KANALİZASYON PATLADI. KOKUSU ÇIKAN FAALİYETLERİN KENDİSİ DE ÇIKMAYA BAŞLADI.

KANALİZASYON PATLADI. KOKUSU ÇIKAN FAALİYETLERİN KENDİSİ DE ÇIKMAYA BAŞLADI. ALLAH DAHA DÜNYADAYKEN İSTİDRAC İLE YÜKSELTİP YÜZÜNCÜ KATTAN ÖYLECE ÇÖKERTİR. İYİ Kİ AHİRET VE HESAP VAR.

KANALİZASYON PATLADI: GİZLİ KALAN KOKULAR ORTAYA ÇIKIYOR

Gün gelir, bastırılmış pislikler, üstü örtülen kirli oyunlar, halktan saklanan haksızlıklar bir bir açığa çıkar. Çünkü hakikat, er ya da geç ortaya çıkmak zorundadır. Bir kanalizasyon ne kadar uzun süre kapatılmaya çalışılsa da basınç arttıkça sonunda patlar ve içindekileri dışarı saçar. İşte insanlık tarihi boyunca, birçok kişi ve topluluk, menfaat için bâtılı örtmeye, adaletsizliklerini saklamaya çalışmış; ancak hesap gününü dünyada da görmüşlerdir.

İSTİDRAC: ALLAH’IN GÖRÜNMEYEN TUZAĞI
YÜKSELTİLENLERİN HIZLA ÇÖKÜŞÜ

Allah (c.c.), zalimleri ve günahkârları hemen cezalandırmayabilir. Onlara mühlet verir, imtihan eder, bazen dünyada nimetlerle ödüllendirirmiş gibi gösterir. Oysa bu bir istidraçtır. Yani, günaha batmış kişinin daha da dibe çökmesi için bir mühlet tanınmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“Onlar için mühlet veriyoruz. Çünkü bizim tuzağımız (cezamız) sağlamdır.” (Kalem, 45)

Tarih boyunca, güç sarhoşluğu yaşayan, zulme ve haksızlığa dalan pek çok kişi ve toplum, ilahi istidraç ile yükseltilmiş; ancak zirvedeyken aniden yere çakılmıştır. Nemrut, Firavun, Karun, Ebrehe gibi nice zalimler, servetleriyle, ordularıyla, iktidarlarıyla yeryüzünde kibirle yürüdüler. Ancak ne oldu? En tepede sandıkları anda, bir sineğin, bir denizin, bir yer çöküşünün, küçücük bir felaketin içinde yok olup gittiler.

KİRLİ SİSTEMLERİN ÇÖKÜŞÜ

Kendi menfaatleri uğruna adaleti rafa kaldıranlar, güçlerini sürdürebilmek için ahlaksız yöntemlere başvuranlar, çürük temeller üzerine kurdukları sistemlerin ebediyen devam edeceğini sanırlar. Ancak adaletin bir doğası vardır:

Gerçek er ya da geç ortaya çıkar.

Baskıyla bastırılan haksızlıklar bir gün infilak eder.

Halkın gözünden kaçırılan yanlışlıklar, sonunda apaçık görülür.

Zulümle abat olanın akıbeti berbat olur. Tarih boyunca, halkına zulmeden, servetini haksız yollarla büyüten, insanları aldatan nice yönetici ve lider, yükseltilmiş gibi görünürken aslında bir felakete doğru ilerliyordu.

KARUN: SERVETİNİN KÜLFETİYLE GÖMÜLEN ADAM

Karun, Hz. Musa zamanında yaşamış, büyük bir servete sahipti. Öyle ki hazinelerinin anahtarlarını taşımak için birçok kişi gerekiyordu. Ancak o, servetini Allah yolunda harcamak yerine kibirlenerek, böbürlenerek halkı ezmek için kullandı. İnsanlar onu uyardığında şöyle diyordu:

“Bu serveti ben kendi bilgim ve zekâm sayesinde kazandım!” (Kasas, 78)

Ama ne oldu? Bir gün servetiyle, saraylarıyla, hazineleriyle birlikte yerin dibine gömüldü. İşte istidraç budur: Zirveye çıktığını sanarken, en derin çukura yuvarlanmak.

İYİ Kİ AHİRET VE HESAP VAR!

Dünya bir imtihan yeridir. Burada herkes yaptığının karşılığını hemen görmeyebilir. Zalimler bir süre daha hüküm sürebilir, ahlaksızlar bir müddet daha refah içinde yaşayabilir. Ancak her şeyin bir sonu vardır. Ve en büyük hesap, ahirette görülecektir.

Kur’an’da şöyle buyurulur:
“O gün Allah, onların yaptıklarını bir bir önlerine koyacak, onlar da her şeyin yazılmış olduğunu göreceklerdir.” (Kehf, 49)

Bu dünya bir mahkeme-i kübraya hazırlık yeridir. Eğer burada adalet tam tecelli etmiyor gibi görünüyorsa, bu sadece imtihanın bir parçasıdır. Çünkü ahirette en küçük bir iyilik de, en küçük bir kötülük de karşılıksız kalmayacaktır.

SONUÇ

Hakikat gizlenemez, adalet ertelenemez, zulüm sürdürülemez. Kanalizasyon patladığında, içindekiler nasıl dışarı saçılıyorsa, toplumları ve insanları kandıranlar da eninde sonunda gerçek yüzlerini ortaya koyar.

Ve Allah, onların yükselttiği gökdelenleri, bir anda yerle bir eder. Çünkü adalet, bazen geç tecelli etse de, mutlaka tecelli eder. İyi ki ahiret var, iyi ki hesap günü var!

 

Loading

No ResponsesMart 19th, 2025

GAZZE’DE BARIŞ İSTENİYORSA SAVAŞA HAZIR OLUNMALI.

GAZZE’DE BARIŞ İSTENİYORSA SAVAŞA HAZIR OLUNMALI.


Gazze’de Barış İsteniyorsa Savaşa Hazır Olunmalı.
“Si vis pacem, para bellum” der Romalılar:
Barış istiyorsan, savaşa hazırlan. Bu kadim söz, tarihin kanla yazılmış sayfalarından süzülerek günümüze ulaşmış bir hakikati fısıldar. Gazze, bu hakikatin en acımasız sahnelerinden birine ev sahipliği yapar; burada barış hayali, savaşın gölgesinde bir serap gibi titrer. Yüzyıllardır çatışmaların, umutların ve yıkımların kesişme noktası olan bu topraklar, insanlığın en karmaşık sorularından birini sorar: Barış, gerçekten mümkün müdür?Gazze’nin tarihi, bir barış masalı değil, bir direniş ve işgal destanıdır. Antik çağlarda Filistîler’in yurdu olan bu bölge, Romalılardan Bizans’a, Emevilerden Haçlılara kadar sayısız medeniyetin ayak izlerini taşır. Osmanlı döneminde bir süre sükûnet bulsa da, 20. yüzyılın başlarında İngiliz manda yönetimiyle başlayan modern çatışma dönemi, Gazze’yi bir barut fıçısına çevirdi. 1948’de İsrail’in kuruluşu ve ardından gelen Nakba, yani “Büyük Felaket”, yüz binlerce Filistinliyi evlerinden kopararak Gazze’yi bir sığınak ve aynı zamanda bir hapishane haline getirdi. O günden beri bu dar şerit, savaşın ve ablukanın pençesinde nefes almaya çalışır.Tarih, bize şunu öğretir: Gazze’de barış, asla masada kazanılmadı. 1967’deki Altı Gün Savaşı, 2008’deki Dökme Kurşun Operasyonu, 2014’teki Koruyucu Hat Operasyonu ve daha niceleri… Her çatışma, barış umudunu bir sonraki savaşa erteledi. İnsanlar öldü, evler yıkıldı, çocuklar yetim kaldı; ama ne hikmetse, her defasında “barış görüşmeleri” yeniden başladı. Bu döngü, bir tragedyadan çok bir kara mizah gibi: Aynı sahne, farklı oyuncularla tekrar tekrar oynanıyor.Peki, neden barış bu kadar uzak? Çünkü Gazze’deki mücadele, sadece toprakla ilgili değil; kimlik, onur ve varoluşla ilgili. Filistinliler için Gazze, son kale; İsrail içinse bir güvenlik meselesi. İki taraf da haklı olduğuna o kadar emin ki, uzlaşma bir zayıflık gibi görünüyor. Barış isteyenler, masaya elleri temiz oturmayı hayal eder; oysa Gazze’de eller hep kanlıdır. Bu, romantik bir barış hikâyesinden çok, Thukidides’in Peloponez Savaşları’nda dediği gibi, “Güçlü olanın yaptığını, zayıf olanın çektiğini” anlatan bir gerçekliktir.Düşündürücü olan şu: Barış için savaşmak zorunda kalmak, insanlığın en büyük çelişkisi değil midir? Gazze’de çocuklar roket sesleriyle uyanırken, anneler ekmek kuyruklarında beklerken, babalar ise bir sonraki patlamayı göze alarak balık avına çıkarken, barıştan söz etmek neredeyse alaycı bir lüks gibi. Yine de, bu umutsuzluk içinde bile, Gazzeliler yaşamaya devam ediyor. Dirençleri, insan ruhunun ne kadar dayanıklı olabileceğini gösteriyor.Eğer Gazze’de barış isteniyorsa, önce savaşın doğasını anlamak gerek. Savaş, sadece silahlarla değil, zihinlerde de kazanılır. Kin, intikam ve korku, bu topraklarda nesilden nesile aktarılan miraslar olmuş. Barış, bu mirası kırmakla başlar; ama bu, ne yazık ki, bir tarafın zaferiyle değil, iki tarafın da yenilgiyi kabul etmesiyle mümkün. Tarih, bize böyle bir fedakârlığın nadiren gerçekleştiğini söylüyor.Sonuç olarak, Gazze bir aynadır; insanlığın en karanlık ve en aydınlık yanlarını yansıtır. Barış istiyorsak, savaşa hazır olmalıyız; çünkü Gazze’de barış, ancak savaşın tüm tarafları yorulduğunda, silahlar sustuğunda ve insanlar birbirlerinin gözlerindeki acıyı gördüğünde gelebilir. O zamana kadar, bu topraklar bize hem ibret hem de umut vermeye devam edecek. Soru şu: Biz, bu dersi ne zaman öğreneceğiz?

@@@@@@

İşte bunun sebebi:

*”Beyaz Saray, İsrail’in bugün Gazze’ye düzenlediği saldırılar konusunda ABD’ye danıştığını açıkladı. Leavitt, “Kıyamet kopacak.” ifadesini kullanarak, Trump’ın İsrail’e destek olmaktan korkmadığını belirtti.”


https://m.haber7.com/dunya/haber/3514367-son-dakika-haberi-abdden-skandal-gazze-aciklamasi-bize-danistilar-kiyamet-kopacak

https://video.haber7.com/video-galeri/313966-israilin-saldirilarina-maruz-kalan-cocuklarin-goruntuleri-yurekleri-dagladi

https://m.haber7.com/dunya/haber/3514382-israilden-kustah-aciklama-savunma-bakani-katz-saldirilarin-baslama-sebebi-olarak

https://video.haber7.com/video-galeri/313948-gazzeden-korkunc-goruntuler-savas-ucaklari-masumlari-boyle-vurdu

https://m.haber7.com/dunya/haber/3514365-son-dakika-israil-ateskesi-bozdu-gazzede-katliam-kahreden-haberler-geliyor

https://m.haber7.com/dunya/haber/3514366-iraktan-son-dakika-israil-aciklamasi-saldiri-hazirligi

https://m.haber7.com/dunya/haber/3514363-son-dakika-pentagondan-irana-olasi-harekat-sinyali-tum-secenekler-masada

https://video.haber7.com/video-galeri/313963-onlarca-naasin-arasinda-cocugunu-bulmaya-calisan-gazzeli-baba

https://www.yenisafak.com/dunya/israilin-gazze-seridine-son-5-saatte-duzenledigi-saldirilarda-hayatini-kaybeden-ve-kaybolanlarin-sayisinin-322yi-asti-4685459

 

 

Loading

No ResponsesMart 18th, 2025

Kuran-ı Kerim’deki Emir ve Yasakların Hikmetleri Üzerine Bir İnceleme

Kuran-ı Kerim’deki Emir ve Yasakların Hikmetleri Üzerine Bir İnceleme

Giriş:

İslam’ın temel kaynağı olan Kuran-ı Kerim, Müslümanların yaşamlarını şekillendiren kapsamlı bir rehberdir . Bu ilahi kitap, inanç esaslarından ibadetlere, ahlaki prensiplerden sosyal düzenlemelere kadar pek çok konuda yol gösterici hükümler ihtiva etmektedir. Kuran’da yer alan emirler (Evamir) ve yasaklar (Nevahi), Müslümanların bireysel ve toplumsal hayatlarını düzenlemenin yanı sıra, onların manevi gelişimlerine de katkıda bulunur .
Kuran’daki hükümlerin sadece birer kural olmanın ötesinde, insanlığın dünya ve ahiret saadeti için derin anlamlar ve amaçlar ifade eder.

Kuran-ı Kerim’deki Hükümlerin Temel İlkeleri:

