Miraç, İslam inancına göre Hz. Muhammed’in Miraç Kandili’nde, bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan da göklere ve ilahi huzura yükselmesi olarak kabul edilir. Bu mucizevi olay, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi’nde kısaca bahsedilirken, hadislerde daha detaylı anlatılır.
**Miraç’ın nasıl gerçekleştiği ile ilgili farklı rivayetler mevcuttur:**
**Genel kabul gören rivayete göre:**
* Miraç Hicret’ten bir yıl veya 16 ay önce Recep ayının 27. gecesinde gerçekleşti. * Hz. Muhammed, Cebrail (a.s.) eşliğinde Mescid-i Haram’daki Kabe’nin yanında bulunan Hatim bölgesinden alındı. * Cebrail (a.s.) tarafından getirilen Burak adlı kanatlı bir bineğe binerek Mescid-i Aksa’ya götürüldü. * Mescid-i Aksa’da önceki peygamberlere namaz kıldırdı. * Burak’ı burada bırakarak Cebrail (a.s.) ile birlikte göklere yükseldi. * Sidretü’l-Münteha’ya kadar yükseldi ve Allah ile konuştu. * Cennet ve cehennemi gördü. * Birçok mucizevi olay ve hikmete şahit oldu. * Miraç’tan sonra Mescid-i Haram’a geri döndü.
**Miraç’ın farklı aşamaları:**
* **İsra:** Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya Burak ile yapılan yolculuk. * **Miraç:** Mescid-i Aksa’dan göklere ve ilahi huzura yükseliş. * **Sidretü’l-Münteha:** Cebrail’in bile geçemediği bir sınır. * **Kuds-i A’zam:** Allah’ın nurunun tecelli ettiği yer. * **Melekût:** Meleklerin alemi. * **Levh-i Mahfuz:** Allah’ın kaderi yazdığı levha. * **Arş-ı Âlâ:** Allah’ın kudretinin tecelli ettiği yer.
**Miraç mucizesinin önemi:**
* Hz. Muhammed’in peygamberliğinin doğruluğuna bir delildir. * Allah’ın kudretinin ve yüceliğinin bir göstergesidir. * Müslümanlara ahiret inancını hatırlatır. * Namazın farz kılınışı gibi önemli hadiseler Miraç’ta gerçekleşmiştir.
**Miraç mucizesinin mahiyeti:**
Miraç, hem bedenen hem de ruhen gerçekleşen bir olaydır. Bu konuda farklı yorumlar olsa da, İslam alimlerinin çoğunluğu bu görüştedir.
Miraç mucizesi, İslam inancında önemli bir yere sahiptir ve birçok açıdan büyük bir öneme sahiptir.
İnsana sınırlıda olsa Allah’a ait sıfatlar verilmiştir.
Varlıklar içerisinde her şeyi anlayan, kendisini anlayan ve en önemlisi de Rabbisini anlayan ve de sürekli sonsuza kadar anlayabilecek başka bir varlık yoktur.
İşte insana verilmiş olan aynı zamanda büyük riskleri barındıran enenin mahiyeti önce Rabbisini bilmek, ondan sonra kendisini bilmek, ondan sonra da bütün varlıkları ebediyen bilip, anlamak ile donatılmıştır.
Allah’ın varlığının zıttı yoktur. İnsanın farkı ise; Allah’ın sahip olduğu sıfatlara, bir kısım sıfatlara sınırlı olarak sahip olmakla beraber, zati olsun subuti olsun ancak insanın bu sahip olduğu sıfatları kendisinde barındırmış olma farkı vardır.
@@@@@@@
Ene ve enâniyetin mahiyeti nedir?
“Ene” ve “enâniyet” kavramları İslam tasavvufunda önemli bir yere sahiptir. Bu kavramlar, insanın kendini ve benliğini anlamasını sağlayan temel kavramlardır.
“Ene”, Arapça “ben” anlamına gelen bir kelimedir. Tasavvuftaki anlamı ise, insanın kendi varlığını ve kimliğini idrak etmesidir. Bu idrak, sadece kişinin fiziksel varlığını değil, aynı zamanda ruhsal ve manevi varlığını da kapsar.
“Enâniyet” ise, “ene”nin aşırı bir şekilde öne çıkması ve kişinin kendini başkalarından üstün görmesidir. Tasavvufta, enâniyetin kötü bir huy olarak kabul edildiği ve kişinin bu huydan kurtulması gerektiği ifade edilir.
Ene ve enâniyetin mahiyeti, Bediüzzaman Said Nursi tarafından Risale-i Nur eserlerinde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Nursi’ye göre, ene, insanın yaratılış gayesinin bir parçasıdır. İnsan, kendini ve benliğini idrak ederek, Allah’ı ve kainatı daha iyi anlama imkanına kavuşur.
Ancak ene, aşırı bir şekilde öne çıkarsa, kişinin nefsine hizmet etmesine ve Allah’tan uzaklaşmasına neden olabilir. Bu nedenle, enâniyetin kontrol altına alınması ve kişinin nefsine hakim olması gerekir.
Nursi’ye göre, ene ve enâniyetin mahiyeti şu şekilde açıklanabilir:
* **Ene, insanın varlığının bir hakikatidir.** İnsan, bir beden, bir ruh ve bir akıldan oluşan bir varlıktır. Bu varlık, ene kavramıyla ifade edilir.
* **Enâniyet, enenin aşırı bir şekilde öne çıkmasıdır.** İnsan, kendi varlığını ve benliğini diğer varlıklardan üstün görmeye başlarsa, enâniyet ortaya çıkar.
* **Ene ve enâniyetin mahiyeti, insanın yaratılış gayesiyle yakından ilgilidir.** İnsan, kendini ve benliğini idrak ederek, Allah’ı ve kainatı daha iyi anlamaya çalışır. Ancak ene, aşırı bir şekilde öne çıkarsa, kişinin nefsine hizmet etmesine ve Allah’tan uzaklaşmasına neden olabilir.
Nursi, ene ve enâniyetin mahiyetini kavramak için şu tavsiyelerde bulunur:
* **Kendimizi ve benliğimizi iyi tanımalıyız.** Kendimizin güçlü ve zayıf yönlerini bilmeliyiz.
* **Kendini beğenme ve kibir gibi duygulardan uzak durmalıyız.**
* **Allah’ı ve kainatı her zaman tefekkür etmeliyiz.**
Bu tavsiyelere uymak, ene ve enâniyetin mahiyetini kavramamıza ve bu kavramların kontrol altına alınmasına yardımcı olacaktır.
@@@@@@@@@
“Vahidi kıyasi” kavramı İslam düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. Kısaca açıklamak gerekirse, vahidi kıyasi, insanın kendine verilen sınırlı yetenekleri kıyaslama yoluyla Allah’ın sonsuz büyüklüğünü ve sıfatlarını kavraması anlamına gelir. Bu kavram Bediuzzaman Said Nursi tarafından Risale-i Nur eserlerinde sıkça kullanılır.
Vahidi kıyasinin temel düşüncesi şudur: İnsan, kâinatın yaratıcısı olan Allah’ı doğrudan idrak edemez.
Çünkü sınırlı sınırsız nasıl ihata ve idrak edebilir ki.
Ancak kendisine verilen akıl, irade ve kudret gibi sınırlı yeteneklerini ölçü olarak kullanarak Allah’ın sonsuzluğunu anlamaya çalışabilir.
Örneğin, insan elindeki bir taşı kaldırıp hareket ettirebilir. Bu basit fiil bile bize Kudret sıfatını hatırlatır. İnsan, kendi cüzi kudretiyle bu taşı kaldırabiliyorsa, Allah’ın sonsuz ve her şeye gücü yeten Kudret sıfatını kıyas yoluyla kavrayabilir.
Vahidi kıyasinin bazı önemli özellikleri şunlardır:
* **Farazi benlik: ** İnsan, bir benlik ve irade hissine sahiptir. Vahidi kıyasi, bu benliğin sahiplenmeye meyilli olma özelliğini Allah’ı tanımada kullanır.
* **Kıyaslama: ** İnsan, kendi yeteneklerini kıyaslama yoluyla Allah’ın sonsuzluğunu anlamaya çalışır. Ancak bu kıyaslamanın gerçek bir benzetme olmadığı, sadece bir fikir verme amacı taşıdığı unutulmamalıdır.
* **Hikmet: ** Vahidi kıyasinin amacı Allah’ı kavramaktan ziyade Allah’ın büyüklüğünü hayretle tefekkür etmektir. İnsan, kendi acizliğini ve Allah’ın yüceliğini gördükçe daha fazla ibadet etme ve şükretme hissi duyar.
Vahidi kıyasi kavramı bazı tartışmalara da konu olmuştur. Bazıları bu kavramın Allah’ı insanileştirdiğine dair eleştiriler yöneltmektedir. Ancak Bediüzzaman Said Nursi, vahidi kıyasinin Allah’ı insan gibi görmek değil, sadece insanın anlayabileceği bir dille onun büyüklüğünü anlatmak amacı taşıdığını ifade eder.
*****************
Sadece insanın değil aynı zamanda Kâinatın çıkış ve varoluş noktası, insana verilen ene ve enâniyette gizlidir.
@@@@@@@@
Bu mesele İslami eserler içerisinde en çok RİSALE-İ NURDA ele alınır.
30.Söz özellikle.
-Risale-i nur Külliyatindan ene ve enâniyet konusu.
Enenin iki cihetidir var, hakka ve halka bakan cihetler.
Risale-i Nur Külliyatı’nda ene ve enâniyet konusu, insanın varoluşundaki en önemli meselelerden biri olarak ele alınır. Bediüzzaman Said Nursi’ye göre ene, insanın maddi ve manevi bütün varlığını ifade eden bir kavramdır. Enâniyet ise bu varlığa duyulan sevgi ve bağlılıktır.
Risale-i Nur’da ene ve enâniyet, hem olumlu hem de olumsuz bir anlamla kullanılır. Olumlu anlamda ene, insanın sahip olduğu yetenekler ve kabiliyetleri ifade eder. Bu anlamda enâniyet, insanın kendini tanıması ve geliştirmesi için gerekli bir motivasyon kaynağıdır.
Olumsuz anlamda ene, insanın kendisini Allah’tan üstün görmesi ve kendi istek ve arzularını her şeyin üzerinde tutmasıdır. Bu anlamda enâniyet, insanın fıtratını bozan ve onu cehenneme sürükleyen bir hastalıktır.
Risale-i Nur’da ene ve enâniyet konusu, insanın kurtuluşu için gerekli olan önemli bir mesele olarak ele alınır. Bediüzzaman Said Nursi’ye göre, insan ancak enâniyetten kurtulup kendini Allah’a teslim ederek gerçek kurtuluşa kavuşabilir.
Risale-i Nur’da ene ve enâniyet konusunu ele alan bazı eserler şunlardır:
Bu eserlerde ene ve enâniyet konusu, farklı yönleriyle ele alınır ve insanlığın kurtuluşuna dair önemli mesajlar verilir.
**Ene ve enâniyet konusunun Risale-i Nur’da ele alınmasının bazı temel sebepleri şunlardır:**
* **İnsanlığın en önemli problemlerinden biri olan enâniyet, Risale-i Nur’un temel konularından biridir.**
* **Risale-i Nur, insanı Allah’a kul olmaya davet eden bir eserdir. Bu davetin gerçekleşmesi için insanın enâniyetten kurtulması gerekir. **
* **Ene ve enâniyet konusu, insanın varoluşunun temelini oluşturan bir meseledir. Bu nedenle, Risale-i Nur’da bu konuya geniş yer verilmiştir. **
Risale-i Nur’da ene ve enâniyet konusunun ele alınması, insanın kendini tanıması ve bu konuda bir yol haritası çizmesi açısından önemli bir katkı sağlamaktadır.
Ene ve enâniyetin mahiyeti nedir?
“Ene” ve “enâniyet” kavramları İslam tasavvufunda önemli bir yere sahiptir. Bu kavramlar, insanın kendini ve benliğini anlamasını sağlayan temel kavramlardır.
“Ene”, Arapça “ben” anlamına gelen bir kelimedir. Tasavvuftaki anlamı ise, insanın kendi varlığını ve kimliğini idrak etmesidir. Bu idrak, sadece kişinin fiziksel varlığını değil, aynı zamanda ruhsal ve manevi varlığını da kapsar.
“Enâniyet” ise, “ene”nin aşırı bir şekilde öne çıkması ve kişinin kendini başkalarından üstün görmesidir. Tasavvufta, enâniyetin kötü bir huy olarak kabul edildiği ve kişinin bu huydan kurtulması gerektiği ifade edilir.
Ene ve enâniyetin mahiyeti, Bediüzzaman Said Nursi tarafından Risale-i Nur eserlerinde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Nursi’ye göre, ene, insanın yaratılış gayesinin bir parçasıdır. İnsan, kendini ve benliğini idrak ederek, Allah’ı ve kainatı daha iyi anlama imkanına kavuşur.
Ancak ene, aşırı bir şekilde öne çıkarsa, kişinin nefsine hizmet etmesine ve Allah’tan uzaklaşmasına neden olabilir. Bu nedenle, enâniyetin kontrol altına alınması ve kişinin nefsine hakim olması gerekir.
Nursi’ye göre, ene ve enâniyetin mahiyeti şu şekilde açıklanabilir:
* **Ene, insanın varlığının bir hakikatidir.** İnsan, bir beden, bir ruh ve bir akıldan oluşan bir varlıktır. Bu varlık, ene kavramıyla ifade edilir.
* **Enâniyet, enenin aşırı bir şekilde öne çıkmasıdır.** İnsan, kendi varlığını ve benliğini diğer varlıklardan üstün görmeye başlarsa, enâniyet ortaya çıkar.
* **Ene ve enâniyetin mahiyeti, insanın yaratılış gayesiyle yakından ilgilidir.** İnsan, kendini ve benliğini idrak ederek, Allah’ı ve kainatı daha iyi anlamaya çalışır. Ancak ene, aşırı bir şekilde öne çıkarsa, kişinin nefsine hizmet etmesine ve Allah’tan uzaklaşmasına neden olabilir.
Nursi, ene ve enâniyetin mahiyetini kavramak için şu tavsiyelerde bulunur:
* **Kendimizi ve benliğimizi iyi tanımalıyız.** Kendimizin güçlü ve zayıf yönlerini bilmeliyiz.
* **Kendini beğenme ve kibir gibi duygulardan uzak durmalıyız.**
* **Allah’ı ve kainatı her zaman tefekkür etmeliyiz.**
Bu tavsiyelere uymak, ene ve enâniyetin mahiyetini kavramamıza ve bu kavramların kontrol altına alınmasına yardımcı olacaktır.
@@@@@@@@@
Öyleyse memnuniyetle! “Vahidi kıyasi” kavramı İslam düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. Kısaca açıklamak gerekirse, vahidi kıyasi, insanın kendine verilen sınırlı yetenekleri kıyaslama yoluyla Allah’ın sonsuz büyüklüğünü ve sıfatlarını kavraması anlamına gelir. Bu kavram Bediuzzaman Said Nursi tarafından Risale-i Nur eserlerinde sıkça kullanılır.
Vahidi kıyasinin temel düşüncesi şudur: İnsan, kâinatın yaratıcısı olan Allah’ı doğrudan idrak edemez.
Çünkü sınırlı sınırsız nasıl ihata ve idrak edebilir ki.
La tudrikuhul ebsar
Ancak kendisine verilen akıl, irade ve kudret gibi sınırlı yeteneklerini ölçü olarak kullanarak Allah’ın sonsuzluğunu anlamaya çalışabilir.
