İçişleri bakanlığı İbb-de tesbit ettiği terör iltisaklı çalışanlar.
İçişleri Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) çalışan bazı personelin terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı olduğu iddiasıyla özel teftiş başlattığını duyurdu¹. Bu konu siyasi bir tartışmaya yol açtı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, soruşturmayı “cadı avı” olarak nitelendirerek İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu istifaya çağırdı². Soylu ise soruşturmanın bir güvenlik meselesi olduğunu ve İBB’de işe alınan bazı kişilerin terör suçlarından mahkumiyet kararı almış kişiler olduğunu belirtti³.
Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi için aşağıdaki bağlantılara tıklayabilirsiniz:
– [BBC News Türkçe: ‘İBB’de terörle iltisaklı personel’ polemiği: İmamoğlu ve İçişleri Bakanlığı ne diyor?](^1^)
– [BBC News Türkçe: Ekrem İmamoğlu: İçişleri Bakanlığı, yüzlerce İBB personeli hakkında özel teftiş başlattı, İBB Başkanı ‘İçişleri Bakanı istifa etsin’ dedi](^2^)
– [İçişleri Bakanlığı: Bakanımız Sn. Soylu: İBB’de İmamoğlu Döneminde İşe Alınmış 505 Kişinin İşe Girmelerinde Engel Durum Söz Konusu](^3^)
Husiler inanç ve statüsü nedir, kimleri temsil etmektedir?
Husiler, Yemen’de Şii Zaidi mezhebine mensup bir gruptur. 1990’lı yıllardan itibaren siyasi ve askeri alanda güç kazanmaya başlayan Husiler, 2014 yılında başkent Sana’yı ele geçirerek Yemen’in büyük bir kısmını kontrol altına aldı.
Husiler, Şii İslam’ın Zaidi mezhebine mensuptur. Zaidi mezhebi, Şiiliğin en eski mezheplerinden biri olup, Yemen’in kuzeyinde ve güneybatısında yaygın olarak görülmektedir. Zaidi mezhebi, Şiiliğin diğer mezheplerinden farklı olarak, imametin nesilden nesile geçmesini ve imamların hem siyasi hem de dini liderlik yetkilerine sahip olmasını kabul eder.
Husiler, Zaidi mezhebinin öğretilerine göre Yemen’de bir imamlık devleti kurmak istemektedir. Bu nedenle, Husiler Yemen’in resmi mezhebinin Şiilik olmasını ve imamlığın Zaidi mezhebine mensup bir kişiye verilmesini talep etmektedir.
Husiler, Yemen’deki Şii nüfusu temsil etmektedir. Yemen nüfusunun yaklaşık %30’u Şiidir ve bu nüfusun çoğunluğu Zaidi mezhebine mensuptur. Husiler, Yemen’deki Şiilerin haklarını savunmak ve Şiilerin yönetimde daha fazla söz sahibi olmasını sağlamak için mücadele etmektedir.
Husiler, Yemen’in iç savaşının en önemli taraflarından biridir. Husiler, savaşın başından beri Yemen hükümetine karşı savaşmaktadır. Husiler’in savaştaki müttefikleri arasında İran, Lübnan’daki Hizbullah hareketi ve Irak’taki Şii milis grupları yer almaktadır.
Husiler’in Yemen’deki statüsü tartışmalı bir konudur. Birleşmiş Milletler, Husiler’i bir terör örgütü olarak kabul etmektedir. Ancak, Husiler kendilerini bir siyasi hareket olarak tanımlamaktadır.
Husiler’in Yemen’deki geleceği belirsizdir. Husiler, Yemen’de bir imamlık devleti kurmayı başarabilirse, Yemen’in siyasi ve dini yapısında köklü değişiklikler meydana gelecektir.
@@@@@@@
Haşdi Şabi inanç ve statüsü nedir, kimleri temsil etmektedir?
Haşdi Şabi, Irak’ta Şii milislerden oluşan bir gruptur. 2014 yılında IŞİD’in Irak’ın büyük bir kısmını ele geçirmesinin ardından kurulmuş ve Irak hükümetinin IŞİD’e karşı mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır.
Haşdi Şabi, Şii İslam’ın Şiiyye mezhebine mensuptur. Şiiyye mezhebi, İslam’ın en büyük iki mezhebinden biridir ve Irak nüfusunun yaklaşık %60’ı Şiidir. Haşdi Şabi, Şiilerin Irak’ta siyasi ve dini alanda daha fazla söz sahibi olmasını sağlamak için mücadele etmektedir.
Haşdi Şabi, Irak’ın resmi askeri bir gücüdür ve Irak hükümeti tarafından finanse edilmektedir. Ancak, Haşdi Şabi’nin İran’dan da önemli ölçüde destek aldığına inanılmaktadır.
Haşdi Şabi’nin statüsü tartışmalı bir konudur. Bazıları Haşdi Şabi’yi bir terör örgütü olarak görürken, diğerleri ise Irak’ın güvenliği için gerekli bir güç olduğunu savunmaktadır.
Haşdi Şabi, Irak’ın siyasi ve dini yapısında önemli bir rol oynamaktadır. Haşdi Şabi’nin Irak’ın geleceği üzerinde önemli bir etkisi olması beklenmektedir.
@@@@@@@@
Saniyen: Yemen imamı olan Zeydîler Seyyidi hakkındaki sualiniz, hakikaten ehemmiyetli ve yümünlüdür. Fakat meymenetsiz bir zamana rastgeldi. Hem zihnim kapalı, hem hal müsait değil, hem ve hem… Yalnız bu kadar var ki, meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl i Beyttendir. Ve müfrit ?îaları reddeden ve deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’den teberrîyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîşânı hürmet edip kabul eden bir zattır. Onun etbâları, Şîaların en mutedili ve en Sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşaallah, Vehhâbîlerin tahribatını tamire sebep oldukları gibi, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesb edip, Ehl-i Sünnete iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor; bu fitne-i âhirzaman acip şeyler doğuracağını ihsas ediyor. https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/barla-lahikasi/yirmi-sekizinci-mektubun-sekizinci-meselesinin-ucuncu-nuktesi/181
2001 Türkiye ekonomik krizi, Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biridir. 21 Şubat 2001 tarihinde, Millî Güvenlik Kurulu toplantısında cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile başbakan Bülent Ecevit arasındaki siyasi kriz bir anda tüm ülkeyi etkisi altına alan ekonomik bir krize dönüşmüştür.
Krizin temel nedenleri arasında, 1990’lı yıllarda uygulanan yanlış ekonomik politikalar, kamu bankalarının mali disiplinden uzaklığı, uluslararası piyasalarda yaşanan dalgalanmalar ve siyasi istikrarsızlık yer almaktadır.
Kriz, Türkiye ekonomisinde çok ciddi bir yıkıma neden olmuştur. Borsa %14,6 oranında değer kaybetmiştir. Faizler %760’a yükselmiştir. İç borcun GSMH’ya oranı %69’a, dış borcun GSMH’ya oranı %79’a çıkmıştır. 800 bin işsiz ve %9 küçülme yaşanmıştır. Kriz sürecinde toplam 24 banka batmıştır.
Kriz sonrası dönemde, Türkiye ekonomisi IMF destekli bir program çerçevesinde toparlanmaya başlamıştır. 2002 yılında %7,9, 2003 yılında %5,9, 2004 yılında %9,9 gibi rekor bir büyüme hızına ulaşılmıştır. Enflasyon oranı da hızlı bir düşüş göstermiştir.
Kriz, Türkiye ekonomisi ve siyaseti üzerinde derin bir iz bırakmıştır. Kriz, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi yapısını yeniden şekillendirmesine neden olmuştur.
[Image of 2001 Türkiye ekonomik krizi]
Krizin etkileri günümüzde de hissedilmektedir. Kriz, Türkiye ekonomisinde artan eşitsizlik, yoksulluk ve güvensizlik gibi sorunların temelinde yer almaktadır.
Dr. Sadullah NUTKU, ahir zamanda sahabe hayatı yaşayan, çağın fitne fesadından uzak durup, sünneti seniyye dairesinde kalabilen, hayatını iman ve Kuran hizmetine adayan bir kutlu kişi…
Bediüzzaman’ın has ve sadık talebelerinden biri olan Dr. Sadullah Nutku, ömrünün önemli bir kısmını Konya’da geçirmiş. Doktor olarak çalıştığı Konya’da gece gündüz demeden fakir fukaranın hizmetine koşmuş, muayene ettiği fakir hastalar- dan asla para almamış, halkın saygı ve muhabbetini kazanmış.
Bir taraftan doktor olarak insanların hizmetine koşarken, diğer taraftan da bulduğu her fırsatta Hacı Veyiszade Hazretlerinin Camisine giderek, sohbetlerinden ve Kuran ziyafetlerinden istifade etmeye çalışmış. Sadece halis bir mümin olarak dinini yaşamak istediği için devrin ceberrut yöneticileri tarafından hapishaneye atılmış…
Konya cezaevinde kaldığı dönemde, cezaevine mahkûm olarak Osman Yüksel Serdengeçti de gelir ve Dr. Sadullah Nutku’nun hayatından çok etkilenir. Daha sonra Serdengeçti Dergisinde yazdığı “Onlar Bizi Affetsin” başlıklı yazısında Dr. Sadullah Nutkuyu anlatır.
Konya halkının zihninde derin izler bırakmış olan Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Dr. Sadullah Nutku’yu yadetmek istedik:
ONLAR BİZİ AFFETSİNLER
“Lekesiz alınlar, harama uzanmamış eller, içleri nûr, dışları nûr olan insanlar bizleri affetsinler!.. Onlar hapishanelerde iken dahi bizden hürdüler… Çünkü imanlarının, vicdanlarının emrindedirler. Allah’tan başka kimseye kulluk yapmamaktadırlar. Ne bareme girip, barem kulu olmuşlar, ne asli maaş endişesiyle asliyetlerini kaybetmişler, ne şu, ne bu ikbal hırsının önünde secde etmişlerdir. Onlar karanlık, loş hapishane köşelerinde her türlü pisliğin barındığı bu yerlerde, gübreliklerde açan, her yere güzel kokular saçan güzel çiçekler gibidirler…
Ben bilirim onları. Ben bir arada kaldım onlarla. Asrın kaybettiği bütün meziyetlere sahiptir onlar. İmanlıdırlar, vefalıdırlar, severler, sevilirler. Cesurdurlar, kahramandır. Kısaca tam bir Müslümandırlar.
