Haydutluğun Son Perdesi: Sumud’un Yolculuğu ve Tarihin Şahitliği

Haydutluğun Son Perdesi: Sumud’un Yolculuğu ve Tarihin Şahitliği

Tarih, mazlumların gözyaşıyla yazılmıştır. Bir yanda çaresizlerin duası göğe yükselir, diğer yanda zalimlerin zulmü toprağı kanla boyar. Bugün Gazze’de yaşanan, aslında tarihin hep yeniden okunmuş bir sayfasıdır.
Küresel Sumud Filosu işte böyle bir sayfaya yazıldı. Ellerinde silah değil, kalem, ekmek, ilaç ve umut taşıdılar. Ama karşılarında yine aynı yüz vardı: Haydutluğun devletleşmiş hali, insanlık kisvesi giymiş barbarlık… İsrail.

Dağdan Gelen Eşkıya

Bir Anadolu deyimi vardır: “Dağdan gelen eşkıya, bağdakini kovar.”
İşte bu eşkıya, tarihin başından beri hırsızlıkla, gaspla, işgalle beslenmiştir. Toprak gasp ettiler, insan gasp ettiler, şimdi de denizde umudu gasp etmeye kalktılar. Ama unutuyorlar: gasp eden asla kalıcı olamaz.
Çünkü tarih, mazlumların duasıyla zalimleri toprağa gömmüştür.

Duyuların Yıkılışı

Onların hesabı, Gazze’ye ilaç ve ekmek taşıyan gemileri durdurmaktı. Ama Allah’ın hesabı, zihinlerdeki zincirleri kırmaktı.
“Abluka kırılamaz” diyorlardı.
Ama Sumud’un kararlı yolcuları gösterdi ki; aslında kırılan sadece denizdeki abluka değil, aynı zamanda dünyaya örülen korku duvarıdır.
Bugün Avrupa’da öğrenciler boykot çağrısı yapıyor, Latin Amerika meydanlarında binler “Filistin yalnız değil” diye haykırıyor. Hatta büyük sermaye bile (Hollanda emeklilik fonu gibi) İsrail’in suç ortaklığından elini çekiyor.
Bu, aslında küresel vicdanın uyanışıdır.

Umut Yolcuları

Aşdod’a götürülen aktivistler, işkence merkezlerine sürüklenen gönüllüler, zincirlerle değil onurlarıyla tarihe yazıldılar. Onların bu yolculuğu, sadece bir yardım yolculuğu değil; insanlığın yüzüne vurulmuş bir tokattır.
Gazze sahilinde “Mikeno”yu gören çocukların gözyaşı, belki de bu çağın en şerefli nişanıdır. Çünkü o gözyaşında hem acı hem de umut vardı.

Hikmetin Son Sözü

Bugün dünyaya haykırıyoruz:
Zalimler, tanklarla, uçaklarla, işkencelerle ayakta duruyor.
Mazlumlar ise sabırla, dua ile ve umutla…
Ve tarih hep göstermiştir ki:
Mazlumun duası, zalimin tankından güçlüdür.
Küresel Sumud Filosu işte bu hakikati bir kez daha ispatladı.
Ve insanlığa şu soruyu bıraktı:
“Haydut İsrail mi, yoksa umut yolcuları mı tarihe kalacak?”
Cevap belli: Tarih, haydutları değil; umut yolcularını yazacaktır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 4th, 2025

Sebepler Dünyasında İlâhî Hikmet ve İmtihanın Yansımaları

Sebepler Dünyasında İlâhî Hikmet ve İmtihanın Yansımaları

İnsanlık tarihi, ilâhî kudretin ve hikmetin tecellileriyle doludur. Rabbimiz, mutlak izzet ve azametiyle her şeyi doğrudan yapmaya kadirdir. Fakat imtihan sırrı, kulların gayreti, vicdanların harekete geçmesi ve duyguların uyanması için sebepleri vesile kılmıştır. Zira bu dünya, hikmet dünyasıdır. Sebepsiz yaratmaya muktedir olan Allah, hikmeti gereği her nimeti bir vasıta ile verir: Sütü hayvanlara, meyveyi ağaca, ekini toprağa, suyu buluta bağlar.
Bu hakikati Kur’ân şu şekilde bildirir:
“Allah, gökten su indirir de onunla ölümünden, kuruyup katılaştıktan sonra yeryüzünü diriltir. Elbette bunda gerçeğe kulak verecek bir toplum için açık bir işaret ve mühim bir ders vardır.” (Nahl, 16/65)

Tarihî Misaller ve İlâhî İkazlar

İlâhî sünnetin en çarpıcı örnekleri, peygamberlerin kavimleriyle olan mücadelesinde görülür.

• Nûh Peygamber (a.s.) kavminin helâkini istemiş, Allah ona gemi yapmasını emretmiştir. Kudretiyle doğrudan da helak edebilirdi; fakat insanlara bir ibret ve tarihe bir ders olarak tufanı gemi vesilesiyle gerçekleştirmiştir.
“Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift ile, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.” (Mü’minûn, 23/27)

• Mûsâ Peygamber (a.s.) asasını denize vurmuş, Allah’ın kudretiyle deniz ikiye yarılmıştır. Burada asanın maddî bir gücü yoktur; fakat Allah hikmetiyle onu bir vesile kılmıştır.
“Bunun üzerine Musa’ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.” (Şuarâ, 26/63)

• Salih Peygamber (a.s.) kavmine mucize olarak kayanın içinden deve çıkarılmıştır. Fakat kavim bu mucizeyi inkar ederek deveyi öldürdü ve helâk oldular.
“Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.” (İsrâ, 17/59)

• Lût Peygamber (a.s.)’ın kavmi, tarihte görülmemiş bir ahlaksızlığa sapmış, taş yağmuruyla helâk edilmişti.
“Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”(Zâriyât, 51/32-34)

• Şuayb Peygamber (a.s.)’ın kavmi, ölçü ve tartıda hile yaptıkları için azaba uğratılmıştı.
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (A’râf, 7/85)

• Ebrehe’nin ordusu, Kâbe’yi yıkmaya geldiğinde, ebabil kuşları vesilesiyle helâk edildi.
“Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi.” (Fîl, 105/3-5)
Bu misaller, Allah’ın kudretinin mutlak olduğunu, ancak sebepler ve vesileler üzerinden hikmetini tecelli ettirdiğini gösterir.

Sebepler Dünyası ve İlâhî İmtihan

Kur’ân, sebeplerin hakikî tesir sahibi olmadığını, yalnızca bir perde olduğunu bildirir:
“Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı.” (Enfâl, 8/17)
Bu ayet, insan fiillerinin ve araçların ancak birer perde olduğunu, hakiki failin ise Allah olduğunu hatırlatır.
İnsanın görevi, dua, gayret ve tevekkülle sebebe sarılmaktır. Çünkü hikmet düzeninde Allah’ın yardımı, kulun azmiyle birleştiğinde tecelli eder. Bu yüzden Kur’ân müminlere şöyle seslenir:
“Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun ve Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/200)

Sosyal ve Ahlakî Boyut

Toplumların dirilişi de sebeplerle gerçekleşir. Vicdanlar ayağa kalkmadıkça, duygular uyanmadıkça, zalimlerin zulmü karşısında mazlumların feryadı dinmeyecektir. Bu yüzden Kur’ân, bireylerin değişimini toplumsal değişimin anahtarı kılar:
“Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)
Bu ayet, ilâhî yardımın gelişini insanların iradesine, gayretine ve vicdanî uyanışına bağlar. Yani dua tek başına değil; sabır, azim ve gayretle birleştiğinde netice verir.

Sonuç ve Hikmet

Allah dilerse bir anda yapar, yoktan var eder, varı yok eder. Fakat hikmet dünyasında imtihan gereği sebepleri perdedar kılar. Bu sebepler hem insanın sorumluluğunu artırır, hem de ilâhî adaletin tecellisini gösterir.
Kur’ân’ın haber verdiği helâk kıssaları, bize sebepler dünyasında Allah’ın sünnetini öğretir: Zulüm, ahlaksızlık, hile ve inkâr, her zaman ilâhî adaletin tokadına uğramıştır. Bu ilâhî sünnet, geçmişte olduğu gibi bugün de değişmez.
“Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fâtır, 35/43)

Özet

• Allah mutlak kudretiyle her şeyi sebepsiz de yapabilir; fakat hikmeti gereği sebepleri vesile kılar.
• Tarihte peygamberler ve kavimleri üzerinden bu hakikat defalarca tecelli etmiştir: Nûh’un gemisi, Mûsâ’nın asası, Lût’un kavminin taş yağmuru, Şuayb’ın kavminin tartı hilesi, Ebrehe’nin ordusunun ebabil kuşlarıyla helâki…
• Sebepler, imtihan sırrı ve insanın gayretini açığa çıkarmak için vardır.
• İlâhî yardım, ancak dua, sabır, azim ve gayretle birleştiğinde gelir.
• Sosyal ve ahlakî yozlaşma, helâki davet eder; adalet, ihlas ve gayret ise ilâhî yardımı celbeder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 4th, 2025

Sebepler Dünyasında İlâhî Hikmet ve Günümüz İslam Dünyası

Sebepler Dünyasında İlâhî Hikmet ve Günümüz İslam Dünyası

Geçmiş kavimlerin kıssaları yalnızca birer tarih sahnesi değildir. Kur’ân, bu kıssaları “ibret” için anlatır:
“Andolsun, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. Bu Kur’ân uydurulabilecek bir söz değildir. Aksine, kendinden öncekileri tasdik edici, her şeyi açıklayıcı ve iman eden topluluk için bir rehber ve rahmettir.” (Yûsuf, 12/111)
Bugün İslam dünyasının yaşadığı parçalanmışlık, zulüm, işgal ve perişanlık; tıpkı önceki kavimlerin zulüm, hile, nankörlük ve inkâr sebebiyle uğradıkları azapları hatırlatıyor.

Günümüzün Firavunları ve Ebreheleri

• Gazze’de mazlumların üzerine yağan bombalar, tarihte Lût kavminin taş yağmurunu hatırlatmaktadır.
• Doğu Türkistan’da inançlarından ötürü zindanlara atılan Müslümanlar, Mûsâ’nın kavminin Firavun’un zulmü altındaki hâlini yansıtmaktadır.

• Kudüs ve Mescid-i Aksâ’ya uzanan eller, Ebrehe’nin Beytullah’a saldıran ordusunu hatırlatmaktadır.
Allah’ın sünneti değişmez: Zulümle ayakta duran hiçbir güç, ebedî varlık bulamamıştır. Firavun’un denizde boğuluşu, Nemrud’un sinekle helâk edilişi, Ebrehe’nin ordusunun kuşlarla yok edilmesi bunun apaçık delilidir.

Sebepler ve Müslümanların Vazifesi

Ancak Allah’ın yardımının tecellisi için şartlar vardır. Müslümanların gafletten silkelenmesi, birlik olması, gayret göstermesi ve adaletle ayağa kalkması gerekir. Kur’ân bu hakikati şöyle bildirir:
“Allah, siz kendi içinizdekini değiştirmedikçe, bulunduğunuz hâli değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)
Demek ki zulmün ortadan kalkması için yalnızca dua yetmez. Dua, gayret ve sebebe sarılma ile birleşmelidir.
• İlmiyle, ahlakıyla, siyasetiyle, medeniyetiyle bir diriliş…
• Kendi kaynaklarına dönerek, hikmetle ve adaletle yeniden ayağa kalkma…
• Parçalanmışlığı aşarak ümmet bilinciyle birlik olma…
İşte o vakit Allah’ın yardımı gecikmez. Çünkü Kur’ân buyurur:
“Eğer siz Allah’a (dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed, 47/7)

Düşündürücü Bir Gerçek

Bugün Müslümanların en büyük zaafı, sebeplere sarılmada tembellik ve gayret eksikliğidir. İlâhî yardım, sadece dilde değil; ilimde, ahlakta, siyasette, ekonomide ve toplum düzeninde ciddi bir dirilişi şart koşar. Çünkü Allah, sebepler dünyasında hikmeti gereği gayreti olmayanın yardımına koşmaz.

Sonuç ve İbret

• Geçmiş kavimlerin helâki, bugün yaşayanlara bir uyarıdır.
• Zalimlerin güçleri ne kadar büyük görünürse görünsün, Allah’ın adaleti mutlaka tecelli eder.
• Müslümanlar dua ile birlikte gayret, sabır ve birlik içinde olursa, Allah’ın yardımı gecikmeyecektir.
• İlâhî sünnet birdir: “Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fâtır, 35/43)

Özet (Günümüz Boyutu ile)

• Tarihte kavimlerin helâkine sebep olan zulüm, hile, ahlaksızlık ve nankörlük, bugün de zalimlerin sonunu hazırlayacaktır.
• Gazze, Doğu Türkistan ve İslam coğrafyasındaki mazlumiyet, tarihteki ibretlerle birebir örtüşmektedir.
• Müslümanlar yalnızca dua değil, ilim, ahlak, siyaset, birlik ve gayretle sebeplere sarılmalıdır.
• İlâhî yardım, ancak gayretle birleşen dua ve vicdanî uyanışla tecelli edecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 4th, 2025

ALLAH’IN DİLEMESİ ASIL VE ESASTIR

ALLAH’IN DİLEMESİ ASIL VE ESASTIR

Cevşenü’l Kebir – Bir Bölümün İzahı
Giriş ve Çıkış Kısımları

Ana Dualar (Münâcât)
Bu bölümde, ( 82 ) Allah’ın (c.c.) iradesinin ve kudretinin sonsuzluğunu vurgulayan on farklı cümle yer almaktadır.
| Arapça Aslı | Türkçe Okunuşu | Türkçe Anlamı ve İzahı |
|—|—|—|
| يَا مَنْ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ | Yâ men yahluku mâ yeşâ’ | Ey dilediğini yaratan! (Allah’ın mutlak Yaratıcı (Hâlık) olduğunu, var etme eyleminin sadece O’nun iradesine bağlı olduğunu ifade eder.) |
| يَا مَنْ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ | Yâ men yef’alu mâ yeşâ’ | Ey dilediğini yapan! (Allah’ın mutlak kudret sahibi olduğunu, yaptığı her şeyin hikmetli ve O’nun sonsuz iradesi dâhilinde olduğunu vurgular.) |
| يَا مَنْ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yehdî men yeşâ’ | Ey dilediğini doğru yola ileten!
(Hidayetin (doğru yolun) sadece Allah’ın lütfuyla mümkün olduğunu, kimin bu lütfa mazhar olacağına O’nun karar verdiğini belirtir.) |
| يَا مَنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yudıllu men yeşâ’ | Ey dilediğini sapıklıkta bırakan! (Sapıklığın ve şaşkınlığın da O’nun izniyle olduğunu, ancak bunun, kulun kendi cüz’i iradesini kötüye kullanması sonucu gerçekleştiğini ifade eder.) |
| يَا مَنْ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ | Yâ men yağfiru li men yeşâ’ | Ey dilediğini bağışlayan!
(Allah’ın Gafûr (çok bağışlayan) olduğunu, merhametiyle dilediği kulunun günahlarını affedebileceğini belirtir.) |
| يَا مَنْ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yuazzibu men yeşâ’ | Ey dilediğine azap eden!
(Allah’ın intikamının ve adaletinin de mutlak olduğunu, azabın da O’nun iradesinde olduğunu hatırlatır.) |
| يَا مَنْ يَتُوبُ عَلٰى مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yetûbu alâ men yeşâ’ | Ey dilediğinin tövbesini kabul eden!
(Allah’ın Tevvâb (tövbeleri kabul eden) olduğunu, kullarına af kapısını açanın O olduğunu gösterir.) |
| يَا مَنْ يُصَوِّرُ فِى الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ | Yâ men yusavviru fî’l-erhâmi keyfe yeşâ’ |
Ey rahimlerde dilediği gibi suret veren! (Allah’ın Musavvir (şekil ve suret veren) olduğunu, insanı ve diğer canlıları anne rahminde en mükemmel şekilde yaratan olduğunu vurgular.) |
| يَا مَنْ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاءُ | Yâ men yezîdu fî’l-halkı mâ yeşâ’ | Ey yarattıklarında dilediği fazlalığı veren!
(Allah’ın yaratılışa ek özellikler, güzellikler veya zenginlikler katma kudretine sahip olduğunu belirtir.) |
| يَا مَنْ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه مَنْ يَشَاءُ | Yâ men yahtassu bi-rahmetihî men yeşâ’ | Ey rahmetiyle dilediğini özel kılan!
(Allah’ın Rahmetinin sonsuz olduğunu ve kullarından dilediğini, özel bir lütuf ve ihsanla diğerlerinden üstün tutabileceğini
ifade eder.) |

