KURANI KERİMDE İNSANI ALDATAN İKİ ŞEY…

KURANI KERİMDE İNSANI ALDATAN İKİ ŞEY…[1]


İnsanı aldatan 2 şey.
Ayağını kaydıran, gözünü perdeleyip kör eden.

Kur’an-ı Kerim’de “ğurur” kökünden türeyen “ğarra” fiili ve “ğurur” ismi, “aldatma” ya da “kandırma” anlamlarına gelir. Bu kavramlar, özellikle dünya hayatının geçici nimetleriyle insanların aldanmasını ve doğru yoldan sapmasını ifade etmek için kullanılır. İlgili ayetlerde “aldanmak” ve “aldatmak” teması hem dünya hayatının geçiciliği hem de şeytanın insanları yanıltma çabaları çerçevesinde vurgulanır.

Bazı Örnek Ayetler:

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

1. Fâtır Suresi, 5. Ayet:

“Ey insanlar! Allah’ın vaadi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldatıcı (şeytan) sizi Allah ile aldatmasın.”

Bu ayette “ğarra” fiili, dünya hayatının insanları aldatması ve şeytanın Allah hakkında yanıltması bağlamında kullanılmıştır.

2. Hadîd Suresi, 20. Ayet:

“Biliniz ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, kendi aranızda bir övünme ve mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. … Dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.”

Burada dünya hayatının geçici ve aldatıcı olduğu, yani insanların onu sürekliymiş gibi düşünüp asıl ahirete hazırlık yapmayı unutmaması gerektiği anlatılır.

3. Âl-i İmrân Suresi, 185. Ayet:

“…Her nefis ölümü tadacaktır. … Bu dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir.”

Ayette dünya hayatının geçici ve yanıltıcı olduğu, esas yaşamın ahirette olduğu ifade edilmiştir.

Bu ve benzeri ayetlerde, “ğarre” (aldatmak) ve “ğurur” (aldanma) kelimeleriyle, insanlara dünya hayatının gelip geçici olduğu ve esas hayatın ahiret olduğu hatırlatılır. Şeytanın ve nefislerinin etkisiyle insanların, geçici dünya nimetlerine kapılıp asıl amacı unutmaması gerektiği uyarısında bulunulur.

@@@@@@@

اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـًٔاۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

Lokman Suresi, 33. ayet: Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç)bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah’ın va’di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.

Ğarur ifadesi

ARAF 27.
Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=RL760poYebQ

Loading

No ResponsesEkim 31st, 2024

KURANI KERİMDE AD KAVMİ VE AKİBETİ

KURANI KERİMDE AD KAVMİ VE AKİBETİ[1]


Kur’an-ı Kerim’de Ad kavmi, özellikle eski Arap toplumları arasında yer alan ve güçlü bir uygarlık olarak bilinen bir kavimdir. Ad kavmi, Nuh’un kavminden sonra gelen bir nesil olarak tanımlanır ve Hz. Hud’un tebliğ ettiği peygamberlik döneminde yaşamışlardır. Ad kavminin özellikleri ve akıbeti, çeşitli ayetlerde ele alınmaktadır.

Ad Kavmi

1. Güçlü ve Zengin Bir Kavim: Ad kavmi, büyük yapılar inşa eden, güçlü ve zengin bir topluluk olarak tanımlanır. “Onlar, yer yüzünde büyük dağlar gibi yükselmişlerdi.” (Hakka, 7) ayeti, Ad kavminin fiziksel ve ekonomik gücünü ifade eder.

2. Hud Peygamberin Tebliği: Hz. Hud, Ad kavmine gönderilmiş bir peygamberdir. Onlara tevhid inancını, ahlakı ve Allah’a kulluğu anlatmıştır. Ancak Ad kavmi, Hud’un mesajını reddetmiş ve ona karşı gelmiştir. “Onların, kendilerine gönderilen Hud’u yalanladıkları” (Araf, 65) ayeti, bu durumu belirtir.

Akıbeti

1. Azap ile İmtihan: Ad kavmi, Allah’ın gönderdiği mesajı kabul etmemiş ve inkâr etmişlerdir. Bunun sonucunda Allah, onları büyük bir azapla cezalandırmıştır. “Onlara bir fırtına gönderildi.” (Hakka, 7) ayeti, bu azabın bir parçasını ifade eder.

2. Kayıp Kavim: Ad kavmi, helak olduktan sonra yok olmuş ve tarihte iz bırakmayan bir kavim haline gelmiştir. “Onlar, kendilerinden sonra gelmiş olanlar için bir ibret olmuştur.” (Furkan, 39) ayeti, Ad kavminin helakinin bir ders niteliği taşıdığını vurgular.

3. Kur’an’daki Uyarılar: Ad kavminin durumu, Kur’an’da inkâr eden toplumlara bir uyarı olarak sunulmuştur. “Her kavmin bir sonu vardır.” (Mümin, 77) ifadesi, kavimlerin ve toplumların başlarına gelebilecek sonları hatırlatır.

Sonuç

Kur’an-ı Kerim’de Ad kavmi, güçlü fakat ahlaki ve dini açıdan çöküş yaşayan bir toplum olarak ele alınır. Hz. Hud’un tebliğini reddeden bu kavim, Allah’ın azabına uğrayarak yok olmuştur. Ad kavminin hikayesi, inkâr eden toplumlara bir ibret dersi niteliği taşır ve bu olaylar, insanlara doğru yolda kalmaları gerektiğini hatırlatır.

@@@@@@

Kur’an-ı Kerim’de Ad Kavmi ve Akıbeti
Ad kavmi, Kur’an-ı Kerim’de sıkça zikredilen ve inkârları sebebiyle Allah’ın azabına uğrayan bir kavimdir. Güçlü, uzun boylu ve gelişmiş bir medeniyete sahip olmalarına rağmen, Allah’ın gönderdiği peygamberlere isyan etmişler ve sonunda büyük bir felaketle yok olmuşlardır.
Ad Kavminin Özellikleri
* Güçlü ve Fiziki Olarak Üstün: Ad kavmi, fiziksel olarak güçlü ve uzun boylu insanlardan oluşuyordu. Bu özellikleriyle diğer kavimlere üstünlük kuruyorlardı.
* Gelişmiş Medeniyet: Kendi elleriyle büyük şehirler ve yapılar inşa ediyorlardı. Özellikle İrem şehri, lüksü ve ihtişamıyla meşhurdu.
* Mal ve Mülk Zenginliği: Bol nimetlere sahiptiler ve dünya hayatının geçici zevklerine kapılmışlardı.
* Allah’a İsyan: Peygamberleri Hz. Hud’a inanmayıp, onu yalanlamışlar ve Allah’ın ayetlerini inkâr etmişlerdir.
Ad Kavminin Akıbeti
Allah, Ad kavminin inkârına karşılık olarak şiddetli bir rüzgâr gönderdi. Bu rüzgâr, günlerce esti ve Ad kavminin tüm şehirlerini yerle bir etti. Hiçbir yapı bu rüzgâra dayanamadı ve kavmin tamamı helak oldu. Bu olay, Kur’an’da inkarcıların sonunun nasıl olacağına dair önemli bir ibret niteliği taşımaktadır.
Ad Kavmi Hikayesinden Çıkarılacak Dersler
* İnanmanın Önemi: Allah’a ve peygamberlerine inanmak, insanın kurtuluşu için en önemli şarttır.
* Kibir ve Gururun Zararları: Ad kavmi gibi güçlü ve zengin olmak, insanı kibirlendirebilir ve Allah’a karşı gelmeye itebilir.
* Dünya Hayatının Geçiciliği: Dünya malı ve mülk, geçicidir ve asıl olan ahiret hayatıdır.
* Allah’ın Azabından Kaçınmak: İnkâr ve isyan, Allah’ın azabını celbeder.
Kur’an’da Ad kavmi ile ilgili ayetler incelendiğinde, bu kavmin hikayesinin insanlığa şu mesajları verdiği görülür:
* İnkârın sonuçları ağır olur.
* Allah’ın gücünün her şeye yeteceği.
* İman etmenin önemi.
* Dünya hayatının geçici olduğu ve ahirete hazırlanmanın gerekliliği.
Ad kavminin hikayesi, tarih boyunca birçok insan için ibret olmuş ve inananlar için bir uyarı niteliği taşımıştır.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=F0PmKWFm65w

Loading

No ResponsesEkim 31st, 2024

ASRIN KANSERİ TERÖR

ASRIN KANSERİ TERÖR

1980- 12- Eylül ihtilalinde, ihtilal başı Kenan Evren şöyle söylemişti, bir sağdan astık, bir soldan.

Darbenin olgunlaşması bekledik.
Çünkü bir gün önce sağ sol kavgasıyla kan gövdeyi götürürken, bir gün sonra memleket süt liman olmuştu.
ABD ise, bizim çocuklar başardı, demişti.
İşte aynı çocuklar kendisine bugün de hizmet ediyor.
Biri sağdan FETÖ, biri soldan PKK.
İkisini de organize eden ABD- Pentagon- CIA.
FETÖ’nün CIA ile bağlantısını kuran Ekrem dumanlıdır.[1]

**************   

TUSAŞ Saldırısında CIA Parmağı! Britanyalı O İsimden Skandal Saldırı İddiası.[2]
ABD Türkiye’yi kontrol konusunda hiç ihmal etmedi. Hep kontrolündeydi.
Kontrolünden çıktığını gördüğü anda darbe dahil, her türlü na-meşru yola namertçe baş vurdu.
ABD’nin yüz yıllık hedefi, bizden doğuyu koparmak, Suriye’den de koparacağı parçaları bir araya getirerek, sosyalist bir Kürt devleti kurup İsrail’in önünü açmak idi.
Böylece ABD, Ortadoğu’yu ve özellikle Türkiye’yi PKK ile kontrol ederken, İslam dünyasını da FETÖ ile kontrol edecektir.
Ortada 50 yıllık bir yatırım var.
Bu birikim terkedilmeyip, vitrindekilerle sürdürülecektir.

-Gülenin yeğeni Ebu Seleme Gülen, Youtube ’ta şöyle feveran etti:

“Fethullah Gülen öldü ve bizi yetim bıraktı. Ekrem gibi, Cevdet gibi, Mustafa Özcan gibi içkici ve dayakçı üvey babalara emanet etti bizi, gitti…
Böyle adamlardan bize baba mı olur?
Ama hepimizin babası oldular…
‘Hesap vermeden ölme hocam!’ diye yalvardım sana; ama dinlemedin…
Alçak Ekrem’i, hırsız Cevdet’i, katil ve darbeci Mustafa Özcan’ı başımıza bırakıp gittin…
Bizi ‘Âlî Heyet’ denilen haramzadelere emanet ettin…”[3]

 

– İsrail’in hadsizce saldırısından ancak iki sebeple durdurulabileceğini söylerdim.

Birincisi, içte ve özellikle rehine sahiplerinin ayaklanması.

İkincisi ise, onun ancak ve ancak sertlikten ve savaştan anlayacağı idi.

 

***************

BİTMEYEN VE BİTİRİLMEYEN TERÖR

Terör niye bitmiyor?[4]

Kapı niye kilit tutmuyor?
Çünkü hırsız içeride ve içeriden.[5]
 

Terör ile ilgili yazılarıma baktığımda meğer ne kadar da çok yazı yazmışım. 

Meğer çok yanmışız.[6] 

-İşte sayısız örneğinden sonuncusu,
“CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, terör soruşturması kapsamında gözaltına alındı.
694 KEZ TERÖRİSTLERLE GÖRÜŞMÜŞ
TRT Haber’in aktardığı bilgilere göre, 10 yıllık süreçte terör örgütü PKK mensuplarıyla birçok irtibatı tespit edildi. 694 kez PKK’lı teröristlerle görüştüğü, 14 kez de Kongre-gel eş başkanı Remzi Kartal ile irtibat kurduğu belirlendi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu destek çıktı. “[7]
Peki bu adam bu kadar görüşme yapmış, neden beklenilmiş.? Bir suç bile ceza almaya yeterken PKK’lılarla 694 kere görüşmesi sabitken, kırmızı bültenle aranan PKK’lıyla 14 kere görüşmüşken, en büyük bir belediye olan Esenyurt belediyesine başkan seçilirken, neden beklenip, zarar vermesinin önü açılmış? 

-Artık şunu diyeceğim, belli ki bir yerde değil, birçok yerde bir tıkanıklık var. 

Dağdaki PKK başta büyük şehirler ve belediyeleri olmak üzere şehirlere mi yerleşiyor?

Şehirden dağa kaçan PKK, tekrar boşluklardan istifade ederek şehirlere mi iniyor?

Birilerinin müzahir ve referansıyla![8] 

Tinet hiç değişmiyor.

Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir akıtır.
Su aynı su.
Değişen ve değişik olan yapı.
Katranı kaynatsan olur mu şeker, canına yandığım aslına çeker

-İşte yine birkaç terör haberinden biri daha,
” İstanbul’da, terör örgütü PKK/KCK adına sokak olayları çıkarma arayışında olduğu tespit edilen 18 şüpheli, İzmir merkezli iki ilde PKK/KCK ile ilişkisi olduğu ve propagandasını yaptıkları belirlenen 10 şüpheli gözaltına alındı.”[9]


-İşte dıştaki kaynak ve destek,
” Arzı mevut hayali için Orta Doğu’yu kana bulayan İsrail, Kürtlere ve Dürzilere vatandaşlık vererek yeni bir oyun sahnelemeye hazırlanıyor.”[10]
-Almanya’nın Köln kentinde terör örgütü PKK/YPG yandaşlarının düzenlediği eylemde İsrail bayrağı açıldı.[11]

Yüz yıldır gizlice oynanan bu terör oyunu, 40 yıldır da sahaya çıkarak terör estiriyor.
Artık perdeler birer birer düşünce gizlemeden ve gizlenmeden açıktan oynanıyor.

MEHMET ÖZÇELİK

31-10-2024

[1] https://tesbitler.com/2024/10/22/karanlik-asrin-karanlik-insanlari/
https://tesbitler.com/2019/09/06/15-temmuz-yolunda-dosenen-taslar/
https://tesbitler.com/2016/08/23/dehset/

[2] https://youtu.be/c28NDr8xpXA?si=MxorUQcY3RneRnkI

[3] https://www.yenisafak.com/yazarlar/tamer-korkmaz/ciain-paralel-postacisi-eko-4653444
https://youtu.be/nSFg-chwriI?si=gYync30CecRNteuMhttps://www.yenisafak.com/yazarlar/tamer-korkmaz/iki-ekrem-dumanli-ve-dumansiz-4653624

[4] https://tesbitler.com/2022/05/15/teror-neden-mi-bitmiyor/

https://tesbitler.com/2022/11/26/pkk-ve-teror-meger-niye-bitmiyormus/

[5] https://www.haber7.com/guncel/haber/3473907-chpli-ibbden-istanbul-universitesindeki-tarihi-tugra-ve-ayete-sansur

[6] https://tesbitler.com/page/2/?s=Ter%C3%B6r+

https://tesbitler.com/page/3/?s=Ter%C3%B6r+

[7] https://m.haber7.com/guncel/haber/3473776-esenyurt-belediye-baskani-ahmet-ozer-gozaltina-alindi-imamoglundan-destek-mesaji
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/chpli-esenyurt-belediye-baskani-ahmet-ozere-gozalti-evinde-ve-belediyede-arama-yapiliyor-1071339
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/ozgur-ozelden-esenyurt-belediye-baskani-ahmet-ozerin-gozaltina-alinmasina-tepki-1071362
https://www.yenisafak.com/gundem/esenyurt-belediye-baskani-ahmet-ozer-gozaltina-alindi-4653647

https://www.yenisafak.com/gundem/chpli-esenyurt-belediye-baskani-ahmet-ozer-695-pkkli-teroristle-gorusmus-4653666

https://www.haber7.com/guncel/haber/3473927-esenyurt-belediye-baskani-ahmet-ozeri-kimin-onerdigi-belli-oldu

https://www.yenisafak.com/gundem/teroristlerle-ittifak-yapilmaz-4653713

https://www.haber7.com/guncel/haber/3473880-mhpden-ahmet-ozer-aciklamasi

[8] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3474034-esenyurt-belediye-baskani-ahmet-ozer-tutuklandi

[9] https://m.haber7.com/guncel/haber/3473795-uc-ilde-teror-operasyonu-cok-sayida-gozalti
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/istanbulda-sokaklari-savas-alanina-cevireceklerdi-18-pkk-suphelisi-yakalandi-1071353?s=1

https://tesbitler.com/index.php?s=Ter%C3%B6r+

[10] https://www.turkiyegazetesi.com.tr/dunya/sinirin-otesinde-siyonist-oyun-israil-suriyede-pkkliya-kimlik-dagitacak-1071305

[11] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/almanyada-teror-orgutu-pkk-yandaslarinin-eyleminde-israil-bayragi-acildi/3376906

 

Loading

No ResponsesEkim 31st, 2024

Kur’an-ı Kerim nasıl okunmalı, dinlenmeli ve anlamalıdır?