Varsın, Çetinler, Özekler onları lekeleye dursun. Ben bilirim onları. Onlar güneş gibidirler, leke tutmaz, çamur tutmaz onları. Onlar ateş gibidirler. Onlar yakarlar kirleri, pisleri, pislikleri.
Konya hapishanesinde onlardan bir Dr. Sadullah vardı ki… Allah’ım ne adamdı o? Nasıl imandı ondaki! Adam hapishanede idi, fakat gül-gülistan içindeydi. Gülen gözlerle bakardı insana. Her şeyi unutuyordum onun yanında. Adam adeta teneffüs edilen bir şey gibiydi. Yanımdan bir ruh gibi uçuverip gideceğinden korkardım!..
Yanımdaki arkadaşa:
-Şu pencereleri kapat. Sonra doktor uçar gider bu demirlerin aralarından, demiştim. Fakat onun uçmaya, gitmeye niyeti yoktu. Bu kadar yüksek olduğu halde bizim gibi sürünenlerle beraberdi; bizi bırakmıyordu; kurtaracaktı o.
Evet, Dr. Sadullah Nutku…
Nurculuktan sanıktı. Karakola götürmüşler, dövmüşlerdi; bayılıncaya kadar. Kendine geldiği zaman zalimlerin affı için Allah’ına dua etmişti.
-Yarabbi bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Sen bunları affet, demişti. Tıpkı o yüce peygamber gibi.
Bunları bana o anlatmıyordu. Başkaları anlatmıştı. Çünkü kendisi yoktu ortada. Silmişti varlığını.
Fakat yok oldukça var oluyordu doktor, silindikçe biliniyordu. Kendini mesele haline getirenlerden değildi. Mesele o idi. O, yalnız o. Her zaman o.
1961’de Konya’dan seçimlere girmiştim ve propagandanın ikinci günü, bilâ sebep, bilâ tereddüt tevkif olunmuştum. İşte, doktorla o zaman, orada karşılaşmıştım. Beni gıyaben tanıyordu. İlk karşılaşmamızda, ilk hitabı şu oldu:
“Gazamız mübarek ola!”
Cevap vermedim; çok öfkeli ve hınçlı idim. O mütemadiyen yüzüme bakıyor, bana yakın olmak istiyordu. “Cenab-ı Hak lütfetti de sizi buraya gönderdi. Sizi esirgedi, acıdı” gibi laflar ediyordu.
Şu adama bak dedim içimden. Meczubun biri. Bunun neresi lütuf. Mebus olacakken mahpus oldum. Öyle öfkeliyim ki, bir hamlede, mahkemeleri, hapishane duvarlarını yıkmak istiyordum. Doktordan yüz çevirdim. Fakat nereye çevrilsem, o da o tarafa çevriliyordu.
Her yönde onu görüyordum. Aynı sözler…
-Cenab-ı Hak lütfetti. Nedir o dışarıda olanlar. Nutuklar, kendini övmelere, öbür tarafa sövmeler. Bir felaket! Bir an gözlerim gözlerine geldi. “Öyle değil mi?” Öyle. Bu suali sessizce tasdik ettim. Hakikaten öyle içime bir huzur yayıldı.
Meydanlar, nutuklar, alabildiğine karşı tarafa sövmeler, kendini ve partisini övmeler. Kazanmak için türlü dolaplar, dalavereler…
Yarabbi, beni bunlardan kurtardığın için sana binlerce şükürler.
Doktor, yaşlı gözlerle hapishanenin penceresinden, göklere, göklerdeki bulutlara bakar, Kur’an’ı Kerim’den gökler ve bulutlarla ilgili, o temaşa’yi şairane ayetler okurdu. Hapishanenin bahçesindeki ağaca bakar, Said-i Nursi’nin tohum ve ağaç teşbihlerini, nisbetlerini dile getirirdi.
Ara sıra, benim yine öfke nöbetlerim tutar, “namussuzlar…”
diye nutka başlardım. Doktor Sadullah Nutku’ya bakınca nutkum tutulurdu.
Onda söz yoktu, öz vardı. Susmak, susmak, tezekkür, tefekkür, temâşâ!..
Doktor, derdim. “Sen dünyayı üçten dokuza boşamışsın, kurtulmuşsun. Ben hala dünya ile evliyim.”
Tatlı tatlı gülümserdi. Bana, “Sen büyük mücahitsin.” derdi.
O beni büyüttükçe küçülür giderdim. Kendisini küçülttükçe gözümde ve gönlümde o daha fazla büyürdü.
O sıralarda ihtilâlin başı, Cemal Gürsel, “Türkiye’de huzur yok!” Demişti. Kendisine bir tel çekecektim. Yazdım da sonradan vazgeçtik.
“Türkiye’de huzur, Konya hapishanesinin falan koğuşunda, Doktor Sadullah’ın yanında, huzura kavuşmak istiyorsanız buyurun.
İşte Nurcu diye hapishane hapishane dolaştırdığımız, karakol karakol dayak attığımız suçlulardan biri. Biz bunları affetmiyoruz da. Diyeceksiniz ki hepsi bu kıratta adamlar mı?
Değil tabi. Ama hepsi de bu ihlasta, bu yolda, bu imanda adamlar. Bu insanları suçlu diye affetmek bile bir zül. Bizlerin onlardan af ve özür dilememiz lazım.”
Sosyal bir deneyim için serseri gibi giyinen ve 2014 yılında New York’ta çekilen The Invisibles filminin çekimleri sırasında Richard Gere, büyük duygusal etki yaratan inanılmaz anlar yaşadı.
Bunu kendisi söylüyor…
“Evet, serseri gibi giyinip sokaklardaydım ama kimse beni fark etmedi.
Ben bir serseriydim, görünmez biriydim.
Bana tiksintiyle bakan insanların yanından geçen herhangi bir evsiz gibi hissettim. Sadece bir bayan bana karşı çok nazikti ve bana yemek verdi ve bu benim için harikaydı. Çoğu zaman sahip olduklarımızın kıymetini nasıl anlayacağımızı ve ne kadar şanslı olduğumuzu bilmiyoruz. Bizden daha az şanslı olan birine yardım edelim, bunu hep birlikte yapalım. Bu yüzden deneyimimi tamamladıktan sonra şehre indim, yiyecek dağıttım ve tanıştığım her evsizlere 100 dolar verdim. Onlarla konuştum, onları dinledim. Minnettarlıkla ağladılar. Cömert ve şefkatli olun. Toplumda görmek istediğiniz değişimin kendisi olun. Kim yapabiliyorsa başkalarına yardım etsin, çünkü hepimiz birileri için başkalarıyız…” Richard Gere, aktör,74 yaşında
@@@@@@@@@
Yardım etmenin verdiği huzur örnekleri.
Yardım etmenin verdiği huzur, kişinin kendini iyi hissetmesini, mutlu ve tatmin olmasını sağlayan bir duygudur. Bu duygu, kişinin başkalarına fayda sağladığını, onların hayatına bir katkıda bulunduğunu hissetmesinden kaynaklanır. Yardım etmek, kişinin kendini değerli ve önemli hissetmesine yardımcı olur. Ayrıca, yardım etmek kişinin stresini azaltmasına ve daha olumlu bir bakış açısına sahip olmasına yardımcı olabilir.
Yardım etmenin verdiği huzurun bazı örnekleri şunlardır:
* Bir ihtiyaç sahibine yardım etmek, onun hayatını kolaylaştırmak ve mutluluğunu artırmak kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar. Örneğin, bir ihtiyaç sahibine yemek, giyecek, barınma veya para yardımı yapmak, onun temel ihtiyaçlarını karşılamasına ve daha rahat bir hayat sürmesine yardımcı olabilir. Bu durum, yardım eden kişinin kendini iyi hissetmesine ve topluma fayda sağladığını hissetmesine neden olur. * Bir hastaya yardım etmek, onun tedavisine katkıda bulunmak ve iyileşmesine yardımcı olmak kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar. Örneğin, bir hastaya hastanede refakat etmek, onun moralini yükseltmek ve tedavi sürecini kolaylaştırmak için destek olmak, yardım eden kişinin kendini iyi hissetmesine ve başkalarına fayda sağladığını hissetmesine neden olur. * Bir hayvana yardım etmek, onun sağlığını ve refahını iyileştirmek kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar. Örneğin, bir hayvan barınağında gönüllü çalışmak, terk edilmiş veya yaralanmış hayvanlara bakmak ve onların iyi koşullarda yaşamalarına yardımcı olmak, yardım eden kişinin kendini iyi hissetmesine ve başkalarına fayda sağladığını hissetmesine neden olur.
Yardım etmek, kişinin hem fiziksel hem de ruhsal sağlığına olumlu katkılar sağlayan bir eylemdir. Yardım etmek, kişinin kendini iyi hissetmesini, mutlu ve tatmin olmasını sağlar. Ayrıca, yardım etmek kişinin stresini azaltmasına ve daha olumlu bir bakış açısına sahip olmasına yardımcı olabilir.
@@@@@@@@
Yardımda bulunanların yaşadıkları hatıralar.
Yardımda bulunanlar, yardım ettikleri kişilerle kurdukları bağlardan ve yardımlarının onların hayatlarına olumlu bir etki yaratmasından dolayı büyük bir huzur ve mutluluk yaşarlar. Bu huzur ve mutluluk, yardım edenlerin hayatlarına pozitif bir katkı sağlar ve onları daha iyi bir insan haline getirir.
Yardımda bulunanların yaşadıkları hatıralar, yardım ettikleri kişilerin hayatlarını nasıl değiştirdiklerini gösteren örneklerle doludur. Örneğin, bir ihtiyaç sahibine yapılan bir yardım, onun temel ihtiyaçlarını karşılamasına ve daha rahat bir hayat sürmesine yardımcı olabilir. Bu durum, yardım eden kişinin kendini iyi hissetmesine ve topluma fayda sağladığını hissetmesine neden olur.
Bir hastaya yapılan bir yardım, onun tedavisine katkıda bulunmak ve iyileşmesine yardımcı olabilir. Örneğin, bir hastaya hastanede refakat etmek, onun moralini yükseltmek ve tedavi sürecini kolaylaştırmak için destek olmak, yardım eden kişinin kendini iyi hissetmesine ve başkalarına fayda sağladığını hissetmesine neden olur.
Bir hayvana yapılan bir yardım, onun sağlığını ve refahını iyileştirmek için olabilir. Örneğin, bir hayvan barınağında gönüllü çalışmak, terk edilmiş veya yaralanmış hayvanlara bakmak ve onların iyi koşullarda yaşamalarına yardımcı olmak, yardım eden kişinin kendini iyi hissetmesine ve başkalarına fayda sağladığını hissetmesine neden olur.
