İNSANLAR SESİNİ BİLE DUYMAZKEN, O NEFESİNİ VE NEFSİNİ …

İNSANLAR SESİNİ BİLE DUYMAZKEN, O NEFESİNİ VE NEFSİNİ …[1]


İnsanlar Sesini Bile Duymazken, O Nefesini ve Nefsini…

İnsan, dünya sahnesinde bir yolcudur. Kimi zaman gürültülü kalabalıkların içinde kaybolur, kimi zaman sessizliğin derinliklerinde kendini arar. Çoğu insan, çevresindeki seslere odaklanır; alkışlar, övgüler, tenkitler veya dedikodular… Oysa insanın en derin hakikati, sesinin dışarıda yankılanmasından değil, iç dünyasında duyduğu sesten anlaşılır. Peki, insanlar sesimizi bile duymazken, biz nefesimizi ve nefsimizi kime ve nasıl duyurmalıyız?

Nefesin Şükrü ve Zikri

İnsan her an nefes alır ama çoğu zaman farkında bile olmaz. Oysa her nefes, Allah’ın insana verdiği bir nimettir ve geri verilmeyecek bir emanettir. İmam Gazâlî der ki:

“Her nefes, iki şükür gerektirir. Çünkü biri girdiği için, diğeri çıktığı için bir nimettir.”

Bu yüzden mutasavvıflar, nefesi gafletle değil, zikirle alıp vermeyi öğütlemişlerdir. “La ilahe illallah” zikri, nefesin doğasıyla uyumludur; “la ilahe” derken nefes verilir, “illallah” derken alınır. İşte nefesin şükrü, onu Allah’ı anarak harcamaktır.

Fakat dünya hayatında insanlar, genellikle bu nefesi boş ve anlamsız sözlerle tüketirler. Dedikodu, yalan, kibir, öfke… Bunlar, nefesin ve zamanın israfıdır. İnsanlar seni duymaz, anlamaz, belki de önemsemez. Ama Allah her nefesi kaydeder. O hâlde, nefesimizi insanlara duyurmaya çalışmak yerine, Allah’a yöneltmek gerekmez mi?

Nefsin Fısıltılarını Susturmak

İnsanın içindeki en büyük düşman, nefistir. Nefis, bazen bir övgüyle şişer, bazen bir eleştiriyle daralır. Kalabalıklar içinde kendini göstermeye çalışır, beğenilmek ister, alkışlanmak arzusuna kapılır. Oysa tasavvufta nefsi terbiye etmek, insanın kemâle ermesi için en önemli adımdır. Mevlâna şöyle der:

“Sen de herkes gibi konuşuyorsun, ama sözlerin gönüllere işlemiyor. Çünkü senin sözün, dilden çıkıyor ama gönülden çıkmıyor.”

İnsanlar belki seni duymayacak, sözlerine değer vermeyecek. Ama mesele zaten sesini insanlara duyurmak değil, özünü arındırmak ve Rabbine yaklaşmak değil mi? Nefis, gösterişi sever; oysa ihlas, gizliliği sever. Allah, halis kullarını överken, onların amellerini gösteriş için değil, sırf O’nun rızası için yaptıklarını bildirir:

“Onlar, Rablerinin rızasını kazanmak için sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak infak ederler.” (Rad, 22)

Bu ayet bize şunu gösteriyor: İnsan, iyiliği insanlara göstermek için değil, Allah için yapmalıdır. Kimse duymasa da, kimse bilgilendirmese de, Allah her şeyi bilir ve değerlendirir.

Kalabalıkların İçinde Değil, Huzurun İçinde Olmak

Bugün sosyal medyada ve günlük hayatta insanlar, sesini duyurmak için çaba harcıyor. Daha çok beğeni almak, daha fazla takipçi kazanmak, daha fazla görünür olmak… Oysa asıl mesele, insanların duyduğu ses olmak değil, Allah’ın razı olduğu kul olmaktır.

Hazreti Ömer (r.a.)’ın şu sözü çok anlamlıdır:

“Herkes tarafından bilinmeyen ve bilinmeyi de istemeyen kişi, gerçekten mutlu kişidir.”

İnsanlar seni duymasa da, anlamasa da, küçümsese de… Eğer nefesini boşa harcamıyor, nefsini de terbiye ediyorsan, sen kazanmışsın demektir. Gerçek huzur, insanların arasında olmak değil, Allah’ın huzurunda olmaktır.

Sonuç: Sesin Değil, Hâlin Konuşsun

Sonuç olarak, insanlar seni duymayabilir, sözlerine değer vermeyebilir. Ama önemli olan, senin neyi ve kimi önemsediğindir. Eğer sesini Allah’a duyurabiliyorsan, insanlar seni duymasa da olur. Eğer nefesin, zikrinle bereketleniyorsa, boşa tüketilmiyor demektir. Ve eğer nefsin, seni gösterişe değil, takvaya yönlendiriyorsa, sen kurtuluşa ermişsin demektir.

Ey insan! Sesinin değil, hâlinin konuşmasını sağla. Çünkü ses yankılanır ve kaybolur, ama hâl, Allah katında daima baki kalır…

@@@@@@@@

ALLAH BİZİ VE İSTEKLERİMİZİ, DUA VE DUYGULARIMIZI EZELDE VE EZELDEN DUYDU…

Allah Bizi ve İsteklerimizi Ezelde ve Ezelden Duydu

İnsan henüz doğmadan, hatta dünya yaratılmadan önce Allah Teâlâ, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır. Zamanın ve mekânın ötesinde olan Rabbimiz, bizim dualarımızı, içimizden geçenleri, hissettiklerimizi ezelde ve ezelden duymuştur.

Bu gerçeği kavramak, insanın Allah ile olan bağını derinleştirir. Çünkü dualarımız sadece dudaklarımızdan döküldüğünde değil, henüz içimizde bir his ve arzu olarak belirmeden önce Allah tarafından bilinmiştir. O halde, duanın kabulü için zaman ve şartlardan bağımsız olarak Allah’a güvenmek gerekir.

Ezelde Yazılan ve Ezelden Bilinen Dualar

Kur’an’da Allah şöyle buyurur:

“Dua edin, size icabet edeyim.” (Mü’min, 60)

Dua, insanın fıtratında vardır. Sıkıntıya düştüğümüzde içimizden yükselen o samimi çağrı, aslında Allah’ın bizi kendisine yönlendirdiğinin bir işaretidir. Çünkü Allah, bizi ve dualarımızı yaratmadan önce duamızı bilmiş, içimizden geçecekleri ezelde yazmıştır.

Bu, insan için büyük bir tesellidir. Çünkü bazen dua ederiz ama hemen karşılığını göremeyiz. Oysa Allah, bizim için en hayırlı olanı, en doğru zamanda ve en güzel şekilde nasip edecektir. Mevlâna bu konuda şöyle der:

“Dua ettiğinde kabul edilmedi diye üzülme. Çünkü senin duan ezelden kabul edilmiştir, sadece vakti gelmemiştir.”

Allah Kalpte Gizlenenleri de Bilir

İnsan, bazen içinden geçenleri bile tam olarak kelimelere dökemez. Belki bir huzursuzluk hisseder, belki bir arzu, belki bir özlem… Fakat Allah, kalplerin derinliklerini de bilendir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“O, sizin gizlinizi de açığınızı da bilir ve ne kazanacağınızı da bilir.” (En’âm, 3)

Bu yüzden dua ederken illa ki sesli bir şekilde dile getirmeye gerek yoktur. İçimizde bir niyet, bir istek, bir yakarış varsa, Allah zaten onu işitmiştir. Çünkü O, biz yaratılmadan önce bile bize şahdamarımızdan daha yakındı (Kaf, 16).

Duanın Kabulü ve Zamanı

Bazen insanlar, “Dua ediyorum ama kabul olmuyor” diye düşünürler. Oysa her dua, Allah katında bir karşılık bulur. Fakat bu karşılık bazen hemen gelir, bazen gecikir, bazen de hiç ummadığımız bir şekilde tecelli eder.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), duanın kabulüyle ilgili şöyle buyurur:

“Allah’a dua eden hiçbir kul yoktur ki, Allah ona şu üç şeyden birini vermesin: Ya istediğini hemen verir, ya onu ahirette mükâfat olarak saklar ya da onun günahlarından birini siler.” (Tirmizî, Deavât, 23)

Bu yüzden dua ederken sabırlı olmak gerekir. Çünkü biz duamızı yapmadan önce Allah zaten onun sonucunu bilir ve en hayırlısını bize nasip eder. Bazen istediğimiz bir şey bize hayır getirmeyecektir, bazen de sabretmemiz, olgunlaşmamız ve dua ile içimizi temizlememiz gerekiyordur.

Allah’tan Gelen Her Şey, En Güzel Olandır

Allah’ın bizim dualarımızı ezelde duymuş olması, bizim için büyük bir nimettir. Çünkü O, bizim neye ihtiyacımız olduğunu bizden daha iyi bilir. Biz sadece kısa vadeli arzularımıza odaklanırken, Allah bizim hem dünya hem de ahiret saadetimizi gözetir.

Mevlâna şöyle der:

“Allah sana istediğini değil, senin için en hayırlı olanı verir. Çünkü sen istersin ama göremezsin, O ise görür ve bilir.”

Bu yüzden dua ederken tevekkülle, teslimiyetle ve tam bir güvenle Allah’a yönelmeliyiz. Çünkü bizim dualarımız ezelde kabul edilmiştir, sadece en güzel vakti beklemektedir.

Sonuç: Allah’ı Hatırla, O da Seni Hatırlar

Unutmamak gerekir ki, Allah bizim dualarımızı duyduğu gibi bizden de O’nu anmamızı ister:

“Siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım.” (Bakara, 152)

Biz Allah’a yönelirsek, O da bize rahmetiyle yönelir. Biz duamızı yapıp sonucunu O’na bırakırsak, içimizde huzur buluruz. Çünkü biliriz ki, bizim için en hayırlısını bilen, ezelden beri bizimle olandır…

@@@@@@@

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki ;
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ

“Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.”

Allah Kalplerimize ve Amellerimize Bakar

İnsan, yaratılışı gereği dış dünyaya ve görünene odaklanır. Kimimiz güzelliğimizle, kimimiz malımızla, kimimiz makamımızla bir değer kazanmaya çalışırız. Oysa Resûlullah (s.a.v.) bize çok önemli bir hakikati hatırlatıyor:

“Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33)

Bu hadis, insanın gerçek değerinin surette değil, özde olduğunu vurgular. Allah, bizim şeklimizi, maddi varlığımızı değil; kalbimizi, niyetimizi ve amellerimizi esas alır. O halde biz de kendimizi dış dünyaya değil, iç dünyamıza göre değerlendirmeli, kalbimizi ve niyetlerimizi güzelleştirmeliyiz.

Suret Önemli Değil, Niyet Önemli

İnsanlar birbirlerini suretleriyle değerlendirir. Kim daha güzel? Kim daha zengin? Kim daha başarılı? Oysa bu dünyada bedenler çürür, servetler el değiştirir, makamlar unutulur. Geriye sadece kalpte taşıdığımız niyet ve Allah için yaptığımız ameller kalır.

Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle bildirilmiştir:

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ
“O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler müstesna.” (Şuara, 88-89)

İnsan, Allah’a güzel bir dış görünüşle değil, güzel bir kalple gitmelidir. Çünkü Allah’ın nazarında beden değil, gönül güzelliği önemlidir.

Tasavvuf büyükleri, hep şu soruyu sormuştur: “Dışını süslediğin kadar, içini de süslüyor musun?”

Mevlâna bu gerçeği şöyle anlatır:

“Senin dışın güzel olabilir, ama Allah dışına değil, içine bakar. İçin çirkinken dışının güzel olması ne işe yarar?”

Bu yüzden insan, ruhunu ve ahlakını güzelleştirmek için çaba harcamalıdır.

Allah Surete Değil, Samimiyete Bakar

Bazen insanlar, ibadetleri ve iyilikleri gösteriş için yapar. Fakat Allah, kalpte olanı bildiği için, niyetleri ve samimiyeti esas alır.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçlarından onlara sadece açlık kalır. Nice namaz kılanlar vardır ki, namazlarından onlara sadece yorgunluk kalır.” (İbn Mâce, Sıyam, 21)

Yani bir kişi suret olarak ibadet ediyor olabilir ama eğer kalbi samimi değilse, o ibadet Allah katında değer kazanmaz. Çünkü Allah’ın nazarı şekle değil, kalbe yöneliktir.

