum zulmetli bir manzara ortaya koyabilir.
Ama aynı tüccar, “Allah’ın rızasını kazanmak, helal kazanç elde ederek aileme bakmak ve topluma faydalı olmak” niyetiyle hareket ederse, bu eylem parlak ve şeffaf bir tecelli olur. Bu, İslâm düşüncesinde yer alan “amelin niyetlere göre olduğu” prensibinin temelidir. Niyet, bir fiili sadece bir eylem olmaktan çıkarıp, onu bir ibadete dönüştürme potansiyeline sahiptir. Hikmet, bir şeyin dış kabuğuna değil, özüne ve ruhuna bakabilme sanatıdır. İşte bu söz, bize eylemlerimizin asıl ruhunun niyet olduğunu gösterir. Niyet, bir fiile değer katan ve onu bereketlendiren en önemli unsurdur.

Edebi Bir Düşünce: Işık ve Gölgenin Hareketi

Sözün “tecelliyata ma’kes, şeffaf, parlak” ve “zulmetli bir manzara” ifadeleri, edebi birer imge olarak derin anlamlar taşır. Niyetin temiz ve ilahi bir gayeye matuf olması, bir aynanın tecellileri yansıtması gibidir. “Ma’kes”, yansıtıcı demektir. Niyet, amelin Allah’ın nurunu yansıtmasını sağlayan bir ayna görevi görür. Bu tür ameller, etrafına ışık saçar, parlak ve şeffaftır. Onları görenler, ardındaki ilahi hikmeti ve güzelliği hissedebilirler.
Diğer yandan, niyetin sadece nefsani arzulardan ve dünyevi menfaatlerden ibaret olması, o eylemi karanlık bir manzaraya dönüştürür. “Zulmetli” kelimesi, hem fiziksel bir karanlığı hem de manevi bir boşluğu, bir sıkıntıyı ifade eder. Bu amellerin ardında, bir nur, bir bereket yoktur. Sadece bir çıkar ve benmerkezcilik vardır. Bu edebi tasvir, bize niyetin sadece bir eylemi değil, aynı zamanda insanın iç dünyasını da nasıl şekillendirdiğini gösterir.

Tarihî ve İbretli Bir Yaklaşım: Amelin Tezahürü

Tarih, niyetin insanlığa getirdiği ışık ve karanlık manzaralarla doludur. Bir yanda, Allah’ın rızasını kazanmak için yola çıkan ve ilim, medeniyet ve adaletle donanmış şahsiyetler ve medeniyetler vardır. Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetme niyeti sadece siyasi bir amaçtan ibaret değildi; aynı zamanda manevi bir sorumluluktu. Onun bu niyeti, Haçlı seferlerinin zulmüne karşı İslam dünyasına bir diriliş ruhu getirmişti. Yine, birçok vakıf kuran ve hayır işleri yapan insanlar, bu amelleri sadece gösteriş için değil, Allah’ın rızası için yapmışlardı. Onların eserleri asırlar boyu ayakta kalmış ve insanlığa hizmet etmeye devam etmiştir.
Öte yandan, sadece şöhret, güç ve zenginlik hırsıyla hareket eden nice Firavunlar, Nemrutlar ve krallar da olmuştur. Onların yaptıkları büyük saraylar, anıtlar ve savaşlar, dışarıdan parlak görünse de, ardındaki niyetin karanlığından dolayı tarihte birer zulüm simgesi olarak kalmışlardır. Onların amelleri, insanlığa ibretlik birer ders olarak sunulmuştur. Bu durum, bize amellerin asıl kalıcılığını ve değerini belirleyenin niyet olduğunu gösterir.

Düşündürücü Bir Sonuç: Hayatın Niyet Odaklı Yaşanması

Sonuç olarak, metindeki söz, bizlere hayatın her anında kendimize bir ayna tutmayı ve niyetimizi sorgulamayı öğütler. Bir işe başlarken, birine yardım ederken, hatta sıradan bir günlük eylemde bile, “Ben bunu kimin için yapıyorum?” sorusunu sormak gerekir. Eğer cevabımız “Allah’ın rızası için” ise, o eylem en küçük de olsa büyük bir mana kazanır. Eğer cevabımız sadece “kendim için” veya “başkasından bir çıkar sağlamak için” ise, o eylem bizi manevi bir karanlığa sürükleyebilir.
Bu, modern dünyada kaybolan bir düşüncedir. Her şeyin maddiyatla, somut sonuçlarla ve menfaatlerle ölçüldüğü bir çağda, niyetin manevi gücünü anlamak büyük önem taşır. Gerçek başarı, ne kadar kazandığımızla değil, ne kadar samimi bir niyetle hareket ettiğimizle ilgilidir. İnsan, amellerini Allah’ın hesabına yaparak, hem dünya hayatına anlam katar hem de ahiret için parlak bir manzara hazırlar.