Kuran-ı Kerim’deki emir ve yasakların temelinde yatan birtakım değişmez ilkeler bulunmaktadır. Bu ilkelerin anlaşılması, ilahi hükümlerin hikmet boyutunu kavramak için elzemdir.
* İlahi Kaynak ve Emirler: Kuran-ı Kerim, Müslümanlar tarafından doğrudan Allah’ın (Celle Celaluhu) kelamı olarak kabul edilir ve bu nedenle ihtiva ettiği tüm emir ve yasaklar mutlak bir ilahi güce sahiptir . Bu hükümler, insanlığa doğru yolu göstermek ve onları yaratılış amaçlarına uygun bir yaşama yönlendirmek için vahyedilmiştir . İlahi kaynaklı olmaları, bu hükümlerin insan aklının ve deneyiminin ötesinde bir doğruluk ve mükemmellik taşıdığı anlamına gelir .
* Hikmet Kavramı: İslam teolojisinde hikmet (Hikmah), yalnızca entelektüel bir kapasite değil, aynı zamanda Allah’ın (Celle Celaluhu) mükemmel ilmini, anlayışını ve her şeyi doğru ve etkili bir şekilde yapma yeteneğini ifade eden temel bir sıfattır . Kuran-ı Kerim’deki tüm hükümlerin bu ilahi hikmetle yoğrulmuştur. Her bir emir ve yasağın, insanlığın hem bu dünyada hem de ahiretteki nihai iyiliği ve faydası için derin bir amacı vardır . Bu hikmeti anlamaya çalışmak, imanı derinleştirir ve ilahi rehberliğe daha istekli bir şekilde itaat etmeyi teşvik eder .
* Şeriatın Temel Amaçları: İslam hukukunun (Şeriat) temel gayeleri, İslam alimleri tarafından genellikle beş ana başlık altında özetlenir. Bunlar; dinin (iman ve ibadet esaslarının), nefsin (canın ve sağlığın), aklın (düşünme yeteneğinin ve ilmin), neslin (aile yapısının ve insan türünün devamlılığının), ve malın (meşru mülkiyetin ve ekonomik düzenin) korunmasıdır . Kuran-ı Kerim’deki emir ve yasaklar, bu yüksek ve kapsamlı amaçların bireylerin ve toplumun hayatında hayata geçirilmesinin pratik araçları olarak işlev görür .
Emirlerin Hikmetleri
Kuran-ı Kerim’de yer alan emirler, Müslümanların inanç, ahlak, sosyal ilişkiler ve ekonomik faaliyetler gibi çeşitli alanlarda nasıl davranmaları gerektiğini belirler. Bu emirlerin her birinin ardında yatan derin hikmetler bulunmaktadır.
* İman ve İbadet Emirlerinin Hikmetleri: Kuran’ın temel emirlerinden biri, yalnızca Allah’a (Celle Celaluhu) ibadet etmek (Tevhid) ve O’na hiçbir ortağı koşmamaktır . Namaz (Salat), oruç (Sawm), zekat (Zekat) ve hac gibi ibadetler, İslam’ın temel emirlerindendir . Bu ibadetlerin hikmeti, bireyin Allah ile doğrudan bir bağ kurmasını sağlamak, ruhu arındırmak, nefsi terbiye etmek ve Müslümanlar arasında güçlü bir topluluk bilinci oluşturmaktır .
* Ahlaki Davranış Emirlerinin Hikmetleri:
* Doğruluğun ve Dürüstlüğün Önemi: Kuran-ı Kerim, Müslümanlara sözlerinde ve fiillerinde doğru olmalarını emreder . Özellikle ticari ilişkilerde dürüstlüğün korunması büyük önem taşır . Yalan (Kizb) ise şiddetle yasaklanmış ve münafıklığın alametlerinden sayılmıştır . Doğruluk, bireysel ve toplumsal düzeyde güvenin ve sağlıklı ilişkilerin temelini oluşturur .
* Adalet ve Hakkaniyetin Anlamı: Kuran, Müslümanlara her türlü ilişkilerinde adaletli (Adl) ve hakkaniyetli (Ihsan) davranmalarını emreder . Adalet, kişinin kendi aleyhine veya yakınlarının aleyhine bile olsa gözetilmesi gereken bir ilkedir . Ölçü ve tartıda adaletli davranmak da özellikle emredilmiştir . Adalet, istikrarlı ve dengeli bir toplumun temelidir .
* Merhamet, Şefkat ve Affediciliğin Fazileti: Kuran, Allah’ın (Celle Celaluhu) rahmetini sıkça vurgular ve inananları da merhametli ve şefkatli olmaya teşvik eder . Özellikle anlaşmazlık ve yanlış davranışlar karşısında affedicilik (Afv) erdemli bir davranış olarak sunulur . Merhamet ve şefkat, topluluk içinde empatiyi, anlayışı ve güçlü bağları teşvik eder .
* Emanet ve Sorumlulukları Yerine Getirme Emri: Kuran, emanetlerin (Amanah) ehil olanlara verilmesini ve her türlü sorumluluğun (Mas’uliyyah) titizlikle yerine getirilmesini emreder . Bu, verilen sözlerin tutulmasını ve görevlerin sadakatle yerine getirilmesini kapsar . Yönetim pozisyonları da emanet olarak kabul edilir ve adaletle yönetilmelidir . Emanetleri korumak, toplumsal düzenin sağlanması için hayati öneme sahiptir .
* Ana Babaya Saygının ve Aile Bağlarının Önemi: Kuran, ana babaya iyilik etmeyi (Birr al-Valideyn) ve onlara saygılı davranmayı kesin bir şekilde emreder . Aynı şekilde, akrabalık bağlarını (Silat al-Rahim) sürdürmek de bireysel ve toplumsal refah için büyük önem taşır . Güçlü aile bağları, sağlıklı bir toplumun temelini oluşturur .
* İyilik Yapmaya ve Başkalarına Yardım Etmeye Teşvik: Kuran, inananları iyilik yapmaya (Birr) ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye teşvik eder . Sadaka (Sadaqah) ve cömertlik (Kerem) İslam’da çok değerlidir . İyilik yapmak ve başkalarına yardım etmek, toplumsal dayanışmayı güçlendirir ve ihtiyaç sahiplerinin desteklenmesine katkıda bulunur .
* Sosyal İlişkilerle İlgili Emirlerin Hikmetleri:
* Adil Sosyal Yapıların Kurulması: Kuran, adil sosyal yapıların ve yönetim sistemlerinin kurulması için temel ilkeler sunar . Bu, adil hukuk sistemlerini ve tarafsız yargıyı içerir . Adil sosyal yapılar, hakların korunmasını ve anlaşmazlıkların çözülmesini sağlar .
* Toplum İçinde Uyum ve İşbirliğinin Teşvik Edilmesi: Kuran, inananların kardeşliğini vurgular ve anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmelerini emreder . İyilikte yardımlaşma ve karşılıklı destek teşvik edilir . Uyum ve işbirliği, topluluk içinde birlik ve beraberliği güçlendirir .
* Evlilik ve Aile Hayatına İlişkin İlkeler: Kuran, evlilik, boşanma ve ailevi sorumluluklar konusunda kapsamlı ilkeler sunar. Bu ilkeler, istikrarlı, sevgi dolu ve destekleyici aile birimlerinin oluşturulmasını amaçlar, çünkü aileler sağlıklı bir toplumun temelini oluşturur.
* Adil Ekonomik İşlemlerin İlkeleri: Kuran, ticareti meşru bir kazanç yolu olarak kabul eder, ancak hırsızlık, faiz (riba) ve kumar gibi haksız kazanç yollarını kesinlikle yasaklar . İş ilişkilerinde dürüstlük ve adalet emredilir . Adil ekonomik ilkeler, servetin adil bir şekilde dağıtılmasını ve ekonomik istikrarın sağlanmasını hedefler .
Yasakların Hikmetleri
Kuran-ı Kerim’de yer alan yasaklar, bireyleri ve toplumu zararlı davranışlardan korumayı amaçlar. Bu yasakların her birinin ardında derin hikmetler yatmaktadır.
* Bireyi Korumayı Amaçlayan Yasaklar:
* Haksız Yere Cana Kıymanın Yasaklanması: Kuran, masum bir canı haksız yere öldürmeyi kesinlikle yasaklar ve insan hayatının kutsallığını vurgular . Bu yasak, temel insan hakkı olan yaşam hakkını korur.
* İntiharın Yasaklanması: Kuran, intiharı yasaklar ve hayatın Allah’ın (Celle Celaluhu) kutsal bir emaneti olduğunu vurgular . Bu yasak, insan hayatının değerini ve zor zamanlarda Allah’a (Celle Celaluhu) sığınma gerekliliğini hatırlatır.
* Zararlı Maddelerin Tüketiminin Yasaklanması: Kuran, aklı ve bedeni zarara uğratan alkol ve uyuşturucu gibi maddelerin tüketilmesini yasaklar. Bu yasak, aklın korunması ve fiziksel sağlığın muhafaza edilmesi hikmetine dayanır .
* Zina ve Fuhşun Yasaklanması: Kuran, zina ve fuhşu kesin bir şekilde yasaklar. Bu yasak, neslin korunması, aile düzeninin sağlanması ve toplumsal ahlakın muhafazası hikmetini taşır .
* Hırsızlık ve Haram Kazancın Yasaklanması: Kuran, hırsızlığı ve her türlü haksız kazancı yasaklar. Bu yasak, mülkiyet haklarını korumayı, ekonomik adaleti sağlamayı ve toplumsal güveni tesis etmeyi amaçlar .
* Yalan Söylemenin ve Aldatmanın Yasaklanması: Kuran, yalan söylemeyi ve aldatmayı kesinlikle yasaklar. Bu yasak, güvenin, dürüstlüğün ve sağlıklı iletişimin korunması hikmetine dayanır .
* Aşırı Harcama ve İsrafın Yasaklanması: Kuran, aşırı harcamayı ve israfı yasaklar. Bu yasak, ölçülülüğü teşvik etmeyi, kaynakların sorumlu bir şekilde yönetilmesini sağlamayı ve ihtiyaç sahiplerine karşı duyarlılığı artırmayı amaçlar .
* Toplumu Korumayı Amaçlayan Yasaklar:
* Adaletsizlik ve Zulmün Yasaklanması: Kuran, her türlü adaletsizliği (Zulm) ve zulmü yasaklar. Bu yasak, adil bir toplumun tesis edilmesini amaçlar .
* Fesat ve Ayrılık Çıkarmanın Yasaklanması: Kuran, toplum içinde fesat ve ayrılık (Fitne) çıkarılmasını yasaklar. Bu yasak, barışı, istikrarı ve toplumsal uyumu korumayı amaçlar .
* Ayrımcılık ve Önyargının Yasaklanması: Kuran, insanlar arasında ayrımcılık yapılmasını ve önyargılı davranılmasını yasaklar ve afaleti teşvik eder .
* Sözünde Durmamanın ve Emanete Hıyanetin Yasaklanması: Kuran, verilen sözlerin tutulmasını ve emanetlere hıyanet edilmemesini emreder . Bu yasak, toplumsal istikrarı ve karşılıklı güveni sağlamayı amaçlar.
Emir ve Yasakların Birlikteliği
Kuran-ı Kerim’deki emirler ve yasaklar, birbirleriyle sıkı bir şekilde bağlantılıdır ve birbirini tamamlar niteliktedir. Bir emre itaat etmek çoğu zaman ilgili yasaklardan kaçınmayı gerektirirken, bir yasağa uymak da daha geniş bir emre itaat etme anlamına gelebilir . Bu birliktelik, İslam talimlerinin bütünlüğünü ve bireyin hem kişisel hem de toplumsal refahını hedeflediğini gösterir .
Sonuç
Kuran-ı Kerim’deki emir ve yasaklar, insanlığın dünya ve ahiret saadeti için derin hikmetler taşımaktadır . Bu ilahi hükümler, bireylerin manevi gelişimini (Takva), ahlaki fazileylerini, sosyal uyumunu (Mu’amelat) ve nihai kurtuluşunu (Felah) hedeflemektedir . Bunları anlamak ve uygulamak, bireysel ve toplumsal düzeyde gerçek refaha ulaşmanın anahtarıdır .

 

 

Loading

No ResponsesMart 18th, 2025

Kur’an-ı Kerim’de Kıyamet Alametleri.

Kur’an-ı Kerim’de Kıyamet Alametleri.


Giriş
İslam inancının temel esaslarından biri olan ahiret inancı, dünya hayatının bir sonu ve ardından ebedi bir yaşamın başlayacağına işaret eder. Bu inancın başlangıç noktası ise, Kur’an-ı Kerim’de farklı isimlerle anılan ve kainatın düzeninin bozulmasıyla başlayacak olan Kıyamet’tir. Kıyamet’in ne zaman kopacağı Allah’ın ilmindedir, ancak Kur’an ve sünnet, bu büyük olayın yaklaşmakta olduğunu gösteren bir dizi alametten bahseder . Bu alametlerin Kur’an-ı Kerim perspektifinden bilimsel ve teolojik açılardan araştırılması, ilgili ayetlerin derinlemesine incelenerek, farklı yorumların değerlendirilmesi ve Kur’ani temellerin ortaya konulması açısından büyük önem taşır. Zira Kur’an’daki Kıyamet tasvirleri ve alametleri, müminlerin dünya hayatına bakışını şekillendirmekte, onları ahirete hazırlıklı olmaya teşvik etmekte ve ilahi adaletin tecelli edeceği o güne dair bir anlayış sunmaktadır.
Bu raporun kapsamı, Kur’an-ı Kerim’de doğrudan veya dolaylı olarak bahsedilen tüm Kıyamet alametlerinin incelenmesini ihtiva eder. İslami gelenekte yaygın olan küçük ve büyük alametler ayrımının Kur’an ile ilişkisi de ele alınacaktır. Bu açıdan, Kur’an ayetlerinin tefsirleri, hadis literatürü ve güvenilir İslami kaynaklar temel alınarak analitik ve karşılaştırmalı bir yaklaşım benimsenecektir. Amaç, Kur’an’ın Kıyamet alametlerine dair sunduğu perspektifi bütün bir şekilde ortaya koymak ve bu alametlerin müminler için taşıdığı anlam ve önemi derinlemesine incelemektir.

Kur’an’da Kıyamet Kavramı ve Terminolojisi.
Kur’an-ı Kerim, Kıyamet olayı için çeşitli isimler ve tanımlamalar kullanır. Bu isimler, Kıyamet’in farklı yönlerini ve önemini vurgular. Bu isimlerden biri olan Kıyamet (القيامة), diriliş günü anlamına gelir ve bu kelime, Kur’an’ın 75. suresine de adını vermiştir . Kıyamet Suresi, baştan sona diriliş temasını işler ve bu olayın kesinliğini anlatır. Bir diğer yaygın kullanılan terim ise Saat (الساعة)’tir. Saat, vakti belirlenmiş an, kıyametin kopacağı zaman anlamına gelir . Kur’an’da birçok ayette geçen bu ifade, kıyametin ansızın geleceğini ve zamanının yalnızca Allah tarafından bilindiğini belirtir . En’am Suresi’nin 31. ve 40. ayetleri, A’raf Suresi’nin 34. ve 187. ayetleri ile Muhammed Suresi’nin 18. ayeti bu kullanıma örnek teşkil eder . “Saat” kelimesinin Kur’an’da 43 ayette geçtiği ve çoğunlukla kıyametin kopacağı anı ifade ettiği belirtilir . Taha Suresi’nin 15. ayetinde ise, kıyametin mutlaka geleceği ve herkesin ameline göre karşılık göreceği ifade edilir . Bu ayetin farklı meallerinde, kıyametin vaktinin neredeyse gizlendiği, ancak herkesin yaptığının karşılığını bulması için geleceği vurgulanır .
Kıyamet için kullanılan diğer bazı terimler şunlardır: Hesap Günü (يوم الحساب) , amellerin hesap görüleceği günü ifade ederken, Din Günü (يوم الدين) ceza ve mükafat gününü anlatır. Karar Günü (يوم الفصل) , hak ile batılın ayrılacağı günü simgelerken, Toplanma Günü (يوم الجمع) tüm insanların bir araya getirileceği o büyük mahşeri ifade eder. Kur’an’da ayrıca Kıyamet’in dehşetini ve büyüklüğünü ifade eden Büyük Felaket (القارعة) ve kaçınılmazlığını vurgulayan Olan Olmuştur (الواقعة) gibi isimler de kullanılır. Nebe’ Suresi’nde geçen Büyük Haber (النبأ العظيم) ise, Kıyamet’in insanlık için taşıdığı muazzam öneme işaret eder.
Bu farklı isimler ve tanımlamalar, Kur’an’ın Kıyamet kavramına ne kadar merkezi bir yer verdiğini ve bu olayın farklı boyutlarını vurguladığını gösterir. Örneğin, Muhammed Suresi’nin 18. ayetinde, kafirlerin kıyametin ansızın başlarına kopmasını bekleyip beklemedikleri sorulur ve onun alametlerinin şimdiden ortaya çıktığı ifade edilir . Bu ayet, Kıyamet’in yakınlığına ve alametlerinin belirmeye başladığına dikkat çeker. Kamer Suresi’nin 1. ayetinde ise, kıyametin yaklaştığı ve ayın yarıldığı bildirilir . Ayın yarılması ifadesi, bazı tefsirlerde Hz. Muhammed’in bir mucizesi olarak yorumlanırken, bazıları da bunun kıyamet öncesinde gerçekleşecek bir alamet olduğuna işaret eder . Zuhruf Suresi’nin 61. ayeti de önemli bir alamete işaret eder: Hz. İsa’nın kıyamet için bir bilgi olduğu belirtilir . Bu ayet, İslam geleneğinde Hz. İsa’nın ahir zamanda yeryüzüne tekrar inişinin kıyamet alametlerinden biri olarak kabul edilmesinin temel dayanaklarından biridir .

Kıyamet Alametlerinin Sınıflandırılması
İslam alimleri, hadis literatürüne dayanarak Kıyamet alametlerini genellikle küçük ve büyük alametler olarak sınıflandırırlar . Bu sınıflandırma, olayların zaman sırasını ve önem derecesini anlamaya yardımcı olur. Küçük alametler, Kıyamet’in yaklaşmakta olduğunu gösteren, genellikle daha yaygın ve uzun bir süreçte ortaya çıkan olaylardır . Büyük alametler ise, Kıyamet’in kopmasına yakın bir zamanda, daha belirgin ve etkileyici bir şekilde meydana gelecek olan olaylardır . Kur’an-ı Kerim’de bu sınıflandırma doğrudan yapılmamasına rağmen, bazı ayetlerde bahsedilen işaretlerin önemine dair tesbitler mümkündür. Büyük alametler genellikle Kur’an’da daha çarpıcı bir şekilde ele alınır ve kıyametin yakınlığına daha güçlü bir şekilde işaret eder.