Amellerin Değeri İhlasladır

Allah katında değerli olan, yapılan amelin büyüklüğü değil, onun hangi niyetle yapıldığıdır. Bir kişi milyonlarca lira sadaka verebilir, ama eğer bunu gösteriş için yapıyorsa, Allah katında bir değeri olmaz. Öte yandan, bir kişi içten gelen bir samimiyetle bir yetimin başını okşasa, bu Allah’ın nazarında daha değerli olabilir.

Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurur:

“Allah, kulunun yaptığı işe değil, o işteki niyetine bakar.” (Buhârî, İman, 41)

Bu nedenle tasavvuf ehli, ibadetleri kalp huzuruyla yapmayı öğütlemiştir. Riya ve gösterişten uzak bir şekilde, yalnızca Allah için amel etmek gerekir.

Kalbin Güzelliği ve Tasavvufun Önemi

Tasavvufta en büyük hedeflerden biri, kalbi saf ve arınmış hâle getirmektir. Çünkü ancak temiz bir kalp, Allah’ın sevgisine mazhar olabilir.

Mevlâna bu konuda şöyle der:

“Ey insan! Senin dışını herkes görebilir ama içini sadece Allah bilir. O hâlde kalbini temizle ki, Allah’ın nazarı oraya düştüğünde hoş bir manzara bulsun!”

Bir insan, dışını ne kadar süslerse süslesin, eğer kalbi kirliyse Allah katında güzel değildir. O halde, kalbi haset, kibir, riya ve kötü niyetlerden arındırmalı, orayı sevgi, merhamet ve ihlasla doldurmalıyız.

Sonuç: Dışını Değil, İçini Düzelt

Allah, bizi dış görünüşümüzle değil, gönlümüzün temizliği ve amellerimizin samimiyetiyle değerlendirir. O halde biz de kendimizi insanlara beğendirmek için değil, Allah’ın rızasını kazanmak için yetiştirmeliyiz.

Güzellik değil, ahlak önemlidir.

Zenginlik değil, gönül zenginliği kıymetlidir.

Gösteriş değil, samimiyet değerlidir.

İnsanlar dışına bakar, Allah ise içine… Öyleyse dışımızı değil, içimizi düzeltelim!

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=cjJdK2SVOww

Loading

No ResponsesMart 3rd, 2025

ODUN YANINCA KÜL, İNSAN YANINCA KUL OLUR

ODUN YANINCA KÜL, İNSAN YANINCA KUL OLUR[1]

 

Odun yanınca kül olur, insan hak için yanınca kul olur.Yanmayan yakamaz.
Mum erir amma,nuru kalır.
Kar erir ancak rahmet olur.
Buz erir, sermaye tükenir.
Kismetindir gezdiren yer yer seni
Arşa çıksan akıbet yer yer seni
Onun için onun adı yer oldu
Önce besler sonra yer, yer seni.
Toprağın bağrından gelen beden, tekrar toprağa dönüşürken, ulvi alemlerde gelen ruh da, ya daha ulvi alemlere Terakki edip ürün eder, ya da bedeniyle birlikte süfli toprağa karışıp gider.
Hamdım piştim yandım

İnsan, Ateş ve Hakikatin Sırrı

İnsan, yaratılış itibarıyla bir hamur gibi yoğrulmuş, varlık ile yokluk arasındaki sırları çözmek için dünyaya gönderilmiştir. Her varlık gibi o da bir yolculuk içindedir; ancak bu yolculuk sadece fiziksel bir hareket değil, aynı zamanda ruhun arınma ve hakikate ulaşma sürecidir. İnsan, tıpkı odun gibi yanarak kül olabilir ya da mum gibi erirken nur saçabilir. Peki, bu iki durum arasındaki fark nedir?

Yanmanın Hakikati: Odun mu, Mum mu?

Odun yandığında geriye sadece kül kalır. Kül, bir nevi yokluğun ve tükenmişliğin sembolüdür. Oysa mum yandığında ışık saçar, erise bile çevresini aydınlatır. Bu durum, insanın yaşam yolculuğunda nasıl bir yol seçtiğine dair derin bir sembolizmdir.

Kimileri dünya ateşinde yanar, arzularının, tutkularının esiri olur ve geriye yalnızca yokluk kalır. Nefsani hırsların içinde yanan bir insan, tıpkı odun gibi yalnızca kendini tüketir. Ancak aşk ile, hakikat ile, ilahi bir gayeyle yanan insan, mum misali ışık olur. Onun varlığı, kendisinden öteye taşarak insanlığa rehber olur. Mevlânâ’nın dediği gibi:

“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

Mum olmak, hakikate hizmet etmekle mümkündür. Mum, erirken dahi şikâyet etmez; çünkü bilir ki erimek, yok olmak değildir. Yandıkça varlığın zuhuruna sebep olmaktadır. Asıl yokluk, nefsin bencilliğinde boğulmaktır.

Kâr Etmek mi, Rahmet Olmak mı?

Karın erimesi de bir benzetme olarak değerlendirildiğinde, geçici varlıkların nihayetinde bir hayra dönüşmesi gerektiğini öğretir. Kar, eridiğinde su olur; toprak onu emer ve hayat filizlenir. O halde insan da ömrünü boş yere tüketmemeli, dünyadan bir iz bırakmalıdır.

Öyleyse asıl mesele, insanın nasıl bir son ile karşılaşacağıdır. Beden, zamanla yok olup toprağa karışacaktır. Ancak insanın ardında bıraktığı eserler, iyilikler ve hakikat uğruna yaptığı fedakârlıklar kalıcıdır. Yunus Emre’nin şu sözleri bunu özetler:

“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Gel biraz da sen oyalan.”

Dünya malı geçicidir. İnsan, fani olanın peşinden koşarken eğer ruhunu beslemeyi unutursa, sonunda odun gibi yanıp kül olmaktan öteye gidemez.

Kaderin Çarkında İnsan

Kısmet konusuna gelince… Şairin dediği gibi:

“Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Arşa çıksan akıbet yer yer seni.”

İnsan ne kadar yükselirse yükselsin, sonunda kaderinin götürdüğü yere varacaktır. Dünya, insanı önce besler, sonra da yer. Bu kaçınılmaz sondan kurtulmanın tek yolu, dünyayı değil, hakikati kazanmaktır.

Sonunda her insan toprağa dönecektir; ama önemli olan, bu dünyada ne bıraktığıdır. Bir mum gibi yanıp ışık mı saçmıştır, yoksa odun gibi yanıp kül mü olmuştur? İşte asıl ibret burada yatmaktadır.

Sonuç: Hak İçin Yanmak

Hak için yanan insan, kül olmaz; aksine nuru kalır. Bir Mevlânâ, bir Yunus Emre, bir Hacı Bektaş-ı Veli, bedenleri toprak olsa da sözleriyle hâlâ dünyayı aydınlatıyorlar. O halde, insanın en büyük çabası, varlığını hakikat yolunda harcamak olmalıdır.

Bu dünyada her şeyin sonu vardır; ama kalıcı olan, hakikat için yapılan fedakârlıklardır. Mum gibi yanabilmek, rahmet olup insanlığa karışabilmek, işte gerçek kazanç budur.

 1] https://www.youtube.com/watch?v=SlIQWM9ZEpo

Loading

No ResponsesMart 3rd, 2025

FAZİLET-FÜRUŞLUK VE İŞGÜZARLIK

FAZİLET-FÜRUŞLUK VE İŞGÜZARLIK


Fazilet-Füruşluk ve İşgüzarlık: Görünmek mi, Olmak mı?

Toplum içinde sıkça rastlanan ancak çoğu zaman farkına varılmayan iki büyük karakter zaafı vardır: fazilet-füruşluk ve işgüzarlık. Bu kavramlar, faziletin samimiyetten uzak gösterişe dönüşmesini ve kişinin faydasız bir çaba içinde kendini önemli göstermeye çalışmasını anlatır. Oysa insanı değerli kılan şey, sahip olduğu faziletleri sergilemesi değil, onları hazmederek yaşamasıdır.

Fazilet-Füruşluk: Faziletin Ticareti

Fazilet-füruşluk, bir kişinin sahip olduğu (ya da sahip olduğunu iddia ettiği) erdemleri sürekli olarak başkalarına gösterme çabasıdır. Bu tür insanlar, iyilik yaparken bile bunu göz önünde yapmayı tercih ederler. Yardımlarını gizlice yapmak yerine, her fırsatta anlatırlar. Alçakgönüllülükten bahsederken bile kibirli bir şekilde kendilerini överler.

Örneğin, bir kişi sırf başkaları görsün diye hayır kurumlarına bağış yapıyorsa, burada gerçek bir erdemden değil, erdemin sahneye konulmasından söz edebiliriz. Çünkü bu tür insanlar için önemli olan, gerçekten iyi bir insan olmak değil, iyi bir insan olarak tanınmaktır.

Bu tavır, yalnızca bireysel değil, toplumsal çürümenin de habercisidir. Çünkü fazilet-füruşluk arttıkça, samimi iyilik azalır ve toplum, gerçekten dürüst olanları değil, dürüst gibi görünenleri yüceltmeye başlar.

İşgüzarlık: Boş Uğraşmanın Büyük Gösterisi

İşgüzarlık ise kişinin, gereksiz veya yanlış yöntemlerle kendini önemli göstermeye çalışmasıdır. Gerçekten faydalı bir iş yapmak yerine, sanki çok meşgulmüş gibi görünmek için uğraşan kişilerin düştüğü bir tuzaktır. İşgüzarlar, kendi görüşlerini her konuya dayatmaya çalışır, yetkileri olmadığı hâlde karar süreçlerine müdahil olur ve genellikle işleri daha karmaşık hâle getirirler.

Örneğin, bir iş yerinde işgüzar biri, basit bir işi zorlaştırarak kendini vazgeçilmez göstermeye çalışır. Veya bir bürokratta işgüzarlık varsa, insanların işini kolaylaştırmak yerine, gereksiz evraklarla süreci uzatarak kendi varlığını ispatlamaya çalışır.

İşgüzarlık, toplumda verimsizliği artırır ve gerçek iş yapanları yıldırır. Çünkü işgüzar kişiler, gerçekten çalışanların emeğini gölgede bırakır ve sistemin gereksiz yere hantallaşmasına sebep olurlar.

Sonuç: Görünmek Yerine Olmak

Fazilet-füruşluk ve işgüzarlık, bireylerin ve toplumun ruhunu kemiren iki hastalıktır. Oysa gerçek fazilet, gösterişten uzak, samimi bir yaşantıyla kendini belli eder. Ve gerçek iş yapma becerisi, şov yapmadan, gösterişe kapılmadan faydalı olabilmektir.

Bu yüzden, hayatımızda şu soruları sormak önemlidir: Yaptıklarımız gerçekten faydalı mı, yoksa sadece öyle görünmesi için mi çabalıyoruz? İyiliklerimizi sergilemek için mi yapıyoruz, yoksa gerçekten inanarak mı?

Eğer bir toplumda fazilet-füruşluk azalır ve işgüzarlık yerini gerçek üretkenliğe bırakırsa, o toplum ilerler. Aksi hâlde, herkes sadece görünmekle yetinir ve hiçbir şey gerçekten değişmez.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ MÜSLÜMANLARA NE GİBİ ZULÜMLER VE İŞKENCELER YAPILIYOR? MÜSLÜMANLARIN DURUMU NE HALDEDİR?

DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ MÜSLÜMANLARA NE GİBİ ZULÜMLER VE İŞKENCELER YAPILIYOR? MÜSLÜMANLARIN DURUMU NE HALDEDİR?


Doğu Türkistan: Sessiz Çığlık ve İnsanlık Dramı

Doğu Türkistan, zengin kültürel mirası ve stratejik konumuyla tarih boyunca dikkat çeken bir bölge olmuştur. Ancak, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin bölgeyi kontrol altına almasıyla birlikte, Uygur Türkleri ve diğer Müslüman topluluklar sistematik baskı ve asimilasyon politikalarına maruz kalmıştır.