Yardımda bulunanların yaşadıkları hatıralar, yardım etmenin hem yardım eden hem de yardım edilen kişi için ne kadar önemli olduğunu gösteren değerli örneklerdir. Bu hatıralar, yardım etmenin verdiği huzur ve mutluluğun ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne serer.
* **Bir gönüllü, bir hayvan barınağında gönüllü olarak çalışmaya başladıktan sonra, terk edilmiş ve yaralanmış hayvanların iyileşmelerini izlemekten büyük bir mutluluk duyduğunu söylüyor. Gönüllü, “Bu hayvanların hayatlarına dokunabilmek ve onlara daha iyi bir hayat sunabilmekten büyük bir mutluluk duyuyorum” diyor. ** * **Bir hayırsever, ihtiyaç sahibi bir aileye maddi yardımda bulunduktan sonra, ailenin yüzündeki mutluluğu görmekten büyük bir huzur duyduğunu söylüyor. Hayırsever, “Bu ailenin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek benim için çok önemliydi. Onların yüzlerindeki mutluluğu görmek, benim için paha biçilmez bir hediye” diyor. ** * **Bir doktor, hasta bir çocuğa tedavide yardımcı olduktan sonra, çocuğun iyileştiğini görmekten büyük bir mutluluk duyduğunu söylüyor. Doktor, “Bu çocuğun sağlığına kavuşabilmesi için elimden geleni yaptım. Onu iyileşmiş bir şekilde görmek, benim için en büyük mutluluk” diyor. **
Bu hatıralar, yardım etmenin hem yardım eden hem de yardım edilen kişi için ne kadar önemli olduğunu gösteren değerli örneklerdir. Bu hatıralar, yardım etmenin verdiği huzur ve mutluluğun ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne serer.
Zekât ve faiz, İslam’ın temel ekonomik hükümlerinden ikisidir. Zekât, malın belli bir kısmının ihtiyaç sahiplerine verilmesini emreden bir ibadettir. Faiz ise, borç alınan paranın karşılığında alınan fazladan paradır.
Zekât ve faizin emredilip yasaklanmasının pek çok hikmeti vardır. Bunların bazıları şunlardır:
* **Sosyal adaleti sağlamak: ** Zekât, zenginlerin mallarından fakirlerin istifade etmesini sağlayan bir sistemdir. Bu sistem sayesinde, toplumda gelir dağılımı dengesi sağlanır ve sosyal adalet tesis edilir. * **Yoksulluğu azaltmak: ** Zekât, ihtiyaç sahiplerine yapılan bir yardımdır. Bu yardım sayesinde, yoksulların temel ihtiyaçlarını karşılamaları sağlanır ve yoksulluk oranı azaltılır. * **İnsanların merhametini ve yardımseverliğini teşvik etmek: ** Zekât, insanların merhametini ve yardımseverliğini teşvik eden bir ibadettir. Bu ibadet sayesinde, insanlar başkalarının ihtiyaçlarına karşı daha duyarlı olurlar ve yardımlaşmaya teşvik edilirler. * **Ekonomiyi canlandırmak: ** Zekât, ihtiyaç sahiplerine yapılan bir harcamadır. Bu harcama, ekonominin canlanmasına ve işsizliğin azalmasına yardımcı olur.
Faizin yasaklanmasındaki hikmetler ise şunlardır:
* **Sermayeyi israf etmekten korumak: ** Faiz, borç alınan paranın karşılığında alınan fazladan paradır. Bu fazladan para, sermayeyi israf etmeye ve ekonomik kalkınmayı engellemeye neden olabilir. * **Sosyal adaleti bozmak: ** Faiz, zenginlerin daha da zenginleşmesine ve fakirlerin daha da fakirleşmesine neden olabilir. Bu durum, sosyal adaleti bozar ve toplumsal huzuru tehdit eder. * **İnsanları tembelliğe ve çalışmaya teşvik etmemeye neden olmak: ** Faiz, para kazanmanın kolay bir yoludur. Bu durum, insanları çalışmaya teşvik etmez ve tembelliğe yöneltebilir.
Zekât ve faizin emredilip yasaklanmasının hikmetleri, İslam’ın ekonomik sisteminin temelini oluşturur. Bu hükümler, toplumun refahını ve huzurunu sağlamak için gereklidir.
**Doğudaki Hendek savaşları**, 2015-2016 yılları arasında Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, PKK tarafından başlatılan ve güvenlik güçleri tarafından bastırılan çatışmalardır. Bu çatışmalarda, PKK üyeleri, şehir merkezlerinde hendek ve barikatlar oluşturarak, güvenlik güçlerinin hareketlerini engellemeye çalışmışlardır.
**Çatışmaların başlaması**
Çatışmaların başlaması, 7 Temmuz 2015 tarihinde, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki bir polis aracına düzenlenen saldırıyla olmuştur. Bu saldırıda 2 polis memuru şehit olmuş, 1 polis memuru da yaralanmıştır. Bu saldırının ardından, PKK üyeleri, Sur ilçesinde hendek ve barikatlar oluşturmaya başlamıştır.
**Çatışmaların ilerlemesi**
Hendek ve barikatların oluşturulmasının ardından, PKK üyeleri, güvenlik güçlerine yönelik saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Bu saldırılar sonucunda hem güvenlik güçlerinden hem de sivillerden çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir.
Çatışmaların en şiddetli yaşandığı şehirler, Sur, Cizre, Silopi, İdil ve Nusaybin olmuştur. Bu şehirlerde, güvenlik güçleri, PKK üyelerine karşı operasyonlar düzenlemiştir. Bu operasyonlar sonucunda, PKK üyeleri ağır kayıplar vermiştir.
**Çatışmaların sonu**
27 Mart 2016 tarihinde, PKK üyeleri, çatışmaları sonlandırmak zorunda kalmıştır. Bu tarihten sonra, bölgedeki hendek ve barikatlar kaldırılmış, güvenlik güçleri bölgeyi kontrol altına almıştır.
**Çatışmaların sonuçları**
Doğudaki hendek savaşları, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde önemli bir yıkıma neden olmuştur. Bu savaşlarda, binlerce ev ve iş yeri yıkılmış, binlerce insan yerinden edilmiştir.
**Hendek savaşlarının nedenleri**
Hendek savaşlarının nedenleri, çeşitli faktörlere bağlanmaktadır. Bu faktörler arasında, PKK’nın Türkiye’nin bölünmesi amacıyla başlattığı silahlı mücadele, Kürt nüfusun yaşadığı bölgelerde yaşanan ekonomik ve sosyal sorunlar ve Türkiye’nin Kürt sorununa çözüm bulma konusundaki yetersizliği sayılabilir.
**@@@@@@@#
Hendek Savaşlarının bilançosu.
Hendek Savaşlarının bilançosu, hem güvenlik güçleri hem de PKK için ağır olmuştur.
**Güvenlik güçleri** açısından, Hendek Savaşları, 355 şehit ve 465 yaralı ile sonuçlanmıştır. Bu savaşlarda, güvenlik güçleri, PKK’ya karşı önemli bir üstünlük sağlamış ve örgütün şehir merkezlerinde eylemlerini sürdürmesini engellemiştir.
**PKK** açısından, Hendek Savaşları, 3.583 örgüt üyesinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşlarda, PKK, ağır kayıplar vermiş ve örgütün şehir merkezlerinde etkinliği önemli ölçüde azalmıştır.
**Sivil kayıplar** açısından, Hendek Savaşları, 285 sivil ölümüyle sonuçlanmıştır. Bu savaşlarda, sivil halk, çatışmaların ortasında kalarak hayatını kaybetmiştir.
**Maddi kayıplar** açısından, Hendek Savaşları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde önemli bir yıkıma neden olmuştur. Bu savaşlarda, binlerce ev ve iş yeri yıkılmış, binlerce insan yerinden edilmiştir.
**Sonuç olarak**, Hendek Savaşları, Türkiye’nin iç güvenliğini ve Kürt sorununu etkileyen önemli bir olay olmuştur.
Batılıların Osmanlı vatandaşlarında görüp şahit oldukları özellikleri nelerdir?
BİR İNGİLİZ CASUSUNUN TESPİT ETTİĞİ MEZİYETLERİMİZ…
“10 sene İstanbul medreselerinde Arapça okudum hafızlık yaptım…
Evlenme tekliflerini kabul etmedim gavurluğum ortaya çıkmasın diye!..
Beni devletim casusluk yapmak üzere görevlendirdi.
Osmanlı’da gördüğüm 3 güzel ahlak yüzünden casusluğu terk ettim, yapmayacağımı söyledim:
1-Edirne’den Kars’a giden bir Osmanlı vatandaşı elindeki kıymetli eşyalarını mahalle camisinin arka mahfeline koyar, 3 ay sonra gelir, emanetlerin aynı yerden alır !..
2- İstanbul’un belirli semtlerinde hayır dibek taşları konulur, buralara zenginler hayır hasenatını dibeğe bırakır, fakir akşam evine dönerken bir ekmek parası alır diğerlerine dokunmaz!..
3-Satın aldığı tarladan çift sürerken bir küp altın çıkar satan adama bir küp altını vermeye kalkar.
Ben tarlanın altını üstünü sana sattım deyip kabul etmez!..
Bu üç sebepten casusluğu terk ettim.
@@@@@@@@
Batılıların Osmanlı vatandaşlarında görüp şahit oldukları özellikleri nelerdir?
Batılıların Osmanlı vatandaşlarında görüp şahit oldukları özellikler, genel olarak şu şekilde sıralanabilir:
* **Misafirperverlik:** Osmanlı vatandaşları, yabancılara karşı oldukça misafirperver bir tavır sergilemişlerdir. Bu, Batılıların Osmanlılar hakkında en çok dikkatini çeken özelliklerden biri olmuştur.
* **Merhamet: ** Osmanlılar, yardımsever ve merhametli bir halk olarak bilinmişlerdir. Yoksullara ve muhtaçlara yardım etmeyi kutsal bir görev olarak görmüşlerdir.
* **Saygı: ** Osmanlılar, birbirlerine ve yabancılara karşı saygılı bir tavır sergilemişlerdir. Bu, Batılıların Osmanlılar hakkında olumlu bir izlenime sahip olmalarına neden olmuştur.
* **Ahlak: ** Osmanlılar, ahlak kurallarına bağlı bir halk olarak bilinmişlerdir. Doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik, Osmanlılar için önemli değerler olmuştur.