Kur’an-ı Kerim nasıl okunmalı, dinlenmeli ve anlamalıdır?[1]


Kur’an-ı Kerim, Müslümanların kutsal kitabı olarak özel bir saygı ile ele alınır. Onu okuma, dinleme ve anlama sürecinde bir dizi ahlaki ve manevi prensip benimsenmelidir. Kuran, hem ruhsal bir rehber olarak okunmalı, hem de içerdiği mesajlar derinlemesine kavranmalıdır. İşte Kuran’ın nasıl okunması, dinlenmesi ve anlaşılması gerektiğine dair temel ilkeler:

1. Okurken Saygı ve Temizlik

Kuran okunmadan önce abdest alınmalı, temiz bir ortamda ve huşu içinde okunmalıdır. Allah’ın kelamı olan Kuran’a saygı göstermek, onun manevi değerine uygun bir şekilde yaklaşmayı gerektirir.

Örnek Ayet: “Ona, ancak temiz olanlar dokunabilir.” (Vakıa Suresi, 56:79)

2. Tertil İle Okuma (Dikkatli ve Ağır Ağır Okuma)

Kuran’ın tertil ile okunması, yani dikkatli ve anlamına odaklanarak ağır ağır okunması teşvik edilmiştir. Tertil, ayetlerin üzerinde düşünmeyi ve acele etmeden, her bir kelimenin anlamına dikkat etmeyi ifade eder.

Örnek Ayet: “Kuran’ı tane tane, ağır ağır oku.” (Müzzemmil Suresi, 73:4)

3. Anlamını Düşünmek ve Üzerinde Tefekkür Etmek

Kur’an-ı Kerim, sadece Arapça olarak okunması gereken bir kitap değil, anlamının da kavranması gereken bir rehberdir. Kuran’ın öğütlerini anlamak için ayetler üzerinde derin düşünmek (tefekkür) gerekir.

Örnek Ayet: “Onlar, Kuran’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed Suresi, 47:24)

4. Gönülden Dinlemek

Kuran dinlenirken dikkat kesilmek, kalpten bir teslimiyetle dinlemek esastır. Kuran okunduğunda ona kulak vermek, saygıyla dinlemek Allah’ın bir emridir ve dinleyiciye manevi bir huzur getirir.

Örnek Ayet: “Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (Araf Suresi, 7:204)

5. Dua ve Bağışlanma ile Başlamak

Kuran’ı okurken veya anlamaya çalışırken niyetin samimi olması önemlidir. Allah’tan doğru anlamayı ve hidayeti dilemek, kişinin Kuran’dan daha fazla fayda sağlamasına vesile olur.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Kuran okumaya başlarken “Euzu-Besmele” çekmeyi tavsiye etmiştir. Bu, şeytanın vesveselerinden korunmak için bir dua niteliğindedir.

6. Doğru Telaffuz ve Tecvit Kurallarına Uygun Okuma

Kuran, Allah’ın vahyi olduğu için doğru telaffuz ve tecvit kurallarına göre okunması önemlidir. Tecvit kurallarına uymak, Kuran’ın Arapça aslını korur ve anlam kaybını önler.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Kuran’ın güzel bir sesle, kurallarına uygun şekilde okunmasını tavsiye etmiştir.

7. Kuran’ı Ezberlemek ve Yaşantıya Aktarmak

Kuran’ı ezberlemek (hıfz), Müslümanlar arasında büyük bir değer taşır. Ancak, Kuran’ı ezberlemenin yanında ayetlerdeki mesajları hayatın her alanına taşımak da önemlidir. Yani, Kuran sadece hafızada kalmamalı, günlük yaşantımıza yansıtılmalıdır.

Örnek Ayet: “Bu, sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır ki, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsın.” (Sad Suresi, 38:29)

8. Kuran’ın Anlaşılmasına Yardımcı Olan Kaynaklardan Faydalanmak

Kuran, derin bir anlam içeriğine sahip olduğu için mealler, tefsirler ve güvenilir kaynaklardan yararlanarak daha iyi anlaşılabilir. Tefsir, Kuran ayetlerinin bağlamını, iniş nedenlerini (esbab-ı nüzul) ve detaylı açıklamalarını içerir.

İslam alimleri, Kuran’ın doğru anlaşılması için Peygamberimizin sünnetini ve sahabe açıklamalarını dikkate almanın önemine değinmişlerdir.

9. Samimiyet ve İçtenlikle Okumak

Kuran, samimiyetle okunmalıdır. Okuyucu, Kuran’ı Allah’tan bir mesaj olarak okumalı ve her ayeti sanki Allah ona hitap ediyormuş gibi içtenlikle kabul etmelidir. Bu, ayetlerin etkisini daha derin hissetmeyi sağlar.

10. Sabırla, Düzenli ve İstikrarlı Bir Şekilde Okuma

Kuran, düzenli olarak okunması gereken bir kitaptır. Müslümanlar, belirli bir düzen içinde Kuran okumayı alışkanlık haline getirmelidirler. Bu, insanın manevi yönünü güçlendirecek, kalbine huzur verecektir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Amellerin Allah’a en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır” buyurmuş, bu nedenle istikrar önemsenmiştir.

Sonuç

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın insanlara bir rehber olarak gönderdiği kutsal bir kitaptır ve onun okunması, dinlenmesi ve anlaşılması büyük bir öneme sahiptir. Kuran’a saygıyla yaklaşmak, onu tertil ile okumak, anlamını derinlemesine kavramaya çalışmak ve öğrendiklerini hayatına yansıtmak, Kuran’dan en yüksek derecede istifade etmenin yoludur. Bu süreçte sabırlı, samimi ve sürekli bir çaba gerekmektedir. Kuran, hayatın her alanına yol gösteren bir rehber olduğu için, Müslümanlar onu okuyarak, dinleyerek ve yaşayarak imanlarını güçlendirirler.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=x7zUbbO9ZMk

Loading

No ResponsesEkim 31st, 2024

KURANI KERİMDE AHİRETTE İNSANLARIN PİŞMANLIKLARI.

Kuranı Kerimde ahirette insanların pişmanlıkları ve pişman olacakları hususlar.[1]


-İyi ki Allah var, ahiret var, yüzleşilip sorgulanacak mahşer var, iyi ki üzerinden geçilip cennete gidilecek, geçilemeyip içine düşülecek bir cehennem var.

Yaşasın zalimler için cehennem.

-Kur’an-ı Kerim’de ahiret gününde insanların pişmanlık yaşayacağı birçok durum anlatılır. Özellikle iman etmeden veya iman edip iyi ameller yapmadan ölenler, yaptıkları yanlışların ve kaçırdıkları fırsatların farkına varıp büyük bir pişmanlık içinde olacaklardır. Ahiretteki pişmanlık, geri dönüşü olmayan bir kayıp anlamına gelir çünkü artık dünyaya geri dönme ve durumu düzeltme imkanı yoktur. Kur’an, bu pişmanlıkları insanları uyarmak ve onlara doğru yola yönlendirmek amacıyla anlatır.

1. İman Etmeyenlerin Pişmanlığı

İnkar edenler, ahiret gününde gerçeklerle yüzleştiğinde iman etmedikleri için büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Onlar, Allah’ın ayetlerini inkar etmiş, peygamberleri yalanlamış ve dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir:

İman Etmemenin Getirdiği Pişmanlık: “Onlar orada durmadan, ‘Keşke dünyaya dönsek de Rabbimizin ayetlerini inkâr etmeyip müminlerden olsak!’ diyecekler.” (En’am, 6/27). Bu ayet, inkâr edenlerin, iman etmedikleri için duyacakları büyük pişmanlığı gösterir.

Ahireti Unutmanın Pişmanlığı: Dünya hayatına dalıp ahireti unutmanın ve ahiretteki hesap gününü dikkate almamanın da pişmanlık yaratacağı belirtilir. “Onlar o gün kendi yaptıklarıyla yüz yüze gelirler ve (ahiret için) hiçbir hazırlık yapmamış olmanın pişmanlığını yaşarlar.” (Secde, 32/12).

2. Salih Amellerde Bulunmayanların Pişmanlığı

İman etmiş olsalar bile, Allah’ın hoşnut olacağı şekilde yaşamayan, farz görevlerini yerine getirmeyen ve iyilik yapmaktan uzak duran kişiler de pişmanlık içinde olacaklardır. İman ve amelleri birlikte yerine getirmeyenlerin durumuna dikkat çekilir:

Hayır Yapmamış Olmanın Pişmanlığı: “Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden ölüm gelmeden önce infak edin. Ölüm gelip de ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip salihlerden olsam’ diyecek hiçbir kimse yoktur.” (Münafikun, 63/10). İnsanlar, infak ve iyilik yapmadıkları için ahirette derin bir pişmanlık duyacaklardır.

Boşa Geçirilen Zamanın Pişmanlığı: Ahiret günü, insanlar dünyada kendilerine verilen zamanı ve fırsatları kötüye kullandıkları için üzüleceklerdir. “(O gün) kişi, ‘Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!’ der.” (Fecr, 89/24).

3. Günahlardan Sakınmayanların Pişmanlığı

Günah işlemekten sakınmayan, tövbe etmeden veya pişman olmadan hayatını sürdürenler, ahirette bunun pişmanlığını derin bir şekilde hissedeceklerdir:

Şeytana Uymanın Pişmanlığı: Günah yoluna girip de şeytanın peşinden gidenlerin pişman olacağı vurgulanır. “Kişi, o gün elini ısırır ve der ki: ‘Keşke ben peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!’ Ah, yazık bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim! Andolsun, beni zikirden (Kur’an’dan) saptırdı.” (Furkan, 25/27-29).

Tövbe Etmeden Ölmenin Pişmanlığı: Tövbe etme fırsatını kaçıranların pişmanlığı anlatılır. Günahlarından arınmadan ölenler, ahirette Allah’ın huzuruna pişmanlık içinde çıkacaklardır: “Zulmeden herkes, yeryüzündeki her şeye sahip olsa, onu (azaptan kurtulmak için) fidye olarak vermek ister. (Azabı) gördüklerinde içlerinden derin bir pişmanlık duyarlar.” (Yunus, 10/54).

4. Kötü Arkadaş ve Çevrenin Etkisinde Kalmanın Pişmanlığı

Kur’an’da, insanın çevresine ve arkadaşlarına dikkat etmesi gerektiği, kötü arkadaşların kişiyi sapkınlığa sürükleyebileceği vurgulanır. Ahirette bazı kişiler, kendilerini saptıran insanlarla dost oldukları için pişmanlık yaşayacaklardır:

Kötü Arkadaş Seçmenin Pişmanlığı: “O gün, zalim kişi ellerini ısırarak der ki: ‘Keşke peygamberle beraber bir yol tutsaydım! Ah, yazık bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim!’” (Furkan, 25/27-28). Burada, kötü bir dostun, insanı saptırma gücüne sahip olduğu ifade edilir.

5. Allah’a Yakın Olma Fırsatını Kaçırmanın Pişmanlığı

Allah’a ve dine yaklaşmayan, dünyevi uğraşlarla meşgul olup manevi hayatını ihmal edenler, ahirette bu fırsatı değerlendiremedikleri için pişman olacaklardır:

Dünya Hayatını Ahirete Tercih Etmenin Pişmanlığı: “İnsan der ki: ‘Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!’” (Fecr, 89/24). İnsanlar, dünyada Allah’ın rızasına uygun yaşamadıkları ve ahiret için hazırlık yapmadıkları için büyük bir pişmanlık duyacaklardır.

Kur’an, ahiret gününde yaşanacak bu pişmanlıkların insanları etkilemesi ve onları doğru yola yönlendirmesi için bu ayetleri birer uyarı olarak sunar. İnsanlara, dünyada doğru yolda olmaları için fırsatları değerlendirmeleri, iman etmeleri, iyi ameller işlemeleri ve günahlarından tövbe etmeleri tavsiye edilir. Ahiret günü pişmanlık yaşamamak için dünya hayatını iyi değerlendirmek gerektiği vurgulanır.

@@@@@@@

Kur’an-ı Kerim’de Ahirette Pişmanlık ve Pişman Olunacak Hususlar
Kur’an-ı Kerim, ahiret hayatında insanların yaşayacağı pişmanlıkları ve bu pişmanlığın sebeplerini detaylı bir şekilde anlatır. Dünya hayatında yapılan yanlışların ve ihmal edilen ibadetlerin, ahirette büyük bir pişmanlığa yol açacağı vurgulanır.
Ahirette Pişmanlık Nedenleri
* İman etmemek: En büyük pişmanlık sebebi, Allah’a ve O’nun elçilerine inanmamak ve küfre sapmaktır.
* İyi ameller işlememek: Dünya hayatında yapılan iyiliklerin azlığı veya hiç iyilik yapmamak, ahirette büyük bir pişmanlığa neden olur.
* Günahlar işlemek: Büyük günahların yanı sıra, küçük görünen günahların da birikmesi, ahirette büyük bir yük olacaktır.
* Dünyaya bağlanmak: Dünya hayatına aşırı düşkünlük ve ahiret hayatını unutmak, insanı büyük bir pişmanlığa sürükler.
* Fırsatları değerlendirmemek: Allah’ın verdiği nimetler ve fırsatlar üzerinde düşünmeden yaşamak, ahirette pişmanlığa yol açar.
Ahirette Pişmanlık Anlatan Ayetler
* Müminun Suresi, 103. ayet: “Onlar, cehennem azabını tadacaklar ve: ‘Keşke biz dünyada iken Allah’a ibadet etseydik’ diyeceklerdir.”
* En’am Suresi, 28: “Onlar, kıyamet günü Allah’a yalvarıp yakaracaklar: ‘Ey Rabbimiz! Bizi çıkar da artık iyi ameller işleyip, artık inkar etmeyiz’ derler. Onlara denir ki: ‘Ey yalancılar! Siz daha önce çağrılmıştınız.’”
* Muminun Suresi, 106: “Onlar, cehennemde: ‘Keşke biz, Rabbimizin ayetlerine inanıp salih kimseler olsaydık’ derler.”
* Zuhruf Suresi, 78: “Onlar, cehennemde: ‘Keşke biz, Rabbimizin ayetlerine inanıp salih kimseler olsaydık’ derler.”
Ahirette Pişmanlığın Önemi
* Uyarıcı bir mesaj: Ahirette yaşanacak pişmanlık, insanların dünya hayatında iyi ameller yapmalarına ve günahlardan sakınmalarına yönelik bir uyarıdır.
* Tövbeye teşvik: Ahiret azabının korkusu, insanları günahlardan tövbe etmeye ve Allah’a yönelmeye teşvik eder.
* İmanlı bir hayat yaşama gerekliliği: Ahiretteki pişmanlık, insanlara imanlı ve takva sahibi bir hayat sürmenin önemini hatırlatır.
Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim, insanların ahirette yaşayacağı pişmanlıkları detaylı bir şekilde anlatarak, dünya hayatında yapılacakların önemini vurgular. Bu nedenle, her Müslüman, dünya hayatını bir imtihan olarak görüp, ahirette pişman olmamak için iyi ameller yapmaya ve Allah’ın emirlerine uymaya çalışmalıdır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=fS7uCF0FeYY

Loading

No ResponsesEkim 29th, 2024

KURANI KERİMDE İNSAN KALBİ

KURANI KERİMDE İNSAN KALBİ[1]


Kuran-ı Kerim’de “kalb” (kalp), sadece fiziksel bir organ olarak değil, aynı zamanda insanın ruhunu, manevi yönünü, düşünce ve duygu dünyasını ifade eden sembolik bir kavram olarak kullanılır. Kuran, kalbi insanların duygu, düşünce, inanç ve niyetlerinin merkezi olarak tanımlar ve Allah’a olan iman, doğruluk ve vicdan gibi niteliklerin de kalpte barındığını belirtir.