Özet
Bu makale, “Ef’al-i beşer için iki cihet vardır…” sözü ekseninde, insan eylemlerinin niyete bağlı olarak nasıl iki farklı sonuç doğurabileceğini anlatmaktadır. Makale, “niyet” kavramını hikmetli bir bakış açısıyla amelin ruhu ve kalbi olarak tanımlar ve niyetin bir ameli ibadete dönüştürme gücüne değinir. Edebi bir yaklaşımla, niyetin saflığının ameli “parlak ve şeffaf” bir manzaraya dönüştürmesi, kötü niyetin ise “zulmetli bir manzara” oluşturması metaforları açıklanır. Tarihi ve ibretli örneklerle (Selahaddin Eyyubi ve Firavunlar) niyetin medeniyetlerin yükselişi ve çöküşü üzerindeki etkisi gösterilir.
Sonuç olarak, makale, niyetin hayatın her alanında sorgulanması gereken temel bir prensip olduğunu ve gerçek başarının maddi sonuçlarda değil, samimi niyetlerde yattığını anlatır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025

Kur’an’ı Kerim’de sayı ile ilgili geçen ayetler

Kur’an’ı Kerim’de sayı ile ilgili geçen ayetler

🔹 1. Bir (Vahdet)

“İlâhınız bir tek ilâhtır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur; O Rahmân’dır, Rahîm’dir.”
(Bakara, 2/163)
Burada tevhidin esası sayıyla ifade edilir.

🔹 2. İki

“İnsana anne ve babasını tavsiye ettik…”
(Lokman, 31/14; Ankebût, 29/8)
İki ebeveyn zikredilir.

“İki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.”
(Rahmân, 55/19)

🔹 3

“O, gökleri yedi kat olarak yaratandır…”
(Mülk, 67/3)
“Yedi” sıkça tekrar eder, ama üç de çokluk ifade eder.

“Üç kişi gizlice konuşmaz ki, mutlaka O onların dördüncüsü olmasın…”
(Mücâdele, 58/7)

🔹 4

“Allah geceyi gündüze katıyor; güneşi ve ayı da buyruğu altına almıştır. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gider. İşte Rabbiniz Allah budur. Mülk O’nundur. Ondan başka çağırdıklarınız, bir çekirdeğin zarına bile sahip olamazlar.”
(Fâtır, 35/13)

“Allah gökten bir su indirir de onunla her çeşit bitkiyi çıkarırız, ondan yeşil yapraklar çıkarırız; ondan da üst üste binmiş başaklar çıkarırız; hurma tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri…”
(En‘âm, 6/99)
Dört çeşit meyve özellikle zikredilir.

🔹 7

“Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık…”
(Kaf, 50/38)
Yaratılış altı gün, gökler ise yedi kat olarak belirtilir.

“Yedi gök ve yer, O’nu tesbih eder.”
(İsrâ, 17/44)

🔹 9

“Andolsun, biz Mûsâ’ya apaçık dokuz âyet verdik.”
(İsrâ, 17/101)

🔹 10

“Kim on gün itikâfta bulunursa…”
(Bakara, 2/187)

“On geceye yemin olsun…”
(Fecir, 89/2)
Çoğu müfessir bunu Zilhicce’nin ilk on günü olarak tefsir etmiştir.

🔹 19

“Onun üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.”
(Müddessir, 74/30)
Cehennem bekçileri.

🔹 40

“Mûsâ ile otuz gece için sözleştik ve onu on gece ile tamamladık; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu.”
(A‘râf, 7/142)

🔹 50

“Andolsun ki biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi..”
(Ankebût, 29/14)

🔹 70

“Onlar için ister af dile, ister dileme! Onlar için yetmiş defa af dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır.”
(Tevbe, 9/80)
Burada çokluk ifadesi vardır.

