İNSANLAR SESİNİ BİLE DUYMAZKEN, O NEFESİNİ VE NEFSİNİ …
İNSANLAR SESİNİ BİLE DUYMAZKEN, O NEFESİNİ VE NEFSİNİ …[1]
İnsanlar Sesini Bile Duymazken, O Nefesini ve Nefsini…
İnsan, dünya sahnesinde bir yolcudur. Kimi zaman gürültülü kalabalıkların içinde kaybolur, kimi zaman sessizliğin derinliklerinde kendini arar. Çoğu insan, çevresindeki seslere odaklanır; alkışlar, övgüler, tenkitler veya dedikodular… Oysa insanın en derin hakikati, sesinin dışarıda yankılanmasından değil, iç dünyasında duyduğu sesten anlaşılır. Peki, insanlar sesimizi bile duymazken, biz nefesimizi ve nefsimizi kime ve nasıl duyurmalıyız?
Nefesin Şükrü ve Zikri
İnsan her an nefes alır ama çoğu zaman farkında bile olmaz. Oysa her nefes, Allah’ın insana verdiği bir nimettir ve geri verilmeyecek bir emanettir. İmam Gazâlî der ki:
“Her nefes, iki şükür gerektirir. Çünkü biri girdiği için, diğeri çıktığı için bir nimettir.”
Bu yüzden mutasavvıflar, nefesi gafletle değil, zikirle alıp vermeyi öğütlemişlerdir. “La ilahe illallah” zikri, nefesin doğasıyla uyumludur; “la ilahe” derken nefes verilir, “illallah” derken alınır. İşte nefesin şükrü, onu Allah’ı anarak harcamaktır.
Fakat dünya hayatında insanlar, genellikle bu nefesi boş ve anlamsız sözlerle tüketirler. Dedikodu, yalan, kibir, öfke… Bunlar, nefesin ve zamanın israfıdır. İnsanlar seni duymaz, anlamaz, belki de önemsemez. Ama Allah her nefesi kaydeder. O hâlde, nefesimizi insanlara duyurmaya çalışmak yerine, Allah’a yöneltmek gerekmez mi?
Nefsin Fısıltılarını Susturmak
İnsanın içindeki en büyük düşman, nefistir. Nefis, bazen bir övgüyle şişer, bazen bir eleştiriyle daralır. Kalabalıklar içinde kendini göstermeye çalışır, beğenilmek ister, alkışlanmak arzusuna kapılır. Oysa tasavvufta nefsi terbiye etmek, insanın kemâle ermesi için en önemli adımdır. Mevlâna şöyle der:
“Sen de herkes gibi konuşuyorsun, ama sözlerin gönüllere işlemiyor. Çünkü senin sözün, dilden çıkıyor ama gönülden çıkmıyor.”
İnsanlar belki seni duymayacak, sözlerine değer vermeyecek. Ama mesele zaten sesini insanlara duyurmak değil, özünü arındırmak ve Rabbine yaklaşmak değil mi? Nefis, gösterişi sever; oysa ihlas, gizliliği sever. Allah, halis kullarını överken, onların amellerini gösteriş için değil, sırf O’nun rızası için yaptıklarını bildirir:
“Onlar, Rablerinin rızasını kazanmak için sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak infak ederler.” (Rad, 22)
Bu ayet bize şunu gösteriyor: İnsan, iyiliği insanlara göstermek için değil, Allah için yapmalıdır. Kimse duymasa da, kimse bilgilendirmese de, Allah her şeyi bilir ve değerlendirir.
Kalabalıkların İçinde Değil, Huzurun İçinde Olmak
Bugün sosyal medyada ve günlük hayatta insanlar, sesini duyurmak için çaba harcıyor. Daha çok beğeni almak, daha fazla takipçi kazanmak, daha fazla görünür olmak… Oysa asıl mesele, insanların duyduğu ses olmak değil, Allah’ın razı olduğu kul olmaktır.
Hazreti Ömer (r.a.)’ın şu sözü çok anlamlıdır:
“Herkes tarafından bilinmeyen ve bilinmeyi de istemeyen kişi, gerçekten mutlu kişidir.”
İnsanlar seni duymasa da, anlamasa da, küçümsese de… Eğer nefesini boşa harcamıyor, nefsini de terbiye ediyorsan, sen kazanmışsın demektir. Gerçek huzur, insanların arasında olmak değil, Allah’ın huzurunda olmaktır.
Sonuç: Sesin Değil, Hâlin Konuşsun
Sonuç olarak, insanlar seni duymayabilir, sözlerine değer vermeyebilir. Ama önemli olan, senin neyi ve kimi önemsediğindir. Eğer sesini Allah’a duyurabiliyorsan, insanlar seni duymasa da olur. Eğer nefesin, zikrinle bereketleniyorsa, boşa tüketilmiyor demektir. Ve eğer nefsin, seni gösterişe değil, takvaya yönlendiriyorsa, sen kurtuluşa ermişsin demektir.