Zulüm ve Baskı Politikaları

Çin yönetimi, Doğu Türkistan’da yaşayan Müslümanlara yönelik çeşitli insan hakları ihlalleri gerçekleştirmektedir. Bu ihlaller arasında keyfi tutuklamalar, toplama kampları, dini ve kültürel kısıtlamalar, zorla çalıştırma ve ailelerin parçalanması gibi uygulamalar bulunmaktadır. Uydu görüntüleri, bölgedeki toplama kamplarının hızla arttığını göstermektedir.

Toplama Kampları ve Asimilasyon

Çin hükümeti, “mesleki eğitim merkezleri” olarak adlandırdığı toplama kamplarında bir milyondan fazla Uygur ve diğer Müslüman azınlık mensubunu alıkoymaktadır. Bu kamplarda, bireyler zorla Çin ideolojisiyle eğitilmekte, dillerini ve dinlerini terk etmeye zorlanmaktadır. Bu durum, uluslararası toplum tarafından kültürel soykırım olarak nitelendirilmektedir.

Dini ve Kültürel Baskılar

Doğu Türkistan’da İslam dini ve Türk kültürü hedef alınarak, camiler yıkılmakta, dini pratikler yasaklanmakta ve Müslüman isimler kullanımı engellenmektedir. Çin hükümeti, İslam’ı kendi ideolojisine uygun hale getirmek için “İslam’ı Çinlileştirme” politikası yürütmektedir.

Uluslararası Tepkiler ve Sessizlik

Uluslararası toplum, Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerine karşı çeşitli tepkiler göstermiştir. Birleşmiş Milletler ve insan hakları örgütleri, Çin’in politikalarını kınamış ve durdurulmasını talep etmiştir. Ancak, Çin’in ekonomik ve siyasi gücü nedeniyle birçok ülke sessiz kalmayı tercih etmektedir.

Sonuç

Doğu Türkistan’da yaşananlar, insanlık vicdanını derinden yaralayan bir trajedidir. Müslüman Uygur Türkleri ve diğer azınlıklar, kimliklerini, inançlarını ve kültürlerini koruma mücadelesi vermektedir. Uluslararası toplumun bu sessiz çığlığa kulak vermesi ve gerekli adımları atması, insanlık onuru ve evrensel değerler adına bir zorunluluktur.

@@@@@@@

Doğu Türkistan’da yaşayan Müslüman Uygur Türkleri, Çin hükümetinin uyguladığı sistematik baskı ve zulüm politikaları nedeniyle büyük bir insanlık dramı yaşamaktadır. Bu durum, uluslararası insan hakları örgütleri ve birçok ülke tarafından da yakından takip edilmektedir.
Çin Hükümetinin Uyguladığı Zulüm ve İşkenceler:
* Toplama Kampları: Milyonlarca Uygur Türkü, “yeniden eğitim kampları” olarak adlandırılan toplama kamplarında zorla tutulmaktadır. Bu kamplarda siyasi ve ideolojik eğitimlere tabi tutulmakta, işkence, kötü muamele ve zorla çalıştırma gibi insanlık dışı uygulamalara maruz kalmaktadırlar.
* Dinî ve Kültürel Baskılar: Uygur Türklerinin dinî inançlarını ve kültürel kimliklerini yaşamaları kısıtlanmaktadır. Camiler yıkılmakta veya kapatılmakta, Kur’an-ı Kerim okumak ve dinî eğitim almak yasaklanmaktadır. Uygur Türkçesi kullanımı engellenmekte, geleneksel kıyafetler giyilmesi yasaklanmaktadır.
* Zorla Çalıştırma: Kamplarda tutulan Uygur Türkleri, fabrikalarda ve tarlalarda zorla çalıştırılmaktadır. Bu durum, modern kölelik olarak nitelendirilmektedir.
* Zorla Kısırlaştırma ve Kürtaj: Uygur kadınları, zorla kısırlaştırma ve kürtaj gibi uygulamalara maruz bırakılmaktadır. Bu durum, Uygur nüfusunun azaltılmasına yönelik bir politika olarak değerlendirilmektedir.
* Gözetim ve Takip: Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türkleri, yüksek teknoloji ürünü gözetim sistemleri ile sürekli olarak takip edilmektedir. Yüz tanıma sistemleri, kameralar ve diğer takip araçları ile insanların her hareketi izlenmektedir.
Müslümanların Durumu:
* Doğu Türkistan’daki Müslümanların durumu oldukça vahimdir. Temel insan hakları ihlal edilmekte, dinî ve kültürel kimliklerini yaşama özgürlükleri ellerinden alınmaktadır.
* Uluslararası toplumun tepkilerine rağmen, Çin hükümeti baskı politikalarını sürdürmektedir. Bu durum, bölgedeki Müslümanların geleceği açısından büyük bir endişe kaynağıdır.
Tarihi ve Düşündürücü Bir Bakış:
* Doğu Türkistan, tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, zengin bir kültürel mirasa sahip bir bölgedir. Ancak, Çin hükümetinin uyguladığı asimilasyon politikaları, bu kültürel mirasın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.
* Uygur Türklerinin yaşadığı zulüm, insanlık tarihindeki birçok acı olayı hatırlatmaktadır. Bu durum, insan haklarının evrensel değerini ve korunmasının önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri, uluslararası toplumun dikkatini çekmeye devam etmektedir. İnsan hakları örgütleri ve birçok ülke, Çin hükümetine baskı politikalarını durdurması çağrısında bulunmaktadır. Ancak, bölgedeki durumun ne yönde gelişeceği belirsizliğini korumaktadır.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

CAHİLİYE DÖNEMİNDE MUALLAKAT-I SEB’A YANİ 7 BÜYÜK ŞAİRİN SÖYLEDİKLERİ GÜNÜMÜZE ULAŞAN TÜM ŞİİRLERİ TAM METİN VE ONLARIN EDEBÎ YÖNLERİ NELERDİR?

CAHİLİYE DÖNEMİNDE MUALLAKAT-I SEB’A YANİ 7 BÜYÜK ŞAİRİN SÖYLEDİKLERİ GÜNÜMÜZE ULAŞAN TÜM ŞİİRLERİ TAM METİN VE ONLARIN EDEBÎ YÖNLERİ NELERDİR?


Cahiliye Dönemi’nde Arap edebiyatının en büyük şairleri olarak kabul edilen Muallakat-ı Seb’a (المعلقات السبع), yedi büyük şairin şiirlerinden oluşan ünlü bir antolojidir. Bu şiirler, Arap edebiyatının en güçlü ve estetik açıdan en üstün örnekleri arasında yer alır. “Muallakat” kelimesi, “asılmış” veya “asılı duran” anlamına gelir ve bu şiirlerin Kâbe’nin duvarına altın harflerle yazılarak asıldığı rivayet edilir.

Muallakat-ı Seb’a Şairleri ve Şiirleri

Aşağıda, Muallakat-ı Seb’a’da yer alan yedi büyük şair ve onların tam metin olarak günümüze ulaşan kasideleri hakkında bilgiler bulunmaktadır:

1. İmruü’l-Kays (امرؤ القيس)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Aşk, doğa tasvirleri, macera, intikam ve göçebe hayat

Edebi Yönü: Arap edebiyatının en büyük lirik şairlerinden biri olan İmruü’l-Kays, özellikle aşk şiirlerinde çok etkileyicidir. Kasidesinde sevgilisiyle yaşadığı anıları, çöllerin zorluklarını ve savaşları anlatır. Arap edebiyatında teşbih ve istiare sanatlarını ustalıkla kullanmıştır.

2. Tarafe b. el-Abd (طرفة بن العبد)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Gençlik, eğlence, hayatın geçiciliği

Edebi Yönü: Şiirlerinde hayatın kısa olduğuna vurgu yaparak gençliğin tadını çıkarmayı öğütler. Aynı zamanda at ve deve tasvirleri de oldukça ünlüdür.

3. Züheyr b. Ebi Sülma (زهير بن أبي سلمى)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Hikmet, barış, insanlık değerleri

Edebi Yönü: Didaktik bir üsluba sahiptir. Hikmetli sözleriyle tanınır ve erdemleri, adaleti ve barışı savunan bir şairdir.

4. Lebbîd b. Rebîa (لبيد بن ربيعة)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Hayatın geçiciliği, kabile hayatı, eski izler üzerine nostalji

Edebi Yönü: Güçlü bir tasvir yeteneğine sahiptir ve doğaya dair gözlemleri detaylı şekilde anlatır. İslam’ı kabul eden nadir Muallakat şairlerinden biridir.

5. Amr b. Kulsum (عمرو بن كلثوم)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Kahramanlık, gurur, kabile asabiyeti

Edebi Yönü: Şiirinde kabilesinin gücünü ve şerefini övmüş, düşmanlarına meydan okumuştur. Özellikle hamâsî (epik) şiir tarzında başarılıdır.

6. Antara b. Şeddâd (عنترة بن شداد)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Aşk, cesaret, savaş, özgürlük

Edebi Yönü: Kahramanlık ve aşk temalarını bir araya getirerek Arap edebiyatında önemli bir yer edinmiştir. Kölelikten savaşçılığa yükselen bir hayat hikâyesi vardır.

7. Haris b. Hilliza (الحارث بن حلزة)

Şiiri: Kasidetü’l-Muallaka

Öne Çıkan Temaları: Diplomasi, kabileler arası mücadele, övgü

Edebi Yönü: Şiiri, bir kabileler arası anlaşmazlıkta savunma ve övgü niteliği taşır. Aynı zamanda hitabet yönü güçlüdür.

Muallakat Şiirlerinin Önemi ve Etkileri

Dil ve Üslup: Arap edebiyatının en zengin ve sanat ifadeleri bu şiirlerde bulunur.

Toplumsal Yapı: Kabile kültürü, kahramanlık, göçebe yaşam tarzı gibi unsurlar güçlü bir şekilde yansıtılmıştır.

Edebi Sanatlar: Teşbih (benzetme), istiare (eğretileme), mecaz, kinaye ve seci gibi birçok edebi sanat ustalıkla kullanılmıştır.

İslam Öncesi Arabistan’ın Aynası: Bu şiirler, Arap toplumunun İslam öncesi değerlerini, inanışlarını ve yaşam tarzını anlamak açısından birincil kaynak niteliğindedir.

Muallakat-ı Seb’a, Arap edebiyatının temel taşlarından biri olarak günümüze kadar gelmiş ve birçok edebi çalışmaya ilham vermiştir. Eğer bu şiirlerin tam metinlerini istiyorsanız, Arap edebiyatı klasiklerine yer veren güvenilir akademik kaynaklardan veya Arapça metin ihtiva eden çevrimiçi edebiyat arşivlerinden erişebilirsiniz.

@@@@@@

MUALLAKAT-I SEB’ANIN BAZI METİNLER

**Muallakat-ı Seb’a (Yedi Askı)**
Arap edebiyatının İslam öncesi (Cahiliye) dönemine ait en ünlü yedi kasideden oluşan bir koleksiyondur. Rivayete göre bu şiirler, Kabe’nin duvarına asılarak onurlandırılmıştır. Her biri farklı bir şaire aittir ve klasik Arap şiirinin zirvesi kabul edilir.

### Şairleri ve Şiirlerin Konusu:
1. **İmru’ul-Kays**
– *Ünlü mısralar*:
“قفا نبك من ذكرى حبيب ومنزل / بِسِقْطِ اللِّوَى بين الدَّخُول فَحَوْمَلِ”
(*Duralım, sevgilinin ve onun oturduğu yerin hatırasıyla ağlayalım / Sıktü’l-Liva’da, Dahûl ile Havmel arasında.*)

2. **Tarafe bin el-Abd**
– *Teması*: Özgürlük, gençlik ve macera.

3. **Züheyr bin Ebi Sülma**
– *Teması*: Barış, erdem ve toplumsal eleştiri.

4. **Lebid bin Rebia**
– *Ünlü mısralar*:
“عَفَتِ الدِّيَارُ مَحَلُّهَا فَمُقَامُهَا / بِمِنىً تَأَبَّدَ غَوْلُهَا فَرِجَامُهَا”
(*Yurtlar ıssız kaldı; Mina’da oturulan yerler / Vahşi hayvanlar ve taş yığınları kapladı.*)

5. **Antara bin Şeddad**
– *Teması*: Kahramanlık, aşk ve sosyal statü mücadelesi.

6. **Amr bin Külsûm**
– *Teması*: Kavim gururu ve meydan okuma.

7. **Haris bin Hilliza**
– *Teması*: Savaş, onur ve kabile çatışmaları.

