SIRAT KÖPRÜSÜNDEN CEHENNEME GİDECEK OLAN BİR YOL

SIRAT KÖPRÜSÜNDEN CEHENNEME GİDECEK OLAN BİR YOL


Sırat Köprüsünden Cehenneme Düşmek: İbret ve Uyarı

Ahiret, herkesin dünya hayatındaki amellerinin karşılığını göreceği bir hesap günüdür. Bu hesapta sırat köprüsü, insanın cennete ya da cehenneme ulaşmasını belirleyen kritik bir geçittir. Sırat, kıldan ince ve kılıçtan keskin olarak tarif edilen bir yol olup, müminler için kolaylaştırılacağı gibi günahkâr ve inkârcılar için son derece zor bir imtihan olacaktır. Sırattan geçerken cennete varmak yerine cehenneme düşmek ise, insanoğlu için en büyük hüsran ve pişmanlıktır.

Sırat Köprüsü: Son Hesabın Yolu

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sırat köprüsünü şu şekilde tarif etmiştir:
“Cehennem üzerine sırat köprüsü kurulur. O kıldan ince, kılıçtan keskindir…” (Tirmizi, Kıyamet, 9).
Bu köprü, herkesin dünyada yaptıklarının bir yansımasıdır. Müminler sırattan hızla geçerken, günahkârlar zorluk çekecek ve bazıları cehenneme düşecektir. Cehenneme düşmek, insanın dünyadaki hatalarının ve gafletinin acı bir sonucudur.

Sırattan Cehenneme Düşmek: Günahların Bedeli

Sırattan geçerken cehenneme düşenlerin en büyük pişmanlığı, dünyada kendilerine verilen fırsatları değerlendirememiş olmalarıdır. Kur’an’da bu duruma işaret eden birçok ayet vardır:
“O gün günahkârlar, Rablerinin huzuruna zincirlerle bağlı olarak götürülür.” (İbrahim, 49).
Cehenneme düşenler, dünyadaki hatalarının farkına varır; ancak bu farkındalık artık bir fayda sağlamaz.

Günahların Ağır Yükü

Cehenneme düşmenin en büyük sebebi, dünya hayatında Allah’ın emirlerine karşı gelmek ve günah işlemekten kaçınmamaktır. İnsan, sırattan geçerken dünyadaki amellerinin yükünü taşır. Günahlarla dolu bir hayat, bu köprüyü geçmeyi imkânsız hale getirir:
“Onlar kendi ağırlıklarıyla beraber, saptırdıkları kimselerin ağırlıklarını da taşıyacaklar. Dikkat edin! Ne kötü bir yüktür o!” (Nahl, 25).
Bu ayet, insanın hem kendi günahlarının hem de başkalarını saptırmanın bedelini ödeyeceğini açıkça belirtir.

İman Eksikliği ve Amelsizlik

Sırattan cehenneme düşenlerin bir diğer özelliği, sağlam bir iman ve salih amellerden yoksun olmalarıdır. Peygamberimiz (s.a.v.), iman olmadan sıratı geçmenin mümkün olmadığını bildirmiştir. Ayrıca namaz gibi ibadetlerin ihmali de sıratta zorluk çekeceğimizin bir işareti olabilir:
“İlk sorguya çekileceğiniz şey namazdır. Eğer o düzgün olursa, diğer amelleriniz de düzgün olur.” (Tirmizi, Salat, 188).

Cehenneme Düşenlerin Pişmanlığı

Cehenneme düşenlerin en büyük azabı, hem fiziksel hem de manevi bir pişmanlık yaşamalarıdır. Kur’an’da onların feryatları şöyle dile getirilir:
“‘Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki, yaptıklarımızdan başka salih bir amel işleyelim.’ (Onlara denilir ki:) ‘Size düşünüp öğüt alacak kimsenin öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi?’” (Fatır, 37).
Bu ayet, cehenneme düşenlerin pişmanlık içinde yalvaracaklarını ancak artık dönüşün mümkün olmadığını vurgular.