* **Dindar olmak:** Osmanlılar, dindar bir halk olarak bilinmişlerdir. İslam dinine bağlılıkları, onların günlük yaşamlarında önemli bir rol oynamıştır.
Batılılar, Osmanlı vatandaşlarının bu özelliklerini genellikle olumlu bir şekilde yorumlamışlardır. Osmanlıları, misafirperver, merhametli, saygılı, ahlaklı ve dindar bir halk olarak görmüşlerdir. Bu özellikler, Osmanlıların Batı dünyasında olumlu bir imaja sahip olmalarına neden olmuştur.
Bununla birlikte, Batılıların Osmanlı vatandaşlarında gördükleri bazı özellikler, eleştirilere de konu olmuştur. Örneğin, bazı Batılı yazarlar, Osmanlıların misafirperverliğinin, yabancıların kendi kültürlerini ve geleneklerini değiştirmelerine neden olabileceğini savunmuşlardır. Ayrıca, bazı Batılı yazarlar, Osmanlıların ahlak kurallarına bağlılığının, onların modernleşmesini engellediğini iddia etmişlerdir.
Sonuç olarak, Batılıların Osmanlı vatandaşlarında gördükleri özellikler, hem olumlu hem de olumsuz yorumlara konu olmuştur. Bu özellikler, Osmanlıların Batı dünyasında nasıl bir imaja sahip olduklarını anlamamıza yardımcı olmaktadır.
@@@@@@@@
– Osmanlı askerlerinin komutanlarına itaat, hayatlarını hiçe sayma ve sade yaşama gibi üstün vasıfları.
– Osmanlı sarayında ve devlet yönetiminde gözlenen sükûn, intizam ve merasim.
– Osmanlı haremindeki kadınların eğitim, musiki, nakış ve adab-ı muaşeret gibi konularda yetiştirilmesi.
– Osmanlı vatandaşlarının güzel manzaralı bir ufka sahip olma arzusu ve evlerini buna göre seçmesi.
– Osmanlı Devleti’nin dinî tedhişlere ve Engizisyon mezalimine sahne olmaması, aksine Hıristiyanlık taassubunun kurbanlarına vatan topraklarında melce açması.
@@@@@@@@@
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına ne sebep oldu?
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına birçok sebep vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
– I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğraması ve İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi.
– Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sevr Antlaşması gibi haksız ve ağır şartlar içeren antlaşmaların imzalanması.
– Osmanlı topraklarının parçalanması ve yeni devletlerin kurulması.
– Osmanlı yönetimindeki siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel sorunlar.
– Osmanlı’nın gerileme ve çöküş döneminde yaşadığı askeri, siyasi ve diplomatik yenilgiler.
@@@@@@@@@
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra hangi devletler kuruldu?
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra yerine birçok devlet kuruldu. Bunlardan bazıları şunlardır:
– Türkiye Cumhuriyeti: Osmanlı Devleti’nin resmî halefi olarak 29 Ekim 1923’te kuruldu.
– Bulgaristan Krallığı: Osmanlı Devleti’ne bağlı bir prenslik olarak 1878’de kuruldu. 1908’de bağımsızlığını ilan etti. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı savaştı. 1946’da komünist bir cumhuriyete dönüştü.
– Yunanistan Krallığı: Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyalet olarak 1821’de kuruldu. 1832’de bağımsızlığını ilan etti. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı savaştı. 1924’te cumhuriyete dönüştü.
Bu devletlerin dışında, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra kurulan diğer devletler arasında Sırbistan, Romanya, Arnavutluk, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas, Kıbrıs ve Kuveyt sayılabilir.
@@@@@@@@
“Annesini kaybeden bir aslan yavrusu, koyunların arasına girmiş ve onların sütünü emerek büyümüş. Zamanla kendini koyun zannetmiş. Bir gün koyunlardan birisi aslana şöyle demiş:
“Sen bizim cinsimizden değilsin. Sen aslansın, biz koyunuz. Sen bu dağların kralısın. Son zamanlarda bu dağlarda çakalların, ayıların sesleri fazla yükselmeye başladı, bizi rahatsız ediyorlar. Bir kükresen de bizi bunların şerrinden kurtarsan.” demiş. Fakat aslan bunu kabul etmeyerek, “Ben de sizin gibi koyunum.” demiş. Koyunun günlerce ısrarına rağmen aslan, aslan olduğunu bir türlü kabul etmemiş.
Nihayet bir gün koyun, aslanı alıp bir su birikintisine götürmüş ve ona şöyle demiş:. “Şimdi ikimizin sudaki akislerimize iyice bakalım. Senin yelelerin var, benim yok. Söyle bakalım ikimizde aynı mıyız?” diye sormuş. Aslan, “Hayır değiliz.” demiş. Sonra koyun, “Senin pençelerin var, bizim yok, senin dişlerinle bizim dişlerimiz bir değil. Hatta senin sesinle bizim seslerimiz bile farklı. İstersen bir ben meleyeyim, bir de sen kükre” demiş ve önce koyun cılız bir sesle melemiş, arkasından aslan bütün heybet ve dehşetiyle kükremiş. Aslanın bu kükremesini duyan çakallar yuvalarına, tilkiler deliklerine, ayılar inlerine kaçışmışlar.”
İki büyük tehlikeli akım, tarihselcilik ve kuranın hitap olması.
Oysa mucizeler ve kıssalar geçmişten ziyade, geleceğe bakmaktadır.
Tarihselcilerin iddiaları ve delilleri nelerdir?
1. Ya bilimsel çalışmalar yanlış çıkarsa, kurana şüphe ve eksiklik oluşturmaz mı?
2.Tarihselciler, dini metinleri tarihsel bağlamlarında ele alarak yorumlayan bir yaklaşımı savunurlar. Bu yaklaşıma göre, dini metinler, yazıldıkları dönemin kültürel, sosyal ve siyasi koşullarını yansıtırlar. Dolayısıyla, bu metinleri anlamlı bir şekilde yorumlayabilmek için, bu koşulları dikkate almak gerekir.
Tarihselcilerin iddiaları ve delilleri, genel olarak şu başlıklar altında toplanabilir:
* **Dini metinler, yazıldıkları dönemdeki gerçek olayları ve kişileri yansıtır.** Örneğin, Kur’an’da anlatılan Hz. Muhammed’in hayatı ve mucizeleri, yazıldıkları dönemdeki Arap toplumunun gerçeklerini yansıtır.
* **Dini metinler, tarihsel olarak gelişmiştir.** Yani, bu metinler, zaman içinde farklı yazarlar tarafından farklı dönemlerde yazılmıştır. Bu nedenle, metinlerin farklı kısımlarında farklı tarihsel dönemlerin izlerini bulmak mümkündür.
* **Dini metinler, tarihsel olarak yorumlanmalıdır.** Yani, bu metinleri anlamlı bir şekilde yorumlayabilmek için, yazıldıkları dönemin kültürel, sosyal ve siyasi koşullarını dikkate almak gerekir.
Tarihselcilerin iddialarını desteklemek için kullandıkları bazı deliller şunlardır:
* **Dini metinlerde yer alan tarihsel bilgiler.** Örneğin, Kur’an’da Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği ve Bedir Savaşı’nı kazandığı gibi tarihsel olaylar anlatılır.
* **Dini metinlerde yer alan kültürel ve sosyal unsurlar.** Örneğin, Kur’an’da Arap toplumunun gelenek ve göreneklerine dair birçok unsur bulunur.
* **Dini metinlerin farklı dönemlerde yazıldığına dair kanıtlar.** Örneğin, Kur’an’da farklı dil ve üslup özelliklerinin bulunması, bu metnin farklı yazarlar tarafından farklı dönemlerde yazılmış olabileceğini düşündürür.
Tarihselcilik yaklaşımı, dini metinleri yorumlama konusunda önemli bir yere sahiptir. Bu yaklaşım, dini metinleri anlamamıza ve yorumlamamıza yardımcı olabilecek önemli bilgiler sunmaktadır. Ancak, tarihselcilik yaklaşımının da bazı sınırlamaları olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin, tarihi bilginin kesin bir şekilde elde edilememesi, tarihselcilerin iddialarının da kesin olarak doğrulanmasını zorlaştırmaktadır.
Tarihselcilerin iddiaları ve delilleri, dini metinleri yorumlayan farklı yaklaşımlar arasında önemli bir tartışma konusudur. Bu tartışmalar, dini metinleri daha iyi anlamamıza ve yorumlamamıza yardımcı olabilecek önemli bir katkı sağlamaktadır.
@@@@@@@
Tarihselcilerin tutarsızlıklarının delil ve isbatları nelerdir?
Tarihselcilerin tutarsızlıkları, dini metinleri yorumlama konusundaki yaklaşımlarının bazı yönleriyle ilgilidir. Bu tutarsızlıklar, tarihselcilerin iddialarının ve delillerinin bazı yönlerinin birbiriyle çelişmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Tarihselcilerin tutarsızlıklarına dair bazı delil ve ispatlar şunlardır:
* **Tarihselcilerin, dini metinlerin tarihselliğini kanıtlamak için kullandıkları bazı deliller, bu metinlerin tarihselliğini çürütmektedir.** Örneğin, tarihselcilerin, Kur’an’da yer alan bazı tarihsel bilgilerin, dönemin diğer kaynaklarıyla uyumlu olduğunu ileri sürmeleri, bu bilgilerin aslında o dönemden kalma olmadığını düşündürmektedir.
* **Tarihselcilerin, dini metinlerin farklı dönemlerde yazıldığına dair iddiaları, bu metinlerin tutarsızlığına yol açmaktadır.** Örneğin, tarihselcilerin, Kur’an’ın farklı dönemlerde farklı yazarlar tarafından yazıldığına dair iddiaları, bu metinde yer alan bazı hükümlerin birbiriyle çelişmesine neden olmaktadır.
* **Tarihselcilerin, dini metinleri yorumlama konusundaki yaklaşımları, bu metinlerin içerdiği evrensel mesajları görmezden gelmektedir.** Örneğin, tarihselcilerin, Kur’an’ı, yazıldığı dönemin kültürel ve sosyal koşullarını yansıtan bir metin olarak yorumlamaları, bu metnin içerdiği evrensel mesajların gözden kaçmasına neden olmaktadır.
Bu delil ve ispatlar, tarihselci yaklaşımın dini metinleri yorumlama konusunda bazı sınırlamaları olduğunu göstermektedir. Bu sınırlamalar, tarihselcilerin iddialarının ve delillerinin kesin olarak doğrulanmasını zorlaştırmaktadır.
