BERCESTE VE İZAHI – 23 —

BERCESTE VE İZAHI  – 23 —

 

Bu beyitler, ayrılık, manevi yoksulluk, ibadet bilinci ve gönül birliği gibi evrensel temaları işliyor.

​Gönül Zenginliği ve Aşkın Feryadı: Beş Mistik Soluk

 

​Edebiyatın en derin kuyusu tasavvuf, insan ruhunun ait olduğu köke duyduğu özlemi, maddi dünyanın yanıltıcılığını ve manevi birlikteliğin önemini anlatır. Özellikle Hz. Mevlânâ ve Yûnus Emre gibi büyük mutasavvıfların mısraları, asırlardır gönüllere hem bir feryat hem de bir rehber olmuştur. Bu makale, Divan ve Tekke Edebiyatı’nın seçkin örneklerinden oluşan beş beyiti, varoluş hikmetleri ve ibret dolu düşündürücü mesajları açısından ele alacaktır.

 

​I. Manevi Yoksulluk: “Kemdürür yoksullukdan nicelerin varlığı”

 

​(Görsel 1: Yûnus Emre’ye ait beyit)

​Beyit:

كمدرر يوقصصولقدن نيجه لرك وارلغى

بونجه وارلق وار ايكن كيتمز كوكل تارلغى

Kemdürür yoksullukdan nicelerin varlığı

Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı

​Şair: Yûnus Emre

Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Sade ve akıcı bir halk vezni)

Anlam: Pek çok insan için varlık sahibi olmak, yoksulluktan daha kötüdür. İnsanda bu kadar varlık varken, gönül darlığı elbette gitmez.

 

​İzah ve Açıklama

​Yûnus Emre, bu beyit ile, maddî varlık ile manevî zenginlik arasındaki çelişkiyi çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Yûnus’a göre, bazı insanlar için maddî varlık, çoğu zaman beraberinde gönül darlığını (cimrilik, doyumsuzluk, açgözlülük) getirir.

​Hikmet şudur: Asıl darlık, cebin boş olması değil, gönlün dar olmasıdır. Kişi, ne kadar çok şeye sahip olursa olsun, gönül darlığı varsa, hiçbir zaman tam anlamıyla mutlu olamayacak, sürekli bir şeylerin eksikliğini hissedecektir. Bu, tam anlamıyla bir ibret dersidir: İnsanoğlu, maddiyat peşinde koşarken asıl zenginliği (kanaat ve gönül ferahlığını) kaybeder. Beyit, sadece tarihi bir nasihat değil, modern tüketim toplumuna da hitap eden düşündürücü bir tenkittir.

 

​II. Âkil Olmanın İspatı: “Âkıl isen kıl namâzı çün sa’âdet tâcıdır”

 

​(Görsel 2: Lâedrî’ye ait beyit)

​Beyit:

عاقل ايسه كقل نمازى چون سعادت تاجدير

سن نمازى شويله بيلكه مؤمنك معراجيدر

Âkıl isen kıl namâzı çün sa’âdet tâcıdır

Sen namâzı şöyle bil ki mü’minin mi’râcıdır

​Şair: Lâedrî (Şairi bilinmiyor veya farklı kaynaklara atfediliyor.)

Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Nasihat ve öğüt dili için uygun bir kalıp)

Anlam: Eğer akıllı bir insansan namazını kıl, çünkü namaz saadet tacıdır. Sen namazı şöyle bil: Namaz müminin miracıdır.

 

​İzah ve Açıklama

​Bu beyit, akıl ve ibadet arasında doğrudan bir ilişki kurarak okuyucuyu önemli bir hakikate yönlendirir. Şair, namaz kılmayı sadece bir yükümlülük olarak değil, akıllı (âkil) olmanın bir göstergesi olarak sunar. Zira namaz, saadet (mutluluk) ve başarı yolunun tacıdır.

​Beyitin ikinci mısrası, namazın manevi derinliğini vurgular: “Namaz mü’minin mi’râcıdır.” Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah katına yükselişi olan Mi’râc, tasavvufta ve İslami düşüncede manevi yükselişin zirvesi kabul edilir. Bu edebi benzetme ile namaz, sıradan bir hareket olmaktan çıkar, kulun manevi olarak Allah’a en yakın olduğu an, yani yükseliş noktası olarak tanımlanır. Bu hikmet, insanın kendi benliğinden sıyrılıp İlahi huzura erdiği anın ehemmiyetini belirtir. Bu, tarihi İslami geleneğin temel direğini hatırlatan düşündürücü bir ibret dersidir.

 

​III. Asla Dönüş Özlemi (Ney’in Feryadı – 1): “K’ez neyistân tâ merâ bobrîdeend”

 

​(Görsel 3: Hz. Mevlânâ’ya ait beyit – Mesnevî’nin ilk beyitleri)

​Beyit:

كز نيستان تا مرا ببريده اند

در نفيرم مرد و زن ناليده اند

K’ez neyistân tâ merâ bobrîdeend

Der-nefîrem merd u zen nâlîdeend

​Şair: Hz. Mevlânâ

Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Mesnevî’nin klasik ve akıcı aruz kalıbı)

Anlam: Ney, kendisine has bir dille, hâl dili ile diyor ki: “Beni kamışlıktan kestiklerinden beri, feryadımdan duygulu olan erkek de kadın da inlemekte, ağlamaktadır.”

 

​İzah ve Açıklama

​Bu beyit, Hz. Mevlânâ’nın ünlü eseri Mesnevî-i Şerif’in başlangıcındaki “Ney Hikâyesi”nin ilk mısrasıdır ve tasavvufi ayrılık (firak) hikmetinin özüdür. Ney, kamışlıktan (neyistân) koparılmış, yani mutlak birlik olan İlahi âlemden ayrılmış olan insan ruhunu temsil eder. Ney’in sesi, bu ayrılığın acısıdır (nefîr/inleme).

​Bu feryat o kadar gerçektir ki, onu dinleyen erkek ve kadın (merd u zen) yani tüm insanlık bu acıdan payına düşeni alır. Edebi açıdan bu, evrensel bir acının ifadesidir. Hikmet şudur: İnsan ruhunun özünde bir sıla özlemi vardır; bu dünya, ruhun sürgün yeri, hapishanesidir. Bu özlem, Mevlânâ’nın tüm tarihi düşüncesinin temelini oluşturur ve okuyucuyu düşündüren en temel mistik sorudur: Ben nereden geldim ve nereye aitim?

 

​IV. Vuslat Arayışı (Ney’in Feryadı – 2): “Herkesî kû dûr mand ez-asl-ı hîş”

 

​(Görsel 4: Hz. Mevlânâ’ya ait beyit – Mesnevî’den devam)

​Beyit:

هركسى كو دور ماند از اصل خويش

باز جويد روزكار وصل خويش

Herkesî kû dûr mand ez-asl-ı hîş

Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş

​Şair: Hz. Mevlânâ

Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Mesnevî’nin klasik ve akıcı aruz kalıbı)

Anlam: Aslından ve vatanından uzaklaşmış olan kimse, orada geçirmiş olduğu mutlu zamanı arar. O zamanı tekrar yaşamak ister. Ayrıldığı sevgiliye tekrar kavuşmayı arzu eder.

 

​İzah ve Açıklama

​Bu beyit, bir önceki beyitin teması olan ayrılığı tamamlar ve vasıl (kavuşma) arayışına odaklanır. Aslından (asl-ı hîş), yani İlahi kaynağından ve gerçek vatanından uzak kalan (dûr mand) herkes, kaçınılmaz olarak o kavuşma günlerini (rûzgâr-ı vasl-ı hîş) arar.

​Bu, bir ibret ve hikmet dersidir: İnsan ruhunun varoluş arayışı, fani dünyadaki hedeflerle değil, köküne dönme arzusuyla tanımlanır. Tasavvufta bu, seyr-i sülûk (manevi yolculuk) olarak adlandırılır. İnsan, ne kadar maddiyata dalsa da, ne kadar dünyevi zevklere kapılsa da, içindeki o özlem ateşi onu sürekli kaynağına çağırır. Bu özlem, Mevlânâ’nın edebi eserlerinin itici gücü ve düşündürücü mistik bir hakikattir.

 

​V. Gönüldaşlık ve Sessiz İletişim: “Her ki û ez-hem-zebânî şod cüdâ”

 

​(Görsel 5: Hz. Mevlânâ’ya ait beyit – Mesnevî’den devam)

​Beyit:

هركه او از همزبانى شد جدا

بى زبان شد كرجه دارد صد نوا

Her ki û ez-hem-zebânî şod cüdâ

Bî-zebân şod gerçi dâred sed-nevâ

​Şair: Hz. Mevlânâ

Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Mesnevî’nin klasik ve akıcı aruz kalıbı)

Anlam: Gönüldaşından ayrı düşen kimse, yüzlerce nağme de çıkarsa gerçekte dilsizdir.

 

​İzah ve Açıklama

​Mevlânâ, bu beyitte “hem-zebânî” (aynı dilden konuşmak, gönül birliği) kavramının hayati önemini vurgular. “Aynı dilden konuşmak” burada sadece literal bir dil birliği değil, ruhen ve manen anlaşmayı, gönüldaşlığı ifade eder.

​Kim ki gönüldaşından (hem-zebânî) ayrı düşerse, yani onu anlayan, ruhunu dinleyen birini bulamazsa, o kişi dilsiz (bî-zebân) kalmıştır. Oysa ki bu kişi, yüzlerce nağmeye (sed-nevâ) sahip olsa, yani çok konuşsa, çok şey söylese bile, gerçekte söylediklerinin bir karşılığı ve anlamı yoktur. Edebi olarak bu, anlaşılmanın ve birlik olmanın insan hayatındaki en büyük zenginlik olduğunu belirtir. İbret alınacak nokta: Sözün gücü, söylenenin niceliğinde değil, duyanın ve anlayanın niteliğindedir. Bu, iletişimin özünü sorgulatan derin bir hikmet ve düşündürücü bir toplumsal gözlemdir.

​Makale Özeti

​Bu makale, Divan ve Tasavvuf Edebiyatı’nın en önemli temsilcileri olan Yûnus Emre, Hz. Mevlânâ ve şairi belirsiz olan Lâedrî’den beş beyiti incelemiştir. Yûnus Emre, maddî varlığın manevî yoksulluktan daha kötü olabileceğini, asıl darlığın gönül darlığı olduğunu belirterek kanaat hikmetini öğretir. Lâedrî’ye atfedilen beyit, namazı akıllı olmanın bir şartı ve müminin Mi’râcı olarak tanımlayarak ibadetin manevi boyutuna dikkat çeker. Hz. Mevlânâ’ya ait üç beyit ise, insan ruhunun ayrılık (firak) temasını işler: Ruh, aslından (neyistân) koptuğu için feryat eder ve bu feryat evrenseldir. Herkes, ilahi sevk ile o mutlu kavuşma günlerini (vasl) arar. Son olarak Mevlânâ, sadece literal dille değil, gönül diliyle (hem-zebânî) anlaşmanın önemini vurgular; gönüldaşından ayrı kalan kişi, ne kadar çok konuşsa da gerçekte dilsiz kalacaktır. Bu beyitler, maddi ve manevi zenginlik, ibadet bilinci ve İlahi aşkın özlemi temaları etrafında birleşerek, okuyucuyu tevazuya, derinliğe ve birlik arayışına yönlendirir.

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

09/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 10th, 2025

İçimizdeki Paslı Balta: Gizli İhanetin Gölgesinde Bir Millet

İçimizdeki Paslı Balta: Gizli İhanetin Gölgesinde Bir Millet

 

Bir zamanlar at sırtında dünyayı titreten, medeniyetler kurup adaletle yöneten bu topraklarda, bugün fısıltılarla yürüyen bir gölge var: İçimizdeki Truva Atları.

Onların varlığı, ne kılıcın keskinliği ne de toprağın bereketiyle açıklanabilir. Bu, tarihin derinliklerinden sızan, adeta bir lanet gibi nesilden nesile aktarılan bir ihanet hikayesidir. Onlar, en yakınımızda duran, yüzümüze gülümserken sırtımıza zehirli bir hançer saplamaya hazır olanlardır.

Bunlar, tıpkı sapı bizden paslı bir balta gibidir. Keskin kısmı bizden değil ama sapı bizim ormanımızdan. Sapa baktıkça aldanırız, çünkü o bize ait bir ağacın parçasıdır. O balta, en kıymetli hazinelerimizi, kutsallarımızı ve değerlerimizi bir bir baltalamaya and içmiştir. Bir zamanlar bu topraklar için dövülen kılıçlar, şimdi onların elinde bir ihanet simgesine dönüşmüştür.

Bu kripto hainler, görünüşte bizden, dilde bizden, sohbette bizden. Onları ayırmak zordur. Belki de bu yüzden bu kadar tehlikelidirler. Aynen bir zehirli mantar gibi, toprağın üstünde kendilerini bir şifa kaynağı gibi gösterirler. Ama bilmezler ki, içlerinde taşıdıkları zehir, en önce kendilerini çürütür.

Bu yapı, bir gün gelir, bu toprakların en kutsal değerlerine, başörtüsüne ve dinine düşmanlık eder. Dün, bu milletin anneleri, bacıları ve kızları için bir onur simgesi olan başörtüsünü yasaklayan da onlardı, bugün İslamofobinin değirmenine su taşıyan da. Onlar için bu toprakların dini ve kültürel değerleri, sadece birer prangadır. Onlar, kendilerini bu topraklara ait hissetmezler, çünkü ruhlarını çoktan başka kapılara satmışlardır.

Bu ihanet, sadece bu topraklarla sınırlı kalmaz. Tıpkı bir kanser hücresi gibi, yayılır.

Kıbrıs’a gider, orada da kardeşliğin ve birliğin altını oyar.

İsrail’e gider, masum kanına ortak olur. Batı’ya gider, orayı da İslam’ın aleyhine yönlendirir.

Onlar için kutsal olan tek şey, kendi çıkarları ve ihanet ideolojileridir.

Bu insanlar, bir milletin kaderini sinsi bir oyunla belirlemeye çalışan, gizli dinsiz komitelerdir. Yüzlerinde maskeler, dillerinde yalanlar ve kalplerinde kin vardır. Onların varlığı, bu milletin en büyük sınavıdır. Bu sınav, sadece düşmanla savaşmakla değil, aynı zamanda dost görünen düşmanları da tanımakla ilgilidir.

Peki, bu ihanet nasıl son bulur?

Tarihin sayfaları, bu tür yapıların sonunun hep aynı olduğunu gösterir. Gizli olan her şey, er ya da geç açığa çıkar. Yalanlar, bir süre sonra kendi ağırlıkları altında ezilir. Bu millet, tarih boyunca nice ihanetler görmüş, nice kumpaslardan galip çıkmıştır. Çünkü bu toprakların asıl gücü, kılıçların keskinliğinde değil, vicdanların ve imanın sağlamlığındadır.

Unutulmamalıdır ki, içimizdeki Truva Atları ancak biz onlara inanmayı bıraktığımızda güçlerini yitirirler. Onların en büyük silahı, halkı korku ve şüpheyle bölmektir. Onlara karşı en büyük direniş, birlik olmaktır. Gözümüzü açıp, kimin dost kimin düşman olduğunu iyi ayırt etmeliyiz.

Bu makale, sadece bir serzeniş değil, aynı zamanda bir uyarıdır. İhanetin paslı baltası, her an her yerden çıkabilir. Bu yüzden, uyanık olmalı ve bu kutsal toprakların ruhunu taşıyan her bir ferdin, birer bekçi gibi durması gerektiğini hatırlamalıyız. Aksi halde, bu paslı balta, biz farkına varmadan en kıymetli ağaçlarımızı kesmeye devam edecektir.

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

09/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 10th, 2025

MÜNAFIK ZİHNİYETİN KUR’AN’DAKİ TASVİRİ VE GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMALARI

MÜNAFIK ZİHNİYETİN KUR’AN’DAKİ TASVİRİ VE GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMALARI

İki Yüz, Bir Kalp — Münafıklığın Değişmeyen Kimliği

İnsanlık tarihi boyunca açık düşmandan daha tehlikeli olan tek şey, gizli düşman — yani münafık zihniyettir.
Küfürle iman arasına sıkışmış, menfaatle inanç arasında pazarlık yapan bu ruh tipi, Kur’an’da çok net tarif edilmiştir.
Zira münafık, dıştan mümin görünür ama içten kafirdir.
Ve bu yüzden, en sinsi yıkım onun elinden gelir.
Kur’an’da Münafıklığın Aynası
Cenâb-ı Hak, münafıkları tanımamız için birçok surede onların vasıflarını beyan eder.
Her ayet, sanki çağlar değişse de hiç değişmeyen bir portre çizer:
“Onlar Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar, sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.”
(Bakara, 2/9 )
Bu ayet, münafığın en temel özelliğini gösterir:
Aldatmak.
Lakin Allah’ın nurunu kandırmaya çalışan, sonunda kendi karanlığında boğulur.
Sözde Mümin, Özde Düşman
Münafıklar hakkında Kur’an şöyle buyurur:
“Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az anarlar.”
(Nisâ, 4/142 )
Bugün de aynı ruh hali değil midir?
Bir elinde tespih, öbür elinde ihanet kalemi…
Minberde dua eder, mecliste dine dil uzatır.
Kalbinde Allah korkusu değil, çıkar kaygısı vardır.
Sözleri iman kokar, ama işleri şeytanın tuzağıyla örülüdür.
Paslı Kalpler, Çift Yüzlü Diller
Kur’an başka bir ayette şöyle ikaz eder:
“Kalplerinde hastalık vardır; Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyledikleri için onlara elem verici bir azap vardır.”
(Bakara, 2/10 )
Bu hastalık; iman zayıflığı, nifak zehridir.
İlk önce kalbi tutar, sonra dili yalan söyler, eli ihanet eder.
Ve bir milletin en büyük felaketi, bu hastalığın toplumun damarına yayılmasıdır.
Günümüzün Münafıkları: Modern Maskeler
Bugünün münafıkları artık cübbe giymez, sarık takmaz.
Onların elbisesi “özgürlük”, süsü “çağdaşlık”, silahı “medya”dır.
Kur’an’a düşmanlıklarını, “yorum” diye pazarlayan bir güruh var.
Başörtüsüne, ezana, imana savaş açan ama bunu “laiklik” yahut “insan hakları” maskesiyle süsleyen bir anlayış…
Tarihteki nifak neyse, bugünkü de odur; sadece şekli değişmiştir.
Münafık, her çağda maskesini zamana göre değiştirir,
ama kalbindeki kin hep aynıdır.
“Dinsiz Komiteler”
bunların ruh hali ise:
Zındıka komitesi, İslamiyet’in hakikatine karşı dinsizlik hesabına münafıkane çalışmaktadır
Yani açıkça değil, perde arkasından; İslam’ı içerden yıkmaya çalışan bir sistem…
Dış düşman top atar, bu ise zihinleri bozar.
Birincisi şehirleri yıkar, ikincisi kalpleri.
İşte bu yüzden münafığın ihaneti, küfrün taarruzundan daha tehlikelidir.
Münafıklarla Mücadelede İman Şuuru
Kur’an müminlere şu uyarıyı yapar:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru kimselerle beraber olun.”
(Tevbe, 9/119 )
Zira nifaka karşı en büyük zırh sıdk (doğruluk) ve ihlastır.
Doğruluk, münafığın maskesini düşürür;
İhlas, onun tuzağını boşa çıkarır.
Bir cemiyet, doğruluğunu kaybettiğinde;
yalancı kahramanlar, kripto hainler, paslı baltalar baş gösterir.
Hakikat ve İbret
Bugün ümmetin önündeki en büyük mesele, dış saldırılardan çok, iç nifakın farkına varmaktır.
Çünkü dış düşman sınırda bekler; ama münafık kalbinde oturur.
Birincisi surları yıkar, ikincisi iman kalelerini.
İşte bu yüzden, Kur’an münafıklar hakkında açık bir hüküm verir:
“Şüphesiz ki münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar.”
(Nisâ, 4/145 )
Bu, Allah’ın adaletinin en keskin hükmüdür.
Zira iki yüzlülük, hem hakka hem halka ihanettir.
Sonuç: Gerçek Sadakat, Sessiz İman Değil, Sarsılmaz Duruş
Bugün mümin, nifak çağında yaşadığını bilmelidir.
Hak ile batılın birbirine karıştığı bu zamanda, iman sadece kalpte değil; duruşta, sözde, eylemde de belli olmalıdır.
İçimizdeki “Truva atlarını” tanımanın yolu, Kur’an’ın aynasında kendimizi görmekten geçer.
Zira Allah’ın nuruyla bakan, hiçbir maskeye aldanmaz.
Son söz olarak:
İman nurdur; nur ise gizlenmez.
Nifak karanlıktır; karanlık ise hakikati örtmez, sadece sahibini boğar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
09/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 10th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 22 –

translator

Double-click

Select to translate

 

BERCESTE VE İZAHI – 22 –

​Beş Şairden Beş Hayat Dersi

​Edebiyatın en kadim ve soylu damarlarından biri olan Divan Şiiri, yüzlerce yılın birikimini birkaç dizeye sığdırabilme sanatıdır. Bu sanatın en nadide parçaları olan berceste beyitler, aşkın imtihanından bilginin anlamına, dünyanın fâniliğinden hakikati söylemenin bedeline kadar, insanlık hallerine dair derin hikmetler sunar. Bu makale, farklı devir ve meşreplerden beş büyük şairin kaleminden çıkan bu seçkin beyitleri, taşıdıkları edebi, ibretli ve düşündürücü anlamlar çerçevesinde ele alacaktır.

