Melek kelimesi için arama sonuçları (124 sonuç bulundu)

Melek kelimesi için arama sonuçları (124 sonuç bulundu)


  1. 2 / BAKARA – 30 Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
    Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.
    2. 2 / BAKARA – 31 Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn(sadikîne).
    Ve (Allah), Âdem’e, (Allah’ın) isimlerinin hepsini (bu isimlerdeki hikmetleri) öğretti. Sonra onları meleklere arz ederek dedi ki: “Haydi sadıklardan iseniz bunları isimleri ile bana haber verin (söyleyin).”
    3. 2 / BAKARA – 32 Kâlû subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul hakîm(hakîmu).
    (Melekler): “Seni tenzih ederiz.” dediler. “Senin bize öğrettiğinden başka (hiç) bir ilmimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, Alîm’sin (en iyi bilensin), Hakîm’sin (hikmet sahibisin).”
    4. 2 / BAKARA – 33 Kâle yâ âdemu enbi’hum bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn(tektumûne).
    (Allah): “Ey Âdem! Bunları onlara, isimleriyle haber ver (bildir).” dedi. Âdem onları isimleriyle onlara bildirdiği zaman (Allah, meleklere): “Ben size demedim mi, muhakkak ki Ben, göklerin ve yerin bilinmeyenlerini bilirim.Ve sizin açıkladığınız ve (içinizde) gizlemiş olduğunuz şeyleri de bilirim ?” dedi.
    5. 2 / BAKARA – 34 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
    Ve meleklere: “Âdem’e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, (onlar) hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kâfirlerden oldu.
    6. 2 / BAKARA – 98 Men kâne aduvven lillâhi ve melâiketihî ve rusulihî ve cibrîle ve mîkâle fe innallâhe aduvvun lil kâfirîn(kâfirîne).
    Kim, Allah’a ve O’nun meleklerine ve O’nun resûllerine ve Cebrail’e ve Mikail’e düşman oldu ise, o taktirde muhakkak ki Allah kâfirlere düşmandır.
    7. 2 / BAKARA – 102 Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
    Onlar Süleyman (a.s)’ın mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (a.s), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehri’ndeki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.
    8. 2 / BAKARA – 161 İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun ulâike aleyhim la’netullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
    Muhakkak ki (Allah’a ruhun ölmeden ulaşmasını, yani hidayeti) küfredip (örtüp gizleyip) kâfir olarak ölenler, işte onlar, Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onların üzerinedir.
    9. 2 / BAKARA – 177 Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve ekâmes salâte ve âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed(âhedû), ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn(muttekûne).
    Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah’a, yevm’il âhire (Allah’a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah’a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).
    10. 2 / BAKARA – 210 Hel yenzurûne illâ en ye’tiyehumullâhu fî zulelin minel gamâmi vel melâiketu ve kudiyel emr(emru), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
    Onlar mutlaka Allah’ın ve meleklerin, kendilerine buluttan gölgeler içinde gelmesini ve emrin (işin) bitirilmesini mi gözlüyorlar (bekliyorlar)? (Oysa) bütün emirler (işler) Allah’a döndürülür.
    11. 2 / BAKARA – 248 Ve kâle lehum nebiyyuhum inne âyete mulkihî en ye’tiyekumut tâbûtu fîhi sekînetun min rabbikum ve bakiyyetun mimmâ terake âlu mûsâ ve âlu hârûne tahmiluhul melâikeh(melâiketu), inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
    Ve onların Peygamberi, onlara dedi ki: “Muhakkak ki onun melikliğinin âyeti (delili), içinde Rabbinizden sekînet ve Hz. Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktığı şeylerden bakiye (kalıntı) bulunan, meleklerin taşıdığı bir tabutun (tahta sandığın) size gelmesidir. Muhakkak ki bunda, sizin için elbette âyet (delil) vardır, eğer siz mü’minlerseniz.”
    12. 2 / BAKARA – 285 Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr(masîru).
    Resûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti ve mü’minler de, hepsi Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O’nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “ışittik ve itaat ettik! Ve Rabbimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) Sana’dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.
    13. 3 / ÂLİ İMRÂN – 18 Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bil kıst(kıstı), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(hakîmu).
    Allah, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O’ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O’ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz’dir, Hakîm’dir.
    14. 3 / ÂLİ İMRÂN – 39 Fe nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâbi, ennallâhe yubeşşiruke bi yahyâ musaddikan bi kelimetin minallâhi ve seyyiden ve hasûran ve nebiyyen mines sâlihîn(sâlihîne).
    Bunun üzerine, o (Zekeriyya A.S) mihrabda kaim olarak namaz kılarken, melekler, “Allah’ın, onu, “Allah’tan bir kelimeyi (Hazreti İsa’yı) tasdik edici olarak, seyyid, nefsine hakim, ve Nebî olan, salihlerden “Yahya” ile müjdelediğini” nidâ ettiler (bildirdiler).
    15. 3 / ÂLİ İMRÂN – 42 Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn(âlemîne).
    Ve melekler şöyle demişlerdi: “Ey Meryem muhakkak ki Allah, seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı.”
    16. 3 / ÂLİ İMRÂN – 45 İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minh(minhu), ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhıreti ve minel mukarrebîn(mukarrebîne).
    Melekler şöyle demişlerdir: “Ey Meryem,! Muhakkak ki Allah, Kendinden bir kelime ile seni müjdeliyor. Onun ismi “Mesih, Meryem oğlu Îsâ’dır. Dünyada ve ahirette şereflidir ve mukarrebinlerdendir.”
    17. 3 / ÂLİ İMRÂN – 80 Ve lâ ye’murekum en tettehizûl melâikete ven nebiyyîne erbâbâ(erbâben), e ye’murukum bil kufri ba’de iz entum muslimûn(muslimûne).
    Ve size: “Melekleri ve peygamberleri Rab’ler edinin!” diye emretmez. Siz, müslüman olduktan (teslim olduktan) sonra size küfrü emreder mi?
    18. 3 / ÂLİ İMRÂN – 87 Ulâike cezâuhum enne aleyhim la’netallâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
    İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin onların (fâsıkların) üzerlerine olmasıdır.
    19. 3 / ÂLİ İMRÂN – 124 İz tekûlu lil mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum rabbukum bi selâseti âlâfin minel melâiketi munzelîn(munzelîne).
    O zaman mü’minlere (şöyle) diyordun: “Rabbinizin, indirilen meleklerden üç bini ile size yardım etmesi, size kâfi gelmiyor mu?”
    20. 3 / ÂLİ İMRÂN – 125 Belâ in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim hâzâ yumdidkum rabbukum bi hamseti âlâfin minel melâiketi musevvimîn(musevvimîne).
    Bilâkis, eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi olursanız ve onlar size aniden gelirlerse (saldırırlarsa), Rabbiniz bu nişaneli meleklerden beş bini ile size yardım eder.
    21. 4 / NİSÂ – 3 Ve in hıftum ellâ tuksitû fîl yetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minen nisâi mesnâ ve sulâse ve rubâ’(rubâa), fe in hıftum ellâ ta’dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.
    Ve eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o taktirde hoşunuza giden (size helâl olan diğer) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Fakat, eğer (onlara da) adaletle davranamayacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane ile veya elinizin altındaki sahip olduklarınızla (cariyelerinizle) yetinin. İşte bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.
    22. 4 / NİSÂ – 24 Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâbellâhi aleykum, ve uhille lekum mâ verâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayre musâfihîn(musâfihîne), fe mestemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne ferîdah(ferîdaten) ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil ferîdah(ferîdati) innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
    Ve evli kadınlarla evlenmeniz (haram kılınmıştır), elinizin altında bulunan (harp esirleri) cariyeler müstesna. (İşte bunlar) Allah’ın size yazdıklarıdır (farz kıldığı hükümlerdir). Ve bunların dışında olanlar, iffetli olmak ve zina yapmamak şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helâl kılındı. Artık onlardan faydalanmak isterseniz o taktirde farz olan mehirlerini onlara verin. Ve bu farzdan sonra, razı olduğunuz konuda onunla anlaşmanızda sizin üzerinize bir günah yoktur. Muhakkak ki Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.
    23. 4 / NİSÂ – 25 Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal muhsanâtil mu’minâti fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât(mu’minâti) vallâhu a’lemu bi îmânikum ba’dukum min ba’d(ba’dın), fenkihûhunne bi izni ehlihinne ve âtûhunne ucûrehunne bil ma’rûfi muhsanâtin gayre musâfihâtin ve lâ muttehızâti ehdân(ehdânin), fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ alel muhsanâti minel azâb(azâbi), zâlike li men haşiyel anete minkum ve en tasbirû hayrun lekum vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ve içinizden kimin, mü’min ve hür kadınlarla nikâh yapmaya (evlenmeye) gücü yetmezse, o zaman ellerinizin altında bulunan genç mü’min cariyelerinizden (alıp) evlensin. Allah sizin îmânınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz (aynı soydan gelmesiniz). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle mehirlerini marufla (örf ve adete uygun olarak) vererek onları nikâhlayın. Fakat, evli olduğu halde fuhuş yaparlarsa o taktirde hür kadınlara uygulanan azabın (cezanın) yarısı kendilerine uygulanır. İşte bu (cariye ile nikâhlanma izni) içinizden (zina etme) sıkıntısına düşmekten korkanlar içindir. Ve sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.
    24. 4 / NİSÂ – 36 Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bil vâlideyni ihsânen ve bizil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vel câri zil kurbâ vel câril cunubi ves sâhıbi bil cenbi vebnis sebîli ve mâ meleket eymânukum, innallâhe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ(fehûren).
    Ve Allah’a kul olun. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve ana-babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa (eşlere), yolda kalmışa ve elinizin altında sahip olduklarınıza (köleye, cariyeye, işçilere) ihsanla davranın. Muhakkak ki Allah, kibirli olan ve övünen kimseleri sevmez.
    25. 4 / NİSÂ – 97 İnnellezîne teveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum kâlû kunnâ mustad’afîne fîl ard(ardı), kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ fe ulâike me’vâhum cehennem(cehennemu) ve sâet masîrâ(masîran).
    Muhakkak ki melekler, kendi nesflerine zulmedenleri öldürürken : “Siz nerede (ne işte) idiniz?” dediler. (Onlar da): “Biz yeryüzünde zayıf (güçsüz) kimselerdik.” dediler. (Melekler): “Allah’ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Öyleyse orada hicret etseydiniz!” dediler. İşte onlar, onların varacağı yer cehennemdir ve (o) kötü bir varış yeridir.
    26. 4 / NİSÂ – 136 Yâ eyyuhellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu), ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden).
    Ey âmenû olanlar! Allah’a ve O’nun Resûl’üne ve Resûl’üne indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a îmân edin. Ve kim, Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve yevm’il âhiri (sonraki ahir gününü) inkâr ederse, o taktirde uzak bir dalâletle sapmış olur.
    27. 4 / NİSÂ – 166 Lâkinillâhu yeşhedu bi mâ enzele ileyke enzelehu bi ılmih(ılmihî), vel melâiketu yeşhedûn(yeşhedûne) ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
    Öyle ki, Allah sana indirdiği şeyi (Kur’an’ı), kendi ilmi ile indirdiğine şahitlik eder. Ve melekler de şahitlik ederler. Ve Allah şahit olarak kâfidir.
    28. 4 / NİSÂ – 172 Len yestenkifel mesîhu en yekûne abden lillâhi ve lel melâiketul mukarrebûn(mukarrebûne) ve men yestenkif an ibâdetihî ve yestekbir fe se yahşuruhum ileyhi cemîâ(cemîan).
    Mesih, Allah’a kul olmaktan asla çekinmez ve mukarrebin (Allah’a yakın) olan melekler de (Allah’a kul olmaktan çekinmezler). Ve kim, O’na kul olmaktan çekinir ve kibirlenirse, elbette onların hepsini (Allah) kendi huzurunda toplayacak.
    29. 6 / EN’ÂM – 8 Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi melek(melekun), ve lev enzelnâ meleken, le kudıyel emru summe lâ yunzarûn(yunzarûne).
    Ve: “Ona bir melek indirilseydi, olmaz mıydı?” dediler. Şâyet bir melek indirseydik, mutlaka iş, olup bitirilirdi. Sonra (onlara) mühlet verilmez.
    30. 6 / EN’ÂM – 9 Ve lev cealnâhu meleken le cealnâhu raculen ve le lebesnâ aleyhim mâ yelbisûn(yelbisûne).
    Ve şâyet onu melek yapsaydık, onu mutlaka erkek olarak (erkek suretinde) yapardık. Şüphe ettikleri şeyi, mutlaka onlara (gene) şüphe ettirirdik.
    31. 6 / EN’ÂM – 50 Kul lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu lekum innî melek(melekun), in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), kul hel yestevîl a’mâ vel basîr(basîru),e fe lâ tetefekkerûn(tetefekkerûne).
    De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum. Size, muhakkak ki ben bir meleğim demiyorum. Ancak bana vahyedilene tâbî olurum.” “Basiretle gören ve görmeyen bir olur mu, hâlâ tefekkür etmiyor musunuz?” de.
    32. 6 / EN’ÂM – 75 Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınîn(mûkınîne).
    Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).
    33. 6 / EN’ÂM – 93 Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha ileyhi şey’un ve men kâle seunzilu misle mâ enzelallâh(enzelallâhu), ve lev terâ iziz zâlimûne fî gamerâtil mevti vel melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbel hûni bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayrel hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûn(testekbirûne).
    Allah’a yalanla iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.”diyenden daha zalim kim vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm melekleri ellerini uzatıp: “Nefslerinizi çıkarın. Bugün, Allah’a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O’nun âyetlerine karşı kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman görsen.
    34. 6 / EN’ÂM – 111 Ve lev ennenâ nezzelnâ ileyhimul melâikete ve kellemehumulmevtâ ve haşernâ aleyhim kulle şey’in kubulen mâ kânû li yu’minû illâ en yeşâallâhu ve lâkinne ekserehum yechelûn(yechelûne).
    Ve eğer Biz, gerçekten onlara melekler indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı, herşeyi onların karşısında toplasaydık, Allah’ın dilemesi hariç inanacak değillerdi. Ve lâkin onların çoğu cahillik ediyorlar.
    35. 6 / EN’ÂM – 158 Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba’du âyâti rabbik(rabbike), yevme ye’tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfeu nefsen îmânuhâ lem tekun âmenet min kablu ev kesebet fî îmânihâ hayrâ(hayran), kul intezırû innâ muntezırûn(muntezırûne).
    Onlar (illâ), onlara meleklerin gelmesini mi veya senin Rabbinin gelmesini mi veya senin Rabbinden bazı âyetlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinden bazı âyetlerin (mucizelerin) geldiği gün, daha önce îmân etmemişse (âmenû olmamışsa) veya îmânıyla bir hayır kazanmamışsa onun îmânı kendisine bir fayda vermez. De ki: “Bekleyin! Muhakkak ki; biz de bekleyenleriz.”
    36. 7 / A’RÂF – 11 Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
    Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.
    37. 7 / A’RÂF – 20 Fe vesvese lehumuş şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev’âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn(hâlidîne).
    Şeytan, onların (o ikisinin) görünmesi ayıp olan ve kendilerinden örtülmüş (gizlenmiş) yerlerinin açığa çıkarılması için onlara vesvese verdi ve sonra da şöyle dedi: “Rabbiniz (ikinizin Rabbi) sadece iki melek olursunuz veya (orada) ebedî kalanlardan olursunuz, diye bu ağaçtan sizin ikinizi menetti (nehyetti).”
    38. 7 / A’RÂF – 37 Fe men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyâtihi) ulâike yenâluhum nasîbuhum minel kitâb(kitâbi), hattâ izâ câethum rusulunâ yeteveffevnehum kâlû eyne mâ kuntum ted’ûne min dûnillâh(dûnillâhi) kâlû dallû annâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
    Allah’a karşı yalanla iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim (var)dır? Kitab’tan (Kur’ân-ı Kerim’den) kendilerine nasipleri erişecek olanlar, işte onlardır. Onlara resûllerimiz (elçi melekler, ölüm melekleri) geldiği zaman, onları vefat ettirirler(ken) (onlara) şöyle dediler: “Allah’tan başka dua etmiş olduğunuz şeyler nerede?” (Onlar da): “Bizden saptılar (gittiler).” dediler. Ve kendilerinin (nefslerinin) üzerine kâfir olduklarına, kendileri şahitlik ettiler.
    39. 7 / A’RÂF – 185 E ve lem yanzurû fî melekûtis semâvâti vel ardı ve mâ halakallâhu min şey’in ve en asâ en yekûne kadıkterebe eceluhum, fe bi eyyi hadîsin ba’dehu yu’minûn(yu’minûne).
    Onlar yerlerin, göklerin hükümranlığına (sünnetullaha, idaresine) ve Allah’ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olması ihtimaline bakmıyorlar mı? Ondan sonra artık hangi söze inanırlar (mü’min olurlar).
    40. 8 / ENFÂL – 9 İz testegîsûne rabbekum festecâbe lekum ennî mumiddukum bi elfin minel melâiketi murdifîn(murdifîne).
    Rabbinizden yardım istediğiniz zaman böylece O, size icabet etti. Muhakkak ki Ben, birbirini izleyerek gelen bin melekle, size yardım edenim (yardım eden Benim).
    41. 8 / ENFÂL – 12 İz yûhî rabbuke ilel melâiketi ennî meakum fe sebbitûllezîne âmenû, seulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be fadribû fevkal a’nâkı vadribû minhum kulle benân(benânin).
    Senin Rabbin meleklere vahyetmişti: “Muhakkak ki; Ben, sizinle beraberim. Artık âmenû olanlara (Allah’a ulaşmayı dileyenlere) sebat verin (destek olun). Kâfirlerin kalplerine korku vereceğim. Artık boyunlarının üzerine vurun. Ve onların bütün parmaklarına vurun.”
    42. 8 / ENFÂL – 50 Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve edbârehum, ve zûkû azâbel harîk(harîkı).
    Ve kâfir olanları, vefat ettirilirken melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vururken ve “Yakıcı azabı tadın!” (derken) görseydin.
    43. 11 / HÛD – 12 Fe lealleke târikun ba’da mâ yûhâ ileyke ve dâikun bihî sadruke en yekûlû lev lâ unzile aleyhi kenzun ev câe meahu melek(melekun), innemâ ente nezîr(nezîrun), vallâhu alâ kulli şey’in vekîl(vekîlun).
    Artık belki de sen, sana vahyolunanın bir kısmını terkedeceksin, onların: “Ona bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi olmaz mıydı?” demeleri (üzerine) ve senin göğsünün (onunla) daralması sebebiyle. Sen ancak bir nezirsin (uyarıcısın) ve Allah, herşeye vekildir.
    44. 11 / HÛD – 31 Ve lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu innî melekun ve lâ ekûlu lillezîne tezderî a’yunukum len yu’tiyehumullâhu hayrâ(hayren), allâhu a’lemu bimâ fî enfusihim, innî izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
    Ve size: “Allah’ın hazineleri yanımdadır.” demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum ve: “Muhakkak ki; ben bir meleğim.” demiyorum. Ve gözlerinizin hakir gördüğü kimselere (Allah’a ulaşmayı dileyenlere): “Allah asla bir hayır vermeyecek.” demiyorum. Onların nefslerindekileri Allah bilir. O taktirde (doğruyu söylemezsem) muhakkak ki; ben, elbette zalimlerden olurum.
    45. 11 / HÛD – 73 Kâlû e ta’cebîne min emrillâhi rahmetullâhi ve berekâtuhu aleykum ehlel beyt(beyti), innehu hamîdun mecîd(mecîdun).
    (Melekler) dediler ki: “Allah’ın emrine mi şaşırıyorsun? Ey ev halkı, Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize!” Muhakkak ki O, Hamîd (çok övülen, çok hamdedilen)dir, Mecîd’dir (şanı, yüce olan).
    46. 12 / YÛSUF – 31 Fe lemmâ semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a’tedet lehunne mutteke’en ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâletihruc aleyhinn(aleyhinne), fe lemmâ re’eynehû ekbernehu ve katta’ne eydiyehunne ve kulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşerâ(beşeren),in hâzâ illâ melekun kerîm(kerîmun).
    (Kadınların) onu çekiştirdiklerini işittiği zaman, onlara (davetçi) gönderdi. Ve onlara karşılıklı oturacak yer hazırladı. Onlardan herbirine (meyve soymaları için) bir bıçak verdi. Ve (Yusuf’a): “Onlara (kadınlara), çık!” dedi. Böylece onu gördükleri zaman ona hayran kaldılar ve ellerini kestiler. Ve: “Hâşâ! Allah için, bu bir beşer değil, ancak kerim (bir) melektir.” dediler.
    47. 13 / RA’D – 11 Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min emrillâh(emrillâhi), innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde leh(lehu), ve mâ lehum min dûnihî min vâl(vâlin).
    Onları (o kavimdekileri), önünden ve arkasından (önden arkaya doğru uzanan) takip edenler (devrin imamlarını koruyan muhafız melekler) vardır. Allah’ın emrinden olup, onları korurlar. Muhakkak ki; Allah, onlar nefslerinde olan şeyi (hidayette kalma konusundaki niyetlerini) bozmadıkça, bir kavimde olan şeyi bozmaz (devrin imamının ruhunu başlarının üzerinden almaz). Ve Allah, bir kavme ceza vermeyi dilediği zaman, artık onu reddedecek (mani olacak kimse) yoktur. Ve onlar için, ondan başka koruyan bir dost yoktur.
    48. 13 / RA’D – 13 Ve yusebbihur ra’du bi hamdihî vel melâiketu min hîfetih(hîfetihî), ve yursilus savâıka fe yusîbu bihâ men ye?âu ve hum yucâdilûne fillâh(fillâhi), ve huve ?edîdul mihâl(mihâli).
    Gök gürültüsü ve melekler, O’nu, hamd ile ve O’nun (Allah’ın) korkusundan tesbih ederler. Ve yıldırımları, O gönderir. Böylece onlar, Allah hakkında mücâdele ederlerken, dilediği kimseye onu isabet ettirir. Ve O, karşı koyulması mümkün olmayandır.
    49. 13 / RA’D – 23 Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
    Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.
    50. 15 / HİCR – 7 Lev mâ te’tînâ bil melâiketi in kunte minas sâdıkîn(sâdıkîne).
    Eğer sen sadıklardansan, bize melekleri getirmen gerekmez miydi?
    51. 15 / HİCR – 8 Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn(munzarîne).
    Biz hak ile olmaksızın melekleri indirmeyiz. O taktirde onlara mühlet de (zaman da) verilmez.
    52. 15 / HİCR – 28 Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
    Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.”
    53. 15 / HİCR – 30 Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
    Böylece meleklerin hepsi birden, toplu olarak secde etti.
    54. 16 / NAHL – 2 Yunezzilul melâikete bir rûhi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûn(fettekûni).
    Kullarından dilediği üzerine kişi “Benden başka ilâh yoktur.” tarzında uyarmaları için melekleri, emrinden ruh ile beraber indirir. Öyleyse Bana karşı takva sahibi olun (ruhunuzu ölmeden evvel Bana ulaştırın).
    55. 16 / NAHL – 28 Ellezîne teteveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim fe elkavus seleme mâ kunnâ na’melu min sû’(sûin), belâ innallâhe alîmun bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
    Melekler, nefslerine zulmedenleri vefat ettirecekleri zaman onlar teslim olurken: “Biz, bir kötülük yapmadık.” dediler. Hayır, muhakkak ki Allah, yapmış olduğunuz kötü amelleri en iyi bilendir.
    56. 16 / NAHL – 32 Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
    Melekler, onları tayyib (en güzel, en iyi) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun. Yapmış olduğunuz (güzel, hayırlı) ameller sebebiyle cennete girin.” derler.
    57. 16 / NAHL – 33 Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye emru rabbik(rabbike), kezâlike fe alellezîne min kablihim, ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
    Onlar sadece meleklerin gelmesini mi yoksa Rabbinin emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yaptılar. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendi nefslerine zulmediyorlardı.
    58. 16 / NAHL – 49 Ve lillâhi yescudu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı min dâbbetin vel melâiketu ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). (SECDE ÂYETİ)
    Semalarda olanlar ve yeryüzünde olan dabbelerin (yürüyen canlıların) hepsi ve melekler, Allah’a secde ederler. Ve onlar, kibirlenmezler.
    59. 16 / NAHL – 71 Vallâhu faddale ba’dakum alâ ba’dın fîr rızk(rızkı), femellezîne fuddılû bi râddî rızkıhim alâ mâ meleket eymânehum fe hum fîhi sevâ’(sevâun), e fe bi ni’metillâhi yechadûn(yechadûne).
    Üstün kılınan kimseler, ellerinin altında bulunanlara rızıklarını veren (verici) değiller (çünkü rızkı veren sadece Allah’tır). Oysa onlar, rızıkları konusunda eşittirler. Onlar, Allah’ın ni’metini bilerek mi inkâr ediyorlar?
    60. 17 / İSRÂ – 40 E fe asfâkum rabbukum bil benîne vettehaze minel melâiketi inâsâ(inâsen), innekum le tekûlûne kavlen azîmâ(azîmen).
    Rabbiniz, oğulları size mi seçti ve meleklerden kadınlar (kızlar) mı edindi? Muhakkak ki siz, gerçekten büyük söz söylüyorsunuz.
    61. 17 / İSRÂ – 61 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
    Ve meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin!” dediğimiz zaman iblis hariç hemen secde ettiler. (İblis): “Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi secde edeyim?” dedi.
    62. 17 / İSRÂ – 92 Ev tuskıtas semâe kemâ zeamte aleynâ kisefen ev te’tiye billâhi vel melâiketi kabîlâ(kabîlen).
    Veya iddia ettiğin gibi semayı parça parça üzerimize düşürürsün. Veya Allah’ı ve melekleri açıkça (karşımıza) getirirsin.
    63. 17 / İSRÂ – 95 Kul lev kâne fîl ardı melâiketun yemşûne mutmainnîne le nezzelnâ aleyhim mines semâi meleken resûlâ(resûlen).
    De ki: “Eğer yeryüzünde mutmain olarak yürüyenler melekler olsaydı, elbette onlara semadan melek resûl indirirdik.”
    64. 18 / KEHF – 50 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi’se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
    Ve meleklere, “Âdem’e secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O cinlerdendi. Böylece Rabbinin emrini (yapmayarak) fıska düştü. Hâlâ onu ve onun zürriyyetini (neslini), onlar sizin düşmanınız (olduğu halde), Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir bedel (cehennem).
    65. 19 / MERYEM – 9 Kâle kezâlik(kezâlike), kâle rabbuke huve aleyye heyyinun ve kad halaktuke min kablu ve lem teku şey’â(şey’en).
    (Melek): “İşte böyle.” dedi. Senin Rabbin: “O, bana (benim için) kolaydır. Daha önce sen bir şey değilken seni, Ben yaratmıştım.” buyurdu.
    66. 19 / MERYEM – 64 Ve mâ netenezzelu illâ bi emri rabbik(rabbike), lehu mâ beyne eydînâ ve mâ halfenâ ve mâ beyne zâlik(zâlike), ve mâ kâne rabbuke nesiyyâ(nesiyyen).
    Ve biz (resûl melekler), Rabbinin emri olmaksızın inmeyiz. Bizim önümüzde, arkamızda ve bunların arasında olanlar, O’nundur. Ve senin Rabbin, (seni) unutmuş değildir.
    67. 20 / TÂHÂ – 116 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ.
    Ve meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin!” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O (iblis), direndi (secde etmedi).
    68. 21 / ENBİYÂ – 28 Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihî muşfikûn(muşfikûne).
    Onların önünde ve arkasında olan şeyleri (muhafız melekleri) bilir. Ve onlar, (Allah’ın) rızasına ermiş olanlardan başkasına şefaat etmezler. Ve onlar, O’nun (Allah’ın) haşyetinden korkanlardır.
    69. 21 / ENBİYÂ – 103 Lâ yahzunuhumul fezeul ekberu ve tetelakkâhumul melâikeh(melâiketu), hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn(tûadûne).
    O en büyük dehşet (korku), onları mahzun etmez. Ve melekler, onları karşılar (ve derler ki): “Bu, sizin vaadolunduğunuz gününüzdür.”
    70. 22 / HACC – 75 Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
    Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.
    71. 22 / HACC – 76 Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve ilallâhi turceul umûr(umûru).
    O, onların önündekileri ve arkalarındakini (muhafız melekleri) bilir. Ve emirler Allah’a döndürülür.
    72. 23 / MU’MİNÛN – 6 İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru melûmîn(melûmîne).
    Zevcelerine veya ellerinin altında sahip olduklarına (cariyelerine karşı davranışları) hariç. O taktirde muhakkak ki onlar, levmedilmiş (kınanmış) değildirler.
    73. 23 / MU’MİNÛN – 24 Fe kâlel meleullezîne keferû min kavmihî mâ hâzâ illâ beşerun mıslukum yurîdu en yetefaddale aleykum, ve lev şâallâhu le enzele melâikeh(melâiketen), mâ semi’nâ bi hâzâ fî âbâinel evvelîn(evvelîne).
    Onun kavminden kâfir olanların ileri gelenleri: “Bu, sizin gibi beşerden (insandan) başka bir şey değil. Size üstün gelmek (hükmetmek) istiyor. Ve eğer Allah dileseydi mutlaka melekler indirirdi. Atalarımızdan bunun hakkında bir şey işitmedik.” dediler.
    74. 23 / MU’MİNÛN – 88 Kul men bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve huve yucîru ve lâ yucâru aleyhi in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
    De ki: “Şâyet biliyorsanız (söyleyin) herşeyin mülkü (yönetimi, idaresi) elinde olan ve koruyan (himaye eden) ve Kendisi korunmaya ihtiyacı olmayan kimdir?”
    75. 24 / NÛR – 31 Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).
    Ve mü’min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü’minler, hepiniz Allah’a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.
    76. 24 / NÛR – 33 Velyesta’fifillezîne lâ yecidûne nikâhan hattâ yugniyehumullâhu min fadlih(fadlihi), vellezîne yebtegûnel kitâbe mimmâ meleket eymânukum fe kâtibûhum in alimtum fîhim hayren, ve âtûhum min mâlillâhillezî âtâkum, ve lâ tukrihû feteyâtikum alel bigâi in eradne tehassunen li tebtegû aradal hayâtid dunyâ ve men yukrıhhunne fe innellâhe min ba’di ikrâhihinne gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ve nikâha (imkân) bulamayanlar, Allah onları fazlından gani (zengin) kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar! Ellerinizin altında malik olduklarınızdan (kölelerinizden, cariyelerinizden) yazılı antlaşma (mukatebe yapmak: para kazanıp, bedelini ödeyerek azad olmak) isteyenlere, eğer onlarda hayır olduğunu bilirseniz, o zaman yazılı antlaşma (mukatebe) yapınız. Ve Allah’ın size verdiği mallardan onlara veriniz. Genç cariyelerinizi, eğer namuslarını korumak (iffetli kalmak) isterlerse, dünya hayatının malını isteyerek fuhşa (zinaya) zorlamayınız. Kim onları fuhşa (zinaya) zorlarsa, o taktirde muhakkak ki Allah, onların zorlanmalarından sonra Gafur’dur (mağfiret edendir) Rahîm’dir (rahmet esmasıyla tecelli edendir).
    77. 24 / NÛR – 58 Yâ eyyuhellezîne âmenû li yeste’zinkumullezîne meleket eymânukum vellezîne lem yeblugûl hulume minkum selâse merrât(merrâtin), min kabli salâtil fecri, ve hînetedaûne siyâbekum minez zahîrat(zahîrati), ve min ba’di salâtil ışâi, selâsu avrâtin lekum, leyse aleykum ve lâ aleyhim cunâhun ba’de hunn(hunne), tavvâfûne aleykum ba’dukum alâ ba’d(ba’dın), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
    Ey âmenû olanlar! Ellerinizin altında sahip olduklarınız (köleleriniz, cariyeleriniz) ve sizden bulûğa ermemiş olanlar, üç vakitte yanınıza girmek için sizden izin istesinler. Fecr (sabah) namazından önce, elbiselerinizi çıkarttığınız öğle vaktinde ve yatsı namazından sonra. Bu üçü, avret vaktidir (sizden sakınmaları gereken zamandır). Bu (zamanların dışında), birbirinizi dolaşmanızda sizin ve onların üzerine bir günah yoktur. İşte böylece Allah, size âyetleri açıklıyor. Ve Allah, Alîm’dir (en iyi bilendir), Hakîm’dir (hikmet sahibidir).
    78. 24 / NÛR – 61 Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’raci haracun ve lâ alel marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te’kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a’mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te’kulû cemîan ev eştâtâ(eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tehıyyeten min indillâhi mubareketen tayyibeh(tayyibeten), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
    Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah’ın katından mübarek ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.
    79. 25 / FURKÂN – 7 Ve kâlû mâli hâzer resûli ye’kulit taâme ve yemşî fîl esvâk(esvâkı), lev lâ unzile ileyhi melekun fe yekûne meahu nezîrâ(nezîren).
    Ve dediler ki: “Bu nasıl resûl ki, yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor. Ona bir melek indirilseydi olmaz mıydı? Böylece onunla beraber uyarıcı olurdu.”
    80. 25 / FURKÂN – 21 Ve kâlellezîne lâ yercûne likâenâ lev lâ unzile aleynel melâiketu ev nerâ rabbenâ, lekad istekberû fî enfusihim ve atev utuvven kebîrâ(kebîren).
    Ve Bize mülâki olmayı (ulaşmayı) dilemeyenler: “Bize de melekler indirilmesi veya Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?” dediler. Andolsun ki onlar, kendi nefslerinde kibirlendiler ve büyük taşkınlık ederek haddi aştılar.
    81. 25 / FURKÂN – 22 Yevme yerevnel melâikete lâ buşrâ yevme izin lil mucrimîne ve yekûlûne hicran mahcûrâ(mahcûren).
    O gün melekleri görecekler, izin günü mücrimlere müjde yoktur. Ve (melekler onlara): “(Size müjde) yasak edilerek haram kılınmıştır.” diyecekler.
    82. 25 / FURKÂN – 25 Ve yevme teşakkakus semâu bil gamâmi ve nuzzilel melâiketu tenzîlâ(tenzîlen).
    Ve semanın bulutlarla yarıldığı gün, melekler sıra ile indirildi.
    83. 30 / RÛM – 28 : Darabe lekum meselen min enfusikum, hel lekum min mâ meleket eymânukum min şurekâe fî mâ rezaknâkum fe entum fîhi sevâun tehâfûnehum ke hîfetikum enfusekum, kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
    (Allah), size kendi nefslerinizden örnek verdi. Sizi rızıklandırdığımız şeylerde, sizin sağ elinizin (altında bulunan) sahip olduğunuz (kölelerinizden) ortaklarınız var mı ki (o putlar da Allah’a ortak olsun), böylece onlarla eşit olasınız, onları birbirinizi saydığınız gıbı sayasınız. Akıl eden bir kavim için ayetleri işte böyle açıklıyoruz.
    84. 32 / SECDE – 11 Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
    De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
    85. 33 / AHZÂB – 43 Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne bil mu’minîne rahîmâ(rahîmen).
    Sizi (nefsinizin kalbini), karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize salâvât (vasıtasıyla nur) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, mü’minlere Rahîm(dir). (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
    86. 33 / AHZÂB – 50 Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk(meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûnil mu’minîn(mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke harac(haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
    Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin (altında) malik olduğun, Allah’ın ganimet olarak sana verdiği (cariyelerini) helâl kıldık. Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî (Peygamber) için hibe eden ve Nebî’nin (Peygamber’in) de onu almak istediği mü’min kadınları, (diğer) mü’minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü’minlere) zevceleri ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyeleri) konusunda neyi farz kıldık, Biz biliriz. (Bu), senin üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve Allah, Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
    87. 33 / AHZÂB – 52 Lâ yahıllu leken nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk(yemînuke), ve kânallâhu alâ kulli şey’in rakîbâ(rakîben).
    Bundan sonra sana (başka) kadınlar ve zevcelerinden birini, güzelliği hoşuna gitse bile (başka bir hanımla) değiştirmen helâl değildir. Elinin (altında) sahip oldukların (cariyeler) hariç. Ve Allah, herşeyi murakebe (denetleyen) edendir.
    88. 33 / AHZÂB – 55 Lâ cunâha aleyhinne fî âbâihinne ve lâ ebnâihinne ve lâ ihvânihinne ve lâ ebnâi ihvânihinne ve lâ ebnâi ehavâtihinne ve lâ nisâihinne ve lâ mâ meleket eymânuhun(eymânuhunne), vettekînallâh(vettekînallâhe), innallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ(şehîden).
    (Peygamber Eşleri’nin); babalarına, oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlara ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyelere) görünmeleri hususunda, onların üzerine günah yoktur. Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah, herşeye şahittir.
    89. 33 / AHZÂB – 56 İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).
    Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebî’ye (Peygamber’e) salat ederler. Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler), siz (de) O’na salat edin! Ve (O’na) teslim olarak salat edin!
    90. 34 / SEBE – 40 Ve yevme yahşuruhum cemîan summe yekûlu lil melâiketi e hâulâi iyyâkum kânû ya’budûn(ya’budûne).
    Ve o gün onların hepsini haşredecek (birarada toplayacak). Sonra meleklerine şöyle buyuracak: “Size tapmış olanlar bunlar mı?”
    91. 34 / SEBE – 41 Kâlû subhâneke ente veliyyunâ min dûnihim, bel kânû ya’budûnel cinn(cinne), ekseruhum bihim mû’minûn(mû’minûne).
    (Melekler) dediler ki: “Sen Sübhan’sın (herşeyden münezzeh, çok yüce). Bizim velîmiz onlar değil, Sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Onların çoğu, onlara (cinlerin söylediklerine) inananlardır.”
    92. 35 / FÂTIR – 1 Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
    Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sahip melekleri, resûller (elçiler) kılan Allah’a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.
    93. 36 / YÂSÎN – 83 Fe subhânellezî bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûn(turceûne).
    İşte O, Sübhan’dır. Herşeyin melekûtu (mülkü ve hükümdarlığı) O’nun elindedir. Ve O’na döndürüleceksiniz.
    94. 37 / SÂFFÂT – 150 Em halaknel melâikete inâsen ve hum şâhidûn(şâhidûne).
    Yoksa melekleri, Biz dişi olarak yarattık da onlar şahit mi oldular?
    95. 38 / SÂD – 71 İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin).
    Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben, tînden (nemli topraktan, balçıktan) bir insan yaratacağım.” demişti.
    96. 38 / SÂD – 73 Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
    Bunun üzerine meleklerin hepsi birden secde etti.
    97. 39 / ZUMER – 75 Ve terel melâikete hâffîne min havlil arşı yusebbihûne bi hamdi rabbihim, ve kudıye beynehum bil hakkı ve kıylel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
    Ve görürsün ki, arşın etrafında onu kuşatan melekler, Rab’lerini hamd ile tesbih ederler. Ve onların (cennetliklerin) aralarında hak ile hüküm verildi. Ve (cennetlikler tarafından): “Âlemlerin Rabbine hamdolsun.” denildi.
    98. 40 / MU’MİN – 7 Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
    Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab’lerini hamd ile tesbih ederler ve O’na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah’tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm’e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”
    99. 41 / FUSSİLET – 14 İz câethumur rusulu min beyni eydîhim ve min halfihim ellâ ta’budû illallâh(illallâhe), kâlû lev şâe rabbunâ le enzele melâiketen fe innâ bimâ ursiltum bihî kâfirûn(kâfirûne).
    Onlara önlerinden ve arkalarından (kendilerinden önce ve sonra) Allah’tan başkasına kul olmamaları için resûller geldiği zaman dediler ki: “Eğer Rabbimiz dileseydi, mutlaka melekleri indirirdi. Bu sebeple gerçekten biz, sizin, kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz.”
    100. 41 / FUSSİLET – 30 İnnellezîne kâlû rabbunâllâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimul melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil cennetilletî kuntum tûadûn(tûadûne).
    Muhakkak ki: “Rabbimiz Allah’tır.” deyip, sonra (da) istikamet üzere olanlara (Allah’a yönelip dîni ikame edenlere) melekler inerler: “Korkmayın ve mahzun olmayın. Ve vaadolunduğunuz cennetle sevinin!” (derler).
    101. 42 / ŞÛRÂ – 5 Tekâdus semâvâtu yetefattarne min fevkıhinne vel melâiketu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yestagfirûne li men fîl ard(ardı), e lâ innellâhe huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
    Gökler neredeyse üstlerinden parçalanacak. Ve melekler, Rab’lerini hamd ile tesbih ederler, yeryüzündeki kişiler için mağfiret dilerler. Allah, gerçekten Gafûr (mağfiret eden) ve Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden), öyle değil mi?
    102. 42 / ŞÛRÂ – 51 Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
    Allah’ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır, illâ vahyile veya perde arkasından veya dilediğine izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.
    103. 43 / ZUHRÛF – 19 Ve cealûl melâiketellezîne hum ibâdur rahmâni inâsâ(inâsen), e şehidû halkahum, setuktebu şehâdetuhum ve yus’elûn(yus’elûne).
    Ve Rahmân’ın kulları olan melekleri, dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların şahadetleri yazılacak ve sorgulanacaklar.
    104. 43 / ZUHRÛF – 53 Fe lev lâ ulkıye aleyhi esviretun min zehebin ev câe meahul melâiketu mukterinîn(mukterinîne).
    “Öyleyse ona takılmış altından bilezikler olmalı veya onunla beraber ona yakın olan melekler gelmeli değil miydi?”
    105. 43 / ZUHRÛF – 60 Ve lev neşâu le cealnâ minkum melâiketen fîl ardı yahlufûn(yahlufûne).
    Eğer biz dileseydik mutlaka sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler kılardık (yaratırdık).
    106. 47 / MUHAMMED – 27 Fe keyfe izâ teveffethumul melâiketu yadribûne vucûhehum ve edbârehum.
    Artık melekler onları vefat ettirirken, onların yüzlerine ve arkalarına vuracakları zaman onların halleri nasıl olacak?
    107. 50 / KAF – 17 İz yetelakkâl mutelakkîyâni anil yemîni ve aniş şimâli kaîdun.
    O zaman, sağda ve solda oturan iki telâkki edici (tesbit edici melek), (amelleri) tespit ederler.
    108. 50 / KAF – 23 Ve kâle karînuhu hâzâ mâ ledeyye atîd(atîdun).
    Ve onun yakınında olan (melek): “İşte bu (hayat filmi), benim yanımda hazır olan şeydir.” der.
    109. 51 / ZÂRİYÂT – 4 Fel mukassimâti, emren.
    Hem de emrederek (işleri), (görevli meleklere) taksim edenlere (andolsun ki…)
    110. 53 / NECM – 26 Ve kem min melekin fîs semâvâti lâ tugnî şefâatuhum şey’en illâ min ba’di en ye’zenallâhu limen yeşâu ve yerdâ.
    Ve göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri (hiç)bir şeyle (hiçbir şekilde) fayda vermez. Allah’ın dilediği ve razı olduğu (tasarruf rızasına sahip) kimseye (devrin imamına) izin vermesinden sonrası hariç.
    111. 53 / NECM – 27 İnnellezîne lâ yu’minûne bil âhireti le yusemmûnel melâikete tesmiyetel unsâ.
    Muhakkak ki ahirete (Allah’a ruhunu ulaştırmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar, melekleri mutlaka dişi isimlerle isimlendiriyorlar.
    112. 53 / NECM – 28 Ve mâ lehum bihî min ilm(ilmin), in yettebiûne illez zann(zanne), ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey’â(şey’en).
    Ve onların (melekler konusunda) bir ilmi yoktur. Onlar sadece zanna tâbî olurlar. Ve muhakkak ki zan, Hak’tan yana hiçbir şeye fayda sağlamaz.
    113. 66 / TAHRÎM – 4 İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat kulûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe huve mevlâhu ve cibrîlu ve sâlihul mû’minîn(mû’minîne), vel melâiketu ba’de zâlike zahîr(zahîrun).
    Siz ikiniz de Allah’a tövbe etseniz (ki, mutlaka etmelisiniz). Çünkü ikinizin de kalbi kaymıştı. Ve eğer O’na (Hz. Peygamber (S.A.V)’e) karşı yardımlaşırsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, O; O’nun (Hz. Peygamber (S.A.V)’in) Mevlâsı’dır, Cibril (A.S) ve mü’minlerin salih olanları ve bunlardan başka melekler de O’na zahirdirler (yardımcıdırlar).
    114. 66 / TAHRÎM – 6 Yâ eyyuhellezîne âmenû kû enfusekum ve ehlîkum nâren vakûduhân nâsu vel hicâretu aleyhâ melâiketun gılâzun şidâdun lâ ya’sûnallâhe mâ emerehum ve yef’alûne mâ yu’merûne.
    Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun. Onun üzerinde çok güçlü ve çok sert (acımasız) melekler vardır. Allah’ın onlara emrettiği şeyde, Allah’a asi olmazlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.
    115. 69 / HÂKKA – 17 Vel meleku alâ ercâihâ, ve yahmilu arşe rabbike fevkahum yevme izin semâniyeh(semâniyetun).
    Ve o melek, onun (göğün) çevresi üzerindedir. Ve izin günü Rabbinin arşını üstlerinde taşıyanların sayısı sekizdir.
    116. 70 / MEÂRİC – 4 Ta’rucul melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe seneh(senetin).
    Melekler ve ruh, O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
    117. 70 / MEÂRİC – 30 İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru melûmîn(melûmîne).
    Zevcelerine ve ellerinin arasında sahip olduklarına (cariyelerine karşı durumları) hariç. Çünkü muhakkak ki onlar, kınanmış değildir.
    118. 72 / CİNN – 9 Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde lis sem’i fe men yestemiıl âne yecid lehu şihâben rasadâ(rasaden).
    Ve gerçekten biz, (meleklerin sözlerini) dinlemek için orada oturma yerlerine otururduk. Fakat şimdi, kim dinlemek isterse, onu gözleyen (izleyen) bir şihap (ateş şulesi) bulur.
    119. 74 / MUDDESSİR – 31 Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtûl kitâbe vel mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun vel kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ(yeşâu), ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hû(huve), ve mâ hiye illâ zikrâ lil beşer(beşeri).
    Ve Biz, ateş ehlini (cehennem bekçilerini), meleklerden başkası kılmadık. Ve onların sayısını kâfirler için fitneden başka bir şey kılmadık, kitap verilenler yakîn sahibi olsunlar ve âmenû olanların da îmânı artsın. Ve kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesinler. Ve de kalplerinde maraz (şüphe) bulunanlar ve kâfirler desinler ki “Allah, bu mesele ile ne murad etti (ne demek istedi)?” İşte böyle, Allah, dilediğini dalâlette bırakır ve dilediğini de hidayete erdirir. Ve Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Ve O, insanlar için zikirden başka bir şey değildir.
    120. 78 / NEBE – 38 Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ(saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ(sevâben).
    O gün, ruh (devrin imamının ruhu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. Rahmân’ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.
    121. 82 / İNFİTÂR – 10 Ve inne aleykum le hâfızîn(hâfızîne).
    Ve muhakkak ki, sizin üzerinizde mutlaka (hıfzeden) hafaza melekleri vardır.
    122. 83 / MUTAFFİFÎN – 21 Yeşheduhul mukarrebûn(mukarrebûne).
    Ona, mukarrebin (yakın olan melekler) şahit olurlar.
    123. 89 / FECR – 22 Ve câe rabbuke vel meleku saffen saffâ(saffen).
    Ve Rabbin geldiği ve melekler saf saf olduğu zaman.
    124. 97 / KADR (KADİR) – 4 Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin.
    Melekler ve ruh, onda (o gecede) Rab’lerinin izniyle herbir emir için inerler.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

Yalan kelimesi için arama sonuçları (281 sonuç bulundu)

*Yalan kelimesi için arama sonuçları (281 sonuç bulundu)

1. 2 / BAKARA – 10   Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ(maradan) ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).
Onların kalplerinde maraz (hastalık) vardır. Allah da bu sebeple onların hastalığını arttırdı. Tekzip etmiş olmaları (Allah’a ulaşmayı yalanlamaları) sebebiyle onlar için elîm bir azap vardır.