### Tam Metinlere Erişim:
– **Arapça Orijinalleri** için akademik kaynaklar veya klasik Arap edebiyatı antolojilerine başvurabilirsiniz.
– Önerilen eser: *”el-Muallakâtü’s-Seb‘a”* (Arapça derlemeler).
– Çevrimiçi erişim: [Al-Muallaqat](https://www.aldiwan.net/) gibi Arap şiir portalları.

– **Türkçe Çeviriler**:
– *”Yedi Askı: Arap Şiirinin Altın Çağı”* (Klasik Yayınları) gibi kitaplar.
– Akademik makaleler veya TDV İslam Ansiklopedisi’nde ilgili maddeler.

– **İngilizce Çeviriler**:
– Sir Charles Lyall’ın *”Translations of Ancient Arabian Poetry”* (1885).
– A. J. Arberry’nin *”The Seven Odes”* (1957).

**Önemli Not**: Her kaside 80-100+ beyit uzunluğundadır.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

BİLİME ÖNCÜLÜK ETMİŞ İSLAM BİLİM ÖNCÜLERİ VE YAPTIKLARI HİZMETLER

BİLİME ÖNCÜLÜK ETMİŞ İSLAM BİLİM ÖNCÜLERİ VE YAPTIKLARI HİZMETLER


Tarihi, İbretli ve Düşündürücü Bir Değerlendirme

Tarih boyunca bilim, insanlığın ilerlemesi ve medeniyetlerin yükselmesi için en önemli unsurlardan biri olmuştur. Antik Yunan, Hint ve Çin medeniyetlerinin bilimsel katkıları bilinir; ancak Orta Çağ boyunca bilimin gerçek anlamda parladığı dönem, İslam medeniyetinin altın çağı olmuştur.

8. ve 15. yüzyıllar arasında Müslüman bilim insanları, matematikten tıbba, astronomiden mühendisliğe kadar birçok alanda çığır açan keşifler yaparak insanlık tarihine büyük katkılar sunmuşlardır. Bu bilim adamları, sadece İslam dünyasını değil, aynı zamanda Avrupa Rönesansı’nın temellerini atarak modern bilime yön vermişlerdir. Ancak zamanla bu bilimsel ilerlemenin durması ve Müslüman dünyanın gerilemesi, bizlere ibret dolu dersler sunmaktadır.

1. Bilimin Işığını Yakan İslam Âlimleri

İslam dünyasının bilimsel mirasını şekillendiren birçok öncü isim vardır. Onlardan bazıları ve hizmetleri şunlardır:

a) Harezmi (780-850) – Cebirin Babası

Matematik, astronomi ve coğrafya alanlarında önemli çalışmalar yapmıştır.

“El-Kitâb el-Muhtasar fi Hisâb el-Cebr ve’l-Mukabele” adlı kitabıyla cebiri sistematik bir bilim dalı haline getirmiştir.

Hint rakam sistemini geliştirerek modern sayı sisteminin temellerini atmıştır.

Algoritma kavramı onun isminden (Al-Khwarizmi) türetilmiştir ve bilgisayar bilimlerinin temelini oluşturmuştur.

b) İbn Sina (980-1037) – Tıbbın Prensi

“El-Kanun fi’t-Tıbb” (Tıbbın Kanunu) adlı eseri, Avrupa’da 600 yıl boyunca tıp derslerinde okutulmuştur.

Bulaşıcı hastalıkların yayılma yollarını ve karantina uygulamalarını önermiştir.

Psikoloji ve ruh sağlığı alanında önemli görüşler geliştirmiştir.

c) Biruni (973-1050) – Bilimler Üstadı

Dünya’nın döndüğünü ve kendi ekseni etrafında hareket ettiğini Kopernik’ten 500 yıl önce açıklamıştır.

Jeodezi biliminin temellerini atmıştır.

Hindistan hakkında yazdığı eserle farklı medeniyetler arasındaki bilimsel ve kültürel etkileşimi teşvik etmiştir.

d) El Zehravi (936-1013) – Modern Cerrahinin Babası

Ameliyat teknikleri ve cerrahi aletler üzerine yazdığı “Kitab al-Tasrif” adlı eser, Avrupa’da yüzyıllarca temel başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır.

İlk kez diş dolgusu, göz ameliyatları ve sezaryen doğum teknikleri üzerinde çalışmalar yapmıştır.

e) İbn Rüşd (Averroes) (1126-1198) – Felsefenin ve Tıbbın Büyük Üstadı

Aristo’nun eserlerini yorumlayarak Batı dünyasına kazandırmış ve Avrupa düşünce dünyasını etkilemiştir.

Felsefe, tıp, hukuk ve astronomi alanlarında önemli eserler bırakmıştır.

Akıl ve vahyin uyumlu olduğunu savunarak bilimsel düşüncenin gelişimine katkı sağlamıştır.

2. Bilimsel Gelişmelerin Avrupa’ya Etkisi

Bu bilim insanlarının çalışmaları, Avrupa’da bilimsel devrimlerin temel taşlarını oluşturmuştur.

12. ve 13. yüzyıllarda Endülüs ve Sicilya gibi yerlerde İslam bilim mirası Avrupa dillerine çevrilmiştir.

Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın temelinde Müslüman bilim insanlarının çalışmaları bulunmaktadır.

Bugün kullandığımız birçok bilimsel yöntem ve teknolojik gelişme, İslam dünyasındaki bu altın çağın eseridir.

Ancak bu büyük başarı hikâyesinin ardından gelen gerileme dönemi, bizlere ibret dolu dersler sunmaktadır.

3. Bilimin Gerilemesi: Müslüman Dünyanın Kendi Mirasını Kaybetmesi

İslam dünyasında bilimsel gelişmelerin duraklaması, şu temel nedenlere dayanmaktadır:

Düşünce özgürlüğünün kısıtlanması ve akılcılığın geri plana atılması.

İç çekişmeler ve siyasi istikrarsızlıklar.

Bilime ve eğitime verilen önemin azalması.

Batı’nın bilimsel mirası sahiplenirken, Müslüman dünyada bu mirasın ihmal edilmesi.

Bu ihmal, zamanla Müslüman toplumları geri bırakmış ve Batı’nın sanayi devrimiyle yükselmesine karşı bir bilimsel ve teknolojik boşluk oluşturmuştur.

4. Sonuç: Bilim Yoluyla Yeniden Yükseliş Mümkün mü?

Bugün Müslüman dünyası, geçmişte bilimde zirveye ulaşmış bir medeniyetin mirasçısıdır. Ancak bu mirası yeniden canlandırmak için:

Eğitim sisteminin bilim ve teknolojiye öncelik verecek şekilde yeniden yapılandırılması gerekir.

Özgür düşünce ve araştırma ortamları oluşturulmalıdır.

Bilime yapılan yatırımlar artırılmalı ve bilim insanları desteklenmelidir.

Tarih bizlere göstermektedir ki, bir millet bilime ve ilme değer verdiği sürece yükselir, cehaleti benimsediğinde ise yok olmaya mahkûmdur.

Bugün İslam dünyasının en büyük sorumluluğu, geçmişin şanlı bilimsel mirasını yeniden canlandırmak ve dünyaya yeniden bilim ve medeniyetin ışığını sunmaktır.

“Bilim, insanlığın ortak mirasıdır. Kim ona sahip çıkar ve geliştirirse, o ilerler.”

@@@@@@

**İslam Bilim Öncüleri: Bilimin Işığını Yakanlar ve İnsanlığa Armağanları**

Tarih, insanlığın ilerlemesini sağlayan “kadim bir diyalog” gibidir. Bu diyaloğun en parlak sayfalarından biri, 8. ile 13. yüzyıllar arasında İslam medeniyetinin yetiştirdiği bilim öncüleri tarafından yazıldı. Abbasi Halifesi Memun’un “*İlim Çin’de bile olsa alınız*” sözünü rehber edinen bu insanlar, antik dünyanın bilgisini korudu, geliştirdi ve insanlığın ortak mirasına dönüştürdü. Onlar olmasaydı, modern bilimin temelleri belki de çok daha geç atılacaktı. Peki, bu isimler kimdi ve nasıl oldu da evrenin sırlarını çözmeyi başardılar?

### **Bilimin Kıvılcımı: Beytü’l Hikme ve İlk Adımlar**
İslam biliminin altın çağı, Bağdat’ta **Beytü’l Hikme** (Bilgelik Evi) ile başladı. Abbasi halifeleri, Yunan, Hint, Pers ve Mısır medeniyetlerine ait eserleri Arapçaya çevirmek için dönemin en parlak zekâlarını bir araya getirdi. Bu çeviri hareketi, antik bilginin kaybolmaktan kurtulmasını sağladı. Örneğin, Batlamyus’un *Almagest*’i, Arşimet’in geometri çalışmaları ve Hipokrat’ın tıp metinleri, İslam coğrafyasında yeniden hayat buldu.

**Harezmi** (780-850), bu mirası matematikte devrim yapmak için kullandı. “*Cebir*” kelimesini literatüre kazandıran kitabı *Kitabü’l Muhtasar fi Hisabi’l Cebr ve’l Mukabele*, sıfır rakamını Hint sayı sisteminden alarak modern matematiğin temelini attı. Bugün kullandığımız “*algoritma*” terimi, onun Latinceleşmiş adından (*Algoritmi*) türedi.

### **Gökyüzünün Sırlarını Çözenler: Astronomi ve Fizik**
İslam bilim insanları, yıldızları yalnızca birer “ilahi işaret” olarak görmedi; onları ölçtü, haritaladı ve fizik yasalarıyla açıkladı.

– **Biruni** (973-1048), Dünya’nın çevresini hesaplarken trigonometriyi kullandı. Hindistan’da Sanskritçe öğrenerek yazdığı *Kitabü’t-Tahkik Ma li’l-Hind*, karşılaştırmalı din ve kültür çalışmalarının ilk örneği sayılır.
– **İbn Heysem** (965-1040), optik biliminin kurucusu oldu. “*Görüş nasıl oluşur?*” sorusuna cevap vererek, ışığın gözden değil nesneden yayıldığını kanıtladı. Eserleri, Rönesans döneminde Kepler ve Da Vinci’yi etkiledi.
– **Uluğ Bey** (1394-1449), Semerkant’ta kurduğu rasathanede yıldız katalogları hazırladı. Hesaplamaları, Kopernik’ten önce Güneş merkezli modelin ipuçlarını veriyordu.

### **Şifa Dağıtan Eller: Tıp ve Eczacılık**
İslam tıbbı, hastalıkları “*ilahi bir ceza*” olarak gören anlayışı reddetti. Deney ve gözlemi öne çıkaran bu bilim insanları, modern tıbbın öncüleri oldu:

– **İbn Sina** (980-1037), *El-Kanun fi’t-Tıb* adlı eseriyle 600 yıl boyunca Avrupa’da ders kitabı olarak okutuldu. Mikropların varlığını henüz mikroskop olmadan tahmin etti ve psikosomatik hastalıklar üzerine yazdı.
– **El-Zehravi** (936-1013), cerrahide 200’den fazla alet tasarladı. *Kitabü’t-Tasrif* adlı ansiklopedisi, ameliyat tekniklerini resimlerle anlatan ilk kaynaktı.
– **İbn Nefis** (1213-1288), kan dolaşımını keşfetti. Onun çalışmaları, 300 yıl sonra William Harvey’e ilham verdi.

### **Felsefe ve Mantık: Akıl ile Kalbin Sentezi**
İslam bilim öncüleri, “*bilim*” ile “*iman*” arasında bir çatışma görmedi. **İbn Rüşd** (1126-1198), Aristo’yu yorumlayarak akıl-vahiy uyumunu savundu. Onun eserleri, Thomas Aquinas gibi Hristiyan filozofları derinden etkiledi. **Farabi** (872-950), “*Erdemli Şehir*” kavramıyla ideal toplumun bilim ve ahlakla kurulabileceğini anlattı.

### **Çöküş ve İbret: Bilim Neden Durakladı?**
13. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında bilimsel üretim yavaşladı. Moğol istilaları, siyasi parçalanma ve medreselerin katılaşan eğitim anlayışı, özgür düşünceyi zayıflattı. Gazali’nin *“İhya-u Ulumi’d-Din”* eserindeki felsefeye eleştiriler, bazı çevrelerde bilimin “*şüphe*” ile anılmasına yol açtı. Oysa Gazali’nin asıl amacı, aklı reddetmek değil, onu kalple dengede tutmaktı.