Tarihselcilerin tutarsızlıklarına dair bazı örnekler şunlardır:
* **Tarihselciler, Kur’an’da yer alan bazı tarihsel bilgilerin, dönemin diğer kaynaklarıyla uyumlu olduğunu ileri sürmektedirler. ** Örneğin, Kur’an’da Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği ve Bedir Savaşı’nı kazandığı gibi tarihsel olaylar anlatılmaktadır. Ancak, bu olayların tarihsel gerçekliği, tarihçiler arasında tartışma konusudur. Bazı tarihçiler, bu olayların Kur’an’da anlatılan şekliyle gerçekleştiğini kabul ederken, bazı tarihçiler bu olayların farklı şekilde gerçekleştiğini veya hiç gerçekleşmediğini ileri sürmektedirler.
* **Tarihselciler, Kur’an’ın farklı dönemlerde farklı yazarlar tarafından yazıldığına dair iddialarda bulunmaktadırlar. ** Bu iddiaları desteklemek için, Kur’an’da farklı dil ve üslup özelliklerinin bulunduğunu ileri sürmektedirler. Ancak, bu iddialar da bazı tarihçiler tarafından eleştirilmektedir. Bu tarihçilere göre, Kur’an’da yer alan farklı dil ve üslup özellikleri, bu metnin farklı yazarlar tarafından yazılmış olduğunu değil, bu metnin farklı dönemlerde yazılmış olduğunu veya farklı yazarlar tarafından yazılmış olsa bile, bu yazarların aynı üslup ve dili kullanmış olabileceğini göstermektedir.
* **Tarihselciler, dini metinleri yorumlama konusundaki yaklaşımları ile bu metinlerin içerdiği evrensel mesajları görmezden gelmektedir.** Örneğin, tarihselciler, Kur’an’ı, yazıldığı dönemin kültürel ve sosyal koşullarını yansıtan bir metin olarak yorumlamaktadırlar. Bu yaklaşım, Kur’an’ın içerdiği evrensel mesajların gözden kaçmasına neden olmaktadır. Örneğin, Kur’an’da yer alan adalet, özgürlük ve barış gibi evrensel değerler, tarihselcilerin yorumları ile birlikte anlamını yitirmektedir.
Bu örnekler, tarihselcilerin tutarsızlıklarının dini metinleri yorumlama konusunda bazı önemli sınırlamalara yol açtığını göstermektedir. Bu sınırlamalar, tarihselci yaklaşımın dini metinleri anlamada ve yorumlamada tek başına yeterli olmadığını göstermektedir.
@@@@@@@@
Kuranı kitap değil hitap olduğunu iddia edenlerin delilleri nelerdir?
Kur’an’ı kitap değil hitap olduğunu iddia edenlerin delilleri, genel olarak şu başlıklar altında toplanabilir:
* **Kur’an’ın yapısı ve içeriği. ** Kur’an, genellikle hitap tarzında yazılmış bir metindir. Bu metinde, Allah’ın insanlara hitap ettiği, onlara emir ve yasaklar verdiği, öğütler verdiği ve uyarılarda bulunduğu görülür.
* **Kur’an’ın ifade tarzı. ** Kur’an, genellikle doğrudan hitap tarzında yazılmıştır. Bu metinde, Allah’ın insanlara doğrudan hitap ettiği, onlara doğrudan seslendiği görülür.
* **Kur’an’ın amacı. ** Kur’an’ın amacı, insanları Allah’a kulluk etmeye çağırmaktır. Bu amaç, hitap tarzında yazılmış bir metinle daha iyi gerçekleştirilebilir.
Bu delillere dayanarak, Kur’an’ı kitap değil hitap olduğunu iddia edenler, Kur’an’ın bir kitaptan ziyade, Allah’ın insanlara hitap ettiği bir metin olduğunu savunurlar.
Kur’an’ı kitap değil hitap olduğunu iddia edenlerin delillerinden bazıları şunlardır:
* **Kur’an’da yer alan “hitap” ifadeleri. ** Kur’an’da, Allah’ın insanlara hitap ettiğine dair birçok ifade yer almaktadır. Örneğin, Kur’an’da şöyle denilmektedir:
> “Ey insanlar! Rabbinizden size bir uyarı gelmiştir.” (Yûnus, 10/2)
> “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve O’nun Resûlü’ne itaat edin.” (Enfâl, 8/20)
> “Ey insanlar! Rabbinizin rahmetini umun. Çünkü Allah’ın rahmeti, genişlik bakımından denizlere benzer.” (Ra’d, 13/22)
* **Kur’an’da yer alan “emretme” ve “yasaklama” ifadeleri. ** Kur’an, Allah’ın insanlara emir ve yasaklar verdiği bir metindir. Bu emir ve yasaklar, hitap tarzında ifade edilmiştir. Örneğin, Kur’an’da şöyle denilmektedir:
> “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” (Nisa, 4/36)
> “Zina etmeyin. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (Furkan, 25/68)
* **Kur’an’da yer alan “öğüt” ve “uyarıcı” ifadeleri. ** Kur’an, insanlara öğütler veren ve onları uyaran bir metindir. Bu öğütler ve uyarılar, hitap tarzında ifade edilmiştir. Örneğin, Kur’an’da şöyle denilmektedir:
> “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin.” (Ahzâb, 33/70)
> “Ey insanlar! Elbette size bir uyarı gelmiştir. Öyleyse, Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin.” (Bakara, 2/208)
Kur’an’ı kitap değil hitap olduğunu iddia edenlerin delilleri, bazı tartışmalara da yol açmıştır. Bu tartışmaların temelinde, Kur’an’ın asıl amacının ne olduğu sorusu yer almaktadır. Bazıları, Kur’an’ın asıl amacının insanlara bilgi vermek olduğunu savunurken, bazıları ise Kur’an’ın asıl amacının insanları Allah’a kulluk etmeye çağırmak olduğunu savunmaktadır.
Kur’an’ın asıl amacının bilgi vermek olduğunu savunanlar, Kur’an’ın bir kitap olduğunu ve kitapların bilgi vermek için yazıldığını ileri sürmektedirler. Bu görüşe göre, Kur’an’ın hitap tarzında yazılmış olması, bu metnin bir kitap olduğunu değiştirmez.
Kur’an’ın asıl amacının insanları Allah’a kulluk etmeye çağırmak olduğunu savunanlar ise, Kur’an’ın bir hitap olduğunu ve hitapların genellikle doğrudan ve net bir şekilde ifade edildiğini ileri sürmektedirler. Bu görüşe göre, Kur’an’ın hitap tarzında yazılmış olması, bu metnin bir kitap olmadığını gösterir.
Bu tartışmanın kesin bir cevabı yoktur. Bu tartışma, Kur’an’ın asıl amacının ne olduğu sorusuna dair farklı bakış açılarını ortaya koymaktadır.
@@@@@@@@@@
Kuranın kitap değil hitap olduğunu iddia edenlerin tutarsızlıklarının nelerdir?
Kur’an’ı kitap değil hitap olduğunu iddia edenlerin tutarsızlıkları, genel olarak şu başlıklar altında toplanabilir:
* **Hitap ve kitabın birbirine karıştırılması. **
Hitap ve kitap, birbirinden farklı kavramlardır. Hitap, bir kişiye veya gruba doğrudan yapılan konuşmadır. Kitap ise, belirli bir konu hakkında bilgi veren, genellikle yazı şeklindeki metindir.
Kur’an’ı kitap değil hitap olduğunu iddia edenler, bu iki kavramı birbirine karıştırarak, Kur’an’ın bir hitap olduğu için bir kitap olmadığını ileri sürmektedirler. Ancak, bu iddia, Kur’an’ın hem hitap hem de kitap olduğunu göz ardı etmektedir.
* **Kur’an’ın içeriğinin göz ardı edilmesi. **
Kur’an, hem hitap hem de kitaptır. Kur’an’ın hitap tarzında yazılmış olması, bu metnin bir kitap olmadığını göstermez.
Kur’an’ın içeriğine bakıldığında, bu metnin hem hitap hem de kitap olduğu açıkça görülmektedir. Kur’an’da, Allah’ın insanlara hitap ettiğine dair birçok ifade yer almaktadır. Ancak, Kur’an’da aynı zamanda, Allah’ın yarattığı dünya hakkında bilgiler, tarihsel olaylar, ahlaki ilkeler ve hukuki hükümler gibi konular da yer almaktadır.
Bu bilgiler ve hükümler, Kur’an’ın bir kitap olduğunu göstermektedir. Kur’an’ın hitap tarzında yazılmış olması, bu bilgilerin ve hükümlerin Kur’an’ın içeriğinden çıkarılamayacağı anlamına gelmez.
* **Kur’an’ın amacının göz ardı edilmesi. **
Kur’an’ın amacı, insanları Allah’a kulluk etmeye çağırmaktır. Bu amaç, hitap tarzında yazılmış bir metinle daha iyi gerçekleştirilebilir.
Ancak, Kur’an’ın amacı, bu metnin bir kitap olduğunu göstermez. Kur’an’ın amacı, hitap tarzında yazılmış olmasından bağımsız olarak, bu metnin bir kitap olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, Kur’an’ı kitap değil hitap olduğunu iddia edenlerin tutarsızlıkları, bu iddianın temelini oluşturan kavramları ve Kur’an’ın içeriğini ve amacını göz ardı etmelerinden kaynaklanmaktadır.
***************
Kuranı kerimde Kitap kelimesi geçen ayetler.
Kur’an-ı Kerim’de “Kitap” kelimesi 250’den fazla ayette geçmektedir. Bu ayetlerde “Kitap” kelimesi, genellikle Tevratı, İncili ve Kur’an’ı ifade etmektedir. Ancak, “Kitap” kelimesi, diğer kutsal kitaplardan bahsederken de kullanılmıştır. Örneğin, Bakara Suresi’nin 53. ayetinde, “el-Kitab” kelimesi, Hz. Musa’ya indirilen Tevrat’ı ifade etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de “Kitap” kelimesi, “hükümetmek, farz kılmak” anlamlarında da kullanılmıştır. Örneğin, Enfal Suresi’nin 75. ayetinde, “Allah’ın Kitabı’nda” ifadesi, Allah’ın koyduğu hükümlere ve farzlarına işaret etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de “Kitap” kelimesinin geçtiği bazı ayetler şunlardır:
* **Bakara Suresi, 2/2:** “Bu, kendisinde şüphe olmayan, doğru yol gösteren bir Kitaptır.”