​I. Mutlak Aşkın İmtihaı: “Yoluna cânâ revân etsem gerek cânım dedim”
​(Görsel 1: Zâtî’ye ait beyit)
​Beyit:
يولكه جانا روان ايستم كرك جانم ديدم
يوزمه بيك خشم ايله باقدى ديدى جانكى وار
Yoluna cânâ revân etsem gerek cânım dedim
Yüzüme bin hışm ile bakdı dedi cânın mı var
​Şair: Zâtî
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Akıcı, canlı bir aruz kalıbı)
Anlam: Sevgiliye “Ey canım, senin yoluna canımı feda edeyim.” dedim. Yüzüme büyük bir kızgınlıkla baktı ve “(senin hâlâ maddi varlığını temsil eden) canın mı var?” dedi.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, Divan Edebiyatı’ndaki aşkın sadece bir sevgi beyanı değil, bir yok oluş (fenâ) tecrübesi olduğunu gösteren en çarpıcı örneklerdendir. Âşık, canını sevgilinin uğruna feda etmeyi teklif eder. Ancak Sevgili’nin (ki bu bazen ilahi aşkın bir tecellisi olarak kabul edilir) cevabı şok edicidir: “Cânın mı var?”
​Bu soru, edebi açıdan, mecazi anlamda feda edilmesi gerekenin maddi can değil, benlik ve ego olduğunu vurgular. Gerçek aşk yoluna giren kişi, zaten en başta nefsini ve benliğini yok etmelidir. Eğer hâlâ “canımı feda edeyim” diye teklif edebiliyorsa, bu, o canın hâlâ var olduğunu, yani fenâ makamına ulaşılamadığını gösterir. Sevgili’nin “bin hışm” ile bakması, aşkın şakaya gelmez, mutlak bir teslimiyet istediğini belirtir. Bu, okuyucuyu düşündüren ve ibret alınması gereken bir durumdur: İddia ile gerçek teslimiyet arasındaki derin fark.

​II. Bilginin Özü ve Kuru Emek: “Okumakdan ma’nâ ne kişi Hakk’ı bilmekdir”
​(Görsel 2: Yûnus Emre’ye ait beyit)
​Beyit:
او قومقدن معنى نه كيشى حقّى بيلمكدر
چون اوقودك بيلمزسنى ها بر قورو امكدر
Okumakdan ma’nâ ne kişi Hakk’ı bilmekdir
Çün okuduk bilmezsin ha bir kuru emekdir
​Şair: Yûnus Emre
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Sade ve nasihat dili için uygun bir kalıp)
Anlam: Okumanın amacı kişinin marifete ulaşması yani Allah’ı bilmesidir. Okuduğun halde Allah’ı bilmiyorsan, çektiğin kuru bir emektir.

​İzah ve Açıklama
​Yûnus Emre, Türkçe şiirin ve Tasavvuf Edebiyatının temel taşlarından biridir. O, bu beytinde, bilgi (ilim) ile marifet (bilgeliğin özü/irfan) arasındaki ayrımı net bir şekilde ortaya koyar. Yûnus’a göre, okumanın asıl amacı, Hak’kı bilmek, yani Allah’a dair bilgi ve idrake ulaşmaktır.
​Eğer kişi, ciltler dolusu kitap okumasına rağmen bu marifete erişemiyorsa, yaptığı şey sadece **”kuru bir emek”**ten ibarettir. Burada vurgulanan hikmet şudur: Bilgi, eğer kalbe inip kişiyi dönüştürmüyorsa, hayatın ve varoluşun amacına hizmet etmiyorsa, bir yükten farksızdır. Bu, sadece tarihi ilim meclislerine değil, günümüzün bilgi çağında yaşayan her bireye yönelik ibret dolu bir eleştiridir. Edebi sadeliği ile en derin hikmetli düşünceyi aktarır: Gerçek ilim, pratik, kalbi ve nihai amaca yönelik olandır.

​III. Mutlak Güzelliğin Tekrarı Yok: “Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin”
​(Görsel 3: Fuzûlî’ye ait beyit)
​Beyit:
صويه ويرسن باغبان كلزارى زحمت چكمسين
بر كل آچيلماز يوزك تك ويرسه بيك كلزاره صو
Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâra su
​Şair: Fuzûlî
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Akıcı ve lirik bir aruz kalıbı)
Anlam: Bahçıvan, gül bahçesinin tamamını suya versin, tek tek gülleri sulayacağım diye zahmete katlanmasın. Bahçıvan ne yaparsa yapsın, senin yüzün gibi, yüzünün gülü gibi bir gül tekrar açılacak değil o bahçede.

​İzah ve Açıklama
​Fuzûlî, bu beytinde mutlak güzelliğin eşsizliğini ve fâniliğin ötesindeki bu güzelliği oluşturma çabasının boşunalığını anlatır. Şair, bahçıvanı (bâğbân), gül bahçesini (gülzâr) sulama zahmetinden vazgeçmeye çağırır. Neden mi? Çünkü bahçıvan, binlerce gül bahçesine su verse bile, sevgilinin yüzünün gülü gibi bir tek gül dahi açtıramayacaktır.
​Bu edebi karşılaştırma, beşeri çabanın sınırlarını gösterir. Doğa, ne kadar mükemmel olursa olsun, sevgilinin yüzündeki ilahi tecelli kadar yüce bir güzellik oluşturamaz. Sevgilinin yüzü, bütün güllerin toplamından daha değerlidir. Beyit, sadece övgü değil, aynı zamanda ibret de ifade eder: İnsanoğlu, geçici güzelliklere ve suretlere ne kadar çaba harcarsa harcasın, mutlak ve ilahi olanın yansımasına asla yetişemez. Bu, okuyucuyu düşündüren bir tasavvufi yoruma kapı açar: Gerçek Güzellik’i (Cemâl) aramak, fâni olanla uğraşmaktan vazgeçmekle mümkündür.

​IV. İktidarın Fâniliği: “Mülk-râ to mülk-i garb u şark-gîr”
​(Görsel 4: Hz. Mevlânâ’ya ait beyit)
​Beyit:
ملك را تو ملك غرب و شرق كير
چون نمى ماند تو آنرا برق كير
Mülk-râ to mülk-i garb u şark-gîr
Çün nemî mâned to ân-râ berk-gîr
​Şair: Hz. Mevlânâ
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Farsça şiir için klasik bir kalıp)
Anlam: Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat kalmayacak, sen onu bir şimşek farz et; çaktı, söndü.

​İzah ve Açıklama
​Hz. Mevlânâ’nın bu Farsça beyti, iktidarın ve dünya malının geçiciliği üzerine evrensel bir ders verir. Şair, okuyucuyu farazi bir senaryoya davet eder: “Farz et ki, bütün doğunun ve batının mülkünü ele geçirdin.” Bu, ulaşılabilecek en yüksek dünyevi makamdır. Ancak bu makam, diğer tüm dünyevi şeyler gibi kalıcı değildir (“nemî mâned”).
​İşte beyitin hikmet yüklü benzetmesi: Mademki bu mülk kalmayacak, o halde onu şimşek (berk) gibi kabul et. Şimşek, en parlak ışığı saniyede çakar ve hemen söner. Bu, iktidarın ve şöhretin tarihi boyunca bilinen en keskin özetidir. İbret alınacak mesaj çok açıktır: Gücün, şöhretin ve zenginliğin parlaklığı ne kadar göz kamaştırıcı olursa olsun, ömrü bir şimşek kadardır. Bu, insanı düşündüren ve dünyevi hırslarından arındıran bir uyarıdır.
​V. Hakikatin Bedeli: “Avnî nice ibrâz-ı kemâl eylesin âdem”
​(Görsel 5: Yenişehirli Avnî’ye ait beyit)
​Beyit:
عونی نیجه ابراز كمال ايليسن آدم
بر يرده كه حق سويليينى داره چكرلر
Avnî nice ibrâz-ı kemâl eylesin âdem
Bir yerde ki Hak söyleyeni dâra çekerler
​Şair: Yenişehirli Avnî
Vezin: Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün (Şikayet ve hayıflanma için uygun bir kalıp)
Anlam: Ey Avnî! İnsan neden maharetini ortaya koyup göstersin? Öyle bir yerdeyiz ki doğru söyleyeni dara gönderirler.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, şairin kendi mahlasını (Avnî) kullanarak, hakikati söylemenin tehlikesini ve adil olmayan bir toplumun portresini çizer. Şair, kendine (ve okuyucuya) sorar: “İnsan, yeteneğini, kemalini (ibrâz-ı kemâl) neden göstersin, niye ortaya koysun?”
​Cevap, tarihi boyunca sıkça rastlanılan acı bir gerçeği yansıtır: Öyle bir zamandayız ki, “Hak söyleyeni dâra çekerler.” Yani, doğruyu, gerçeği çekinmeden söyleyenler cezalandırılır, hatta idam edilir (Hallâc-ı Mansûr gibi mistiklerin akıbetine gönderme olabilir). Bu beyit, toplumdaki yozlaşmayı ve hikmetin kıymetinin bilinmemesini ibret dolu bir sitemle eleştirir. Edebi açıdan, şairin toplumsal eleştiriyi keskin bir dille yapması, Divan şiirinin sadece aşk ve güzellikten ibaret olmadığını gösterir. Bu, okuyucuyu düşündüren ve adaletsizlik karşısındaki bireyin çaresizliğini yansıtan derin bir eleştiri metnidir.
​Makale Özeti
​Bu makale, Divan Edebiyatı’nın seçkin temsilcilerinden Zâtî, Yûnus Emre, Fuzûlî, Hz. Mevlânâ ve Yenişehirli Avnî’nin kaleminden çıkan beş hikmetli beyiti incelemiştir. Zâtî, aşkın maddeden arınmış mutlak teslimiyet istediğini, feda edilecek ilk şeyin benlik olduğunu gösterir. Yûnus Emre, okumanın nihai amacının Hak’kı bilmek olduğunu ve bu amacı taşımayan bilginin kuru emek sayıldığını vurgular. Fuzûlî, sevgilinin yüzündeki ilahi güzelliğin fâni olan hiçbir çabayla taklit edilemeyeceğini anlatır. Hz. Mevlânâ, en büyük dünyevi iktidarın bile ömrünün şimşek kadar kısa olduğunu hatırlatarak fâniliği düşündürür. Son olarak, Yenişehirli Avnî, Hakikati söylemenin bedelinin dahi asıldığı bir toplumda kemâli göstermenin anlamsızlığını sitemle dile getirir. Bu beyitler, farklı konuları ele almalarına rağmen, ibret, hikmet ve teslimiyet temaları etrafında birleşerek, insana varoluşun amacını ve dünyanın geçici yüzünü sorgulatan kadim bir edebi mirasın gücünü ortaya koyar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 9th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 21 –

BERCESTE VE İZAHI – 21 –

​Edebiyatımızda Beş Derin Soluk

​Edebiyat, varoluşun en karmaşık düğümlerini çözmeye çalışan bir ayna gibidir. Özellikle Divan Edebiyatı, asırlar süren bir medeniyet birikiminin süzülmüş inceliklerini, her biri başlı başına bir hikmet olan beyitler aracılığıyla günümüze taşır. Bu beyitler, sadece ahenkli kelimeler yığını değil, insan, tabiat ve ilahi aşk üçgeninde kaleme alınmış derin hikmetlerdir. İşte farklı şairlerin kaleminden çıkmış, varoluşa dair beş ayrı bakış açısını sunan o “berceste” (seçkin) beyitler ve onların ruhumuzdaki yankıları.

​I. Aşkın Garip Suali: “Yerin gülşen nedîmin gül bu feryâdın nedir bülbül”

​(Görsel 1: Kâtib’e ait beyit)
​Beyit:
يرك كلشن نديمن كل بو فريادك نه در بلبل
Yerin gülşen nedîmin gül bu feryâdın nedir bülbül
​Şair: Kâtib
Vezin: Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün (Halk diline en yakın, akıcı bir kalıp)
Anlam: Ey bülbül! Yerin gülbahçesi, dostun da gül; daha ne diye feryat edip duruyorsun?

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, Divan Şiiri’nin en kadim ve merkezi imgelerinden olan Gül-Bülbül metaforunu tersten okur. Geleneksel olarak bülbül, güle duyduğu kavuşulmaz aşkın feryadıyla yanıp tutuşur. Ancak şair Kâtib, bu durumu sorgular: “Bak, bulunduğun yer gülşen (gül bahçesi), yanındaki dostun da bizzat gül. İstediğin her şey elinin altındayken, bu feryat, bu yanıp yakılma neden?”
​Bu sorgulama, bir ibret dersi verir: İnsanoğlunun sahip olduğu nimetleri görmezden gelip, her şeye rağmen şikâyet etme, hep yokluğa odaklanma eğilimine bir eleştiridir. Bülbül, aşık olduğuyla aynı mekânı paylaşmasına rağmen, belki de tam kavuşmanın verdiği kaybetme korkusuyla yahut kavuşmanın getirdiği sıradanlaşmayı reddederek feryat eder. Hikmet şudur: İnsan, elindeki mutluluğun değerini bilmek yerine, hep bir eksikliğin peşinden koşar ve bu durum, asıl huzursuzluğun kaynağıdır. Şair, okuyucuyu, mevcut güzellikler içinde dahi bir “yoksunluk” oluşturma eğilimi üzerine düşündürmeye sevk eder.

​II. Aşkın Yaraları ve Fani Su: “Zevk-i tîgından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk”

​(Görsel 2: Fuzûlî’ye ait beyit)
​Beyit:
ذوق تيفكدن عجب يوق اولسه كوكلم چاك چاك
كيم مرور ايلن بيراقر رخنه لر ديواره سو
Zevk-i tîgından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırakır rahne-ler dîvâra su
​Şair: Fuzûlî
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Hareketli ve coşkulu bir kalıp)
Anlam: Ey sevgili! Su, geçtiği zaman toprakta nasıl yaralar açıyorsa, senin bakışının özlemi de gözlerimden akan yaşlar gibi, benim bağrımda yarık, şerha şerha yaralar açmakta. (Fuzûlî’nin orijinal anlamı daha sadıktır: Senin kılıcının zevkinden gönlüm parça parça olsa şaşılmaz; zira su bile akıp geçmekle duvarda yarıklar bırakır.)

​İzah ve Açıklama
​Aşkın en büyük mütefekkirlerinden Fuzûlî, bu beytinde aşk acısından alınan lezzeti (zevk-i tîğ) ve bunun yıkıcı gücünü anlatır. Şair, sevgilinin kılıcıyla yaralanmaktan, yani onun cefasından dahi bir haz duyduğunu ifade eder. Bu, Divan şiirinin temel edebi motiflerinden olan “Aşk Cefadan Doğar” ilkesinin en güçlü ifadelerindendir.
​Beyit, yıkıcı gücü göstermek için doğal bir örneğe başvurur: Su. Su, hayat verici ve yumuşak görünse de, zamanla duvarlarda (dîvâr) derin yarıklar (rahne) açar. Şair, kendi gönlünü, suyun sürekli akışına maruz kalan bir duvar olarak düşünür. Bu “su”, bir yandan gözyaşları olabilir, diğer yandan da sevgilinin bitmek bilmeyen cevr ve sitemleri olabilir. İbret alınacak nokta: En yumuşak, en fani şeyler bile sürekli tekrarlandığında en sağlam görünen yapıyı dahi yıkabilir. Fuzûlî, aşkın şiddetini anlatırken, tarihi bir hakikat olan suyun aşındırıcı gücünü, deruni bir yıkımın metaforu olarak kullanır ve bu, onu düşündürücü kılar.

​III. Kibrin Sonu: “Dâr-ı cihân ki dâ’ire-i inkılâbdır”

​(Görsel 3: Hersekli Ârif Hikmet’e ait beyit)
​Beyit:
دار جهان كه دائره انكقلابدر
البتّه حال اهال غرورك خرابد
Dâr-ı cihân ki dâ’ire-i inkılâbdır
Elbette hâli ehl-i gurûrun harâbdır
​Şair: Hersekli Ârif Hikmet
Vezin: Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün (Ağır ve keskin bir vezin)
Anlam: Bu dünya yurdu sürekli değişip duran bir daire gibidir. Gururlu kişilerin sonu elbette harap olmaktır.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, doğrudan doğruya hikmetli bir uyarıdır. Şair, dünyayı (dâr-ı cihân), sürekli bir değişim ve dönüşüm (dâ’ire-i inkılâb) içinde olan bir daireye benzetir. Bu daire, feleğin dönüşünü, yükselişin ardından gelen düşüşü temsil eder. Bu tarihi hakikate dayanarak, şair ikinci mısrada hükmünü verir: Gururlu, kibirli kişilerin (ehl-i gurûr) sonu elbette harap olmaktır (harâbdır).
​Beyit, okuyucuya ibret dolu bir kader dersi sunar. Mademki dünya durmadan dönüyor ve her şey fâni, o halde bu fâni dünyanın geçici makamlarına ve şöhretine güvenip kibirlenmek büyük bir yanılmadır. Kibir, bu dönüşe karşı gelme iddiasıdır ve bu iddia, kaçınılmaz olarak yıkıma yol açar. Edebi açıdan, basit bir retorikle en büyük ahlaki kusurlardan birini hedef alır ve tevazunun erdemine dolaylı olarak işaret eder. Bu, kişiyi kendi durumu üzerine düşündüren evrensel bir uyarıdır.