Arapça Aslı:
{سُبْحَانَكَ يَا لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ الْأَمَانُ الْأَمَانُ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ}
Türkçe Okunuşu:
Subhâneke Yâ Lâ ilâhe illâ entel-emânül-emânü neccinâ mine’n-nâr.
Türkçe Anlamı:
“Seni her noksandan tenzih ederim. Ey kendisinden başka ilah olmayan! Eman ver, eman ver! Bizi cehennem ateşinden kurtar!”
* İzah: Bu ifade, duanın her bölümünün başında ve sonunda tekrarlanır. Allah’ın kutsallığını ilan edip, O’na sığınarak ateşten korunma dileğini kuvvetli bir şekilde ifade eder.

Bu dualar, insanın acizliğini ve Allah’ın mutlak gücünü, iradesini, merhametini ve adaletini kabul edip, tüm işlerde O’na sığınmasını sağlamak için okunur.

******

“İnsan her ne kadar fail-i muhtar ise de meşiet-i İlahiye asıldır, kader hâkimdir. Meşiet-i İlahiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir, hükmünü icra eder. Kader söylese, iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.”

“Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz…” (İnsan, 76/30)

****

Kaderin Sükûtu ve İnsanın İradedeki Payı

İnsanın iradesi vardır. Bu inkâr edilemez. İnsan tercih eder, diler, adımlarını atar. Fakat bu iradenin arkasında, onu kuşatan daha büyük bir irade vardır: Meşîet-i İlahiye.
Kâinatın zerresinden galaksilere kadar her şeyi tedbir eden, en küçük hadisenin bile ipini tutan bu İlahi irade, insanın sınırlı tercihlerini çevreleyen bir deniz gibidir.
İnsan bazen kendini bütünüyle bağımsız bir varlık sanır. “Ben yaptım, ben seçtim, ben başardım” der. Oysa asıl hakikat şudur: İnsan her ne kadar fail-i muhtar (seçen, yapan) ise de, asıl olan Allah’ın dilemesidir. İnsanın dilediği, ancak Allah dilerse gerçekleşir. Tohumu toprağa insan eker; fakat onun filizlenip çıkması, rüzgârın, yağmurun, güneşin ona hizmet etmesi, tamamen İlahi takdirle olur.
Kur’an bu gerçeği açıkça bildirir:
“Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz.” (İnsan, 76/30)
Bu ayet, insanın iradesini reddetmez; fakat insanın iradesini kuşatan daha yüksek bir hakikati ilan eder: Mutlak fail Allah’tır.

Tarihî Bir İbret

Tarih boyunca nice kavimler, kendi güçlerine, sayılarına, teknolojilerine güvenerek meydan okudular. Nemrut’un ateşi büyüktü; mancınıklar devasa idi. Ama Allah dilemediği için o ateş yakmadı. Firavun’un orduları sayısızdı; deniz dalgalıydı. Ama Allah dilediği için deniz Musa’ya yol verdi, Firavun’a mezar oldu.
Tarihin bu ibretli tabloları bize şunu öğretir: İnsan diler, çabalar, plan kurar. Ama sonuç, Allah’ın takdirine bağlıdır. Kader söylerse, insanın kudreti susar.

Edebi Bir Hikmet

Hayat bazen ince bir ip gibidir; insan o ipin üzerinde yürür. Kimi zaman kudretine güvenip hızlı adımlar atar, kimi zaman korkuya kapılır. Oysa ipi tutan eller, insanın değil, Allah’ın kudretidir.
İnsan, kendi iradesini sonsuz sanırsa ipten düşer; kendi aczini idrak edip Allah’a yaslanırsa o ince ip, köprüye dönüşür ve cennete çıkar.

Düşündürücü Bir Vurgu

Kaderin mutlak hâkimiyeti, insanın gayretini yok saymaz. Çünkü insanın iradesi, sınavın özüdür. İmtihan için küçük bir tercih alanı bırakılmıştır. İnsan bu dar alanda iyiliği veya kötülüğü seçer. Sonucu ise Allah yaratır. Bir tohum gibi: Tohum senindir ama onu meyveye çeviren, toprağı, güneşi, yağmuru yaratan Allah’tır.
Demek ki insan, kendi küçücük iradesiyle sonsuz bir mesuliyet kazanır. Ama sonuç daima Allah’ın kudretiyle şekillenir.

Sonuç

İnsanın payı azdır, ama sorumluluğu büyüktür. Allah dilemedikçe yaprak kıpırdamaz; ama insanın kalbindeki niyet, dilindeki dua ve iradesindeki yöneliş, İlahi rahmetin kapılarını açabilir.
O yüzden akıllı insan, iradesini Allah’ın iradesiyle hizalar; kendi dilediğini değil, Allah’ın razı olduğu şeyi diler. İşte o zaman kul, kul olur; Allah da Rab olduğunu ilan eder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 4th, 2025

Kur’an’ın Şakirdlerine Verdiği İnbisat

  1. Kur’an’ın Şakirdlerine Verdiği İnbisat

    ​İktibas:
    ​”Kur’an, kendi şakirdlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki; doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını, birer tesbih taneleri olarak şakirdlerinin ellerine verir. “Evradlarınızı bununla okuyunuz.” der.”
    BEDÎÜZZAMAN – Lemalar – 119

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu ifade, Kur’an-ı Kerim’in müminlere (şakirdlere) kazandırdığı manevi derinliği ve yüksek ufku anlatır. İnbisat, genişleme; ulviyet ise yücelik anlamına gelir. Kur’an, müminin ruhunu öyle bir genişletir ve yüceltir ki, o kişi dar bir tesbih tanesi yerine, bütün kâinatı bir tesbih olarak görmeye başlar.
    • ​Doksan dokuz Esma-i İlahiye: Allah’ın (c.c.) 99 ismi.
    • ​Doksan dokuz âlemlerin zerratı: Bu isimlerin tecellileriyle yaratılan sayısız varlık ve âlemdeki en küçük parçacıklar (atomlar).
    ​Kur’an’ın talebesi, elindeki somut tesbihi bırakıp, Allah’ın isimlerinin kâinattaki yansımaları olan tüm varlıkları birer tesbih tanesi gibi anlar. Bu bakış açısı, zikri (evradları) sadece dilde değil, bütün varlıkta aramak ve okumak demektir. Artık kâinatın her bir zerresi, Yaratıcı’yı anlatan bir ayet, bir zikir tanesi haline gelmiştir. Bu, tefekkürle zikrin en yüksek mertebesidir.

    ​II. Kâinatın İhtişamından Yansıyan Cemal ve Kemal

    ​A. Kâinatın Ayna Oluşu

    ​İktibas:
    ​”Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.”
    BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 79

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu veciz söz, tevhid (Allah’ın birliği) inancının kâinat tefekkürüyle nasıl elde edildiğini açıklar.
    • ​Kâinat: Harikalar sergisi (meşher-i acaib) ve görkemli saray (saray-ı muhteşem) olarak nitelenir.
    • ​Bu sarayın kendi başına bir amaç olmadığı; ancak bir âyine (ayna) olduğu vurgulanır.
    • ​Ayna, kendi güzelliğini değil, başkasının cemalini (güzelliğini) ve kemalini (mükemmelliğini) gösterir.
    ​Dolayısıyla kâinattaki bütün düzen, sanat ve güzellik, Yaratıcı’nın sınırsız güzelliğini ve kusursuz mükemmelliğini yansıtmak için var edilmiş ve süslenmiştir. Fani olan bu saraya saplanıp kalmak, aklı çürük ve kalbi bozuk olanın işidir; basiret sahibi ise aynanın arkasındaki asıl güzelliğe intikal eder.

    ​B. Sema Yüzündeki Saltanat ve Sanat

    ​İktibas:
    ​”semavat yüzünde, öyle bir haşmet içinde parlamak ve bir ziynet içinde bir tebessüm var ki Sâni’-i Zülcelal’ın ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir sanatı olduğunu gösterir.”
    Risale-i Nur – Sözler/664

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, bir önceki düşünceyi gökyüzü (semavat) ve yıldızlar üzerinden somutlaştırır. Gökyüzündeki muazzam düzen, parlaklık ve süs (ziynet), sadece maddi bir olay değil, Yüce Sanatkâr’ın (Sâni’-i Zülcelal) bir tecellisidir.
    • ​Haşmetle parlamak: Gezegenlerin ve yıldızların görkemli düzeni, Allah’ın muazzam saltanatını gösterir.
    • ​Ziynet içinde tebessüm: Gökyüzünün güzelliği, ahengi ve estetiği ise O’nun güzel sanatının bir yansımasıdır.
    ​Kâinatın bu ihtişamlı durumu, gören kalplere Yaratıcı’nın sınırsız kudretini ve eşsiz sanatını ilan eden edebi bir manzaradır.
    ​III. Kudretin Sonsuzluğu ve Haşir İnancı

    ​İktibas:
    ​”(Allah) Fâil muktedirdir. Kudrette noksan yoktur. A’zam (en büyük) ve asgar (en küçük) ona nisbeten birdirler. Evet bir Kadîr ki; âlem bütün güneşleri, yıldızları, avalimi (âlemleri), zerratı, cevahiri, gayr-ı mütenahi lisanlar ile azametine, kudretine şehadet eder. Hiçbir vehim ve vesvesenin hakkı var mıdır ki, haşr-i cismanîyi (bedenin tekrardan diriltilmesi) O kudretten istib’ad (uzak görme) etsin?”
    BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 34

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, kudret kavramının mutlaklığını ve ahiret (haşr-i cismani) inancının akli temelini ele alır.
    • ​Fâil Muktedir: İşleyen, yapan ve tam güç sahibi. Allah’ın kudreti sınırsızdır.
    • ​A’zam ve Asgar’ın Birlikteliği: Allah için en büyük (güneşler) ve en küçük (zerrat – atomlar) varlıkları yaratmakta bir fark yoktur. Kudret için zorluk/kolaylık yoktur.
    • ​Kâinatın Şehadeti: Bütün evren, güneşler, yıldızlar, atomlar (gayr-ı mütenahi lisanlar), Allah’ın sonsuz azametine ve kudretine şahitlik eder.
    ​Bu sonsuz kudretin varlığı sabit olduktan sonra, insan bedenini tekrar diriltmeyi (haşr-i cismani) imkânsız veya uzak görmek (istib’ad) gibi hiçbir vesvesenin ve şüphenin yeri kalmaz. Çünkü en büyüğü kolayca yaratan, en küçüğü de aynı kolaylıkla yaratabilir; dolayısıyla ölüyü diriltmek O’nun kudretine asla ağır gelmez.

    ​IV. Rızık ve Merhametin Sürekli Tezahürü

    ​A. Rızık Veren Mâlik-i Kerim

    ​İktibas:
    ​”Sen memlukiyet (kulluk) ve ubudiyet intisabıyla öyle bir Mâlik-i Kerim’e mensub ve iaşe defterinde mukayyedsin ki; her bahar ve yazda gaybdan ve hiçten umulmadığı yerden ve kuru bir topraktan kaldırır, indirir tarzında yüz defa zemin sofrasını ayrı ayrı yemekleriyle tezyin eder, serer. Güya zamanın seneleri ve her senenin günleri, birbiri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taamlarına birer kap ve bir Rezzak-ı Rahîm’in küllî ve cüz’î ihsanat mertebelerine birer meşherdirler. İşte sen böyle bir Ganiyy-i Mutlak’ın abdisin (kulusun).”
    BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 65

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, insanın kulluk vasfını ve Allah’ın Rezzak (rızık veren) isminin tecellilerini anlatır. İnsan, cömert bir Mâlik’e (sahibe) mensuptur ve O’nun iaşe defterinde (rızık listesinde) kayıtlıdır.
    • ​Her bahar ve yazda: Rızkın en büyük delili, kuru topraktan her yıl hiç beklenmedik bir şekilde yüzlerce çeşit yemeğin (bitki, meyve) yaratılması ve yeryüzü sofrasının (zemin) döşenmesidir.
    • ​Zaman ve Günler: Yıllar ve günler, Allah’ın (Rezzak-ı Rahîm) kullarına gönderdiği büyük ve küçük (küllî ve cüz’î) ikram ve nimetlerin sergilendiği birer alandır (meşherdirler).
    ​Bu muazzam rızık sistemi, insanın fakirliğini ve acizliğini itiraf etmesini ve O Mutlak Zengin’in (Ganiyy-i Mutlak) kulu (abdi) olduğunu anlamasını gerektirir.

    ​B. Zemin Sofrasındaki İkram ve Kerem

    ​İktibas:
    ​”Zemin sofrasında Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine, rahmet tarafından ihzar edilen hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk u safasına yardım eden cihazlara bak, ikram ve kerimiyet-i Rabbâniyenin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini gör.”
    BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 78

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, yeryüzü sofrasının yalnızca doyurmakla kalmadığını, aynı zamanda estetik ve lezzetle donatıldığını vurgular. Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm, bütün varlıkları (misafirleri) için sınırsız yiyecekler (hadsiz taamlar) hazırlamıştır.
    • ​Koku, Renk, Tat: Yiyeceklerin sadece var olması değil, aynı zamanda güzel kokular, süslü renkler, hoş tatlar taşıması, basit bir ihtiyaç gidermenin ötesinde, Allah’ın İkram ve Kerem (cömertlik) sıfatlarının tecellisidir.
    • ​Zevk u Sefa Cihazları: Her canlının tat almasını ve zevk almasını sağlayan duyu organları (cihazlar).
    ​Bu lütufkâr sofra, Allah’ın sonsuz cömertliğinin (kerimiyet-i Rabbâniye) şirin cemalini ve tatlı güzelliğini gösterir. Varlık, kuru bir ihtiyaçlar zinciri değil, lezzetli bir sanattır.