Örneğin, insan elindeki bir taşı kaldırıp hareket ettirebilir. Bu basit fiil bile bize Kudret sıfatını hatırlatır. İnsan, kendi cüzi kudretiyle bu taşı kaldırabiliyorsa, Allah’ın sonsuz ve her şeye gücü yeten Kudret sıfatını kıyas yoluyla kavrayabilir.
Vahidi kıyasinin bazı önemli özellikleri şunlardır:
* **Farazi benlik:** İnsan, bir benlik ve irade hissine sahiptir. Vahidi kıyasi, bu benliğin sahiplenmeye meyilli olma özelliğini Allah’ı tanımada kullanır.
* **Kıyaslama:** İnsan, kendi yeteneklerini kıyaslama yoluyla Allah’ın sonsuzluğunu anlamaya çalışır. Ancak bu kıyaslamanın gerçek bir benzetme olmadığı, sadece bir fikir verme amacı taşıdığı unutulmamalıdır.
* **Hikmet:** Vahidi kıyasinin amacı Allah’ı kavramaktan ziyade Allah’ın büyüklüğünü hayretle tefekkür etmektir. İnsan, kendi acizliğini ve Allah’ın yüceliğini gördükçe daha fazla ibadet etme ve şükretme hissi duyar.
Vahidi kıyasi kavramı bazı tartışmalara da konu olmuştur. Bazıları bu kavramın Allah’ı insanileştirdiğine dair eleştiriler yöneltmektedir. Ancak Bediüzzaman Said Nursi, vahidi kıyasinin Allah’ı insan gibi görmek değil, sadece insanın anlayabileceği bir dille onun büyüklüğünü anlatmak amacı taşıdığını ifade eder.
Umarım bu açıklamalar vahidi kıyasisi konusunu anlamanıza yardımcı olmuştur. Daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur eserlerine müracaat edebilirsiniz.
*****************
Sadece insanın değil aynı zamanda Kainatın çıkış ve varoluş noktası, insana verilen ene ve enâniyette gizlidir.
@@@@@@@@
Risale-i nur Külliyatindan ene ve enâniyet konusu
Enenin iki cihetidir var, hakka ve halka bakan cihetler.
Risale-i Nur Külliyatı’nda ene ve enâniyet konusu, insanın varoluşundaki en önemli meselelerden biri olarak ele alınır. Bediüzzaman Said Nursi’ye göre ene, insanın maddi ve manevi bütün varlığını ifade eden bir kavramdır. Enâniyet ise bu varlığa duyulan sevgi ve bağlılıktır.
Risale-i Nur’da ene ve enâniyet, hem olumlu hem de olumsuz bir anlamla kullanılır. Olumlu anlamda ene, insanın sahip olduğu yetenekler ve kabiliyetleri ifade eder. Bu anlamda enâniyet, insanın kendini tanıması ve geliştirmesi için gerekli bir motivasyon kaynağıdır.
Olumsuz anlamda ene, insanın kendisini Allah’tan üstün görmesi ve kendi istek ve arzularını her şeyin üzerinde tutmasıdır. Bu anlamda enâniyet, insanın fıtratını bozan ve onu cehenneme sürükleyen bir hastalıktır.
Risale-i Nur’da ene ve enâniyet konusu, insanın kurtuluşu için gerekli olan önemli bir mesele olarak ele alınır. Bediüzzaman Said Nursi’ye göre, insan ancak enâniyetten kurtulup kendini Allah’a teslim ederek gerçek kurtuluşa kavuşabilir.
Risale-i Nur’da ene ve enâniyet konusunu ele alan bazı eserler şunlardır:
Bu eserlerde ene ve enâniyet konusu, farklı yönleriyle ele alınır ve insanlığın kurtuluşuna dair önemli mesajlar verilir.
**Ene ve enâniyet konusunun Risale-i Nur’da ele alınmasının bazı temel sebepleri şunlardır:**
* **İnsanlığın en önemli problemlerinden biri olan enâniyet, Risale-i Nur’un temel konularından biridir.**
* **Risale-i Nur, insanı Allah’a kul olmaya davet eden bir eserdir. Bu davetin gerçekleşmesi için insanın enâniyetten kurtulması gerekir.**
* **Ene ve enâniyet konusu, insanın varoluşunun temelini oluşturan bir meseledir. Bu nedenle, Risale-i Nur’da bu konuya geniş yer verilmiştir.**
Risale-i Nur’da ene ve enâniyet konusunun ele alınması, insanın kendini tanıması ve bu konuda bir yol haritası çizmesi açısından önemli bir katkı sağlamaktadır.
Bir gün Padişah, vezire sorar;
– Vezir İstanbul’da evliya var mı?
– Aman padişahım, İstanbul evliya yatağı olarak bilinir, evliya olmaz mı hiç!
– Öyleyse bir kaç tanesini ziyaret edelim.
– Sultanım, arzu ederseniz tebdil- i kıyafet ile şehri dolaşalım.
Vezir ve padişah köylü kıyafetine girip, yola çıkarlar. Önce Mısır çarşısına girerler. Orada bir kumaşçı dükkanına girip selam verirler. Dükkan sahibi büyük bir edeple selamı alır ve müşterilerine iltifatta bulunarak;
– Hoş geldiniz, safa geldiniz, maşallah Allah’ın ne güzel kulları var, buyurun efendim der. Vezir, biraz kumaş lazım
olduğunu ve kumaş almaya geldiklerini söyler. Kumaşçı, hangisinden alacaklarını sorar.
Vezir;
– Şu topu, şu topu, şu topu indir. Diyerek topların yarısından fazlasını indirir.
Sonra da:
– Şundan yarım metre, şundan bir metre, şundan iki metre kes. Diyerek indirttiği bütün toplardan kestirir.
Kumaşçı:
– Allah’ın ne güzel kulları var, ya Rabbi! Sana şükür diyerek kestiği kumaşları paket yapar, ücretlerini hesap edip miktarı yazılı olan kağıdı vezire uzatır. Bu sefer vezir;
– Kusura bakmayın biz bunları almaktan vazgeçtik, çünkü kumaşları beğenmedik der.
Kumaşçı büyük bir teslimiyetle;
– Hay hay olur efendim, Allah’ın ne güzel kulları var, fark etmez efendim, güle güle! diyerek müşterilerini uğurlar.
Paketlenmiş kumaşlarını bir tarafa koyar. Padişah ve vezir bu sefer Beyazıt meydanına çıkarlar.
Orada elinde sopasıyla; – Karpuz, karpuz! Diye bağırarak karpuz satan celalli birisini görürler.
Vezir; Padişahım, şimdi bu zattan karpuz alacağız ama hemen almayın. Karpuzları bastırın, birini alıp diğerini koyun, kolay, kolay karpuz beğenemeyen bir kimse gibi uzun zaman onu meşgul edin. Der. Padişah denildiği gibi; Birini alır birini bırakır, öbürünü sıkar, diğerinin kabuğuna el vurarak olup olmadığını kontrol eder ama bir türlü karpuz alamaz. Karpuzcu ise göz ucuyla müşterisini takip etmektedir. Bakar ki ellemediği ve sıkmadığı karpuz kalmadı, müşteriye elindeki sopasını göstererek:
– Bana bak alacaksan bir tane al, git. Karpuzları yaralayıp durma! Beni de kumaşçı gibi zannetme! Padişah olduğuna da güvenme. Şu sopa ile kafanı kırarım! der.
Padişah:
– Sus sus, bizi deşifre etme! Alelacele bir karpuz alıp parasını ödeyerek hızlıca oradan ayrılır.
Vezir;
– Şimdi de Süleymaniye’ye gidelim, orada daha size nice Allah dostlarını göstereceğim der.
Padişah; – Vezir bu kadar yeter! Karpuzcusu, kumaşçısı evliya olan yerde daha neler vardır kim bilir, yeter! Şimdi gidip kumaşçının paralarını verelim, adamcağız zarar etmesin der. Tekrar kumaşçıya gidip selam verirler. Kumaşçı yine aynı teslimiyet ve vakar içinde selamlarını alır;
– Buyurunuz efendim, Allah’ın ne güzel kulları var, buyrun efendim! der.
Vezir;
– Biz yeniden karar verdik kestirdiğimiz kumaşları alacağız deyip parasını verip kumaşçı ile vedalaşırlar. Dükkandan
çıkarken kumaşçı ellerini kaldırıp;
– Ya Rabbi! Sana hamdolsun. Bugün iki defa dükkanıma padişahı gönderdin. diye Allah’a şükreder. Padişah bu hal
karşısında şaşırır, vezire;
– Vezir, anladım bu iki zatın ikisi de evliyadır ama acaba hangisi üstün? diye sorar. Akıllı vezir şöyle cevap verir;
– Padişahım, ben hangisinin üstün olduğunu bilemem; amma herhalde laftan anlayanlara kumaşçı gibisi, laftan anlamayanlara da karpuzcu gibi birisi lazım.
İsrail’de organ hırsızlığı iddiaları ilk olarak 1990’lı yıllarda gündeme geldi. İsveç gazetesi Aftonbladet, İsrail askerlerinin Filistinli mahkumlardan organlarını çaldıklarını iddia eden bir haber yayınladı. Haberde, İsrailli bir doktorun, 1988-1996 yılları arasında İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinli mahkumlardan organlar alındığına dair itirafları yer aldı.
İsrail bu iddiaları reddetse de uluslararası kamuoyunda büyük tepki çekti. İsrail hükümeti, organ bağışı konusundaki yasaları sıkılaştırarak, organ hırsızlığını önlemeye yönelik adımlar attı.
Ancak, organ hırsızlığı iddiaları, 2014 yılındaki Gazze Savaşı’nda tekrar gündeme geldi. Gazze Şeridi’nde düzenlenen operasyonlarda öldürülen Filistinlilerin naaşlarından hayati organların çalındığı iddia edildi.
Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail’in iade ettiği Filistinlilerin naaşlarında, böbrek, kalp ve karaciğer gibi organların eksik olduğunu tespit etti. Bakanlık, İsrail’in bu organları kime ve hangi amaçla aldığını sordu.
İsrail, organ hırsızlığı iddialarını yine reddetti. Ancak, İsrailli yetkililer, Filistinlilerin naaşlarının iadesinde yaşanan gecikmelerin, organların bozulmasına yol açtığını kabul etti.
İsrail’deki organ hırsızlığı iddiaları, uluslararası toplumda da endişe yaratıyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, İsrail’i organ hırsızlığı iddialarını bağımsız bir şekilde soruşturmaya çağırdı.
İsrail’deki organ hırsızlığı iddialarının kanıtlanması halinde, bu durum, İsrail’in insan hakları ihlali olarak kabul edilecek.
@@@@@@@
İsrail’de insan dericiliği.
İsrail’de insan derisi kullanımı, organ hırsızlığı iddialarıyla birlikte gündeme gelen bir konudur. İsrail’de, 1985 yılında kurulan İsrail Deri Bankası, insan derilerinin toplanması, depolanması ve kullanılmasından sorumludur. Banka, derileri tıbbi amaçlarla, örneğin yanık hastalarının tedavisinde kullanmak üzere toplar. Ancak, bankanın Filistinli mahkumlardan veya öldürülen Filistinlilerden insan derisi topladığına dair iddialar da bulunmaktadır.
İsrailli yetkililer, Filistinlilerden insan derisi toplandığı iddialarını reddetmektedir. Ancak, Filistinli insan hakları kuruluşları, bu iddiaların ciddiye alınmasını ve araştırılmasını talep etmektedir.
İsrail’de insan derisi kullanımının, tıbbi amaçlar dışında, örneğin kozmetik veya sanatsal amaçlarla da kullanıldığına dair iddialar bulunmaktadır. Ancak, bu iddiaları destekleyen herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.
İsrail’de insan derisi kullanımının yasallığı konusunda da tartışmalar bulunmaktadır. İsrail yasalarına göre, insan derisinin tıbbi amaçlar dışında kullanılması yasaktır. Ancak, bu yasaların uygulanıp uygulanmadığı belirsizdir.
İsrail’de insan derisi kullanımı, insan hakları ihlali olarak değerlendirilebilecek bir durumdur. Bu durumun, bağımsız bir şekilde araştırılması ve sorumluların cezalandırılması gerekmektedir.
İşte İsrail’de insan derisi kullanımıyla ilgili bazı iddialar:
* İsrailli bir doktorun, 1988-1996 yılları arasında İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinli mahkumlardan organlar alındığını itiraf ettiği iddia edildi.
* İsrail’in 2014 yılındaki Gazze Savaşı’nda öldürülen Filistinlilerin naaşlarından hayati organların çalındığı iddia edildi.
* İsrail’in, Filistinli mahkumlardan veya öldürülen Filistinlilerden insan derisi topladığı iddia edildi.
* İsrail’de insan derisi kullanımının, tıbbi amaçlar dışında, örneğin kozmetik veya sanatsal amaçlarla da kullanıldığı iddia edildi.
Bu iddialar henüz kanıtlanmamıştır. Ancak, İsrail’de insan derisi kullanımının, insan hakları ihlali olarak değerlendirilebilecek bir durum olduğunu göstermektedir.
@@@@@@@@
İsrail’de kaçırılan küçük Filistinli çocuklar.
İsrail’de kaçırılan küçük Filistinli çocuklar hakkında internette birçok haber ve fotoğraf bulunuyor. Bunlardan bazıları şunlar:
– Filistinli çocuk El-Yazici, İsrail’in yetim bıraktığı kardeşine hem annelik hem de babalık yapıyor¹. Bu foto galeride, 14 yaşındaki Muhammed El-Yazici’nin, Gazze’de İsrail’in saldırıları sonucu annesini kaybeden ve babasından haber alınmayan 6 aylık bebek kardeşine nasıl baktığı görülüyor.
– İsrail saldırılarında ölen Filistinli çocukları anmak için 8 bin çift ayakkabı bırakıldı: İşgali durdurun². Bu haberde, Hollanda’nın Rotterdam kentinde düzenlenen bir etkinlikte, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında öldürülen Filistinli çocukları temsil etmek amacıyla meydana yaklaşık 8 bin çift çocuk ayakkabısı serildiği anlatılıyor.
– İsrail askeri Filistinli bir bebeği İsrail’e kaçırdı³. Bu haberde, İsrail’in Gazze Şeridi’ne saldırılarında en az 9 bin 100 çocuk, 6 bin 500 kadın olmak üzere, 21 bin 822 Filistinli öldürüldüğü, 56 bin 451 kişinin de yaralandığı belirtiliyor.
**Dünyada çalınan ve kaçırılan çocuklar**, dünyanın her yerinde meydana gelen ciddi bir sorundur. Bu çocuklar, genellikle cinsel istismar, zorla çalıştırma veya organ ticareti gibi amaçlarla kaçırılır.
**Çocuk kaçırma nedenleri**
Çocuk kaçırmanın yaygın nedenleri şunlardır:
* **Cinsel istismar: ** Çoğunlukla, çocuk kaçıranlar çocukları cinsel istismar için kaçırırlar. Çocukların savunmasız olduklarını ve bu suçu kolayca işleyebileceklerini düşünürler.
* **Zorla çalıştırma: ** Bazı çocuk kaçıranlar, çocukları zorla çalıştırmak için kaçırır. Bu çocuklar, genellikle tehlikeli ve sömürücü koşullarda çalıştırılırlar.
* **Organ ticareti: ** Bazı çocuk kaçıranlar, çocukların organlarını satarak para kazanmak için onları kaçırabilirler. Bu, özellikle organ naklinin yasal olduğu ülkelerde yaygındır.
**Çocuk kaçırma kurbanlarının yaşadığı zorluklar**
Çocuk kaçırma kurbanlarının çoğu, ailelerinden ve arkadaşlarından uzakta, tehlikeli ve zorlayıcı koşullarda tutulur. Bu çocuklar, fiziksel ve duygusal istismara maruz kalabilir ve geleceklerini inşa etme yeteneklerini kaybedebilirler.