​IV. İrfan Meclisinde Fedakârlık: “Meclis-i irfâna bir şeb mûm olan ehl-i hüner”

​(Görsel 4: Muhibbî-i Âmidî’ye ait beyit)
​Beyit:
مجلس عرفانه بر شب موم اولان اهل هنر
محو ايدركندنى امّا صبح مقصوده ايرر
Meclis-i irfâna bir şeb mûm olan ehl-i hüner
Mahv eder kendini ammâ subh-ı maksûda erer
​Şair: Muhibbî-i Âmidî
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Akıcı, nasihat içeren bir kalıp)
Anlam: İrfan meclisini bir gece mum gibi aydınlatan hüner sahipleri, kendilerini mum gibi yandıkları için mahvederler; ama kavuşma sabahına da ererler.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, ilahi ve dünyevi bilgelik yolundaki fedakârlığı mum metaforu üzerinden anlatır. İrfan meclisi, bilginin ve hikmetin paylaşıldığı kutsal bir ortamdır. Ehl-i hüner (sanat/hüner sahibi) kişi ise, bu meclisi mum gibi aydınlatandır. Mum, etrafını aydınlatmak için kendini eritir (mahv eder) ve yok olur.
​Buradaki hikmet, hakikate ulaşmanın (maksûda ermek) ancak nefsi feda etmekten geçtiği gerçeğidir. Mumun erimesi, dervişin/bilge kişinin egosundan, kibirinden ve dünyevi arzulardan arınmasını temsil eder. Bu kendini yok etme (fenâ) süreci zordur, ancak neticesi aydınlıktır: Maksat sabahına (subh-ı maksûd) ulaşmak. Bu, tarihi Sufi geleneğin ruhunda yatan temel ibret ilkesidir: Başkasına ışık olmak ve amaca ulaşmak için, öncelikle kendi varlığını hak yolda eritmek gerekir. Bu derin fedakârlık hikmeti bizi düşündürür.

​V. Âcizlerin Rehberi: “Yâ Resûlallâh to dâni ümmetânet âcizend”

​(Görsel 5: Lâedrî’ye atfedilen Na’t-ı Şerîf)
​Beyit:
يا رسول الله تو دانی امتّانك عاجزند
رهنمای عاجزانى بى سر و بى پایى تويى
Yâ Resûlallâh to dâni ümmetânet âcizend
Reh-nümâ-yı âcizânî bî-ser ü bî-pâ toyî
​Şair: Lâedrî (Meşhurdur ki Mevlânâ’ya ait olduğu yönünde bir ihtilaf vardır.)
Vezin: Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün (Yakarış ve dua için uygun bir kalıp)
Anlam: Ey Allah’ın Resulü! Bilirsin ki senin ümmetin âcizdir. Bu başsız ve ayaksız âcizlerin yol göstericisi sensin.

​İzah ve Açıklama
​Bu beyit, Divan Edebiyatı’nın en önemli türlerinden biri olan Na’t (Peygamber Efendimiz’i övme şiiri) geleneğine aittir. Beyitteki dil edebi olarak Farsça ve Osmanlıca karışımıdır (özellikle ilk mısra). Şair, doğrudan Peygamber Efendimiz’e hitap ederek kulluğun ve ümmetin acziyetini dile getirir.
​Acizlik (âcizend), tasavvufta kişinin Allah karşısındaki mutlak yetersizliğinin farkına varmasıdır. Şair, ümmetin “başsız ve ayaksız” (bî-ser ü bî-pâ) yani çaresiz ve yolunu kaybetmiş olduğunu vurgular. Bu ibret dolu itiraf, beşer olmanın sınırlılığını gösterir. İşte tam bu noktada, şair, Peygamber Efendimiz’i bu âcizlerin yol göstericisi (reh-nümâ-yı âcizânî) olarak yüceltir. Beyit, sadece övgü değil, aynı zamanda manevi bir sığınma ve yakarış ihtiva eder. Hikmet, insanın en büyük kuvvetinin, kendi zayıflığını idrak etmesi ve doğru rehberi bulmasından geçtiğini anlatır. Bu beyit, inancın ve manevi rehberliğin tarihi önemini hatırlatarak bizi düşündürür.
​Makale Özeti
​Bu makale, Divan Edebiyatı’nın beş seçkin beyitini (berceste beyitleri) incelemiştir. Her beyit, varoluş bir temayı ele alarak okuyucuya hikmet, ibret ve edebi derinlik sunar. Kâtib’in beyiti, elimizdeki nimetlere rağmen şikâyet etme eğilimimizi sorgularken; Fuzûlî’nin mısraları, aşkın yıkıcı ve aynı zamanda haz verici gücünü, suyun aşındırıcı gücüyle metaforlaştırır. Hersekli Ârif Hikmet, dünyanın dönüşlü ve fani yapısını hatırlatarak, kibirli olmanın kaçınılmaz sonunun harabiyet olduğunu vurgular. Muhibbî-i Âmidî ise, irfan yolunun aydınlanma (maksûda erme) için fedakârlık ve kendini yok etme (fenâ) gerektirdiğini, mum metaforuyla anlatır. Son olarak, Lâedrî’ye atfedilen Na’t, ümmetin acziyetini itiraf ederek, Peygamber Efendimiz’i çaresizlerin yol göstericisi olarak yüceltir. Bu beş beyit, bir bütün olarak, insanı kendini bilmeye, haddini aşmamaya, feda etmeye ve manevi rehberlik aramaya davet eden kadim bir medeniyetin sesidir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 9th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 20 –

BERCESTE VE İZAHI – 20 –

​Bu beyitler, Divan Edebiyatı’nın zenginliğini ve derinliğini yansıtan, farklı şairlere (Vehbî, Ârifî, Fuzûlî, Keçecizâde İzzet Molla) ait, önemli mesajlar ihtiva eden nadide eserlerdir.

​Berceste Beyitlerin Işığında: İnsanın Özü, Aşkın Hâli ve Hayatın Hikmeti

​1. Vehbî’den İnsan ve Şeytan Tezadı

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​بريريني سومه ينك كندي اوزون بيلهمينك
آدمه باش كمينك اسميني شيطان اوقورز
​Müfte‘ilün Müfte‘ilün Müfte‘ilün Müfte‘ilün
Birbirini sevmeyenin kendi özün bilmeyenin
Âdem’e baş eğmeyenin ismini şeytân okuruz
​Açıklama ve İzah:
​Bu beyit, insan olmanın en temel erdemlerini ve ahlaki sorumluluklarını sert bir dille ortaya koyuyor. Şair Vehbî (veya Neş’et’e de atfedilebilir), üç temel hatayı sıralayarak bunların bir araya geldiği kişiyi mecazi olarak şeytan diye adlandırıyor:
• ​Birbirini sevmeyen: Toplumsal uyumun ve insaniyetin temeli olan muhabbetten (sevgiden) yoksunluk.
• ​Kendi özünü bilmeyen: Nefs-i emmâreyi (kötülüğü emreden nefs) terbiye edememiş, irfan sahibi olamamış, yani hikmet ve manevi anlamda kendi gerçekliğini ve yaratılış gayesini idrak edememiş kişi. “Kendini bilen Rabb’ini bilir” düsturunun tersi.
• ​Âdem’e baş eğmeyen: Burada Âdem (Hz. Âdem) figürü, hem insanlığın özünü hem de İslami ve tasavvufi açıdan hilafet (Allah’ın yeryüzündeki temsilciliği) makamını simgeler. “Baş eğmemek,” kibir ve itaatsizliği, yani İblis’in (Şeytan) ilk hatasını temsil eder.
​Vehbî, sevgi, özbilinç ve tevazu/itaat gibi insani değerlerden uzaklaşanların, ismen insan olsa bile ruhen şeytanın izini takip ettiğini vurgular. Bu, bireysel ahlakın toplumsal huzur ve manevi yükseliş için ne denli elzem olduğunu gösteren güçlü bir hikmet dersidir.

​2. Ârifî’den Gönül ve Vuslat Hasreti

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​خاطركدن چيقماسين لطف ايت همان مهجور اولان
اولماسين باري كوكلدن دور كوزدن دور اولان
​Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
Hâtırından çıkmasın lutf et hemân mehcûr olan
Olmasın bârî gönülden dür dür olan gözden dür olan
​Açıklama ve İzah:
​Şair Ârifî, bu beyitte aşkın acı ama derin bir yönünü, ayrılığı (hicran) işliyor. Beyit, sevgiliye (sevgili ister beşeri ister ilahi olsun) bir yakarış ve ricadır:
• ​”Hâtırından çıkmasın lutf et hemân mehcûr olan”: Lütfet, hemen ayrı düşmüş, uzakta kalmış olanı (yani beni) aklından, hatırından çıkarma. Şair, fiziksel ayrılığa razı olduğunu ancak manevi bir unutuluşa dayanamayacağını belirtiyor.
• ​”Olmasın bârî gönülden dür dür olan gözden dür olan”: Bari gözden ırak (fiziken uzakta) olan, gönülden de ırak (manen unutulmuş) olmasın.
​Bu söz, “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur” şeklindeki yaygın atasözünün edebiyat ve aşk açısından tam tersini talep eden, ona meydan okuyan bir ifadedir. Ârifî, gerçek aşkın, fiziki mesafelere yenik düşmeyeceğini, asıl vuslatın gönülde sürdüğünü ve sevgiliye duyulan bağlılığın bir lütuf olarak unutulmamasını dilediğini gösterir. Bu, kalıcılığı ve vefayı merkeze alan bir edebi derstir.

​3. Fuzûlî’den Fakirlik ve İhtişamın Sınırları

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​حقير باقما بكا كيمسه دن صيكينمه كم
فقير پادشه آسا كداي محتشم
​Mefâ‘îlün Fe‘ilâtün Mefâ‘îlün Fe‘ilün
Hakîr bakma bana kimseden sığınma kemem
Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâyı muhteşemem
​Açıklama ve İzah:
​Büyük şair Fuzûlî’ye ait bu beyit, benlik ve değer yargıları üzerine derin bir tezatı ihtiva eder. Şair, okuyucusuna veya muhatabına seslenerek, tevazu ile onurun ilginç bir sentezini sunar:
• ​”Hakîr bakma bana kimseden sığınma kemem”: Bana hor görme, küçük görme (hakîr bakma) ve kimseden sığınmam gereken kötü (kem) bir şey değilim. Bu, şairin kendi değeri ve onuruna sahip çıkışıdır.
• ​”Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâyı muhteşemem”: Ben, padişah gibi (pâdişeh-âsâ) bir fakir ve ihtişamlı (muhteşem) bir dilenciyim (gedâ).
​Fuzûlî, burada mistik ve hikmetli bir duruş sergiler. Maddi açıdan fakir veya bir dilenci (gedâ) olabilir; ancak bu fakirlik ve dilencilik, onu sıradanlaştırmaz. O, aşkın (ilahi aşkın) yüceliği sayesinde bir padişahın ihtişamına sahiptir. Dış görünüşünün aldatıcılığına dikkat çekerek, asıl zenginliğin kalpteki manevi değerler olduğunu vurgular. Bu, riyayı ve yüzeysel bakışı reddeden, özdeğerin ne olduğunu sorgulatan bir ibret dersidir.

​4. Keçecizâde İzzet Molla’dan Aşkın Cömertliği

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​نقود اشكنى چشمم عجب مى ايتسه سبيل
عزيز اولور او كيشى آقجه سين ايدرسه رذيل
​Mefâ‘îlün Fe‘ilâtün Mefâ‘îlün Fe‘ilün
Nukûd-ı eşkini çeşmim aceb mi etse sebîl
Azîz olur o kişi akçesin ederse rezîl
​Açıklama ve İzah:
​Keçecizâde İzzet Molla, bu beyitte aşkın ve cömertliğin edebi bir karşılaştırmasını yapar. Beyit, gözyaşlarının maddi değerden daha kıymetli bir servet olarak görülmesini sağlar:
• ​”Nukûd-ı eşkini çeşmim aceb mi etse sebîl”: Gözümün, gözyaşı paralarını (nukûd-ı eşk, yani gözyaşlarını para gibi düşünerek) sebîl etmesi, yani karşılıksız ve bol bol dağıtması şaşırtıcı mıdır (aceb mi)? Aşık, gözyaşını bir hazine gibi görür ve onu hesapsızca döker.
• ​”Azîz olur o kişi akçesin ederse rezîl”: O kişi ki, parasını (akçe) değersiz (rezîl) eder, yani bol bol dağıtırsa yüce (azîz) olur.
​Buradaki hikmet şudur: Nasıl ki bir insan malını, parasını cömertçe harcadığında toplum içinde saygınlık kazanır (azîz olur); aynı şekilde aşık da gözyaşlarını (aşkın kıymetli alametini) hesapsızca ve karşılık beklemeden akıttığında, aşkın manevi dünyasında yücelir. Aşkın maddi karşılık beklemez cömertliğini, manevi yücelişin anahtarı olarak sunan, düşündürücü bir karşılaştırmadır.

​5. Vehbî’den Sonsuz Aşk ve Cemal Sırrı

​Beyit Metni (Orijinal Osmanlıca ve Latin Harfli Transkripsiyon):
​وهبيا مست ازلى بز سوزز هر كوزلى
آنده كوروب لم يزلى اسمي جانان اوقورز
​Müfte‘ilün Müfte‘ilün Müfte‘ilün Müfte‘ilün
Vehbîyâ mest-i ezelî biz severiz her güzeli
Anda görüp lem yezel’i ismini cânân okuruz
​Açıklama ve İzah:
​Şair Vehbî, burada doğrudan tasavvufi bir temayı, yani ilahi aşkı ve cemali ele alır.
• ​”Vehbîyâ mest-i ezelî biz severiz her güzeli”: Ey Vehbî! Biz ezelden sarhoş (mest-i ezelî) olanlarız ve her güzeli severiz. “Ezel sarhoşluğu,” ruhların yaratılışın başlangıcında Allah’ın tecellisine şahit olup O’nun aşkıyla coşmasını ifade eder. “Her güzeli sevmek,” ise yaratılmıştaki her güzelliğin Allah’ın güzelliğinden bir yansıma olduğunu bilmek demektir.
• ​”Anda görüp lem yezel’i ismini cânân okuruz”: O güzellerde “Lem Yezel”i (ezeli ve ebedi olan, daima var olanı, yani Allah’ı) görüp, ismini “Cânân” (canların canı, sevgili) diye okuruz/çağırırız.
​Bu beyit, Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) düşüncesinin edebi bir ifadesidir. Şair, tüm kâinattaki güzelliklerin (beşeri güzellikler dahil) birer ayna olduğunu ve bu aynalara bakarak mutlak güzelliğin kaynağı olan Allah’ın tecellisini gördüğünü dile getirir. Bu, en yüksek seviyede bir idrak ve aşk halidir.

​Makale Özeti
​Bu beş berceste beyit, Divan Edebiyatı’nın dört farklı şairinin kaleminden çıkan, İnsanın Özü, Aşkın Halleri ve Manevi Zenginlik temalarını işleyen bir manzume oluşturur.
​Vehbî’nin ilk beyti (1. Beyit), sevgi, özbilinç ve tevazu üçgeninde insanlığın ahlaki temellerini sorgular; bu erdemlerden yoksun olanı şeytanın izinden giden olarak niteler. Bu, bireysel erdemin toplum ve maneviyat için hayati önem taşıdığının bir işaretidir. Ârifî’nin yakarışı (2. Beyit), fiziki ayrılığa rağmen gönül bağının sürmesi gerektiğini vurgulayarak, aşkın mesafeler üstü vefasını yüceltir.
​Fuzûlî (3. Beyit) ve Keçecizâde İzzet Molla (4. Beyit), maddi ve manevi zenginlikleri çarpıcı tezatlarla karşılaştırır. Fuzûlî, dışarıdan dilenci (fakir) görünse de, ruhen padişahlar gibi ihtişamlı (muhteşem) olduğunu ilan ederek, özdeğeri ve manevi gururu ön plana çıkarır. İzzet Molla ise, gözyaşını karşılıksız dağıtılan bir hazineye benzeterek, gerçek cömertliğin ve aşkın yüceliğinin maddi hesaplarla ölçülemeyeceğini gösterir.
​Son olarak, Vehbî’nin ikinci beyti (5. Beyit) tüm bu temaları birleştirir ve Vahdet-i Vücud düşüncesini taşır. Şair, ezelden gelen ilahi bir sarhoşlukla her güzeli sevdiğini, çünkü her güzellikte ezeli ve ebedi olanın (Allah’ın) yansımasını gördüğünü ifade eder.
​Bu beyitler bütünü, insana iki temel ders verir:
• ​Dışa Değil, Öze Bak: Asıl değer, sahip olunanlarda değil; kalpteki sevgi, özbilinç ve manevi duruştadır. Bir dilenci, bir padişah kadar muhteşem olabilir.
• ​Aşkın Sonsuzluğu: Gerçek aşk, ayrılığa ve maddiyata yenik düşmez; o, tüm varlıkta tecelli eden mutlak güzele ulaşmanın en kısa yoludur. İnsanın kendini bilmesi ve başkasını sevmesi, aslında o mutlak güzeli idrak etmenin ilk adımlarıdır.
​Bu edebi miras, okuyucuyu hem kendi nefsini sorgulamaya hem de kâinatın yüzeyindeki geçici güzelliklerin ötesindeki ezeli hikmeti aramaya davet eden, düşündürücü bir ibretler toplamıdır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 9th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 19 –

BERCESTE VE İZAHI – 19 —

​İrfan Yolu: Aşkın Sırları, İtibarın Kaynağı ve Gönül Âleminin Hakikatleri

​Divan şiirinin “berceste beyitleri,” sadece estetik birer manzume değil, aynı zamanda asırlar süren bir irfan ve tecrübenin süzülmüş özüdür. Her biri, insanın varoluş amacını, aşkın mertebelerini, dünyanın geçiciliğini ve hakikate ulaşmanın yollarını fısıldayan birer hikmet pınarıdır. Bu makale, sunulan beyitler, kendi teması içinde genişçe ele alarak, bu kadim sözlerin sunduğu düşündürücü ve ibretli dersleri ortaya koymaktadır.

​Beyit 1: İlim Yükünü Bırakmak
​İktibas:
Hîn me-keş bâr-ı hevâ ân bâr-ı ilm
Tâ bebînî der-derûn anbâr-ı ilm
(Hz. Mevlânâ)
​İzah ve Açıklama:
Bu hikmetli beyit, ilmin hakikatine dair derin bir görüş sunar. Mevlânâ, bilgi yükünü (bâr-ı ilm) hevâ ve heves uğruna taşımamayı öğütler. Yani ilim, şöhret, kibir veya dünyevi çıkarlar için bir araç olarak kullanılmamalıdır. Dışarıdan öğrenilen ve nefse hizmet eden ilim, sadece bir yüktür. Eğer bu yük atılırsa, kişi kendi derûnunda (içinde) gizli olan ilim ambarını (anbâr-ı ilm) görebilir. Bu, ilm-i ledün (ilahi, doğrudan gelen bilgi) olarak bilinen hakiki ilme ulaşmanın, nefsi terbiye etmekten geçtiğini vurgulayan önemli bir edebi derstir.
​Beyit 2: Kader ve Rıza
​İktibas:
Çün zûd nîşte bûd Hak firkat-i mâ
Ez-behr-i çi bûd ceng u ân vehşet-i mâ?
Ger bed bûdem berestî ez-zehmet-i mâ
Ver nîk bûdem yâd konî sohbet-i mâ
(Hz. Mevlânâ)
​İzah ve Açıklama:
Bu beyitte Mevlânâ, kader ve ilahi takdir konusunu ele alır ve Hakk’a yönelerek bir sorgulama yapar. Mademki Hak, ayrılığımızı erken yazdı (takdir etti), o halde çekilen bunca savaş ve kargaşa niye? Bu firkat (ayrılık) acısı niye? Eğer âşık kötü ise, Sevgili (Hak), ondan kurtulduğu için sevinmeli, yok eğer iyi ise, sohbetini daima yâd etmelidir. Bu sorgulama, ilahi takdire karşı bir isyan değil, aksine rıza halini pekiştiren, “madem her şey takdir edilmiş, acı çekmek yerine neden bu durumu sükûnetle kabul etmiyoruz?” sorusunu sorduran derin bir düşündürücü beyittir.