Ancak asıl darbeyi, **bilgiye kapalılık** vurdu. Avrupa’da matbaanın yaygınlaştığı, deney metodunun benimsendiği yıllarda, İslam coğrafyası geçmişin başarılarına sığınarak durağanlaştı.

### **İlham ve Uyarı: Geçmişten Geleceğe Dersler**
İslam bilim öncüleri bize şunu hatırlatır: **Medeniyet, bilgiyi paylaştıkça yükselir.** Harezmi’nin cebiri, İbn Sina’nın tıbbı, Biruni’nin evrensel bakışı, farklı kültürlerle diyalog sayesinde doğdu. Bugün ise bilim, Batı merkezli bir anlatıya sıkıştırılıyor. Oysa DNA’mızda İbn Heysem’in optiği, Uluğ Bey’in yıldız haritaları var.

Bu mirası sahiplenmek, geçmişi yüceltmek değil, ondan ilham alarak yeni kapılar açmaktır. Tıpkı İbn Haldun’un dediği gibi:
*“Coğrafya kaderdir, ama bilim kaderi değiştiren iradedir.”*

Bilimin meşalesini yeniden yakmak için, bu öncülerin cesaretine ve merakına ihtiyacımız var…

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

ORUCUN FIKHİ VE İTİKADİ YÖNLERİ .

ORUCUN FIKHİ VE İTİKADİ YÖNLERİ .


Orucun Fıkhî ve İtikadî Yönleri

Oruç, İslam’ın beş temel şartından biri olup, hem fıkhî (hukuki) hem de itikadî (inançla ilgili) yönleri olan önemli bir ibadettir.

1. Orucun Fıkhî (İbadetle İlgili Hukuki) Yönü

Fıkıh, İslam hukukunu ifade eder ve ibadetlerin nasıl yerine getirileceğini belirler. Orucun fıkhî yönü, onun farz oluşu, kimlerin sorumlu olduğu, nasıl tutulacağı ve hangi durumlarda bozulacağı gibi konuları kapsar.

a) Orucun Farz Olması ve Dayanağı

Oruç, İslam’da farz olan ibadetlerdendir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

> “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.” (Bakara 2/183)

Bu ayet, orucun farz olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

b) Oruç Kimlere Farzdır?

Oruç, belirli şartları taşıyan Müslümanlara farzdır:

Müslüman olmak (Gayrimüslimler oruçla yükümlü değildir.)

Akıl sağlığının yerinde olması

Buluğ çağına (ergenliğe) ulaşmış olmak

Oruç tutmaya engel bir sağlık sorunu veya yolculuk hâlinde olmamak

c) Oruç Nasıl Tutulur? (Şartları ve Rükünleri)

Oruç, imsak vaktinden güneş batıncaya kadar şunlardan uzak durarak tutulur:

Yemek içmek, Oruç bozan diğer fiillerden kaçınmak

Oruç, niyet ederek tutulur. Niyetin kalben yapılması yeterlidir, ancak dil ile ifade edilmesi de müstehaptır.

d) Oruç Bozan ve Bozmayan Durumlar

Oruç bozan durumlar: Yemek, içmek, bilerek kusmak vb.

Oruç bozmayan ancak mekruh olan durumlar: Aşırı su ile ağız çalkalamak, oruçlu iken gereksiz yere tartışmak ve kötü söz söylemek.

Mazeret nedeniyle oruç tutamayanlar: Hasta, yolcu, hamile veya emziren kadınlar, yaşlılar (fidye verebilirler).

e) Oruç Çeşitleri

1. Farz Oruçlar: Ramazan orucu, adak oruçları, kefaret oruçları.

2. Vacip Oruçlar: Nezredilen (adak olarak adanmış) oruçlar.

3. Sünnet Oruçlar: Pazartesi ve perşembe oruçları, Şevval oruçları.

4. Müstehap Oruçlar: Muharrem ayının 9. ve 10. günlerinde tutulan Aşure orucu vb.

5. Haram ve Mekruh Oruçlar: Ramazan Bayramı’nın 1. günü ve Kurban Bayramı’nın 4 günü oruç tutmak haramdır.

2. Orucun İtikadî (İnançla İlgili) Yönü

İtikad, bir Müslümanın iman esasları çerçevesinde sahip olduğu inançları ifade eder. Oruç, bir ibadet olarak Müslümanın Allah’a olan bağlılığını ve ahirete olan inancını güçlendiren bir ibadettir.

a) Oruç, Takva ve Kulluğu Güçlendirir

Kur’an’da orucun “takvaya erişmek” amacıyla farz kılındığı belirtilmiştir. (Bakara 2/183)

Oruç, kişinin nefsini disipline etmesini sağlar.

İnsan, oruç tutarken sadece fiziksel açlığı değil, gözünü, dilini ve kalbini de kötülüklerden uzak tutmayı öğrenir.

Böylece kişi ahlâken ve manevî olarak olgunlaşır ve Allah’a daha yakın olur.

b) Oruç, Ahiret İnancını Güçlendirir

Oruç, insana dünya nimetlerinin geçici olduğunu öğretir ve ahiret hayatına hazırlık yapmasını hatırlatır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) oruç tutmanın kıyamet gününde kişiye şefaatçi olacağını bildirmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/174)

Cennette, yalnızca oruç tutanlara özel “Reyyan Kapısı” bulunacaktır. (Buhârî, Savm, 4)

c) Oruç, Allah’a Teslimiyetin Göstergesidir

Oruç, Allah’ın rızası için yapılan bir ibadettir ve kulun O’na teslimiyetini gösterir.

Oruçta riyâ (gösteriş) daha azdır, çünkü insanlar görmese de oruçlu kişi, Allah’ın gözetiminde olduğunu bilir.

Bu da samimi bir iman bilinci kazandırır.

d) Oruç, Günahların Affına Vesiledir

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Kim inanarak ve sevabını yalnızca Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6)

Bu hadis, orucun günahları affettiren bir ibadet olduğunu göstermektedir.

Sonuç

Oruç, hem fıkhî hem de itikadî yönleriyle Müslümanlar için büyük bir ibadettir.

Fıkhî olarak, belirli şartları yerine getiren herkesin tutması gereken bir farzdır.

İtikadî olarak, insanın Allah’a olan bağlılığını, ahiret inancını ve takvasını güçlendiren bir ibadettir.

Bu nedenle oruç, sadece bir beden disiplini değil, aynı zamanda ruhsal arınma ve Allah’a yaklaşma vesilesidir.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

ORUCUN HİKMETLERİ NELERDİR?

ORUCUN HİKMETLERİ NELERDİR?


Orucun Hikmetleri

Oruç, sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret bir ibadet değildir. İçinde sayısız hikmetler barındıran, insanı hem dünya hem de ahiret açısından olgunlaştıran bir kulluk görevidir. Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadetiyle ilgili şöyle buyrulmuştur:

> “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz.”
(Bakara 2/183)

Bu ayette belirtildiği gibi oruç, insanın takvaya ulaşmasını sağlayan önemli bir ibadettir. İşte orucun hikmetlerinden bazıları:

1. Nefsin Terbiyesi ve İrade Eğitimi

Oruç, insanın nefsini dizginleyerek sabır ve irade gücünü artırmasını sağlar.

Kişi, yemek, içmek ve diğer dünyevî arzularına karşı kendini tutmayı öğrenir.

Nefsinin isteklerine anında boyun eğmek yerine, sabretmeyi ve beklemeyi öğrenir.

Bu sabır eğitimi, insanın diğer hayat alanlarında da daha güçlü ve iradeli olmasını sağlar.

2. Takva Bilincini Artırması

Takva, Allah’a karşı gelmekten sakınmak ve O’nun rızasını kazanmak için bilinçli bir hayat sürmektir. Oruç, insanı takvaya götüren en önemli ibadetlerden biridir.

Oruç tutan kişi, yalnızca aç kalmaz, aynı zamanda dilini, gözünü ve kalbini de kötülüklerden korur.

Allah’ın kendisini her an gördüğünü hissederek daha bilinçli bir şekilde yaşar.

Gizli bir ibadet olduğu için gösterişten uzak, samimi bir kulluk bilinci oluşturur.

3. Şükür ve Kanaatkârlık Duygusunu Geliştirmesi

Oruç, insana sahip olduğu nimetlerin değerini öğretir.

Günlük hayatta fark etmeden tüketilen nimetlerin kıymeti daha iyi anlaşılır.

Açlık ve susuzluk, fakirlerin ve yoksulların hâlini anlamaya vesile olur.

Şükretmeyi öğrenen insan, israftan kaçınır ve kanaatkâr bir hayat sürmeye yönelir.

4. Toplumsal Dayanışma ve Yardımlaşmayı Artırması

Oruç, bireyleri birbirine yaklaştıran, paylaşma ve yardımlaşma duygularını güçlendiren bir ibadettir.

Zengin ve fakir aynı açlığı yaşadığı için insanlar arasındaki sosyal farklar azalır.

İftar sofraları, dostlukları pekiştirir ve aile bağlarını güçlendirir.

Fakirlere yardım etme bilinci artar, sadaka, zekât ve hayır işlerine yönelim çoğalır.

5. Sağlık ve Beden Üzerindeki Faydaları

Modern tıp da orucun sağlık üzerindeki faydalarını kabul etmektedir.

Sindirim sistemini dinlendirerek mide, bağırsak ve karaciğer sağlığını korur.

Hücrelerin kendini yenilemesini sağlayan otofaji mekanizmasını tetikler.

Kan şekerini dengeler, insülin direncini azaltır ve kilo kontrolüne yardımcı olur.

Bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudu hastalıklara karşı korur.

6. Ruhsal ve Psikolojik Huzur Vermesi

Oruç, sadece bedeni değil, ruhu da dinlendiren bir ibadettir.

Günlük stresten ve gereksiz dünyevî kaygılardan uzaklaştırır.

Kişiye iç huzur kazandırır, sabırlı ve sakin olmayı öğretir.

Beyinde mutluluk hormonları (serotonin ve dopamin) salgısını artırarak psikolojik dengeyi sağlar.

7. Ahiret Kazancı ve Cennetteki Mükâfatı

Oruç, insanı hem dünyada hem de ahirette büyük kazançlara ulaştıran bir ibadettir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruç tutanların Cennette özel bir kapıdan (Reyyan Kapısı) gireceğini müjdelemiştir. (Buhârî, Savm, 4)

Oruç, kıyamet gününde kişinin günahlarının affedilmesine vesile olur. (Buhârî, Savm, 6)

Oruç, kıyamet gününde kişiye şefaatçi olacak ibadetlerden biridir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/174)

Sonuç

Orucun hikmetleri, hem bireysel hem de toplumsal açıdan insan hayatına birçok fayda sağlar. Nefsi terbiye etmesi, sabır ve irade kazandırması, takva bilincini artırması, sağlık açısından bedeni yenilemesi ve ahiret mükâfatına vesile olması gibi sayısız hikmeti vardır. Oruç, dünya hayatında insanı olgunlaştırırken, ahiret hayatında da sonsuz nimetlere ulaşmasına vesile olur.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI

TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI

Tebessüm enerji yüklüyor, veriyor, üretiyor iken, gülme enerji tüketiyor, kayıp kazanç farkı gibi.

TEBESSÜM VE GÜLMENİN FARKI VE DİNİN BURADAKİ ÖLÇÜSÜ NEDİR?


Biri ruhtan, diğeri nefisten besleniyor.
Kontrollü ve kontrolsüz .

Tebessüm ve Gülmenin Farkı.
Tebessüm, hafif ve sessiz bir şekilde gülümsemektir. Yüzde bir aydınlık ve huzur ifadesi olarak ortaya çıkar. Gülmek ise genellikle sesli olur ve daha belirgin bir yüz hareketiyle gerçekleşir. Yani tebessüm, gülmenin daha ölçülü ve sakin hâlidir.

Dinin Ölçüsü ve İslam’daki Yeri
İslam’da tebessüm ve gülme insanın doğal bir ihtiyacı olarak görülür, ancak aşırılıktan kaçınılması öğütlenir.

1. Tebessüm Bir Sadakadır

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), tebessüm etmeyi teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36)

Tebessüm insanlara pozitif enerji verir ve sosyal ilişkileri güçlendirir.

2. Gülmenin Ölçüsü

Hz. Muhammed (s.a.v.), zaman zaman gülerdi ama kahkaha ile gülmezdi.