**Çocuk kaçırmayı önlemek için alınabilecek önlemler**
Çocuk kaçırmayı önlemek için alınabilecek bazı önlemler şunlardır:
* **Ebeveynler ve bakıcılara, çocuklarının güvenliği hakkında bilgi vermek.** Ebeveynler ve bakıcılar, çocuklarının güvenliği hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Çocuklara, yabancılarla konuşmamaları ve tanımadıkları kişilerle arabaya binmemeleri gibi güvenlik kuralları öğretilmelidir.
* **Çocuk kaçırma konusunda farkındalık yaratmak. ** Çocuk kaçırma konusunda farkındalık yaratmak, bu suçu önlemeye yardımcı olabilir. İnsanlar, çocuk kaçırma belirtileri konusunda eğitilmelidir.
* **Çocuk kaçırma olaylarını bildirmek. ** Bir çocuk kaçırma olayı görürseniz, derhal polise bildirin.
**Çocuk kaçırma, ciddi bir suçtur ve bu suçu önlemek için her düzeyde çaba gösterilmesi gerekmektedir.**
@@@@@@@@@
Amerika’daki Yahudi asıllı ve MOSSAD ajanı olan Jeffrey Epstein olayının mahiyeti nedir?
Jeffrey Epstein, Amerikalı bir finansçı ve hüküm giymiş seks suçluydu. 2008’de bir çocuğa fuhuş yaptırmak suçlamasıyla suçunu kabul etti ve 13 ay hapis yattı. 2019’da, reşit olmayan kızlarla seks ticareti iddiaları üzerine yeniden incelemeye tabi tutuldu. Federal seks ticareti suçlamalarıyla yargılanmayı beklerken Ağustos 2019’da intihar etti.
Epstein, zengin ve güçlü insanlarla bağlantıları olan etkili bir sosyal figürdü. Aralarında Bill Clinton, Donald Trump ve İngiltere Prensi Andrew’un da bulunduğu birçok ünlü ile arkadaştı.
Epstein’ın, reşit olmayan kızları cinsel istismarda bulunmak için bir ağ oluşturduğu iddia edildi. Bu iddialar, Epstein’ın Manhattan’daki dairesinde ve Virgin Adaları’ndaki özel adasında düzenlenen partilere katılan kızlar tarafından desteklendi.
Epstein’ın ölümünden sonra, onun Mossad ajanı olduğu iddiaları ortaya atıldı. Bu iddialar, Epstein’ın İsrail hükümetiyle yakın bağları olduğu ve İsrail için casusluk yaptığına dair kanıtlar içerdiğini öne sürüyor.
Epstein’ın Mossad ajanı olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, iddialar, Epstein’ın ölümünden sonra da devam eden tartışmalı bir olayı daha da karmaşıklaştırıyor.
Epstein olayı, Amerika’daki zengin ve güçlülerin çocuk istismarı ve cinsel sömürü ile olan bağlantılarını ortaya çıkaran önemli bir olaydı. Olay, Amerika’da çocuk istismarına karşı farkındalığı artırdı ve çocuk koruma yasalarının reformu çağrılarını artırdı.
Epstein olayının, Mossad ile olan bağlantıları da dahil olmak üzere, tüm boyutları hala araştırılıyor. Bu olayın, Amerika’nın siyasi ve istihbarat sahnesinde uzun süredir yankıları olmaya devam etmesi muhtemeldir.
Amerika’nın üssünde yapılan saldırıda 3 Amerikalıların ölüp 30’dan fazla Amerikalıların yaralanması üzerine; Amerika Başkanının ilk tepkisi İran’ı tehdit oldu. İki Senatör de bizzat Tahran’ın vurulmasını, İran’a saldırılmasını söyledi.
– Bu ABD üssüne saldırı üzerine tüm manşetlerde, ABD İran’a saldıracak mı?
Şu anda saldırının olgunlaşması için alt yapısı kurgulanıyor. Tıpkı Biden ’in saldırının hemen akabinde İran’ı suçlaması gibi. Ortadoğu’yu karıştırmak isteyen aynı gizli ve kirli el, Türkiye’yi de karıştırmak istiyor.
Şu anda İran’la ABD arasında meydana gelmiş olan kavga aslında orta Doğu’yu yakmaya yönelik olan bir kavgadır. Rabbim muhafaza eylesin.
-Aslında 1993 yılında genel Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş kendisi bir Tv programında NATO’ya gittiğinde, masanın üzerinde dünyanın 8 kısma bölündüğünü ve Amerika’ya verilen özellikle; Suriye, Irak ve İran’ın olduğunu söylemişti.
O zamandan beri ABD adeta bir bahaneyle gerek vekalet savaşlarıyla ve zaten birbirleriyle örtülü bir savaş, bu sefer açıktan açığa vurmak için bir bahane arıyor. Aslında İran’ı vurmakla olay kalmayacak, otomatikman çevreye hatta Türkiye, Suriye ve Ürdün gibi çevre devletlere de ister istemez bir etki yapacak.
Göçler artacak. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi.
Kısaca Ortadoğu’yu büyük bir yangına çekmek için Baydın giderayak, gitmeden özellikle Pentagon’un da teşvikiyle ve İsraillin zemini hazır etmesiyle aşırı ısrarcı bu durum ve İsrail’in İran’a saldırmasını temin etmek amacıyla bir yangın içerisine Ortadoğu çekilmeye çalışılıyor.
Bu alev gittikçe büyüyecek, büyütülecektir. Amaç İran’a saldırmak olsa da İran’ın şahsında Ortadoğu’yu şekillendirmek, Ortadoğu’yu tamamen yakıp yıkmak olacaktır.
Suriye, Irak ve Gazze’de olduğu gibi.
Bugün sadece Filistin ve Gazze yanmakla kalmamış, Netanyahu’nun dediği gibi, meseleyi çevreye de yaymayı düşündüğünü açıkça söylemektedir.
Ürdün’ün sınırına ordularını getirdiği gibi, Mısırı ve biz dahil birçok yeri tehdit ederek alevin İsrail’in üflemesiyle, Amerika’nın ve Avrupa’nın desteklemesi ile Ortadoğu bir yangın ortamı içerisinde çevriliyor.
Cenabı Hak muhafaza eylesin. Onların bir hilesi var ama Allah’ın da bir hilesi vardır. Cenabı Hak onların hilesini boşa çıkartma da elbette ki en hayırlı olanıdır
Öyle zannediyorum ki ABD, Ortadoğu’yu yakmaya çalışırken, içindeki iç isyanlarla da içten yıkımıyla akamete uğrayacaktır.
– “Eski ABD Başkanı Donald Trump, ABD’nin son yaşanan gelişmelerle yeniden Orta Doğu’ya girdiğini belirterek, ‘9 trilyon dolar harcadık, bizim tarafımız da dahil olmak üzere milyonlarca insanı öldürdük.’ itirafında bulundu.
Terörün ülkemize girmesini engellemek istiyorduk ama bunu yapmak istemediğim için bu konuda konuşamıyordum. Ve ertesi gün bir şey oldu. Böylece 4 yıl boyunca ağzımı bu konuda kapalı tuttum. Ama şimdi her zaman bu konu hakkında konuşuyorum. Hiç saldırıya uğramadık. Dünya ticaret merkezimiz yoktu. Gördüğünüz gibi saldırılar olmadı ve kesinlikle diğer ülkelerdeki gibi saldırılara sahip olmadık.
“Orta Doğu’ya yeniden dahil oluyoruz”
Ve bu arada şimdi Orta Doğu’ya tekrar dahil oluyoruz. Bakın neler oluyor. Siz de dahil oluyorsunuz. İşte yine Orta Doğu’ya gidiyoruz. 9 trilyon dolar harcadık, bizim tarafımız da dahil olmak üzere milyonlarca insanı öldürdük. Onların tarafı milyonlarda insan, 9 trilyon… Hiçbir şey. Ölümümüz var, kanımız var, hiçbir şeyimiz yok. Ve dedikleri gibi kanımızı ve hazinemizi harcadık. Kanımızı ve hazinemizi harcadık. Ve Kanımız hazinemizden daha önemli. O zaman bu bir utanç. DEAŞ’ı yenmem utanç verici. Haklısın. Bunu söylediğin için teşekkür ederim. Haklısın. ben de ona geliyordum. Ama o çok iyi. Çok zekidir. Bu taraftan. Teşekkür ederim. Başardık. DEAŞ’ın canına okuduk. Dört ila beş yıl sürmesi gerekiyordu fakat biz dört ayda hallettik.”
Not: Fillerin Savaşı, tarih boyunca birçok kez yaşanmış bir savaş türüdür. Savaş filleri, genellikle büyük ve güçlü hayvanlar oldukları için savaşlarda etkili bir silah olarak kullanılmıştır. Savaş filleri, düşman askerlerini korkutmak, onların moralini bozmak ve hatta onları ezmek için kullanılırdı.
Savaş filleri, tarih boyunca birçok kez belirleyici bir rol oynamıştır. Savaş filleri, düşman askerlerini korkutarak ve onların moralini bozarak savaşların kaderini değiştirmiştir. Filler savaşırken maalesef çimenler altta ezilmektedir.
Ortada zehirleyici bir güç denemesi yapılmaktadır.
Türkiye’de vatanseverlik duygusunun zayıfladığını ve güvenlik endişelerinin artışı yüzdelik olarak ne kadar.
**Türkiye’de vatanseverlik duygusunun zayıflaması ve güvenlik endişelerinin artışı**
* 2018 yılında yapılan bir ankete göre, Türkiye’de vatanseverlik duygularının zayıfladığına inananların oranı %51’dir. Bu, 2013 yılında yapılan bir ankete göre %62 olan oranın 11 puan düştüğü anlamına geliyor.
* Aynı ankete göre, Türkiye’nin güvenliğinden endişe duyanların oranı %65’tir. Bu, 2013 yılında yapılan bir ankete göre %55 olan oranın 10 puan arttığı anlamına geliyor.
**Bu sonuçların nedenleri**
Vatanseverlik duygusunun zayıflamasının ve güvenlik endişelerinin artmasının nedenleri arasında şunlar sayılabilir:
* **Küreselleşme ve kültürel çeşitliliğin artması:** Küreselleşmenin ve kültürel çeşitliliğin artması, insanların kendi ülkelerini ve kültürlerini daha az önemsemesine neden olabilir.
* **Ekonomik zorluklar:** Ekonomik zorluklar, insanların geleceklerinden endişe duymasına ve bu nedenle vatanlarını savunmaya odaklanmamasına neden olabilir.
* **Siyasi kutuplaşma:** Siyasi kutuplaşma, insanların kendi ülkelerine ve hükümetlerine olan güvenini azaltabilir.
* **Terör olayları:** Terör olayları, insanların kendilerini ve sevdiklerini korumak için daha fazla çaba göstermesine neden olabilir.
**Sonuçlar**
Bu sonuçların, Türkiye’nin milli güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğine işaret ediyor. Türkiye, vatanseverlik duygusunu güçlendirmek ve güvenlik endişelerini azaltmak için çaba sarf etmelidir.
**Milli güvenlik politikaları**
Türkiye, milli güvenlik politikalarını aşağıdaki gibi yeniden gözden geçirebilir:
* **Vatanseverlik eğitimini güçlendirmek:** Türkiye, eğitim sisteminde vatanseverlik eğitimine daha fazla yer vererek vatanseverlik duygusunu güçlendirmeye çalışabilir.
* **Güvenlik güçlerini güçlendirmek:** Türkiye, güvenlik güçlerini güçlendirerek ülkeyi iç ve dış tehditlere karşı daha iyi korumaya çalışabilir.
* **Ekonomik kalkınmayı sağlamak:** Türkiye, ekonomik kalkınmayı sağlayarak insanların geleceklerinden daha fazla umutlu olmasını ve vatanlarını savunmaya daha istekli olmasını sağlayabilir.
@@@@@@@@@
Bu anketin ne zaman, nerede ve kimler tarafından yapıldığına dair bilgi olmadığı için bu sonucun nedenlerini kesin olarak söylemek mümkün değil. Ancak, bazı olası nedenler şunlar olabilir:
* **Vatanseverlik duygusunun zayıflaması: ** Son yıllarda, özellikle gençler arasında vatanseverlik duygusunun zayıfladığına dair endişeler dile getiriliyor. Bu, küreselleşmenin ve kültürel çeşitliliğin artması, ekonomik zorluklar ve siyasi kutuplaşma gibi faktörlere bağlı olarak görülebilir.
* **Güvenlik endişeleri: ** Vatanını savunmak isteyen kişilerin, bunu yapmanın kendileri ve sevdikleri için riskli olabileceğini düşünmeleri de mümkün. Özellikle, Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı terör olayları, bu endişeleri artırmış olabilir.
* **Askerlik karşıtlığı: ** Askerlik karşıtlığı, Türkiye’de uzun yıllardır var olan bir olgu. Bu kişiler, askerliğin zorunlu olmasından ve askerlikte yaşanan hak ihlallerinden duydukları rahatsızlık nedeniyle vatanı savunmak istemeyebilirler.
Anketin sonuçları, Türkiye’de vatanseverlik duygusunun zayıfladığını ve güvenlik endişelerinin arttığını gösteriyor. Bu sonuçlar, Türkiye’nin milli güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini düşündürüyor.
Bu sonuçların, Türkiye’nin yakın gelecekte bir savaşa gireceği anlamına gelmediğini de belirtmek gerekiyor. Ancak, bu sonuçların Türkiye’nin karşı karşıya olduğu güvenlik tehditlerini ve bu tehditlere karşı hazırlıklı olma ihtiyacını vurguladığını söylemek mümkün.
**Müstağripler**, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıkan ve Batı kültürünü taklit eden kişilere verilen bir addır. Bu kişiler, Batı’nın teknolojik, bilimsel ve kültürel üstünlüğüne hayran olmuş ve kendi kültürlerini geride bırakmaya başlamıştır. Müstağripler, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecine katkıda bulunan önemli bir faktör olmuştur.
**Müstağripler**, genellikle eğitimli ve varlıklı kişilerden oluşuyordu. Bu kişiler, Batı’da eğitim görmüş veya Batı’yla yakın ilişkilere sahipti. Müstağripler, Batı’nın kıyafetlerini, yaşam tarzlarını ve kültürel değerlerini benimsemeye başladı. Bu durum, Osmanlı toplumunda ciddi bir rahatsızlık yarattı.
**Müstağripler**, Osmanlı toplumunda farklı şekillerde karşılandı. Bazıları, onları Osmanlı toplumunun modernleşmesine katkıda bulunan kişiler olarak gördü. Diğerleri ise, onları Osmanlı kültürünün yozlaşmasına neden olan kişiler olarak gördü.
**Müstağripler**, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecine katkıda bulunan önemli bir faktör olmuştur. Bu kişiler, Batı’nın etkisiyle Osmanlı toplumunda bir yabancılaşma ve kimlik bunalımı yarattı. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına zemin hazırladı.
**Müstağripler**, Türk edebiyatında da önemli bir yer tutmuştur. Cemil Meriç, “Müstağripler” adlı makalesinde, bu kişilerin Osmanlı toplumuna etkilerini eleştirel bir şekilde ele almıştır. Meriç, müstağriplerin Batı’nın etkisiyle kendi kültürlerini ve değerlerini unuttuğunu savunmuştur.
@@@@@@@@
Cemil Meriç’in “Müstağripler” adlı makalesi.