Ey insan! Sesinin değil, hâlinin konuşmasını sağla. Çünkü ses yankılanır ve kaybolur, ama hâl, Allah katında daima baki kalır…
@@@@@@@@
ALLAH BİZİ VE İSTEKLERİMİZİ, DUA VE DUYGULARIMIZI EZELDE VE EZELDEN DUYDU…
Allah Bizi ve İsteklerimizi Ezelde ve Ezelden Duydu
İnsan henüz doğmadan, hatta dünya yaratılmadan önce Allah Teâlâ, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır. Zamanın ve mekânın ötesinde olan Rabbimiz, bizim dualarımızı, içimizden geçenleri, hissettiklerimizi ezelde ve ezelden duymuştur.
Bu gerçeği kavramak, insanın Allah ile olan bağını derinleştirir. Çünkü dualarımız sadece dudaklarımızdan döküldüğünde değil, henüz içimizde bir his ve arzu olarak belirmeden önce Allah tarafından bilinmiştir. O halde, duanın kabulü için zaman ve şartlardan bağımsız olarak Allah’a güvenmek gerekir.
Ezelde Yazılan ve Ezelden Bilinen Dualar
Kur’an’da Allah şöyle buyurur:
“Dua edin, size icabet edeyim.” (Mü’min, 60)
Dua, insanın fıtratında vardır. Sıkıntıya düştüğümüzde içimizden yükselen o samimi çağrı, aslında Allah’ın bizi kendisine yönlendirdiğinin bir işaretidir. Çünkü Allah, bizi ve dualarımızı yaratmadan önce duamızı bilmiş, içimizden geçecekleri ezelde yazmıştır.
Bu, insan için büyük bir tesellidir. Çünkü bazen dua ederiz ama hemen karşılığını göremeyiz. Oysa Allah, bizim için en hayırlı olanı, en doğru zamanda ve en güzel şekilde nasip edecektir. Mevlâna bu konuda şöyle der:
“Dua ettiğinde kabul edilmedi diye üzülme. Çünkü senin duan ezelden kabul edilmiştir, sadece vakti gelmemiştir.”
Allah Kalpte Gizlenenleri de Bilir
İnsan, bazen içinden geçenleri bile tam olarak kelimelere dökemez. Belki bir huzursuzluk hisseder, belki bir arzu, belki bir özlem… Fakat Allah, kalplerin derinliklerini de bilendir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“O, sizin gizlinizi de açığınızı da bilir ve ne kazanacağınızı da bilir.” (En’âm, 3)
Bu yüzden dua ederken illa ki sesli bir şekilde dile getirmeye gerek yoktur. İçimizde bir niyet, bir istek, bir yakarış varsa, Allah zaten onu işitmiştir. Çünkü O, biz yaratılmadan önce bile bize şahdamarımızdan daha yakındı (Kaf, 16).
Duanın Kabulü ve Zamanı
Bazen insanlar, “Dua ediyorum ama kabul olmuyor” diye düşünürler. Oysa her dua, Allah katında bir karşılık bulur. Fakat bu karşılık bazen hemen gelir, bazen gecikir, bazen de hiç ummadığımız bir şekilde tecelli eder.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), duanın kabulüyle ilgili şöyle buyurur:
“Allah’a dua eden hiçbir kul yoktur ki, Allah ona şu üç şeyden birini vermesin: Ya istediğini hemen verir, ya onu ahirette mükâfat olarak saklar ya da onun günahlarından birini siler.” (Tirmizî, Deavât, 23)
Bu yüzden dua ederken sabırlı olmak gerekir. Çünkü biz duamızı yapmadan önce Allah zaten onun sonucunu bilir ve en hayırlısını bize nasip eder. Bazen istediğimiz bir şey bize hayır getirmeyecektir, bazen de sabretmemiz, olgunlaşmamız ve dua ile içimizi temizlememiz gerekiyordur.
Allah’tan Gelen Her Şey, En Güzel Olandır
Allah’ın bizim dualarımızı ezelde duymuş olması, bizim için büyük bir nimettir. Çünkü O, bizim neye ihtiyacımız olduğunu bizden daha iyi bilir. Biz sadece kısa vadeli arzularımıza odaklanırken, Allah bizim hem dünya hem de ahiret saadetimizi gözetir.
Mevlâna şöyle der:
“Allah sana istediğini değil, senin için en hayırlı olanı verir. Çünkü sen istersin ama göremezsin, O ise görür ve bilir.”
Bu yüzden dua ederken tevekkülle, teslimiyetle ve tam bir güvenle Allah’a yönelmeliyiz. Çünkü bizim dualarımız ezelde kabul edilmiştir, sadece en güzel vakti beklemektedir.
Sonuç: Allah’ı Hatırla, O da Seni Hatırlar
Unutmamak gerekir ki, Allah bizim dualarımızı duyduğu gibi bizden de O’nu anmamızı ister:
“Siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım.” (Bakara, 152)
Biz Allah’a yönelirsek, O da bize rahmetiyle yönelir. Biz duamızı yapıp sonucunu O’na bırakırsak, içimizde huzur buluruz. Çünkü biliriz ki, bizim için en hayırlısını bilen, ezelden beri bizimle olandır…
@@@@@@@
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki ;
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ
“Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.”