  1. 2 / BAKARA – 39   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâr(nârı), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
    Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateş ehlidir, orada ebedî kalacak olanlardır.
  2. 2 / BAKARA – 87   Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
    Andolsun ki, Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.
  3. 3 / ÂLİ İMRÂN – 11   Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).
    (Onların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Âyetlerimizi yalanladılar, bunun üzerine Allah, onları günahları sebebiyle yakaladı. Ve Allah ikâbı (azabı) şiddetli olandır.
  4. 3 / ÂLİ İMRÂN – 61   Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn(kâzibîne).
    Artık kim sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle tartışırsa o zaman de ki: ”Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım (bir araya toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.”
  5. 3 / ÂLİ İMRÂN – 75   Ve min ehlil kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen), zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
    Kitap ehlinden öyle kimseler var ki; ona kantar kantar (altın) emanet etsen onu sana iade eder. Ve yine onlardan öyle kimseler var ki; eğer ona bir dinar emanet versen başında devamlı dikilmedikçe onu sana iade etmez. Bu onların: “Ümmiler hakkında bizim üzerimize bir yol (sorumluluk) yoktur.” demelerindendir. Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.
  6. 3 / ÂLİ İMRÂN – 78   Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâb(kitâbi), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâh(indillâhi), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
    Ve muhakkak ki onlardan (Ehli Kitap’tan) bir grup mutlaka, onu (okuduklarını) kitaptan zannetmeniz için kitabı okurken dillerini eğip bükerler oysa o kitaptan değildir. O, Allah’ın katından olmadığı halde: “O, Allah’ın katındandır” derler. Ve onlar Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.
  7. 3 / ÂLİ İMRÂN – 94   Fe menifterâ alâllâhil kezibe min ba’di zâlike fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
    Artık bundan sonra kim, Allah’a yalanla iftira ederse, o takdirde işte onlar, onlar zalimlerdir.
  8. 3 / ÂLİ İMRÂN – 137   Kad halet min kablikum sunenun, fe sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    Sizlerden önce (bir çok kavimlerde) Allah’ın sünnetleri gelip geçti. Artık yeryüzünde gezin (Allah’ın âyetlerini) böylece yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş bakın.
  9. 3 / ÂLİ İMRÂN – 184   Fe in kezzebûke fe kad kuzzibe rusulun min kablike câu bil beyyinâti vez zuburi vel kitâbil munîr(munîri).
    Artık seni yalanlarlarsa (üzülme), halbuki, senden önceki, açık belgeler, yazılı sayfalar ve nurlu kitaplar getiren resûller de yalanlanmıştı.
  10. 4 / NİSÂ – 50   Unzur keyfe yefterûne alâllâhil kezib(kezibe) ve kefâ bihî ismen mubînâ(mubînen).
    Bak, Allah’a nasıl yalanla iftira ediyorlar ve (bu) ona apaçık bir günah olarak kâfidir.
  11. 5 / MÂİDE – 10   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cehîm(cehîmî).
    Ve inkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar alevli ateş (cehennem) halkıdır.
  12. 5 / MÂİDE – 41   Yâ eyyuher resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufri minellezîne kâlû âmennâ bi efvâhihim ve lem tu’min kulûbuhum, ve minellezîne hâdû semmâûne lil kezibi semmâûne li kavmin âharîne lem ye’tuk(ye’tuke) yuharrifûnel kelime min ba’di mevâdııh(mevâdııhî), yekûlûne in utîtum hâzâ fe huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe len temlike lehu minallâhi şey’â(şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhire kulûbehum lehum fîd dunyâ hızyun ve lehum fîl âhıreti azâbun azîm(azîmun).
    Ey Resûl! Ağızlarıyla îmân ettik deyip, kalpleri îmân etmeyenlerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Ve yahudilerden dinleyenlerin bir kısmı, sana gelmeyen başka bir kavme yalan söylemek için dinleyenlerdir. Kelimeleri sonradan yerlerinden kaydırıp, değiştirirler ve: “Eğer size bu verilirse o zaman onu alın, eğer (böyle) verilmezse o taktirde kaçının.” derler. Ve Allah, kimin fitne içinde kalmasını dilerse, artık sen, onun için Allah’tan bir şeye asla mani olacak değilsin. İşte onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemeyi dilemez. Onlar için, dünyada bir rezillik vardır, ahirette de onlara “büyük azap” vardır.
  13. 5 / MÂİDE – 42   Semmâûne lil kezibi ekkâlûne lis suht(suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â(şey’en) ve in hakemte fahkum beynehum bil kıst(kıstı) innallâhe yuhıbbul muksıtîn(muksıtîne).
    Yalansöylemek için dinleyenler, çok haram yiyenler, sonra da (Tevrat’ın hükmüne razı olmayıp) eğer sana gelirlerse, o taktirde onların arasında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Ve eğer, onlardan yüz çevirecek olursan artık sana asla (hiç) bir şeyle zarar veremezler. Ve şayet, aralarında hükmedecek olursan, o taktirde adalet ile hükmet. Muhakkak ki Allah muksıtîn (âdil) olanları sever.
  14. 5 / MÂİDE – 70   Lekad ehaznâ mîsâka benî isrâîle ve erselnâ ileyhim rusulâ(rusulen) kullemâ câehum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusuhum ferîkan kezzebû ve ferîkan yaktulûn(yaktulûne).
    Andolsun ki Biz, İsrailoğulları’ndan misak aldık ve onlara resûller gönderdik. Onlara her resûl gelişinde,nefislerinin hevâlarına uymadığından dolayı, bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da öldürdüler.
  15. 5 / MÂİDE – 86   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi).
    Ve, kâfirler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar, Ashab-ı Cahîmdir (cehennem ehlidir).
  16. 5 / MÂİDE – 103   Mâ cealallâhu min bahîretin ve lâ sâibetin ve lâ vasîletin ve lâ hâmin ve lâkinnellezîne keferû yefterûne alâllâhi kezib(kezibe) ve ekseruhum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
    Allah, ”bahîre, sâibe, vasîle ve hâm” diye bir şey yapmamıştır (meşru kılmamıştır). Ama o kâfirler (inkâr edenler), Allah’a karşı yalan iftirada bulunuyorlar (uyduruyorlar). Onların çoğu aklını kullanmıyor.
  17. 6 / EN’ÂM – 5   Fe kad kezzebû bil hakkı lemmâ câehum, fe sevfe ye’tîhim enbâû mâ kânûbihî yestehziûn(yestehziûne).
    Böylece onlara hak geldiği zaman, onu yalanlamışlardı. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri yakında onlara gelecek.
  18. 6 / EN’ÂM – 11   Kul sîrû fîl ardı summenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    De ki: “Yeryüzünde dolaşın. Sonra bakın, yalanlayanların akıbeti nasıl oldu.”
  19. 6 / EN’ÂM – 21   Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyatihî), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
    Allah’a karşı yalanla iftira eden veya onun âyetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz (kurtuluşa eremezler).
  20. 6 / EN’ÂM – 24   Unzur keyfe kezebû alâ enfusihim ve dalle anhum, mâ kânû yefterûn(yefterûne).
    Bak! Kendilerine karşı nasıl yalan söylediler. İftira etmiş oldukları şey, onlardan sapıp gitti (uzaklaştı).
  21. 6 / EN’ÂM – 27   Ve lev terâ iz vukıfû alen nâri fe kâlû yâ leytenâ nureddu ve lâ nukezzibe bi âyâti rabbinâ ve nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
    Ateşin üzerinde durduruldukları zaman görsen. O zaman: “Keşke biz geri döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamazdık mü’minlerden olurduk.” dediler.
  22. 6 / EN’ÂM – 28   Bel bedâ lehum mâ kânû yuhfûne min kabl(kablu),ve lev ruddû le âdû li mâ nuhû anhuve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Hayır, daha önce gizlemiş oldukları şeyler onlara açıklandı.Ve şayet geri döndürülselerdi, men edildikleri şeylere mutlaka geri dönerlerdi. Ve muhakkak ki; onlar gerçekten yalancıdırlar.
  23. 6 / EN’ÂM – 31   Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
    Allah’a mülâki olmayı (ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştırmayı) yalanlayan kimseler hüsrana düştüler. O saat aniden onlara gelince, sırtlarında yüklerini taşıyarak: “Orada (dünyada) aşırı gittiğimiz şeyler üzerine (günahlar sebebiyle) bize yazıklar olsun.” dediler. Yüklendikleri şey ne kötü, (öyle) değil mi?
  24. 6 / EN’ÂM – 33   Kad na’lemu, innehu le yahzunukellezî yekûlûne fe innehum lâ yukezzibûneke ve lâkinnez zâlimînebi âyâtillâhi yechadûn(yechadûne).
    Onların söylediklerinin mutlaka seni mahzun ettiğini biliyorduk. Fakat muhakkak ki; onlar seni yalanlamıyorlar. Lâkin zalimler, Allah’ın âyetleri ile cihad ediyorlar.
  25. 6 / EN’ÂM – 34   Ve lekad kuzzibet rusulun min kablike fe saberû alâ mâ kuzzibû ve ûzû hattâ etâhum nasrunâ, ve lâ mubeddile li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), ve lekad câeke min nebeil murselîn(murselîne).
    Ve andolsun ki; senden önceki resûller de yalanlandı. Fakat onlara yardımımız gelinceye kadar yalanlandıkları şeylere ve uğradıkları eziyetlere sabrettiler. Ve Allah’ın kelimelerini değiştirecek yoktur. Ve andolsun, gönderilmiş resûllerin haberlerinden (bir kısmı) sana geldi.
  26. 6 / EN’ÂM – 39   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumât(zulumâti), men yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
    Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah (dilediğini) kimi dilerse onu dalâlette bırakır. Ve kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah’a ulaştıran yol) üzerinde kılar.
  27. 6 / EN’ÂM – 49   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ yemessuhumul azâbu bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
    Ve âyetlerimizi yalanlayan kimselere, fasık olmalarından dolayı azap dokunacaktır.
  28. 6 / EN’ÂM – 57   Kul innî alâ beyyinetin min rabbî, ve kezzebtum bih(bihî), mâ indî mâ testa’cilûne bih(bihî), inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), yakussul hakka ve huve hayrul fâsılîn(fâsılîne).
    De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’ındır. O, hakkı anlatır. Ve O (hakkı bâtıldan), fasıl fasıl ayıranların en hayırlısıdır.”
  29. 6 / EN’ÂM – 66   Ve kezzebe bihî kavmuke ve huvel hakk(hakku),kul lestu aleykum bi vekîl(vekîlin).
    Ve o hak olduğu halde, senin kavmin onu yalanladı. “Ben sizin üzerinize vekil değilim.” de.
  30. 6 / EN’ÂM – 93   Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha ileyhi şey’un ve men kâle seunzilu misle mâ enzelallâh(enzelallâhu), ve lev terâ iziz zâlimûne fî gamerâtil mevti vel melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbel hûni bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayrel hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûn(testekbirûne).
    Allah’a yalanla iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.”diyenden daha zalim kim vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm melekleri ellerini uzatıp: “Nefslerinizi çıkarın. Bugün, Allah’a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O’nun âyetlerine karşı kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman görsen.
  31. 6 / EN’ÂM – 100   Ve cealû lillâhi şurekâel cinne ve halakahum ve harakû lehu benîne ve benâtin bi gayri ilm(ilmin), subhânehu ve teâlâ ammâ yasifûn(yasifûne).
    Cinleri Allah’a ortak kıldılar. Onları da O (Allah) yarattı. İlimleri olmaksızın, “O’nun oğulları ve kızları var” yalanını uydurdular. O Sübhan’dır (herşeyden münezzehtir), vasıflandırdıkları şeylerden yücedir.
  32. 6 / EN’ÂM – 116   Ve in tutı’ eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâh(sebîlillâhi), in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
    Ve yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zanna tâbî olurlar. Ve onlar, ancak yalan uydururlar.
  33. 6 / EN’ÂM – 144   Ve minel ibilisneyni ve minel bakarisneyn(bakarisneyni), kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeyn(unseyeyni), em kuntum şuhedâe iz vassâkumullâhu bi hâzâ, fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben li yudillen nâse bi gayri ilm(ilmin), innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkek mi veya iki dişi mi? (Ya da) iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi haram kıldı? Veya Allah’ın bununla size vasiyet ettiğine (farz kıldığına) şahit mi oldunuz?” Bir ilimleri olmaksızın insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan söyleyen (iftira eden)den daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.
  34. 6 / EN’ÂM – 147   Fe in kezzebûke fe kul rabbukum zû rahmetin vâsi’ah(vâsi’atin), ve lâ yureddu be’suhu anil kavmil mucrimîn(mucrimîne).
    Artık seni yalanlarlarsa, o zaman de ki: “Sizin Rabbiniz geniş bir rahmetin sahibidir ve O’nun azabı, mücrimler (suçlular) kavminden geri çevrilemez.”
  35. 6 / EN’ÂM – 148   Seyekûlullezîne eşrekû lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ ve lâ harremnâ min şey’(şey’in), kezâlike kezzebellezîne min kablihim hattâ zâkû be’senâ, kul hel indekum min ilmin fe tuhricûhu lenâ, in tettebiûne illez zanne ve in entumillâ tahrusûn(tahrusûne).
    Şirk koşanlar şöyle söyleyecekler: “Şâyet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbir şeyi haram etmezdik.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: “Sizin yanınızda ilimden bir şey var mı? Öyleyse (varsa) onu bize çıkarın. Siz ancak zanna tâbî oluyorsunuz. Ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
  36. 6 / EN’ÂM – 150   Kul helumme şuhedâekumullezîne yeşhedûne ennallâhe harreme hâzâ, fe in şehidû fe lâ teşhed meahum, ve lâ tettebi’ ehvâellezîne kezzebû bi âyâtinâ vellezîne lâ yu’minûne bil âhireti ve hum bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
    “Allah’ın bunu haram kıldığına şahitlik eden şahitlerinizi getirin.” de. Artık şâyet onlar şahitlik ederlerse, onlarla beraber sen şahitlik etme. Ahirete inanmayan ve âyetlerimizi yalanlayan kimselerin heveslerine tâbî olma. Ve onlar, Rab’lerine eş tutuyorlar (ortak koşuyorlar).
  37. 6 / EN’ÂM – 157   Ev tekûlû lev ennâ unzile aleynel kitâbu le kunnâ ehdâ minhum, fe kad câekum beyyinetun min rabbikum ve huden ve rahmeh(rahmetun), fe men azlemu mimmen kezzebe bi âyâtillâhi ve sadefe anhâ, se neczîllezîne yasdifûne an âyâtinâ sûel azâbi bimâ kânû yasdifûn(yasdifûne).
    Veya “Eğer bize de bir kitap indirilseydi, elbette onlardan daha çok hidayete ererdik.” dersiniz. İşte size Rabbinizden hidayet (hidayete erdiren), beyyine (delil) ve rahmet gelmiştir. Öyleyse kim, Allah’ın âyetlerini yalanlayandan ve O’ndan yüz çeviren kimseden daha zalimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmiş olmalarından dolayı ağır (kötü) bir azapla cezalandıracağız.
  38. 7 / A’RÂF – 36   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ ulâike ashabun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
    Ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler ve onlara karşı kibirlenenler, işte onlar ateş ehlidirler ve onlar, orada devamlı kalanlardır (kalacaklardır).
  39. 7 / A’RÂF – 37   Fe men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyâtihi) ulâike yenâluhum nasîbuhum minel kitâb(kitâbi), hattâ izâ câethum rusulunâ yeteveffevnehum kâlû eyne mâ kuntum ted’ûne min dûnillâh(dûnillâhi) kâlû dallû annâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
    Allah’a karşı yalanla iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim (var)dır? Kitab’tan (Kur’ân-ı Kerim’den) kendilerine nasipleri erişecek olanlar, işte onlardır. Onlara resûllerimiz (elçi melekler, ölüm melekleri) geldiği zaman, onları vefat ettirirler(ken) (onlara) şöyle dediler: “Allah’tan başka dua etmiş olduğunuz şeyler nerede?” (Onlar da): “Bizden saptılar (gittiler).” dediler. Ve kendilerinin (nefslerinin) üzerine kâfir olduklarına, kendileri şahitlik ettiler.
  40. 7 / A’RÂF – 40   İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne).
    Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.
  41. 7 / A’RÂF – 64   Fe kezzebûhu fe enceynâhu vellezîne meahu fil fulki ve agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavmen amîn(amîne).
    Fakat onu yalanladılar, bu yüzden onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve âyetlerimizi yalanlayanları boğduk. Muhakkak ki; onlar âmâ (kör) bir kavim oldu(lar).
  42. 7 / A’RÂF – 66   Kâlelmeleullezîne keferû min kavmihî innâ le nerâke fî sefâhetin ve innâ le nezunnuke minel kâzibîn(kâzibîne).
    Onun kavminden, ileri gelenlerden inkâr edenler şöyle dedi: “Muhakkak ki biz, seni bir sefihliğin (aptallığın) içinde görüyoruz. Ve gerçekten biz, seni kesinlikle yalancılardan zannediyoruz.”
  43. 7 / A’RÂF – 72   Fe enceynâhu vellezîne meahu bi rahmetin minnâ ve kata’nâ dâbirellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve mâ kânû mu’minîn(mu’minîne).
    Bundan sonra (o vak’adan sonra) onu ve onunla beraber olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve âyetlerimizi yalanlayan ve mü’min olmayan kimselerin kökünü kestik (neslini bitirdik).
  44. 7 / A’RÂF – 89   Kadiftereynâ alallâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz necceynallâhu minhâ, ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâallahu rabbunâ, vesia rabbunâ kulle şey’in ilmen, alallâhi tevekkelnâ, rabbeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil hakkı ve ente hayrul fâtihîn(fâtihîne).
    “Allah’ın, bizi ondan kurtarmasından sonra, sizin milletinize dönersek Allah’a yalanla iftira etmiş oluruz. Ve Rabbimizin dilemesi hariç bizim oraya geri dönmemiz olamaz. Rabbimiz ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz, kavmimiz ile bizim aramızı hak ile aç (ayır). Sen fethedenlerin (fatihlerin) en hayırlısısın.”
  45. 7 / A’RÂF – 92   Ellezîne kezzebû şuayben ke en lem yagnev fîhâ, ellezîne kezzebû şuayben kânû humul hâsirîn(hâsirîne).
    Şuayb (A.S)’ı tekzib edenler (yalanlayanlar), sanki orada hiç var olmamış gibiydi. Şuayb (A.S)’ı yalanlayanlar, onlar hüsranda oldular (nefslerini hüsrana düşürdüler).
  46. 7 / A’RÂF – 96   Ve lev enne ehlel kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mines semâi vel ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
    O ülkenin halkı eğer âmenû olsalardı ve takva sahibi olsalardı elbette onlara semadan ve yerden bereketler (bolluk) açardık. Fakat onlar yalanladılar. Böylece kazandıklarından dolayı onları aldık (cezalandırdık).
  47. 7 / A’RÂF – 101   Tilkel kurâ nakussu aleyke min enbâihâ ve lekad câethum rusuluhum bil beyyinâti fe mâ kânû liyu’minû bi mâ kezzebû min kablu kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbil kâfirîn (kâfirîne).
    Sana haberlerini anlattığımız (durumlarından bahsettiğimiz) ülkeler işte bunlar. Andolsun ki; onlara, onların resûlleri beyyineler (ispat vesikaları ve mucizelerle) geldi. Artık daha önce tekzip ettikleri (yalanladıkları) şeyden dolayı îmân etmediler. Böylece Allah kâfirlerin kalplerini tabeder.
  48. 7 / A’RÂF – 136   Fentekamnâ minhum fe agraknâhum fîl yemmi biennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
    Âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyle, böylece onlardan intikam aldık ve onları denizde boğduk.
  49. 7 / A’RÂF – 146   Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
    Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri, âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
  50. 7 / A’RÂF – 176   Ve lev şi’nâ le refa’nâhu bihâ ve lâkinnehû ahlede ilel ardı vettebea hevâh(hevâhu), fe meseluhu ke meselil kelb(kelbi), in tahmil aleyhi yelhes ev tetrukhu yelhes, zâlike meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, faksusîl kasasa leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).
    Ve şâyet dileseydik onu, onunla (âyetlerimizle) elbette yükseltirdik. Ve fakat o dünyaya meyletti ve hevasına (nefsinin afetlerine) tâbî oldu. Artık onun hali, köpeğin hali gibidir ki; onunla ilgilensen de solur, onu terketsen de (kendi haline bıraksan da) solur. Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali işte böyledir. Artık bu kısası anlat, böylece onlar tefekkür ederler.
  51. 7 / A’RÂF – 177   Sâe meselennil kavmullezîne kezzebû bi âyatinâ ve enfusehum kânû yazlimûn(yazlimûne).
    Âyetlerimizi yalanlayan kavmin hali ne kötü. Ve (onlar) nefslerine zulmetmiş oldular.
  52. 7 / A’RÂF – 182   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    Âyetlerimizi yalanlayanları, onların derecelerini, bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaltacağız (böylece yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız).
  53. 8 / ENFÂL – 54   Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, kezzebû biâyâti rabbihim, fe ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fîr’avn(fîr’avne), ve kullun kânû zâlimîn(zâlimîne).
    (Onların, Bedir’de savaşan Kureyşlilerin) hali, firavunun (firavun ordusunun) ve onlardan önceki kimselerin hali gibidir. Rab’lerinin âyetlerini yalanladılar. Böylece günahları dolayısıyla onları helâk ettik. Firavun topluluğunu (ordusunu) boğduk. Ve (onların) hepsi zalimler (zulmeden kimseler) oldular.
  54. 9 / TEVBE – 42   Lev kâne aradan karîben ve seferen kâsıden lettebeûke ve lâkin beudet aleyhimuş şukkah(şukkatu), ve seyahlifûne billâhi levisteta’nâ leharecnâ meakum, yuhlikûne enfusehum, vallâhu ya’lemu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Eğer yakın olan bir dünya malı (ganimet) ve rahat bir sefer olsaydı, elbette sana tâbî olurlardı ve lâkin meşakkatli (sefer) onlara uzak geldi. “Şâyet gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a yemin edeceklerdir. Kendilerini (nefslerini) helâk ediyorlar. Ve Allah, onların gerçekten yalancılar olduğunu bilir.
  55. 9 / TEVBE – 43   Afallâhu ank(anke), lime ezinte lehum hattâ yetebeyyene lekellezîne sadakû ve ta’lemel kâzibîn(kâzibîne).
    Allah seni affetti, sadık olanlar sana belli oluncaya ve yalancıları bilinceye (öğreninceye) kadar niçin (beklemeyip) onlara izin verdin?
  56. 9 / TEVBE – 77   Fe a’kabehum nifâkan fî kulûbihim ilâ yevmi yelkavnehu bi mâ ahlefullâhe mâ vaadûhu ve bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).
    Böylece O’na (Allahû Tealâ’ya) vaadettikleri şeyi, Allah’a karşı yerine getirmediklerinden ve yalan söylemiş olduklarından dolayı, (onların bu yaptıklarının) sonucunda (Allah), onların kalplerine, onunla karşılaşacakları güne kadar nifak duygusu verdi.
  57. 9 / TEVBE – 90   Ve câel muazzirûne minel a’râbi lî yu’zene lehum ve ka’adellezîne kezebûllâhe ve resûleh(resûlehu), se yusîbullezîne keferû minhum azâbun elîm(elîmun).
    Ve bedevî Araplar’dan onlara izin verilmesi için özür beyan edenler ve Allah’a ve O’nun Resûl’üne yalan söyleyerek oturup, (geri) kalan kimseler geldiler. Onlardan kâfir olanlara elîm (acı) azap isabet edecek.
  58. 9 / TEVBE – 107   Vellezînettehazû mesciden dırâren ve kufren ve tefrîkan beynel mu’minîne ve irsâden li men hâreballâhe ve resûlehu min kabl(kablu), ve le yahlifunne in erednâ illelhusnâ, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Ve onlar, zarar vermek, küfrü (kuvvetlendirmek) ve mü’minlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve resûlüne karşı harbeden (savaşan) kişiyi beklemek (gözlemek) için bir mescid edindiler (mescidi dirar). Ve mutlaka: “Biz ancak iyilikler (güzellikler) isteriz.” diye yemin ederler. Ve Allah, onların kesinlikle yalancılar olduğuna şahitlik eder.
  59. 10 / YÛNUS – 17   Fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyâtihî), innehû lâ yuflihul mucrimûn(mucrimûne).
    Artık Allah’a karşı yalanla iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim (var)dır? Muhakkak ki O, mücrimleri (suçluları) felâha (kurtuluşa) erdirmez.
  60. 10 / YÛNUS – 21   Ve izâ ezaknen nâse rahmeten min ba’di darrâe messethum izâ lehum mekrun fî âyâtinâ, kulillâhu esrau mekrâ(mekren), inne rusulenâ yektubûne mâ temkurûn(temkurûne).
    Ve onlara bir sıkıntı, bir darlık isabet etmesinden sonra, insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onların âyetlerimiz hakkında tuzakları olduğu zaman (alay ettikleri ve yalanladıkları zaman) de ki: “Allah, tuzak kurmakta daha hızlıdır.” Muhakkak ki elçilerimiz kurduğunuz şey(ler)i (ne kuruyorsanız) yazıyorlar.
  61. 10 / YÛNUS – 39   Bel kezzebû bimâ lem yuhîtû bi ilmihî ve lemmâ ye’tihim te’vîluh(te’vîluhu), kezâlike kezzebellezîne min kablihim fanzur keyfe kâne âkibetuz zâlimîn(zâlimîne).
    Hayır onlara tevîl gelmedikçe (gelmediği için) ilmini kavrayamadıkları şeyi yalanladılar. Bunun gibi ondan öncekiler de yalanladılar. Artık bak, zalimlerin akıbeti (sonu) nasıl oldu.
  62. 10 / YÛNUS – 41   Ve in kezzebûke fe kul lî amelî ve lekum amelukum, entum berîûne mimmâ a’melu ve ene berîun mimmâ ta’melûn(ta’melûne).
    Ve eğer seni yalanlarlarsa o zaman de ki: “Benim amelim bana ve sizin ameliniz size ait. Siz benim yaptığım şeylerden uzaksınız, ben de sizin yaptığınız şeylerden uzağım.”
  63. 10 / YÛNUS – 45   Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
    Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).
  64. 10 / YÛNUS – 60   Ve mâ zannullezîne yefterûne alâllahil kezibe yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), innallâhe le zû fadlın alen nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
    Kıyâmet günü, Allah’a yalanla iftira edenlerin zannı nedir? Muhakkak ki Allah, insanlara karşı elbette fazlın sahibidir. Ve lâkin onların çoğu şükretmezler.
  65. 10 / YÛNUS – 66   E lâ inne lillâhi men fîs semâvâti ve men fîl ard(ardı), ve mâ yettebiullezîne yed’ûne min dûnillâhi şûrekâ(şûrekâe), in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
    Semalarda ve yeryüzünde olan kimseler muhakkak Allah’ındır, öyle değil mi? Allah’tan başka ortaklara dua edenler (ibadet edenler) neye tâbî oluyorlar? Ancak zanna tâbî olurlar ve onlar sadece tahmin ederler (yalan uydururlar).
  66. 10 / YÛNUS – 69   Kul innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
    De ki: “Muhakkak ki Allah’a yalanla iftira eden kimseler felâha (kurtuluşa) eremezler.”
  67. 10 / YÛNUS – 73   Fe kezzebûhu fe necceynâhu ve men meahu fîl fulki ve cealnâhum halâife ve agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul munzerîn(munzerîne).
    Fakat onu yalanladılar. Sonra Biz, onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve onları, halifeler kıldık ve âyetlerimizi yalanlayan kimseleri, (suda) boğduk. Artık bak, uyarılanların sonu nasıl oldu.
  68. 10 / YÛNUS – 74   Summe beasnâ min ba’dihî rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fe mâ kânû li yu’minû bimâ kezzebû bihî min kabl(kablu), kezâlike natbeu alâ kulûbil mugtedîn(mugtedîne).
    Sonra onun arkasından onların kavimlerine resûller gönderdik. Onlara beyyineler (açık deliller) getirdiler. Daha önce (hidayete erip sonradan) onu yalanladıklarından dolayı böylece (fıska düştükleri için) mü’min olmadılar. Haddi aşanların kalplerini işte böyle mühürleriz (tabederiz).
  69. 10 / YÛNUS – 95   Ve lâ tekûnenne minellezîne kezzebû bi âyâtillâhi fe tekûne minel hâsirîn(hâsirîne).
    Ve sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayan kimselerden olma. O taktirde hüsrana uğrayanlardan olursun.
  70. 11 / HÛD – 18   Ve men ezlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben), ulâike yu’radûne alâ rabbihim ve yekûlul eşhâdu hâulâillezîne kezebû alâ rabbihim, e lâ lâ’netullâhi alâz zâlimîn(zâlimîne).
    Ve kim, Allah’a yalanla iftira edenden, daha zalimdir? İşte onlar Rab’lerine arz edilirler. Ve şahitler: “İşte bunlar Rab’lerine yalan söyleyenler.” derler. Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine değil mi?
  71. 11 / HÛD – 27   Fe kâlel meleullezîne keferû min kavmihî mâ nerâke illâ beşeren mislenâ ve mâ nerâkettebeake illellezîne hum erâzilunâ bâdiyer re’y(re’yi), ve mâ nerâ lekum aleynâ min fadlin bel nezunnukum kâzibîn(kâzibîne).
    O zaman kavminden inkâr eden kimselerin ileri gelenleri (şöyle) dedi: “Biz seni, bizim gibi beşerden başka (olarak) görmüyoruz. Ve bizden aşağı (fakir, zayıf, aciz) olan basit görüş sahibi kimselerden başkasının da sana tâbî olduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilâkis sizleri yalancı zannediyoruz.”
  72. 11 / HÛD – 65   Fe akarûhâ fe kâle temetteû fî dârikum selâsete eyyâm(eyyâmin), zâlike va’dun gayru mekzûb(mekzûbin).
    Buna rağmen onu kestiler. Bunun üzerine (Salih (A.S) şöyle) dedi: “Yurdunuzda üç gün (daha) faydalanın. Bu yalanlanması (tekzip edilmesi) olmayan bir vaaddir.”
  73. 11 / HÛD – 93   Ve yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve men huve kâzib(kâzibun), vertekibû innî meakum rakîb(rakîbun).
    Ey kavmim, yapacağınız (yapabileceğiniz) şeyi yapın! Muhakkak ki ben de yapıyorum. Onu alçaltan azap kime gelir ve kim yalancıdır, yakında bileceksiniz. Ve gözleyin (bekleyin). Muhakkak ki ben de sizinle beraber bekliyorum.
  74. 12 / YÛSUF – 18   Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib(kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun), vallâhul musteânu alâ mâ tesıfûn(tesıfûne).
    Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah’tır.”
  75. 12 / YÛSUF – 26   Kâle hiye râvedetnî an nefsî ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamîsuhu kudde min kubulin fe sadekat ve huve minel kâzibîn(kâzibîne).
    (Yusuf şöyle) dedi: “O beni elde etmek istedi. Onun (kadının) ailesinden bir şahit, şahitlik etti. Eğer onun gömleği önden yırtılmış ise o taktirde, o (bayan) doğru söylemiştir ve o (erkek) yalancılardandır.”
  76. 12 / YÛSUF – 27   Ve in kâne kamîsuhu kudde min duburin fe kezebet ve huve mines sâdikîn(sâdikîne).
    Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa, o taktirde o (kadın) yalan söyledi ve o (erkek) doğru söyleyenlerdendir.
  77. 12 / YÛSUF – 74   Kâlû fe mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn(kâzibîne).
    “Eğer siz yalan söylüyorsanız, o taktirde onun cezası nedir?” dediler.
  78. 12 / YÛSUF – 110   Hattâ izestey’eser rusulu ve zannû ennehum kad kuzibû câehum nasrunâ fe nucciye men neşâ’(neşâu), ve lâ yureddu be’sunâ anil kavmil mucrimîn(mucrimîne).
    Resûller, umutlarını kestikleri zaman ve hatta yalanlandıklarını zannettikleri bir sırada, onlara yardımımız geldi. Böylece dilediğimiz kimse(ler) kurtarıldı. Azabımız mücrim kavimden geri döndürülmez.
  79. 15 / HİCR – 80   Ve le kad kezzebe ashâbul hıcril murselîn(murselîne).
    Andolsun ki; Hicr halkı, gönderilen resûlleri yalanladı.
  80. 16 / NAHL – 36   Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
  81. 16 / NAHL – 39   Li yubeyyine lehumullezî yahtelifûne fîhi ve li ya’lemellezîne keferû ennehum kânû kâzibîn(kâzibîne).
    (Bu diriltme) hakkında ihtilâfa düştükleri şeyin, onlara beyan edilmesi (açıklanması) için ve inkâr edenlerin (kâfirlerin), kendilerinin şüphesiz (kesinlikle) yalancı olduklarını bilmeleri içindir.
  82. 16 / NAHL – 62   Ve yec’alûne lillâhi mâ yekrehûne ve tesıfu elsinetuhumul kezibe enne lehumul husnâ, lâ cereme enne lehumun nâre ve ennehum mufretûn(mufretûne).
    Ve onlar, kerih gördükleri (beğenmedikleri) şeyleri (kızları) Allah’a isnat ederler (has kılarlar). Ve onların dilleri, en güzelin “onlara ait olduğu” yalanını söyler. Ateşin (cehennemin), onların olduğuna şüphe yok. Ve muhakkak ki onlar, ifratta olanlar (aşırı davrananlar)dır.
  83. 16 / NAHL – 86   Ve izâ raellezîne eşrekû şurekâehum kâlû rabbenâ hâulâi şurekâunellezîne kunnâ ned’û min dûnik(dûnike), fe elkav ileyhimul kavle innekum le kâzibûn(kâzibûne).
    (Allah’a) şirk (ortak) koşanlar, şirk (ortak) koştukları şeyleri (putları) gördükleri zaman: “Rabbimiz! İşte bunlar, senden başka dua etmiş olduğumuz ortaklarımız.” dediler. O zaman onlar da (putlar da): “Muhakkak ki siz, gerçekten yalan söyleyenlersiniz.” diye onlara söz attılar (söylediler).
  84. 16 / NAHL – 87   Ve elkav ilallâhi yevme izinis seleme ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
    İzin günü onlar (putlar), Allah’a teslimiyetlerini arz ettiler. Ve iftira etmiş oldukları şeyler (putlar, yalancı ilâhlar), onlardan uzaklaşıp saptı(lar).
  85. 16 / NAHL – 105   İnnemâ yefterîl kezibellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi ve ulâike humul kâzibûn(kâzibûne).
    Sadece Allah’ın âyetlerine inanmayanlar, yalanla iftira ederler. İşte onlar; onlar, yalancılardır.
  86. 16 / NAHL – 113   Ve lekad câehum resûlun minhum fe kezzebûhu fe ehazehumul azâbu ve hum zâlimûn(zâlimûne).
    Ve andolsun ki; onlara, kendilerinden (kendi içlerinden) bir resûl geldi. Fakat onu yalanladılar. Böylece azap onları yakaladı. Ve onlar zalimlerdir.
  87. 16 / NAHL – 116   Ve lâ tekûlû limâ tesıfu elsinetukumul kezibe hâzâ halâlun ve hâzâ harâmun li tefterû alâllâhil kezib(kezibe), innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
    Allah’a yalanla iftira etmek için dillerinizin vasıflandırması ile “bu helâldir, bu haramdır” diye yalan söylemeyin. Muhakkak ki Allah’a yalanla iftira edenler, felâha (kurtuluşa) eremezler.
  88. 17 / İSRÂ – 59   Ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti illâ en kezzebe bihel evvelûn(evvelûne), ve âteynâ semûden nâkate mubsıraten fe zalemû bihâ, ve mâ nursilu bil âyâti illâ tahvîfâ(tahvîfen).
    Bizim âyet (mucize) göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu (mucizeleri) yalanlamış olmalarıdır. Semud kavmine (gözle) görünen (bir mucize olarak) dişi deve verdik. Sonra ona zulmettiler. Ve Biz, âyetleri (mucizeleri), korkutmaktan başka bir şey için göndermeyiz.
  89. 17 / İSRÂ – 64   Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve recilike ve şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûren).
    “Ve onlardan güç yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir (cehenneme sevket). Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara (yalan şeyler) vaadet.” Şeytanın vaadettikleri gurur (aldatma)dan başka bir şey değildir.
  90. 18 / KEHF – 5   Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, keburet kelimeten tahrucu min efvâhihim, in yekûlûne illâ kezibâ(keziben).
    Onların ve babalarının (atalarının), ona (buna; Allah’ın evlât edinmeyeceğine) dair bir ilimleri yoktur. Onların ağızlarından çıkan kelimeler (sözler) çok büyük! Onlar, (söylerlerse) ancak yalan söylüyorlar.
  91. 18 / KEHF – 15   Hâulâi kavmunettehazû min dûnihî âliheh(âliheten), lev lâ ye’tûne aleyhim bi sultânin beyyin(beyyinin), fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben).
    İşte bu bizim kavmimizdir. Onlara açıkça bir delil (sultan) gelmemesine rağmen Allah’tan başkasını ilâhlar edindiler. Öyleyse Allah’a yalanla iftira edenden daha zalim kim vardır?
  92. 20 / TÂHÂ – 48   İnnâ kad ûhıye ileynâ ennel azâbe alâ men kezzebe ve tevellâ.
    Muhakkak ki yalanlayanların ve yüz çevirenlerin üzerine azap olduğu bize vahyolundu.
  93. 20 / TÂHÂ – 56   Ve lekad ereynâhu âyâtinâ kullehâ fe kezzebe ve ebâ.
    Ve andolsun ki; âyetlerimizin (mucizelerimizin) hepsini, ona gösterdik. Buna rağmen yalanladı ve (yalanında) direndi.
  94. 20 / TÂHÂ – 61   Kâle lehum mûsâ veylekum lâ tefterû alallâhi keziben fe yushıtekum bi azâb(azâbin), ve kad hâbe menifterâ.
    Musa (A.S) onlara şöyle dedi: “Size yazıklar olsun! Allah’a yalanla iftira etmeyin yoksa sizi azapla yok eder ve (O’na) iftira eden(ler) heba olmuştur.”
  95. 21 / ENBİYÂ – 77   Ve nasarnâhu minel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavme sev’in fe agraknâhum ecmaîn(ecmaîne).
    Ve âyetlerimizi yalanlayan bir kavme karşı ona yardım ettik. Muhakkak ki onlar, kötü bir kavim oldu. Böylece onların hepsini boğduk.
  96. 22 / HACC – 30   Zâlike ve men yuazzım hurumâtillâhi fe huve hayrun lehu inde rabbih(rabbihî), ve uhıllet lekumul en’âmu illâ mâ yutlâ aleykum fectenibûr ricse minel evsâni vectenibû kavlez zûr(zûri).
    İşte böyle, kim Allah’ın haramlarına (yasaklarına) hürmet ederse, o zaman bu, Rabbinin katında kendisi için hayırlıdır. Ve size okunanlar (yasak olduğu bildirilen hayvanlar) hariç, hayvanlar size helâl kılındı. Artık putların pisliğinden ve yalan sözden içtinap edin (kaçının).
  97. 22 / HACC – 42   Ve in yukezzibûke fe kad kezzebet kablehum kavmu nûhın ve âdun ve semûd(semûdun).
    Ve eğer seni yalanlıyorlarsa (bil ki), onlardan önce Nuh kavmi, Adn kavmi ve Semud kavmi de (peygamberlerini) yalanlamışlardı.
  98. 22 / HACC – 43   Ve kavmu ibrâhîme ve kavmu lût(lûtın).
    Ve İbrâhîm (A.S)’ın kavmi de ve Lut (A.S)’ın kavmi de (yalanlamıştı).
  99. 22 / HACC – 44   Ve ashâbu medyen(medyene), ve kuzzibe mûsâ fe emleytu lil kâfirîne summe ehaztuhum, fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
    Ve Medyen halkı da (yalanladı) ve Musa (A.S) da yalanlandı. Fakat kâfirlere, mühlet (zaman) verdim. Sonra (da) onları aldım. O zaman benim cezalandırmam nasıl oldu?
  100. 22 / HACC – 52   Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
    Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman şeytan, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir (ilim ve hikmet sahibidir).
  101. 22 / HACC – 57   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ fe ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).
    Ve âyetlerimizi inkâr edenler ve yalanlayanlar, işte onlar; onlar için alçaltıcı azap vardır.
  102. 23 / MU’MİNÛN – 26   Kâle rabbinsurnî bimâ kezzebûn(kezzebûni).
    (Nuh A.S) dedi ki: “Rabbim, beni yalanladıkları için bana yardım et.”
  103. 23 / MU’MİNÛN – 33   Ve kâlel meleu min kavmihillezîne keferû ve kezzebû bi likâil âhıreti ve etrafnâhum fîl hayâtid dunyâ mâ hâzâ illâ beşerun mislukum ye’kulu mimmâ te’kulûne minhu yeşrebu mimmâ teşrabûn(teşrabûne).
    Ve onun kavminden kâfirlerin ileri gelenleri, ahirete mülâki olmayı (Allah’a mülâki olmayı) yalanlayanlar ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz kimseler: “Bu, sizin gibi beşerden (insandan) başka bir şey değil. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor.” dediler.
  104. 23 / MU’MİNÛN – 38   İn huve illâ raculunifterâ alâllâhi keziben ve mâ nahnu lehu bi mu’minîn(mu’minîne).
    O (Resûl), ancak Allah’a yalanla iftira eden bir adamdır. Ve biz, O’na inananlar değiliz.
  105. 23 / MU’MİNÛN – 39   Kâle rabbinsurnî bimâ kezzebûn(kezzebûni).
    (Resûl): “Rabbim, beni yalanlamaları sebebiyle bana yardım et.” dedi.
  106. 23 / MU’MİNÛN – 44   Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
    Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
  107. 23 / MU’MİNÛN – 48   Fe kezzebûhumâ fe kânû minel muhlekîn(muhlekîne).
    Böylece ikisini de yalanladılar. Ve helâk edilenlerden oldular.
  108. 23 / MU’MİNÛN – 90   Bel eteynâhum bil hakkı ve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Hayır, onlara hakkı getirdik. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten tekzip edenlerdir (yalanlayanlardır).
  109. 23 / MU’MİNÛN – 105   E lem tekun âyâtî tutlâ aleykum fe kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
    Âyetlerim size okunurken; onları tekzip edenler (yalanlayanlar), siz değil miydiniz?
  110. 24 / NÛR – 7   Vel hâmisetu enne la’netallâhi aleyhi in kâne minel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve (yeminin) beşincisi, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasıdır.
  111. 24 / NÛR – 8   Ve yedraû anhel azâbe en teşhede erbea şehâdâtin billâhi innehu le minel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve (zevcenin, kadın eşin), Allah’a dört defa onun (zevcin, erkek eşin) mutlaka yalancılardan olduğuna dair şahitlik (yemin) etmesi, ondan (kadından) azabı (cezayı) kaldırır.
  112. 24 / NÛR – 13   Lev lâ câû aleyhi bi erbeati şuhedâ(şuhedâe), fe iz lem ye’tû biş şuhedâi fe ulâike indellâhi humul kâzibûn(kâzibûne).
    Ona dört şahit getirmeli değiller miydi? Öyleyse şahitleri getiremediklerine göre bu taktirde işte onlar, onlar Allah’ın katında yalancıdırlar.
  113. 25 / FURKÂN – 4   Ve kâlellezîne keferû in hâzâ illâ ifkunifterâhu ve eânehu aleyhi kavmun âharûn(âharûne), fe kad câû zulmen ve zûrâ(zûran).
    Ve kâfirler: “Bu (Kur’ân), sadece onun uydurduğu bir yalandır. Ona bu konuda diğer kavimler de yardım etti.” dediler. Böylece onlar, bâtılla ve zulümle gelmiş oldular.
  114. 25 / FURKÂN – 11   Bel kezzebû bis sâati ve a’tednâ li men kezzebe bis sâati saîrâ(saîren).
    Hayır, onlar o saati (kıyâmeti) yalanladılar. Ve Biz, o saati tekzip edenlere (yalanlayanlara), alevli ateş (cehennem) hazırladık.
  115. 25 / FURKÂN – 19   Fe kad kezzebûkum bimâ tekûlûne fe mâ testetîûne sarfan ve lâ nasrâ(nasran), ve men yazlım minkum nuzıkhu azâben kebîrâ(kebîren).
    İşte böylece (Allah’tan başka taptıklarınız), söylediklerinizden dolayı sizi yalanladılar. Artık (azabı) uzaklaştırmaya ve yardım almaya muktedir olamazsınız. Ve sizden kim zulmederse ona büyük azap tattırırız.
  116. 25 / FURKÂN – 36   Fe kulnazhebâ ilel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, fe demmernâhum tedmîrâ(tedmîren).
    Bundan sonra “Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin!” dedik. Sonra da onları helâk ederek, yok ettik.
  117. 25 / FURKÂN – 37   Ve kavme nûhın lemmâ kezzebûr rusule agraknâhum ve cealnâhum lin nâsi âyeh(âyeten), ve a’tednâ liz zâlimîne azâben elîmâ(elîmen).
    Ve Nuh (A.S)’ın kavmi, resûlleri tekzip ettiği (yalanladığı) zaman onları (suda) boğduk. Ve onları, insanlara âyet (ibret) kıldık. Ve zalimler için elîm azap hazırladık.
  118. 25 / FURKÂN – 72   Vellezîne lâ yeşhedûnez zûra ve izâ merrû bil lagvi merrû kirâmâ(kirâmen).
    Ve onlar yalancı şahitlik yapmazlar. Ve boş sözle karşılaştıkları zaman vakarla (kerim olarak) geçip giderler.
  119. 25 / FURKÂN – 77   Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ(lizâmen).
    (Onlara): “Rabbim, dualarınız olmasa size değer vermez. Oysa siz yalanlamıştınız. Fakat (azap) kaçınılmaz olacak.” de.
  120. 26 / ŞUARÂ – 6   Fe kad kezzebû fe seye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
    Böylece onlar yalanladılar. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri onlara yakında gelecek.
  121. 26 / ŞUARÂ – 12   Kâle rabbi innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
    (Musa A.S): “Rabbim, muhakkak ki ben, beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum.” dedi.
  122. 26 / ŞUARÂ – 105   Kezzebet kavmu nûhınil murselîn(murselîne).
    Nuh’un kavmi, mürselinleri (resûlleri) tekzip ettiler (yalanladılar).
  123. 26 / ŞUARÂ – 117   Kâle rabbi inne kavmî kezzebûn(kezzebûni).
    Nuh (A.S): “Rabbim, muhakkak ki kavmim beni tekzip etti (yalanladı).” dedi.
  124. 26 / ŞUARÂ – 123   Kezzebet âdunil murselîn(murselîne).
    Ad kavmi, mürselini (gönderilen resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
  125. 26 / ŞUARÂ – 139   Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
    Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Biz de bu sebeple onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
  126. 26 / ŞUARÂ – 141   Kezzebet semûdul murselîn(murselîne).
    Semud (kavmi) de mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
  127. 26 / ŞUARÂ – 160   Kezzebet kavmu lûtınil murselîn(murselîne).
    Lut (A.S)’ın kavmi (de) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
  128. 26 / ŞUARÂ – 176   Kezzebe ashâbul eyketil murselîn(murselîne).
    Eyke halkı (da) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).
  129. 26 / ŞUARÂ – 186   Ve mâ ente illâ beşerun mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz.
  130. 26 / ŞUARÂ – 189   Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).
    Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.
  131. 26 / ŞUARÂ – 222   Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm(esîmin).
    (İftira eden) yalancı günahkârların hepsine inerler.
  132. 26 / ŞUARÂ – 223   Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
    Onlar, (şeytanlara) kulak verirler (dinlerler) ve onların çoğu yalancıdırlar.
  133. 27 / NEML – 27   Kâle se nenzuru e sadakte em kunte minel kâzibîn(kâzibîne).
    (Süleyman A.S): “Sen doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın (yalancılardan mı oldun) bakacağız.” dedi.
  134. 27 / NEML – 83   Ve yevme nahşuru min kulli ummetin fevcen mimmen yukezzibu bi âyâtinâ fe hum yûzeûn(yûzeûne).
    Ve o gün, bütün ümmetlerden, âyetlerimizi tekzip edenleri (yalanlayanları) grup grup haşredeceğiz (toplayacağız). Böylece onlar (72 fırka) biraraya getirilir.
  135. 27 / NEML – 84   Hattâ izâ câû kâle e kezzebtum bi âyâtî ve lem tuhîtû bihâ ılmen em mâzâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
    Onlar geldikleri zaman (Allah onlara): “Onu ilmen ihata edemediniz de mi âyetlerimi tekzip ettiniz (yalanladınız)? Yoksa yapmış olduğunuz nedir (başka bir sebep mi var)?” dedi.
  136. 28 / KASAS – 34   Ve ahî hârûnu huve efsahu minnî lisânen fe ersilhu maiye rid’en yusaddıkunî, innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
    Ve kardeşim Harun ki o, lisan bakımından benden daha fasihtir. Ve onu, beni tasdik edici ve yardımcı olarak benimle beraber gönder. Ben, gerçekten beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum.
  137. 28 / KASAS – 38   Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkıd lî yâ hâmânu alet tîni fec’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve firavun: “Ey ileri gelenler! Ben, sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum. Benim için ıslak toprak üzerine ateş yak (tuğla pişir). Böylece bana (yüksek) bir kule yap. Belki ben Musa’nın ilâhına muttali olurum. Ve ben, onun mutlaka yalancılardan olduğunu zannediyorum.” dedi.
  138. 29 / ANKEBÛT – 3   Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.
  139. 29 / ANKEBÛT – 12   Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’(şey’in), innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Ve inkâr edenler, âmenû olanlara: “Bizim yolumuza tâbî olun. Sizin hatalarınızı (günahlarınızı) yüklenelim.” dediler. Onlar, diğerlerinin hatalarından bir şey yüklenecek değiller. Muhakkak ki onlar, yalancılardır.
  140. 29 / ANKEBÛT – 13   Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn(yefterûne).
    Ve (yalancılar) kendi yükleri (günahları) ile beraber, onların yüklerini (günahlarını) da mutlaka yüklenecekler. Kıyâmet günü onlar, uydurdukları şeylerden mutlaka sorgulanacaklar.
  141. 29 / ANKEBÛT – 17   İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifkâ(ifken), innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka va’budûhu veşkurû leh(lehu), ileyhi turceûn(turceûne).
    Fakat siz, Allah’tan başka putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Muhakkak ki sizin, Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye malik değillerdir. Öyleyse rızkı, Allah’ın katından isteyin ve O’na kul olun ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz.
  142. 29 / ANKEBÛT – 18   Ve in tukezzibû fe kad kezzebe umemun min kablikum, ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn(mubînu).
    Ve eğer tekzip ederseniz (yalanlarsanız), sizden önceki ümmetler de tekzip etmiştiler. Resûllerin üzerine apaçık tebliğden başka bir (sorumluluk) yoktur.
  143. 29 / ANKEBÛT – 37   Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
    Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı. Böylece kendi diyarlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar (helâk oldular).
  144. 29 / ANKEBÛT – 68   Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bil hakkı lemmâ câeh(câehu), e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
    Ve Allah’a yalanla iftira edenden veya kendisine hak geldiği zaman onu tekzip edenden (yalanlayandan) daha zalim kim vardır? Kâfirler için barınacak yer cehennemde değil mi?
  145. 30 / RÛM – 10   Summe kâne âkıbetellezîne esâus sûâ en kezzebû bi âyâtillâhi ve kânû bihâ yestehziûn(yestehziûne).
    Sonra fenalık yapanların akıbetleri, Allah’ın âyetlerini tekzip etmeleri (yalanlamaları) ve onunla alay etmiş olmaları sebebiyle çok kötü oldu.
  146. 30 / RÛM – 16   Ve emmellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhıreti fe ulâike fîl azâbi muhdarûn(muhdarûne).
    Ve onlar ki (kâfirlerdir), âyetlerimizi inkâr ve tekzip ettiler (yalanladılar) ve ahirete ulaşmayı (hayattayken ruhu Allah’a ulaştırmayı tekzip ettiler). İşte onlar, azap içinde hazır bulundurulanlardır.
  147. 32 / SECDE – 20   Ve emmellezîne fesekû fe me’vâhumun nâr(nâru), kulle mâ erâdû en yahrucû minhâ uîdû fîhâ, ve kîle lehum zûkû azâben nârillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
    Ve fakat fasık olanlar, onların mevası (barınağı) ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya iade edilirler (geri döndürülürler). Ve onlara: “Ateşin azabını tadın! Ki onu tekzip etmiştiniz (yalanlamıştınız).” denir.
  148. 33 / AHZÂB – 60   Le in lem yentehil munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun vel murcifûne fîl medîneti le nugriyenneke bihim summe lâ yucâvirûneke fîhâ illâ kalîlâ(kalîlen).
    Eğer münafıklar ve kalplerinde maraz (hastalık) bulunanlar ve şehirde yalan ve kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, elbette seni mutlaka onlara saldırtırız. Sonra az bir (zaman) hariç, orada sana komşu olamazlar (orada kalamazlar).
  149. 34 / SEBE – 8   Efterâ alâllahi keziben em bihî cinneh(cinnetun), belillezîne lâ yûminûne bil âhireti fîl azâbi ved dalâlil baîd(baîdi).
    Allah’a yalanla iftira mı etti? Yoksa onda cinnet (delilik) mi var? Hayır, onlar, ahirete inanmayanlar, azapta ve uzak bir dalâlet içindedirler.
  150. 34 / SEBE – 42   Fel yevme lâ yemliku ba’dukum li ba’dın nef’an ve lâ darrâ(darren), ve nekûlu lillezîne zalemû zûkû azâben nârilletî kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
    Artık o gün bir kısmınız diğerlerine fayda ve zarar vermeye malik olamaz (gücü yetmez). Zulmedenlere: “Tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz ateşin azabını tadın.” diyeceğiz.
  151. 34 / SEBE – 45   Ve kezzebellezîne min kablihim ve mâ belegû mi’şâre mâ âteynâhum fe kezzebû rusulî, fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
    Ve onlardan öncekiler (de) tekzip ettiler (yalanladılar). Ve onlara verdiğimiz şeylerin onda birine (bile) erişmediler. Buna rağmen resûllerimizi tekzip ettiler (yalanladılar). Bundan sonra inkârım (cezam) nasıl oldu?
  152. 35 / FÂTIR – 4   Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablik(kablike), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
    Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), senden önceki resûller (de) yalanlanmıştı. Emirler (bütün işler), Allah’a döndürülür.
  153. 35 / FÂTIR – 25   Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim, câethum rusuluhum bil beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr(munîri).
    Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), o taktirde (bil ki) onlardan öncekiler de (resûllerini) yalanlamışlardı. Onların resûlleri, onlara beyyineler (mucizeler, açık deliller) ve zuburi (sayfalar) ve nurlandırıcı kitap getirdiler.
  154. 36 / YÂSÎN – 14   İz erselnâ ileyhimusneyni fe kezzebûhumâ fe azzeznâ bi sâlisin fe kâlû innâ ileykum murselûn(murselûne).
    Onlara iki (resûl) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine (onları) üçüncü (resûl) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: “Muhakkak ki biz, size gönderilmiş resûlleriz.” dediler.
  155. 36 / YÂSÎN – 15   Kâlû mâ entum illâ beşerun mislunâ ve mâ enzeler rahmânu min şey’in in entum illâ tekzibûn(tekzibûne).
    Dediler ki: “Siz, bizim gibi beşerden başka bir şey değilsiniz. Ve Rahmân bir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
  156. 37 / SÂFFÂT – 21   Hâzâ yevmul faslillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
    (İşte) bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz fasıl (haklıyı haksızdan ayırma, hüküm verme) günüdür.
  157. 37 / SÂFFÂT – 86   E ifken âliheten dûnallâhi turîdûn(turîdûne).
    İftira ederek mi (Allah’a karşı yalan söyleyerek mi) Allah’tan başka ilâhlar istiyorsunuz?
  158. 37 / SÂFFÂT – 127   Fe kezzebûhu fe inne hum le muhdarûn(muhdarûne).
    Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple muhakkak ki onlar, gerçekten (cehennemde) hazır bulundurulacak olanlardır.
  159. 37 / SÂFFÂT – 151   E lâ innehum min ifkihim le yekûlûn(yekûlûne).
    Yalanlarından dolayı mutlaka (şöyle, şöyle) diyenler kesinlikle onlar değil mi?
  160. 37 / SÂFFÂT – 152   Veledallâhu ve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    “Allah doğurdu.” Muhakkak ki onlar, kesinlikle yalan söyleyenlerdir.
  161. 38 / SÂD – 4   Ve acibû en câehum munzirun minhum ve kâlel kâfirûne hâzâ sâhırun kezzâb(kezzâbun).
    Ve onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesi acayiplerine gitti (şaşırdılar). Ve kâfirler: “Bu çok yalancı bir büyücü.” dediler.
  162. 38 / SÂD – 12   Kezzebet kablehum kavmu nûhın ve âdun ve fir’avnu zul evtâdi.
    Onlardan önce Nuh (A.S)’ın kavmi, Ad kavmi ve kazıklar sahibi firavun da yalanlamıştı.
  163. 38 / SÂD – 13   Ve semûdu ve kavmu lûtın ve ashâbul eykeh(eyketi), ulâikel ahzâb(ahzâbu).
    Ve Semud kavmi, Lut (A.S)’ın kavmi ve Eyke halkı; işte onlar da (yalanlayan) fırkalardır.
  164. 38 / SÂD – 14   İn kullun illâ kezzeber rusule fe hakka ıkâb(ıkâbi).
    Onların hepsi resûlleri, sadece yalanladı. Böylece ikabım (cezalandırmam) hak oldu.
  165. 39 / ZUMER – 3   E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr(keffârun).
    Halis dîn, Allah içindir, öyle değil mi? Ve O’ndan (Allah’tan) başka dostlar edinenler: “Biz, onlara (putlara) sadece bizi Allah’a yakın bir makama yaklaştırmaları için tapıyoruz.” (dediler). Muhakkak ki Allah, hakkında ihtilâf ettikleri şey için onların aralarinda hüküm verir. Muhakkak ki Allah, yalanlayan ve inkar ederleri hidayete erdirmez.
  166. 39 / ZUMER – 25   Kezzebellezîne min kablihim fe etâhumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
    Onlardan öncekiler (de) yalanladı da böylece azap onlara farkında olmadıkları bir yerden geldi.
  167. 39 / ZUMER – 32   Fe men azlemu mimmen kezzebe alâllâhi ve kezzebe bis sıdkı iz câeh(câehu), e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
    Öyleyse Allah üzerine (hakkında) yalan söyleyenden ve hakikat ona geldiği zaman onu (Allah’a ulaşmayı) yalanlayandan daha zalim kim vardır? Kâfirlerin yeri cehennemde değil mi?
  168. 39 / ZUMER – 59   Belâ kad câetke âyâtî fe kezzebte bihâ vestekberte ve kunte minel kâfirîn(kâfirîne).
    Fakat sana âyetlerim gelmişti, o zaman onları yalanlamış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştun.
  169. 39 / ZUMER – 60   Ve yevmel kıyâmeti terellezîne kezebû alallâhi vucûhuhum musveddeh(musveddetun), e leysefî cehenneme mesven lil mutekebbirîn(mutekebbirîne).
    Ve kıyâmet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenlerin yeri cehennemde değil mi?
  170. 40 / MU’MİN – 5   Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzâbu min ba’dıhım ve hemmet kullu ummetin bi resûlihim li ye’huzûhu ve câdelû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
    Onlardan önce Nuh (A.S)’ın kavmi ve onlardan sonra da (başka) fırkalar, (resûllerini) yalanladılar. Ve bütün ümmetler, onları yakalamak için resûllerine hücum ettiler. Hakkı, bâtılla yok etmek için mücâdele ettiler. Sonunda Ben, onları yakaladım. O zaman Benim ikabım (cezam) nasıl oldu?
  171. 40 / MU’MİN – 24   İlâ fir’avne ve hâmâne ve kârûne fe kâlû sâhirun kezzâb(kezzâbun).
    Firavuna ve Haman’a ve Karun’a (gönderdik). Fakat onlar: “Yalanlayan bir büyücüdür.” dediler.
  172. 40 / MU’MİN – 28   Ve kâle raculun mû’minun min âli fir’avne yektumu îmânehû e taktulûne raculen en yekûle rabbiyallâhu ve kad câekum bil beyyinâti min rabbikum, ve in yeku kâziben fe aleyhi kezibuh(kezibuhu), ve in yeku sâdikan yusibkum ba’dullezî yeidukum, innallâhe lâ yehdî men huve musrifun kezzâb(kezzâbun).
    Ve firavun ailesinden îmânını gizleyen mü’min bir adam şöyle dedi: “Bir adamı, ‘Rabbim Allah’tır.’ demesinden dolayı mı öldüreceksiniz? Ve o, Rabbinizden size beyyineler (belgeler, deliller) ile geldi. Eğer yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. Ve eğer sadık (doğru söyleyen) ise vaadettiklerinin bir kısmı size isabet edecektir. Muhakkak ki Allah, çok yalan söyleyen, haddı aşan kişiyi hidayete erdirmez.”
  173. 40 / MU’MİN – 37   Esbâbes semâvâti fe attalia ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu kâzibâ(kâziben), ve kezâlike zuyyine li fir’avne sûu amelihî ve sudde anis sebîl(sebîli), ve mâ keydu fir’avne illâ fî tebâb(tebâbin).
    “Göklerin sebeplerine (yollarına) (ulaşırım), böylece Musa’nın İlâhı’na muttali olurum. Muhakkak ki ben, onun yalancı olduğunu zannediyorum.” Ve işte böylece firavuna kötü ameli süslendi. Ve böylece yoldan saptırıldı. Ve firavunun hilesi hüsrandan başka birşey olmadı.
  174. 40 / MU’MİN – 70   Ellezîne kezzebû bil kitâbi ve bimâ erselnâ bihî rusulenâ, fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
    Onlar, Kitabı ve resûllerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Fakat yakında bilecekler (öğrenecekler).
  175. 42 / ŞÛRÂ – 24   Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ(keziben), fe in yeşeillâhu yahtim alâ kalbik(kalbike), ve yemhullâhul bâtıla ve yuhıkkul hakka bi kelimâtih(kelimâtihî), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
    Yoksa Allah’a karşı yalanla iftira mı ediyorlar? Bununla birlikte eğer Allah dilerse senin kalbini mühürler ve bâtılı yok eder. Kendi kelimeleri ile hakkı gerçekleştirir. Muhakkak ki O, sinelerdekini en iyi bilendir.
  176. 43 / ZUHRÛF – 20   Ve kâlû lev şâer rahmânu mâ abednâhum, mâ lehum bi zâlike min ilmin in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
    Ve (onlar): “Eğer Rahmân dileseydi, biz onlara tapmazdık.” dediler. Onların bu konuda bir ilimleri (bilgileri) yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
  177. 43 / ZUHRÛF – 25   Fentekamnâ minhum fanzur keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    Bunun üzerine onlardan intikam aldık. İşte bak, yalanlayanların akıbeti (sonu) nasıl oldu!
  178. 45 / CÂSİYE – 7   Veylun li kulli effâkin esîm(esîmin).
    Bütün yalancı günahkârların vay haline.
  179. 46 / AHKÂF – 11   Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûlev kâne hayren mâ sebekûnâ ileyh(ileyhi), ve iz lem yehtedû bihî fe seyekûlûne hâzâ ifkun kadîm(kadîmun).
    İnkâr edenler, âmenû olanlara: “Eğer O hayırlı olsaydı, O’na (saygıda, îmânda) bizi geçemezlerdi.” dediler. O’nunla (Kur’ân’la) hidayete eremeyince o zaman “Bu, eski bir yalandır.” diyecekler.
  180. 46 / AHKÂF – 28   Fe lev lâ nasare humullezînettehâzu min dûnillâhi kurbânen âliheh(âliheten), bel dallû anhum, ve zâlike ifkuhum ve mâ kânû yefterûn(yefterûne).
    Allah’tan başka, yakınlık sağlaması için ilâhlar ittihaz ettikleri zaman onlara yardım etmeleri gerekmez miydi? Hayır (putlar), onlardan saptılar (uzaklaştılar). İşte bu, onların yalanları ve iftira etmiş oldukları şeydir.
  181. 50 / KAF – 5   Bel kezzebû bil hakkı lemmâ câehum fe hum fî emrin merîcin.
    Hayır (öyle değil), onlar kendilerine hak gelince onu yalanladılar. Bu durumda onlar, karışık bir emr (problem) içindeler.
  182. 50 / KAF – 12   Kezzebet kablehum kavmu nûhın ve ashâbur ressi ve semûdu.
    Onlardan evvel Hz. Nuh’un kavmi, Ress’in halkı ve Semûd halkı da (resûllerini) yalanladı.
  183. 50 / KAF – 14   Ve ashâbul eyketi ve kavmu tubbain, kullun kezzeber rusule fe hakka vaîdi.
    Ve Eyke halkı ve Tubb kavmi, hepsi resûllerini yalanladı. Böylece vaadim (cezam) hak oldu (Allah’ın vaadi yerine geldi).
  184. 51 / ZÂRİYÂT – 10   Kutilel harrâsûne.
    Yalancılar kahrolsun!
  185. 51 / ZÂRİYÂT – 14   Zûkû fitnetekum, hâzellezî kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne).
    Fitnenizi (yalanladığınızı) tadın! Bu, sizin acele istemiş olduğunuz şeydir.
  186. 52 / TÛR – 11   Fe veylun yevme izin lil mukezzibîne.
    İşte (o) izin günü tekzip edenlerin (yalanlayanların) vay haline.
  187. 52 / TÛR – 14   Hâzihin nârulletî kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
    İşte bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz ateştir.
  188. 54 / KAMER – 3   Ve kezzebû vettebeû ehvâehum ve kullu emrin mustekırr(mustekırrun).
    Ve yalanladılar ve de kendi hevalarına tâbî oldular. Ve bütün işler kararlaştırılmıştır.
  189. 54 / KAMER – 9   Kezzebet kablehum kavmu nûhın fe kezzebu abdenâ ve kâlû mecnûnun vezducir(vezducire).
    Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı. Böylece kulumuzu (Hz. Nuh’u) yalanladılar. “O, mecnundur.” dediler. Ve cefa edilerek (tebliğden) men edildi.
  190. 54 / KAMER – 18   Kezzebet âdun fe keyfe kâne azâbî ve nuzur(nuzuri).
    Ad (kavmi) de yalanladı. Öyleyse inzarım (uyarılarım) ve azabım nasıl oldu?
  191. 54 / KAMER – 23   Kezzebet semûdu bin nuzur(nuzuri).
    Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı.
  192. 54 / KAMER – 25   E ulkıyez zikru aleyhi min beyninâ bel huve kezzâbun eşir(eşirun).
    Zikir, aramızdan ona mı ilka edildi (ulaştırıldı)? Hayır o, haddini aşan bir yalancıdır.
  193. 54 / KAMER – 26   Se ya’lemûne gaden menil kezzâbul eşir(eşiru).
    Haddini aşan yalancı kimdir, yarın bilecekler.
  194. 54 / KAMER – 33   Kezzebet kavmu lûtın bin nuzur(nuzuri).
    Lut (A.S)’ın kavmi de uyarıları yalanladı.
  195. 54 / KAMER – 42   Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).
    Âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Bu sebeple onları üstün kudret sahibinin yakalayışı ile yakalayıp aldık (helâk ettik).
  196. 54 / KAMER – 43   E kuffârukum hayrun min ulâikum em lekum berâetun fîz zubur(zuburi).
    (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz, onlardan (yalanlayan kavimlerden) daha mı hayırlı, yoksa sizin için semavî kitaplarda beraat mı var?
  197. 55 / RAHMÂN – 13   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  198. 55 / RAHMÂN – 16   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  199. 55 / RAHMÂN – 18   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  200. 55 / RAHMÂN – 21   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  201. 55 / RAHMÂN – 23   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  202. 55 / RAHMÂN – 25   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  203. 55 / RAHMÂN – 28   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  204. 55 / RAHMÂN – 30   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  205. 55 / RAHMÂN – 32   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  206. 55 / RAHMÂN – 34   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  207. 55 / RAHMÂN – 36   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  208. 55 / RAHMÂN – 38   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  209. 55 / RAHMÂN – 40   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  210. 55 / RAHMÂN – 42   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  211. 55 / RAHMÂN – 43   Hâzihî cehennemulletî yukezzibu bi hel mucrimûn(mucrimûne).
    İşte bu, mücrimlerin yalanladığı cehennem.
  212. 55 / RAHMÂN – 45   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  213. 55 / RAHMÂN – 47   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  214. 55 / RAHMÂN – 49   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  215. 55 / RAHMÂN – 51   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  216. 55 / RAHMÂN – 53   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  217. 55 / RAHMÂN – 55   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  218. 55 / RAHMÂN – 57   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  219. 55 / RAHMÂN – 59   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  220. 55 / RAHMÂN – 61   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  221. 55 / RAHMÂN – 63   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  222. 55 / RAHMÂN – 65   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  223. 55 / RAHMÂN – 67   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  224. 55 / RAHMÂN – 69   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  225. 55 / RAHMÂN – 71   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  226. 55 / RAHMÂN – 73   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  227. 55 / RAHMÂN – 75   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  228. 55 / RAHMÂN – 77   Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân(tukezzibâni).
    O halde siz (insan ve cin toplumu), Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlıyorsunuz?
  229. 56 / VÂKIA – 2   Leyse li vak’atihâ kâzibeh(kâzibetun).
    Onun vuku bulmasını yalanlayan (kimse) yoktur.
  230. 56 / VÂKIA – 51   Summe innekum eyyuhed dâllûnel mukezzibûn(mukezzibûne).
    Sonra siz, ey gerçekten dalâlette olan yalanlayıcılar!
  231. 56 / VÂKIA – 82   Ve tec’alûne rızkakum ennekum tukezzibûn(tukezzibûne).
    Ve siz, yalanlamış olmanızı kendinize rızık ediniyorsunuz. (Kur’ân’daki sözlerin âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğinden şüphe ettiğiniz için rızkınız, nasibiniz sadece yalanlamak oluyor.)
  232. 56 / VÂKIA – 92   Ve emmâ in kâne minel mukezzibîned dâllîn(dâllîne).
    Ve fakat dalâlette olan ve yalanlayanlardan ise.
  233. 57 / HADÎD – 19   Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi).
    Ve, Allah’a ve O’nun Resûl’üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve şehitlerdir. Rab’lerinin yanında onların ecirleri ve nurları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cahîm (alevli ateş) halkıdır.
  234. 58 / MUCÂDELE – 14   E lem tere ilellezîne tevellev kavmen gadıballâhu aleyhim, mâ hum minkum ve lâ minhum ve yahlifûne alel kezibi ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
    Allah’ın kendilerine öfkelendiği (gadaplandığı) kavme (yahudilere) dönenleri (onları dost edinen münafıkları) görmedin mi? Onlar sizden değildir ve onlardan da (yahudilerden de) değildir. Bilerek yalan yere yemin ederler.
  235. 58 / MUCÂDELE – 18   Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum ve yahsebûne ennehum alâ şey’in, e lâ innehum humul kâzibûn(kâzibûne).
    O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). O zaman size yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler. Ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. Gerçekten onlar yalancı değil mi?
  236. 59 / HAŞR – 11   E lem tere ilellezîne nâfekû yekûlûne li ihvânihimullezîe keferû min ehlil kitâbi le in uhrictum le nahrucenne me’akum ve lâ nutîu fî kum ehaden ebeden ve in kûtiltum le nensurennekum, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Nifak çıkaranları (münafıklık yapanları) görmüyor musun? Kitap ehlinden, inkâr eden kardeşlerine: “Eğer siz gerçekten (yurdunuzdan) çıkarılırsanız, biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız. Sizin aranızdaki, size karşı olan bir kimseye hiçbir zaman itaat etmeyiz. Ve eğer sizinle savaşırlarsa, mutlaka size yardım ederiz.” derler. Ve Allah, onların gerçekten yalancı olduklarına şahadet eder.
  237. 61 / SAFF – 7   Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhil kezibe ve huve yud’â ilel islâm, vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    İslâm’a (teslime) davet olunurken, Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim vardır? Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
  238. 62 / CUMA – 5   Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil hımâri yahmilu esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    Kendilerine Tevrat yüklenip de (Tevrat’ın farzları okunup da), sonra O’nu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) hali, ciltlerle kitap taşıyan merkebin hali gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötü. Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
  239. 63 / MUNÂFİKÛN – 1   İzâ câekel munâfikûne kâlû neşhedu inneke le resûlullâh(resûlullâhi), vallâhu ya’lemu inneke le resûluh(resûluhu), vallâhu yeşhedu innel munâfikîne le kâzibûn(kâzibûne).
    Münafıklar sana geldikleri zaman: “Biz şahadet ederiz. Muhakkak ki sen, gerçekten Allah’ın Resûl’üsün.” dediler. Ve Allah, muhakkak ki senin, gerçekten Kendisinin Resûl’ü olduğunu biliyor. Ve Allah şahadet eder ki, münafıklar gerçekten yalancıdırlar.
  240. 64 / TEGÂBUN – 10   Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâri hâlidîne fîhâ ve bi’sel masîr(masîru).
    Âyetlerimizi inkâr edenler ve yalanlayanlar; işte onlar, ateş ehlidirler, orada (cehennemde) ebediyyen kalacak olanlardır. Ve (o) ne kötü varış yeri (ulaşılacak yer).
  241. 67 / MULK – 9   Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey’in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
    Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
  242. 67 / MULK – 18   Ve lekad kezzebellezîne min kablihim fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
    Ve andolsun ki, onlardan öncekiler de yalanladılar. O zaman azabım nasıl oldu?
  243. 68 / KALEM – 8   Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne).
    Öyleyse yalanlayanlara itaat etme.
  244. 68 / KALEM – 44   Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzel hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    Artık bu sözü yalanlayan kişileri Bana bırak. Yakında onları bilmedikleri bir yerden tedricen (yavaş yavaş azaba) yaklaştıracağız.
  245. 69 / HÂKKA – 4   Kezzebet semûdu ve âdun bil kâriah(kâriati).
    Karia’yı (korkunç olayı) Semud ve Ad (kavmi) yalanladılar.
  246. 69 / HÂKKA – 49   Ve innâ le na’lemu enne minkum mukezzibîn(mukezzibîne).
    Ve muhakkak ki Biz, sizden (içinizde) tekzip edenler olduğunu (yalanlayanları) elbette biliyoruz.
  247. 72 / CİNN – 5   Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben).
    Ve gerçekten biz, insanların ve cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemediğini zannettik.
  248. 73 / MUZZEMMİL – 11   Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum kalîlâ(kalîlen).
    Ni’met sahibi olup yalanlayanları Bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.
  249. 74 / MUDDESSİR – 46   Ve kunnâ nukezzibu bi yevmid dîn(dîni).
    Ve biz dîn gününü yalanlıyorduk.
  250. 75 / KIYÂME – 32   Ve lâkin kezzebe ve tevellâ.
    Ve lâkin yalanladı ve yüz çevirdi.
  251. 77 / MURSELÂT – 15   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü, yalanlayanların vay haline.
  252. 77 / MURSELÂT – 19   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  253. 77 / MURSELÂT – 24   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  254. 77 / MURSELÂT – 28   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  255. 77 / MURSELÂT – 29   İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
    O yalanlamış olduğunuz şeye gidin!
  256. 77 / MURSELÂT – 34   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  257. 77 / MURSELÂT – 35   Hâzâ yevmu lâ yentıkûn(yentıkûne).
    Bu, (yalanlayanların) konuşamayacakları bir gündür.
  258. 77 / MURSELÂT – 37   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  259. 77 / MURSELÂT – 40   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  260. 77 / MURSELÂT – 45   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  261. 77 / MURSELÂT – 47   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  262. 77 / MURSELÂT – 49   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü yalanlayanların vay haline.
  263. 78 / NEBE – 28   Ve kezzebû bi âyâtinâ kizzâbâ(kizzâben).
    Ve âyetlerimizi tekzip ederek yalanladılar.
  264. 78 / NEBE – 35   Lâ yes’meûne fîhâ lagven ve lâ kizzâbâ(kizzâben).
    Orada boş söz ve yalan işitmezler.
  265. 79 / NÂZİÂT – 21   Fe kezzebe ve asâ.
    Fakat o (firavun) yalanladı ve isyan etti (asi oldu).
  266. 82 / İNFİTÂR – 9   Kellâ bel tukezzibûne bid dîn(dîni).
    Hayır, bilâkis siz dîni yalanlıyorsunuz.
  267. 83 / MUTAFFİFÎN – 10   Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
    İzin günü, yalanlayanların vay haline.
  268. 83 / MUTAFFİFÎN – 11   Ellezîne yukezzibûne bi yevmiddîn(yevmiddîni).
    Onlar ki dîn gününü yalanlıyorlar.
  269. 83 / MUTAFFİFÎN – 12   Ve mâ yukezzıbu bihî illâ kullu mu’tedin esîm(esîmin).
    Ve onu (dîn gününü), haddi aşan asi günahkârların hepsi hariç, kimse yalanlamaz.
  270. 83 / MUTAFFİFÎN – 17   Summe yukâlu hâzellezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
    Sonra onlara: “Bu, sizin kendisini yalanladığınız şeydir.” denilir.
  271. 84 / İNŞİKAK – 22   Belillezîne keferû yukezzibûn(yukezzibûne).
    Hayır, inkâr edenler (kâfirler) yalanlıyorlar.
  272. 85 / BURÛC – 19   Belillezîne keferû fî tekzîb(tekzîbin).
    Hayır, inkâr edenler, tekzip etmektedirler (yalanlama içindedirler).
  273. 91 / ŞEMS – 11   Kezzebet semûdu bi tagvâhâ.
    Semud (kavmi), kendi azgınlığı sebebiyle (Allah’ın Resûl’ünü) yalanladı.
  274. 91 / ŞEMS – 14   Fe kezzebûhu fe akarûhâ fe demdeme aleyhim rabbuhum bi zenbihim fe sevvâhâ.
    Fakat onu tekzip ettiler (yalanladılar). Sonra onu (deveyi) kestiler. Günahları sebebiyle, Rab’leri onların üzerini azapla kapladı. Sonra da onu (o beldeyi) dümdüz yaptı (yerlebir etti).
  275. 92 / LEYL – 9   Ve kezzebe bil husnâ.
    Ve Hüsna’yı (Allah’ın Zat’ını görmeyi) yalanladı ise.
  276. 92 / LEYL – 16   Ellezî kezzebe ve tevellâ.
    O ki (çok şâkî olan), (Hüsna’yı) yalanladı ve yüz çevirdi.
  277. 95 / TÎN – 7   Fe mâ yukezzibuke ba’du bid dîn(dîni).
    (Ey insan!) Öyleyse bundan sonra sana dîni tekzip ettiren (yalanlatan) nedir?
  278. 96 / ALAK – 13   E reeyte in kezzebe ve tevellâ.
    Sen gördün mü, eğer yalanladı ve yüz çevirdi ise?
  279. 96 / ALAK – 16   Nâsiyetin kâzibetin hâtıeh(hâtıetin).
    Yalancı günahkâr alın.
  280. 107 / MÂÛN – 1   E raeytellezî yukezzibu bid dîn(dîne).
    Dîni yalanlayanı gördün mü?

