Hayatını masa başında kazanan gençler, bir mesleğe yönelmekten ziyade daha çok rahat etme düşüncesiyle bir üniversiteye giderek, belli bir bölümü kazanıp masa başında tekrar bir iş bulup çalışmayı düşünüyor.
Masa başında kazanılan hayatın, masa başında devam ettirmesi için bu durum büyük bir sıkıntıya neden oluyor?
Çünkü üniversiteden mezun olan öğrenciler artık gerekli derecede bir işe alımı söz konusu olmuyor.
İşsizler ordusu meydana geliyor ve bunların birçoğu açıkta kalıyor.
Bir de hayatını masa başında kazandığı içindir ki, kendi işini kurma gibi bir durum olmuyor veya kurabilecek bir imkana sahip bulunmuyor.
Tekrar bir mesleğe yönelmesi de söz konusu olamıyor. Çünkü artık pek bir mesleği öğrenebilecek durumda değil, ne yapılmalı?
Birinci derecede üniversitelerin o birimleri belli bölümleri kapatmaktan ziyade ona sınır getirilip, bu mezun olanların yurt dışında ihtiyaç olan yerlerde yurt içindeki fazlalığı yurt dışına taşıyarak, yurtdışındaki başka devletlere bunun Afrika’sından Orta Asya’sından birçok farklı ülkelere yönlendirilerek oradaki boşlukları onlarla doldurma yoluna devletin yapacağı bir organizasyonda yönlendirilmeye çalışılmalıdır.
Tıpkı 1960 yıllarında Almanya’ya işçi olarak gönderdiğimiz o insanlar orada patron oldular, Belediye Başkanı oldular.
Bu belki de bir yandan başka devletlerin ihtiyaçlarını tedarik etmede, gidermede önemli bir adım olacaktır.
Eğer böyle bir durum söz konusu değilse, günün şartlarına uygun olan üniversiteleri açılıp artık fazla eleman verilen, işsiz ordularının olduğu durumları eritmek amacıyla o birimler ve bölümler kapatılmalıdır.
Bir birim açılacağı zaman orayı ve oranın tam mükemmel ve dört dörtlük bir şekilde Öğretim görevlisinden binasına kadar mükemmel olmalı ki, ondan sonra orası faaliyete geçirilmeli.
Yoksa sadece neticesi düşünülmeden açıldığında üniversitelerin mantıklı, düşünceli planlı ve programlı olduğu düşünülemez.
Bu gençlere yazık.
Bu gençlere yapılacak yatırımlardan önce sonucu belli olan bir hedefe yönlendirmek gerekir.
Aksi takdirde bu öğrencilere ve ailelerine ve devletin bunlara harcadığı bu kadar ekonomik duruma yazık olacaktır.
Garantili olarak bu gençlerin gelecekleri sağlanmalı, gelecekleri sağlam olarak atılmalıdır.
***************
Bilge birine soruluyor;
Efendim, hasta olursak doktora gidelim mi?
Elbette gidin çünkü o doktorun yaşaması lazım.
-Peki ilaç yazarsa eczaneye gidelim mi?
Elbette gidin çünkü o eczacının yaşaması lazım.
-Peki ilaçları alırsak kullanalım mı?
Elbette hayır çünkü sizin de yaşamanız lazım.
Birilerinin yaşaması lazım.
Onları yaşatmak lazım.
***************
İstanbul Beşiktaş’ta medfun bulunan YAHYA EFENDİ bir gün evinin önünde sürekli süt var, süt var diye geçen kişiyi duyunca hanımına dönerek süt alacağını söyler.
Hanımı da evde süt olduğunu, ihtiyaçlarının olmadığını söyler.
Bunun üzerine YAHYA EFENDİ;
Hanım bizim ihtiyacımız yok ama sütçünün ihtiyacı olmasa bu kadar bağırmaz, der.
Son günlerde 15 milyon köpeğin olduğu, bunların 4 milyonunun sahipsiz bulunduğu ve şimdiye kadar köpek saldırısından dolayı 80 kişinin öldüğü rapor edilmektedir.
Çözüm olarak bunların uyutulmasından bahsedilmektedir.
Çözüm mü peki?
Yıllardır olmayan problem nasıl birden ayyuka çıktı?
Sebebi araştırılması gerekmez mi?
Sakın yiyeceklerin içine konulan kimyasal özelliklerden kaynaklanıyor olmasın?
Zira kişi yediğidir.
-Bizde evde bulunan kedimize kuru mamanın dışında bazen güvenilir düşündüğüm bir marketten yaş mama alıyordum.
Açtığımda hoşlanmadığım ve dayanamadığım kokusu olan bu mamayı kedi iştahla yiyiyordu.
Artık ondan sonrada hırçınlaşıp saldırıyor ve bizi görünce buzdolabının önüne gidip bekliyordu.
Araştırdığımızda kızım bu yaş mamanın Alman menşeli olduğunu söyleyince vermeyi kestik.
Eski hırçınlık ve aşırı büyüme yavaşladı.
-KISSADAN HİSSE
Hz. Musa (AS) bir yerden geçerken köpek havlayıp saldırmaya başlamış,
Hz. Musa köpeğe bağırmış:
Ey Zalim köpek, sen beni tanımıyor musun?
Köpek:
Senin Musa olduğunu biliyorum. Sana saldıracak da değilim.
Lakin sana havlamazsam, sahibim bana ekmek vermez!
@@@@@@@
Ya bizim yediklerimiz ve bizlere yedirilenler?
Hırçın ve kızgın bir nesil olduk.
Yoksa bizde mi uyutulduk?
Ve unutulduk?
Daha ötesi düşünemez olduk.
Bize bir şeyler oldu.
“Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu.
Ne olduysa hep bize azar, azar oldu.”
Aşılandık.
Ayrık otlarıyla dolduk.
Tarlamız başkaları tarafından sürüldü.
İthal tohum ekildi.
@@@@@@@@
Bu mevcut zihniyet kendi putunu kendi eliyle yapar, satar ve kendi tapar.
Atalar dini, körü körüne bir saplantı içinde, araştırılmadan sürdürülen din.
Ya ataları yanlış yapıyorsa, mesajından uzaktır.
Zihnindeki putunu kırmaz ve zincirleri çözmez, besler.
Dar görüş ve dar düşünce kısır döngüsü içerisinde döner durur.
Dünyası hayalidir. Yıkılmasından korkar.
Elinden oyuncağı alınan çocuk gibi ağlar ve hırçınlaşır.
En büyük kozu sırf muhalefet.
Hırçınlık.
Kaliteden uzak slogan.
Niteliksiz.
İstemezuk.
Kim olduğunun ve kiminle olduğunun farkında ve bilincinde değil.
Ahiretten habersiz olduğu gibi, dünyayı da bilmez.
Toplumun maddi manevi zenginleşmesi onu güçsüzleştirir.
Muhtaç olunmaz kılar.
Sosyalist zihniyet propaganda için, fakir toplum ister.
Sermayesi odur.
Herkes tezgahını kurmuş, silik parayla alış veriş yapar.
Eski kıtlıklara ve kuyruklara hasrettir.
Cahil toplum arzu eder, rahatça gütmek için.
Hiç çobanın oyuyla onunki bir olur mu?
Farklı dünyanın insanıdır, başka dünyaları kabul etmez.
Medeniyeti, rahat ve menfaattir.
Hayatın gayesi; ye, iç ve boşaltmadan ibarettir.
Dünyası ve her şeyi bugünü olanın, geleceği olamaz ve hakikati bulamaz.
Kısaca kısır zihniyetin istilası altındayız.
-Bu kısır zihniyet bu milletin evladının yapmış olduğu ve yüz yıldır da yapılmayan İha- Siha- Tiha- VS gibi tüm teknolojik gelişmeleri sulandırmış, sahiplenmemiştir.
Manevi gelişmelerden ise hiç hazzetmemiş, hep engelleme yoluna gitmiştir.
Hep muhalefet etmiş, bu milletin yanında değil, düşmanın yanında yer almıştır.
Gelişmelere darbelerle darbe vurmuştur.
Bu milletin rahat ve rahmeti için değil, zahmet ve zorluğu için çalışmıştır.
1400 yıldır sahip olduğu değerler ya değersizleştirilmeye veya sulandırılmaya çalışılmaktadır.
Her insanın nasibi hayali kadardır.
@@@@@@@@
Vatan nasıl kaybedildi?
Hasan Tahsin Paşa, 1845 yılında Messaria’da (şimdiki Molista) doğmuş bir Arnavut’tu ve Yanya’da Rum Zosimea lisesinde eğitim görmüş, akıcı şekilde Rumca biliyordu.
1870 yılında Katrin’de jandarmalığa başladı ve kısa süre sonra Osmanlı Ordusu’na astsubay olarak katıldı. 1881 yılında Yanya Jandarma Komutanı oldu ve 1908-1910 yılları arasında Yemen valisi olarak görev yaptı.
Birinci Balkan Savaşı sırasında Selanik’teki 8. Geçici Kolordu Komutanı olarak görev yaparken, Prens Konstantin komutasındaki Yunan kuvvetleri Selanik şehrine ilerlemeye başladı. Tahsin Paşa, Sarantaporon, Vardar ve Yenice Muharebeleri’nde Yunan kuvvetlerini durdurmaya çalıştıysa da başarılı olamadı ve sonunda 26 Ekim 1912’de Selanik’i ve 26,000 Osmanlı askerini Yunan ordusuna teslim etti.
Kariyeri boyunca, Selanik, Yanya ve Girit’ten Irak, Suriye ve Yemen’e kadar birçok yerde görev yapmıştır. Ancak, Selanik’teki yenilgisi ve şehri teslim etmesi nedeniyle Konstantinopolis askeri mahkemesi tarafından “gıyaben ölüme” mahkûm edilmiştir. Hasan Tahsin Paşa, 1918 yılında İsviçre’nin Lozan kentinde vefat etmiştir.
Osmanlı Devleti’nde casuslar ve casusluk faaliyetleri, devletin kuruluşundan itibaren önemli bir rol oynamıştır. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı’nın hemen her bölgesinde farklı devletlerin desteklediği casusluk teşkilatları kurulmuş ve bu teşkilatların faaliyetleri genellikle gayrimüslim Osmanlı vatandaşları ve ilgili devletlerin kendi vatandaşlarından casuslar tarafından yürütülmüştür⁵.
Casusluk faaliyetleri, savaşların kazanılmasında, fethedilen yerlerin elde tutulmasında ve düşmana karşı izlenecek stratejilerin belirlenmesinde oldukça etkili olmuştur. Osman Gazi döneminden itibaren, gizli bilgileri düşman birliklerinin içine sızarak ulaştıran, düşman komutanına yanıltıcı haberler ulaştırmak amacıyla hayatını tehlikeye atan, düşman casuslarını tespit edip suikastla öldüren casuslar gibi çeşitli yöntemler kullanılmıştır².
Örneğin, Fatih Sultan Mehmet döneminde, Venedik Signoriası tarafından yapılan birçok suikast girişimi, Fatih’in Avrupa’ya yaydığı güçlü casus şebekesi sayesinde engellenmiştir. Bu casus ağı, Batılı devletleri o kadar endişeye sürüklemiştir ki, Avrupa’nın pek çok yerinde masum insanların “Türk casusu” diye idam edildiğine tarihi kayıtlarda rastlanmaktadır².
I. Dünya Savaşı başlarında ise Osmanlı Devleti, iç ve dış siyasi gelişmeler ekseninde ciddi güvenlik sorunlarıyla karşılaşmış ve casusluk faaliyetlerinin ciddiyetini anlayarak bu faaliyetleri önlemeye yönelik tedbirler almaya çalışmıştır. Savaş sırasında, özellikle düşman devlet vatandaşlarına karşı alınan tedbirler, güvenlik algısını doğrudan etkileyen gizli bir olgu olarak casusluk faaliyetlerini engellemeye yönelikti¹.
Osmanlı Balkanlarındaki Rus casusluk faaliyetleri ise, Osmanlı Devleti’nin siyasi, askeri, ticari durumuna dair geniş istihbarat çalışmalarının yanı sıra, halkı Osmanlı Devleti’ne karşı isyana teşvik etmek, Osmanlı hükümeti ve ordusu aleyhinde yalan şayia ve neşriyatta bulunmak, İslam köylerinde karışıklık çıkarmak gibi farklı alanlarda ve biçimlerde cereyan etmiştir⁴.
Bu tarihi konular hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, konuyla ilgili akademik makaleler ve tarihi eserlerden yararlanabilirsiniz. Osmanlı Devleti’nin casusluk faaliyetleri, tarihin en ilginç ve karmaşık konularından biri olarak kabul edilmekte ve bu konuda yapılan araştırmalar, dönemin siyasi ve sosyal yapısını daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.
@@@@@@@
Casusların kullandığı yöntemler nelerdi?
Osmanlı Devleti’nde casuslar, çok çeşitli ve sofistike yöntemler kullanarak görevlerini yerine getirirlerdi. İşte bazı örnekler:
– **Gizli Bilgi Aktarımı**: Casuslar, düşman birliklerinin içine sızarak gizli bilgileri ulaştırması gereken yerlere aktarırlardı³. – **Yanıltıcı Haberler**: Düşman komutanına yanıltıcı haberler ulaştırmak amacıyla hayatlarını tehlikeye atarlardı³. – **Suikast**: Düşman casuslarını tespit edip suikastle öldürme yöntemleri de kullanılırdı³. – **Gece Baskınları**: Osmanlı tarihinde ilk casusluk faaliyeti olarak bilinen, Osman Gazi’nin Bizans kuvvetlerinin Yalova’da konuşlanmaya çalıştığını casusları aracılığıyla haber alması ve bir gece baskınıyla Bizans birliklerini dağıtmasıdır⁴.