🔹 100

“Eğer içinizden sabreden yirmi kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelir.”
(Enfâl, 8/65)

🔹 1000

“Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.”
(Kadr, 97/3)

🔹 5000 ve 10000

“Eğer sabreder ve sakınırsanız, onlar hemen bu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder.”
(Âl-i İmrân, 3/125)

🔹 Genel Sayı İfadeleri

“On iki pınar” (Bakara, 2/60)

“On iki nakîb” (Mâide, 5/12)

“Üç yüz dokuz yıl mağarada kaldılar” (Kehf, 18/25)

“Sekiz taşıyıcı melek” (Hâkka, 69/17)

“Yetmiş kişi seçti” (A‘râf, 7/155)

📌 Kur’an’da 1’den 1000’e kadar birçok sayı hem tarihî vakıalarda hem de temsilî/manevî hakikatlerde geçmektedir.

********

📊 Kur’ân’da Geçen Sayılar Tablosu

Sayı- Ayet – Konu / Açıklama

1 -Bakara 2/163 Tevhid: “İlahınız bir tek ilahtır.”

2 -Lokman 31/14; Ankebût 29/8 Anne-baba hakkı
Rahmân 55/19 İki denizin birleşmesi

3 -Mücâdele 58/7 “Üç kişi gizli konuşmaz ki O onların dördüncüsü olmasın.”

4 -En‘âm 6/99 Dört çeşit meyve zikri (hurma, üzüm, zeytin, nar)

7- İsrâ 17/44; Mülk 67/3 Yedi gök

9 -İsrâ 17/101 Musa’ya verilen dokuz mucize

10- Fecir 89/2 On geceye yemin (Zilhicce’nin ilk on günü)
Bakara 2/187 İtikâf günleri

12 -Bakara 2/60 İsrailoğulları için on iki pınar
Mâide 5/12 On iki nakîb (temsilci)

19 -Müddessir 74/30 Cehennem üzerinde on dokuz melek

30 + 10 = 40 -A‘râf 7/142 Musa’nın Tur’da kaldığı kırk gece

70 -Tevbe 9/80 Yetmiş kez istiğfar bile fayda vermez
A‘râf 7/155 Musa’nın yetmiş kişiyi seçmesi

300 + 9 = 309 -Kehf 18/25 Ashab-ı Kehf’in mağarada kalma süresi

4000 – 5000 – Âl-i İmrân 3/124-125 Uhud’da meleklerin yardımı

8 -Hâkka 69/17 Arş’ı taşıyan sekiz melek

20 – 200 -Enfâl 8/65 Azların çoklara galip gelişi

950 -Ankebût 29/14 Nuh’un kavmi arasında kaldığı süre

1000- Kadr 97/3 Kadir gecesi, bin aydan hayırlı

5000 -Âl-i İmrân 3/125 Müminlere beş bin melekle yardım

10000 – Ahzâb 33/9 (dolaylı, Hendek Savaşı) Düşman ordusunun çokluğu

Bunun dışında “az – çok – birçok – nice” gibi belirsiz sayılar da sıkça geçmektedir.

*******

📖 Kur’ân’da Sayılar ve Hikmetleri

1️ Bir

Ayet: “İlahınız bir tek ilahtır.” (Bakara, 2/163)

Hikmet: Tevhid ve vahdeti temsil eder. Bütün kâinatın yaratıcısının tek olduğunu vurgular.

2️ İki

Ayet: “İnsana anne ve babasını tavsiye ettik.” (Lokman, 31/14)

Hikmet: Çift yaratılışın, zıtların (gece-gündüz, erkek-dişi, dünya-ahiret) dengede olduğunu gösterir.

3️ Üç

Ayet: “Üç kişi gizli konuşmaz ki, Allah onların dördüncüsü olmasın.” (Mücâdele, 58/7)

Hikmet: Birlikten doğan çokluğu, kuvveti ve bereketi simgeler.

4️ Dört

Ayet: “Allah, gökten su indirir… hurma, üzüm, zeytin ve nar çıkarırız.” (En‘âm, 6/99)

Hikmet: Dört unsur (toprak, su, hava, ateş), dört yön (doğu, batı, kuzey, güney), dört temel meyve. Kâinatta dengeyi ifade eder.

7️ Yedi

Ayet: “Yedi göğü yaratandır.” (Mülk, 67/3)

Hikmet: Külliyet, kemal ve çokluğu temsil eder. Fatiha’da yedi ayet, tavaf yedi şavt, gökler yedi kat…

9️ Dokuz

Ayet: “Musa’ya dokuz mucize verdik.” (İsrâ, 17/101)

Hikmet: Hakikati gösteren delillerin çokluğunu ifade eder.