 

**Men ğaşşana fe leyse minna

Aldatan bizden değildir 

* Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Münâfığın alâmeti üçtür:

Konuşunca yalan söyler.

Söz verince sözünde durmaz.

Kendisine bir şey emanet edilince hiyanet eder.”

Buhârî, Îmân 24, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20

Müslim’in bir rivayetinde şu ilâve vardır:

“Oruç tutsa, namaz kılsa, müslüman olduğunu söylese de” (Müslim, Îmân 109-110)

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

Şeytan kelimesi için arama sonuçları (99 sonuç bulundu)

Şeytan kelimesi için arama sonuçları (99 sonuç bulundu)


  1. 2 / BAKARA – 14 Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim, kâlû innâ meakum, innemâ nahnu mustehziûn(mustehziûne).
    Ve âmenû olanlarla buluştukları zaman: “Biz îmân ettik.” dediler. Şeytanlarıyla yalnız kaldıkları zaman: “Muhakkak ki biz sizinle beraberiz. Biz (onlarla) sadece alay eden kimseleriz.” dediler.
    2. 2 / BAKARA – 36 Fe ezellehumâş Şeytanu anhâ fe ahrecehumâ mimmâ kânâ fîh(fîhi), ve kulnâhbitû ba’dukum li ba’din aduvv(aduvvun), ve lekum fîl ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn(hînin).
    Fakat Şeytan, ikisinin (ayağını) oradan kaydırdı. Böylece ikisini de içinde oldukları şeyden (ni’metten) çıkardı.Ve: “Birbirinize düşman olarak (dünyaya) inin. Sizin için (belli) bir zamana kadar yeryüzünde oturma ve faydalanma (geçimini temin etme) vardır.” dedik.
    3. 2 / BAKARA – 102 Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
    Onlar Süleyman (a.s)’ın mülkü üzerine Şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (a.s), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat Şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehri’ndeki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.
    4. 2 / BAKARA – 168 Yâ eyyuhen nâsu kulû mimmâ fîl ardı halâlen tayyiben, ve lâ tettebiû hutuvâtiş Şeytan(Şeytani), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
    Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz şeylerden yiyin. Ve Şeytanın adımlarına tâbî olmayın (izinden gitmeyin). Muhakkak ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.
    5. 2 / BAKARA – 208 Yâ eyyuhellezîne âmenûdhulû fîs silmi kâffeh(kâffeten), ve lâ tettebiû hutuvâtiş Şeytan(Şeytani), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
    Ey âmenû olanlar! Hepiniz silm’e dahil olun (Allah’a teslim olun)! Ve Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki o,size apaçık düşmandır.
    6. 2 / BAKARA – 256 Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
    Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, Şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (Şeytanı ve Şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah’a îmân ederse (mü’min olur, Allah’a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah’tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem’î’dir, Alîm’dir.
    7. 2 / BAKARA – 257 Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
    Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, Şeytanı dost edinirler, Şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.
    8. 2 / BAKARA – 268 Eş Şeytanu yeidukumul fakra ve ye’murukumbil fahşâi vallâhu yeidukum magfireten minhuve fadlâ(fadlan), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
    Şeytan size fakirlik vaadeder ve size fuhşuyatı emreder. Ve Allah ise, size kendinden mağfiret ve fazl vaadediyor. Allah, Vâsi’dir, Alîm’dir.
    9. 2 / BAKARA – 275 Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş Şeytanu minel mess(messi), zâlike bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef(selefe), ve emruhû ilâllâh(ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
    Riba (faiz) yiyenler, kabirlerinden ancak Şeytan çarpmasından hırpalanmış bir kimse gibi kalkarlar. ışte bu, onların: “Oysa alışveriş riba gibidir.” demeleri sebebiyledir. Ve Allah, alışverişi helâl, ribayı (faizi) haram kılmıştır. Bundan sonra, Rabbinden kendisine öğüt gelen kimse (ona uyarak) artık (faizden) vazgeçerse, o taktirde geçmiş olan (önceden aldığı faiz) onundur ve onun işi (onun hakkındaki hüküm) Allah’a aittir. Ve kim de (faizciliğe) dönerse, işte onlar, ateş ehlidir. Ve onlar orada ebedî kalacak olanlardır.
    10. 3 / ÂLİ İMRÂN – 36 Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leysez zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mineş Şeytanir racîm(racîmi).
    Fakat onu doğurunca: “Rabbim, gerçekten ben onu kız olarak doğurdum” dedi. Ve Allah, onun ne doğurduğunu çok iyi biliyordu. “Erkek, kız (çocuğu) gibi değildir. Ben onu, “Meryem” diye isimlendirdim ve muhakkak ki ben, onu ve onun zurriyetini, taşlanmış Şeytandan Sana sığındırırım” dedi.
    11. 3 / ÂLİ İMRÂN – 155 İnnellezîne tevellev minkum yevmel tekal cem’âni, inne mestezellehumuş Şeytanu bi ba’di mâ kesebû, ve lekad afâllâhu anhum innallâhe gafûrun halîm(halîmun).
    Muhakkak ki, iki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden bir kısmı yüz çevirdi, oysa Şeytan, kazandıkları bazı şeylerden dolayı (Resûlün emrine itaat etmemek, ganimete koşmak gibi), onları zillete düşürmek istedi. Ve and olsun ki, Allah onları affetti. Muhakkak ki Allah Gafûr’dur, Halîm’dir.
    12. 3 / ÂLİ İMRÂN – 175 İnnemâ zâlikumuş Şeytanu yuhavvifu evliyâ’eh(evliyâ’ehu), fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
    Fakat Şeytan, böylece ancak kendi dostlarını (onu dost edinenleri) korkutur. Artık onlardan korkmayın ve eğer sizler mü’min iseniz, (sadece) Ben’den korkun.
    13. 4 / NİSÂ – 38 Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ bil yevmil âhir(âhiri) ve men yekuniş Şeytanu lehu karînen fesâe karînâ(karînen).
    Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş için infâk ederler, Allah’a ve ahiret gününe (insan ruhunun hayatta iken Allah’a ulaştığı sonraki güne) inanmazlar. Ve kim Şeytanı kendisine yakın arkadaş edinirse, işte bu kötü bir arkadaşlıktır.
    14. 4 / NİSÂ – 51 E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yu’minûne bil cibti vet tâgûti ve yekûlûne lillezîne keferû hâulâi ehdâ minellezîne âmenû sebîlâ(sebîlen).
    Kitaptan kendilerine pay verilen kimseleri görmedin mi? Cibte (kâhinlere, putlara) ve tâguta (insan ve cin Şeytanlara) inanıyorlar ve inkâr eden kimseler için de, “Bunlar îmân eden kimselerden daha doğru bir yoldadır.” diyorlar.
    15. 4 / NİSÂ – 60 E lem tere ilellezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilat tâgûti ve kad umirû en yekfurû bih(bihî) ve yurîduş Şeytanu en yudıllehum dalâlen baîdâ(baîden).
    Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandığını zanneden kimseleri görmedin mi? O’nu (Şeytanı) inkâr etmekle emrolundukları halde tagutun önünde muhakeme olunmayı istiyorlar. Ve Şeytan, onları uzak bir dalâletle saptırmak (dalâlete düşürmek) istiyor.
    16. 4 / NİSÂ – 76 Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi) vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş Şeytan(Şeytani), inne keydeş Şeytani kâne daîfâ(daîfen).
    Âmenû olanlar, Allah’ın yolunda savaşırlar ve kâfir olanlar ise tagutun yolunda savaşırlar. O halde Şeytanın dostlarıyla savaşın. Muhakkak ki Şeytanın hilesi zayıftır.
    17. 4 / NİSÂ – 83 Ve izâ câehum emrun minel emni evil havfi ezâû bih(bihî) ve lev reddûhu iler resûli ve ilâ ulil emri minhum le alimehullezîne yestenbitûnehu minhum ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu letteba’tumuş Şeytane illâ kalîlâ(kalîlen).
    Ve onlara emniyet veya korku haberi geldiği zaman onu açıklarlar (yayarlar). Ve eğer, onu (o haberi) Resûl’e ve kendilerinden olan ulûl emre iletselerdi (herkese açıklamasalardı), onlardan, onun (o haberin) iç yüzünü araştıranlar mutlaka (gerçeği) bilirlerdi.Ve Allah’ın fazlı ve rahmeti üzerinize olmasaydı, pek azınız hariç mutlaka Şeytana uyardınız.
    18. 4 / NİSÂ – 117 İn yed’ûne min dûnihî illâ inâsâ(inâsen), ve in yed’ûne illâ Şeytanen merîdâ(merîden).
    Onlar, ancak O’ndan (Allah’tan) başka dişilere (dişi olarak isimlendirdikleri putlara) taparlar. Ve ancak isyankâr Şeytanı çağırırlar.
    19. 4 / NİSÂ – 118 Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben mefrûdâ(mefrûdan).
    Allah, ona (Şeytana) lânet etti. Ve (Şeytan) şöyle dedi: “Ben mutlaka, Senin kullarından belli bir nasip edineceğim.”
    20. 4 / NİSÂ – 119 Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurennehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurennehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi), ve men yettehıziş Şeytane veliyyen min dûnillâhi fe kad hasire husrânen mubînâ(mubînen).
    Ve onları mutlaka dalâlette bırakacağım. Ve onları, mutlaka emaniyyeye (kuruntuya) düşüreceğim ve mutlaka onlara emredeceğim. Böylece onlar, mutlaka davarların kulaklarını kesecekler ve onlara emredeceğim, öyle ki mutlaka, Allah’ın yarattığını değiştirecekler. Ve kim, Allah’tan başka, Şeytanı dost edinirse artık o, apaçık bir hüsranla hüsrana uğramıştır.
    21. 4 / NİSÂ – 120 Yeıduhum, ve yumennîhim, ve mâ yeıduhumuş Şeytanu illâ gurûrâ(gurûren).
    (Şeytan) onlara vaad eder ve onları emaniyyeye (kuruntuya) düşürür. Ve Şeytan, onlara aldatmaktan başka bir şey vaadetmez.
    22. 5 / MÂİDE – 90 Yâ eyyuhellezîne âmenû innemel hamru vel meysiru vel ensâbu vel ezlâmu ricsun min ameliş Şeytani fectenibûhu leallekum tuflihûn(tuflihûne).
    Ey âmenû olanlar! Ancak şarap, kumar, (tapınmak için konulan) dikili taşlar (putlar) ve fal okları, Şeytanın işlerinden pis şeylerdir. Artık bunlardan kaçının. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
    23. 5 / MÂİDE – 91 İnnemâ yurîduş Şeytanu en yûkia beynekumul adâvete vel bagdâe fîl hamri vel meysiri ve yasuddekum an zikrillâhi ve anis salâh(salâti), fe hel entum muntehûn(muntehûne).
    Oysa ki Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve, sizi Allah’ı zikretmekten ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Siz artık (bunlara) son verdiniz mi?
    24. 6 / EN’ÂM – 43 Fe lev lâ iz câehum be’sunâ tedarraû ve lâkin kaset kulûbuhum ve zeyyene lehumuş Şeytanu mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
    Böylece onlara darlığımız geldiği zaman yalvarsalardı olmaz mıydı? Fakat onların kalpleri kasiyet bağladı (katılaştı). Şeytan, onlara yapmış oldukları şeyleri süsledi (güzel gösterdi).
    25. 6 / EN’ÂM – 68 Ve izâ reeytellezîne yahûdûne fî âyâtinâ fe a’rıd anhum hattâ yahûdû fî hadîsin gayrih(gayrihî), ve immâ yunsiyennekeş Şeytanu fe lâ tak’ud ba’dez zikrâ meal kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
    Âyetlerimiz hakkında (alaylı) konuşmaya dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir söze geçinceye kadar artık onlardan yüz çevir. Ama Şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğuyla beraber oturma.
    26. 6 / EN’ÂM – 71 Kul e ned’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ ve lâ yadurrunâ ve nureddu alâ a’kâbinâ ba’de iz hedânâllâhu kellezîstehvethuş şeyâtînu fîl ardı hayrâne lehû ashâbun yed’ûnehû ilel hude’tinâ, kul inne hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
    De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah’ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde Şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı, arkadaşlarının da “bize hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki: “Muhakkak ki, Allah’a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”
    27. 6 / EN’ÂM – 112 Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâ(gurûran), ve lev şâe rabbuke mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne).
    Ve böylece peygamberlerin hepsine, insan ve cin Şeytanları düşman kıldık. Onlar, birbirlerine aldatarak güzel (süslü) sözler vahyederler (fısıldarlar). Ve eğer Rabbin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket (bırak).
    28. 6 / EN’ÂM – 113 Ve li tesgâ ileyhi ef’idetullezîne lâ yu’minûne bil âhıreti ve li yerdavhu ve li yakterifû mâ hum mukterifûn(mukterifûne).
    Ve ahirete inanmayanların gönülleri ona (onlara; insan ve cin Şeytanlara) meyletsin ve ondan razı olsunlar. Ve onlar, kazandıkları şeyleri kazanmaya devam etsinler.
    29. 6 / EN’ÂM – 121 Ve lâ te’kulû mimmâ lem yuzkerismullâhî aleyhi ve innehu le fısk(fıskun), ve inneş şeyâtîne le yûhûne ilâ evliyâihim li yucâdilûkum ve in eta’tumûhum innekum le muşrikûn(muşrikûne).
    Ve üzerine Allah’ın ismi anılmayan şeylerden yemeyin. Ve muhakkak ki; o fısktır. Ve Şeytanlar, mutlaka sizinle mücâdele etmeleri için dostlarına vahyederler. Ve şâyet onlara itaat ederseniz (uyarsanız), mutlaka siz müşrikler olursunuz.
    30. 6 / EN’ÂM – 142 Ve minel en’âmi hamûleten ve ferşâ(ferşan), kulû mimmâ rezekakumullâhu ve lâ tettebiû hutuvâtiş Şeytan(Şeytani),innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
    Hayvanlardan yük taşıyanlar ve kesim hayvanı olanlar var. Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden (kesim hayvanlarından) yeyin. Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki; o, size apaçık düşmandır.
    31. 7 / A’RÂF – 14 Kâle enzırnî ilâ yevmi yub’asûn(yub’asûne).
    (Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.
    32. 7 / A’RÂF – 20 Fe vesvese lehumuş Şeytanu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev’âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn(hâlidîne).
    Şeytan, onların (o ikisinin) görünmesi ayıp olan ve kendilerinden örtülmüş (gizlenmiş) yerlerinin açığa çıkarılması için onlara vesvese verdi ve sonra da şöyle dedi: “Rabbiniz (ikinizin Rabbi) sadece iki melek olursunuz veya (orada) ebedî kalanlardan olursunuz, diye bu ağaçtan sizin ikinizi menetti (nehyetti).”
    33. 7 / A’RÂF – 22 Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş Şeytane lekumâ aduvvun mubîn(mubînun).
    Böylece o ikisini aldatarak öncülük (önderlik) etti. Ağaçtan tadınca (meyvesini yeyince) ayıp yerleri kendilerine göründü (açığa çıktı). Ve Rab’leri (ikisinin Rabbi), ikisine şöyle seslendi: “Sizin ikinizi bu ağaçtan nehyetmedim mi (yasaklamadım mı)? Ve sizin ikinize, muhakkak ki Şeytan apaçık düşmandır.” demedim mi?
    34. 7 / A’RÂF – 27 Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumuş Şeytanu kemâ ahrece ebeveykum minel cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealneş şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
    Ey Âdemoğulları! Şeytan, sizin ebeveyninizi (anne ve babanızı), onların ayıp yerlerinin görünmesi için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye düşürmesin. Muhakkak ki; o ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; Biz Şeytanları mü’min olmayanlara dost kıldık.
    35. 7 / A’RÂF – 30 Ferîkan hadâ ve ferîkan hakka aleyhimud dalâletu, innehumuttehazûş şeyâtîne evliyâe min dûnillâhi ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
    Bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. Muhakkak ki onlar, Allah’tan başka Şeytanları dostlar edindiler. Ve onlar kendilerinin hidayete erdiklerini zannediyorlar.
    36. 7 / A’RÂF – 175 Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş Şeytanu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
    Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık Şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.
    37. 7 / A’RÂF – 200 Ve immâ yenzeganneke mineş Şeytani nezgun festeiz billâh(billâhi), innehu semîun alîm(alîmun).
    Ve fakat Şeytandan sana bir dürtü gelirse, hemen Allah’a sığın. Muhakkak ki O; işitendir, bilendir.
    38. 7 / A’RÂF – 201 İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş Şeytani tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
    Muhakkak ki; takva sahibi kimseler Şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
    39. 7 / A’RÂF – 202 Ve ihvânuhum yemuddûnehum fîl gayyi summe lâ yuksirûn(yuksirûne).
    Ve onların (Şeytanların) kardeşleri onları cehenneme sürüklerler. Sonra (bundan) vazgeçmezler.
    40. 8 / ENFÂL – 11 İz yugaşşîkumun nuâse emeneten minhu ve yunezzilu aleykum mines semâi mâen li yutahhirekum bihî ve yuzhibe ankum riczeş Şeytani ve li yerbıta alâ kulûbikum ve yusebbite bihil akdâm(akdâme).
    O’nun (Allahû Tealâ) tarafından, emin olmanız için sizi bir uyuklama hali bürüyordu. Ve sizin, onunla temizlenmeniz ve Şeytanın murdarlığını (vesvesesini) sizden gidermek ve kalplerinizi bağlamak ve onunla ayaklarınızı sağlamlaştırmak (sabit kılmak) için semadan su indiriyordu.
    41. 8 / ENFÂL – 48 Ve iz zeyyene lehumuş Şeytanu a’mâlehum ve kâle lâ gâlibe lekumul yevme minen nâsi ve innî cârun lekum, fe lemmâ terâetil fietâni nekesa alâ akıbeyhi ve kâle innî berîun minkum innî erâ mâ lâ terevne innî ehâfullâh(ehâfullâhe), vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).
    Ve Şeytan, onlara amellerini süslemişti. Ve şöyle dedi: “Bugün insanlardan size gâlip olacak yoktur. Ve muhakkak ki ben, size müttefikim (yardımcıyım).” Fakat iki toplum, (birbirini) görünce iki topuğu üzerinde arkasına dönüp kaçtı ve “Ben, sizden uzağım. Gerçekten ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Muhakkak ki ben, Allah’tan korkarım.” dedi. Ve Allah, ikabı (azabı) şiddetli olandır.
    42. 12 / YÛSUF – 5 Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inneş Şeytane lil insâni aduvvun mubîn(mubînun).
    (Babası) şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma! O zaman (anlattığın taktirde) sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki; Şeytan, insana apaçık düşmandır.”
    43. 12 / YÛSUF – 42 Ve kâle lillezî zanne ennehu nâcin minhumazkurnî inde rabbike fe ensâhuş Şeytanu zikre rabbihî fe lebise fîs sicni bid’a sinîn(sinîne).
    Ve ikisinden kurtulacağını bildiği kişiye: “Efendinin yanında beni an (zikret).” dedi. Fakat Şeytan ona, efendisine onu anmayı unutturdu. Böylece birkaç sene zindanda kaldı.
    44. 12 / YÛSUF – 100 Ve refea ebeveyhi alel arşı ve harrû lehu succedâ(succeden), ve kâle yâ ebeti hâzâ te’vîlu ru’yâye min kablu kad cealehâ rabbî hakkâ(hakkan), ve kad ahsene bî iz ahrecenî mines sicni ve câe bikum minel bedvi min ba’di en nezegaş Şeytanu beynî ve beyne ıhvetî, inne rabbî latîfun limâ yeşâ’(yeşâu) innehu huvel alîmul hakîm(hakîmu).
    Ve anne babasını tahtın üstüne çıkarttı. Ona secde ederek eğildiler. Yusuf (A.S) şöyle dedi: “Ey babacığım! Bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Rabbim onu hakikat kıldı (gerçekleştirdi). Ve beni zindandan çıkardığı zaman bana en güzelini yaptı (Benim için en güzelini dizayn etti). Ve Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra sizi çölden getirdi. Muhakkak ki; benim Rabbim, dilediğine lütuf sahibidir. Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (en iyi hüküm veren, hikmet sahibi) olan muhakkak ki; “O” dur.”
    45. 14 / İBRÂHÎM – 22 Ve kâleş Şeytanu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun).
    Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”
    46. 15 / HİCR – 17 Ve hafıznâhâ min kulli Şeytanin recîm(recîmin).
    Ve Biz, onu taşlanmış (kovulmuş) Şeytan(lar)ın hepsinden muhafaza ettik.
    47. 16 / NAHL – 36 Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin Şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
    48. 16 / NAHL – 63 Tallâhi lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe zeyyene lehumuş Şeytanu a’mâlehum fe huve veliyyuhumul yevme ve lehum âzâbun elîm(elîmun).
    Allah’a yemin olsun ki; senden önceki ümmetlere (resûller) göndermiştik. Fakat Şeytan, onlara amellerini süslü gösterdi. Artık o gün, onların dostu, o (Şeytan) olacaktır. Onlar için elîm azap vardır.
    49. 16 / NAHL – 98 Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş Şeytanir racîm(racîmi).
    Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’i okuduğun zaman recmedilmiş (taşlanmış) Şeytandan hemen Allah’a sığın.
    50. 16 / NAHL – 100 İnnemâ sultânuhu alellezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî müşrikûn(müşrikûne).
    Onun (Şeytanın) sultanlığı (yaptırım gücü) sadece ona (Şeytana) yönelenlerin ve onunla (Şeytanla), (Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için) Allah’a şirk koşanların üzerindedir (onları etkiler).
    51. 17 / İSRÂ – 27 İnnel mubezzirîne kânû ihvâneş şeyâtîn(şeyâtîni), ve kâneş Şeytanu li rabbihî kefûrâ(kefûren).
    Muhakkak ki israf edenler (gereksiz yere savuranlar, haksızlık ve fesat çıkarmak için kullananlar), Şeytanların kardeşleri oldular. Ve Şeytan, Rabbine (karşı) çok nankör oldu.
    52. 17 / İSRÂ – 53 Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsen(ahsenu), inneş Şeytane yenzegu beynehum, inneş Şeytane kâne lil insâni aduvven mubînâ(mubînen).
    Ve kullarıma de ki: “En güzeli (sözü) söylesinler!” Muhakkak ki Şeytan, onların aralarını bozar (fesat çıkarır). Muhakkak ki o, insana apaçık düşmandır.
    53. 17 / İSRÂ – 64 Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve recilike ve şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş Şeytanu illâ gurûrâ(gurûren).
    “Ve onlardan güç yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir (cehenneme sevket). Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara (yalan şeyler) vaadet.” Şeytanın vaadettikleri gurur (aldatma)dan başka bir şey değildir.
    54. 18 / KEHF – 63 Kâle eraeyte iz eveynâ ilas sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illeş Şeytanu en ezkureh(ezkurehu), vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).
    (Genç şöyle) dedi: “Gördün mü kayaya sığındığımız zaman ben gerçekten balığı unuttum. Onu hatırlamamı, bana Şeytandan başkası unutturmadı. Ve o (balık), acayip bir şekilde denizin içine doğru kendi yolunu tuttu.”
    55. 19 / MERYEM – 44 Yâ ebeti lâ ta’budiş Şeytan(Şeytane), inneş Şeytane kâne lir rahmâni asıyyâ(asıyyen).
    Ey babacığım, Şeytana kul olma! Muhakkak ki Şeytan, Rahmân’a asi oldu.
    56. 19 / MERYEM – 45 Yâ ebeti innî ehâfu en yemesseke azâbun miner rahmâni fe tekûne liş Şeytani veliyyâ(veliyyen).
    Ey babacığım, muhakkak ki ben, sana Rahmân’dan azap dokunmasından korkuyorum! O durumda, Şeytana velî (dost) olursun.
    57. 19 / MERYEM – 68 Fe ve rabbike le nahşurennehum veş şeyâtîne summe le nuhdırannehum havle cehenneme cisiyyâ(cisiyyen).
    Rabbine andolsun ki, sonra da onları ve Şeytanları, mutlaka haşredeceğiz (toplayacağız). Sonra onları, cehennemin etrafında diz üstü çökmüş olarak hazır kılacağız.
    58. 19 / MERYEM – 83 E lem tere ennâ erselneş şeyâtîne alel kâfirîne teuzzuhum ezzâ(ezzen).
    Onları, kışkırttıkça kışkırtan (tahrik eden) Şeytanları, kâfirlerin üzerine nasıl gönderdiğimizi görmüyor musun?
    59. 20 / TÂHÂ – 117 Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ minel cenneti fe teşkâ.
    Bunun üzerine, (Âdem A.S’a şöyle) dedik: “Ey Âdem! Muhakkak ki bu (Şeytan), senin için ve zevcen (eşin) için düşmandır. Sonra sakının (dikkat edin ki) sizin ikinizi (de) cennetten çıkarmasın. O zaman şâkî olursunuz.
    60. 20 / TÂHÂ – 120 Fe vesvese ileyhiş Şeytanu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceretil huldi ve mulkin lâ yeblâ.
    Böylece Şeytan, ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana, ebedîlik ağacına ve sona ermeyecek bir saltanata, delâlet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?”
    61. 20 / TÂHÂ – 123 Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
    (Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (Şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
    62. 21 / ENBİYÂ – 82 Ve mineş şeyâtîni men yegûsûne lehu ve ya’melûne amelen dûne zâlik(zâlike), ve kunnâ lehum hâfızîn(hâfızîne).
    Ve Şeytanlardan, onun için denize dalanlar ve bundan başka işler yapanlar (da) vardı. Ve onları (onun emrinde) muhafaza eden, Bizdik.
    63. 22 / HACC – 3 Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve yettebiu kulle Şeytanin merîd(merîdin).
    Ve insanlardan öyle kimseler vardır ki; ilmi olmaksızın, Allah hakkında mücâdele eder ve bütün azgın Şeytanlara tâbî olur(lar).
    64. 22 / HACC – 4 Kutibe aleyhi ennehu men tevellâhu fe ennehu yudılluhu ve yehdîhi ilâ azâbis saîr(saîri).
    Onun (Şeytanın) üzerine yazıldı ki; kim, ona (Şeytana) dönerse, o taktirde onu mutlaka dalâlete düşürür ve onu cehennem azabına götürür.
    65. 22 / HACC – 52 Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş Şeytanu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış Şeytanu summe yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
    Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman Şeytan, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat Allah, Şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir (ilim ve hikmet sahibidir).
    66. 22 / HACC – 53 Li yec’ale mâ yulkış Şeytanu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd(baîdin).
    Kalplerinde maraz (hastalık) olan ve kalpleri kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) olanlara, Şeytanın ilka ettiği (ulaştırdığı) şeyi fitne (imtihan) kılmak içindir. Ve muhakkak ki zalimler, elbette uzak bir ayrılık içindedirler (Sıratı Mustakîm’den uzaklaşmışlardır, ayrılmışlardır).
    67. 23 / MU’MİNÛN – 98 Ve eûzu bike rabbi en yahdurûn(yahdurûni).
    Ve Rabbim, (Şeytanların) benim yanımda bulunmalarından sana sığınırım.
    68. 24 / NÛR – 21 Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş Şeytan(Şeytani), ve men yettebi’ hutuvâtiş Şeytani fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
    Ey âmenû olanlar, Şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim Şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (Şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (Şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
    69. 25 / FURKÂN – 29 Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş Şeytanu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
    Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve Şeytan, insana yardımı engelleyendir.
    70. 25 / FURKÂN – 55 Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeuhum ve lâ yadurruhum, ve kânel kâfiru alâ rabbihî zahîrâ(zahîran).
    Ve onlara fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere tapıyorlar. Ve kâfir, Rabbine (karşı) zahir oldu (Şeytana arka çıktı).
    71. 26 / ŞUARÂ – 210 Ve mâ tenezzelet bihiş şeyâtîn(şeyâtînu).
    Ve O’nu (Kur’ân’ı), Şeytanlar indirmedi.
    72. 26 / ŞUARÂ – 221 Hel unebbiukum alâ men tenezzeluş şeyâtîn(şeyâtînu).
    Şeytanlar kimlere iner size haber vereyim mi?
    73. 26 / ŞUARÂ – 223 Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
    Onlar, (Şeytanlara) kulak verirler (dinlerler) ve onların çoğu yalancıdırlar.
    74. 27 / NEML – 24 Vecedtuhâ ve kavmehâ yescudûne liş şemsi min dûnillâhi ve zeyyene lehümuş Şeytanu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli fe hum lâ yehtedûn(yehtedûne).
    Onu ve kavmini Allah’ın yerine güneşe secde ederken buldum. Ve Şeytan, onlara yaptıklarını süslemiş ve böylece (Allah’ın) sebîlinden (yolundan) men etmiş. Bu sebeple onlar hidayette değiller.
    75. 28 / KASAS – 15 Ve dehalel medînete alâ hîni gafletin min ehlihâ fe vecede fîhâ raculeyni yaktetilâni hâzâ min şîatihî ve hâzâ min aduvvih(aduvvihî), festegâsehullezî min şîatihî alellezî min aduvvihî, fe vekezehu mûsâ fe kadâ aleyhi kâle hâzâ min ameliş Şeytan(Şeytani), innehu aduvvun mudillun mubîn(mubînun).
    Ve (Hz. Musa, kendisine hikmet verilmeden önce) şehir halkı gaflette olduğu bir zamanda (kimse farkında olmadan) şehre girdi. Orada dövüşen iki adam buldu. Biri kendi tarafından, diğeri ona düşman taraftan. O zaman onun (Musa (A.S)’ın) tarafından olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Musa (A.S) onu yumrukladı (öldürdü). Böylece (ölüm) kaza edildi (hüküm yerine geldi). Musa (A.S): “Bu Şeytanın işidir. Muhakkak ki o, apaçık dalalette bırakan bir düşmandır.” dedi.
    76. 29 / ANKEBÛT – 38 Ve âden ve semûde ve kad tebeyyene lekum min mesâkinihim, ve zeyyene lehumuş Şeytanu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebsırîn(mustebsırîne).
    Ve Ad ve Semud kavmi, size beyan edildi (gösterildi). Onların meskenlerinden (bahsedilerek) ve Şeytan onlara amellerini süsledi. Böylece onları (Allah’ın) yolundan alıkoydu. Ve onlar görebilenlerdi (görerek inkâr edenlerdi).
    77. 31 / LOKMÂN – 21 Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, e ve lev kâneş Şeytanu yed’ûhum ilâ azâbis saîr(saîri).
    Ve onlara “Allah’ın indirdiği şeye (Kitaba) tâbî olun!” denildiği zaman: “Hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (putlara) tâbî oluruz.” dediler. Ve Şeytan onları, alevli ateşin (cehennemin) azabına çağırıyor olsa da mı?
    78. 34 / SEBE – 20 Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
    Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (Şeytana) tâbî oldular.
    79. 35 / FÂTIR – 6 İnneş Şeytane lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis seîr(seîri).
    Muhakkak ki Şeytan, sizin düşmanınızdır. Öyleyse onu düşman edinin. O, kendi hizbini (taraftarlarını) sadece alevli ateş (cehennem) ehlinden olmaları için çağırır.
    80. 36 / YÂSÎN – 60 E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş Şeytan(Şeytane), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
    Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden Şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (Şeytan), size apaçık bir düşmandır.
    81. 37 / SÂFFÂT – 7 Ve hıfzan min kulli Şeytanin mârid(mâridin).
    Ve marid (azgın ve asi) Şeytanların hepsinden muhafaza ederek.
    82. 37 / SÂFFÂT – 65 Tal’uhâ ke ennehu ruûsuş şeyâtîn(şeyâtîni).
    Onun meyveleri Şeytanların başları gibidir.
    83. 38 / SÂD – 37 Veş şeyâtîne kulle bennâin ve gavvâsın.
    Ve Şeytanları da hepsini ki, onlar bina yapanlar ve dalgıçlardır.
    84. 38 / SÂD – 41 Vezkur abdenâ eyyûb(eyyûbe), iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeş Şeytanu bi nusbin ve azâb(azâbin).
    Ve kulumuz Eyüp (A.S)’ı zikret (hatırla). Rabbine şöyle seslenmişti: “Muhakkak ki Şeytan, bana dert ve azap dokundurdu.”
    85. 39 / ZUMER – 17 Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
    Ve onlar ki; taguta (insan ve cin Şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
    86. 41 / FUSSİLET – 36 Ve immâ yenzeganneke mineş Şeytani nezgun festeız billâh(billâhi), innehu huves semîul alîm(alîmu).
    Ama Şeytandan sana mutlaka vesvese gelecektir. O zaman Allah’a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
    87. 43 / ZUHRÛF – 36 Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu Şeytanen fe huve lehu karîn(karînun).
    Ve kim Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, Şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (Şeytan), onun yakın arkadaşı olur.
    88. 43 / ZUHRÛF – 37 Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
    Ve muhakkak ki onlar (Şeytanlar), onları mutlaka (Allah’ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.
    89. 43 / ZUHRÛF – 62 Ve lâ yasuddennekumuş Şeytan(Şeytanu), innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
    Ve Şeytan sakın sizi, (Sıratı Mustakîm’den) men etmesin. Muhakkak ki o, sizin için apaçık düşmandır.
    90. 44 / DUHÂN – 14 Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
    Ve (O’NA) (Şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.
    91. 47 / MUHAMMED – 25 İnnellezînerteddû alâ edbârihim min ba’di mâ tebeyyene lehumul hudeş Şeytanu sevvele lehum ve emlâ lehum.
    Muhakkak ki kendilerine hidayet tebeyyün ettikten (açıkça belli olduktan) sonra arkalarına geri dönenleri Şeytan (küfre) ulaştırdı. Ve onları (kötü) emellere yöneltti.
    92. 57 / HADÎD – 14 Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garret kumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrekum billâhil garûr(garûmu).
    Onlara seslenirler: “Biz, sizinle beraber olmadık mı?” (Onlar): “Evet, fakat siz kendinizi fitneye düşürdünüz, beklediniz ve şüphe ettiniz. Allah’ın emri (ölüm emri) gelinceye kadar emaniyye sizi aldattı. Ve garur (aldatanlar, Şeytan ve avaneleri), sizi Allah ile (Allah “Gafur’dur, Rahîm’dir, sizi affeder.” diyerek) aldattı.” dediler.
    93. 58 / MUCÂDELE – 10 İnne men necvâ mineş Şeytani li yahzunellezîne âmenû ve leyse bi dârrihim şey’en illâ bi iznillâh(iznillâhî), ve alâllâhi fel yetevekkelil mû’minûn(mû’minûne).
    Muhakkak ki necva (gizli fısıldaşma) Şeytandandır, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri) mahzun etmek içindir. Ve Allah’ın izni olmadıkça onlara bir darlık (sıkıntı) verecek değildir. Öyleyse mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler.
    94. 58 / MUCÂDELE – 19 İstahveze aleyhimuş Şeytanu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbuş Şeytan(Şeytani), elâ inne hizbeşŞeytani humul hâsirûn(hâsirûne).
    Şeytan onları kuşattı. Böylece Allah’ın zikrini onlara unutturdu. İşte onlar, Şeytanın taraftarlarıdır. Şeytanın taraftarları, gerçekten hüsranda olanlar, onlar değil mi?
    95. 59 / HAŞR – 16 Ke meseliş Şeytani iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne).
    (Münafıkların size vaadleri), Şeytanın (vaadlerinin) durumu gibidir. İnsana: “İnkâr et (kâfir ol).” demişti. Fakat, inkâr ettiği zaman: “Muhakkak ki ben senden uzağım, elbette ben, âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.” dedi.
    96. 59 / HAŞR – 17 Fe kâne âkıbetehumâ ennehumâ fîn nâri hâlideyni fîhâ, ve zâlike cezâûz zâlimîn(zâlimîne).
    Böylece ikisinin (münafıkların ve Şeytanın) akıbeti orada, ateşin içinde ebediyyen kalmak oldu. Ve işte bu, zalimlerin cezasıdır.
    97. 67 / MULK – 5 Ve lekad zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha ve cealnâhâ rucûmen liş şeyâtîni ve a’tednâ lehum azâbes saîr(saîri).
    Ve andolsun ki, dünyanın semasını kandillerle süsledik. Ve onları, Şeytanlar için (atılacak) taşlar kıldık. Ve onlar için alevli ateşin azabını hazırladık.
    98. 81 / TEKVÎR – 25 Ve mâ huve bi kavli Şeytanin recîm(recîmin).
    Ve O (Kur’ân), taşlanmış Şeytanın sözü değildir.
    99. 83 / MUTAFFİFÎN – 7 Kellâ inne kitâbel fuccâri le fî siccîn(siccînin).
    Hayır, muhakkak ki, füccarın (Şeytanın fücuruna tâbî olan kâfirlerin) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette siccîndedir (zemin kattan 7 kat aşağıda olan zülmanî kader hücrelerindedir).