Dünyadaki Seçimler ve Ahiret Yolu

Sırattan cehenneme düşmemek için dünya hayatında yapılan seçimlerin önemi büyüktür. İman etmek, Allah’a kulluk etmek, haramlardan sakınmak ve salih ameller işlemek, sırattan geçişi kolaylaştırır. Aksi halde gaflet, dünyevî tutkular ve günahlarla dolu bir hayat, insanı ebedi azaba sürükler. Kur’an bu konuda bizleri şöyle uyarır:
“Kim, Rabbinin huzuruna suçlu olarak gelirse, şüphesiz onun için cehennem vardır.” (Taha, 74).

İbret ve Uyanış

Sırat köprüsü ve cehenneme düşme hakikati, insana hayatını yeniden gözden geçirme fırsatı sunar. Bu dünya, ahiretin tarlasıdır. Her an bir fırsattır ve her fırsat, insanı ya cennete yaklaştırır ya da cehenneme sürükler. Rabbimiz bizleri şu ayetle uyarır:
“Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği göklerle yer kadar olan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış cennete koşun.” (Al-i İmran, 133).

Sonuç

Sırat köprüsünden cehenneme düşmek, insanoğlu için en büyük kayıptır. Bu kayıp, dünya hayatında Allah’a kulluktan uzaklaşmak ve gaflet içinde yaşamaktan kaynaklanır. Ancak hâlâ vakit varken tevbe etmek, imanımızı güçlendirmek ve salih amellerle hayatımızı süslemek mümkündür. Rabbim bizleri sırat köprüsünden kolayca geçip cennet nimetlerine kavuşanlardan eylesin.

Amin.

Loading

No ResponsesŞubat 10th, 2025

KURAN-I KERİM’İ ANLAMADA NASIL BİR YÖNTEM TAKİP EDİLMELİDİR?

KURAN-I KERİM’İ ANLAMADA NASIL BİR YÖNTEM TAKİP EDİLMELİDİR?


Kur’an-ı Kerim’i Anlamada Nasıl Bir Yöntem Takip Edilmelidir?

Kur’an-ı Kerim, İslam’ın temel kaynağı ve insanlığa yol gösterici ilahi bir kitaptır. Onu doğru bir şekilde anlamak, sadece dil bilgisiyle değil, aynı zamanda bütüncül bir yaklaşım ve doğru yöntemlerle mümkündür. Peki, Kur’an’ı anlamada hangi metotlar izlenmelidir?

1. Samimi ve Halis Bir Niyetle Başlamak

Kur’an’ı anlamanın ilk şartı, samimi bir niyetle onu okumaktır. Kur’an, sadece entelektüel bir metin değil, insanın dünya ve ahiret saadeti için rehberlik eden ilahi bir kelamdır. Allah’ın hidayetine ulaşmak isteyen bir kalple ona yönelmek gerekir:
“Şüphesiz bu Kur’an, en doğru yola iletir…” (İsra, 9)

2. Arapça Bilgisi ve Kelimelerin Anlamını Kavramak

Kur’an’ın dili Arapçadır ve bu dili bilmek, anlamaya büyük katkı sağlar. Ancak herkesin Arapça öğrenmesi mümkün olmayabilir. Bu durumda, güvenilir meal ve tefsirlerden faydalanarak Kur’an’ın mesajını doğru anlamaya çalışmak gerekir.

3. Kur’an’ı Bütüncül Olarak Ele Almak

Kur’an’ı anlamak için onu parça parça değil, bir bütün olarak değerlendirmek önemlidir. Bir ayeti yorumlarken, o ayetin bağlamı ve diğer ayetlerle olan ilişkisi dikkate alınmalıdır. Kur’an’da birçok konu farklı surelerde ele alınır ve açıklamalar birbirini tamamlar.