🔟 On

Ayet: “On geceye yemin olsun.” (Fecir, 89/2)

Hikmet: Kemali ve tamamlanmışlığı temsil eder. Zilhicce’nin on günü, Hac ibadetine işaret eder.

1️2️ On İki

Ayet: “On iki pınar fışkırttık.” (Bakara, 2/60)

Hikmet: Düzen, sistem ve toplulukların idaresi. (On iki kabile, on iki imam telmihleri)

1️9️ On Dokuz

Ayet: “Onun üzerinde on dokuz vardır.” (Müddessir, 74/30)

Hikmet: Hesap, düzen, ilahi nizam. (Bazı müfessirler bunu Kur’an’daki matematiksel mucizelere de işaret sayar.)

4️0️ Kırk

Ayet: “Musa ile otuz gece sözleştik, ona on gece ekledik; kırk gece oldu.” (A‘râf, 7/142)

Hikmet: Olgunluk ve kemali ifade eder. Peygamberlerin çoğu kırk yaşında nübüvvetle vazifelendirilmiştir.

7️0️ Yetmiş

Ayet: “Onlar için yetmiş defa istiğfar etsen de Allah onları bağışlamayacaktır.” (Tevbe, 9/80)

Hikmet: Çokluk, abartı. Arap dilinde “yetmiş” sayısı, sınırı aşan fazlalığı temsil eder.

3️0️9️ Üç Yüz Dokuz

Ayet: “Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, dokuz da ilave ettiler.” (Kehf, 18/25)

Hikmet: Ashab-ı Kehf’in iman uğruna verdiği uzun süreli sabrı gösterir. Dünya ile ahiretin ölçü farkına işaret eder.

9️5️0️ Dokuz Yüz Elli

Ayet: “Nuh, kavminin içinde dokuz yüz elli yıl kaldı.”
Veya: “Andolsun ki biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.”
(Ankebût, 29/14)

Hikmet: Sabır, sebat ve tebliğin uzun süreli mücadelesi.

1️0️0️0️ Bin

Ayet: “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadr, 97/3)

Hikmet: Büyük fazilet, çokluk ve bereketi temsil eder.

5️0️0️0️ Beş Bin

Ayet: “Rabbiniz size beş bin melekle yardım edecektir.” (Âl-i İmrân, 3/125)

Hikmet: İlahi yardımın büyüklüğünü, imanla gelen kudreti gösterir.

Genel Değerlendirme

Kur’an’da sayılar:

Gerçek vakıaları bildirmek için (Nuh’un ömrü, Ashab-ı Kehf’in kalışı),

İlahi düzeni göstermek için (yedi gök, on iki pınar),

Manevi hakikatlere işaret etmek için (bin ay, yetmiş istiğfar) kullanılır.

Sayıların arkasında her zaman hikmet, düzen, ölçü ve ibret vardır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025

İnsanlık Yolculuğu: Sınavın Durağı ve Sonsuzluk Seferi

İnsanlık Yolculuğu: Sınavın Durağı ve Sonsuzluk Seferi

İnsanoğlu, dünyaya geldiği andan itibaren aslında uzun bir yolculuğa başlamıştır. Çoğu zaman bu yolculuğun sadece gündelik hayatın telaşından ibaret olduğunu sanırız. Oysa metindeki derin ve ibretli söz, bu yanılmayı ortadan kaldırır ve bize asıl gerçeği hatırlatır:
“Bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz.”
Bu cümle, sadece bir ölüm ve sonrası tanımı değil, aynı zamanda hayatın her anını anlamlandıran bir pusula gibidir.
Mesela Çölü aşan bir kervanın tasviriyle birlikte, bu manevi seferin zorluklarını ve hedefini gözler önüne serer.

Hikmetli Bir Bakış: Yolculuğun Anlamı

Hayat bir seferdir; bu, sadece bir benzetme değil, varoluşun en temel hikmetlerinden biridir. Sefer, bir yerden bir yere gitmek demektir. Bu yolculukta her durak bir amaca hizmet eder ve her yorgunluk bir sonraki adımı güçlendirir. Dünya hayatı, bu uzun seferin ilk ve en önemli durağıdır. Burada yapılan her eylem, atılan her adım, kabirde, haşirde ve ebediyetteki duraklarımızı belirler. Hikmet, bu yolculuğun sadece bir gidiş değil, aynı zamanda bir hazırlık ve bir sınav olduğunu idrak etmektir. Kervan, acele etmeden, sabırla ve kararlılıkla ilerler. Bu, bize dünya hayatının da bir sabır ve metanet imtihanı olduğunu hatırlatır. Kervanın yükü, insanın dünyada edindiği amelleridir. Ne kadar iyi ameller biriktirirsek, o kadar hafif ve huzurlu bir yolculuk geçiririz.