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

Oku kelimesi için arama sonuçları (88 sonuç bulundu)

Oku kelimesi için arama sonuçları (88 sonuç bulundu)


  1. 2 / BAKARA – 44 E te’murûnen nâse bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûnel kitâb(kitâbe) e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
    İnsanlara birr’i (tezkiye ve teslim olmayı) emrediyorsunuz da siz kendinizi unutuyor musunuz? Ve siz, Kitab’ı okuduğunuz halde hâlâ akıl etmiyor musunuz?
    2. 2 / BAKARA – 102 Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
    Onlar Süleyman (a.s)’ın mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (a.s), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehri’ndeki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.
    3. 2 / BAKARA – 113 Ve kâletil yahûdu leysetin nasârâ alâ şey’(şey’in) ve kâletin nasârâ leysetil yahûdu alâ şey’in ve hum yetlûnel kitâb(kitâbe), kezâlike kâlellezine lâ ya’lemûne misle kavlihim, fallâhu yahkumu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
    Ve yahudiler dedi ki: “Hristiyanlar bir şey (hak bir dîn) üzere değildir.” Hristiyanlar dedi ki: “Yahudiler bir şey (hak bir dîn) üzere değildir.” Halbuki onlar (her iki taraf da) Kitab’ı tilâvet ediyorlar (okuyorlar). Bunun gibi bilmeyenler de onların sözleri gibi sözler söylediler.Artık Allah, ihtilaf ettikleri şey hakkında, kıyâmet günü hüküm verecektir.
    4. 2 / BAKARA – 121 Ellezîne âteynâhumul kitâbe yetlûnehu hakka tilâvetih(tilâvetihî) ulâike yu’minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
    Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (nebîler), (ve resûller), onu hakiki bir tilâvet ile tilâvet ederler (okuyup açıklarlar). İşte onlar, ona (kitaba) îmân ederler. Ve kim onu inkâr ederse, işte onlar hüsranda olanlardır.
    5. 2 / BAKARA – 129 Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
    Rabbimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara Kitap’ı (Kuranı Kerim’i) ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye (ve tasfiye) edecek bir resûl beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen, Sen, Azîz’sin, Hakîm’sin.
    6. 2 / BAKARA – 151 Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
    Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap’ı(Kurânı Kerim’i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin..
    7. 2 / BAKARA – 252 Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve inneke le minel murselîn(murselîne).
    İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir , O’nu sana, hak ile tilâvet ediyoruz (okuyoruz). Ve muhakkak ki sen, elbette gönderilen resûllerdensin.
    8. 3 / ÂLİ İMRÂN – 78 Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâb(kitâbi), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâh(indillâhi), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
    Ve muhakkak ki onlardan (Ehli Kitap’tan) bir grup mutlaka, onu (okuduklarını) kitaptan zannetmeniz için kitabı okurken dillerini eğip bükerler oysa o kitaptan değildir. O, Allah’ın katından olmadığı halde: “O, Allah’ın katındandır” derler. Ve onlar Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.
    9. 3 / ÂLİ İMRÂN – 79 Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(tedrusûne).
    Bir insan için, Allah’ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra onun insanlara; “Allah’tan başka bana kul olun” demesi olamaz (mümkün değildir). Fakat, sizin kitabı tedris etmiş (okuyup öğrenmiş) olmanız ve öğretiyor olmanızdan dolayı ancak: “Rabbâni (kendini Rabb’e adamış) kullar olunuz” der.
    10. 3 / ÂLİ İMRÂN – 93 Kullut taâmi kâne hillen li benî isrâile illâ mâ harrame isrâîlu alâ nefsihî min kabli en tunezzelet tevrât(tevrâtu), kul fe’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    Tevrat indirilmeden önce İsrailoğullarının kendi kendilerine haram kıldığı şeylerden başka bütün yiyecekler İsrailoğulları için helâldi. De ki: “Eğer siz, (yeminlerinizde ve sözlerinizde) sadık iseniz, öyleyse Tevrat’ı getirin de okuyun.”
    11. 3 / ÂLİ İMRÂN – 101 Ve keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum resûluh(resûluhu), ve men ya’tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
    Ve size, Allah’ın âyetleri okunurken ve aranızda O’nun (Allah’ın) Resûl’ü varken, siz nasıl inkâr edersiniz. Ve kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık o Sıratı Mustakim’e (Allah’a ulaştıran yola) hidayet olunmuştur.
    12. 3 / ÂLİ İMRÂN – 108 Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve mâllâhu yurîdu zulmen lil âlemîn(âlemîne).
    İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir, onları sana hak olarak tilavet ediyoruz (okuyup açıklıyoruz). Ve Allah, âlemlere zulüm olmasını istemez.
    13. 5 / MÂİDE – 1 Yâ eyyuhellezîne âmenû evfû bil ukûd(ukûdi) uhıllet lekum behîmetul en’âmi illâ mâ yutlâ aleykum gayre muhillîs saydi ve entum hurum(hurumun) innallâhe yahkumu mâ yurîd(yurîdu).
    Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşıp teslim olmayı dileyenler)! (Yaptığınız) akidleri yerine getirin. Ve ihramda iken av’ı (avlanmayı) helâl saymamakla beraber size okunacak olanların dışında kalan, dört ayaklı hayvanlar sizin için helâl kılınmıştır. Muhakkak ki Allah dilediği şeye hükmeder.
    14. 5 / MÂİDE – 27 Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı iz karrebâ kurbânen fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel minel âhar(âhari) kâle le aktulennek(aktulenneke) kâle innemâ yetekabbelullâhu minel muttekîn(muttekîne).
    Ve onlara Adem’in iki oğlunun haberini (kıssasını, aralarında geçen olayı) hakkıyla oku, Allah’a yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, (Kurban) ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul edilmez. (Kurbanı kabul edilmeyen) “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da, “Allah sadece takvâ sahiplerinden kabul eder.” dedi.
    15. 5 / MÂİDE – 58 Ve izâ nâdeytum iles salâtittehazûhâ huzuven ve leıbâ(leıben) zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
    Ve namaza çağırdığınız (ezan okuduğunuz) zaman, onu oyun ve alay konusu edindiler. Bu, onların akıl etmeyen (aklını kullanmayan) bir kavim olmaları sebebiyledir.
    16. 6 / EN’ÂM – 151 Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
    De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O’na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece siz, akıl edersiniz.”
    17. 6 / EN’ÂM – 156 En tekûlû innemâ unzilel kitâbu alâ tâifeteyni min kablinâ ve in kunnâ an dirâsetihim le gâfilîn(gâfilîne).
    “Kitap, yalnızca bizden önceki iki topluluğa indirildi. Ve biz onların okuduklarından gerçekten gâfildik.” dersiniz diye (dememeniz için).
    18. 7 / A’RÂF – 169 Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada hâzel ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
    Artık onlardan sonra, sonraki nesil halef oldu (onların yerine geçti). Kitab’a varis oldular. Ve: “Yakında bize mağfiret edilecek (günahlarımız sevaba çevrilecek).” diyerek, bu değersiz dünya malını alırlar (aldılar). Ve onun gibi bir misli daha dünya malı onlara gelse, onu da alırlar. Allah’a karşı haktan başka bir şey söylememeleri için onlardan Kitab’ın misaki alınmadı mı? Ve O’nun içindekileri, onlar okudular (öğrendiler). Takva sahibi olanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?
    19. 7 / A’RÂF – 175 Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
    Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.
    20. 7 / A’RÂF – 204 Ve izâ kuriel kur’ânu festemiû lehu ve ensıtû leallekum turhamûn(turhamûne).
    Kur’ân okunduğu zaman artık onu dinleyin! Ve susun ki; böylece rahmete kavuşturulursunuz.
    21. 8 / ENFÂL – 2 İnnemel mu’minûnellezîne izâ zukirallâhu vecilet kulûbuhum ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânen ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
    Gerçek mü’minler onlardır ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer (cezbelenir). Ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve Rab’lerine tevekkül ederler.
    22. 8 / ENFÂL – 31 Ve iza tutlâ aleyhim âyâtunâ kâlû kad semi’nâ lev neşâu le kulnâ misle hâzâ in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(evvelîne).
    Ve âyetlerimiz onlara okunduğu zaman, “Biz işittik. Şâyet biz dileseydik, bunun gibisini elbette biz de söylerdik. Bu ise ancak evvelkilerin masalıdır.” dediler.
    23. 10 / YÛNUS – 15 Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena’ti bi kur’ânin gayri hâzâ ev beddilh(beddilhu), kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
    Ve onlara âyetlerimiz, delillerle okunduğu zaman Bize ulaşmayı dilemeyen kimseler şöyle dedi: “Bize bundan başka bir Kur’ân getir veya O’nu değiştir.” De ki: “O’nu, kendi nefsimden (bir şey) ilka ederek benim değiştirmem olamaz. Ben ancak bana vahyolunan şeye tâbî olurum. Şâyet Rabbime asi olursam muhakkak ki ben, büyük günün azabından korkarım.”
    24. 10 / YÛNUS – 16 Kul lev sâallâhu mâ televtuhû aleykum ve lâ edrâkum bihî, fe kad lebistu fîkum umuren min kablih(kablihî), e fe lâ ta’kilûn(ta’kilûne).
    De ki: “Şâyet Allah dileseydi, O’nu size okumazdım ve O’nu size bildirmezdim. Halbuki O’ndan önce içinizde bir ömür sürdüm. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?”
    25. 10 / YÛNUS – 61 Ve mâ tekûnu fî şe’nin ve mâ tetlû minhu min kur’ânin ve lâ ta’melûne min amelin illâ kunnâ aleykum şuhûden iz tufîdûne, fîh(fîhi) ve mâ ya’zubu an rabbike min miskâli zerretin fîl ardı ve lâ fîs semâi ve lâ asgare min zâlike ve lâ ekbere illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).
    Ve bir iş ile meşgul olmanız, Kur’ân’dan bir şey okumanız ve yaptığınız bir amel yoktur ki, ona daldığınız zaman sizin üzerinize şahitler olmayalım. Yeryüzünde ve semada zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden gizli kalmaz. Ve ondan daha büyüğü ve daha küçüğü yoktur ki, Kitab-ı Mübîn’de olmasın.
    26. 10 / YÛNUS – 71 Vetlu aleyhim nebe’e nûh(nûhın), iz kâle li kavmihî yâ kavmi in kâne kebure aleykum makâmî ve tezkîrî bi âyâtillâhi fe alâllâhi tevekkeltu fe ecmiû emrekum ve şurekâekum summe lâ yekun emrukum aleykum gummeten summakdû ileyye ve lâ tunzirûn(tunzirûne).
    Ve onlara Hz. Nuh’un haberini oku. Kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Benim (aranızda) durmam (bulunmam), Allah’ın âyetlerini zikretmem (hatırlatmam), size ağır geliyorsa, artık ben Allah’a tevekkül ettim (güveniyorum). Bundan sonra siz ve ortaklarınız, (yapacağınız) işinize karar verin. Sonra işleriniz size keder olmasın. Sonra da bana uygulayın (yerine getirin) ve beklemeyin.”
    27. 10 / YÛNUS – 94 Fe in kunte fî şekkin mimmâ enzelnâ ileyke fes’elillezîne yakreûnel kitâbe min kablik(kablike), lekad câekel hakku min rabbike fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne).
    Bundan sonra eğer sana indirdiğimiz şey hakkında şüphe içinde olursan, o zaman senden önce kitabı okuyan kimselere sor. Andolsun ki; sana Rabbinden hak geldi. Öyleyse sakın şüphe edenlerden olma.
    28. 11 / HÛD – 17 E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu’minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev’ıduh(mev’ıduhu), fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn(yu’minûne).
    Artık O’nun (Allah) tarafından bir şahitin, onu okuduğu kimse mi Rabbinden kesin bir delil üzerinde oldu ki; ondan önce bir imam (rehber) ve bir rahmet olarak Musa (A.S)’ın kitabı var(dır)? İşte onlar, ona inanırlar. Ve bir topluluktan onu inkâr eden, böylece ona vaadedilen yeri, ateş olan kimse mi (Rabbinden kesin bir delil üzerinde oldu)? Bundan sonra ondan şüphe içinde olma. Çünkü o, senin Rabbinden bir haktır. Lâkin insanların çoğu mü’min olmazlar (inanmazlar).
    29. 13 / RA’D – 30 Kezâlike erselnâke fî ummetin kad halet min kablihâ umemun li tetluve aleyhimullezî evhaynâ ileyke ve hum yekfurûne bir rahmân(rahmâni), kul huve rabbî lâ ilâhe illâ hû(hûve), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi metâb(metâbi).
    Böylece, ondan önce gelip geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, seni de, sana vahyettiğimizi, onlara okuman için bir ümmetin içine gönderdik. Onlar, Rahmân’ı inkâr ediyorlar. De ki: “O benim Rabbimdir. Ben O’na tevekkül ettim ve O’ndan başka ilâh yoktur. Ve tövbem, dönüşüm (tövbesi kabul edilmiş olarak dönüşüm) O’nadır.”
    30. 16 / NAHL – 98 Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm(racîmi).
    Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’i okuduğun zaman recmedilmiş (taşlanmış) şeytandan hemen Allah’a sığın.
    31. 17 / İSRÂ – 14 Ikra’ kitâbek(kitâbeke), kefâ bi nefsikel yevme aleyke hasîbâ(hasîben).
    Kitabını oku (hayat filmini izle)! Bugün hasib (hesap görücü) olarak (hayat filmindeki) nefsin(in cennete veya cehenneme gideceğini gösteren negatif ve pozitif derecelerinin neticeleri) sana kâfi oldu.
    32. 17 / İSRÂ – 45 Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
    Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
    33. 17 / İSRÂ – 71 Yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim, fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî fe ulâike yakreûne kitâbehum ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
    O gün bütün insanları, (Allah’ın tayin ettiği) imamları ile çağırırız. O zaman kitabı sağdan verilen kimseler, böylece kitaplarını okurlar. Ve (onlara) zerre kadar zulmedilmez (haksızlığa uğratılmaz).
    34. 17 / İSRÂ – 78 Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ(meşhûden).
    Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını (fecr vakti okunan Kur’ân’ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir.
    35. 17 / İSRÂ – 93 Ev yekûne leke beytun min zuhrufin ev terkâ fîs semâ(semâi), ve len nu’mine li rukıyyike hattâ tunezzile aleynâ kitâben nakreuh(nakreuhu), kul subhâne rabbî hel kuntu illâ beşeren resûlâ(resûlen).
    Veya senin altından bir evin olsun veya semaya yüksel. Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin yükselişine (miracına) asla inanmayız. De ki: “Benim Rabbim, Sübhan’dır (O, noksan sıfatlardan münezzehtir). Ben, insan resûlden başka bir şey miyim?”
    36. 17 / İSRÂ – 106 Ve kur’ânen faraknâhu li takreehu alen nâsi alâ muksin ve nezzelnâhu tenzîlâ(tenzîlen).
    Ve Kur’ân-ı Kerim; onu kısımlara (sure sure ve âyet âyet) ayırdık. İnsanlara, onu muksin olarak (uzun sürede) okuman için tenzîlen (kısımlara ayırıp, uzun sürede okunabilecek şekilde), bir indirişle indirdik.
    37. 17 / İSRÂ – 107 Kul âminû bihî ev lâ tu’minû, innellezîne ûtul ilme min kablihî izâ yutlâ aleyhim yahırrûne lil ezkâni succedâ(succeden). (SECDE ÂYETİ)
    De ki: “O’na inanılsın veya inanılmasın, O’ndan önce kendilerine ilim verilen kimseler, onlara (Kur’ân’ın secde âyetleri) okunduğu zaman, secde ederek çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar.”
    38. 18 / KEHF – 27 Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbik(rabbike), lâ mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ(multehaden).
    Sana, Rabbinin Kitab’ından, vahyolunanı oku! O’nun kelimesini değiştirecek yoktur. Ve O’ndan (Allah’tan) başka yönelinecek bulamazsın (yönelinecek yoktur).
    39. 19 / MERYEM – 58 Ulâikellezîne en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve mimmen hamelnâ mea nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ vectebeynâ, izâ tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ(bukiyyen). (SECDE ÂYETİ)
    İşte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği nebîlerdendir. Âdem (A.S)’ın zürriyyetinden (neslinden) ve Nuh (A.S)’la beraber taşıdıklarımızdan ve İbrâhîm (A.S) ve İsrail (A.S)’ın zürriyyetinden ve Bizim hidayete erdirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendir. Onlara, Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve secde ederek yere kapanırlardı.
    40. 19 / MERYEM – 73 Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne keferû lillezîne âmenû eyyul ferîkayni hayrun makâmen ve ahsenu nediyyâ(nediyyen).
    Ve âyetlerimiz, onlara beyan edilerek okunduğu zaman, kâfirler âmenû olanlara (şöyle) dediler: “İki gruptan hangisi, makam bakımından daha hayırlı ve meclis bakımından daha güzel?”
    41. 22 / HACC – 30 Zâlike ve men yuazzım hurumâtillâhi fe huve hayrun lehu inde rabbih(rabbihî), ve uhıllet lekumul en’âmu illâ mâ yutlâ aleykum fectenibûr ricse minel evsâni vectenibû kavlez zûr(zûri).
    İşte böyle, kim Allah’ın haramlarına (yasaklarına) hürmet ederse, o zaman bu, Rabbinin katında kendisi için hayırlıdır. Ve size okunanlar (yasak olduğu bildirilen hayvanlar) hariç, hayvanlar size helâl kılındı. Artık putların pisliğinden ve yalan sözden içtinap edin (kaçının).
    42. 22 / HACC – 72 Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin ta’rifu fî vucûhillezîne keferûl munker(munkere), yekâdûne yestûne billezîne yetlûne aleyhim âyâtinâ, kul e fe unebbiukum bi şerrin min zâlikum, en nâr(nâru), vaadehallâhullezîne keferû, ve bi’sel masîr(masîru).
    Onlara açıklanmış âyetlerimiz okunduğu zaman münkeri (inkârı, reddi), inkâr edenlerin yüzlerinden tanırsın (farkedersin). Neredeyse, âyetlerimizi onlara okuyanlara saldıracaklar. De ki: “Size bundan daha şerrlisini haber vereyim mi?” Allah’ın kâfirlere vaadettiği o (şey), ateştir. Ne kötü masir (gidilecek yer)dir.
    43. 23 / MU’MİNÛN – 66 Kad kânet âyâtî tutlâ aleykum fe kuntum alâ a’kâbikum tenkisûn(tenkisûne).
    Âyetlerimiz size tilâvet edilmişti (okunmuştu). O zaman siz, topuklarınız üzerinde geri dönüp kaçmıştınız.
    44. 23 / MU’MİNÛN – 105 E lem tekun âyâtî tutlâ aleykum fe kuntum bihâ tukezzibûn(tukezzibûne).
    Âyetlerim size okunurken; onları tekzip edenler (yalanlayanlar), siz değil miydiniz?
    45. 25 / FURKÂN – 5 Ve kâlû esâtîrul evvelînektetebehâ fe hiye tumlâ aleyhi bukreten ve asîlâ(asîlen).
    Ve “O (Kur’ân), O’nun (önceden) yazdırdığı ve sabah akşam ona okunan evvelkilerin efsaneleridir.” dediler.
    46. 25 / FURKÂN – 32 Ve kâlellezîne keferû lev lâ nuzzile aleyhil kur’ânu, cumleten vâhideh(vâhideten), kezâlike li nusebbite bihî fuâdeke ve rettelnâhu tertîlâ(tertîlen).
    Ve kâfirler: “Kur’ân ona, bir defada bütün (toplu) olarak indirilmeli değil miydi?” dediler. İşte bu, O’nu (Kur’ân’ı) senin idrakine tesbit etmemiz (sabitlememiz) içindir. Ve O’nu, kısım kısım tertipleyerek beyan ettik (okuduk).
    47. 26 / ŞUARÂ – 69 Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm(ibrâhîme).
    Ve onlara İbrâhîm (A.S)’ın haberini tilâvet et (oku)!
    48. 26 / ŞUARÂ – 199 Fe karaehu aleyhim mâ kânû bihî mu’minîn(mu’minîne).
    Böylece onlara, O’nu okusaydı (gene de) O’na îmân etmezlerdi (mü’min olmazlar, Allah’a ulaşmayı dilemezlerdi).
    49. 27 / NEML – 92 Ve en etluvel kur’ân(kur’âne), fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn(munzirîne).
    Ve “Kur’ân’ı okumakla (emrolundum). Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, o zaman Ben sadece inzar edenlerdenim (uyaranlardanım).” de.
    50. 28 / KASAS – 3 Netlû aleyke min nebei mûsâ ve fir’avne bil hakkı li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
    Musa (A.S) ve firavunun haber(ler)inden, mü’min bir kavim için hak ile (gerçek olarak) sana okuyacağız.
    51. 28 / KASAS – 45 Ve lâkinnâ enşe’nâ kurûnen fe tetâvele aleyhimul umur(umuru), ve mâ kunte sâviyen fî ehli medyene tetlû aleyhim âyâtinâ, ve lâkinnâ kunnâ mursilîn(mursilîne).
    Ve lâkin (birçok) nesiller inşa ettik (oluşturduk). Onların ömürleri uzun oldu. Sen Medyen halkı arasında olmadığın (halde), onlara (sahâbeye) âyetlerimizi okuyorsun. Fakat (o haberleri sana) gönderen, Biziz.
    52. 28 / KASAS – 53 Ve izâ yutlâ aleyhim kâlû âmennâ bihî innehul hakku min rabbinâ innâ kunnâ min kablihî muslimîn(muslimîne).
    Ve onlara (Kur’ân) okunduğu zaman: “O’na îmân ettik, muhakkak ki O, Rabbimizden haktır. Biz, ondan önce de muhakkak ki (Allah’a) teslim olanlardık.” dediler.
    53. 28 / KASAS – 59 Ve mâ kâne rabbuke muhlikel kurâ hattâ yeb’ase fî ummihâ resûlen yetlû aleyhim âyâtinâ, ve mâ kunnâ muhlikîl kurâ illâ ve ehluhâ zâlimûn(zâlimûne).
    Ve senin Rabbin, ülkelere, onların ana şehirlerine, onlara âyetlerimizi okuyan bir resûl göndermedikçe helâk edici olmadı. Ve Biz, onun halkı zalim olmadıkça (zulmetmedikçe) ülkeleri helâk edici olmadık.
    54. 29 / ANKEBÛT – 45 Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
    Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
    55. 29 / ANKEBÛT – 48 Ve mâ kunte tetlû min kablihî min kitâbin ve lâ tehuttuhu bi yemînike izen lertâbel mubtılûn(mubtılûne).
    Ve sen, bundan önce kitap okumadın. Ve sen, O’nu elinle de yazmıyorsun. Öyle olsaydı, batılda olanlar (boş konuşanlar) elbette şüphe ederlerdi.
    56. 29 / ANKEBÛT – 51 E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
    Onlara okunmakta olan Kitab’ı, sana nasıl indirdiğimiz kendilerine kâfi gelmedi mi? Muhakkak ki mü’min olan bir kavim için bunda elbette rahmet ve zikir vardır.
    57. 31 / LOKMÂN – 7 Ve izâ tutlâ aleyhi âyâtunâ vellâ mustekbiren ke en lem yesma’hâ ke enne fî uzuneyhi vakrâ(vakran), fe beşşirhu bi azâbin elîm(elîmin).
    Ve ona âyetlerimiz okunduğu zaman onu işitmemiş gibi kibirlenerek döner (gider), onun kulaklarında vakra (işitme engeli) varmış gibi. Öyleyse onu elîm azapla müjdele (ikaz et, uyar).
    58. 33 / AHZÂB – 34 Vezkurne mâ yutlâ fî buyûtikunne min âyâtillâhi vel hikmeh(hikmeti), innallâhe kâne latîfen habîrâ(habîren).
    Ve evlerinizde Allah’ın âyetlerinden okunanları ve hikmeti zikredin. Muhakkak ki Allah; Lâtif’tir (lütuf sahibi), Habîr’dir (herşeyden haberdar).
    59. 34 / SEBE – 43 Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlû mâ hâzâ illâ raculun yurîdu en yasuddekum ammâ kâne ya’budu âbâukum, ve kâlû mâ hâzâ illâ ifkun mufterâ(mufteran) ve kâlellezîne keferû lil hakkı lemmâ câehum in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
    Ve onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman: “Bu ancak, babalarınızın tapmış olduğu şeylerden sizi men etmek isteyen bir adamdan başkası değildir.” dediler. Ve dediler ki: “Bu, uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değil.” Ve kâfirler hak için, onlara (hak) geldiği zaman: “Bu, ancak apaçık bir sihirdir.” dediler.
    60. 34 / SEBE – 44 Ve mâ âteynâhum min kutubin yedrusûnehâ ve mâ erselnâ ileyhim kableke min nezîr(nezîrin).
    Ve Biz, onlara tedris edecekleri (okuyup çalışacakları) kitaplardan vermedik. Ve senden önce onlara bir nezir (de) (uyarıcı peygamber) göndermedik.
    61. 35 / FÂTIR – 29 İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten yercûne ticâreten len tebûr(tebûre).
    Muhakkak ki Allah’ın Kitabı’nı okuyanlar, namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık infâk edenler, asla kesilmeyecek (devam edecek) bir ticaret (kazanç) ümit ederler.
    62. 37 / SÂFFÂT – 3 Fet tâliyâti zikrâ(zikran).
    Zikrederek (Kur’ân) tilâvet edenlere (okuyanlara) (andolsun).
    63. 39 / ZUMER – 71 Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
    Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
    64. 41 / FUSSİLET – 26 Ve kâlellezîne keferû lâ tesmeû li hâzel kur’âni velgav fîhi leallekum taglibûn(taglibûne).
    Kâfirler: “Bu Kur’ân’ı dinlemeyin, (okuma süresi) içinde gürültü yapın. Umulur ki böylece siz gâlip olursunuz.” dediler.
    65. 45 / CÂSİYE – 6 Tilke âyâtullahi netlûhâ aleyke bil hakk(hakk‎ı), fe bi eyyi hadîsin ba’dallâhi ve âyâtihî yû’minûn(yû’minûne).
    İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Sana hak olarak onları okuyoruz. O halde Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
    66. 45 / CÂSİYE – 8 Yesmeu âyâtillâhi tutlâ aleyhi summe yusırru mustekbiren ke en lem yesma’hâ, fe beşşirhu bi azâbin elîm(elîmin).
    Kendisine okunan, Allah’ın âyetlerini işitir. Sonra onu işitmemiş gibi kibirlenerek israr eder. Artık onu, elîm azap ile müjdele.
    67. 45 / CÂSİYE – 25 Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin mâ kâne huccetehum illâ en kâlû’tû bi âbâinâ in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    Onlara âyetlerimiz beyan edilerek okunduğu zaman onların delilleri (iddiaları): “Eğer siz sadıklarsanız (doğru söyleyenlerseniz), babalarımızı getirin!” demekten başka birşey olmadı.
    68. 45 / CÂSİYE – 31 Ve emmellezîne keferû, e fe lem tekun âyâtî tutlâ aleykum festekbertum ve kuntum kavmen mucrimîn(mucrimîne).
    Ve fakat inkâr edenlere denir ki: “Âyetlerim size okunduğu zaman kibirlenenler siz değil miydiniz? Ve siz, mücrim bir kavim oldunuz.”
    69. 46 / AHKÂF – 7 Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne keferû lil hakkı lemmâ câehum hâzâ sihrun mubîn(mubînun).
    Ve onlara âyetlerimiz beyan edilerek (açıklanarak) okunduğu zaman kâfirler, (âyetlerimiz) onlara gelince, hak (âyetlerimiz) için: “Bu, apaçık bir sihirdir.” dediler.
    70. 46 / AHKÂF – 29 Ve iz sarefnâ ileyke neferen minel cinni yestemiûnel kur’ân(kur’âne), fe lemmâ hadarûhu kâlû ensıtû, fe lemmâ kudıye vellev ilâ kavmihim munzirîn(munzirîne).
    Cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik, Kur’ân’ı dinlemeleri için. Onun huzuruna geldikleri zaman “Susun, dinleyin!” dediler. Sonra (Kur’ân-ı Kerim okuması) bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.
    71. 62 / CUMA – 2 Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
    Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O’dur. Onlara, O’nun (Allah’ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab’ı (Kur’ân-ı Kerim’i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah’a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.
    72. 62 / CUMA – 5 Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil hımâri yahmilu esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    Kendilerine Tevrat yüklenip de (Tevrat’ın farzları okunup da), sonra O’nu taşımayanların (onunla amel etmeyenlerin) hali, ciltlerle kitap taşıyan merkebin hali gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötü. Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
    73. 65 / TALÂK – 11 Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve men yû’min billâhi ve ya’mel sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ(rızkan).
    Resûl, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (salih amel, yani nefs tezkiyesi) yapanları, karanlıklardan nura çıkarmak için size Allah’ın âyetlerini açıklayarak okur. Ve kim, Allah’a îmân ederse ve salih (nefsi ıslâh eden) amel işlerse onu, içinde ebediyyen kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere dahil eder (koyar). Allah(‘ın Zat’ı), onun (resûl) için en güzel rızık olmuştur.
    74. 68 / KALEM – 15 İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne).
    Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) evvelkilerin masalları.” dedi.
    75. 68 / KALEM – 37 Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(tedrusûne).
    Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi okuyorsunuz?
    76. 69 / HÂKKA – 19 Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihî fe yekûlu hâumukreû kitâbiyeh.
    O zaman kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise o zaman: “Alınız, kitabımı okuyun.” der.
    77. 72 / CİNN – 19 Ve ennehu lemmâ kâme abdullâhi yedûhu kâdû yekûnûne aleyhi libedâ(libeden).
    Ve muhakkak ki O; Allah’ın Kulu (Hz. Muhammed S.A.V), O’na (Allah’a) dua etmeye (Kur’ân okumaya) kalktığı zaman, (O’nun etrafında) neredeyse üstüste birikip toplanıyorlardı.
    78. 73 / MUZZEMMİL – 4 Ey zid aleyhi ve rettilil kur’âne tertîlâ(tertilen).
    Veya onu daha arttır. Ve Kur’ân’ı tane tane güzel bir şekilde oku.
    79. 73 / MUZZEMMİL – 6 İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ(kîlen).
    Muhakkak ki gece kalkışı (meşakkatli fakat) tesir bakımından daha kuvvetli ve okuyuş bakımından daha sağlamdır.
    80. 73 / MUZZEMMİL – 20 İnne rabbeke ya’lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur’ân(kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a’zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
    Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur’ân okumak, zikir yapmak, kanitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tayin edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur’ân’dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah’ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah’ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O’ndan (Kur’ân’dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah’ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah’a istiğfar edin (tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.
    81. 75 / KIYÂME – 17 İnne aleynâ cem’ahu ve kur’ânehu.
    Muhakkak ki O’nun toplanması ve okunması Bize aittir.
    82. 75 / KIYÂME – 18 Fe izâ kara’nâhu fettebi’kur’ânehu.
    Öyleyse O’nu okuduğumuz zaman, artık O’nun (Kur’ân’ın) okunuşuna tâbî ol.
    83. 83 / MUTAFFİFÎN – 13 İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne).
    Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “Evvelkilerin masalları.” dedi.
    84. 84 / İNŞİKAK – 21 Ve izâ kurıe aleyhimul kur’ânu lâ yescudûn(yescudûne). (SECDE ÂYETİ)
    Ve onlara Kur’ân okunduğu zaman secde etmezler.
    85. 87 / A’LÂ – 6 Senukriuke fe lâ tensâ.
    (Kur’ân’ı) sana, Biz okutacağız, bundan sonra sen unutmayacaksın.
    86. 96 / ALAK – 1 Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka).
    Yaratan Rabbinin İsmi ile oku.
    87. 96 / ALAK – 3 Ikra’ ve rabbukel ekrem(ekremu).
    Oku ve senin Rabbin, sonsuz kerem sahibidir.
    88. 98 / BEYYİNE – 2 Resûlun minallâhi yetlû suhufen mutahharah(mutahhareten).
    Allah’tan gönderilen resûl, (onlara) tertemiz (bâtıl ve şüpheden uzak) sahifeleri okur.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

Doğru kelimesi için arama sonuçları (71 sonuç bulundu)

İnsana sadakat yaraşır görmeden ikrah

Doğruların yardımcısıdır hazreti Allah

 

Doğru kelimesi için arama sonuçları (71 sonuç bulundu)

  1. 2 / BAKARA – 101   Ve lemmâ câehum resûlun min indillâhi musaddikun limâ meahum nebeze ferîkun minellezîne ûtûl kitâb(kitâbe), kitâballâhi verâe zuhûrihim ke ennehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    Ve onlara Allah’ın katından yanlarındaki (Kitab’ı) tasdik eden (doğrulayan) bir resûl geldiği zaman, kitapverilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın Kitab’ını arkalarına attılar.
  2. 2 / BAKARA – 253   Tilker rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât(derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhıl kudus(rûhıl kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câethumul beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer(kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd(yurîdu).
    İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık. Allah, onlardan kimiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti. Ve Biz, Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler verdik. Ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik (doğruladık). Eğer Allah dileseydi, onlardan sonra gelenler, kendilerine beyyineler (ispat vasıtaları) geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin ayrılığa düştüler. O zaman onlardan kimi îmân etti, kimi de inkâr etti. Eğer Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin Allah, dilediği şeyi yapar.
  3. 2 / BAKARA – 285   Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr(masîru).
    Resûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti ve mü’minler de, hepsi Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O’nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “ışittik ve itaat ettik! Ve Rabbimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) Sana’dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.
  4. 3 / ÂLİ İMRÂN – 95   Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
    De ki: “Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim’in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı.”
  5. 3 / ÂLİ İMRÂN – 183   Ellezîne kâlû innallâhe ahide ileynâ ellâ nu’mine li resûlin hattâ ye’tiyenâ bi kurbânin te’kuluhun nâr(nâru), kul kad câekum rusulun min kablî bil beyyinâti ve billezî kultum fe lime kateltumûhum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    Onlar, “Muhakkak ki Allah, “bize ateşin yiyeceği bir kurbanı getirinceye kadar, hiçbir Resûl’e“ îmân etmememiz için bize ahdetti” dediler. Onlara de ki: “Benden önce Resûller, beyyinelerle ve sizin söylediğiniz o şey ile size gelmişlerdi. Eğer siz sâdıklar (doğru söyleyenler) iseniz, o halde onları niçin öldürdünüz.
  6. 3 / ÂLİ İMRÂN – 188   Lâ tahsebennellezîne yefrahûne bi mâ etev ve yuhıbbûne en yuhmedû bi mâ lem yef’alû fe lâ tahsebennehum bi mefâzetin minel azâb(azâbi), ve lehum azâbun elîm(elîmun).
    Sakın zannetme ki, (Kitab Ehli’ninden olup, Kitap’tandır diyerek) getirdikleri şey ile (doğrusunu gizleyip, gerçeği açıklamayarak yaptıkları ile) ferahlayan (sevinen) kimseler ve yapmadıkları ile övülmeyi seven kimseler ki, bundan sonra onların azaptan kurtulacak bir yerde olduğunu sanma. Ve onlar için “Elîm Azap” vardır.
  7. 4 / NİSÂ – 51   E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yu’minûne bil cibti vet tâgûti ve yekûlûne lillezîne keferû hâulâi ehdâ minellezîne âmenû sebîlâ(sebîlen).
    Kitaptan kendilerine pay verilen kimseleri görmedin mi? Cibte (kâhinlere, putlara) ve tâguta (insan ve cin şeytanlara) inanıyorlar ve inkâr eden kimseler için de, “Bunlar îmân eden kimselerden daha doğru bir yoldadır.” diyorlar.
  8. 4 / NİSÂ – 87   Allâhu lâ ilâhe illâ huve le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîh(fîhi) ve men asdeku minallâhi hadîsâ(hadîsen).
    Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Ve Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?
  9. 4 / NİSÂ – 122   Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve men asdaku minallâhi kîlâ(kîlen).
    Ve onlar ki, âmenû olup, nefsi ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) salih amel işlediler, işte onları, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız, orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah’ın vaadi haktır (gerçektir). Ve Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?
  10. 4 / NİSÂ – 171   Yâ ehlel kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illel hakk(hakka) innemel mesîhu îsebnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuh(kelimetuhu), elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun minh(minhu), fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve lâ tekûlû selâseh(selâsetun) intehû hayran lekum innemâllâhu ilâhun vâhid(vâhidun), subhânehû en yekûne lehu veled(veledun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
    Ey kitab ehli! Dîniniz hakkında haddi aşmayın! Allah’a karşı haktan (doğrudan, gerçekten) başka bir şey söylemeyin. Mesih İsa, Meryem’in oğludur ve sadece Allah’ın resûlü ve O’nun kelimesidir. (Ruh’ûl Kudüs) Onu Meryem’e ilka etti ve o, kendisinden (Ruh’ûl Kudüs’den) bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve O’nun resûllerine îmân edin! Ve “Üçtür.” demeyin (baba Allah, oğul Allah ve Ruh’ûl Kudüs diye üç Allah vardır demeyin), vazgeçin, sizin için hayırlıdır. Allah sadece tek ilâhtır. O’nu, “çocuk sahibi olmaktan” tenzih edin. Göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) O’nundur. Ve vekil olarak Allah yeter.
  11. 5 / MÂİDE – 48   Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk(hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât(hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
    Ve (Ey Muhammed) sana ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu Kitab’ı hakk ile indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk’tan gelenden ayrılıp da onların hevâlarına uyma. Sizden hepiniz için (tek) bir şeriat, ve açık bir yol belirlemiştik. Ve Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile denemek içindir. O halde hayırlarda yarışın! Sizin hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, size haber verecek.
  12. 5 / MÂİDE – 75   Melmesîhubnu meryeme illâ resûl(resûlun), kad halet min kablihir rusul(rusulun) ve ummuhu sıddîkah(sıddîkatun) kânâ ye’kulânit taâm(taâmi) unzur keyfe nubeyyinu lehumul âyâti summenzur ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).
    Meryem oğlu Mesih (Hz. İsa) sadece bir Resûldür. Ondan önce de resûller (elçiler) gelip geçmiştir.Ve onun annesi sıddîktır (çok doğru ve iffetlidir). İkisi de (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetleri nasıl açıklayıp beyan ediyoruz. Sonra da bak, nasıl (Allâh’tan) döndürülüyorlar.
  13. 5 / MÂİDE – 107   Fe in usire alâ ennehumâstehakkâ ismen fe âharâni yekûmâni makâmehumâ minellezînestehakka aleyhimul evleyâni fe yuksîmâni billâhi le şehâdetunâ ehakku min şehâdetihimâ ve ma’tedeynâ, innâ izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
    Eğer o iki kişinin bir günaha müstehak olduğunun (sonradan) farkına varılırsa, o taktirde onlara daha yakın olan hak sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçer sonra Allah’a şöyle yemin ederler; “Bizim şahidliğimiz onların şahidliğinden mutlaka daha doğrudur, haktır ve biz haddi aşmadık. Aksi takdirde, o zaman biz mutlaka zalimlerden oluruz.”
  14. 5 / MÂİDE – 113   Kâlû nurîdu en ne’kule minhâ ve tetmainne kulûbunâ ve na’leme en kad sadaktenâ ve nekûne aleyhâ mineş şâhidîn(şâhidîne).
    (Onlar); “Ondan yemek istiyoruz ve de kalblerimizin tatmin olmasını istiyoruz ve senin gerçekten bize doğru söylemiş olduğunu bilelim ve onun üzerine şahitlerden olalım” dediler.
  15. 6 / EN’ÂM – 40   Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi ev etetkumus sâatu e gayrallâhi ted’ûn(ted’ûne), in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    (Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Siz kendinizi gördünüz mü? (halinizi gördünüz mü, aczinizi anladınız mı? Allah’ın âyetlerini inkâr edenler karanlıkta kalmış sağır ve dilsizlerdir.) Eğer Allah’ın azabı size gelse veya o saat (kıyâmet vakti) size gelse, eğer siz sadıksanız (doğru sözlü iseniz), Allah’tan başkasına mı dua edersiniz?”
  16. 7 / A’RÂF – 85   Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu kad câetkum beyyinetun min rabbikum fe evfûl keyle vel mîzâne ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ tufsidû fîl ardı ba’de ıslahıhâ zâlikum hayrun lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
    Kardeşleri Şuayb; Medyen (kavmine)’e şöyle dedi: “Ey kavmim Allah’a kul olun! O’ndan başka sizin ilâhınız yoktur. Rabbinizden size beyyine (bir mucize, ispat edici bir açıklama) gelmiştir. Artık ölçü ve tartıya vefa edin (tam ve doğru ödeyin). İnsanların eşyalarının değerini eksiltmeyin. Yeryüzünde, O’nun ıslâhından sonra fesat (bozgunculuk) çıkarmayın. Şâyet mü’minler iseniz, işte bu sizin için hayırlıdır.”
  17. 7 / A’RÂF – 105   Hakîkun alâ en lâ ekûle alallâhi illel hakk(hakka), kad ci’tukum bi beyyinetin min rabbikum fe ersil maiye benî isrâîl(isrâîle).
    Hak olan (doğru olan) Allah’a karşı Hakk’tan başka bir şey söylemememdir. Size Rabbinizden beyyine (açık delil, mucize) ile geldim (gelmiştim). Artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder.
  18. 7 / A’RÂF – 106   Kâle in kunte ci’te bi âyetin fe’ti bihâ in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
    (Firavun şöyle) dedi: “Eğer bir âyet (mucize) getirdinse, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen onu getir.”
  19. 7 / A’RÂF – 150   Ve lemmâ recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifen kâle bi’semâ haleftumûnî min ba’dî, e aciltum emre rabbikum, ve elkal elvâha ve ehaze bi re’si ahîhi yecurruhû ileyh(ileyhi), kâlebne umme innel kavmestad’afûnî ve kâdû yaktulûnenî fe lâ tuşmit biyel a’dâe ve lâ tec’alnî meal kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
    Ve Musa (A.S), (Allahû Tealâ’nın huzurundan) üzüntülü ve öfkeli olarak döndüğü zaman (Allahû Tealâ, ona kavminin saptığını söylemişti: Taha-85). Onlara şöyle dedi: “Benden sonra (benim yokluğumda) bana ne kötü halef oldunuz. Rabbinizin emrine acele mi ettiniz (beklemediniz)?” Ve levhaları bıraktı. Kardeşinin başını tuttu. Onu kendine doğru çekiyor(ken), (Harun A.S) şöyle dedi: “Ey annem oğlu! Muhakkak ki; (bu) kavim, beni zayıf (güçsüz) buldu. Neredeyse beni öldürüyorlardı. Artık benimle (bana böyle yaparak), düşmanlarımın yüzlerini güldürme (sevindirme) ve beni, zalim kavim ile beraber kılma.”
  20. 7 / A’RÂF – 194   İnnellezîne ted’ûne min dûnillâhi ıbâdun emsâlukum fed’ûhum felyestecibû lekum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    Muhakkak ki; Allah’tan başka dua ettikleriniz sizler gibi kullardır. Öyleyse onları çağırın. Eğer doğru sözlü iseniz böylece size (sizin duanıza) icabet etsinler (duanızı yerine getirsinler).
  21. 9 / TEVBE – 38   Yâ eyyuhellezîne âmenû mâ lekum izâ kîle lekumunfirû fî sebîlillâhissâkaltum ilel ard(ardi), e radîtum bil hayâtid dunyâ minel âhireh(âhireti), fe mâ metâul hayâtid dunyâ fîl âhireti illâ kalîl(kalîlun).
    Ey âmenû olanlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya inananlar)! Size ne oldu? Size, “Allah’ın yolunda cihada çıkın (nefsinizle cihad ederek, ruhunuzu Allah’a ulaştırın) (düşmanlarınızla, kâfirlerle cihad edin).” denildiği zaman, siz (bulunduğunuz) yere meyledip kaldınız (ruhunuz Allah’a doğru yola çıkmadı) (İslâm ordusu içinde savaşa katılmadınız). Ahiretten (ruhunuzu Allah’a ulaştırmaktan) (vazgeçip) dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya hayatının metaı (malı, faydası), ahiretten (ruhu Allah’a ulaştırmaktan) daha azdır.
  22. 10 / YÛNUS – 38   Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul fe’tû bi sûretin mislihî ved’û menisteta’tum min dûnillâhi in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenlerseniz, o taktirde Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri çağırın ve onun gibi bir sure getirin!”
  23. 11 / HÛD – 13   Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul fe’tû bi aşri suverin mislihî muftereyâtin ved’û menisteta’tum min dûnillâhi in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    Yoksa: “Onu uydurdu mu?” diyorlar. “Öyleyse onun gibi uydurulmuş olan 10 sure getirin. Ve eğer siz, doğru söyleyenlerseniz, Allah’tan başka gücünüzün yettiği kişileri de çağırın!” de.
  24. 11 / HÛD – 31   Ve lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu innî melekun ve lâ ekûlu lillezîne tezderî a’yunukum len yu’tiyehumullâhu hayrâ(hayren), allâhu a’lemu bimâ fî enfusihim, innî izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
    Ve size: “Allah’ın hazineleri yanımdadır.” demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum ve: “Muhakkak ki; ben bir meleğim.” demiyorum. Ve gözlerinizin hakir gördüğü kimselere (Allah’a ulaşmayı dileyenlere): “Allah asla bir hayır vermeyecek.” demiyorum. Onların nefslerindekileri Allah bilir. O taktirde (doğruyu söylemezsem) muhakkak ki; ben, elbette zalimlerden olurum.
  25. 12 / YÛSUF – 17   Kâlû yâ ebânâ innâ zehebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe inde metâınâ fe ekelehuz zi’bu, ve mâ ente bi mu’minin lenâ ve lev kunnâ sâdikîn(sâdikîne).
    “Ey babamız! Biz, yarış yapmak için gittik ve Yusuf’u eşyamızın yanına bıraktık. O zaman (o esnada) onu kurt yedi. Biz doğru söylesek bile, sen bize inanacak değilsin.” dediler.
  26. 12 / YÛSUF – 26   Kâle hiye râvedetnî an nefsî ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamîsuhu kudde min kubulin fe sadekat ve huve minel kâzibîn(kâzibîne).
    (Yusuf şöyle) dedi: “O beni elde etmek istedi. Onun (kadının) ailesinden bir şahit, şahitlik etti. Eğer onun gömleği önden yırtılmış ise o taktirde, o (bayan) doğru söylemiştir ve o (erkek) yalancılardandır.”
  27. 12 / YÛSUF – 27   Ve in kâne kamîsuhu kudde min duburin fe kezebet ve huve mines sâdikîn(sâdikîne).
    Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa, o taktirde o (kadın) yalan söyledi ve o (erkek) doğru söyleyenlerdendir.
  28. 12 / YÛSUF – 82   Ves’elil karyetelletî kunnâ fîhâ vel îrelletî akbelnâ fîhâ, ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
    Ve içinde bulunduğumuz şehir halkına ve aralarında döndüğümüz kervana sor. Muhakkak ki; biz gerçekten sadıklarız (doğru söyleyenleriz).
  29. 13 / RA’D – 11   Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min emrillâh(emrillâhi), innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde leh(lehu), ve mâ lehum min dûnihî min vâl(vâlin).
    Onları (o kavimdekileri), önünden ve arkasından (önden arkaya doğru uzanan) takip edenler (devrin imamlarını koruyan muhafız melekler) vardır. Allah’ın emrinden olup, onları korurlar. Muhakkak ki; Allah, onlar nefslerinde olan şeyi (hidayette kalma konusundaki niyetlerini) bozmadıkça, bir kavimde olan şeyi bozmaz (devrin imamının ruhunu başlarının üzerinden almaz). Ve Allah, bir kavme ceza vermeyi dilediği zaman, artık onu reddedecek (mani olacak kimse) yoktur. Ve onlar için, ondan başka koruyan bir dost yoktur.
  30. 14 / İBRÂHÎM – 43   Muhtıîne mukniî ruûsihim lâ yerteddu ileyhim tarfuhum, ve ef’idetuhum hevâ’(hevâun).
    Başlarını dik tutarak (gökyüzüne doğru devamlı bakarak) koşanlar! Onların bakışları, kendilerine dönemez. Ve onların kalpleri heva ile (nefsin afetleriyle) doludur (nefsin afetlerinden ibarettir).
  31. 15 / HİCR – 64   Ve eteynâke bil hakkı ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
    Ve biz sana hakkı getirdik. Ve muhakkak ki; biz sadıklarız (doğru söyleyenleriz).
  32. 17 / İSRÂ – 35   Ve evfûl keyle izâ kiltum vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
    Ve ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam ifa edin (yerine getirin)!Doğru olarak ve adaletle (doğru ölçü ile) tartın! İşte bu, daha hayırlı ve tevîl (yorum) bakımından daha güzeldir.
  33. 18 / KEHF – 18   Ve tahsebuhum eykâzan ve hum rukûd(rukûdun), ve nukallibuhum zâtel yemîni ve zâteş şimâl(şimâli), ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîd(vasîdi), levittala’te aleyhim le velleyte minhum firâren ve le muli’te minhum ru’bâ(ru’ben).
    Ve onlar, uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın. Ve onları sağa ve sola doğru çeviririz. Onların köpeği, ön ayaklarını (mağaranın) giriş kısmına uzatmış vaziyettedir. Eğer sen, onlara muttali olsaydın (yakından görseydin), mutlaka onlardan kaçarak (geri) dönerdin. Ve mutlaka sen, onlardan korkuyla dolardın (çok korkardın).
  34. 18 / KEHF – 61   Fe lemmâ belega mecmea beynihimâ nesiyâ hûtehumâ fettehaze sebîlehu fîl bahri serebâ(sereben).
    Böylece ikisinin (iki denizin) birleştiği yere ulaştıkları zaman ikisi de balığı unuttu. O zaman (balık), denizin içine doğru kendi yolunu tuttu.
  35. 18 / KEHF – 63   Kâle eraeyte iz eveynâ ilas sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illeş şeytânu en ezkureh(ezkurehu), vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).
    (Genç şöyle) dedi: “Gördün mü kayaya sığındığımız zaman ben gerçekten balığı unuttum. Onu hatırlamamı, bana şeytandan başkası unutturmadı. Ve o (balık), acayip bir şekilde denizin içine doğru kendi yolunu tuttu.”
  36. 19 / MERYEM – 41   Vezkur fîl kitâbi ibrâhîm(ibrâhîme), innehu kâne sıddîkan nebiyyâ(nebiyyen).
    Kitap’ta İbrâhîm (A.S)’ı zikret! Muhakkak ki O, sadık (çok sadaka veren, sadakatli, her zaman doğruyu söyleyen) bir Nebî idi.
  37. 21 / ENBİYÂ – 38   Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    “Eğer siz doğru söyleyenlerseniz, bu vaad ne zaman (yerine getirilecek)?” derler.
  38. 22 / HACC – 67   Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin).
    Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah’a doğru istikametlenmiş) olan hidayet üzeresin.
  39. 24 / NÛR – 6   Vellezîne yermûne ezvâcehum ve lem yekun lehum şuhedâu illâ enfusuhum fe şehâdetu ehadihim erbeû şehâdâtin billâhi innehû le mines sâdıkîn(sâdıkîne).
    Ve zevcelerine (eşlerine) zina (iftirası) atanlar, kendilerinden başka şahitleri yoksa o zaman onların herbirinin şahitliği; kendisinin, muhakkak sadıklardan (doğru söyleyenlerden) olduğuna dair, dört defa Allah’a şahitlik (yemin) etmesidir.
  40. 24 / NÛR – 9   Vel hâmisete enne gadaballâhi aleyhâ in kâne mines sâdikîn(sâdikîne).
    Ve (yeminin) beşincisi eğer o (eşi), sadıklardan (doğru söyleyenlerden) ise Allah’ın gadabının (azabının) kendi üzerine olmasıdır.
  41. 26 / ŞUARÂ – 31   Kâle fe’ti bihî in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
    (Firavun): “Öyleyse sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen, onu getir.” dedi.
  42. 26 / ŞUARÂ – 60   Fe etbeûhum muşrikîn(muşrikîne).
    Böylece doğuya doğru (Kızıldeniz’e doğru), onların peşine düştüler.
  43. 26 / ŞUARÂ – 187   Fe eskıt aleynâ kisefen mines semâi in kunte mines sâdıkîn(sâdıkîne).
    Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür.
  44. 27 / NEML – 27   Kâle se nenzuru e sadakte em kunte minel kâzibîn(kâzibîne).
    (Süleyman A.S): “Sen doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın (yalancılardan mı oldun) bakacağız.” dedi.
  45. 27 / NEML – 49   Kâlû tekâsemû billâhi le nubeyyitennehu ve ehlehu summe le nekûlenne li veliyyihî mâ şehidnâ mehlike ehlihî ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
    Allah’a kasem (yemin) ederek dediler ki: “Biz geceleyin mutlaka ona ve ailesine baskın düzenleyelim (onları öldürelim). Sonra da onun dostlarına (muhakkak ki) onun ailesinin helâk edilmesine şahit olmadık ve gerçekten biz sadıklarız (doğru söyleyenleriz).” diyelim.
  46. 27 / NEML – 64   Emmen yebdeul halka summe yuîduhu ve men yerzukukum mines semâi vel ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    Yoksa ilk defa yaratan sonra da onu (geri) döndürecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber bir (başka) ilâh mı? (Onlara) de ki: “Eğer siz doğru söyleyenlerseniz, delillerinizi getirin.”
  47. 27 / NEML – 71   Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    Ve (onlar): “Eğer sadıklarsanız (doğru söyleyenlerseniz), bu vaad ne zaman?” derler.
  48. 28 / KASAS – 49   Kul fe’tû bi kitâbin min indillâhi huve ehdâ min humâ ettebi’ hu in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    (Onlara) de ki: “Eğer siz, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) iseniz Allah’ın katından, o ikisinden daha çok hidayete erdiren bir kitap getirin, ona tâbî olayım.”
  49. 29 / ANKEBÛT – 3   Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).
    Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.
  50. 33 / AHZÂB – 22   Ve lemmâ real mu’minûnel ahzâbe kâlû hâzâ mâ vaadenallâhu ve resûluhu ve sadakallâhu ve resûluhu ve mâ zâdehum illâ îmânen ve teslîmâ(teslîmen).
    Ve mü’minler, (düşman) birliklerini gördükleri zaman: “Bu (zafer), Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün vaadettiği şey. Allah ve O’nun Resûl’ü doğru söyledi.” dediler. Ve bu, onların sadece îmânlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.
  51. 33 / AHZÂB – 70   Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe ve kûlû kavlen sedîdâ(sedîden).
    Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olun ve sedîd (doğru) söz söyleyin!
  52. 34 / SEBE – 29   Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    Ve: “Eğer sadıklar (doğru söyleyenler) iseniz bu vaad (kıyâmet) ne zaman?” derler.
  53. 36 / YÂSÎN – 48   Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    “Ve eğer siz doğru söyleyenlerseniz, bu vaad ne zaman?” derler.
  54. 36 / YÂSÎN – 52   Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaader rahmânuve sadakal murselûn(murselûne).
    “Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân’ın vaadettiği şeydir. Ve resûller doğru söylemişler.” dediler.
  55. 40 / MU’MİN – 28   Ve kâle raculun mû’minun min âli fir’avne yektumu îmânehû e taktulûne raculen en yekûle rabbiyallâhu ve kad câekum bil beyyinâti min rabbikum, ve in yeku kâziben fe aleyhi kezibuh(kezibuhu), ve in yeku sâdikan yusibkum ba’dullezî yeidukum, innallâhe lâ yehdî men huve musrifun kezzâb(kezzâbun).
    Ve firavun ailesinden îmânını gizleyen mü’min bir adam şöyle dedi: “Bir adamı, ‘Rabbim Allah’tır.’ demesinden dolayı mı öldüreceksiniz? Ve o, Rabbinizden size beyyineler (belgeler, deliller) ile geldi. Eğer yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. Ve eğer sadık (doğru söyleyen) ise vaadettiklerinin bir kısmı size isabet edecektir. Muhakkak ki Allah, çok yalan söyleyen, haddı aşan kişiyi hidayete erdirmez.”
  56. 41 / FUSSİLET – 6   Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhidun festekîmû ileyhi vestagfirûh(vestagfirûhu), ve veylun lil muşrikîn(muşrikîne).
    De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım. Bana sizin ilâhınızın, tek bir ilâh olduğu vahyediliyor. Öyleyse O’na yönelin (O’na doğru istikamet alın) ve O’ndan mağfiret dileyin. Ve müşriklerin vay haline!”
  57. 42 / ŞÛRÂ – 15   Fe li zâlike fed’u vestekım kemâ umirt(umirte), ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâb(kitâbin), ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu rabbunâ ve rabbukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecmeubeynenâ, ve ileyhil masîr(masîru).
    İşte bunun için, artık sen onları davet et. Ve emrolunduğun gibi istikamet üzere (Allah’a doğru) ol. Ve onların heveslerine tâbî olma. Ve onlara de ki: “Allah’ın kitaptan indirdiği şeye îmân ettim. Ve sizin aranızda adil (adaletli) olmakla emrolundum. Allah, sizin de Rabbiniz bizim de Rabbimiz. Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz size. Sizinle bizim aramızda bir huccet (çekişme) yoktur. Allah, bizi biraraya toplayacak. Ve dönüş, O’na (Allah’adır).
  58. 44 / DUHÂN – 36   Fe’tû bi âbâinâ in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    Siz doğru söyleyenlerseniz, o halde babalarımızı (geri) getirin.
  59. 45 / CÂSİYE – 25   Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin mâ kâne huccetehum illâ en kâlû’tû bi âbâinâ in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    Onlara âyetlerimiz beyan edilerek okunduğu zaman onların delilleri (iddiaları): “Eğer siz sadıklarsanız (doğru söyleyenlerseniz), babalarımızı getirin!” demekten başka birşey olmadı.
  60. 46 / AHKÂF – 4   Kul ereeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât(semâvâti), îtûnî bi kitâbin min kabli hâzâ ev esâretin min ilmin in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    De ki: “Allah’tan başka taptıklarınızı gördünüz mü?” Onların yeryüzünde ne yarattıklarını bana gösterin. Yoksa onların göklerde ortağı mı var? Eğer siz sadıklarsanız (doğru söyleyenlerseniz) bana, bundan evvelki bir kitap ve ilimden (ilmî) bir eser getirin.”
  61. 46 / AHKÂF – 22   Kâlû eci’tenâ li te’fikenâ an âlihetinâ, fe’tinâ bi mâ teıdunâ in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
    Sen bizi ilâhlarımızdan döndürmek için mi bize geldin? Eğer sen sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen, o zaman bize vaadettiğin şeyi (azabı) getir.” dediler.
  62. 46 / AHKÂF – 24   Fe lemmâ reevhu âridan mustakbile evdiyetihim kâlû hâzâ âridun mumtırunâ, bel huve mesta’celtum bih(bihî), rîhun fîhâ azâbun elîm(elîmun).
    Fakat onu (azabı) vadilerine doğru yönelen bulutu gördükleri zaman, “Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur.” dediler. Hayır o, kendisini acele istediğiniz şey, içinde elîm azap olan bir rüzgârdır (fırtınadır).
  63. 51 / ZÂRİYÂT – 5   İnnemâ tûadûne le sâdikûn.
    Muhakkak ki size vaadolunanlar kesinlikle doğrudur.
  64. 54 / KAMER – 8   Muhtıîne iled dâi, yekûlul kâfirûne hâzâ yevmun asir(asirun).
    Davetçiye doğru koşan kâfirler: “Bu, çok zor bir gün.” diyecekler.
  65. 60 / MUMTEHİNE – 1   Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâe, tulkûne ileyhim bil meveddeti ve kad keferû bi mâ câekum minel hakk(hakkı), yuhricûner resûle ve iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum, in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî tusirrûne ileyhim bil meveddeti ve ene a’lemu bi mâ ahfeytum ve mâ a’lentum, ve men yef’alhu minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).
    Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Benim ve sizin düşmanlarınızı dostlar edinmeyin! Ve onlar, Hakk’tan size geleni inkâr etmiş oldukları halde onlara muhabbet besliyorsunuz (dostluk ilka ediyorsunuz). Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Şâyet siz, Benim yolumda, Benim rızamı aramak için cihada çıktı iseniz (buna rağmen niçin), onlara sevgi gösterip sır veriyorsunuz. Ve Ben, sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da bilirim. Ve sizden kim onu (bunu) yaparsa, o taktirde doğru yoldan sapmış olur.
  66. 61 / SAFF – 9   Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikû(muşrikûne).
    Resûl’ünü hidayet ile ve (esasları unutulmuş olan) dînlerin hepsinin üzerine, izhar etmek (açıklayıp doğrusunu ispat etmek) için, Hakk dîn (Allah’ın ezelî ve ebedî olan dîni) ile gönderen O’dur. Ve müşrikler, kerih görseler bile.
  67. 62 / CUMA – 6   Kul yâ eyyuhellezîne hâdû in zeamtum ennekum evliyâu lillâhi min dûnin nâsi fe temennevul mevte in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    De ki: “Ey yahudiler! Eğer siz, insanlardan ayrı olarak, (yalnız) kendinizin Allah’ın dostu olduğunuzu zannettiyseniz, şâyet siz doğru söyleyen kimseler iseniz, ölümü temenni edin.”
  68. 68 / KALEM – 41   Em lehum şurekâu, fel ye’tû bi şurekâihim in kânû sâdikîn(sâdikîne).
    Yoksa onların ortakları mı var? Öyleyse ortaklarını getirsinler, eğer doğru söyleyen kimse iseler.
  69. 70 / MEÂRİC – 36   Fe mâ lillezîne keferû kıbeleke muhtıîn(muhtıîne).
    İnkâr edenler, şimdi niçin senin tarafına doğru hızla koşar oldular?
  70. 73 / MUZZEMMİL – 20   İnne rabbeke ya’lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur’ân(kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a’zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
    Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur’ân okumak, zikir yapmak, kanitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tayin edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur’ân’dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah’ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah’ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O’ndan (Kur’ân’dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah’ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah’a istiğfar edin (tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.
  71. 84 / İNŞİKAK – 6   Yâ eyyuhel insânu inneke kâdihun ilâ rabbike kedhan fe mulâkîh(mulâkîhı).
    Ey insan! Muhakkak ki sen, Rabbine doğru (yola çıkarak) cehd ile (nefsinle) cihad edersin. Sonunda O’na mülâki olursun (ruhunu Allah’a ilka edersin, ulaştırırsın).