Küçük Kıyamet Alametleri

Kur’an-ı Kerim’de doğrudan küçük Kıyamet alametleri şeklinde bir liste bulunmamakla birlikte, bazı ayetlerin tefsirleri ve İslami düşünce, bu kategoriye giren bir dizi işarete işaret eder. Bu alametlerden biri, ilimsizliğin ve dini bilginin azalmasıdır. Hadislerde sıklıkla vurgulanan bu durum , insanların dini bilgilerden uzaklaşması ve cehaletin yaygınlaşması olarak yorumlanır. Bu, manevi değerlerin zayıflamasına ve toplumsal düzenin bozulmasına yol açabilecek bir durum olarak görülür. Bir diğer küçük alamet ise fitnelerin ve karışıklıkların artmasıdır . Çeşitli denemeler, anlaşmazlıklar ve ahlaki çöküşler, ahir zamanın belirgin özelliklerinden biri olarak kabul edilir. Bu fiten, inananlar için birer sınav niteliği taşır ve büyük olayların habercisi olabilir. Zamanın kısalması da küçük alametler arasında sayılır . Zamanın normal akışının değişmesi veya insanların zamanı daha hızlı geçiyormuş gibi hissetmesi, dünyanın sonuna yaklaşıldığının bir işareti olarak yorumlanır. Malın çoğalması ve insanların mala düşkünlüğü de hadislerde belirtilen küçük alametlerdendir . Maddi refahın artması, insanların ahireti unutmasına ve dünya hayatına aşırı derecede bağlanmasına neden olabilir. Emanete riayetsizliğin yaygınlaşması da ahlaki değerlerdeki erozyonu gösteren bir işarettir.
Kur’an’da doğrudan bahsedilmese de, depremlerin artması da bazı yorumlara göre küçük alametler arasında yer alır . Zilzal Suresi’nde kıyametin büyük sarsıntısı anlatılırken, bu surenin öncesinde daha sık ve şiddetli depremlerin yaşanabileceği düşünülür. Ayrıca, Sebe’ Suresi’nin 14. ayetinde anlatılan cinlerin Süleyman’ın ölümünü fark etmemesi kıssası , gelecekteki olayların, Kıyamet’in zamanı da dahil olmak üzere, beklenmedik ve gizli olabileceğine dair bir İşaret olarak yorumlanabilir.

Büyük Kıyamet Alametleri.

Büyük Kıyamet alametleri, Kur’an ayetleri ve tefsirleri ışığında daha belirgin bir şekilde ele alınır ve Kıyamet’in kopmasına yakın bir zamanda meydana gelecek olan önemli olaylardır. Bu alametlerden biri Duhan (Duman)’dır. Duhan Suresi’nin 10 ve 11. ayetlerinde gökyüzünden apaçık bir dumanın geleceği ve insanları bürüyeceği, bunun acı bir azap olduğu bildirilir . Bu dumanın ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı tefsirler bunun geçmişte Mekke’de yaşanan bir kıtlık ve sıkıntı dönemiyle ilgili olduğunu söylerken , çoğu görüş bunun Kıyamet öncesinde tüm insanlığı etkileyecek büyük bir alamet olduğu yönündedir .
Bir diğer büyük alamet ise Dâbbetü’l-Arz (Yeryüzü Canlısı)’dır. Neml Suresi’nin 82. ayetinde, Kıyamet yaklaştığında yerden bir canlının çıkarılacağı ve insanlara Allah’ın ayetlerine inanmadıklarını söyleyeceği belirtilir . Bu canlının niteliği ve görevi hakkında çeşitli rivayetler bulunsa da, ayet açıkça bu olayın Kıyamet’in büyük alametlerinden biri olduğunu gösterir.
Hz. İsa’nın Nüzulü (The Descent of Jesus) de Kur’an’da işaret edilen önemli bir büyük alamettir. Zuhruf Suresi’nin 61. ayetinde Hz. İsa’nın kıyamet için bir bilgi olduğu ifade edilir . Ayrıca, Nisâ Suresi’nin 159. ayeti ve Âl-i İmran Suresi’nin 55. ayeti gibi ayetler de Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne döneceğine dair yorumlara temel oluşturur. İslam düşüncesine göre Hz. İsa, Deccal’i öldürecek ve adaleti tesis edecektir.
Ye’cüc ve Me’cüc de Kur’an’da bahsedilen büyük alametlerdendir. Kehf Suresi’nin 94-98. ayetlerinde Zülkarneyn’in inşa ettiği seddin arkasında hapsedilen bu toplulukların , Enbiyâ Suresi’nin 96 ve 97. ayetlerinde ise seddin açılmasıyla her tepeden yığın yığın akın edecekleri bildirilir . Bu olay, yeryüzünde büyük bir kargaşaya ve yıkıma yol açacaktır.
Güneşin Batıdan Doğması, Kur’an’da dolaylı olarak işaret edilen ve hadislerde açıkça belirtilen bir başka büyük alamettir . En’âm Suresi’nin 158. ayetinde, Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye o günkü imanının fayda vermeyeceği ifade edilir . Bu ayet, güneşin batıdan doğması gibi olağanüstü bir olayın ardından imanın geçerliliğini yitireceğine dair yorumlara yol açmıştır .
Ay’ın Yarılması, Kamer Suresi’nin 1. ayetinde bahsedilen ve farklı yorumlara konu olan bir alamettir . Bazı alimler bunun Hz. Muhammed’in peygamberliği döneminde gerçekleşmiş bir mucize olduğunu söylerken , bazıları da bunun Kıyamet’e yakın bir zamanda gerçekleşecek bir alamet olduğuna inanır .
Hadislerde belirtilen diğer bazı büyük alametler arasında ise depremlerin artması (Zilzal Suresi’nde bahsedilen büyük sarsıntıya işaret olabilir) , yerin batması ve Yemen’den bir ateşin çıkması sayılabilir.

Kıyamet Alametlerinin Hikmeti ve Amacı.

Kıyamet alametlerinin Kur’an ve sünnette bahsedilmesinin pek çok hikmeti ve amacı vardır . Bu alametler, öncelikle insanları yaklaşan o büyük gün hakkında uyarmak ve onlara hatırlatmada bulunmak için bildirilmiştir . Kıyamet’in ne zaman kopacağını yalnızca Allah bilir, ancak bu alametler, o günün yakın olduğunu göstererek insanları gafletten uyandırmayı hedefler. Bu alametler aynı zamanda birer imtihan vesilesidir . İnsanlar bu alametleri gördüklerinde nasıl bir tavır sergileyecekler, imanlarını tazeleyecekler mi yoksa umursamaz mı davranacaklar? Bu, onların ahiretteki durumlarını etkileyecek önemli bir sınavdır.
Kıyamet alametleri, inananların ümit ve heyecanlarını artırmak için de bildirilmiştir . Bu alametlerin gerçekleştiğini görmek, müminlerin ahiret inancını güçlendirir ve onları salih ameller işlemeye daha çok teşvik eder. Aynı zamanda, inkar edenlerin korku ve endişelerini de artırır . Bu alametler, onların yalanladıkları o büyük günün kaçınılmaz olduğunu gösterir.

Sonuç olarak, Kıyamet alametlerinin bildirilmesinin temel amacı, insanları dünya hayatının geçiciliği konusunda uyarmak, ahirete hazırlıklı olmaya teşvik etmek ve Allah’a yönelmelerini sağlamaktır. Bu alametler, salih ameller işlemenin, Allah’a tevbe etmenin ve dünya hayatının imtihan olduğunu idrak etmenin önemini vurgular.

Sonuç
Kur’an-ı Kerim, Kıyamet ve alametleri konusunda müminlere kapsamlı bir perspektif sunar. Kıyamet’in kesinliği, farklı isimlerle anılması ve hem küçük hem de büyük alametlerin varlığına dair işaretler, Kur’an’ın temel tesbitlerindendir. Bu alametler, insanlık için önemli dersler ve hatırlatmalar ihtivaeder. Dünya hayatının bir imtihan olduğu ve ahiretteki ebedi hayata hazırlanmanın gerekliliği, bu alametler üzerine düşünerek ve Kur’an ve sünnet rehberliğinde bilinçli bir şekilde yaşayarak mümkün olur. Bu nedenle, müminlerin bu alametler üzerinde tefekkür etmeleri, salih ameller işlemeye özen göstermeleri ve Allah’a yönelerek ahiret için hazırlık yapmaları büyük önem taşır.

Loading

No ResponsesMart 18th, 2025

KURAN-I KERİM’DE TEKİL DEĞİL ÇOĞUL OLARAK GEÇEN KELİMELER.

KURAN-I KERİM’DE TEKİL DEĞİL ÇOĞUL OLARAK GEÇEN KELİMELER.


Kur’an-ı Kerim’de bazı kelimeler tekil yerine çoğul olarak geçmektedir. Bu kullanım, bazen anlamı genişletmek, bazen de bir topluluğa veya çoğul bir anlama vurgu yapmak içindir. İşte Kur’an’da çoğul olarak geçen bazı kelimeler:

1. İnsanlar ve Topluluklarla İlgili Kelimeler

İnsanlar → En-nâs (الناس)

Müminler → Mu’minûn (المؤمنون) veya Mu’minîn (المؤمنين)

Kafirler → Küffâr (كفار) veya Kâfirûn (الكافرون)

Münafıklar → Münâfikûn (المنافقون)

Zalimler → Zâlimûn (الظالمون)

Salihler → Sâlihûn (الصالحون)

Peygamberler → Enbiyâ (الأنبياء)

Melekler → Melâike (الملائكة)

2. Varlık ve Nesne İsimleri

Gökler → Semâvât (السماوات)

Yıldızlar → Nücûm (النجوم)

Dağlar → Cibâl (الجبال)

Denizler → Bihâr (البحار)

Ağaçlar → Eşcâr (الأشجار)

Evler → Büyût (البيوت)

Kitaplar → Kütüb (الكتب)

3. Kavramlarla İlgili Çoğul Kullanımlar

Günler → Eyyâm (الأيام)

Saatler → Sâ’ât (الساعات)

Rahmetler → Rahamat (الرحمات)

Nimetler → Ni’âm (النعم)

Azaplar → A’zâb (العذاب)

4. Duygular ve Soyut Kavramlar

Sevaplar → Hasenât (الحسنات)

Günahlar → Zünûb (الذنوب) veya Sayyiât (السيئات)

Dualar → Ed’iyye (الأدعية)

İmtihanlar → Fitân (الفتن)

Bu kelimeler Kur’an’da çoğul olarak geçerken, bazen tekil halleri de kullanılmaktadır. Çoğul kullanım, genellikle kapsamı genişletmek veya kavramın evrenselliğini vurgulamak amacıyla tercih edilir.

@@@@@@@@

Kur’an-ı Kerim’de birçok kelime tekil değil **çoğul** formunda geçer. Bu durum, Arap dilinin edebî üslubundan ve vurgulanmak istenen anlamın kapsayıcılığından kaynaklanır. İşte çoğul olarak kullanılan bazı önemli kelime ve kavram örnekleri:

### 1. **اَلْمُؤْمِنُونَ (el-Mü’minûn) / اَلْكَافِرُونَ (el-Kâfirûn)**
– **Anlam:** İnananlar / İnkârcılar
– **Açıklama:** Genellikle grupları vurgulamak için çoğul kullanılır.
– **Örnek Ayet:**
– “Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermiştir.” (Mü’minûn Suresi, 23:1)
– “De ki: Ey inkârcılar!” (Kâfirûn Suresi, 109:1)

### 2. **اَلْأَنْبِيَاءُ (el-Enbiyâ)**
– **Anlam:** Peygamberler
– **Açıklama:** Peygamberlerin evrensel mesajını ortaklaşa vurgular.
– **Örnek Ayet:**
– “Andolsun, Nûh’u ve İbrâhim’i elçi gönderdik. Peygamberliği ve kitapları onların soyuna verdik.” (Hadîd Suresi, 57:26)

### 3. **الْعَالَمِينَ (el-Âlemîn)**
– **Anlam:** Tüm âlemler / Yaratılmışlar
– **Açıklama:** Allah’ın evrensel hâkimiyetini ifade eder.
– **Örnek Ayet:**
– “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.” (Fâtiha Suresi, 1:2)

### 4. **الْمَلاَئِكَةُ (el-Melâike)**
– **Anlam:** Melekler
– **Açıklama:** Meleklerden bahsederken çoğul kullanılır.
– **Örnek Ayet:**
– “Melekler ve Rûh (Cebrail), o gecede Rablerinin izniyle her iş için inerler.” (Kadr Suresi, 97:4)

### 5. **الصَّالِحَاتُ (es-Sâlihât)**
– **Anlam:** Salih (iyi) ameller
– **Açıklama:** İbadet ve davranışların toplu etkisi vurgulanır.
– **Örnek Ayet:**
– “Kim salih ameller işlerse, kendi lehinedir.” (Fussilet Suresi, 41:46)

### 6. **الْجِنُّ (el-Cinn)**
– **Anlam:** Cinler
– **Açıklama:** Cin topluluklarından bahsederken çoğul kullanılır.
– **Örnek Ayet:**
– “Cinlerden bir grup: ‘Biz hârika bir Kur’an dinledik’ dedi.” (Cin Suresi, 72:1)

### 7. **الشَّيَاطِينُ (eş-Şeyâtîn)**
– **Anlam:** Şeytanlar
– **Açıklama:** Kötülüğün organize gücüne dikkat çeker.
– **Örnek Ayet:**
– “Şeytanlar onlara vaatlerde bulunur.” (İsrâ Suresi, 17:64)

### 8. **الْكُفَّارُ (el-Küffâr)**
– **Anlam:** Kâfirler
– **Açıklama:** İnkâr edenlerin toplumsal varlığına işaret eder.
– **Örnek Ayet:**
– “Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.” (Âl-i İmrân Suresi, 3:131)

### 9. **الْفُقَرَاءُ (el-Fukarâ)**
– **Anlam:** Yoksullar
– **Açıklama:** Sosyal sorumluluğu hatırlatmak için çoğul kullanılır.
– **Örnek Ayet:**
– “Mallarınızı yoksullar için harcayın.” (Bakara Suresi, 2:254)

### 10. **الْحُجُجُ (el-Hucec)**
– **Anlam:** Deliller / İsbatlar
– **Açıklama:** Allah’ın varlığını gösteren çoklu işaretler.
– **Örnek Ayet:**
– “Size delillerini gösterdi.” (Âl-i İmrân Suresi, 3:103)

### 11. **الْحَدُودُ (el-Hudûd)**
– **Anlam:** Sınırlar / Hukuki kurallar
– **Açıklama:** İlahî yasaların geniş kapsamı.
– **Örnek Ayet:**
– “Allah’ın koyduğu sınırları aşmayın.” (Bakara Suresi, 2:229)

### 📌 **Önemli Not:**
Arapçada çoğul formlar bazen sayısal çokluk değil, **şan ve yücelik** (تَعْظِيم) veya **çeşitlilik** ifade etmek için kullanılır. Örneğin “نَحْنُ (Nahnü = Biz)” zamiri, Allah’ın azametini vurgulamak için kullanılır, sayısal çoğul değildir.

Bu örnekler, Kur’an’ın di açısından zenginliğini ve mesajını aktarmadaki derinliğini gösterir.

@@@@@@

Kur’an-ı Kerim’de tekil değil de çoğul olarak geçen kelimeler, Arapça dilbilgisi kuralları ve Kur’an’ın üslubuyla yakından ilişkilidir. Arapça’da çoğul kullanım, bazen sadece birden fazla varlığı ifade etmek için değil, aynı zamanda bir kavramın genişliğini, önemini veya kapsayıcılığını vurgulamak için de kullanılır. Kur’an’da bu tür kelimeler, genellikle insanlara, varlıklara veya soyut kavramlara işaret ederken dikkat çeker.Örnek olarak, Kur’an’da sıkça çoğul formda geçen bazı kelimeleri ve anlamlarını inceleyebiliriz:

“Âyât” (آيات) – Tekil hali “âye” (ayet, işaret, delil) iken, Kur’an’da genellikle çoğul hali “âyât” olarak geçer. Örneğin, doğadaki işaretler ve mucizeler için “Allah’ın âyâtı” ifadesi kullanılır (Bakara 2:164). Bu, Allah’ın varlığına dair delillerin çokluğunu ve çeşitliliğini vurgular.

“Nâs” (ناس) – “İnsanlar” anlamına gelir ve tekil “insan” (إنسان) kelimesinin çoğuludur. Kur’an’da “Ey insanlar!” hitabıyla sıkça kullanılır (örneğin, Nisa 4:1). Bu çoğul kullanım, mesajın tüm insanlığa yönelik olduğunu gösterir.