Kalbin İşlevleri ve Önemi

Kuran’a göre, kalp insanın en önemli yönlendirici merkezlerinden biridir. Kalp, iman ile dolabilir veya inkara, gaflete ve kötü niyetlere de meyledebilir. Bu yüzden Kuran, kalbin manevi sağlığını korumanın önemini vurgular. Bir ayette şöyle denir:

> “Onların kalpleri vardır, onunla anlamazlar.” (Araf Suresi, 7:179)

Bu ayet, kalbin sadece kan pompalayan bir organ olmadığını, aynı zamanda anlamayı, idrak etmeyi, doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi sağlayan bir merkez olduğunu belirtir. Kalplerin mühürlenmesi ise, insanın doğru yolu görmesine engel olan manevi bir körlük durumunu ifade eder:

> “Kalplerimiz perdelidir.” diyenlere Allah, kalplerinin üzerine mühür vurmuştur. (Bakara Suresi, 2:7)

Kalp ve İman

Kalp, insanın Allah’a olan imanının merkezidir. Kuran’da, iman edenlerin kalplerinin Allah’a saygıyla dolduğu ve Allah’ı anmakla huzura kavuştuğu belirtilir:

> “Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d Suresi, 13:28)

Allah, iman edenlerin kalbine huzur ve güven verir ve kalpleri doğru yola iletir. Kalbin bir diğer işlevi ise, Allah’ın nuruyla aydınlanmasıdır.

Katılaşmış Kalpler

Kuran’da, kalplerin katılaşması, Allah’tan uzaklaşmış ve duyarsız hale gelmiş insanların durumunu ifade eder. Katılaşmış bir kalp, ilahi öğütlere duyarsız kalır ve doğru yolu bulma yeteneğini kaybeder:

> “Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı; taş gibi, hatta daha da katı…” (Bakara Suresi, 2:74)

Kalbin Arındırılması ve Saflığı

Kuran’da Allah’a yönelen ve kalplerini arındıranlardan övgüyle söz edilir. Takva sahibi kişiler, kalplerinin temizliğine önem verir ve Allah’a samimi bir şekilde bağlı kalırlar:

> “O gün ne mal ne de evlat fayda verir. Ancak Allah’a kalbi selim (temiz bir kalp) ile gelenler başka.” (Şuara Suresi, 26:88-89)

Bu ayet, Allah’a karşı saf, temiz ve arınmış bir kalple yaklaşmanın önemini vurgular. İslam’da kalbin temizlenmesi, kötü düşünce ve duygulardan uzak durarak Allah’a yakın olmaya çalışmakla mümkündür.

Sonuç

Kuran-ı Kerim’de kalp; akıl, iman, takva ve ahlak gibi kavramlarla yakından ilişkilidir. Kalbin sağlığı, insanın Allah ile olan ilişkisini ve yaşam amacını belirler. Kuran’da, kalbi arındırarak Allah’a samimi bir şekilde yönelmenin, insanı huzura ve kurtuluşa götüreceği vurgulanır.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=uJeRbqZgpUw

Loading

No ResponsesEkim 29th, 2024

GERÇEK CUMHURİYET

GERÇEK CUMHURİYET

Bediüzzaman Said Nursi RİSALE-İ NURDA Cumhuriyet hakkında ne ifade etmektedir?

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur eserlerinde Cumhuriyet kavramını geniş bir perspektifle ele alır ve Cumhuriyetin temel ilkeleriyle İslam’ın değerlerini bağdaştırmaya çalışır. Nursi’ye göre, Cumhuriyet halkın iradesine dayanan bir yönetim şekli olduğu için İslam’ın ruhuna aykırı değildir, hatta İslam’ın adalet, eşitlik, ve insan hakları gibi ilkeleriyle uyumludur. Ancak, Cumhuriyetin halkın değerlerini ve dini inançlarını göz ardı etmeden, onların refahını, adaletini ve özgürlüğünü gözetmesi gerektiğini savunur.

Risale-i Nur’da geçen bazı ifadeler, Nursi’nin Cumhuriyetin ahlaki ve manevi değerlerle beslenmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını ortaya koyar. Örneğin, bir toplumun saadeti ve adalet içinde yaşaması için adalet, şefkat ve hürriyet ilkelerine dayanan bir Cumhuriyet anlayışını önemser. Nursi, dinin doğru anlaşılması ve bireysel özgürlüklerin korunmasının, toplumun hem dünyevi hem de uhrevi olarak gelişmesine katkı sağlayacağını savunur.

Ayrıca, Nursi’ye göre, Cumhuriyet idaresi, toplumun eğitim seviyesi arttıkça daha sağlıklı bir yapıya kavuşur. Bu bağlamda eğitim ve manevi gelişimin Cumhuriyetin temel direklerinden olması gerektiğini vurgular. Risale-i Nur’da yer alan bu yaklaşımlar, Nursi’nin ideal bir Cumhuriyetin insanlara sadece dünyevi değil aynı zamanda manevi bir huzur sunması gerektiği yönündeki düşüncesini yansıtır.

@@@@@@

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur’da cumhuriyeti, adalet ve hürriyetin hakim olduğu, İslam’ın sınırlarını belirlediği hürriyetin (hürriyet-i şer’iye) yaşandığı bir yönetim biçimi olarak görür.
Önemli noktalar:
* Dindar Cumhuriyet: Nursi, cumhuriyetin sadece isim ve resimden ibaret olmaması gerektiğini, gerçek anlamda adaleti ve İslam’ın hürriyet anlayışını yansıtması gerektiğini vurgular.
* Adalet ve Hürriyet: Cumhuriyetin temelini adalet ve hürriyet oluşturur. Bu hürriyet, İslam’ın sınırları içinde kalmak şartıyla herkese tanınan bir haktır.
* İstibdad Karşıtlığı: Nursi, istibdadı (mutlak yönetimi) reddeder. Cumhuriyetin, baskı ve zorlamalardan uzak, herkesin hak ve özgürlüklerinin korunduğu bir sistem olması gerektiğini savunur.
* Meşveret: Cumhuriyetin yönetiminde, halkın görüşlerinin alınması ve ortak karar alınması önemlidir.
* Kanun Hâkimiyeti: Herkesin eşit olduğu ve kanunların herkese adil bir şekilde uygulandığı bir sistem idealidir.
Risale-i Nur’a göre cumhuriyet:
* Manasız bir isim ve resim değil: Gerçek anlamda adaleti ve hürriyeti yaşatan bir sistemdir.
* İslam’a aykırı değil: İslam’ın hürriyet anlayışıyla tam uyum içinde olabilir.
* Halkın katılımını gerektirir: Meşveret ve demokrasi ilkelerine dayanır.
* Adalet ve eşitlik üzerine kuruludur: Herkesin hak ve özgürlüklerinin korunmasını sağlar.
Sonuç olarak, Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur’da cumhuriyeti, İslam’ın ilkeleriyle bağdaşan, adalet ve hürriyetin hakim olduğu ideal bir yönetim biçimi olarak sunar.

@@@@@@@@@

“Yaşlı mahkeme reisinden başka, daha siz dünyaya gelmeden benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder.Hülasası şudur ki; o zaman şimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu.Ben de taneleri karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim.Benden sordular,ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetçiliklerine hürmeten taneleri karıncalara veriyorum.Sonra dediler: “Sen selef­i salihine muhalif ediyorum”cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidin hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A) Aşare-i Mübeşşereye ve Sahabe-i kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi.Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakiki adaleti ve hürriyeti-i şer’iyeyi taşıyan manâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” der.

Loading

No ResponsesEkim 29th, 2024

Bediüzzaman Said Nursi’nin Asarı Bediiyye adlı eseri ve KÜLLİYATINDA Kürtler ile ilgili ne gibi Tesbitler de bulunmaktadır?

Bediüzzaman Said Nursi’nin Asarı Bediiyye adlı eseri ve KÜLLİYATINDA Kürtler ile ilgili ne gibi Tesbitler de bulunmaktadır?


Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde ve külliyatında, Kürtlere yönelik çeşitli tespitler ve değerlendirmeler yer almaktadır. Özellikle “Asar-ı Bediyye” ve “Risale-i Nur” külliyatında, Kürtlerin durumu, İslam kardeşliği çerçevesinde ele alınmıştır. Said Nursi, Kürtlerin toplumdaki konumları, hakları ve İslam kardeşliği içinde Türklerle bir arada yaşamanın önemi üzerine düşüncelerini ifade ederken, aynı zamanda bölgenin geri kalmışlık sorunlarına da değinmiştir. İşte ana başlıklar:

1. İslam Kardeşliği ve Birlik Vurgusu: Said Nursi, Kürtler ve Türklerin İslam kardeşliği bağlamında birlik içinde olması gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre, İslam ümmeti içinde milliyet değil, din kardeşliği öne çıkmalıdır. Bu sebeple, etnik ayrımcılığa karşı çıkarak Kürtlerin de İslam kardeşliği içinde Türklerle bir arada olmalarının önemine değinir.

2. Eğitim ve Kalkınma: Bediüzzaman, Kürtlerin eğitim alanında geri kalmalarının sebebini cehalet ve imkansızlıklara bağlar. Medresetüz-zehra projesiyle, Kürtler başta olmak üzere tüm Doğu Anadolu halkına hitap eden bir eğitim sistemi kurma hayalini dile getirir. Bu projede Arapça, Türkçe ve Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılmasını önerir, böylece Kürt halkının da İslami ilimlerde ve modern bilimlerde yetişmesini hedefler.

3. Milliyetçilik Karşıtlığı: Said Nursi, ırkçılık ve aşırı milliyetçilik fikrine karşı çıkar. Ona göre İslam’da milliyetçilik, ümmet birliğine zarar verebilir. Bu sebeple Kürtlerin de İslami değerler çerçevesinde ümmetin bir parçası olarak Türklerle kardeşçe yaşamalarını savunur.

4. Sosyal Adalet ve Haklar: Kürtlerin yaşadığı zorlukları ve sıkıntıları dile getirirken, onların haklarının korunması gerektiğini de savunur. Sosyal adaletin sağlanması için toplumdaki tüm etnik grupların eşit muamele görmesi gerektiğini ifade eder.

5. Vatan ve Devlet Bağlılığı: Said Nursi, Kürtlerin Osmanlı Devleti’ne (ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’ne) sadakat göstermesi gerektiğini belirtir. Kürtlerin, vatanın bir parçası olarak devlete bağlı kalmalarını ve dış güçlerin kışkırtmalarına kapılmamalarını öğütler.

Bu başlıklar çerçevesinde, Said Nursi’nin eserlerinde Kürtlere yönelik düşünceleri, İslami bir perspektiften toplumsal birlik ve kalkınma odaklı bir çerçevede ele alınır. Bu görüşler, hem dönemin sosyo-politik meselelerine çözüm sunmayı amaçlar hem de İslam kardeşliği temelinde bir birlik önerir.

@@@@@@

Bediüzzaman Said Nursi’nin Asar-ı Bedi’iye ve Külliyat’ındaki Kürtler ile İlgili Tespitler
Bediüzzaman Said Nursi, geniş kapsamlı eserlerinde İslam’ın temel ilkelerini ve çağın sorunlarına çözümlerini sunarken, aynı zamanda yaşadığı coğrafyanın ve toplumların dinamiklerini de analiz etmiştir. Kürtler, bu coğrafyanın önemli bir parçası olduğu için, Nursi’nin eserlerinde de yer almaktadır. Ancak, Nursi’nin Kürtler hakkındaki görüşleri doğrudan ve sistematik bir şekilde ele alınmamaktadır. Eserlerindeki tespitler, daha çok genel insanlık ve İslam kardeşliği çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Genel Olarak Tespit Edilebilecek Noktalar:
* İslam Birliği ve Kardeşlik: Nursi, tüm Müslümanları bir kardeş olarak görür ve aralarındaki ayrılıkların İslam’a aykırı olduğunu vurgular. Bu bağlamda, Kürtler de diğer Müslümanlar gibi İslam kardeşliğine dahildir.
* Adalet ve Eşitlik: Nursi, adaletin önemini sürekli vurgular. Herkesin din, dil, ırk fark etmeksizin adalet karşısında eşit olması gerektiğini savunur. Bu yaklaşım, Kürtler de dahil olmak üzere tüm insanlar için geçerlidir.
* İnsanlık ve Merhamet: Nursi, insanın fıtratında merhamet olduğunu ve tüm insanlara karşı merhametli davranılması gerektiğini söyler. Bu da Kürtler dahil olmak üzere tüm insanlara karşı merhametli olmayı gerektirir.
* Cemaat ve Birlik: Nursi, cemaatin önemini vurgular ve cemaatin birlik ve beraberlik içinde olması gerektiğini söyler. Bu bağlamda, Kürtlerin de yaşadıkları coğrafyalarda diğer topluluklarla birlik içinde yaşaması gerektiği vurgulanabilir.
* Milliyetçilik ve İslamcılık: Nursi, milliyetçiliği İslam’a aykırı görmez, ancak milliyetçiliğin İslam kardeşliğini zedelememesi gerektiğini belirtir. Bu bağlamda, Kürt milliyetçiliği de İslam kardeşliği çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Özetle, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde Kürtler hakkında doğrudan ve detaylı bir inceleme bulunmamakla birlikte, genel olarak İslam kardeşliği, adalet, eşitlik, insanlık ve merhamet gibi evrensel değerler çerçevesinde Kürtlere de yer verildiği söylenebilir. Nursi’nin düşünceleri, farklı etnik ve dini kökenlere sahip insanların bir arada yaşadığı coğrafyalarda barış ve kardeşliğin tesis edilmesi için önemli bir kaynak teşkil edebilir.

@@@@@@@@

Loading

No ResponsesEkim 29th, 2024

Yağmur ve Gözyaşı

Yağmur ve Gözyaşı


Hicretin 18. yılı başında, Hicaz’da büyük bir kıtlık musibeti yaşanmıştı. Bu yıla ‘kül yılı’ denilmiştir. Çünkü yağmur yokluğundan çorak topraklar kül şeklini almış, rüzgar önünde toprak kül gibi savrulur olmuştu.
Çevre halkı azık için Medine’ye akın ediyor, vahşi hayvanlar da açlıktan insanlara yaklaşmaya çalışıyordu. Halife Hz. Ömer r.a. beytülmalda (hazinede) bulunan bütün gıda maddelerini halka dağıttı. Ayrıca Basra, Mısır ve Şam bölgelerinden kervanlarla gelen yardımlar çevre halkına dağıtıldı. Daha önce süte ekmek doğrayarak yemek yiyen Hz. Ömer, kıtlık döneminde sadece zeytinyağı ve ekmekten başka yemek yiyemez olmuş, bu yüzden rengi değişmiş ve vücudu iyice zayıflamıştı. Bu kıtlık afeti dokuz ay kadar sürmüş, bu arada birçok kişi de açlıktan ölmüştü.

Bu müthiş kıtlık dönemi sonlarında bir zat (Bilal b. Haris), Peygamber s.a.v.’in türbesine yaklaşıp şöyle demişti:

– Ya Rasulallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah’tan dile! Çünkü helâk olmak üzereler.