​3. Usûlî: Derdin Ehl-i Olmak
​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Ehl-i derd ol ehl-i derd ol ehl-i derd ol ehl-i derd
Ey Usûlî’den su’âl edip tesellâ isteyen
(Usûlî)
​İzah ve Açıklama:
Usûlî, kendisine teselli arayışıyla soru soran birine hitap eder ve beklenmedik bir cevap verir: Teselli, dertten kurtulmak değil, derdin ehli olmaktır. Dört kez tekrarlanan “Ehl-i derd ol” emri, şairin bu konuya verdiği önemi gösteren çarpıcı bir edebi tekrardır. Tasavvufi bağlamda dert, ilahi aşkın veya hakikat arayışının getirdiği manevi ıstıraptır. Bu ıstırap, kişiyi olgunlaştıran ve Hakk’a yaklaştıran bir lütuftur. Teselli, dertten kaçmakla değil, o derdi sahiplenmek, ona yoldaş olmak ve onunla yaşamayı öğrenmekle bulunur. Bu, hayatın zorluklarına karşı duruşumuzu sorgulatan düşündürücü bir yaklaşımdır.

​4. Sâ’ib-i Tebrîzî: Düşüncesiz Terk

​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Hiç kârî bi-te’emmül gerçi Sâ’ib hûb nîst
Bi-te’emmül âstîn-efşânden ez-dünyâ hoşest
(Sâ’ib-i Tebrîzî)
​İzah ve Açıklama:
Sâ’ib-i Tebrîzî, bir işi düşüncesizce (bi-te’emmül) yapmanın güzel olmadığını kabul eder. Ancak bu genel kuralın bir istisnası vardır: Dünyadan el etek çekmek (âstîn-efşânden ez-dünyâ), yani dünyevi işlerden, hırs ve tamahdan uzaklaşmak, düşünülmeksizin (bi-te’emmül) yapıldığı takdirde güzeldir. Bu, kişinin dünya bağlarından kurtulmasının, rasyonel hesaplara, “ne kazanırım, ne kaybederim” gibi düşüncelere feda edilemeyecek kadar değerli bir eylem olduğunu ifade eder. Gerçek teslimiyet ve tecerrüd (dünyadan sıyrılma), tereddütsüz ve anlık bir karar gerektirir. Bu hikmetli beyit, maddiyatın geçiciliği konusunda ibretli bir çağrıdır.

​5. Kenzi: Fakirin Kalbine Dokunmak

​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Bu meseldir fukarâ kalbine her kim dokuna
Dokunanın sînesi Allâh okuna dokuna
(Kenzi)
​İzah ve Açıklama:
Kenzi’nin bu beyiti, sosyal adaletin ve manevi hassasiyetin önemine dikkat çeker. Fakirlerin kalbini onaran, teselli eden, destekleyen kişiye (her kim dokuna) büyük bir müjde vardır. Bu kişi, bizzat Allah’ın ilgisinin ve lütfunun hedefi haline gelir; sînesi Allâh okuna dokuna (gönlü Allah’ın oklarının, yani ilahi sevgi ve merhametin hedefi olur). Burada “ok”, mecazi olarak hedefe ulaşan bir teveccühü simgeler. Bu, ilahi rızanın, sadece ritüelistik ibadetlerde değil, yoksulun gönlünü hoş etmekte yattığını öğreten, son derece ibretli ve hikmetli bir kuraldır.

​6. Fenî: Alçakgönüllülükte Yükselmek

​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Bi’t-tezellül hâk-i pây-i pîre yüz sür ma gibi
İ’tilâ-yı kadr ise maksûd eğer Tûbâ gibi
(Fennî)
​İzah ve Açıklama:
Fennî’nin bu beyti, alçakgönüllülük (tezellül) ve manevi yükseliş (i’tilâ) arasındaki paradoksal ilişkiyi açıklar. Eğer amaç, cennetteki yüce bir ağaç olan Tûbâ gibi değerinin yükselmesi (i’tilâ-yı kadr) ise, o zaman tıpkı su gibi (alçakgönüllülük sembolü) pirin ayağının toprağına yüz sürmelisin. Su, daima en alçak noktaya akar. Burada Pîr, mürşidi veya manevi rehberi temsil eder. Gerçek hikmet, alçalmakta gizli olan yükseliştir. Nefsi kırarak tevazu göstermek, dünyevi makam arayışından vazgeçmek, manevi mertebelerin en yücesine ulaşmanın anahtarıdır. Bu, edebi güzelliği olan, derin bir ibret dersidir.

​7. Neccârzâde Rızâ: Sevgilinin Kemal Güzelliği
​Beyit ve Açıklaması
​İktibas:
Gören âşık cemâl-i bâ-kemalin görmeyen âşık
O gül-ruhsâra bi’llâhî Hudâvend-i cihân âşık
(Neccârzâde Rızâ)
​İzah ve Açıklama:
Neccârzâde Rızâ, Sevgili’nin (Hz. Muhammed, ilahi tecelli veya mürşit) cemâlinin (yüzünün/güzelliğinin) kemalini (mükemmelliğini) ele alır. Bu güzellik karşısında, O’nu gören de âşıktır, görmeyen de âşıktır. Sevgili’nin güzelliği öylesine mükemmeldir ki, şair yemin ederek (bi’llâhî) cihanın yaratıcısı olan Allah’ın bile o gül yanaklıya âşık olduğunu söyler. Bu, tecelli eden güzelliğin mutlak kaynağının ilahi olduğunu ve bu güzelliğin tüm varoluşu kendine hayran bıraktığını ifade eden, edebi açıdan mübalağalı ve düşündürücü bir ifadedir.

​Makalenin Özeti

​Bu makale, Fuzûlî, Şeyh Gâlib, Hz. Mevlânâ ve diğer büyük şairlerin berceste beyitleri aracılığıyla aşk, itibar, kader, dostluk ve manevî terbiye gibi evrensel temaları incelemiştir. Fuzûlî, aşkın kemâlini benlikten geçme olarak tanımlarken; Şeyh Gâlib, itibarın kaynağını bağlılıkta ve kısmetin ise paramparça bir gönülde olduğunu kabul eder. Hz. Mevlânâ, insanları gaflet uykusundan uyanmaya ve hevâdan arınmış ilme yönelmeye çağırır; kaderi ise rıza ile kabul etmeyi öğütler. Usûlî, tesellinin dertten kaçmak yerine, derdin ehli olmakla bulunacağını söyler. Lâedrî, uygun bir dostun yokluğunun tüm ömrü zayi edeceğini vurgularken; Mezâkî, feleğin lütfunun gecikmiş olmasının dünyevi heveslerin boşluğunu gösterdiğini anlatır. Nâ’ilî, vuslatın değerinin çekilen sıkıntıya değeceğini belirtir. Son olarak Kenzi ve Fennî, fakir gönlü onarmanın ilahi teveccühü celb ettiğini ve gerçek yükselişin alçakgönüllülükten geçtiğini ifade ederler. Bu beyitler, yüzyıllar ötesinden günümüze ulaşan, insana hayatın anlamını, zorluklarını ve manevi yolculuğun inceliklerini sorgulatan, derin hikmetler ve ibretler barındırmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 9th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 18 –

BERCESTE VE İZAHI – 18 —

​İrfan Meclisinden Yansıyan Hikmetler: Sevgi, İtibar ve İmtihan

​İnsanlık tarihi boyunca edebiyat, en derin duyguların ve en ince düşüncelerin aktarıldığı kadim bir yol olmuştur. Özellikle Divan şiirinin “berceste beyitleri”, yüzyıllar ötesinden günümüze süzülen birer hikmet pınarıdır. Fuzûlî’den Şeyh Gâlib’e, Lâedrî’den Hazreti Mevlânâ’ya uzanan bu edebi yolculukta, aşkın kemâli, dostluğun kıymeti, feleğin cilvesi ve ilahi bilgiye ulaşmanın sırları işlenir. Bu makalede, seçilmiş beyitlerin derin anlamlarını, tarihi ve edebi bağlamlarını ayrı ayrı ele alarak, onlardan alacağımız ibretleri ve düşündürücü hakikatleri ortaya koyacağız.

​1. Fuzûlî: Canı Cânâna Vermenin Kemâli
​Beyit ve Açıklaması

​Orijinal Metin:
Cânını cânâna vermekdir kemâli âşıkın
Vermeyen cân i’tirâf etmek gerek noksânına
(Fuzûlî)
​Anlamı: Bir âşık için tam (kemâl) nokta, (maddî varlığı olan) canını cananına verebilmek, yani (benliğinden) vazgeçmektir. Canından vazgeçemeyen kişi, kendi noksanını itiraf etmelidir.
​İzah ve Açıklama
​Fuzûlî’nin bu beyiti, ilahi aşk (aşk-ı ilahi) ve fenâ (yok olma) kavramlarının temelini oluşturur. Şair, gerçek aşığın tanımını yapar: Gerçek âşık, kendi varlığını, yani canını, uğruna yandığı Cânân’a (Sevgili/Allah) tereddütsüzce sunandır. Bu açıdan “canı vermek,” sadece maddî bir ölüm değil, kişinin kendi benliğinden, nefsinden ve benlik davasından (“ene”sinden) vazgeçmesidir. Tasavvufta bu, “ölmeden önce ölmek” düsturuna uyar.
​Canını sevgilisine feda eden âşık, bu teslimiyetle kemâle erer.
Beytin ikinci mısrası ise bu kemâle eremeyenleri uyarır: Canından, yani benliğinden vazgeçemeyen, dünya lezzetlerine esir olan kişi, bu durumun bir noksanlık olduğunu dürüstçe itiraf etmelidir. Aşk, bencilliği, hırsı ve dünyevi bağlılıkları yakıp kül eden bir ateştir; bu ateşte yanmayı göze alamayan, aşk yolunda tam bir teslimiyet gösteremeyen, aşkta eksik kalmıştır. Fuzûlî, canı, canlar cananı için bağışlamayı tam bir teslimiyet olarak görür.

​2. Şeyh Gâlib: İtibarın Kaynağı ve Aşkın Payı

​Beyitler ve Açıklamaları
​Beyit 1: İtibarın Kaynağı
Orijinal Metin:
Efendimsin cihânda i’tibârım varsa sendendir
Miyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir
(Şeyh Gâlib)
​Anlamı: Sen benim efendimsin, bu dünyada eğer bir itibarım varsa, bu senden kaynaklanmaktadır. Âşıkların arasında eğer bir şöhrete sahipsem, bu yine senden kaynaklanmaktadır.
​Beyit 2: Aşkın Payı
Orijinal Metin:
O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düşdü
(Şeyh Gâlib)
​Anlamı: Ruhların yaratıldığı can meclisinde istek kumaşları bölüşüldüğü zaman, bize sevgi hissesi olarak paramparça olmuş bir gönül düştü.

​İzah ve Açıklama
​A. İtibarın Kaynağı
​Şeyh Gâlib, Mevlevîliğin büyük şairlerinden olması hasebiyle, ilk beyitte övgüsünü ve bağlılığını Hazret-i Mevlânâ’ya (ya da ilahi sevgiliye) yöneltir. Bu beyitteki “Efendim” hitabı, onun mürşidi olan Mevlânâ’yı işaret eder. Şair, dünyadaki itibarının (saygınlığının) ve âşıklar meclisindeki iştiharının (şöhretinin) kaynağının tamamen Efendisi’ne olan mensubiyetinden geldiğini söyler. Bu, yalnızca bireysel bir tevazu değil, tasavvuf yolunda itibarın ve şöhretin kişinin kendi varlığına (nefsine) değil, bağlı olduğu yola ve o yolun mürşidine ait olduğu inancıdır. Gerçek itibar, dış dünyadan değil, manevî bağlılıktan gelir.
​B. Aşkın Payı
​İkinci beyit, tasavvufun kilit kavramlarından biri olan Bezm-i Ezel/Bezmi Elest (Ruhlar Meclisi) hadisesine gönderme yapar. Rivayete göre, ruhlar yaratılıp dünyaya gönderilmeden önce Allah’a verdikleri sözün (“Elestü bi-Rabbiküm – Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”) meclisidir burası. Bu mecliste, dünyaya ait kâle-i kâm (istek/dilek kumaşları) bölüşülürken, her ruh dünyadaki kısmetini seçmiştir. Şeyh Gâlib, kendi ruhunun payına düşenin ise, zenginlik, şan, şöhret gibi maddi ‘kumaşlar’ yerine, hisse-i mahabbet (sevgi payı) olduğunu söyler. Ancak bu sevgi, kolay elde edilen bir lütuf değil, acı ve ıstırap dolu bir yoldur, bu yüzden gönül ona pâre pâre (paramparça olmuş) düşmüştür. Bu, şairin, aşk acısından paramparça olmuş gönlünü büyük bir rıza ve şükranla kabul edişinin ilanıdır.

​3. Lâedrî: Münasip Dostun Önemi

​Beyit ve Açıklaması
​Orijinal Metin:
Her kimin yokdur cihânda bir münâsib hem-demi
Hem günü zâyi’ geçer hem rüzgârı hem demi
(Lâedrî)
​Anlamı: Bu dünyada uygun bir dostu olmayan kişinin; hem günü, hem ömrü, hem de zamanı boşa gider.
​İzah ve Açıklama
​Lâedrî (şairi bilinmeyen) imzasıyla anılan bu beyit, iyi bir dostun (münasib hem-dem) hayatımızdaki vazgeçilmez yerini vurgular. “Hem-dem” kelimesi, “aynı nefesi paylaşan,” yani ruhen uyumlu, yoldaş anlamına gelir. Beytin temel hikmeti şudur: Eğer kişinin hayatında kendisine uygun, fikren ve ruhen destek olabilecek bir dostu yoksa, o kişinin bütün varlığı, yani günü (geçici zamanı), rüzgârı (talih ya da geçici hali), ve demi (nefesi, yani bütünüyle ömrü) zâyi’ (boşa) geçer.
​Bu, sadece sosyal bir yalnızlık tespiti değil, aynı zamanda manevî bir uyarıdır. İnsan, yaratılış itibarıyla mükemmel bir düzenin parçasıdır. Maneviyatta yol almak için de rehbere ve yol arkadaşına ihtiyaç vardır. Tasavvufi yolda, “sâdık dost” (münasip hem-dem), insanın Hak yolunda ilerlemesini sağlayan, yanlış yollara sapmasını engelleyen, gönlü besleyen önemli bir unsurdur. Münasip dostu bulamayan, doğru yolu bulmakta zorlanır ve ömrünü heva ve heves uğruna harcar.

​4. Mezâkî: Feleğin Tersine Dönüşü

​Beyit ve Açıklaması
​Orijinal Metin:
Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-ı murâd üzre felek ammâ neden sonra
(Mezâkî)
​Anlamı: Felek, bin tane boş kadehten sonra bir tane dolu kadeh sunar. Elbette bir gün arzumuz istikametinde döner; ama iş işten geçtikten sonra.
​İzah ve Açıklama
​Mezâkî’nin bu beyiti, hayatın döngüsüne ve feleğin (talihin, zamanın, dünyanın) insanlar üzerindeki etkisine dair derin bir ibret dersi verir. Beyit, insanın çektiği zorlukları ve sabırla beklediği mutluluğun bazen çok geç geldiğini, hatta ‘iş işten geçtikten sonra’ geldiğini anlatır.
​Şair, mutluluğu (dolu kadeh/câm-ı memlû) elde etmeden önce çekilen uzun sıkıntılı süreci “bin tehî peymâneden sonra” (bin boş kadehten sonra) diyerek abartılı bir şekilde vurgular. Felek, yani dünya düzeni, her ne kadar bazen insanın murâdı (arzusu) vefkinde (doğrultusunda) dönecek olsa da, bu durum çok uzun bir bekleme ve tükenme sürecinin ardından gerçekleşir. Bu, insanın dünya heveslerine gereğinden fazla bağlanmaması gerektiği konusunda düşündürücüdür. Dünya, lütfunu sunsa bile, bunu genellikle kişinin hevesi ve ihtiyacı azaldığı bir zamanda yapar. Bu sebeple, feleğin cilvelerine takılıp kalmamalı, asıl gayeyi (Allah’a yönelme) unutmamalıdır.

​5. Hazreti Mevlânâ: Uyanış ve İlim Ambarı

​Beyitler ve Açıklamaları
​Beyit 1: Uyanışın Önemi
Orijinal Metin:
Ger mî-hâhi bekā vü pîrûz, mehosb
Ez-âteş-i aşk-ı dûst mî-sûz, mehosb
Sad-şeb höftî vü hâsıl-ı ân dîdî
Ez-bahr-i Hudâ imşeb tâ rûz mehosb
(Hz. Mevlânâ)
​Anlamı: Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedî saadet istiyorsan, uyuma! Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl, uyuma! Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün. Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!
​Beyit 2: İlim Yükünü Bırakmak
Orijinal Metin:
Hîn me-keş bâr-ı hevâ ân bâr-ı ilm
Tâ bebînî der-derûn anbâr-ı ilm
(Hz. Mevlânâ)
​Anlamı: Bilgi yükünü, heva ve heves uğruna taşıma ki, içindeki ilim ambarını göresin.
​İzah ve Açıklama
​A. Uyanışın Önemi
​Hazreti Mevlânâ’nın bu coşkulu dörtlüğü, “uyku” metaforu üzerinden insanın gaflet halini eleştirir. Bekā (ebedîlik) ve pîrûz (saadet) isteyen kişiye hitaben, dünyanın gelip geçici zevklerine dalmanın ve gaflet uykusunda olmanın manevi kazanç getirmeyeceğini öğütler. Gerçek varlık ve zafer, Dost’un (Hak/Allah) aşk ateşinde yanıp yakılmakla elde edilir. “Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün” dizesi, ömrün boşa geçirilmiş zamanlarına bir atıftır ve pişmanlık duyulması gereken hali belirtir. Mevlânâ, bu gece (bu an), dünya uykusunu terk edip Hakk aşkı için sabaha dek uyanık kalmaya (uyanışa, zikre, ibadete) çağırır.
​B. İlim Yükünü Bırakmak
​İkinci beyit, bilginin mahiyetine dair önemli bir uyarı ihtiva eder. İlim, eğer hevâ ve heves (nefsin arzuları, kibir, gösteriş) için taşınırsa, kişiye sadece yük olur. Mevlânâ, dış dünyadan edinilen bilgiyi (ilm-i kâl) nefsin arzularından temizlemeyi öğütler. Ancak bu dünyevî yük atılırsa, kişinin derûnunda (içinde), yani kalbinde saklı olan ilm-i ledün (ilahi, doğrudan gelen bilgi) ambarını görmesi mümkün olur. Bu, ilmin gayesinin birikim veya gösteriş değil, kalbin temizlenmesi ve hakikatle buluşma olduğunu düşündürür.