    ​V. Mücadele ve Ahlak Prensipleri

    ​A. Zalime Karşı Tavır

    ​İktibas:
    ​”Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.”
    BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 564

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, ahlak, hikmet ve siyasi realiteye dair keskin bir uyarıdır. “Aç olan canavar,” nefsinin esiri olmuş, zalim ve hırslı bir gücü veya kişiliği temsil eder.
    • ​Bu tür bir güce muhabbet (tahabbüb) göstererek, yani pasif bir iyilikle yaklaşarak onu yumuşatmaya çalışmak bir hatadır.
    • ​Böyle bir yaklaşım, zalimin merhametini değil, aksine daha da ileri gitme iştihasını artırır.
    • ​Sonuç, o zalimin geri dönüp daha büyük bir bedel (tırnağın ve dişinin kirası) istemesidir.
    ​Bu, zalime karşı duruşun kararlı, tavizsiz ve onurlu olması gerektiğini, zayıflık veya naiflik göstermenin ancak daha büyük bir zulmü davet edeceğini anlatır.

    ​B. Ümit ve Nihai Adalet

    ​İktibas:
    ​”Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!”
    Abdurrahim Karakoç

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu mısralar, sabır ve ümit ruhunun destansı ifadesidir. Tarihi ve dini olaylara atıf yapar:
    • ​Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez: Mekke’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin ordusunun (Fil) küçük kuşlar (Ebabil) tarafından yenilgiye uğratılması. En büyük gücün bile ilahi kudret karşısında aciz kalması.
    • ​Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez: Zulmün zirvesindeki Firavun’un, kurtuluşun ve helakinin kaynağı olan Nil Nehri’nde boğulması. En zor şartlarda bile kurtuluşun beklenmesi.
    • ​Azrailden umut kesilmez: Zalimlerin dünyevi ömürlerinin uzamasıyla ümitsizliğe düşülmemesi. Çünkü kaçınılmaz bir son olan ölüm meleği (Azrail) mutlaka gelip, nihai adaletin başlangıcını sağlayacaktır.
    ​Bu, zulme karşı direnenlere moral ve manevi gücün asla tükenmeyeceğini hatırlatan, ibretli ve düşündürücü bir metindir.

    ​C. Kutsal Hakikat Uğruna Fedakârlık

    ​İktibas:
    ​”Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!”

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu söz, iman ve fedakârlık ruhunu en keskin dille ifade eder.
    • ​Dinini dünyaya satanlar: Geçici dünya menfaatleri için ebedi değerlerden vazgeçen, mutlak inkâra (küfr-ü mutlaka) düşenlerdir. Onların bu hırslarının kendilerini tüketeceği hakikati yapılır.
    • ​Kutsî Hakikat: Özellikle Kudüs gibi mukaddes değerlerin temsil ettiği hakikat davası.
    ​Hak yolunda olanlar ise, bu kutsal dava için canlarını seve seve feda etmeye hazırdırlar. Bu, maddi güce karşı manevi iradenin ve teslimiyetin nihai ilanıdır.

    ​D. Birlikteliğin Yüksek Sorumluluğu

    ​İktibas:
    ​”Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip, yüzer âyât ve ehadîs-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
    (Lemalar, Risale-i Nur)

    ​İzah ve Açıklama:
    Bu metin, bir cemaatin veya milletin beka prensibini ortaya koyar.
    • ​Dahili Münakaşatın Terki: Dış tehdit (haricî düşman) varken, içerideki küçük tartışmaların ve ayrılıkların derhal bırakılması, hayati bir zorunluluktur.
    • ​Vazife-i Uhreviye: Hak ehlinin düşüşten (sukut) ve aşağılanmaktan (zillet) kurtarılması, sadece siyasi değil, en mühim manevi görev olarak görülmelidir.
    • ​İttifakın Şiddeti: Kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün) gibi ilahi emirler, geçici dünya menfaati için birleşenlerden (ehl-i dünya) daha güçlü ve samimi bir birliktelikle uygulanmalıdır.
    ​Bu, hakikat yolcularının, ayrılığa düşmeden, bütün güçleriyle birbirine kenetlenmesinin, hayatta kalmanın ve zafere ulaşmanın temel şartı olduğunu vurgular.

    ​Makale: Hakkın Yolu, Kâinatın Dili ve Beka Mücadelesi
    ​Giriş: İman ve İdrakin Bütünlüğü

    ​İnsan, kâinatın en nazik ve en manalı misafiri olarak yaratılmıştır. Yaşam serüveni boyunca, O’na sunulan sayısız nimet ve O’ndan istenen en büyük görev; iman, idrak ve sebat üçgeninde şekillenir. Karşımızdaki hikmetli sözler, bu kadim yolculuğun rehberleridir. Bediüzzaman Said Nursi’nin tefekkür derinliği ile Abdurrahim Karakoç’un mücadeleci ruhu, birbirini tamamlayarak, müminin hem iç dünyasını hem de dış dünyadaki duruşunu inşa eden bir kutsal bütünlük manifestosu sunar.

    ​I. Kâinatın Dili: Kudret ve Kerem Şahitliği

    ​”Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören… bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.” İman, evvela bu idrakle başlar. Kâinat, rastgele oluşmuş bir yığın değil, aksine Sâni’-i Zülcelal’ın ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir sanatı olduğunu gösteren bir harikalar sergisidir. Güneşlerin haşmeti, yıldızların tebessümü, kâinatın her zerresi (a’zam ve asgar) aynı Kadîr-i Mutlak’ın sonsuz kudretine delildir.
    ​Bu kudretin en büyük şahidi, yeryüzü sofrasında her baharda kurulan, gaybdan ve hiçten yüzlerce çeşit yemekle donatılmış zemin sofrasıdır. Her koku, her renk, her hoş tat, Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine sunduğu ikram ve cömertliğin bir nişanesidir. Bu kerem ve kudretin şahidi olan bir akıl, asla şüpheye düşmez; zira haşr-i cismanîyi (bedenin tekrardan diriltilmesi) O kudretten istib’ad (uzak görme) etmeye hiçbir vehmin ve vesvesenin hakkı yoktur.
    ​Kur’an’ın şakirdi ise bu idraki en yüksek mertebede yaşar. O’nun ruhu öyle bir inbisat ve ulviyet kazanır ki, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını birer tesbih tanesi gibi eline alır ve “Evradlarınızı bununla okuyunuz.” davetine icabet eder. Bu, kuru bir zikirden tefekkürle zikre, cüz’i ibadetten külli idrake geçiştir.

    ​II. Mutlak Rehberlik ve Mücadelenin Etiği

    ​Kâinatı doğru okuyan ve Allah’ın kudretine teslim olan insan, hayatın mücadelesinde de doğru bir tavır sergilemekle yükümlüdür. Bu yolun yegâne rehberi ise Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. O, Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. İnsanlığın kurtuluşu, ancak O’nun caddesi haricinde gitmemekle ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.
    ​Ancak bu ulvi yolda zalimlerle karşılaşmak kaçınılmazdır. Bu karşılaşmada takınılacak tavır, acziyetten uzak, onurlu bir duruş olmalıdır. Zira hikmet bize fısıldar: “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar.” Tarih, zulme karşı pasif ve naif duruşların, zulmün iştihasını artırdığını ve sonunda zalimin geri dönüp kat be kat bedel (tırnağın ve dişinin kirasını) talep ettiğini göstermiştir.
    ​Bu nedenle, “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar!” karşısında net bir irade gerekir. Kutsal Hakikat, can dâhil her şeyden üstündür. “Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!” demenin onuru, dünyevi menfaat uğruna dinini satmanın sefaletinden fersah fersah ileridedir.

    ​III. Ümit, Sabır ve Kardeşlik: Bekanın Sırrı

    ​Mücadele ne kadar zorlu olursa olsun, ümitsizlik inananın sözlüğünde yer almaz. Abdurrahim Karakoç’un mısraları, tarihin en ibretli dersidir: “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez.” Görünürdeki devasa güce rağmen, Ebabil ve Nil mucizeleri, İlahi Kudretin en zayıf noktadan bile tecelli edebileceğini ispatlar. Zalimlerin uzun ömür sürmesi de bir imtihandır; “Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!” Nihai adalet, er ya da geç, kaçınılmaz bir şekilde tecelli edecektir.
    ​Ancak bu büyük mücadeleyi kazanmanın ve bu ümidi muhafaza etmenin yegâne teminatı birliktir. En hayati emir şudur: “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek… yüzer âyât ve ehadîs-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla… ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
    ​Hak ehlinin sukuttan ve zilletten kurtarılması, en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye olarak kabul edilmelidir. Zira iç çekişme, dış düşmandan daha yıkıcıdır. Ehl-i dünya bile kendi menfaatleri için birleşirken, kutsal bir hakikatin yolcularının, uhuvvet (kardeşlik), muhabbet (sevgi) ve teavün (yardımlaşma) ile, onlardan daha şiddetli bir surette birbirlerine kenetlenmeleri bir inanç ve beka meselesidir.

    ​Sonuç: İmanın İkiz Direkleri

    ​Bu altı hikmetli metin, mümin şahsiyetin iki temel direğini ortaya koyar: Tevhidin Külli İdrakine Ulaşmak ve Mücadelenin Ahlakını Kuşanmak.
    Kâinatı bir tesbih tanesi gibi okuyan, kudretin sonsuzluğuna teslim olan ve rızkın sahibi Kerim-i Mutlak’a güvenen bir kalp; dışarıdaki zulme karşı asla ye’se düşmez, zalime karşı onurunu korur ve en önemlisi, kardeşleriyle birleşerek davasını ayakta tutar. Bütünlük, imanın ve hayatın hem sanatı hem de zorunlu kuralıdır.

    ​Makale Özeti

    ​Sunulan metinler, tevhid, tefekkür, mücadele ve birlik konularını bütüncül bir yaklaşımla ele almaktadır.
    ​Temel Düşünceler:
    • ​Tefekkür ve İdrak: Kâinat (güneş, yıldızlar, yeryüzü sofrası) bir “meşher-i acaib” ve “âyine” olup, Allah’ın (c.c.) sonsuz kudretini, cemalini ve keremini gösterir. Kur’an’ın rehberliğiyle mümin, tüm kâinatı bir tesbih olarak anlayarak en yüce zikri gerçekleştirir. Allah’ın kudreti için “a’zam ve asgar” birdir; bu kudret, haşr-i cismanînin (yeniden diriliş) en büyük teminatıdır.
    • ​Rehberlik ve Duruş: İnsanlığın yegâne rehberi ve kurtuluş yolu, Hâtemü’l-Enbiya olan Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) caddesidir.
    • ​Zulme Karşı Ahlak: Zalim güce (aç canavar) gösterilen merhamet, onun iştihasını artırır; bu yüzden tavizsiz ve kararlı bir duruş esastır. Kutsal hakikatler uğruna (Kudüs davası gibi) can feda etme iradesi, dinini dünyaya satanların sefaletine karşı en şerefli cevaptır.
    • ​Ümit ve Adalet: Zalimlerin geçici azgınlığı karşısında ümitsizliğe düşmek küfürdür. Ebabil ve Nil örnekleriyle gösterildiği gibi, Azrail mutlak adaletin en kesin sonudur.
    • ​Birlik (İttifak): Haricî düşmanın hücumunda iç çekişmeleri (dahilî münakaşat) terk etmek, ehl-i hakkı zilletten kurtarmak için en mühim vazife-i uhreviyedir. Beka, uhuvvet, muhabbet ve teavün ile, dünya ehlinden daha güçlü bir birlikteliğin tesis edilmesine bağlıdır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 4th, 2025

TESBİTLER

 

TESBİTLER

 

  1. Risale-i Nur Külliyatından (Mektubat – 452)
    İktibas:
    > “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez; ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.”
    > (Risale-i Nur Külliyatından – Mektubat – 452)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, İslam inancının temel direklerinden biri olan Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) evrensel ve mutlak konumunu ifade eder. “Hâtemü’l-Enbiya” tabiri, Peygamberlerin Mührü veya Son Peygamber anlamına gelir. Bu, O’nunla birlikte peygamberlik müessesesinin sona erdiğini ve getirdiği mesajın kıyamete kadar geçerli olduğunu belirtir.
    “Umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir” ifadesi, O’nun mesajının sadece belli bir topluluğa, döneme veya coğrafyaya değil, tüm insanlık (nev-i beşer) adına Allah’ın (c.c.) hitabına mazhar olduğunu, yani evrensel bir elçi olduğunu vurgular.
    Sonuç olarak, bütün insanlığın kurtuluş ve doğru yolunun ancak O’nun caddesi (yolu) üzerinden geçebileceği, O’nun gösterdiği ilkeler ve rehberlik (bayrağı) altında toplanmanın ise bir tercih değil, bir zorunluluk (zarurîdir) olduğu hikmetli bir dille belirtilmiştir. Bu, Allah’a ulaşmanın tek ve güvenilir yolunun Son Peygamber’in getirdiği şeriat ve sünnet olduğunu kesin bir dille ifade eder.
    2. Abdurrahim Karakoç
    İktibas:
    > “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!”
    > (Abdurrahim Karakoç)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Şair Abdurrahim Karakoç’un bu mısraları, ezilenlerin ve mazlumların ümitsizliğe düşmemesi için derin bir teselli ve direniş ruhu aşılar. Metin, tarihî ve dinî referanslarla doludur:
    * Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez: Bu kısım, Ebrehe’nin Filler Olayı’na atıf yapar. Güçlü ordu (Fil) ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın gönderdiği küçük kuşlar (Ebabil) bile zalim bir gücü yenmeye kâdirdir. Bu, fiziki güçten ziyade ilahi yardımın üstünlüğünü simgeler.
    * Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez: Firavun’un zulmü ve kudreti ne kadar artarsa artsın, onun sonu ve mucizelerle dolu kurtuluşun kaynağı yine Nil Nehri olmuştur. Zulmün doruk noktası aynı zamanda kurtuluşun başlangıcı demektir.
    * Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!: Burası ana mesajı ihtiva eder. Zalimlerin dünyevi hayatlarının uzun sürmesi, insanı ümitsizliğe (ye’se) düşürmemelidir. Çünkü dünyevi adalet gecikse bile, ölüm meleği (Azrail) eninde sonunda her canlının yanına varacak, ve bu, zalimler için dünyevi hayatın sonu ve ilahi adaletin başlangıcı olacaktır. Mutlak ve kaçınılmaz son, adaletin tecelli edeceğinin en büyük teminatıdır.