Bu yöntemler, Osmanlı Devleti’nin güvenlik ve istihbarat stratejilerinin önemli bir parçasıydı ve devletin uzun yıllar boyunca varlığını sürdürebilmesinde etkili olmuştur. Casusluk, sadece askeri ve siyasi bilgilerin toplanmasında değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal istihbaratın sağlanmasında da kullanılmıştır. Osmanlı casusları, devletin iç ve dış düşmanlarına karşı önemli bir savunma hattı oluşturmuş ve zaman zaman düşmanın planlarını bozarak Osmanlı’nın üstünlüğünü sağlamışlardır.
@@@@@@@
Casusların kullandığı teknolojiler nelerdi?
Osmanlı Devleti döneminde casusların kullandığı teknolojiler, o dönemin bilim ve teknoloji seviyesine göre oldukça ileri düzeydeydi. İşte bazı örnekler:
– **Şifreli Mesajlar**: Casuslar, bilgileri güvenli bir şekilde iletmek için çeşitli şifreleme teknikleri kullanırlardı. Bu teknikler, mesajların düşman tarafından anlaşılamamasını sağlamak için tasarlanmıştı¹. – **Gizli Mürekkepler**: Gizli mürekkepler ve kimyasal maddeler, belgelerin gizlenmesi veya gizli mesajların yazılması için kullanılırdı². – **Kılık Değiştirme**: Casuslar, farklı kimliklere bürünerek düşman hatlarının içine sızar ve bilgi toplarlardı³. – **Gözetleme ve İzleme**: Düşman hareketlerini gözetlemek ve izlemek için çeşitli optik aletler kullanılırdı².
Bu teknolojiler, Osmanlı casuslarının başarısında önemli bir rol oynamış ve devletin güvenlik stratejilerinin etkin bir parçası olmuştur. Casusluk faaliyetleri, sadece askeri ve siyasi bilgilerin toplanmasında değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal istihbaratın sağlanmasında da kullanılmıştır. Osmanlı casusları, devletin iç ve dış düşmanlarına karşı önemli bir savunma hattı oluşturmuş ve zaman zaman düşmanın planlarını bozarak Osmanlı’nın üstünlüğünü sağlamışlardır.
@@@@@@
Osmanlının yıkılışında casusların oynadığı roller nelerdir?
Osmanlı Devleti’nin yıkılışında casusların oynadığı roller, devletin iç ve dış politikaları üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. Casuslar, özellikle devletin son dönemlerinde, büyük güçler arasındaki rekabetin bir parçası olarak kullanılmış ve devletin zayıflamasına katkıda bulunmuşlardır. İşte bazı örnekler:
– **Büyük Güçlerin Etkisi**: 19. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı Devleti büyük güçlerin çekişme alanı haline gelmiş ve bu süreçte casuslar, büyük devletlerin Osmanlı iç işlerine müdahalesinde kilit rol oynamışlardır. – **İç Karışıklıklar**: Casuslar, etnik ve dini azınlıklar arasında ayrılıkçı hareketleri körükleyerek, Osmanlı Devleti’nin iç yapısını zayıflatmışlardır. – **Siyasi Kararlar**: Casuslar tarafından sağlanan bilgiler, Osmanlı yönetiminin siyasi kararlarını etkilemiş ve bazen yanıltıcı bilgilerle yanlış kararlar alınmasına neden olmuştur². – **Teknolojik Geri Kalmışlık**: Osmanlı Devleti’nin teknolojik olarak geri kalmış olması, casusluk faaliyetlerinde kullanılan ileri teknolojiler karşısında savunmasız kalmasına yol açmıştır.
Casusluk faaliyetleri, Osmanlı Devleti’nin yıkılış sürecinde sadece bir faktör olmakla birlikte, devletin son dönemlerinde yaşanan siyasi ve sosyal çalkantıların anlaşılmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemde casusluk, devletin zayıflamasına ve sonunda yıkılışına katkıda bulunan birçok iç ve dış etken arasında yer almıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışını anlamak için casusluk faaliyetlerinin yanı sıra, ekonomik, sosyal, askeri ve teknolojik faktörlerin de dikkate alınması gerekmektedir.
@@@@@@@
Osmanlı Devleti’nin yıkılışını etkileyen diğer faktörler nelerdir?
Osmanlı Devleti’nin yıkılışını etkileyen diğer faktörler oldukça çeşitlidir ve bu faktörlerin bir araya gelmesiyle uzun bir sürecin sonunda gerçekleşmiştir. İşte bu faktörlerden bazıları:
– **Siyasi Faktörler**: Yönetimdeki kararsızlık, Avrupa devletleri arasındaki siyasi dengeyi koruma çabaları, Osmanlı’nın güç kaybetmesine neden olmuştur¹. – **Ekonomik Faktörler**: Batı Avrupa’nın endüstriyel kapasitesiyle rekabet edememe ve ekonomik olarak geri kalma, imparatorluğun zayıflamasına yol açmıştır¹. – **Sosyal Faktörler**: Farklı etnik grupların çatışmaları ve toplumsal sorunlarla başa çıkamama, sosyal istikrarsızlığa neden olmuştur¹. – **Askeri Faktörler**: I. Dünya Savaşı’na katılım ve ağır askeri kayıplar, Osmanlı’nın askeri gücünü daha da azaltmıştır¹. – **Kültürel Faktörler**: Klasik İslam medeniyeti ile modernleşme arasındaki çatışma, toplumsal yapıdaki değişikliklere neden olmuştur¹. – **Dış Baskılar**: Avrupa devletlerinin toprak işgalleri ve güçlü devletlerle olan ilişkiler, imparatorluğu zayıflatmıştır¹. – **Merkezi Yönetimdeki Zayıflık**: Merkezi yönetimin yetersizliği ve eyaletlere verilen otonomi, devlet yönetiminin zayıflamasına ve iç karışıklıklara yol açmıştır¹.
Bu faktörler, Osmanlı Devleti’nin yıkılış sürecinde birbiriyle etkileşim içinde olmuş ve imparatorluğun sonunu getirmiştir. Tarihi olayları anlamak için bu faktörlerin her birinin ayrı ayrı incelenmesi ve bir bütün olarak değerlendirilmesi önemlidir¹.
Hz. Ömer’in İran’ı fethinden bugüne kadar ne gibi yönetim değişiklikleri olmuştur? İran devleti kimler tarafından, ne kadar süreyle idare edilmiştir?
Hz. Ömer’in İran’ı fethinden bu yana, İran’da birçok yönetim değişikliği yaşanmıştır. İslam ordularının İran’da Sasani İmparatorluğu’nu yenmesiyle başlayan süreçte, İran toprakları çeşitli İslami halifelikler ve hanedanlar tarafından yönetilmiştir. Hz. Ömer döneminde başlayan İslami yönetim, Emevi ve Abbasilerle devam etmiş, daha sonra Selçuklu, İlhanlı, Safevi, Afşar, Zend ve Kaçar hanedanları gibi çeşitli Türk ve Fars hanedanları tarafından idare edilmiştir⁶.
Safevi döneminden itibaren yaklaşık 500 yıl boyunca, İran’da din adamlarının etkinliği artmış ve Şia İslam’ının önemli bir merkezi haline gelmiştir. 1979 İslam Devrimi ile birlikte İran İslam Cumhuriyeti kurulmuş ve ülke, Ayetullah Humeyni tarafından geliştirilen “Velayet-e Fakih” teorisine dayalı bir teokratik cumhuriyet olarak yönetilmeye başlanmıştır. Bu sistemde, dini liderin (Velayet-e Fakih) yasama ve yürütme işlerinde son söz hakkına sahip olduğu bir yapı oluşturulmuştur¹.
İran tarihindeki bu yönetim değişiklikleri, ülkenin kültürel ve siyasi yapısını derinden etkilemiş ve günümüzdeki İran’ın temellerini atmıştır. İran’ın tarihi, Antik Çağ’dan günümüze kadar geniş bir coğrafyayı ve birçok farklı medeniyeti kapsayan zengin bir geçmişe sahiptir².
@@@@@@@@@
İran’da hangi hanedanlar hüküm sürdü?
İran’da tarih boyunca birçok hanedan hüküm sürmüştür. İşte bazı önemli hanedanlar ve hüküm sürdükleri dönemler:
1979 yılında İslam Devrimi ile birlikte monarşi sona ermiş ve İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur¹². Bu hanedanların her biri, İran’ın kültürel ve siyasi tarihinde önemli rol oynamış ve günümüz İran’ının şekillenmesinde etkili olmuştur.
@@@@@@
İran’ın modern tarihinde önemli olaylar nelerdir?
İran’ın modern tarihinde birkaç önemli olay şunlardır:
– **1979 İran İslam Devrimi**: 20. yüzyılın Orta Doğu’daki en önemli gelişmelerinden biri olan devrim, Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesi ve Ayetullah Humeyni’nin liderliğindeki İslami bir cumhuriyetin kurulmasıyla sonuçlandı¹. – **1980-1988 İran-Irak Savaşı**: İran ve Irak arasında sekiz yıl süren bu savaş, bölgede büyük yıkıma yol açtı ve milyonlarca insanın ölümüne veya yaralanmasına neden oldu. – **Nükleer Program ve Yaptırımlar**: İran’ın nükleer programı uluslararası endişelere yol açtı ve bir dizi ekonomik yaptırımların uygulanmasına sebep oldu. – **2015 Nükleer Anlaşması**: İran ve P5+1 ülkeleri arasında varılan anlaşma, İran’ın nükleer programını kısıtlarken, bazı yaptırımların kaldırılmasını sağladı. – **2019-2020 İran Protestoları**: Benzin fiyatlarındaki artışın tetiklediği geniş çaplı protestolar, ülke genelinde hükümet karşıtı gösterilere dönüştü.
Bu olaylar, İran’ın siyasi ve sosyal yapısını derinden etkilemiş ve uluslararası ilişkilerde önemli rol oynamıştır.
Şaibeli bir ölüm.
En az ihtimalle iç hesaplaşmanın büyük ihmali sonucu ölüme terkedildi.
Yanındaki iki helikoptere bir şey olmazken, Cumhurbaşkanı Reisinin uçağı Dışişleri Bakanı ile 8 kişinin bulunduğu helikopter yere çakılıyor.
Aynı zamanda ileriye ve Ortadoğu’ya dönük bir plan ve hesabın başlangıcını oluşturuyor.
İran genelde kaza dese de, başta Türkiye çoğunlukla bir müdahale diyor.
Özellikle pilot kabininin yanması ve iki kişinin yanık cesedinin bulunması hadisesi.
İran 1979 Humeyni ve Şah değişimi gibi bir dönüşüme ve hesaplaşmaya mı gidiyor?
Veya üçüncü dünya savaşının önü açılıp taşları mı döşeniyor?
-İran’da bir devir kapandı. İran Dini Liderlik koltuğuna göz koyduğu konuşulan Reisi, şaibeli bir helikopter kazasında öldü. Reisi, PKK’yı Türkiye’ye karşı silahlandırmış ve Suriye halkına çektirdiği eziyetlerde Beşar Esad’ın yanında yer almıştı.”
İran’daki liderlerin kaçta kaçı temiz?
Eli kanlı değil?
Kana bulanmamış?
Önceden öldürülen Kasım Süleymani mi?
Uçak kazasında ölen daha doğrusu öldürülen ve kendisi için methiyeler düzülüp ılımlı olduğu, Türkiye ve Azerbaycan’a yaklaştığı söylenen Reisi mi?[2]
Belli ki İran derin devleti Reisinin bize ve Azerbaycan’a yakınlaşmasını hazmetmediğini gösterdi.
-Veya bir tehlikeye dikkat çektiği için mi öldürüldü?[3]
-20 devlet başkanı veya başbakan hava araçlarının karıştığı kazalarda öldü.[4]
*****************
Acem oyunu; Yabancı anlamıyla birlikte, Kurnaz ve hilebaz manasına kullanılmaktadır.
-Acem oyununu Chatcpt’ye sorduk:
İran için neden acem oyunu deyimi kullanılmıştır?
**”Acem oyunu” deyiminin İran için kullanılmasının birkaç sebebi olabilir: **
**1. Tarihsel Kökenler: **
* **Siyasi Oyunlar: ** Geçmişte İran ile Osmanlı İmparatorluğu arasında sık sık siyasi çekişmeler yaşanmıştır. Bu çekişmelerde taraflar birbirlerini alt etmek için çeşitli hileler ve entrikalara başvurmuşlardır. Bu durum, İran’ın siyasi oyunlara meyilli olduğu algısına yol açmış olabilir.
* **Mezhepsel Farklılıklar: ** İran, çoğunluğu Şii olan bir ülkedir. Osmanlı İmparatorluğu ise Sünni çoğunluklu bir devletti. Bu mezhepsel farklılıklar, iki ülke arasında karşılıklı güvensizliğe ve önyargılara yol açmış olabilir. Bu durum, İran’ın samimiyetsiz ve güvenilmez olduğu algısına katkıda bulunmuş olabilir.
**2. Kültürel Farklılıklar: **
* **Gelenekler: ** İran kültürü, Osmanlı kültüründen bazı önemli farklılıklara sahiptir. Bu farklılıklar, Osmanlı halkına tuhaf ve anlaşılmaz gelebilirdi. Bu durum, İran’ın oyunbaz ve aldatıcı olduğu algısına yol açmış olabilir.
* **Dil: ** Farklı diller konuşulması da iletişim problemlerine ve yanlış anlaşılmalara yol açabilirdi. Bu durum da İran’ın güvenilmez olduğu algısına katkıda bulunmuş olabilir.
**3. Deyimin Kökeni: **
* Deyimin tam olarak ne zaman ve nasıl ortaya çıktığına dair kesin bir bilgi yoktur. 19. yüzyılda yazılmış bazı eserlerde bu deyime rastlanmıştır.
* Deyimin kaynağı, muhtemelen yukarıda bahsedilen tarihsel ve kültürel farklılıklardan kaynaklanan önyargılardır.