**Cemil Meriç, “Müstağripler” adlı makalesinde, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıkan ve Batı kültürünü taklit eden kişileri eleştirel bir şekilde ele alır. Meriç, müstağriplerin Batı’nın etkisiyle kendi kültürlerini ve değerlerini unuttuğunu savunur.**
Meriç, makalesinde müstağriplerin kimliğini şu şekilde tanımlar:
> “Müstağrip, Batı’nın kültür ve medeniyet karşısında kendine güvenini yitirmiş, kendi kültürünü ve değerlerini unutmuş, Batı’yı taklit etmeye çalışan kişidir.”
Meriç, müstağriplerin Osmanlı toplumuna etkilerini şu şekilde değerlendirir:
> “Müstağripler, Osmanlı toplumunda bir yabancılaşma ve kimlik bunalımı yarattı. Kendi kültürlerini ve değerlerini unutarak Batı’ya özenmeye başladılar. Bu durum, Osmanlı toplumunun çöküş sürecine katkıda bulundu.”
Meriç, müstağriplerin Batı kültürünü taklit etmelerinin altında yatan nedenleri şu şekilde açıklar:
> “Müstağripler, Batı’nın teknolojik, bilimsel ve kültürel üstünlüğüne hayran olmuşlardır. Batı’yı modernlik ve ilerlemenin sembolü olarak görmüşlerdir. Bu nedenle, kendi kültürlerini geride bırakıp Batı’yı taklit etmeye başlamışlardır.”
Meriç, müstağriplerin Batı kültürünü taklit etmelerinin tehlikelerini şu şekilde vurgular:
> “Müstağripler, Batı kültürünü taklit ederek kendi kültürlerini yozlaştırmaktadır. Bu durum, Osmanlı toplumunun özgünlüğünü kaybetmesine neden olmaktadır. Müstağripler, Batı’nın kültürel hegemonyasına boyun eğiyor ve kendi kültürel kimliklerini inkar ediyorlar.”
Meriç, müstağriplere şu şekilde seslenir:
> “Müstağripler, kendi kültürlerini ve değerlerini unutmayın. Kendinize güvenin ve özgünlüğünüzü koruyun. Batı’yı taklit etmek yerine, kendi kültürünüzden ilham alın.”
“Müstağripler” adlı makale, Cemil Meriç’in düşünce dünyasının önemli bir yansımasıdır. Meriç, bu makalesinde, Batı’nın etkisiyle kendi kültürlerini ve değerlerini unutmuş olan kişileri eleştirel bir şekilde ele alır. Meriç’e göre, bu kişiler, Osmanlı toplumunun çöküş sürecine katkıda bulunmuşlardır.
Osmanlıda yetişen edebiyatçılar ve özellikleri nelerdir?
Osmanlı edebiyatı, 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan Türklerin oluşturduğu edebiyattır. Bu edebiyat, Türk kültürünün önemli bir parçasıdır ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en önemli dönemlerinden birini oluşturur.
Osmanlı edebiyatı, genel olarak iki ana döneme ayrılır:
* **Divan edebiyatı: ** 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren bu dönem, Osmanlı edebiyatının klasik dönemidir. Bu dönemde, Arapça ve Farsça edebiyatın etkisiyle gelişen bir edebiyat anlayışı hakimdir. Divan edebiyatı, şiir, nesir, musiki, minyatür, hat gibi birçok sanat dalını kapsayan bir edebiyattır.
* **Yeni edebiyat: ** 19. yüzyılın sonlarında başlayan ve 20. yüzyılın başlarında gelişen bu dönem, Osmanlı edebiyatının modernleşme dönemidir. Bu dönemde, Batı edebiyatından etkilenen yeni bir edebiyat anlayışı ortaya çıkmıştır. Yeni edebiyat, şiir, nesir, roman, hikâye, tiyatro gibi birçok sanat dalında eserler vermiştir.
**Divan edebiyatında yetişen edebiyatçılar ve özellikleri**
Divan edebiyatında yetişen edebiyatçılar, Arapça ve Farsça edebiyatın etkisiyle gelişen bir edebiyat anlayışına sahip olmuşlardır. Bu edebiyat anlayışında, şiir en önemli sanat dalı olarak kabul edilmiştir. Divan şiiri, genellikle aruz ölçüsü ile yazılmıştır. Divan şiirinin başlıca türleri şunlardır:
* **Gazel:** Divan şiirinin en yaygın türü olan gazel, aşk, ayrılık, tabiat, tasavvuf gibi konuları işleyen bir şiir türüdür.
* **Kaside:** Övgü, yergi, öğüt, teşvik gibi konuları işleyen bir şiir türüdür.
* **Mesnevi:** Uzun hikayeleri anlatan bir şiir türüdür.
* **Şarkı:** Makamla söylenen bir şiir türüdür.
* **İlahi:** Allah’ı öven bir şiir türüdür.
Divan edebiyatında yetişen önemli edebiyatçılar arasında şunlar yer alır:
* **Mevlana Celaleddin-i Rumi:** Tasavvufi şiirin en önemli şairidir.
* **Fuzuli:** Aşk şiirinin en önemli şairidir.
* **Bakî:** Kaside ve gazel türünde önemli eserler vermiştir.
* **Nedim:** Şarkı türünde önemli eserler vermiştir.
* **Şeyh Galip:** Divan şiirinin en önemli şairlerinden biridir.
**Yeni edebiyatta yetişen edebiyatçılar ve özellikleri**
Yeni edebiyat, Batı edebiyatından etkilenen yeni bir edebiyat anlayışına sahip olmuştur. Bu edebiyat anlayışında, şiir, nesir, roman, hikaye, tiyatro gibi birçok sanat dalı gelişmiştir.
Yeni edebiyatta yetişen önemli edebiyatçılar arasında şunlar yer alır:
* **Namık Kemal:** Türk romanının kurucularından biridir.
* **Recaizade Mahmut Ekrem:** Türk şiirinin Batılılaşmasında önemli rol oynamıştır.
* **Şinasi:** Türk gazeteciliğinin kurucularından biridir.
* **Abdülhak Hamit Tarhan:** Romantik şiirin öncülerinden biridir.
* **Mehmet Emin Yurdakul:** Milliyetçi şiirin öncülerinden biridir.
Yeni edebiyat, Osmanlı edebiyatında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu edebiyat, Türk edebiyatına yeni temalar, yeni şekiller ve yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.
****************
Osmanlı edebiyatı.
Osmanlı edebiyatı, 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan Türklerin oluşturduğu edebiyattır. Bu edebiyat, Türk kültürünün önemli bir parçasıdır ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en önemli dönemlerinden birini oluşturur.
Osmanlı edebiyatı, genel olarak iki ana döneme ayrılır:
* **Divan edebiyatı: ** 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar süren bu dönem, Osmanlı edebiyatının klasik dönemidir. Bu dönemde, Arapça ve Farsça edebiyatın etkisiyle gelişen bir edebiyat anlayışı hakimdir. Divan edebiyatı, şiir, nesir, musiki, minyatür, hat gibi birçok sanat dalını kapsayan bir edebiyattır.
* **Yeni edebiyat: ** 19. yüzyılın sonlarında başlayan ve 20. yüzyılın başlarında gelişen bu dönem, Osmanlı edebiyatının modernleşme dönemidir. Bu dönemde, Batı edebiyatından etkilenen yeni bir edebiyat anlayışı ortaya çıkmıştır. Yeni edebiyat, şiir, nesir, roman, hikâye, tiyatro gibi birçok sanat dalında eserler vermiştir.
Osmanlı edebiyatı, Türk edebiyatında çok önemli bir yere sahiptir. Bu edebiyat, Türk dilinin ve kültürünün gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı edebiyatı, günümüzde de Türk araştırmacıları tarafından ilgiyle incelenmektedir.
**Divan edebiyatı**
Divan edebiyatı, Osmanlı edebiyatının klasik dönemidir. Bu dönemde, Arapça ve Farsça edebiyatın etkisiyle gelişen bir edebiyat anlayışı hakimdir. Divan edebiyatı, şiir, nesir, musiki, minyatür, hat gibi birçok sanat dalını kapsayan bir edebiyattır.
Divan edebiyatında şiir, en önemli sanat dalıdır. Divan şiiri, genellikle aruz ölçüsü ile yazılmıştır. Divan şiirinin başlıca türleri şunlardır:
* **Gazel:** Divan şiirinin en yaygın türü olan gazel, aşk, ayrılık, tabiat, tasavvuf gibi konuları işleyen bir şiir türüdür.
* **Kaside:** Övgü, yergi, öğüt, teşvik gibi konuları işleyen bir şiir türüdür.
* **Mesnevi:** Uzun hikayeleri anlatan bir şiir türüdür.
* **Şarkı:** Makamla söylenen bir şiir türüdür.
* **İlahi:** Allah’ı öven bir şiir türüdür.
Divan edebiyatının önemli şairleri arasında şunlar yer alır:
* **Mevlana Celaleddin-i Rumi:** Mevlana, tasavvufi şiirin en önemli şairidir.
* **Fuzuli:** Fuzuli, aşk şiirinin en önemli şairidir.
* **Bakî:** Bakî, kaside ve gazel türünde önemli eserler vermiştir.
* **Nedim:** Nedim, şarkı türünde önemli eserler vermiştir.
* **Şeyh Galip:** Şeyh Galip, divan şiirinin en önemli şairlerinden biridir.
**Yeni edebiyat**
Yeni edebiyat, Osmanlı edebiyatının modernleşme dönemidir. Bu dönemde, Batı edebiyatından etkilenen yeni bir edebiyat anlayışı ortaya çıkmıştır. Yeni edebiyat, şiir, nesir, roman, hikaye, tiyatro gibi birçok sanat dalında eserler vermiştir.
Yeni edebiyatın başlangıcı, Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” adlı tiyatrosunun 1873 yılında sahnelenmesi olarak kabul edilir. Yeni edebiyatın önemli temsilcileri arasında şunlar yer alır:
* **Namık Kemal:** Namık Kemal, Türk romanının kurucularından biridir.
* **Recaizade Mahmut Ekrem:** Recaizade Mahmut Ekrem, Türk şiirinin Batılılaşmasında önemli rol oynamıştır.
* **Şinasi:** Şinasi, Türk gazeteciliğinin kurucularından biridir.
* **Abdülhak Hamit Tarhan:** Abdülhak Hamit Tarhan, romantik şiirin öncülerinden biridir.
* **Mehmet Emin Yurdakul:** Mehmet Emin Yurdakul, milliyetçi şiirin öncülerinden biridir.
Yeni edebiyat, Türk edebiyatında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu edebiyat, Türk edebiyatına yeni temalar, yeni şekiller ve yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.
@@@@@@@@
Osmanlıda kıraathane kültürü.
Osmanlıda kıraathane kültürü, 16. yüzyılda ortaya çıkmış ve 19. yüzyılın sonlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Kıraathaneler, Osmanlı toplumunda önemli bir sosyal ve kültürel merkez haline gelmiştir.
[Image of Osmanlı Kıraathanesi]
Kıraathaneler, genellikle kahve, çay ve meşrubat satan, gazete ve dergilerin okunabildiği, insanların sohbet ettiği ve vakit geçirdiği yerlerdi. Kıraathanelerde çeşitli oyunlar da oynanırdı. En yaygın oyunlar arasında satranç, tavla, domino ve bilardo yer alıyordu.
Kıraathaneler, Osmanlı toplumunda farklı kesimlerden insanların bir araya geldiği yerlerdi. Buralarda farklı mesleklerden, farklı gelir düzeylerinden ve farklı kültürlerden insanlar bir araya gelerek sohbet eder, bilgi alışverişinde bulunur ve kültürel paylaşımlarda bulunurlardı.
Kıraathaneler, Osmanlı edebiyatı ve kültüründe de önemli bir yere sahip olmuştur. Kıraathanelerde şairler, yazarlar ve diğer sanatçılar bir araya gelerek şiirler yazar, eserler kaleme alırdı. Kıraathanelerde yapılan sohbetler ve tartışmalar, Osmanlı toplumunun kültürel ve sosyal gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
Kıraathaneler, Osmanlı toplumunda önemli bir yere sahip olsa da, 19. yüzyılın sonlarında modernleşme hareketleri ile birlikte önemini kaybetmeye başlamıştır. Bu dönemde, gazete ve dergilerin yaygınlaşması, sinema ve tiyatro gibi yeni eğlence mekânlarının ortaya çıkması, kıraathanelerin popülaritesini azaltmıştır.
Ancak, kıraathane kültürü günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Özellikle turistik yerlerde ve üniversite kampüslerinde kıraathanelere rastlamak mümkündür.
*******************
İbnü’l Emin Mahmut inal.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, 17 Kasım 1871’de İstanbul’da doğdu. Babası, II. Abdülhamid’in son sadrazamı ve Osmanlı Devleti’nin 100. sadrazamı olan İbrahim Edhem Paşa’dır. Annesi, Fatma Hanım’dır.
İnal, ilk eğitimini evde aldı. Daha sonra, Enderun’da eğitim gördü. Enderun’dan mezun olduktan sonra, 1890 yılında Tarik gazetesinde bir makale yayımlayarak basın hayatına girdi. Gazete yazılarına devrin önemli basın organlarında devam etti. Gazete yazılarını “Sa’y-i Beşer” adıyla bir araya getirdi ama bastıramadı. Namık Kemal’in Cezmi adlı eserini örnek alarak “Sabîh Târihe Müstenid Hikâye” adlı tarihi roman yazdı.
İnal, 1894 yılında Osmanlı Arşivi’nde görev almaya başladı. 1923 yılından ölümüne kadar, Türk Tarih Kurumu’nda görev yaptı. Bu süre zarfında, Osmanlı arşivlerinde yaptığı araştırmalarla, Osmanlı tarihinin ve kültürün önemli bir kısmını gün ışığına çıkardı.
İnal, özellikle kaleme aldığı biyografi çalışmalarıyla dünyaca meşhurdur. “Son Asır Türk Şairleri” adlı eseri, Osmanlı edebiyatı tarihinin en önemli eserlerinden biridir. Bu eserde, 18. ve 19. yüzyıllarda yaşamış Türk şairlerinin biyografilerini ve eserlerini incelemiştir.
İnal, 24 Mayıs 1957’de İstanbul’da öldü. Mezarı, Eyüp Sultan Mezarlığı’ndadır.
İnal’ın en önemli eserleri şunlardır:
* Son Asır Türk Şairleri
* Son Hattatlar – İbnülemin Külliyati
* Hoş sâdâ: son asır Türk musikişinasları
* Hatira-i Atif
* Divan Mukaddimeleri: Seyhülislam Yahya Efendi, Leskofcali Mustafa Galib Bey, Hersekli Arif Hikmet Bey
* Son Asır Türk Müellifleri
* Osmanlı Tarihi
İnal, Osmanlı tarihinin ve kültürün önemli bir kısmını gün ışığına çıkaran, büyük bir bilim insanıdır. Eserleri, günümüzde de Osmanlı araştırmacıları tarafından başvuru kaynağı olarak kullanılmaktadır.
**Son Sadrazamlar**, Osmanlı Devleti’nin son döneminde görev yapmış 12 sadrazamın biyografilerini içeren bir eserdir. Eser, İbnülemin Mahmut Kemal İnal tarafından yazılmış ve ilk olarak 1940-1953 yılları arasında 14 fasikül olarak yayımlanmıştır. Daha sonra, 1982 yılında Dergah Yayınları tarafından 4 cilt olarak yeniden yayımlanmıştır.
Eser, Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki siyasi ve sosyal olayların yanı sıra, bu dönemde görev yapmış sadrazamların kişisel hayatlarını da ele alır. İnal, eserde, sadrazamların doğumları, eğitimleri, siyasi kariyerleri ve ölümleri hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Ayrıca, sadrazamların devlet yönetimindeki rollerini ve bu dönemde yaşanan önemli olayları da değerlendirir.