    3. Kudüs Temalı
    İktibas:
    > “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!”
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, son derece keskin ve mücadeleci bir ifadedir. Metin, iki zıt grubu karşı karşıya koyar:
    * Dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar: Bunlar, geçici dünya menfaatleri için inançlarından, değerlerinden ve kutsallarından vazgeçen, manen iflas etmiş kimselerdir. “Küfr-ü mutlak” ise, şüphesiz ve tam bir inkâr hâlini ifade eder. Metin, bu kişileri pervasız eylemlerinden dolayı kınayarak, dünyevi hırslarının eninde sonunda kendilerini yok edeceğini (“Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek!”) kesin bir uyarı ile belirtir.
    * Kudsî hakikate başlarını feda edenler: Bu grup, canlarından bile değerli gördükleri bir kutsal hakikat (kudsî hakikat) uğruna her şeyi göze alanlardır. Kudüs’ün manevi değeri, uğruna yüz milyonlarca kahramanın canını feda ettiği bir ideal olarak yüceltilir. Metin, bu uğurda kendi canlarını da seve seve feda edeceklerini beyan ederek, hakikate bağlılık ve fedakârlık ruhunu en yüksek mertebede ifade eder. Bu, davaya olan mutlak bağlılığın ve kutsal değerleri savunma azminin bir manifestosudur.

    4. Bediüzzaman Said Nursi (Asar-ı Bediiyye – 564)
    İktibas:
    > “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.”
    > (BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 564)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu veciz ifade, Bediüzzaman Said Nursi’nin siyaset ve sosyal hayata dair keskin bir realitesini ortaya koyar. Aç olan canavar, nefsinin arzularına, hırslarına veya zalimane eğilimlerine tabi olmuş, merhametten nasipsiz bir gücü veya kişiliği temsil eder.
    Bu canavara karşı muhabbet beslemek (tahabbüb), yani iyi niyetle yaklaşmak, onu yumuşatmaya çalışmak veya yaranmaya kalkışmak, beklenen sonucu (merhameti) getirmez. Aksine, canavarın iştihasını (daha fazla zulmetme, ele geçirme hırsını) artırır. Zalime gösterilen iyi niyet ve zayıflık, onun cüretini artırır ve onu daha da azgınlaştırır.
    Metnin devamı, bu yanlış stratejinin kaçınılmaz acı sonucunu belirtir: Canavar daha sonra geri döner ve yaptığı kötülüklerin bedelini (mecazi olarak tırnağın ve dişinin kirasını) bizzat o iyi niyetli kimseden ister. Bu, zalime karşı gösterilen tavizin, eninde sonunda tavizi verene zarar vereceği, hatta bedel ödettireceği konusunda sert bir uyarıdır. Zalime verilecek en doğru tepkinin, zaaf göstermeyen bir duruş ve hakkaniyetli bir karşı koyuş olması gerektiği ima edilir.

    5. Bediüzzaman Said Nursi (Şualar – 79)
    İktibas:
    > “Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.”
    > (BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 79)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, tefekkür (derin düşünme) yoluyla Allah’ın varlığına ve birliğine (Tevhid) ulaşmanın bir yöntemini sunar. Kâinat (evren), burada iki metaforla tanımlanır:
    * Meşher-i Acaib: Hayret verici sanat eserlerinin sergilendiği yer, harikalar sergisi.
    * Saray-ı Muhteşem: Görkemli, büyük saray.
    Evrendeki bu muhteşem güzellikleri ve harikaları gören bir insanın, eğer “aklı çürük ve kalbi bozuk” değilse, kesinlikle şu sonuca (intikal edecek) varacağı belirtilir: Bu saray (kâinat) kendi başına amaç değildir. O, yalnızca bir âyinedir (ayna/gösterge).
    Bir ayna, kendi güzelliği için değil, başkasının cemalini (güzelliğini) ve kemalini (mükemmelliğini) yansıtmak için vardır. Dolayısıyla, kâinattaki bütün sanat, intizam ve güzellikler, bizzat Kâinatın Yaratıcısı’nın sonsuz güzelliğini, mükemmel sanatını ve üstün kudretini göstermek için yaratılmış, süslenmiş ve donatılmıştır. Bu, kâinatı yaratandan bağımsız bir varlık olarak görme düşüncesini reddeden, her güzelliğin ardında Mutlak Güzellik Sahibini arayan bir bakış açısıdır.

    6. Risale-i Nur (Lemalar)
    İktibas:
    > “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp bütün hissiyatınızla ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.”
    > (Lemalar, Risale-i Nur)
    >
    İzah ve Açıklama:
    Bu metin, özellikle zor zamanlarda Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğin hayati önemine odaklanır. Metin, temel bir strateji ve görev tanımı sunar:
    * Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek: Dışarıdan bir düşman (fikri, siyasi veya askeri tehdit) varken, içerideki küçük ve tali tartışmaları, ayrılıkları bırakmak gerekir. İç çekişmeler, düşmana karşı en büyük zaafı oluşturur.
    * Ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmak: Hak yolunda olanları düşüşten (sukut) ve aşağılanmaktan/esaretten (zillet) kurtarmak, en önemli (en birinci ve en mühim) manevi görev (vazife-i uhreviye) olarak kabul edilmelidir.
    * Uhuvvet, muhabbet ve teavün: Bu görev, kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün) prensiplerini yaşayarak yerine getirilir. Bu ilkeler, yüzlerce ayet ve hadis ile kesin bir dille emredilmiştir.
    * Ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette ittifak: Müslümanlar, geçici dünya menfaatleri için birleşenlerden (ehl-i dünya) daha güçlü, daha samimi ve daha kararlı bir şekilde, kendi dindaşları ve meslektaşları (aynı davada olanlar) ile birleşmeli (ittifak etmeli) ve ayrılığa düşmemelidir (ihtilafa düşmeyiniz). Bu, İslam toplumunun gücünü korumasının ve ayakta kalmasının temel şartıdır.
    Makale: İman, Direniş ve Kardeşlik: Bir Kutsal Bütünlük Manifestosu
    Tarihin Aynasında Sonsuzluğun Çağrısı
    İnsanlık tarihi, daima bir yol arayışının, hakikat ve batılın, zulüm ve adaletin bitmek bilmeyen mücadelesinin sahnesi olmuştur. Bu kadim mücadelede, inancın ve ahlakın rehberliği hayati bir öneme sahiptir. Karşımızdaki altı hikmetli metin, bu mücadelede birer deniz feneri gibi yol göstermekte, imanî, ahlakî ve sosyal hayatın temel dinamiklerini, birbiriyle uyum ve bütünlük içinde ele almaktadır. Bu metinler, bir yandan insanın varoluş gayesini kâinatın ihtişamıyla açıklarken, diğer yandan zulme karşı takınılması gereken tavırdan, cemaat içi birlikteliğin zorunluluğuna kadar geniş bir yelpazede derinlikli bir yol haritası sunar.

    I. Mutlak Önderlik ve Evrensel Yol: Kâinatın Tek Caddesi

    “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun caddesi haricinde gidemez; ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.”
    Bu mübarek hakikat, kâinatın kuruluşundan kıyamete kadar sürecek olan İlahi planın merkezindeki şahsiyeti işaret eder. Hazreti Muhammed (s.a.v.), insanlığın tüm zamanlar ve mekânlar için tayin edilmiş son ve en mükemmel rehberidir. O’nun getirdiği “cadde” (yol), bir ihtimal değil, aksine kurtuluş için tek bir **”zaruret”**tir. Bu zaruret, insanın cüz’i aklının dağınık keşiflerinden çok, bizzat Kâinatın Sahibinin mutlak kudret ve ilmiyle çizdiği ana yoldur. İnsanlığın huzuru, saadeti ve medeniyetinin bekası, ancak bu bayrağın altında toplanmakla mümkündür; zira bu bayrak, sadece ahlakı değil, aynı zamanda siyasetten sosyal hayata kadar her alanda denge ve adaleti tesis etme garantisidir.

    II. Zalime Taviz, Azgınlığa Davettir: Realitenin Acı Dersi

    İkinci metin, manevi hayatın ve sosyal mücadelenin en önemli derslerinden birini, acı bir realiteyle gözler önüne serer. “Aç olan canavara karşı tahabbüb (muhabbet beslemek) etsen; merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağın, hem dişinin kirasını senden ister.” Bediüzzaman’ın bu uyarısı, naif iyiliğin ve stratejik zaafın ayrımını yapar. Canavarlaşmış nefislere, hırslı ve azgın güçlere karşı gösterilen merhamet kisveli teslimiyet, zulmü dizginlemek yerine onu teşvik eder, iştahını kabartır. Tarih, zalime boyun eğen milletlerin, sonunda o zalimin elinde en ağır bedelleri ödediğine dair ibret dolu örneklerle doludur. Bu, adaletin tesisinde aktif ve onurlu bir duruşun, pasif bir teslimiyetten çok daha hikmetli ve doğru bir yol olduğunu net bir şekilde ortaya koyar.

    III. Zulmün Karşısında İlahî Umut ve Kaçınılmaz Adalet

    Ne var ki, zulüm ne kadar azgınlaşırsa azgınlaşsın, iman ehli ümitsizliğe kapılmamalıdır. “Fil çoğalsın, Ebabilden umut kesilmez. Firavun azsa da, Nilden umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma. Sabret hele, Azrailden umut kesilmez!” Abdurrahim Karakoç’un bu dörtlüğü, tarihi referanslarla beslenmiş bir teselli ve direniş manifestosudur. İnsanlık, bazen Ebrehe’nin fil ordularının ezici gücü altında kalmış, bazen de Firavun’un sonsuz kudretine maruz kalmıştır. Ancak her seferinde, en beklenmedik anda, en mütevazı kaynaktan (Ebabil kuşu, Nil Nehri) İlahi Kudretin tecellisi gerçekleşmiştir. Bu, mü’mine bir sabır ve metanet dersidir: Dünya adaletinin yavaş işlediği anlarda bile, en kesin ve nihai adalet Azrail suretinde tecelli edecek, her zalim, er ya da geç, yaptıklarının hesabını vereceği o mutlak sona ulaşacaktır. Ümitsizlik, kâfirlerin sıfatıdır; mü’min ise nihai zaferin ve adaletin mutlak olduğuna iman eder.

    IV. Dinini Satana Lanet, Kutsala Can Feda

    Bu mücadele ruhu, kutsal değerler söz konusu olduğunda en yüksek fedakârlık seviyesine ulaşır. “Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız… Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımızı dahi feda olsun!” Bu sözler, özellikle Kudüs gibi mukaddes mekânlar ve manevi değerler etrafında verilen varoluş mücadelesinin özünü teşkil eder. Dinini, yani ebedi saadetini geçici dünya menfaatlerine satanlar, bu tavırlarıyla kendilerini bir felakete sürüklemektedirler. Onların tehditleri ve zulümleri, hakikate bağlı olanların gözünde bir değer taşımaz. Çünkü hakiki inanca sahip olanlar, uğruna milyonlarca kahramanın can verdiği kutsal bir hakikati, kendi canlarından dahi üstün tutarlar. Bu, yalnızca bir meydan okuma değil, aynı zamanda en değerli varlıklarını feda etmeye hazır olan bir imanın ve kimliğin onur beyanıdır.

    V. Kâinat Aynasından Yansıyan Güzellik

    Bütün bu hayat ve mücadele, kâinatın temel amacını anlamakla mümkün olur. “Bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş.” İmanî derinliğin doruğu, kâinatı bir tefekkür laboratuvarı olarak görmektir. Evrenin her zerresindeki mükemmel sanat, intizam ve güzellik, kendi başına bir amaç olamaz. Göz kamaştıran bir saray, ancak sahibinin ihtişamını ve sanatını göstermek için kurulur. Kalbi ve aklı saf olanlar, kâinat aynasında kendi faniliklerini değil, Yaratıcı’nın sonsuz ve mutlak Güzelliğini (Cemal) ve Mükemmelliğini (Kemal) görürler. Bu idrak, insana evrendeki yerini gösterir ve hayatın asıl gayesini anlamasını sağlar.

    VI. Birlik ve Beraberlik: Varlık ve Yokluk Arasındaki Çizgi

    Nihayet, dış tehditler karşısında ayakta kalmanın yegâne yolu, iç birliği sağlamaktır. “Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşatı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telakki edip… meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz yani ihtilafa düşmeyiniz.” Bu, İslam toplumunun bekası için vazgeçilmez bir düsturdur. Dış düşman ne kadar tehlikeli olursa olsun, bir toplumu asıl yıkan şey içeriden gelen ayrılıktır (ihtilaf). Dışarıdaki tehlike, toplumun sinirlerini gererek birlik ruhunu güçlendirirken, içerideki küçük tartışmalar enerjiyi dağıtır ve düşmanı cesaretlendirir. Kardeşlik (uhuvvet), sevgi (muhabbet) ve yardımlaşma (teavün); ne sadece bir ahlak kuralı, ne de bir tavsiyedir; bilakis, zilletten kurtuluşun ve hakkı ayakta tutmanın en önemli manevi görevidir. Bu, hakiki bir varoluş mücadelesinde zafere ulaşmanın temel ilkesidir.

    Makale Özeti
    Bu makalede incelenen metinler, imanın temelini (Peygamberin mutlak rehberliği ve kâinatın tevhidi göstermesi), sosyal ve siyasi hayattaki realiteyi (zalime tavizin zararı) ve büyük mücadele anındaki stratejiyi (dış düşman karşısında iç birliğin zorunluluğu) ele alarak bütüncül bir manifestoyu ortaya koymaktadır.

    Temel çıkarımlar şunlardır:
    * Mutlak Önderlik: Bütün insanlığın kurtuluş yolu, son ve evrensel rehber olan Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) caddesidir.
    * Kâinatın Gayesi: Evren, Yaratıcısı’nın sonsuz güzelliğini ve mükemmelliğini yansıtan bir aynadır; hayatın gayesi bu hakikati idraktir.
    * Zulme Karşı Duruş: Canavarlaşmış zalime karşı yumuşaklık ve taviz göstermek, onun merhametini değil, azgınlığını artırır ve sonunda taviz verene zarar verir.
    * İlahi Adalet ve Ümit: En büyük zulüm karşısında dahi ümitsizliğe düşülmemelidir. Tarihi mucizeler (Ebabil, Nil) ve kaçınılmaz son (Azrail), ilahi adaletin mutlak tecelli edeceğinin kesin teminatıdır.
    * Fedakârlık ve Onur: Kutsal hakikatler uğruna can dâhil her şey feda edilebilir; dinini dünyaya satan bedbahtların akıbeti ise kayıptır.
    * Birliğin Hayatiyeti: Harici düşmanın tehdidi altındayken, dâhili çekişmeleri terk etmek ve bütün hissiyatla dindaşlarla ittifak etmek, zilletten kurtulmanın en önemli manevi görevidir.
    Bu altı hikmet, birbirini tamamlayarak, zorlu bir çağda hem bireysel hem de toplumsal manada metanetli bir imanı, stratejik bir ahlakı ve sarsılmaz bir birliği inşa etmenin gerekliliğini vurgulamaktadır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 4th, 2025

İçimizdeki İsrailliler: Bir Hafıza ve İbret Makalesi

İçimizdeki İsrailliler: Bir Hafıza ve İbret Makalesi

Her milletin tarih sahnesinde imtihan anları vardır. Kiminde bu imtihan işgal ordularıyla olur, kiminde ekonomik baskılarla, kiminde de kendi içinden çıkan gafillerle… Türkiye’nin son on yıllardaki yolculuğuna baktığımızda, “içimizdeki İsrailliler” denilebilecek bir güruhun daima pusuda beklediğini, milletin iradesini kırmak için her fırsatta harekete geçtiğini görürüz. Bu ifade bir şahsı veya bir kurumu değil; milletin ruh kökünü hedef alan, onun imanını, dirayetini, bağımsızlığını yıkmak isteyen zihniyeti temsil eder.