* **Maide Suresi, 5/46:** “Sonra onların izinden Meryem oğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı tasdik etsin diye gönderdik. Ona da içinde bir hidayet ve nur olan İncil’i, önündeki Tevratı tasdik etsin, korunanlar için bir hidayet ve öğüt olsun diye verdik.”
* **Enfal Suresi, 8/75:** “Yakınlığı olanlar (ülü’l-erham) Allah’ın Kitabı’nda birbirleri konusunda daha hak sahibidir.”
* **Nisa Suresi, 4/103:** “Muhakkak namaz müminlerin üzerine vakitli olarak yazıldı.”
* **Ankebut Suresi, 47:** “İşte Biz sana böyle bir Kitap indirdik.”
Kur’an-ı Kerim’de “Kitap” kelimesinin geçtiği ayetler, Allah’ın vahyinin önemini ve kutsal kitapların insanlar için yol gösterici olduğunu vurgulamaktadır.
Medreselerin kapanma ve işleyişini yitirme sebepleri nelerdir?
Medreseler, İslam dünyasında eğitim ve öğretimin önemli bir merkezi olmuştur. 10. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş olan medreseler, İslam hukuku, fıkıh, tefsir, hadis, kelam, mantık, felsefe, matematik, astronomi, tıp, edebiyat gibi çeşitli alanlarda eğitim vermiştir.
Medreseler, Osmanlı döneminde de önemli bir eğitim kurumu olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak 19. yüzyılda başlayan modernleşme hareketleri ile birlikte medreseler, yeni eğitim kurumlarına karşı rekabet etmekte zorlanmıştır. Bu nedenle, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte medreseler kapatılmıştır.
Medreseler, çeşitli sebeplerle kapanma ve işleyişini yitirme sürecine girmiştir. Bu sebeplerden bazıları şunlardır:
* **Modernleşme hareketleri: ** 19. yüzyılda başlayan modernleşme hareketleri, İslam dünyasında geleneksel eğitim kurumlarına karşı bir eleştiri dalgası başlatmıştır. Bu eleştiriler, medreseleri de hedef almıştır. Modernleşmeciler, medreseleri çağın ihtiyaçlarına cevap veremediği ve eğitim kalitesinin düşük olduğu gerekçesiyle eleştirmişlerdir.
* **Değişen toplumsal ihtiyaçlar: ** 19. yüzyıldan itibaren toplumsal ihtiyaçlar da değişmiştir. Bu dönemde, devlet yönetiminde, hukukta, ticarette ve sanayide yenilikler yaşanmıştır. Bu yeniliklere cevap verebilmek için, farklı alanlarda eğitim veren yeni kurumlara ihtiyaç duyulmuştur.
* **Siyasi baskılar: ** Osmanlı Devleti, 19. yüzyılda Batılı devletlerin baskısı altında kalmıştır. Bu baskılar, medreselerin varlığına da yansımıştır. Batılı devletler, medreselerin geleneksel eğitim anlayışının, modernleşmenin önünde bir engel olduğunu düşünmekteydi. Bu nedenle, medreselerin kapatılması için Osmanlı yönetimine baskı yapmışlardır.
Medreseler, kapatılmalarına rağmen günümüzde de İslam dünyasında önemli bir yere sahiptir. Medreselerin eğitim anlayışı, günümüzde de çeşitli İslami gruplar tarafından benimsenmektedir.
@@@@@@@@
Medreseler, İslam tarihinde orta ve yükseköğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adıdır. Medrese kelimesi Arapça ders kökünden gelir¹. Medreselerin ne zaman ve nerede kurulduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bazı kaynaklara göre ilk medreseler Karahanlılar döneminde Türkistan ve Horasan’da Budist viharalarını taklit ederek inşa edilmiştir². Bazı kaynaklara göre ise ilk medreseler Büyük Selçuklu Devleti zamanında Nizamülmülk tarafından açılan Nizamiye Medreseleri’dir³. Medreseler, Selçuklular, Osmanlılar, Memlükler, Endülüs, Hint Alt Kıtası gibi çeşitli İslam devletlerinde ilim ve kültürün gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Medreselerde hem dini ilimler hem de pozitif bilimler okutulmuştur. Medreseler, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kaldırılmış ve yerlerine modern eğitim kurumları kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nde ilim ve kültür hayatının merkezi medreselerdi. Medreselerde hem dini ilimler hem de pozitif bilimler okutuluyordu. Dini ilimler arasında Kur’an, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf, tefsir, usul-i fıkıh, mantık, nahiv, sarf, edebiyat, tarih, coğrafya gibi alanlar vardı. Pozitif bilimler arasında ise astronomi, matematik, geometri, fizik, kimya, tıp, botanik, zooloji, jeoloji, mineraloji gibi alanlar vardı¹².
Osmanlı Devleti’nde ilim dalları arasında özellikle astronomi, tıp ve matematik büyük gelişme gösterdi. Osmanlı âlimleri bu alanlarda önemli eserler yazdılar ve çeşitli buluşlar yaptılar. Örneğin, Akşemseddin mikrobu ilk kez keşfeden âlimdir². Ali Kuşçu ise Türk astronom ve matematikçisi olarak Timurlular ve Osmanlılar döneminde çalışmalar yaptı. İstanbul’un boylamını ve enlemini hesapladı. Ayrıca Osmanlı medreselerinde okutulacak dersleri düzenledi².
Medreselerin kapatılması sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’nde çağdaş, laik ve millî bir eğitim sistemi kuruldu. Millî Eğitim Bakanlığı, bütün eğitim kurumlarını denetlemeye başladı. İlk ve ortaöğretim programları, modern bilimlere uygun olarak düzenlendi. İlkokul zorunlu hâle getirildi. Meslek okulları, yüksek okullar ve üniversiteler açıldı. Eğitim ve öğretimde çağdaş ülkeler seviyesine çıkmak için yeni programlar geliştirildi¹².
Medreselerin kapatılması, Türk eğitim tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu sayede Türk toplumu, bilimsel ve kültürel anlamda gelişme göstermiştir.
@@@@@@@@
Osmanlı Devleti’nde mesleki eğitim, lonca teşkilatı içerisinde gerçekleştirilirdi. Lonca teşkilatı, çeşitli zanaat ve ticaret dallarını bir araya getiren bir örgütlenme şekliydi. Lonca teşkilatında, meslek öğrenmek isteyen çocuklar, bir ustanın yanına çırak olarak verilir, mesleğin inceliklerini öğrenerek kalfa ve usta olurlardı¹. Osmanlı Devleti’nde çok sayıda meslek dalı vardı. Bunlardan bazıları şunlardır:
– Kazzazlar: İpek işleyen ve satan kişiler.
– Hallaçlar: Yün veya pamuğu kabartan ve diten kişiler.
– Nalçacılar: Ayakkabının altına nal çakan kişiler.
– Nalbantlar: Hayvanların ayağına nal çakan kişiler.
– Muytablar: Kıl dokuyan ve kıldan eşya yapan kişiler.
– Palanduzlar: Palan adı verilen bir çeşit semer diken kişiler.
– Neccarlar: Kaba ağaç işi yapan bir çeşit marangoz.
– Bennalar: Bina yapan, inşaatçı kişiler.
– Kahhâller: Göz hekimleri.
– Debbâğlar: Deriyi terbiye eden, tabaklayan ve kullanıma hazırlayan kişiler.
– Kebeciler: Yünden veya kaba kumaştan kalın kilim, ceket, palto, aba yapan kişiler.
– Simkeşler: Gümüş tel, sim işleyen zanaatkarlar.
– Bezzâzlar: Pamuk, yün, ipek bez imal eden, kumaş işi yapan kişiler.
– Dülbentçiler: Pamuklu, ince ve seyrek dokunmuş hafif ve yumuşak bez işi yapanlar².
İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir. Evet hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür’atle giderken تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ âyetini okuyor. Sefine-i arz sür’atle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma. Firakın elemi, telaki lezzetinden ağırdır. Ey nefs-i emmarem! Sana tâbi’ değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana müsahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelal’e abd olurum. Ve keza kader muhitinde uçan tayyare-i ömre veya hayat dağları arasında açılan uhdud ve tünellerinden şimşekvari geçen zamanın şimendiferine bindirerek, ebed-ül âbâd memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevkeden Hâlık-ı Rahman-ür Rahîm’den meded istiyorum. Ve keza hiçbir şeyi dualarıma, istigaselerime ve niyazlarıma hedef ittihaz etmem. Ancak küre-i arzı harekete getiren felek çarklarını Risale-i Nur Kütüphanesi Ara… durdurmağa ve şems ve kamerin birleştirilmesiyle zamanın hareketini teskin ettirmeğe ve vücudun şâhikalarından yuvarlanıp gelen şu dünyayı sâkin kılmağa kadir olan kudreti nihayetsiz Rabb-i Zülcelal’e dualarımı, niyazlarımı arz ve takdim ediyorum. Çünki her şeyle alâkadar âmâl ve makasıdım vardır. Ve keza kalbime vaki’ olan en ince, en gizli hatıraları işittiği ve kalbimin müyul ve emellerini tatmin ettiği gibi; akıl ve hayalimin de temenni ettikleri saadet-i ebediyeyi vermeğe kâdir olan Zât-ı Akdes’ten maada kimseye ibadet etmiyorum. Evet dünyayı âhirete kalbetmekle kıyameti koparan kudret muktedirdir, âciz değildir. Bir zerre o kudretin nazarında gizlenemez. Şems, büyüklüğüne güvenerek o kudretin elinden kurtulamaz. Evet onun marifetiyle elemler lezzetlere inkılab eder. Evet Onun marifeti olmazsa, ulûm evhama tahavvül eder. Hikmetler illet ve belalara tebeddül eder. Vücud ademe inkılab eder. Hayat ölüme ve nurlar zulmetlere ve lezaiz günahlara tahavvül eder. Evet Onun marifeti olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana a’da ve düşman olurlar. Beka bela olur, kemal heba olur, ömür heva olur. Hayat azab olur, akıl ikab olur. Âmâl, âlâma inkılab eder. Evet Allah’a abd ve hizmetkâr olana her şey hizmetkâr olur. Bu da, her şey Allah’ın mülk ve malı olduğuna iman ve iz’an ile olur. Evet kudret, insanı çok dairelerle alâkadar bir vaziyette yaratmıştır. En küçük ve en hakir bir dairede, insanın eli yetişebilecek kadar insana bir ihtiyar, bir iktidar vermiştir. Ferşten arşa, ezelden ebede kadar en geniş dairelerde insanın vazifesi, yalnız duadır. Evet قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبّ۪ى لَوْلَا دُعَٓاؤُكُمْ âyet-i kerimesi, bu hakikatı tenvir ve isbata kâfidir. Öyle ise, çocuğun eli yetişemediği bir şeyi peder ve vâlidesinden istediği gibi; abd de, acz ve fakrıyla Rabbına iltica eder ve Hâlıkından ister.