Daha sonra o şahsın rüyasına giren Rasulullah s.a.v. şöyle demişti:

– Ömer’e git, ona selamımı söyle. Yağmur yağacağını müjdele ve benden ona de ki: Ey ömer! Sen sözünde duran bir kişisin. Aklını başına al!

Adam uyanınca, kalkıp Hz. Ömer’e gitti ve rüyasını anlattı. Bu haberden ürperen Hz. Ömer, halka haber salıp onları mescidde topladı ve onlara:

– Sizler bende hoşlanmadığınız bir şey gördünüz mü? dedi.

– Öyle bir şey görmedik. Fakat neden böyle soruyorsun? dediler.

Hz. Ömer r.a. onlara rüya haberini anlattı. Onlar da bunun yağmur duasına işaret olduğu kanaatini belirttiler. Topluca yağmur duasına çıkıldı. Hz. Ömer, Rasulullah s.a.v.’in amcası Hz. Abbas r.a.’ın elinden tuttu, ‘Ya Rabbi, Rasulünün amcası vesilesiyle sana yaklaşıyor, senden mağrifet diliyor ve sana yalvarıyoruz’ diyerek, yağmur dileğiyle duasını sürdürdü. Oldukça yaşlanmış olan Hz. Abbas r.a.’ın da gözyaşları göğsüne dökülüyordu. O anda yoğun bulutlar gökyüzünü kapladı. Oradakiler, başlayan şiddetli yağmurla geri döndüler

 

Loading

No ResponsesEkim 29th, 2024

HUBEYB BİN ADİYY

HUBEYB BİN ADİYY

 

Darağacında ilk namaz kılan sahâbî.

 

Uhud savaşında bazı yakınları ölen müşrikler, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Alçakca bir plân hazırladılar. Hemen de planı tatbike koydular. Bu maksatla bir heyet Medine’ye giderek Resulullahın huzuruna çıkıp:

– Yâ Resûlallah. Bizim kabîlelerimiz, İslâmiyeti kabûl ettiler. Yalnız Kur’ân-ı kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur’an-ı kerimi öğretecek kimseler yollar mısınız? diye ricada bulundu.

 

Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar. Başlarında, Âsım bin Sâbit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târık, Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.

 

Bu öğretmenler kâfilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl Kabilesi topraklarında, Reci’ suyu başında, seher vakti konakladılar…

 

Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabilesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğullarına gidip, haber verdi.

 

Çarpışmaya karar verdiler

Çok geçmeden kâfilenin etrâfı sarıldı. 200’den fazla silâhlı eşkiyâ oradaydı.

– Bize öğretmen lâzım! diyenler, çekip gittiler. O güzîde Müslümanları, eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar.

 

Lıhyânoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple:

– Teslim olun. Canınızı kurtarın, teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri onları Mekke’de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekke’li müşrikler kendilerine:

– Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz, demişlerdi.

 

Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Onun için, aralarında istişâre ederek çarpışmaya karar verdiler. Arkalarını dağa dönüp, kılıçlarını çekip, Allahın dîni uğrunda vuruşmaya başladılar.

 

İkiyüz kişilik düşmana karşı görülmemiş bir kahramanlıkla çarpıştılar. Üzerlerine saldıran kuvvetten bir kısmını öldürdüler.

 

Nihayet çarpışa çarpışa on Sahâbi’den yedisi okla vurularak orada şehit düştü.

 

Sadece Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Târık kalmış, müşriklerle çarpışıyorlardı.

 

Çok geçmeden müşrikler, onları sağ olarak yakaladılar.

 

Arkadaşlarım bana örnektir

Lıhyanoğulları üçünü de yayların kirişleri ile bağladılar. Mekke’ye götürmek üzere yola çıktılar.

 

Abdullah bin Târık Mekkeli müşriklere götürülmeye râzı olmadı. Gitmemek için zorlandı.

– Vallahi ben size arkadaş ve yoldaş olmam! Şehit olan arkadaşlarım bana örnek ve önderdir, deyip, bir zorlayışta ellerini kurtardı.

 

Lıhyanoğulları O’nu taşa tuttular, sonunda O’nu da şehit ettiler.

 

Lihyânoğulları, Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne’yi Mekke’ye götürüp müşriklere yüksek bir fiyatla sattılar.

 

Çünkü Hazret-i Hubeyb Bedr Gazâsında müşriklerden Hâris bin Âmir’i Cehenneme yollamıştı.

 

Onun oğulları şimdi kendisini almak için, büyük para ödediler.

 

Zeyd bin Desinne’yi de Safvân bin Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babası Ümeyye bin Halef’in intikâmını almak üzere satın aldı.

 

Mekkeli Müşrikler, Hazret-i Hubeyb ve Zeyd’i satın aldıktan sonra, onlara ne cezâ vereceklerini konuşuyorlardı:

– Hayır! Evvelâ işkence etmeliyiz.

– Ama Harâm aylar içinde bulunuyoruz!

– Evet! Bu sebeple, hemen öldüremeyiz! Harâm ayların geçmesini beklememiz gerek.

– O hâlde, hapsedelim.

– Ellerini, ayaklarını zincire vuralım! diyorlardı. Öyle yaptılar.

 

İntikam hırsı

Harp meydanındaki yenilginin intikâmını, müdâfaasız bir insandan alacaklardı. Hem de o esîri; harpte değil, parayla pazardan almışlardı!..

 

Hârisoğulları, iftihârla Hubeyb bin Adiy’i kendi âile fertlerine gösteriyorlar:

– İşte babamızı öldüren. Şimdi vereceğimiz cezâyı beklemekte! diyorlardı.

 

Hazret-i Hubeyb bin Adiy, hapsedildiği evde tam bir tevekkül ile, Allahü teâlânın kendisi hakkındaki takdirini bekliyordu.

 

Üzüm salkımı

Hapsedildiği evde bulunan ve azatlı bir cariye olan Mâviye şöyle anlatmıştır:

Hübeyb, benim bulunduğum evde bir hücreye hapsedilmişti. Ben ondan daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün baktım elinde insan başı gibi kocaman bir üzüm salkımı vardı. Ondan yiyordu. Hergün böyle üzüm salkımı elinde görülürdü.

 

O mevsimde hem de Mekke’de üzüm bulmak asla mümkün değildi. Allahü teâlâ ona rızık veriyordu.

 

Hazret-i Hubeyb, hapsolunduğu hücrede namaz kılar, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Onun okuduğu Kur’ân-ı kerîmi dinleyen kadınlar ağlaşırlar. Ona acırlardı.

– Ona bir isteğin var mı? dediğimde,

– Bana tatlı su ver, putlar için kesilen hayvanların etinden getirme, bir de beni öldürecekleri zaman önceden haber ver, başka bir şey istemem, dedi.

 

Öldürüleceği gün kararlaştırılınca gidip kendisine söyledim. Hayret ettim, öldüreceği zamanı öğrenince onda en ufak bir değişiklik ve zerre kadar üzüntü eseri görülmüyordu. Bana:

– Ne olur bana, bir ustura buluver. Temizlik yapacağım. Ben de sana duâ ederim, dedi.

 

Haksız yere cana kıymayız

Ben de çocuğumun eline bir ustura verip, gönderdim. Çocuk yanına gidince birden korktum.

– Eyvah bu adam çocuğu ustura ile keser o nasıl olsa öldürülecek, dedim. Koşup çocuğa baktım.

 

Hubeyb, gönderdiğim usturayı çocuğun elinden alıp, çocuğu sevmek için dizine oturtmuştu. Ben bu durumu görünce çok korkup, feryâd etmeye başladım. Durumu anlayınca,

– Bu çocuğu öldüreceğimi mi zannediyorsun? Bizim dînimizde böyle şey yok. Haksız yere cana kıymak bizim hâl ve şânımızdan değildir, dedi. Aslında eli usturalı bir esir çok şey yapabilirdi. Hattâ bu fırsat sâyesinde, hürriyetine bile kavuşabilirdi.

 

Hazret-i Hubeyb böyle bir şeyi, düşünmek bile istemedi. Küçük bir yavruyu âlet etmek küçüklüğünü aklına bile getirmedi.

 

Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne’yi öldürmek için müşriklerin kararlaştırdığı gün gelmişti. Fakat müşriklerin kin ve intikâm hisleri geçmek bilmedi.

 

Herkese haber verildi. Bu yüzden şehrin zengin-fakîr, genç-ihtiyâr, kadın-erkek ve bütün çocuklar oradaydılar. Bu iki yüce Sahâbenin başına gelecekleri merak ediyorlardı.

 

Bir isteğin var mı?

Bir sabah erkenden O büyük îmânlı Sahâbînin zincirlerini çözüp, zindandan çıkardılar. Mekke dışında Ten’im denilen yere götürdüler. Çünkü bütün mel’anetlerini, orada yapmayı âdet edinmişlerdi.

 

Bu iki Allah ve Resûlullah dostu ise, heyacanlı değildiler.Yolda karşılaşıp görüşen bu iki Sahâbî kucaklaşarak birbirlerine uğradıkları belâya sabretmelerini tavsiye ettiler.

 

Az sonra bir müşrik bağırdı:

– Ey Hubeyb! Sen bizim babamızı, Hâris bin Âmir’i öldürdün. Bugün onun intikâmını senden alacağız. Ölmeden önce bir isteğin var mı?

 

Hubeyb bin Adiy gâyet sâkin, şunları söyledi:

– Yaşatan ve öldüren ve öldükten sonra gene diriltecek olan, yalnız Cenâb-ı Allahtır.. O’na binlerce hamd olsun.

 

Darağacında namaz

Müşrikler hayretle tekrar sordular:

– Ölmeden önce son bir arzun yok mudur?

– Beni bırakınız iki rekât namaz kılayım…

– Kıl orada.

 

Elleri ve ayakları çözülen Hazret-i Hubeyb, hemen namaza durup, büyük bir sükûnet içinde huşû’ ile iki rekât namaz kıldı. Cenâbı Hakka son duâlarını yaptı.

 

Toplanan müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyrediyorlardı. Namazını bitirdikten sonra

– Vallahi eğer ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım, dedi.

 

Böylece idam edilirken iki rekât namazı ilk kılan, âdet ve sünnet olmasına sebep olan Hubeyb bin Adiy’dir Peygamber efendimiz, onun idam edilirken iki rekât namaz kıldığını işitince bu hareketini yerinde ve uygun bulmuştur.

 

Allah ve Resûlullah sevgisi için

Hârisoğulları hırsla yaklaştılar:

– Artık ölmeye hazır mısın? diye sordular.

 

Aslında O’nun bağırıp çağırmasını istiyorlardı. Çünkü o zaman daha keyifle, işkence edeceklerdi.

 

Fakat aksine Hubeyb halâ sâkindi:

– Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli değil. Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Resûlullah sevgisi içindir. Cenâb-ı Hak dilerse, parça parça edeceğiniz vücudumun zerresini, lütuf ile Cennetine nâil eyler, dedi.

 

Hazret-i Hubeyb, son namazını kıldıktan sonra, Mekkeli müşrikler, onu tutup darağacına kaldırarak bağladılar. Yüzünü kıbleden Medine’ye doğru çevirdiler. Sonra:

– Vallahi dînimden asla dönmem! Bütün dünya benim olsa, bana verilse yine İslâmiyyetten dönmem!..

 

Esselâmü aleyke Yâ Resûlallah

– Şimdi senin yerine Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini, sen de evinde rahat oturasın ister misin?

– Ben Muhammed aleyhisselâmın değil benim yerimde olmasını, Medîne’de yürürken ayağına bir diken bile batmasına asla râzı olmam!

– Ey Hubeyb, İslâm dîninden dön eğer dönmezsen seni muhakkak öldüreceğiz.

– Allah yolunda olduktan sonra benim için öldürülmenin hiç ehemmiyeti yoktur.

 

Hazret-i Zeyd bin Desinne’ye de bu şekilde söylediler. O da aynı cevabı vererek şehit oldu.

 

Bundan sonra Hubeyb:

– Allahım! Şuracıkta düşman yüzünden başka yüz görmüyorum… Allahım! Resûlüne selâmımı ulaştır. Bize yapılan bu işi Resûlüne bildir, diyerek duâ etti.

 

Hubeyb bu duâyı yaptığı sırada sevgili Peygamberimiz, Eshâb-ı kirâmla oturuyordu.

 

Zeyd bin Hârise şöyle anlatmıştır:

Bir gün Resûlullah efendimiz Eshâbıyla otururken kendisine vahy geldiği sırada kaplayan hâl gibi bir hâl kapladı. Sonra,

– Ve aleyhisselâm, dedi.

– Yâ Resûlallah bu selâmı kimin selâmına karşılık verdiniz?

– Kardeşimiz Hubeyb’in selamına karşılık verdim. Cebrâil aleyhisselâm, Hubeyb’in selâmını bana ulaştırdı.

 

Ve Hubeyb ile Zeyd’in şehit edildiğini Eshâbına duyurdu. Hubeyb’in etrafında toplanan Kureyş müşrikleri:

– İşte babalarınızı öldüren bu adamdır, diyerek gençleri üzerine mızraklarıyla saldırttılar. Mızraklarını saplayarak vücudunu yaralamaya başladılar.

 

Yüzümü Ka’be’ye çevir

Bu sırada Hubeyb’in yüzü Kâ’be’ye doğru döndü. Müşrikler Medine’ye doğru döndürdüler. Hazret-i Hubeyb:

– Allahım eğer ben senin katında hayırlı bir kul isem yüzümü Ka’be’ye çevir, diyerek duâ etti.

 

Yüzü yine kıbleye döndü. Müşriklerden hiçbiri onun yüzünü Kâ’be’den başka bir tarafa çeviremedi.

 

Bu esnada Hazret-i Hubeyb darağacı üzerinde düşman arasında garip bir halde şehit edilmekte olduğunu dile getiren bir şiir söyledi.

 

Mekkeli müşrikler darağacına çıkardıkları Hazret-i Hubeyb’e, ellerindeki mızraklarla işkence yapmaya başlayınca:

– Vallahi ben Müslüman olarak öldürülecek olduktan sonra vurulup hangi yanım üstüne düşersem düşeyim gam yemem. Bunların hepsi Allah yolundadır, dedi.

 

Hubeyb bundan sonra yüksek sesle şöyle bedduâ etti.

– Ey büyük ve herşeye kâdir Allahım. Sen de bu zâlimlerin tamâmını mahveyle! Onlardan hiç birini sağ bırakma! Hepsini ayrı ayrı öldür, Allahım!

 

Hâinler korkak olur

Hâinler korkak olur. Bu hâinler de bedduâyı işitince korkmaya başladılar. Hazret-i Hubeyb biraz daha konuşursa, vaziyet değişebilirdi. Oradakiler müşrik de olsalar tesir altında kalabilirlerdi! Hattâ o mazlûmu kurtarmak istiyen bile çıkabilirdi. Hârisoğulları:

– Konuşturmayın şunu! diye bağırdılar.

 

Sonra da mızraklarını peşpeşe saplamaya başladılar, içlerinden biri göğsüne mızrağı sapladı, mızrak sırtından çıktı.

 

Hubeyb, vücudundan kanlar fışkırırken ve darağacında sallanarak son nefesini verirken,

– Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh diyerek şehit oldu.

 

Hubeyb bin Adiy’in cenazesi kırk gün darağacında asılı kaldı. Bedeni çürüyüp kokmadı. Hep taze kan aktı.

 

Peygamber efendimiz onun cenazesini getirmek üzere Eshâb-ı kirâmdan Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved’i gönderdi.

 

Gece gizlice Mekke’ye girip Hubeyb’i asılı bulunduğu darağacından indirip deveye yükleyerek Medine’ye doğru yola çıktılar.

 

Cennetteki komşu

Durumu öğrenen müşrikler büyük bir kalabalık hâlinde üzerlerine hücum ettiler.

 

Hazret-i Zübeyr ve Mikdâd, kendilerini savunmak için cenazeyi yere koydular. Biraz sonra baktılar ki, Hubeyb’in cenazesini bıraktıkları yer yarılıp, cesedi içine alındı ve kapandı. Onlar da oradan uzaklaşıp, Medine’ye döndüler.