**Son Sadrazamlar**, Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki siyasi ve sosyal hayatı anlamanın önemli bir kaynağıdır. Eser, sadrazamların kişisel hayatlarını ve devlet yönetimindeki rollerini derinlemesine inceleyerek, bu dönemin önemli bir dönemini aydınlatmaktadır.
Eserin önemli özellikleri şunlardır:
* Osmanlı Devleti’nin son döneminde görev yapmış 12 sadrazamın biyografilerini içermektedir.
* Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki siyasi ve sosyal olayları da ele almaktadır.
* Sadrazamların kişisel hayatlarını ve devlet yönetimindeki rollerini derinlemesine incelemektedir.
Eser, tarihçiler, siyaset bilimciler ve Osmanlı tarihiyle ilgilenen herkes için önemli bir kaynaktır.
********************
Ali Emiri Efendi
Ali Emiri Efendi, 1857 yılında Diyarbakır’da doğdu. İlk eğitimini Diyarbakır’da Sülükiyye Medresesi’nde tamamladı. Amcası Fethullah Feyzi Efendi’den Farsça dersleri aldı.
1878 yılında İstanbul’a geldi ve memuriyet hayatına başladı. 1892 yılında Meclis-i Mebusan’a Diyarbakır mebusu olarak seçildi. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra da mebus olarak görevine devam etti.
Ali Emiri Efendi, bir yandan memuriyet hayatına devam ederken, diğer yandan da araştırma ve yazma faaliyetlerine de devam etti. Özellikle Türk dili ve edebiyatı tarihi alanında yaptığı çalışmalarla büyük bir ün kazandı.
Ali Emiri Efendi’nin en önemli eseri, 1915 yılında bir tesadüf sonucu sahaflardan satın aldığı ve Millet Kütüphanesi’ne bağışladığı Divânu Lügati’t-Türk adlı eserdir. Bu eser, bilinen en eski Türkçe sözlüktür. Ali Emiri Efendi, bu eseri bulup kültür hayatına kazandırmasıyla Türk dili ve edebiyatı araştırmalarında önemli bir dönüm noktası yaratmıştır.
Ali Emiri Efendi’nin diğer önemli eserleri arasında şunlar yer alır:
* Osmanlı Doğu Vilayetleri
* Cevâhirü’l-mülûk
* Mir’âtü’l-fevâ’id fî terâcimi meşâhîri Âmid
* Yemen hatıratı
Ali Emiri Efendi, 23 Ocak 1924 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Mezarı, Fatih Camii Haziresi’ndedir.
Ali Emiri Efendi, Türk kültür ve edebiyatı tarihinin önemli isimlerinden biridir. Özellikle Divânu Lügati’t-Türk’ü bulup kültür hayatına kazandırmasıyla büyük bir hizmette bulunmuştur. Eserleri, günümüzde de Türk araştırmacıları tarafından başvuru kaynağı olarak kullanılmaktadır.
Osmanlıda gayri Müslimlere devlette hangi görevler veriliyor ve hangi görevler verilmiyordu?
Osmanlı Devleti, çok uluslu ve çok dinli bir devletti. Bu nedenle, gayrimüslimlere de devlette önemli görevler verilmiştir. Gayrimüslimlere verilen görevler, genel olarak şu şekilde sıralanabilir:
* **Ticaret ve sanayi: ** Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nde ticaret ve sanayinin önemli bir kısmını kontrol ediyorlardı. Bu nedenle, gayrimüslimlere ticaret ve sanayi alanında önemli görevler verilmiştir. Örneğin, gayrimüslimler, tüccar, sanayici, banker, vergi tahsildarı, gümrük komiseri gibi görevlerde bulunabiliyorlardı. * **Eğitim ve kültür: ** Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nde eğitim ve kültür alanında da önemli bir yere sahipti. Bu nedenle, gayrimüslimlere eğitim ve kültür alanında da önemli görevler verilmiştir. Örneğin, gayrimüslimler, öğretmen, yazar, şair, filozof, bilim insanı gibi görevlerde bulunabiliyorlardı. * **Hukuk ve adalet: ** Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nde hukuk ve adalet alanında da önemli görevler üstlenebiliyorlardı. Bu nedenle, gayrimüslimlere hukuk ve adalet alanında da önemli görevler verilmiştir. Örneğin, gayrimüslimler, yargıç, avukat, hukukçu gibi görevlerde bulunabiliyorlardı.
Ancak, gayrimüslimlere verilmeyen bazı görevler de vardı. Bu görevler, genellikle devlet yönetiminin en üst düzeyindeki görevlerdi. Örneğin, gayrimüslimler, sadrazam, vezir, kadı, molla gibi görevlerde bulunamıyordu.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin devlette görev almaları, “millet sistemi” adı verilen bir sistemle düzenlenmiştir. Bu sistemde, gayrimüslimler, kendi dinlerine göre örgütlenmiş ve yönetilmişlerdir. Gayrimüslimlerin kendi dinlerine göre örgütlenmeleri, onların devlette görev almalarını kolaylaştırmıştır.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin devlette görev almaları, Osmanlı’nın çok uluslu ve çok dinli bir devlet olduğunun bir göstergesidir. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin dini hoşgörüsüne de işaret etmektedir.
@@@@@@@@
Osmanlıda gayri Müslimlerin devletteki ve toplumdaki statüsü ne idi?
Osmanlı Devleti, çok uluslu ve çok dinli bir devletti. Bu nedenle, gayrimüslimler de Osmanlı Devleti’nde önemli bir yere sahipti.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin devletteki ve toplumdaki statüsü, “millet sistemi” adı verilen bir sistemle düzenlenmiştir. Bu sistemde, gayrimüslimler, kendi dinlerine göre örgütlenmiş ve yönetilmişlerdir. Gayrimüslimlerin kendi dinlerine göre örgütlenmeleri, onların devlette görev almalarını ve toplumda önemli bir yere sahip olmalarını kolaylaştırmıştır.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin devletteki statüsü, genel olarak şu şekilde özetlenebilir:
* **Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nin “tebaa”sıydı. Bu, gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’nin bir parçası olduğu ve Osmanlı Devleti’nin koruması altında olduğu anlamına geliyordu. * **Gayrimüslimler, kendi dinlerine göre örgütlenmişti. Bu, gayrimüslimlerin kendi dinlerine göre kanunlara tabi olduğu ve kendi dinlerine göre yönetildiği anlamına geliyordu. * **Gayrimüslimler, devlette önemli görevler alabiliyordu. Örneğin, gayrimüslimler, tüccar, sanayici, banker, vergi tahsildarı, gümrük komiseri, öğretmen, yazar, şair, filozof, bilim insanı gibi görevlerde bulunabiliyordu.
Ancak, gayrimüslimlerin devlette görev alabilmeleri için bazı sınırlamalar vardı. Örneğin, gayrimüslimler, sadrazam, vezir, kadı, molla gibi görevlerde bulunamıyordu.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin toplumdaki statüsü de genel olarak iyiydi. Gayrimüslimler, kendi dinlerine göre ibadetlerini özgürce yapabiliyorlardı. Gayrimüslimlerin dini kurumları ve mülkleri korunuyordu. Gayrimüslimler, ticaret ve sanayide önemli bir yere sahipti.
Ancak, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, gayrimüslimlerin toplumdaki statüsü bazı olumsuz gelişmeler gösterdi. Örneğin, II. Abdülhamid döneminde, gayrimüslimlerin hakları bazı kısıtlamalara tabi tutuldu. Ayrıca, I. Dünya Savaşı sırasında, gayrimüslimlerin bir kısmı tehcir edildi.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin devletteki ve toplumdaki statüsü, Osmanlı Devleti’nin dini hoşgörüsüne ve çok uluslu ve çok dinli bir devlet olmasına işaret etmektedir.
@@@@@@@@
Osmanlıda gayri Müslimler devlet tarafından ne kadar tanınıyor ve ne gibi vazifeler veriliyordu?
Osmanlı Devleti, çok uluslu ve çok dinli bir devletti. Bu nedenle, gayrimüslimler de Osmanlı Devleti’nde önemli bir yere sahipti. Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nin “tebaa”sıydı. Bu, gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’nin bir parçası olduğu ve Osmanlı Devleti’nin koruması altında olduğu anlamına geliyordu.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin devletteki statüsü, “millet sistemi” adı verilen bir sistemle düzenlenmiştir. Bu sistemde, gayrimüslimler, kendi dinlerine göre örgütlenmiş ve yönetilmişlerdir. Gayrimüslimlerin kendi dinlerine göre örgütlenmeleri, onların devlette görev almalarını ve toplumda önemli bir yere sahip olmalarını kolaylaştırmıştır.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlere verilen vazifeler, genel olarak şu şekilde sıralanabilir:
* **Ticaret ve sanayi: ** Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nde ticaret ve sanayinin önemli bir kısmını kontrol ediyorlardı. Bu nedenle, gayrimüslimlere ticaret ve sanayi alanında önemli vazifeler verilmiştir. Örneğin, gayrimüslimler, tüccar, sanayici, banker, vergi tahsildarı, gümrük komiseri gibi vazifelerde bulunabiliyorlardı. * **Eğitim ve kültür: ** Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nde eğitim ve kültür alanında da önemli bir yere sahipti. Bu nedenle, gayrimüslimlere eğitim ve kültür alanında da önemli vazifeler verilmiştir. Örneğin, gayrimüslimler, öğretmen, yazar, şair, filozof, bilim insanı gibi vazifelerde bulunabiliyorlardı. * **Hukuk ve adalet: ** Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nde hukuk ve adalet alanında da önemli görevler üstlenebiliyorlardı. Bu nedenle, gayrimüslimlere hukuk ve adalet alanında da önemli vazifeler verilmiştir. Örneğin, gayrimüslimler, yargıç, avukat, hukukçu gibi vazifelerde bulunabiliyorlardı.
Ancak, gayrimüslimlere verilmeyen bazı vazifeler de vardı. Bu vazifeler, genellikle devlet yönetiminin en üst düzeyindeki vazifeleriydi. Örneğin, gayrimüslimler, sadrazam, vezir, kadı, molla gibi vazifelerde bulunamıyordu.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin devlette görev almaları, Osmanlı’nın çok uluslu ve çok dinli bir devlet olduğunun bir göstergesidir. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin dini hoşgörüsüne de işaret etmektedir.
Özetle, Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, devlet tarafından tanınmış ve önemli vazifeler üstlenmişlerdir. Gayrimüslimlerin devlette görev almaları, Osmanlı Devleti’nin dini hoşgörüsünün bir göstergesidir.
Amerika Birleşik Devletleri, kurulduğundan bu yana iki büyük iç savaş yaşadı. İlki, 1861-1865 yılları arasında gerçekleşen Amerikan İç Savaşıydı. Bu savaş, köleliğin kaldırılması ve Amerikan Birleşik Devletleri’nin geleceği konusundaki anlaşmazlıklardan kaynaklandı. Savaşın sonunda, Birlik güçleri Güney’i yendi ve kölelik kaldırıldı.
İkinci iç savaş, 1960’larda sivil haklar hareketi sırasında meydana geldi. Bu savaş, ırksal eşitlik için mücadele eden siyahiler ile beyazların haklarına karşı çıkan beyazlar arasındaydı. Savaş, siyahların oy verme, eğitim ve istihdam gibi temel haklara sahip olmasını sağladı.
Bu iç savaşların her ikisi de Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihini ve gelişimini şekillendirdi. Amerikan İç Savaşı, köleliğin kaldırılmasına ve Amerikan Birleşik Devletleri’nin sağlamlaştırılmasına yol açtı. Sivil haklar hareketi, ırksal eşitlik için önemli kazanımlar elde etti ve Amerika Birleşik Devletleri’ni daha demokratik bir ülke haline getirdi.
@@@@@@@@
ABD’yi yıkıma götürecek sebepler nelerdir?
Amerika Birleşik Devletleri’ni yıkıma götürebilecek birçok faktör var. Bu faktörler arasında şunlar yer alır:
* **Ekonomik çöküş: ** Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en büyük ekonomisine sahiptir. Ancak, ekonomi çökerse, bu ülkeyi önemli ölçüde zayıflatacaktır. Bu, sosyal huzursuzluk, siyasi istikrarsızlık ve hatta iç savaşa yol açabilir.
* **Sosyal bölünme: ** Amerika Birleşik Devletleri, son yıllarda önemli bir sosyal bölünme yaşadı. Bu bölünme, siyaset, din, ırk ve kültür gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanıyor. Sosyal bölünme devam ederse, ülkeyi iç savaşa veya hatta bir parçalanmaya götürebilir.
* **Siyasi istikrarsızlık: ** Amerika Birleşik Devletleri, uzun bir siyasi istikrar geçmişine sahiptir. Ancak, son yıllarda siyasi istikrarsızlık arttı. Bu, siyasi kutuplaşma, aşırılık ve hatta şiddet artmasına yol açtı. Siyasi istikrarsızlık devam ederse, bu ülkeyi otoriterliğe veya hatta bir diktatörlüğe götürebilir.
* **Dış tehditler: ** Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en güçlü ülkelerinden biridir. Ancak, dış tehditler, ülkeyi savunmasız bırakabilir. Bu tehditler arasında şunlar yer alır: * **Askeri saldırı: ** Bir düşman ülkenin Amerika Birleşik Devletleri’ne askeri saldırısı, ülkeyi yıkıma götürebilir. * **Terör saldırıları:** Terör saldırıları, büyük kayıplara ve maddi hasara neden olabilir. Bu, ülkeyi istikrarsızlaştırabilir ve iç savaşa yol açabilir. * **Ekonomik yaptırımlar: ** Ekonomik yaptırımlar, ülke ekonomisini çökertebilir. Bu, sosyal huzursuzluk ve siyasi istikrarsızlığa yol açabilir.
Bu faktörler, Amerika Birleşik Devletleri’ni yıkıma götürebilecek potansiyele sahiptir. Ancak, bu faktörlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini söylemek zor. Amerika Birleşik Devletleri, güçlü bir ülkedir ve bu faktörleri atlatabilir. Ancak, bu faktörlerin ciddiye alınması ve önlenmesi için önlemler alınması önemlidir.
@@@@@@@@
ABD de ne gibi iç çatlaklıklar oluşmaktadır?
Amerika Birleşik Devletleri, son yıllarda önemli bir iç bölünme yaşadı. Bu bölünme, siyaset, din, ırk ve kültür gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanıyor.
**Siyaset**
Amerika Birleşik Devletleri’nde siyaset, son yıllarda giderek daha kutuplaştı. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki ayrım, giderek daha derinleşti. Bu kutuplaşma, siyasi istikrarsızlığa ve hatta şiddete yol açtı.
**Din**
Amerika Birleşik Devletleri, çok dinli bir ülkedir. Ancak, son yıllarda dini bölünme arttı. Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki ayrım, giderek daha belirgin hale geldi. Bu bölünme, sosyal huzursuzluğa ve hatta şiddete yol açtı.
**Irk**
Amerika Birleşik Devletleri, bir kölelik geçmişine sahiptir. Bu geçmiş, günümüzde de ırksal eşitsizliklere yol açmaktadır. Siyahlar ve beyazlar arasındaki ayrım, giderek daha belirgin hale geldi. Bu ayrım, sosyal huzursuzluğa ve hatta şiddete yol açtı.
**Kültür**
Amerika Birleşik Devletleri, çok kültürlü bir ülkedir. Ancak, son yıllarda kültürel bölünme arttı. Geleneksel Amerikalı değerler ile modern Amerikalı değerler arasındaki ayrım, giderek daha belirgin hale geldi. Bu ayrım, sosyal huzursuzluğa ve hatta şiddete yol açtı.