Aşırı ve kontrolsüz gülmek, kalbi gaflete düşürebilir. Şu hadis buna işaret eder:
“Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” (Tirmizî, Zühd, 2)

Sonuç:
Tebessüm güzel ve teşvik edilen bir davranışken, gülmenin ölçülü olması önerilir. Kahkaha ile sürekli gülmek, kişinin manevi hassasiyetini zayıflatabilir. Özetle, tebessüm sünnettir, gülmek doğaldır, ancak aşırıya kaçmamak gerekir.

 

 

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

MEN LEM YAHKUM BİL MANA MEN LEM YUSADDIK

MEN LEM YAHKUM BİL MANA MEN LEM YUSADDIK[1]

Maide. Ve men lem yehküm Bi ma enzelellahu

fe ulaikehumul kafirun. Maide.44
fe ulaikehumuz zalimun. 45
fe ulaikehumul fasikun. 47
Men lem yahkum

Bil mana, men lem yusaddik

Mâide Suresi 44, 45 ve 47. Ayetlerin Tefsiri

Bu üç ayet, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin durumu hakkında oldukça net ifadeler içermektedir. Tefsirlerde, bu ayetler farklı açılardan ele alınmış ve hüküm koyma yetkisinin Allah’a ait olduğu vurgulanmıştır. Şimdi ayetleri ve bazı klasik tefsirlerden yorumlarını inceleyelim:

1. Mâide Suresi 44. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Bu ayetin Yahudilerle ilgili olduğu, onların Tevrat’taki hükümleri değiştirdiği ve uygulamadığı belirtilir. Ancak ayetin genel anlamda tüm insanlara yönelik olduğu da vurgulanır. İbn Abbas, bu ayetteki küfrün “büyük küfür” değil, “küfür içinde bir küfür” (yani iman dairesinden çıkaracak türde olmayıp, büyük bir günah ve zulüm) olduğunu ifade etmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Burada asıl vurgu, Allah’ın indirdiği hükümleri bilerek reddeden veya yerine başka hükümler koyan kişilerin kafir olduğudur. Ancak hükmü kabul etmekle beraber uygulamamak başka bir durumdur; bu kişi fasıklık ve zulüm içinde olabilir, ancak iman dairesinden çıkmayabilir.

2. Mâide Suresi 45. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Burada zalimlik, hem kişinin kendine hem de topluma yaptığı bir zulüm olarak değerlendirilir. Allah’ın hükümlerini uygulamayan kişi, toplumun adalet sistemini bozduğu ve insanların haklarını ihlal ettiği için zalimdir.

Taberî:
Ayetteki zulmün, büyük bir haksızlık olduğu belirtilir. Allah’ın hükümlerini terk eden kişi, sadece bir günah işlememekte, aynı zamanda adaleti ve hakları çiğneyerek büyük bir zulüm yapmaktadır.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Zulüm, bir şeyi olması gereken yerin dışına koymaktır. Allah’ın hükümlerini terk eden kişi, hem kendine hem de insanlara zarar vermiş olur ve böylece zalimlerden olur.

3. Mâide Suresi 47. Ayet:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”

Tefsiri:

İbn Kesîr:
Fısk, bir şeyin sınırlarını aşmak ve sapkınlık anlamına gelir. Allah’ın hükmünü bırakıp başka hükümlere yönelen kişi, Allah’ın sınırlarını aşmış ve fasıklık yapmıştır.

Fahreddin Râzî:
Buradaki fısk, kişinin dinin temel esaslarını kabul etmekle beraber, bunları uygulamamak ve sürekli isyan içinde olmaktır. Bu kişi, imanını muhafaza edebilir ancak büyük bir günah içindedir.

Elmalılı Hamdi Yazır:
Fısk, kişinin Allah’ın emirlerini terk edip günaha dalmasıdır. Eğer kişi, Allah’ın hükmünü inkâr etmiyor ancak uygulamıyorsa, o zaman fâsık olur. Ancak bilerek inkâr ediyorsa, bu onu küfre götürür.

Sonuç ve Özet:

Bu üç ayette Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenlerin durumu sırasıyla kâfir, zalim ve fâsık olarak nitelendirilmiştir.

Eğer bir kişi Allah’ın hükmünü inkâr eder veya değiştirmeye çalışırsa, küfre girer (kafir olur).

Eğer bir kişi hakkı bilerek adaletin dışına çıkarsa ve başka hükümlere yönelirse, zalim olur.

Eğer bir kişi Allah’ın hükmünü kabul ettiği halde günaha dalıp onu uygulamazsa, fasık olur.

Bu ayetler, özellikle Yahudilerin Tevrat’taki hükümleri değiştirmesi bağlamında inmiştir ancak tüm insanlar için geçerli olacak şekilde yorumlanmıştır. Günümüzde de adaletin sağlanması için Allah’ın adalet ve hakkaniyet üzerine kurulu hükümlerine bağlı kalmanın önemi bu ayetlerle vurgulanmaktadır.

@@@@@@

**Maide Suresi 44, 45 ve 47. Ayetlerin Tefsiri ve İzahı**

Bu ayetler, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin durumunu üç farklı kavramla (kâfir, zâlim, fâsık) açıklar. İşte klasik ve modern tefsirler ışığında detaylı açıklama:

### **1. Maide 44: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Ayet, özellikle Yahudi âlimlerini hedef alır. Tevrat’ın hükümlerini çiğneyip keyfi kararlar verenler (örneğin, zina cezasını değiştirenler) kınanır.
– **Tefsirler**:
– **İbn Kesir**: “Allah’ın hükmünü reddetmek, O’nun otoritesini inkâr etmektir (küfr). Bu, ister açıkça inkârla, ister hükmü tahrif ederek olsun, kişiyi kâfir yapar.”
– **Taberî**: “Kâfir olmak için Allah’ı tamamen inkâr etmek şart değildir. O’nun hükümlerini görmezden gelmek de bir nevi inkârdır.”
– **Modern Yorum (Seyyid Kutub)**: “Toplumlar Allah’ın kanunları yerine beşerî sistemleri benimserse, bu kolektif bir küfürdür ve adaletsizliğe yol açar.”

### **2. Maide 45: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Bu ayet, adalet mekanizmasını çiğneyenleri (örneğin, kısası terk edip diyet alarak suçu örtbas edenleri) eleştirir.
– **Tefsirler**:
– **Râzî**: “Zulüm, hakkı çiğnemek ve insanların haklarını gaspetmektir. Allah’ın hükmünü bilip uygulamayanlar, hem kendine hem topluma zulmeder.”
– **İbn Âşûr**: “Zulüm, adaleti terk etmekle başlar. Toplumsal düzen bozulunca her türlü ahlaki çöküş ortaya çıkar.”
– **Hanbelîler**: “Hükmü bile bile değiştirmek, kişiyi zâlim kılar. Bu, inançla değil, amelî bir sapmadır.”

### **3. Maide 47: *”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”***
– **Bağlam**: Hristiyanların İncil’deki emirleri terk edip dinî tahrifat yapmaları kınanır.
– **Tefsirler**:
– **Zemahşerî (Mu‘tezilî)**: “Fısk, itaati terk edip isyana düşmektir. Kişi Allah’ı tanıdığı halde O’nun emirlerini görmezden gelirse fâsık olur.”
– **Beydâvî**: “Fâsıklık, sürekli günah işleme hâlidir. Bu ayet, hakikati bildiği hâlde ondan yüz çevirenlere işaret eder.”
– **Çağdaş Tefsir (Vehbe Zühaylî)**: “Fasık, Allah ile arasındaki ahdi bozan kimsedir. Müslüman bir yönetici Şeriat’ı terk ederse bu vasfı alır.”

### **Kavramların Farkları**:
1. **Kâfir**: Allah’ın hükmünü reddeden (inkâr veya tahrif yoluyla).
2. **Zâlim**: Adaleti çiğneyen, hakkı gasp eden.
3. **Fâsık**: İman ettiği hâlde israrla günah işleyen.

### **Tartışmalı Noktalar**:
– **Kimler Kapsamda?**:
– Klasik müfessirler, ayetlerin öncelikle Yahudi ve Hristiyanlara hitap ettiğini söyler.
– **İbn Teymiyye** gibi âlimler: “Müslümanlar da Allah’ın hükmünü terk ederse benzer vasıfları alır.”
– **Eş‘arîler**: “Küfür ancak açık inkârla olur. Hata veya zorlama durumları istisnadır.”

– **Modern Çağ Yansımaları**:
– Laik hukuk sistemleriyle yönetilen Müslüman ülkelerde bu ayetler sıklıkla tartışılır.
– **Muhammed Abduh**: “Ayetler, hüküm koyma yetkisini tamamen Allah’a vermeyen sistemleri eleştirir. Ancak cehalet veya içtihat hatası affedilebilir.”

### **Pratik Çıkarımlar**:
1. **Bireysel Sorumluluk**: Müslümanlar, Allah’ın hükümlerini öğrenmek ve uygulamakla yükümlüdür.
2. **Toplumsal Adalet**: Adalet mekanizmalarının İslami ilkelere dayanması gerekir.
3. **Siyasi Sistemler**: Şeriat’ı tamamen reddeden sistemler, bu ayetler ışığında eleştirilir.

### **Örneklerle Açıklama**:
– **Kâfir**: Tevrat’ta zina cezasını recm olarak bilip, “Kamçılama” ile değiştiren Yahudi âlimleri.
– **Zâlim**: Cinayet davalarında zengin-fakir ayrımı yapan bir hâkim.
– **Fâsık**: Hırsızlık yapan bir Müslümanın, had cezasını uygulamayan İslami bir yönetim.

Bu ayetler, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde Allah’ın hükümlerine bağlılığın önemini vurgular. Tefsirlerdeki farklılıklar ise, İslami hükümlerin uygulanma şartları ve niyetle ilişkilidir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=AAc9L5w6EMs

Loading

No ResponsesMart 2nd, 2025

RUH YAPISI AYNI OLAN ŞER ODAKLARI OLAN İKİZLER

RUH YAPISI AYNI OLAN ŞER ODAKLARI OLAN İKİZLER

İlahi kanun gereği bahar gelmeden çiçek açmıyor. Erken olanda ömürlü olmuyor.

Tıpkı 61 yıl süren Esad zulmü 12 günde yıkıldı.
Arkasında milyonlarca hayatı söndürerek.
40 yıldan fazla süren PKK kendini feshederek bitişini ilan etti.
O da elli bin hayata mal olurken, milyonlarcasının da manevi hayatını bitirdi.
Miatlarını doldurup, inşallah yeni günlere kapı açılmış oldu.
İnsan fıtratına uygun olmayan hiçbir düşünce, ideoloji ve akım varlığını uzun süre sürdüremez.
Tarihin çöplüğüne atılmış olanlar bunun en bariz delilleridir.
Manilerin kalkması, yolların açılması demektir.
Türkiye gibi dünyada büyük bir değişimin eşiğinde ve içindedir.
Dünya kendisini arıyor.
Dünya sahibini arıyor.
Geçte olsa olacak ve bulacaktır.
Baharın esintileri yeni açacak çiçeklere zemin hazırlarken, toprakta kucağını açmış beklemektedir.
İlahi kanun hükmünü icra ederken, kimin haddine onun önünde durmak ve engellemek.
Her şey ilahi proğram çerçevesinde seyrini sürdürmektedir.
“O nûru gönder, İlâhî, asırlar oldu, yeter!
Bunaldı milletin âfâkı, bir sabâh ister.”
İnşallah o sabah yakındır.

************  

-1970’lerde dikenli olan sol zihniyet içerisinde beslemiş olduğu sosyalist zihniyetle birlikte daha sonra kendisini PKK olarak gösterdi. Bir yandan İran, bir yandan haçlı zihniyeti, 20 kadar devlet PKK’yı besledi. Bugün PKK bir netice alamayınca kendisini feshetti ancak bu bitmiş değil çünkü zihniyet olarak sosyalist zihniyet olarak temelinde sosyalist bir düşünce olarak aynı akımını devam ettirecek, sadece silahlar sustu, umarım ki yumruklar konuşmaz, fikirler konuşur.