“Semâvât” (سماوات) – “Gökler” anlamına gelir ve tekil hali “semâ” (gök) olmasına rağmen, Kur’an’da çoğunlukla çoğul olarak “semâvât” şeklinde geçer (Fussilet 41:12). Bu, evrenin katmanlı yapısını veya göklerin genişliğini ifade eder.”Arâdî” (أراضي) veya “Ard” (أرض) – “Yerler” veya “topraklar” anlamında çoğul olarak kullanılabilir. Tekil “ard” (yer) olmasına rağmen, bazı ayetlerde yeryüzünün farklı bölgelerine işaret etmek için çoğul formu tercih edilir (örneğin, Zümer 39:10).

“Kavm” (قوم) – “Kavimler” veya “topluluklar” anlamında çoğul olarak sıkça geçer. Tekil hali “kaum” (bir topluluk) olmasına rağmen, Kur’an geçmiş milletlerden bahsederken genellikle çoğul formuyla “kavimler” şeklinde anar (Hud 11:50).Bu çoğul kullanımlar, Kur’an’ın edebi üslubunun bir parçasıdır ve genellikle bir kavramın evrenselliğini, çokluğunu veya çeşitliliğini vurgulamak için tercih edilir. Eğer belirli bir kelimeye odaklanmak isterseniz, lütfen belirtin; o kelimenin Kur’an’daki kullanımını daha detaylı inceleyebilirim!
(Not: 3 farklı CHATGPT. den araştırılarak alınmıştır. )
@@@@@@@

KURAN-I KERİM’DE CENNET VE CEHENNEM KELİMESİ HANGİ ŞEKİLLERDE GELMEKTEDİR ?

Kur’an-ı Kerim’de “cennet” ve “cehennem” kelimeleri, hem tekil hem de çoğul formda, farklı bağlamlarda ve çeşitli ifadelerle kullanılmaktadır. Bu kelimeler, ahiret hayatındaki ödül ve ceza mekanlarını tasvir etmek için önemli bir yer tutar. Arapça dilbilgisi kurallarına uygun olarak, bu kelimelerin kullanım şekilleri ve ek aldıkları formlar, anlamı zenginleştiren nüanslar içerir. Şimdi her birini ayrı ayrı ele alalım:

### **1. Cennet (جَنَّة)**
“Cennet” kelimesi, Kur’an’da genellikle ödül yeri olarak müminler için hazırlanmış bahçeleri ve nimetleri ifade eder. Tekil ve çoğul formda geçer, ayrıca çeşitli sıfatlarla birlikte kullanılır.

– **Tekil Form: “Cennet” (جَنَّة)**
Tekil hali, genellikle belirli bir cenneti veya cennet kavramını ifade eder. Örnekler:
– **”Cennete girin”** (وَادْخُلُوا الْجَنَّةَ) – (Bakara 2:214): Burada “el-Cennet” (belirli bir cennet) şeklinde geçer ve müminlere hitaben cennete girmeleri emredilir.
– **”Rabbinizden bir mağfiret ve genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennet”** (وَجَنَّةٌ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ) – (Âl-i İmrân 3:133): Tekil formda, cennetin büyüklüğünü vurgular.

– **Çoğul Form: “Cennât” (جَنَّات)**
Çoğul hali “cennât”, cennetlerin çokluğunu, çeşitliliğini veya farklı derecelerini ifade eder. Genellikle “bahçeler” anlamında kullanılır ve nimetlerin bolluğuna işaret eder:
– **”Altlarından ırmaklar akan cennetler”** (جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ) – (Bakara 2:25, Tevbe 9:72 ve çok sayıda ayet): Bu ifade, cennetlerin çoğulluğunu ve içindeki nimetleri betimler.
– **”Adn cennetleri”** (جَنَّاتِ عَدْنٍ) – (Ra’d 13:23): “Adn” sıfatıyla birlikte çoğul olarak geçer ve kalıcı, özel cennetlere işaret eder.

– **Ek Formlar ve Sıfatlar:**
Cennet, sıfatlarla zenginleştirilerek farklı şekillerde anılır:
– “Cennâtü’n-naîm” (نَعِيمٍ جَنَّاتُ) – “Nimet cennetleri” (Yunus 10:9).
– “Cennâtü’l-firdevs” (فِرْدَوْسٍ جَنَّاتُ) – “Firdevs cennetleri” (Kehf 18:107): En yüksek derecede cenneti ifade eder.

### **2. Cehennem (جَهَنَّم)**
“Cehennem” kelimesi, Kur’an’da azap yeri olarak sıkça zikredilir. Genellikle tekil formda geçer ve özel bir isim gibi kullanılır. Çoğul formu çok nadir görülür, çünkü cehennem tek bir yer olarak tasvir edilir, ancak derinlikleri veya kapıları gibi çoğul ifadelerle detaylandırılır.

– **Tekil Form: “Cehennem” (جَهَنَّم)**
Cehennem, Kur’an’da özel bir isim gibi tekil olarak sıkça anılır:
– **”Onu cehenneme süreceğiz”** (وَلَنُصْلِيَنَّهُ جَهَنَّمَ) – (Meryem 19:86): Cehennemin azap yeri olduğu vurgulanır.
– **”Cehennem bir gözetleme yeridir”** (إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا) – (Nebe 78:21): Tekil formda, cehennemin bir tuzak gibi hazır beklediği belirtilir.

– **Çoğul veya İlgili İfadeler:**
Cehennem kelimesi doğrudan çoğul olarak (“cehennemler” anlamında) pek geçmez, ancak cehennemin katmanları veya kapıları çoğul ifadelerle anılır:
– **”Onun yedi kapısı vardır”** (لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ) – (Hicr 15:44): Cehennemin yedi kapıya sahip olduğu belirtilir, bu da onun farklı bölümleri veya dereceleri olduğunu ima eder.
– Cehennemin başka isimleri de tekil olarak geçer: “Saîr” (سَعِيرٍ) (Şura 42:7), “Hâviye” (حَاوِيَةٍ) (Karia 101:9), “Cehîm” (جَحِيمٍ) (Saffat 37:97) gibi. Bunlar çoğul değil, tekil formdadır ve cehennemin farklı yönlerini tasvir eder.

– **Ek Formlar:**
Cehennem, genellikle korkutucu ve uyarıcı bir üslupla anılır:
– **”Alevli cehennem”** (لَظَىٰ جَهَنَّمَ) – (Mearic 70:15): Cehennemin yakıcı niteliği vurgulanır.

### **Genel Değerlendirme:**
– **Cennet:** Hem tekil (“cennet”) hem de çoğul (“cennât”) formda sıkça geçer. Çoğul kullanımı, cennetlerin çokluğunu, çeşitliliğini ve nimetlerin bolluğunu ifade eder. Sıfatlarla (Adn, Firdevs, Naîm) zenginleştirilir.
– **Cehennem:** Genellikle tekil (“cehennem”) olarak kullanılır ve özel bir isim gibi işlev görür. Çoğul formu doğrudan nadirdir, ancak kapıları veya katmanları gibi çoğul ifadelerle detaylandırılır.

 

 

Loading

No ResponsesMart 18th, 2025

BAŞTA ABD VE BATININ GELİR KAYNAĞI SÖMÜRGECİLİKLERİDİR

BAŞTA ABD VE BATININ GELİR KAYNAĞI SÖMÜRGECİLİKLERİDİR


Batı’nın ve ABD’nin Gelir Kaynağı: Sömürgecilik ve Küresel Tahakküm

Tarih boyunca medeniyetler, refahlarını sürdürebilmek için çeşitli ekonomik modeller geliştirmiştir. Ancak Batı dünyasının ve özellikle ABD’nin ekonomik gücünün temel kaynağı, büyük oranda sömürgecilik ve küresel tahakküm politikalarına dayanır. Batı’nın sömürgecilik anlayışı, sadece askeri işgallerle sınırlı kalmamış; kültürel, ekonomik ve siyasi mekanizmalarla da dünya üzerindeki hâkimiyetini sürdürmüştür. Günümüzde ise bu sömürgecilik, farklı formlarda devam etmektedir.

Sömürgeciliğin Tarihçesi: Avrupa’nın Yükselişi

Avrupa’nın sömürgecilik süreci, 15. yüzyılda Büyük Keşifler ile başlamış ve hızla küresel bir hâkimiyete dönüşmüştür. İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi ülkeler, Afrika, Asya ve Amerika kıtalarını sömürgeleştirerek yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmüşlerdir. Bu süreç, milyonlarca yerlinin öldürülmesi, köleleştirilmesi ve kültürel kimliklerinin yok edilmesiyle sonuçlanmıştır.

İngiltere’nin Hindistan’ı sömürmesi, Belçika’nın Kongo’daki insanlık dışı uygulamaları ve Fransa’nın Cezayir’de gerçekleştirdiği zulümler, Batı’nın refah seviyesinin temelinde kan, gözyaşı ve sömürü olduğunu açıkça göstermektedir.

ABD’nin Sömürgecilik Modeli: Askeri ve Ekonomik Hegemonya

ABD, Avrupa’daki sömürge imparatorluklarının çöküşüyle birlikte, modern sömürgeciliğin baş aktörü hâline gelmiştir. ABD’nin sömürge politikası, doğrudan işgal yerine “ekonomik, siyasi ve askeri bağımlılık” oluşturarak yürütülmüştür.

Doların Hâkimiyeti: ABD, küresel ekonomide doların rezerv para olmasını sağlayarak birçok ülkeyi finansal olarak kendisine bağımlı hâle getirmiştir. Uluslararası ticarette dolar kullanımı, ABD’ye karşı ekonomik bir bağımsızlık elde etmeyi zorlaştırmaktadır.

Çok Uluslu Şirketler: ABD merkezli küresel şirketler, az gelişmiş ülkelerin kaynaklarını sömürerek kendi ekonomilerini beslemektedir. Örneğin, Afrika’daki madenlerin büyük bir kısmı Batılı şirketler tarafından işletilmektedir.

Askeri Müdahaleler: ABD, doğrudan veya dolaylı askeri müdahalelerle dünyadaki stratejik noktaları kontrol etmektedir. Irak ve Afganistan savaşları, ABD’nin petrol kaynakları üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmek için yapılan müdahalelerdir.

Medya ve Kültürel Etki: Hollywood, sosyal medya ve küresel haber ajansları aracılığıyla ABD, dünya çapında bir kültürel hegemonya kurmuş, kendi yaşam tarzını ve politik sistemini “ideal” olarak empoze etmiştir.

Modern Sömürgecilik: Yeni Dünya Düzeni

Günümüzde sömürgecilik, doğrudan askeri işgal yerine ekonomik ve siyasi baskılar yoluyla devam etmektedir. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları, gelişmekte olan ülkeleri borçlandırarak onların ekonomik bağımsızlıklarını ellerinden almaktadır.

Bunun en açık örneklerinden biri Afrika’dır. Zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan Afrika kıtası, Batılı ülkelerin borçlandırma politikaları ve sömürge mirası sebebiyle hâlâ yoksulluk içinde yaşamaktadır. Kıtadaki tarım alanları ve doğal kaynaklar, Batılı şirketler tarafından kontrol edilmekte, yerel halk ise düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır.

Sonuç: Gerçek Bağımsızlık Mümkün mü?

Batı’nın ve ABD’nin refahı, büyük oranda diğer toplumların yoksulluğu üzerine inşa edilmiştir. Ancak günümüzde Asya’nın yükselişi, Rusya’nın Batı’ya karşı geliştirdiği alternatif ekonomik sistemler ve İslam dünyasının bilinçlenmesi, bu küresel tahakküme karşı yeni bir denge oluşturma potansiyeline sahiptir.

Gerçek bağımsızlık, ekonomik ve kültürel sömürgeleşmeye karşı bilinçli bir duruşla mümkündür. Yerli üretimi desteklemek, Batı’nın finansal sistemine olan bağımlılığı azaltmak ve kültürel değerleri korumak, yeni bir dünya düzeninin inşası için atılması gereken adımlardır.

Bugün Müslümanlar ve tüm ezilen milletler, geçmişte maruz kaldıkları sömürgeciliği unutmadan, gelecekte güçlü bir medeniyet inşa etmek için birlik olmalıdır. Çünkü tarih, sömürgeciliğin sadece bir güç oyunu olmadığını, aynı zamanda insanlığın vicdanını da esir aldığını göstermektedir.

Loading

No ResponsesMart 18th, 2025

MAHVEDİLEN NESİLLER VE ASIMIN NESLİ

MAHVEDİLEN NESİLLER VE ASIMIN NESLİ[1]

 

Tih çölünde bildircin eti ve kudret helvasi yemekten bikip,soğan ve sarımsakları isteyen yahudilerin şikayetleri, sebep ve yorumu


Bu olay, Bakara Suresi 61. ayette anlatılır ve İsrailoğulları’nın nankörlükleri ve dünyevi arzularına düşkünlükleri açısından önemli bir örnektir.

Olayın Geçtiği Ayet:

> “Ey Musa! Biz tek çeşit yemeğe katlanamayız. Rabbine dua et de bize yerin bitirdiği sebzelerden; bakla, salatalık, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın!” dediler. Musa dedi ki: “Siz daha hayırlı olanı daha aşağı olana mı değişmek istiyorsunuz? Öyleyse Mısır’a gidin, orada dilediğiniz şeyleri bulabilirsiniz!” Onların üzerine alçaklık ve zillet damgası vuruldu ve Allah’ın gazabına uğradılar. Bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri yüzündendi…” (Bakara 2/61)

Olayın Sebebi ve Yorumu

1. Tih Çölü’nde Allah’ın İkramları

İsrailoğulları, Tih Çölü’nde bıldırcın eti ve kudret helvası gibi özel yiyeceklerle rızıklandırılmışlardı.

Bıldırcın eti: Allah’ın onlara lütfettiği, zahmetsizce ulaşabilecekleri lezzetli bir et türüydü.

Kudret helvası (Menn): Bazı müfessirler bunun tatlı bir madde olduğunu, bazısı ise bir tür besleyici bitki özü olduğunu söyler.

Ancak İsrailoğulları, bu nimetleri küçümseyerek sebze, soğan, mercimek gibi sıradan yiyecekler istemeye başladılar.

2. Şikâyetin Nedeni

Nimetlere karşı nankörlük: Allah’ın özel olarak sunduğu gıdaları beğenmeyip, dünyevi ve sıradan yiyeceklere yöneldiler.

Mısır’daki esareti özleme: Özgürlüklerine kavuştukları hâlde, eski hayatlarına ve alışkanlıklarına dönmek istediler.

İman zayıflığı ve dünyevî arzular: İsrailoğulları sürekli mucizeler görmek istemiş, ama kalplerinde tam bir teslimiyet oluşmamıştır.

3. Hz. Musa’nın Cevabı ve Anlamı

Hz. Musa, bu isteğe sert bir şekilde tepki göstermiştir:

“Siz daha hayırlı olanı, daha aşağı olana mı değişmek istiyorsunuz?”

Yani, ilahi bir lütuf olan yiyecekleri, sıradan şeylerle değiştirmek mi istiyorsunuz?

“Öyleyse Mısır’a gidin, orada bulursunuz!”

Bu ifade, onların eski esareti ve dünyevî yaşamı arzulamalarını eleştiren bir sözdür.

Tefsirlerdeki Yorumlar

İbn Kesir: İsrailoğulları, ilahi lütfu küçümseyerek nefsanî arzularına yöneldikleri için azap görmüşlerdir.

Taberi: Bu istek, dünyevî alışkanlıkların, insanın ahiret nimetlerine karşı duyarsızlaşmasına sebep olduğunu gösterir.

Fahreddin Razi: Bu olay, insanların kolay nimetleri küçümseme ve zorluklara rağmen geçmiş alışkanlıklarına özlem duyma eğilimini vurgular.

Elmalılı Hamdi Yazır: Bu olay, hakikati göremeyen, şükretmeyen insanların, maddî nimetlere takılıp kalmasının bir örneğidir.

Sonuç ve İbretler

1. İlahi nimetlere karşı şükretmek gerekir.

2. İnsan bazen alışkanlıklarını terk edemez ve bu durum ona zarar verebilir.