Edebi Bir Düşünce: Çölün Sembolizmi

Mesela çöl manzarası, bu manevi yolculuğun edebi bir sembolüdür. Çöl, zorlukları, tehlikeleri ve bilinmezlikleri simgeler. Ancak aynı zamanda, kalbin berraklaşmasını, nefsin arınmasını ve insanın asıl gayesini hatırlamasını sağlayan bir mekândır. Çölde yürümek, dünya hayatının gelip geçici tuzaklarından sıyrılmayı, sadece hedefe odaklanmayı gerektirir. Kervan, tek başına değil, bir bütün olarak hareket eder. Bu, İslâm düşüncesindeki cemaat ruhuna, müminlerin birbirine destek olmasına ve birlikte yolculuk etmesine bir göndermedir. Kervan yoldaşları, bu uzun seferde birbirinin yoldaşı, yardımcısı ve rehberidir. Gölgenin uzaması ise, zamanın hızla aktığını ve bu yolculukta her geçen anın kıymetini bilmemiz gerektiğini fısıldar. Edebiyat, bu sembollerle bize ölümün bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu ve asıl memleketimize varışın ancak bu çölü geçmekle mümkün olduğunu anlatır.

Tarihî ve İbretli Bir Yaklaşım: Geçmişin Kervanları

Tarih, bu yolculuğun ne kadar eski ve ne kadar önemli olduğunu gösteren sayısız ibretle doludur. Peygamberler, evliyalar, salih insanlar… Onların hayat hikâyeleri, bu uzun seferin en zorlu kısımlarını nasıl aştıklarının birer örneğidir. Hz. İbrahim’in atıldığı ateşteki imanı, Hz. Nuh’un tufan karşısındaki sabrı, Hz. Yusuf’un zindan ve saray imtihanları… Her biri, dünya hayatının birer durağıydı ve onlar bu durakları “ebed memleketine” ulaşma hedefiyle aşmışlardı.
Yine tarihten nice krallar, padişahlar ve zenginler gelip geçmiştir. Onlar, bu dünya seferinin gelip geçici duraklarında konaklamayı kalıcı sanmış, mal ve mülk biriktirmekle meşgul olmuşlardır. Ancak onların da son durağı kabir olmuş, dünya hayatında biriktirdikleri hiçbir şey onlara ebediyet yolculuğunda yoldaş olamamıştır. Bu durum, bize asıl zenginliğin malda değil, maneviyatta ve salih amellerde olduğunu gösteren en büyük ibrettir.

Düşündürücü Bir Sonuç: Yolculuğun Gerçek Mahiyeti

Bu söz, insana hayatı sadece bugünden ibaret görmemeyi, daha büyük bir resmin parçası olduğunu hatırlatır. Bugün yaşadığımız her an, her eylem, o sonsuz yolculuğun birikimidir. En basitinden, bir namaz kılarken, bu ibadetin sadece o ana özel olmadığını, kabirden haşre giden yolda bizi aydınlatacak bir ışık olduğunu düşünmeliyiz. Birine yardım ederken, bu eylemin ebed memleketinde karşımıza çıkacak bir azık olduğunu bilmeliyiz.
Çöl yolculuğu metaforu, insanın sürekli ilerlemesi, durmaması gerektiğini anlatır. Hayat durmak, yerinde saymak değildir. Her an, bir sonraki durak için bir hazırlıktır. Bu düşünce, insanı miskinlikten ve boş işlerden uzaklaştırır. Hayatın sadece bir mola yeri olduğunu idrak eden bir birey, daha bilinçli, daha sorumlu ve daha anlamlı bir yaşam sürer. Ebedi olanı kazanmak için fâni olanı kullanır. Asıl maharet, bu uzun seferin bilincinde olarak, her adımı Allah’ın rızasına uygun atmaktır.