Bu iç çatlaklıklar, Amerika Birleşik Devletleri’ni yıkıma götürebilecek potansiyele sahiptir. Ancak, bu çatlaklıkların önlenmesi için önlemler alınabilir. Bu önlemler arasında şunlar yer alır:
* **Siyasi kutuplaşmayı azaltmak için önlemler almak:** Bu önlemler arasında, siyasi diyalogu teşvik etmek, siyasi liderleri uzlaşmaya teşvik etmek ve siyasi şiddeti önlemek için önlemler almak yer alır. * **Dini hoşgörüyü teşvik etmek:** Bu önlemler arasında, dini eğitim ve farkındalığı artırmak, dini ayrımcılığı önlemek için önlemler almak ve dini şiddeti önlemek için önlemler almak yer alır. * **Irksal eşitliği sağlamak:** Bu önlemler arasında, ırksal ayrımcılığı önlemek için önlemler almak, ırksal eşitlik için fırsatlar yaratmak ve ırksal şiddeti önlemek için önlemler almak yer alır. * **Kültürel çeşitliliği kucaklamak:** Bu önlemler arasında, kültürel farkındalığı artırmak, kültürel ayrımcılığı önlemek için önlemler almak ve kültürel şiddeti önlemek için önlemler almak yer alır.
Bu önlemlerin alınması, Amerika Birleşik Devletleri’nin iç çatlaklıkları azaltmasına ve daha istikrarlı ve birleşik bir ülke olmasına yardımcı olabilir.
@@@@@@@@
ABD’nin çöküşü Türkiye gibi bazı devletlerin yükselişine sebep olur mu?
Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, Türkiye gibi bazı devletlerin yükselişine neden olabilir. Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en büyük ekonomisine, askeri gücüne ve siyasi etkisine sahip bir ülkedir. Bu nedenle, çöküşü dünya düzeninde önemli bir değişime neden olacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, aşağıdaki nedenlerle Türkiye gibi bazı devletlerin yükselişine neden olabilir:
* **Ekonomik fırsatlar: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, küresel ekonomide bir boşluk yaratacaktır. Bu boşluğu doldurmak isteyen Türkiye gibi ülkeler, ekonomik fırsatlar elde edebilirler. [Image of Türkiye haritası] * **Siyasi güç: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, küresel siyasi güç dengesini değiştirecektir. Bu değişim, Türkiye gibi ülkelere daha fazla siyasi güç elde etme fırsatı verebilir. * **Askeri güç: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, küresel askeri güç dengesini de değiştirecektir. Bu değişim, Türkiye gibi ülkelere daha fazla askeri güç elde etme fırsatı verebilir.
Ancak, Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, Türkiye gibi bazı devletlerin yükselişine de engel olabilir. Bu engeller arasında şunlar yer alır:
* **Ekonomik kriz: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, küresel ekonomide bir krize neden olabilir. Bu kriz, Türkiye gibi ülkeleri de ekonomik olarak olumsuz etkileyebilir. * **Siyasi istikrarsızlık: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, küresel siyasi istikrarsızlığı artırabilir. Bu istikrarsızlık, Türkiye gibi ülkeleri de siyasi olarak olumsuz etkileyebilir. * **Askeri tehditler: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, küresel güvenlik ortamını değiştirebilir. Bu değişim, Türkiye gibi ülkeleri de askeri tehditlere daha açık hale getirebilir.
Sonuç olarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşü, Türkiye gibi bazı devletlerin yükselişine veya düşüşüne neden olabilir. Bu durumun net etkisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin çöküşünün şekline ve hızına bağlı olacaktır.
@@@@@@@
ABD de ırkçılık ne seviyede ve siyahilere Kızılderililerin durumu nedir?
Amerika Birleşik Devletleri’nde ırkçılık, ülkenin kuruluşundan beri var olan ve hala devam eden bir sorundur. Irkçılık, ırk temelinde ayrımcılık, önyargı ve nefret anlamına gelir. Irkçılık, Amerikan toplumunun her alanında varlığını sürdürüyor.
**Siyahilere karşı ırkçılık**, Amerika Birleşik Devletleri’nde en yaygın görülen ırkçılık türüdür. Siyahiler, kölelik, Jim Crow yasaları ve modern zamanlarda polis şiddeti dahil olmak üzere yüzyıllardır ırkçılık ve ayrımcılıkla karşı karşıya kaldılar.
Siyahiler, Amerika Birleşik Devletleri’nde eşit fırsatlara erişimden yoksundurlar. Siyahlar, beyazlara göre daha düşük ücret alıyor, daha az eğitim görüyor ve daha az iş fırsatına sahip. Siyahlar ayrıca, hapishanede daha fazla zaman geçirme ve polis şiddetine maruz kalma olasılıkları daha yüksek.
**Kızılderililere karşı ırkçılık**, Amerika Birleşik Devletleri’nde daha az yaygın olsa da yine de önemli bir sorundur. Kızılderililer, Amerika’nın yerli halklarıdır ve yüzyıllardır Amerikan hükümeti tarafından ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalmışlardır.
Kızılderililer, Amerika Birleşik Devletleri’nde eşit fırsatlara erişimden yoksundurlar. Kızılderililer, beyazlara göre daha düşük ücret alıyor, daha az eğitim görüyor ve daha az iş fırsatına sahip. Kızılderililer ayrıca, hapishanede daha fazla zaman geçirme ve polis şiddetine maruz kalma olasılıkları daha yüksek.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ırkçılık, Amerikan toplumunun her alanında varlığını sürdüren karmaşık bir sorundur. Irkçılık, Amerika’nın eşitlik ve adalet ideallerine meydan okuyor.
@@@@@@@@
ABD de Müslümanların durumu nedir? Bir baskı uygulanmakta mıdır?
Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip altıncı ülkedir. 2022 itibariyle, ülkede yaklaşık 3,85 milyon Müslüman yaşamaktadır. Müslümanlar, Amerika Birleşik Devletleri’nin her yerinde yaşıyorlar ve toplumun her alanında aktif rol alıyorlar.
Ancak, Müslümanlar, Amerika Birleşik Devletleri’nde dini ayrımcılık ve nefret söylemi ile karşı karşıya kalıyorlar. 11 Eylül saldırıları ve daha sonraki terör saldırıları, Müslümanlara yönelik nefret söylemi ve şiddetin artmasına neden oldu.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve nefret söylemi aşağıdaki şekillerde kendini gösteriyor:
* **İş yerinde ayrımcılık: ** Müslümanlar, işverenlerince işe alınma, terfi edilme veya işten çıkarılma gibi konularda ayrımcılığa maruz kalıyorlar.
* **Eğitimde ayrımcılık:** Müslümanlar, eğitim kurumlarında ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Örneğin, Müslümanların başörtüsü takmasına izin verilmemesi veya Müslüman öğrencilere yönelik nefret söylemi.
* **Polis şiddeti: ** Müslümanlar, polis şiddetine maruz kalma olasılıkları daha yüksek.
* **Nefret söylemi:** Müslümanlar, nefret söylemine maruz kalıyorlar. Örneğin, Müslümanlara karşı tehditler, hakaretler veya saldırılar.
Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, Müslümanlara yönelik ayrımcılığı ve nefret söylemini azaltmak için adımlar atıyor. Örneğin, 2010 yılında, Adalet Bakanlığı, Müslümanları hedef alan nefret suçlarına karşı bir kılavuz yayınladı. Ancak, bu adımlar yeterli değil ve Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve nefret söylemi devam ediyor.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Müslümanlar, dini ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele etmek için çeşitli çalışmalar yürütüyorlar. Örneğin, Müslüman sivil toplum kuruluşları, Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve nefret söylemi hakkında farkındalık yaratmak için çalışıyorlar. Ayrıca, Müslüman liderler, hükümet yetkilileri ile görüşerek Müslümanlara yönelik ayrımcılığı ve nefret söylemini azaltmak için çalışıyorlar.
@@@@@@@
ABD de ekonomik durum nedir? Bu ABD’nin çökmesine sebep olur mu?
Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi, dünyanın en büyük ekonomisidir. 2023 yılı itibarıyla, nominal GSYİH’si 26,949 trilyon dolar ve kişi başına düşen GSYİH’si 80,412 dolar olarak tahmin edilmektedir.
Ancak, Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi, son yıllarda bazı zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu zorluklar arasında şunlar yer alır:
* **Yüksek enflasyon: ** Amerika Birleşik Devletleri’nde enflasyon, son yıllarda önemli ölçüde arttı. 2023 yılı itibarıyla, yıllık enflasyon oranı yüzde 7,5’tir. Bu, son 40 yılın en yüksek enflasyon oranıdır. Yüksek enflasyon, tüketicilerin satın alma gücünü azaltıyor ve işletmelerin maliyetlerini artırarak kar marjlarını düşürüyor. * **Faiz oranlarının artışı: ** Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası (Fed), enflasyonu kontrol altına almak için faiz oranlarını artırdı. Fed, 2023 yılı içinde faiz oranlarını 1,5 puan artırdı ve 2024 yılı içinde faiz oranlarını daha da artırmayı planlıyor. Faiz oranlarının artması, işletmelerin ve tüketicilerin borçlanma maliyetlerini artıracak ve ekonomiyi yavaşlatabilir. * **Soğuyan küresel ekonomi: ** Küresel ekonomi, son yıllarda yavaşlama eğilimindedir. Bu, Amerika Birleşik Devletleri ekonomisini de olumsuz etkileyebilir.
Bu zorluklar, Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin çökmesine neden olabilir mi? Bu sorunun kesin bir cevabı yok. Ancak, bu zorlukların ekonomiyi önemli ölçüde yavaşlatabileceği ve işsizliği artırabileceği açıktır. Bu durum, sosyal huzursuzluğa ve siyasi istikrarsızlığa neden olabilir.
Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin çökmesini önlemek için, hükümetin ve özel sektörün bu zorluklara karşı gerekli önlemleri alması önemlidir. Bu önlemler arasında, enflasyonu kontrol altına almak için politikalar uygulamak, faiz oranlarını yavaşça ve kademeli olarak artırmak ve küresel ekonomi ile daha güçlü ilişkiler kurmak yer alır.
@@@@@@@@
ABD de hukuk sistemi nasıl işlemekte ve işletilmektedir?
Amerika Birleşik Devletleri hukuk sistemi, federalizm ilkesine dayanır. Bu ilkeye göre, federal hükümet ve eyalet hükümetleri, kendi yetki alanlarına sahip iki ayrı hükümettir. Federal hükümet, egemenliği elinde bulunduran ve tüm ülkeyi kapsayan üst düzey hükümettir. Eyalet hükümetleri ise, federal hükümetin yetki alanında olmayan konularda yetki sahibidir.
Amerika Birleşik Devletleri hukuk sistemi, iki ana bölümden oluşur: federal hukuk sistemi ve eyalet hukuk sistemi.
**Federal hukuk sistemi**, federal hükümetin yetki alanına giren konularda uygulanan hukuktur. Bu konular arasında, vergilendirme, ticaret, yabancı ilişkiler ve anayasanın yorumlanması yer alır. Federal hukuk sistemi, federal yasalarla, federal mahkeme kararlarıyla ve federal anayasa ile oluşur.
**Eyalet hukuk sistemi**, eyalet hükümetlerinin yetki alanına giren konularda uygulanan hukuktur. Bu konular arasında, aile hukuku, miras hukuku, ceza hukuku ve eyalet anayasasının yorumlanması yer alır. Eyalet hukuk sistemi, eyalet yasalarıyla, eyalet mahkeme kararlarıyla ve eyalet anayasasıyla oluşur.
Amerika Birleşik Devletleri hukuk sistemi, **çekişmeli adalet** sistemine dayanmaktadır. Bu sistemde, taraflar arasındaki anlaşmazlık, bir mahkeme tarafından karara bağlanır. Mahkemeler, tarafların iddialarını dinler ve kanıtları değerlendirerek bir karar verir.
Amerika Birleşik Devletleri hukuk sisteminde, **jüri** önemli bir rol oynar. Ceza davalarında, jüri, sanığın suçlu olup olmadığını belirler. Hukuk davalarında ise, jüri, davanın sonucunu belirler.
Amerika Birleşik Devletleri hukuk sistemi, **savunma hakları**na büyük önem verir. Bu haklar arasında, adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü hakkı ve suçsuzluk karinesi yer alır.
Amerika Birleşik Devletleri hukuk sistemi, dünyanın en karmaşık hukuk sistemlerinden biridir. Bu sistem, federalizm, çekişmeli adalet, jüri ve savunma hakları gibi temel ilkeler üzerine kuruludur.
@@@@@@@@
ABD’deki eyaletlerin durumu ve özellikleri nelerdir?
Amerika Birleşik Devletleri, 50 eyalet ve bir federal bölgeden oluşan bir federal cumhuriyettir. Her eyalet, kendi yasama organına, yürütme organına ve yargı organına sahip özerk bir yönetim birimidir.
Eyaletler, nüfus, ekonomi, coğrafya ve kültür gibi çeşitli faktörlere göre farklılık gösterir. Nüfus bakımından en büyük eyaletler Kaliforniya, Teksas, Florida ve New York’tur. Ekonomi bakımından en büyük eyaletler Kaliforniya, Teksas, New York ve Illinois’tir. Coğrafi olarak en büyük eyaletler Alaska ve Texas’tır. Kültürel olarak en çeşitli eyaletler California, New York ve Florida’dır.
Eyaletler, federal hükümetle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin temelini oluşturur. Eyaletler, federal hükümetin yetki alanında olmayan konularda yetki sahibidir. Bu konular arasında, eğitim, sağlık hizmetleri, ulaşım ve çevre koruma yer alır.
Eyaletler, Amerika Birleşik Devletleri’nin kültürel çeşitliliğine de katkıda bulunur. Her eyaletin kendine özgü bir kültürü vardır. Bu kültür, eyaletlerin tarihi, coğrafyası ve nüfusu gibi faktörlerden etkilenir.
İşte Amerika Birleşik Devletleri’nin bazı eyaletlerinin özellikleri:
* **Kaliforniya: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük ve en kalabalık eyaletidir. Kaliforniya, Hollywood, San Francisco ve Los Angeles gibi dünyaca ünlü şehirlere ev sahipliği yapmaktadır. Kaliforniya, teknoloji, eğlence, tarım ve turizm gibi sektörlerde lider bir eyalettir.
* **Teksas: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin ikinci en büyük ve en kalabalık eyaletidir. Teksas, Houston, Dallas ve San Antonio gibi büyük şehirlere ev sahipliği yapmaktadır. Teksas, petrol, gaz, tarım ve turizm gibi sektörlerde lider bir eyalettir.
* **Florida: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin üçüncü en büyük ve en kalabalık eyaletidir. Florida, Miami, Tampa ve Orlando gibi popüler tatil yerlerine ev sahipliği yapmaktadır. Florida, tarım, turizm ve emeklilik gibi sektörlerde lider bir eyalettir.
* **New York: ** Amerika Birleşik Devletleri’nin en kalabalık altıncı eyaletidir. New York, New York şehri, Buffalo ve Albany gibi şehirlere ev sahipliği yapmaktadır. New York, finans, medya, moda ve kültür gibi sektörlerde lider bir eyalettir.
Rabbimiz ne fırsatlar sunar kuluna cennete vesile olsun diye “Anayı babayı emanet eder evladına cenneti kazanmak için, evlat verir Rızasına vesile için, mal verir, belki vermez imtihan eder. Lakin insan nefsine uyar dünyaya dalar bu fırsatları kaçırır. Sonra bu fırsatlara acımaz üzülmez de Dünyalık fırsatları kaçırdığına üzülüyor. Ne kadar tuhaf değil mi.