3. Allah’ın verdiği üstün nimetleri değersiz görüp, sıradan olanı istemek doğru değildir.

4. Şükürsüzlük ve dünyevî arzular, bir toplumu helake sürükleyebilir.

Bu olay, sadece İsrailoğulları için değil, tüm insanlık için bir ders niteliğindedir.

*************   

Osman Yüksel Serdengeçti 10.11.83 de vefat etti.

Şair,Hatip,gazeteci,yazar.
Hakim kendisine,sende Allah demişsin, sözüne Allah Allah,

Eseri,bir nesli nasıl mahvettiler.
Aynı kalıntı ve dokuntuleri devam etmektedir.

Bunu şunun için söyledim.
Hz.musanin Tih çölünde Yahudiler tarafından, “Sen ve Rabbin gidin, savaşın”, sözünün sebep ve yorumu.

Bu söz, Maide Suresi 24. ayette geçer ve İsrailoğulları’nın Hz. Musa’ya olan itaatsizliğini gösteren olaylardan biridir.

Olayın Geçtiği Ayetler:

Maide 20-26. Ayetler:
Hz. Musa, İsrailoğulları’na Allah’ın kendilerine vaad ettiği kutsal topraklara (Filistin) girmelerini emrettiğinde, onlar korkuya kapılarak şöyle derler:

> “(İsrailoğulları) dediler ki: ‘Ey Musa! Orada zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz.’” (Maide 22)

> “(Ancak) Allah’tan korkan ve O’na gönülden bağlı olan iki kişi şöyle dedi: ‘Onların üzerine kapıdan girin! Oraya girerseniz mutlaka galip gelirsiniz. Eğer inanıyorsanız, yalnızca Allah’a güvenin.’” (Maide 23)

Fakat İsrailoğulları korkularına yenik düşerek şu cevabı verirler:

> “Ey Musa! Biz, onlar orada bulundukça asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada oturacağız!” (Maide 24)

Bu söz, onların Allah’ın emrine karşı gelmeleri ve korkaklık göstermeleri nedeniyle Tih Çölü’nde 40 yıl boyunca cezalandırılmalarına sebep olmuştur.

Sebep ve Yorumu

1. Korku ve Güvensizlik:

İsrailoğulları, Firavun’un zulmünden kurtulmalarına rağmen, Allah’a tam güvenmemişler ve savaşmaktan korkmuşlardır.

Filistin’de bulunan Amalika kavminin güçlü ve savaşçı olduğunu düşündükleri için mücadeleden kaçınmışlardır.

2. İtaatsizlik ve Nankörlük:

Allah’ın birçok mucizesini görmelerine rağmen, Hz. Musa’ya isyan etmişlerdir.

Allah’ın vaadine güvenmek yerine, liderlerine karşı gelmişlerdir.

3. Tih Çölü’nde 40 Yıl Cezalandırılmaları:

Bu itaatsizlik nedeniyle Allah, İsrailoğulları’nın 40 yıl boyunca Tih Çölü’nde dolaşarak cezalandırılmasına hükmetmiştir (Maide 26).

Bu süre içinde Musa’nın nesli ölmüş, yeni nesil yetişmiş ve ancak onların çocukları Hz. Yuşa önderliğinde Kenan diyarına girebilmiştir.

Tefsirlerdeki Yorumlar

İbn Kesir: İsrailoğulları’nın zayıf imanlarından ve dünya sevgisinden dolayı Allah’ın emrine uymadığını belirtir.

Taberi: “Siz gidin, savaşın!” sözü, İsrailoğulları’nın Allah’a olan güvensizliklerinin ve Hz. Musa’ya karşı itaatsizliklerinin açık bir göstergesidir.

Elmalılı Hamdi Yazır: İsrailoğulları, sürekli olarak mucizeler istemelerine rağmen, bu mucizeler gerçekleştiğinde bile Allah’a tam teslim olmamışlardır.

Fahreddin Razi: Bu olay, iman ve tevekkülün önemini gösterir. Allah’ın emrine uymayan bir topluluğun, cezalandırılmadan kurtulamayacağına vurgu yapar.

Sonuç

Bu olay, Allah’a güvenmenin ve emirlere uymanın önemini vurgulayan büyük bir ibret dersidir. İsrailoğulları, Allah’ın yardım edeceğini bilseler de kendi sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınmışlardır. Bu yüzden cezalandırılmış ve vaat edilen topraklara ancak yeni nesil girebilmiştir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=9eao8PnmERQ

Loading

No ResponsesMart 18th, 2025

DENGE ŞAHSİYET HZ MUHAMMED

DENGE ŞAHSİYET HZ MUHAMMED[1]

DENGE ŞAHSİYET HZ. MUHAMMED: KENDİ ZAMANINDAKINDEN KIYAMETE KADAR HERKESİN KENDİSİNİ ONDA BULACAĞI YÜKSEK ŞAHSİYET


Denge Şahsiyet Hz. Muhammed: Kendi Zamanındaki ve Kıyamete Kadar Herkesin Kendini Onda Bulacağı Yüksek Şahsiyet

İnsanlık tarihi boyunca pek çok büyük şahsiyet, toplumlarına izler bırakmış, fikirleri ve davranışları ile dünyayı şekillendirmiştir. Ancak hiçbiri, Hz. Muhammed (s.a.v.) kadar her dönemde, her kültürde ve her coğrafyada bir ilham kaynağı olmayı başaramamıştır. O, sadece kendi zamanının değil, kıyamete kadar her insanın kendini bulabileceği, derinlikli ve yüksek bir şahsiyetin temsilcisidir.

Hz. Muhammed’in İdeal Dengeyi Kurma Sanatı

Hz. Muhammed (s.a.v.), hayatını sadece bir dinin tebliğiyle değil, insanlara ahlaki, sosyal ve ekonomik düzenin nasıl olması gerektiğini göstererek de inşa etmiştir. O, insanın ruhunu en derin şekilde anlamış, ona hem dünya hem de ahiret hayatında huzur ve denge sunmuştur. Peygamberimizin hayatındaki denge, sadece bireysel değil, toplumsal bir dengeyi de ihtiva eder. O, aynı zamanda Allah’a karşı kulluk, aileye karşı sevgi ve saygı, toplumda adalet ve merhamet gibi değerlerin nasıl harmanlanacağına dair eşsiz bir örnektir. Onun hayatı, bireyin deruni dengesini nasıl kuracağına dair bir rehberdir.

Hikmetli Bir Ders: İslam’ın Ahlakına Uymak

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öğrettiklerinin hikmetini anlamak, insanın kendi iç yolculuğunda dengeyi bulmasını sağlar. O, sadece ibadetlerin değil, aynı zamanda günlük yaşantının da İslam’a uygun şekilde sürdürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Onun hadislerinde, her türlü davranışın İslam ahlakı çerçevesinde şekillendirilmesi gerektiği sıkça dile getirilmiştir. İşte bu denge, bir insanın hem kendi ruhuna, hem de çevresindeki insanlara zarar vermeden hayatını sürdürmesini sağlayacak bir olgunluktur.

İbretli Bir Bakış: Zorluklarla Savaşan Bir Şahsiyet

Hz. Muhammed (s.a.v.) zorluklarla, yokluklarla, tehlikelerle karşılaşmıştır. Ancak her zaman dengeyi koruyarak bu zorlukların üstesinden gelmiştir. Müşrikler ona eziyet ederken, ona karşı gösterdiği sabır ve metinlik, dünyadaki en yüksek insani erdemlerden birini teşkil eder. O, bazen savaş meydanlarında kahramanlık göstermiş, bazen de evinde en nazik ve sabırlı bir eş olmuştur. O, bir savaşçı olduğu kadar bir merhamet peygamberiydi. Bu dengeyi hayatında nasıl sağladığını görmek, bize sadece içinde bulunduğumuz anı değil, geleceğimizi de şekillendirme gücü verir.

Herkesin Kendini Onda Bulacağı Yüksek Şahsiyet

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı, sadece bir dönemin değil, insanlığın her zaman diliminde kendini bulacağı bir rehberdir. Her insana, hangi dönemde olursa olsun, bir şeyler öğretecek kadar evrensel bir mesaj taşır. Modern dünyada insanlar, her geçen gün hızla değişen bir hayatla yüzleşiyorlar. Hızlı tempolu iş hayatı, aile ilişkilerindeki zorluklar ve kişisel problemler, birçok insanı derin bir boşluğa itiyor. Bu noktada Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti, bizlere rehberlik edebilir. O, yaşamının her anında insanın hem maddi hem manevi huzurunu gözetmiş, dünyanın geçici cazibelerinin ötesinde kalıcı olanı ön plana çıkarmıştır. İslam’ın öğrettikleri, bireylerin dünya ve ahiret dengesini kurmalarını sağlar.

Bugün ve Yarın İçin Bir İlham Kaynağı

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı, yalnızca tarihi bir figürün ötesindedir. Onun insanlığa sunduğu örnek, her dönemde ve her toplumda geçerliliğini koruyacak bir değere sahiptir. Bugün dünyada birçok kişi, farklı düşünce ve inançlara sahip olabilir. Ancak Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öğrettikleri, insanı insan yapan değerleri hatırlatmak için her zaman geçerlidir. Sevgi, adalet, sabır, merhamet ve hoşgörü gibi değerler, hiçbir zaman eskiyemez. Her insanın hayatında dengeyi bulacağı bir yer vardır; belki o yer, Peygamberimizin hayatındaki öğrettiklerinde gizlidir.

Sonuç olarak, Hz. Muhammed (s.a.v.) sadece bir peygamber değil, insanlığa rehberlik eden, örnek alınması gereken bir şahsiyet olarak her zaman iz bırakan bir önderdir. O, kendi zamanının insanlarına olduğu gibi, kıyamete kadar herkese yol gösterecek yüksek bir şahsiyetin temsilcisidir. Onun hayatı, bizlere sadece ibadetleri değil, doğru yaşamayı, adaletli ve dengeli bir insan olmayı da öğretmektedir. Herkes, kendi ruhsal yolculuğunda onu örnek alarak dengeyi bulabilir ve gerçek huzu

[1] https://www.youtube.com/watch?v=RhhZk72kcys

Loading

No ResponsesMart 18th, 2025

KURAN-I KERİM’DE AHLAK,AHLAKI KAZANMA VE KAYBETME,AHLAKÎ ESASLAR.

KURAN-I KERİM’DE AHLAK,AHLAKI KAZANMA VE KAYBETME,AHLAKÎ ESASLAR.[1]


Kur’an-ı Kerim’de Ahlak: Kazanma, Kaybetme ve Ahlaki Esaslar

Ahlak, insanın yaratılışında var olan, ancak eğitilmesi, korunması ve geliştirilmesi gereken ilahi bir emanettir. Kur’an-ı Kerim, ahlakı yalnızca bireysel bir meziyet olarak değil, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu belirleyen temel bir unsur olarak ele alır. Yüce Allah, insanı “en güzel şekilde” yarattığını (Tin, 95/4) bildirerek, ona doğru yolu göstermiştir. Ancak insan, bu ahlaki duruşunu muhafaza edebileceği gibi, onu kaybetme tehlikesiyle de karşı karşıyadır.

Kur’an’da Ahlakın Önemi

Kur’an, ahlakın en üstün örneğini Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’de göstermektedir. Yüce Allah, O’nun hakkında “Ve şüphesiz sen, büyük bir ahlak üzeresin” (Kalem, 68/4) buyurarak, insanlığa en güzel ahlaki modeli sunmuştur. Kur’an’ın tüm emir ve yasakları, bireyin ve toplumun ahlaki kemale ulaşması için bir rehber niteliğindedir.

Kur’an-ı Kerim’de ahlaki değerler, insanın hem kendisiyle hem de çevresiyle olan ilişkilerinde belirleyici bir rol oynar. Adalet, dürüstlük, sabır, tevazu, merhamet, vefa gibi kavramlar, Kur’an’ın ahlaki esaslarını oluşturan temel unsurlardır. “Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar.” (Nahl, 16/90) ayeti, bu esasların özünü özetlemektedir.

Ahlakı Kazanma ve Geliştirme

Ahlak, sonradan öğrenilen bir meziyet olduğu gibi, insanın fıtratında var olan iyiliğin açığa çıkmasıyla da şekillenir. Kur’an-ı Kerim, ahlaki olgunlaşmayı sağlayan temel prensipleri şu şekilde belirtir:

1. İman ve Takva

Ahlakın temeli, sağlam bir iman ve Allah korkusuna (takva) dayanır. “Muhakkak ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.” (Bakara, 2/194). Takva, insanı günahlardan ve kötü ahlaktan uzaklaştıran en büyük kalkandır.

2. Kur’an ve Sünnete Uymak

İnsan, ahlaki gelişimini Kur’an ve Peygamber Efendimiz’in sünnetine uyarak tamamlar. Kur’an, “Resûlullah’ta sizin için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb, 33/21) buyurarak, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahlakını rehber edinmemizi öğütler.

3. Salih Ameller İşlemek

Kur’an’da, güzel ahlak ile salih amel arasında sıkı bir bağ kurulur. “Kim iyi bir iş yaparsa, kendi lehinedir; kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.” (Fussilet, 41/46). Ahlak, yalnızca sözle değil, davranışlarla da ortaya konulmalıdır.

4. Nefisle Mücadele

İnsanın en büyük imtihanlarından biri, nefsin kötü arzularına karşı mücadele etmektir. Kur’an, “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir” (Şems, 91/9) buyurarak, ahlaki arınmanın önemini vurgular.

Ahlakı Kaybetmenin Sebepleri

Kur’an-ı Kerim, insanın fıtratındaki güzel ahlakı kaybetmesine neden olan bazı faktörleri de belirtir:

1. Şeytanın Vesvesesi

Şeytan, insana sürekli kötülüğü telkin eder. “Şeytan, onlara yaptıkları işleri güzel gösterdi ve onları yoldan alıkoydu.” (Neml, 27/24). Ahlakın zayıflaması, insanın şeytani vesveselere kapılmasıyla başlar.

2. Nefsin Heva ve Heveslerine Uymak

Kur’an, “Hevasını ilah edineni gördün mü?” (Casiye, 45/23) buyurarak, nefsin isteklerine körü körüne uyanların ahlaki yozlaşmaya uğrayacağını bildirir.

3. Adaletsizlik ve Zulüm

Zulüm, toplumları çökerten en büyük ahlaki zaaflardan biridir. “Allah, zalimleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/57). Adaletten sapmak, bireyin hem kendisine hem de topluma zarar vermesine yol açar.

4. Dünya Sevgisine Kapılmak

Kur’an, dünyanın geçici olduğunu hatırlatarak, “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir” (Ankebut, 29/64) buyurur. Dünya malına aşırı düşkünlük, insanı ahlaki zaaflara sürükleyebilir.

Sonuç: Ahlaki Kurtuluşun Yolu

Kur’an’a göre ahlaki kurtuluşun yolu, Allah’a yönelmek, nefsi terbiye etmek ve İslam’ın belirlediği ahlaki prensiplere sımsıkı sarılmaktır. Kur’an, insanı ahlaken olgunlaştıran bir rehberdir. “Şüphesiz bu Kur’an en doğruya iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsra, 17/9).

Ahlak, kaybedildiğinde bireyi ve toplumu uçuruma sürükler, kazanıldığında ise dünya ve ahiret saadetinin kapılarını açar. O halde, bizler de Kur’an’ın ahlaki esaslarını hayatımıza rehber edinmeli ve güzel ahlakı kuşanarak, Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışmalıyız.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=pLJBcMszNCM&t=3s

 

Loading

No ResponsesMart 17th, 2025

HERŞEY HAYAL Mİ? VARLIKLARIN BİR HAKİKATI YOK MU?

HERŞEY HAYAL Mİ? VARLIKLARIN BİR HAKİKATI YOK MU?[1]

BUNUN SOFESTAİLIKLE İLGİSİ NEDİR?