Mezar kazıcıları, mezar soyguncuları, mezarlık malzeme satıcı ve tasarlayıcıları.
Silah tüccarları.
Hayatını başkasının ölümüne bağlayan herkes.
-Birde tarihin çöplüklerine atılmış, çürümüş ve kokmuş kokuşmuş, hükmü kalmamış, denenmiş ve tükenmiş düşünceleri diriltenler de ölmüşlerden yarar sağlarlar.
Kominizm, sosyalizm, materyalizm, başta olmak üzere batı ve doğu menşeli izm-ler.[1]
Bugün dünyada ölmüş ideolojiler diriltilmeye çalışılmaktadır.
1970 yıllarında bize kominizm belası başımıza mübtela edilirken, 1991 yılındaki bitişiyle komünizmin ürettiği terör ve terörist temsilcisi olan PKK 50 yıldır başımıza bela edilmiş durumda.
PKK komünist ve Ermeni teröristleri içinde barındırır ve 20 küsur batılı devlet tarafından da desteklenir.
***************
Yıllardır söylediğimiz odur ki PKK, sol, sosyalist, komünist bir örgüttür.
1917 yılında kendine savaşmak için düşman oluşturan Yahudi zihniyeti ve ABD 1917 yılında Rusya’da Komünizmi kurmuş ve bunu 1991 yılına kadar, dünyayı kan gölüne dönüştürürcesine sürdürmüştür.
1991 yılı Komünizmin yıkılmasından sonra Müslüman terörist, yeşil sermaye düşmanlığını üreterek Ortadoğu ve Müslüman ülkelerini parçalayıp yutma politikasını izlemiştir.
Bunda da en önemli yöntem olarak devşirdiği ve piyon olarak kullandığı kimseleri devreye koymuş ve başa geçirmiştir.
Türkiye bunun başlarında gelmektedir.
-Zamanla içten yapamadığını Rusya’nın yıkılması ve Komünizmin çökmesiyle içimizde boşta ve boşlukta kalan sol ve komünist maşalarla birlikte Ermenileri bir araya getirerek PKK terör örgütünü kurmuş ve her türlü desteği vermiştir.
Yapılacak anlaşmalara bizzat müdahale edip, engellemiştir.
**************
Neden diriltilen ölü?
Dünyada en hayret edilecek şey, inkardır.
Bir sanatın sanatkarını inkardır.
Bir teyip veya kayıt cihazı ne kadar kurgulanmış bir şekilde, beni yapan yok, beni yapan yok derse desin, kendi kendisini inkâr etmiş olur.
Onun kadar hayret edilecek bir diğer husus ise, Allah’ı tanımayanın hükmünü, emir ve yasaklarını yani yaptıklarını inkâr etmesidir.
Ne garip hem inanma hem de sorgulayıp tenkid et.
Oysa bir iğne bile ustasız olmuyor, bir köy muhtarsız olmuyor, o halde nasıl olur şu koca alem sahipsiz ve yaratıcısı olabilir?
***************
Eğer denilirse;
O halde Allah varsa kendisini inkâr eden kâfirin dünyaya gelmesine niye müsaade ediyor?
İbrahim’in babası Azer’e müsaade etmeseydi, İbrahim olmazdı.
Mesela Billy Gates’e müsaade etmeseydi ve benzerlerine elektronik alanında bunca gelişmeler olmazdı.
Dünyanın imarında katkı sağlanamazdı.
Abdulhamid ve THEODor Herzl görüşmesi ve konuşulanlar NELERDİR?
Abdülhamid ve Theodor Herzl arasındaki görüşme, modern Siyonizm’in babası olarak kabul edilen Herzl ile Osmanlı İmparatorluğu’nun son güçlü sultanlarından biri olan Abdülhamid Han arasında gerçekleşmiştir. Bu tarihi görüşme, 19 Mayıs 1901 tarihinde yapılmıştır ve Siyonist lider Herzl’in, Filistin’de Yahudilere toprak satılması için Sultan Abdülhamid’e yaptığı teklifleri içermektedir⁵.
Görüşmede Herzl, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarını ödemeyi ve ekonomik destek sağlamayı teklif etmiş, ancak karşılığında Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerine izin verilmesini istemiştir. Ancak Sultan Abdülhamid, Osmanlı topraklarının satılmayacağını ve Yahudilerin Filistin’e yerleşmesine izin vermeyeceğini belirtmiştir. Bu duruşuyla tanınan Abdülhamid, “Devlet-i Âliye’nin satılık tek bir karış toprağı yoktur” sözüyle anılmaktadır⁵.
Bu görüşme, Herzl’in Siyonist hareketi için önemli bir dönüm noktası olmuş ve daha sonraki yıllarda İsrail devletinin kurulmasına giden yolda önemli bir etken olmuştur. Görüşmenin detayları ve sonuçları, o dönemin siyasi ve sosyal yapısını derinden etkileyen faktörler arasında yer almaktadır.
Herzl’in Sultan Abdülhamid’e yazdığı mektuplar ve görüşmelerin detayları, tarihi kaynaklarda ve arşiv belgelerinde yer almakta olup, bu konu üzerine yapılan çalışmalar ve yayınlar, olayın daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır⁴⁵⁶.
Kaynak: Bing ile konuşma, 18.05.2024
(1) Herzl’in gizemli mektubu, 2. Abdülhamid toprak sattı mı? – Haber Global.
Herzl ve Abdülhamid arasındaki görüşme sonuçları nelerdi?
Sultan II. Abdülhamid ve Theodor Herzl arasındaki görüşmenin sonuçları, Osmanlı İmparatorluğu’nun Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasına yönelik Herzl’in tekliflerinin Sultan tarafından reddedilmesi şeklinde özetlenebilir. Görüşmelerde Herzl, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarının ödenmesi ve ekonomik destek karşılığında Filistin’de Yahudilere yerleşim izni verilmesini talep etmiş, ancak Sultan II. Abdülhamid bu teklifi kabul etmemiştir⁴⁵⁶.
Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı topraklarının bütünlüğünü koruma konusunda kararlı bir tutum sergilemiş ve “Devlet-i Âliye’nin satılık tek bir karış toprağı yoktur” ifadesiyle bilinen bir duruşa sahip olmuştur. Bu görüşme, Herzl’in Siyonist hareketi için önemli bir dönüm noktası olmuş ve daha sonraki yıllarda İsrail devletinin kurulmasına giden yolda önemli bir etken olmuştur⁴⁵⁶.
Görüşmelerin içeriği ve sonuçları hakkında farklı yorumlar bulunmakla birlikte, genel kabul gören görüş, Sultan II. Abdülhamid’in Herzl’in tekliflerini reddettiği ve Osmanlı topraklarının satışına izin vermediği yönündedir⁴⁵⁶.
Herzl’in Sultan Abdülhamid’e yazdığı mektuplar ve görüşmelerin detayları nelerdir?
Theodor Herzl’in Sultan II. Abdülhamid’e yazdığı mektuplar ve aralarında gerçekleşen görüşmelerin detayları, Siyonizm hareketinin ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurma fikrinin gelişiminde önemli bir yer tutar. Herzl, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarını ödemek ve ekonomik destek sağlamak karşılığında Filistin’de Yahudilere yerleşim izni verilmesini teklif etmiştir. Ancak, Sultan II. Abdülhamid bu teklifleri reddetmiş ve Osmanlı topraklarının satılmayacağını, Yahudilerin Filistin’e yerleşmesine izin vermeyeceğini belirtmiştir¹².
Herzl’in Sultan’a yazdığı mektuplarda, Duyun-u Umumiye ile görüşmelerinden bahsederek, ne yapılması gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca, Herzl’in Sultan II. Abdülhamid’e yaptığı ilk teklif, dostu olan Polonyalı aristokrat Phillip de Nevlinsky aracılığıyla olmuş, ancak sonuç alınamamıştır. Herzl, 1896’da İstanbul’a gelmiş ve Başkente dört defa daha ziyarette bulunarak Yıldız Sarayı ile bağlantısını 1902’ye kadar sürdürmüştür².
19 Mayıs 1901 tarihinde gerçekleşen karşılıklı görüşmenin detaylarına göre, Herzl Sultan II. Abdülhamid’in huzuruna çıkmış, ancak Siyonistlerin Filistin’e yerleşmelerine izin verilmediği belirtilmiştir. Bu görüşme, “Devlet-i Âliye’nin satılık tek bir karış toprağı yoktur” söyleminin ortaya çıkmasına ve Herzl’in Padişah’ın huzurundan kovulduğu şeklinde bir mizansenle anılmasına neden olmuştur².
Bu tarihi görüşmeler ve mektuplaşmalar, Siyonizm hareketinin gelişimi ve daha sonraki yıllarda İsrail devletinin kurulmasına giden süreç üzerinde büyük etki yapmıştır. Herzl ve Sultan II. Abdülhamid arasındaki bu önemli diyalog, tarihi kaynaklarda ve arşiv belgelerinde detaylı bir şekilde incelenmiştir¹²³.
Herzl ve Abdülhamid arasındaki mektuplaşmaların tamamı nerede bulunabilir?
Theodor Herzl ve Sultan II. Abdülhamid arasındaki mektuplaşmaların ve görüşmelerin detayları, Osmanlı arşivlerinde bulunabilir. Bu tarihi belgeler, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine ve Siyonizm hareketinin başlangıcına ışık tutar niteliktedir. Arşiv belgeleri, araştırmacılar ve tarihçiler tarafından incelenmiş ve bu konuda çeşitli yayınlar yapılmıştır¹²³.
Ayrıca, bu belgelerle ilgili seminerler ve konferanslar düzenlenmekte, arşiv araştırmacıları tarafından konu hakkında bilgi verilmektedir. Örneğin, Osmanlı arşiv araştırmacısı Nermin Taylan Erkutlu’nun “Arşiv Belgeleriyle Filistin Gerçekleri” konulu bir seminer düzenleyeceği belirtilmiştir¹.
Eğer bu konuda daha fazla bilgi edinmek ve belgelere erişmek istiyorsanız, Osmanlı arşivlerine erişim sağlayan resmi kurumlarla iletişime geçebilir veya konuyla ilgili akademik çalışmaları inceleyebilirsiniz. Ayrıca, bu tür belgeler genellikle tarih ve arşivcilikle ilgili kitaplarda veya akademik makalelerde de bulunabilir¹²³.
Evet, Sultan II. Abdülhamid ve Theodor Herzl arasındaki mektuplaşmaların ve görüşmelerin dijital kopyaları bulunmaktadır. Özellikle, İstanbul Üniversitesi’nin Sultan II. Abdülhamid’in Yıldız Fotoğraf Koleksiyonu’nun dijitalleştirilmesi projesi kapsamında, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine dair eşsiz görsel belgeler dijital ortamda araştırmacıların kullanımına sunulmuştur¹. Bu koleksiyon, çeşitli şehirlerden, saraylardan, törenlerden, yabancı devlet adamlarının ziyaretlerinden, mimari yapılardan, askerlik faaliyetlerinden ve günlük yaşamdan kareler içermektedir.
Ayrıca, Herzl ve Abdülhamid arasındaki tarihi mektuplaşmalar ve görüşmeler hakkında daha fazla bilgi ve belgeye erişmek için, Türk Yahudi Toplumu’nun web sitesinde yer alan makaleler ve tezler bölümüne bakabilirsiniz². Bu kaynaklar, Siyonizm’in gelişimi ve Osmanlı Devleti üzerindeki etkileri hakkında derinlemesine bilgi sağlayabilir.
Dijital kopyaların erişilebilirliği ve kullanımı hakkında daha fazla bilgi almak için, ilgili üniversitelerin nadir eserler kütüphaneleri veya Osmanlı arşivlerine erişim sağlayan resmi kurumların web sitelerini ziyaret edebilirsiniz. Bu belgeler, tarih araştırmaları ve akademik çalışmalar için önemli bir kaynak teşkil etmektedir.
@@@@@@@
Siyonizmin tarihinde başka önemli görüşmeler var mıydı?
Siyonizmin tarihinde birçok önemli görüşme ve olay yer almaktadır. Bunlar arasında en dikkat çekici olanlarından bazıları şunlardır:
– **Balfour Deklarasyonu (1917)**: İngiltere’nin Yahudi halkına, Filistin’de bir ulusal yurt kurma sözü verdiği bir deklarasyondur. Bu, uluslararası alanda Siyonizm hareketine verilen ilk resmi destektir ve İsrail Devleti’nin kurulmasının yolunu açmıştır¹.
– **Filistin Mandası (1920-1948)**: Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Milletler Cemiyeti’nin kararıyla İngiltere’ye verilen mandatın bir parçası olarak, Filistin’de Yahudi göçünü ve yerleşimini teşvik eden politikalar uygulanmıştır¹.
– **Hitler’in Yükselişi ve Yahudi Göçü**: İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında, Avrupa’daki Yahudilere yönelik artan baskı ve zulüm, Siyonizm hareketinin ve Filistin’e Yahudi göçünün hızlanmasına neden olmuştur¹.
– **İsrail Devleti’nin Kuruluşu (1948)**: Siyonizm hareketinin en büyük hedefi olan İsrail Devleti’nin kuruluşu, 1948 yılında gerçekleşmiştir. Bu, Siyonizm tarihi için bir dönüm noktasıdır ve hareketin temel amaçlarından birinin gerçekleşmesini simgeler¹.
Bu olaylar, Siyonizm hareketinin gelişimi ve Yahudi halkının tarihindeki önemli dönemeçler olarak kabul edilir ve Siyonizmin tarihi üzerine yapılan çalışmalarda geniş yer bulur¹. Siyonizm tarihi, bu ve benzeri birçok önemli görüşme ve olayla doludur ve her biri, bugünkü Orta Doğu’nun siyasi ve sosyal yapısını şekillendirmede önemli rol oynamıştır.
İsrail Devleti’nin kuruluş süreci nasıl gerçekleşti?