​6. Na’ilî: Beklemeye Değer Kavuşma

​Beyit ve Açıklaması
​Orijinal Metin:
Kadem kadem gece teşrîfi Nâ’îlî o meh-likā
Cihân cihân elem-i intizâra değmez mi
(Nâ’ilî)
​Anlamı: Ey Nâ’ilî! O ay yüzlü sevgilinin, gece, yavaş yavaş gelerek şereflendirmesi, dünyalar dolusu bekleme sıkıntısını çekmeye değmez mi?
​İzah ve Açıklama
​Na’ilî’nin bu beyiti, vuslat (kavuşma) yolundaki intizârın (bekleyişin) kıymetini anlatır. Şair, Sevgili’nin (ilahi sevgili ya da mürşit) teşrifinin (gelmesinin) kadem kadem (adım adım, yavaş yavaş) olmasını dahi büyük bir şeref sayar. Sevgilinin yüzü meh-likā (ay yüzlü) olarak tasvir edilir ki, bu da onun güzelliğinin parlaklığını ve benzersizliğini ifade eder.
​Beyitteki temel soru, büyük bir ödül ile büyük bir çabanın kıyaslamasıdır: Sevgili’nin bu yavaş ve değerli gelişi, karşılığında cihân cihân elem-i intizâr (dünyalar dolusu bekleyiş sıkıntısı/ıstırabı) çekmeye değer midir? Elbette cevabı evettir. Aşk yolunda çekilen her sıkıntı, her bekleyiş, sonunda gerçekleşecek olan vuslatın kıymetini katbekat artırır. Bu, ilahi aşk yolunda sabrın ve tahammülün ne kadar değerli olduğunu gösteren düşündürücü bir örnektir.
​Makale Özeti
​Bu makalede incelenen kadim beyitler, Divan şiirinin temelini oluşturan Aşk, İtibar, Dostluk, Zaman ve İlim gibi evrensel temaları hikmetli bir dille işlemektedir. Fuzûlî, gerçek âşık olmanın şartını benlikten vazgeçme (canı cânâna verme) olarak tanımlar ve teslimiyeti sorgular. Şeyh Gâlib, hem dünyevi hem de manevi itibarın kaynağını Mevlânâ’ya (mürşide/Hak’ka) bağlılıkta görürken, Bezmi Elest’te kendi payına aşk acısı dolu bir gönül düştüğünü şükranla kabul eder. Şairi bilinmeyen (Lâedrî) beyit, doğru ve uygun bir dosta sahip olmamanın, ömrü boşa geçirmek anlamına geldiğini ibretle hatırlatır. Mezâkî, feleğin lütfunu çoğu zaman iş işten geçtikten sonra sunduğunu belirterek, dünya heveslerine bağlanmanın boşluğunu düşündürür. Son olarak Hazreti Mevlânâ, insanın gaflet uykusundan uyanmasını ve hevâdan arınmış ilmin kişinin kalbindeki hakikat ambarını açacağını öğütler. Tüm bu beyitler, insanın kâinattaki yerini, manevi yolculuğunun zorluklarını ve kemâle ermenin sırlarını, edebi bir derinlik ve ahenk içinde sunar.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 9th, 2025

Islah Kelimesinin Aslı ve Anlamı

  1. Islah Kelimesinin Aslı ve Anlamı


Islah (إصلاح) kelimesi, s-l-ḥ (ص ل ح) kökünden gelir.
Bu kök, “düzeltmek, barışmak, uyum sağlamak, yararı artırmak, fesadı gidermek” anlamlarını taşır.
Fesad (bozmak, ifsat) kökünün zıddıdır.
Yani ıslah = fesadın zıddıdır.
🔹 2. Kur’ân’da Islah Kavramı
Kur’ân’da “ıslah” kelimesi ve türevleri yaklaşık bir çok yerde geçer.
Bu kullanımlar üç ana kısımda toplanabilir:

🟢 A. Ferdî Düzeyde Islah
Kişinin kendini, imanını, amelini, ahlâkını düzeltmesi anlamına gelir.
Bakara 160:
“Ancak tevbe edenler, hallerini düzeltenler (أصلحوا) ve (gerçeği) açıklayanlar müstesna. İşte onların tevbesini kabul ederim..Çünkü ben, tevbeleri çokça kabul eden ve merhameti bol olanımdır..”

Bu açıdan ıslah, kalp, niyet, amel ve ahlâk bütünlüğünü hedefler.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
Islah-ı nefs, ıslah-ı âlem için bir mukaddemedir.
Zira nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez.
Vede kendini ıslah etmeyen, âlemi ıslah edemez.

🟢 B. Toplumsal (İçtimaî) Düzeyde Islah

Toplum içindeki düzeni, adaleti, barışı ve hakkı tesis etmek anlamındadır.
A‘râf 56:
“Islah edildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın…”

Burada yeryüzü, Allah’ın düzeni (nizâm-ı İlâhî) anlamında olup, insanın zulüm ve fesadıyla bu düzenin bozulmaması istenir.
Hucurât 10:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin (فَأَصْلِحُوا)…”

Buradaki ıslah, sosyal barışı ve kardeşliği koruma eylemidir.

🟢 C. İlâhî Islah (Allah’ın Kullarını Islah Etmesi)

Allah Teâlâ’nın, kullarının kalplerini, hallerini, nesillerini düzeltmesi anlamındadır.
Ahzâb 71:
“(Allah’a karşı) doğru söz söyleyin ki Allah amellerinizi ıslah etsin (يُصْلِحْ) ve günahlarınızı bağışlasın.”

Tahrîm 4:
“(Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.”

🔹 3. Muradif (Yakın Anlamlı) Kavramlar
Islah kavramıyla aynı anlam kümesinde bulunan bazı Kur’ânî kelimeler şunlardır:
Kelime – Kök – Anlam – Islah’la İlişkisi
Salâh (صلاح)s-l-ḥDüzgünlük, doğruluk, iyilik hali –
Islah’ın fiil hali; ıslah edilmiş durum
Tezkiye (تزكية)z-k-y – Arındırmak, temizlemek.
Islah’ın kalbî yönü; nefsi temizleme
İnâbe (إنابة)n-w-b -Geri dönmek, Allah’a yönelmek.
Islah’ın niyet yönü – Tevbe (توبة)t-w-b
Pişmanlıkla dönmek.
Islahın başlangıcı.
Islah-ı Zâtü’l-Beyn (إصلاح ذات البين)–Arayı düzeltmek. Toplumsal barışın tesisi
Amel-i Sâlih (عمل صالح)–Salih amel, faydalı iş.
Islahın fiilî sonucu.

🔹 4. Islah – Fesad İlişkisi

Kur’ân’da ıslah, genellikle fesad kavramının zıddı olarak kullanılır:
Bakara 11-12:
“Onlara, ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!’ denildiğinde,
‘Biz ancak ıslah edicileriz (مصلحون)’ derler.
Dikkat edin! Gerçekte onlar bozguncuların ta kendileridir, fakat farkında değildirler.”

Bu ayet, riya, nifak ve siyasî istismar altında yapılan “ıslah” iddialarının aslında “fesad” doğurabileceğini gösterir.
Yani ıslah niyetiyle fesad çıkarmak, en tehlikeli ifsat türüdür.

🔹 5. Genel Açıdan Islah
En büyük ıslah, imanî ve içtimaî olan bir vazifedir:
Özellikle insanın imanını kurtarmak, bütün dünyaya bedel bir vazifedir.
Çünkü bir insanı ıslah eden, bir âlemi ıslah etmiş olur.

Ve yine:
Islah niyetiyle tahripkârane hareket etmek, tahriptir, ıslah değil.
Bozmaktan, düzeltmek değil.
Bu ölçüyle, ıslah:
• Fesadı gideren,
• Hakkı ikame eden,
• Kalpleri barıştıran,
• Allah’ın rızasına uygun düzeltme eylemidir.

🔹 6. Kavramsal Sonuç

Boyut – Islah’ın Anlamı – Kur’ânî Karşılığı.
Ferdi – Nefsini, ahlâkını, imanını düzeltmek.
Bakara 160, Ahzâb 71.
Toplumsal – İnsanlar arasında adalet, barış ve düzen kurmak.
Hucurât 10, A‘râf 56.
İlâhî – Allah’ın kullarını hidayetle düzeltmesi.
Ahzâb 71.

Zıddı – Fesad (bozmak, ifsat etmek)
Bakara 11-12

*****

Bir Kissa:

Hz. Musa kötü birine karşı; Allah onu ıslah etsin, der.
Ertesi gün o adamın öldüğünü duyunca Allah’a; Ya Rabbi ben onun ölmesi için değil, düzelmesi için demiştim deyince, Cenâb-ı Hak cevaben;
Onun ıslahı ölmesiydi, der.

O halde; Islah-ı Nefis ve Hal olanları ve de Allah dilediklerini dilediği gibi ıslah etsin.!
Ne diyelim?

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 9th, 2025

VİCDAN KAZANDI – İSRAİL KAYBETTİ

VİCDAN KAZANDI – İSRAİL KAYBETTİ

İsrail yenildi. Geriye büyük bir enkaz ve nefret bırakarak.
Tarihinin en büyük zilletini yaşayarak.
Gazze izzet ve onurunu daha da yüceltti.
İslam’ın ve Müslümanların izzetini korudu, kan ve gözyaşıyla bedel ödeyerek..
Müslümanların ve dünyanın gözünü açıp uyanmasını sağladı.
Dünya vicdanı kazandı.
Dünya ve insanlar tarafını belli etti.
Dünya yeni bir hakikate gebe.
Israil Dünyadan tecrid edildi.
Dünya Yahudi hakimiyeti kırıldı.
Zincirler çözüldü.
Maskeler düştü.
Bin yılda temizleyemeyeceği bir soykırım leke, kan ve gözyaşını geride bıraktı.
Tarihte bir daha lanetle anılmayı hak etti.
İlahi gazabı tescil etti.
70 yıllık işgal anlaşma ile sonlandı,eğer tinetindeki ihaneti tekrar ortaya çıkarmazsa.

******

İSRAİL YENİLDİ: TARİHİN YÜZÜNE ÇALINAN ZİLLETİN BELGESİ

1. “İsrail yenildi.”
Bu cümle yalnızca askerî bir mağlubiyetin değil, ilahî adaletin tecellisinin ilanıdır.
Kur’an buyurur:
“Zalimler nasıl bir inkılapla devrileceklerini yakında bileceklerdir.”
(Şuarâ, 227)
Zulümle yükselen hiçbir güç, adaletin güneşi doğduğunda ayakta kalamaz.
İsrail yenildi; çünkü silahı güçlüydü ama kalbi ölüydü.
Gazze’nin taşları, çocukların sabrı ve annelerin duası karşısında yenildi.
Bu, ilahî bir hesaplaşmanın sessiz zaferidir.

2. “Geriye büyük bir enkaz ve nefret bırakarak.”

Bu enkaz sadece yıkılmış binalar değil, vicdanların harabeye dönmesidir.
İsrail’in zulmü, kendi propagandasını, kendi mitini, kendi “masumiyet” perdesini yıktı.
Artık dünya o “acımasız devleti” değil, “ahlaksız bir gücü” görüyor.
Nefret, onların ruhuna sinen ateştir; o ateş, dışarıda değil, içlerinde yanacaktır.

3. “Tarihinin en büyük zilletini yaşayarak.”

Kur’an, kibirle yürüyen toplumların akıbetini haber verir:
“Allah dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltır.”
(Âl-i İmrân, 26)
Zillet, yalnızca yenilgi değildir; hakikatten kopuşun son perdesidir.
İsrail, tanklarının gölgesinde zilleti tattı; çünkü mazluma galebe çalmak değil, mazlumun duasına hedef olmak en büyük hezimettir.
Onlar zafer sandıklarını aslında bir utanç mezarına çevirdiler.

4. “Gazze izzet ve onurunu daha da yüceltti.”

Gazze, modern çağın Kerbelâ’sıdır.
Her damla kanıyla, onurun imanla beslendiğini ispatladı.
Gazze’nin direnişi, “küçük bir belde”nin değil, imanla dolu bir kalbin direnişidir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadisatın tazyikatından kurtulabilir..
” (Sözler, 23. Söz)
Gazze, işte bu imanın çağımızdaki örneğidir.

5. “İslam’ın ve Müslümanların izzetini korudu, kan ve gözyaşıyla bedel ödeyerek.”

Bazen bir milletin izzeti, bir avuç mü’minin sabrına bağlanır.
Gazze’deki çocuklar, ümmetin onurunu omuzladı.
Kan, o izzetin mühürleridir.
Her şehit, ümmetin alnına çekilmiş bir **“izzet çizgisi”**dir.
Gazze, sadece toprak değil; ümmetin yeniden doğuş rahmidir.

6. “Müslümanların ve dünyanın gözünü açıp uyanmasını sağladı.”

Her musibet bir ikazdır, her zulüm bir uyanışa davettir.
Gazze, İslam dünyasına şunu haykırdı:
“Uykuda kaldığınız her an, bir çocuk daha ölür.”
Artık gaflet perdesi yırtıldı.
Batı’nın çifte standardı, insanlığın önünde teşhir oldu.
Vicdanı olan herkes artık kim zalim, kim mazlum biliyor.

7. “Dünya vicdanı kazandı.”

Bir topluluk mazlum olunca, hakikat onun tarafına geçer.
Gazze’nin yıkımı, insanlığın kalbinde bir diriliş başlattı.
Artık dünya, hakkı savunmanın, insan kalmanın ne olduğunu yeniden hatırlıyor.
Bu zafer, silahla değil, vicdanla kazanılan bir zaferdir.

8. “Dünya ve insanlar tarafını belli etti.”

Artık tarafsızlık bir yalandır.
Ya zulmün yanında, ya mazlumun safında olacaksın.
Gazze, insanlığa bir ayna tuttu:
Kimde insanlık var, kimde çıkar.
Kur’an buyurur:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun.”
(Nisâ, 135)

9. “Dünya yeni bir hakikate gebe.”

Her enkaz, bir dirilişin beşiğidir.
Gazze’nin yıkımı, yeni bir dünyanın doğum sancısıdır.
Bu doğumda acı vardır, kan vardır; ama sonunda adaletin, merhametin ve tevhidin sabahı vardır.
Zulüm duvarları yıkılırken, hakikat güneşi doğuyor.

10. “İsrail dünyadan tecrid edildi.”

Yalanın maskesi düşünce, yalnızlık başlar.
İsrail artık sadece bir devlet değil; zulmün sembolü olarak anılacak.
Ne diplomasi ne medya artık onu temize çıkaramaz.
İnsanlık, onun elinden soğuk bir taş gibi çekiliyor.

11. “Dünya Yahudi hakimiyeti kırıldı.”

Bu, ırka değil, sisteme dair bir cümledir.
Kapitalizmin, medyanın, siyasetin iplerini elinde tutan küresel tahakküm çatladı.
Gazze’nin minarelerinden yükselen ezan, o tahakkümün üzerine manevî bir yıldırım gibi düştü.
Hakimiyet artık para ve propaganda ile değil, hakikat ve sabırla şekillenecek.

12. “Zincirler çözüldü.”

Korku zincirleri…
Sessizlik zincirleri…
Menfaat zincirleri…
Gazze’nin sabrı, bu zincirleri kırdı.
Artık kimse “güçlüye boyun eğmek kaderdir” diyemiyor.
Kader, Allah’a teslimiyetle şekillenir.

13. “Maskeler düştü.”

Her maske, bir hakikati gizlemek içindi.
İnsan hakları, özgürlük, demokrasi diyenlerin yüzü, Gazze’deki çocukların cesetleriyle açığa çıktı.
Artık kimse “medeniyet”i bu kirle örtüp saklayamaz.
Dünya, sahte putlarını kaybetti.

14. “Bin yılda temizleyemeyeceği bir soykırım leke, kan ve gözyaşını geride bıraktı.”

Bu leke, sadece ellerinde değil, ruhlarında kaldı.
O kan, toprağa değil; tarihe işlendi.
Bu soykırım, kendi meşruiyetini kendi eliyle yok etti.
Hiçbir propaganda, o lekeleri silemeyecek.

15. “Tarihte bir daha lanetle anılmayı hak etti.”

Kur’an’da buyurulur:
“Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.”
(Hûd, 18)
Bu lanet, sadece bir beddua değil; ilahi bir hükümdür.
Firavun’un, Nemrut’un, Ebu Cehil’in kaderi neyse,
artık o da aynı satırda yazılıdır.

16. “İlahi gazabı tescil etti.”

Gazap, zulmün kaçınılmaz sonucudur.
İlahi adalet, gecikse de şaşmaz.
Gazze’deki mazlumların duası, arşa çıkmış, ve Arş’tan cevap gelmiştir:
“ Kafirler (Zalimler) için hazırlanan ateşten sakının.” (Âl-i İmrân, 131 )
Bu, artık tarih değil, kaderin mühürlenmiş sayfasıdır.

17. “70 yıllık işgal anlaşma ile sonlandı, eğer tinetindeki ihaneti tekrar ortaya çıkarmazsa.”

Bu, zahirde bir “barış”tır; ama hakikatte bir imtihan dönümüdür.
Tarihte nice milletler, sözle imtihan oldu, ama niyetleriyle hüküm giydi.
Eğer İsrail tekrar o tinetine dönerse, bu sefer sadece toprak değil, köküyle birlikte kazınacaktır.
Çünkü zulümle abat olan, adaletle imha edilir.

Sonuç:

Gazze kazandı; çünkü iman kazandı.
İsrail yenildi; çünkü zulüm yıkılır.
Dünya değişti; çünkü hakikat yeniden doğdu.
Ve tarih artık yeni bir sahife açtı:
“Zalimlerin saltanatı bitti; mazlumların duası galip geldi.”

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
09/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 9th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 17 –

translator

 

BERCESTE VE İZAHI – 17 –

​İrfan Yolunda Beş Durak: Aşk, İlim, Terk ve Uyanış
​Bu makale, Klasik Türk Edebiyatı’nın ve tasavvufi düşüncenin derinliğini yansıtan beş farklı şairin beş beytini merkeze alarak; aşk, ilim, nefs terbiyesi, dünyadan el çekme ve hakikat yolunda uyanıklık gibi kadim konuları ele almaktadır. Her bir beyit, kendi içinde bir felsefe barındıran, asırlar ötesinden günümüze ışık tutan birer hikmet pınarıdır.
​1. Hikmet-i İlim ve Nefsin Yükü: Hz. Mevlânâ

​Farsça ve Transkripsiyon:
Hîn me-keş behr-i hevâ ân bâr-ı ilm
Tâ bebînî der-derûn anbâr-ı ilm
Hz. Mevlânâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Bilgi yükünü, heva ve heves uğruna taşıma ki
İçindeki ilim ambarını göresin.”
​İzah ve Açıklama
​Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin bu derinlikli beyti, ilmin (bilginin) amacını ve mâhiyetini sorgular. Şair, bilgiyi bir “yük” olarak tanımlayarak, bilginin sadece zihinsel bir birikim, kuru bir malumat yığını haline gelmesi tehlikesine işaret eder. Eğer bilgi, hevâ ve heves (nefsin geçici arzuları, bencillik) uğruna kullanılır, makam, mevki veya kişisel menfaat için araçsallaştırılırsa, bu bilgelik değil, ağır bir yüktür.
​Ancak beyit, bu yükü terk etmenin karşılığında bir vaatte bulunur: “İçindeki ilim ambarını göresin.” Mevlânâ’ya göre gerçek ilim, dışarıdan öğrenilen değil, gönlün derinliklerinde, ruhun özünde saklı olan, ilahî bir lütufla açığa çıkan mârifet yani bilgeliktir. Kişi, nefsanî gayelerden arındığında, dış dünyanın gürültüsünü susturduğunda, taşıdığı yük hafifler ve asıl hazine olan ‘iç bilgi ambarı’ yani sezgi, kalbi idrak ile ulaşılan hakikatler kendisine ayân olur. Bu, “nefsini bilen Rabbini bilir” düsturunun ilimdeki yansımasıdır. Tarihi ve tasavvufi olarak bu, sûfilerin “zâhirî ilim” (dış) ve “bâtınî ilim” (iç) ayrımındaki temel görüşlerden biridir.
​2. Aşkın Ebedi Gözü: Necârzâde Rızâ