HER ŞEY HAYAL Mİ? VARLIKLARIN HAKİKATİ VE SOFİSTLERİN ŞÜPHESİ

İnsan aklı, varlığın mahiyetini sorgulamaktan asla vazgeçmemiştir. “Ben var mıyım?”, “Evren gerçek mi, yoksa bir hayal mi?” gibi sorular, tarih boyunca filozofların ve düşünürlerin zihnini meşgul etmiştir. Eski Yunan’da sofistler, duyularımızın bizi yanıltabileceğini öne sürerek varlığın kesin olarak bilinemeyeceğini savunmuşlardır. Günümüzde de bazı düşünce akımları, evrenin bir tür algı yanılması ya da zihinsel bir yanılsama olabileceğini iddia etmektedir. Ancak İslam, varlığın hakikatine dair net bir bakış açısı sunar.

1. Sofistlerin Görüşü ve Şüphecilik

Sofistler, bilginin kesin olmadığını, her şeyin kişisel algıya ve yoruma bağlı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Özellikle Protagoras, “İnsan her şeyin ölçüsüdür” diyerek, mutlak bilginin mümkün olmadığını savunmuştur. Gorgias ise daha radikal bir noktaya giderek, “Hiçbir şey yoktur, olsa bile bilinemez, bilinse bile başkalarına aktarılamaz” demiştir. Bu tür şüphecilik, insanın zihnini boşlukta bırakır ve hakikati reddeden bir kaos ortamı oluşturur.

İslam ise kesin bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu, hakikatin bir yanılsama değil, Allah’ın yaratmış olduğu gerçek bir varlık olduğunu bildirir.

2. Kur’an’a Göre Varlığın Hakikati

Kur’an, evrenin gerçek ve Allah tarafından yaratılmış bir düzen olduğunu açıkça belirtir:

“Şüphesiz ki göklerde ve yerde müminler için birçok ayetler vardır.” (Câsiye, 3)

Bu ayet, evrenin ve içindeki varlıkların bir hakikati olduğunu, bir tesadüf ya da hayal ürünü olmadığını gösterir. Allah, varlığı yoktan var etmiş ve insana da bu varlığı idrak edebilecek akıl ve kalp vermiştir.

Ancak Kur’an, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve burada gördüğümüz her şeyin geçici olduğunu da bildirir:

“Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Ahiret yurdu ise takva sahipleri için daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?” (En’âm, 32)

Bu ayetten anlaşıldığı üzere, dünya bir hayal değil, fakat geçici bir mekândır. Hakiki ve ebedi olan ise ahiret yurdudur.

3. Varlık ve Hakikat: İbretlik Bir Bakış

Varlık, insan için bir imtihandır. İnsan, bazen gördüklerine aldanarak her şeyin yalnızca maddeden ibaret olduğunu zanneder. Oysa Kur’an, insanın yalnızca fiziksel varlık olarak değil, ruhsal bir boyuta da sahip olduğunu anlatır:

“Allah, Adem’e kendi ruhundan üfledi.” (Sad, 72)

Bu ayet, insanın yalnızca maddeyle açıklanamayacağını, ona verilen akıl ve ruh sayesinde hakikati idrak edebileceğini vurgular.

Bir düşünelim: Rüyada gördüğümüz şeyler bize gerçekmiş gibi gelir, ama uyanınca onların bir hayal olduğunu anlarız. Aynı şekilde, bu dünya da ahiret hayatı yanında bir rüya gibidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.”

Bu söz, sofistlerin iddia ettiği gibi varlığın tamamen bir hayal olduğunu değil, dünyanın geçici ve ahiretin asıl yurt olduğunu anlatır.

4. Sonuç: Şüpheden Hakikate Ulaşmak

Sofistler ve modern şüpheciler, varlığın hakikatini reddederek insanı bir bilinmezliğe sürüklerken, Kur’an bize şu iki gerçeği öğretir:

1. Bu dünya gerçektir, ancak geçicidir.

2. Asıl hakikat, Allah’ın varlığı ve ahiret hayatıdır.

İslam, insanı şüphecilikten kurtarıp kesin bilgiye ulaştırır. Akıl ve vahiy, birlikte çalışarak insana en doğru yolu gösterir. Şüphe içinde kaybolmak yerine, Allah’ın varlığını ve evrenin bir düzen üzere yaratıldığını anlamak, insanı huzura kavuşturur.

Son olarak, şu ayet üzerine düşünelim:

“Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır.” (Sad, 27)

Öyleyse varlığın bir hakikati vardır. Bu hakikati anlamak için Kur’an’ı ve kainatı tefekkür etmek gerekir. Gerçek bilginin kaynağı Allah’tır ve O’na yönelen kişi, şüphenin karanlığından hakikatin nuruna kavuşur.

 

 

[1] https://www.facebook.com/share/1E3vQCRxfq/

Loading

No ResponsesMart 17th, 2025

ĞARKAD AĞACI HADİSİNİN TEZAHÜRÜ SAYIN ERDOĞAN DÖNEMİNDE Mİ OLACAK?

ĞARKAD AĞACI HADİSİNİN TEZAHÜRÜ SAYIN ERDOĞAN DÖNEMİNDE Mİ OLACAK?


Ğarkad Ağacı Hadisinin Tezahürü ve Zamanın Şahitliği

İslam dünyasında kıyamet alametleri ve ahir zaman hadisleri, daima büyük bir merak konusu olmuştur. Bunlardan biri de meşhur Ğarkad Ağacı Hadisidir. Bu hadis, Müslümanlarla Yahudiler arasında yaşanacak büyük bir savaşı anlatır ve kıyamet öncesi önemli gelişmelerden biri olarak kabul edilir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilen bu hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet kopmadan önce Müslümanlarla Yahudiler savaşacak, Müslümanlar onları öldürecektir. Yahudiler taşın ve ağacın arkasına saklanacak, ancak taş ve ağaç dile gelerek: ‘Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! Şu arkamdaki Yahudidir, gel onu öldür’ diyecektir. Ancak Ğarkad Ağacı böyle söylemeyecek, çünkü o Yahudi ağacıdır.” (Müslim, Fiten, 82; Tirmizî, Fiten, 56)

Bu hadisin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği sorusu tarih boyunca birçok Müslüman âlim ve siyasetçi tarafından tartışılmıştır. Günümüzde ise özellikle Filistin-İsrail meselesi ve küresel gelişmeler çerçevesinde tekrar gündeme gelmektedir.

Ğarkad Ağacı Hadisi Ne Anlatıyor?

Bu hadis, Yahudilerle Müslümanlar arasında gerçekleşecek büyük bir savaşı ve Müslümanların bu savaşta galip geleceğini haber vermektedir. Hadiste geçen “Ğarkad Ağacı” ise dikkat çekicidir. Yahudiler için özel bir anlam taşıyan bu ağacın, onları koruyacağı ifade edilmektedir. Nitekim bugün İsrail’in farklı bölgelerinde, özellikle yerleşim bölgelerinde yoğun şekilde Ğarkad Ağacı (Nitraria Retusa) dikildiği bilinmektedir.

Buradaki asıl mesaj ise sadece bir ağaç meselesi değildir. Bu hadis, Yahudilerin kıyamete yakın bir dönemde, Müslümanlarla büyük bir hesaplaşmaya gireceğini ve doğal unsurların bile Müslümanları destekleyeceğini haber vermektedir.

Erdoğan Döneminde Mi Gerçekleşecek?

Bu soruya kesin bir cevap vermek mümkün değildir. Ancak şu noktalar dikkat çekicidir:

1. Filistin-İsrail Savaşı Şiddetleniyor:
7 Ekim 2023’te başlayan savaş, İsrail’in Filistin topraklarına yönelik saldırılarını artırmasıyla büyük bir çatışmaya dönüşmüştür. Bugün, Gazze’de yaşanan olaylar, bu hadisin tezahür edebileceği bir zemin oluşturmakta mıdır?

2. Türkiye’nin Rolü:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Filistin meselesinde daima net bir tavır sergileyerek İsrail’in politikalarını eleştirmiştir. 2009’daki “One Minute” çıkışı, İsrail ile diplomatik gerilimlerin artmasına sebep olmuştur. Bugün de Gazze’deki soykırım niteliğindeki saldırılara karşı sesini yükselten az sayıda liderden biridir.

3. İslam Dünyasının Uyanışı:
Hadisin işaret ettiği büyük savaş, İslam dünyasının birlik olmasıyla mümkün olabilir. Günümüzde İslam ülkeleri arasında bir uyanış ve Batı destekli İsrail politikalarına karşı bir duruş gelişmektedir. Erdoğan’ın liderliği, bu sürecin önemli bir parçası olarak değerlendirilebilir mi?

4. Yahudilerin Kendi Hazırlıkları:
Hadiste geçen Ğarkad Ağacının İsrail’de yoğun olarak dikilmesi, bu hadisin Yahudiler tarafından da bilindiğini ve ona göre hareket ettiklerini düşündürmektedir. İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesi, büyük bir savaşa hazırlık yaptığına dair yorumları güçlendirmektedir.

Tarihsel Perspektif: Daha Önce Benzer Olaylar Oldu Mu?

Tarih boyunca Müslümanlarla Yahudiler arasında birçok savaş yaşanmıştır. Ancak hadiste belirtilen büyük savaş henüz gerçekleşmemiştir.

Hz. Peygamber Dönemi: Medine’de Yahudi kabileleriyle birçok mücadele yaşanmış, özellikle Hayber Savaşı (628) büyük bir dönüm noktası olmuştur. Ancak bu savaş hadiste bahsedilen kıyamet savaşı değildir.

Haçlı Seferleri ve Selahaddin Eyyubi: 12. yüzyılda Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü Haçlılardan alarak büyük bir zafer kazanmış, ancak Yahudilerle Müslümanlar arasındaki nihai hesaplaşma yaşanmamıştır.

20. ve 21. Yüzyıl: Osmanlı’nın yıkılışı ve İsrail devletinin kurulması (1948) ile birlikte bölgedeki çatışmalar daha da derinleşmiştir. Günümüzde Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’te yaşanan olaylar, hadisin işaret ettiği büyük savaşın öncüsü olabilir mi?

Hadisten Alınacak Dersler

Bu hadisi yalnızca siyasi bir çerçevede değerlendirmek yerine, bireysel ve toplumsal dersler çıkarmak gerekir.

1. İslam Birliğinin Önemi: Hadis, Müslümanların birlikte hareket ettiğinde galip geleceğini göstermektedir. Bu yüzden İslam dünyasının fitne, tefrika ve bölünmelere karşı dikkatli olması gerekmektedir.

2. Hazırlıklı Olmak: Yahudilerin kendilerine göre tedbir aldığı gibi, Müslümanların da ilim, teknoloji, ekonomi ve askeri alanlarda güçlü olmaları gerekmektedir.

3. Zalimin Karşısında Durmak: Hadis, zulmün ebedi olmadığını, bir gün mutlaka sona ereceğini ve zalimlerin cezalandırılacağını haber vermektedir. Bu yüzden, zalim karşısında susmamak ve adaletin yanında yer almak bir iman meselesidir.

Sonuç: Hadis Günümüzde Tezahür Ediyor Mu?

Bu soruya kesin bir cevap vermek zordur. Ancak İslam dünyasında artan farkındalık, İsrail’in saldırgan politikaları ve Filistin’deki direniş göz önüne alındığında, hadisin gerçekleşmesine dair işaretler belirmeye başlamış olabilir.

Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği döneminde, Türkiye’nin Filistin meselesinde aktif bir rol oynaması ve İsrail ile yaşadığı diplomatik gerilimler, bu sürecin önemli bir parçası olabilir. Ancak, hadisin tam olarak ne zaman ve hangi şartlar altında gerçekleşeceğini ancak Allah bilir.

Müslümanlar olarak bize düşen, sadece savaş beklemek değil, ilimle, ahlakla, birlik ve beraberlikle güçlü olmaktır. O büyük hesaplaşma günü geldiğinde, imanı sağlam, ilmi güçlü, teknolojisi ilerlemiş ve manevi olarak hazır bir ümmet olmak zorundayız.

Tarih şahit, hak galip gelecek!

 

 

Loading

No ResponsesMart 16th, 2025

MENDERES VE OSMANLI HANEDANI

MENDERES VE OSMANLI HANEDANI


Adnan Menderes’in, Osmanlı hükümdarı II. Abdülhamid’in hanımı Müşfika Kadınefendi ve kızı Ayşe Sultan’a yardım ettiği olay, tarihimizde duygusal ve insani bir boyut taşıyan önemli bir olaydır. Bu konu, hem Menderes’in kişisel duyarlılığı hem de Osmanlı hanedanına yönelik Cumhuriyet dönemi politikalarının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

1950’li yıllarda, Osmanlı hanedanının kadın mensuplarına yönelik sürgün yasağının kaldırılmasının ardından, II. Abdülhamid’in dördüncü hanımı Müşfika Kadınefendi (cumhuriyet döneminde Müşfika Kayasoy) ve kızı Ayşe Sultan, Türkiye’ye geri dönmüştür. Ancak, hanedan üyelerinin sürgün yıllarında yaşadıkları maddi ve manevi zorluklar, onların Türkiye’ye dönüşlerinde de devam etmiştir. Müşfika Kadınefendi, Beşiktaş’ta, Serencebey Yokuşu’nda Hazine’ye ait bir konağın müştemilatında (ek bina) mütevazı bir ahşap evde yaşamını sürdürmekteydi. Tek geliri, örtülü ödenekten kendisine bağlanan aylık 200 liralık bir tahsisattı. Ancak, bu miktar geçimini sağlamakta yetersiz kalmaktaydı.

Müşfika Kadınefendi, 26 Ekim 1954 tarihinde, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e bir mektup yazarak durumunu arz etmiş ve yardım talep etmiştir. Mektubunda, Osmanlı hanedanının bir mensubu olarak milletin merhametine sığındığını, geçim sıkıntısı çektiğini ve mevcut tahsisatın artırılmasını rica ettiğini belirtmiştir. Mektup, oldukça hüzünlü ve saygılı bir üslupla kaleme alınmıştır. Menderes, bu mektuba kayıtsız kalmamış ve Müşfika Kadınefendi’nin aylık tahsisatına 50 lira zam yapılmasını sağlamıştır. Ayrıca, Menderes’in, hanedan mensuplarının onurlu bir yaşam sürebilmesi için çeşitli kolaylıklar sağladığı da bilinmektedir.

Bunun yanı sıra, Menderes’in hanedan mensuplarına yönelik duyarlılığı sadece maddi yardımlarla sınırlı kalmamıştır. Özellikle Ayşe Sultan’ın sürgün yıllarında çektiği zorluklar ve Paris’te yaşarken içine düştüğü zor durumlar, Menderes’i derinden etkilemiştir. Bazı kaynaklara göre, Menderes, 1952 yılında bir NATO toplantısı için Fransa’ya gittiğinde, Osmanlı hanedan mensuplarının durumunu araştırmış ve Ayşe Sultan’ın Paris’te geçim sıkıntısı çektiğini öğrenmiştir. Bu durum karşısında büyük bir üzüntü duyarak, hanedan mensuplarının Türkiye’ye dönmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasına öncülük etmiştir.

Menderes’in bu yardımları, Yassıada yargılamaları sırasında kendisine karşı bir suçlama unsuru olarak da kullanılmıştır. Özellikle örtülü ödenekten yapılan harcamalar, “usulsüzlük” iddialarıyla mahkemede gündeme getirilmiştir. Ancak, bu yardımların temelinde, Menderes’in Osmanlı hanedanına ve tarihine duyduğu saygı ile insani bir duyarlılık yatmaktadır.

Sonuç olarak, Menderes’in II. Abdülhamid’in hanımı ve kızına yönelik yardımları, hem maddi destek (tahsisat artışı ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi) hem de hanedan mensuplarının sürgün mağduriyetlerini gidermeye yönelik politik adımları göstermektedir. Bu olay, Cumhuriyetin ilk yıllarında hanedana yönelik sert politikaların yumuşamaya başladığı bir d

Loading

No ResponsesMart 16th, 2025

ALLAH’IN ‘İRCİİ’ EMRİ VE İFADE ETTİĞİ HAKİKATLER

ALLAH’IN ‘İRCİİ’ EMRİ VE İFADE ETTİĞİ HAKİKATLER[1]


Kaçma ve O’na dön .
Dönüş EMRİ.