İsrail Devleti’nin kuruluş süreci, 19. yüzyılın sonlarına doğru başlayan ve 20. yüzyılın ortalarına kadar süren karmaşık tarihi olaylar zincirinin bir sonucudur. İsrail’in kuruluşu için ilk resmi adım olarak kabul edilen olay, 29 Ağustos 1897’de İsviçre’de Basel’de toplanan ilk Siyonist Kongresi’dir. Bu kongrede, Yahudilerin Filistin’de bir “yurt” edinmesi kararı alınmıştır¹.
Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Filistin’de, 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un Siyonist Federasyonu Başkanı’na gönderdiği mektupla, İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını desteklediğini resmen bildiren “Balfour Deklarasyonu” yayımlandı. Bu deklarasyon, Yahudi devleti kurulması sorununun bir dönüm noktası sayılmaktadır².
II. Dünya Savaşı sonrasında, Birleşmiş Milletler 1947’de Filistin’in Araplar ve Yahudiler arasında bölünmesine ve Kudüs’e tarafsız bir statü verilmesine karar verdi. Ancak bu plan Arap ülkeleri tarafından tepkiyle karşılandı. İngiltere, 14 Mayıs 1948’de Filistin’deki manda yönetimini tek taraflı olarak kaldırdı ve aynı gün İsrail Devleti’nin kurulduğu ilan edildi².
Bu süreç, İngiliz Mandası’nın sona ermesi ve Birleşmiş Milletler’in planının uygulamaya geçmesiyle gerçekleşti. İsrail Devleti’nin kuruluşu, bölgede yeni bir siyasi gerçekliğin başlangıcı oldu ve Arap-İsrail ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası teşkil etti³.
Filistinliler İsrail’in kuruluşunu nasıl karşıladılar?
İsrail Devleti’nin 1948’de kuruluşunu ilan etmesi, Filistinliler tarafından büyük bir felaket olarak algılandı ve “El Nakba” yani “Felaket” günü olarak anılmaya başlandı². İsrail’in bağımsızlığının ilan edilmesine karşı çıkan Filistinliler, bu olayı toprak kaybı ve sürgünle sonuçlanan bir trajedi olarak gördüler. Yüz binlerce Filistinli, ya evlerinden zorla çıkarıldı ya da savaş nedeniyle topraklarını terk etmek zorunda kaldı². Bu durum, İsrail ile Filistinliler arasında uzun süreli bir çatışmanın başlangıcı oldu ve bölgede derin sosyal ve politik yaralar açtı¹².
El Nakba, Arapça’da “felaket” anlamına gelir ve Filistinliler için büyük bir tarihi ve duygusal öneme sahiptir. 15 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşuyla birlikte, yaklaşık 750 binden fazla Filistinli, evlerini ve topraklarını terk etmek zorunda kaldı¹. Bu süreçte birçok Filistinli ya gitmeye zorlandı ya da güvenlik endişeleri nedeniyle göç etmek zorunda bırakıldı¹.
El Nakba günü, Filistinliler için yaşanan sürgünün ve kaybedilen toprakların, malların, mülklerin ve hakların yasını tutmak için her yıl 15 Mayıs tarihinde anma günü olarak geçirilir⁶. Bu gün, Filistinlilerin tarihindeki acıları ve kayıpları hatırlamalarının yanı sıra, sürgünde olan milyonlarca Filistinlinin bitmeyen sürgününü ve devam eden mücadelelerini de simgeler¹².
El Nakba günü, Filistinlilerin topraklarına geri dönme umutlarını ve haklarını ifade etme fırsatı olarak da görülür. Bu gün, Filistinlilerin tarihsel adaletsizliklere karşı direnişlerinin ve ulusal kimliklerinin korunması adına önemli bir simge haline gelmiştir³⁴⁵.
Hadiste, “Müslümanlar, Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar onları yenip öldürecekler. Öyle ki, Yahudiler ağaç ve taşların arkasına saklanacaklar, o ağaç ve taşlar konuşarak, ‘Ey Müslüman, ey Allah’ın kulu, arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür.’ diyecek. Sadece arkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır.[1]
Allah-u a’lem bunun dünyada gelişen durumlar ve İsrail’e gösterilen tepkiler sebebiyle bir manası, İsrail’in dünyadan Tecrîd edilmesi yani soyutlanmasıdır.
Mecazi olarak ĞARKAD ağacı olan ABD hariç.
Dünya tepki gösterirken, ABD himaye edip, para, silah ve istihbarat yardımında bulunmaktadır.
–Ancak İslam dünyasından kaynaklanan büyük bir problem de vardır.
Oda şu tesbitte görülmektedir.
“Bundan yıllar önce gazetecilerin, İsrail Devleti’nin o günkü başbakanı Şimon Perez’e “Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor.” diye hatırlattıklarında, Perez şu cevabı vermişti: “Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.”[2]
-Bunlardan birisi de İran’ın durumu ve Şia’nın mahiyetindeki tutumudur.[3]
-En masum ifadesiyle islam dünyasının zulmün kucağında eğitim görmesidir.[4]
-Filistin’de hem insanlar ölüyor hem de insanlık İslam dünyasının bu dağınıklığından dolayı.
Bunun başında da Hadiste zikredilen Vehn hali yani dünya sevgidir.[5]
-Sevban’dan (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (asm) şöyle buyurmuştur:
“Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) biribirlerini davet edecekler.”
Birisi: “Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.
Rasûlullah (asm), “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çörçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” buyurdu.
Yine bir adam: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” diye sorunca:
“Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdu.[6]
Harf, kelime, cümle ve kitap hep ilk konulan nokta ile gelişerek başlıyor ve sonu nokta ile noktalanıyor.[1]
Kâinat da başlangıçta nokta ile başladı, büyüyerek gelişti ve İsrafil’in noktayı koymasıyla yine aslına rücu edecek ve nokta haline dönüşecektir.
Başta tohum, çekirdek ve yumurta tohumundan ibaretti.
Gelişip büyüdü, karada, havada ve denizde vaziyet aldı.
İnsanda bir nokta olarak ana rahmine düştü, gelişti ve insan olmaya aday seçildi.
Gelişimini dünyada da devam ettirdi.
Ve sonuçta ölümüyle bir nokta olan Acb-uz Zeneb’de toplandı.
Nokta ile ve bir sperm ve meni ile, atılmış bir damla su halinde iken yine aslına dönüş yaptı.
****************
Her şey bir ‘Ol’ emriyle başladı.
Nokta ile başlayan O emirle varlıklar oluşumunu devam ettirirken, ‘Öl’ emriyle de tekrar asıllarına dönüş yapacaklardır.
İlk yaratılan Kalem oldu.[2]
Sonra Kelam.
Kaleme yaz dedi.
Kalem hala yazımını devam ettirmektedir.
Son noktayı koyana kadar.
Okyanuslar damlalardan oluşmaktadır.
Hava zerrelerden müteşekkil.
Varlıklar atomlardan meydana gelmekte.
İnsan ise hücrelerden.
Hepsi de bir noktadan.
Noktada büyük bir nükte var.
Son zamanlarda ve özellikle içişleri bakanı Sayın Ali Yerlikaya’nın Bakanlığında, sürekli çetelere yönelik faaliyetlerin arttığını görmekteyiz.[1]
Oda gayet ciddi oranda.
Önemli konularda.
Ciddi noktalarda.
Büyük çapta.
Bu durum bir yandan adeta çeteler tarafından kuşatılmamız yönüyle korkuturken, diğer yandan da vücutta yer etmiş, sancı oluşturan birinin çıkmasıyla sevinmekte ve rahatlamaktayız.
Belli ki dağ kadrosunu besleyen içteki çetelerin varlığıymış.
Belli ki sihirbaza bak, aldatmacasıyla bu millet soyulmuş, gerçek hırsızlar tarafından…
Tıpkı 1980 darbesinden bir gün önce memlekette terör eser ve estirilirken, bir gün sonra memleket süt limana dönmüştü.
Hatta o sırada Adıyaman merkeze bağlı Pirin köyünde cuma namazını kıldırmış, yürüyerek merkeze varmıştım.
12 Eylül 1980 Cuma günü, sabah saat 03:00 civarında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından başlatılan askerî müdahale sonucunda her tarafta tam bir sessizlik ve yollarda kimseler yoktu.
Eve vardıktan sonra haberim oldu.
Bir gün içerisinde ne oldu da toplum sessizliğe büründü?
Adı bile bilinmeyen Kenan Evren 9 yıl devleti idare etti.
Kendisi, darbenin olgunlaşmasını bekledik, dedi.
Darbeci başı ABD ise, bizim çocuklar başardı, dedi.
Hala o darbe ve darbelerin izleri ve yaraları devam etmektedir.[2]
Bugünde çetelerin bazı ifşaatları üzerine darbe söylentileri gündeme gelmekte ve getirilmektedir.
Şimdiye kadar ve bundan sonraki zamanda en çok korktuğum da zaten bu idi.
Çünkü devletin bağırsakları tam temizlenmemişti.
Daha büyük korkum ise, bazen dile getirdiğim üzere, bir değişim ve rehavetten sonra bunun bir elli yıl daha sürdürülmesidir.
2001 yılındaki Kriz ile 20 civarında bankanın içi boşaltılmış, ilk defa bu boyutta ekonomi dibe vurmuştu.
Belli ki krizden ve terörden beslenen belli bir azınlık, krizi destekliyor ve terörü besliyordu.
Bu durum memleketimizde de ve dünyada da hala devam etmektedir.
Savaşın olmasını elbette silah tüccarları ister.
Doların yükselmesini de en çok doların sahibi olan ABD ister.
Ayakta kalmak için.
İnsanda hangi madenler ve elementler vardır ve bunların en önemlisi hangisidir?
İnsan vücudunda bulunan başlıca elementler ve bunların önemleri şu şekildedir:
– **Oksijen (O)**: Vücut kütlesinin yaklaşık %65’ini oluşturur ve suyun ana bileşenidir. Vücuttaki sıcaklık ve ozmotik basıncı düzenlemek için kullanılır¹. – **Karbon (C)**: Vücut kütlesinin yaklaşık %18.5’ini oluşturur. Organik moleküllerin temel birimidir ve karbonhidratlar, yağlar, nükleik asitler ve proteinlerin yapısında yer alır¹. – **Hidrojen (H)**: Vücut kütlesinin yaklaşık %9.5’ini oluşturur. Suda ve tüm organik moleküllerde bulunur¹. – **Azot (N)**: Vücut kütlesinin yaklaşık %3.2’sini oluşturur. Proteinlerde ve genetik kodu oluşturan nükleik asitlerde bulunur¹. – **Kalsiyum (Ca)**: Vücut kütlesinin yaklaşık %1.5’ini oluşturur. Kemiklerde yapısal bir malzeme olarak kullanılır ve kas kasılması için gereklidir¹. – **Fosfor (P)**: Vücut kütlesinin yaklaşık %1.0’ını oluşturur. Hücrelerde birincil enerji taşıyıcısı olan ATP molekülünde ve kemik yapısında bulunur¹. – **Potasyum (K)**, **Sodyum (Na)**, **Klor (Cl)**, **Magnezyum (Mg)** ve **Kükürt (S)** gibi diğer elementler de vücutta daha az miktarda bulunur ancak hayati fonksiyonlar için önemlidir¹.
Bu elementlerin her biri insan vücudunun sağlıklı işleyişi için kritik öneme sahiptir ve en önemlisi olarak belirlemek zordur. Ancak, vücut kütlesinin büyük bir kısmını oluşturan ve hayati fonksiyonlar için gerekli olan **oksijen** ve **karbon** öne çıkmaktadır. İnsan vücudunun kütlesinin %96,2’si sadece dört elementten (oksijen, karbon, hidrojen ve azot) oluşur ve bu da onların önemini vurgular¹.
@@@@@@@@@
Vücutta hangi mineraller eksikliği sağlık sorunlarına yol açar?
Vücutta eksikliği sağlık sorunlarına yol açabilecek bazı önemli mineraller ve bunların işlevleri şunlardır:
– **Kalsiyum (Ca)**: Kemik ve dişlerin gelişimi için kritik öneme sahiptir. Sinir iletimi, kas çalışması ve kanın pıhtılaşmasında rol oynar. Kalsiyum eksikliği, kramplar, kas kasılması ve titreme gibi belirtilere yol açabilir ve tedavi edilmezse osteopeni veya osteoporoz gibi durumlara neden olabilir¹. – **Demir (Fe)**: Hemoglobin bileşenidir ve dokulara oksijen taşınmasında önemli bir rol oynar. Demir eksikliği, güçsüzlük, yorgunluk ve bağışıklık sistemi bozukluğu gibi sorunlara yol açabilir². – **Magnezyum (Mg)**: Vücudun yüzlerce kimyasal reaksiyonu için gereklidir, özellikle enerji metabolizması ve protein üretimi için önemlidir. Magnezyum eksikliği, kas ve sinir fonksiyonlarının bozulmasına yol açabilir². – **Fosfor (P)**: ATP’nin yapısında bulunur ve enerji transferinde kritik bir role sahiptir. Fosfor eksikliği, anksiyete, kemik problemleri ve diş zayıflıkları gibi sorunlara yol açabilir³.
Bu minerallerin her birinin vücuttaki eksikliği, farklı sağlık sorunlarına yol açabilir ve bu yüzden dengeli ve yeterli bir diyetle alınmaları önemlidir. Eksikliklerin belirtileri ve tedavisi için bir sağlık profesyoneline danışmak en doğru yaklaşım olacaktır.
@@@@@@@@@
Bu mineralleri hangi besinlerde bulabilirim?