​Arapça ve Transkripsiyon:
Gören âşık cemâl-i bâ-kemâlin görmeyen âşık
O gül-ruhsâra bi’llâhi Hudâvend-i cihân âşık
Neccârzâde Rızâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Yemin olsun ki kemâle eren yüzünü gören de âşık, görmeyen de;
Hatta şu kâinatın yaratıcısı dahi senin o gül yüzüne âşık.”
​İzah ve Açıklama
​Necârzâde Rızâ’ya ait olduğu belirtilen bu beyit, Divan şiirinin zirvesindeki ilahi ve beşeri aşkın birleştiği noktayı ifade eder. Beyit, mübalağanın (abartı) ve te’kid (vurgulama, yemin) sanatının en çarpıcı örneklerinden biridir.
​Şair, sevgiliye (mutlak güzelliğe, yani yaratıcının tecellisine) duyulan aşkın evrenselliğini ilan eder. “Kemâle eren yüz” (cemâl-i bâ-kemâl), hem beşeri anlamda en mükemmel güzelliği hem de tasavvufta Cemâl-i İlâhî’yi (Allah’ın güzellik sıfatının tecellisi) simgeler. Aşkın, görmeye ve görmemeye bağlı olmadığını ifade ederek, bu aşkın kaynağının göz değil, kalb olduğunu vurgular. Göz, bir perdedir; asıl aşık olan ruhtur.
​Beytin zirve noktası, “O gül-ruhsâra bi’llâhi Hudâvend-i cihân âşık” mısrasıdır. “Bi’llâhi” (Allah’a yemin olsun) ifadesiyle sevgiliye duyulan hayranlığın ciddiyeti pekiştirilir. Asıl müthiş iddia ise kâinatın yaratıcısının dahi (Hudâvend-i cihân) o gül yüze âşık olmasıdır. Bu ifade, tasavvufi bir derinlik taşır. “Gül yüz”, Mutlak Güzelliğin bir tecellisi olduğundan, aslında Yaratıcı’nın kendi yarattığı güzelliği sevmesi, “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve yarattım” kudsi hadisinin estetik bir yorumudur. Yaratıcının bile hayran olduğu bir güzellik karşısında beşerî aşkın yüceliği ve mazuriyeti anlatılır. Bu, aşkın yaratılışın özünde olduğu fikrinin edebi bir ifadesidir.
​3. Dünyadan El Çekme Sanatı: Sâ’ib-i Tebrîzî

​Farsça ve Transkripsiyon:
Hîç kârî bî-te’emmül gerçi Sâ’ib hûb nîst
Bi-te’emmül âstîn-efşânden ez-dünyâ hoşest
Sâ’ib-i Tebrîzî
​Günümüz Türkçesiyle:
“Ey Sâib! Hiçbir işi düşünmeksizin yapmak güzel değildir.
Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek güzeldir.”
​İzah ve Açıklama
​İsfahan üslûbunun büyük şairi Sâ’ib-i Tebrîzî, bu beytinde dünya görüşü ve eylem hikmetine dair çarpıcı bir paradoks sunar. Beytin ilk dizesi, aklın ve tedbirin gerekliliğini vurgular: Hayatta yapılan her işin, “te’emmül” yani derinlemesine düşünme, ölçüp biçme ile yapılması esastır ve güzelliktir. Bu, İslâm ahlâkında da önemli bir yer tutan ihtiyatlı olma ilkesidir.
​Ancak ikinci mısrada, bu kurala bir istisna getirir ve büyük bir kontrast oluşturur: “Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek (âstîn-efşânden) güzeldir.” Âstîn-efşânden (yenini silkelemek), bir şeyi bırakıp gitme, vedalaşma, kayıtsız kalma anlamlarına gelir. Şairin demek istediği şudur: Dünya, tabiatı itibarıyla geçici, aldatıcı ve nihayetinde bir hapis yeridir. Bu hakikat o kadar aşikâr, o kadar kesindir ki, bu dünyadan yüz çevirmenin, ona bağlanmamanın, onun geçici zevklerine dalmamanın ayrıca bir düşünceye ve tereddüde ihtiyacı yoktur.
​Diğer işler akılla ve tereddütle yapılırken, dünyayı terk etme kararı anlık bir sezgi, bir kalp coşkusu, tereddütsüz bir teslimiyetle verilmelidir. Dünya sevgisi (hubb-ı dünya) öyle bir hastalıktır ki, ondan kurtulmak için en hızlı ve tereddütsüz kararı vermek gerekir. Bu, bir nevi aklın dahi ötesinde bir hakikat idraki gerektiren, anlık bir uyanışın önemini vurgulayan bir ifadedir.
​4. Gecenin Kıymeti ve Bekleyişin Eziyeti: Nâ’ilî

​Arapça ve Transkripsiyon:
Kadem kadem gece teşrifi Nâ’ilî o mehin
Cihân cihân elem-i intizâra değmez mi
Nâ’ilî
​Günümüz Türkçesiyle:
“Ey Nâ’ilî! O ay yüzlü sevgilinin gece,
Yavaş yavaş gelerek şereflendirmesi,
dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı çekmeye değmez mi?”
​İzah ve Açıklama
​Divan şiirinin Sebk-i Hindî (Hint Üslûbu) akımının önemli temsilcilerinden Nâ’ilî-i Kadîm’in bu beyti, aşkın ıstırabını ve vuslatın (kavuşmanın) yüceliğini işler. Beyit, zengin imgeler ve söz tekrarlarıyla (tekrîr) sanatsal bir derinlik kazanmıştır.
​Buradaki sevgili, güzelliğiyle “meh” (ay)’a benzetilmiştir. Sevgilinin gelişi, “kadem kadem” (adım adım, yavaş yavaş) gerçekleşir ve bu, onun nazının (aşk oyununun) bir parçasıdır. Gecenin karanlığı içinde ayın yavaşça yükselmesi gibi, sevgilinin gelişi de yavaş ve görkemli bir olaydır. “Teşrif” kelimesi, onun bu gelişine bir şeref ve değer atfeder.
​Bu yavaş ve nazlı gelişin karşısında ise “cihân cihân elem-i intizâr” (dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı) yer alır. “Cihân cihân” (dünyalar dolusu) ifadesiyle, çekilen bekleme acısının büyüklüğü ve derinliği mübalağa sanatı ile anlatılmıştır. Şair, çektiği bu devasa ızdırabı, sevgilinin bir anlık nazlı teşrifine feda etmeyi sorgular ve cevabın kesin bir “değer” olduğu ima edilir. Bu, aynı zamanda tasavvufta seyr ü sülûk (manevi yolculuk) sırasında çekilen zorlukların, Hakikate ulaşma anındaki zevk karşısında önemsiz kalacağını anlatan bir sembolizm de taşır. Aşık, çektiği acının büyüklüğü oranında kavuşmanın lezzetini yüceltir.
​5. Ebedi Hayatın Anahtarı: Hz. Mevlânâ

​Farsça ve Transkripsiyon:
Ger mî-hâhî bekā vü pîrûz, mehosb
Ez-âteş-i ʿaşḳ-ı dûst mî-sûz, mehosb
Sad şeb hoftî vü hâsıl-ı ân dîdî
Ez-bahr-i Hudâ imşeb tâ rûz mehosb
Hz. Mevlânâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet istiyorsan, uyuma!
Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl, uyuma!
Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün;
Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!”
​İzah ve Açıklama
​Hz. Mevlânâ’nın bu beyti (ki aslında bir kıtadır), tasavvuf yolunun en temel ilkelerinden biri olan uyanıklığı (yakazat) ve gece ibadetinin önemini emreder. Beyit, bir davet ve aynı zamanda bir uyarı niteliği taşır.
​Şair, arayışın amacını en başta koyar: “Bekā vü pîrûz” (ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet). Bu amaca ulaşmanın ilk şartı “mehosb” (uyuma!) emridir. Buradaki uyku (hosb), sadece bedeni uyku değil, asıl olarak gaflet uykusudur. Gaflet, insanın hakikatten, yaratılış amacından ve ilahî aşktan uzak kalması halidir.
​Gerçek hayatı arayan kişiye sunulan yol, **”Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl”**maktır. “Dost” burada Allah’tır. Yanıp yakılmak ise aşkın yakıcı ateşiyle nefsi terbiye etmek, sabaha kadar ibadet etmek ve tefekkürle meşgul olmaktır. İkinci beyit ise bir muhasebe ve teşvik ihtiva eder: “Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün.” Gafletle geçirilen ömrün verimsizliği hatırlatılır. Son mısrada ise “Ez-bahr-i Hudâ” (Allah aşkına) diyerek emri en güçlü şekilde tekrar eder: “Bu gece sabaha kadar uyuma!” Mevlânâ, hakikat yolcusuna ebedi saadeti fani uykulara tercih etmesi gerektiğini, uyanıklığın sadece bedeni değil, gönül ve idrak uyanıklığı olduğunu öğütler. Bu, Divan ve Tasavvuf edebiyatında şeb-i ihyâ (geceyi ibadetle geçirme) geleneğinin en güçlü şiirsel ifadelerindendir.
​Makale: Aşk, İlim ve Terk İle Dokunan Uyanışın İpeği
​İnsanlık tarihi, daima bir arayışın, bir uyanışın öyküsüdür. Kadim şairlerin ve sufilerin sözleri ise bu arayışın yol haritası, uyanışın manifestosu olmuştur. Farklı zamanlarda yaşamış, farklı coğrafyalarda kalem oynatmış olsalar da, Mevlânâ, Sâ’ib-i Tebrîzî ve Nâ’ilî gibi üstatların eserleri, ruhun özündeki aynı hakikate parmak basar: Gerçek hayat, gaflet uykusundan uyanmakla başlar. Bu makalede, sunduğumuz beş hikmetli beyit üzerinden, tasavvuf ve irfan yolunun beş temel durağını inceleyeceğiz: İlmin Amacı, Aşkın Evrenselliği, Dünyadan Tereddütsüz El Çekme, Vuslatın Değeri ve Gafletten Kurtuluş.
​1. İlim Yükünden Kurtulup Öz Bilgeliğe Erişim (Mevlânâ)
​Mevlânâ’nın: “Bilgi yükünü, heva ve heves uğruna taşıma ki / İçindeki ilim ambarını göresin,” uyarısı, bilginin ahlâkî sorumluluğuna dair yüzyıllık bir ders sunar. İlim, modern çağda olduğu gibi eski devirlerde de bir güç aracıydı. Ancak Mevlânâ’ya göre, güç için edinilen bilgi, nefs-i emmârenin (bencillik ve arzuların) hizmetkârı olduğunda, o bilgi bir ışık olmaktan çıkar, taşıyanı ezen ağır bir yüke dönüşür. Bir fâkih (hukukçu) veya bir filozof, bilgisini makam için, tartışmayı kazanmak için kullandığında, aslında kendi içindeki Hakikat ambarının kapısını kapatmış olur. Zira hakiki ilim, “ledün ilmi” denilen, kalb yoluyla edinilen, tevazu ve samimiyetle yeşeren bilgidir. Dış yükü bırakan derviş, içindeki hikmet pınarını bulur ve böylece ilim, yük olmaktan çıkıp “nûr” (ışık) haline gelir.
​2. Aşkın Mutlak Kudreti ve Yaratılışın Gayesi (Necârzâde Rızâ)
​Necârzâde Rızâ’nın beytindeki, “Yemin olsun ki kemâle eren yüzünü gören de âşık, görmeyen de; / Hatta şu kâinatın yaratıcısı dahi senin o gül yüzüne âşık,” ifadesi, aşkı evrenin merkezine koyan bir tasavvufî kozmolojiyi işaret eder. Bu, basit bir beşeri methiye değil, tevhidi (birliği) ilan eden bir sestir. Sevgili, mutlak güzelliğin bir yansımasıdır. Öyle bir yansıma ki, ona duyulan hayranlık, yaratanı da kapsar. Yaratıcının, yarattığı güzelliği sevmesi, yaratılışın aşk ile var olduğu fikrini pekiştirir. Görmenin ve görmemenin ötesindeki aşk, kalbin perdesiz idrakidir. Bu, imtihan dünyasında çektiğimiz tüm acıların, gördüğümüz tüm güzelliklerin nihai gayesinin ilahi güzelliğe (Cemâl-i İlâhî) duyulan sonsuz meyil olduğunu hatırlatır.
​3. Tereddütsüz Terk Kararı: Dünyanın Aldatıcılığı (Sâ’ib-i Tebrîzî)
​”Ey Sâib! Hiçbir işi düşünmeksizin yapmak güzel değildir. / Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek güzeldir,” sözü, Sâ’ib-i Tebrîzî’nin dünya hayatına dair keskin felsefesini ortaya koyar. Bir işe başlarken tedbirli olmak, akıl yürütmek ve sonucu hesaplamak (te’emmül), dünyevi yaşamın bir zorunluluğudur. Ancak şair, dünyaya karşı takınılacak tavırda bu temkinin yersiz olduğunu söyler. Zira dünyanın fâniliği (geçiciliği), te’emmüle gerek duyulmayacak kadar çıplak bir hakikattir.
​”Âstîn-efşânden” (etek silkelemek), yani dünyadan yüz çevirme eylemi, bir zorunluluk değil, bir idrakin meyvesi olmalıdır. O idrak anı geldiğinde, düşünceye, pişmanlığa, ertelemeye yer yoktur. Bir anlık tereddüt, kişiyi dünya bataklığına geri çekebilir. Dolayısıyla hakikat yolcusu, dünyadan el çekme kararını te’emmülsüz, coşkulu ve anlık bir teslimiyetle vermelidir. Bu, dünyaya karşı uyanıklığın zirvesidir.
​4. Vuslatın Bedeli: Bekleyişin Kıymeti (Nâ’ilî)
​Nâ’ilî’nin: “Ey Nâ’ilî! O ay yüzlü sevgilinin gece, yavaş yavaş gelerek şereflendirmesi, / dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı çekmeye değmez mi?” beyti, aşkın metafiziğini sabır ve bekleyiş üzerinden kurar. Sevgilinin “kadem kadem” gelişi, manevî yolculuktaki tedriciliği (aşamalı ilerleyişi) simgeler. Vuslat (kavuşma) birdenbire değil, adım adım gerçekleşir.
​Bu nazlı ve yavaş ilerleyişin karşılığı ise **”cihân cihân elem-i intizâr”**dır. Bu büyük acı, vuslat anının değerini katbekat artırır. Eğer sevgili kolayca gelseydi, aşkın ve hasretin anlamı kalmazdı. Bu durum, tarihi bir ibretle, Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’a duyduğu hasrete, ya da tasavvuf yolunda kırk yıl çile çeken bir dervişin tek bir zikir anına erişine benzetilebilir. Çekilen elem, dostun teşrifine bir bedeldir ve bu bedel, verilen karşılığın büyüklüğü (cihân cihân vuslat) yanında anlamsız kalır.
​5. Gafletten Uyanış: Ebedi Hayatın Sırrı (Mevlânâ)
​Mevlânâ’nın son kıtası: “Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet istiyorsan, uyuma! / Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl, uyuma! / Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün; / Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!” tüm bu felsefelerin pratik bir eylem çağrısıyla sonuçlanmasıdır. Burada uyku, kesinlikle gaflet halidir.
​Bu uyarı, kişinin kendiyle yüzleşmesini gerektirir. Gafletle geçirilen ömür, sonuçsuz bir rüyadan ibarettir. Ebedi saadetin yolu, aşkın ateşine teslim olmaktan ve geceyi ihyâ etmekten geçer. Gecenin sükûneti, kalbin uyanması için en uygun zemindir. Mevlânâ, “Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün?” diyerek, okuyucuyu bir muhasebe yapmaya davet eder. Gafletin getirisi hep aynıdır: Hiçlik. Bu nedenle, Allah aşkına, asıl hayatı kazanmak için bu gece (bu an), hakikat yolunda uyanık kalma vaktidir.
​Makale Özeti
​Bu makale, Hz. Mevlânâ, Sâ’ib-i Tebrîzî ve Nâ’ilî’nin hikmetli beytleri üzerinden irfan yolunun beş temel ilkesini ele almıştır. Mevlânâ’nın ilim anlayışı, bilginin nefsanî arzulardan arındırılarak kalbî idrake, yani öz bilgeliğe dönüştürülmesi gerektiğini vurgular. Necârzâde Rızâ’nın aşk tanımı, aşkın kâinatın yaratılış gayesi olduğunu, gören ve görmeyen tüm varlıkların bu mutlak güzelliğe âşık olduğunu gösterir. Sâ’ib-i Tebrîzî, dünya sevgisinden kurtulmanın, üzerinde düşünülmeyecek kadar acil ve keskin bir karar olması gerektiğini savunarak, tereddütsüz terk etme felsefesini sunar. Nâ’ilî ise, sevgilinin adım adım gelen teşrifinin, dünyalar dolusu çekilen bekleme ıstırabına değer olduğunu kanıtlayarak, vuslatın kıymetini bekleyişin zorluğuyla yüceltir. Son olarak Mevlânâ, tüm bu yolların nihai sonucu olarak, ebedi hayatı arzulayan herkesi gaflet uykusundan uyanmaya ve geceyi aşk ateşiyle ihya etmeye davet eder. Tüm bu beytler, özde tek bir mesaja odaklanır: Hakikat, uyanık bir kalbin eseridir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 8th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 16 –