Allah’ın “İrcii” emri, genellikle ölüm anında ruhun Allah’a geri döndürülmesi, insanın yaratılış amacına uygun bir şekilde Allah’a yönelmesi veya ahiret hayatına geçiş gibi hakikatlerle.
1. “İrcii” Emrinin Kur’an’daki Yeri ve Anlamı.
“İrcii” kelimesi, Fecr Suresi 27-30. ayetlerdir:“Ey huzur içinde olan nefis! Sen Rabbinden razı, Rabbin de senden razı olarak dön Rabbine! Kullarımın arasına gir! Cennetime gir!” (Fecr Suresi, 89/27-30)Bu ayetlerde, “dön Rabbine” ifadesi, ruhun Allah’a geri dönüşünü ifade eder ve “İrcii” emrinin ruhsal ve manevi bir bağlamda anlaşılmasında temel bir dayanak oluşturur.
Burada, “geri dön” emri, insanın asıl vatanı olan Allah’ın huzuruna dönüşünü ve yaratılış amacını tamamlamasını simgeler.
2. “İrcii” Emrinin İfade Ettiği Hakikatler.
Allah’ın “İrcii” emri, İslam düşüncesinde hem bireysel hem de evrensel hakikatleri ifade eder. Bu hakikatleri aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz:

a) Ruhun Allah’a Dönüşü (Ölüm ve Ahiret)“İrcii” emri, en temel anlamıyla, insanın ruhunun ölüm anında Allah’a geri dönmesini ifade eder. İnsan, Allah tarafından yaratılmış bir varlık olarak, dünya hayatında bir imtihan sürecinden geçer ve nihayetinde ruhu asıl sahibine, yani Allah’a geri döner. Bu hakikat, Kur’an’da şu ayetlerle desteklenir:“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut Suresi, 29/57)
“Allah, ruhları ölüm anında alır, ölmeyenlerin ruhlarını ise uyku sırasında alır. Ölümüne hükmettiği ruhları tutar, diğerlerini ise belirli bir süreye kadar geri gönderir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır.” (Zümer Suresi, 39/42)
Bu ayetler, “İrcii” emrinin, insanın fiziksel varlığının sona ermesiyle ruhunun Allah’a geri dönmesini ifade ettiğini gösterir. Ölüm, bir yok oluş değil, aksine bir dönüş ve başlangıçtır. Bu dönüş, insanın yaratılış amacının bir parçasıdır ve ahiret hayatıyla bağlantılıdır.

b) Yaratılış Amacına Uygunluk“İrcii” emri, insanın dünya hayatında Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde yaşamasını ve nihayetinde O’na layık bir kul olarak dönmesini de ifade eder. İnsan, Allah’ın “Halife” sıfatıyla yeryüzüne gönderilmiştir (Bakara Suresi, 2/30) ve bu dünyadaki görevi, Allah’a ibadet etmek, O’nun rızasını kazanmak ve yaratılış amacına uygun bir hayat sürmektir.

“İrcii” emri, bu bağlamda, insanın Allah’a yönelmesini, tövbe etmesini ve O’nun yoluna geri dönmesini hatırlatan manevi bir çağrıdır.
Örneğin, Kur’an’da sık sık “Rabbinize dönün” (Tevbe Suresi, 9/104) veya “Allah’a yönelin” (Zümer Suresi, 39/54) gibi ifadeler, insanın dünya hayatında da “İrcii” emrine uygun bir şekilde Allah’a yönelmesi gerektiğini vurgular.

c) Hesap ve Karşılık“İrcii” emri, aynı zamanda insanın Allah’ın huzurunda hesap vereceği gerçeğini de ifade eder. İnsan, dünya hayatındaki amellerinin karşılığını görmek üzere Allah’a geri dönecektir. Bu dönüş, hem müminler için bir mükâfat hem de inkârcılar için bir azap anlamı taşır. Kur’an’da bu hakikat şöyle ifade edilir:“Kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onun karşılığını görür.” (Zilzal Suresi, 99/7-8)Fecr Suresi’nde “huzur içindeki nefis” için verilen müjde (cennet), “İrcii” emrinin müminler için bir rahmet ve kurtuluş olduğunu gösterirken, inkârcılar için ise Kur’an’da sıkça uyarılarda bulunulur:“O gün, zalim kimse ellerini ısırarak şöyle der: ‘Keşke Peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!’” (Furkan Suresi, 25/27)d) Birlik ve Tevhit Bilinci“İrcii” emri, tevhit inancının bir yansımasıdır. İnsan, Allah’tan gelmiştir ve O’na geri dönecektir. Bu, tüm varlıkların birliğini ve Allah’ın birliğini (tevhidi) hatırlatan bir hakikattir. İnsan, dünya hayatında Allah’tan uzaklaştığını düşünse bile, nihayetinde O’na geri döneceğini bilmelidir. Bu bilinç, insanı Allah’ın birliğine teslim olmaya ve O’nun yolunda yaşamaya teşvik eder.

3. “İrcii” Emrinin Manevi ve Psikolojik Boyutu“İrcii” emri, sadece fiziksel bir dönüşü değil, aynı zamanda manevi bir dönüşü de ifade eder. İnsan, dünya hayatında günah işlese, Allah’tan uzaklaşsa veya nefsine yenik düşse bile, “İrcii” emri ona tövbe kapısının açık olduğunu hatırlatır. Bu bağlamda, “İrcii” emri, insanın Allah’a yönelmesi, kalben O’na dönmesi ve ruhsal bir arınma yaşaması için bir çağrıdır.İslam alimleri, özellikle tasavvuf ehli, “İrcii” emrini insanın “beka billah” (Allah’ta var olma) yolculuğu olarak yorumlamıştır. Bu yolculuk, insanın dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanarak O’na yaklaşması ve nihayetinde O’na dönmesi sürecini ifade eder.

4. “İrcii” Emri ve Hadislerle İlişkisi.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), “İrcii” emrinin ifade ettiği hakikatleri hem sözleriyle hem de yaşantısıyla insanlara öğretmiştir. Örneğin, ölüm anında ruhun Allah’a dönüşüyle ilgili şu hadis, “İrcii” emrinin pratik bir yansımasını gösterir:“Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ederse, Allah ona cehennemi haram kılar.” (Sahih-i Müslim, İman, 46)Bu hadis, insanın Allah’a dönüşünün, iman ve teslimiyetle gerçekleşeceğini vurgular. Ayrıca, Hz. Peygamber’in, ölüm döşeğindeki kişilere “Lâ ilâhe illallah” telkininde bulunmasını öğütlemesi (Sahih-i Müslim, Cenâiz, 1), “İrcii” emrinin ölüm anındaki önemini gösterir.

5. İslam Alimlerinin Yorumları.
İslam alimleri, “İrcii” emrini genellikle Fecr Suresi’ndeki ayetler ve ölümle ilgili diğer ayetler çerçevesinde yorumlamıştır. Örneğin:İmam Gazali: İhya-u Ulûmiddin adlı eserinde, insanın Allah’a dönüşünü, dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanma çabasıyla ilişkilendirmiştir. Ona göre, “İrcii” emri, insanın nefsini terbiye ederek Allah’a layık bir kul olma çabasıdır.İbnü’l Arabi: Tasavvufi bir bakış açısıyla, “İrcii” emrini insanın Allah’ta yok oluşu (fena) ve Allah’ta var oluşu (beka) olarak yorumlamıştır. Bu, insanın Allah’ın birliğine teslimiyetini ifade eder.
Elmalılı Hamdi Yazır: Fecr Suresi tefsirinde, “İrcii” emrinin, müminlerin ruhlarının Allah’ın rahmetine ve cennetine dönüşünü ifade ettiğini belirtmiştir. Ona göre, bu emir, Allah’ın müminlere bir müjdesidir.

6. Günlük Hayatta “İrcii” Emrinden Çıkarılacak Dersler“İrcii” emri, sadece ölüm anıyla sınırlı bir kavram değildir; insanın günlük hayatını da şekillendirmesi gereken bir hakikattir. Bu bağlamda, “İrcii” emrinden çıkarılacak bazı dersler şunlardır:
Tövbe ve İstiğfar: İnsan, günah işlediğinde veya Allah’tan uzaklaştığında, “İrcii” emrini hatırlayarak tövbe etmeli ve Allah’a dönmelidir.
Amaç Bilinci: İnsan, dünya hayatının geçici olduğunu ve asıl amacının Allah’a dönmek olduğunu unutmamalıdır.
İbadet ve Kulluk: “İrcii” emri, insanı ibadet etmeye, Allah’ın emirlerine uymaya ve O’nun rızasını kazanmaya teşvik eder.
Ölüm Hazırlığı: İnsan, her an Allah’a dönebileceğini bilerek, hayatını buna uygun bir şekilde düzenlemelidir.

7. Sonuç.
Allah’ın “İrcii” emri, insanın yaratılışından ölümüne kadar uzanan bir yolculuğu ve bu yolculuğun nihai amacını ifade eder. Bu emir, ruhun Allah’a dönüşünü, insanın yaratılış amacına uygun yaşamasını, hesap ve karşılık gerçeğini, tevhit bilincini ve manevi arınmayı kapsayan çok boyutlu bir hakikattir. Kur’an ayetleri, hadisler ve İslam alimlerinin yorumları, bu emrin hem bireysel hem de evrensel boyutlarını ortaya koyar.“İrcii” emri, insana şu mesajı verir:
“Ey insan! Unutma ki sen Allah’tan geldin ve O’na döneceksin. Öyleyse hayatını, bu dönüşü güzel ve anlamlı kılacak şekilde yaşa.” Bu bilinçle yaşayan bir mümin, hem dünya hayatında huzur bulur hem de ahiret hayatında Allah’ın rızasına ve cennetine nail olur.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=B64avQ64xiQ

Loading

No ResponsesMart 16th, 2025

OKU, KENDİNİ. YARATAN RABBİNİ.

OKU, KENDİNİ. YARATAN RABBİNİ[1]


“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var.”

İnsan olmanın farkına varmak.
Farkındalık.

**“Ey Kendini İnsan Bilen İnsan! Kendini Oku”**

İnsan, yaratılmışların en şereflisi, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Ancak, bu şeref, sadece “insan” adını taşımakla kazanılmaz; insanın kendini bilmesi, tanıması ve yaratılış amacına uygun bir hayat sürmesiyle anlam bulur. “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var” sözü, bu hakikati çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Bu söz, insanı derin bir tefekküre davet eder; kendini tanımayan bir insanın, hayvanlardan veya cansız varlıklardan farkı kalmayabileceğini hatırlatır.

### **Kendini Okumak: İnsan Olmanın Özü**

“Kendini oku” ifadesi, insanın kendi varlığını, özünü ve amacını anlaması için bir çağrıdır. İnsan, Allah’ın “Ahsen-i takvim” (en güzel kıvamda) yarattığı bir varlıktır (Tin Suresi, 95/4). Ancak, bu kıymet, insanın potansiyelinde saklıdır; bu potansiyeli gerçekleştirmek ise insanın kendi çabasına bağlıdır. Kendini okumak, insanın hem maddi hem de manevi varlığını anlaması, ruhunun derinliklerine inmesi ve Allah ile olan bağını keşfetmesidir.

Kur’an-ı Kerim, insanın kendini tanımasının önemini şu ayetle vurgular:
> “Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler. ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, seni tesbih ederiz, bizi ateşin azabından koru’ derler.” (Âl-i İmran Suresi, 3/191)

Bu ayet, insanın tefekkürle hem kâinatı hem de kendini okumasını emreder. Kâinat, Allah’ın bir kitabıdır; insan ise bu kitabın en değerli satırlarından biridir. Kendini okumayan insan, kâinat kitabını da hakkıyla anlayamaz.

Kendini okumak, aynı zamanda insanın nefsini tanımasını gerektirir. Nefis, insanın hem en büyük düşmanı hem de en büyük dostu olabilir. Kur’an, nefsin farklı hallerini bize tanıtır: Nefs-i emmare (kötülüğü emreden nefis), nefs-i levvame (kendini kınayan nefis) ve nefs-i mutmainne (huzura ermiş nefis). Kendini okumak, insanın nefsini terbiye ederek, onu nefs-i emmareden nefs-i mutmainneye yükseltme çabasıdır.

### **Kendini Okumamanın Sonucu: Hayvan ve Camid Hükmünde İnsan**

“Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var” uyarısı, insanın potansiyelini gerçekleştirememesi durumunda düşebileceği hali çarpıcı bir şekilde ifade eder. İnsan, akıl, irade ve vicdan gibi üstün özelliklerle donatılmıştır. Ancak, bu özelliklerini kullanmayan bir insan, hayvanlardan veya cansız varlıklardan farkı kalmayacak bir duruma düşebilir.

– **Hayvan Hükmünde İnsan**: Hayvanlar, sevki ilahi ile hareket eder; yemek, içmek, uyumak ve üremek gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakla yetinirler. Eğer insan, hayatını sadece bu temel ihtiyaçlara indirirse, aklını, vicdanını ve ruhunu devre dışı bırakırsa, hayvanlardan farkı kalmaz. Kur’an, bu hali şu ayetle eleştirir:
> “Onlar hayvanlar gibidir, hatta yolca daha da sapkındırlar.” (A’raf Suresi, 7/179)
Bu ayet, insanın akıl ve iradesini kullanmamasının, onu hayvani bir seviyeye düşürebileceğini vurgular. Örneğin, bir insan, sadece nefsani arzularının peşinden koşarsa, öfkesini kontrol edemezse veya bencilce davranırsa, hayvanların davranışlarına benzer bir hale gelir.

– **Camid Hükmünde İnsan**: Camid, cansız ve hareketsiz demektir. Eğer insan, aklını, kalbini ve ruhunu kullanmazsa, adeta bir taş, bir kütük gibi hareketsiz ve duyarsız bir varlık haline gelir. Bu durum, insanın Allah’ın ona verdiği sorumluluklardan kaçması, tefekkürden uzak durması ve ruhsal bir ölüme mahkûm olmasıdır. Kur’an, böyle bir hali şu ayetle tasvir eder:
> “Onların kalpleri vardır, ama anlamazlar; gözleri vardır, ama görmezler; kulakları vardır, ama işitmezler. Onlar, hayvanlar gibidir, hatta daha da sapkındırlar. İşte onlar, gafillerin ta kendileridir.” (A’raf Suresi, 7/179)

Bu ayet, insanın kendini okumamasının, onu cansız bir varlığa dönüştürebileceğini gösterir. Örneğin, bir insan, çevresindeki acılara, adaletsizliklere ve hakikatlere karşı duyarsız kalırsa, adeta bir taş gibi hareketsiz ve hissiz bir hale gelir.

### **Kendini Okumanın Yolu: Tefekkür, İbadet ve Muhasebe**

Kendini okumak, bir yolculuktur; bu yolculuk, tefekkür, ibadet ve nefis muhasebesiyle gerçekleşir. Bu yolun rehberleri, Kur’an, sünnet ve İslam alimlerinin hikmetli öğütleridir.

1. **Tefekkür: Kâinatı ve Kendini Anlamak**
Tefekkür, insanın hem kâinatı hem de kendini anlaması için bir anahtardır. İnsan, kâinattaki düzeni, güzellikleri ve hikmetleri tefekkür ederek, Allah’ın varlığına ve birliğine ulaşır. Aynı şekilde, kendi bedenini, ruhunu ve duygularını tefekkür ederek, Allah’ın ona verdiği nimetleri fark eder. Mesela, bir insan, kalbinin her an attığını, ciğerlerinin nefes aldığını ve aklının düşünce ürettiğini tefekkür ettiğinde, Allah’ın kudretine hayran kalır.

Hikmetli bir kıssa, tefekkürün önemini bize öğretir:
Bir gün, bir derviş, bir ağacın gölgesinde oturmuş, tefekküre dalmıştı. Yanına bir adam geldi ve sordu: “Ey derviş, ne düşünüyorsun?” Derviş cevap verdi: “Bu ağacı düşünüyorum. Bir tohumdan nasıl bir ağaca dönüştüğünü, dallarının gökyüzüne nasıl uzandığını, yapraklarının nasıl rüzgârla dans ettiğini düşünüyorum.” Adam şaşırdı ve dedi ki: “Bunda düşünmeye değer ne var ki?” Derviş tebessüm etti ve şöyle dedi: “Ey dost! Eğer bir ağaçta bu kadar hikmet görüyorsam, ya kendimde neler görmeliyim? Ben ki, Allah’ın halifesiyim; bir ağaç kadar bile tefekkür etmeye değmez miyim?”