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

Fesat kelimesi için arama sonuçları (45 sonuç bulundu)

Fesat kelimesi için arama sonuçları (45 sonuç bulundu)


  1. 2 / BAKARA – 11   Ve izâ kîle lehum lâ tufsidû fîl ardı, kâlû innemâ nahnu muslihûn(muslihûne).
    Onlara (Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için, kalpleri engelli ve başkalarını hidayetten men ettikleri için Allah’ın hastalıklarını artırdığı insanlara): “Yeryüzünde fesat çıkarmayın (başkalarını Allah’ın yolundan men etmeyin)!” denildiği zaman: “Biz sadece ıslâh ediciyiz.” dediler.
    2. 2 / BAKARA – 12   E lâ innehum humul mufsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
    Gerçekten onlar, fesat çıkaranlar, onlar değil mi? Ve lâkin farkında değiller.
    3. 2 / BAKARA – 27   Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh(mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fîl ard(ardı) ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
    Onlar (fâsıklar), (kâlû belâ günü Allah’a verdikleri) misaklarından sonra Allah’ın Ahdi`ni bozarlar. Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler. Ve (başka insanların, ruhlarını Allah’a ulaştırmalarına da mani olurlar. Ve bu sebeple) yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte onlar (kazandıkları pozitif dereceler negatif derecelerden az olup) hüsranda olanlardır.
    4. 2 / BAKARA – 30   Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
    Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.
    5. 2 / BAKARA – 60   Ve izisteskâ mûsâ li kavmihî fe kulnâdrib bi asâkel hacer(hacere) fenfeceret minhusnetâ aşrete aynâ(aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum kulû veşrebû min rızkıllâhi ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
    Ve Musa (a.s), kavmi için su istemişti. Bunun üzerine: “Asânla taşa (kayaya) vur.” dedik. Böylece ondan (kayadan) on iki pınar fışkırdı. İnsanların hepsi kendi içeceği yeri (pınarını) bilmiğti. Allah’ın rızkından yeyin, için ve sakın azıp yeryüzünde fesat çıkaranlar olmayın.
    6. 2 / BAKARA – 205   Ve izâ tevellâ seâ fîl ardı li yufside fîhâ ve yuhlikel harse ven nesl(nesle), vallâhu lâ yuhıbbul fesâd(fesâda).
    Ve dönüp (gittiği) zaman, yeryüzünde fesat çıkarmak, ekini ve nesli helâk etmek (yok etmek) için çalışır. Ve Allah fesadı sevmez.
    7. 2 / BAKARA – 220   Fîd dunyâ vel âhirah(âhirati) ve yes’elûneke anil yetâmâ kul ıslâhun lehum hayr(hayrun) ve in tuhâlitûhum fe ıhvânukum vallâhu ya’lemul mufside minel muslih(muslihi) ve lev şâallâhu le a’netekum innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
    Dünya ve ahiret hakkında ve yetimlerden sana soruyorlar. De ki: “Onları ıslch etmek (durumlarını düzeltmek) hayırlıdır. Eğer onlara karışırsanız (birarada yaşarsanız), artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Ve Allah, fesat çıkaranı,ıslâh edenden (ayırıp) bilir. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi sıkıntıya sokardı. Muhakkak ki Allah, Azîz’dir (üstündür), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
    8. 2 / BAKARA – 251   Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhul mulke vel hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedetil ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin alel âlemîn(âlemîne).
    Nihayet Allah’ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Ve Davut, Calut’u öldürdü. Ve Allah ona (Davut’a), meliklik (hükümdarlık) ve hikmet verdi ve ona dilediği şeylerden öğretti. Ve eğer Allah’ın, insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, yeryüzünde mutlaka fesat çıkardı (yeryüzünün düzeni bozulurdu). Lâkin Allah, âlemlerin üzerine fazl sahibidir.
    9. 3 / ÂLİ İMRÂN – 63   Fe in tevellev fe innallâhe alîmun bil mufsidîn(mufsidîne).
    Buna rağmen dönerlerse, o zaman muhakkak ki Allah, fesat çıkaranları en iyi bilendir.
    10. 5 / MÂİDE – 32   Min ecli zâlik(zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa(cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa(cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fîl ardı le musrifûn(musrifûne).
    İşte bundan dolayı (Tevrat’ta) İsrailoğullarına şöyle yazdık; Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında olmaksızın veya yeryüzünde bir fesata karşılık olmaksızın öldürürse, muhakkak ki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur. Ve andolsun ki Resûl’lerimiz onlara apaçık deliller ile geldi. Sonra da, şüphesiz onlardan birçoğu, bundan sonra gerçekten yeryüzünde aşırı giden müsrifler oldular.
    11. 5 / MÂİDE – 33   İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun).
    Allah ve O’nun Resûl’ü ile harp edenlerin ve yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rezilliğidir. Ve ahirette ise, onlara “büyük azap” vardır.
    12. 5 / MÂİDE – 64   Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).
    Yahudi’ler: “Allah’ın eli bağlıdır (Allah cimridir)” dediler. Onların elleri bağlandı. Ve bu sözlerinden dolayı lânetlendiler. Hayır, bilakis! O’nun iki eli de açıktır. Nasıl isterse öyle infâk eder (verir). Ve Rabb’inden sana indirilen şey (ilahî buyruklar), mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Ve biz onların arasına kıyâmete kadar sürecek düşmanlık ve kin ilka ettik (ulaştırdık). Her ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü. Ve onlar yeryüzünde fesat çıkarmak için çalışırlar. Ve de Allah, fesat çıkaranları (bozgunculuk yapanları) sevmez.
    13. 7 / A’RÂF – 56   Ve lâ tufsidû fîl ardı ba’de ıslâhıhâ ved’ûhu havfen ve tamaâ(tamaân) inne rahmetallâhi karîbun minel muhsinîn(muhsinîne).
    Islâh olduktan sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın. Allah’a korkarak ve umutla yalvarın. Şüphesiz ki Allah’ın rahmeti muhsinlere yakındır.
    14. 7 / A’RÂF – 74   Vezkurû iz cealekum hulefâe min ba’di âdin ve bevveekum fîl ardı tettehızûne min suhûlihâ kusûren ve tenhitûnel cibâle buyûten fezkurû âlâallâhi ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
    Ve Ad (kavmin)den sonra, sizi halifeler kıldığını (onların yerine sizleri getirdiğini) hatırlayın. Ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Onun ovalarında saraylar ediniyorsunuz ve dağlarda evler oyuyorsunuz. Artık Allah’ın ni’metlerini hatırlayın, yeryüzünde müfsidler (fesat çıkaranlar) olarak bozgunculuk yapmayın.
    15. 7 / A’RÂF – 85   Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu kad câetkum beyyinetun min rabbikum fe evfûl keyle vel mîzâne ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ tufsidû fîl ardı ba’de ıslahıhâ zâlikum hayrun lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
    Kardeşleri Şuayb; Medyen (kavmine)’e şöyle dedi: “Ey kavmim Allah’a kul olun! O’ndan başka sizin ilâhınız yoktur. Rabbinizden size beyyine (bir mucize, ispat edici bir açıklama) gelmiştir. Artık ölçü ve tartıya vefa edin (tam ve doğru ödeyin). İnsanların eşyalarının değerini eksiltmeyin. Yeryüzünde, O’nun ıslâhından sonra fesat (bozgunculuk) çıkarmayın. Şâyet mü’minler iseniz, işte bu sizin için hayırlıdır.”
    16. 7 / A’RÂF – 86   Ve lâ tak’udû bikulli sırâtın tû’ıdûne ve tasuddûne an sebîlillâhi men âmene bihî ve tebgûnehâ ivecen vezkurû iz kuntum kalîlen fe kesserekum vanzurû keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).
    Tehdit (vaad ederek) ederek her yola (üstüne) oturmayın. Ve O’na (Allah’a) âmenû olan kimseleri Allah’ın yolundan men etmeyin. Ve onda (Allah’ın yolunda) bir eğrilik istiyorsunuz. Ve hatırlayın! Siz az idiniz, sizi çoğalttı. Ve bakın, fesat çıkaranların sonları nasıl oldu.
    17. 7 / A’RÂF – 103   Summe beasnâ min ba’dihim mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihi fe zalemû bihâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).
    Bir zaman sonra da, onlardan sonra (onların arkasından), firavuna ve onun (kavminin) ileri gelenlerine Musa (A.S)’ı âyetlerimizle, (mucizelerimizle) gönderdik (görevlendirdik). Fakat ona zulmettiler. Bak fesat çıkaranların akibeti nasıl oldu.
    18. 7 / A’RÂF – 127   Ve kâlel meleu min kavmi fir’avne e tezeru mûsâ ve kavmehu li yufsidû fìl ardı ve yezereke ve âliheteke, kâle senukattilu ebnâehum ve nestahyî nisâehum ve innâ fevkahum kâhirûn(kâhirûne).
    Ve firavunun kavminden ileri gelenler şöyle dedi: “Musa (A.S)’ı ve onun kavmini, yeryüzünde fesat çıkarsınlar ve seni ve ilâhlarını terketsinler diye bırakacak mısın?” (Firavun): “Onların oğullarını keseceğiz (öldüreceğiz) ve kadınlarını sağ (canlı) bırakacağız.” Ve muhakkak ki; biz onların üstünde kahharız (onlara güç kullanacak, tutup yakalayacak kuvvetteyiz).” dedi.
    19. 7 / A’RÂF – 142   Ve vâadnâ mûsâ selâsîne leyleten ve etmemnâhâ bi aşrin fe temme mîkâtu rabbihî erbaîne leyleh(leyleten), ve kâle mûsâ li ahîhi hârûnahlufnî fî kavmî ve aslıh ve lâ tettebi’ sebîlel mufsidîn(mufsidîne).
    Musa (A.S)’a otuz gece vaad ettik ve onu on ile tamamladık. Böylece onun Rabbinin kararlaştırdığı zaman, kırk geceye tamamlandı. Ve Musa (A.S), kardeşi Harun’a şöyle dedi: “Kavmimde bana halef ol (benim yerime geç) ve ıslâh et ve müfsidlerin (fesat çıkaranların) yoluna tâbî olma.”
    20. 8 / ENFÂL – 73   Vellezîne keferû ba’duhum evliyâu ba’d(ba’dın), illâ tef’alûhu tekun fitnetun fîl ardı ve fesâdun kebîr(kebîrun).
    Kâfir olan kimseler birbirinin dostlarıdır. Onu yapmazsanız (birbirinizle dost olmazsanız) yeryüzünde fitne ve büyük fesat olur.
    21. 10 / YÛNUS – 40   Ve minhum men yu’minu bihî ve minhum men lâ yu’minu bih(bihi), ve rabbuke a’lemu bil mufsidîn(mufsidîne).
    Ve onlardan, ona îmân eden kimseler ve onlardan ona îmân etmeyen kimseler var. Senin Rabbin fesat çıkaranları iyi bilir.
    22. 10 / YÛNUS – 81   Fe lemmâ elkav kâle mûsâ mâ ci’tum bihis sihr(sihru), innallâhe se yubtiluh(yubtiluhu), innallâhe lâ yuslihu amelel mufsidîn(mufsidîne).
    Onlar attıkları zaman Musa (A.S) şöyle dedi: “Sizin getirdiğiniz şey sihirdir. Muhakkak ki Allah, onu bâtıl (geçersiz) kılacaktır.” Allah, muhakkak ki fesat çıkaranların amelini ıslâh etmez.
    23. 10 / YÛNUS – 91   Âl’âne ve kad asayte kablu ve kunte minel mufsidîn(mufsidîne).
    Şimdi (mi) (teslim oldun, öyle mi?) Ve sen, daha önce asi olmuştun. Ve sen, fesat çıkaranlardan idin.
    24. 11 / HÛD – 85   Ve yâ kavmi evfûl mikyâle vel mîzâne bil kıstı ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
    Ve ey kavmim, ölçeği ve tartıyı adaletle ölçün (yerine getirin)! İnsanların eşyalarını (haklarını) eksiltmeyin. Ve fesat çıkaranlar (olarak) yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.
    25. 11 / HÛD – 116   Fe lev lâ kâne minel kurûni min kablikum ûlû bakıyyetin yenhevne anil fesâdi fil ardı illâ kalîlen mimmen enceynâ minhum, vettebeallezîne zalemû mâ utrifû fîhi ve kânû mucrimîn(mucrimîne).
    Bu durumda, sizden önceki nesillerden bakiye sahiplerinden (asırlarca münkerden nehyedenler ve ma’rufla emredenler) onlardan kurtardıklarımızdan pek azı dışındakilerden de bir kısmı, yeryüzünde fesattan nehyetseler (men) olmaz mıydı? Zalim olanlar, onları şımartan şeylere (mal, mülk) tâbî oldular. Ve mücrimler (suçlular) oldular.
    26. 12 / YÛSUF – 73   Kâlû tallâhi lekad alimtum mâ ci’nâ li nufside fil ardı ve mâ kunnâ sârikîn(sârikîne).
    Allah’a andolsun ki; siz de biliyorsunuz biz burada fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz, hırsız değiliz (olmadık).
    27. 13 / RA’D – 25   Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
    Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde Allah’a misak verdikten sonra) Allah’ın ahdini bozarlar (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim etmezler). Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka insanların da Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani oldukları için fesat çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.
    28. 16 / NAHL – 88   Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi zidnâhum azâben fevkal azâbi bimâ kânû yufsidûn(yufsidûne).
    İnkâr edenlere (kâfirlere) ve Allah’ın yolundan men edenlere, fesat çıkarmış olduklarından dolayı azap üstüne azabı arttırdık.
    29. 17 / İSRÂ – 4   Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâ(kebîren).
    İsrailoğullarına kitapta (Tevrat’ta), “Yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaksınız.” diye bildirdik. Ve gerçekten, büyük bir üstünlükle gâlip geleceksiniz.
    30. 17 / İSRÂ – 16   Ve izâ erednâ en nuhlike karyeten emernâ mutrafîhâ fe fesekû fîhâ fe hakka aleyhel kavlu fe demmernâhâ tedmîrâ(tedmîren).
    Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman onun (o ülkenin) mutrafilerine (refah içinde olan ileri gelenlerine, zenginlerine) emrettik. Buna rağmen orada fesat çıkardılar. Böylece (Allah’ın) söz(ü) üzerlerine hak oldu. Ve onu (o ülkeyi ve halkını) helâk ederek, yok ettik (dumura uğrattık).
    31. 17 / İSRÂ – 27   İnnel mubezzirîne kânû ihvâneş şeyâtîn(şeyâtîni), ve kâneş şeytânu li rabbihî kefûrâ(kefûren).
    Muhakkak ki israf edenler (gereksiz yere savuranlar, haksızlık ve fesat çıkarmak için kullananlar), şeytanların kardeşleri oldular. Ve şeytan, Rabbine (karşı) çok nankör oldu.
    32. 17 / İSRÂ – 53   Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsen(ahsenu), inneş şeytâne yenzegu beynehum, inneş şeytâne kâne lil insâni aduvven mubînâ(mubînen).
    Ve kullarıma de ki: “En güzeli (sözü) söylesinler!” Muhakkak ki şeytan, onların aralarını bozar (fesat çıkarır). Muhakkak ki o, insana apaçık düşmandır.
    33. 18 / KEHF – 94   Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
    “Ey Zülkarneyn! Muhakkak ki yecüc ve mecüc, yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Bu sebeple, onlarla bizim aramıza bir set yapman için, sana harç verelim mi?” dediler.
    34. 26 / ŞUARÂ – 152   Ellezîne yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn(yuslihûne).
    Onlar (müsrifler), yeryüzünde fesat çıkarırlar ve ıslâh etmezler.
    35. 26 / ŞUARÂ – 183   Ve lâ tebhasun nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
    İnsanların şeylerinden kısmayın (Allah’a ulaşmayı dilemelerine mani olarak, kazandıkları derecelerin, kaybettiği derecelerden az olmasına sebebiyet vermeyin). Ve (buna sebep olarak) yeryüzünde fesat çıkararak bozgunculuk yapmayın.
    36. 27 / NEML – 14   Ve cehadû bihâ vesteykanethâ enfusuhum zulmen ve uluvvâ(uluvven), fenzur keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).
    Ve onu, yakîn (kesin) olarak bildikleri (inandıkları) halde, nefslerine zulmederek ve büyüklenerek bile bile inkâr ettiler. Öyleyse müfsitlerin (fesatçıların) akıbetlerinin nasıl olduğuna bak!
    37. 27 / NEML – 48   Ve kâne fîl medîneti tis’atu rahtın yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn(yuslihûne).
    Ve şehirde dokuz kişilik bir grup vardı ki; yeryüzünde fesat çıkarıyorlar ve ıslâh etmiyorlardı.
    38. 28 / KASAS – 4   İnne fir’avne alâ fîl ardı ve ceale ehlehâ şiyean yestad’ıfu tâifeten minhum yuzebbihu ebnâehum ve yestahyî nisâehum, innehu kâne minel mufsidîn(mufsidîne).
    Firavun, gerçekten yeryüzünde (Mısır’da hükümdardı) ve halkını gruplara ayırdı. Onların bir kısmını (yahudileri) güçsüz bırakıyor, onların oğullarını boğazlatıyor, kızlarını (kadınlarını) canlı bırakıyor(du). Muhakkak ki o, fesat çıkaranlardandı.
    39. 28 / KASAS – 77   Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dârel âhırete ve lâ tense nasîbekemined dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fîl ard(ardı), innallâhe lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).
    Ve Allah’ın sana verdiği şeylerin içinde bulunan ahiret yurdunu iste. Ve dünyadan nasibini (de) unutma. Allahû Tealâ’nın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et (karşılıksız ver). Ve yeryüzünde fesat isteme (çıkartma). Muhakkak ki Allah, müfsidleri (fesat çıkaranları) sevmez.
    40. 28 / KASAS – 83   Tilked dârul âhıretu nec’aluhâ lillezîne lâ yurîdûne uluvven fîl ardı ve lâ fesâdâ(fesâden), vel âkıbetu lil muttekîn(muttekîne).
    İşte bu ahiret yurdu ki onu, yeryüzünde üstün olmak ve fesat çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz. Akıbet (güzel sonuç) muttekîlerindir (takva sahiplerinindir).
    41. 29 / ANKEBÛT – 36   Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevmel âhıre ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
    Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb’ı (gönderdik). O zaman onlara: “Ey kavmim! Allah’a kul olun ve ahiret gününü (Allah’a ulaşma gününü) dileyin. Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak azgınlık etmeyin (Allah’a ulaşmaya mani olmayın).” dedi.
    42. 30 / RÛM – 41   Zaharel fesâdu fîl berri vel bahri bimâ kesebet eydin nâsi, li yuzîkahum ba’dallezî amilû leallehum yerciûn(yerciûne).
    İnsanların elleriyle kazandıkları sebebiyle karada ve denizde fesat zuhur etti (ortaya çıktı), yaptıklarının bir kısmının onlara tattırılması için. Umulur ki böylece onlar, (Allah’a) dönerler (yönelirler).
    43. 38 / SÂD – 28   Em nec’alullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kel mufsidîne fîl ardı em nec’alul muttekîne kel fuccâr(fuccâri).
    Hiç âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanları, yeryüzünde fesat çıkaranlarla ya da takva sahiplerini, facirlerle bir tutar mıyız?
    44. 40 / MU’MİN – 26   Ve kâle fir’avnu zerûnî aktul mûsâ vel yed’u rabbeh(rabbehu), innî ehâfu en yubeddile dînekum ev en yuzhire fîl ardıl fesâd(fesâde).
    Ve firavun dedi ki: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim ve o, Rabbine dua etsin. Gerçekten ben, (onun) sizin dîninizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesat çıkmasından korkuyorum.”
    45. 47 / MUHAMMED – 22   Fe hel aseytum in tevelleytum en tufsidû fîl ardı ve tukattıû erhâmekum.
    Yeryüzünde fesat çıkarmaya dönmeniz ve birbirinizi öldürmeniz mi, yoksa sizden beklenen bu mu olmalıydı?

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

İlim kelimesi için arama sonuçları (65 sonuç bulundu)

İlim kelimesi için arama sonuçları (65 sonuç bulundu)


  1. 2 / BAKARA – 120 Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
    Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” .Sana gelen İlimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.
    2. 2 / BAKARA – 145 Ve le in eteytellezîne ûtûl kitâbe bi kulli âyetin mâ tebiû kıbletek(kıbleteke) ve mâ ente bi tâbîın kıbletehum, ve mâ ba’duhum bi tâbîın kıblete ba’d(ba’dın), ve le initteba’te ehvâehum min ba’di mâ câeke minel ilmi inneke izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
    Ve eğer gerçekten, kendilerine kitap verilenlere âyetlerin (mucizelerin) hepsini getirsen (yine de) senin kıblene tâbî olmazlar. Ve sen de onların kıblesine tâbî olacak değilsin. Ve onların bir kısmı da diğerlerinin kıblesine uymazlar. Sana gelen İlimden sonra gerçekten onların hevalarına uyacak olursan, o zaman muhakkak ki sen, zâlimlerden olursun.
    3. 3 / ÂLİ İMRÂN – 7 Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
    Kitab’ı sana indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab’ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te’vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te’vilini Allah’dan başka kimse bilmez ve İlimde rusuh sahipleri ise: “Biz O’na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl’elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).
    4. 3 / ÂLİ İMRÂN – 18 Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bil kıst(kıstı), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(hakîmu).
    Allah, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O’ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve İlim sahipleri de adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O’ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz’dir, Hakîm’dir.
    5. 3 / ÂLİ İMRÂN – 19 İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mahtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(hısâbı).
    Muhakkak ki Allah’ın indinde dîn, İslâm’dır (teslim dînidir). Kendilerine kitap verilenler, kendilerine İlim geldikten sonra aralarındaki hased sebebiyle ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah’ın âyetlerini örterse (inkâr ederse), o taktirde, muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.
    6. 3 / ÂLİ İMRÂN – 61 Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn(kâzibîne).
    Artık kim sana gelen İlimden sonra, onun hakkında seninle tartışırsa o zaman de ki: ”Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım (bir araya toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.”
    7. 3 / ÂLİ İMRÂN – 146 Ve keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîr(kesîrun), fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbus sâbirîn(sâbirîne).
    Ve peygamberlerden niceleri var ki; onlarla birlikte birçok rıbbıyyun (İlim, irfan sahibi mürşid) de savaştı. Allah yolunda, kendilerine isabet eden şeyler (elem ve sıkıntılar) sebebiyle gevşemediler, zayıflık göstermediler ve boyun da eğmediler. Allah, sabredenleri sever.
    8. 4 / NİSÂ – 157 Ve kavlihim innâ katelnal mesîha îsabne meryeme resûlallâh(resûlallâhi), ve mâ katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum, ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin minh(minhu), mâ lehum bihî min ilmin illettibâaz zann(zanni), ve mâ katelûhu yakînâ(yakînen).
    Ve onların, “Muhakkak ki, Allah’ın resûlü Meryem’in oğlu İsa Mesih’i biz öldürdük.” sözleri (çok büyük iftiradır). Ve onu öldürmediler ve onu asmadılar. Fakat (öldürülen adam) onlara, (Meryem’in oğlu İsa Mesih’e) benzer olarak gösterildi. Ve muhakkak ki onun hakkında ihtilafa (anlaşmazlığa) düşenler, ondan (bu hususda) mutlaka şüphe içindeler. Onların, onunla ilgili olarak, zanna tâbî olmaktan başka bir İlimleri (bilgileri) yoktur. Ve onu kesinlikle öldürmediler (öldüremediler).
    9. 4 / NİSÂ – 162 Lâkinir râsihûne fîl ilmi minhum vel mu’minûne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike vel mukîmînes salâte vel mu’tûnez zekâte vel mu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri), ulâike senu’tîhim ecren azîmâ(azîmen).
    Fakat, onlardan İlimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Ve namazı ikame edenler, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar; işte onlara “büyük ecir” vereceğiz.
    10. 6 / EN’ÂM – 100 Ve cealû lillâhi şurekâel cinne ve halakahum ve harakû lehu benîne ve benâtin bi gayri ilm(ilmin), subhânehu ve teâlâ ammâ yasifûn(yasifûne).
    Cinleri Allah’a ortak kıldılar. Onları da O (Allah) yarattı. İlimleri olmaksızın, “O’nun oğulları ve kızları var” yalanını uydurdular. O Sübhan’dır (herşeyden münezzehtir), vasıflandırdıkları şeylerden yücedir.
    11. 6 / EN’ÂM – 108 Ve lâ tesubbûllezîne yed’ûne min dûnillâhi fe yesubbûllâhe adven bi gayri ilm(ilmin), kezâlike zeyyennâ li kulli ummetin amelehum summe ilâ rabbihim merciuhum fe yunebbiuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
    Allah’tan başkasına dua edenlere sövmeyin, aksi halde İlimleri olmadan, haddi aşarak Allah’a söverler. İşte böyle bütün ümmetlere amellerini süsledik. Sonra dönüşleri Rab’lerinedir. O zaman, yapmış oldukları şeyleri, onlara haber verecek.
    12. 6 / EN’ÂM – 119 Ve mâ lekum ellâ te’kulû mimmâ zukiresmullâhi aleyhi ve kad fassale lekum mâ harreme aleykum illâ madturirtum ileyh(ileyhi), ve inne kesîren le yudıllûne bi ehvâihim bi gayri ilm(ilmin), inne rabbeke huve a’lemu bil mu’tedîn(mu’tedîne).
    Size ne oluyor ki; üzerine Allah’ın ismi anılan şeylerden yemiyorsunuz? Darda kalıp, ona mecbur olduğunuz şeyler hariç; size haram kıldığı şeyleri size ayrı ayrı açıklamıştı. Muhakkak ki; onların çoğu, bir İlimleri olmaksızın, kendi hevesleri ile (başkalarını) dalâlette bırakıyorlar. Muhakkak ki; senin Rabbin, o haddi aşanları en iyi bilendir.
    13. 6 / EN’ÂM – 143 Semâniyete ezvâc(ezvâcin), minad da’nisneyni ve minel ma’zisneyn(ma’zisneyni), kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeyn(unseyeyni), nebbiûnî bi ilmin in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
    Eşli (biri dişi, biri erkek) olarak sekiz adet (yük ve kesim hayvanı yarattı âyet-142); koyundan iki, keçiden iki. De ki: “İki erkek mi veya iki dişi mi? Ya da iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi haram kıldı? Eğer siz sadıklarsanız, bana bir İlimle haber veriniz.”
    14. 6 / EN’ÂM – 144 Ve minel ibilisneyni ve minel bakarisneyn(bakarisneyni), kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeyn(unseyeyni), em kuntum şuhedâe iz vassâkumullâhu bi hâzâ, fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben li yudillen nâse bi gayri ilm(ilmin), innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkek mi veya iki dişi mi? (Ya da) iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi haram kıldı? Veya Allah’ın bununla size vasiyet ettiğine (farz kıldığına) şahit mi oldunuz?” Bir İlimleri olmaksızın insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan söyleyen (iftira eden)den daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.
    15. 6 / EN’ÂM – 148 Seyekûlullezîne eşrekû lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ ve lâ harremnâ min şey’(şey’in), kezâlike kezzebellezîne min kablihim hattâ zâkû be’senâ, kul hel indekum min ilmin fe tuhricûhu lenâ, in tettebiûne illez zanne ve in entumillâ tahrusûn(tahrusûne).
    Şirk koşanlar şöyle söyleyecekler: “Şâyet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbir şeyi haram etmezdik.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: “Sizin yanınızda İlimden bir şey var mı? Öyleyse (varsa) onu bize çıkarın. Siz ancak zanna tâbî oluyorsunuz. Ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
    16. 7 / A’RÂF – 7 Fe le nekussanne aleyhim bi ilmin ve mâ kunnâ gâibîn(gâibîne).
    Öyleyse onlara, mutlaka bir İlim ile anlatacağız. Biz gaibler (onların yaptıklarından habersiz) değildik.
    17. 7 / A’RÂF – 52 Ve lekad ci’nâhum bi kitâbin fassalnâhu alâ ilmin huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
    Ve andolsun; onlara bir kitap getirdik ve âmenû olan bir kavim için onu rahmet ve hidayet(e erdiren) olarak bir İlim üzerine ayrı ayrı açıkladık.
    18. 9 / TEVBE – 112 Ettâibûnel âbidûnel hâmidûnes sâihûner râkiûnes sâcidûnel âmirûne bil ma’rûfi ven nâhûne anil munkeri vel hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiril mu’minîn (mu’minîne).
    Tövbe edenleri, (Allah’a) kul olanları, hamdedenleri, oruç tutanları veya seyahat edenleri (Allah yolunda hicret edenleri, savaşmak için veya Allah’ın adını yüceltmek, dînini kuvvetlendirmek için, Allah yolunda hizmet için, İlim tahsil etmek için yurtlarından çıkanları, Allah’a ulaştırmak için ruhlarını yola çıkaranları, yeryüzünde ibretle gezip tefekkür edenleri); rükû ve secde edenleri, ma’rufla emredenleri, münkerden nehyedenleri (yasaklayanları), Allah’ın hudutlarını muhafaza edenleri ve mü’minleri müjdele!
    19. 10 / YÛNUS – 93 Ve lekad bevve’nâ benî isrâîle mubevvee sıdkın ve razaknâhum minet tayyibât(tayyibâti), femahtelefû hattâ câehumul ilm(ilmu), inne rabbeke yakdî beynehum yevmel kıyâmeti fî mâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
    Ve andolsun ki; İsrailoğullarını güzel bir yere yerleştirdik. Ve onları tayyib (temiz, helâl) rızıktan rızıklandırdık. Bundan sonra onlara İlim gelinceye kadar ihtilâfa düşmediler. Muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü, hakkında ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşmüş oldukları şeyde, onların aralarında hüküm verir.
    20. 12 / YÛSUF – 22 Ve lemmâ belega eşuddehû âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).”
    Ve en kuvvetli çağına ulaştığı (bulûğa erdiği) zaman ona hüküm (hikmet) ve İlim verdik. Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
    21. 12 / YÛSUF – 76 Fe bedee bi ev’ıyetihim kable viâi ahîhi, summestahrecehâ min viâi ahîh(ahîhi), kezâlike kidnâ li yûsuf(yûsufe), mâ kâne li ye’huze ehâhu fî dînil meliki, illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), nerfeu derecâtin men neşâ’(neşâu), ve fevka kulli zî ilmin alîm(alîmun).
    Böylece (aramaya) kardeşinin heybesinden önce onların ( diğer kardeşlerinin) heybeleri ile başladı. Sonra onu kardeşinin heybesinden çıkardı. Yusuf için işte böyle bir düzen hazırladık. Allah’ın dilemesi hariç Melik’in milletinde (kurallarında) kardeşini (tutmak, alıkoymak) olmazdı. Dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Ve bütün İlim sahiplerinin üstünde daha iyi bilen vardır.
    22. 13 / RA’D – 37 Ve kezâlike enzelnâhu hukmen arabiyyâ(arabiyyen), ve le initteba’te ehvâehum ba’de mâ câeke minel ilmi mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ vâk(vâkın).
    İşte böyle O’nu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana İlimden bunca şey geldikten sonra eğer onların heveslerine tâbî olursan, elbette senin için Allah’tan başka bir dost ve bir koruyucu yoktur.
    23. 16 / NAHL – 25 Liyahmilû evzârehum kâmileten yevmel kıyâmeti ve min evzârillezîne yudıllûnehum bi gayri ilm(ilmin), e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
    Kıyâmet günü, onların kendi günahlarının tamamını yüklendikten başka, İlimleri olmaksızın dalâlette kalmasına sebep oldukları kimselerin günahlarından (da) yüklenmeleri için. Yüklendikleri şey ne kadar kötü, öyle değil mi?
    24. 16 / NAHL – 27 Summe yevmel kıyâmeti yuhzîhim ve yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum tuşâkkûne fîhim, kâlellezîne ûtul ilme innel hızyel yevme ves sûe alel kâfirîn(kâfirîne).
    Sonra kıyâmet günü (Allah), onları alçaltacak (rezil rüsva edecek). Ve onlara: “Ortaklarım nerede?” diyecek. “Onlar için ayrılıklara düştünüz.” Kendilerine İlim verilenler şöyle dedi: “Muhakkak ki rezillik ve azap, bugün kâfirlerin üstünedir.”
    25. 16 / NAHL – 70 Vallâhu halakakum summe yeteveffâkum ve minkum men yureddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme ba’de ilmin şey’a(şey’en), innallâhe alîmun kadîr(kadîrun).
    Ve Allah, sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek. Ve sizden kim, ömrünün en rezil devresine geri (hidayetten dalâlete) döndürülürse bu, bir şey konusunda İlim sahibi olduktan (hidayeti öğrendikten) sonra bilemediği (idrak edemediği) içindir. Muhakkak ki Allah, en iyi bilendir, kaadir olandır (herşeye gücü yetendir).
    26. 17 / İSRÂ – 85 Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
    Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) İlimden sadece az bir şey verildi.
    27. 17 / İSRÂ – 107 Kul âminû bihî ev lâ tu’minû, innellezîne ûtul ilme min kablihî izâ yutlâ aleyhim yahırrûne lil ezkâni succedâ(succeden). (SECDE ÂYETİ)
    De ki: “O’na inanılsın veya inanılmasın, O’ndan önce kendilerine İlim verilen kimseler, onlara (Kur’ân’ın secde âyetleri) okunduğu zaman, secde ederek çeneleri (alınları) üstüne kapanırlar.”
    28. 18 / KEHF – 5 Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, keburet kelimeten tahrucu min efvâhihim, in yekûlûne illâ kezibâ(keziben).
    Onların ve babalarının (atalarının), ona (buna; Allah’ın evlât edinmeyeceğine) dair bir İlimleri yoktur. Onların ağızlarından çıkan kelimeler (sözler) çok büyük! Onlar, (söylerlerse) ancak yalan söylüyorlar.
    29. 19 / MERYEM – 43 Yâ ebeti innî kad câenî minel ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan seviyyâ(seviyyen).
    Ey babacığım, muhakkak ki bana, sana gelmeyen bir İlim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye’ye (düzgün, seviyeli, Allah’a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).
    30. 20 / TÂHÂ – 98 İnnemâ ilâhukumullâhullezî lâ ilâhe illâ hûv(huve), vesia kulle şey’in ilmâ(ilmen).
    Sizin İlâhınız sadece Allah’tır ki, O’ndan başka İlâh yoktur. İlim (ilmi) ile herşeyi kaplamıştır (kuşatmıştır).
    31. 20 / TÂHÂ – 110 Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ(ılmen).
    (Allah), onların önündeki(leri) ve arkasındaki(leri) (onların geçmişini ve geleceğini) bilir ve onu, İlim ile ihata edemezler (bilemezler).
    32. 21 / ENBİYÂ – 74 Ve lûtan âteynâhu hukmen ve ılmen ve necceynâhu minel karyetilletî kânet ta’melul habâis(habâise), innehum kânû kavme sev’in fâsikîn(fâsikîne).
    Ve Lut (A.S)’a hikmet ve İlim verdik. Ve habaîs (kötülükler, ahlâksızlıklar) işleyen ülkeden onu kurtardık. Muhakkak ki onlar, fasık olan kötü bir kavimdi.
    33. 21 / ENBİYÂ – 79 Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne).
    Böylece onu (bu hükmü), Süleyman (a.s)’a anlattık. Ve hepsine hikmet ve İlim verdik. Dâvud (a.s)’la beraber tesbih eden (etsinler diye) dağları ve kuşları musahhar (emrine amade) kıldık. Ve (bunları) yapan, Biziz.
    34. 22 / HACC – 5 Yâ eyyuhen nâsu in kuntum fî raybin minel ba’si fe innâ halaknâkum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe min mudgatin muhallekatin ve gayri muhallekatin li nubeyyine lekum, ve nukırru fîl erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen summe nuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum ve minkum men yuteveffâ ve minkum men yuraddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme min ba’di ilmin şey’â(şey’an), ve terel arda hâmideten fe izâ enzelnâ aleyhel mâehtezzet ve rabet ve enbetet min kulli zevcin behîc(behîcin).
    Ey insanlar! Eğer beas edilmekten (tekrar diriltilmekten) şüphe içinde iseniz… Oysa muhakkak ki Biz sizi, size beyan edelim (açıklayalım) diye (önce) topraktan (inorganik ve organik maddelerden), sonra bir nutfeden (bir damladan), sonra bir alakadan (rahim duvarına bir noktadan bağlı duran embriyodan), sonra şekillendirilmiş ve şekillendirilmemiş (bir çiğnemlik et görünümünde) mudgadan yarattık. Ve (sizi), dilediğimiz süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi, ergenlik çağına ulaşmak üzere bebek olarak çıkarırız. Ve sizden bir kısmınız vefat ettirilir. Ve sizden bir kısmınız, sonradan İlimden bir şey bilemez hale gelsin diye ömrünün ihtiyarlık çağına döndürülür. Ve arzı (yeryüzünü) kurumuş görürsün. Fakat ona su indirdiğimiz zaman hareketlenir ve kabarır ve bütün güzel çiftlerden bitkiler yetiştirir.
    35. 22 / HACC – 52 Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
    Senden önce gönderdiğimiz (hiç)bir resûl ve nebî yoktur ki; (bir şey) temenni ettiği (dilediği) zaman şeytan, onun temenni ettiği şeye, (yalan) ilka etmemiş (ulaştırmamış) olsun. Fakat Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi nesheder (kaldırır, yok eder). Sonra Allah, âyetlerini muhkem kılar (sağlamlaştırır). Ve Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir (İlim ve hikmet sahibidir).
    36. 22 / HACC – 54 Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
    Ve kendilerine İlim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl’ün, Nebî Resûl’ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O’na îmân etmeleri, onların kalplerinin O’nu (Allah’ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm’e hidayet edendir.
    37. 22 / HACC – 71 Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve mâ leyse lehum bihî ılm(ılmun), ve mâ liz zâlimîne min nasîr(nasîrin).
    Ve (onlar), kendilerine bir sultan (delil, yaptırım gücü) indirilmeyen Allah’tan başka şeylere tapıyorlar. Ve onların, ona (taptıkları şeylere) ait İlimleri yoktur. Ve zalimler için yardımcı da yoktur.
    38. 25 / FURKÂN – 29 Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
    Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki İlim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
    39. 27 / NEML – 15 Ve lekad âteynâ dâvûde ve suleymâne ilmâ(ilmen), ve kâlal hamdu lillâhillezî faddalenâ alâ kesîrin min ibâdihil mu’minîn(mu’minîne).
    Ve andolsun ki Dâvud (a.s)’a ve Süleyman (a.s)’a İlim verdik. Ve (onlar): “Mü’min kullarının çoğundan bizi üstün kılan Allah’a hamdolsun.” dediler.
    40. 27 / NEML – 42 Fe lemmâ câet kîle e hâkezâ arşuk(arşuki), kâlet ke ennehu huve ve ûtînel ilme min kablihâ ve kunnâ muslimîn(muslimîne).
    Böylece geldiği zaman ona: “Senin tahtın bunun gibi miydi (böyle miydi)?” denildi. (Sebe Melikesi): “Sanki o.” dedi. Ve (Süleyman A.S): “İlim bize ondan önce verildi. Ve biz müslümanlar, (Allah’a teslim olanlar) olduk.”
    41. 27 / NEML – 66 Beliddâreke ilmuhum fîl âhıreh(âhıreti), bel hum fî şekkin minhâ, bel hum minhâ amûn(amûne).
    Hayır, ahiret hakkında onların İlimleri tamamlandı (bilgiler tamamen onlara verildi). Aksine onlar, (hâlâ) ondan (ahiretten) şüphe içindeler. Hayır, onlar, ona (ahiret delillerine) karşı kördürler (onları anlayacak basiretleri yoktur).
    42. 28 / KASAS – 14 Ve lemmâ belega eşuddehu vestevâ âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
    Ve erginlik çağına erişip kemâle erdiği zaman, ona hikmet ve İlim verdik. Ve muhsinleri, Biz işte böyle mükâfatlandırırız.
    43. 28 / KASAS – 78 Kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin indî, e ve lem ya’lem ennellâhe kad ehleke min kablihî minel kurûni men huve eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’â(cem’an), ve lâ yus’elu an zunûbihimul mucrimûn(mucrimûne).
    (Karun): “O (servet) ancak bendeki İlim sebebiyle bana verildi.” dedi. Ondan önce, “Allah’ın ondan daha kuvvetli (güçlü) olan ve ondan daha çok şey toplayan nesilleri (zenginleri) helâk etmiş olduğunu” bilmiyor mu? Ve mücrimlere günahlarından sorulmaz.
    44. 28 / KASAS – 80 Ve kâlellezîne ûtûl ilme veylekum sevâbullâhi hayrun li men âmene ve amile sâlihâ(sâlihan) ve lâ yulekkâhâ illes sâbirûn(sâbirûne).
    Ve İlim verilenler: “Size yazıklar olsun! Âmenû olan ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır. Buna (hayırlı sevaba), sabredenlerden başkası mülâki olmaz (kavuşturulmaz).” dediler.
    45. 29 / ANKEBÛT – 49 Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn(zâlimûne).
    Hayır O (Kur’ân-ı Kerim), İlim verilenlerin sinelerinde beyan olunan âyetlerdir. Ve zalimler hariç, onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.
    46. 30 / RÛM – 29 Belittebeallezîne zalemû ehvâehum bi gayri ilm(ilmin), fe men yehdî men edallallâh(edallallâhu), ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).
    Hayır, zalimler İlim sahibi olmaksızın heveslerine tâbî oldular. Bundan sonra Allah’ın dalâlette bıraktığını kim hidayete erdirebilir? Ve onların yardımcıları da yoktur.
    47. 30 / RÛM – 56 Ve kâlellezîne ûtûl ilme vel îmâne lekad lebistum fî kitâbillâhi ilâ yevmil ba’si fe hâzâ yevmul ba’si ve lâkinnekum kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
    Ve İlim ve îmân verilenler: “Andolsun ki Allah’ın Kitabı’ndaki beas (yeniden diriliş) gününe kadar (mezarda) kaldınız.” dediler. İşte bu beas (yeniden diriliş) günüdür. Lâkin siz bilmiyordunuz.
    48. 31 / LOKMÂN – 6 Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).
    Ve insanlardan bir kısmı boş sözleri satın alırlar, İlimleri olmaksızın Allah’ın yolundan saptırmak için. Ve onu eğlence (alay konusu) edinirler. İşte onlar için muhin (aşağılayıcı) bir azap vardır.
    49. 34 / SEBE – 6 Ve yerellezîne ûtûl ılmellezî unzile ileyke min rabbike huvel hakka ve yehdî ilâ sırâtıl azîzil hamîd(hamîdi).
    Ve kendilerine İlim verilenler, sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu ve onun Azîz (ve) Hamîd Olan’ın (Allah’ın) yoluna (Allah’a ulaştıran Sıratı Mustakîm’e) hidayet ettiğini (ulaştırdığını) görüyorlar.
    50. 39 / ZUMER – 49 Fe izâ messel insâne durrun deânâ, summe izâ havvelnâhu ni’meten minnâ kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilm(ilmin), bel hiye fitnetun ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    İnsana bir zarar dokunduğu zaman Bize dua eder. Sonra ona tarafımızdan bir ni’met gönderdiğimizde: “Bu ancak bana bir İlim üzerine verildi.” der. Hayır, o bir imtihandır. Ve lâkin onların çoğu bilmezler.
    51. 40 / MU’MİN – 7 Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
    Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab’lerini hamd ile tesbih ederler ve O’na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah’tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve İlimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm’e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”
    52. 40 / MU’MİN – 83 Fe lemmâ câethum rusuluhum bil beyyinâti ferihû bimâ indehum minel ilmi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
    Onlara resûlleri beyyinelerle geldiği zaman yanlarındaki İlim sebebiyle şımardılar. Ve alay etmiş oldukları şey onları kuşattı.
    53. 42 / ŞÛRÂ – 14 Ve mâ teferrekû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum, ve innellezîne ûrisûl kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb(murîbin).
    Kendilerine İlim geldikten sonra aralarında azanlardan başkası fırkalara ayrılmadı. Eğer Rabbinden “belirlenmiş bir zamana kadar (bekletme)” sözü geçmemiş olsaydı, mutlaka onların arasında (hemen) hüküm verilirdi. Muhakkak ki onlardan sonra Kitab’a varis kılınanlar, gerçekten O’ndan şek ve şüphe içindedirler.
    54. 43 / ZUHRÛF – 20 Ve kâlû lev şâer rahmânu mâ abednâhum, mâ lehum bi zâlike min ilmin in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
    Ve (onlar): “Eğer Rahmân dileseydi, biz onlara tapmazdık.” dediler. Onların bu konuda bir İlimleri (bilgileri) yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
    55. 43 / ZUHRÛF – 61 Ve innehu le ilmun lis sâati, fe lâ temterunne bihâ vettebiûni, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
    Ve muhakkak ki o, gerçekten o saat (kıyâmetin zamanı) için bir İlimdir (bilgidir). Öyleyse ondan sakın şüphe etmeyin! Ve Bana (Allah’a) tâbî olun! İşte bu, Sıratı Mustakîm’dir.
    56. 44 / DUHÂN – 32 Ve lekadihternâhum alâ ilmin alel âlemîn(âlemîne).
    Ve andolsun ki Biz, onları (İsrailoğullarını) İlim üzerine âlemlere seçtik (üstün kıldık).
    57. 45 / CÂSİYE – 17 Ve âteynâhum beyyinâtin minel emr(emri), fe mahtelefû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, inne rabbeke yakdî beynehum yevmel kıyâmeti fî mâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
    Ve onlara emirden (Allah’ın emrinden) beyyineler (deliller) verdik. Fakat onlara İlim geldikten sonra onlar, aralarında azgınlık ederek ihtilâfa düştüler. Muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü, ihtilâf etmiş oldukları şeylerde, onların arasında hüküm verecektir.
    58. 45 / CÂSİYE – 23 E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
    Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu İlim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
    59. 45 / CÂSİYE – 24 Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed dehr(dehru), ve mâ lehum bi zâlike min ilm(ilmin), in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).
    Ve: “O (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden (zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda İlimden (nasipleri) yoktur. Onlar sadece zanda bulunurlar.
    60. 46 / AHKÂF – 4 Kul ereeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât(semâvâti), îtûnî bi kitâbin min kabli hâzâ ev esâretin min ilmin in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
    De ki: “Allah’tan başka taptıklarınızı gördünüz mü?” Onların yeryüzünde ne yarattıklarını bana gösterin. Yoksa onların göklerde ortağı mı var? Eğer siz sadıklarsanız (doğru söyleyenlerseniz) bana, bundan evvelki bir kitap ve İlimden (ilmî) bir eser getirin.”
    61. 46 / AHKÂF – 23 Kâle innemel ilmu indallâhi ve ubelligukum mâ ursiltu bihî ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
    Dedi ki: “O İlim (o azabın bilgisi) ancak, Allah’ın katındadır. Ve ben onunla gönderildiğim şeyi size tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
    62. 47 / MUHAMMED – 16 Ve minhum men yestemiu ileyke, hattâ izâ harecû min indike kâlû lillezîne ûtûl ilme mâzâ kâle ânifâ(ânifen), ulâikellezîne tabaallâhu alâ kulûbihim vettebeû ehvâehum.
    Ve seni dinleyenlerden bir kısmı, senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine İlim verilenlere: “Biraz önce (O) ne dedi?” dediler. İşte onlar, Allah’ın, kalplerini mühürledikleri kişilerdir ve onlar hevalarına tâbî olanlardır.
    63. 53 / NECM – 30 Zâlike mebleguhum minel ilm(ilmi), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bi menihtedâ.
    Onların İlimden ulaşabildikleri (sadece) budur. Muhakkak ki senin Rabbin ki; O, kimin Kendi yolundan saptığını en iyi bilir ve O, kimin hidayete erdiğini en iyi bilir.
    64. 58 / MUCÂDELE – 11 Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fîl mecâlisi fefsehû yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillahullezîne âmenû minkum vellezîne ûtûl ilme derecât(derecâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
    Ey âmenû olanlar! Meclislerde size: “(Oturmak için) yer açın!” denildiği zaman, o taktirde yer açın. Allah da size yer açar (genişlik verir). Ve: “Kalkın!” denildiği zaman hemen kalkın! Allah, sizden âmenû olanların ve İlim verilmiş olanların derecelerini yükseltir. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
    65. 67 / MULK – 26 Kul innemel ilmu indallâhi ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).
    De ki: “Bu İlim ancak Allah’ın indindedir. Ve ben sadece (Allah’ın azabını) açıkça bildiren bir nezirim (uyarıcıyım).”

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

Helak kelimesi için arama sonuçları (110 sonuç bulundu)

Helak kelimesi için arama sonuçları (110 sonuç bulundu)

1. 2 / BAKARA – 205   Ve izâ tevellâ seâ fîl ardı li yufside fîhâ ve yuhlikel harse ven nesl(nesle), vallâhu lâ yuhıbbul fesâd(fesâda).
Ve dönüp (gittiği) zaman, yeryüzünde fesat çıkarmak, ekini ve nesli helâk etmek (yok etmek) için çalışır. Ve Allah fesadı sevmez.