Bu mineralleri içeren bazı besinler ve onların faydaları şöyle sıralanabilir:
– **Kalsiyum**: Süt, yoğurt, peynir, yeşil yapraklı sebzeler (örneğin ıspanak ve brokoli), ve kalsiyumla zenginleştirilmiş tahıllar³. – **Demir**: Kırmızı et, tavuk, balık, mercimek, nohut, ıspanak ve diğer yeşil yapraklı sebzeler, ve demirle zenginleştirilmiş tahıllar. – **Magnezyum**: Bitter çikolata, avokado, taze fasulye, muz, süt, ve kuru yemişler (badem, ceviz, kaju gibi)¹². – **Fosfor**: Et, balık, süt, peynir, ve tahıllar.
Bu besinler, yeterli ve dengeli bir şekilde tüketildiğinde, vücudun ihtiyaç duyduğu mineralleri sağlamaya yardımcı olur. Ancak, herhangi bir mineral eksikliği durumunda veya özel diyet gereksinimleri için bir sağlık profesyoneline danışmak en iyisidir.
@@@@@@@@@
Bu minerallerin günlük ihtiyacı nedir?
Minerallerin günlük ihtiyaç miktarları, yaş, cinsiyet, fiziksel aktivite düzeyi ve sağlık durumu gibi faktörlere göre değişiklik gösterebilir. Ancak genel bir rehber olarak aşağıdaki günlük ihtiyaç miktarları verilebilir:
– **Kalsiyum (Ca)**: Yetişkinler için ortalama **800 mg**; büyüme ve gençlik çağındaki bireyler için **1,2 gram**; hamilelik, emzirme ve menopoz durumlarındaki kadınlar için **1,3 – 1,5 gram**; 65 yaş üzeri bireyler için de **1,3 – 1,5 gram**¹. – **Demir (Fe)**: Alınan demirin sadece %5 – %35’i emilebildiği için, günlük ihtiyaç olan **0,9 mg**’ın çok daha fazlası diyet ile alınmalıdır¹. – **Magnezyum (Mg)** ve **Fosfor (P)** için spesifik günlük ihtiyaç miktarlarına dair bilgi bulunmamaktadır, ancak bu minerallerin yeterli miktarda alınması önemlidir.
Bu miktarlar genel bir rehber olup, kişisel ihtiyaçlar için bir sağlık profesyoneline danışmak en iyisidir. Sağlıklı bir diyet ve yaşam tarzı, bu minerallerin yeterli alımını destekleyecektir.
@@@@@@@@
İnsan vücudu ve sağlığı için olmazsa olmaz özellik ve değer hangisidir?
İnsan vücudu ve sağlığı için olmazsa olmaz özellik ve değerler arasında **dengeli beslenme**, **düzenli egzersiz**, **yeterli uyku**, **stres yönetimi** ve **pozitif sosyal ilişkiler** bulunmaktadır. Bu faktörler, genel sağlık ve iyi oluşun temelini oluşturur.
– **Dengeli Beslenme**: Vücudun ihtiyaç duyduğu tüm vitaminleri, mineralleri ve diğer besin öğelerini almak için çeşitli ve dengeli bir diyet önemlidir¹. – **Düzenli Egzersiz**: Fiziksel aktivite, kalp sağlığını korumak, kasları güçlendirmek ve zihinsel sağlığı iyileştirmek için gereklidir. – **Yeterli Uyku**: İyi bir gece uykusu, vücudun onarılması, enerji toplanması ve zihinsel fonksiyonlar için kritik öneme sahiptir. – **Stres Yönetimi**: Stresin etkin bir şekilde yönetilmesi, kronik hastalıkların önlenmesine ve genel sağlığın korunmasına yardımcı olur. – **Pozitif Sosyal İlişkiler**: Sağlıklı sosyal bağlar, duygusal destek sağlar ve yaşam kalitesini artırır.
Ayrıca, vücut için olmazsa olmaz vitaminler olarak **D vitamini** ve **C vitamini** öne çıkmaktadır. D vitamini, bağışıklık sistemini güçlendirir, diyabetten korur, tansiyonu dengeler ve kemik sağlığını destekler. C vitamini ise güçlü bir antioksidan kaynağıdır ve demir emilimini artırırken bağışıklık sistemini güçlendirir¹.
Bu özellik ve değerler, sağlıklı bir yaşam sürdürmek için bir bütün olarak ele alınmalıdır. Her biri, vücudun optimal düzeyde işlemesi için birbirini tamamlayıcı rol oynar. Sağlık profesyonelleri, bu faktörlerin her birinin bireysel ihtiyaçlara göre dengelenmesi gerektiğini vurgularlar.
Helak edilen kavimlerden bazı bireylerin hariç tutulduğu bilinmektedir. Örneğin, Nuh Tufanı’nda Nuh Peygamber’in gemisine binen iman edenler, helak olanlardan hariç tutulmuşlardır⁴. Ayrıca, Lut kavmi helak edilirken, Lut Peygamber ve ona inananlar kurtulmuştur⁵. Helak edilen diğer kavimler arasında ise, genellikle o peygamberlere inanan ve onların getirdiği mesajlara uyan kişilerin kurtulduğu anlatılır.
Genelde Kavimler in helak edilmelerinin birinci nedeni, peygamberlerini kabul etmeyip, tekzib edip yalanlamalarıdır.
@@@@@@@@
Başka hangi kavimler helak edilmiştir?
Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen ve helak edilen diğer kavimler arasında:
– **Âd Kavmi**: Hz. Hûd’un kavmi olan Âd, kibir ve putperestlik nedeniyle şiddetli bir rüzgarla helak edilmiştir.
– **Semûd Kavmi**: Hz. Salih’in kavmi olan Semûd, Allah’ın bir devesine zarar verdikleri için yıkıcı bir ses (sayha) ile yok edilmiştir.
– **Medyen Kavmi**: Hz. Şuayb’ın kavmi olan Medyenliler, ölçü ve tartıda hile yapmaları ve fesat çıkarmaları sebebiyle şiddetli bir deprem ve sesle helak olmuşlardır.
– **Lût Kavmi**: Hz. Lût’un kavmi, ahlaksızlık ve sapkınlıkları nedeniyle gökten yağan taşlarla yok edilmiştir.
– **Firavun ve Adamları**: Hz. Musa’nın karşılaştığı Firavun ve adamları, Kızıldeniz’in suları altında boğularak helak olmuşlardır.
Bu kavimlerin helak olma hikayeleri, insanlara ders ve ibret olması için Kur’an’da anlatılmaktadır. Helak edilen her kavmin ardında, insanlığa aktarılacak önemli mesajlar ve uyarılar bulunmaktadır.
@@@@@@@@
Başka hangi olaylar helakle sonuçlandı?
Kur’an’da bahsedilen ve helakle sonuçlanan diğer olaylar arasında:
– **Sebe Kavmi’nin Helaki**: Sebe kavmini perişan eden **Arim Seli**.
– **Ashab-ı Uhdud**: İnananları ateş çukuruna atan ve işkence edenlerin helaki.
– **Fil Olayı**: Ebrehe’nin ordusunun, Kâbe’yi yıkmak için gönderdiği fillerin, gökten inen kuşlar tarafından taş yağmuruyla helak edilmesi.
– **Nemrud ve Kavminin Helaki**: Hz. İbrahim’in muhalifi olan Nemrud ve kavminin helakı.
Bu olaylar, insanlara Allah’ın mesajlarını reddetmenin ve peygamberlerine karşı gelmenin sonuçlarını göstermek için Kur’an’da anlatılmıştır. Her biri, insanlık için önemli dersler içermekte ve Allah’ın adaletini vurgulamaktadır.
@@@@@@@@@
Tarihsel olarak başka hangi olaylar insanların helakına yol açtı?
Tarihsel olarak insanların helakına yol açan olaylar genellikle doğal afetler, savaşlar ve bazı hastalık salgınları olmuştur. İşte bazı örnekler:
– **Doğal Afetler**: Tarihte, büyük sel felaketleri, depremler, volkanik patlamalar ve kasırgalar gibi doğal afetler, büyük insan kayıplarına yol açmıştır.
– **Savaşlar**: İkinci Dünya Savaşı sırasında Leningrad Kuşatması gibi savaşlar ve çatışmalar milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur.
– **Hastalık Salgınları**: Orta Çağ’da Avrupa’yı etkisi altına alan Büyük Veba Salgını (Kara Ölüm) gibi pandemiler, nüfusun büyük bir kısmının ölümüne neden olmuştur.
Bu tür olaylar, insanlık tarihinde derin izler bırakmış ve toplumların gelişimini etkilemiş, bazen de tamamen yok olmalarına sebep olmuştur. Tarihi kayıtlar ve arkeolojik bulgular, bu olayların boyutları ve etkileri hakkında bilgi vermektedir. Ancak, bu tür olayların detayları zamanla değişebilir ve her zaman tam olarak bilinmeyebilir.
@@@@@@@@
Tarih boyunca insanların helakine yol açan başka hangi faktörler vardır?
Tarih boyunca insanların helakine yol açan başlıca faktörler şunlardır:
– **Doğal Felaketler**: Depremler, seller, kasırgalar, volkanik patlamalar ve çölleşme gibi doğal felaketler, toplumları yok edebilir ve toplumsal değişimlere neden olabilir¹.
– **Savaşlar ve Çatışmalar**: İnsanlık tarihi boyunca yaşanan savaşlar ve çatışmalar, milyonlarca insanın ölümüne ve toplumların yıkımına yol açmıştır.
– **Hastalık Salgınları**: Tarih boyunca yaşanan büyük salgınlar, örneğin Kara Ölüm ve İspanyol Gribi gibi, toplumların nüfus yapısını derinden etkilemiş ve çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuştur.
– **İklim Değişiklikleri**: Uzun süreçlerde gerçekleşen iklim değişiklikleri, tarım ve yaşam koşullarını etkileyerek toplumların göç etmesine veya yok olmasına neden olabilir.
– **Ekonomik Krizler**: Büyük ekonomik krizler, toplumların sosyal ve ekonomik yapısını bozabilir ve geniş çaplı yoksulluğa ve istikrarsızlığa yol açabilir.
– **Teknolojik ve Sanayi Kazaları**: Çernobil nükleer felaketi gibi teknolojik ve sanayi kazaları, çevresel felaketlere ve insan kayıplarına neden olabilir.
– **Toplumsal ve Kültürel Değişimler**: Toplumların kültürel ve sosyal yapısındaki hızlı değişimler, toplumsal çatışmalara ve bazen toplumların çöküşüne yol açabilir.
Bu faktörler, tarih boyunca toplumların karşılaştığı zorlukları ve değişimleri anlamamızda önemli rol oynar. Tarihi kayıtlar ve arkeolojik bulgular, bu faktörlerin insanlık tarihindeki etkilerini daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Ancak, bu tür olayların detayları zamanla değişebilir ve her zaman tam olarak bilinmeyebilir.
@@@@@@@
Tarihsel felaketlerden nasıl ders çıkarabiliriz?
Tarihsel felaketlerden ders çıkarmanın yolları şunlardır:
1. **Araştırma ve Analiz**: Geçmişte yaşanan olayları detaylı bir şekilde araştırmak ve analiz etmek, nedenlerini ve sonuçlarını anlamamıza yardımcı olur.
2. **Kaynakların Eleştirel Değerlendirilmesi**: Yazılı kaynaklar, arkeolojik buluntular ve sözlü gelenekler gibi çeşitli kaynakları eleştirel bir şekilde değerlendirerek, olayların daha doğru bir resmini elde edebiliriz.
3. **Neden-Sonuç İlişkilerini Anlama**: Olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkilerini ortaya koymak, benzer durumlarla karşılaştığımızda daha bilinçli kararlar alabilmemizi sağlar.
4. **Empati Geliştirme**: Geçmişte yaşamış insanların değer yargılarına ve bakış açılarına empati yaparak, onların deneyimlerinden öğrenmek.
5. **Disiplinlerarası Yaklaşım**: Tarih, sosyoloji, psikoloji gibi farklı disiplinlerden yararlanarak, tarihsel olayları daha geniş bir perspektiften değerlendirmek.
6. **Geçmişten Günümüze Bağlantı Kurma**: Tarihsel olayların bugünkü toplumlar ve kültürler üzerindeki etkilerini anlamak, geleceğe yönelik stratejiler geliştirmemize olanak tanır.
Bu yöntemler, tarihsel felaketlerden ders çıkarmamızı ve gelecekte benzer felaketlerin önlenmesine yönelik önlemler alabilmemizi sağlar. Tarihin bize sunduğu bilgiler, geleceği şekillendirmede önemli bir rehberdir.
@@@@@@@@
Geçmişteki felaketlerin günümüzdeki etkileri nelerdir?
Geçmişteki felaketlerin günümüzdeki etkileri oldukça çeşitlidir ve toplumlar üzerinde kalıcı izler bırakmıştır. İşte bazı önemli etkiler:
1. **Toplumsal ve Ekonomik Yapı**: Büyük depremler gibi doğal felaketler, toplumların sosyal ve ekonomik yapısını derinden etkiler. Altyapının yıkılması, ekonomik kayıplar ve toparlanma süreçleri uzun yıllar sürebilir.
2. **Psikolojik Etkiler**: Felaketler, insanların psikolojik ve duygusal sağlığını etkileyebilir. Travmatik deneyimler, toplumun genel refahını olumsuz yönde etkileyebilir.
3. **Teknolojik ve Bilimsel Gelişmeler**: Bazı felaketler, teknolojik ve bilimsel gelişmelere yol açabilir. Örneğin, 2011 Tohoku depremi ve tsunamisi sonrasında Japonya’nın nükleer enerji politikalarında büyük değişiklikler olmuştur.
4. **Yasal ve Politik Değişiklikler**: Felaketler, yasal düzenlemeler ve politikaların gözden geçirilmesine ve güncellenmesine neden olabilir. Örneğin, deprem yönetmelikleri ve afet yönetimi politikaları bu tür olaylardan sonra sıkça güncellenir.