Bu kıssa, insanın kendini tefekkürle okuyarak, Allah’ın ona verdiği değeri anlaması gerektiğini öğretir.

2. **İbadet: Allah ile Bağı Güçlendirmek**
Kendini okumak, Allah ile bağı güçlendirmeden mümkün değildir. İbadet, bu bağın en güçlü yoludur. Namaz, insanın kendini Allah’ın huzurunda hissetmesini sağlar; oruç, nefsini terbiye eder; zekât, bencillikten kurtarır; dua ise kalbi Allah’a açar.

İbadet, aynı zamanda insanın kendini tanımasına da vesile olur. Örneğin, bir insan, namazda secdeye vardığında, kendi acizliğini ve Allah’ın büyüklüğünü idrak eder. Bu idrak, insanın kendini okumasını ve nefsini terbiye etmesini sağlar.

3. **Nefis Muhasebesi: Kendini Sorgulamak**
Kendini okumak, aynı zamanda insanın kendini sorgulamasını gerektirir. Her günün sonunda, insan, “Bugün Allah için ne yaptım? Nefsime mi uydum, yoksa Allah’ın rızasını mı aradım?” sorularını sormalıdır. Bu muhasebe, insanın hatalarını fark etmesine, tövbe etmesine ve kendini geliştirmesine yardımcı olur.

Hz. Ömer’in (r.a.) şu sözü, nefis muhasebesinin önemini vurgular:
> “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”

İbretli bir kıssa, nefis muhasebesinin değerini bize öğretir:
Bir gece, bir adam, günahlarını düşünerek ağlamaya başladı. Yanına bir dostu geldi ve sordu: “Neden ağlıyorsun?” Adam cevap verdi: “Günahlarımı düşünüyorum. Kendimi hesaba çekiyorum, ama korkuyorum ki, Allah’ın huzurunda hesap veremem.” Dostu tebessüm etti ve dedi ki: “Ey dost! Kendini hesaba çeken bir kalp, Allah’ın rahmetine yakındır. Unutma, Allah, tövbe eden kulunu sever.”

Bu kıssa, insanın kendini sorgulamasının, Allah’ın rahmetine vesile olduğunu öğretir.

### **Kendini Okuyan İnsan: Kâmil İnsan**

Kendini okuyan insan, kâmil bir insan olma yolunda ilerler. Kâmil insan, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutar, nefsini terbiye eder ve çevresine faydalı olur. Kendini okuyan insan, hayvan ve camid hükmünden kurtulur; Allah’ın halifesi sıfatına layık bir varlık haline gelir.

Kendini okuyan insan, aynı zamanda kâinatı da okur. Çünkü insan, kâinatın bir özetidir; kâinat ise insanın bir aynasıdır. İnsan, kendi kalbinde Allah’ın tecellilerini gördüğünde, kâinatta da aynı tecellileri fark eder. Bu farkındalık, insanı hem Allah’a hem de insanlara karşı daha merhametli, daha adil ve daha sorumlu bir varlık haline getirir.

### **Sonuç: Kendini Okumayan İnsan, İnsan mıdır?**

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var” sözü, insanın varlık âlemindeki yerini sorgulatan, hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir uyarıdır. İnsan, Allah’ın ona verdiği akıl, irade ve vicdan nimetlerini kullanarak kendini okumalı, nefsini terbiye etmeli ve Allah ile bağını güçlendirmelidir. Kendini okumayan insan, hayvanların hayatına veya cansız varlıkların hareketsizliğine mahkûm olur.

Ey yolcu! Unutma ki, insan olmak, sadece etten kemikten bir varlık olmak değildir; insan olmak, Allah’ın halifesi sıfatına layık bir hayat sürmektir. Öyleyse, kendini oku; tefekkürle, ibadetle ve nefis muhasebesiyle kalbinin derinliklerine in. Çünkü kendini okumayan bir insan, kâinatın en büyük kitabını da okuyamaz. Ve unutma, Kur’an’ın şu müjdesi, kendini okuyanlara bir rehberdir:
> “Ey huzur içinde olan nefis! Sen Rabbinden razı, Rabbin de senden razı olarak dön Rabbine!” (Fecr Suresi, 89/27-28)

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=jXQqtWC1uH4

Loading

No ResponsesMart 16th, 2025

İKİ BÜYÜK HAKİKAT: MARİFET VE MUHABBET.

İKİ BÜYÜK HAKİKAT: MARİFET VE MUHABBET.[1]

MARİFET, UÇSUZ BUCAKSIZ UMMAN. MUHABBET OLMAK, AŞK ANMAK VE YANMAKTIR.

İki Büyük Hakikat: Marifet ve Muhabbet.
İnsan, yaratılışından itibaren hakikati arayan bir yolcudur. Bu yolculukta, kalbinin derinliklerinde iki büyük hazineyi taşır: Marifet ve Muhabbet. Bu iki hakikat, insanın varlık âlemindeki yerini anlaması, Yaradan’la bağını güçlendirmesi ve nihayetinde kâmil bir kul olması için vazgeçilmez rehberlerdir.
Marifet, uçsuz bucaksız bir umman gibi derin ve geniş bir hakikatler deryasıdır; muhabbet ise aşkı anmak, yanmak ve varlığın özünde birleşmektir.
Marifet: Uçsuz Bucaksız Umman.
Marifet, Arapça “arafa” kökünden gelir ve “bilmek, tanımak” anlamına sahiptir. Ancak, marifet sıradan bir bilgi veya yüzeysel bir tanıma değildir. Marifet, Allah’ı tanımaktır; O’nun isimlerini, sıfatlarını, fiillerini ve yarattığı âlemdeki tecellilerini idrak etmektir. Bu, insanın aklı, kalbi ve ruhuyla giriştiği bir yolculuktur. Marifet, bir damla bilgiyle başlar, ancak bu damla, uçsuz bucaksız bir ummana dönüşür.
Kur’an-ı Kerim, marifetin önemini şu ayetle ifade eder:“Allah’a karşı ancak kulları arasında ilim sahipleri haşyet duyar.” (Fatır Suresi, 35/28)
Bu ayet, marifetin ilimle başladığını, ancak ilmin ötesine geçerek kalpte bir huşu ve hayranlık uyandırdığını gösterir. Marifet, Allah’ı bilmekle sınırlı kalmaz; aynı zamanda insanın kendini tanımasını da sağlar. Çünkü insan, Allah’ın “halife” sıfatıyla yeryüzüne gönderilmiş bir varlıktır (Bakara Suresi, 2/30). Kendini tanımayan, Allah’ı da gereği gibi tanıyamaz. Nitekim, şu hikmetli söz bu gerçeği özetler:“Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Marifet, bir umman gibidir; çünkü bu yolculukta her adımda yeni bir hakikat keşfedilir. İnsan, Allah’ın isimlerini öğrendiğinde, her bir ismin âlemdeki tecellisini görmeye başlar. Mesela, “Er-Rahman” ismi, bir annenin yavrusuna olan şefkatinde; “El-Adl” ismi, evrendeki kusursuz düzende; “El-Mucib” ismi, bir duanın kabul edilmesinde tecelli eder. Ancak, marifet yolcusu burada durmaz; bu tecellilerin ardındaki hakikati anlamaya çalışır. Bu yolculuk, insanın aklını, kalbini ve ruhunu birleştiren bir süreçtir.Marifetin uçsuz bucaksızlığı, insanı hem hayrete düşürür hem de alçakgönüllü kılar. Çünkü insan, ne kadar bilirse bilsin, Allah’ın ilminin sonsuzluğunu idrak ettikçe kendi acizliğini daha iyi anlar. İmam Gazali, bu gerçeği şöyle ifade eder:“Marifet, Allah’ın büyüklüğünü idrak ettikçe insanın kendi küçüklüğünü fark etmesidir.”Hikmetli bir kıssa, marifetin bu ummanını anlamamıza yardımcı olabilir:
Bir gün, bir âlim, sahilde yürürken denizin kıyısında bir çocuk görür. Çocuk, elindeki küçük bir kaşıkla denizin suyunu bir çukura taşımaya çalışmaktadır. Âlim, çocuğa yaklaşır ve sorar: “Evladım, ne yapıyorsun?” Çocuk cevap verir: “Denizi bu çukura boşaltmaya çalışıyorum.” Âlim tebessüm eder ve der ki: “Bu mümkün mü? Deniz sonsuz, çukurun ise küçücük!” Çocuk, âlime bakar ve şöyle der: “Peki, ya sen? Allah’ın sonsuz ilmini küçük aklınla kavramaya çalışmıyor musun?” Âlim, bu söz üzerine derin bir tefekküre dalar ve marifetin uçsuz bucaksızlığını bir kez daha idrak eder.Bu kıssa, bize marifetin bir sonu olmadığını, ancak bu yolculuğun kendisini bile insanın kâmil bir kul olmasına vesile kıldığını öğretir. Marifet, sadece bilmek değil, bildikçe hayrete düşmek, hayrete düştükçe Allah’a daha çok yaklaşmaktır.
Muhabbet: Aşk Anmak ve Yanmaktır.
Marifet, Allah’ı tanımaksa, muhabbet ise O’nu sevmektir.
Muhabbet, kalbin Allah’a yönelişi, O’na duyulan özlem ve O’nda yok olma arzusudur. Muhabbet, aşkı anmak ve yanmaktır; çünkü gerçek muhabbet, insanın nefsini, benliğini ve dünyevi arzularını Allah’ın sevgisi uğruna feda etmesidir.Kur’an-ı Kerim, muhabbetin en güzel örneğini şu ayetle ifade eder:“İman edenler, Allah’ı sevmekte çok ileri giderler.” (Bakara Suresi, 2/165)Bu ayet, muhabbetin imanın bir meyvesi olduğunu ve Allah’a duyulan sevginin her şeyden üstün olması gerektiğini vurgular. Ancak, muhabbet sadece bir duygu değildir; aynı zamanda bir hâl, bir duruş ve bir teslimiyettir. Muhabbet, Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve O’nun rızasını her şeyin üstünde tutmaktır.Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), muhabbetin en mükemmel örneğini hayatıyla göstermiştir. Onun Allah’a olan sevgisi, geceleri ayakları şişene kadar ibadet etmesiyle, her an Allah’ı zikretmesiyle ve ümmetine duyduğu merhametle açıkça görülür. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:“Sizden biriniz, beni anne babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.” (Sahih-i Buhârî, İman, 8)
Bu hadis, muhabbetin bir derecesini gösterir; ancak asıl muhabbet, Allah’ı her şeyden çok sevmektir. Çünkü Peygamberimiz’e duyulan sevgi, Allah’ın sevgisine bir kapı açar.
Muhabbet, aşkı anmak ve yanmaktır; çünkü gerçek muhabbet, insanın kalbinde bir ateş yakar. Bu ateş, nefsani arzuları yakar, dünyevi bağları koparır ve insanı Allah’a daha çok yaklaştırır. Mevlana Celaleddin Rumi, bu hakikati şu dizelerle ifade eder:“Aşk, ateşten bir gömlektir; giyen yanar, ama o yanışta hayat bulur.”
Muhabbetin yanmakla olan ilişkisi, aynı zamanda bir arınma sürecidir. İnsan, Allah’a olan sevgisiyle nefsini terbiye eder, günahlarından tövbe eder ve kalbi tertemiz bir aynaya dönüşür. Bu ayna, Allah’ın nurunu yansıtır ve insan, Allah’ın muhabbetine mazhar olur.
İbretli bir kıssa, muhabbetin bu yanışını anlamamıza yardımcı olabilir:
Bir pervane, bir gece lambanın etrafında dönmeye başlar. Lambanın ışığına hayran olan pervane, ona yaklaşır ve şöyle der: “Ey ışık! Sana hayranım, seni seviyorum!” Lamba cevap verir: “Sevgi, sadece hayranlık değildir; eğer gerçekten seviyorsan, yanmayı göze almalısın.” Pervane, lambanın bu sözü üzerine düşünür ve kararını verir. Bir an gelir, ışığa o kadar yaklaşır ki, kanatları tutuşur ve yanar. Ancak, pervane yanarken bile mutludur; çünkü sevdiğine kavuşmuştur.
Bu kıssa, muhabbetin fedakârlık gerektirdiğini ve gerçek sevginin, sevilen uğruna yanmayı göze almak olduğunu öğretir. Allah’a duyulan muhabbet de böyledir; insan, Allah’ın sevgisi uğruna dünyevi arzularını, nefsini ve benliğini feda etmelidir.
Marifet ve Muhabbet Arasındaki İlişki.
Marifet ve muhabbet, birbirinden ayrılmaz iki hakikattir. Marifet, muhabbetin temelidir; çünkü insan, tanımadığı bir varlığı sevemez. Allah’ı tanıyan bir kalp, O’na hayranlık duyar ve bu hayranlık, muhabbete dönüşür. Ancak, muhabbet de marifeti besler; çünkü Allah’ı seven bir kalp, O’nu daha çok tanımak ister. Bu, bir dönüşümdür; marifet muhabbeti, muhabbet marifeti artırır.
İmam Gazali, bu ilişkiyi şöyle ifade eder:“Marifet, kalpte bir ışık yakar; muhabbet ise o ışığın ateşe dönüşmesidir.”Marifet, insanı Allah’ın büyüklüğüne hayran bırakırken, muhabbet bu hayranlığı bir aşka dönüştürür. Marifet, akıl ve kalp ile yapılır; muhabbet ise ruhun teslimiyetiyle yaşanır.
Bir âlim, Allah’ın ilmini öğrenerek marifete ulaşabilir; ancak bir âşık, Allah’ın sevgisiyle yanarak muhabbete erişir.
Hikmetli ve İbretli Dersler.
Marifet ve muhabbet, insanın dünya ve ahiret hayatını şekillendiren iki büyük hakikattir. Bu hakikatlerden çıkarılacak bazı dersler şunlardır:
Marifet, Alçakgönüllü Kılar:
Marifet yolcusu, Allah’ın ilminin sonsuzluğunu idrak ettikçe, kendi acizliğini fark eder. Bu, insanı kibirden uzaklaştırır ve alçakgönüllü bir kul olmaya teşvik eder.
Muhabbet, Fedakârlık Gerektirir: Allah’ı sevmek, sadece sözle değil, amelle gösterilmelidir. Bu, Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve O’nun rızasını her şeyin üstünde tutmaktır.
Marifet ve Muhabbet, Birlikte Kemale Erdirir:
İnsan, sadece marifetle yetinirse, kuru bir bilgiye mahkûm olur; sadece muhabbetle yetinirse, kör bir aşka düşer. Ancak, marifet ve muhabbet birleştiğinde, insan kâmil bir kul olur.
Dünya, Bir İmtihan Sahnesidir:
Marifet ve muhabbet, dünya hayatında insanı Allah’a yaklaştıran iki rehberdir. İnsan, bu dünyada Allah’ı tanıma ve sevme imtihanından geçer; nihayetinde, Allah’a dönerek bu imtihanın sonucunu görür.
Sonuç: Hakikat Yolculuğunda Marifet ve Muhabbet.
Marifet ve muhabbet, insanın varlık âlemindeki yolculuğunda iki vazgeçilmez hakikattir. Marifet, uçsuz bucaksız bir umman gibi insanı Allah’ın hakikatlerine davet eder; muhabbet ise aşkı anmak ve yanmakla insanı Allah’ın sevgisine ulaştırır. Bu iki hakikat, birbirini tamamlar ve insanı kâmil bir kul olmaya yönlendirir.
Ey yolcu! Unutma ki, Allah’ı tanımadan O’nu sevemezsin; O’nu sevmeden de kâmil bir imana ulaşamazsın. Öyleyse, marifet ummanında yüzmeye ve muhabbet ateşinde yanmaya hazır ol. Çünkü bu yolculuk, seni asıl vatanına, yani Allah’ın huzuruna götürecektir. Ve unutma, Kur’an’ın şu müjdesi, marifet ve muhabbet yolcularına bir rehberdir:
“Ey huzur içinde olan nefis! Sen Rabbinden razı, Rabbin de senden razı olarak dön Rabbine!” (Fecr Suresi, 89/27-28)

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=zxrBKF-QESs

Loading

No ResponsesMart 16th, 2025