Özet
Bu makale, “Bizler uzun bir seferdeyiz…” sözü üzerine kuruludur ve hayatın bir yolculuk olduğu fikrini işler. Makale, bu yolculuğu hikmetli, edebi, tarihi ve düşündürücü açılardan ele almaktadır. Hikmetli bakış açısıyla, dünya hayatının bir hazırlık ve sınav durağı olduğu, her eylemin bir sonraki durağı etkilediği anlatılır. Edebi olarak, çöl ve kervan metaforları, zorluklar, bilinmezlikler ve cemaat ruhu gibi konuları sembolize eder. Tarihi ve ibretli bir yaklaşımla, peygamberlerin ve salih insanların bu yolculuğu nasıl bilinçli yaşadığına ve dünya hırsına kapılanların sonunun ne olduğuna dair örnekler verilir.
Sonuç olarak, makale, bu uzun seferin bilincinde olmanın, hayatın her anını anlamlandırdığını ve insanı boş işlerden uzaklaştırarak ebedi hedefe odaklanmaya teşvik ettiğini belirtir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025

MÜMİNLERİN SIFATLARI

MÜMİNLERİN SIFATLARI

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا‌ـ﴿٦٣‌ـ﴾
63- Rahmân’ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler);
وَالَّذ۪ينَ يَب۪يتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا‌ـ﴿٦٤‌ـ﴾
64- Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَۗ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًاۗ‌ـ﴿٦٥‌ـ﴾
65- Ve şöyle derler: Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.
اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا‌ـ﴿٦٦‌ـ﴾
66- Orası cidden ne kötü bir yerleşme ve ikamet yeridir!
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَامًا‌ـ﴿٦٧‌ـ﴾
67- (O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.  وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ وَلَايَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ى حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَايَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَامًاۙ‌ـ﴿٦٨‌ـ﴾
68- Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir ilâha yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı(nın cezasını) bulur;
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪ ۫ مُهَانًاۗ‌ـ﴿٦٩‌ـ﴾
69- Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır.
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا‌ـ﴿٧٠‌ـ﴾
70- Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَابًا‌ـ﴿٧١‌ـ﴾
71- Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.
وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا‌ـ﴿٧٢‌ـ﴾
72- (O kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.
وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا‌ـ﴿٧٣‌ـ﴾
73- Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar;
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَامًا‌ـ﴿٧٤‌ـ﴾
74- (Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! derler.
اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًاۙ‌ـ﴿٧٥‌ـ﴾
75- İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا‌ـ﴿٧٦‌ـ﴾
76- Orada ebedî kalacaklardır. Orası ne güzel bir yerleşme ve ikamet yeridir.

********

Furkan Sûresi’nin 63-76. ayetleri, “İbâdu’r-Rahmân” yani Rahmân’ın kullarının sıfatlarını anlatıyor. Bu ayetler adeta bir mümin şahsiyet portresi çizer.
Bunlar ise;

  1. Tevazu ve vakar

> “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler.” (Furkan, 25/63)

🔹 Muradif ayetler:

“Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman, 31/19)

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin.” (İsrâ, 17/37)

  1. Cahillerle muhataplıkta vakar

> “Cahiller onlara laf atınca ‘Selam!’ derler.” (Furkan, 25/63)

🔹 Muradif ayet:

“Onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size; selâm olsun, biz cahilleri istemeyiz’ derler.” (Kasas, 28/55)

  1. Gece ibadeti (kıyam ve secde)

> “Gecelerini Rablerine secde ve kıyamla geçirirler.” (Furkan, 25/64)

🔹 Muradif ayetler:

“Onlar geceleri pek az uyurlardı; seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.” (Zâriyât, 51/17-18)

“Gecenin bir kısmında O’na secde et ve uzun geceler boyunca O’nu tesbih et.” (İnsân, 76/26)

  1. Cehennem azabından sakınma

> “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır.” (Furkan, 25/65)

🔹 Muradif ayet:

“Onlar: Rabbimiz! Bizi cehennem azabından koru; çünkü onun azabı daimîdir, derler.” (Âl-i İmrân, 3/16)

  1. İktisad – İsraf ve cimrilikten uzak olmak

> “Harcadıklarında israf etmez, cimrilik de yapmazlar; ikisi arasında orta yol tutarlar.” (Furkan, 25/67)

🔹 Muradif ayetler:

“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma; sonra kınanır ve eli boş kalırsın.” (İsrâ, 17/29)

“Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A‘râf, 7/31)