Allah Kalplerimize ve Amellerimize Bakar
İnsan, yaratılışı gereği dış dünyaya ve görünene odaklanır. Kimimiz güzelliğimizle, kimimiz malımızla, kimimiz makamımızla bir değer kazanmaya çalışırız. Oysa Resûlullah (s.a.v.) bize çok önemli bir hakikati hatırlatıyor:
“Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33)
Bu hadis, insanın gerçek değerinin surette değil, özde olduğunu vurgular. Allah, bizim şeklimizi, maddi varlığımızı değil; kalbimizi, niyetimizi ve amellerimizi esas alır. O halde biz de kendimizi dış dünyaya değil, iç dünyamıza göre değerlendirmeli, kalbimizi ve niyetlerimizi güzelleştirmeliyiz.
Suret Önemli Değil, Niyet Önemli
İnsanlar birbirlerini suretleriyle değerlendirir. Kim daha güzel? Kim daha zengin? Kim daha başarılı? Oysa bu dünyada bedenler çürür, servetler el değiştirir, makamlar unutulur. Geriye sadece kalpte taşıdığımız niyet ve Allah için yaptığımız ameller kalır.
Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle bildirilmiştir:
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ
“O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler müstesna.” (Şuara, 88-89)
İnsan, Allah’a güzel bir dış görünüşle değil, güzel bir kalple gitmelidir. Çünkü Allah’ın nazarında beden değil, gönül güzelliği önemlidir.
Tasavvuf büyükleri, hep şu soruyu sormuştur: “Dışını süslediğin kadar, içini de süslüyor musun?”
Mevlâna bu gerçeği şöyle anlatır:
“Senin dışın güzel olabilir, ama Allah dışına değil, içine bakar. İçin çirkinken dışının güzel olması ne işe yarar?”
Bu yüzden insan, ruhunu ve ahlakını güzelleştirmek için çaba harcamalıdır.
Allah Surete Değil, Samimiyete Bakar
Bazen insanlar, ibadetleri ve iyilikleri gösteriş için yapar. Fakat Allah, kalpte olanı bildiği için, niyetleri ve samimiyeti esas alır.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçlarından onlara sadece açlık kalır. Nice namaz kılanlar vardır ki, namazlarından onlara sadece yorgunluk kalır.” (İbn Mâce, Sıyam, 21)
Yani bir kişi suret olarak ibadet ediyor olabilir ama eğer kalbi samimi değilse, o ibadet Allah katında değer kazanmaz. Çünkü Allah’ın nazarı şekle değil, kalbe yöneliktir.
Amellerin Değeri İhlasladır
Allah katında değerli olan, yapılan amelin büyüklüğü değil, onun hangi niyetle yapıldığıdır. Bir kişi milyonlarca lira sadaka verebilir, ama eğer bunu gösteriş için yapıyorsa, Allah katında bir değeri olmaz. Öte yandan, bir kişi içten gelen bir samimiyetle bir yetimin başını okşasa, bu Allah’ın nazarında daha değerli olabilir.
Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurur:
“Allah, kulunun yaptığı işe değil, o işteki niyetine bakar.” (Buhârî, İman, 41)
Bu nedenle tasavvuf ehli, ibadetleri kalp huzuruyla yapmayı öğütlemiştir. Riya ve gösterişten uzak bir şekilde, yalnızca Allah için amel etmek gerekir.
Kalbin Güzelliği ve Tasavvufun Önemi
Tasavvufta en büyük hedeflerden biri, kalbi saf ve arınmış hâle getirmektir. Çünkü ancak temiz bir kalp, Allah’ın sevgisine mazhar olabilir.
Mevlâna bu konuda şöyle der:
“Ey insan! Senin dışını herkes görebilir ama içini sadece Allah bilir. O hâlde kalbini temizle ki, Allah’ın nazarı oraya düştüğünde hoş bir manzara bulsun!”
Bir insan, dışını ne kadar süslerse süslesin, eğer kalbi kirliyse Allah katında güzel değildir. O halde, kalbi haset, kibir, riya ve kötü niyetlerden arındırmalı, orayı sevgi, merhamet ve ihlasla doldurmalıyız.
Sonuç: Dışını Değil, İçini Düzelt
Allah, bizi dış görünüşümüzle değil, gönlümüzün temizliği ve amellerimizin samimiyetiyle değerlendirir. O halde biz de kendimizi insanlara beğendirmek için değil, Allah’ın rızasını kazanmak için yetiştirmeliyiz.
Güzellik değil, ahlak önemlidir.
Zenginlik değil, gönül zenginliği kıymetlidir.
Gösteriş değil, samimiyet değerlidir.
İnsanlar dışına bakar, Allah ise içine… Öyleyse dışımızı değil, içimizi düzeltelim!
[1] https://www.youtube.com/watch?v=cjJdK2SVOww