Daha nice tuhaflıklar var ki aynen öğrencinin sınav olacağı derse değil de başka derse çalışması gibi üstümüze vazife olmayan mahşerde bize sorulmayacak nice şeylere, işlere ömrümüzü verirken Rabbimizin verdiği esas vazifeleri unutuyoruz. Ana baba için en güzel yatırım HAYIRLI EVLAT YETİŞTİRMEK iken, dünyaya dalan rabbini tanımayan, İslami yaşantısı olmayan evlatlar yetişiyor, sonuç bu dünyada sahipsiz itilen kakılan ana babalar. Ahirette şikâyet ve hesaplaşma.
Hemen her insan zamandan, halinden, içtimai hayattan şikayetçi. Sadece şikayetçiyiz ama bu olumsuzlukların ıslahı için neler yapabiliyoruz. EMRİ BİL MARUF NEHYİ ANİL MÜNKERİ ne kadar yapabiliyoruz. Zamanın sahibi rabbimize ahiretimize ne kadar zaman ayırabiliyoruz.24 saatin ne kadarını dünyaya ne kadarını ahirete ayırıyoruz. Bu soruların kendimize sormalıyız. RABBİMİZ HAYRUL HALEF OLACAK NESİLLER YETİŞTİRMEK NASİP ETSİN ÇOCUKLARIMIZI ŞİKAYETÇİ DEĞİL ŞEFAATÇİ EYLESİN.
MÜCADELECİ ZORA TALİP ECDADIN KOLAYCI VE RAHATA DÜŞKÜN TORUNLARI
Ecdadımız; Göçebe Bozkır hayatının şartları gereği hep mücadeleci, yürekli, cesur azimli, zora talip olmuş bu sayede güçlü devletler, cihanşümul medeniyetler kurmuşlar. Gerek barış zamanında gerek savaş zamanında hiç kolaya, basite kaçmamış rahatlarını düşünmemişlerdir. Eğer rahatlarını düşünselerdi maddi manevi zirveye çıktıkları dönemlerde saraydan çıkmaz huzurlu bir hayat sürerlerdi. Ama onlar hep ileriyi, nesillerini ve Nizamı alemi Kızıl elmayı düşündükleri hep bir hedefleri olduğu için imkanları varken bile rahata kolaya kaçmamışlar. İklimin en zor şartlarında 1 metre karda -40 derecede vatan için bayrak için gelecek neslin rahat ve huzuru için, NİZAMI ALEM için mücadele etmişler, Rabbimiz de onlara yardım itmiş Nusret vermiş inayet etmiş Mansur ve muzaffer eylemiş.
Gerek İslam öncesi gerek İslami dönemde Ecdat kendi rahatlarını değil Milletin, Ümmetin, İnsanlığın rahatını düşündükleri için en büyük hazzı huzuru bunda bulmuşlar. Çocuklarını da bu amaç ve niyet üzere yetiştirmiş Rahatı çalışmak ve mücadelede görmüşler. Çekirdekten hep kolaya değil zora talip olan Milletimiz çocuklarını da böyle yetiştirdiği için gözleri arkada kalmamış gelecekten ümit beslemiş birbiri ardına sağlam dinamik çalışkan kolaya kaçmayan zoru seçen nesiller yetiştirmişler. İslam’ı seçtikleri günden itibaren zaten özlerinde var olan çalışkanlık mücadelecilik özellikleri gelişmiş bu sayede güçlü devlet güçlü millet ortaya çıkmış. Rabbimizin “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” emrine uymuşlar vazifede öne geçmiş ücret dağıtımında geride kalmış, herkes arkadaşını kardeşini komşusunu nefsine tercih etmiştir. “Bilenle bilmeyen bir olur mu?” emrini iyi anlamış hayatına yansıtmış Bilimde medeniyette hep önde olmuşlardır.
Bu özelliklerimizi erdemlerimizi öğrenen Batı devletleri Müslüman Türkü zafere ve verimli sonuca götüren etkenlerin temelinde bu vasıflarımızın olduğunu keşfedince XIX. YY dan itibaren bu özelliklerimizi yok etmek rahatına nefsine enesine düşkün bir toplum oluşturmak için çok planlı çalıştılar, casuslar gönderdiler eneyi uyandırmaya nefsi harekete geçirip üstün kılmaya başladılar. Avrupa’daki modernleşme bizi maalesef çok kötü vurdu. Modernleşmeyi zevk ve sefa da görmeye başlayınca çalışmalar ve hedefler de ona göre şekillendi. Önceleri Vatan için Millet için DİN için canını feda eden gençlik zevk ve sefa peşinde koşmaya başladı. İbadethaneler boşaldı, eğlence yerleri tıklım tıklım doldu.
Çağın hastalığı olan rahat ve refah içinde yaşamaya öyle alıştık ki daha çok kazanmak, daha çok dünyalık elde etmeye yöneldik. Bu da öyle çalışmakla olmayınca kolaydan ve çok kazanmak isteyen bir gençlik ortaya çıktı. Tabi ki bu gençlik gökten inmedi bizim eserimiz. Rabbimiz onları AHSEN-İ TAKVİM üzere yarattı ama biz öyle yaşatamadık yetiştiremedik. Çok kazanmak bol harcamak lüks yaşamak hedefleri modern devlet anlayışının bir sonucu olarak büyüklerin kötü örnek olması sonucu ortaya çıktı, yeni nesil bu yarışta büyüklerini de geçti. Eğitimcilerimiz Din adamlarımız bu konuda yeterli eğitimi veremeyip iyi bir ROL MODEL OLAMAYINCA VE OLUMSUZLUKLAR GÖRÜLMEYİP ülfet teşkil edince umursamazlık olunca tehlike daha da büyüdü.
Televizyonda Röportaj yapılıyor; “Nasıl bir iş istersin” sorusuna ekser çoğunluk kolay ve çok para kazanılan iş istiyor. Oysa Kişiye çalıştığının karşılığı vardır, her işe ihtiyaç var İŞTE LİYAKAT çok güzel bir sünnet, Verilen her nimet ALLA’IN RIZASINI KAZANMAYA VESİLE ancak yeni nesil hep dünyalık ve kolay kazanma ve rahat peşinde. İşin başka boyutu girilen işte ne kadar insan özverili, gayretli çalışıyor ve helalinden kazanıyor. Tabi ki bütün bu olumsuzluklar başta ana baba Öğretmenler, din adamları ve tüm toplumun suçu. Çocuk ve genç büyüklerini takip ediyor söylenenden çok yaşanana bakıyor. Ana-Baba çocuklarını umumiyetle sekülerizmin etkisiyle dünyalık yetiştirmeye çalışıyor. Bediüzzaman’ın çok güzel tespitiyle kırılacak cam parçaları ilerde verilecek elmaslara, hazır bir lokma bal, ahiretteki batmanlarca bala tercih ediliyor. “Aman çocuklar üşümesin, aç kalmasın, hepsine birer ev alayım, Yağmurda ıslanmasın, dersini çalışsın, başka iş yapmasın, hava soğuk İstiklal marşını içerde söyleyelim, dünyaya bir daha mı gelecek çocuğum yesin içsin eğlensin” diyerek tembel hazırcı dayanıksız metanetsiz çıt kırıldım nesiller yetiştirdik. Tabi sonucunda ihtiyarlayınca analar babalar yalnız bakıma muhtaç, hatta küçükken kreşlere verdiği çocukları da onlar yaşlanınca “ben bakamam” deyip huzur evine verilmeye başladı. Çocukken sağlam bir dini eğitim verilemediği ahiret inancı yerleştirilemediği için elim sonuçlar ortaya çıktı.
Bütün bu olumsuzluklarda kurtulmanın çaresi çok kolay; Önce kendimiz sonra çocuklarımıza sağlam ve doğru din eğitimi almalı, Rabbimizin marziyatı, Peygamberimizin sünneti iyi kavranmalı. Çünkü “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur, huzur bulur” Gerçek ve daimî huzur ancak İslam ahlakındadır. Öte yandan “yersiz acıma gücü” kontrol edilmeli, yanlış kullanılan acıma duygusuyla çocuklar tecrübesiz dayanıksız, metanetsiz bırakılmamalı. Çocuklarımıza ve talebelere örnek hayat sergilenmeli yaşayarak mücadele çaba gayret öğretilmeli. Tarihimiz iyi öğrenilmeli. İnşallah yeni nesil atalarını iyi tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç ve azim bulacaktır.
Rabbim çocuklarımızı bizlere göz aydınlığı ve Hayrul-halef ve ahirette şefaatçi eylesin, şikayetçi yapmasın ona göre çocuk yetiştirmeyi nasip eylesin.
İngiliz’i ABD’si, İsrail’i Avrupalısı hepsi birden başta Türkiye ve İslam ülkeleri olmak üzere algı, tehdit ve korku ile yönetiyor.
Şimdiye kadar Afganistan ve Talibanı kadın kesen, Türkiye’yi şeriat geldiğinde baş kesen ve kadınların zorla başını kapatan, Filistin’i Gazze’yi ve Hamas’ı zorba ve terörist ilan eden tavırlarıyla, tüm İslam ülkelerini mimleyerek öcü olarak göstermiş, Müslümanları ve İslamiyet’i adeta terörle eşleştirmiş ve eleştirmiştir. Bugün bir bir ve tek tek oyunları açığa çıkıyor, maske düşüyor. Her şeylerini muhaliflerinin ve İslam’ın korkusu üzerine bina ettiler. Kendilerini yıkılmaz ve her şeyden haberdar bir heyula gösterirken, kartondan ve şişirilen balondan ibaret olup fos çıktığını göstermiştir. Kendisi için hazırladığı bu güya meşru zeminler zulmünü arttırmış, bu zulmüyle sonunu hazırlamıştır. Akıttığı kanda boğulacaktır. Zulüm kaleleri bir bir çöküyor. Çökmeye de devam edecektir. Kurtlanmış gövde çürümüş, içten yıkılışını da hızlandırmaktadır. Bir yüz yıl daha Ortadoğu’yu şekillendirmeye çalışan Batı dünyası, yıkılışıyla kendi içinde şekillenecektir. Batı ve Haçlı güruhu iki çürük temel üzerine oturmuştur; madde ve maddi menfaatler ile beraber, Sefahat ve fuhuş. Çürük ve çürüyen temelin çatırtı sesleri duyulmaktadır.
-Rusya’yı nasıl ki Kominizim ve inançsızlık bitirdiyse, batıyı da fuhuş ve Sefahat bitirecek ve çökertecektir.
Araştırmacılardan yazar Martin Wazlawik, bu rakamların buzdağının sadece görünen yüzü olabileceğine dikkat çekti.[1]
Almanya’daki Protestan Kilisesi’nde 1946’dan bu yana 9 bin 355 çocuğun ve gencin cinsel istismara uğramış olabileceği iddia edildi.
-Trump’tan Kan Donduran Ortadoğu İtirafı! Batının gerçek yüzünü göstermektedir.[2]
”ABD’nin son yaşanan gelişmelerle yeniden Orta Doğu’ya girdiğini ifade eden Trump daha önce “9 trilyon dolar harcadık, bizim tarafımız da dahil olmak üzere milyonlarca insanı öldürdük.” dedi.
İşte Trump’ın o sözleri;
Terörün ülkemize girmesini engellemek istiyorduk ama bunu yapmak istemediğim için bu konuda konuşamıyordum. Ve ertesi gün bir şey oldu. Böylece 4 yıl boyunca ağzımı bu konuda kapalı tuttum. Ama şimdi her zaman bu konu hakkında konuşuyorum. Hiç saldırıya uğramadık. Dünya ticaret merkezimiz yoktu. Gördüğünüz gibi saldırılar olmadı ve kesinlikle diğer ülkelerdeki gibi saldırılara sahip olmadık.
“ORTA DOĞU’YA YENİDEN DAHİL OLUYORUZ”
Ve bu arada şimdi Orta Doğu’ya tekrar dahil oluyoruz. Bakın neler oluyor. Siz de dahil oluyorsunuz. İşte yine Orta Doğu’ya gidiyoruz. 9 trilyon dolar harcadık, bizim tarafımız da dahil olmak üzere milyonlarca insanı öldürdük. Onların tarafı milyonlarda insan, 9 trilyon… Hiçbir şey. Ölümümüz var, kanımız var, hiçbir şeyimiz yok. Ve dedikleri gibi kanımızı ve hazinemizi harcadık. Kanımızı ve hazinemizi harcadık. Ve Kanımız hazinemizden daha önemli. O zaman bu bir utanç. DEAŞ’ı yenmem utanç verici. Haklısın. Bunu söylediğin için teşekkür ederim. Haklısın. ben de ona geliyordum. Ama o çok iyi. Çok zekidir. Bu taraftan. Teşekkür ederim. Başardık. DEAŞ’ın canına okuduk. Dört ila beş yıl sürmesi gerekiyordu fakat biz dört ayda hallettik. [3]
******************
Hariçte Batı yani Hristiyan ve Yahudiler kanla besleniyor. Haçlı Savaşlarından birinci, ikinci ve eşiğinde olduğumuz üçüncü dünya savaşları gibi.
Dahilde de İran Kerbela’dan başlatılan göz yaşlarını kullanarak, Şeyh iken Şah olan, Şah İsmail’in Safevi istilâsından, günümüzün yayılmacılığına giden Şia yayılmacılığı, hariçteki kanla, dahildeki göz yaşını aynı noktada birleştirdi.
Topa beraber girdiler, açıktan paslaşmaya başladılar.
Bizdeki 15 Temmuza varan işgal hareketi, bu kan ve göz yaşının ortak hareketidir.
İran sürekli Hz. Ömer ve Yavuz Sultan Selim düşmanlığını canlı tutmuş ve bunu işletmiştir.
Çünkü önlerindeki en büyük engel bu olmuştur.
Hatta keşke Müslüman olmasaydık, Sasani olarak kalsaydık sözüne kadar.
İran sürekli vitrine başta büyük şeytan olarak ABD ve İsrail’i koyarken, art arda ve arka planda başka şeyleri saklar ve gizli tutar.
İsrail ve ABD ortaklığıyla ve ABD tarafından öldürülen ve Kahraman olan Kasım Süleymani ABD ve İsraillilerin değil, milyonlarca Müslümanın akıtılan kanını taşımaktadır.
Ortadoğu’da akıtılan kanlar da İran’ın da parmağı vardır.
Dünden beri süre gelen Şia yayılmacılığı, bugünde hala canlı tutulmaktadır.
İran büyük şeytan saydığı ABD düşmanlığı ile iyi pirim yapıyor.
Bizde bile, 1970’ lerde ve özellikle 1979 Humeyni’nin Fransa’dan Fransız özel uçağıyla İran’ın başına geçirilmesiyle hayranları ve taraftarları arttı.
O zamandan beri o muhabbet devam etti.
-İran hem fikir bazında temsil edilirken hem de siyasete 1970’ den deri İslamcı görünümlü bir partinin fikir ve düşüncesi doğrultusunda varlığını sürdürmektedir.[4]
Siyasi bir partinin destek olma ve İran’dan yana tavır koyma iddiası düşünülmelidir.[5]
-Uğur Mumcu Suikastının Sır Perdesi 30 Yıl Sonra Aralandı! Karakuş Paşa İlk Kez Anlattı!
Ve bunun İsrail’den gelen 4 kişilik bir ekibin yaptığını ve bunların Mersin’e geldiği ve vurduktan sonrada Esenboğa havaalanında pasaport kontrolünden geçmeden gittiklerini ifşa etti.[6]
Oysa bunu İran’ın yaptığı söylenerek böylece İran üzerinden her zaman olduğu gibi fitili ateşlemekti.[7]
********************
Sözüm İran ve onun uzun kollu silahlı gücü olan Hizbullah değil belki içimizdeki Hizbullah muhibbi olanlara bir sorgulama ve fikir eksersizi amaçlı olarak sorarım;,
Gerçekten Hizbullah İslami mücadele mi veriyor?