5. **Kültürel Miras ve Tarih Anlayışı**: Tarihsel felaketler, kültürel mirasın korunması ve tarih anlayışımızın şekillenmesinde önemli rol oynar. Geçmiş olaylardan öğrenilen dersler, gelecekteki felaketlere hazırlık yapmamızı sağlar.
Bu etkiler, felaketlerin sadece anlık sonuçları olmadığını, aynı zamanda uzun vadeli toplumsal değişimlere de yol açtığını göstermektedir. Tarihsel felaketlerden alınan dersler, gelecekte benzer durumlarla daha iyi başa çıkabilmemiz için rehberlik eder.
@@@@@@@
Kuranı kerimde geçmiş Kavimlerin helakiyle ilgili olarak, yeryüzünü gezip bakın, diye geçen ayetler.
Kur’an-ı Kerim’de geçmiş kavimlerin helakiyle ilgili olarak insanlara yeryüzünü gezip görmeleri ve ibret almaları tavsiye edilen ayetler bulunmaktadır. İşte bu konuda bazı ayetler:
– **Fecr Suresi**: “Rabbinin Âd kavmine ne yaptığını görmedin mi? Sütunlu İrem kentine, ki beldeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı. Vadide kayaları yontan Semud’a ve kazıklar/direkler/piramitler sahibi Firavun’a. Onlar ki; ülkelerde azgınlık etmişlerdi, oralarda fesadı çoğaltmışlardı/karışıklık çıkartmışlardı. Bundan dolayı Rabbin üzerlerine bir azap kamçısı çarpıverdi. Şüphesiz Rabbin görüp gözetlemekteydi.” (Fecr Suresi, 6-14).
– **Kaf Suresi**: “Bunlardan önce nice nesilleri helâk ettik; bunlardan daha güçlü idiler, yeryüzünü dolaştılar. Ama kaçıp kurtulacak yer ne mümkün/bulamadılar? Elbette bunda dinleyen/kalbi olan, ya da şahit olarak, anlamaya çalışan/kulak veren kimse için bir öğüt vardır.” (Kaf Suresi, 36-37).
– **Sâd Suresi**: “Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik/imha ettik. Feryat ettiler fakat kurtulmak vakti geçmişti.” (Sâd Suresi, 3).
– **Araf Suresi**: “Biz kentlerden nicelerini helâk ettik! Azabımız onları gece yatarlarken/uyurlarken veya gündüz daldıkları an yakalayıverdi! Azabımız onlara gelince onların çağırışları/feryatları: ‘Biz gerçekten zalimlermişiz’ demelerinden, başka bir şey olmadı.” (Araf Suresi, 4-5).
Bu ayetler, geçmiş kavimlerin helak olma hikayelerini anlatarak, insanlara yeryüzünde dolaşıp bu kavimlerin akıbetlerini görmeleri ve bundan ders almaları gerektiğini vurgulamaktadır.
@@@@@@@@
Kur’an’da başka hangi ibret verici hikayeler var?
Kur’an-ı Kerim, insanlara doğru yolu göstermek ve onları uyarıp ibret almaları için pek çok ibret verici hikâye anlatır. İşte bazı örnekler:
– **Hz. Yusuf’un Hikayesi**: Hz. Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atılması, köle olarak satılması, Mısır’da yükselmesi ve sonunda ailesiyle yeniden bir araya gelmesi.
– **Hz. Musa ve Firavun**: Hz. Musa’nın Firavun’un zulmünden kurtulan ve İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkaran bir peygamberdir. Hz. Musa, Allah’ın yardımıyla Firavun’u ve ordusunu Kızıldeniz’de boğmuştur. Bu olay, Allah’ın yardımının her zaman yanımızda olduğunu göstermektedir.
– **Hz. İbrahim ve Oğlu**: Hz. İbrahim, Allah’a olan bağlılığıyla bilinen bir peygamberdir. Allah’ın emri üzerine oğlu Hz. İsmail’i kurban etmeye hazırlanmıştır. Ancak, Allah, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesine engel olmuştur. Bu olay, Hz. İbrahim’in Allah’a olan bağlılığını ve teslimiyetini göstermektedir.
– **Hz. İsa’nın Mucizeleri**: Hz. İsa, Allah’ın izniyle ölüleri diriltmiş, hastaları iyileştirmiş ve körlerin gözlerini açmıştır. Hz. İsa, insanlara Allah’ın birliğini ve peygamberliğini anlatmak için çalışmıştır.
Bu hikayeler, insanların doğru ve yanlışı ayırt edebilmeleri, Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri ve ahiret hayatını düşünerek hayatlarını düzenlemeleri için birer uyarı niteliğindedir. Toplumların başına gelen olaylar da insanların Allah’ın emirlerine uymamaları ve günah işlemelerinin sonucunda karşılaşacakları cezaları göstermektedir.
@@@@@@@@
De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da öncekilerin âkibeti nice oldu bir bakın. Gibi benzer ayetler hangileridir?
Kur’an-ı Kerim’de, geçmiş kavimlerin ve insanların yaşadıkları olayların sonuçlarını gözlemleyerek ibret alınması gerektiğini vurgulayan birçok ayet bulunmaktadır. İşte bu konuda bazı ayetler:
1. **Rûm Suresi, 42. Ayet**: “De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın da öncekilerin âkıbeti nice oldu bir bakın. Onların çoğu müşrik kimselerdi.'”
2. **Ankebût Suresi, 20. Ayet**: “De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kādirdir.'”
3. **En’âm Suresi, 11. Ayet**: “De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra bakın Allah’ın yaratma işi nasıl olmuş! Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.'”
4. **Neml Suresi, 69. Ayet**: “De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra bakın suçluların sonu nasıl olmuş!'”
Bu ayetler, insanlara geçmişte yaşanan olaylardan ders çıkarmaları ve Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini anlamaları için rehberlik etmektedir. Ayrıca, bu tür ayetler, insanları düşünmeye ve tefekküre teşvik ederek, yaşadıkları hayatı ve evrenin işleyişini daha derinlemesine sorgulamaları için bir vesiledir.
@@@@@@@
Kur’an’da başka hangi konularda uyarılar yer alıyor?
Kur’an-ı Kerim, insanları çeşitli konularda uyarmakta ve onlara doğru yolu göstermekte olan bir kitaptır. İşte Kur’an’da yer alan bazı uyarılar:
– **İnanç ve Tevhid**: Allah’ın birliği ve yalnızca O’na ibadet edilmesi gerektiği konusunda uyarılar yer alır.
– **Adalet ve Ahlak**: İnsanlara adil davranma, dürüstlük ve ahlaki değerlere bağlılık konusunda uyarılar bulunur.
– **Bilgi ve Âlimlere Uyarılar**: Bilginin önemi ve âlimlerin bilgilerini doğru kullanmaları gerektiği üzerinde durulur.
– **Söz ve Eylem Uyumu**: İman edenlerin sözleriyle eylemleri arasında tutarlılık olması gerektiği vurgulanır.
– **Peygamberlere Uyarılar**: Peygamberlere, insanları doğru yola çağırma ve sabırlı olma konusunda uyarılar yapılır.
Bu uyarılar, insanların hayatlarını düzenlemeleri, toplum içinde barış ve huzuru sağlamaları ve ahiret hayatı için hazırlık yapmaları amacıyla verilmiştir. Kur’an, bu uyarılarla insanları düşünmeye ve tefekküre teşvik eder, böylece onlar daha bilinçli ve sorumlu bireyler olarak yaşamlarını sürdürebilirler.
Peygamberimizin zamanında kadınların dini hayattaki rolü ve görevleri nelerdir?
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in zamanında kadınların dini hayattaki rolleri ve görevleri, İslam’ın ilkeleri doğrultusunda şekillenmiştir. Kadınlar, erkeklerle eşit olarak ibadet etme, ilim öğrenme ve topluma katkıda bulunma haklarına sahiptiler. İşte bazı örnekler:
– **İbadet**: Kadınlar namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek gibi ibadetlerde bulunmuşlardır. – **Eğitim ve Öğretim**: Kadınlar, Kur’an ve hadis öğreniminde aktif rol almış, hatta bazı kadın sahabiler hadis rivayet etmiş ve ilim öğretmişlerdir. – **Toplumsal Katılım**: Savaşlarda yaralılara bakmak, su dağıtmak gibi yardım görevlerinde bulunmuşlar ve toplumsal hayata aktif olarak katılmışlardır.
Peygamberimizin eşi Hz. Hatice, ticaret yaparak ekonomik bağımsızlığını korumuş ve İslam’ın ilk destekçilerinden biri olmuştur. Hz. Aişe ise hadis ilminde derin bilgiye sahip olup, pek çok sahabiye öğretmenlik yapmıştır. Bu örnekler, kadınların dini ve toplumsal hayatta önemli roller üstlendiğini göstermektedir. İslam, kadınların eğitimine ve toplum içinde aktif roller almasına büyük önem vermiştir.
@@@@@@@
Başka hangi kadın sahabeler önemli rol oynamıştır?
İslam tarihinde birçok kadın sahabi, dini ve toplumsal hayatta önemli roller oynamıştır. İşte bazı örnekler:
– **Hz. Hatice**: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ilk eşi ve İslam’ın ilk kadın mümini. – **Hz. Aişe**: Peygamberimizin eşi ve hadis ilminde derin bilgiye sahip, pek çok sahabiye öğretmenlik yapmıştır. – **Hz. Fatıma**: Peygamberimizin kızı ve dindarlığıyla tanınmış, toplumsal olaylarda aktif rol almıştır. – **Hz. Sümeyye**: İslam’ın ilk şehit kadını olarak bilinir ve imanı uğruna hayatını kaybetmiştir. – **Hz. Asma binti Ebu Bekir**: Cesareti ve Hz. Peygamber’e olan desteğiyle tanınmıştır. – **Hz. Ümmü Ammare**: Uhud Savaşı’nda savaşan ve yaralıları tedavi eden bir sahabiye.
Bu kadın sahabiler, İslam’ın yayılmasında ve toplumun şekillenmesinde önemli katkılarda bulunmuşlardır. Onların hayatları, günümüzde de birçok Müslüman kadın için ilham kaynağı olmaya devam etmektedir¹.
@@@@@@@
Kadınların İslam tarihindeki rollerini daha ayrıntılı anlatır mısınız?
Kadınların İslam tarihindeki rolleri, dini, sosyal ve eğitim alanlarında oldukça etkili ve çeşitlidir. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren kadınlar, toplumun her alanında aktif roller üstlenmişlerdir. İşte bu rollerin bazı ayrıntıları:
– **Dini Alanda Roller**: Kadınlar, İslam’ın ilk dönemlerinde dini bilgilerin öğrenilmesi ve aktarılmasında önemli roller oynamışlardır. Hadis rivayet etme, fıkıh ilmi öğretme ve dini meselelerde fetva verme gibi konularda etkin olmuşlardır.
– **Sosyal Alanda Katkılar**: Savaşlarda hemşirelik yapma, yaralılara bakma, su dağıtma gibi yardım faaliyetlerinde bulunarak toplumsal hayata katkıda bulunmuşlardır. Ayrıca, ticaret yapma ve ekonomik faaliyetlerde bulunma gibi sosyal roller de üstlenmişlerdir.
– **Eğitim ve Öğretim**: Kadınlar, eğitim ve öğretim alanında da aktif olmuşlardır. İslam tarihindeki ilk hemşirenin, ilk sahra hastanesinin veya dünyanın ilk üniversitesinin kurucusunun Müslüman bir kadın olduğu gibi, eğitim kurumlarının kurulmasında ve yönetilmesinde de önemli roller üstlenmişlerdir.
– **Bilim ve Akademi**: Matematik, tıp, astronomi gibi alanlarda bilgi sahibi olmuş ve bu bilim dallarında çalışmalar yapmışlardır. Ancak, bu katkılar tarihi kaynaklarda erkekler kadar sık zikredilmemiştir.
– **Siyasi ve Yönetim Roller**: Tarihte bazı kadınlar, siyasi karar alma süreçlerine katılmış ve yönetimde söz sahibi olmuşlardır. Özellikle İslam medeniyetinin altın çağında, kadınlar siyasi danışmanlık yapmış ve bazı durumlarda devlet işlerinde etkili olmuşlardır.
Bu roller, kadınların İslam tarihinde sadece ev içinde değil, toplumun her alanında aktif ve etkili olduğunu göstermektedir. İslam’ın ilk dönemlerinde kadınların toplumsal hayatta ve ilmi çalışmalarda aldıkları roller, zamanla değişim gösterse de, onların İslam medeniyetinin gelişimindeki önemi unutulmamalıdır.
@@@@@@@@
İslam medeniyetinin altın çağındaki kadınlar kimlerdir?
İslam medeniyetinin altın çağında, birçok kadın âlim ve bilim insanı önemli roller üstlenmiş ve ilme katkıda bulunmuştur. İşte bu dönemde öne çıkan bazı kadın figürler:
– **Şifa bint Abdillah**: Okuma yazma bilen ve kadınlara eğitim veren, ayrıca rükye okuyarak belli hastalıkları tedavi etme yetisine sahip bir sahabiye. – **Hafsa bint Ömer**: Okuma yazma bilen ve Kur’an’ın toplanmasında önemli bir rol oynayan Hz. Ömer’in kızı. – **Ümmü’d-Derdâ**: Hadis ilminde uzmanlaşmış ve dönemin dev isimlerinden bile üstün tutularak hadisler konusunda hakem tutulan bir sahabiye. – **Rufeyde bint Sa‘d**: Tıp hizmetlerinde uzmanlaşmış ve savaşlarda hemşirelik görevi üstlenmiş bir sahabiye. – **Hz. Aişe**: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in eşi ve hadis ilminde derin bilgiye sahip, pek çok sahabiye öğretmenlik yapmıştır. Kendisinden yaklaşık 2200 hadis-i şerif nakledilmiştir.