1970’lerde olduğu gibi inşallah ıslah olur ve sosyalizmin bir çözüm olmadığını görürler ve inşallah bu durum kendilerinin intibahını da vesile olmuş olur

-Kısır zihniyetli, kötü niyetli, askeri ruhtan mahrum, bu milletin kanını taşımayan, helal süt emmemiş, ruhsuz insanların bin yıl sürecek dediği 28 Şubat, köksüz olduğundan milyonları mağdur etse de yıkılmaya mahkûm oldu.

Askeriyedeki bin yıllık gerçek ruh, istifrağ ile sahte olanları bir kusmuk olarak dışarıya attı.
İşte bu kusmuk zihniyet PKK ve FETÖ gibi benzerlerini besledi, büyüttü.
Geriye bin yıl sürecek bir mahcubiyet ve zillet kaldı.

-28 Şubat’ın 28. yılı: Bin yıl unutulmayacak karanlık olaylar zinciri.[1]

-Bir zamanlar Türkiye… Başörtülü öğretmene plaket verilmesini rütbeli bir asker engellemişti.[2]

-Kes lan.[3]

Bu ifade Sayın Erdoğanın dik duruş haykırışıdır.

-Başörtüsü zulmü, asırların kirli yüzüdür.[4]

Ortaklarıyla birlikte.[5]

*************

Pkk Nasıl Kuruldu…

“1965 yılında GAP bölgesindeyken, Diyarbakır’a 2685 tane ABD barış gönüllüsü geldi. Savaş olmayan yerde barış gönüllüsü ne yapar diye düşündüm.
2 yıl Diyarbakır’da kaldıktan sonra bölgeden ayrıldılar. 1969 yılında pkk kurulduğunu açıkladı ve 1974 yılında silahlı eylemlerine başladı.
Anladık ki 1965-1967 yılları arasında ABD barış gönüllüleri o bölgenin halkını nasıl ayrıştırırız diye araştırmışlar.” M. Recai KUTAN

-DEM Parti heyeti Öcalan’ın mesajını okudu: PKK kendisini feshetmelidir![6]

-PKK’nın kurucu zihniyeti temelde aynı zihniyet oldu.[7]

-ABD dürüst değil, tam bir ihanet için, PKK’nın yaptığı teröre kalkan ve destek olup, himaye etmektedir.

-“İRAN VE ABD GEÇMİŞTE TÜRKİYE’YE KARŞI BUNU YAPTI”


Geçmişte Irak’ta ABD ile Türkiye’ye karşı ittifak yaptıklarını söyleyen İranlı analist, aynı şeyi Suriye’de de yapabileceklerini belirtti.

Hanalizade, “İran ve ABD, Suriye’de Türkiye’ye karşı PKK/YPG’yi desteklemeli. Geçmişte Irak’ta Türkiye’ye karşı ABD ile işbirliği yaptık. Türkiye, YPG’yi tehdit olarak algılıyor. İran ile ABD bu konuda ortak politika geliştirebilir.” ifadelerini kullandı.

-ABD terörist mi değil mi?

Bilmek zor değil ki!
Bilmek isteyen ABD’den önce ve sonrası Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya, Yemene, Afganistan’a, darbe ile girdiği ülkelere bir baksın.

-Geçmişe bakıldığında Osmanlı ne kadar adaletle hatırlanacaksa, ABD de en az o kadar zulümle hatırlanacaktır.

************

Meyhaneye kerhaneye gidiyorsan CHP sayesinde, diyor.[8]

CHP.nin Müslüman zihniyeti ve aynı ruh.[9]

-Türkiye’yi 100 ve 150 yıldır azınlıklar yönetiyor.

Bunların başında laikler, Sabataistler, Kemalistler.
Maalesef evvelden içimizdeki Yunanlılar denirdi.
Şimdi ise bu durum maskelerin düşmesiyle; içimizdeki İsrailliler, içimizdeki ABD’liler, içimizdeki Esadcılar, içimizdeki PKK’lılar, içimizdeki FETÖ’cüler, içimizdeki Lgbt.liler, içimizdeki muhalifler, içimizdeki Işidciler, içimizdeki radikaller, içimizdeki gezi provokatörleri, içimizdeki darbeciler, içimizdeki Kemalistler, içimizdeki azınlıklar, içimizdeki masonlar, içimizdeki evanjelistler…

Ne kadarda içimizdekiler! Çoğalmış!
Belli ki en baştakiler bunları doğurdu.

MEHMET ÖZÇELİK

01-03-2025

[1] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3509459-28-subatin-28-yili-bin-yil-unutulmayacak-karanlik-olaylar-zinciri

[2] https://video.haber7.com/video-galeri/311732-bir-zamanlar-turkiye-basortulu-ogretmene-plaket-verilmesini-rutbeli-bir-asker-engellemisti

[3] https://www.facebook.com/share/16GK6gfsvx/

[4] https://www.facebook.com/share/r/1654XtAqkq/

[5] https://www.facebook.com/share/1F4QsgRs3b/

https://www.facebook.com/share/r/1654XtAqkq/

[6] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3509076-dem-parti-heyeti-ocalanin-mesajini-okudu-pkk-kendisini-feshetmelidir

https://www.diken.com.tr/ocalanin-aciklamasinin-tam-metni/

[7] https://www.instagram.com/reel/DEYVlkXtUfW/?igsh=eGE2aWR6bm9hZmc5

https://www.yenisafak.com/gundem/abd-uc-tugay-teklifimizi-reddetti-4663315

[8] https://www.instagram.com/reel/DDjtn04t_gN/?igsh=cW45eGhhN2FmbWcy

[9] https://www.instagram.com/reel/DETDFl6KgqP/?igsh=MXN3dGNlN2thOTduNA==

https://www.facebook.com/share/r/155iFQ9RAK/

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

MÜSLÜMAN MEMLEKETİNDE SALYANGOZ SATANLAR

MÜSLÜMAN MEMLEKETİNDE SALYANGOZ SATANLAR


Zorlu Holding CEO’su CEO’su (üst düzey yöneticisi) Cem Köksal’ın sosyal medyada da paylaşılan mesajında “Şirket olarak dinden bağımsız bir duruşumuz var. Çok uluslu bir şirket olmaya çalışırken, her dinden ve milletten de çalışanlarımız olmasını bekliyoruz,” yazdığı görülüyor.
Peki aynı uygulama hristiyanların kutladığı Yılbaşı kutlaması içinde geçerli midir?
Yılbaşı içinde böyle bir beyanda bulunuyor mu?
Bu bana Cemil Meriç’in şu sözünü hatırlattı: “Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır”.

Zorlu Holding CEO’su Cem Köksal’ın, Vestel CEO’su Ergün Güler’in Ramazan ayı tebrik mesajına verdiği yanıt, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Köksal, şirket olarak dinden bağımsız bir duruş sergilediklerini ve 70 yıllık şirket tarihinde Ramazan ayı kutlaması yapılmadığını belirtmiştir.

Bu açıklamanın ardından, Zorlu Holding’in daha önce Noel ve Cadılar Bayramı gibi Hristiyan kültürüne ait günleri kutladığına dair paylaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu durum, şirketin dini günlere yaklaşımındaki tutarlılığı sorgulayan eleştirilere yol açmıştır.

Bu olay, merhum düşünür Cemil Meriç’in “Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır” sözünü hatırlatmaktadır. Meriç’in bu ifadesi, bazı aydınların genel olarak dine değil, özellikle İslam’a karşı olumsuz bir tutum sergilediklerini vurgulamaktadır.

Şirketlerin dini günlere yaklaşımı, çalışanların moral ve motivasyonunu etkileyen önemli bir faktördür. Çalışanların inançlarına saygı göstermek ve bu tür günleri kutlamak, aidiyet duygusunu güçlendirebilir. Ancak, belirli dini günleri kutlayıp diğerlerini görmezden gelmek, kurum içi eşitlik ve tarafsızlık ilkeleriyle zıt ve ters bir durumdur.

Sonuç olarak, kurumların dini günlere yaklaşımında tutarlılık ve çalışanların inançlarına saygı esastır. Aksi takdirde, çalışanlar arasında ayrımcılık anlayışı oluşabilir ve bu da kurum kültürünü olumsuz etkiler.

@@@@@@@

“Müslüman memleketinde salyangoz satanlar” deyimi, toplumun değerlerine ve genel kabul gören normlarına aykırı işler yapan kişileri veya grupları tanımlamak için kullanılır.

Bu deyimde:

“Müslüman memleketi” ifadesi, belirli dini ve kültürel değerlerin hâkim olduğu bir toplumu temsil eder.

“Salyangoz satmak” ise, o toplumun genel kabul görmeyen veya hoş karşılanmayan bir davranışını simgeler (İslam kültüründe salyangoz, helal olup olmadığı tartışmalı bir gıda olarak görülür).

Dolayısıyla, bu deyim genellikle toplumun değerlerine, geleneklerine veya inançlarına ters düşen işler yapanları eleştirmek için kullanılır. Bir başka anlamıyla, içinde bulunduğu toplumu, kültürü ve inançları umursamadan kendi çıkarları doğrultusunda hareket edenleri de tanımlayabilir.

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

ORUCUN KİŞİNİN NEFSİNİN TERBIYESINE BAKAN YÖNLERİ .

ORUCUN KİŞİNİN NEFSİNİN TERBIYESINE BAKAN YÖNLERİ .


Orucun Nefsi Terbiye Eden Yönleri

İnsanın en büyük imtihanlarından biri, nefsinin arzularına yenik düşmemektir. Nefis, insanı kötülüğe teşvik eden ve sürekli olarak haz peşinde koşmasını isteyen bir yapıya sahiptir. Oruç, nefsi terbiye eden en etkili ibadetlerden biridir. Açlık, susuzluk ve dünyevî isteklerden uzak durarak kişi, nefsini kontrol etmeyi öğrenir ve iradesini güçlendirir.

İşte orucun kişinin nefsini terbiye eden yönleri:

1. Nefsin Arzularını Kontrol Altına Alır

Nefis, insanı sürekli olarak yemek, içmek, uyumak, eğlenmek ve rahat etmek gibi dünyevî arzulara yönlendirir. Oruç ise bu arzuları sınırlandırarak insanın nefsine hâkim olmasını sağlar. Gün boyunca aç kalan kişi, nefsinin isteklerine dur demeyi öğrenir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), gençlere yönelik şu tavsiyesiyle orucun nefsî arzular üzerindeki etkisini açıkça belirtmiştir:
“Ey gençler! Sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik gözü haramdan sakındırır ve iffeti korur. Evliliğe güç yetiremeyen ise oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için bir kalkandır.” (Buhârî, Savm, 10)

Bu hadis, orucun insanın nefsanî arzularını dizginleme konusunda nasıl bir kalkan görevi gördüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

2. Sabır ve Dayanıklılığı Geliştirir

Oruç, insanın sabrını sınayan ve geliştiren bir ibadettir. Açlık ve susuzluk, insanın tahammül sınırlarını zorlar ve sabırlı olmayı öğretir. Aynı zamanda, günlük hayatta karşılaşılan sıkıntılar karşısında daha dirençli olmayı sağlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayını “sabır ayı” olarak tanımlamıştır. Sabır, sadece açlığa ve susuzluğa karşı değil, öfkeye, kötü sözlere ve haramlara karşı da gösterilmelidir.

Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Oruç sabrın yarısıdır.” (İbn Mâce, Sıyâm, 44)

Bu hadis, orucun insana sabrı öğretme noktasında ne kadar güçlü bir eğitim aracı olduğunu gösterir.

3. Öfke Kontrolünü ve Nefsî Dizgini Sağlar

Oruç, insanın sadece midesini değil, aynı zamanda dilini, gözünü ve kalbini de terbiye etmesini sağlar. Günlük hayatta insanlar, öfkelendiğinde veya sinirlendiğinde kontrolsüz tepkiler verebilir. Oruç, bu tür dürtüleri dizginlemeye yardımcı olur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), oruçlu kişinin öfkelenmemesi gerektiğini şu şekilde öğütlemiştir:
“Oruçlu bir kimse kötü söz söylemesin, kimseyle kavga etmesin. Eğer biri ona sataşır veya kötü söz söylerse, ‘Ben oruçluyum’ desin ve kendini tutsun.” (Buhârî, Savm, 9)

Bu tavsiye, orucun sadece fiziksel bir ibadet olmadığını, aynı zamanda karakter terbiyesinde de önemli bir rol oynadığını gösterir.