Kuranda bahsedilen yecüc mecücün Tefsiri ve bilimsel izahı nedir?
Kuran’da geçen Yecüc ve Mecüc, kıyamet alametlerinden biri olarak zikredilen, dünyanın dört bir yanından zuhur edecek ve büyük bir yıkıma yol açacak topluluklardır. Tefsirlerde, Yecüc ve Mecüc’ün kimler olduğu konusunda farklı görüşler yer almaktadır. Bazı tefsirlere göre, Yecüc ve Mecüc, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan, barbar ve yıkıcı birer topluluktur. Diğer tefsirlere göre ise, Yecüc ve Mecüc, kıyamet öncesinde dünyaya yayılacak ve büyük bir fitne çıkaracak şeytani güçlerdir.
Bilimsel açıdan, Yecüc ve Mecüc’ün kimler olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak, bazı bilim insanları, Yecüc ve Mecüc’ün, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ve tarih boyunca çeşitli yıkımlara neden olmuş topluluklar olabileceğini öne sürmektedir. Örneğin, bazı bilim insanları, Yecüc ve Mecüc’ün, Hunlar, Moğollar veya Orta Çağ’daki Vandallar gibi topluluklar olabileceğini düşünmektedir.
Yecüc ve Mecüc’ün çıkışı, Kuran’da kıyamet alametlerinden biri olarak zikredilmektedir. Bu nedenle, Yecüc ve Mecüc’ün çıkışının, kıyametin yaklaştığına dair bir işaret olabileceği düşünülmektedir.
Yecüc ve Mecüc’ün çıkışı ile ilgili Kuran’da geçen bazı ayetler şunlardır:
* “Yecüc ve Mecüc’ün açılmasına izin verdiği gün, onların her tepeden akıp geleceğini görürsün.” (Enbiya Suresi, 96) * “Yecüc ve Mecüc’ün açılmasına izin verdiği gün, onların her tepeden akıp geleceğini görürsün. Ve onların çıkışı Rabbinin emri ile olacaktır. Ve onlar, her bir vadide akın akın gelirler.” (İsra Suresi, 96-97) * “Yecüc ve Mecüc’ün açılmasına izin verdiği gün, onlar yeryüzünü birer akın halinde istila ederler. Ve o gün her bir mümin, Allah’a sığınır.” (Neml Suresi, 82-83)
Kur’an-ı Kerim’in En’am Suresi 59. ayetinde geçen “Yaş ve kuru her şey Kitab-ı Mübin’de vardır.” ifadesi, Kur’an’da kainattaki tüm varlıkların bilgisinin yer aldığı anlamına gelir. Bu ifade, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğu ve evrende olan her şeyi kapsadığı gerçeğini vurgulamaktadır.
“Yaş” ve “kuru” ifadesi, kainattaki tüm varlıkları kapsayan bir genellemedir. “Yaş” ifadesi, yaşayan varlıkları; “kuru” ifadesi ise cansız varlıkları ifade eder. Bu ifade, Kur’an’da canlı ve cansız tüm varlıkların bilgisinin yer aldığı anlamına gelir.
Kur’an’daki bilgi, sadece mevcut olan varlıklarla sınırlı değildir. Gelecekte gerçekleşecek olan olaylar da Kur’an’da yer almaktadır. Örneğin, Kur’an’da kıyamet, ahiret ve cennet gibi konulara dair bilgiler bulunmaktadır.
Kur’an’daki bilgi, sadece maddi varlıklarla sınırlı değildir. Manevi varlıklara dair bilgiler de Kur’an’da yer almaktadır. Örneğin, iman, ibadet, ahlak gibi konulara dair bilgiler bulunmaktadır.
Kur’an’daki bilgi, sadece teorik bilgi değildir. Pratik bilgi de Kur’an’da yer almaktadır. Örneğin, hukuk, siyaset, ekonomi gibi konulara dair bilgiler bulunmaktadır.
Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim’de yaş ve kuru her şey bulunur ifadesi, Kur’an’ın evrende olan her şeyi kapsayan, hem maddi hem de manevi, hem teorik hem de pratik bilgi içeren bir kitap olduğunu ifade etmektedir.
Bu ifadeye dair bazı yorumlar şunlardır:
* Kur’an’daki bilgi, açık ve anlaşılır bir şekildedir. * Kur’an’daki bilgi, evrenseldir. Tüm zamanlara ve mekanlara hitap etmektedir. * Kur’an’daki bilgi, doğrudur. Allah’ın bilgisine dayanmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in bu özelliği, onu insanlığın en değerli kaynağı haline getirmektedir. Kur’an, insanlığın tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir bilgi hazinesidir.
Destekçisi ülkeler; Almanya-Fransa-İngiltere-İtalya- kısaca eskinin haçlısı, yenisi ise hınçlı batı ülkeleri.
Ateşe odun taşıyan ülke; İran.
Ateşi söndürme gayreti içinde olan itfaiyeci ülke; Türkiye.
Seyirci; Arap ülkeleri ve bir kısım batı ülkeleri dünya.
Çaresizler; İnsanlık.
-Kısaca; Ortadoğu bir daha şiddetli olarak karıştırılıyor.
ABD’nin birinci hedefi; PKK’yı destekleyip semizlendirip Türkiye’yi durdurmak ve Türkiye’ye saldırtarak; bir yandan ikinci bir İsrail’in kurulmasına hizmet ederken, diğer yandan da Türkiye’nin gücünü kırıp güçsüzleştirmek.
Ortadoğu’yu ayrıştırmak ve şekillendirmek için.
-ABD PKK’ya böyle haber veriyor: Harekât olacak saklanın.
PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki üs bölgelerimize yaptığı saldırılarda ABD’nin rolü tartışılırken, gri listedeyken teslim olan “Agit Cudi” kod adlı B.T. iş birliğiyle ilgili önemli bilgiler verdi. B.T. ABD’nin hava harekatlarından önce PKK’ya haber ulaştırdığını, teröristlerin de gelen istihbaratla mağara ve tünellere gizlendiğini söyledi.[1]
-Asker PKK ile savaşıyor, ne gariptir ki; PKK’nın temsil ettiği partiye Anayasa Mahkemesi Hazine yardımı yapıyor.
“Siyasi partilerin alacağı Hazine yardımları belli oldu: DEM Parti’ye verilecek pay tepki çekti
Siyasi partilere Hazine’den yapılan yerel seçim yardımları, normal tutarın iki katı olarak hesaplanıyor. Terör örgütü PKK’nın sözcülüğünü yapan DEM Parti’nin de bu kapsamda 658 milyon lira yardım alacak olması tepki çekti.”[2]
-ABD’nin ikinci ve en önemli hedefi ise; İsrail’in Arz-ı Mev’ud yayılmacılığına ve istilacılığına hizmet etmektir.
O İsrail ki;
-Âl-i İmrân Suresi 21. ayette, “Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele.”
Peygamberleri öldürenler ise;
Peygamberleri öldürenler, genellikle onlara inanmayan, onlara düşmanlık eden, onların getirdiği mesajı kabul etmeyen veya onların tebliğini engellemeye çalışan kimselerdir. Kur’an’da, peygamberleri öldürmekle suçlanan bir toplum olarak Yahudiler öne çıkmaktadır. Yahudiler, kendilerine en çok peygamber gönderilen ve en çok peygamber ve abit öldüren bir kavim olarak tanımlanmaktadır¹. Yahudilerin, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, Hz. İsa ve Ashab-ı Ress’in peygamberlerini öldürdükleri veya öldürmeye teşebbüs ettikleri bildirilmektedir. Yahudilerin, bir günde üç yüz peygamber öldürdükleri yönünde bir rivayet de vardır. Peygamberleri öldüren Yahudiler, Allah’ın gazabına uğramış ve ahirette de şiddetli bir azapla karşılaşacaklardır.
31 Mart ayaklanmasının iç yüzü, İttihat ve Terakki yönetimine karşı oluşan muhalefetin bir sonucudur. Bu muhalefetin temelinde, İttihat ve Terakki’nin uyguladığı politikalar ve bu politikalara karşı çıkan kesimlerin endişeleri yatmaktadır.
İttihat ve Terakki’nin uyguladığı politikalar, Osmanlı Devleti’nin modernleşmesini ve reformunu amaçlamaktaydı. Bu politikalar, özellikle ordu ve eğitim alanında köklü değişiklikler içermekteydi. Orduda yapılan değişiklikler, alaylı subayların tepkisini çekmiş, eğitim alanında yapılan değişiklikler ise muhafazakâr kesimin tepkisini çekmiştir.
İttihat ve Terakki’nin uyguladığı politikalara karşı çıkan kesimler, bu politikaların Osmanlı Devleti’nin dinî ve kültürel değerlerini tehdit ettiğini düşünmekteydi. Bu kesimler, İttihat ve Terakki’nin uygulamalarını “irtica” olarak nitelendirmekteydi.
31 Mart ayaklanmasının iç yüzünü oluşturan muhalefetin temel unsurları şunlardır:
* **Ordu içindeki muhalefet:** Orduda yapılan değişiklikler, alaylı subayların tepkisini çekmiş ve bu subaylar, İttihat ve Terakki yönetimine karşı ayaklanmaya öncülük etmişlerdir.
* **Muhafazakâr kesimin muhalefeti:** İttihat ve Terakki’nin uyguladığı politikaları “irtica” olarak niteleyen muhafazakâr kesim, ayaklanmanın destekçilerinden olmuştur.
* **Dış güçlerin müdahalesi:** Bazı tarihçilere göre, 31 Mart ayaklanmasına yabancı güçler de müdahale etmiştir. Bu tarihçilere göre, Rusya ve İngiltere, İttihat ve Terakki yönetimini zayıflatmak için ayaklanmayı desteklemiştir.
31 Mart ayaklanması, İttihat ve Terakki yönetiminin en büyük krizlerinden biri olmuştur. Ayaklanma, İttihat ve Terakki’nin iktidarını sarsmış ve yönetime karşı oluşan muhalefeti güçlendirmiştir.