  1. Büyük günahlardan uzak durmak (şirk, cinayet, zina)

> (Furkan, 25/68-69)

🔹 Muradif ayetler:

“Allah’a ortak koşmayın, haksız yere cana kıymayın, zina etmeyin.” (En‘âm, 6/151)

“Zinaya yaklaşmayın. O, çirkin bir hayasızlık ve kötü bir yoldur.” (İsrâ, 17/32)

  1. Tevbe ve dönüş

> “Tevbe edenlerin günahlarını Allah iyiliklere çevirir.” (Furkan, 25/70-71)

🔹 Muradif ayetler:

“Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tevbe edin.” (Tahrîm, 66/8)

“Allah bütün günahları bağışlar.” (Zümer, 39/53)

  1. Yalan şahitlik ve boş sözden uzak durmak

> “Yalan yere şahitlik etmezler, boş sözle karşılaştıklarında vakar ile geçerler.” (Furkan, 25/72)

🔹 Muradif ayetler:

“Onlar, yalan söylemezler.” (Mü’minûn, 23/8)

“Boş söz işittikleri zaman yüz çevirirler.” (Kasas, 28/55)

  1. Kur’an ayetlerine karşı uyanıklık

> “Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında sağır ve kör davranmazlar.” (Furkan, 25/73)

🔹 Muradif ayet:

“Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman secdeye kapanarak ağlarlar ve huşû içinde artar.” (Meryem, 19/58)

  1. Aile duası ve nesil terbiyesi

> “Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve nesiller bağışla; bizi takvâ sahiplerine önder kıl.” (Furkan, 25/74)

🔹 Muradif ayetler:

“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle.” (İbrâhim, 14/40)

“Ey Rabbimiz! Bizi Sana teslim olmuş kimseler kıl, neslimizden de Sana boyun eğen bir ümmet çıkar.” (Bakara, 2/128)

  1. Sabır ve cennet mükafatı

> “Onlar sabrettikleri için cennetin en yüce makamlarıyla mükafatlandırılacaklardır.” (Furkan, 25/75-76)

🔹 Muradif ayetler:

“Sabredenlere mükafatları hesapsız verilecektir.” (Zümer, 39/10)

“Melekler onlara: Selam size! Sabrettiğinizden dolayı cennete girin, derler.” (Ra‘d, 13/23-24)

Görüldüğü gibi, Furkan 63-76 ayetleri müminlerin hem ahlaki hem ibadet hem de sosyal boyutlarını tarif eden en kapsamlı pasajlardan biridir.

*******

📜 İbâdu’r-Rahmân’ın Sıfatları ve Muradif Ayetler

Sıfat –  Furkan Sûresi (25)   -Muradif Ayetler

Tevazu ile yürümek

63 – Yeryüzünde tevazu ile yürürler
Lokman 31/19, İsrâ 17/37

Cahillerle vakar ile muhatap olmak

63 – Cahiller onlara laf atınca “Selam!” derler
Kasas 28/55

Gece ibadeti (kıyam-secde)
64 – Gecelerini secde ve kıyamla geçirirler Zâriyât 51/17-18, İnsân 76/26

Cehennemden sakınma duası

65-66 – “Rabbimiz! Bizi cehennem azabından koru” Âl-i İmrân 3/16

İktisad (israf ve cimrilikten uzak)

67 – Ne israf ederler ne de cimrilik, orta yol tutarlar

İsrâ 17/29, A‘râf 7/31

Büyük günahlardan uzak (şirk, cinayet, zina)
68-69 –
Şirk koşmaz, haksız yere cana kıymaz, zina etmezler
En‘âm 6/151, İsrâ 17/32

Tevbe ve dönüş
70-71 –
Tevbe edenlerin günahları iyiliklere çevrilir
Tahrîm 66/8, Zümer -39/53

Yalan şahitlik etmemek, boş sözden uzak durmak
72 – Yalan şahitlik etmez, boş sözden vakar ile geçerler

Mü’minûn 23/8, Kasas 28/55

Kur’an’a karşı duyarlılık- 73 – Ayetlere kör ve sağır davranmazlar Meryem 19/58
Aile duası ve salih nesil istemek
74 – “Bize göz aydınlığı olacak eş ve nesil ver”
İbrâhim 14/40, Bakara 2/128

Sabır ve cennetle mükafat
75-76 – Sabırlarına karşılık cennette en yüksek makam
Zümer 39/10, Ra‘d 13/23-24

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 23rd, 2025