BERCESTE VE İZAHI – 16 —

​I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
​Bu bölümde, her bir beyit ve kıt’a, şairinin ismi, transliterasyonu ve kısa açıklamasıyla birlikte kendi konusu içinde ele alınmıştır.
​A. İktidar, Adalet ve Dünya Fâniliği Teması
• ​Nâbî (Beyit 142)
• ​Beyit (Transliterasyon): Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine / Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz
• ​İzah ve Açıklama: Biz, mevki ve makam (câh) memleketinin taştan yapılmış nice kalelerini gördük ki, kırık kalbin (inkisâr) beddua ahının toplarına dayanamamışlardır.
• ​Ziyâ Paşa (Beyit 125)
• ​Beyit (Transliterasyon): Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin / Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına
• ​İzah ve Açıklama: Ey Rabbim! Yeryüzünü zulümle perişan eden zalimlerin toprağın altına girdiklerindeki hâli (zîr-i hâkin hâleti) akıllarına hiç gelmez mi acaba?
• ​Lâedrî (Beyit 156)
• ​Beyit (Transliterasyon): Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser
• ​İzah ve Açıklama: Zâlimin gelecek ipini (ikbâlini), mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser.
• ​Bâkî (Beyit 82)
• ​Beyit (Transliterasyon): Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir
• ​İzah ve Açıklama: Fazilet ehli insanların dünyevî makam mevkî olarak alt kısımlarda yer alması şaşırtıcı değildir. Denize bakın, ne kadar çöp varsa (hâr ü has) hep üst kısımdadır.
• ​Örfî (Beyit 95)
• ​Beyit (Transliterasyon): Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir
• ​İzah ve Açıklama: Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin (bahr-i serâb) üstündedir.
• ​Bâkî (Beyit 112)
• ​Beyit (Transliterasyon): Baş eğemez edâniye dünyâ-yı dün için / Allâh’adır tevekkiülümüz i’timâdımız
• ​İzah ve Açıklama: Biz, bu değersiz dünya (dünyâ-yı dün) için aşağılık kimselere (edâniye) boyun eğmeyiz. Bizim tevekkülümüz ve güvenimiz Allah’adır.
​B. Manevi Olgunluk ve Hikmet Teması
• ​Ziyâ Paşa (Beyit 136)
• ​Beyit (Transliterasyon): Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde
• ​İzah ve Açıklama: Bir kişinin yeteneğini gösteren şey ne söylediğinden ziyade ne yaptığıdır. Çünkü bir insanın aklının derecesi ancak eseri üzerinde görülür.
• ​Yûnus Emre (Beyit 134)
• ​Beyit (Transliterasyon): Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil / Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil
• ​İzah ve Açıklama: Dervişlik, sadece hırka giymek ve başına taç takmakla olmaz. Gönlünü derviş edebilen kişi, zaten hırkaya muhtaç değildir.
• ​Hz. Mevlânâ (Beyit 135)
• ​Beyit (Transliterasyon): Âsûde kesî ki der-kem u bîşi nîst… Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst
• ​İzah ve Açıklama: Azı ve çoğu düşünmeyen, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olan kimse, dünyaya da dünya halkının gamına da aldırış etmez. Kendisinden de zerre kadar bir benlik duygusu (hîşî) kalmaz.
• ​Lâedrî (Beyit 139)
• ​Beyit (Transliterasyon): Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer / Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer
• ​İzah ve Açıklama: Peygamber Efendimiz ﷺ bir beşerdir; fakat diğer insanlar gibi değildir. Taşların arasında yakut ne ise Allah Rasûlü de insanlar arasında öyledir.
• ​Nef’î (Beyit 118)
• ​Beyit (Transliterasyon): Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil / Çarha ile söyleşemem âyînesi sâf değil
• ​İzah ve Açıklama: Mucizevi sözler söyleyen bir papağan gibiyim. Söylediğim şeyler sıradan sözler değil. Ben, bu dönen gökyüzü (Çarh) ile söyleşemem çünkü onun aynası saf (temiz) değil.
• ​Nâ’ilî (Beyit 143)
• ​Beyit (Transliterasyon): Ey Nâ’îlî hamûşi mahz-ı hikmetdir ammâ / Eş’ârı böyle söyler üstâd söyleyince
• ​İzah ve Açıklama: Ey Nâ’îlî! Susmak (hamûşî) hikmetin kaynağıdır, bunu biliyoruz. Fakat üstat (üstâd) şiir söyleyince de böyle güzel söylüyor.
• ​Zârifi (Beyit 124)
• ​Beyit (Transliterasyon): Meşveretsiz kim ki bir iş işleye / Şol nedâmet parmağın çok dişleye
• ​İzah ve Açıklama: Eğer bir kimse istişare edip danışmadan (meşveretsiz) bir iş yaparsa; parmağını pişmanlıkla (nedâmet) ağzına götürür ve çokça ısırır.
• ​Hz. Mevlânâ (Beyit 138)
• ​Beyit (Transliterasyon): Çift-i mâyî çift bâyed hem-sıfat… Der do-çift-i kefş ü mûze der niger
• ​İzah ve Açıklama: Eşlerin birbirine benzemesi (hem-sıfat) lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak. Ayakkabının bir teki ayağa dar gelir ise ikisi de işe yaramaz.
​C. Aşk, Teslimiyet ve Çile Teması
• ​Muhibbî (Beyit 133)
• ​Beyit (Transliterasyon): Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet / Yâr-ı bâkî ister isen olmaya ta’at gibi
• ​İzah ve Açıklama: Bu yeme, içme ve eğlenceyi (ayş ü işret) bırak. Çünkü sonu kötüdür, fâniliktir. Gerçek, ebedî bir sevgili (Yâr-ı bâkî) ister isen, ibadet (ta’at) gibisi yoktur.
• ​Ayaşlı Muallim Şâkir (Beyit 128)
• ​Beyit (Transliterasyon): Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lutfu âşinâdan bil / Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâdan bil
• ​İzah ve Açıklama: Ne kahrı düşmanın elinden ne de iyiliği dosttan bil. Bütün işlerini Allah’a bırak (tefvîz et), sana gelen her şeyi yüce Allah’tan bil.
• ​Dürrî (Beyit 69)
• ​Beyit (Transliterasyon): Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir
• ​İzah ve Açıklama: Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür.
• ​Hz. Mevlânâ (Beyit 141)
• ​Beyit (Transliterasyon): Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned / Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned
• ​İzah ve Açıklama: Şu ney nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun feryadı ayrılıkların (cüdâyîhâ) destanı, hikâyesidir.
• ​Fuzûlî (Beyit 123)
• ​Beyit (Transliterasyon): Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su / Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su
• ​İzah ve Açıklama: Ey gözlerim! Gönlümdeki yangını söndürmek için boşuna yaşlar serpip durmayın. Benim gönlümde öyle bir yangın var ki artık ona su kâr etmez.
• ​Fuzûlî (Beyit 137)
• ​Beyit (Transliterasyon): Ârızın yâdıyle nemnâk olsa müjgânım n’ola / Zâyi’ olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su
• ​İzah ve Açıklama: Ey sevgili! Senin yanağını anınca kirpiklerim ıslansa buna hiç şaşılır mı? Gül isteyenin dikenleri sulaması (hâre su vermek) lüzumsuz değildir.
• ​Fuzûlî (Beyit 143)
• ​Beyit (Transliterasyon): Gam günü etme dil-i bîmârdan tîğin dırîğ / Hayr’dır vermek karanû gicede bîmâre su
• ​İzah ve Açıklama: Ey sevgili! Gam günü geldiğinde bu hasta gönlümden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme. Karanlık gecede, hastaya su vermek hayırlı bir iştir, sevaptır.
• ​Fuzûlî (Beyit 113)
• ​Beyit (Transliterasyon): Âh u feryâdın Fuzûlî incitipdir âlemi / Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedir
• ​İzah ve Açıklama: Ey Fuzûlî! Senin aşkından dolayı inlemelerin insanları incitiyor. Eğer bu aşk belasından hoşnut isen, neden bu kadar feryat ediyorsun?
• ​Hz. Mevlânâ (Beyit 129)
• ​Beyit (Transliterasyon): Bî-çâre ter ez-âşık-ı bî-sabr kocâst?… Der-aşk-ı hakîkî ne vefâ vu ne cefâst
• ​İzah ve Açıklama: Gerçek aşkta ne vefa ne de cefa vardır. Sabırsız aşıktan daha zavallı kim vardır? Zira bu aşk, hiç dermanı olmayan bir derttir.
• ​Şeyhülislâm Yahyâ (Beyit 111)
• ​Beyit (Transliterasyon): Getirdin ey dil-i âvâre sîneye bir bir / Ne denlü gussa vü gam varsa âşinâ diyerek
• ​İzah ve Açıklama: Ey avare gönlüm! Ne kadar çok sıkıntı, keder varsa, bunlar sana dosttur (âşinâ) diyerek bir bir gönlüme getirdin.
​II. Ebediyetin Aynası ve Aşkın Zorlu Yolu: Hikmet, Adalet ve Gönül
​Bu geniş edebi ve tarihi külliyat, insanlığın evrensel sorgulamalarına cevap arayan birer hikmet pınarıdır. Beyitler, bizi geçici olan (fânî) ile kalıcı olan (bâkî) arasındaki çetin seçimle yüzleştirir.
​A. Adaletin Zirvesi ve Fâniliğin İbreti
​Makalenin temeli, dünya iktidarının ne kadar fani ve aldatıcı olduğu gerçeği üzerine kuruludur. Bâkî, dünyevî makamları (izz ü câh) deniz üstündeki çer-çöpe benzeterek, erdemin görünür olana değil, öze ait olduğunu vurgular. Örfî, iyi giden günlerin bile serap denizi üzerinde ilerleyen bir gemi olduğunu hatırlatarak, gafletten uyanmayı emreder.
​Bu fani düzende, ilahi adalet mutlak ve kaçınılmazdır. Nâbî’nin ifadesiyle, kırık bir kalpten çıkan âh, en sağlam taş kaleleri (sengîn hisâr) dahi yıkan bir top gücü taşır. Ziyâ Paşa, zulmedenlerin sonunu, yani toprağın altındaki hâli unutmalarının en büyük körlük olduğunu sorgular. Lâedrî, bu durumu kesin bir hükümle tamamlar: “Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser”. Bu tarihi ve ibretli uyarılar, insanı dünya zevklerine karşı uyarır ve Bâkî’nin teslimiyetini getirir: Biz bu değersiz dünya için aşağılık kimselere boyun eğmeyiz, bizim güvenimiz Allah’adır.
​B. Kâmil Olgunluk ve Sözün Asaleti
​Fâniliğin farkında olan ruh, iç bir olgunluğa yönelir. Bu olgunluk, Yûnus Emre’nin dediği gibi, hırka veya taçla değil, gönlün derviş edilmesiyle elde edilir. Hz. Mevlânâ ise, bu gönül zenginliğinin zirvesini benliksizlik (hîşî nîst) olarak tanımlar; azlık ve çokluk kaydından azade olmaktır.
​İnsan zâtındaki bu asaleti, söz ve eserle dışa vurur. Ziyâ Paşa, aklın derecesinin laf ile değil, eserle görünür olduğunu belirtir. Ancak bu eser, Nef’î’nin kendini **”mucizevi sözler söyleyen papağan”**a benzetmesi gibi, ancak hakikati yansıtabilecek bir saflıkta olmalıdır. Nâ’ilî, susmanın hikmet olduğunu bilmekle birlikte, üstâdın şiirinin bu kuralı bozacak kadar güzel olması gerektiğini savunarak, edebi ifadenin gücünü yüceltir. Lâedrî ise, tüm bu manevi saflığın zirvesini, Hz. Peygamber’in “taşlar arasındaki yakut” meseliyle, özün ve asaletin fiziksel görünüşün ötesinde olduğunu ifade ederek taçlandırır.
​Hikmet yolu, aynı zamanda akıl ve istişare yoludur. Zârifi, meşveretsiz iş yapanın pişmanlık parmağını dişleyeceğini ibretle anlatır. Mevlânâ ise, bu dünyadaki her türlü eşleşmede uyumun (hem-sıfat) önemini, ayakkabı çiftlerinin işe yaramazlığı örneğiyle açıklar.
​C. Gönül Kederini Aşinâ Bilmek ve Ebedi Sevgiliye Teslimiyet
​Fani zevkleri bırakan (ayş ü işret) ve tüm işlerini Allah’a havale eden (tefvîz et) kişi için tek yol Yâr-ı Bâkî’ye (Ebedi Sevgili) yönelmektir. Muhibbî’ye göre bu yolun anahtarı ibadettir (ta’at).
​Bu manevi yol, kaçınılmaz olarak gussa ve gam verir. Şeyhülislâm Yahyâ, avare gönlün tüm kederleri dost (âşinâ) diyerek sinesine topladığını ifade ederek, acının bile manevi bir terbiye aracı olduğunu gösterir. Bu keder, Dürrî’de seher vaktinin âhı ile çözülen bir düğüme dönüşür.
​Aşkın zirvesi ise Fuzûlî’nin o muazzam yakarışlarında görülür. Gönlündeki aşkın yangınına gözyaşı bile çare kılmaz. Âşık, sevgiliye yalvarırken, gam gününde cefa veren keskin bakışlarını esirgememesini ister; çünkü bu cefa, karanlık gecede hastaya su vermek gibi bir hayırdır. Zira gül isteyen, dikenleri (hârı) de sulamayı göze almıştır. Mevlânâ’nın dediği gibi, gerçek aşkta zaten ne vefa ne de cefa aranır; aşk, başlı başına bir derttir ve dermanı yoktur. Bu, ayrılığın feryadını (cüdâyîhâ) dinleyen Ney’in hikâyesidir.
​Fuzûlî’ye yöneltilen o düşündürücü soru, bu çilenin özünü özetler: “Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedir”. Eğer aşk belasından hoşnutsan, bunca feryat neden? Cevap, aşkın, rızanın ve feryadın aynı anda var olabildiği, insana özgü, en derin ve en edebi maneviyat hâlinde gizlidir.
​ÖZET
​Bu makale, 24 berceşte beyitten oluşan geniş bir külliyatı, Adalet, İç Olgunluk ve Aşk-ı İlâhî temaları altında incelemektedir. Ziyâ Paşa ve Nâbî’nin beyitleriyle zulmün fâniliği ve kırık kalbin ahının (top-ı inkisâr) gücü vurgulanmış, Bâkî ve Örfî’nin mısralarıyla dünyanın geçiciliğine karşı tevekkül ve i’timadın önemi belirtilmiştir. Manevi olgunluk yolunda, Yûnus Emre’nin gönül dervişliği, Ziyâ Paşa’nın esere bakma ilkesi ve Lâedrî’nin Hz. Peygamber’i yakuta benzetmesiyle özün asaleti ele alınmıştır. Makalenin son bölümünde ise, Muhibbî’nin ibadetle ebedi sevgiliye yöneliş çağrısı, Fuzûlî’nin söndürülemez aşk ateşi ve Hz. Mevlânâ’nın ayrılık feryadı (ney) ile aşkın çileli ancak yüce mertebesi işlenmiştir. Tüm bu beyitler, insanın fani dünyanın aldatmacasına karşı, hikmet, teslimiyet ve ilahi aşkla donanmış kâmil bir ruha ulaşma mücadelesini edebi ve ibretli bir dille özetler.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 8th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 15 –

BERCESTE VE İZAHI – 15 —

I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
Aşağıdaki beyitler, farklı şair ve düşünürlerin kaleminden süzülmüş, her biri insan ve kâinat hakkındaki derin bir gerçeği yansıtan edebi ve hikmetli mirasımızın zirve noktalarıdır.
A. Adalet ve İktidarın Fâniliği Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 142 | Nâbî | Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine / Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz | Biz, mevki ve makam memleketinin taştan yapılmış nice kalelerini gördük ki onlar beddua ahının toplarına dayanamamışlardır. |
| 125 | Ziyâ Paşa | Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin / Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına | Ey Rabbim! Yeryüzünü zulümle perişan eden zalimlerin toprağın altına girdiklerindeki hâli akıllarına hiç gelmez mi acaba? |
| 156 | Lâedrî | Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser | Zâlimin gelecek ipini yani gelecek güzel günlerini mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser. |
| 82 | Bâkî | Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir | Fazilet ehli insanların dünyevî makam mevkî olarak alt kısımlarda yer alması şaşırtıcı değildir. Denize bakın, ne kadar çöp varsa hep üst kısımdadır. |
| 95 | Örfî | Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir | Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların, elemlerin vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin üstündedir. |
B. İç Hakikat ve Manevi Olgunluk Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 138 | Ziyâ Paşa | Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde | Bir kişinin yeteneğini gösteren şey ne söylediğinden ziyade ne yaptığıdır. Çünkü bir insanın aklının derecesi ancak eseri üzerinde görülür. |
| 134 | Yûnus Emre | Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil / Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil | Dervişlik, sadece hırka giymek ve başına taç takmakla olabilecek bir şey değildir. Gönlünü derviş edebilen kişi, zaten hırkaya muhtaç değildir. |
| 135 | Hz. Mevlânâ | Âsûde kesî ki der-kem u bîşi nîst… Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst | Azı ve çoğu düşünmeyen, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olan kimse, dünyaya da dünya halkının gamına da aldırış etmez. Kendisinde de zerre kadar bir benlik duygusu kalmaz. |
| 122 | Fuzûlî | Her kimin var ise zâtında şerâret küfrü / İstılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz | Eğer bir kimsenin karakterinde kötülük küfürü, karanlığı varsa; o kişi bütün dini terimleri öğrense bile hakiki bir müslüman olamaz. |
| 127 | Bâkî | Bâtıl hemîşe bâtıl u bîhûdedir velî / Müşkil budur ki sûret-i hakdan zuhûr ede | Bâtıl, her zaman bâtıldır ve faydasızdır; fakat sıkıntılı olan nokta şu ki bazen hak suretinde sanki doğruymuş gibi görünür. |
| 139 | Lâedrî | Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer / Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer | Peygamber Efendimiz ﷺ bir beşerdir; fakat diğer insanlar gibi değildir. Taşların arasında yakut ne ise Allah Rasûlü de insanlar arasında öyledir. |
C. Aşk, Teslimiyet ve Zamanın İdrakı Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 141 | Hz. Mevlânâ | Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned / Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned | Şu ney nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun feryadı ayrılıkların destanı, hikâyesidir. (Ney, nefsani arzulardan kurtulmuş, ilâhî sevgi ile dolmuş kâmil insanın sembolüdür.) |

| 69 | Dürrî | Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir | Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür. |
| 121 | Hz. Mevlânâ | İn bâd-ı seher mehrem-i râzest mehosb / Hengâm-ı tazarru’ u niyâzest mehosb | Bu sabah rüzgârı, âşıkların sırrına mahremdir, uyuma. Yalvarıp yakarma, dua zamanıdır, uyuma. |

| 133 | Bahtî (I. Ahmed) | N’ola tacım gibi başımda götürsem dâ’im / Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün | Daima tacım gibi başımda götürsem şaşılır mı? O, resullerin şahı Hz. Peygamber’in ayağının resmidir. |
II. Gönül Kalelerinin Fethi: Ebediyet Uğruna Fani Dünyayı Aşmak
Divan ve Tekke şiirinin görkemli sancağı altında toplanan bu beyitler, insanın tarihi, edebi ve manevi yolculuğunun üç ana durağını aydınlatır: Zâlimin çöküşü (Adalet), kâmil insanın inşası (Hakikat) ve aşkın son durağı (Ebediyet). Bu kâinat divanında, söz, sadece bir ifade değil, aynı zamanda ibret ve hikmetin ta kendisidir.
A. İktidarın Serabı ve Adaletin Kaçınılmaz Yıkımı
Dünya, şairlerin gözünde, asla güvenilmeyecek, geçici bir serap denizidir. Örfî, hayat gemisinin yolculuğunu bu tehlikeli fânilikle belirler: “Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir”. Bu serap dünyada, makam ve mevkii (izz ü câh) temsil edenler, aslında denizin yüzeyindeki değersiz çer-çöp (hâr ü has) gibidir. Fazilet ehli ise, ağırlıklarıyla dibe çöker, gözden ırak kalır.
Ancak bu dünya düzeninde, ilahi adalet her zaman en büyük yıkıcı güçtür. Nâbî, tarihe not düşen bir hikmetle, kırık kalbin (inkisâr) âhının toplarından daha güçlüsünün olmadığını haykırır: “Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine / Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz”. Bu ibretli gerçeği, Lâedrî bir tehdit olarak tamamlar: “Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser”. Zâlim, kendi sonunu getiren o âhı unutur. Ziyâ Paşa, bu unutkanlığı sorgular: “Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin / Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına”. En büyük kibir, toprağın altındaki hâli unutmaktır.
B. Kâmil İnsanın İnşası: Benliksizlik ve Eser
İktidarın ve zâlimin akıbeti bilindikten sonra, düşündürücü bir biçimde, insanın kendini inşa etme süreci başlar. Bu sürecin temeli, dış gösterişin reddidir. Yûnus Emre, dervişliğin hırka veya taç gibi simgelerle değil, gönül haliyle mümkün olduğunu söyler: “Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil / Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil”.
Manevi olgunluğun zirvesi, benliksizlikte yatar. Hz. Mevlânâ’ya göre huzurlu (âsûde) kişi, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olduğu gibi, “Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst”. Yani, kendisinde zerre kadar bir benlik duygusu kalmamıştır.
Bu iç saflık, dış dünyaya eylem (iş) ve eser olarak yansımalıdır. Ziyâ Paşa’nın meşhur uyarısı bu noktada temel bir hikmettir: “Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde”. Bir kişinin aklının derecesi, boş lafta değil, ortaya koyduğu eserde görülür. Ancak bu yolda, bâtılın hak suretinde görünme tehlikesi de vardır. Fuzûlî, en büyük tehlikenin zattaki kötülük olduğunu vurgular: “Her kimin var ise zâtında şerâret küfrü / İstılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz”. Yani, ilim ve dini terimleri öğrenmek, zâtındaki (karakterindeki) kötülüğü gidermez.
Bu hakikat arayışının nihai örneği ise, Lâedrî’nin tarif ettiği Yakut-Beşer örneğidir: “Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer / Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer”. Hz. Peygamber, bedenen insan olsa da, özü itibarıyla taşlar arasındaki yakut gibi eşsizdir; hakiki değerin zatta olduğunu ispatlar. Bu yüce makama olan bağlılığı ise, I. Ahmed’in beytinde görürüz: “N’ola tacım gibi başımda götürsem dâ’im / Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün”.
C. Ayrılığın Feryadı ve Aşkın Ebedi Gecesi
Manevi yolculuğun kaynağı ve enerjisi ise aşktır. Bu aşk, Mevlânâ’nın ünlü Ney metaforuyla anlatılır: “Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned / Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned”. Ney’in feryadı, ayrılıkların (cüdâyîhâ) hikâyesidir; insanın ilahi kaynağından kopuşunun ve ona duyduğu sonsuz özlemin edebi ifadesidir.
Bu özlem, ruhta bir yangın başlatır. Fuzûlî, gözyaşlarının dahi söndüremediği bu muazzam aşk ateşini dile getirir: “Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su / Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su”. Âşık, bu çilenin ortasında dahi sevgiliye teslimdir. Gözyaşıyla dikenleri sulasa bile, gülün açması için bu fedakârlık boşa gitmez: “Zâyi’ olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su”. Hatta sevgiliye yalvararak, gam gününde kılıç gibi keskin bakışlarını esirgememesini ister; zira bu cefa, karanlık gecede hastaya su vermek gibi bir hayırdır.
Bu aşk yolunda yalnızlık ve sıkıntılar bir düğüm oluşturduğunda, Dürrî, çözümü seher vaktinin teslimiyetine bağlar: “Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir”. Mevlânâ da aynı çağrıyı yapar: “İn bâd-ı seher mehrem-i râzest mehosb / Hengâm-ı tazarru’ u niyâzest mehosb”. Seher, yakarış ve dua zamanıdır, uyuma!
Tüm bu manevi yolculuk, zamanın idrakıyla nihayete erer. Yahya Kemal, hayatın “Dönülmez akşam” ufkunda olduğunu haykırarak, kalan ömrün nasıl geçtiğine dikkat çeker: “Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç”. Zamanın geçiciliği, bireyi nihai hakikate, ebedi sevgiliye yönlendirir.
ÖZET
Bu makale, Divan ve Tekke şiirinin 18 seçkin beyitini (Nâbî, Ziyâ Paşa, Fuzûlî, Mevlânâ, Bâkî, Yûnus Emre, Yahya Kemal ve diğerleri) bir araya getirerek, Adalet, Hakikat ve Aşk temalarında derin bir hikmet sunmuştur. Makale, ilk olarak Nâbî’nin **”âh-ı inkisâr”**ının zalimin kalesini yıkan gücüyle ve Ziyâ Paşa’nın zalimin ölüme karşı unutkanlığıyla dünyevî iktidarın fâniliğini işlemiştir. Ardından, Yûnus Emre’nin gönlün dervişliği, Ziyâ Paşa’nın aklın eserde görünmesi ve Mevlânâ’nın benliksiz huzuruyla (hîşî nîst) kâmil insanın inşası ele alınmıştır. Son olarak, Mevlânâ’nın Ney’in ayrılık feryadı ve Fuzûlî’nin söndürülemez aşk ateşi üzerinden aşkın ebedi ve çileli yolculuğu anlatılmıştır. Makale, Yahya Kemal’in “Dönülmez akşamın ufkundayız” uyarısıyla, tüm bu manevi derslerin zamanın idrakı ile anlam kazandığını vurgulamaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 8th, 2025