  1. 3 / ÂLİ İMRÂN – 117   Meselu mâ yunfikûne fî hâzihil hayâtid dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehlekethu ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin enfusehum yazlımûn(yazlımûne).
    Onların (kâfirlerin), bu dünya hayatında (gösteriş ve övünmek için) infâk ettikleri şeylerin durumu, kendilerine zulmeden (Allah’ın emirlerine ve nehiylerine itaat etmeyerek, devamlı derecat kaybeden) bir kavmin, “kavurucu, dondurucu soğuk bir rüzgarın isabet ederek, böylece helâk ettiği” ekininin durumu gibidir. Allah, onlara zulmetmedi, fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlar.
  2. 3 / ÂLİ İMRÂN – 127   Li yaktaa tarafen minellezîne keferû ev yekbitehum fe yenkalibû hâibîn(hâibîne).
    (Ve bu yardım), kâfirlerden bir kısmını kesmek (helâk etmek) veya onları perişan etmek, böylece bozguna uğrayarak dönüp gitmeleri içindir.
  3. 3 / ÂLİ İMRÂN – 141   Ve liyumahhisallâhullezîne âmenû ve yemhakal kâfirîn(kâfirîne).
    Ve (bu), Allah’ın âmenû olanları temize çıkarması ve kâfirleri yavaş yavaş helâk etmesi içindir.
  4. 4 / NİSÂ – 133   İn yeşa’ yuzhibkum eyyuhen nâsu ve ye’ti bi âharîn(âharîne) ve kânallâhu alâ zâlike kadîrâ(kadîran).
    Eğer O (Allah) dilerse ey insanlar, sizi giderir (helâk eder) ve başkalarını getirir! Ve Allah buna kaadir’dir.
  5. 4 / NİSÂ – 153   Yes’eluke ehlul kitâbi en tunezzile aleyhim kitâben mines semâi fe kad seelû mûsâ ekbere min zâlike fe kâlû erinallâhe cehreten fe ehazethumus sâikatu bi zulmihim, summettehazûl ıcle min ba’di mâ câethumul beyyinâtu fe afevnâ an zâlik(zâlike), ve âteynâ mûsâ sultânen mubînâ(mubînen).
    Kitap ehli senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Oysa Hz. Musa’dan, bundan daha da büyüğünü istemişler, “O halde, bize Allah’ı açıkça göster.” demişlerdi. Bunun üzerine, zulümlerinden dolayı onları yıldırım yakaladı (helâk etti). Ardından kendilerine belgeler (açık mucizeler) geldikten sonra da buzağıyı (ilâh) edindiler. Buna rağmen, onları bundan (bu suçlarından dolayı) affettik ve Hz. Musa’ya “apaçık sultan (güç ve delil)” verdik.
  6. 5 / MÂİDE – 17   Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huvel mesîhubnu meryem(meryeme) kul fe men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlikel mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fîl ardı cemîa(cemîan) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ yeşâ(yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
    Andolsun ki “ Muhakkak ki Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki; “Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek isterse, Allah’dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter? ” Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah (c.c.), herşeye kaadirdir.
  7. 6 / EN’ÂM – 6   E lem yerev kem ehleknâ min kablihim min karnin mekkennâhum fîl ardı mâ lem numekkin lekum ve erselnes semâe aleyhim midrâren ve cealnâl enhâre tecrî min tahtihim fe ehleknâhum bi zunûbihim ve enşe’nâ min ba’dihim karnen âharîn(âharîne).
    Sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde, yeryüzünde yerleştirdiğimiz nice kavimleri, kendilerinden önce nasıl helâk ettiğimizi görmüyorlar mı? Onlara semadan bol bol yağmur gönderdik. Altlarından nehirler akıttık. Fakat günahları sebebiyle onları helâk ettik. Onlardan sonra da başka nesiller yarattık.
  8. 6 / EN’ÂM – 26   Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh(anhu), ve in yuhlikûne illâ enfusehumve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
    Ve onlar, ondan (Allah’a ulaşmaktan, hidayetten) nehyederler (men ederler, yasaklarlar) ve onlar da (kendileri de) ondan (hidayetten) uzak dururlar (yüz çevirirler). Kendilerinden başkasını helâk etmezler ve farkında olmazlar (şuurunda değiller).
  9. 6 / EN’ÂM – 47   Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi bagteten ev cehreten hel yuhleku illel kavmuz zâlimûn(zâlimûne).
    (Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Siz (herbiriniz) kendinizi gördünüz mü? (halinizi, acizliğinizi anladınız mı?) Eğer Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelse, zalimler kavminden başkası mı helâk edilir?”
  10. 6 / EN’ÂM – 70   Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’(şefîun), ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
    Kendilerinin dînini bir oyun ve bir eğlence edinenleri bırak. Ve onları dünya hayatı aldattı. Ve de kazandıklarından (kazandıkları nâkıs derecelerden) dolayı nefsin helâk olacağını, onunla hatırlat. Onun için Allah’tan başka bir dost ve bir şefaatçi yoktur. O, bütün fidyeleri verse de ondan alınmaz (kabul edilmez). İşte onlar kazandıklarından dolayı helâk olmuş kimselerdir. İnkâr etmiş oldukları şeylerden dolayı, onlar için kaynar sudan bir içecek ve elîm bir azap vardır.
  11. 6 / EN’ÂM – 131   Zâlike en lem yekun rabbuke muhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ gâfilûn(gâfilûne).
    İşte bu, senin Rabbinin, ülke halkı gaflet içindeyken (uyarılmadan), ülkeleri zulümle helâk edici olmamasındandır.
  12. 6 / EN’ÂM – 137   Ve kezâlike zeyyene li kesîrin minel muşrikîne katle evlâdihim şurekâuhum li yurdûhum ve li yelbisû aleyhim dînehum, ve lev şâellâhu mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne).
    Ve böylece onların ortakları, müşriklerin çoğuna, onları helâk etmek için ve onlara kendilerinin dînini karıştırmaları için, evlâtlarını öldürmeyi güzel gösterdiler (süslediler). Allah dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları ve uydurdukları şeyleri terket.
  13. 7 / A’RÂF – 4   Ve kem min karyetin ehleknâhâ fe câehâ be’sunâ beyâten ev hum kâilûn(kâilûne).
    Ülkelerden nicesini (kaç tanesini) helâk ettik. Artık azabımız onlara geceleyin veya onlar öğle uykusu uyurken geldi.
  14. 7 / A’RÂF – 129   Kâlû ûzînâ min kabli en te’tiyenâ ve min ba’di mâ ci’tenâ, kâle asâ rabbukum en yuhlike aduvvekum ve yestahlifekum fîl ardı fe yanzure keyfe ta’melûn(ta’melûne).
    Şöyle dediler: “Sen, bize gelmeden önce de ve bize getirdiğin şeyden sonra da bize eziyet edildi, (Hz. Musa da) dedi ki: “Umulur ki; Rabbiniz sizin düşmanınızı helâk eder (yok eder) ve yeryüzünde sizleri halifeler yapar (onların yerine hakim kılar). Böylece nasıl amel edeceğinize (davranacağınıza) bakar.”
  15. 7 / A’RÂF – 139   İnne hâulâi mutebberun mâ hum fîhi ve bâtılun mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
    Muhakkak ki; bunlar onların içinde bulundukları şey (dîn sebebiyle) helâk olmuştur. Ve yapmış oldukları şey bâtıldır (boştur).
  16. 7 / A’RÂF – 155   Vahtâra mûsâ kavmehu seb’îne raculen li mîkâtinâ, fe lemmâ ehazet humur recfetu kâle rabbi lev şi’te ehlektehum min kablu ve iyyâye, e tuhlikunâ bi mâ feales sufehâu minnâ, in hiye illâ fitnetuk(fitnetuke), tudıllu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyunâ fâgfirlenâ verhamnâ ve ente hayrûl gâfirîn(gâfirîne).
    Ve Musa (A.S), Bizim belirlediğimiz buluşma zamanımız için kavminden yetmiş adam seçti. Onları, şiddetli bir sarsıntı yakalayınca şöyle dedi: “Rabbim, şâyet dileseydin daha önce onları ve beni helâk ederdin. İçimizden sefihlerin yaptıklarından dolayı, bizi helâk mı edeceksin? O ancak Senin bir imtihanındır. Onunla dilediğini dalâlette bırakırsın ve dilediğini hidayete erdirirsin. Sen, bizim dostumuzsun. Artık bizi mağfiret et ve bize rahmet (merhamet) et. Sen, mağfiret edenlerin en hayırlısısın.”
  17. 7 / A’RÂF – 164   Ve iz kâlet ummetun minhum lime teizûne kavmenillâhu muhlikuhum ev muazzibuhum azâben şedîdâ(şedîden), kâlû ma’zireten ilâ rabbikum ve leallehum yettekûn(yettekûne).
    Ve onlardan bir ümmet: “Allah’ın helâk edeceği (yok edeceği) veya şiddetli bir azapla azap edeceği bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?” dedikleri zaman şöyle dediler: “Rabbinize bir özür olsun ve böylece (bu öğütle) takva sahibi olurlar.” diye.
  18. 7 / A’RÂF – 173   Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim, e fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûn(mubtilûne).
    Veya fakat daha önce babalarımız da şirk koştu ve biz onlardan sonraki nesiliz. Hal böyle iken bâtılla amel edenlerin yaptıklarından dolayı mı bizi helâk edeceksin?” dersiniz diye.
  19. 7 / A’RÂF – 182   Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    Âyetlerimizi yalanlayanları, onların derecelerini, bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaltacağız (böylece yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız).
  20. 8 / ENFÂL – 42   İz entum bil udvetid dunyâ ve hum bil udvetil kusvâ verrekbu esfele minkum, ve lev tevâadtum lahteleftum fîl mîâdi ve lâkin li yakdiyallâhu emren kâne mef’ûlen li yehlike men heleke an beyyinetin ve yahyâ men hayye an beyyineh(beyyinetin), ve innallâhe le semî’un alîm(alîmun).
    Siz vadinin yakın kenarında (Medine tarafı) idiniz ve onlar (da) vadinin uzak tarafında (Mekke tarafı) idiler ve kervan, sizden daha aşağıda idi. Ve şâyet sözleşseydiniz, zaman konusunda mutlaka anlaşmazlığa düşerdiniz. Ve fakat yapılması gerekli olan bir işin (emrin) yapılması, Allah’ın vukua getirmesi; helâk olanın bir beyyineden helâk olması için yaşayanın bir beyyine üzerine yaşaması içindir. Ve muhakkak ki Allah, mutlaka işitendir, bilendir.
  21. 8 / ENFÂL – 54   Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, kezzebû biâyâti rabbihim, fe ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fîr’avn(fîr’avne), ve kullun kânû zâlimîn(zâlimîne).
    (Onların, Bedir’de savaşan Kureyşlilerin) hali, firavunun (firavun ordusunun) ve onlardan önceki kimselerin hali gibidir. Rab’lerinin âyetlerini yalanladılar. Böylece günahları dolayısıyla onları helâk ettik. Firavun topluluğunu (ordusunu) boğduk. Ve (onların) hepsi zalimler (zulmeden kimseler) oldular.
  22. 9 / TEVBE – 42   Lev kâne aradan karîben ve seferen kâsıden lettebeûke ve lâkin beudet aleyhimuş şukkah(şukkatu), ve seyahlifûne billâhi levisteta’nâ leharecnâ meakum, yuhlikûne enfusehum, vallâhu ya’lemu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Eğer yakın olan bir dünya malı (ganimet) ve rahat bir sefer olsaydı, elbette sana tâbî olurlardı ve lâkin meşakkatli (sefer) onlara uzak geldi. “Şâyet gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a yemin edeceklerdir. Kendilerini (nefslerini) helâk ediyorlar. Ve Allah, onların gerçekten yalancılar olduğunu bilir.
  23. 10 / YÛNUS – 13   Ve lekad ehleknel kurûne min kablikum lemmâ zalemû ve câethum rusuluhum bil beyyinâti ve mâ kânû li yu’minû, kezâlike neczil kavmel mucrimîn(mucrimîne).
    Andolsun, sizden önceki devirlerde yaşayanları zulmettikleri zaman helâk ettik. Ve onlara resûlleri beyyineler (deliller) ile geldi. Ve onlar inanmadılar. Mücrim kavmi işte böyle cezalandırırız.
  24. 11 / HÛD – 67   Ve ehazellezîne zalemûs sayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn(câsimîne).
    Ve zulmeden kimseleri bir sayha (çok kuvvetli korkunç ses) aldı (helâk etti). Böylece kendi yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
  25. 11 / HÛD – 101   Ve mâ zalemnâhum ve lâkin zalemû enfusehum fe mâ agnet anhum âlihetuhumulletî yed’ûne min dûnillâhi min şey’in lemmâ câe emru rabbik(rabbike), ve mâ zâdûhum gayre tetbîb(tetbîbin).
    Ve Biz, onlara zulmetmedik. Ve lâkin onlar, kendilerine zulmettiler. Rabbinin emri geldiği zaman Allah’tan başka dua ettikleri ilâhlar, onlara bir fayda sağlamadı (vermedi). Ve onların helâklarını artırmaktan başka (bir şey) olmadı.
  26. 11 / HÛD – 117   Ve mâ kâne rabbuke li yuhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ muslihûn(muslihûne).
    Ve senin Rabbin, halkı ıslâh edici olan beldeleri zulüm ile helâk edici olmadı.
  27. 12 / YÛSUF – 85   Kâlû tallâhi tefteu tezkuru yûsufe hattâ tekûne haradan ev tekûne minel hâlikîn(hâlikîne).
    (Oğulları) şöyle dediler: “Allah’a andolsun ki; hasta oluncaya veya helâk oluncaya kadar Yusuf’u anmaya devam ediyorsun.”
  28. 13 / RA’D – 32   Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe emleytu lillezîne keferû summe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
    Andolsun ki; senden önceki resûllerle de alay edildi. Fakat Ben, kâfir olan (inkâr eden) kimselere mühlet verdim. Sonra onları yakaladım (helâk ettim). O zaman Benim ikabım nasıl oldu?
  29. 14 / İBRÂHÎM – 13   Ve kâlellezîne keferû li rusulihim le nuhricennekum min ardınâ ev le teûdunne fî milletinâ, fe evhâ ileyhim rabbuhum le nuhlikennez zâlimîn(zâlimîne).
    Kâfirler, resûllerine dediler ki: “Sizi mutlaka arzımızdan (ülkemizden) çıkaracağız veya mutlaka bizim dînimize döneceksiniz.” Bunun üzerine onlara Rab’leri: “Mutlaka zalimleri helâk edeceğiz.” diye vahyetti.
  30. 14 / İBRÂHÎM – 28   E lem tere ilellezîne beddelû ni’metallâhi kufren ve ehallû kavmehum dârel bevâr(bevâri).
    Allah’ın ni’metini küfürle değiştirenleri ve kendi kavimlerini helâk yurduna götürenleri görmedin mi?
  31. 15 / HİCR – 4   Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ ve lehâ kitâbun ma’lûm(ma’lûmun).
    Ve Biz hiçbir ülkeyi, onun malûm (bilinen) bir kitabı olmaksızın helâk etmedik.
  32. 15 / HİCR – 60   İllemre’etehu kaddernâ innehâ le minel gâbirîn(gâbirîne).
    Onun hanımı (kadını) hariç. Çünkü onun mutlaka geride kalanlardan (helâk olacaklardan) olmasını takdir ettik.
  33. 15 / HİCR – 66   Ve kadaynâ ileyhi zâlikel emre enne dâbire hâulâi maktûun musbihîn(musbihîne).
    Ve onların “arkası kesilmiş (nesli tükenmiş)” olarak sabahlayacakları (helâk olup yok olacakları) emrini, ona bildirdik.
  34. 17 / İSRÂ – 7   İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ(tetbîren).
    Eğer ahsen davranırsanız, kendi nefsiniz için en iyisi olur. Eğer kötü davranırsanız, artık (o da) ona (nefsinize) aittir. Böylece sonrakinin (ikinci fesadınızın) vadesi geldiği zaman yüzünüzü karartsınlar ve mescide ilk defa girdikleri gibi girsinler. Ve üstünlük sağladığınız şeyleri mahvedip, helâk etsinler (yok etsinler).
  35. 17 / İSRÂ – 16   Ve izâ erednâ en nuhlike karyeten emernâ mutrafîhâ fe fesekû fîhâ fe hakka aleyhel kavlu fe demmernâhâ tedmîrâ(tedmîren).
    Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman onun (o ülkenin) mutrafilerine (refah içinde olan ileri gelenlerine, zenginlerine) emrettik. Buna rağmen orada fesat çıkardılar. Böylece (Allah’ın) söz(ü) üzerlerine hak oldu. Ve onu (o ülkeyi ve halkını) helâk ederek, yok ettik (dumura uğrattık).
  36. 17 / İSRÂ – 17   Ve kem ehleknâ minel kurûni min ba’di nûh(nûhin) ve kefâ bi rabbike bi zunûbi ıbâdihî habîren basîrâ(basîren).
    Nuh (A.S)’tan sonra asırlarca nice nesiller helâk ettik. Ve senin Rabbin, kullarının günahlarını gören ve (onlardan) haberdar olarak kâfidir.
  37. 17 / İSRÂ – 58   Ve in min karyetin illâ nahnu muhlikûhâ kable yevmil kıyâmeti ev muazzibûhâ azâben şedîdâ(şedîden), kâne zâlike fîl kitâbi mestûrâ(mestûran).
    Eğer bir şehir (helâk olacaksa), kıyâmet gününden önce onun helâk edicisi ancak Biziz. Veya onun (şehir halkının) şiddetli azap edicisi Biziz. İşte bu, Kitap’ta yazılıdır.
  38. 17 / İSRÂ – 102   Kâle lekad alimte mâ enzele hâulâi illâ rabbus semâvâti vel ardı basâir(basâire), ve innî le ezunnuke yâ fir’avnu mesbûrâ(mesbûran).
    ““Andolsun bunları (9 mucizeyi), görünür bir şekilde, semaların ve arzın Rabbinden başkasının indirmediğini sen biliyordun. Ve ey firavun! Muhakkak ki ben, senin helâk olacağına kesin şekilde inanıyorum.” dedi.
  39. 18 / KEHF – 6   Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu’minû bi hâzel hadîsi esefâ(esefen).
    Bu durumda eğer onlar, (Kur’ân-ı Kerim’deki) bu sözlere inanmazlarsa, onların arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin.
  40. 18 / KEHF – 35   Ve dehale cennetehu ve huve zâlimun li nefsih(nefsihî), kâle mâ ezunnu en tebîde hâzihî ebedâ(ebeden).
    Ve o, nefsine zulmederek bahçesine girdi. Şöyle dedi: “Bunun (bu bağın) ebediyyen helâk olacağını zannetmiyorum.”
  41. 18 / KEHF – 52   Ve yevme yekûlu nâdû şurekâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ(mevbikan).
    O gün (kıyâmet günü Allahû Tealâ) şöyle diyecek: “Benim ortaklarım olduğu, zannında bulunduğunuz şeyleri çağırın!” Böylece onları davet ettiler (edecekler). Fakat onlara (kâfirlere), icabet etmediler (etmeyecekler). Ve onların aralarına helâk edici (bir engel) kıldık (kılacağız).
  42. 18 / KEHF – 59   Ve tilkel kurâ ehleknâhum lemmâ zalemû ve cealnâ li mehlikihim mev’ıdâ(mev’ıden).
    Ve işte o ülkeler (halkı), zulmettikleri zaman onları helâk ettik. Ve onların helâk edilmesi için bir zaman kıldık (tayin ettik).
  43. 19 / MERYEM – 74   Ve kem ehleknâ kablehum min karnin hum ahsenu esâsen ve ri’yâ(ri’yen).
    Onlardan önce, mal ve görünüş bakımından daha güzel nice nesiller helâk ettik.
  44. 19 / MERYEM – 98   Ve kem ehleknâ kablehum min karn(karnin), hel tuhıssu minhum min ehadin ev tesmeu lehum rikzâ(rikzen).
    Ve onlardan önce nice nesiller helâk ettik. Onlardan birini görüyor musun? Veya onların ufacık bir sesini duyuyor musun?
  45. 20 / TÂHÂ – 16   Fe lâ yesuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.
    Öyleyse ona (kıyâmet saatine), inanmayanlar ve hevesine (nefsinin afetlerine) tâbî olanlar, sakın seni ondan (kıyâmet gününe îmân etmekten) alıkoymasın. O taktirde sen (de) helâk olursun.
  46. 20 / TÂHÂ – 128   E fe lem yehdi lehum kem ehleknâ kablehum minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
    Onlar hâlâ hidayete ermediler mi? Onlardan önce nice nesilleri helâk etmemize (rağmen) ki şimdi onlar, onların meskenlerinde dolaşıyorlar. İşte bunda nehy sahipleri (Allah’ın yasaklarına riayet edenler) için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
  47. 20 / TÂHÂ – 134   Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.
    Ondan önce gerçekten Biz onları, azapla helâk etmiş olsaydık, muhakkak şöyle derlerdi: “Rabbimiz, bize resûl gönderseydin olmaz mıydı? Böylece biz de zelil (rezil) ve rüsva olmadan önce senin âyetlerine tâbî olsaydık.”
  48. 21 / ENBİYÂ – 6   Mâ âmenet kablehum min karyetin ehleknâhâ, e fe hum yu’minûn(yu’minûne).
    Onlardan önce helâk ettiğimiz ülkelerden (hiç)biri îmân etmediler. Öyleyse onlar mı îmân edecekler?
  49. 21 / ENBİYÂ – 9   Summe sadaknâhumul va’de fe enceynâhum ve men neşâu ve ehleknel musrifîn(musrifîne).
    Sonra onlara olan vaade, sadık kaldık. Böylece onları ve dilediklerimizi kurtardık. Ve müsrifleri (haddi aşanları) helâk ettik.
  50. 21 / ENBİYÂ – 95   Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne).
    Ve helâk ettiğimiz bir kasaba halkının, oraya dönmesi (yeniden hayata getirilmesi) haramdır (imkânsızdır).
  51. 22 / HACC – 45   Fe ke eyyin min karyetin ehleknâhâ ve hiye zâlimetun fe hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve bi’rin muattalatin ve kasrın meşîd(meşîdin).
    Böylece (halkı) zalim olan nice ülkeler gibi onu da helâk ettik. Artık o (ülke), çatıları yıkılmış, kuyuları ve yüksek sarayları terkedilmiş (bir halde)dir.
  52. 23 / MU’MİNÛN – 44   Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
    Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
  53. 23 / MU’MİNÛN – 48   Fe kezzebûhumâ fe kânû minel muhlekîn(muhlekîne).
    Böylece ikisini de yalanladılar. Ve helâk edilenlerden oldular.
  54. 25 / FURKÂN – 13   Ve izâ ulkû minhâ mekânen dayyıkan mukarrenîne deav hunâlike subûrâ(subûran).
    Ve birbirine bağlanmış olarak oradan, dar sıkışık bir yere atıldıkları zaman orada helâk (yok) olmayı istediler.
  55. 25 / FURKÂN – 14   Lâ ted’ûl yevme subûran vâhıden ved’û subûran kesîrâ(kesîren).
    Bugün helâk (yok) olmayı bir defa istemeyin, defalarca isteyin.
  56. 25 / FURKÂN – 18   Kâlû subhâneke mâ kâne yenbegî lenâ en nettehıze min dûnike min evliyâe ve lâkin metta’tehum ve âbâehum hattâ nesûz zikre, ve kânû kavmen bûra(bûren).
    (Putlar) dediler ki: “Sen Sübhan’sın (münezzehsin), Senden başka dostlar edinmemiz bize yakışmaz. Fakat Sen, onları ve onların babalarını metalandırdın. (Bu sebeple) öyle ki zikri unuttular ve helâkı hakeden bir kavim oldular.”
  57. 25 / FURKÂN – 36   Fe kulnazhebâ ilel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, fe demmernâhum tedmîrâ(tedmîren).
    Bundan sonra “Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin!” dedik. Sonra da onları helâk ederek, yok ettik.
  58. 25 / FURKÂN – 38   Ve âden ve semûdâ ve ashâber ressi ve kurûnen beyne zâlike kesîrâ(kesîren).
    Ve Ad ve Semud kavmini ve Ress ashabını (Hz. Şuayb’ın kavmini) ve bunların arasındaki (sürede yaşayan) birçok nesilleri (helâk ettik).
  59. 25 / FURKÂN – 39   Ve kullen darabnâ lehul emsâle ve kullen tebbernâ tetbîrâ(tetbîren).
    Ve onların hepsine, misaller verdik ve hepsini mahvederek, helâk ettik.
  60. 25 / FURKÂN – 65   Vellezîne yekûlûne rabbenasrif annâ azâbe cehenneme inne azâbehâ kâne garâmâ(garâmen).
    Ve onlar: “Rabbimiz cehennem azabını bizden uzaklaştır. Muhakkak ki onun azabı daimî helâk edicidir.” derler.
  61. 26 / ŞUARÂ – 3   Lealleke bâhıun nefseke ellâ yekûnû mu’minîn(mu’minîne).
    Onlar mü’min olmuyorlar diye, neredeyse kendini helâk edeceksin.
  62. 26 / ŞUARÂ – 139   Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
    Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Biz de bu sebeple onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).
  63. 26 / ŞUARÂ – 208   Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
    Ve hiçbir kasabayı, nezirler olmadıkça (ona nezirler göndermedikçe) helâk etmedik.
  64. 27 / NEML – 49   Kâlû tekâsemû billâhi le nubeyyitennehu ve ehlehu summe le nekûlenne li veliyyihî mâ şehidnâ mehlike ehlihî ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
    Allah’a kasem (yemin) ederek dediler ki: “Biz geceleyin mutlaka ona ve ailesine baskın düzenleyelim (onları öldürelim). Sonra da onun dostlarına (muhakkak ki) onun ailesinin helâk edilmesine şahit olmadık ve gerçekten biz sadıklarız (doğru söyleyenleriz).” diyelim.
  65. 28 / KASAS – 43   Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe min ba’di mâ ehleknel kurûnel ûlâ besâire lin nâsi ve huden ve rahmeten leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
    Ve andolsun ki evvelki nesilleri helâk ettikten sonra Musa (A.S)’a, insanlar için basiretleri açılsın (kalp gözleri görmeye başlasın) ve hidayet rehberi ve rahmet olsun (Rahîm esması tecelli etsin) diye Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Umulur ki böylece onlar, tezekkür ederler.
  66. 28 / KASAS – 58   Ve kem ehleknâ min karyetin batırat maîşetehâ, fe tilke mesâkinuhum lem tusken min ba’dihim illâ kalîlâ(kalîlen), ve kunnâ nahnul vârisîn(vârisîne).
    Ve azarak, maişetlerine şükretmeyen nice ülkeyi helâk ettik. İşte bunlar, onların meskenleri, onlardan sonra (çok) az bir süre hariç, iskân edilmedi (oturulmadı). Ve Biz, onların varisleri, Biziz.
  67. 28 / KASAS – 59   Ve mâ kâne rabbuke muhlikel kurâ hattâ yeb’ase fî ummihâ resûlen yetlû aleyhim âyâtinâ, ve mâ kunnâ muhlikîl kurâ illâ ve ehluhâ zâlimûn(zâlimûne).
    Ve senin Rabbin, ülkelere, onların ana şehirlerine, onlara âyetlerimizi okuyan bir resûl göndermedikçe helâk edici olmadı. Ve Biz, onun halkı zalim olmadıkça (zulmetmedikçe) ülkeleri helâk edici olmadık.
  68. 28 / KASAS – 78   Kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin indî, e ve lem ya’lem ennellâhe kad ehleke min kablihî minel kurûni men huve eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’â(cem’an), ve lâ yus’elu an zunûbihimul mucrimûn(mucrimûne).
    (Karun): “O (servet) ancak bendeki ilim sebebiyle bana verildi.” dedi. Ondan önce, “Allah’ın ondan daha kuvvetli (güçlü) olan ve ondan daha çok şey toplayan nesilleri (zenginleri) helâk etmiş olduğunu” bilmiyor mu? Ve mücrimlere günahlarından sorulmaz.
  69. 28 / KASAS – 88   Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar(âhara), lâ ilâhe illâ hû(hûve), kullu şey’in hâlikun illâ vecheh(vechehu), lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).
    Ve Allah ile beraber başka bir İlâh’a dua etme (ibadet etme). O’ndan başka İlâh yoktur. O’nun Zat’ı hariç herşey helâk olucudur. Hüküm O’nundur. Ve O’na döndürüleceksiniz.
  70. 29 / ANKEBÛT – 31   Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeh(karyeti), inne ehlehâ kânû zâlimîn(zâlimîne).
    Ve Bizim resûllerimiz İbrâhîm’e müjde ile geldikleri zaman, dediler ki: “Muhakkak ki biz, bu ülkenin halkını helâk edeceğiz. Çünkü bu belde halkı zalim oldular.”
  71. 29 / ANKEBÛT – 37   Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
    Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı. Böylece kendi diyarlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar (helâk oldular).
  72. 32 / SECDE – 26   E ve lem yehdi lehum kem ehleknâ min kablihim minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyât(âyâtin), e fe lâ yesmeûn(yesmeûne).
    Onları hidayete erdirmedi mi? Onlardan önceki nesillerden nicelerini helâk ettik (etmiş olmamız). Onların (evvelce) meskûn oldukları yerlerde (yurtlarında) dolaşıyorlar. Muhakkak ki bunda, elbette âyetler (deliller, ibretler) vardır. Hâlâ işitmeyecekler mi?
  73. 36 / YÂSÎN – 31   E lem yerev kem ehleknâ kablehum minel kurûni ennehum ileyhim lâ yerciûn(yerciûne).
    Ondan önceki nice nesillerden (kimleri) helâk ettiğimizi, onların (helâk edilenlerin) kendilerine dönmediklerini görmediler mi?
  74. 37 / SÂFFÂT – 56   Kâle tallâhi in kidte le turdîn(turdîne).
    “Allah’a yemin olsun ki, sen az daha beni de gerçekten helâk edecektin?” dedi.
  75. 38 / SÂD – 3   Kem ehleknâ min kablihim min karnin fe nâdev ve lâte hîne menâs(menâsin).
    Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryat ettiler, fakat kurtuluş vakti geçmişti.
  76. 40 / MU’MİN – 34   Ve lekad câekum yûsufu min kablu bil beyyinâti fe mâ ziltum fî şekkin mimmâ câekum bih(bihî), hattâ izâ heleke kultum len yeb’asallâhu min ba’dihî resûlâ(resûlen), kezâlike yudıllullâhu men huve musrifun murtâb(murtâbun).
    Ve andolsun ki daha önce Yusuf (A.S) size beyyineler (deliller) ile geldi. Fakat size getirdiği şeyden şüphe içinde olmanız zail olmadı. Hatta (o) helâk olduğu zaman: “Ondan sonra Allah asla başka resûl beas etmez (göndermez).” dediniz. Allah haddi aşan şüphecileri işte böyle dalâlette bırakır.
  77. 41 / FUSSİLET – 23   Ve zâlikum zannukumullezî zanentum bi rabbikum erdâkum fe asbahtum minel hâsirîn(hâsirîne).
    Ve işte Rabbiniz hakkındaki sizin bu zannınız, sizi helâka sürükledi. Böylece hüsrana düşenlerden oldunuz.
  78. 42 / ŞÛRÂ – 34   Ev yûbıkhunne bimâ kesebû ve ya’fu an kesîr(kesîrin).
    Veya kazandıkları (yaptıkları) sebebiyle onları helâke sürükler ve onların çoğunu (da) affeder.
  79. 43 / ZUHRÛF – 8   Fe ehleknâ eşedde minhum batşen ve medâ meselul evvelîn(evvelîne).
    Bu sebeple (Mekkelilerden) daha güçlü olanları da şiddetle yakalayarak helâk ettik. Evvelki (ümmetlere) ait misaller (daha önce) geçmişti.
  80. 44 / DUHÂN – 37   E hum hayrun em kavmu tubbein vellezîne min kablihim, ehleknâhum innehum kânû mucrimîn(mucrimîne).
    Onlar mı yoksa Tubba’nın kavmi ve onlardan öncekiler mi daha hayırlı? Biz onları helâk ettik. Çünkü onlar mücrimlerdi.
  81. 45 / CÂSİYE – 24   Ve kâlû mâ hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ yuhlikunâ illed dehr(dehru), ve mâ lehum bi zâlike min ilm(ilmin), in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).
    Ve: “O (hayat), dünya hayatımızdan başka birşey değildir, ölürüz ve diriliriz. Ve bizi dehrden (zamandan) başka birşey helâk edemez.” dediler. Ve onların bu konuda ilimden (nasipleri) yoktur. Onlar sadece zanda bulunurlar.
  82. 46 / AHKÂF – 27   Ve lekad ehleknâ mâ havlekum minel kurâ ve sarrafnel âyâti leallehum yerciûn(yerciûne).
    Ve andolsun, sizin etrafınızdaki beldelerden pekçoğunu helâk ettik. Ve âyetleri açıkladık ki, belki böylece onlar dönerler diye.
  83. 46 / AHKÂF – 35   Fasbir kemâ sabere ulûl azmi miner rusuli ve lâ testa’cil lehum, ke ennehum yevme yerevne mâ yûadûne lem yelbesû illâ sâaten min nehâr(nehârin), belâg(belâgun), fe hel yuhleku illel kavmul fâsikûn(fâsikûne).
    Öyleyse ulûl’azm olan resûller gibi sabret. Ve onlar için acele etme. O gün vaadolundukları şeyi (azabı) gördükleri zaman gündüzün bir saatinden fazla kalmamış gibi olurlar. (Bu) bir tebliğdir. Artık fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi?
  84. 47 / MUHAMMED – 8   Vellezîne keferû fe tağsen lehumve edalle a’mâlehum.
    Ve onlar ki kâfirdirler. Artık onlar helâka maruzdurlar. Ve onların amellerini (Allah) boşa çıkardı.
  85. 47 / MUHAMMED – 10   E fe lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, demmerallâhu aleyhim ve lil kâfirîne emsâluhâ.
    Onlar yeryüzünde dolaşmadılar mı? Onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu baksınlar! Allah onları dumura uğrattı (helâk etti). Ve onun bir benzeri de kâfirler içindir.
  86. 47 / MUHAMMED – 13   Ve keeyyin min karyetin hiye eşeddu kuvveten min karyetikelletî ahrecetke, ehleknâhum fe lâ nâsıra lehum.
    Nice beldeler, seni çıkardıkları ülkeden daha kuvvetliydi (daha üstündü), onları helâk ettik. O zaman onlar için bir yardımcı yoktu.
  87. 48 / FETİH – 12   Bel zanentum en len yenkaliber resûlu vel mû’minûne ilâ ehlîhim ebeden ve zuyyine zâlike fî kulûbikum ve zanentum zannes sev’i ve kuntum kavmen bûrâ(bûren).
    Hayır, siz Resûl ve mü’minlerin, ailelerine ebediyen asla dönmeyeceklerini zannettiniz. Ve bu (zan), kalplerinizde süslendi. Kötü bir zanla zanda bulundunuz. Ve siz helâka müstahak bir kavim oldunuz.
  88. 48 / FETİH – 25   Humullezîne keferû ve saddûkum anil mescidil harâmi vel hedye ma’kûfen en yebluga mahıllehu, ve lev lâ ricâlun mu’minûne ve nisâun mû’minâtun lem ta’lemûhum en tetaûhum fe tusîbekum minhum maarratun bi gayri ilm(ilmin), li yudhılallâhu fî rahmetihî men yeşâu, lev tezeyyelû le azzebnellezîne keferû minhum azâben elîmâ(elîmen).
    Onlar ki kâfirdirler. Ve sizi Mescid-i Haram’dan ve bekletilen kurbanları (kesim) mahalline ulaşmaktan men ettiler. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız (bilmeden) helâk edeceğiniz mü’min erkekler ve mü’min kadınlar bulunmasaydı, bu yüzden bilmeksizin (haberiniz olmadan), onlardan size bir sıkıntı isabet edecek olmasaydı (Allah, savaşmanıza müsaade ederdi). (Allah’ın savaşa müsaade etmemesi) Allah’ın dilediğini rahmetine dahil etmesi içindir. Eğer (mü’minler) ayrılmış olsalardı, onlardan kâfir olanları mutlaka elîm azapla azaplandırırdık.
  89. 50 / KAF – 36   Ve kem ehleknâ kablehum min karnin hum eşeddu minhum batşen fe nakkabû fîl bilâd(bilâdi), hel min mahîsin.
    Ve onlardan önce, yakıp yıkmak ve şiddet bakımından, onlardan daha kuvvetli nice nesilleri helâk ettik. Oysaki beldelerde (helâk olmaktan kurtulmak için) gezip dolaştılar, yer araştırdılar. Kaçıp kurtulacak bir yer var mı ki ?
  90. 52 / TÛR – 45   Fe zerhum hattâ yulâkû yevmehumullezî fîhî yus’akûne.
    Artık onları, helâk olacakları günlerine kavuşuncaya kadar terket.
  91. 53 / NECM – 50   Ve ennehû ehleke âdenil ûlâ.
    Ve muhakkak ki, evvelki Âd (halkını) helâk etti.
  92. 53 / NECM – 51   Ve semûde femâ ebkâ.
    Ve Semud’u (da helâk etti). Böylece (onları) bâki kılmadı (geriye kimseyi bırakmadı).
  93. 53 / NECM – 52   Ve kavme nûhın min kabl(kablu), innehum kânû hum azleme ve atgâ.
    Ve daha önce de Nuh (A.S)’ın kavmini (helâk etti). Muhakkak ki onlar, daha zalim ve daha azgındılar.
  94. 54 / KAMER – 34   İnnâ erselnâ aleyhim hâsiben illâ âle lût(lûtin), necceynâhum bi sehar(seharin).
    Muhakkak ki Biz, onların üzerine helâk edici bir kasırga gönderdik. Seher vaktinde Lut (A.S)’ın ailesi hariç, onları kurtardık.
  95. 54 / KAMER – 42   Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).
    Âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Bu sebeple onları üstün kudret sahibinin yakalayışı ile yakalayıp aldık (helâk ettik).
  96. 54 / KAMER – 51   Ve lekad ehleknâ eşyâakum fe hel min muddekir(muddekirin).
    Ve andolsun ki, sizin gibi olanları helâk ettik. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?
  97. 63 / MUNÂFİKÛN – 4   Ve izâ reeytehum tu’cibuke ecsâmuhum, ve in yekûlû tesma’, li kavlihim, ke ennehum huşubun musennedeh(musennedetun), yahsebûne kulle sayhatin aleyhim, humul aduvvu fahzerhum, kâtelehumullâhu ennâ yû’fekûn(yû’fekûne).
    Onları gördüğün zaman onların cesameti (görünüşleri) seni hayran bırakır. Ve eğer konuşurlarsa, onların sözlerini dinlersin, onlar sanki duvara dayalı kütükler gibidirler. Her sayhayı (gürültüyü) kendi üzerlerine (aleyhlerine) sanırlar. Onlar düşmandırlar. Artık onlardan hazer et (sakın), Allah onları helâk etsin (kahretsin), nasıl da döndürülüyorlar.
  98. 67 / MULK – 28   Kul ereeytum in ehlekeniyallâhu ve men maıye ev rahımenâ fe men yucîrul kâfirîne min azâbin elîm(elîmin).
    De ki: “Gördünüz mü, şâyet Allah, beni ve benimle beraber olanları helâk etse veya bize rahmet etse, bundan sonra kâfirleri elîm azaptan kim kurtarır?”
  99. 69 / HÂKKA – 5   Fe emmâ semûdu fe uhlikû bit tâgıyeh(tâgıyeti).
    Fakat bu sebeple Semud (kavmi) azgın (çok şiddetli) bir azapla helâk edildi.
  100. 69 / HÂKKA – 6   Ve emmâ âdun fe uhlikû bi rîhın sarsarin âtiyeh(âtîyetin).
    Ve amma, Ad (kavmi) ise (o da) bu sebeple şiddetli dondurucu, azgın esen bir fırtına ile helâk edildi.
  101. 69 / HÂKKA – 29   Heleke annî sultâniyeh.
    Benim saltanatım (mal gücüm) helâk oldu.
  102. 71 / NÛH – 28   Rabbigfirlî ve li vâlideyye ve li men dehale beytiye mu’minen ve lil mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti) ve lâ tezidiz zâlimîne illâ tebârâ(tebâren).
    Rabbim, beni, annemi, babamı ve evime mü’min olarak girenleri ve mü’min kadınları ve mü’min erkekleri mağfiret et. Zalimlere helâkından başka bir şeyi artırma.
  103. 77 / MURSELÂT – 16   E lem nuhlikil evvelîn(evvelîne).
    Evvelkileri Biz helâk etmedik mi?
  104. 79 / NÂZİÂT – 25   Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.
    Bunun üzerine Allah, onu dünya ve ahiret azabıyla ahzetti (yakalayıp helâk etti).
  105. 84 / İNŞİKAK – 11   Fe sevfe yed’û subûrâ(subûren).
    İşte o, hemen ölümü davet edecek (helâk olmak için dua edecek).
  106. 85 / BURÛC – 4   Kutile ashâbul uhdûd(uhdûdi).
    Hendeklerin sahipleri helâk edildi.
  107. 91 / ŞEMS – 15   Ve lâ yehâfu ukbâhâ.
    Ve (Allah) onun (o beldenin ve halkının) ukbasından (akıbetinden) (helâk oluşlarından) korkacak değildir.
  108. 92 / LEYL – 11   Ve mâ yugnî anhu mâluhû izâ tereddâ.
    Ve helâk olduğu zaman, malı ona fayda vermez.
  109. 111 / TEBBET (MESED) – 1   Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe).
    Ebu Leheb’in iki eli kurudu ve helâk oldu.

 

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

Günah kelimesi için arama sonuçları (187 sonuç bulundu)

Günah kelimesi için arama sonuçları (187 sonuç bulundu)