 

Peygaber efendimiz, Hubeyb bin Adiy için:

– O benim Cennette komşumdur, buyurmuştur.

 

Bu şekilde şehit edilen Hubeyb, Ensârdan ya’nî Medîneli Müslümanlardan olup Evs kabilesindendir.

 

Hicretten önce Müslüman oldu. Bedir ve Uhud savaşına katıldı. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar gösterdi.

 

Ruhları için El Fatiha

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

İslamın yayılmasında önemli olan faktörler nelerdir?

İslamın yayılmasında önemli olan faktörler nelerdir?


İslam’ın tarih boyunca yayılmasında etkili olan birçok faktör vardır. İslam’ın hem ilk dönemlerinde hem de sonraki yüzyıllarda geniş coğrafyalara ulaşmasını sağlayan bu faktörler, dini, sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel boyutlar içerir. İşte İslam’ın yayılmasında önemli olan başlıca faktörler:

1. Peygamber Muhammed’in (S.A.V.) Liderliği ve Tebliği:

Örnek Bir Hayat: İslam’ın ilk dönemlerinde Peygamber Muhammed’in (S.A.V.) yaşantısı ve kişiliği, dinin yayılmasında en önemli etkenlerden biri olmuştur. Onun dürüstlüğü, ahlaki değerleri, sabrı ve adaleti, çevresindekileri derinden etkilemiş ve birçok kişi onun mesajına iman etmiştir.

İkna Edici Tebliğ: Peygamber Efendimiz’in (S.A.V.) dini yayarken sergilediği hikmetli, merhametli ve sabırlı tebliğ yöntemi, birçok kişinin İslam’a yönelmesine vesile olmuştur. Savaş yerine barışı ve adaleti önceleyen mesajları, insanların İslam’a karşı merak duymasına ve kabul etmesine yardımcı olmuştur.

2. Kur’an’ın Evrensel Mesajı ve Tevhid Anlayışı:

Tevhid (Allah’ın Birliği): İslam’ın tevhid (tek tanrılı) inancı, sade ve anlaşılır bir Tanrı anlayışı sunduğu için farklı kültürlerden ve dinlerden insanların ilgisini çekmiştir. İslam’ın her şeyin yaratıcısı olan tek bir Allah’a inanmayı öğütlemesi, karmaşık teolojik yapıların olduğu bölgelerde sade ve doğrudan bir inanç sistemi olarak öne çıkmıştır.

Evrensel Mesaj: Kur’an’ın tüm insanlığa hitap eden evrensel mesajı, İslam’ın sadece Araplara ya da belirli bir etnik gruba değil, tüm insanlığa gönderildiğini vurgular. Bu, farklı coğrafyalardaki insanların İslam’ı benimsemesini kolaylaştırmıştır.

3. İslam’ın Sosyal Adalet ve Eşitlik Vurgusu:

Sınıfsal Eşitlik: İslam, insanların ırk, renk, dil veya sosyal statü bakımından eşit olduğunu vurgular. Bu, sınıf farklarının ve sosyal ayrımların derin olduğu toplumlarda İslam’ı çekici kılmıştır. Özellikle, alt sınıflar ve köleler gibi dezavantajlı gruplar, İslam’ın getirdiği eşitlik anlayışına ilgi duymuş ve bu dini benimsemiştir.

Sosyal Adalet ve Yardımlaşma: İslam, toplumsal dayanışmaya, fakir ve zayıf olanlara yardım etmeye büyük önem verir. Zekat, sadaka ve infak gibi ibadetler, toplumda gelir adaletini sağlamayı amaçlar ve bu yönüyle İslam, toplumsal dengeyi sağlayıcı bir unsur olarak kabul edilmiştir.

4. Askerî ve Siyasi Fetihler:

Fetihler ve Devlet Desteği: İslam’ın yayılmasında askerî fetihler önemli bir rol oynamıştır. Hz. Ömer döneminde başlatılan fetihlerle birlikte İslam, Arap Yarımadası’nın ötesine, Irak, İran, Mısır, Kuzey Afrika ve İspanya gibi bölgelere kadar yayılmıştır. Ancak fetihler sırasında yerel halklara dinlerini değiştirme zorunluluğu getirilmemiştir. Fetihlerle birlikte İslam, bu bölgelerde yavaş yavaş yayılmıştır.

Hoşgörülü Yönetim: İslam fetihleri sonrasında kurulan İslam devletleri, fethedilen topraklarda yaşayan farklı dinlerden insanlara genellikle hoşgörüyle yaklaşmıştır. Özellikle Hristiyanlar ve Yahudiler, İslam topraklarında kendi dinlerini yaşama özgürlüğüne sahip olmuşlardır. Bu hoşgörü, yerel halkların İslam’ı daha sıcak karşılamalarına yardımcı olmuştur.

5. Tüccar ve Seyyahların Rolü:

Ticaret Yollarıyla Yayılma: Müslüman tüccarlar, İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren tüccarlar, ticaret yolları boyunca hem mallarını hem de dinlerini yaymışlardır. Doğu Afrika, Güneydoğu Asya (özellikle Endonezya ve Malezya) gibi bölgelerde İslam, savaş veya fetih yoluyla değil, Müslüman tüccarların ve seyyahların etkisiyle yayılmıştır.

Barışçıl ve Güvenilir Tüccarlar: Müslüman tüccarların dürüstlükleri ve güvenilirlikleri, İslam’ın kabul edilmesini kolaylaştırmıştır. Onların ahlaki duruşu ve adil ticaret anlayışı, yerel halklar üzerinde olumlu bir izlenim bırakmış ve İslam’ın benimsenmesini sağlamıştır.

6. Tasavvufun (Sufizm) Etkisi:

Manevi Cazibe: Tasavvuf, İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Tasavvufun sevgi, hoşgörü, Allah’a yakınlık ve içsel huzur üzerine kurulu öğretileri, İslam’ın farklı toplumlara yayılmasında büyük bir etkiye sahip olmuştur. Sufi dervişler, İslam’ı özellikle Asya ve Afrika’da barışçıl bir şekilde yaymışlardır.

Sufi Tarikatları: Tasavvuf tarikatları, özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar, Afrika ve Hindistan’da İslam’ın yayılmasında etkili olmuştur. Sufi liderlerin hoşgörülü ve sevgi dolu yaklaşımı, yerel halkları cezbetmiş ve İslam’ın kabul edilmesine katkıda bulunmuştur.

7. İslam’ın Ahlaki ve Hukuki Sistemi:

Ahlaki Duruş: İslam, bireylere ve topluma yönelik güçlü ahlaki öğretiler sunar. Ahlak kuralları, adalet anlayışı ve sosyal dayanışmayı ön plana çıkaran İslam, birçok insan için cazip bir inanç sistemi olmuştur. İslam’ın yasakladığı yalan, haksız kazanç ve zulüm gibi ahlaksızlıklar, toplumlarda güven ve huzur ortamı oluşturmuştur.

Hukuki Sistem: İslam’ın şeriat hukuku, adalet ve düzen üzerine kurulu bir hukuk sistemidir. Bu sistem, fethedilen bölgelerde düzenin sağlanmasına ve toplumun güvenini kazanmasına yardımcı olmuştur. Adil yönetim ve hukuki sistem, İslam’ın yayılmasını destekleyen unsurlardan biri olmuştur.

8. Kültürel ve Bilimsel Katkılar:

Bilim ve Sanatın Teşviki: İslam medeniyeti, özellikle Abbasiler döneminde bilim, sanat, tıp, matematik ve astronomi gibi alanlarda büyük ilerlemeler kaydetmiştir. İslam dünyasının kültürel ve bilimsel başarıları, Batı da dahil olmak üzere birçok bölgede hayranlık uyandırmış ve İslam’a olan ilgiyi artırmıştır.

Çeviri Faaliyetleri: Müslüman bilim adamları, Antik Yunan ve Roma’nın bilimsel mirasını koruyarak Arapçaya çevirmiş ve bu bilgileri geliştirmiştir. İslam dünyasının bilimsel başarıları, Batı’nın Rönesans dönemine geçişinde önemli bir rol oynamıştır. Bu da İslam’ın entelektüel bir din olarak algılanmasına katkıda bulunmuştur.

9. Dil ve Kültürün Etkisi:

Arapçanın Rolü: Kur’an’ın dili olan Arapça, İslam’ın yayılmasında önemli bir faktördür. Arapça, İslam’ı kabul eden toplumlar arasında ortak bir dil olarak benimsenmiş ve kültürel bir etkileşim aracı olmuştur. İslam medeniyeti ile birlikte Arapça, bilim, hukuk ve din alanlarında da yaygın olarak kullanılmıştır.

Kültürel Etkileşim: İslam, fethettiği bölgelerde yerel kültürlerle uyum içinde yaşamıştır. Bu kültürel etkileşim, İslam’ın yerel halklar tarafından daha kolay kabul edilmesine yardımcı olmuştur. İslam’ın esneklik gösterdiği bu kültürel adaptasyon süreci, dinin evrenselliğini göstermiştir.

Bu faktörlerin her biri, İslam’ın dünya genelinde hızlı bir şekilde yayılmasında ve geniş kitlelerce kabul edilmesinde etkili olmuştur. İslam’ın yayılma süreci, barışçıl yöntemler, toplumsal adalet ve ahlaki öğretilerle desteklenmiş ve zamanla evrensel bir din olarak kabul görmüştür.

************   

Batılıların İslam hakkında en çok ilgilerini çeken hususlar nelerdir?


Batılıların İslam hakkında ilgilerini çeken konular genellikle birkaç ana başlıkta toplanabilir:

1. Kültürel ve Dini Uygulamalar: İslam’ın ritüelleri (oruç, namaz, hac gibi) ve dini pratikler Batılılar için sıkça ilgi çekici bulunur. Özellikle Ramazan ayı, oruç ibadeti ve Mekke’ye yapılan hac ziyareti Batılı medyada ve araştırmalarda sıkça yer alır.

2. Kadın Hakları ve Toplumsal Roller: Müslüman ülkelerdeki kadınların durumu, İslam’ın kadın haklarına bakışı, tesettür ve kadının toplumsal hayattaki yeri Batı’da çokça tartışılır. Batılılar genellikle başörtüsü (hijab), çarşaf gibi kıyafetlerin dini ve kültürel anlamlarını merak ederler.

3. Şeriat ve Hukuk: İslam hukuk sistemi olan şeriatın nasıl işlediği, şeriat yasalarının Müslüman toplumlarda uygulanışı, adalet sistemiyle ilişkisi gibi konular Batı’da ilgi çeker. Bu bağlamda, cezalar, aile hukuku ve ekonomik sistem gibi alt başlıklar da dikkat çeker.

4. İslam ve Modernlik: İslam’ın modern dünya ile olan ilişkisi, bilim, eğitim ve teknoloji ile nasıl bir bağ kurduğu, İslam toplumlarının modernleşme süreci de merak edilen konular arasında. Özellikle İslam’ın Batı’daki laiklik anlayışıyla nasıl bir denge kurduğu sıkça sorulan bir sorudur.

5. Siyaset ve İslam: İslam’ın siyasetteki rolü, İslamcı hareketler, Müslüman dünyasında İslam’ın siyasi iktidarla ilişkisi Batılıların merak ettiği başlıklardan biridir. Özellikle İslam’ın devlet yönetiminde etkisi ve bu etkinin demokratik süreçlerle olan ilişkisi üzerine pek çok tartışma yapılır.

6. Radikalizm ve Terörizm: Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra, Batılıların İslam’a yönelik ilgisi büyük oranda İslamcı terörizm ve radikal hareketler etrafında şekillendi. IŞİD, El Kaide gibi örgütler üzerinden İslam ve şiddet arasındaki ilişki yanlış ya da eksik bilgilerle gündeme gelebiliyor. Ancak, birçok akademik çalışma ve tartışma, İslam’ın radikalizmle ilgisinin olmadığını vurgulamaya çalışır.

7. Müslüman Toplumlar ve Göç: Müslümanların Batı’ya göçü ve bu göçün etkileri, Müslüman toplulukların Batı toplumlarındaki entegrasyonu ve İslamofobi, güncel olarak sıkça tartışılan konulardan biridir. Özellikle Avrupa’daki Müslüman nüfusun artışı ve göçmen politikaları bu konuda başlıca ilgi alanları arasında yer alır.

Batı medyasında ve akademisinde İslam üzerine yapılan çalışmalar, bu başlıklar etrafında yoğunlaşsa da, genel bir ilgi ve merak, farklı kültürel ve dini anlayışları keşfetme isteğiyle de şekillenmektedir.

@@@@@@@@@

Batılıların İslam hakkında en çok tartışıp çözemedikleri ve kabullerine engel gördükleri hususlar nelerdir?

Batılıların İslam hakkında en çok tartışıp çözmekte zorlandıkları ve kabullenmekte güçlük çektikleri bazı hususlar şunlardır:

1. Şeriat ve Laiklik Çatışması: Batılı ülkelerde laiklik, dinin kamu hayatından ayrılması olarak tanımlanır ve devletin dinle ilişkisi minimum düzeyde tutulur. İslam’ın şeriat hukukuna dayalı yapısı ise Batı’nın laiklik anlayışıyla çelişir gibi algılanır. İslam ülkelerindeki şeriat uygulamaları, Batılılar tarafından genellikle baskıcı ve modern hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan bir sistem olarak görülür. Bu da İslam’ın, demokrasi ve insan haklarıyla çeliştiği yönündeki eleştirileri besler.

2. Kadın Hakları: İslam toplumlarındaki kadın hakları meselesi Batı’da en çok tartışılan ve anlaşılmakta zorlanılan konulardan biridir. Kadınların örtünmesi, miras ve boşanma gibi konulardaki şeriat hükümleri, Batı’da genellikle kadınların haklarının ihlal edildiği şeklinde yorumlanır. Özellikle başörtüsü, tesettür ve İslam’ın kadınlara yönelik toplumsal rolü konusunda Batı’da bir kabul zorluğu yaşanır. Birçok Batılı, kadınların bu uygulamalara zorlandığını veya baskı altında olduklarını düşünür.

3. İfade Özgürlüğü ile Kutsallık Arasındaki Gerilim: Batı’da ifade özgürlüğü, kutsal olanın eleştirilebilmesi anlamına gelirken, İslam’da kutsal değerlere ve özellikle Peygamber’e yönelik hakaretler kabul edilemez. Bu durum, özellikle karikatür krizi gibi olaylarda çok belirgin hale gelmiştir. Batı, ifade özgürlüğünü temel bir hak olarak savunurken, Müslümanlar bu tür ifade biçimlerinin dini hassasiyetlere saldırı olarak görülmesini savunur. Bu gerilim, iki tarafın uzlaşmakta zorlandığı bir konudur.

4. Din ve Şiddet İlişkisi: İslam’ın şiddetle ilişkilendirilmesi, özellikle terör olayları ve radikal örgütlerin İslam adına hareket ettiklerini iddia etmeleriyle Batı’da sıkça gündeme gelir. Radikalizmin İslam’ı temsil etmediği yönündeki söylemler yaygınlaşsa da, Batı’da bazı çevreler bu konuda şüphe duymakta ve İslam’ın şiddeti meşrulaştırdığına inanabilmektedir. Bu algı, Batı’da İslamofobi’nin de temel dayanaklarından biridir.

5. Dini ve Kültürel Çoğulculuk: Batı toplumları, çoğulculuk ve bireysel özgürlükler üzerine kuruludur. Ancak İslam’ın bazı yönleri, özellikle topluluk ve kimlik temelli yaklaşımları, bireycilik ve liberal değerlerle uyuşmayabilir. Örneğin, İslam toplumlarında aile, cemaat ve kolektif kimlikler büyük önem taşırken, Batı’da bireysel özgürlükler daha baskın kabul edilir. Bu farklılık, İslam’ın Batı’daki kültürel çoğulculuğa nasıl uyum sağlayacağı konusunda tartışmalara yol açar.