Ayaklanmanın bastırılmasıyla birlikte, İttihat ve Terakki yönetimi, muhalefete karşı daha sert bir politika izlemeye başlamıştır. Bu politikalar, Osmanlı Devleti’nin siyasi ve toplumsal hayatını daha da gerginleştirmiştir.
#@@@@@@##
31 Mart ayaklanması, Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da yönetime karşı yapılan bir isyan ve darbe girişimidir. Rumi takvime göre 31 Mart 1325’te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır. ¹
Ayaklanmanın sebepleri arasında şunlar sayılabilir:
– Ordu içindeki subayların reformlara ve İttihat ve Terakki’nin liderliğine karşı çıkması
– II. Abdülhamid destekçilerinin Meşrutiyet’i yıkmak ve mutlakiyeti geri getirmek istemesi
– İdeolojik ve siyasi farklılıklar nedeniyle Jön Türk hareketi içinde bölünmeler yaşanması
– Hükümetin politikalarından memnuniyetsizlik duyan halkın protesto eylemlerine katılması
Ayaklanma, Selanik’te bulunan Üçüncü Ordu ve Edirne’de bulunan İkinci Ordu birliklerinin oluşturduğu Hareket Ordusu tarafından bastırıldı. II. Abdülhamid tahttan indirildi ve yerine V. Mehmed Reşad geçti. Ayaklanmaya katılanlar ve destekleyenler yargılanarak 70 kişi idam edildi, 420 kişi ise çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. ²
Daha fazla bilgi için aşağıdaki bağlantılara bakabilirsiniz:
31 Mart ayaklanması sonrası Osmanlı’da neler değişti?
31 Mart ayaklanması sonrası Osmanlı Devleti’nde önemli siyasi ve toplumsal değişiklikler yaşandı. Bunlardan bazıları şunlardır:
– II. Abdülhamid tahttan indirildi ve yerine V. Mehmed Reşad geçti. Bu, Meclis kararı ile tahttan indirilen ilk padişah oldu¹.
– İttihat ve Terakki Cemiyeti ülke yönetimini tam anlamıyla ele geçirdi ve Türkçülük politikalarını uygulamaya başladı².
– Meşrutiyet rejimi güçlendirildi ve padişahın yetkileri sınırlandırıldı. Basın özgürlüğü, meclis sorumluluğu ve uluslararası antlaşmalara meclis onayı gibi yeni düzenlemeler getirildi³.
– Hareket Ordusu’na katılan Rumeli halkı, Balkanlar’da Osmanlı egemenliğine karşı milliyetçi hareketlerin güçlenmesine yol açtı⁴.
– Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin zayıflığından yararlanarak birçok yerde isyan çıkardılar².
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin sebepleri nelerdir?
Sultan II. Abdülhamid, 31 Mart Vakası olarak bilinen bir isyan ve darbe girişimi sonrasında tahttan indirilmiştir. Bu olay, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin padişahın yetkilerini kısıtlamak ve Meşrutiyet rejimini güçlendirmek için bir fırsat olarak görmüştür. İttihatçılar, padişahı şeriat kurallarına aykırı davranmak, devlet hazinesini israf etmek, halka zulmetmek ve fitne çıkarmakla suçlayarak, bir fetva ile hal’ etmeye karar vermişlerdir. Fetvanın metnini Elmalılı Hamdi Yazır kaleme almış, ancak daha sonra bu karardan pişman olmuştur. Padişahın hal’ini tebliğ etmek için seçilen heyet ise Yahudi, Ermeni, Arnavut ve Gürcü asıllı kişilerden oluşmuştur. Bu şekilde, 33 yıl boyunca Osmanlı Devleti’ne büyük hizmetler vermiş olan Sultan II. Abdülhamid, tahttan indirilmiş ve Selanik’e sürgüne gönderilmiştir. ¹²
Sultan II. Abdülhamid, 31 Mart ayaklanması sonucunda tahttan indirildikten sonra Selanik’e sürgüne gönderilmiştir. Burada Ertuğrul Kışlası’nda üç yıl altı ay kalmıştır. Sürgün hayatı sırasında kendisine birçok kısıtlama getirilmiş, ziyaretçileri ve mektupları denetlenmiş, haberleşmesi engellenmiştir. Ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskısıyla birçok mal varlığına el konulmuş, ailesi ve yakınları da sürgüne gönderilmiştir. ¹²
Sultan II. Abdülhamid, 1912 yılında Balkan Savaşı’nın başlamasıyla Selanik’ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Önce Sofya’ya, sonra da İstanbul’a getirilmiştir. İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirilmiştir. Burada da gözetim altında tutulmuş, ancak daha rahat bir hayat sürmüştür. Sürgün hayatının son yıllarında I. Dünya Savaşı’nın seyrini takip etmiş, Osmanlı Devleti’nin yenilgisinden üzüntü duymuştur. 10 Şubat 1918 tarihinde Beylerbeyi Sarayı’nda vefat etmiştir. ³⁴
Daha fazla bilgi için aşağıdaki bağlantılara bakabilirsiniz:
– [II. Abdülhamid – Vikipedi](^1^)
– [II.Abdülhamid Han’ın İttihatçılar tarafından Selanik’e Sürgünü](^2^)
– [Sultan II. Abdülhamid’in bir günü nasıl geçerdi? – Fikriyat Gazetesi](^3^)
– [Sürgünde Bir Hakan: 2. Abdülhamid’in Selanik ve Beylerbeyi Günleri …](^4^)
Osmanlı Devleti’nin son yılları hakkında ne biliyorsunuz?
Osmanlı Devleti’nin son yılları, 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın başlarına kadar uzanan bir dönemi kapsar. Bu dönemde Osmanlı Devleti, hem iç hem de dış sorunlarla mücadele etmiştir. Bazı önemli olaylar şunlardır:
– 1876 yılında II. Abdülhamid’in tahta çıkması ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın kaybedilmesi¹
– 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidara gelmesi²
– 1911-1912 yıllarında Trablusgarp Savaşı’nda İtalya’ya karşı savaşılması ve Libya’nın kaybedilmesi³
– 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları’nda Balkan devletlerine karşı savaşılması ve Rumeli topraklarının büyük bir kısmının kaybedilmesi⁴
– 1914-1918 yıllarında Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılması ve savaşın kaybedilmesi⁵
– 1919-1922 yıllarında Milli Mücadele’nin başlaması ve Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması
– 1922 yılında Saltanatın kaldırılması ve son padişah VI. Mehmed’in yurtdışına çıkarılması
– 1923 yılında Cumhuriyetin ilan edilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması
Osmanlı Devleti’nin kuruluşu hakkında ne biliyorsunuz?
Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, 13. yüzyılın sonunda Anadolu’da yaşayan Oğuz Türkleri arasında ortaya çıkan bir siyasi oluşumdur. Osman Gazi adlı bir bey, Bilecik’in Söğüt ilçesinde kendi adını taşıyan bir beylik kurmuş ve Bizans’a karşı mücadele etmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması yaygın kabule göre 1299 yılında olmuştur¹. Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi, beyliği genişleterek Bursa’yı fethetmiş ve ilk başkent yapmıştır. Daha sonra Edirne ve İstanbul gibi önemli şehirleri de ele geçiren Osmanlılar, Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrupa’da büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Osmanlı Devleti, 600 yıldan fazla bir süre varlığını sürdürmüş ve 1922 yılında son padişah VI. Mehmed’in tahttan indirilmesiyle sona ermiştir².
Bediüzzaman Said Nursinin İttihad ve Terakki hakkındaki görüşü nedir?
Bediüzzaman Said Nursi, İttihad ve Terakki Cemiyetinin kuruluşundan itibaren takip etmiş ve bazı yönlerini takdir etmiştir. Ancak, İttihatçıların dinde lakaytlıkları ve devletçiliğe yönelmeleri nedeniyle sonradan onlardan uzaklaşmıştır.
Bediüzzaman, İttihatçıları hürriyet, müsâvât ve adalet fikirlerinden dolayı desteklemiştir. Bu fikirlerin, Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu için gerekli olduğunu düşünmüştür. Nitekim, İttihat ve Terakki, 1908 Devrimi ile birlikte Osmanlı Devleti’nde hürriyet ve meşrutiyeti ilan etmiştir. Bu durum, Bediüzzaman’ı da memnun etmiştir.
Ancak, İttihatçıların bu fikirlerden uzaklaşmaya başlaması, Bediüzzaman’ı da rahatsız etmiştir. İttihatçıların, 1913’te gerçekleştirdikleri Bâb-ı Âli Baskını ile birlikte, devletçiliğe yönelmeleri ve dinde lakaytlıkları, Bediüzzaman’ın İttihatçılara olan desteğini azaltmıştır.
Bediüzzaman, İttihatçıların dinde lakaytlıklarını şu şekilde eleştirmiştir:
> “İttihadçılar, hürriyet, müsâvât ve adalet gibi büyük ve kıymetli fikirleri, dini bir esasa bağlayamadıklarından, dinde lakaytlık ve hürriyetsizliğe doğru gittiler.”
Bediüzzaman, İttihatçıların devletçiliğe yönelmelerini de şu şekilde eleştirmiştir:
> “İttihadçılar, hürriyet ve müsâvât fikirlerini, idarede merkeziyetçiliğe ve devletçiliğe bağladılar. Bu ise, hürriyeti ve müsâvâtı ortadan kaldırdı.”
Sonuç olarak, Bediüzzaman Said Nursi, İttihad ve Terakki Cemiyetinin kuruluşundan itibaren takip etmiş ve bazı yönlerini takdir etmiştir. Ancak, İttihatçıların dinde lakaytlıkları ve devletçiliğe yönelmeleri nedeniyle sonradan onlardan uzaklaşmıştır.
@@@@@@@@@
Bediüzzaman Said Nursi, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin hürriyetçi ve meşrutiyetçi eğilimlerini desteklerken, istibdatçı ve dine karşı laubali uygulamalarını eleştirmiştir. Bediüzzaman, bu cemiyetin kıymetli ve fedakar üyelerine sahip çıkmış, ancak bozuk ve mason olan kısmına karşı çıkmıştır. Bediüzzaman, bu cemiyetin İslam dünyasının uyanışına sebep olduğunu, ancak dindeki lakaytlıkları yüzünden milletin nefretini kazandığını belirtmiştir. Bediüzzaman, bu cemiyet hakkındaki görüşlerini şöyle özetlemiştir:
“Kıymetlerini takdirle beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete muterizim.”