  1. 2 / BAKARA – 58   Ve iz kulnâdhulû hâzihil karyete fe kulû minhâ haysu şi’tum ragaden vedhulûl bâbe succeden ve kûlû hıttatun nagfir lekum hatâyâkum ve senezîdul muhsinîn(muhsinîne).
    Ve o zaman demiştik ki: “Bu kasabaya girin, böylece onun (ni’metlerinden) dilediğiniz yerden bol bol yeyin. Kapıdan secde ederek girin ve “hıtta” (Günahlarımızın bağışlanmasını diliyoruz) deyin. Biz de sizin hatalarınızı mağfiret edelim (Günahlarnızı sevaba çevirelim). Ve muhsinlere (ni’metlerimizi) artıracağız.”
    2. 2 / BAKARA – 80   Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
    Ve (emaniyeye tâbî olanlar): “Ateş bize, sayılı günlerden başka asla dokunmayacak (Günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah’ın katından bir ahd mi edindiniz?” O taktirde (Eğer böyle bir ahd almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez. Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
    3. 2 / BAKARA – 81   Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
    Hayır (sandığınız gibi değil), kim, Günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa, işte onlar artık ateş ehlidir ve orada devamlı kalacak olanlardır.
    4. 2 / BAKARA – 85   Summe entum hâulâi taktulûne enfusekum ve tuhricûne ferîkan minkummin diyârihim, tezâharûne aleyhim bil ismi vel udvân(udvâni), ve in ye’tûkum usârâ tufâdûhum ve huve muharremun aleykum ihrâcuhum e fe tu’minûne bi ba’dil kitâbive tekfurûne bi ba’d(ba’dın), fe mâ cezâu men yef’alu zâlike minkum illâ hızyun fîl hayâtid dunyâ, ve yevmel kıyâmeti yureddûne ilâ eşeddil azâb(azâbi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
    Sonra siz, öyle kimselersiniz ki birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz ve onlara karşı Günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar, size esir olarak gelseler, onların yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış olduğu halde (onların yurtlarında kalmalarına izin vermeyip) fidye karşılığı değiştirirsiniz. Yoksa Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında ancak rezilliktir. Kıyâmet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine maruz bırakılır. Ve Allah, yaptığınız şeylerden gâfil değildir.
    5. 2 / BAKARA – 95   Ve len yetemennevhu ebeden bimâ kaddemet eydîhim vallâhu alîmun biz zâlimîn(zâlimîne).
    Ve elleriyle takdim ettikleri (Günahları) sebebiyle onu (ölümü), ebediyyen asla temenni etmezler. Ve Allah, zâlimleri en iyi bilendir.
    6. 2 / BAKARA – 158   İnnes safâ vel mervete min şeâirillâh(şeâirillâhi), fe men haccel beyte evı’temera fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ ve men tetavvaa hayran, fe innallâhe şâkirun alîm(alîmun).
    Muhakkak ki Safa ve Merve, Allah’ın (ibadet yerlerini gösterir dîni) şiarlarındandır (işaretlerindendir). Artık kim beyt’i (Kâbe’yi) hacceder veya umre (niyetiyle) ziyareti yaparsa, o taktirde, iki (niyetle) tavaf etmesinde bir Günah yoktur. Her kim de isteyerek (kendiliğinden) hayır olarak (fazladan tavaf) yaparsa mutlaka Allah Şakir’dir (şükrün karşılığını verendir) ve Alîmdir (en iyi bilendir).
    7. 2 / BAKARA – 173   İnnemâ harrame aleykumul meytete ved deme ve lahmel hınzîri ve mâ uhille bihî li gayrillâh(gayrillâhi), fe menidturra gayra bâgin ve lâ âdin fe lâ isme aleyh(aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
    Fakat (Allah) size, sadece ölü hayvan etini, kanı ve domuz etini haram kıldı. Ve Allah’tan başkası için olanı (putlar ve şahıslar adına kesilen hayvanı) helâl kılmadı. Ama kim zarurette (açlıkta ve zor durumda) kalırsa, o taktirde (başkasının) hakkına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak (şartıyla) onun üzerine Günah yoktur. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.
    8. 2 / BAKARA – 181   Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne yubeddilûneh(yubeddilûnehu), innallâhe semîun alîm(alîmun).
    Artık kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse, o taktirde onun Günahı(vebali), sadece onu değiştirenlerin üzerinedir. Muhakkak ki Allah Sem’î’dir (en iyi işitendir), Alîm’dir (en iyi bilendir).
    9. 2 / BAKARA – 182   Fe men hâfe min mûsın cenefen ev ismen fe aslaha beynehum fe lâ isme aleyh(aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
    Fakat kim, vasiyet edenin, haktan uzaklaşacağından veya Günaha gireceğinden korkarsa, bu sebeple onların aralarını ıslâh ederse (düzeltirse), bu durumda, onun üzerine bir Günah (vebal) yoktur. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
    10. 2 / BAKARA – 188   Ve lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı ve tudlû bihâ ilel hukkâmi li te’kulû ferîkan min emvâlin nâsi bil ismi ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).
    Ve birbirinizin mallarınızı aranızda bâtıl ile (haksızlıkla) yemeyin.Ve insanların mallarından bir kısmını, bildiğiniz halde Günahla yemeniz için, onu hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin.
    11. 2 / BAKARA – 197   El haccu eşhurun ma’lûmât(ma’lûmâtun), fe men farada fîhinnel hacca fe lâ refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fîl hacc(haccı), ve mâ tef’alû min hayrın ya’lemhullâh(ya’lemhullâhu), ve tezevvedû fe inne hayraz zâdit takvâ, vettekûni yâ ulîl elbâb(elbâbi).
    Hac, bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda), (ihrama girerek) haccı (kendine) farz edinirse, artık hacta kadına yaklaşmak (ve benzeri davranışlar), fâsıklık (Günaha sapmak), cedelleşmek (sürtüşmek, kavga etmek) yoktur. Siz hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilir. Ve (hayırlarla) (kendinize) azık hazırlayın. Fakat azığın en hayırlısı muhakkak ki takva sahibi olmaktır. Ve ey ulûl elbab! Bana karşı takva sahibi olun.
    12. 2 / BAKARA – 198   Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum fe izâ efadtum min arafâtin fezkurûllâhe indel meş’aril harâm(harâmi), vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn(dâllîne).
    Rabbinizden fazl istemeniz size Günah değildir. Artık Arafat’tan akın akın geldiğiniz zaman Meş’aril Haram’ın yanında Allah’ı zikredin. Ve sizi hidayete erdirdiği şekilde siz de O’nu zikredin. Ve siz ondan (hidayetten) önce ise, elbette dalâlette kalanlardandınız.
    13. 2 / BAKARA – 203   Vezkurûllâhe fî eyyâmin ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men teaccele fî yevmeyni fe lâ isme aleyh(aleyhi), ve men teahhara fe lâ isme aleyhi, li menittekâ vettekûllâhe va’lemû ennekum ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
    Ve sayılı günlerde Allah’ı (tekbir ile) zikredin. Fakat kim, iki gün içinde (Mina’dan dönmek için) acele ederse, bundan sonra onun üzerine bir Günah yoktur. Ve kim de tehir ederse (geriye kalırsa), o taktirde de onun üzerine bir Günah yoktur. (Tabii bu) takva sahibi (olan) kimseler içindir. Ve, Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve sizin, O’na (Allah’a) haşrolunacağınızı (huzurunda toplanacağınızı) bilin!
    14. 2 / BAKARA – 206   Ve izâ kîle lehuttekıllâhe ehazethul izzetu bil ismi fe hasbuhu cehennem(cehennemu), ve le bi’sel mihâd(mihâdu).
    Ve ona: “Allah’a karşı takva sahibi ol.” denildiği zaman, izzet (nefsin gururu) onu Günahla tutar (mani olup onu Günaha sokar). Artık ona cehennem yeter ve elbette (o) kötü bir döşektir.
    15. 2 / BAKARA – 217   Yes’elûneke aniş şehril harâmi kıtâlin fîh(fîhi), kul kıtâlun fîhi kebîr(kebîrun), ve saddun an sebîlillâhi ve kufrun bihî vel mescidil harâmi ve ihrâcu ehlihî minhu ekberu indallâh(indallâhi), vel fitnetu ekberu minel katl(katli), ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum hattâ yeruddûkum an dînikum inistetâû ve men yertedid minkum an dînihî fe yemut ve huve kâfirun fe ulâike habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhireh(âhireti), ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
    Sana haram (hürmetli) aydan ve onun içinde yapılan savaştan soruyorlar. De ki: “Onun içinde (o ayda) savaş büyük (Günahtır). (Fakat insanları) Allah yolundan saptırmak (alıkoymak) ve O’nu inkâr etmek, (mü’minlere) Mescid-i Haram’ı (yasaklamak) ve onun halkını oradan (Mekke’den sürüp) çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür (büyük Günahtır). Ve fitne, (adam) öldürmekten de daha büyüktür (bir suç ve Günahtır). Eğer onların güçleri yetse (yapabilseler), sizi dîninizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar. Sizden kim dîninden dönerse, o taktirde o, kâfir olarak ölür. Bu sebeple işte onlar, amelleri dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır. Ve işte onlar, ateş ehlidir. ve onlar, orada ebediyyen kalacak olanlardır.”
    16. 2 / BAKARA – 219   Yes’elûneke anil hamri vel meysir(meysiri), kul fîhimâ ismun kebîrun ve menâfiu lin nâsi, ve ismuhumâ ekberu min nef’ihimâ ve yes’elûneke mâzâ yunfikûn(yunfikûne) kulil afve, kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn(tetefekkerûne).
    Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: “O ikisinde de hem büyük Günah hem de insanlar için (bazı) faydalar vardır. (Fakat) onların Günahları, faydalarından daha büyüktür.” Ve sana (Allah için) neyi infâk edeceklerini (vereceklerini) soruyorlar. De ki: “Afv ettiklerinizi (vazgeçtiklerinizi, ihtiyaç fazlasını) (infâk edin).” Allah, âyetleri size işte böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz tefekkür edersiniz (bunlardaki hikmetleri düşünürsünüz).
    17. 2 / BAKARA – 225   Lâ yuâhızukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhızukum bi mâ kesebet kulûbukum vallâhu gafûrun halîm(halîmun).
    Allah sizi, yeminlerinizdeki boş sözlerden dolayı muaheze etmez (sorumlu tutmaz). fakat, kalplerinizin kazandığı şeylerden (negatif derecelerden, şerlerden, Günahlardan) sizi muaheze eder (sorumlu tutar). Ve Allah, Gafûr’dur, Halîm’dir.
    18. 2 / BAKARA – 229   Et talâku merratân(merratâni), fe imsâkun bi ma’rûfin ev tesrîhun bi ihsân(ihsânin), ve lâ yahıllu lekum en te’huzû mimmâ âteytumûhunne şey’en illâ en yehâfâ ellâ yukîmâ hudûdallâh(hudûdallâhi), fe in hıftum ellâ yukîmâ hudûdallâhi, fe lâ cunâha aleyhimâ fî meftedet bih(bihî), tilke hudûdullâhi fe lâ ta’tedûhâ, ve men yeteadde hudûdallâhi fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
    Boşanma iki keredir. Bundan sonra (kadın) ya ma’rufla (örf ve adete uygun olarak) iyilikle tutulur veya ihsanla serbest bırakılır. Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şey (geri) almanız sizin için helâl olmaz. Ancak ikisi de, Allah’ın (evlilik hakkındaki) hududunu gereği üzere yerine getiremeyeceklerinden (ayakta tutamayacaklarından) korkmaları hariç. O zaman siz de eğer, Allah’ın bu hududunu ikame edemeyeceklerinden (gereği üzere yerine getirimeyeceklerinden) korkarsanız, bu durumda kadının (ayrılmak için) verdiği fidye konusunda her ikisinin üzerine de Günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır.Artık onları (Allah’ın hudutlarını) aşmayın. Kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar, onlar zâlimlerdir.
    19. 2 / BAKARA – 230   Fe in tallakahâ fe lâ tahıllu lehu min ba’du hattâ tenkiha zevcen gayrah(gayrahu), fe in tallakahâ fe lâ cunâha aleyhimâ en yeterâceâ in zannâ en yukîmâ hudûdallâh(hudûdallâhi), ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuhâ li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
    Bundan sonra eğer (koca), karısını (iki kere boşadıktan sonra üçüncü kere) boşarsa artık o kadın başka bir zevceye (erkeğe) nikâhlanmadıkça (ve sonra da o nikâhtan boşanmadıkça) kendisi için helâl olmaz. Eğer (ikinci eş de) onu boşarsa, Allah’ın (koyduğu) hudutları ikame edeceklerine (gereği üzere yerine getirip ayakta tutacaklarına) inanırlarsa o taktirde onların, (eski karı-kocanın tekrar) birbirine dönmelerinde, ikisinin de üzerine bir Günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Allah bunları, bilen bir kavim için açıklıyor.
    20. 2 / BAKARA – 233   Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah(radâate), ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlik(zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûf(ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
    Anneler, (nikâhlı olsun veya boşanmış olsun, doğan) çocuklarını tam iki sene emzirirler. (Bu hüküm) süt emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler içindir. (Annelerin) yiyecekleri ve giyecekleri marufla (örf ve adete uygun olarak) kendisi için doğurulmuş olanın (babanın) üzerinedir. (Hiç) kimse kendi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef (sorumlu) tutulmasın. Ne bir anne çocuğu ile, ne de kendisi için doğurulmuş olan (baba), çocuğu ile zarara uğratılmasın. Ve mirasçının üzerindeki (sorumluluk) da bunun gibidir. Fakat eğer (ana ile baba) müşavere ederek (görüşerek) rızalarıyla çocuğu sütten kesmek isterlerse, o taktirde onların ikisi üzerine bir Günah yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi (taktir ettiğiniz emzirme ücretini), marufla (örf ve adete uygun olarak süt anneye) teslim ettiğiniz zaman artık sizin üzerinize bir Günah yoktur. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun. Allah’ın yaptıklarınızı çok iyi gördüğünü bilin!
    21. 2 / BAKARA – 234   Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcen yeterabbasne bi enfusihinne erbeate eşhurin ve aşrâ(aşran), fe izâ belagne ecelehunne fe lâ cunâhe aleykum fî mâ fealne fî enfusihinne bil ma’rûf(ma’rûfi), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
    Ve sizden vefat ettirilenlerin, geriye bıraktığı eşleri dört ay on gün kendi kendilerine beklerler. Böylece onların bekleme süresi tamamlandığı zaman artık, kendileri hakkında marufla (örf ve adete uygun olarak) yaptıkları şeylerden sizin üzerinize bir Günah yoktur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
    22. 2 / BAKARA – 235   Ve lâ cunâhe aleykum fîmâ arradtum bihî min hitbetin nisâi ev eknentum fî enfusikum, alimallâhu ennekum se tezkurûnehunne ve lâkin lâ tuvâıdûhunne sirran illâ en tekûlû kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen), ve lâ ta’zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblugal kitâbu eceleh(ecelehu), va’lemû ennallâhe ya’lemu mâ fî enfusikum fahzerûh(fahzerûhu), va’lemû ennallâhe gafûrun halîm(halîmun).
    (Bekleme süresi içindeki kadınlara), onlarla evlenme istediğinizi ima etmenizde veya kendi içinizde (böyle bir arzuyu) gizlemenizde sizin üzerinize Günah yoktur. Allah, sizin onları daima hatırlayacağınızı bildi. Fakat onlara (örf ve adete uygun) bir söz söylemeniz hariç (üstü kapalı evlenme isteğiniz dışında), sakın onlarla gizlice sözleşmeyin. Farz olan bekleme süresi sona erinceye kadar nikâh akdine azmetmeyin. Ve Allah’ın, içinizde olanı bildiğini bilin! Artık O’ndan sakının. Allah’ın, Gafûr (ve) Halîm olduğunu bilin!
    23. 2 / BAKARA – 236   Lâ cunâha aleykum in tallaktumun nisâe mâ lem temessûhunne ev tefridû lehunne farîdâh(farîdâten) ve mettiûhunne alel mûsiı kaderuhu ve alel muktiri kaderuh(kaderuhu) metâan bil ma’rûf(ma’rûfi), hakkan alel muhsinîn(muhsinîne).
    Eğer henüz kendilerine dokunmadığınız veya kendileri için (farz olarak) bir mehir takdir etmediğiniz kadınları boşarsanız, sizin üzerinize Günah yoktur. Eli geniş (zengin) olanın kendi takdirine (kudretine), eli dar (fakir) olanın da kendi takdirine (kudretine) göre marufla (örf ve adete uygun) bir meta verererek faydalandırmaları, muhsinlerin üzerine bir haktır.
    24. 2 / BAKARA – 240   Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcâ(ezvâcen), vasıyyeten li ezvâcihim metâan ilel havli gayre ıhrâc(ıhrâcın), fe in harecne fe lâ cunâha aleykum fî mâ fealne fî enfusihinne min ma’rûf(ma’rûfin), vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).
    Ve içinizden vefat ettirilen ve geriye eşler bırakanların, eşleri için, (evlerinden) çıkarılmaksızın bir seneye kadar geçiminin sağlamasını vasiyet etmesi gerekir. Buna rağmen eğer (eşleri, kendi arzularıyla evlerinden) çıkarlarsa, o taktirde, kendileri için maruf olarak (örf ve adete uygun olarak) yaptıkları şeyler konusunda, artık sizin üzerinize bir Günah yoktur. Ve Allah, Azîz’dir(üstündür), Hakîm’dir (hüküm sahibidir).
    25. 2 / BAKARA – 271   İn tubdûs sadakâti fe niimmâ hiy(hiye), ve in tuhfûhâ ve tu’tûhâl fukarâe fe huve hayrun lekum ve yukeffiru ankum min seyyiâtikum vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
    Eğer sadakaları açıkça verirseniz, işte o (davranışınız) ne güzel! Ve eğer o (sadakaları) gizleyerek fakirlere verirseniz artık o sizin için daha da hayırlıdır. (Böylece Allah), Günahlarınızdan (bir kısmını) örter (bağışlar). Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
    26. 2 / BAKARA – 276   Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât(sadakâti), vallâhu lâ yuhıbbu kulle keffârin esîm(esîmin).
    Allah, ribayı eksiltir (onun bereketini giderir) ve sadakayı artırır (onu bereketlendirir). Ve Allah Günahkâr kâfirlerin hiçbirini sevmez.
    27. 2 / BAKARA – 282   Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ tedâyentum bi deynin ilâ ecelin musemmen fektubûh(fektubûhu), velyektub beynekum kâtibun bil adl(adli), ve lâ ye’be kâtibun en yektube kemâ allemehullâhu felyektub, velyumlilillezî aleyhil hakku velyettekıllâhe rabbehû ve lâ yebhas minhu şey’â(şey’en), fe in kânellezî aleyhil hakku sefîhan ev daîfen ev lâ yestatîu en yumille huve felyumlil veliyyuhu bil adl(adli), vesteşhidû şehîdeyni min ricâlikum, fe in lem yekûnâ raculeyni fe raculun vemraetâni mimmen terdavne mineş şuhedâi en tedılle ıhdâhumâ fe tuzekkire ıhdâhumâl uhrâ ve lâ ye’beş şuhedâu izâ mâ duû, ve lâ tes’emû en tektubûhu sagîran ev kebîran ilâ ecelih(ecelihî), zâlikum aksatu indallâhi ve akvemu liş şehâdeti ve ednâ ellâ tertâbû illâ en tekûne ticâreten hâdıraten tudîrûnehâ beynekum fe leyse aleykum cunâhun ellâ tektubûhâ ve eşhidû izâ tebâya’tum, ve lâ yudârra kâtibun ve lâ şehîd(şehîdun), ve in tef’alû fe innehu fusûkun bikum, vettekûllâh(vettekûllâhe), ve yuallimukumullâh(yuallimukumullâhu), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
    Ey âmenû olanlar! Birbirinize belirli bir süreye kadar borç verdiğiniz zaman onu yazın (senet yapın). Aranızda bir kâtip onu adaletle yazsın. Ve kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, aynı şekilde yazsın. İzerinde hak bulunan (borçlu) da yazdırsın. Ve Rabbi olan Allah’a karşı takva sahibi olsun (ve emirlerinden sakınsın) ve ondan bir şey eksiltmesin. Fakat, eğer üzerinde hak olan (borçlu) olan kişi, sefih (aklı ermeyen) veya zayıf (küçük, güçsüz) ise veya kendisi onu (söyleyip) yazdıramayacak bir durumda ise o taktirde velisi onu adaletle yazdırsın. Ve erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. Fakat eğer iki erkek bulunamıyorsa, o zaman şahitlerden razı olacağınız bir erkek ve iki kadını (şahit) tutun ki ikisinden biri unutursa o taktirde, diğeri ona hatırlatır. Şahitler çağrıldıkları zaman (şahitlikten) kaçınmasınlar. Borç büyük olsun, küçük olsun vadesine kadar onu yazmaktan usanmayın. İşte bu, Allah’ın katında en adil ve şahitlik için en sağlam, şüphe etmemeniz için en yakın olandır. Ancak aranızda devretmeye hazır olan peşin bir ticaret (alım-satım) ise, o zaman bunu yazmamanızdan dolayı sizin üzerinize bir Günah yoktur. alım-satım yaptığınız zaman da şahit tutun. Kâtibe (yazıcıya) ve şahitlere bir zarar verilmesin. eğer bunu yaparsanız (bir zarar verirseniz) bundan sonra o mutlaka sizin için bir fısk olur. Allah’a karşı takva sahibi olun. Allah size öğretiyor. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.
    28. 2 / BAKARA – 283   Ve in kuntum alâ seferin ve lem tecidû kâtiben fe rihânun makbûdah(makbûdatun), fe in emine ba’dukum ba’dan felyueddillezî’tumine emânetehu velyettekıllâhe rabbeh(rabbehu), ve lâ tektumûş şehâdeh(şehâdete), ve men yektumhâ fe innehû âsimun kalbuh(kalbuhu), vallâhu bi mâ ta’melûne alîm(alîmun).
    Ve eğer siz yolculukta iseniz ve bir kâtip de bulamazsanız o zaman (borçludan) alınan rehinler (yeter), birbirinizden emin olduğunuz taktirde (güven duyuyorsanız), o halde güven duyulan kişi onun emanetini (borcunu) ödesin. Ve Rabbi olan Allah’a karşı takva sahibi olsun (ve sakınsın). Şahitliği de gizlemeyin. Ve kim onu (şahit olduğu şeyi) gizlerse o taktirde muhakkak ki onun kalbi Günahkârdır. Allah yaptıklarınızı en iyi bilendir.
    29. 3 / ÂLİ İMRÂN – 11   Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).
    (Onların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Âyetlerimizi yalanladılar, bunun üzerine Allah, onları Günahları sebebiyle yakaladı. Ve Allah ikâbı (azabı) şiddetli olandır.
    30. 3 / ÂLİ İMRÂN – 16   Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr(nâri).
    Onlar (takva sahipleri): “Rabbimiz, biz hiç şüphesiz mü’min olduk (îmân ettik), artık bizim Günahlarımızı (sevaba çevirerek) bize mağfiret et ve bizi ateş azabından koru.” derler.
    31. 3 / ÂLİ İMRÂN – 31   Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
    De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve sizin Günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah “Gafur”dur, “Rahîm”dir.”
    32. 3 / ÂLİ İMRÂN – 135   Vellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li zunûbihim, ve men yagfiruz zunûbe illâllâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).
    Ve onlar (takva sahipleri), bir kötülük yaptıkları veya nefslerine zulmettikleri zaman Allah’ı zikrederler, hemen Günahları için mağfiret dilerler. Ve Allah’tan başka kim Günahları mağfiret eder. Ve onlar, yaptıkları şeylerde (hatalarda), bilerek ısrar etmezler.
    33. 3 / ÂLİ İMRÂN – 147   Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
    Ve onların sözleri: “Rabbimiz, bizim Günahlarımızı mağfiret et ve işimizdeki israfımızı (aşırılığımızı) bağışla. Ve ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler kavmine karşı bize yardım et.” demekten başka birşey olmadı.
    34. 3 / ÂLİ İMRÂN – 178   Ve lâ yahsebennellezîne keferû ennemâ numlî lehum hayrun li enfusihim, innemâ numlî lehum li yezdâdû ismâ(ismen), ve lehum azâbun muhîn(muhînun).
    Ve sakın o kâfirler, onlara mühlet vermemizi, kendileri için bir hayır sanmasınlar. Sadece Günahlarını artırmaları için onlara mühlet veriyoruz. Ve onlar için ”Alçaltıcı Azap “ vardır.
    35. 3 / ÂLİ İMRÂN – 193   Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).
    Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz’e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik (davetçiye tâbî olarak âmenû olduk) Rabbimiz artık bizim Günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah’a ulaşan ve veli olan cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.
    36. 4 / NİSÂ – 2   Ve âtûl yetâmâ emvâlehum ve lâ tetebeddelûl habîse bit tayyîb(tayyîbi), ve lâ te’kulû emvâlehum ilâ emvâlikum innehu kâne hûben kebîrâ(kebîran).
    Ve yetimlere mallarını verin. Ve temizle (helâl olan ile) habis olanı (haram olanı) değiştirmeyin. Ve onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Muhakkak ki o büyük bir Günahtır.
    37. 4 / NİSÂ – 20   Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve âteytum ihdâhunne kıntâren fe lâ te’huzû minhu şey’â(şey’en), e te’huzûnehu buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
    Ve eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz ve onlardan birine kantarlarca mal (mehir) vermiş olsanız dahi, artık ondan (verdiğinizden) bir şeyi geri almayın. Onu (verdiğinizi), iftira ederek ve apaçık Günah işleyerek mi alacaksınız?
    38. 4 / NİSÂ – 23   Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum ve halâtukum ve benâtul ahi ve benâtul uhti ve ummehâtukumullâtî erdâ’nekum ve ehavâtukum miner radâati ve ummehâtu nisâikum ve rabâibukumullâtî fî hucûrikum min nisâikumullâtî dehaltum bihinn(bihinne), fe in lem tekûnû dehaltum bihinne fe lâ cunâha aleykum, ve halâilu ebnâikumullezîne min aslâbikum ve en tecmeû beynel uhteyni illâ mâ kad selef(selefe), innallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
    Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kızkardeş kızları, sizi emzirmiş olan (süt) anneleriniz, süt anneden kızkardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olup, evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Fakat eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, o taktirde (onlarla evlenmenizde) sizin üzerinize bir Günah yoktur. Ve sizin sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri (kadınları) ve iki kızkardeşi bir arada (nikâh altında) toplamanız. Geçmişte olanlar hariç. Muhakkak ki, Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.
    39. 4 / NİSÂ – 24   Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâbellâhi aleykum, ve uhille lekum mâ verâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayre musâfihîn(musâfihîne), fe mestemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne ferîdah(ferîdaten) ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil ferîdah(ferîdati) innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
    Ve evli kadınlarla evlenmeniz (haram kılınmıştır), elinizin altında bulunan (harp esirleri) cariyeler müstesna. (İşte bunlar) Allah’ın size yazdıklarıdır (farz kıldığı hükümlerdir). Ve bunların dışında olanlar, iffetli olmak ve zina yapmamak şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helâl kılındı. Artık onlardan faydalanmak isterseniz o taktirde farz olan mehirlerini onlara verin. Ve bu farzdan sonra, razı olduğunuz konuda onunla anlaşmanızda sizin üzerinize bir Günah yoktur. Muhakkak ki Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.
    40. 4 / NİSÂ – 31   İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu nukeffir ankum seyyiâtikum ve nudhılkum mudhalen kerîmâ(kerîmen).
    Eğer yasaklandığınız büyük Günahlardan kaçınırsanız, sizin Günahlarınızı örteriz ve sizi (şerefli bir makama) ikram olunacağınız bir yere koyarız.
    41. 4 / NİSÂ – 43   Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ takrabûs salâte ve entum sukârâ hattâ ta’lemû mâ tekûlûne ve lâ cunuben illâ âbirî sebîlin hattâ tagtesilû ve in kuntum merdâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâiti ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum innallâhe kâne afuvven gafûrâ(gafûran).
    Ey âmenû olanlar! Sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken, yolcu olmanız hariç, gusül abdesti alıncaya kadar, namaza yaklaşmayın! Eğer hasta iseniz veya yolculukta iseniz veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuş fakat su bulamamışsanız, o taktirde temiz toprağa teyemmüm edin, sonra onu yüzlerinize ve ellerinize mesh edin (sürün). Muhakkak ki Allah, Günahları affeden, mağfiret edendir.
    42. 4 / NİSÂ – 48   İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
    Muhakkak ki Allah, O’na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah’a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir Günah işleyerek iftira etmiştir.
    43. 4 / NİSÂ – 50   Unzur keyfe yefterûne alâllâhil kezib(kezibe) ve kefâ bihî ismen mubînâ(mubînen).
    Bak, Allah’a nasıl yalanla iftira ediyorlar ve (bu) ona apaçık bir Günah olarak kâfidir.
    44. 4 / NİSÂ – 85   Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ ve men yeşfa’ şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minh(minhâ) ve kânallâhu alâ kulli şey’in mukîtâ(mukîten).
    Kim güzel bir şefaatle (iyilik yapılmasına) yardım ederse, ondan (o iyilikten) onun bir nasibi olur. Ve kim kötü bir şefaatle (Günah işlenmesine) yardım ederse onun da ondan (o şerrden) bir payı olur. Ve Allah, herşeye mukayyet olandır (gözetendir).
    45. 4 / NİSÂ – 101   Ve izâ darabtum fîl ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû, innel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ(mubînen).
    Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size kötülük edeceklerinden korkarsanız, o taktirde namazdan kısaltmanızda, size bir Günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır.
    46. 4 / NİSÂ – 102   Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min verâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten) ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum innallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).
    Ve sen onların arasında olduğun zaman, onlara namazı ikame ettiğin (kıldırdığın) taktirde, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber ayakta (namaza) dursun ve silâhlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri zaman, sizin arkanızda olsunlar. Ve namaz kılmamış olan grup da gelsin, bu şekilde seninle beraber namazlarını kılsınlar, koruma tedbirlerini ve silâhlarını da alsınlar. Kâfirler silâhlarınızdan ve mühimmatınızdan (savaş techizatınızdan) gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize “tek bir hamle ile baskın yapmayı ” isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız , silâhlarınızı çıkarmanızda size bir Günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır.
    47. 4 / NİSÂ – 107   Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu men kâne havvânen esîmâ(esîmen).
    Ve kendilerine ihanet edenlerden yana mücadele etme. Muhakkak ki Allah, ihanette ısrar eden Günahkârları sevmez.
    48. 4 / NİSÂ – 111   Ve men yeksib ismen fe innemâ yeksibuhu alâ nefsih(nefsihî) ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
    Ve kim bir Günah kazanırsa o taktirde onu, sadece kendi nefsine (negatif derece olarak) kazanır. Ve Allah Alîm’dir (en iyi bilendir), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
    49. 4 / NİSÂ – 112   Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen fe kadihtemele buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
    Ve kim hata yaparak veya bir suç işleyerek Günah kazanır sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, o taktirde o, iftirayı ve apaçık bir Günahı yüklenmiş olur.
    50. 4 / NİSÂ – 128   Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ(sulhan), ves sulhu hayr(hayrun), ve uhdıratil enfusuş şuhh(şuhha), ve in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).
    Ve şâyet bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya ondan yüz çevirmesinden korkarsa, artık ikisinin arasında sulh (anlaşma) yapılarak ıslah edilmesinde (uzlaşmasında) onların ikisine de bir Günah yoktur ve sulh (anlaşma) daha hayırlıdır. Nefsler cimriliğe (kıskançlığa ve hırsa) hazır kılınmıştır (meyilli yaratılmıştır). Ve eğer ihsanla davranır ve takva sahibi olursanız, o taktirde, muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
    51. 4 / NİSÂ – 152   Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferrikû beyne ehadin minhum ulâike sevfe yu’tîhim ucûrahum ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
    Ve onlar, Allah’a ve O’nun resûllerine îmân ettiler ve onların arasından birini (diğerinden) ayırmazlar. İşte onlar ki, onlara ecirleri yakında verilecektir. Ve Allah Gafur’dur (mağfiret edendir, Günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (Rahim esması ile tecelli edendir,merhamet edendir).
    52. 5 / MÂİDE – 2   Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi veleş şehral harâme ve lâl hedye ve lâl kalâide ve lâ ammînel beytel harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ(rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum anil mescidil harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alel birri vet takva ve lâ teâvenû alel ismi vel udvâni vettekullâh(vettekullâhe) innallâhe şedîdul ıkâb(ıkâbi).
    Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşıp teslim olmayı dileyenler)! Allah’ın (koyduğu) şeriat hükümlerine, Haram ay’a, (hediye olarak Kâbe’ye gönderilen) kurbanlıklara, gerdanlıklı (boyunları bağlı) kurbanlık develere, Rabb’lerinden bir fazl ve (O’nun) rızasını isteyerek, Beyt-el Haram’a gelenlerin güvenliğine saygısızlık etmeyin.Ve ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-il Haram’dan alıkoymalarından (çevirmelerinden) dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin. Birr ve takva üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun. Muhakkak ki Allah ikâbı (azâbı) şiddetli olandır.
    53. 5 / MÂİDE – 3   Hurrimet aleykumul meytetu veddemu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî vel munhanikatu vel mevkûzetu vel mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ zekkeytum ve mâ zubiha alen nusubi ve en testaksimû bil ezlâm(ezlâmi), zâlikum fisk(fiskun), elyevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevn(vahşevni) el yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ(dînen) fe menidturra fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ölmüş hayvan, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adına boğazlanan (kesilen), boğularak, vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak veya boynuzlanarak ölen ve de yırtıcı hayvan tarafından parçalanıp yenen hayvan (ölmeden kesilmesi hariç) ve putlar adına boğazlanan hayvanlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bunlar fısktır. Bugün kâfirler sizi dîninizden döndüremedikleri için yeise kapıldılar. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki ni’metimi tamamladım. Sizin için dîn olarak İslâm’dan razı oldum. Artık kim açlık tehlikesiyle, Günaha meyl etmeksizin zarurette (yemek zorunda) kalırsa, muhakkak ki Allah gafûrdur, rahîmdir
    54. 5 / MÂİDE – 12   Ve lekad ehazallâhu mîsâka benî isrâîl(isrâîle), ve beasnâ minhumusney aşera nakîbâ(nakîben) ve kâlellâhu innî meakum lein ekamtumus salâte ve âteytumuz zekâte ve âmentum bi rusulî ve azzertumûhum ve akradtumullâhe kardan hasenen le ukeffirenne ankum seyyiâtikum ve le udhılennekum cennâtin tecrî min tahtıhel enhâr(enhâru), fe men kefere ba’de zâlike minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).
    Ve andolsun ki Allah, İsrailoğulları’ndan misak almıştı. Ve onlardan on iki nâzır görevlendirdik. Ve Allahû Teâla: “Eğer namazı mutlaka ikâme ederseniz, zekât verirseniz ve Resûllerim’e îmân edip onlara yardım ederseniz ve Allah’a (Allah için) güzel bir borç verirseniz, muhakkak ki ben sizinle beraberim ve de mutlaka sizin Günahlarınızı örterim ve sizi, mutlaka altından ırmaklar akan cennetlere koyarım.” dedi. Artık, bundan sonra sizden kim inkâr ederse mutlaka sevvâ edilmiş (Allah’a ulaştırmak üzere dizayn edilmiş) yoldan sapmış olur.
    55. 5 / MÂİDE – 18   Ve kâletil yahûdu ven nasârâ nahnu ebnâullâhi ve ehıbbâuh(ehıbbâuhu) kul fe lime yuazzibukum bi zunûbikul bel entum beşerun mimmen halak(halaka) yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ(yeşâu) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve ileyhil masîr(masîru).
    Ve, Yahudiler ve Hristiyanlar; “Biz Allah’ın oğulları ve O’nun sevdikleriyiz.” dediler. De ki; “O halde niçin Allah size Günahlarınızdan dolayı azap ediyor?” Hayır, siz O’nun yarattıklarından bir beşersiniz (insansınız), O, dilediğini mağfiret eder, dilediğine de azap eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin mülkü Allah’ındır. Ve varış O’nadır (ulaşılacak makam O’nun Zat’ıdır).
    56. 5 / MÂİDE – 29   İnnî urîdu en tebûe bi ismî ve ismike fe tekûne min ashâbin nâr(nâri), ve zâlike cezâûz zâlimîn(zâlimîne).
    Gerçekten ben, benim Günahım ile kendi Günahını yüklenmeni, böylece ateş halkından olmanı dilerim.Ve zâlimlerin cezası, işte budur.
    57. 5 / MÂİDE – 45   Ve ketebnâ aleyhim fîhâ ennen nefse bin nefsi vel ayne bil ayni vel enfe bil enfi vel uzune bil uzuni ves sinne bis sinni vel curûha kısâs(kısâsun) fe men tesaddeka bihî fe huve keffâretun leh(lehu) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
    Onun içinde (Tevrat’ta) onlara, cana can ile, göze göz ile, buruna burun ile, kulağa kulak ile, dişe diş ile ve yaralamalara karşı kısas olduğunu yazıp farz kıldık. Kim onu bağışlar da (kısas hakkından vazgeçerse) artık o kendisi için (Günahlarına) kefâret olur. Ve kim, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zalimlerdir.
    58. 5 / MÂİDE – 49   Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum vahzerhum en yeftinûke an ba’dı mâ enzelallâhu ileyk(ileyke) fe in tevellev fa’lem ennemâ yurîdullâhu en yusîbehum bi ba’dı zunûbihim ve inne kesîran minen nâsi le fâsıkûn(fâsıkûne).
    Ve onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların hevâlarına uyma. Allah’ın sana indirdiği şeylerin bir kısmından seni fitneye düşürmelerinden sakın. Bundan sonra eğer (Hakk’tan) yüz çevirirlerse, o taktirde bil ki artık Allah, bazı Günahları sebebiyle, onları bir musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu gerçekten fâsıklardır.
    59. 5 / MÂİDE – 62   Ve terâ kesîran minhum yusâriûne fîl ismi vel udvâni ve eklihimus suht(suhti) lebi’se mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
    Ve onlardan bir çoğunun Günahda, düşmanlıkta ve haram yemekte birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları şey ne kötü.
    60. 5 / MÂİDE – 63   Lev lâ yenhâhumur rabbaniyyûne vel ahbâru an kavlihimul isme ve eklihimus suht(suhti) lebi’se mâ kânû yasneûn(yasneûne).
    Rabbanîler ve Hahamlar onları Günah olan sözlerinden ve haram yemekten men etmeli değiller miydi? Yaptıkları şey ne kötü.
    61. 5 / MÂİDE – 65   Ve lev enne ehlel kitâbi âmenû vettekav le keffernâ anhum seyyiâtihim ve le edhalnâhum cennâtin naîm(naîmi).
    Eğer Kitap Ehli, âmenû olup (Allah’a ulaşmayı dileyip), takva sahibi olsalardı, elbette onların Günahlarını örterdik ve onları mutlaka Naîm cennetlerine koyardık.
    62. 5 / MÂİDE – 93   Leyse alellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cunâhun fîmâ taimû izâ mettekav ve âmenû ve amilûs sâlihâti summettekav ve âmenû summettekav ve ahsenû vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
    Âmenû olanlar ve salih amel yapanlar (ıslâh edici amel, nefs tezkiyesi yapanlar) üzerine, takva (1. takva) sahibi olmadıkları zaman yediklerinden dolayı bir Günah yoktur. Âmenû olun ve amilûssâlihat yapın! Sonra da takva sahibi olun (3. takvaya ulaşın)! Âmenû olun sonra da takva sahibi olun (4. takvaya ulaşın) ve ahsen olun! Allah muhsinleri (ahsen olanları, 4. takvaya ulaşanları) sever.
    63. 5 / MÂİDE – 106   Yâ eyyuhellezîne âmenû şehâdetu beynikum izâ hadara ehadekumul mevtu hînel vasiyyetisnâni zevâ adlin minkum ev âharâni min gayrikum in entum darabtum fîl ardı fe esâbetkum musîbetul mevt(mevti) tahbisûnehumâ min ba’dis salâti fe yuksîmâni billâhi in irtebtum lâ neşterî bihî semenen ve lev kâne zâ kurbâ ve lâ nektumu şehâdetallâhi innâ izen le minel âsimîn(âsimîne).
    Ey âmenû olanlar! Sizden birinize ölüm hali gelince vasiyet sırasında sizin içinizden iki adîl kişi, aranızda şahitlik etsin. Veya yeryüzünde yolculuk ederken size ölüm olayı isabet ederse, sizden olmayan iki kişiyi şahid tutun. Eğer şüpheye düşerseniz, onları namazdan sonra alıkoyun. O zaman Allah’a şöyle yemin etsinler; ”Yakınımız bile olsa, yeminimizi bir bedel ile değiştirmeyeceğiz ve Allah’ın şehadetini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz, mutlaka Günahkâr kimselerden oluruz.”
    64. 5 / MÂİDE – 107   Fe in usire alâ ennehumâstehakkâ ismen fe âharâni yekûmâni makâmehumâ minellezînestehakka aleyhimul evleyâni fe yuksîmâni billâhi le şehâdetunâ ehakku min şehâdetihimâ ve ma’tedeynâ, innâ izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
    Eğer o iki kişinin bir Günaha müstehak olduğunun (sonradan) farkına varılırsa, o taktirde onlara daha yakın olan hak sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçer sonra Allah’a şöyle yemin ederler; “Bizim şahidliğimiz onların şahidliğinden mutlaka daha doğrudur, haktır ve biz haddi aşmadık. Aksi takdirde, o zaman biz mutlaka zalimlerden oluruz.”
    65. 6 / EN’ÂM – 6   E lem yerev kem ehleknâ min kablihim min karnin mekkennâhum fîl ardı mâ lem numekkin lekum ve erselnes semâe aleyhim midrâren ve cealnâl enhâre tecrî min tahtihim fe ehleknâhum bi zunûbihim ve enşe’nâ min ba’dihim karnen âharîn(âharîne).
    Sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde, yeryüzünde yerleştirdiğimiz nice kavimleri, kendilerinden önce nasıl helâk ettiğimizi görmüyorlar mı? Onlara semadan bol bol yağmur gönderdik. Altlarından nehirler akıttık. Fakat Günahları sebebiyle onları helâk ettik. Onlardan sonra da başka nesiller yarattık.
    66. 6 / EN’ÂM – 31   Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
    Allah’a mülâki olmayı (ölmeden evvel, dünya hayatını yaşarken ruhunu Allah’a ulaştırmayı) yalanlayan kimseler hüsrana düştüler. O saat aniden onlara gelince, sırtlarında yüklerini taşıyarak: “Orada (dünyada) aşırı gittiğimiz şeyler üzerine (Günahlar sebebiyle) bize yazıklar olsun.” dediler. Yüklendikleri şey ne kötü, (öyle) değil mi?
    67. 6 / EN’ÂM – 120   Ve zerû zâhirel ismi ve bâtıneh(bâtınehu), innellezîne yeksibûnel isme seyuczevne bimâ kânû yakterifûn(yakterifûne).
    Ve Günahın açıkta olanını da, gizli olanını da terkedin. Muhakkak ki; Günah işleyenler (kazananlar), kazandıklarından dolayı yakında cezalandırılacaklar.
    68. 6 / EN’ÂM – 123   Ve kezâlike cealnâ fî kulli karyetin ekâbire mucrimîhâ li yemkurû fîhâ, ve mâ yemkurûne illâ bi enfusihim ve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
    Ve işte böylece, her kasabada (şehirde) onun mücrimlerini (Günah işleyenlerini), orada sahtekârlık (hile) yapmaları için liderler yaptık. Kendilerinden başkasını aldatmazlar ve farkında değiller.
    69. 6 / EN’ÂM – 124   Ve izâ câethum âyetun kâlû len nu’mine hattâ nu’tâ misle mâ ûtiye rusulullâh(rusulullâhi), allâhu a’lemu haysu yec’alu risâleteh(risâletehu), seyusîbullezîne ecremû sagârun indallâhi ve azâbun şedîdun bimâ kânû yemkurûn(yemkurûne).
    Onlara bir âyet geldiği zaman: “Allah’ın resûllerine verilen şeyin aynısı bize de verilmedikçe (verilinceye kadar) asla inanmayız.” dediler. Risaletini kime vereceğini Allah, en iyi bilendir. Cürüm işleyen (Günah işleyen) kimselere, yapmış oldukları hile(ler) sebebiyle yakında Allah’ın huzurunda bir zillet (küçüklük, aşağılık) ve şiddetli azap isabet edecektir (gelecektir).
    70. 6 / EN’ÂM – 129   Ve kezâlike nuvellî ba’daz zâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
    Ve işte böylece kazanmış olduklarından (Günahlarından) dolayı zalimlerin bir kısmını, bir kısmına çeviririz (musallat ederiz).
    71. 6 / EN’ÂM – 164   Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey’(şey’in), ve lâ teksibu kullu nefsin illâ aleyh(aleyhâ), ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
    “O herşeyin Rabbi iken, Allah’tan başka Rab mı isteyeyim?” de. Bütün nefsler, kendisine ait olandan başkasını kazanmaz. Ve bir Günahkâr, başkasının Günahını (yükünü) taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O zaman, hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecek.
    72. 7 / A’RÂF – 33   Kul innemâ harreme rabbiyel fevâhişe mâ zahere minhâ ve mâ batane vel isme vel bagye bi gayril hakkı ve en tuşrikû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve en tekûlû alallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
    De ki: “Rabbim size, sadece fuhuşu (kötülüğü); açık ve gizlisini ve Günahı ve haksız yere zulmetmeyi ve ona bir delil (sultan) indirilmemişken, Allah’a şirkkoşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allah’a söylemenizi (maletmenizi) haram kıldı.”
    73. 7 / A’RÂF – 100   E ve lem yehdi lillezîne yerisûnel arda min ba’di ehlihâ en lev neşâu esabnâhum bi zunûbihim, ve natbeu alâ kulûbihim fe hum lâ yesme’ûn(yesme’ûne).
    Ve de onun (o ülkenin) halkından sonra, yeryüzüne varis olanları hidayete erdirmez mi? Eğer dileseydik Günahları sebebiyle onlara (musibetler) isabet ettirirdik. Ve kalplerinin üstünü tabederdik (açılamaz damga vururduk) de artık onlar işitmezlerdi.
    74. 7 / A’RÂF – 133   Fe erselnâ aleyhimut tûfâne vel cerâde vel kummele ved dafâdia ved deme âyâtin mufassalâtin festekberû ve kânû kavmen mucrimîn(mucrimîne).
    Bundan sonra, onların üzerine ayrı ayrı (zaman zaman) mucizeler, tufan, çekirge (afeti), bit (afeti), kurbağa (afeti) ve kan gönderdik. Buna rağmen kibirlendiler ve mücrim (Günahkâr ve suçlu) bir kavim oldular.
    75. 7 / A’RÂF – 153   Vellezîne amilûs seyyiâti summe tâbû min ba’dihâ ve âmenû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ve seyyiat (derecat kaybettiren ameller) işleyenler, sonra da ondan (o seyyiatten) sonra (mürşid önünde) tövbe ettiler ve âmenû oldular (ise) muhakkak ki; senin Rabbin, ondan (âmenû olduktan) sonra elbette Gafur (Günahları sevaba çeviren)dur ve Rahîm (rahmet gönderen)dir.
    76. 7 / A’RÂF – 157   Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn(muflihûne).
    Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma’ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (Günahlarını sevaba çevirip, Günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır. Artık onlar, O’na îmân ettiler ve O’na saygı gösterdiler ve O’na yardım ettiler ve O’nunla beraber indirilen Nur’a (Kur’ân-ı Kerim’e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
    77. 7 / A’RÂF – 169   Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada hâzel ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
    Artık onlardan sonra, sonraki nesil halef oldu (onların yerine geçti). Kitab’a varis oldular. Ve: “Yakında bize mağfiret edilecek (Günahlarımız sevaba çevrilecek).” diyerek, bu değersiz dünya malını alırlar (aldılar). Ve onun gibi bir misli daha dünya malı onlara gelse, onu da alırlar. Allah’a karşı haktan başka bir şey söylememeleri için onlardan Kitab’ın misaki alınmadı mı? Ve O’nun içindekileri, onlar okudular (öğrendiler). Takva sahibi olanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?
    78. 8 / ENFÂL – 4   Ulâike humul mu’minûne hakkâ(hakkan), lehum derecâtun inde rabbihim ve magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
    İşte onlar gerçek mü’minlerdir. Onların Rab’lerinin yanında dereceleri vardır. Ve onlar için mağfiret (Günahların sevaba çevrilmesi) vardır ve kerim bir rızık vardır.
    79. 8 / ENFÂL – 29   Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
    Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) Günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (Günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
    80. 8 / ENFÂL – 52   Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, keferû bi âyâtillâhi fe ehazehumullâhu bi zunûbihim, innallâhe kaviyyun şedîdul ıkâb(ıkâbi).
    Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin adet haline getirdiği gibi Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Böylece Allah, Günahlarından dolayı onları aldı. Muhakkak ki Allah, kuvvetlidir ve azabı şiddetlidir.
    81. 8 / ENFÂL – 54   Ke de’bi âli fir’avne vellezîne min kablihim, kezzebû biâyâti rabbihim, fe ehleknâhum bi zunûbihim ve agraknâ âle fîr’avn(fîr’avne), ve kullun kânû zâlimîn(zâlimîne).
    (Onların, Bedir’de savaşan Kureyşlilerin) hali, firavunun (firavun ordusunun) ve onlardan önceki kimselerin hali gibidir. Rab’lerinin âyetlerini yalanladılar. Böylece Günahları dolayısıyla onları helâk ettik. Firavun topluluğunu (ordusunu) boğduk. Ve (onların) hepsi zalimler (zulmeden kimseler) oldular.
    82. 9 / TEVBE – 91   Leyse alâd duafâi ve lâ alel merdâ ve lâ alellezîne lâ yecidûne mâ yunfikûne haracun izâ nasahû lillâhi ve resûlih(resûlihî), mâ alel muhsinîne min sebîl(sebîlin), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
    Allah ve O’nun Resûl’ü için nasihat (öğüt) verdikleri (sadık kaldıkları) taktirde zayıf ve güçsüz olanların ve hasta olanların ve infâk edecek (verecek) bir şey bulamayanların da üzerinde bir Günah yoktur. Muhsinlerin üzerine (aleyhlerinde) bir yol yoktur. Ve Allah; Gafur’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
    83. 9 / TEVBE – 92   Ve lâ alellezîne izâ mâ etevke li tahmilehum kulte lâ ecidu mâahmilukum aleyhi tevellev ve a’yunuhum tefîdu mined dem’i hazenen ellâ yecidû mâ yunfikûn(yunfikûne).
    Onları taşıman (bindirip, sevketmen) için sana geldikleri zaman, senin: “Sizi üzerinde taşıyacak (bindirecek) bir şey bulamadım.”dediğin, infâk edecek bir şey bulamadıkları için hüzünlenerek, gözlerinden kanlı yaşlar akarak dönen kimselere de (bir Günah) yoktur.
    84. 9 / TEVBE – 93   İnnemes sebîlu alellezîne yeste’zinûneke ve hum agniyâ’(agniyâu), radû bi en yekûnû meal havalifi ve tabeallâhu alâ kulûbihim fe hum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
    Fakat zengin oldukları halde senden izin isteyip, geride kalanlarla beraber olmaya razı olan kimselere yol (Günaha vesile) vardır. Ve Allah, onların kalplerinin üzerini tabetti (mühürledi). Artık onlar bilemezler.
    85. 9 / TEVBE – 102   Ve âharûna’terefû bi zunûbihim haletû amelen sâlihan ve âhare seyyiâ(seyyien), asâllâhu en yetûbe aleyhim, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ve diğerleri (savaştan geri kalanların bir kısmı), Günahlarını itiraf ettiler. Salih ameli, diğer kötü (amel)le karıştırdılar. Umulur ki; Allah, onların tövbelerini kabul eder, muhakkak ki; Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm (rahmet nuru gönderen)’dir.
    86. 11 / HÛD – 11   İllellezîne saberû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), ûlâike lehum magfiretun ve ecrun kebîr(kebîrun).
    Sabredenler ve salih amel (nefsi tezkiye edici amel) yapanlar hariç. İşte onlar için mağfiret (Günahların sevaba çevrilmesi) ve büyük ecir (mükâfat, bedel) vardır.
    87. 12 / YÛSUF – 29   Yûsufu a’rıd an hâzâ vestagfirî li zenbik(zenbiki), inneki kunti minel hâtıîn(hâtıîne).
    Yusuf, sen bundan yüz çevir. Ve (sen) de (kadın) Günahın için mağfiret dile. Muhakkak ki; sen, kasten Günah işleyenlerden oldun.
    88. 12 / YÛSUF – 53   Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (Günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
    89. 12 / YÛSUF – 91   Kâlû tallâhi lekad âserekellâhu aleynâ ve in kunnâ le hâtıîn(hâtıîne).
    “Allah’a yemin olsun ki; Allah seni kesinlikle bize üstün kılmış. Ve biz, elbette (kasten Günah işleyen) Günahkârlar olduk.” dediler.
    90. 12 / YÛSUF – 97   Kâlû yâ ebânestagfir lenâ zunûbenâ innâ kunnâ hâtıîn(hâtıîne).
    (Yusuf (A.S)’ın kardeşleri) şöyle dediler: “Ey babamız! Bizim Günahlarımız için mağfiret dile. Gerçekten biz, bilerek Günah işleyenlerden olduk.”
    91. 14 / İBRÂHÎM – 10   Kâlet rusuluhum e fîllâhi şekkun fâtırıs semâvâti vel ard(ardı), yed’ûkum li yagfire lekum min zunûbikum ve yuahhırekum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), kâlû in entum illâ beşerun mislunâ, turîdûne en tesuddûnâ ammâ kâne ya’budu âbâunâ fe’tûnâ bi sultânin mubîn(mubînin).
    Onların resûlleri şöyle dedi: “Semaları ve arzı yaratan Allah hakkında mı şüphedesiniz? Sizi, Günahlarınızı mağfiret etmek için davet ediyor ve sizi belli bir zamana kadar tehir ediyor (mühlet veriyor)”. Onlar da şöyle dediler: “Siz ancak bizim gibi bir beşersiniz. Babalarımızın ibadet etmiş olduğu şeylerden bizi alıkoymak (engellemek) istiyorsunuz. Öyleyse bize açıkça bir mucize getirin!”
    92. 14 / İBRÂHÎM – 41   Rabbenagfirlî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmul hisâb(hisâbu).
    Rabbimiz, hesap yapıldığı (görüldüğü) gün beni, annemi, babamı ve mü’minleri mağfiret et (Günahlarımızı affet).
    93. 15 / HİCR – 58   Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîn(mucrimîne).
    “Muhakkak ki; biz, mücrim (Günahkâr) bir kavme gönderildik.” dediler.
    94. 16 / NAHL – 25   Liyahmilû evzârehum kâmileten yevmel kıyâmeti ve min evzârillezîne yudıllûnehum bi gayri ilm(ilmin), e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
    Kıyâmet günü, onların kendi Günahlarının tamamını yüklendikten başka, ilimleri olmaksızın dalâlette kalmasına sebep oldukları kimselerin Günahlarından (da) yüklenmeleri için. Yüklendikleri şey ne kadar kötü, öyle değil mi?
    95. 17 / İSRÂ – 15   Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
    Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (Günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (Günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
    96. 17 / İSRÂ – 17   Ve kem ehleknâ minel kurûni min ba’di nûh(nûhin) ve kefâ bi rabbike bi zunûbi ıbâdihî habîren basîrâ(basîren).
    Nuh (A.S)’tan sonra asırlarca nice nesiller helâk ettik. Ve senin Rabbin, kullarının Günahlarını gören ve (onlardan) haberdar olarak kâfidir.
    97. 17 / İSRÂ – 60   Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâs(nâsi), ve mâ cealner ru’yâlletî ereynâke illâ fitneten lin nâsi veş şeceretel mel’ûnete fîl kur’ân(kur’âni), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ(kebîren).
    Rabbinin, insanları muhakkak (rahmeti ve ilmiyle) ihata ettiğini (kapladığını) sana söylemiştik. Sana (kalp gözü ile) gösterdiğimiz o rüyeti ve Kur’ân-ı Kerim’deki lânetlenmiş ağacı (zakkum ağacı), insanlara sadece fitne (imtihan) kıldık. Ve Biz, onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onların büyük azgınlıklarından (büyük Günahlarından) başka bir şeyi arttırmıyor.
    98. 18 / KEHF – 57   Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâh(yedâhu), innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakren) ve in ted’uhum ilel hudâ fe len yehtedû izen ebedâ(ebeden).
    Rabbinin âyetleri zikredildiği (hatırlatıldığı) zaman ondan yüz çeviren ve elleriyle takdim ettiklerini (Günahlarını) unutan kimseden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki Biz, onların kalplerinin üzerine (fıkıh etmeyi engelleyen) ekinnet kıldık. Ve onların kulaklarında (işitmeyi engelleyen) vakra vardır. Sen, onları hidayete davet etsen de bundan sonra onlar, ebediyyen asla hidayete eremezler.
    99. 20 / TÂHÂ – 73   İnnâ âmennâ bi rabbinâ li yagfire lenâ hatâyânâ ve mâ ekrehtenâ aleyhi mines sihr(sihri), vallâhu hayrun ve ebkâ.
    Muhakkak ki biz, hatalarımızı ve ona karşı sihirden bize zorla (istemeyerek) yaptırdığın şeylerden (dolayı) bizi, mağfiret etsin (affetsin ve Günahlarımızı sevaba çevirsin) diye Rabbimize îmân ettik. Ve Allah, daha hayırlıdır ve daha bâkidir (kalıcıdır).
    100. 20 / TÂHÂ – 82   Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ.
    Ve muhakkak ki Ben, (mürşidin önünde 12 ihsanla) tövbe edenler ve (ikinci defa) âmenû (kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan mü’min) olanlar ve salih amel (zikir) yapanlar (nefsi ıslâh edici amel işleyenler) için mutlaka Gaffar’ım (onların Günahlarını sevaba çevirenim). Sonra onlar, (Benim tarafımdan) hidayete erdirilir (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştırılır).
    101. 22 / HACC – 50   Fellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
    Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefsi tezkiye eden ameller) yapanlar; onlar için mağfiret (Günahların sevaba çevrilmesi) ve kerim bir rızık vardır.
    102. 22 / HACC – 60   Zâlik(zâlike), ve men âkabe bi misli mâ ûkıbe bihî summe bugıye aleyhi le yansurennehullâh(yansurennehullâhu), innallâhe le afuvvun gafûr(gafûrun).
    Ve işte böyle, kim maruz kaldığı şey kadarı ile ikab eder (karşılık, ceza verir), sonra da ona azgınlık yapılırsa (haklarına tecavüz edilirse) Allah ona mutlaka yardım eder. Muhakkak ki Allah, af ve mağfiret edicidir (Günahları sevaba çevirendir).
    103. 23 / MU’MİNÛN – 118   Ve kul rabbigfir verham ve ente hayrur râhımîn(râhımîne).
    Ve de ki: “Rabbim, mağfiret et (Günahlarımızı sevaba çevir) ve rahmet et (Rahîm esması ile tecelli et). Ve Sen, Rahîm olanların en hayırlısısın.”
    104. 24 / NÛR – 11   İnnellezîne câû bil ifki usbetun minkum, lâ tahsebûhu şerren lekum, bel huve hayrun lekum, li kullimriin minhum mektesebe minel ism(ismi), vellezî tevellâ kibrehu minhum lehu azâbun azîm(azîmun).
    Muhakkak ki (Hz. Ayşe hakkında) ifk (iftira) ile gelenler, sizden bir gruptur. Sizin için onun bir şerr olduğunu zannetmeyin. Hayır, o sizin için hayırdır. Onlardan herbirinin Günahtan kazandıkları (cezalar) vardır. Ve onun büyüğünü yönetene (uydurup, yayana) büyük azap vardır.
    105. 24 / NÛR – 26   El habîsâtu lil habîsîne vel habîsûne lil habîsât(habîsâti), vet tayyibâtu lit tayyibîne vet tayyibûne lit tayyibât(tayyibâti), ulâike muberraûne mimmâ yekûlûn(yekûlûne), lehum magfiretun ve rızkun kerîm(kerîmun).
    Kötü kadınlar, kötü erkekler içindir. Kötü erkekler, kötü kadınlar içindir. Temiz kadınlar, temiz erkekler içindir. Temiz erkekler, temiz kadınlar içindir. İşte onlar, (kendileri haklarında) söylenenlerden berî (uzak) olanlardır. Onlar için mağfiret (Günahların sevaba çevrilmesi) ve kerim (Allah’tan ikram edilen) rızık vardır.
    106. 24 / NÛR – 58   Yâ eyyuhellezîne âmenû li yeste’zinkumullezîne meleket eymânukum vellezîne lem yeblugûl hulume minkum selâse merrât(merrâtin), min kabli salâtil fecri, ve hînetedaûne siyâbekum minez zahîrat(zahîrati), ve min ba’di salâtil ışâi, selâsu avrâtin lekum, leyse aleykum ve lâ aleyhim cunâhun ba’de hunn(hunne), tavvâfûne aleykum ba’dukum alâ ba’d(ba’dın), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
    Ey âmenû olanlar! Ellerinizin altında sahip olduklarınız (köleleriniz, cariyeleriniz) ve sizden bulûğa ermemiş olanlar, üç vakitte yanınıza girmek için sizden izin istesinler. Fecr (sabah) namazından önce, elbiselerinizi çıkarttığınız öğle vaktinde ve yatsı namazından sonra. Bu üçü, avret vaktidir (sizden sakınmaları gereken zamandır). Bu (zamanların dışında), birbirinizi dolaşmanızda sizin ve onların üzerine bir Günah yoktur. İşte böylece Allah, size âyetleri açıklıyor. Ve Allah, Alîm’dir (en iyi bilendir), Hakîm’dir (hikmet sahibidir).
    107. 24 / NÛR – 60   Vel kavâıdu minen nisâillatî lâ yercûne nikâhan fe leyse aleyhinne cunâhun en yeda’ne siyâbehunne gayra muteberricâtin bi zîneh(zînetin), ve en yesta’fifne hayrun lehunn(lehunne), vallâhu semîun alîm(alîmun).
    Ve kadınlardan nikâh (evlenme) ümidi olmayan yaşlı kadınların, ziynetlerini açmaksızın dış giysilerini çıkarmalarında, bundan sonra onlara vebal (Günah) yoktur. Ve iffetli olmayı istemeleri onlar için daha hayırlıdır. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir), Alîm’dir (en iyi bilendir).
    108. 24 / NÛR – 61   Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’raci haracun ve lâ alel marîdı haracun ve lâ alâ enfusikum en te’kulû min buyûtikum ev buyûti âbâikum ev buyûti ummehâtikum ev buyûti ihvânikum ev buyûti ehavâtikum ev buyûti a’mâmikum ev buyûti ammâtikum ev buyûti ahvâlikum ev buyûti hâlâtikum ev mâ melektum mefâtihahû ev sadîkıkum, leyse aleykum cunâhun en te’kulû cemîan ev eştâtâ(eştâten), fe izâ dahaltum buyûten fe sellimû alâ enfusikum tehıyyeten min indillâhi mubareketen tayyibeh(tayyibeten), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
    Âmâ (kör) olana bir güçlük yoktur. Ve sakat olana, hasta olana bir güçlük yoktur. Ve size de evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarlarına sahip olduğunuz (yerlerde) veya arkadaşlarınızda yemek yemenizde bir güçlük yoktur. Topluca veya ayrı ayrı yemeniz de size Günah değildir. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize Allah’ın katından mübarek ve tayyib bir selâm ile selâm verin! İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.
    109. 25 / FURKÂN – 58   Ve tevekkel alel hayyillezî lâ yemûtu ve sebbih bi hamdih(hamdihî), ve kefâ bihî bi zunûbi ibâdihî habîrâ(habîren).
    Ve ölümsüz olup, daima hayy (hayatta) olana (Allah’a) tevekkül et (güven ve O’nu vekil tayin et). Ve O’nu, hamd ile tesbih et. Ve kullarının Günahlarından haberdar olması, O’na kâfidir.
    110. 25 / FURKÂN – 68   Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al zâlike yelka esâmâ(esâmen).
    Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kişiyi haklı olmadıkça öldürmezler ve zina yapmazlar. Ve kim bunları yaparsa Günah cezasıyla karşılaşır.
    111. 25 / FURKÂN – 70   İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
    Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (Günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (Günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
    112. 26 / ŞUARÂ – 14   Ve lehum aleyye zenbun fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).
    Ve onlara göre ben, Günahkârım. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.
    113. 26 / ŞUARÂ – 222   Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm(esîmin).
    (İftira eden) yalancı Günahkârların hepsine inerler.
    114. 27 / NEML – 11   İllâ men zaleme summe beddele husnen ba’de sûin fe innî gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ancak zulmedenler hariç. Ama kim kötülüğü işledikten sonra iyiliğe (mürşidine tâbî olup Günahlarını sevaba) çevirirse, o zaman muhakkak ki Ben, Gafûr’um (mağfiret eden, Günahları sevaba çeviren) Rahîm’im (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
    115. 28 / KASAS – 78   Kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin indî, e ve lem ya’lem ennellâhe kad ehleke min kablihî minel kurûni men huve eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’â(cem’an), ve lâ yus’elu an zunûbihimul mucrimûn(mucrimûne).
    (Karun): “O (servet) ancak bendeki ilim sebebiyle bana verildi.” dedi. Ondan önce, “Allah’ın ondan daha kuvvetli (güçlü) olan ve ondan daha çok şey toplayan nesilleri (zenginleri) helâk etmiş olduğunu” bilmiyor mu? Ve mücrimlere Günahlarından sorulmaz.
    116. 29 / ANKEBÛT – 7   Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffiranne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn(ya’melûne).
    Ve âmenû olanlar (hayattayken Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar, onların seyyiatlerini (Günahlarını) mutlaka örteceğiz ve onları mutlaka yaptıklarının daha ahseni (güzeli) ile mükâfatlandıracağız.
    117. 29 / ANKEBÛT – 12   Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’(şey’in), innehum le kâzibûn(kâzibûne).
    Ve inkâr edenler, âmenû olanlara: “Bizim yolumuza tâbî olun. Sizin hatalarınızı (Günahlarınızı) yüklenelim.” dediler. Onlar, diğerlerinin hatalarından bir şey yüklenecek değiller. Muhakkak ki onlar, yalancılardır.
    118. 29 / ANKEBÛT – 13   Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn(yefterûne).
    Ve (yalancılar) kendi yükleri (Günahları) ile beraber, onların yüklerini (Günahlarını) da mutlaka yüklenecekler. Kıyâmet günü onlar, uydurdukları şeylerden mutlaka sorgulanacaklar.
    119. 29 / ANKEBÛT – 40   Fe kullen ehaznâ bi zenbih(zenbihi), fe minhum men erselnâ aleyhi hâsıbâ(hâsıben), ve minhum men ehazethussayhah(sayhatu), ve minhum men hasefnâbihil ard(arda), ve minhum men agraknâ, ve mâ kânâllâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
    Bunun üzerine hepsini Günahlarıyla yakaladık. Böylece onların bir kısmının üzerine kasırga gönderdik. Ve bir kısmını sayha (şiddetli ses dalgası) yakaladı, bir kısmını yerin dibine geçirdik ve bir kısmını da (suda) boğduk. Allah, onlara zulmedici olmadı. Ve lâkin onlar, nefslerine zulmediyorlardı.
    120. 33 / AHZÂB – 5   Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh(indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
    Onları (evlâtlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, Allah’ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için Günah yoktur. Fakat kalplerinizin taammüden (kasten) yaptırdığı şeylerden (Günah vardır). Ve Allah Gafur’dur (Günahları sevaba çeviren), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).
    121. 33 / AHZÂB – 24   Li yecziyallâhus sâdıkîne bi sıdkıhım ve yuazzibel munâfıkîne in şâe ev yetûbe aleyhim, innallâhe kâne gafûren rahîmâ(rahîmen).
    (Bu), Allah’ın sadıkları sadakatlerinden dolayı mükâfatlandırması ve münafıklara azap etmesi veya dilerse tövbelerini kabul etmesi içindir. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur (mağfiret eden, Günahları sevaba çeviren), Rahîm’dir (rahmet eden, Rahîm esmasıyla tecelli eden).
    122. 33 / AHZÂB – 33   Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh(resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ(tathîran).
    Ve evlerinizde karar kılın (oturun). Evvelki cahiliyye zamanındaki gibi (ziynetlerinizi) açmayın. Namazı ikame edin ve zekâtı verin. Allah ve O’nun Resûl’üne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sadece sizden Günahları gidermek ve sizi tertemiz temizlemek istiyor.
    123. 33 / AHZÂB – 51   Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk(aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn(kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.
    Onlardan dilediğini ertelersin, dilediğini yanına alırsın. Ve azlettiklerinden (bıraktıklarından) istediğini (tekrar) yanına almanda bundan sonra sana Günah yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olması (sevinmeleri), onların hüzünlenmemesi ve bu onların hepsinin senin verdiğin şeylerden razı olmaları için en uygundur. Ve Allah, kalplerinizde olanları bilir. Allah, Alîm’dir (en iyi bilen), Halîm’dir.
    124. 33 / AHZÂB – 53   Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tedhulû buyûten nebiyyi illâ en yu’zene lekum ilâ taâmin gayre nâzırîne inâhu ve lâkin izâ duîtum fedhulû fe izâ taimtum fenteşirû ve lâ muste’nisîne li hadîs(hadîsin), inne zâlikum kâne yu’zîn nebiyye fe yestahyî minkum vallâhu lâ yestahyî minel hakk(hakkı), ve izâ seeltumûhunne metâan fes’elûhunne min verâi hıcâb(hıcâbin), zâlikum atharu li kulûbikum ve kulûbihinn(kulûbihinne), ve mâ kâne lekum en tu’zû resûlallâhi ve lâ en tenkihû ezvâcehu min ba’dihî ebedâ(ebeden), inne zâlikum kâne indallâhi azîmâ(azîmen).
    Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler), size izin verilmedikçe Nebî’nin evlerine girmeyin! (Girmişseniz oyalanıp) yemeğin pişmesini beklemeyin. Fakat davet edildiğiniz zaman girin. Yemeğinizi yeyince hemen dağılın ve sohbet etmek istemeyin, söze dalmayın (izinsiz konuşmayın). İşte bu durum gerçekten Nebî’ye eziyet oluyordu. Fakat sizden hayâ ediyordu (utanıyordu). Allah, haktan hayâ duymaz (gerçeği açıklamaktan çekinmez). Onlardan (Peygamber Hanımları’ndan) bir şey sorduğunuz zaman perde arkasından sorun. Bu, sizin ve onların kalpleri için daha temizdir. Allah’ın Resûl’üne eziyet etmeniz ve bundan sonra O’nun zevcelerini nikâh etmeniz ebediyyen (helâl) olmaz. Muhakkak ki bu, Allah’ın katında çok büyük (Günahtır).
    125. 33 / AHZÂB – 55   Lâ cunâha aleyhinne fî âbâihinne ve lâ ebnâihinne ve lâ ihvânihinne ve lâ ebnâi ihvânihinne ve lâ ebnâi ehavâtihinne ve lâ nisâihinne ve lâ mâ meleket eymânuhun(eymânuhunne), vettekînallâh(vettekînallâhe), innallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ(şehîden).
    (Peygamber Eşleri’nin); babalarına, oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlara ve ellerinin (altında) malik oldukları (cariyelere) görünmeleri hususunda, onların üzerine Günah yoktur. Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah, herşeye şahittir.
    126. 33 / AHZÂB – 58   Vellezîne yu’zûnel mu’minîne vel mu’minâti bi gayri mektesebû fe kadihtemelû buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
    Ve mü’min erkek ve mü’min kadınlara iktisap etmedikleri (haketmedikleri, bir suç işlemedikleri) halde eziyet edenler bu durumda buhtan (iftira) ve apaçık Günah yüklenmiş oldular.
    127. 33 / AHZÂB – 71   Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ(azîmen).
    (Böylece) sizin için amellerinizi ıslâh etsin (salih amele çevirsin). Günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve kim, Allah’a ve O’nun Resûl’üne itaat ederse, o taktirde fevzül azîm (en büyük mükâfat) ile kurtulmuş olur.
    128. 33 / AHZÂB – 73   Li yuazziballâhul munâfikîne vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâti ve yetûballâhu alel mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
    (Bu), Allah’ın münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azaplandırması ve mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tövbelerini kabul etmesi içindir. Allah Gafûr’dur (mağfiret eden, Günahları sevaba çeviren), Rahîm’dir (Rahîm esması ile tecelli eden).
    129. 34 / SEBE – 2   Ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmul gafûr(gafûru).
    (O, Allah) yere gireni ve ondan çıkanı, semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O; Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir), Gafûr’dur (mağfiret eden, Günahları sevaba çeviren).
    130. 35 / FÂTIR – 18   Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
    Ve yük taşıyan birisi (bir Günahkâr) başka birinin yükünü (Günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (Günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).
    131. 35 / FÂTIR – 41   İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve le in zâletâ in emsekehumâ min ehadin min ba’dih(ba’dihî), innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).
    Muhakkak ki Allah, gökleri ve yeri, zail olurlar diye (zail olmaması için) tutuyor. Gerçekten ikisi de zail olurlarsa (yok olurlarsa), ondan sonra, o ikisini (gökleri ve yeri) O’ndan (Allah’tan) başka tutacak (yoktur). Muhakkak ki O; Halîm’dir, Gafûr’dur (Günahları sevaba çeviren).
    132. 36 / YÂSÎN – 11   İnnemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi), fe beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin).
    Sen sadece zikre tâbî olanı ve gaybte Rahmân’a huşû duyanı uyarırsın. Öyleyse onu mağfiret ile (Günahların sevaba çevrilmesiyle) ve “kerim ecir” ile müjdele.
    133. 39 / ZUMER – 7   İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
    Eğer inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani’dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kulları konusunda küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizden razı olur. (Hiç)bir Günahkâr, diğerinin (başkasının) Günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Böylece size yapmış olduklarınızı haber verecek. Muhakkak ki O, sinelerde olanı bilendir.
    134. 39 / ZUMER – 24   E fe men yettekî bi vechihî sûel azâbi yevmel kıyâme(kıyâmeti), ve kıyle liz zâlimîne zûkû mâ kuntum teksibûn(teksibûne).
    O halde kıyâmet günü, onun vechini (fizik vücudunu) kötü azaptan kim koruyabilir? Ve zalimlere: “Kazanmış olduğunuz şeyi (Günahlarınızın cezasını) tadın!” denir.
    135. 39 / ZUMER – 35   Li yukeffirallâhu anhum esveellezî amilû ve yecziyehum ecrehum bi ahsenillezî kânû ya’melûn(ya’melûne).
    Allah, onların yaptıkları en kötü şeyleri (Günahları) dahi örter. Ve yapmış olduklarının en güzeliyle onların ecirlerini vererek, onları mükâfatlandırır (Günahlarını sevaba çevirir).
    136. 39 / ZUMER – 48   Ve bedâ lehum seyyiâtu mâ kesebû ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
    Ve kazandıkları seyyiat (Günahlar ve kötülükler) onlara aşikâr oldu. Ve alay etmiş oldukları şey (azap) onları kuşattı.
    137. 39 / ZUMER – 51   Fe esâbehum seyyiâtu mâ kesebû, vellezîne zalemû min hâulâi se yusîbuhum seyyiâtu mâ kesebû ve mâ hum bi mu’cizîn(bimu’cizîne).
    Böylece kazandıkları şey, seyyiat (Günahlar, kötülükler olarak), onlara isabet etti. Ve bunlardan zulmetmiş olanlara, kazandıkları şey (olan) seyyiat, yakında isabet edecek. Ve onlar, aciz bırakabilecek (azabı önleyebilecek) güce sahip değiller.
    138. 39 / ZUMER – 53   Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
    De ki: “Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, Günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen).”
    139. 40 / MU’MİN – 3   Gâfiriz zenbi ve kâbilit tevbi şedîdil ikâbi zît tavl(tavli), lâ ilâhe illâ hûve, ileyhil masîr(masîru).
    (O ki) Günahları mağfiret eden, tövbeleri kabul eden, cezası şiddetli olan, ihsan, fazl ve kerem sahibi olandır. O’ndan başka İlâh yoktur. Dönüş, O’nadır.
    140. 40 / MU’MİN – 7   Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).
    Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab’lerini hamd ile tesbih ederler ve O’na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah’tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm’e) tâbî olanları mağfiret et (Günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”
    141. 40 / MU’MİN – 9   Vekıhimus seyyiât(seyyiâti), ve men tekıs seyyiâti yevme izin fe kad rahimteh(rahimtehu) ve zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
    Onları kötülüklerden koru. Ve Sen, kimi izin günü seyyiatlerden (Günahlardan) korursan o zaman onlara rahmet etmiş olursun. Ve işte o, fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
    142. 40 / MU’MİN – 11   Kâlû rabbenâ emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa’terefnâ bi zunûbinâ fe hel ilâ hurûcin min sebîl(sebîlin).
    (Kâfirler) dediler ki: “Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin, böylece Günahlarımızı itiraf ettik. Artık (buradan) çıkmaya bir yol var mı?”
    143. 40 / MU’MİN – 21   E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkibetullezîne kânû min kablihim, kânû hum eşedde min hum kuvveten ve âsâran fîl ardı fe ehazehumullâhu bi zunûbihim ve mâ kâne lehum minallâhi min vâk(vâkın).
    Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nasıl oldu, baksınlar. Onlar yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından, kendilerinden daha üstündüler. Fakat Allah, onları Günahları sebebiyle aldı (öldürdü). Ve onlar için (onları), Allah’a karşı koruyacak hiç kimse olmadı.
    144. 40 / MU’MİN – 55   Fasbir inne va’dallâhi hakkun vestagfir li zenbike ve sebbih bi hamdi rabbike bil aşiyyi vel ibkâr(ibkâri).
    Öyleyse sabret. Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Ve Günahların için mağfiret dile. Akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
    145. 42 / ŞÛRÂ – 25   Ve huvellezî yakbelut tevbete an ibâdihî ve ya’fû anis seyyiâti ve ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).
    Ve O, kullarının tövbelerini kabul eden ve seyyielerini (Günahlarını) affedendir. Ve yaptığınız şeyleri bilir.
    146. 42 / ŞÛRÂ – 37   Vellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe ve izâ mâ gadıbûhum yagfirûn(yagfirûne).
    Ve onlar, Günahların büyüğünden ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Ve öfkelendikleri zaman affederler.
    147. 44 / DUHÂN – 22   Fe deâ rabbehû enne hâulâi kavmun mucrimûn(mucrimûne).
    Bunun üzerine: “Bunlar Günahkâr bir kavimdir.” diye, Rabbine dua etti.
    148. 44 / DUHÂN – 44   Taâmul esîm(esîmi).
    Günahkârların yemeğidir.
    149. 45 / CÂSİYE – 7   Veylun li kulli effâkin esîm(esîmin).
    Bütün yalancı Günahkârların vay haline.
    150. 46 / AHKÂF – 16   Ulâikellezîne netekabbelu anhum ahsene mâ amilû ve netecâvezu an seyyiâtihim fî ashâbil cenneh(cenneti), va’des sıdkıllezî kânû yûadûn(yûadûne).
    İşte onlar ki, onlardan yaptıklarını en güzel şekilde kabul ederiz (1’e 700’e kadar derece veririz). Ve onların Günahlarına cevaz vermeyiz (örteriz, sevaba çeviririz). Onlar cennet ehli arasındadırlar. Onların vaadolundukları şey gerçek bir vaaddir.
    151. 46 / AHKÂF – 31   Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).
    Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine icabet edin. Ve O’na îmân edin ki, sizin Günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
    152. 47 / MUHAMMED – 2   Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve âmenû bi mâ nuzzile alâ muhammedin ve huvel hakku min rabbihim keffere anhum seyyiâtihim ve asleha bâlehum.
    Âmenû olan ve salih amel (nefsi tezkiye edici ameller) yapanların ve Hz. Muhammed (S.A.V)’e indirdiğimiz Şey’e (Kur’ân-ı Kerim’e) ve O’nun Rab’lerinden bir hak olduğuna inananların Günahlarını (Allah) örttü ve onların hallerini ıslâh etti.
    153. 47 / MUHAMMED – 19   Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâhu vestagfir li zenbike ve lil mu’minîne vel mu’minât(mû’minâti), vallâ hu ya’lemu mutekallebekum ve mesvâkum.
    Bu durumda Allah’tan başka İlâh olmadığını bil ve kendi Günahların için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret dile. Ve Allah, sizin dönüşünüzü ve sizin yurdunuzu bilir.
    154. 47 / MUHAMMED – 34   İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi summe mâtû ve hum kuffârun fe len yagfirallâhu lehum.
    Muhakkak ki inkâr edenleri ve Allah’ın yolundan men edenleri, sonra da kâfir olarak ölenleri artık Allah asla mağfiret etmez (onların Günahlarını sevaba çevirmez).
    155. 48 / FETİH – 2   Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).
    Allah, senin geçmiş ve gelecek Günahlarını mağfiret etsin ve sana ni’metini tamamlasın ve seni Sıratı Mustakîm’e ulaştırsın diye.
    156. 48 / FETİH – 5   Li yudhilel mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve yukeffire anhum seyyiâtihim, ve kâne zâlike indallâhi fevzen azîmâ(azîmen).
    Mü’min kadın ve erkekleri orada ebedî kalmak üzere altından nehirler akan cennetlere koysun ve onların Günahlarını örtsün diye. İşte bu, Allah’ın indinde fevz-ül azîmdir.
    157. 49 / HUCURÂT – 12   Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne ba’daz zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ(ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh(kerihtumûhu), vettekullâh(vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm(rahîmun).
    Ey âmenû olanlar! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar Günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah’a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.
    158. 52 / TÛR – 23   Yetenâzeûne fîhâ ke’sen lâ lagvun fîhâ ve lâ te’sîmun.
    Orada kadeh kaldırırlar, orada (içtikleri şarap ile) ne boş söz söylerler ne de Günaha girerler.
    159. 53 / NECM – 32   Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a’lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a’lemu bi menittekâ.
    Onlar ki, küçük Günahlar hariç, büyük Günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.
    160. 53 / NECM – 38   Ellâ teziru vâziretun vizre uhrâ.
    Gerçekten (hiç)bir Günahkâr, bir başkasının yükünü (Günahını) yüklenmez.
    161. 55 / RAHMÂN – 39   Fe yevme îzin lâ yus’elu an zenbihî insun ve lâ cânn(cânnun).
    Artık izin günü insanlar ve cinler, Günahlarından sorulmaz.
    162. 56 / VÂKIA – 25   Lâ yesmeûne fîhâ lagven ve lâ te’sîmâ(te’sîmen).
    Orada boş bir söz işitmezler ve Günaha girmezler.
    163. 56 / VÂKIA – 46   Ve kânû yusirrûne alel hınsil azîm(azîmi).
    Ve onlar, büyük Günahta ısrar ediyorlardı.
    164. 57 / HADÎD – 28   Yâ eyyuhellezîne âmenût tekûllâhe ve âminû bi resûlihî yû’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûren temşûne bihî ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler), Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve O’nun Resûl’üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz nur kılsın (versin). Ve sizi mağfiret etsin (Günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.
    165. 58 / MUCÂDELE – 2   Ellezîne yuzâhirûne minkum min nisâihim mâ hunne ummehâtihim, in ummehâtuhum illellâî velednehum, ve innehum le yekûlûne munkeren minel kavli ve zûrâ(zûren), ve innellâhe le afuvvun gafûr(gafûrun).
    İçinizden (sizden) kadınlarına sırt çevirenler (arkalarını dönenler) ki, onlar (eşleri) kendilerinin anneleri değildir. Onların anneleri, sadece onları doğuranlardır. Ve muhakkak ki onlar, gerçekten inkâr edici (çirkin) ve Günaha sokan (ağır) bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah; mutlaka affeden ve mağfiret edendir.
    166. 58 / MUCÂDELE – 8   E lem tere ilellezîne nuhû aninnecvâ summe yeûdûne li mâ nuhû anhu ve yetenâcevne bil ismi vel udvâni ve ma’siyetir resûl(resûli), ve izâ câûke hayyevke bi mâ lem yuhayyike bihillâhu, ve yekûlûne fî enfusihim lev lâ yuazzibunâllâhu bi mâ nekûl(nekûlu), hasbuhum cehennem(cehennemu), yaslevnehâ, febi’sel masîr(masîru).
    Gizli konuşmaktan nehyedilenleri (men edilenleri) görmedin mi? Sonra nehyedildikleri şeye dönüyorlar. Aralarında Günah, düşmanlık ve resûle isyan konularında gizli gizli konuşuyorlar. Ve sana geldikleri zaman, Allah’ın selâmlamadığı bir şekilde seni selâmladılar. Ve kendi aralarında: “Öyle ise (o gerçekten peygamber ise) Allah, söylediklerimizden dolayı bize azap etmeli değil mi?” diyorlar. Onlara cehennem yeter. Ona yaslanacaklar (atılacaklar). İşte o varılacak yer ne kötü.
    167. 58 / MUCÂDELE – 9   Yâ eyyuhellezîne âmenû iza tenâceytum fe lâ tetenâcev bil ismi vel udvâni ve ma’siyetir resûli ve tenâcev bil birri vet takvâ, vettekûllâhellezî ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
    Ey âmenû olanlar (Allah’a inananlar, îmân edenler)! Aranızda gizlice konuştuğunuz zaman artık Günah, düşmanlık ve resûle isyan konusunda gizli gizli konuşmayın. Birr ve takva konusunda aranızda müşavere edin (görüşün). Ve kendisine haşrolunacağınız (huzurunda toplanacağınız) Allah’a karşı takva sahibi olun.
    168. 60 / MUMTEHİNE – 10   Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ câekumul mû’minâtu muhâcirâtin femtehınû hunn(hunne), allâhu a’lemu bi îmânihinn(îmânihinne), fe in alimtimû hunne mû’minâtin fe lâ terciû hunne ilel kuffâr(kuffâri), lâ hunne hıllun lehum ve lâ hum yehıllûne le hunn(hunne), ve âtûhum mâ enfekû, ve lâ cunâha aleykum en tenkıhû hunne izâ âteytumû hunne ucûrehunn(ucûrehunne), ve lâ tumsikû bi isamil kevâfiri ves’elû mâ enfaktum vel yes’elû mâ enfekû, zâlikum hukmullâh(hukmullâhi), yahkumu beynekum, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
    Ey âmenû olanlar! Hicret etmiş olan mü’min kadınlar size geldikleri zaman onları imtihan edin (hicret sebeplerini sorun). Allah, onların îmânını çok iyi biliyor. Artık onların mü’min hanımlar olduğunu bilirseniz (mü’min olduklarından emin olursanız), bundan sonra onları kâfirlere geri döndürmeyiniz. Onlar (mü’min hanımlar), diğerlerine (kâfir erkeklere) helâl değildir. Diğerleri de (kâfir erkekler de), onlar için (mü’min hanımlar için) helâl değildir. Onlara (kâfir erkeklere), infâk etmiş oldukları şeyi (mü’min olarak size gelen kadınlara daha önce vermiş oldukları mehirlerini) geri verin. Ve kendilerine mehirlerini verdiğiniz taktirde, onlara nikâh yapmanızda sizin üzerinize bir Günah yoktur. Ve kâfir kadınları nikâh ile tutmayın. Ve siz ne infâk ettiyseniz (mehir olarak ne verdiyseniz) geri isteyiniz. Ve onlar da infâk ettiklerini istesinler. İşte bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda hüküm vermektedir. Ve Allah; Alîm’dir (en iyi bilendir), Hâkim’dir (hüküm sahibidir).
    169. 60 / MUMTEHİNE – 12   Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu’minâtu yubâyi’neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey’en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye’tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya’sîneke fî ma’rûfin fe bâyı’hunne vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
    Ey nebî (peygamber)! Mü’min kadınlar; Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinada bulunmamak, evlâtlarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurmamak, maruf bir iş konusunda sana asi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur (mağfiret edendir, Günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (Rahîm esması ile tecelli edendir).
    170. 61 / SAFF – 12   Yagfir lekum zunûbekum ve yudhılkum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
    Sizin Günahlarınızı mağfiret eder. Ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve sizi adn cennetlerinde güzel meskenlere yerleştirir. İşte bu, fevz-ül azîmdir (büyük kurtuluştur).
    171. 64 / TEGÂBUN – 9   Yevme yecmeukum li yevmil cem’i zâlike yevmut tegâbun(tegâbuni), ve men yû’min billâhi ve ya’mel sâlihan yukeffir anhu seyyiâtihî ve yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
    Sizi toplanma günü için biraraya toplayacağı gün, işte o, aldanma günüdür. Ve kim Allah’a îmân eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, onun seyyiatini (Günahlarını) örter. Ve orada ebediyyen kalmak üzere, altından nehirler akan cennetlere koyar. İşte bu fevz-ül azîmdir (büyük kurtuluştur).
    172. 65 / TALÂK – 5   Zâlike emrullâhi enzelehû ileykum, ve men yettekıllâhe yukeffir anhu seyyiâtihî ve yu’zım lehû ecrâ(ecren).
    İşte bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Ve kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, onun Günahlarını örter. Ve onun ecrini azamî artırır.
    173. 66 / TAHRÎM – 8   Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes’â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
    Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin Günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O’nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (Günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.
    174. 67 / MULK – 11   Fa’terefû bi zenbihim, fe suhkan li ashâbis saîr(saîri).
    Böylece Günahlarını itiraf ettiler. Artık ateş ehli (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
    175. 68 / KALEM – 12   Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin).
    Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden Günahkârlara (itaat etme).
    176. 68 / KALEM – 13   Utullin ba’de zâlike zenîm(zenîmin).
    Kötülük yapan zorbalara, bundan başka haram yiyen Günahkârlara (itaat etme).
    177. 69 / HÂKKA – 37   Lâ ye’kuluhu illel hâtiûn(hâtiûne).
    Onu Günahkârlardan başkası yemez.
    178. 70 / MEÂRİC – 11   Yubassarûnehum yeveddul mucrimu lev yeftedî min azâbi yevmi izin bi benîh(benîhi).
    Onlar birbirlerine gösterilirler, Günahkâr olan izin günü, azaptan kurtulmak için, oğullarını fidye olarak verebilmeyi temenni eder.
    179. 71 / NÛH – 4   Yagfir lekum min zunûbikum ve yûahhırkum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne ecelallâhi izâ câe lâ yuahhar(yûahharu), lev kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
    (Allah da) sizin Günahlarınızı mağfiret etsin (Günahlarınızı sevaba çevirsin) ve sizi belirlenmiş bir zamana kadar tehir etsin (ömür versin)! Muhakkak ki Allah’ın eceli (onun belirlediği an) gelince tehir edilmez. Keşke siz bilmiş olsaydınız.
    180. 71 / NÛH – 25   Mimmâ hatîâtihim ugrikû fe udhılû nâran fe lem yecıdû lehum min dûnillâhi ensârâ(ensâren).
    Onlar hatalarından (büyük Günahlarından) dolayı boğuldular. Sonra ateşe sokuldular. Artık kendileri için, Allah’tan başka bir yardımcı bulamadılar.
    181. 74 / MUDDESSİR – 56   Ve mâ yezkurûne illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), huve ehlut takvâ ve ehlul magfireh(magfireti).
    Allah’ın dilediğinden başkası O’nu zikredemez. O (O’nun dilediği kimse), takva sahibidir ve mağfiret ehlidir (Günahları sevaba çevrilmiş olan kimsedir).
    182. 76 / İNSÂN (DEHR) – 24   Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tutı’minhum âsimen ev kefûrâ(kefûren).
    Artık Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan kâfir veya Günahkâr olanlara itaat etme.
    183. 81 / TEKVÎR – 9   Bi eyyi zenbin kutilet.
    Hangi Günah sebebi ile öldürüldü?
    184. 83 / MUTAFFİFÎN – 12   Ve mâ yukezzıbu bihî illâ kullu mu’tedin esîm(esîmin).
    Ve onu (dîn gününü), haddi aşan asi Günahkârların hepsi hariç, kimse yalanlamaz.
    185. 83 / MUTAFFİFÎN – 29   İnnellezîne ecremû kânû minellezîne âmenû yadhakûn(yadhakûne).
    Muhakkak ki suçlu olanlar (Günahkârlar), âmenû olanlara gülüyorlardı.
    186. 91 / ŞEMS – 14   Fe kezzebûhu fe akarûhâ fe demdeme aleyhim rabbuhum bi zenbihim fe sevvâhâ.
    Fakat onu tekzip ettiler (yalanladılar). Sonra onu (deveyi) kestiler. Günahları sebebiyle, Rab’leri onların üzerini azapla kapladı. Sonra da onu (o beldeyi) dümdüz yaptı (yerlebir etti).
    187. 96 / ALAK – 16   Nâsiyetin kâzibetin hâtıeh(hâtıetin).
    Yalancı Günahkâr alın.