Bu kadınlar, İslam medeniyetinin gelişiminde ve ilmin yayılmasında önemli katkılarda bulunmuşlardır. Onların çalışmaları, hem dini hem de akademik alanda derin izler bırakmıştır.
@@@@@@@
Bu kadınlar hangi alanlarda çalışmıştır?
İslam medeniyetinin altın çağında, kadın âlimler ve bilim insanları birçok farklı alanda çalışmış ve önemli katkılarda bulunmuşlardır. İşte bu alanlardan bazıları:
– **Kıraat ve Fıkıh**: Kadın âlimler, Kur’an kıraati ve İslami hukuk alanında yetkinliklerini ortaya koymuşlardır. – **Edebiyat ve Matematik**: Edebiyat ve matematik gibi disiplinlerde de kadınlar tarafından önemli eserler verilmiştir. – **Tıp**: Tıp alanında, kadınlar hemşirelikten tedavi yöntemlerine kadar çeşitli katkılarda bulunmuşlardır. – **Astronomi**: Astronomi alanında da kadın âlimlerin çalışmaları bulunmaktadır.
Bu alanlarda yapılan çalışmalar, İslam medeniyetinin ilim ve bilimdeki gelişimine büyük katkı sağlamış ve modern bilim dünyasının temellerinin atılmasına öncülük etmiştir². Kadın âlimler, eğitim ve öğretim noktasında da aktif olmuş ve bilgi birikimlerini sonraki nesillere aktarmışlardır.
@@@@@@@
Bu kadınlar hangi eserleri yazmıştır?
İslam medeniyetinin altın çağında, kadın âlimlerin yazdığı eserler hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, genel olarak kadınların ilme katkıları ve eğitimdeki rolleri hakkında bilgi sahibiyiz. Kadın âlimler, kıraatten fıkha, edebiyattan matematiğe kadar birçok alanda yetkinliklerini ortaya koymuşlar ve eğitim öğretim noktasında önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Örneğin, Şifa bint Abdillah, okuma yazma bilmesinin yanı sıra kadınlara da eğitim vermiş ve rükye okuyarak belli hastalıkları tedavi etme yetisine sahipti. Hz. Aişe, yaklaşık 2200 hadis-i şerif naklederek hadis ilminde derin bir bilgi birikimine sahip olduğunu göstermiştir.
Kadın vakıfları da İslam tarihi boyunca sosyal, iktisadi ve eğitim-bilim alanlarına çok önemli katkılarda bulunmuş ve bu vakıfların kurulmasında kadınların rolü büyük önem arz etmiştir⁴. Ancak, bu dönemde kadın âlimler tarafından yazılan spesifik eserlerin isimleri ve içerikleri hakkında detaylı bilgilere ulaşmak zordur ve genellikle tarihi belgelerde ve kroniklerde bu bilgilere rastlanmaktadır.
Batı dün de vahşi idi bugün de. Aynı vahşetini medeniyetin imkânlarını kullanarak sürdürmekte ve devam ettirmektedir.
Dışı kalaylı görünen Batı, içi aynı eskisi gibi vayvaylı bir halde devam etmektedir.
Batı ikiyüzlüdür. Batıyı iki yönüyle değerlendirmek gerekir. Biri çürümüş olsa da Hristiyanlık dininden istifade eden Batı, yarım yamalak da olsa onunla ayakta duran Batı, Diğeri ise vahşet içerisinde haçlı zihniyetini devam ettiren bir batı.
Her şeyi menfaat üzerine oluşturup, menfaati esas alıp, menfaat merkezli olan bir Batı.
-Neden yarım yamalak dinleri dedim zira 200 yüzyıla yakın vahşet kilisenin emriyle başlamıştır.
Bu konuda özetle CHATGPT. nin verdiği cevap;
“Haçlı Seferleri, Orta Çağ’da Hristiyan Latin Kilisesi tarafından başlatılan ve desteklenen dini savaşlardı. Bu seferler, 1095 ile 1291 yılları arasında Kudüs ve çevresini Müslüman yönetiminden geri almayı amaçlayan Kutsal Topraklara yapılan askeri seferler olarak bilinir. Haçlı Seferleri, Avrupa ve Orta Doğu tarihinde önemli bir yer tutar ve birçok katliam ve şiddet eylemiyle anılır.
Özellikle, Birinci Haçlı Seferi sırasında 1099 yılında Kudüs’ün ele geçirilmesiyle sonuçlanan olaylar, yaklaşık 70 bin Müslüman ve Yahudi’nin öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Bu dönemde, Haçlıların yalnızca Müslümanlara değil, aynı zamanda Yahudilere ve hatta bazen kendi Hristiyan halklarına karşı da şiddet uyguladıkları bilinmektedir.
Haçlı Seferleri’nin etkileri sadece savaş alanlarında değil, aynı zamanda kültürel, ekonomik ve siyasi alanlarda da hissedilmiştir. Örneğin, uluslararası ticaretin artması, askeri düzenlerin gelişimi ve Batı ile Doğu arasında dini farklılıklardan kaynaklanan kutuplaşma gibi sonuçlar bu seferlerin uzun vadeli etkileri arasındadır.
*************
Dün Almanların Yahudileri fırınlarda yakıp yaptıkları zulümler unutulmadığı gibi,[1] bugün de İsraillilerin Gazze’lilere yaptıkları zulümler hiçbir zaman için unutulmayacak, tarih boyunca silinmez bir leke olarak kalacaktır.
-MOSSAD’ın dünyadaki üst düzey yöneticilerin ipini tuttuklarının dışında savunucuları ve savunanları kalmayacak bir sona gidiyor.
İsrail sonunu hazırlıyor.
İşte İsrail’in gizli işkence merkezi.[2]
Mazlumlar ve mazlum savunucuları er geç elbette zalim ve zulüm taraftarlarına galip gelecektir.
-İsrail’in Gazze’deki bu vahşet ve işgali, onun dünya genelindeki gizli ve açık hakimiyetini sarstı ve yıktı.
Dünya beşten büyük olduğu gibi, İsrail’den ibaret olmadığını da gösterdi.
Devletlerin ve yöneticilerin gerçek yüzünü göstermiş oldu.
-Dün zulmüyle öne çıkan Batı, şimdi de yetiştirdiği ve desteklediği zalimlerle öne çıkmaktadır.[3]
-Bir yandan İsrail’in bombaladığı silahları kendisi veren ve 15 bini çocuk 35 bin kişinin ölümüne, 80 bin kişinin yaralanmasına ve bir o kadarda enkaz altında kalmasına sebep olan utanmaz, barbar, katil, eli kanlı ABD, şimdide büyük saldırıya karşıyız, diyor.[4]
Sanki şimdiye kadarkiler çok küçüktü de!
*************
Muhtemelen 15 Temmuz işgal hareketi eğer başarılı olsaydı, bugün Gazze’deki olaylar olmayacaktı.
Çünkü daha korkunç bir şekilde Türkiye Gazze ve Suriye olacaktı.
Suriye’deki savaştan dolayı ne kadar insan ölüp yaralandı ve nereye göç ettiler?
Suriye’deki çatışmalardan dolayı yaşanan insan kayıpları ve yaralanmalar hakkında güncel bilgiler şunlardır:
– **Ölü Sayısı**: Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin raporuna göre, iç savaşın başlamasından bu yana toplam ölü sayısı **494 bin 438** olarak kayda geçmiştir⁵.
– **Yaralı Sayısı**: Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), Sivil Savunma (Beyaz Baretliler), yerel yetkililer, sağlık kuruluşları ve yerel kaynaklardan derlenen verilere göre, Suriye’nin İdlib ile Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları bölgelerinde en az **2 bin 166 kişi öldü**, **2 bin 950’den fazla kişi yaralandı**³.
Göç eden insanlar hakkında ise şu bilgiler mevcut:
– Suriye İç Savaşı’nda mülteciler, Suriye İç Savaşı’nın başladığı gün olan 15 Mart 2011 tarihinden bu yana, çatışmalar nedeniyle Suriye’ye komşu olan ülkelere sığınan binlerce insana verilen ortak isimdir. Suriyeli mülteci krizinin zaman dizini verilerine göre, **Mart 2013** itibarıyla Suriyeli mültecilerin sayısı **1 milyon** oldu ve **Eylül 2013**’te sayı ikiye katlanarak, **iki milyona** çıktı. **Temmuz 2015**’te Suriyeli mültecilerin sayısı **4 milyon** oldu⁸.
Bu veriler, çatışmaların ve sonrasında yaşanan göç dalgasının büyük bir insani krize yol açtığını göstermektedir. Göç eden insanların büyük bir kısmı Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak gibi komşu ülkelere sığınmıştır. Bu durum, bölgedeki sosyal ve ekonomik yapı üzerinde derin etkiler bırakmıştır.
Suriye iç savaşının nedenleri karmaşık ve çok boyutludur. İşte bazı ana nedenler:
– **Siyasi Baskı ve Otokrasi**: Suriye’de uzun süredir devam eden **Esad yönetimi** altında siyasi özgürlüklerin kısıtlanması, insan hakları ihlalleri ve basın üzerindeki baskılar, halk arasında büyük bir hoşnutsuzluk yaratmıştır¹.
– **Sosyoekonomik Sorunlar**: Yüksek işsizlik oranları, yolsuzluk ve eşitsizlik gibi ekonomik sorunlar, halkın devlete olan güvensizliğini artırmıştır².
– **Arap Baharı’nın Etkisi**: 2010 yılında başlayan ve bölge genelinde demokratik reform talepleriyle yayılan Arap Baharı hareketleri, Suriye’de de etkili olmuş ve hükümet karşıtı protestolara yol açmıştır².
– **Mezhep Çatışmaları**: Sünni çoğunluk ve Şii azınlık arasındaki tarihsel ve dini gerilimler, iç savaşın şiddetlenmesine katkıda bulunmuştur².
– **Uluslararası Müdahale ve Destek**: İran, Rusya, ABD ve Suudi Arabistan gibi dış güçlerin müdahalesi ve destekledikleri gruplar, savaşın uzamasına ve karmaşıklığının artmasına neden olmuştur².
Bu faktörler, Suriye’de iç savaşın başlamasına ve devam etmesine yol açan temel sebepler arasında yer almaktadır. Savaşın başlangıcından bu yana, birçok farklı grup ve dış güçlerin dahil olmasıyla, durum daha da karmaşık bir hale gelmiştir.
Suriye’de devam eden iç savaş, çeşitli dış güçlerin finansal ve askeri desteğiyle karmaşık bir hal almıştır. İşte Suriye iç savaşını finanse eden başlıca aktörler:
– **Rusya**: Suriye’de askeri üsleri bulunan Rusya, 2015’ten itibaren hava saldırılarıyla Esad rejimine destek vermektedir².
– **İran**: İran da Suriye hükümetine askeri ve finansal destek sağlayarak, savaşın önemli bir finansörü olmuştur².
– **ABD**: ABD, Suriye’deki bazı muhalif gruplara askeri yardım sağlamıştır².
– **Türkiye**: Türkiye, Suriye’deki bazı muhalif ve özgür Suriye ordusu gruplarına destek vermiştir².
– **Suudi Arabistan**: Suudi Arabistan da Suriye’deki bazı muhalif gruplara finansal destek sağlamıştır².
Bu ülkelerin yanı sıra, Katar ve diğer Körfez ülkeleri de muhalif gruplara destek vermişlerdir. Ancak, bu desteklerin tam kapsamı ve detayları genellikle kamuoyundan gizli tutulmaktadır. Savaşın uzun süre devam etmesi ve bölgedeki güç dengelerinin değişmesi, bu finansman akışlarının sürekli olarak değişmesine neden olmuştur.
Suriye’deki sivil halkın durumu, iç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana oldukça zorlayıcı olmuştur. İç savaşın yol açtığı insani kriz, milyonlarca insanın yaşamını derinden etkilemiştir. İşte güncel durum:
– **İnsani Kayıplar**: Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, iç savaşta bugüne kadar **387 binden fazla kişi hayatını kaybetti**².
– **Mülteciler**: İç savaş yüzünden ülkesini terk etmek zorunda kalan **5,6 milyon kişi** Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi komşu ülkelere sığınmıştır².
– **Yerinden Edilmiş Kişiler**: Ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalan **6,7 milyon kişi**nin önemli bir kısmı kamplarda yaşamak zorunda kalmıştır².
– **Gıda Güvenliği**: Dünya Gıda Programına göre, **12,4 milyon kişi** gıda güvenliğinden yoksun yaşamını sürdürmektedir².
– **Çocuklar**: Çocukları Kurtarın Vakfı’na göre, Suriye’deki çocukların **%60’ı açlık riskiyle karşı karşıya**².
Bu veriler, Suriye’deki sivil halkın karşı karşıya olduğu zorlukların boyutunu göstermektedir. Savaşın uzun süre devam etmesi, altyapının yıkılması ve ekonomik kaynakların tükenmesi, sivil halkın yaşam koşullarını daha da zorlaştırmıştır. Uluslararası toplumun yardımı ve destekleri, bu zor durumdaki insanlar için hayati önem taşımaktadır.
Suriye’deki insani krize müdahale eden uluslararası yardım kuruluşları, çeşitli destekler sağlamaktadır. İşte bazı örnekler:
– **Gıda ve Gıda Dışı Yardım**: Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Türkiye, gıda ve gıda dışı malzemeler gibi kısa vadeli acil ihtiyaçları karşılamakta ve aşevleri aracılığıyla gıda yardımı sağlamaktadır¹.
– **Hijyenik Malzeme Dağıtımı**: IOM Türkiye, sabun, diş fırçası, leğen ve bebek bezinden oluşan hijyen kitlerini dağıtmaktadır¹.
– **Acil Durum Vaka Yönetimi**: Özel, karmaşık veya çoklu yardım ihtiyaçları olan bireyleri ve aileleri desteklemek için programlar yürütülmektedir¹.