IMF Borcunun Bitmesi ve Küresel Rahatsızlık

2000’li yılların başında Türkiye, IMF’ye mahkûm, borç batağına sürüklenen, ekonomik kararlarını dahi dışarıdan telkinle almak zorunda kalan bir ülkeydi. Ancak 2013’e gelindiğinde Türkiye, IMF’ye olan borcunu tamamen ödeyerek masadan kalktı. Bu hadise sadece bir ekonomik mesele değildi; aynı zamanda küresel vesayetin iplerini koparmak anlamına geliyordu. Çünkü borç, bağımlılıktır; bağımlılık ise siyasî, askerî ve kültürel kuşatmanın kapısını aralar. Türkiye, bu zinciri kırdığı an, küresel odaklarda büyük bir rahatsızlık başladı.

Gezi Olayları: Borcun Bedeli mi?

Tam IMF defterinin kapandığı günlerde, “Gezi Olayları” adı altında sokaklar karıştırıldı. Ağaç bahanesiyle başlayan gösteriler, kısa sürede bir kaos senaryosuna dönüştü. Kaldırım taşlarıyla devletin temelleri sökülmek istendi. Asıl mesele birkaç ağaç değil, Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durmaya başlamasıydı. “Faiz lobisi” ve “küresel sermaye odakları” Gezi üzerinden Türkiye’ye mesaj veriyordu:
“Bizim iznimiz olmadan bağımsız olamazsınız!”

15 Temmuz: İçimizdeki İsrailliler’in Açık Çıkışı

2016’da ise bu rahatsızlık bir başka formatta sahne aldı: 15 Temmuz darbe teşebbüsü. Görünüşte bir grup askerî kalkışmaydı. Hakikatte ise; içerideki hainler ile dışarıdaki akıl hocalarının birleştiği bir işgal planıydı. Tanklar, uçaklar, helikopterler sadece seçilmiş hükümeti değil, milletin iradesini hedef aldı. O gece sokaklara çıkan milyonlar, sadece bir darbeyi değil, asırlardır süren esaret zincirlerini de kırdı. “İçimizdeki İsrailliler” planlarını yine milletin imanıyla, ezanıyla, salâsıyla dağıttı.

Darbeler Zincirinde Ortak Payda

Gezi’den 15 Temmuz’a kadar uzanan çizgi, aslında tek bir senaryonun farklı perdeleridir. Ortak noktaları:
• Türkiye’nin bağımsızlık yolculuğunu durdurmak,
• Ekonomik ve siyasî özgürlüğünü yeniden ipotek altına almak,
• Milleti kendi tarihine ve değerlerine yabancılaştırmak.
Dışarıda yazılan senaryolar, içeride işbirlikçi taşeronlarla uygulanmak istenmiştir. Bu taşeronlar bazen “ekonomik kriz tellalları”, bazen “sokak eylemcileri”, bazen de “askerî cuntacılar” olarak sahneye sürülmüştür.

İbret ve Hikmet

Tarih bize şunu gösterir:
Bir millet içinden “İbrahim’in yolunu tutanlar” ile “Nemrud’un ateşini körükleyenler” aynı anda çıkar. Asıl olan, bu ateşe su taşıyan karınca misali imanla, sabırla ve dirayetle safını belli etmektir.
• IMF borcunun bitmesi, milletin haysiyetini ayağa kaldırmıştır.
• Gezi, bu haysiyete atılan taş olmuştur.
• 15 Temmuz ise, taşeronların perde arkasındaki efendilerini ortaya dökmüştür.
Bugün Türkiye’nin önünde hâlâ aynı imtihan vardır:
Kendi içindeki hainlere, içimizdeki İsraillilere karşı uyanık olmak. Çünkü asıl tehlike, dışarıdaki düşmandan ziyade içerideki işbirlikçidir.

Son Söz

Her çağın bir Bedir’i, bir Uhud’u, bir Hendek’i vardır. Türkiye, kendi Bedirlerini, Uhudlarını, Hendeklerini yaşamaktadır. Ve her defasında şu hakikat ortaya çıkmaktadır:
“Allah, hakkı hak bilip ona sarılanların, batılı batıl bilip ondan kaçınanların yanındadır.”
İçimizdeki İsrailliler kaybedecek; milletin imanla beslenen iradesi galip gelecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 4th, 2025

Truva Atı ve Domuzluğun Özrü: Tarihten Günümüze İhanetlerin Aynası

Truva Atı ve Domuzluğun Özrü: Tarihten Günümüze İhanetlerin Aynası

Tarihin sahnesi, hıyanet ve hilelerin hiç eksik olmadığı bir meydandır. İnsanlığın ortak hafızasında Truva Atı, sadece bir savaş hilesi değil; dostluk perdesi altında gizlenen ihanetin sembolü olmuştur. Bugün Gazze’de, Filistin’de yaşananlar da tarihin bu ibretlik tablolarını hatırlatmaktadır.

Özür ile Aklanan Domuzluk Olmaz

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, Katar’a yönelik saldırı için özür dilemesi, “domuzun özrü” mesabesindedir. Çünkü özür, işlenen günahı ortadan kaldırmaz. Mazlumu katleden, masumu yakan bir zihniyetin özrü; ne masumların kanını geri getirir, ne de işlenen suçu temizler. Bu, ancak tarih önünde yeni bir utanç vesikasıdır.

Şeytanın Kardeşleri

Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in adı yeniden Ortadoğu’da zikrediliyor. Oysa bu isim, Irak’ın işgalinde dökülen kanın, yıkılan şehirlerin ve yetim kalan çocukların sembolüdür. Hamas’ın ona “şeytanın kardeşi” demesi boşuna değildir. Çünkü şeytanın dostu ve kardeşi, ancak fitneyi büyütür, zulmü artırır.
Nitekim Blair’in “barış” adı altında önerilen planlarda adı geçmesi, Truva Atı misali, barışın değil yeni felaketlerin habercisidir. Hainin ortağı da haindir; Irak’ta ABD’nin yanında duranlar, bugün Gazze için sözde barış planı sunarken aynı kirli oyunu yeniden sahneye koymaktadır.

Sumud’un Duruşu

Gazze’ye insani yardım götüren Sumud Filosu, tarihte Haçlı seferlerine karşı koyan İslam donanmalarını hatırlatmaktadır. Bugün Türk, İtalyan ve İspanyol gemilerinin refakati, zalimin karşısında bir caydırıcılık göstermektedir. “Ebabil kuşları Ebrehe’nin fillerini nasıl taşlarla yere sermişse, mazlumların duası da zalimlerin gemilerini batırmaya muktedirdir.”

Hainlik Zinciri: Atina’dan Tel Aviv’e

Ortadoğu’da zulmün eline taş taşıyan sadece işgalci İsrail değildir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın istihbarat paylaşımı, tarihin şu ibretli sözünü bir kez daha doğrulamaktadır:
“Hainin ortağı da haindir.”
Tarih, kendi milletine ihanet edenlerin, dost bildiklerini de gün gelip yarı yolda bıraktığını defalarca göstermiştir.

Tarihten İbret, Bugüne Hikmet

• Roma Truva Atı ile şehri içeriden düşürmüştü.
• İngilizler Osmanlı’yı “mandater dostluk” adı altında parçalamıştı.
• Bugün ABD ve İsrail, “barış planı” adı altında Gazze’yi teslim almak istiyor.
Tarih tekerrür ediyor; fakat ibret alınmazsa tekerrür, sadece bir felaketin habercisi olur.

Sonuç: Zalimlerin Sonu

Zalimler, özürlerle, sahte planlarla, masa başı hilelerle varlıklarını sürdürmeye çalışır. Fakat her zalimin bir sonu vardır. Firavun’un denizde boğulduğu gibi, Nemrut’un sineğe mağlup olduğu gibi, Ebrehe’nin fillerinin Ebabil taşlarıyla yerle bir olduğu gibi…
Bugün Netanyahu’nun, Blair’in, Trump’ın ve onların safında yer alanların sonu da farklı olmayacaktır. Çünkü tarih, mazlumların sabrıyla yazılır, zalimlerin hilesiyle değil.
“Zalimler için yaşasın cehennem!” sözü, dün olduğu gibi bugün de adaletin en veciz hükmüdür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 2nd, 2025

NURLU HAKİKATLER

NURLU HAKİKATLER

Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilmiş derin manalar ihtiva eden, imani ve hikmetli konuları ele alan dört farklı pasajdır. Bu metinler, varlık, insan, rızık ve Allah’ın (Vâcibü’l-Vücud’un) sıfatları gibi temel konulara odaklanır.

​1. Metin ve İzahı
​Metin İktibası

​”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teşhir eden, gece ve gündüzü çeviren Zât’ın elindedir. Öyle ise; bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir. Ve O, ona hakiki Rezzak olur.”
(Risale-i Nur – Sözler/454)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, rızık kavramını en geniş ve hikmetli manasıyla ele alır. İnsan rızkının sadece bir lokma yemekten ibaret olmadığını, aksine büyük bir kozmik düzene bağlı olduğunu vurgular.

• ​Rızkın Aslı (Yerin Hayatı): Rızık, insanın doğrudan çabasıyla değil, toprağın canlanması ile elde edilir. Toprak, cansız bir madde iken baharda binlerce hayat tohumunu sürmekle, adeta yeniden dirilir. Bu, rızık zincirinin ilk ve en büyük halkasıdır.
• ​Bahara ve Kudrete Bağlılık: Yerin dirilişi ise bahar olayına bağlıdır. Bahar ise kendi başına tesadüfen gelmez; Güneş’i (Şems) ve Ay’ı (Kamer) belirli bir düzen içinde hareket ettiren, geceyi gündüze çeviren sonsuz kudret sahibi bir Zât’ın (Allah’ın) kontrolündedir.
Metin, rızık zincirini bir elmanın yetişmesinden, galaksilerin hareketine kadar genişletir.
• ​Hakiki Rezzak (Gerçek Rızık Verici): Sonuç olarak, tek bir elmayı bile hakiki rızık olarak verebilecek olan, ancak bütün yeryüzünü o elmanın benzeri binlerce meyveyle ve rızıkla dolduran kudrettir. Bu kudret sahibi Allah (c.c.), “Hakiki Rezzak” (gerçek rızık verici) olarak nitelenir. İnsan, kendi çabasıyla sadece rızka ulaşan bir araçtır; rızkı yaratan ve veren O’dur.

​2. Metin ve İzahı
​Metin İktibası

​”İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir (yüksektir). Cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez. İntizamsız olamaz. Mühmel kalamaz (ihmal edilemez). Abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa (tam yokluğa) kaçamaz. Cehennem dahi ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazindânesini açıp bekliyorlar.”
(BEDÎÜZZAMAN – Asar-ı Bediiyye – 34)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, insanın evrendeki benzersiz konumunu ve büyük sorumluluğunu anlatır. İnsanın basit bir canlı değil, kozmik bir önem taşıyan varlık olduğu fikri işlenir.
• ​İnsanın Değeri ve Kaderi: İnsan cevheri büyük ve mahiyeti yüce bir varlıktır. En önemli vasfı ise “Ebede namzettir” ifadesiyle ebedi bir hayata aday olmasıdır. Bu, insanın yalnızca dünya hayatı için yaratılmadığını, asıl hedefinin sonsuzluk olduğunu belirtir.
• ​Sorumluluk ve Düzen: İnsanın önemi, onun fiillerinin büyüklüğüyle de (iyi veya kötü, cinayeti dahi azimdir) ilişkilidir. Ayrıca, insanın yapısındaki intizamın mühim olduğu, yani keyfi ve düzensiz bir varlık olamayacağı vurgulanır. “Abes olamaz, mühmel kalamaz” denilerek insanın yaratılışının bir hikmeti olduğu ve ihmal edilemeyeceği kesinkes belirtilir.
• ​Sonsuzluk ve Akıbet: İnsan, basit bir yok oluşa (Fena-i mutlak veya Adem-i sırf) mahkûm edilemez. Çünkü böylesine değerli ve büyük bir varlığın sonu, ya en büyük mükâfat olan Cennetin kucağına (âğuş-u nazindânesi) ya da en büyük ceza olan Cehennemin ağzına olmalıdır. Her iki ebediyet kapısının da insanı beklediği bu ifade, insanın yaptıklarının sonucunun büyüklüğünü ve ciddiyetini gösterir.

​3. Metin ve İzahı
​Metin İktibası
​”Bütün ukûlü hayrette bırakan hikmetli bir cemal-i san’at, faydeli bir hüsn-ü nakış göstererek Sâni’-i Zülcelal’in medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ, nar ve mısıra dikkat et.”
(Risale-i Nur – Sözler)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, sanat ve hikmet kavramları üzerinden Allah’ın yaratılışındaki mükemmelliği ve benzersizliği anlatır.
• ​Akılları Hayran Bırakan Sanat: Yaratılış (kâinat), “Bütün ukûlü hayrette bırakan” derecede şaşırtıcı ve derin bir “hikmetli cemal-i san’at” (sanat güzelliği) taşır. Bu sanat, sadece güzel değil, aynı zamanda **”faydalı bir hüsn-ü nakış”**tır (yararlı bir güzellikli desen). Bu, yaratılan her şeyin hem estetik hem de işlevsel bir mükemmelliğe sahip olduğu anlamına gelir.
• ​Yaratılışın Gayesi (Methiye Kasidesi): Bu eserler (yaratılanlar), “Sâni’-i Zülcelal’in” (Celal sahibi Sanatkâr’ın) övgülerine dair yazılmış bir “kaside-i medhiye” (methiye şiiri) gibidir. Yani kâinat, sessiz bir dille, her bir parçasıyla Yaratıcısını yücelten ve O’nun isimlerini ve sıfatlarını ilan eden bir övgü manzumesidir.
• ​Örnekler (Nar ve Mısır): Bu hakikate somut örnek olarak nar ve mısır gösterilir. Narın içindeki tanelerin muntazam dizilimi ve lezzeti, mısır koçanındaki yüzlerce tohumun kusursuz yerleşimi, hem sanatın faydasını hem de hikmetin güzelliğini bir arada sergileyen, akla hitap eden delillerdir.