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

DÜNYADA global bir Yahudi egemenliği ve saltanatı vardır.

DÜNYADA global bir Yahudi egemenliği ve saltanatı vardır.

Bir tek Yahudi devleti yoktur, birkaç Yahudi devleti vardır.

Mesela bugünkü Fransa gizli bir Yahudi Cumhuriyetidir.

İsrail kurulmadan önce, yirminci asırda, Akdeniz’in doğusunda ve batısında iki Yahudi cumhuriyeti vardı.

İslam dünyasında dıştan islamî görünen, lakin Yahudiler tarafından sıkı şekilde kontrol edilen devletler vardır.

İslam dünyası Kripto (iki kimlikli) Yahudilerle doludur.

Maymonides’in fetvasına göre, bir Yahudinin Musevilik inancını içinde saklamak şartıyla dıştan Hıristiyan veya Müslüman görünmesi, aldatması caizdir.

Kripto Yahudilerin bir kısmını ana babalarının, kendilerinin, karılarının, çocuklarının isimlerinden sezmek, anlamak, keşf etmek, açığa çıkarmak mümkündür. (Onomastik=özeladbilim ışığında.)

Bir güneydoğu şehrimizde son derece gizlenmiş on sekiz Yahudi ailesi vardır. Cuma namazına gitmekte, çocuklarını yazın Kur’an kursuna göndermektedirler. Dış dünyadan kendileriyle görüşmek isteyen Siyonistlere, deşifre olmamak için randevu vermemektedirler.

Pakraduniler üç kimlikli Gizli Yahudilerdir. En dışta Müslüman Türk veya Kürt, onun altında Ermeni, en alttaki gerçek kimlik Yahudilik. (Pakraduniler Gizlinin Gizlisi Yahudilerdir. Müslümanlar onlar hakkında bir tek ilmî araştırma bile yapmamıştır.)

Gizli Yahudiler hakkında ilmî ve akademik araştırma yapabilmek için, başta İbranice olmak üzere yedi sekiz dil bilmek ve araştırma yapabilecek birikime sahip olmak gerekir.

Pakraduniler hakkında Fransızca bir makale yazmış olan Abraham Galante, ondan fazla lisan biliyordu.

Büyük sayıda Kripto Kürt Yahudisi mevcuttur.

Türkiyedeki Gizli Yahudileri, Sabataycıları, Kırımçakları, Tat Yahudilerini, Karayları, dıştan Şiî görünen Meşhed Yahudilerini, Alevî görünen Yahudileri ve diğerlerini anlayabilmek için ilmî araştırmalar yapmak gerekir. Ülkenin islamî güçlerinin kültürü buna yetmemektedir. Buna yetecek para, gerekli hürriyet ortamı vardır ama kültür güdüklüğü ve ilmî düşünce eksikliği yüzünden bu hizmet yapılamamaktadır.

Müslümanlar, kültür yetersizliği ve güdüklüğü yüzünden iki bin yıllık otantik Barnaba İncili yazmasıyla bile ilgilenemediler. Dünya tarihini alt üst edecek bu yazmanın bugün nerede olduğu bilinmemektedir. (İnternetten Müfid Yüksel beyin bu konudaki yazısını bulup okumanızı tavsiye ediyorum.)

Türkiyede, iki kimlikli olmayan mühtedi Yahudiler de vardır. Müslüman olmuşlardır ama bazılarının Yahudilik damarı devam etmektedir.

Kripto Yahudilerin bazı özellikleri şunlardır:

1. Parayı, zenginliği çok severler ve isterler.

2. Görünmeyen egemen bir azınlık imparatorluğu ve hegemonyası kurmak isterler.

3. İslamı ve çoğunluktaki Müslümanları baskı ve kontrol altında tutmak isterler.

4. İslamı ve Müslümanları pasifize edebilmek için dinde reform, dinde yenilik ve değişiklik, light ve ılımlı İslam, İslamcılıklar Protestanlığı isterler.(Dinde reformcu, sorunlu ilahiyatçılar)

5. Kripto Yahudiler Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslamlığından hiç hoşlanmazlar.

6. Onların bir kısmı İslam ile Kemalizmi bağdaştırarak hibrid bir din türetmeye çalışır.

7. 1923’te bir İslam cumhuriyeti olarak kurulan cumhuriyeti, Yahudi ve Dönme cumhuriyetine dönüştürmek isterler.

***

Türkiye Müslümanlarının büyük kısmı, bugünkü kültürleriyle, zihniyetleriyle, taşralılıklarıyla Kripto Yahudiler meselesini çözemezler, anlayamazlar ve onların tahakkümünden kurtulamazlar.

Yıllardan beri yazıp dururum:

Müslümanlar bir “Yahudileri, Dönmeleri ve Diğer Kripto Yahudileri Araştırma Enstitüsü” kurmalı ve çok ciddî ilmî tedkikler yapmalıdır.

İslam dünyasının belini büken en büyük eksiklik ilmî araştırma ve inceleme zihniyetine sahip olmamasıdır.

Bazı İmam-Hatip okullarına ve İlahiyat fakültelerine İbranîce dersleri konulmalıdır. Bu derslerde, havanda su dövülmemeli, lisan öğretilmelidir.

İlmî araştırmalara duygu karıştırılmamalı, son derece ciddî, âdil, objektif, seviyeli olunmalıdır.

İslamî hareketin içine sızmış Gizli Yahudiler araştırılmalı ve deşifre edilmelidir.

06.09.2016
Mehmet Şevket eygi

Loading

No ResponsesNisan 23rd, 2024

DEĞİŞEN NEY

DEĞİŞEN NEY

50 yıldır hatta yüz yıldır değişen ney?

Ney, ne kadar değişti?

Cemil Meriç’in ifadesiyle:” “Bizim aydınımız din düşmanı değil, İslam düşmanıdır.”

50 sene önce söylenmiş bu söz ile, bugün CHP’li Belediyelerin Arapça tabelalara karşı açmış oldukları savaş hatta yüz yıl önceki Arapça harflerin yerine Latin alfabesinin konulması ve arkasından ezanın Türkçeye çevrilmesi arasında ne fark var?

Bu sakın ola ki; bu uygulamalar Arapça harflerine olan düşmanlıktan değil de İslam’a olan düşmanlıktan olmuş olmasın?

– “CHP’li belediyelerin ‘Arapça’ düşmanlığı sürüyor: Yalova’da da tabelaları sökmeye başladılar

Kilis ve Uşak’ın ardından CHP’ye geçen Yalova Belediyesi’nde de ilk icraat olarak kentteki Arapça tabelalar sökülmeye başlandı. Denetimler sürerken İngilizce tabelalara dokunulmaması ise dikkat çekti.”[1]

Evet gerçekten, bu yapılanlar Arapça düşmanlığı değil, İslam düşmanlığıdır. 

Acaba bu zihniyettekiler aynı uygulamayı İngilizce tabelalarda da uyguluyorlar mı?[2] 

-Dağdaki eşkıya başının adı ve soyadı Belediye Meclis toplantısında acaba bilinçsizce mi söylenmiştir sizce?[3]

-PKK bayrağı Türk bayrağına mı tercih ediliyor?

Türk bayrağına bu tepki nedendir sizce?[4]

-Muhalif olup sürekli muhalefet eden, diğer yandan İslam düşmanlığı yapan ele başlıların muhtemelen deniz Baykal gibi tehdit unsuru olacak ve oluşturacak kasetleri mi var?

Onunla bir yandan susturulurken, diğer yandan istenildiği gibi konuşturulmakta mıdır?

Sanatçı geçinen bir kısım insanın geçmişten gelen kirli ilişkileri neyin işaretidir?

Yoksa geçmişten gelen bir hesap ve kin midir?

-Ad ve Semud kavmini şımarıklıktan, Lut kavmini de ahlaksızlık ve fuhuştan yıkan uygulamalar maalesef günümüzde de artarak devam etmektedir.[5]

Bela ve musibetlere açıkça davetiye çıkarılmaktadır. 

– Devletleri ve milletleri fakirlik ve ekonomik sıkıntı yıkmaz, ahlaksızlık ve fuhşun artıp yaygınlaşması yıkar ve çökertir. 

Böylece insanların ne gibi bir günaha sebep oldukları da görünmektedir.

****************   

Biraz daha bekleyeyim, daha pis kokular devam eder, öyle yazarım diye düşünmüştüm. 

Ancak bu işin sonunun gelmeyeceği ve fazla kokularla burnunuzu çatlatmayıp, aklınızı harekete getirip düşündürmek amacıyla bu örneklerle yetindim. 

– Tezatlar dünyasındayız.

Celladına âşık olan bir millet olduk.
İşte örnekleri,
-Kıyafetin uygun değil diye CHP tarafından Ankara’ya sokulmayan merhum Aşık Veysel’in torunu Gül Eda Hür, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Sözcüsü oldu.
-Eski adıyla Dersim, yeni adıyla Tunceli’yi bombalanırken devletin başında kim vardı? Yıllardır aynı partiyi destekleyen Tuncelili ve Alevi kesimin bu aşkı, katiline âşık olan maşukun hali gibi oldu.
Son belediye seçimlerinde de o kadar denenmiş ve görülmüş ve de maddi manevi kıtlığı yaşanmış olmasına rağmen hala medet umulması tam bir basiret körlüğüdür.
Oysa denenmiş denenmezken, bir Mümin bir delikten iki kere ısırılmazken, hala ısırılan o deliğe el sokuluyorsa o Müminliğin sorgulanması ve o zarara rıza ile girildiği düşünülmelidir.
Nitekim hemen bu durum kendisini gösterdi.[6]

0000000000000000   

Not: Celladına aşık sözünün hikayesi nedir?


“Celladına aşık” ifadesi, genellikle bir kişinin kendisine zarar veren veya potansiyel olarak zarar verebilecek birine karşı duyduğu aşkı veya bağlılığı ifade eder. Bu, genellikle sağlıksız veya tek taraflı bir ilişkiyi simgeler ve kişinin kendi zararına olan bir sevgiye sahip olduğunu gösterir.
“**Celladına aşık**” sözü, **Stockholm Sendromu** olarak bilinen bir psikolojik olguyu tanımlamak için kullanılır. Bu sendrom, rehin alınan kişilerin, rehin alan kişilere karşı duygusal bir bağ kurmaları ve onlarla sempati duymaları durumudur.
**Stockholm Sendromu** ismini, 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir bank soygunundan alır. Bu olayda, dört banka görevlisi altı gün boyunca silahlı soyguncular tarafından rehin alınmış ve bu süre zarfında rehineler soygunculara karşı duygusal bir bağ kurmuştur. Olay sona erdiğinde rehineler, soygunculara karşı ifade vermeyi reddetmiş ve hatta onların savunma masraflarını karşılamak için para toplamışlardır.
Bu olaydan sonra psikiyatrist **Nils Bejerot**, rehinelerin yaşadığı bu durumu “Stockholm Sendromu” olarak tanımlamıştır.
**Stockholm Sendromu’nun bazı belirtileri şunlardır:**
* Rehin alan kişiye karşı duygusal bağ kurma
* Rehin alan kişiyi haklı görme
* Dış dünyadan kopma
* Aile ve arkadaşlara karşı düşmanlık hissetme
**Stockholm Sendromu’nun nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte, şu faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir:**
* Korku ve stres
* Yardımsız ve çaresiz hissetme
* Rehin alan kişi tarafından gösterilen şefkat ve ilgi
* Rehin alan kişiye karşı empati kurma
**Stockholm Sendromu**, travmatik bir deneyim yaşayan herkeste görülebilir. Ancak, polis memurları, askerler ve diğer riskli mesleklerde çalışan kişilerde daha sık görülme eğilimindedir.
**Celladına aşık** sözü, Stockholm Sendromu’nu metaforik bir şekilde ifade etmek için kullanılır. Bu benzetme, rehinelerin yaşadığı duygusal bağı ve çelişkileri vurgulamak için kullanılır.

MEHMET ÖZÇELİK

21-04-2024

[1] https://www.yenisafak.com/gundem/chpli-belediyelerin-arapca-dusmanligi-suruyor-yalovada-da-tabelalari-sokmeye-basladilar-4615749

https://www.kilis.bel.tr/index.php/2024/04/14/12197/

https://www.instagram.com/reel/C504Icftn-D/

https://www.yenisafak.com/video-galeri/ozel/ibbnin-destekledigi-istanbul-film-festivalinde-lgbt-propagandasi-yapan-cok-sayida-film-gosterime-girecek-4615565 

https://www.haber7.com/guncel/haber/3416109-dem-partili-belediyenin-ilk-toplantisinda-istiklal-marsi-krizi

[2] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3416843-dem-partiden-skandal-tunceli-belediyesi-adimi-hesap-ismi-dersimle-degistirildi

[3] https://video.haber7.com/video-galeri/274550-chp-grup-sozcusunden-soke-eden-gaf-cemil-tugaya-cemil-bayik-dedi

[4] https://www.haber7.com/guncel/haber/3416733-dem-partiden-skandal-turk-bayragi-karari

[5] https://www.haber7.com/guncel/haber/3417211-istanbul-film-festivalinde-lgbt-propagandasi-kamu-kurumlari-neden-sponsor

[6] https://tesbitler.com/2024/04/06/adiyaman-ders-verdi-simdi-ders-alma-zamani/

Loading

No ResponsesNisan 21st, 2024

İslam inancına göre Allah için Ruh ifadesi kullanılır mı?

İslam inancına göre Allah için Ruh ifadesi kullanılır mı?


Allah’ın ruhu konusunda İslam inancında bazı önemli noktalar vardır. İşte bu konuda bilmeniz gerekenler:

1. **Ruhun Varlığı**: Kuran’da ruhun varlığı teyit edilir. Ruh, Allah’ın emirlerinden biridir ve insanın yaratılmasında önemli bir rol oynar¹.

2. **Ruhun Allah’a İzafesi**: Kuran’da “Ona en uygun şekli verdi, ona ruhundan üfledi” ifadesi geçer. Burada “ruhundan üflemesi,” insanın yaratılan ruhundan bahsetmek anlamına gelir. Yani Allah’ın kendi ruhundan bir parçayı insana üflemesi değil, yaratılan ruhunun Allah’a izafe edilmesidir¹.

3. **Ruhullah**: Kur’an’da Hz. İsa için “Ruhullah” tabiri kullanılır. Bu ifade, İsa’ya bir iltifattır ve onun özel bir mahluk olduğunu vurgular. Benzer şekilde, “Kâbe’ye Beytullah” denilmesi gibi, “Ruhullah” ifadesi de bir iltifattır¹.

Kaynak: Bing ile konuşma, 20.04.2024
(1) Allah’ta ruh ne demektir? | Sorularla İslamiyet. 
https://sorularlaislamiyet.com/allahta-ruh-ne-demektir-ruhi-ruhum-ruhih-ruhu-ruhunaruhanaruhina-ruhumuz-ruhullah-ruhumuzdan-ufledik.

@@@@@@@@

İslam inancında, Allah için “Ruh” ifadesi **doğrudan kullanılmaz**.

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde Allah’ın ruhu olduğu şeklinde bir ifade geçmez. Bu durum, Allah’ın benzersiz ve eşi benzeri olmayan bir varlık olduğunun altını çizmek içindir.

Ancak Kur’an’da bazı ayetlerde Allah’ın kudretini, iradesini ve yaratılışındaki incelikleri anlatan mecazî anlamlarda “Ruh” kelimesi kullanılabilir. Bu gibi durumlarda “Ruh”, Allah’ın sıfatlarından biri olarak yorumlanır ve O’nun yüceliğini ve azametini ifade eder.

Ayrıca İslam geleneğinde bazı âlimler, Allah’ın yarattığı her şeye hayat veren ve varlığını sürdüren bir güce “Ruh-u Azam” veya “Ruh-u Külli” adını vermişlerdir. Bu da Allah’ın yarattığı her şeyle olan bağlantısını ve onları kontrol ettiğini gösteren bir kavram olarak kullanılmıştır.

Sonuç olarak, İslam inancında Allah için “Ruh” ifadesi doğrudan kullanılmazken, mecazî anlamlarda veya Allah’ın yarattığı her şeye hayat veren bir güç olarak kullanılabilir. Bu kullanımlar daima Allah’ın benzersiz ve yüce olduğunu vurgulayan bir çerçevede gerçekleşir.

**Özetle:**

* Allah için “Ruh” ifadesi doğrudan kullanılmaz.
* Bazı ayetlerde mecazî anlamlarda Allah’ın sıfatlarından biri olarak kullanılabilir.
* Bazı âlimler Allah’ın yarattığı her şeye hayat veren güce “Ruh-u Azam” veya “Ruh-u Külli” adını vermiştir.
* Her iki durumda da Allah’ın benzersiz ve yüce olduğunu vurgulayan bir çerçevede kullanılır.

**Ek kaynaklar:**

* [https://islamansiklopedisi.org.tr/ruh](https://islamansiklopedisi.org.tr/ruh)
* [https://islamansiklopedisi.org.tr/ruh](https://islamansiklopedisi.org.tr/ruh)
* [https://www.facebook.com/100429864862155/posts/ruhlar-alemi-%C3%B6l%C3%BCm-%C3%B6tesinde-bir-gezintiruhlar-cisim-de%C4%9Fildir-y%C4%B1rt%C4%B1lmazlar-par%C3%A7ala/121535266084948/](https://www.facebook.com/100429864862155/posts/ruhlar-alemi-%C3%B6l%C3%BCm-%C3%B6tesinde-bir-gezintiruhlar-cisim-de%C4%9Fildir-y%C4%B1rt%C4%B1lmazlar-par%C3%A7ala/121535266084948/)

 

 

 

Loading

No ResponsesNisan 20th, 2024

ADALET Mİ MERHAMET Mİ?

ADALET Mİ MERHAMET Mİ?[1]

 

Cehennemde zalim ve kafirlerin azap ve cezaları ile ilgili ayetler.

Cehennem ve zalimlerin ve kâfirlerin nasıl cezalandırılacağı ile ilgili birçok ayet vardır. Bu ayetlerin yorumlanması farklı mezhepler ve din alimleri tarafından farklı şekilde yapılabilmektedir.

**Kuran’da Cehennem ile İlgili Ayetler:**[2]

* **Al-Baqarah 2:220:** “Eğer siz de onların ettiklerini yaparsanız, andolsun ki siz de cehenneme atılacaksınız. Orası ebedi kalacağınız yerdir. Cehennem ateşi çok yakıcıdır.”
* **Al-Baqarah 2:221:** “Onlar, Rablerine karşı nankörlük eden ve peygamberlerini öldüren, hakka davet edenleri de öldüren kimselerdir. Cehennem ateşine gireceklerdir. Onlar için acı bir azap vardır.”

**Hadislerde Cehennem ile İlgili Söylenmiş Sözler: **

* **Buhari:** “Cehennem yedi katmandır. Her katmanın kendi yöneticisi ve bekçileri vardır.”
* **Müslim:** “Cehennem ateşi, yeryüzünün ve göklerin iki katı kadar derinliktedir.”
* **Tirmizi:** “Cehennem ateşi, yeryüzünü ve gökleri yakacak kadar sıcaktır.”
* **Ebu Davud:** “Cehennem ateşine girenler, sonsuza kadar orada kalacaklardır.”
* **Nesai:** “Cehennem ateşinde azap çekenler, Allah’ın affından mahrum kalacaklardır.”

Bu ayetler ve hadisler, cehennemin azap ve cezalarının ne kadar şiddetli olduğunu göstermektedir. Zalimlerin ve kâfirlerin cehennemde nasıl cezalandırılacağı konusunda kesin bir bilgi olmasa da, bu ayetler ve hadisler bu konuda fikir vermektedir.

Cehennemden korunmak için Allah’ın emirlerine uymak ve günahlardan kaçınmak gerekir. Allah, kullarını cehennem ateşinden koruması için dua etmelidirler.

@@@@@@@@

Elbette, Kuran-ı Kerim’de cehennem ve kâfirlerin azapları ile ilgili birçok ayet bulunmaktadır. İşte bazıları:

1. **Bakara Suresi, 114. Ayet**:
> “Allah’ın mescitlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve ibâdet yerlerinin harap olmasına çalışandan daha zâlim kim olabilir! Böylelerinin, oralara korku içinde girmekten başka bir hakkı olamaz. Onlara dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.” ¹

2. **Bakara Suresi, 161. Ayet**:
> “Dinî gerçekleri inkâr eden ve kâfir olarak ölenlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir.” ¹

3. **Bakara Suresi, 162. Ayet**:
>
“Onlar, lânete uğramış olarak cehennemde ebediyen kalacaklardır. Azapları asla hafifletilmeyecek, geciktirilmeyecek ve kendilerine özür dilemeleri için mühlet de verilmeyecektir.” ¹

4. **Bakara Suresi, 170. Ayet**:
> “İnkârcılara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ dendiği zaman: ‘Hayır! Biz, atalarımızdan gördüğümüze uyarız’ derler. Peki, ya ataları aklını kullanamayan ve doğru yolu bulamayan kimseler ise!” ¹

5. **Bakara Suresi, 171. Ayet**:
> “Allah’ın dâveti karşısındaki tavırları itibariyle kâfirlerin hâli, tıpkı çobanın çağrısını duyduğu halde, bu sözleri mânasız bir ses ve gürültü olarak algılayan sürünün durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Çünkü akıllarını kullanmazlar.” ¹

6. **Âl-i İmrân Suresi, 11. Ayet**:
>
“Bu kâfirlerin hâli, tıpkı Firavun hânedânı ile daha önceki kâfirlerin hâline benzer. Onlar da, âyetlerimizi yalanlamışlardı da Allah onları günahları sebebiyle kıskıvrak yakalamıştı. Allah’ın cezalandırması pek şiddetlidir.” ¹

Bu ayetler, cehennem ve kâfirlerin azapları hakkında bilgi vermektedir. Allah’ın hükümleri ve adaleti kesindir. ²³

Kaynak: Bing ile konuşma, 19.04.2024
(1) Kafirler ile ilgili ayetler ve mealleri | Kuran ve Meali. 
https://www.kuranvemeali.com/kafirler-ile-ilgili-ayetler.
(2) Cehennem ile ilgili ayetler ve mealleri | Kuran ve Meali. 
https://www.kuranvemeali.com/cehennem-ile-ilgili-ayetler.
(3) Cehennem ile İlgili Ayetler | İslam ve İhsan. 
https://www.islamveihsan.com/cehennem-ile-ilgili-ayetler.html.

@@@@@@@@

Cehennem ve kâfirler hakkında daha fazla ayet var mı?

Elbette! Kuran-ı Kerim’de cehennem ve kâfirlerle ilgili birçok ayet bulunmaktadır. İşte bazıları:

1. **Bakara Suresi, 23. Ayet**:
> “Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunda şüpheniz varsa, haydi onun bir sûresinin benzerini de siz getirin! Şayet iddianızda haklıysanız, Allah’tan başka bütün şâhitlerinizi yani dil ustalarını ve âlimleri de çağırın!” ¹

2. **Bakara Suresi, 24. Ayet**:
>
“Buna rağmen yapamazsanız, ki asla yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan cehennem ateşinden kendinizi koruyun.” ¹

3. **Âl-i İmrân Suresi, 12. Ayet**:
>
“İnkâr edenlere de ki: ‘Sizler yakında mağlup edilecek ve topluca cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir yataktır.'” ¹

4. **Âl-i İmrân Suresi, 106. Ayet**:
> “O kıyâmet gününde bir kısım yüzler pırıl pırıl parlayacak; bir kısım yüzler de kederden simsiyah kesilecektir. Yüzleri simsiyah olanlara: ‘İmanınızdan sonra tekrar küfre sapmıştınız, değil mi?
O halde küfür üzere yürüyüp durmanız sebebiyle tadın bakalım bu azabı!’ denilecek.” ¹

5. **Nisâ Suresi, 56. Ayet**:
> “Âyetlerimizi inkâr edenleri pek yakında korkunç bir ateşe sokacağız. Onların derileri kızarıp kavruldukça, yerlerini başka derilerle değiştireceğiz ki, azabı hiç aralıksız tatmaya devam etsinler.” ¹

6. **A’râf Suresi, 36. Ayet**:
> “Âyetlerimizi yalanlayan ve büyüklenip onlardan yüz çevirenlere gelince, işte onlar ateşin yoldaşlarıdır ve orada sonsuza dek kalacaklardır.” ¹

7. **A’râf Suresi, 38. Ayet**:
> “Allah şöyle buyuracak: ‘Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan topluluklarıyla beraber siz de girin cehenneme!’ Bu şekilde her bir topluluk ateşe girdikçe yoldaşlarına lânet edecek.” ¹

Bu ayetler, cehennem ve kâfirlerin azapları hakkında bilgi vermektedir. Allah’ın hükümleri kesindir ve adaleti sağlanacaktır. ²³

Kaynak: Bing ile konuşma, 19.04.2024
(1) Cehennem ile ilgili ayetler ve mealleri | Kuran ve Meali. 
https://www.kuranvemeali.com/cehennem-ile-ilgili-ayetler.
(2) Cehennem ile İlgili Ayetler | İslam ve İhsan. 
https://www.islamveihsan.com/cehennem-ile-ilgili-ayetler.html.
(3) CEHENNEM ile ilgili ayetler – Sonra başından aşağı kaynar suyun …. 
https://tevhidmeali.com/fihrist/c/cehennem.

@@@@@@

Adalet mi merhamet mi?

Adalet ve merhamet, İslam’da önemli kavramlardır ve her ikisi de Allah’ın sıfatları arasında yer alır. Kuran-ı Kerim’de Allah, hem adaletli hem de merhametli olduğunu vurgular. İşte bu konuyla ilgili bazı ayetler:

1. **Nisâ Suresi, 135. Ayet**:
> “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, Allah için, hakkı söyleyen şahitler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun, bu takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”

2. **A’râf Suresi, 156. Ayet**:
> “Rahmetimi her şeye genişlettim. Onu, bana karşı gelmekten sakınan, zekâtı veren ve âyetlerimize inananlar için özellikle yazacağım.”

3. **Zümer Suresi, 53. Ayet**:
> “De ki: ‘Ey kendilerine karşı aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. O, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.'”

Bu ayetler, Allah’ın adalet ve merhametinin bir arada bulunduğunu gösterir. İslam’da, adalet, hakların korunmasını ve haksızlığın önlenmesini sağlarken, merhamet ise affetme ve şefkatle davranmayı ifade eder. Her iki sıfat da insanlar arasında dengeli bir toplumun oluşmasına katkıda bulunur.

@@@@@@

Adalet ve merhamet arasındaki denge nedir?

Adalet ve merhamet arasındaki denge, İslam’da çok önemli bir konsepttir. Adalet, herkese hak ettiği muameleyi yapmak ve herkesin hakkını korumak anlamına gelirken, merhamet ise şefkat, bağışlama ve anlayış göstermeyi ifade eder. İslam’da bu iki sıfat, Allah’ın insanlara karşı olan tutumunu ve insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenler.

Allah’ın adaleti, O’nun yaratıklarına karşı adil olmasını ve herkese hak ettiği sonucu vermesini sağlar. Öte yandan, Allah’ın merhameti, O’nun bağışlayıcı ve affedici olmasını ifade eder. Kuran’da, Allah’ın merhametinin O’nun gazabından daha üstün olduğu belirtilir, bu da Allah’ın insanları affetmeye ne kadar açık olduğunu gösterir.

İnsanlar arasında adalet ve merhametin dengesi, toplumda huzur ve adaletin sağlanmasına yardımcı olur. Adalet, toplumda düzenin korunmasını sağlarken, merhamet ise insanlar arasında anlayış ve hoşgörüyü teşvik eder. Bu denge, bireylerin hem haklarını korur hem de zor zamanlarda birbirlerine destek olmalarını sağlar.

Özetle, adalet ve merhamet arasındaki denge, İslam’ın temel prensiplerinden biridir ve insanların Allah’a olan ibadetlerinde ve birbirleriyle olan ilişkilerinde bu iki sıfatı dengeli bir şekilde uygulamaları gerektiğini vurgular.

@@@@@@

Allah’ın adaleti nasıl işler?

Allah’ın adaleti, İslam inancına göre kâinatta düzeni sağlayan ve her şeyi hikmetle yöneten bir ilahi prensiptir. İşte Allah’ın adaletinin işleyişi hakkında bazı temel noktalar:

1. **Herkesin Hak Ettiği Karşılığı Alması**: Allah, her varlığın yaptığı işlerin karşılığını verir. İyi davrananlar sevaplarını, kötü davrananlar ise günahlarını alır. Bu, ahirette hesap verme anlamına gelir.

2. **Dünya Hayatında Adalet**: Allah, dünya hayatında da adaleti sağlar. İnsanlara eşit fırsatlar sunar ve herkesin hakkını korur. İnsanlar arasındaki ilişkilerde adil olmayı teşvik eder.

3. **İnsanların İçindeki Vicdan**: Allah, insanların içine vicdan koyarak doğru ile yanlışı ayırt etmelerini sağlar. Bu vicdan, insanların kendi davranışlarını değerlendirmelerine yardımcı olur.

4. **Kıyamet Günü Adaleti**: Ahirette, herkes Allah’ın huzurunda hesap verecektir. İnsanların yaptıkları işlerin kaydedildiği bir defter vardır. Adaletli bir şekilde hesap verilecektir.

5. **İnsanların İstekleri ve Duaları**: Allah, insanların dualarını işitir ve isteklerini bilir. Adaleti gereği, duaların kabul edilmesi veya reddedilmesi de bu prensibe uygun olarak gerçekleşir.

6. **İnsanların İmtihanı**: Allah, insanları dünya hayatında imtihan eder. İyi ve kötü olaylarla karşılaşmaları, sabır ve şükürlerini sınar. Bu da adaletin bir yönüdür.

Allah’ın adaleti, kâinatta düzeni sağlayan ve her varlığın hak ettiği şekilde muamele gördüğü bir ilahi prensiptir. İnsanlar, bu adaleti anlamaya çalışmalı ve hayatlarını bu doğrultuda yaşamalıdır.

@@@@@@@

Adalet ve merhamet arasındaki denge neden önemlidir?

Adalet ve merhamet arasındaki denge, toplumun huzur ve istikrarı için hayati öneme sahiptir. Adalet, herkesin haklarının korunmasını ve eşit muamele görmesini sağlar. Merhamet ise, insanların hata yapabileceğini ve affedilme ihtiyacı olabileceğini kabul eder. Bu iki ilke birlikte, toplumda adil bir düzenin yanı sıra anlayış ve hoşgörü ortamının oluşmasına katkıda bulunur.

**Adalet** olmadan, bireyler veya gruplar arasında haksızlık ve eşitsizlik oluşabilir, bu da toplumsal huzursuzluğa ve çatışmalara yol açabilir. **Merhamet** olmadan ise, insanlar arasındaki ilişkiler katı ve insafsız hale gelebilir, bu da toplumda soğukluk ve yabancılaşmaya neden olabilir.

İslam’da adalet ve merhamet, Allah’ın insanlara sunduğu iki temel ilkedir. Allah’ın kendisi en adil ve en merhametli olarak tanımlanır. İnsanların da bu ilkelere uygun davranmaları beklenir. Bu, bireylerin hem kendi içlerinde hem de toplumda dengeli ve uyumlu bir yaşam sürdürmelerine olanak tanır.

Sonuç olarak, adalet ve merhamet arasındaki denge, bireylerin ve toplumların refahı için gereklidir. Bu denge, toplumda barışın, adaletin ve karşılıklı saygının sürdürülmesine yardımcı olur.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=2W_Qp0NMD7o&ab_channel=Mehmet%C3%B6z%C3%A7elik

[2] Kuranda ara kuran sure ayet meal ara diyanet meali arapça türkçe

Loading

No ResponsesNisan 19th, 2024

EĞİTİM VE SANATTA YAHUDİ ETKİSİ VE ROLÜ VE DE GÜNÜMÜZDEKİ HALİ PÜR MELALİ! YAHUDİ İŞGALİ

EĞİTİM VE SANATTA YAHUDİ ETKİSİ VE ROLÜ VE DE GÜNÜMÜZDEKİ HALİ PÜR MELALİ!

YAHUDİ İŞGALİ[1]

1935 yılında milli eğitime katkı amacıyla Türkiye’ye getirilen Yahudi eğitimciler.

## 1935 Yılında Milli Eğitime Katkıda Bulunan Yahudi Eğitimciler

1933 yılında Nazi Almanya’sında Yahudilere karşı artan zulümden kaçan birçok akademisyen ve eğitimci Türkiye’ye sığındı. Bu göçmenler arasında, Türk eğitim sisteminin modernleştirilmesine ve laikleştirilmesine önemli katkılarda bulunan birçok yetenekli eğitimci vardı.

**En önemli göçmen eğitimcilerden bazıları şunlardır: **

* **Leo Spitzer:** Alman edebiyat eleştirmeni ve dilbilimciydi. İstanbul Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’nü kurdu ve 1939 yılına kadar burada ders verdi. Spitzer’in çalışmaları, Türk edebiyat araştırmalarının gelişmesinde önemli rol oynadı.

* **Ernst Kantorowicz:** Alman tarihçi ve Orta Çağ uzmanıydı. İstanbul Üniversitesi’nde Tarih Bölümü’nü kurdu ve 1950 yılına kadar burada ders verdi. Kantorowicz’in çalışmaları, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının tarihi anlayışımız üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur.

* **Hans Reichenbach:** Alman filozof ve fizikçiydi. İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nü kurdu ve 1938 yılına kadar burada ders verdi. Reichenbach’ın çalışmaları, mantık, bilim felsefesi ve bilgelik felsefesi alanlarında önemli katkılar sağladı.

* **Alfred Isaac:** Alman dilbilimci ve filologdu. İstanbul Üniversitesi’nde Klasik Filoloji Kürsüsü’nü kurdu ve 1950 yılına kadar burada ders verdi. Isaac’ın çalışmaları, Yunanca ve Latince dillerinin tarihi ve filolojisi üzerine önemli bir etkiye sahip olmuştur.

* **Erich Auerbach:** Alman edebiyat eleştirmeni ve roman teorisyeniydi. İstanbul Üniversitesi’nde Roman Filolojisi Kürsüsü’nü kurdu ve 1947 yılına kadar burada ders verdi. Auerbach’ın çalışmaları, edebi türler ve Batı edebiyatının tarihi üzerine önemli katkılar sağlamıştır.

Bu göçmen eğitimcilerin katkıları, Türk eğitim sisteminin modernleşmesine ve laikleştirilmesine önemli katkıda bulundu. Ayrıca, Türkiye’de akademik araştırma ve burs geleneğinin gelişmesine de yardımcı oldular.

**1935 yılında Türkiye’ye gelen diğer önemli Yahudi eğitimciler şunlardır: **

* **Paul Hindemith:** Alman besteci ve müzik teorisyeni. Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurulmasına yardımcı oldu ve 1937 yılına kadar burada ders verdi.
* **Salomon Goldman:** Alman sosyolog ve tarihçi. İstanbul Üniversitesi’nde Sosyoloji Kürsüsü’nü kurdu ve 1949 yılına kadar burada ders verdi.
* **Arthur Ungar:** Alman ekonomist. İstanbul Üniversitesi’nde İktisat Kürsüsü’nü kurdu ve 1949 yılına kadar burada ders verdi.
* **Felix Frankfurter:** Avusturyalı kökenli Amerikalı hukukçu ve akademisyen. 1933 yılında Türkiye’ye sığındı ve burada Türk hükümetine danışmanlık yaptı.

@@@@@@@@

1935 yılında, Türkiye’ye Nazi rejiminin baskılarından kaçan birçok Yahudi kökenli Alman bilim insanı ve eğitimci getirilmiştir. Bu dönemde, Adolf Hitler’in iktidara gelmesiyle başlayan Yahudi düşmanlığı nedeniyle, birçok Yahudi akademisyen ve bilim insanı Almanya’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Türkiye, bu süreçte birçok değerli bilim insanını ülkeye davet ederek, üniversite reformu ve milli eğitim sistemine önemli katkılarda bulunmalarını sağlamıştır¹.

Bu dönemde Türkiye’ye gelen bazı önemli isimler arasında, **Prof. Dr. Philipp Schwartz** gibi isimler bulunmaktadır. Prof. Schwartz, Türkiye’deki üniversite reformunun önemli figürlerinden biri olmuş ve birçok Yahudi kökenli mülteci bilim insanının Türkiye’ye gelmesine öncülük etmiştir¹.

Türkiye’nin bu adımı, dönemin zor şartlarında bilim ve eğitim alanında uluslararası bir dayanışma örneği olarak görülmekte ve bu sayede birçok değerli bilim insanının bilgi ve deneyimlerinden yararlanılması mümkün olmuştur¹.

Kaynak: Bing ile konuşma, 19.04.2024
(1) Türkiye`ye gelen çoğu Yahudi Kökenli Alman profesörler ve Albert Einst …. https://www.salom.com.tr/arsiv/haber/64078/turkiyeye-gelen-cogu-yahudi-kokenli-alman-profesorler-ve-albert-einst.
(2) Türkiye’de Yahudilik – Vikipedi. https://bing.com/search?q=1935+y%c4%b1l%c4%b1nda+T%c3%bcrkiye%27ye+getirilen+Yahudi+e%c4%9fitimciler.
(3) 1933 ALMAN BİLİM İNSANLARININ TÜRKİYE’YE GÖÇÜ. https://encyclopedia.ushmm.org/asset/10363.
(4) Savaş sonrası dönemde TÜRKİYE YAHUDİLERİ – Şalom Gazetesi. https://www.salom.com.tr/arsiv/haber/90403/savas-sonrasi-donemde-turkiye-yahudileri-.
(5) undefined. https://bing.com/search?q=.

@@@@@@@

Türkiye’deki Yahudi topluluğu hakkında daha fazla bilgi alabilir miyim?

Türkiye’deki Yahudi topluluğu, zengin bir tarihe sahip ve Anadolu’da binlerce yıldır varlığını sürdüren bir topluluktur. İşte Türkiye Yahudileri hakkında bazı önemli bilgiler:

1. **Tarih ve Köken**:
– Anadolu’da en az MÖ beşinci yüzyıldan beri Yahudi toplulukları bulunuyordu.
– 15. yüzyılın sonlarına doğru, İspanya ve Portekiz’den sürülen Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu’na kabul edildi ve Osmanlı Yahudilerinin çoğunluğunu oluşturdular.
– Bugün Türkiye Yahudilerinin büyük çoğunluğu İsrail’de yaşarken, günümüz Türkiye’si mütevazı bir Yahudi nüfusuna ev sahipliği yapmaya devam etmektedir¹.

2. **Nüfus ve Dağılım**:
– Türkiye’deki Yahudi nüfusu yaklaşık **330.000-450.000** arasında tahmin edilmektedir.
– Önemli nüfusa sahip bölgeler arasında Türkiye ve İsrail bulunmaktadır. İsrail’de yaşayan Türkiye kökenli Yahudilerin sayısı **280.000** civarındadır².

3. **Dil ve Din**:
– Çoğunlukla İbranice konuşulurken, azınlık olarak Türkçe ve İngilizce de kullanılmaktadır.
– Din olarak Yahudilik yaygındır.

4. **Göç ve İsrail Bağlantısı**:
– 1948’de İsrail’in kuruluşuyla birlikte Türkiye’den göç arttı. Bu göçler, Yahudilerin kendi istekleriyle İsrail’e gitmeleriyle farklıdır.
– Türkiye’deki Yahudiler, İsrail Devleti’nin kurulmasını destekledi ve bu süreçte göç ettiler¹².

Kaynak: Bing ile konuşma, 19.04.2024
(1) Türkiye’de Yahudilik – Vikipedi. https://bing.com/search?q=T%c3%bcrkiye+Yahudi+toplulu%c4%9fu+tarih%c3%a7esi.
(2) Türk Yahudiler Kimlerdir?. https://www.memleket.com.tr/turk-yahudiler-kimlerdir-2320419h.htm.

@@@@@@@@

Türkiye’deki Yahudi kültürel mirası nedir?

Türkiye’deki Yahudi kültürel mirası oldukça zengin ve tarihi bir geçmişe sahiptir. İşte bazı önemli noktalar:

1. **Ankara İstiklal (Yahudi) Mahallesi**:
– Ankara’da bulunan İstiklal Mahallesi, aslen Yahudi Mahallesi olarak bilinir.
– Osmanlı döneminde çoğunlukla etrafındaki mescit ve camilere göre adlandırılan bu mahalle, günümüzde hâlâ bölge halkı tarafından Yahudi Mahallesi olarak anılmaktadır.
– Mahalle, Yahudi nüfusunun yaşadığı ve sinagogun bulunduğu bir alan olarak önem taşır. Ancak günümüzde neredeyse görmezden gelinerek kaderine terk edilmiş durumdadır¹.

2. **İzmir Havraları**:
– İzmir’in Kemeraltı Mahallesi’nde bulunan “Havralar Sokağı,” 9 sinagog ve havradan oluşur.
– Bu sinagoglar ve havralar restore edilmiş ve şimdi müze konseptiyle ziyarete açılmıştır.
– Proje, her yıl 300.000 turistin ziyaret etmesini amaçlamakta ve İzmir Yahudilerinin kültürel mirasını yaşatmayı hedeflemektedir⁴.

3. **Sinagoglar ve Havralar**:
– Türkiye genelinde birçok tarihi sinagog ve havra bulunmaktadır.
– Bu yapılar, hem ibadet mekanları olarak hem de Yahudi kültürünün ve tarihinin önemli sembolleridir.
– İstanbul, İzmir, Edirne ve diğer büyük şehirlerde bu tür yapılar bulunmaktadır.

Kaynak: Bing ile konuşma, 19.04.2024
(1) Ankara’da kültürel bir miras: YAHUDİ MAHALLESİ – Şalom Gazetesi. https://www.salom.com.tr/haber/113971/ankarada-kulturel-bir-miras-yahudI-mahallesI.
(2) İzmir’de Yahudi cemaatinden kalan miras: Havralar… | Rudaw.net. https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/260720231.
(3) Türkiye’nin Yahudi Mirasını Yeniden Sahnelemek: Mimari Koruma Ve Hafıza …. https://polen.itu.edu.tr/items/01b4bfa8-73f1-4992-a2cb-360b5db33bd8.
(4) ANKARA İSTİKLAL (YAHUDİ) MAHALLESİ: TARİHİ, DOKUSU VE KONUTLARI. https://search.trdizin.gov.tr/yayin/detay/249124/.

@@@@@@

 

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=yahudi

https://www.youtube.com/watch?v=uP6kUbOPwu8&feature=youtu.be

https://www.youtube.com/watch?v=RwuzOyle-oo&ab_channel=Mehmet%C3%B6z%C3%A7elik

https://www.youtube.com/watch?v=qI5GstUM_5w&ab_channel=Mehmet%C3%B6z%C3%A7elik

https://www.youtube.com/watch?v=KL6a6-l3HIk&ab_channel=Mehmet%C3%B6z%C3%A7elik

https://www.youtube.com/watch?v=FiIaQOSsTUw&ab_channel=Mehmet%C3%B6z%C3%A7elik

Loading

No ResponsesNisan 19th, 2024

SINANMADIKÇA CENNETE GİRECEĞİNİZİ Mİ ZANNEDİYORSUNUZ.

SINANMADIKÇA CENNETE GİRECEĞİNİZİ Mİ ZANNEDİYORSUNUZ.[1]


اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذٖينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبٖينَ
2.﴿ İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?
﴾3﴿ Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”[2]

Tıpkı, “innema emvalukum ve evladukum fitneh.”[3]

“Mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir. Allah’ın sevgi ve taatini mal ve evlat sevgisine tercih edenleri Allah katında büyük bir mükâfat beklemektedir.”Ayeti gibi.
33 kadar ayette bu fitne ifadesi geçmektedir.
Enfal Suresi, 39. Ve bakara. 193 ayetlerinde: Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir.”
-İman bir bedel istiyor.
-Okula gitmenin bir bedeli var.
Fedakârlık istiyor.
“Eyahsebul insanu en yutrake suda.”

” İnsan, başıboş bırakılacağını ve yaptıklarından hesâba çekilmeyeceğini mi sanıyor?”[4]
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.”[5]

@@@@@@@

Müminlerin Allah’ın yardımıyla zafere ulaşacağına dair çeşitli ayetler bulunmaktadır. Bunlardan birkaçı şunlardır:

**1. Âl-i İmrân Suresi, 160. ayet: **

**”Andolsun ki Allah, Bedir savaşında size yardım etmişti. O zaman siz zayıftınız. O halde Allah’tan korkun ve O’na şükredin.”**

**2. Enfal Suresi, 62. ayet: **

> **”Eğer Allah size yardım ederse, sizi yenebilecek yoktur. O size yardım etmezse, O’ndan başka size yardımcı da yoktur. Müminler Allah’a tevekkül etsinler.”**

**3. Tevbe Suresi, 38. ayet: **

> **”Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.”**

**4. Muhammed Suresi, 7. ayet: **

> **”Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne yardım ederseniz ve O’nunla beraber cihad ederseniz, Allah sizi, içinde ebedî kalacağınız cennetlere sokar. Hem de sizin için nehirler akıtır. Allah’ın rızası en büyük başarıdır.”**

Bu ayetlerin ışığında, müminlerin Allah’ın yardımıyla her türlü zorluğun üstesinden gelebileceği ve asla mağlup olmayacağı söylenebilir.

@@@@@@@

Evet, ayette müminlerin mağlup olmayacağına dair bir ifade var. Fakat bu ifadenin tam olarak ne anlama geldiği hakkında farklı yorumlar mevcut.

**1. Dünyevi Zafer: **

Bazı alimler, bu ayetin müminlerin asla savaşta yenilmeyecekleri anlamına geldiğini savunuyor. Bu yoruma göre, Allah her zaman müminlere yardım edecek ve onları zaferle mükafatlandıracaktır.

**2. Manevi Zafer: **

Diğer alimler ise ayetin müminlerin asla imanlarını kaybetmeyecekleri anlamına geldiğini savunuyor. Bu yoruma göre, müminler zorluklar ve imtihanlar karşısında bile inançlarından taviz vermezler ve daima Allah’a güvenirler.

**3. Her İki Anlam da: **

Bazı alimler ise ayetin her iki anlamı da kapsadığını savunuyor. Bu yoruma göre, müminler hem dünyevi hem de manevi açıdan zafer kazanmaya muktedirdirler.

Ayetin doğru yorumu için, ayetin nüzul sebebini ve diğer ayetlerle olan bağlantısını göz önünde bulundurmak önemlidir.

**Ayette geçen “mağlup” kelimesinin anlamı da önemlidir.** Bu kelime, sadece savaşta yenilmek anlamına gelmez, aynı zamanda “yıkılmak”, “pes etmek”, “umutsuzluğa kapılmak” gibi anlamlara da gelebilir.

**Dolayısıyla, ayetin anlamı şu şekilde yorumlanabilir:**

* Müminler asla imanlarından taviz vermezler ve daima Allah’a güvenirler.
* Müminler zorluklar ve imtihanlar karşısında pes etmezler ve mücadeleyi sürdürürler.
* Müminler Allah’ın yardımıyla hem dünyevi hem de manevi açıdan zafer kazanmaya muktedirdirler.

**Unutmamak gerekir ki,** müminlerin zaferi, Allah’ın rızasını kazanmaya ve onun emirlerine uymaya bağlıdır. Müminler, Allah’a tevekkül edip, onun yardımını dileyerek her türlü zorluğun üstesinden gelebilirler.

*@@@@@@

Ashab-ı Uhdud.

## Ashab-ı Uhdud

Ashab-ı Uhdud, Kur’an-ı Kerim’in Buruc Suresi’nde 4-10. ayetlerde anlatılan bir olaydır. Bu ayetlerde, Allah’a inandıkları için müşrikler tarafından hendeğe atılıp ateşe verilen bir grup insandan bahsedilir.

**Olayın Özeti:**

* Bir kral, tebaasını Allah’a değil kendisine tapmaya zorlar.
* Bir grup insan kralın emrine karşı çıkarak Allah’a iman ettiklerini ilan eder.
* Kral, bu insanları cezalandırmak için büyük bir hendek kazdırır ve içine ateş yakar.
* Müminler hendeğe atılır, ancak Allah’ın izniyle ateş onlara zarar vermez.
* Kral ve adamları bu mucize karşısında şaşırıp kalırlar.
* Kral, yaptığından pişman olur ve müminlerden özür diler.
* Müminler kralı affeder ve ona da Allah’a iman etmesi için tebliğde bulunurlar.

**Ashab-ı Uhdud’un Kim Olduğu:**

Ashab-ı Uhdud’un kim olduğu ve ne zaman yaşadığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Tarihçiler ve tefsir alimleri bu konuda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. En yaygın görüşe göre Ashab-ı Uhdud, Yemen’de Himyer Krallığı döneminde yaşamış bir grup Hristiyandır.

**Ashab-ı Uhdud’dan Çıkarılacak Dersler: **

* Allah’a iman edenler her türlü zorluğa karşı göğüs gerebilmelidirler.
* Allah’ın izniyle hiçbir güç müminlere zarar veremez.
* Zalimlerin sonu hüsrandır.
* Allah’ın rahmeti ve merhameti her şeyin üstündedir.

                                                                                                          MEHMET ÖZÇELİK 

17-04-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=oEE9VqPQW2E&ab_channel=Mehmet%C3%B6z%C3%A7elik

[2] Ankebut-2-3.

[3] Teğâbun Suresi 15. Ayet.

[4] Kıyamet.36.

[5] Bakara. 214.

Loading

No ResponsesNisan 17th, 2024