6. Müslüman Göçmenlerin Entegrasyonu: Batı’da yaşayan Müslüman göçmenlerin entegrasyonu, sıklıkla tartışılan bir diğer konudur. Batı toplumları, Müslüman göçmenlerin kendi kültürel ve dini değerlerini ne kadar sürdüreceği ile Batı’nın seküler değerlerine ne kadar uyum sağlayabileceği konusunda derin bir ikilem yaşamaktadır. Bu durum, Müslüman toplulukların izole olduğu, paralel toplumlar oluşturduğu ve entegrasyonun zor olduğu yönündeki endişeleri besler.

7. İslam ve Liberal Değerler: Batı, çoğunlukla bireysel özgürlük, ifade özgürlüğü, eşitlik ve cinsiyet özgürlüğü gibi liberal değerler üzerine kurulu bir toplum yapısına sahiptir. İslam’ın bazı değerlerinin bu kavramlarla tam olarak örtüşmemesi, Batı’da bir dirençle karşılanmasına yol açar. Özellikle LGBTQ+ hakları, cinsiyet eşitliği ve bireysel haklar gibi konularda İslam ve Batı arasında derin görüş ayrılıkları bulunur.

Bu meseleler, Batı’da İslam’ı anlamakta ve kabul etmekte en çok zorlanılan başlıklar arasında yer almakta ve çoğu zaman yanlış anlaşılmalardan ya da kültürel farklılıklardan kaynaklanan bu algıların giderilmesi için daha fazla diyalog ve eğitim gerektiği düşünülmektedir.

@@@@@@@@

Batılıların İslama girmelerinde en çok etkilendikleri hususlar nelerdir?

Batılıların İslam’a girmelerinde etkili olan başlıca hususlar, bireysel tecrübelerden kültürel ve manevi arayışlara kadar geniş bir yelpazede çeşitlenir. İşte en sık rastlanan etkenler:

1. Manevi Tatmin ve Ruhsal Arayış: Birçok Batılı, modern yaşamın getirdiği materyalizm ve sekülerlikten kaynaklanan manevi boşluğu doldurma arayışındadır. İslam’ın Tanrı ile doğrudan bir ilişki kurmayı vurgulayan öğretileri, düzenli ibadetleri (namaz, oruç) ve güçlü bir manevi disiplin sunması, bu arayıştaki insanlar için cazip hale gelir.

2. Kur’an ve İslam’ın Tevhid Anlayışı: İslam’ın sade ve saf tevhid (Allah’ın birliği) anlayışı, özellikle karmaşık teolojik yapılarla büyümüş Batılılar için etkileyici olabilir. Tek bir Tanrı’ya inanma fikrinin basit ve doğrudan olması, birçok kişiye anlamlı gelir. Kur’an’ı okumak, birçok Batılıyı İslam’a yönlendiren güçlü bir etken olmuştur, çünkü Kur’an’ın mesajını doğrudan ve güçlü bir şekilde hissettiklerini ifade edenler çoktur.

3. Peygamber Muhammed’in (S.A.V.) Hayatı ve Karakteri: Peygamber Muhammed’in dürüstlüğü, merhameti, adalet anlayışı ve liderlik özellikleri, İslam’ı öğrenen Batılıları derinden etkiler. Peygamber’in örnek yaşamı, hem insanî hem de dini bir model olarak birçok kişiye ilham verir. Onun hayatının detaylarını ve İslam’ı yayarken gösterdiği sabrı öğrenmek, birçok Batılının İslam’a ilgisini artırmıştır.

4. İslam’daki Adalet ve Toplumsal Denge Anlayışı: İslam’ın sosyal adalet ve eşitlik vurgusu, Batılılar arasında büyük bir çekim gücü oluşturur. Zekat, fakirlerin korunması, toplumdaki herkesin refahına katkıda bulunma gibi İslam’ın sosyal yardımlaşma ve dayanışma anlayışları, kapitalist sistemin getirdiği eşitsizliklerden rahatsız olan Batılıları etkiler.

5. İslam’ın Ahlaki Öğretileri: İslam’ın ahlak ve etik üzerine getirdiği net ve kapsamlı öğretiler, dürüstlük, iyilik yapma, komşuya ve topluma karşı sorumluluk gibi konulardaki güçlü vurgusu Batılıların dikkatini çeker. Ahlaki disiplinin ve bireysel sorumluluğun yoğun şekilde işlendiği İslam anlayışı, bazıları için cazip olabilir.

6. Tasavvuf ve Manevi Derinlik: İslam’ın tasavvuf geleneği, Batı’da özellikle mistik ve manevi yönelimde olan insanları etkiler. Mevlana, İbn Arabi gibi sufilerin öğretileri, evrensel sevgi, içsel huzur ve Allah’a yakınlaşma gibi temalar, Batı’da popüler olmuş ve birçok kişiyi İslam’a çekmiştir.

7. Müslümanların Hayat Tarzı ve Şahitlik: Birçok Batılı, Müslümanlarla olan kişisel etkileşimleri sonucunda İslam’a ilgi duymaya başlar. Müslümanların misafirperverliği, ahlaki duruşları, ibadetlerine olan bağlılıkları ve dürüst yaşam tarzları, İslam hakkında olumlu bir izlenim bırakabilir. Kendi çevresinde yaşayan dindar Müslümanların olumlu örnekleri, İslam’ın yaşanan bir din olduğunu ve insanlara huzur verdiğini gösterebilir.

8. İslam’ın Evrensel ve Kapsayıcı Yapısı: İslam’ın tüm insanlara hitap eden evrensel bir din olması ve ırk, renk, etnik köken gibi farklılıklar gözetmeksizin herkesi kucaklaması, Batılılar için çekici olabilir. İslam’ın kardeşlik ve eşitlik mesajı, özellikle ırksal ve sınıfsal ayrımcılıktan bıkmış insanlar için güçlü bir cazibe yaratır.

9. Batı Medyasında İslam’a Karşı Oluşan Merak: İlginç bir şekilde, Batı medyasında İslam hakkında yapılan olumsuz haberler ve İslam’ın yanlış temsil edilmesi, bazen insanların bu din hakkında daha fazla bilgi edinmesine ve sonunda İslam’a yönelmesine neden olabilir. Önyargılara rağmen derinlemesine araştırma yapan bazı kişiler, İslam’ın medyada sunulduğu gibi olmadığını keşfeder ve gerçek dini öğretilerini öğrenerek İslam’ı kabul edebilirler.

10. Toplumsal ve Ailevi Değerler: İslam, aile yapısını ve toplumsal sorumlulukları güçlü bir şekilde vurgular. Modern Batı toplumlarındaki bireycilik ve aile değerlerindeki zayıflama karşısında, İslam’ın aile birliğine verdiği önem birçok kişiye çekici gelebilir. Aile bağlarını koruma, evlilik kurumuna ve çocuk yetiştirmeye verilen değer, Batı’daki bazı insanlar için olumlu bir referans olabilir.

Bu faktörlerin birçoğu, Batılıların İslam’a olan ilgilerini şekillendirir ve onları İslam’a geçmeye yönlendiren önemli unsurlar haline gelir. Her bireyin tecrübesi farklı olsa da, genel olarak bu unsurlar birçok kişinin İslam’ı bir yaşam tarzı ve inanç sistemi olarak kabul etmesine yol açar.

@@@@@@

Batılılara İslamı sevdirip kabul ettirmek için hangi yöntem ve usuller tatbiki edilmelidir?

Batılılara İslam’ı sevdirip kabul ettirmek için izlenecek yöntem ve usuller, dinin doğru bir şekilde anlaşılmasını ve kültürel farklılıkları göz önünde bulunduran bir yaklaşımı gerektirir. İslam’ı sevdirmenin en etkili yolları, hoşgörü, şefkat ve doğru bilgiyi ön plana çıkaran stratejilere dayanmalıdır. İşte uygulanabilecek bazı yöntemler ve usuller:

1. Doğru Bilgi ve Eğitim Sunmak:

Yanlış Anlamaları Düzeltmek: Batıda İslam hakkında yaygın olan yanlış bilgiler ve önyargılar bulunmaktadır. Bu nedenle İslam’ın doğru öğretilerini aktarmak, yanlış anlamaları düzeltmek ve Kur’an’ın gerçek mesajını öğretmek önemlidir. Medyada yaygın olan yanlış imajları gidermek için doğru kaynaklara yönlendirme yapılmalıdır.

Akademik ve Kapsamlı Bilgi: İslam’ı daha derinlemesine anlamak isteyen Batılılar için kapsamlı ve akademik kaynaklar sunmak da etkili olabilir. İslam tarihi, felsefesi ve teolojik yönlerini anlatan kitaplar, seminerler ve konferanslar bu konuda önemli rol oynar.

2. Müslümanların Örnek Olması:

Yaşayan Bir Örnek Olmak: İslam’ın en etkili tanıtım yolu, Müslümanların hayatlarında bu dini nasıl yaşadıklarını göstermeleridir. Güzel ahlak, dürüstlük, yardımseverlik ve adaletli bir tutum sergileyen Müslümanlar, İslam’ın gerçek yüzünü en iyi şekilde temsil eder. Batılılarla kişisel ilişkilerde nazik, hoşgörülü ve sabırlı olmak, İslam’ı sevdirmenin en güçlü yollarından biridir.

Toplumsal Yardımlaşma ve Dayanışma: İslam’ın sosyal adalete ve yardımlaşmaya verdiği önemi göstermek, Batılıların ilgisini çekebilir. Müslümanlar olarak, ihtiyaç sahiplerine yardım etme, gönüllülük faaliyetlerine katılma gibi sosyal sorumluluk projeleri İslam’ın insani yönünü vurgulamak açısından önemlidir.

3. İletişimde Empati ve Hoşgörü Kullanmak:

Kültürel Farklılıklara Saygı: Batılılar genellikle bireysel özgürlüklerine ve kültürel değerlere büyük önem verirler. İslam’ı anlatırken bu kültürel hassasiyetleri göz önünde bulundurmak ve empatiyle yaklaşmak çok önemlidir. Baskıcı ve dayatmacı bir üslup yerine, karşı tarafın sorularına açık ve yapıcı bir şekilde cevap vermek daha etkili olacaktır.

Diyalog ve Anlayış Geliştirmek: İslam’ı tanıtırken karşılıklı diyalog ortamları oluşturmak faydalıdır. İslam’ı bir tehdit olarak değil, evrensel bir değerler sistemi olarak sunmak ve farklı dinlerle ortak noktaları vurgulamak, karşılıklı anlayışı güçlendirir.

4. İslam’ın Evrensel ve Hoşgörülü Yönünü Vurgulamak:

Barış ve Hoşgörü Dini: İslam, özünde barış, hoşgörü ve adalet dinidir. Batılılara İslam’ın bu yönlerini anlatmak, özellikle medyada sıkça karşılaşılan radikal ve şiddet içeren imajlara karşı önemli bir düzeltme olabilir. Peygamber Efendimiz’in (S.A.V.) barışçıl ve şefkat dolu tavrı, İslam’ın hoşgörüsünü anlatmak için iyi bir başlangıç noktasıdır.

Manevi Zenginliği Anlatmak: İslam’ın insan ruhuna hitap eden yönlerini ön plana çıkarmak, modern yaşamın getirdiği manevi boşlukları doldurma arayışındaki Batılılar için çekici olabilir. İslam’ın ruhsal dinginlik, huzur ve ibadet ile Allah’a yakınlık sağladığını anlatmak bu anlamda önemli olabilir.

5. Ortak Değerler Üzerinden Bağ Kurmak:

Ahlak ve Adalet: İslam’ın evrensel ahlaki değerleri, adalet, dürüstlük, yardımlaşma gibi kavramlar, Batı’nın değerleriyle örtüşebilir. Bu gibi konulara odaklanmak, Batılıların İslam’a olan bakış açılarını değiştirebilir. Örneğin, çevreyi koruma, insan haklarına saygı, sosyal adalet gibi konular üzerinden bağ kurmak etkili olabilir.

Dinler arasındaki ortak noktaları öne çıkarmak, İslam’ı daha tanıdık ve kabul edilebilir kılmak.

6. İslam’a Girenlerin Şahitliklerini Paylaşmak:

Mühtedilerin Hikayeleri: İslam’ı kabul eden Batılıların deneyimleri ve şahitlikleri, etkileyici bir yöntem olabilir. Bu kişilerin İslam’ı nasıl keşfettiklerini, hayatlarında ne gibi değişiklikler olduğunu ve neden bu dini seçtiklerini anlatmaları, İslam hakkında merak duyanlara ilham verebilir. Özellikle bu kişilerin kültürel ve dini serüvenleri, benzer süreçler yaşayan Batılılar üzerinde etkili olabilir.

7. Teknolojiyi ve Medyayı Etkili Kullanmak:

Sosyal Medya ve Dijital İçerikler: Günümüzde dijital medya, İslam’ı anlatmak için güçlü bir araçtır. İslam’ın doğru bir şekilde anlatıldığı videolar, blog yazıları, podcastler ve sosyal medya hesapları, geniş bir kitleye ulaşmak için kullanılabilir. Bilgilendirici ve estetik olarak ilgi çekici içerikler, İslam’ı tanıtmanın etkili yollarından biridir.

Müslüman Entelektüellerin Konuşmaları: Batı’da kabul gören Müslüman entelektüellerin ve akademisyenlerin konuşmaları, kitapları ve medya içerikleri, İslam’ın doğru anlaşılmasına katkıda bulunabilir. Bu entelektüeller, İslam’ı modern dünya ile bağdaştıran, Batı kültürü ile İslam arasında köprüler kuran bir perspektif sunabilirler.

8. Karşılıklı Saygı ve Zorlamadan Uzak Durmak:

Zorlamadan Kaçınmak: İslam’ı anlatırken, baskıcı ya da zorlayıcı bir üslup benimsemekten kaçınılmalıdır. Her bireyin kendi özgür iradesiyle dini kabul etmesi gerektiğini vurgulamak, İslam’ın gerçek mesajına uygun bir yaklaşım olacaktır. Zorlama hissi oluşturmak yerine, karşı tarafın kendi keşif yolculuğunu desteklemek daha etkili olur.

Sonuç olarak, Batılılara İslam’ı sevdirip kabul ettirmek sabır, anlayış ve doğru bilgiyi paylaşma sürecini gerektirir. İslam’ın barışçıl, hoşgörülü ve evrensel yönlerini öne çıkarmak, insanların bu dini daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir. En etkili yöntemlerden biri ise, Müslümanların kendi hayatlarında İslam’ın güzelliklerini göstererek, örnek teşkil etmeleridir.

 

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

İngilizler 1916,1917 ve 1918 yılında nereleri işgal etti?

İngilizler 1916,1917 ve 1918 yılında nereleri işgal etti?


  1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı geniş çaplı askeri harekâtlar düzenleyerek Orta Doğu’da birçok stratejik bölgeyi ele geçirdiler. 1916, 1917 ve 1918 yıllarında İngiliz işgali altına alınan başlıca yerler şunlardır:

    1916:

    Irak Cephesi: İngilizler, Osmanlı’ya karşı Basra Körfezi’nden kuzeye doğru ilerleyerek Irak topraklarına saldırılar düzenlediler. 1916’da Kut’ül Ammare’de Osmanlı’ya karşı bir yenilgi alsalar da, yılın sonunda tekrar saldırıya geçip bölgeyi zor durumda bıraktılar.

    Arap Yarımadası: Hicaz bölgesinde Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in İngiliz desteğiyle başlattığı isyan sonucunda, Osmanlı’nın bu bölgedeki hâkimiyeti büyük ölçüde sarsıldı.

    1917:

    Filistin ve Suriye Cephesi: İngilizler, Sina ve Filistin Cephesi’nde ilerleyerek Gazze’yi, ardından da Kudüs’ü 9 Aralık 1917’de ele geçirdiler. Bu işgal, Osmanlı’nın Orta Doğu’daki varlığına ağır bir darbe vurdu ve İngilizlerin bölgedeki nüfuzunu artırdı.