​4. Metin ve İzahı
​Metin İktibası
​”Nasılki Vâcibü’l-Vücud’un Zât-ı Akdesi, başkalara hiçbir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî cemali, mümkinatın ve mahlukatın hüsnülerine (güzelliklerine) benzemez, hadsiz derecede daha âlidir. Evet koca Cennet bütün hüsn ve cemaliyle bir cilvesi bulunan ve bir saat müşahedesi ehl-i Cennet’e, Cennet’i unutturan bir cemal-i sermedî, elbette nihayeti ve şebihi ve naziri ve misli olamaz.”
(BEDÎÜZZAMAN – Şualar – 76)

​İzah ve Açıklama
​Bu paragraf, Vâcibü’l-Vücud’un (varlığı zorunlu olan Allah’ın) Zât (öz) ve Cemal (güzellik) sıfatlarının benzersizliğini ve sonsuzluğunu konu alır.
• ​Zât ve Sıfatlarda Benzersizlik: Metin, Allah’ın “Zât-ı Akdesinin” (Kutsal Özü) ve sıfatlarının yarattıklarına (mümkinat – var olması mümkün olanlar) hiçbir yönden benzemediğini, onlardan hadsiz derece yüksek olduğunu belirtir. Bu, “Tenzih” (Allah’ı yaratılmışların sıfatlarından uzak tutma) ilkesinin bir ifadesidir.
• ​Kutsal Güzelliğin Yüceliği: Allah’ın “kudsî cemali” (kutsal güzelliği) de böyledir; mahlukatın (yaratılmışların) güzelliklerine benzemez, onlardan hadsiz derece daha yücedir. Yani dünyadaki ve hatta cennetteki tüm güzellikler, O’nun sonsuz güzelliğinin yanında gölgeden ibarettir.
• ​Cenneti Unutturan Cemal: Bu sonsuz güzelliğin bir delili olarak, koca Cennet’in bile bütün güzelliğiyle O’nun Cemalinin sadece bir tecellisi (cilvesi) olduğu ifade edilir. Öyle ki, Cennet ehline (ehl-i Cennet) bu sonsuz, “cemal-i sermedî” (ebedi güzellik) bir saatliğine gösterilse, o anın lezzetiyle Cennet’in tüm nimetlerini unutturacak kadar muhteşemdir.
• ​Sonuç: Böylesine sonsuz (sermedî) bir Cemal’in elbette nihayeti, benzeri (şebihi, naziri) veya misli olamaz. Bu, Allah’ın eşsiz ve mutlak tekliğini (Ehad) vurgulayan yüce bir tespittir.

​Makale: Rızık, İnsan ve Vâcibü’l-Vücud’un Sonsuz Sanatında Tevhidin Dört Perdesi

​Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden süzülüp gelen bu dört hikmetli parça, kâinatı, insanı ve rızkı merkezine alarak Vâcibü’l-Vücud’un (Allah’ın) mutlak birliğini ve kemalini dört farklı açıdan ispat eden manevi bir mimari kurar. Bu metinler, birbirinden ayrı konular gibi görünse de, özünde tek bir gerçeğe işaret eder: Tevhidin (birliğin) ve Sâni-i Zülcelal’in sanatındaki muhteşem ahenk.

​I. Rızık Zincirinde Gizlenen Rezzakiyet Sırrı

​Makalemizin ilk perdesini, rızık meselesine dair derin bir tefekkür açar:
​”Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teşhir eden, gece ve gündüzü çeviren Zât’ın elindedir. Öyle ise; bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o Zât verebilir. Ve O, ona hakiki Rezzak olur.”
​Bu pasaj, gündelik hayatın en temel ihtiyacı olan rızkı, kozmik bir operasyonun nihai sonucu olarak gösterir. Bir elmanın oluşumu, sıradan bir kimyasal süreç değil, Güneş’i ve Ay’ı bir nizam içinde döndüren, kışın ölü toprağını baharla dirilten sonsuz bir kudretin mührüdür.
Eğer o Zât olmasaydı, bir elmayı dahi gerçek rızık olarak vermek mümkün olmazdı. İşte bu zincirleme, kusursuz intizam, rızkın basit bir madde değil, kaynağı Yüce Kudret olan mukaddes bir emanet olduğunu gösterir. Bu perspektif, insanın kendisine gelen her zerrenin ardındaki Hakiki Rezzak’ı görmesini, O’na şükretmesini ve O’na güvenmesini sağlar.

​II. Ebediyete Aday İnsanın Yüce Mahiyeti

​Rızık perdesinin hemen ardından, kâinattaki bu büyük düzenin en anlamlı meyvesi olan insan gelir. İkinci metin, insanın ne kadar büyük bir sır taşıdığını haykırır:
​”İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir (yüksektir). Cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez. İntizamsız olamaz. Mühmel kalamaz (ihmal edilemez). Abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa (tam yokluğa) kaçamaz. Cehennem dahi ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazindânesini açıp bekliyorlar.”
​İnsan, diğer varlıklara benzemeyen, ebedi hayata aday (namzet) tutulmuş yüce bir cevherdir. Bu yücelik, sadece potansiyelinde değil, aynı zamanda sorumluluğunun ağırlığında da gizlidir. Yaptığı en ufak bir yanlışın dahi “azim” (büyük) bir karşılığı olması, yaratılışının ne kadar ciddiye alındığını gösterir. Böylesine intizamlı, abes ve ihmal edilmekten uzak yaratılmış bir varlık, basitçe yok olup gidemez. Onun sonu, fani bir hiçlik değil, Cennetin kucağı veya Cehennemin ağzıdır. Bu, insanın cüzi iradesiyle dahi evrenin kaderini etkileyebilecek büyüklükte bir varlık olduğunu ve rızkın sadece bir beslenme aracı değil, aynı zamanda ebedi yolculuğun enerjisi olduğunu düşündürür.

​III. Kâinatın Sanatında Tevhidin Kasidesi

​Bu iki büyük hakikat, kâinatın nasıl bir sanat eseri olduğu sorusuna yol açar. Üçüncü metin, yaratılışın bir övgü şiiri (kasidesi) olduğunu ifade eder:
​”Bütün ukûlü hayrette bırakan hikmetli bir cemal-i san’at, faydeli bir hüsn-ü nakış göstererek Sâni’-i Zülcelal’in medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ, nar ve mısıra dikkat et.”
​Kâinat, kuru bir varlık yığını değil, akılları hayrette bırakan, hem hikmetli (amaçlı) hem de faydalı bir güzelliği (hüsn-ü nakış) bir arada barındıran muazzam bir sergidir. Narın içindeki kusursuz mimari ya da mısır koçanındaki intizam, tesadüfün işi olamaz. Her biri, Celal sahibi olan Sanatkârın (Sâni’-i Zülcelal) sınırsız gücünü ve inceliğini ilan eden birer övgü şiiridir. İnsan, bu kasideyi okumakla yükümlüdür. O, Rezzak’ın verdiği rızkı (nar ve mısırı) tüketirken, aynı zamanda bu rızkın arkasındaki sonsuz sanatı da müşahede etmelidir. Bu, sanattan Sanatkâr’a yükselen bir idrak yolculuğudur.

​IV. Vâcibü’l-Vücud’un Sonsuz Cemalinde Mutlakiyet

​Son metin, bütün bu güzellik ve düzenin kaynağı olan Zât’ın, mutlak ve erişilmez kemalini ortaya koyarak tevhidin zirvesine ulaşır:
​”Nasılki Vâcibü’l-Vücud’un Zât-ı Akdesi, başkalara hiçbir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî cemali, mümkinatın ve mahlukatın hüsnülerine (güzelliklerine) benzemez, hadsiz derecede daha âlidir… bir saat müşahedesi ehl-i Cennet’e, Cennet’i unutturan bir cemal-i sermedî, elbette nihayeti ve şebihi ve naziri ve misli olamaz.”
​Eğer evrende Rızık O’ndan geliyorsa, eğer İnsan ebediyete namzet ve büyük bir sanat eseri ise, o zaman bu düzeni kuran Vâcibü’l-Vücud’un Zât’ı ve Cemal’i de yarattıklarının hiçbirine benzeyemez. Cennetin tüm nimetlerini ve güzelliklerini bile unutturacak kudretteki o cemal-i sermedî (ebedi güzellik), sonsuzluk mührünü taşır. Bütün bu düzenin, bütün bu rızkın, bütün bu ebedi gayenin tek bir kaynağı vardır ve o kaynak, eşsiz, benzersiz, misilsiz ve mutlak olan Allah’tır.

​Makale Özeti
​Bu makalede, dört farklı metin üzerinden İslami metafiziğin temel taşları işlenmiştir. Rızık, kozmik bir nizamın sonucu olarak Allah’ın (Hakiki Rezzak) sonsuz kudretinin delili olarak sunulmuştur. Bu rızkın muhatabı olan İnsan, basit bir fani değil, ebediyete aday, büyük bir hikmetle yaratılmış ve amellerinin karşılığı ya Cennet ya da Cehennem olan yüce bir varlık olarak tanımlanmıştır. Evren ise, nar ve mısır gibi somut örneklerle, Sâni-i Zülcelal’i öven hikmetli bir sanat eseri (kaside-i medhiye) olarak görülmüştür. Son olarak, tüm bu sanatın ve düzenin kaynağı olan Vâcibü’l-Vücud’un Zât’ının ve Cemalinin, yaratılmışların (mümkinat) güzelliklerinden hadsiz derece yüksek ve benzersiz olduğu vurgulanarak, makale Tevhidin mutlakiyetçi ispatıyla nihayetlendirilmiştir. Dört metin de, varlık zincirinin her halkasında, Allah’ın eşsizliğini ve birliğini (Tevhid) ilan eden güçlü deliller sunmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 2nd, 2025

Sumud Filosu: Denizlerde İzzetin İmtihanı

Sumud Filosu: Denizlerde İzzetin İmtihanı

Tarih, bazen birkaç geminin gölgesinde yazılır. Bugün “Sumud Filosu”nun dalgalarla mücadelesi, yalnızca Akdeniz’de yol alan bir insani yardım seferi değildir. O, mazlumların umudunu sırtlamış, mahzun çocukların gözyaşlarını dindirmek için açılmış bir rahmet kapısıdır.
Tıpkı tarihte Haçlı ordularının Kudüs surlarını zorladığı günlerde, Selahaddin’in çadırında mazlumların duası ne kadar büyük bir kuvvet olmuşsa; bugün de Gazze kıyılarında “unutulmadık” diyen masumların feryadı, bu küçük gemilerin yelkenine vurmuş bir kudret gibidir.

Denizler Üzerinde Hak-Batıl Çatışması

Gemilerin adı “Alma, Sirius, Adara…” Ama hepsinin yüreğinde tek bir isim çarpıyor: Filistin.
Bir yanda topyekûn kuşatma altına alınmış bir halk, açlığın ve susuzluğun nefesini ensesinde hisseden çocuklar… Diğer yanda yüzyıllardır zulmü bir kimlik hâline getirmiş, Allah’ın gazabına uğramış, mazlumların ahını hiçe sayan bir millet…
Denizin ortasında yan yana gelen bu iki kutup, aslında çağların ötesinden gelen ezelî mücadelenin yeni bir perdesidir. Hakkın sesini kısmak isteyenlerin gemileri, bu defa “abluğa” diye adlandırdıkları bir zulüm zinciriyle ortaya çıkıyor. Ama unuttukları bir hakikat var: Zulüm ile abad olanın sonu hüsrandır.

Bir Uygarlığın İmtihanı

Sumud Filosu’na saldırı, yalnızca birkaç geminin engellenmesi değildir. O, bütün insanlığın vicdanına indirilmiş bir darbedir. Bu tablo, bize Endülüs’ün yıkılışını, Bosna’da Srebrenitsa’da katledilenleri, Çanakkale’de zulme karşı omuz omuza verilen direnişi hatırlatıyor.
Evet, bugün Gazze kıyılarında bekleyen çocukların gözlerinde Çanakkale’nin Mehmetçiği vardır. Selahaddin’in sancağı, belki o gemilerin direklerine asılmamıştır ama ruhu orada dalgalanmaktadır.

Kardeşliğin İnşası

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle; Türk, Kürt, Arap omuz omuza vermeden, bu coğrafyada barış mümkün değildir. Çünkü mazlumun kimliği yoktur. Gazze’de ölen çocuk “Filistinli” değil, insanlığın evladıdır. O halde gemilerin yükü yalnızca un, ilaç, su değil; birlik ruhudur.

Düşündürücü Bir Sual

İnsanoğlu tarihin her döneminde zulme sessiz kalarak kendi sonunu hazırlamıştır. Endülüs düşerken Avrupa saraylarında şenlikler vardı. Srebrenitsa’da kadınlar katledilirken, Batı medeniyetinin başkentlerinde şampanyalar patlıyordu. Bugün Gazze bombalanırken, dünya yine aynı sessizliği yaşıyor.
İşte burada insana şu ibretli soru düşüyor:
“Zulme sessiz kalan bir dünya, kendi sonunu nasıl aklayacak?”

Son Söz

Sumud Filosu, belki maddeten küçük bir filo. Ama manen, dev bir destanın denizlere vurmuş yankısıdır. Bu gemiler batırılabilir, yolcuları alıkonulabilir. Ama o gemilerin yelkenine sinmiş mazlumların duasını, hiçbir donanma söndüremez.
Unutmayalım: Tarihte nice büyük imparatorluklar yıkıldı. Ama bir damla mazlum gözyaşını dindirmek için yola çıkanların hatırası, asırlara meydan okudu.
Ve bugün denizlerde süzülen bu gemiler, bize şunu hatırlatıyor:
Zulüm payidar olmaz, umut hiçbir zaman sönmez.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 2nd, 2025

Haydut Devletin Zulmü ve Sumud’un İbretli Çağrısı

Haydut Devletin Zulmü ve Sumud’un İbretli Çağrısı

Tarih, zalimlerle mazlumların bitmeyen mücadelesine şahittir. Firavun ile Musa, Nemrud ile İbrahim, Ebu Cehil ile Muhammed (asm),
Ve bugün: İsrail ve hamisi Amerika ile Gazze’nin mazlumları.

Zalimlerin Tekrar Eden Yüzü

Firavun’un azgınlığı, Nemrud’un kibri, Hitler’in soykırımı bugün farklı bir yüzle sahnede: Siyonist İsrail.
Gazze semalarında patlayan bombalar, denizlerde kuşatılan yardım gemileri, insanlık onurunu ayaklar altına alan zulümler… Hepsi tarihin eski sayfalarından yeniden okunuyor.
Kur’an’ın tabiriyle:
“Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Onları sadece gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)

Sumud: Karıncaların İmanı

Bugün Sumud Filosu, Nemrud’un ateşine su taşıyan karıncalar gibidir. Biliyorlar ki tek başlarına ateşi söndüremezler. Ama safını belli etmek, mazlumu yalnız bırakmamak, vicdanı hayatta tutmak için yola çıkıyorlar.
Bir tarafta atom bombaları, donanmalar, uçaklar; diğer tarafta vicdan, dua, sabır ve iman…
Allah katında tartının ağır basanı bellidir.