ZITLIKLARIN YARATILMASINDA MANALAR

ZITLIKLARIN YARATILMASINDA MANALAR

1. HİKMET CİHETİ: Zıtların birlikte yaratılışı, kemâlin ve terakkînin şartıdır.

Hikmet, Allah’ın her şeyi gayeli, ölçülü ve yerli yerince yaratmasıdır.
Cenâb-ı Hak, kâinatta “zıtlık” kanununu hikmetinin bir gereği olarak koymuştur. Çünkü zıt olmadan terakki, kemal, imtihan, marifet ve tecelli olmaz.

🔸 Misaller:
• Ruh – Nefis: Ruhun yükselmesi, nefse karşı mücahedeyle olur.
Eğer nefis olmasa, sabır, irade, cihad, takva gibi kemalatlar ortaya çıkmazdı.
• İman – Küfür: İmanın değeri, küfür imkânının varlığıyla anlaşılır.
• Nur – Zulmet: Nurun kıymeti karanlıkla bilinir.
• Hayır – Şer: Şer olmazsa hayrın farkı idrak edilmez.
Cenâb-ı Hak, zıddiyet içinde güzellikleri gösteriyor; çunkü her şey zıddıyla bilinir.

Hikmet yönüyle, zıtlıklar, varlığın güzelliğini, denge ve intizamını temin eder.
Bir tablo, sadece beyazla olmaz; karanlık renkler de lazımdır ki sanat tecelli etsin.

🌸 2. MANA CİHETİ: Zıtlar, tevhidin manasını ve esmanın tecellisini gösterir.

Mana yönüyle, zıtlıklar Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelli zeminidir.
Çünkü her bir isim, ancak zıddının varlığıyla anlaşılır.
🔸 Misaller:
• Şifa ismi, hastalığın varlığıyla tecelli eder.
• Rezzâk ismi, açlık duygusuyla anlaşılır.
• Rahîm ismi, aciz ve muhtaç varlıklarla görünür.
• Gafûr ismi, günah ve kusur zemini olmadan bilinmez.
Zıtların bir arada olmasında, esma-i İlahiye’nin çeşit çeşit tecellileri görünür.

Dolayısıyla, dünyadaki zıtlıklar — melek-şeytan, ruh-nefis, hayır-şer — hepsi Allah’ın isimlerinin aynasıdır.
Şeytan olmasa Hâdî ismi,
Hastalık olmasa Şâfî ismi,
Gece olmasa Nur ismi tam tecelli etmezdi.

🌼 3. MASLAHAT CİHETİ: Zıtlıklar imtihanın ve adaletin gereğidir.

Maslahat, bir şeyin yaratılış gayesindeki fayda ve hikmet bütünlüğüdür.
Allah insanı imtihan için yaratmıştır (Mülk, 2).
İmtihanın anlamlı olması için iki yol bulunmalıdır: hayır ve şer, doğru ve yanlış, melek ve şeytan, ruh ve nefis…
“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.”
(İnsan Sûresi, 2–3)
Bu ayet, zıtların imtihan hikmetini açıklar.
İnsan, ruh ve nefis arasında tercih yaparak iradesini, ahlakını, yönünü belirler.
Bu da onun sorumluluğunu doğurur.

Nitekim kötülüğün başı olan Şeytanın hilkati, küfür için değil; belki imtihan ve mücahede içindir.
Cihad ve terakki onunla olur.
Tıpkı gübrenin tohumun yetişmesine vesile olması gibi.
Yani: Şeytan musibet değil, bir imtihan vasıtasıdır.
Tıpkı ateşin hem yakıcı hem de pişirici olması gibi.

🌷 4. FAYDA CİHETİ: Zıtlıklar, kemâl, denge, güzellik ve şükür doğurur.

Zıtlar arasındaki mücadele, varlığı canlı, dinamik, anlamlı kılar.
Zıtlık olmasaydı tefekkür, şükür, dua, mücadele, kıymet, hassasiyet olmazdı.

🔸 Ruh ve nefis:
• Mücahede doğurur → terakki sağlar.
• Nefis olmasa sabır, azim, tevekkül gibi faziletler bilinmezdi.
🔸 Şeytan ve melek:
• Melek, itaatin zirvesi;
• Şeytan, inkârın zirvesi.
İnsan ise bu ikisi arasında imtihanın merkezidir.
Bu sayede insan, meleği de geçebilir, şeytana da düşebilir.
🔸 Madde ve mana:
• Madde, sınavın sahasıdır.
• Mana, yön ve hedefidir.
Madde olmadan amel; mana olmadan yön olmaz.
Birlikte yaratılmışlardır ki insan maddeden manaya, şekilden hakikate yürüsün.

Hayır ve şer, sıhhat ve maraz, hayatın nakışlarını teşkil eder; kâinat bir nakıştır ki, zıtların ahengiyle güzelleşmiştir.

🌺 SONUÇ: Zıtların Hikmet, Mana, Maslahat ve Fayda Tablosu

Cihet -Zıtların Rolü -Sonuç
Hikmet -Kemâl ve terakki için yaratılmıştır.
Gelişim ve denge doğurur.
Mana-Esma-i İlahiye’nin tecelli zemini.
Allah’ın isimleri görünür hale gelir.
Maslahat-İmtihan ve adaletin gereğidir.İnsan iradesiyle değer kazanır.
Fayda-Mücadele, tefekkür, şükür ve kemal doğurur.Ruhsal yükseliş, manevî zenginlik olur.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
08/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 8th, 2025

BERCESTE VE İZAHI – 14 –

BERCESTE VE İZAHI – 14 —

Bu seçkin beyitler dizisi, Divan ve Tekke şiirinin en temel eğitimlerini; dünyanın fâniliğini, ilahi adaleti, aklın ve istişarenin önemini, rıza makamını ve ilahi aşkın sırrını bir araya getirerek geniş, kapsamlı ve düşündürücü bir manevi yol haritası sunar. Her bir beyit, kendi konusu içinde ele alınarak, birbiriyle uyumlu ve bütünlük içerisinde, hikmetli bir makaleye dönüştürülmüştür.
​I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
​1. Lâedrî – Beyit 156
​Beyit (Transliterasyon):
Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser
Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser
İzah: Zâlimin gelecek ipini yani gelecek güzel günlerini mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser.
​2. Dürrî – Beyit 69
​Beyit (Transliterasyon):
Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn
Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir
İzah: Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür.
​3. Örfî – Beyit 95
​Beyit (Transliterasyon):
Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd
Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir
İzah: Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların, elemlerin vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin üstündedir.
​4. Hz. Mevlânâ – Beyit 129
​Beyit (Transliterasyon):
Bî-çâre ter ez-âşık-ı bî-sabr kocâst?
Kin aşk gırıftârî-yi bî-hîç devâst
Derman-ı gam-ı aşk ne bohl u ne riyâst
Der-aşk-ı hakîkî ne vefâ vü ne cefâst
İzah: Sabırsız âşıktan daha zavallı kim vardır? Zira bu aşk, hiç dermanı olmayan bir derttir. Aşk derdinin ilacı ne cimrilik ne de riyadır. Gerçek aşkta ise ne vefa ne de cefa vardır.
​5. Zârifi – Beyit 124
​Beyit (Transliterasyon):
Meşveretsiz kim ki bir iş işleye
Şol nedâmet parmağın çok dişleye
İzah: Eğer bir kimse istişare edip danışmadan bir iş yaparsa; parmağını pişmanlıkla ağzına götürür ve çokça ısırır.
​6. Ayaşlı Muallim Şâkir – Beyit 128
​Beyit (Transliterasyon):
Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lutfu âşinâdan bil
Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâdan bil
İzah: Ne kahrı düşmanın elinden oluyor zannet ne de iyiliği dosttan bil. Bütün işlerini Allah’a bırak, her şeyi gönül hoşluğu ile karşıla. Sana gelen her şeyi yüce Allah’tan bil.
​9. Fuzûlî – Beyit 123
​Beyit (Transliterasyon):
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su
İzah: Ey gözlerim! Gönlümdeki yangını söndürmek için boşuna yaşlar serpip durmayın. Benim gönlümde öyle bir yangın var ki artık ona su kâr etmez.
​10. Muhibbî – Beyit 133
​Beyit (Transliterasyon):
Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya ta’at gibi
İzah: Bu yeme, içme ve eğlenceyi bırak. Çünkü sonu kötüdür, fâniliktir. Gerçek, ebedî bir sevgili (yâr-ı bâkî) ister isen, ibadet gibisi yoktur.

​II. Adaletin Sırrı, Hikmetin Dengesi ve Aşkın Ebedi Yolu Üzerine Makale

​Edebiyatımızın en nadide örneklerinden oluşan bu beyitler, bizlere bir yandan dünyanın geçici ve aldatıcı yüzünü gösterirken, diğer yandan ilahi adaletin ve manevi kurtuluşun kapılarını aralamaktadır. Bu beyitler, hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir hayatı, tarihi şairlerimizin edebi zarafetiyle sunar.
​Dünya Denizinde Fânilik ve Adaletin Sancısı
​Şairlerin mısraları, dünyaya dair ilk ve en önemli dersi verir: Bâkî, faziletin kıymetini dünyanın gözden kaçırmasını, bir deniz teşbihiyle açıklar.
​Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir

​Dünyevî itibar ve makam (izz ü câh), denizin yüzeyindeki çer-çöp (hâr ü has) gibidir; hafif oldukları için suyun üstünde yüzerler. Oysa asıl değerli olan (fazilet ehli), ağırlıkları nedeniyle “alt kısımlarda” kalır. Bu, dünyanın değer yargılarına yönelik keskin bir eleştiridir. Bu fânilik ve aldanış uyarısı, Örfî’nin beytinde bir zirveye ulaşır.
​Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir

​Ey Örfî! Geçici iyi günlere sevinme, çünkü sıkıntı gemin dahi, suya kavuşulamayan bir serap denizi üzerinde ilerlemektedir. Her iki şair de, dünya saadetinin bir yanılma, bir tuzak olduğu konusunda tarihi bir uyarıda bulunur.
​Bu fânilik içerisinde, ilahi adalet tek mutlak hakikattir. Lâedrî, mazlumun ahının gücünü, zalimin taştan kalesini yıkan topa benzetir (Önceki beyitlerimizde bu tema işlenmişti), burada ise ikbal ipini kesen kılıç olarak gösterir:
​Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser

​Yani, zalimin geleceği ve haksız yere başkasının rızkını kesenin kendi rızkı, manevi bir kuvvet olan mazlumun bir âhı ile kesilir. Bu, dünya hayatında adaletin gecikebileceği, ancak asla yok olmayacağı yönünde ibretli bir hükümdür.

​Hikmetin Dengesi: İstişare, Uyum ve Rıza Makamı

​Fâniliğin ve adaletin bilincinde olan insan, hayatını hikmet ile tanzim etmelidir. Zârifi, akılla hareket etmenin temel kuralını koyar:
​Meşveretsiz kim ki bir iş işleye / Şol nedâmet parmağın çok dişleye

​İstişare (meşveret) etmeden iş yapan kişi, kaçınılmaz olarak pişmanlığa düşer ve nedamet parmağını ısırır. Bu, bireysel karar alma süreçlerinde bile aklın ve kolektif bilincin rehberliğini emreden tarihi ve düşündürücü bir hükümdür.
​Akıl ve mantıkla atılan adımların yanı sıra, toplumsal ve kişisel huzur için uyum ve denge şarttır. Hz. Mevlânâ, bu dengeyi en basit örnekle anlatır:
​Çift-i mâyî çift bâyed hem-sıfat / Tâ ber-âyed kârhâ bâ-maslahat / Çift bâyed ber misâl-i hem-diger / Der do-çift-i kefş ü mûze der niger

​Eşler (veya ortaklar) aynı vasıflara (hem-sıfat) sahip olmalıdır ki işler uygunlukla (maslahat) yürüsün. Tıpkı bir çift ayakkabının teki dar gelince ikisinin de işe yaramaması gibi, uyumsuzluk bütünü bozar.
​Tüm bu çabaların üstünde ise rıza ve teslimiyet makamı gelir. Ayaşlı Muallim Şâkir, imanın huzurunu verir:
​Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lutfu âşinâdan bil / Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâdan bil

​Sana gelen ne düşmanın kahredici eliyle ne de dostun lütfuyla gelmiştir; her şeyi Yüce Allah’tan (Cenâb-ı Kibriyâdan) bil ve işlerini O’na havale et (Hakk’a tefvîz et). Bu, kader karşısında tam teslimiyeti ve gönül hoşluğunu emreden en büyük hikmet dersidir.
​Aşkın Sonsuz Ateşi ve Ebedi Sevgiliye Yöneliş
​Dünyanın fâniliğini ve rızanın huzurunu idrak eden kişi için tek yol, Yâr-ı Bâkî’ye (Ebedi Sevgili) yönelmektir. Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) bu yönelişi bir görev olarak tanımlar:
​Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet / Yâr-ı bâkî ister isen olmaya ta’at gibi

​Yeme, içme ve eğlenceyi (ayş ü işret) bırak, çünkü sonu fâniliktir. Ebedi sevgiliyi istiyorsan, ibadet (ta’at) gibi bir yol yoktur.
​Bu ibadet ve aşk yolunda, bazen en büyük sıkıntı, en büyük kurtuluşun anahtarıdır. Dürrî, kalpteki sıkıntı düğümünün (ukde-i derûn) çözümünü seher vaktinin feyzine bağlar:
​Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir

​Seher vakti edilen samimi bir âh, goncanın seher yeliyle açılması gibi, ruhtaki düğümleri çözer ve ferahlık verir.
​Bu gönül yangını, Fuzûlî’de ise tarifsiz bir aşka dönüşür. Gözyaşları, sevgiliye duyulan aşkın şiddetini söndürmeye yetmez:
​Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su / Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su

​Fuzûlî, gönlündeki bu denli tutuşan aşk ateşine, gözyaşının çare olamayacağını ifade eder. Bu, aşkın yoğunluğunu ve iradesi dışındaki bir kudret tarafından kuşatılmışlığını gösterir.
​Bu aşk, Mevlânâ’ya göre nihayetinde vefa ve cefa gibi ikilikleri aşan, mutlak bir teslimiyet ve aşk hâlidir:
​Der-aşk-ı hakîkî ne vefâ vü ne cefâst

​Gerçek aşkta ne sevgiliye karşı vefa beklentisi, ne de sevgiliden gelen cefa şikâyeti vardır. Aşkın kendisi derttir, dermanı yoktur. Bu, aşkın hakiki ve kâmil hâli olup, kişinin kendisini tamamen bu manevi ateşe teslim etmesi demektir.
​Sonuç
​Bu beyitler, tarihi, edebi ve ibretli bir bütünlük içinde, Müslüman Türk düşünce hayatının merkezini oluşturan Adalet, Hikmet, Teslimiyet ve Aşk kavramlarını işler. Zalimin geçici ikbalinden (Lâedrî), fani dünyanın serap denizine (Örfî), oradan ibadetle elde edilen Yâr-ı Bâkî’ye (Muhibbî) uzanan bu yolculuk, istişare (Zârifi), rıza (Muallim Şâkir) ve uyum (Mevlânâ) ile desteklenir. Nihayetinde tüm sıkıntılar (Dürrî) ve acılar (Fuzûlî), aşkın ve fenânın sonsuzluğunda (Mevlânâ) son bulur.
​ÖZET
​Bu makale, Bâkî, Örfî, Lâedrî, Muhibbî, Zârifi, Dürrî, Muallim Şâkir, Fuzûlî ve Hz. Mevlânâ’ya ait seçkin beyit üzerinden, dünyanın fâniliği ve manevi olgunlaşma yolunu incelemektedir. Bâkî ve Örfî’nin uyarılarıyla dünyanın geçici ve aldatıcı yüzü ortaya konulurken, Lâedrî ilahi adaletin tecelli gücünü (zâlimin rişte-i ikbâlini kesen âh) vurgular. Muhibbî, fani zevkleri terk edip ebedi sevgiliye ibadetle yönelmeyi öğütlerken; Zârifi istişarenin (meşveret), Mevlânâ ise uyumun (hem-sıfat) önemini beşerî ilişkilerde huzurun anahtarı olarak sunar. Muallim Şâkir, insanın kahrı da lütfu da Cenâb-ı Kibriyâdan bilerek tam tefviz ve rıza makamına ulaşmasını ister. Dürrî, iç sıkıntıların seher vakti edilen bir âh ile çözüleceğini belirtirken, Fuzûlî ve Mevlânâ’nın beyitleri ise hakiki aşkın şiddetini (gönüldeki söndürülemez odlar) ve vefa-cefa ikiliklerinden azade oluşunu (gerçek aşkta ne vefa ne cefa) anlatarak makaleyi manevi zirvede sonlandırır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 7th, 2025