4. İsrafı ve Açgözlülüğü Önler

Nefis, insanı sürekli daha fazlasını istemeye teşvik eder. Dünyada açlıktan ölen milyonlarca insan varken, nefsi doyurmak için aşırı tüketim yapmak, israfın ve bencilliğin bir göstergesidir. Oruç, bu açgözlülüğe karşı bir denge unsuru olarak karşımıza çıkar.

Oruç tutan kişi, açlığın ne demek olduğunu bizzat tecrübe eder ve elindeki nimetlerin kıymetini daha iyi anlar. Fakirleri ve yoksulları düşünüp onlara yardım etme isteği artar. Bu da bencillikten uzak, paylaşımcı bir ruh hâlini geliştirir.

5. Nefsi Tevazuya Yönlendirir

Nefis, insanı zaman zaman kibir ve gurura sürükleyebilir. Sahip olduğu güç, mal ve makam ile kendini üstün gören insan, oruç sayesinde aslında ne kadar aciz ve muhtaç olduğunu fark eder. Gün boyunca yemek ve su bulamayan bir insan, Rabbine olan muhtaçlığını daha derinden hisseder.

Oruç, kişiyi “benlikten” uzaklaştırarak “Allah’a kulluk bilincine” yönlendirir. Nefsinin güçsüzlüğünü fark eden insan, Allah’ın rahmetine sığınır ve gerçek tevazuya ulaşır.

6. Ruhsal Arınma ve Nefsin Huzur Bulması

Nefis, sürekli dünyevî hazlar peşinde koşarak insanı yorar ve huzursuz bir hâle getirir. Oruç, bu hırslardan arınarak ruhun huzur bulmasını sağlar. Dünyevî zevklerden uzaklaşan insan, içsel bir dinginlik yaşar ve manevi olarak kendini daha güçlü hisseder.

Bu ruhsal huzur, kişinin hayata daha olumlu bakmasını sağlar. Oruç sayesinde nefsi dizginlenen insan, daha sakin, huzurlu ve bilinçli bir yaşam sürmeye başlar.

Sonuç: Oruç, Nefis Üzerinde Bir Eğitimdir

Oruç, nefsi eğiten, terbiye eden ve insana gerçek özgürlüğü öğreten bir ibadettir. Çünkü gerçek özgürlük, nefsin esiri olmamak ve arzuların kölesi hâline gelmemektir.

Nefsini kontrol edebilen insan, hayatta daha güçlü olur.

Öfkesini, arzularını ve isteklerini yönetebilen kişi, ahlâken olgunlaşır.

Oruç sayesinde sabır, şükür, tevazu ve merhamet gibi güzel hasletler gelişir.

Bu yüzden oruç, sadece Ramazan ayında değil, hayatın her alanında insanın nefsini terbiye eden bir yol gösterici olarak kabul edilmelidir.

 

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLETTEN VE DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA VE ÖNÜNÜ KESME AMAÇLIDIR.

28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLETTEN VE DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA VE ÖNÜNÜ KESME AMAÇLIDIR.


28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ: İNANÇLI ANADOLU İNSANINI DEVLET YÖNETİMİNDEN UZAKLAŞTIRMA OPERASYONU

Giriş: Vesayetin Karanlık Oyunu

28 Şubat 1997’de gerçekleşen ve “postmodern darbe” olarak adlandırılan süreç, aslında sadece belirli bir hükümeti hedef almamış, inançlı Anadolu insanının devlet yönetiminden dışlanmasını amaçlayan sistematik bir operasyonun parçası olmuştur. Bu süreç, “irtica tehdidi” bahanesiyle dindar insanların kamu kurumlarından, akademiden, medyadan ve siyasetten tasfiye edilmesini hedefleyen kirli bir projeydi.

28 Şubatçılar, Anadolu’nun köklü değerlerine sahip insanlarının devlet yönetiminde etkili olmasını en büyük tehdit olarak gördüler. Çünkü halkın iradesiyle gelen yeni nesil yöneticiler, askeri vesayet düzenine ve oligarşik bürokrasiye meydan okuyordu. Bunun önüne geçmek için medya, sermaye ve askeri bürokrasi iş birliği içinde, Türkiye’yi baskı altına aldı.

1. Hedef: Devlet Yönetiminden İnançlı İnsanları Tasfiye Etmek

28 Şubat’ın en büyük hedeflerinden biri, inançlı Anadolu insanının devlet yönetiminde söz sahibi olmasını engellemekti. Bunun için:

Kamu kurumlarında “irticai faaliyet” bahanesiyle dindar memurlar fişlendi ve ihraç edildi.

Başörtülü kadınlar üniversitelerden ve kamu kurumlarından atıldı.

İmam hatip okullarına yönelik katsayı engeli getirilerek dindar nesillerin önü kesildi.

Askeriye içindeki dindar subay ve astsubaylar tasfiye edildi.

Sermaye grupları fişlenerek, Anadolu’nun yükselen iş insanları ekonomik olarak çökertildi.

28 Şubat sürecinin amacı, sadece hükümeti devirmek değil, dindar insanları devlet kademelerinden ve toplumun merkezinden dışlamaktı.

2. Medya ve Sermaye İş Birliği: Algı Operasyonlarıyla Halkı Korkutma

Bu süreçte medya, 28 Şubatçıların en güçlü silahlarından biri oldu. “İrtica geliyor!” manşetleriyle halkın dindar kesimi şeytanlaştırıldı. Özgürlük ve demokrasi savunuculuğu yaptığını iddia eden bazı gazeteler ve televizyon kanalları, askeri vesayetin yanında saf tuttu.

Özellikle:

Sahte brifinglerle toplum korkutuldu, hükümet düşmanlaştırıldı.

Başörtülü öğrenciler ve çalışan kadınlar “çağdışı” ilan edilerek ötekileştirildi.

Anadolu’dan gelen muhafazakâr iş insanları “yeşil sermaye” diyerek hedef alındı ve iflas ettirildi.

Ekonomik olarak güçlenen Anadolu insanının siyasette ve devlette etkin olmasının önünü kesmek için, sermaye kesimine baskılar yapıldı.

3. Sonuç: Milletin Direnişi ve Vesayetin Çöküşü

28 Şubat’ın planları kısmen başarılı olsa da, uzun vadede milletin direnci bu vesayetçi zihniyeti tarihin çöplüğüne gönderdi. 2000’li yıllarla birlikte:

Başörtüsü yasağı kaldırıldı.

Katsayı engeli ortadan kalktı.

28 Şubat’ın mağdurları itibarlarını geri kazandı.

Darbeciler yargılandı ve mahkûm edildi.

28 Şubat süreci, Anadolu insanını devletten uzaklaştırmayı amaçlayan bir operasyondu. Ancak millet, iradesine sahip çıkarak, vesayet düzenine son verdi.

Son Söz: Tarih, Vesayeti ve Zulmü Unutmaz

28 Şubat, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde kara bir leke olarak anılmaya devam edecektir. Ancak bu süreç, aynı zamanda Anadolu insanının iradesine sahip çıkma gücünü de göstermiştir.

Millet iradesini hiçe sayan her girişim, er ya da geç milletin tokadıyla karşılaşacaktır.

@@@@@@@@

https://m.haber7.com/siyaset/haber/3509641-28-subatin-turkiyeye-en-agir-darbesi-anadolu-cocuklarinin-onunu-boyle-kestiler

 

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025

28 ŞUBATÇILARIN KİRLİ VE UTANÇ VERİCİ BEYANLARI

28 ŞUBATÇILARIN KİRLİ VE UTANÇ VERİCİ BEYANLARI


28 Şubat süreci, yalnızca askeri ve bürokratik vesayet odaklarının değil, aynı zamanda medya, akademi ve iş dünyasındaki bazı figürlerin de desteğiyle yürütülen kirli bir operasyondu. Bu süreçte, sözde çağdaşlık ve laiklik maskesiyle hareket eden bazı kadın figürler, başörtülü kadınlara ve dindar insanlara yönelik ayrımcılığın ve zulmün öncülerinden oldular.

Kadın Hakları Adına Kadınlara Zulüm

28 Şubat sürecinde, başörtülü kadınlar eğitim hakkından mahrum bırakıldı, kamu kurumlarından ve üniversitelerden atıldı. Ancak bu zulmü en çok savunanlar arasında, kendilerini kadın hakları savunucusu olarak lanse eden bazı kadın figürler de vardı. Medyada, siyasette ve akademide etkin olan bu isimler, dindar kadınların maruz kaldığı zulmü görmezden gelmekle kalmadı, bunu destekleyen açıklamalar da yaptılar.

Başörtüsü yasağını destekleyen kadın akademisyenler ve gazeteciler, “Türkiye, İran olmayacak” bahanesiyle dindar kadınları kamusal alandan dışlamaya çalıştı.

Bazı kadın dernekleri, kadın hakları mücadelesi verdiklerini iddia ederken, başörtülü kadınları yok saydı ve onların haklarını savunmadı.

Medyada etkin olan kadın figürler, “Türban bir siyasi simgedir” söylemiyle başörtülü kadınların eğitim ve çalışma haklarını savunmayı reddetti.

Kadın Dayanışmasının İhaneti

28 Şubat’ın en büyük ironilerinden biri, kendilerini feminist veya çağdaş kadın hakları savunucusu olarak gösteren bazı isimlerin, sırf başörtülü oldukları için kadınları mağdur eden uygulamaları desteklemeleriydi. Feminist söylemi sıkça kullanan bu isimler, kadın haklarını savunmaktan çok, belli bir ideolojinin sözcüsü olarak hareket ettiler.

Bugün geriye dönüp bakıldığında, bu isimlerin tarih önünde mahkûm olduğu görülmektedir. 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağını destekleyen, dindar kadınların hayatını karartan, onların eğitim ve çalışma haklarını engelleyen bu figürler, Türkiye’nin hak ve inanç mücadelesinde kara bir leke olarak anılmaya devam edecektir.

Kadın haklarını savunduğunu iddia eden ama başörtülü kadınları ezen bu figürler, tarihin utanç sayfalarındaki yerini almıştır.

@@@@@@@@

**28 Şubat Süreci ve Tartışmalı Beyanlar**
28 Şubat 1997’de Türkiye’de yaşanan ve “post-modern darbe” olarak adlandırılan süreç, ordunun laiklik vurgusuyla Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi hükümetine yönelik baskılarıyla sonuçlandı. Bu dönemde, askerî ve sivil bürokrasi ile bazı medya kuruluşları, “irtica” (gericilik) tehdidi algısıyla siyasi İslam’ı hedef alan sert açıklamalar yaptı.

### Tartışmalı Beyan ve Uygulamalar:
1. **Anti-Demokratik Söylemler:**
– Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın “Cumhuriyet’in temel niteliklerini yıpratacak davranışlar” ifadesi gibi açıklamalar, hükümetin meşruiyetini sorguladı.
– Bazı komutanlar, “ülkenin bölünmez bütünlüğü” adına siyasi partilere ve dindar kesimlere yönelik tehditkâr mesajlar verdi.

2. **Ayrımcı Politikalar:**
– Başörtüsü yasağı kamusal alanda yoğunlaştırıldı; üniversitelerde ve devlet dairelerinde başörtülü kadınlar hedef alındı.
– İmam hatip liseleri ve Kur’an kurslarına kısıtlamalar getirildi; “8 yıllık kesintisiz eğitim” yasasıyla bu okulların orta kısımları kapatıldı.

3. **Medya ve Toplum Üzerinde Baskı:**
– Bazı medya organları, dindar kesimleri “tehdit” olarak gösteren haberler yaptı. Örneğin, “irtica” korkusuyla dindar vatandaşların özel yaşamları hedef gösterildi.
– “Batı Çalışma Grubu” (BÇG) gibi oluşumlar, dindar vatandaşları fişlemekle suçlandı.

4. **Ekonomik Yaptırımlar:**
– “Rekabet Kurumu” aracılığıyla İslami sermaye gruplarına yönelik baskılar arttı; bazı iş adamları “yeşil sermaye” etiketiyle karalama kampanyalarına maruz kaldı.

### Eleştiriler ve Sonuçları:
– Bu süreç, demokratik hakların askıya alınması ve dindar kesimlerin mağduriyeti nedeniyle “utanç verici” unutulmaz bir tablo oluşturdu.
– 2010’larda Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) döneminde, 28 Şubat davaları açıldı; bazı asker ve bürokratlar yargılandı.
– Toplumda derin kırılmalara yol açtı.

 

 

Loading

No ResponsesMart 1st, 2025