Hadislerin Haber Verdiği Hakikat

Rasûlullah (asm) buyuruyor:
“Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudidir, hemen gel de öldür onu!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)
Yine buyuruyor ki:
“Yakında milletler, yemek yiyenlerin sofralarına çağırdıkları gibi size karşı birleşecekler.” Ashab, “O gün biz az mı olacağız?” diye sordu. Efendimiz, “Hayır, çok olacaksınız. Fakat selin önündeki çerçöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden korkuyu söküp alacak, sizin kalbinize de ‘vehn’ bırakacaktır.” dediler: “Vehn nedir Ya Rasulallah?” Buyurdu ki: “Dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmek.” (Ebu Davud, Melahim, 5)
Bugün İslam ümmetinin zayıflığının sebebi de işte budur: dünyaya aşırı bağlılık ve ölümü korkunç görmek.

Mazlumların Duası

Gazze’de yaralı bir çocuğun duası, yürekleri titretti:
“Ya Rab! Bayrağımızı yükselt, şehitlerimize merhamet et, yaralılarımıza şifa ver, esirlerimizi kurtar…”
Bu dua, tarih boyunca mazlumların ortak yakarışıdır. Musa’nın duasıdır, İbrahim’in duasıdır, Muhammed’in (asm) duasıdır.
Allah, mazlumun duasını arşın altından işitir. Zalimlerin saraylarını ise bir anda yerle bir eder.

Dünyanın Vicdanı:

Bugün Kolombiya, İrlanda, İtalya’dan yükselen sesler; meydanlara çıkan yüzbinler, Sumud için direnen yürekler… İnsanlığın vicdanının hâlâ ölmediğini gösteriyor.
Ama asıl görev, iman sahiplerinin omuzundadır. Çünkü bu sadece politik bir mesele değil, iman ve insanlık meselesidir.

Son Söz

İsrail’in ateşi büyütmesine karşı, Sumud’un su taşıyan karıncaları susmuyor. Tarih göstermiştir ki, hiçbir zalim baki kalmamıştır. Firavun’un denizi, Nemrud’un ateşi, Hitler’in mağarası, hepsi sonunda kendi zulümleriyle yok oldu.
Bugün de zalimlerin hükmü geçici, mazlumların duası ebedîdir.
“Allah, zalimleri asla sevmez.” (Âl-i İmrân, 57)
Zulüm ebedî değildir, iman ebedîdir.
Ve unutmayalım:
Mazlumların duası, Sumud’un sabrı, zalimin tankından daha güçlüdür.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

 

Loading

No ResponsesEkim 2nd, 2025

Yüz Yılın Tekrarı: Gazze’ye Vali Atama Planı

Yüz Yılın Tekrarı: Gazze’ye Vali Atama Planı

“Hamas’tan Trump’ın Gazze planına sert tepki:
Blair, şeytanın kardeşidir. İsrail basınına göre Trump’ın planında, Gazze’yi geçici olarak eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in yönetmesi öngörülüyor.
Hamas, bu iddiaya ateş püskürdü. “Blair, Irak’taki suçları nedeniyle yargılanmalı” diyen Hamas, kimsenin dışarıdan Filistin’e müdahale hakkı olmadığını vurguladı.”

*Ne garip tecellidir ki zaten İngiltere 1948’de İsraile Filistini altin tabakta sundu ve büyümesine de yardımcı oldu.
Her halde şimdi de hepsini İsraile katmak için eski İngiliz Başbakanı Tony Blair’i Filistin ve Gazze’ye vali atamaya çalışıyorlar.
Tıpkı yüz sene önce bize ve İslam dünyasına vali atayıp, yüz yıl boyunce istedikleri gibi ve kavgalı, birbiriyle uğraşıp enerjisini tüketen bir toplum oluşturup, Osmanlı bakiyesini bitirdiler.

****

Tarih, ibret alınmadığında tekerrür eder. 1917’de Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarını Siyonizme peşkeş çeken İngiltere, 1948’de İsrail’in kuruluşunu altın tepsiyle dünyaya takdim etti. Bugün ise aynı zihniyet, Tony Blair üzerinden yeniden sahneye çıkıyor. Dün Osmanlı topraklarını parçalayıp manda yönetimleriyle İslam coğrafyasını vesayet altına sokanlar, bugün Gazze’ye “vali” atama cüretinde bulunuyorlar.
Ne acı bir tecellidir ki, tarihin kanlı sayfalarında Irak işgalinde bir buçuk milyon Müslümanın ölümünde imzası bulunan Blair, şimdi “barış elçisi” kılıfıyla Gazze’ye tayin edilmek isteniyor. Oysa adaletin terazisinde Blair’in yeri, yargılanacaklar arasında olmalıydı. Ama dünya siyasetinin garip çarkında zalimler ödüllendirilirken mazlumlar cezalandırılıyor.
Bu tablo bize yüz yıl önceki manzarayı hatırlatıyor:
İngiliz mandası altındaki Arap coğrafyası, birbirine düşürülen kabileler, kışkırtılan ihtilaflar, yapay sınırlar ve sonu gelmeyen kan davaları…
Sonuçta Osmanlı bakiyesi paramparça oldu, ümmet enerjisini iç kavgada tüketti. Şimdi aynı oyun, Gazze üzerinden sahneye konuluyor.
Ama bir fark var: O gün ümmetin sesi kısılmıştı, bugün ise mazlumun çığlığı dünya meydanlarında yankılanıyor. Berlin’de yüz binlerce insan Gazze için yürüyorsa, Londra’da meydanlar Filistin bayraklarıyla doluyorsa, bu oyunların fark edildiğini gösteriyor.
Kur’ân, zalimlerin tuzaklarını şöyle bildirir:
“(Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân, 54)
Demek ki İngiltere’nin ve onun desteklediği planların neticesi, nihayetinde hüsrandır. Çünkü bu coğrafya, Allah’ın vaadine mazhar olmuştur. Zalimlerin oyunları, mazlumların duası karşısında daima eriyecektir.

İbret şudur: Yüz yıl önce ümmetin dağınıklığına oynayanlar, bugün de aynı oyunu deniyorlar. Ama her defasında unuttukları hakikat şudur: Mazlumun ahı, zalimin saltanatını yerle bir eder. Blair gibilerin tayin ettiği valiler değil, Filistin’in bağrından çıkan imanlı evlatlar, bu toprakların hakiki sahipleridir.
Tarih göstermiştir ki, işgalcilerin tayin ettiği yöneticiler, halkın iradesi karşısında asla payidar olamamıştır. Osmanlı’yı parçalayan mandacılar şimdi aynı akıbete doğru gidiyorlar. Çünkü zulüm ebedî değildir, adalet ise eninde sonunda tecelli edecektir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEkim 1st, 2025

KUR’ÂN-I KERÎM’DE ‘DEYİNİZ VE DEMEYİNİZ’ NEREDE VE NİÇİN?

KUR’ÂN-I KERÎM’DE ‘DEYİNİZ VE DEMEYİNİZ’ NEREDE VE NİÇİN?

Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz, bazı sözleri veya hitap şekillerini kullanmamamızı emretmiştir. “Lâ tekûlû / Demeyiniz” veya benzeri üsluplar, edep, inanç ve toplumsal ahlakı koruma maksadıyla zikredilir.

1. “Râinâ demeyiniz”
Bakara Sûresi 2/104:
“Ey iman edenler! ‘Râinâ!’ demeyin, ‘Unzurnâ!’ deyin ve dinleyin. Kâfirler için acı bir azap vardır.”

📌 Açıklama: Yahudiler, “Râinâ” kelimesini çirkin ve alaycı bir manada kullanıyorlardı. Müslümanlara, onlara benzememeleri ve kötü niyetli bir sözü kullanmamaları emredildi.

2. “Üç tanrı demeyiniz”
Nisâ Sûresi 4/171:

“Ey Ehl-i kitap! Dininizde aşırı gidip taşkınlık yapmayın ve Allah hakkında doğru olandan başkasını söylemeyin! Şunu bilin ki, Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. O halde Allah’a ve peygamberlerine tam iman edin de “Allah üçtür” demeyin. Kendi iyiliğinize olarak bundan vazgeçin. Çünkü Allah, bir tek ilâhtır. Hâşâ O, çocuğu olmaktan pak ve uzaktır. Göklerde ne var, yer de ne varsa hepsi O’nundur. Vekîl olarak Allah yeter..”

📌 Açıklama: Hristiyanların teslis (üçleme) inancını reddetmekte ve bu sözü söylememelerini emretmektedir.

3. “Allah fakirdir, biz zenginiz demeyiniz”

Âl-i İmrân Sûresi 3/181:
“Allah fakirdir, biz zenginiz’ diyenlerin sözünü Allah mutlaka işitmiştir. Biz onların söylediklerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. ‘Yakıcı azabı tadın’ (diyeceğiz).”

📌 Açıklama: Yahudilerin hadsiz bir şekilde söyledikleri bu söz reddedilmiş, mü’minlerin asla böyle bir şey dememesi gerektiği vurgulanmıştır.

4. “Üçüncüsü Allah’tır demeyiniz”

Mâide Sûresi 5/73:
“Andolsun ki, ‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek bir ilahtan başka ilah yoktur…”

📌 Açıklama: Yine teslis inancına dair açık bir uyarı.

Sonuç ve Hikmet

Kur’ân’da “Demeyiniz” ifadesi genellikle:
• Edep ve güzel üslup için (Bakara 104).
• İtikadı korumak için (Nisâ 171, Mâide 73).
• Allah’a karşı edepsizlikten sakındırmak için (Âl-i İmrân 181).
Demek ki, Allah Teâlâ hem iman esaslarını korumak hem de mü’minlerin dilini edeple terbiye etmek için “Demeyiniz” buyurmaktadır.

****

Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hak, kullarına bazen “demeyiniz” (lâ tekûlû) diyerek yanlış sözleri yasaklamış, bazen de “deyin / deyiniz” (kûlû, qālû, qul) emriyle doğru olan sözü, selamı ve hakikati öğretmiştir.
“Deyiniz” ifadelerinden belli başlılarını şöyle sıralayabiliriz:

1. Doğru söz söylemek için
Bakara 2/83:
“Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve «İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz…”

📌 Burada Allah, insanlara “güzel söz söyleyin” (قُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا) buyuruyor.

2. Selâm ve muhabbet için

Nisâ 4/86:
“Bir selâm ile selâmlandığınızda siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya aynısıyla karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını tutandır.”
📌 Mü’minler, “selâm” kelimesini dilinden eksik etmemeli, barış ve esenlik duasını yaymalıdır.

3. Allah’a teslimiyet için

Bakara 2/136:
“(Ey mü’minler!) Deyin ki: ‘Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya, İsa’ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik. Onların hiçbiri arasında fark gözetmeyiz ve biz yalnız O’na teslim olmuş kimseleriz.’”
📌 Müslümanların “biz böyle inanıyoruz” diye açıkça beyan etmesi emredilmiştir.

4. Ehl-i Kitap’a hitapta

Âl-i İmrân 3/64:
“De ki: ‘Ey Kitap ehli! Gelin, sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye! Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmesin.’ Eğer yüz çevirirlerse, ‘Şahit olun ki biz Müslümanlarız’ deyin.”
5. Şirkten sakındırmak için

En‘âm 6/56:
“De ki: “Sizin, Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere ibadet etmem bana kesinlikle yasaklandı. Ben sizin arzularınıza uymam. (Uyarsam) o takdirde sapmış olurum, hidayete erenlerden olmam’”

📌 Burada “de ki” (قُلْ) şeklinde Peygamber’e, onun şahsında ümmete, doğru inancı açıklaması emredilmektedir.

6. Tövbe ve bağışlanma dilemek için

A‘râf 7/55:
“Rabbinize için için yalvararak ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.”

A‘râf 7/56 (devam): “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.’ ”

7. Doğru söz, istikametli söz için

Ahzâb 33/70:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin (قُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا).”

📌 Mü’minin dili, daima doğru ve istikamet üzere olmalıdır.

8. Güzel muamele için

İsrâ 17/53:
“Kullarıma söyle: En güzelini söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fitne sokar. Şeytan insan için apaçık bir düşmandır.”

Genel Hikmet

Kur’ân’da “Deyiniz” emri şu maksatlarla gelir:
• İman esaslarını ilan etmek (Bakara 2/136, Âl-i İmrân 3/64).
• Edep ve ahlakı korumak (Bakara 2/83, İsrâ 17/53).
• Selâmı ve barışı yaymak (Nisâ 4/86).
• Allah’a karşı teslimiyet ve doğru sözlülük (Ahzâb 33/70).
• Şirk ve küfürden sakındırmak (En‘âm 6/56).

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEkim 1st, 2025

Bölgesel Aktörlerin Tepkileri ve Koşulları — Karşılaştırmalı Analiz

Bölgesel Aktörlerin Tepkileri ve Koşulları — Karşılaştırmalı Analiz

Ülke / Aktör Açıklama / Tavır
Öne Çıkan Çekince / Şart Anlam / Risk Notu

Türkiye : Dışişleri bakanlarıyla ortak açıklamada Trump’ın samimi çabaları memnuniyetle karşılandığı bildirildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ın “kan dökülmesini durdurma ve ateşkes” yönündeki çabalarını övdü.
Ancak geçmişte Erdoğan, Trump’ın Gazze’yi boşaltma/yerinden etme planlarını “dünya barışına tehdit” olarak nitelendirmişti.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Trump’ın Gazze’yi boşaltma planını “kabul edilemez” olarak tanımlamıştı.
Türkiye resmî açıklamalarda destek veriyor gibi görünse de, zorlayıcı yerinden etme politikalarına, Gazze’nin demografik yapısına müdahaleye ve halkın eşit temsil hakkının kısıtlanmasına karşı kesin uyarılar yapmış durumda.
Türkiye’nin desteği — planın özellikle uygulama şekline, nüfus hareketi politikalarına, temsil ve meşruiyetin korunmasına bağlı olacaktır. Türkiye, planın sınırlarını ve “zorunlu iskân” gibi unsurları izleyici konumda olabilir.

Mısır : Ortak açıklamada yer aldı, Trump’ın “West Bank (Batı Şeria) ilhakını önleme” taahhüdünün olumlu karşılandığı vurgulandı. Mısır’ın çekincesi, planın Filistinlilerin yerinden edilmesini teşvik etmemesi; egemenlik haklarına tecavüz etmemesi yönünde.
Mısır, Gazze ile Sina bölgesi arasında sınır ve nüfus hareketi risklerini yakından izler; plan eğer sınırları zorlayıcı biçimde değiştiriyorsa itiraz eder.

Katar : Ortak açıklamada Katar da yer aldı.
Katar aracılığıyla Hamas ile temas kurulduğu medyaya yansıdı; planın Hamas’a iletildiği bildiriliyor. Katar önemli bir “arabulucu” rolü üstlenmek istiyor. Planın Hamas tarafından “inceleme safhasında” olduğu yönünde açıklamalar yapılıyor. Katar’ın tavrı, planla aktif katılım talebi ve Hamas’ın görüşlerinin dikkate alınması yönünde olabilir; plan, Katar’ın rolünü sınırlarsa itiraz gelebilir.

Ürdün : Ortak dışişleri açıklamasında yer alıyor. Planın Filistin topraklarının birliği, Batı Şeria–Gazze entegrasyonu ve tam İsrail çekilmesini sağlamalı olduğu vurgulanıyor.
Ürdün, Filistin kimliği ve toprak bütünlüğü hassasiyetine büyük önem verir; plan bu çizgiyi aşarsa güçlü karşı duruş gösterecektir.