– **Okul Ulaşımı**: IOM Türkiye, Suriyeli çocukların okula gidebilmesi için ulaşım hizmeti sağlamaktadır¹.
– **Nakit Temelli Yardımlar**: Nakit desteği, bireylere seçim yapma hakkı tanır ve genellikle ayni yardıma kıyasla maliyet etkindir².
– **Toplum Merkezi Desteği**: IOM Türkiye, eğitim, yasal danışmanlık, koruma ve psikososyal destek gibi hizmetler sağlayan topluluk merkezlerini desteklemektedir².
– **Toplum İstikrarı ve Ekonomik Güçlendirme**: Kriz dönemlerinde yerel olarak yönetilen ve kalkınma odaklı eylemleri içeren stratejiler uygulanmaktadır².
Ayrıca, OXFAM, UNICEF, Save the Children, British Red Cross ve İslamic Relief gibi kuruluşlar da yardım kampanyaları başlatmıştır³⁴. Bu kuruluşlar, gıda yardımı, barınma, sağlık hizmetleri ve eğitim gibi temel ihtiyaçları karşılamak için çaba göstermektedirler. Uluslararası yardım örgütleri, özellikle pandemi döneminde Suriye’nin kuzeyinde çadırlarda yaşayan milyonlarca kişinin acil yardıma ihtiyacı olduğunu vurgulamaktadır⁵. Bu destekler, savaşın yarattığı insani krizin etkilerini hafifletmeye yönelik önemli çabaları temsil etmektedir.
Suriye iç savaşına uluslararası toplumun tepkisi, çeşitli boyutlarda olmuştur. İşte bazı önemli noktalar:
– **Diplomatik Çabalar**: Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği gibi uluslararası kuruluşlar, çatışmanın çözümü için diplomatik girişimlerde bulunmuş, ancak bu çabalar sınırlı başarı göstermiştir¹.
– **İnsani Yardım**: Uluslararası yardım kuruluşları, Suriye’deki sivil halka gıda, barınma ve tıbbi yardım sağlamak için geniş çaplı operasyonlar yürütmüştür².
– **Mültecilere Destek**: Komşu ülkeler ve Avrupa ülkeleri, mültecilere ev sahipliği yapmış ve onlara insani yardım sağlamıştır².
– **Kimyasal Silah Kullanımına Tepki**: Kimyasal silah kullanımı belgelenen savaşa karşı uluslararası toplumun eylemsizliği eleştirilmiş, ancak bu konuda somut bir müdahalede bulunulmamıştır⁴.
– **Güvenlik Konseyi Kararları**: BM Güvenlik Konseyi, Suriye’deki duruma ilişkin bir dizi karar almış, ancak bu kararların uygulanması konusunda zorluklar yaşanmıştır¹.
Bu tepkiler, uluslararası toplumun Suriye iç savaşına karşı hem yardım hem de çözüm bulma konusunda aktif olduğunu göstermektedir. Ancak, savaşın karmaşıklığı ve uluslararası güçler arasındaki çıkar çatışmaları, etkili bir müdahalede bulunulmasını zorlaştırmıştır. Suriye’deki durum, uluslararası toplumun birlikte hareket etme ve krizlere müdahale etme kapasitesinin sınırlarını da ortaya koymuştur.
Ukrayna’daki savaştan dolayı ne kadar insan ölüp yaralandı ve nereye göç ettiler?
Ukrayna’daki savaşın yol açtığı insan kayıpları ve göç dalgaları hakkında güncel bilgiler şunlardır:
– **Ölü ve Yaralı Sayısı**: Fransa’nın tahminlerine göre, Ukrayna savaşında yaklaşık **150 bin Rus askeri** hayatını kaybetmiştir². Ayrıca, Ukrayna’nın savaştaki kayıplarının **70 bine** yaklaştığı ve yaralı sayısının da **120 bine** ulaştığı değerlendirilmektedir⁴.
– **Göç**: Savaş nedeniyle milyonlarca insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmıştır. Özellikle Avrupa’ya gerçekleşen son otuz yıl içindeki en hızlı göç olarak tanımlanan bu durumda, **1.7 milyondan fazla insan** ülkesini terk etmiştir⁹.
Bu veriler, Ukrayna’daki savaşın yarattığı ağır insani sonuçları gözler önüne sermektedir. Göç eden insanların büyük bir kısmı Avrupa ülkelerine sığınmış, bazıları ise Rusya’nın işgali sonrası Gürcistan, Türkiye ve Ermenistan gibi ülkelere göç etmiştir[^10^]. Uluslararası toplumun ve yardım kuruluşlarının desteği, bu zor durumdaki insanlar için hayati önem taşımaktadır.
Ukrayna’daki savaşın nedenleri, tarihsel, siyasi ve bölgesel faktörlerin bir araya gelmesiyle karmaşık bir yapıya sahiptir. İşte bazı temel nedenler:
– **Tarihsel ve Kültürel Bağlar**: Ukrayna ve Rusya arasındaki tarihsel ve kültürel bağlar, iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir rol oynamaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Ukrayna’nın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması, bölgedeki güç dengelerini etkilemiştir³.
– **Politik Yönelim**: Ukrayna’nın Batı ile olan ilişkileri ve Avrupa Birliği (AB) ile yakınlaşma çabaları, Rusya ile arasındaki gerilimi artırmıştır. Özellikle 2013 yılında AB ile Ortaklık Anlaşması’nın askıya alınması, ülkede büyük protestolara ve siyasi krizlere yol açmıştır¹.
– **Kırım’ın İlhakı**: 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi, uluslararası hukuka aykırı bir eylem olarak görülmüş ve Ukrayna ile Rusya arasındaki gerilimi daha da tırmandırmıştır¹.
– **Donbas Bölgesi**: Donetsk ve Lugansk (Donbas) bölgelerindeki ayrılıkçı hareketler ve bu bölgelerde kurulan sözde devletler, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne meydan okumuş ve savaşın uzamasına neden olmuştur⁵.
– **NATO ve Güvenlik**: Rusya’nın, Ukrayna’nın NATO’ya katılma ihtimaline karşı güvenlik endişeleri, savaşın başlamasında önemli bir faktör olmuştur. Rusya, Ukrayna’nın NATO’ya katılmasını, kendi güvenlik sınırlarına doğrudan bir tehdit olarak görmektedir⁴.
Bu nedenler, Ukrayna’daki savaşın çok yönlü ve derin köklü bir sorun olduğunu göstermektedir. Uluslararası toplumun tepkisi ve bölgedeki güç dengeleri, savaşın seyri üzerinde belirleyici olmaya devam etmektedir.
Filistin ve Gazze’deki savaştan dolayı ne kadar insan ölüp yaralandı ve nereye göç ettiler?
Filistin ve Gazze’deki son çatışmalardan dolayı yaşanan insan kayıpları ve göç dalgaları hakkında güncel bilgiler şunlardır:
– **Ölü Sayısı**: Gazze’de, İsrail’in saldırıları sonucunda hayatını kaybedenlerin sayısının **34 bin 943’e** yükseldiği belirtiliyor⁵.
– **Yaralı Sayısı**: Yaralı sayısının ise **78 bin 572’ye** ulaştığı ifade ediliyor⁵.
Göç eden insanlar hakkında ise şu bilgiler mevcut:
– İsrail’in saldırıları nedeniyle Gazze Şeridi’nin kuzeyinden güney bölgelere göç etmeyen Filistinliler, saldırılarda şahit oldukları yıkım ve ölümlerin şokunu yaşıyor[^10^].
– İsrail’de, Gazze savaşı nedeniyle, Batı Şeria ve Gazze’den gelen Filistinli işçilerden mahrum kalınması ve 360 bin yedek askerin göreve çağrılması işgücü krizini derinleştirdi⁹.
Bu veriler, bölgedeki çatışmaların yarattığı ağır insani sonuçları ve zorla göç etmek zorunda kalan insanların yaşadığı trajediyi göstermektedir. Uluslararası toplumun ve yardım kuruluşlarının desteği, bu zor durumdaki insanlar için hayati önem taşımaktadır.
Filistin ve İsrail arasındaki çatışmaların nedenleri, tarihsel, siyasi ve toprak meseleleri gibi bir dizi karmaşık faktörden kaynaklanmaktadır. İşte bazı temel nedenler:
– **Toprak ve Sınırlar**: İki taraf arasındaki en büyük anlaşmazlık konularından biri, toprak haklarıdır. Filistinliler, işgal altındaki topraklarının İsrail tarafından kullanılmasına ve Yahudi yerleşim birimlerinin inşasına karşı çıkmaktadır¹.
– **Mülteciler**: Filistinli mültecilerin geleceği, özellikle 1948 ve 1967 savaşlarından sonra evlerini terk etmek zorunda kalan ve geri dönüş haklarını talep eden milyonlarca Filistinli için önemli bir meseledir¹.
– **Kudüs’ün Statüsü**: Kudüs’ün kimin kontrolünde olacağı ve şehrin kutsal mekanlarının yönetimi, iki taraf için de hassas bir konudur¹.
– **Güvenlik**: İsrail, güvenlik endişelerini gerekçe göstererek, Filistin topraklarında askeri varlığını sürdürmektedir. Filistinliler ise bu durumu işgal olarak görüp, bağımsız bir devletin kurulmasını talep etmektedir¹.
– **Siyasi ve İdeolojik Farklılıklar**: İsrail’in varlığı ve Filistin devletinin kurulup kurulmayacağı gibi konular, iki taraf arasındaki ideolojik farklılıkları yansıtmaktadır¹.
Bu çatışmanın kökenleri, 20. yüzyılın başlarına, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına ve ardından bölgenin İngiliz mandası altına girmesine kadar uzanmaktadır. İngiltere’nin Filistin’de bir “ulusal yurt” kurma görevini üstlenmesi ve sonrasında yaşanan göç dalgaları, iki halk arasındaki gerilimi artırmıştır¹. 1948’de İsrail devletinin kurulması ve ardından yaşanan savaşlar, mülteci krizini ve toprak meselesini daha da karmaşık hale getirmiştir¹.
Bu anlaşmazlıklar, onlarca yıldır süregelen ve zaman zaman şiddetli çatışmalara yol açan derin bir çatışmanın temelini oluşturmaktadır. Uluslararası toplumun çözüm bulma çabalarına rağmen, barışın sağlanması için uzun vadeli ve kapsamlı bir çözüm gerekmektedir⁵.
Filistin ve İsrail arasındaki çatışmalara uluslararası toplumun tepkisi, genellikle diplomatik ve hukuki yollarla ifade edilmiştir. İşte bazı güncel gelişmeler:
– **Uluslararası Adalet Divanı**: Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında insancıl ve uluslararası hukuku ihlal ettiğini belirterek, bu tür saldırılara kayıtsız kalamayacağını bildirdi¹.
– **Küresel Dayanışma**: Son zamanlarda Filistin davasına yönelik küresel dayanışmada, birçok Batı şehrinde yaygın gösteriler ve olaylarla belirginleşen önemli bir artış yaşandı².
– **Türkiye’nin Tepkisi**: Türkiye, İsrail’in sivillere karşı yapmış olduğu tüm eylemleri reddettiğini ve kınadığını belirtmiş, İsrail’in Filistin topraklarında gerçekleştirdiği eylemlerin, Filistin’de olumsuz sonuçlara neden olduğunu vurgulamıştır¹.
– **BM Güvenlik Konseyi**: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, iki devletli çözüm vizyonu temelinde tarafları adil bir çözüme imale etmek için sorumluluk alması gerektiği ifade edilmiştir⁴.
Bu tepkiler, uluslararası toplumun çatışmaya karşı duyarlı olduğunu ve çözüm bulma yönünde adımlar attığını göstermektedir. Ancak, çatışmanın karmaşıklığı ve bölgesel dinamikler, barış sürecinin ilerlemesinde zorluklar yaratmaktadır.
Uluslararası toplumun yardım sağlama kapasitesi nedir?
Uluslararası toplumun yardım sağlama kapasitesi, çeşitli uluslararası kuruluşlar ve STK’lar aracılığıyla geniş bir yelpazede insani yardım ve destek sağlamayı içerir. İşte bu kapasitenin bazı örnekleri:
– **Nakit Temelli Yardımlar**: Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Türkiye, nakit desteği sağlayarak, bireylere seçim yapma hakkı tanır ve genellikle ayni yardıma kıyasla maliyet etkindir¹.
– **Toplum Merkezi Desteği**: IOM Türkiye, eğitim, yasal danışmanlık, koruma ve psikososyal destek gibi hizmetler sağlayan topluluk merkezlerini destekler¹.
– **Toplum İstikrarı**: IOM’nin toplum istikrarı stratejisi, kriz dönemlerinde yerel olarak yönetilen ve kalkınma odaklı eylemleri içerir¹.
– **Ekonomik Güçlendirme**: IOM, ekonomik güçlendirme yardımı yapmak, işletmelere ve en savunmasız durumdaki bireylere hizmet sağlamak için elektronik nakit transferi, elektronik kuponlar ve banka havalelerinden yararlanır¹.
Bunun yanı sıra, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) gibi kuruluşlar da mültecilere ve uluslararası koruma ihtiyacı olan kişilere destek sağlamaktadır. Örneğin, UNHCR Türkiye, depremde evini kaybeden kişilere geçici barınma merkezlerinde kalma imkanı sunmakta ve Suriyelilerin %98’inden fazlasının ev sahibi toplumla bir arada yaşamasını desteklemektedir².
Bu kuruluşlar, insani yardım ve sürdürülebilir kalkınmayı birbirine bağlayan farklı müdahale alanları aracılığıyla 2030 Gündeminin hayata geçirilmesini desteklemek için önemli bir rol oynamaktadır. Uluslararası toplumun yardım sağlama kapasitesi, kriz ve kırılgan durumdan etkilenenlerin ihtiyaçlarını karşılamada ve kendi kendine yetebilmelerini sağlamada kritik bir öneme sahiptir¹.