    Mezopotamya Cephesi: 1917’de İngilizler, Bağdat’ı Osmanlı’dan alarak Mezopotamya’daki işgallerini genişlettiler.

    1918:

    Filistin ve Suriye’nin Tamamen İşgali: İngiliz ordusu, 1918’de Yıldırım Orduları’na karşı yürüttüğü saldırılarda Osmanlı ordusunu büyük yenilgilere uğrattı ve Suriye’nin tamamını ele geçirdi. Şam ve Halep de İngiliz kuvvetlerinin eline geçti.

    Kafkasya ve İran: Osmanlı’nın Kafkasya ve İran’daki konumu da İngiliz müdahaleleri nedeniyle zayıfladı; İngilizler burada da nüfuzlarını artırdılar.

    Bu işgaller sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’daki topraklarının çoğu İngilizlerin kontrolüne geçti. Savaşın sonunda, bölgedeki sınırlar büyük ölçüde değişti ve İngiltere’nin bu bölgelerde manda yönetimleri kurma süreci başladı.

    @@@@@@@@

    Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin işgalleri oldukça geniş bir coğrafyada gerçekleşti. 1916, 1917 ve 1918 yılları için net bir liste vermek biraz zor olsa da, genel olarak İngilizlerin işgalleri şu bölgeleri kapsıyordu:
    * Orta Doğu: Mezopotamya (Irak), Sina yarımadası ve Filistin gibi bölgeler İngilizlerin yoğun ilgisindeydi. Kanal Harekâtı ve Kut’ül Amara gibi önemli savaşlar bu bölgelerde yaşandı.
    * Afrika: Afrika’nın birçok bölgesi İngiliz sömürgesi altındaydı ve savaş sırasında bu bölgelerdeki kontrolü güçlendirmeye çalıştılar. Özellikle Doğu Afrika cephesinde önemli çatışmalar yaşandı.
    * Avrupa: Batı Cephesinde Almanlara karşı savaşan İngilizler, aynı zamanda bazı Avrupa ülkelerini de işgal ettiler.
    Daha spesifik bilgi için:
    * Belirli bir bölgeye odaklanmak: Eğer belirli bir bölgeyi merak ediyorsanız, o bölgeye özel olarak arama yapabilirsiniz. Örneğin, “İngilizler 1918’de Mezopotamya’da neredeydi?” şeklinde bir soru sorabilirsiniz.
    * Tarihsel kaynakları incelemek: Birinci Dünya Savaşı tarihine dair kitaplar, makaleler ve arşiv belgeleri size daha detaylı bilgi verebilir.
    Neden tam bir liste vermek zor?
    * Savaşın dinamik doğası: Savaşın seyri sürekli değişiyordu. İngilizler bir bölgeyi işgal edebilir, daha sonra başka bir güç tarafından geri alınabilirdi.
    * Geniş coğrafya: İngiliz İmparatorluğu’nun genişliği göz önüne alındığında, her bir işgalin ayrıntılı bir kaydını tutmak oldukça zor.
    * Kaynakların sınırlılığı: Bazı bölgelerdeki işgaller daha az belgelenmiş olabilir.
    Özetle:
    İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı sırasındaki işgalleri, Orta Doğu, Afrika ve Avrupa’nın geniş bir coğrafyasını kapsıyordu. Daha detaylı bilgi için belirli bir bölgeye odaklanmanız ve tarihsel kaynakları incelemeniz önerilir.
    Ek bilgi:
    * Mondros Mütarekesi: 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük bir kısmı İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. Bu mütareke, İngilizlerin Orta Doğu’daki varlığını önemli ölçüde güçlendirdi.
    * Türk Kurtuluş Savaşı: Mondros Mütarekesi’nden sonra başlayan Türk Kurtuluş Savaşı ile İngiliz işgalleri sona erdirildi.

    @@@@@@@@

    1916, 1917 ve 1918 yıllarında İngilizler, I. Dünya Savaşı sırasında birçok bölgeyi işgal etmiştir. Bu dönemdeki bazı önemli işgaller şunlardır:

    1. **Orta Doğu**:
    – **Filistin**: 1917’de İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Filistin topraklarını işgal etmeye başladılar. Özellikle 1917’deki Gazze Savaşları sonrasında Kudüs’ü ele geçirdiler.
    – **Irak**: 1916’dan itibaren İngiliz güçleri, Basra’dan başlayarak Irak’ın iç bölgelerine doğru ilerlediler ve 1917’de Bağdat’ı ele geçirdiler.

    2. **Kıbrıs**: 1916’da, Kıbrıs adası İngiliz yönetimindeydi ve bu dönemde stratejik bir askeri üs olarak kullanıldı.

    3. **Kuzey Afrika**:
    – **Mısır**: İngilizler, Mısır’ı 1882’den beri işgal altında tutuyordu ve savaş boyunca bu bölgedeki varlıklarını sürdürdüler.

    4. **Batı Cephesi**:
    – **Fransa**: İngiliz ordusu, Batı Cephesi’nde çeşitli muharebelere katıldı ve 1916’da Somme Muharebesi gibi büyük çatışmalara dahil oldular.

    5. **Deniz ve Koloniler**:
    – İngiliz Donanması, deniz yollarını kontrol ederek, çeşitli deniz kolonilerini güvence altına aldı ve düşman gemilerini etkisiz hale getirdi.

    Bu işgaller, İngiltere’nin savaş stratejileri ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı olan askeri hedefleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.

                                                                               **************  

  1. Ve 2. Dünya savaşına hangi ülkeler kimlerle bir araya ve karşı karşıya geldiler. Ne kadar insan öldü?

  2. ve II. Dünya Savaşları, 20. yüzyılın en yıkıcı ve büyük çaplı çatışmaları olarak tarihe geçti. Her iki savaşta da geniş koalisyonlar oluştu ve milyonlarca insan hayatını kaybetti. İşte bu savaşlardaki ana güçler ve kayıpların genel bir özeti:

    I. Dünya Savaşı (1914-1918)

    İttifaklar

    İtilaf Devletleri: İngiltere, Fransa, Rusya (1917’de Bolşevik Devrimi sonrası savaştan çekildi), İtalya (1915’te İttifak’tan ayrılıp İtilaf’a katıldı), Japonya, Sırbistan, Belçika, Romanya, Amerika Birleşik Devletleri (1917’de savaşa katıldı).

    İttifak Devletleri: Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan.
    Savaş ve Sonuçlar

    Savaş Avrupa’nın yanında Orta Doğu, Afrika ve Asya-Pasifik bölgelerine de yayıldı.

    İnsan Kaybı: Tahmini olarak 15-20 milyon kişi öldü (asker ve sivil). 20 milyona yakın insan yaralandı.

    Sonuç: Savaş sonunda İttifak Devletleri mağlup oldu. 1919’da Versailles Antlaşması’yla Almanya ağır şartlara tabi tutuldu. Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları parçalandı ve yeni devletler kuruldu.

    II. Dünya Savaşı (1939-1945)

    İttifaklar

    Müttefik Devletler: ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği (SSCB), Çin, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri (bazıları işgal altında veya sürgünde destek verdi).

    Mihver Devletleri: Almanya, İtalya (1943’te taraf değiştirerek Müttefiklere katıldı), Japonya.

    Savaş ve Sonuçlar

    II. Dünya Savaşı, Avrupa, Asya-Pasifik, Afrika ve Atlantik Okyanusu gibi çok geniş bir alana yayıldı.

    İnsan Kaybı: 70-85 milyon kişi hayatını kaybetti. Bunların yaklaşık 25-30 milyonu askeri, geri kalanı ise sivil kayıplardı. Holokost’ta yaklaşık 6 milyon Yahudi hayatını kaybetti.

    Sonuç: Mihver Devletleri yenildi ve Almanya ikiye bölündü. Japonya, ABD’nin atom bombası saldırısıyla teslim oldu. Savaş sonunda Birleşmiş Milletler kuruldu. Soğuk Savaş döneminin başlangıcı oldu.

    Toplam Kayıplar
    I. Dünya Savaşı: 15-20 milyon ölü.

    II. Dünya Savaşı: 70-85 milyon ölü.
    Bu iki savaş, dünya tarihini ve uluslararası ilişkileri derinden etkiledi, sınırları ve dünya düzenini yeniden şekillendirdi.

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

KURANI KERİMDE ÜZERİNE YEMİN EDİLEN ŞEYLER

KURANI KERİMDE ÜZERİNE YEMİN EDİLEN ŞEYLER[1]

Kuranı kerimde üzerine yemin edilen şeyler, ayetler.


Allahın 2 tarzda ayetleri vardır.
Kuran Kitabı ve Tabiat Kitabı.

Kur’an-ı Kerim’de Allah, bazı varlıklar veya olaylar üzerine yemin eder. Bu yeminler, dikkatimizi o varlıkların veya olayların önemine çekmek için yapılır. Yemin edilen varlıklar, olaylar ya da kavramlar, Allah’ın kudretini ve yarattığı düzenin mükemmelliğini vurgular. İşte Kur’an-ı Kerim’de yemin edilen bazı şeyler ve bunlarla ilgili ayetler:

1. Zaman (Asr):

“Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir.” (Asr Suresi, 103:1-2)

2. Güneş ve Ay:

“Güneşe ve onun parıltısına andolsun, ardından gelen aya…” (Şems Suresi, 91:1-2)

3. Gece ve Gündüz:

“Geceye ve gündüze yemin ederim…” (Leyl Suresi, 92:1-2)

4. Fecr (Şafak vakti):

“Fecre ve on geceye yemin olsun.” (Fecr Suresi, 89:1-2)

5. Dağlar (Tur):

“Tur’a, yayılmış ince deriye yazılmış kitaba…” (Tur Suresi, 52:1-2)

6. Denizler:

“Tutuştuğu zaman denize andolsun.” (Tur Suresi, 52:6)

7. İncir ve Zeytin:

“İncire ve zeytine, Sina dağına…” (Tin Suresi, 95:1-2)

8. Rüzgar:

“Savurdukça savuranlara yemin olsun.” (Zariyat Suresi, 51:1)

9. Yıldızlar:

“Battığı zaman yıldıza andolsun.” (Necm Suresi, 53:1)

10. Gök ve Yer:

“Göğe ve onu bina edene, yere ve onu yayıp döşeyene andolsun.” (Şems Suresi, 91:5-6)

Bu yeminlerle Allah, yaratılışın mükemmelliğini ve evrenin işleyişindeki hikmeti göstermekte, insanları bu yüce gerçekler üzerine düşünmeye davet etmektedir.

@@@@@@@

Kasematı Kuranıye.

Kāsemât-ı Kur’âniye, Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde geçen yeminler üzerine yaptığı bir tefsir çalışmasıdır. Bu terim, “Kur’an’ın yeminleri” anlamına gelir. Kur’an’da Allah’ın üzerine yemin ettiği varlıklar veya kavramlar, insanlara ibret vermek ve onların önemine dikkat çekmek amacıyla kullanılır. Bediüzzaman, bu yeminlerin anlam derinliğine inerek, özellikle iman hakikatlerine işaret eden yönlerini vurgular.

Kur’an-ı Kerim’de birçok yemin vardır ve bu yeminler genellikle Allah’ın kudretine, yaratılışın harikalığına ve evrendeki düzene dikkat çekmek için yapılır. Bediüzzaman, bu yemini edilen varlıkları ve olayları, insanın imanını güçlendirecek ve düşünce dünyasını derinleştirecek deliller olarak yorumlar.

Kasemat-ı Kur’âniye’deki ana temalar, genellikle şunlar üzerinde yoğunlaşır:

1. Yeminlerin anlamı: Yemin edilen şeylerin niçin yemin konusu yapıldığına dair derinlemesine bir analiz.

2. İman hakikatleri: Bu yeminlerin insanın Allah’a olan imanını nasıl güçlendirdiği ve Allah’ın varlığının delili olduğu.

3. Kainatın dili: Yemin edilen varlıkların aslında Allah’ın birer ayeti olduğu, yani Allah’ı gösteren işaretler olduğu fikri.

Bediüzzaman, Kur’an’daki bu yeminlerle kainat kitabının okunabileceğini ve her şeyin Allah’ı tanıttığını ifade eder. Örneğin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, incir, zeytin gibi varlıklar üzerine edilen yeminler, insanı tefekküre davet eden birer vesiledir. Bu yaklaşım, Kur’an’daki yeminlerin daha derin bir anlam ve ibret taşıdığını ve imanî bir bakış açısıyla okunması gerektiğini ortaya koyar.

@@@@@@

YEMİN ÂYETLERİ

36/ Yâsîn -2- Hikmet dolu Kur’ân’a andolsun ki.

37/ es-Sâffât -1- Andolsun o saf bağlayıp duranlara. 2- O haykırıp da sürenlere.3- Ve o yolda zikir okuyanlara.

38/ Sâd -1-2- Sâd. İbret dersi veren Kur’ân’a yemin ederim ki!

44/ ed-Duhân -2- O apaçık kitaba yemin olsun!

50/ Kâf -1- Ve Kur’ân-ı mecid hakkı için!

51/ ez-Zâriyât -1- O tozutup savuranlara,

-Zerv; savurmak, geçip gitmek.

2- Bir ağırlık taşıyanlara, 3- Kolayca akıp gidenlere, 4- Emri bölüşenlere, meleklere yemin ederim ki, 7- Düzgün yollara sahip gökyüzüne yemin ederim ki!

-Hubük; yollar, caddeler.

52/ et-Tûr -1- Kasem olsun Tûr’a, 2- Ve yazılmış bir kitaba, 3- Yayılmış bir ince deride, 4- Ve Beyt-i Mâmura, 5- Ve yükseltilmiş tavana, 6- Ve alevlendirilmiş denize kasem olsun ki!

53/en-Necm-1- İndiği zaman necm’e yemin olsun ki!

56/ el-Vâkı’a -75-76- Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.

68/ el-Kalem -1-2- Nûn, yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde bir mecnûn değilsin.

69/ el-Hâkka -38-39-40- Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur’ân), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (ALLÂH’ dan alıp tebliğ ettiği) sözüdür.

70/ el-Meâric -40- Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye Bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez.

74/ el-Müddesir -32-33-34-35-36-37- Hayır, (öğüt almazlar.) Ay’a, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahud geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

75/ el-Kıyâme -2- Kıyamet gününe yemin ederim. (Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba çekileceksiniz).

77/ el-Mürselât -1-2-3-4-5- Yemin olsun tanınmak için gönderilenlere, derken büküp devirenlere, büyük bir şekilde yayanlara, derken seçip ayıranlara, sonra bir öğüt bırakanlara.

79/ en-Nâzi’ât -1- Andolsun şiddetle çekip çıkaranlara,

2- Andolsun kolaylıkla alanlara,

3- Andolsun yüzüp yüzüp gidenlere,

4- Derken, öne geçenlere,

5- Nihayet işi çekip çevirenlere (ki, mutlaka tekrar diriltileceksiniz).

81/ et-Tekvîr -15-16- Andolsun, bir görünüp bir sinenlere, akıp gidip kaybolanlara,

17- Andolsun, yöneldiği zaman geceye,

18- Andolsun, aydınlandığı zaman sabaha ki.

84/ el-İnşikâk -16-17-18- Yemin ederim şafağa, geceye ve içinde topladıklarına, dolunay halindeki ay’a ki.

85/ el-Bürûc -1-2-3- Burçlarla dolu göğe andolsun, vaad edilmiş güne (kıyamete) andolsun, şâhidlik edene ve şâhidlik edilene andolsun ki.

86/ et-Târık -1- Kasem olsun o semâya ve târıka.

11- Yağmurlu göğe andolsun,

12- Yarık yarık çatlamış yere andolsun.

89/ el-Fecr -1-2-3-4-5- Yemin olsun ağaran şafağa, on geceye, çifte ve teke, geçip giden geceye andolsun (ki, müşrikler azaba uğrayacaklardır). Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi bir kimse için üzerine yemin edilmeye değer bir özellik vardır.