BAE (Birleşik Arap Emirlikleri) : Ortak bildiride yer aldı, ayrıca ayrı haberlere göre Netanyahu’yu Trump planını desteklemeye ikna etmeye çalışıyor. Planın Filistin halkının yerinden edilmesini engelleyen bir mekanizma ihtiva etmesi, ilhak girişimlerinden kaçınılması şartı.BAE’nin bölgesel nüfuzunu kullanabileceği, planı desteklerken sınırları zorlamaya karşı kontrollü yaklaşabileceği bir aktör olarak görülüyor.

Suudi Arabistan : Ortak dışişleri bildirisinde yer alıyor. Filistin’in egemenliği, toprak birliği, İsrail’in tam çekilmesi gibi ilkeler öne çıkarılıyor.
Suudi Arabistan, hem diplomatik desteği korumak ister hem de Filistin meselesinde daha sert çizgide konumunu kaybetmemek ister; planın icrası sırasında “koşul odaklı destek” verebilir.

Pakistan, Endonezya : Ortak dışişleri açıklamasında destek veren İslam dünyası ülkeleri arasında sayıldılar. Açıklamalarda genel ifade düzeyinde “Filistin halkının zarar görmemesi”, “yerinden etme olmaması”, “barış temelli çözüm” gibi vurgular var.Bu ülkelerin dozu düşük ama sembolik desteği önemlidir; pratik uygulama sahasında etkileri sınırlı olabilir.

Hangi Noktalarda Ortak Çekince / Red Bekleniyor?

Yukarıdaki devletlerin açıklamalarından hareketle, muhtemel itiraz ya da koşul koyma eğilimlerinin yoğunlaşacağı alanlar şöyle:
• Zorunlu yerinden etme / nüfus transferi
• Türkiye, Fidan’ın “yerinden etme planlarını kabul edilemez” ifadeleriyle bu noktayı doğrudan reddetmiş durumda.
• Mısır, sınırlarını ve nüfus hareketini doğrudan etkileyebilecek unsurlara karşı hassas olacaktır.
• Temsil, meşruiyet ve katılım
• Plan, Hamas’ı tamamen dışlamayı öngörüyor; bu, devletlerin “Filistin halkının hakkının gasp edilmesi” olarak yorumlanabilir.
• Ortak bildiri “Filistin halkının yerinden edilmemesi” ve “her iki tarafa güvenlik garantisi” gibi ifadelerle şeffaf ve adil katılım istiyor.
• İsrail’in tam çekilmesi ve ilhak reddi
• Ortak bildiride “tam çekilme”, “ilhakın engellenmesi” seçenekleri vurgulanıyor.
• Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkeler, Batı Şeria’nın ilhakından güçlü şekilde kurtulmak ister.
• Denetim ve finansman mekanizmalarının adilliği
• Yardımların, yeniden inşa projelerinin hangi kuruluşlarla yürütüleceği, kim denetleyeceği, gelir paylaşımı gibi detaylar şart koşulacak.
• Şeffaflık, hesap verme mekanizması, bağımsız denetim beklentisi yüksek olacak.
• Bağımsız Filistin devleti ve birleşik kurumlar
• Ortak bildiri, Gazze ile Batı Şeria’nın tam entegrasyonu ve birleşik Filistin kurumlarının korunmasını şart koşuyor.
• Planın bu bağımsızlık vizyonuna aykırı yorumlanması güçlü itiraz alabilir.
• Pratik uygulama güvenceleri
• Planın sözde yönleri (örneğin “Hamas kabul etmezse uygulanacak alternatifler”) alanında devletler; “DAYATMA yerine rıza” ilkesini savunabilir.
• Türkiye’nin geçmiş uyarıları, “görünürde iyi, uygulamada tehlikeli” projelere dikkat edilmesi gerektiğini gösteriyor.

Değerlendirme: Bölgesel Politik Denge ve Olası Çekinceler

• Ortak bildiriyle 8 ülkenin “destek” açıklaması, planın diplomasideki ilk sınavıdır. Ama bu destek, şartlı ve temkinlidir, taslağın tamamlanmamışlığı ve uygulama riskleri nedeniyle.
• Her ülke, sınırları zorlayıcı maddelere karşı rezervleri olduğu mesajını verdi. Bu rezervler — özellikle nüfus, yerinden etme, temsil, denetim hususlarında — tali ama kritik kontrol mekanizmalarıdır.
• Eğer plan hayata geçerse, bu ülkeler (özellikle Türkiye, Mısır, Ürdün) sürekli baskı unsuru olmaya devam edecektir: denetim, hesap sorma, hukukî şartlar ve halk haklarına uyum konusunda.
• Planın “geçici” olarak tanımlanan kurumlarının kalıcı hale gelmesi, bu hükümetlerin itiraz sınırına gelir — diplomatik destek çekilebilir veya anlaşma şartlarına ek revizyon istekleri doğar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEkim 1st, 2025

Trump’ın Gazze planı ve Analizi

Trump’ın Gazze planı ve Analizi

Özet (kısa)

Trump’ın 20 maddelik (basında 20–21 madde şeklinde yer aldı) teklifi; 1) derhal ateşkes/rehine iadesi vaadi, 2) Hamas’ın silahsızlandırılması ve yönetimden uzaklaştırılması, 3) Gazze’de geçici teknokrat bir geçiş yönetimi ve uluslararası denetim, 4) büyük yeniden inşa ve ekonomik yatırım paketleri, 5) uluslararası/çok taraflı bir istikrar gücü yerleştirilmesi — bunları ihtiva ediyor. Plan bölgesel bazı ülke dışişleri mercilerinin (Türkiye dahil) memnuniyet beyanı ile karşılandı; İsrail Başbakanı da desteğini açıkladı, ama Hamas henüz resmen kabul etmiş değil.

1) Planın açık amaçları — görünür hedef

• Ateşkes ve rehinelerin kısa sürede dönmesi sağlanacak; İsrail operasyonlarını durduracak.
• Hamas’ın askeri kapasitesi yok edilecek, siyasi rolü reddedilecek; Gazze yönetimi uluslararası denetimli teknokratlara devredilecek.
• Gazze yeniden inşa edilecek, yatırım ve ekonomik bölge/serbest bölgeler planlanıyor. Bölgesel aktörler ve uluslararası fonlarla finansman öngörülüyor.

2) “Sinsi plan” iddiası — hangi maddelerde risk/tuzağı görülebilir?

Aşağıdaki unsurlar, masum görünen hedeflerin uzun vadede Gazze’nin fiilen kontrolünün dış aktörlere (İsrail/ABD/uluslararası sermaye) geçmesine yol açabilecek yönlerdir:
• Hamas’ın tamamen dışlanması + teknokrat geçiş yönetimi: Maddeler, Hamas’ın yönetimde hiçbir rolü olmayacağını vurguluyor. Geçici teknokrat yönetim ve uluslararası “Board/authority” Gazze’nin yerel meşruiyetini zayıflatabilir; bu yeni yapı kalıcılaşırsa Filistin egemenliği zayıflar. (Bu tür bir “uluslararası otorite”nin Filistinli katılımı sınırlı bırakılacağı, eleştirildi.)
• “Demilitarizasyon / radikallikten arındırma” tanımı belirsizdir: Neyin “silah” sayılacağı, tüm sivil altyapı ve örgütlenmelerin nasıl denetleneceği belli değil; geniş yorum güvenlik gerekçesiyle sivil halk kısıtlamalarına yol açabilir.
• Geçici yardım ve yeniden inşa şartlıdır: Yardımların dağıtım mekanizması (BM/Kızılay/“bağımsız kuruluşlar”) görüntüde tarafsız olsa da pratikte hangi aktörlerin fonları kontrol edeceği önemlidir — ekonomik projeler PPP (kamu-özel ortaklığı) ağırlıklıysa, yabancı yatırımcılar ve bölgesel güçler büyük söz sahibi olur. Bu, uzun vadede ekonomik bağımlılık oluşturabilir.
• Nüfus hareketi / “insani transit alanlar” ve yerinden edilmeye yol açan dil: Planın önceki taslaklarında veya ilişkili projelerde (yaz döneminde sızan çalışmalarda) “transit alanlar” ve geçici/kalıcı yer değiştirme fikirleri tartışıldı; bu tür yapılar zorunlu veya gerçekten “gönüllü” olmayan göçlere dönüşme riski taşıyor. Bu da pratikte demografik ve siyasi mühendislik ile sonuçlanabilir.
• Güç kullanımı tehdidi: Plan kabul edilmezse ABD-İsrail ortaklığının daha sert askeri seçeneklere destek vereceği mesajı verildi; bu baskı Hamas’ı köşeye sıkıştırıp kabul ettirmeye çalışabilir — “kabul etmezseniz sonuçları” impliciti tehdit barındırır. Bu, rıza yerine dayatmaya dönüşme riskini artırır.
Özetle: Görünürdeki hedefler arasında fayda (rehine bırakılması, altyapı onarımı) olsa da, geçici yönetimin yapısı, yardımın nasıl dağıtılacağı, nüfus hareketleri ve güvenlik tanımları gibi detaylar sinsi veya uzun vadede Gazze’nin dışarıdan yeniden düzenlenmesine (içeriden “teslim alınma”) yol açabilir.
En önemlisi de, İsrail’in güvenlik problemi ve güvenilir olmaması.

3) İsrail’e güvenilir mi?

• Kısa vadede rehineler ve ateşkes için önünde bir teşvik var: Netanyahu’nun planı desteklemesi bunun bir parçası. Ancak güvenilirlik yalnızca yapılan açıklamaya değil uygulamaya bağlıdır. Tarihsel olarak güvenlik garantileri, operasyonel uygulama ve uluslararası denetim olmadan tek taraflı yorumlanabildi. Ayrıca İsrail’in güvenlik öncelikleri (Hamas’ın silahsızlandırılması, bölgesel güvenlik) ile Filistin egemenliği hedefleri çelişiyor — bu da güven problemi oluşturur.
• Önemli not: “Güvenilirlik” değerlendirmesi sadece İsrail’e değil, planın denetleyicilerine (ABD liderliği, uluslararası kurul, bölgesel aktörler) bakılarak yapılmalı. Eğer denetim gerçekten bağımsız, şeffaf, hukukî güvenceli ve Filistinli temsilciler katılımcı ise güven artırılabilir; aksi halde uygulama safhasında güven zedelenir.

4) Gazze’nin içeriden teslim alınması (içeriden ele geçirilme) riski var mı?

Evet — olası ama otomatik değil. Nasıl gerçekleşebilir:
• Siyasetin boşaltılması + teknokrat yönetim: Hamas’in tüm resmi yapı ve kamu alanlarından dışlanması, yerel topluluk liderlerinin etkisizleştirilmesi, uluslararası kurulun polisi ve güvenlik mekanizmalarını şekillendirmesiyle içeriden “yumuşak” bir devralma olabilir. (Siyasi meşruiyet kaybı
dış aktörlerin fiili idaresi.)
• Nüfusun yerinden edilmesi: Eğer geniş çaplı “transit” ya da geçici yerleşimler kurulup Gazze’nin demografik dokusu değiştirilirse, uzun vadede Gazze’nin iç dinamikleri çöker ve dış kontrol kolaylaşır.
• Ekonomik yeniden yapılanma: Büyük altyapı ve yatırım projeleri uluslararası şirketler ve bölgesel sermaye ile yürütülürse yerel ekonomik özerklik zayıflar; siyasi kontrol ekonomik bağımlılıkla pekişir.

5) Maddelerde açıkça tuzak sayılabilecek ifadeler (özete dayalı örnekler)

• “Hamas’ın hiçbir yönetim rolü olmayacak” — meşruiyet ve temsil boşluğu oluşturur.
• Yardımın „İsrail veya Hamas ile bağlantısı olmayan kuruluşlar tarafından“ dağıtılacağı vurgusu — pratikte hangi kuruluşların seçileceği ve hesap verilebilirliği belirsiz.
• “İsrail Gazze’yi ilhak etmeyecek” denmesi ancak aynı zamanda güvenlik çemberi/kontrol mekanizmalarının uzun süreli bırakılması — basit bir ‘teminat’ değil, uygulama detayları önemlidir.

6) Muhtemel senaryolar (kısa)

• Hamas kabul eder, hızla rehine takası olur, ateşkes sağlanır, sınırlı yeniden inşa başlar. (En olumlu/çabuk senaryo.)
• Hamas reddeder veya geciktirir; ABD-İsrail baskısı artar, bazı bölgelerde devam eden operasyonlar ve kademeli devralma uygulanır. (Zorla denklem)
• İnşa ve ekonomik projeler, uluslararası yatırımlar ve teknokrat yönetimle uzun süreli dış kontrole evrilir; yerel meşruiyet kaybolur. (En riskli senaryo — “içeriden teslim alınma”ya yakın)

7) Tavsiyeler — neye dikkat edilmeli / hangi kırmızı bayraklar izlenmeli

• Denetim mekanizmalarının şeffaflığı: Geçiş yönetiminin hukuki dayanağı, denetleme, hesap verme mekanizması ve Filistinli temsil oranı açıkça ilan edilmeli. (Bunlar yoksa risk büyür.)
• Nüfus hareketi ve Transit Alanlar: Herhangi bir kitlesel yer değiştirme veya “insani transit alan” kurulması teklifine karşı uluslararası hukuk ve gönüllülük ilkeleri sorgulanmalı.
• Yeniden inşa finansmanının koşulları: Hangi şirketler/ülkeler projeyi yürütecek? PPP modelleri şeffaf mı? Gelirlerin kim tarafından kontrol edildiği net olmalı.
• Güvenlik güçlerinin yapısı ve sonlandırma kriterleri: “Geçici” istikrar gücünün ne zaman ve hangi kriterle çekileceği net olmalı; aksi halde kalıcı askeri/denetim mekanizmasına dönüşür.

Sonuç — kısa cevaplar

• Sinsi bir plan var mı? Görünen amaçları arasında insani ve barışçı maddeler olsa da, geçici yönetim, demilitarizasyonun belirsiz tanımı, nüfus hareketlerine dair taslaklar ve ekonomik yeniden yapılanma unsurları uzun vadede Gazze’nin fiilen dış kontrolüne dönüşebilecek riskler taşıyor. Yani “sinsi” olarak nitelendirilebilecek potansiyel tuzaklar var — özellikle uygulama detayları belirsizse.
• İsrail’e güvenilir mi? Kısa vadede belli hedefleri gerçekleştirebilir (rehine takası, ateşkes), ama uygulama aşamasında uluslararası denetim, hukuki garantiler ve Filistinli meşruiyet sağlanmazsa güven zayıf kalır.
• Gazze içeriden teslim alınır mı? Mümkün — özellikle politik temsil zayıflatılır, nüfus hareketleri teşvik edilir ve uluslararası/şirket odaklı yeniden inşa kalıcılaşırsa. Bu bir süreç olarak (yavaş, kademeli, “içeriden”) gerçekleşebilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Loading

No ResponsesEkim 1st, 2025