Başta İsrail ve ABD olmak üzere onlarla söz düellosunun dışında nasıl mücadele ediyor?
İsrail yüz günü aşkın süredir Gazze’de 30 binden fazla çocuk, kadın, yaşlı demeden öldürüp, 60 binden fazla insanı yaralayıp, her türlü ihtiyacını engellerken ne gibi yardımda bulundu?
Hamas’ın safında mücadele etti mi?
Yoksa İsrail kendi Hizbullah’ın içinde barınan Hamasın iki numaralı adamını vururken koruyamadığı gibi, ciddi bir tepkide bulundu mu?
Orta doğuda kirli bir oyunun ve ateşin içerisine çekilmekteyiz.
Şeytan sadece soldan değil, sağdan da gelmekte ve saldırmaktadır.
İran o kadar İsrail’e bağırır ve onu düşman ilan ederken, İsrail’e değil, Pakistan’a saldırıyor, Ermenistan’a destek oluyor, PKK’nın İran kolu Pejak’a destekte bulunuyor.
Büyük şeytan olarak nitelendirdiği ABD’ye bile, eski ABD başkanı Trump’ın ifadesiyle, İran Cumhurbaşkanının kendisini aradığını ve kendisine yapılan saldırılara karşı halkına moral vermek için bazı ABD üstlerine bomba atıp ancak korkmayın zarar vermeyeceğiz dediğini ifşa etti.
-Artık tilkiler, çakallar, kurtlar, yabani hayvanlar içerisinde büyüyen Arslan yavruları büyüdü, kendini gördü ve kendi farkına vardı.
Koyunlar içerisinde olan aslan yavruları da kuzu olduğu telkin edilirken kuzu olmadığının kükremesiyle farkına vardı, çakalların kaçmasıyla gücünü gördü.
Yeniçeriler kuruluşu nasıl ve kimlerden oluşmuş ve de nasıl gelişip sonuçlanmıştır?
Yeniçeriler, Osmanlı İmparatorluğu’nda padişaha bağlı Kapıkulunun en büyük birimiydi. Kesin kuruluş tarihi bilinmese de on dördüncü yüzyılın son yarısında I. Murad döneminde (1362-1389) kurulduğu kabul edilir.
Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunun temel nedeni, Osmanlıların Rumeli’deki ilk istilasında bu bölgede daimi ve muvazzaf bir orduya ihtiyaç duymalarıydı. Bu ihtiyaç, Bizans İmparatorluğu’ndan alınan Gelibolu’da ilk olarak 1000 kişilik bir birlik halinde karşılanmaya çalışıldı. Bu birlik, 9-12 yaşlarında, Hristiyan ailelerden alınan ve Müslümanlaştırılan çocuklardan oluşuyordu.
Yeniçeriler, düzenli ve disiplinli bir eğitimden geçirilerek, Osmanlı ordusunun en önemli unsurlarından biri haline geldiler. Savaşlarda büyük başarılar elde eden Yeniçeriler, Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemesinde önemli bir rol oynadılar.
Yeniçeriler, kuruluşundan itibaren zamanla güçlenerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve sosyal yaşamında önemli bir konuma geldiler. Bu durum, Yeniçeri Ocağı’nın giderek bozulmasına ve 1826 yılında II. Mahmut tarafından kaldırılmasına yol açtı.
**Yeniçerilerin kuruluşu**
Yeniçerilerin kuruluşu ile ilgili kesin bir tarih bilinmemekle birlikte, 1362 yılında I. Murad döneminde Gelibolu’da 1000 kişilik bir birlik halinde kurulduğu kabul edilir. Bu birlik, Bizans İmparatorluğu’ndan alınan ve Müslümanlaştırılan çocuklardan oluşuyordu.
Yeniçerilerin kuruluşunda etkili olan faktörler şunlardır:
* Osmanlıların Rumeli’deki fetihlerinin hızlanması ve bu bölgede daimi ve muvazzaf bir orduya ihtiyaç duyulması
* Yeniçerilerin, savaşlarda elde ettikleri başarılar sayesinde Osmanlı ordusunda önemli bir konuma gelmesi
**Yeniçerilerin yapısı**
Yeniçeriler, 9-12 yaşlarında, Hristiyan ailelerden alınan ve Müslümanlaştırılan çocuklardan oluşuyordu. Bu çocuklar, devşirme olarak adlandırılıyordu. Devşirmeler, öncelikle Gelibolu’da bulunan Acemi Ocaklarında eğitim görüyorlardı. Acemi Ocağındaki eğitim süresi 5-6 yıl sürüyordu. Acemi Ocağı’ndan mezun olan devşirmeler, Yeniçeri Ocağına alınıyordu.
Yeniçeriler, düzenli ve disiplinli bir eğitimden geçiriliyordu. Bu eğitimde, savaş taktikleri, silah kullanma, dini eğitim ve ahlak eğitimi yer alıyordu.
Yeniçeriler, sarık, şalvar, ceket ve çizme giyiyordu. Sarıklarının üzerinde, Yeniçeri Ocağı’nın simgesi olan tuğra bulunuyordu.
**Yeniçerilerin gelişimi ve sonuçları**
Yeniçeriler, kuruluşundan itibaren Osmanlı ordusunun en önemli unsurlarından biri haline geldiler. Savaşlarda büyük başarılar elde eden Yeniçeriler, Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemesinde önemli bir rol oynadılar.
Yeniçeriler, zamanla güçlenerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve sosyal yaşamında önemli bir konuma geldiler. Bu durum, Yeniçeri Ocağı’nın giderek bozulmasına ve 1826 yılında II. Mahmut tarafından kaldırılmasına yol açtı.
Yeniçerilerin kaldırılması, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve siyasi yapısında önemli bir dönüm noktası oldu. Yeniçerilerin yerine kurulan Nizam-ı Cedid ordusu, daha modern bir yapıya sahipti ve Yeniçeriler ‘den daha başarılı oldu.
Yeniçeriler, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kuruluşundan kaldırılmasına kadar geçen yaklaşık 500 yıllık süreçte, Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişinde ve gerilemesinde önemli bir rol oynamışlardır.
@@@@@@@@@
Osmanlıda gayrı Müslimlerin hukuki durumu ve de yaşantıları nasıldı?
Osmanlı Devleti, gayrimüslimlere oldukça geniş bir hoşgörü ve tolerans göstermiştir. Gayrimüslimlerin, kendi dinlerini ve geleneklerini serbestçe yaşamalarına izin veriliyordu. Ayrıca, kendi meclisleri, mahkemeleri ve okulları vardı.
**Hukukî durum**
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, “zimmi” olarak adlandırılıyordu. Zimmiler, İslam hukukuna göre, Müslüman olmayan vatandaşlara verilen bir statüydü. Zimmilere, bazı kısıtlamalar olmakla birlikte, birçok hak ve hürriyet tanınıyordu.
Zimmilerin sahip olduğu haklar ve hürriyetlerden bazıları şunlardır:
* Hayat, mal ve ırz güvenliği
* Kendi dinlerini ve geleneklerini serbestçe yaşama hakkı
* Kendi meclisleri, mahkemeleri ve okulları kurma hakkı
* Vergi ödeme yükümlülüğü
**Yaşam tarzları**
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin yaşam tarzları, Müslümanlarla oldukça benzerdi. Gayrimüslimler, kendi dinlerini ve geleneklerini serbestçe yaşamalarına rağmen, genel olarak Osmanlı toplumunun bir parçası olarak kabul ediliyorlardı.
Gayrimüslimlerin meslekleri, Müslümanlarla benzerdi. Gayrimüslimler, ticaret, zanaat, bilim ve sanat gibi alanlarda önemli bir rol oynamışlardır.
Gayrimüslimlerin yaşadığı mahalleler, genellikle Müslümanların yaşadığı mahallelerden ayrı olurdu. Ancak, bu mahalleler, Müslümanların yaşadığı mahallelerle oldukça yakın ilişkiler içerisindeydi.
**Örnek**
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin yaşadığı en önemli şehirlerden biri olan İstanbul’da, gayrimüslimlerin yaşadığı mahalleler, genellikle “mahalle-i ehl-i kitap” olarak adlandırılırdı. Bu mahallelerde, gayrimüslimlerin kendi kiliseleri, sinagogları ve camileri bulunurdu.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin hukuki durumu ve yaşantıları, oldukça hoşgörülü ve toleranstı. Gayrimüslimlerin, kendi dinlerini ve geleneklerini serbestçe yaşamalarına izin veriliyordu. Ayrıca, kendi meclisleri, mahkemeleri ve okulları vardı.
@@@@@@@
Osmanlıda yaşayan gayrı Müslimlerin Osmanlı hakkındaki intibaları nelerdir?
Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimlerin Osmanlı hakkındaki intibaları, genel olarak olumludur. Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nin kendilerine geniş bir hoşgörü ve tolerans gösterdiğini düşünüyorlardı. Kendi dinlerini ve geleneklerini serbestçe yaşamalarına izin veriliyordu. Ayrıca, kendi meclisleri, mahkemeleri ve okulları vardı.
Gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nin bir parçası olmaktan memnuniyet duyuyorlardı. Osmanlı Devleti’nin, diğer devletlere göre daha adil ve hakkaniyetli olduğunu düşünüyorlardı.
Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimlerin Osmanlı hakkındaki intibalarını gösteren bazı örnekler şunlardır:
* 16. yüzyılda yaşamış olan Ermeni tarihçi Krikor Anavarzatlı, Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere tanıdığı haklar ve hürriyetlerden övgüyle söz eder. Anavarzatlı, Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere, kendi dinlerini ve geleneklerini serbestçe yaşama hakkı tanıyan tek devlet olduğunu belirtir.
* 17. yüzyılda yaşamış olan Rum tarihçi Panayotis N. Apostolidis, Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere karşı uyguladığı adalet ve hakkaniyeti övgüyle söz eder. Apostolidis, Osmanlı Devleti’nin, gayrimüslimlere karşı ayrımcılık yapmadığını ve onları kendi topraklarında birer vatandaş olarak gördüğünü belirtir.
* 18. yüzyılda yaşamış olan Yahudi tarihçi Joseph ha-Kohen, Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere tanıdığı hakların, diğer devletlere göre daha geniş olduğunu belirtir. ha-Kohen, Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere, kendi meclisleri, mahkemeleri ve okulları kurma hakkı tanıdığını ve bu hakların gayrimüslimlerin refahı için önemli olduğunu belirtir.
Sonuç olarak, Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nin kendilerine geniş bir hoşgörü ve tolerans gösterdiğini düşünüyorlardı. Kendi dinlerini ve geleneklerini serbestçe yaşamalarına izin veriliyordu. Ayrıca, kendi meclisleri, mahkemeleri ve okulları vardı. Bu durum, gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’ne olan bağlılığını ve memnuniyetini artırıyordu.
@@@@@@
Gayrı Müslimlerin Osmanlıya isyan ve ihanetler olmuş mudur? Sebepleri nelerdir?
Evet, Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler tarafından isyanlar ve ihanetler olmuştur. Bu isyan ve ihanetlerin sebepleri, çeşitli faktörlere dayanmaktadır.
**Siyasi nedenler**
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, genellikle azınlık durumundaydılar. Bu durum, zaman zaman gayrimüslimlerde ayrımcılık ve baskı hissi yaratabiliyordu. Bu hisler, gayrimüslimlerin isyan ve ihanet girişimlerine yol açabiliyordu.
Örneğin, 16. yüzyılda Rumeli’de çıkan bazı isyanlar, gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti’nin kendilerine karşı ayrımcılık yaptığını iddia etmelerinden kaynaklanmıştır.
**Ekonomik nedenler**
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, genellikle ekonomik açıdan dezavantajlı durumdaydılar. Bu durum, gayrimüslimlerde hoşnutsuzluk yaratabiliyordu. Bu hoşnutsuzluk, gayrimüslimlerin isyan ve ihanet girişimlerine yol açabiliyordu.
Örneğin, 18. yüzyılda bazı bölgelerde çıkan isyanlar, gayrimüslimlerin ekonomik sıkıntılar yaşadığını iddia etmelerinden kaynaklanmıştır.
**Dinî nedenler**
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler, genellikle Müslüman çoğunluğun baskısı altındaydılar. Bu baskı, gayrimüslimlerde dinî hassasiyetlerin artmasına yol açabiliyordu. Bu hassasiyetlerin artması, gayrimüslimlerin isyan ve ihanet girişimlerine yol açabiliyordu.
Örneğin, 19. yüzyılda bazı bölgelerde çıkan isyanlar, gayrimüslimlerin dinî özgürlüklerinin kısıtlandığını iddia etmelerinden kaynaklanmıştır.
**Dış güçlerin etkisi**
Osmanlı Devleti’nin düşmanları, genellikle gayrimüslimleri isyan ve ihanet girişimlerine teşvik ediyorlardı. Bu teşvikler, gayrimüslimlerin isyan ve ihanet girişimlerinin artmasına yol açıyordu.
Örneğin, 19. yüzyılda Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nin topraklarında yaşayan gayrimüslimleri isyan ve ihanet girişimlerine teşvik ediyorlardı.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler tarafından yapılan isyanlar ve ihanetler, genellikle kısa sürede bastırılmıştır. Ancak, bu isyanlar ve ihanetler, Osmanlı Devleti’nin iç huzurunu ve istikrarını olumsuz yönde etkilemiştir.
@@@@@@@
Gayrı Müslimlerin Osmanlıda ticari durumları nasıl ve ne üzerine idi?
Osmanlı Devleti, gayrimüslimlere oldukça geniş bir hoşgörü ve tolerans göstermiştir. Bu hoşgörü ve toleransın bir yansıması olarak, gayrimüslimler, Osmanlı Devleti’nde ticaret alanında önemli bir rol oynamışlardır.
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin ticari faaliyetleri, çeşitli alanlara yayılmıştı. Bu alanlar arasında, iç ticaret, dış ticaret, zanaat ve sanayi sayılabilir.
**İç ticaret**
Osmanlı Devleti’nde iç ticaret, gayrimüslimler tarafından büyük ölçüde yürütülüyordu. Gayrimüslim tüccarlar, Osmanlı Devleti’nin iç kesimlerinde, çeşitli malların ticaretini yapıyorlardı. Bu mallar arasında, gıda, tekstil, hayvancılık ürünleri, madenler ve diğer ürünler sayılabilir.
**Dış ticaret**
Osmanlı Devleti, güçlü bir deniz imparatorluğu olması nedeniyle, dış ticarette de önemli bir rol oynamıştır. Bu dış ticarette, gayrimüslim tüccarlar önemli bir rol oynamışlardır. Gayrimüslim tüccarlar, Osmanlı Devleti’ni, Avrupa, Asya ve Afrika’daki diğer ülkelerle bağlayan ticaret yollarını kontrol ediyorlardı.
**Zanaat ve sanayi**
Osmanlı Devleti’nde zanaat ve sanayi, gayrimüslimler tarafından da önemli bir rol oynamıştır. Gayrimüslim zanaatkarlar, çeşitli zanaat dallarında faaliyet gösteriyorlardı. Bu zanaat dalları arasında, kuyumculuk, halıcılık, dokumacılık, dericilik, madencilik ve diğer zanaat dalları sayılabilir.
**Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin ticari faaliyetlerinin gelişmesinde etkili olan faktörler şunlardır:**
* Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere tanıdığı geniş haklar ve hürriyet
* Osmanlı Devleti’nin geniş bir coğrafyaya yayılmış olması
* Osmanlı Devleti’nin güçlü bir deniz imparatorluğu olması
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlerin ticari faaliyetleri, Osmanlı Devleti’nin ekonomisine önemli katkı sağlamıştır. Bu katkı, Osmanlı Devleti’nin zenginleşmesinde ve güçlenmesinde önemli bir rol oynamıştır.