90/ el-Beled-1- Hayır bu şehre yemin ederim.

3- Babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki.

91/ eş-Şems -1- Güneşe, onun parıltısına,

2- Güneşin ardından gelen ay’a, 3- Güneşi açıp ortaya çıkaran gündüze, 4- Onu örten geceye, 5- Göğe ve onu bina edene, 6- Yere ve onu döşeyene, 7- Nefse ve onu biçimlendirene, 8- Sonrada ona kötülük ve takvâ kabiliyeti verene yemin olsun ki!

92/ el-Leyl -1-2-3- (Ortalığı) bürüdüğü zaman geceye andolsun, açılıp aydınlandığı zaman gündüze andolsun, Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki!

93/ ed-Duha’ -1-2- Kuşluk vaktine andolsun, karanlığı çöktüğü vakit geceye andolsun ki.

95/ et-Tîn -1-2- Tîn (incir)e ve zeytin’e andolsun. Sinâ Dağına andolsun, bu güvenli şehre (Mekke’ye) andolsun ki.

100/ el-Âdiyât -1-2-3-4-5- O harıl harıl koşan, çakarak da ateşler saçan, sabahleyin baskın basan, derken savurup da bir toz duman, bir derneği o dem de ortalayan kuvvetlere kasem eylerim ki!

103/ el-Asr -1- Asr’a yemin olsun ki!

MEHMET ÖZÇELŞK

28-10-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=wiKhJe7HaAw

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

AHLAKİ ÇÖKÜŞ

AHLAKİ ÇÖKÜŞ[1]

Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.”Taha. 121

” Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.” Araf.22-27

“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.

Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.
*onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.Allah, dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”

Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).

Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.

                                                                 ************      

Kuranı kerimde ahlak konusu.


Kur’an-ı Kerim, ahlâkî prensipler ve değerler üzerine büyük bir vurgu yapar. İslam ahlâkının temel kaynağı olan Kur’an, bireylerin ve toplumun ahlâkî yönden nasıl bir yaşam sürmesi gerektiği konusunda rehberlik eder. Kur’an’da ahlâkla ilgili pek çok ayet bulunur ve bu ayetlerde hem bireysel hem de toplumsal ahlâkî davranışların önemi vurgulanır. Ahlâk, imanla doğrudan bağlantılıdır; kişinin Allah’a olan inancı, ahlâkî davranışlarına da yansır.

Kur’an’da geçen temel ahlâkî konular:

1. Adalet ve Dürüstlük: Adalet ve dürüstlük, İslam ahlâkının temel taşlarındandır. Kur’an, her durumda adaletli olmayı ve doğru sözlü olmayı emreder. Örneğin, Nisa Suresi 135. ayet, adaletin önemini vurgular: “Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve akrabalarınız aleyhinde de olsa, Allah için adaleti ayakta tutan şahidler olun.”

2. Sabır ve Tevekkül: Sabır, Kur’an’da sıkça vurgulanan ahlâkî erdemlerden biridir. Zorluklar karşısında sabırlı olmak ve Allah’a güvenmek, İslam ahlâkında önemli bir yer tutar. Bakara Suresi 153. ayette sabır ve namazın yardımıyla Allah’tan yardım istenmesi gerektiği belirtilir.

3. Merhamet ve Şefkat: Kur’an, insanlara ve diğer canlılara karşı merhametli olmayı öğütler. İnsanların birbirine yardım etmesi, muhtaçlara el uzatması, zayıflara karşı şefkatli davranması İslam ahlâkının bir gereğidir. Rahman ve Rahim olan Allah’ın sıfatları, bu ahlâkî erdemleri pekiştirir.

4. Bağışlama ve Affedicilik: Kur’an, affedici olmanın faziletini över ve kin gütmeyi yasaklar. Şura Suresi 43. ayette affetmenin erdem olduğu ve sabırlı olanların mükâfatlandırılacağı ifade edilir.

5. Sözünde Durma ve Emanete Riayet: Müminlerin en önemli ahlâkî özelliklerinden biri de verdikleri sözlere sadık kalmaları ve kendilerine emanet edilen şeylere riayet etmeleridir. Maide Suresi 1. ayette müminlerden akitlerine sadık kalmaları istenir.

6. Gıybet ve Yalanın Yasaklanması: Kur’an, insanlara zarar verecek davranışları, özellikle gıybeti ve yalanı şiddetle yasaklar. Hucurat Suresi 12. ayet, gıybeti ölü kardeşinin etini yemeye benzetir ve müminlere bu kötü alışkanlıktan uzak durmalarını emreder.

Kur’an-ı Kerim’de bu ahlâkî ilkeler, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle barışık, adaletli, merhametli ve doğru bir yaşam sürmesini hedefler. İslam’da ahlâk, sadece bir etik sistem değil, aynı zamanda bir iman göstergesidir ve müminlerin hayatını şekillendiren en önemli unsurlardan biridir.

@@@@@@

Hadisi şeriflerde ahlak konusu.

Hadis-i şeriflerde ahlâk konusu da çok geniş bir yer tutar. Peygamber Efendimiz (s.a.v), İslam ahlâkının yaşayan bir örneği olarak Müslümanlara rehberlik etmiştir. O’nun sözleri ve fiilleri, Kur’an-ı Kerim’in ahlâkî prensiplerini yaşantıya geçiren en önemli kaynaklardan biridir. Peygamber Efendimizin ahlâka dair birçok hadisinde, bireylerin ve toplumların nasıl bir ahlâkî çizgide ilerlemesi gerektiği detaylı şekilde açıklanmıştır.

İşte hadis-i şeriflerde geçen bazı temel ahlâkî konular:

1. Güzel Ahlâkın Önemi: Peygamber Efendimiz (s.a.v), İslam’daki en önemli görevlerinden birinin güzel ahlâkı tamamlamak olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, ahlâkın İslam’daki temel yerini net bir şekilde ortaya koyar:

> “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8)

2. İnsanlarla Güzel Geçinmek: Peygamber Efendimiz (s.a.v), insanlara yumuşak huylu olmayı, onlarla güzel bir üslup içinde geçinmeyi öğütlemiştir:

> “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Buhari, Edeb, 18)

3. Kolaylaştırmak ve Zorlaştırmamak: Peygamber Efendimiz (s.a.v), İslam’ın müsamaha dini olduğunu sıkça vurgulamış ve insanlara hoşgörülü davranılmasını öğütlemiştir:

> “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Buhari, İlim, 11)

4. Ahlâkî Üstünlük: Hadis-i şeriflerde güzel ahlâk, en yüksek değerlerden biri olarak gösterilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), insanların güzel ahlâk sahibi olmalarını, Allah katında büyük bir değeri olduğunu belirtmiştir:

> “Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanı, ahlâkı en güzel olanıdır.” (Tirmizi, İman, 6)

5. Bağışlama ve Öfke Kontrolü: Hadislerde öfkeyi yenmek, affedici olmak ve başkalarına karşı hoşgörülü davranmak da büyük bir fazilet olarak gösterilmiştir:

> “Güçlü kişi, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiğinde kendine hâkim olandır.” (Buhari, Edeb, 76)

6. Doğruluk ve Güvenilirlik: Peygamberimiz (s.a.v), her durumda dürüst olmayı ve emanete sahip çıkmayı vurgulamıştır:

> “Doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye, Allah katında sıddîk (doğru kimse) diye yazılır. Yalan da kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür.” (Müslim, Birr, 103)

7. Komşuluk Hakkı: Komşuya iyi davranmak ve komşuluk ilişkilerini sağlam tutmak, Peygamber Efendimiz’in üzerinde durduğu konulardan biridir:

> “Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Buhari, Edeb, 28)

8. Kibirden Kaçınma: Peygamber Efendimiz, kibirli olmayı şiddetle kınamış ve tevazunun, mütevazı davranmanın ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır:

> “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” (Müslim, İman, 147)

9. İyilik Yapmak ve Yardımseverlik: Peygamberimiz, iyilik yapmayı, sadaka vermeyi ve insanlara yardım etmeyi teşvik etmiştir:

> “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat)

Sonuç olarak, hadis-i şeriflerde ahlâk konusu, Müslümanların hem bireysel hem de toplumsal hayatında temel bir yer tutar. Peygamber Efendimiz (s.a.v), güzel ahlâkın örnek bir modelini sunmuş, doğru sözlülük, merhamet, adalet, tevazu gibi değerlerin Müslümanların hayatında önemli olduğunu sürekli vurgulamıştır. Bu hadisler, İslam ahlâkının hem kalp hem de davranışları güzelleştiren bir rehber olduğunu gösterir.

@@@@@@@

Ahlakın tanımı ve insan kişiliğiyle olan ilgisi.

Ahlâk, bireylerin iyi veya kötü olarak değerlendirdiği davranışları ve bu davranışların altında yatan ilkeleri ifade eder. Felsefi açıdan, ahlâk, insanların yaşamlarını yönlendiren değerler, kurallar ve normlar bütünüdür. Ahlâk; doğru, dürüst, adaletli, yardımsever gibi nitelikleri öne çıkarırken, yalan söylemek, haksızlık yapmak gibi olumsuz davranışları reddeder.

Ahlâkın tanımı şu şekillerde yapılabilir:

Genel olarak: İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayıran ilkeler bütünü.

İslami perspektifte: Ahlâk, bireyin hem Allah’a karşı olan sorumluluklarını hem de diğer insanlara karşı olan görevlerini doğru bir şekilde yerine getirmesini sağlayan ilkeler ve değerler bütünü olarak tanımlanır.

Ahlâk ve İnsan Kişiliği Arasındaki İlişki:

Ahlâk, insan kişiliğinin temel unsurlarından biridir. Bir insanın ahlâkî değerleri, onun karakterinin ve kişiliğinin nasıl şekillendiğini belirler. Ahlâk, bireyin hem kendisiyle hem de toplumla olan ilişkilerini düzenler ve insanın sosyal hayatındaki yerini belirler. İnsan kişiliği, ahlâkî değerlerin doğrultusunda gelişir ve bu değerler, bireyin hayatını anlamlandırmasında büyük rol oynar.

Ahlâk ve insan kişiliği arasındaki ilişkilerden bazıları şunlardır:

1. Karakterin Temelini Oluşturur: Ahlâk, bir insanın karakterini şekillendiren en önemli faktörlerden biridir. İyi bir ahlâka sahip olan bir kişi, dürüst, adaletli, saygılı ve sorumluluk sahibi olur. Kişinin ahlâkî değerleri, onun günlük hayatta nasıl davrandığını ve kararlarını neye göre verdiğini belirler.

2. Davranışları Yönlendirir: Ahlâkî değerler, bir insanın davranışlarını ve tutumlarını doğrudan etkiler. İnsanın yaptığı her hareket, benimsediği ahlâkî ilkeler doğrultusunda şekillenir. Bu da kişinin topluma nasıl uyum sağlayacağını, sosyal ilişkilerini nasıl yöneteceğini belirler.

3. İç Huzur ve Toplumsal Barış Sağlar: Ahlâklı bir birey, içsel bir huzura sahip olur. Çünkü ahlâk, insanın vicdanıyla barışık olmasını sağlar. Aynı zamanda, toplumdaki bireylerin ahlâklı olması, toplumsal düzenin ve barışın teminatıdır. Ahlâkî değerlere sahip bir toplumda insanlar birbirine güven duyar, hak ve adalet ön plandadır.

4. Özgüven ve Saygınlık Kazandırır: Ahlâklı insanlar, toplumda saygınlık kazanır ve güvenilir kişiler olarak tanınırlar. Bu durum, kişinin kendine olan güvenini de artırır. Ahlâkî değerlere sahip bir birey, doğru davranışları sebebiyle toplumda olumlu bir yer edinir ve kendisiyle gurur duyar.

5. Vicdan ve Sorumluluk Duygusu: Ahlâk, kişiye vicdanını ve sorumluluk duygusunu kazandırır. Vicdan, kişinin doğruyu ve yanlışı ayırt etmesini sağlayan bir iç ses gibidir. Ahlâkî ilkelere uygun hareket etmek, kişinin vicdanını rahatlatır ve sorumluluklarını yerine getirmesine yardımcı olur.

6. Toplumla Uyum Sağlama: Ahlâkî değerler, toplumun genel kabul görmüş kurallarıyla uyumlu olduğu sürece, bireyin toplum içinde sağlıklı ve sürdürülebilir ilişkiler kurmasına olanak tanır. Toplumsal değerlerle çatışmayan bir ahlâk anlayışı, kişinin sosyal çevresinde kabul görmesini sağlar.

Sonuç olarak, ahlâk insan kişiliğinin merkezinde yer alır ve bireyin karakterini şekillendirir. Ahlâkî değerler, bireylerin kendi iç dünyasıyla barışık, sosyal çevresiyle uyumlu ve toplum içinde saygın bir yer edinmesine katkıda bulunur. Ahlâk ve insan kişiliği arasındaki bu bağ, bireyin hem kendisi hem de toplum için daha iyi bir insan olma yolunda ilerlemesini sağlar.

 

************* 

ENDONEZYA NASIL MÜSLÜMAN OLDU.

KISSADAN HİSSE…

 

Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi Endonezya 5 akçelik bir kumaş sayesinde Müslüman oldu…

 

Olay şöyledir: Kendi halinde bir tüccar bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya’ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da Halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine.

Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:

-Hangi kumaştan sattın?

-Şu kumaştan efendim.

-Metresini kaça verdin?

-On akçeye.

-Nasıl olur?” diye hayret etti,

-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?

Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.

-Ne demekti hakkını helâl et?

Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:

-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?

-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman’ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.

Kral,

-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm’ı kabul etti. Daha daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı.

Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı.

Efendimizin müjdesi herkese açık: “Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.

 

****** 

MEHMET ÖZÇELİK

28-10-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=u3VrICI3EC4

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

KAPIMIZA YAKLAŞAN ATEŞ

KAPIMIZA YAKLAŞAN ATEŞ

 

İsrailin hedefi Nilden Fırata yani Arzı Mevud.
İran, Hizbullah ve Hamas tamamen bahane ve uydurma İsrail için.
Hedefini gerçekleştirmek için, kurt kuzu bahanesiyle tam bir tilkilik ve çakallık işi.
İsrail Arzı Mevudu gerçekleştirmek için büyük abisi ABD’nin yetiştirip beslediği, donatıp hazırladığı PKK’yı ek ve yedekte bekletiyor.
İki aşamalı bir yol var.
Biri ABD desteğiyle İsrail’in Suriye ve Irak’a kadar gelişi.
Diğeri ise PKK’nın işgal ederek İsrail’e devredeceği Fırat çevresi ve uzantısı.
Ancak İsrail daha Gazze’yi aşamadı.
Dereyi geçemeyen İsrail’in, DENİZDE boğulması mukadderdir.
Hadsiz.
Densiz.
Kanla alınan bu toprakların, toplama çapulcularla kolayca alınacağını zannediyor.
Buralar onların mezarı olur.
Ve böylece dünyadan bazı pislikler temizlenmiş olur.
Onu dayısı da kurtaramaz.
Yeter ki içte kopukluk ve ihanetler olmasın.
Çünkü hep darbeyi içten yemişiz.
ABD bizim oğlanlar başardı, diyerek beslemeleri ve piyonlarıyla bu işi yürüttü.
Çünkü içte de dışta da ABD vekalet savaşları ve savaşçıları ve unsurlarıyla bu işi sürdürüyor.
Bizdeki tehlikenin büyüklüğünü anlamak için daha ne olması gerekir?
İçte bir asırdır süren kavga ve darbeler.
15 Temmuz işgal hareketi.
Ve alınmaya çalışılan rövanşı.
İşte Suriye, Irak, Gazze, Filistin, Lübnan, dökülen İran, Rusya, Ukrayna gibi dünyayı saran ve yayılma eğilimi gösteren savaşlar.
Tek yapmamız gereken başta iç hatları güçlendirmek, dışta ise İttihadı İslam’ı tesis etmektir.

MEHMET ÖZÇELİK

28-10-2024

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024