4. Tefsirlerden ve Güvenilir Kaynaklardan Yararlanmak

Kur’an’ın bazı ayetleri açık ve anlaşılırken, bazıları daha derin anlamlar ihtiva eder. Bunları doğru anlamak için sahih tefsirlere başvurmak gerekir. İslam âlimlerinin klasik ve modern tefsirleri, ayetlerin iniş sebepleri, tarihi bağlamları ve yorumları hakkında bilgi sunar.
Bazı önemli tefsirler:

Taberî Tefsiri (Tarihsel bağlamı anlamada önemli)

İbn Kesir Tefsiri (Hadislerle desteklenen yorumlar ihtiva eder)

Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri (Dil ve mana açısından geniş açıklamalar yapar)

Fî Zılâlil Kur’an (Seyyid Kutub) (Sosyolojik ve günümüz meselelerine yönelik analizler içerir)

Risale-i Nur Külliyatı (Bediüzzaman)
Aklı ve nakli deliller muvacehesinde ele alır.

5. Sebeb-i Nüzûl Bilgisi ile Ayetleri Değerlendirmek

Bazı ayetler belli bir olay üzerine inmiştir. Bu olayları bilmeden ayetleri yorumlamak eksik olabilir. Ayetlerin iniş sebeplerini (sebeb-i nüzûl) anlamak, onları doğru yorumlamaya katkı sağlar.

6. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) Sünnetini ve Hadisleri Dikkate Almak

Kur’an’ın en iyi açıklayıcısı Peygamber Efendimiz’dir. Onun sözleri ve uygulamaları, Kur’an’ı nasıl anlayıp yaşadığımızı belirler. Peygamberimizin Kur’an’ı nasıl açıkladığını görmek için hadis kaynaklarına başvurmak önemlidir.

7. Akıl ve Kalp Dengesi ile Okumak

Kur’an’ı anlamak için sadece bilgi değil, aynı zamanda gönül açıklığı ve hikmet gerekir. Kur’an’ın üzerinde düşünmek, hazmetmek ve hayatımıza uygulamak, anlamanın en önemli boyutudur.

8. Günümüz Dünyasıyla Bağlantı Kurarak Anlamak

Kur’an, her çağın insanına hitap eder. Ayetleri bugünün dünyasına nasıl uyarlanabileceğini düşünerek okumak, Kur’an’ın evrensel mesajını daha iyi kavramamızı sağlar. Ancak bu yapılırken ayetlerin bağlamından koparılmaması gerekir.

Sonuç: Kur’an Sadece Okunmak İçin Değil, Yaşanmak İçindir

Kur’an’ı anlamak, sadece ilmi bir çaba değil, aynı zamanda bir hayat rehberi edinme sürecidir. Onu anlamak için samimi bir niyet, doğru kaynaklar ve sürekli bir çaba gerekir. Kur’an bize sadece bilgi sunmaz; aynı zamanda onu hayatımıza nasıl uygulayacağımızı da öğretir.

Kur’an’ın rehberliğiyle aydınlanmış bir hayat dileğiyle…

Loading

No ResponsesŞubat 10th, 2025

ÖLÜP KABRİSTANDA YATIP DA İŞİNİ BİTİRMİŞ VAR MIDIR ACABA?

ÖLÜP KABRİSTANDA YATIP DA İŞİNİ BİTİRMİŞ VAR MIDIR ACABA?


Ölüm ve Kabristan: Gerçekten İşimiz Bitiyor mu?

İnsan, dünya hayatında çeşitli meşguliyetler ve hedefler peşinde koşarken, ölümü çoğu zaman unutmaya meyillidir. Oysa ölüm, her nefis için kaçınılmaz bir gerçektir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut, 57)

Bu ayet, insanın ölümden kaçamayacağını ve asıl dönüşün Allah’a olacağını hatırlatmaktadır. Peki, öldüğümüzde işimiz gerçekten bitmiş olur mu? Yoksa kabristandaki sessizlik, aslında bir başlangıcın işareti midir?

Kabristan: Dünya Hayatının Sonu mu, Ahiretin Başlangıcı mı?

Kabristan, dışarıdan bakıldığında sessiz ve hareketsizdir. Ancak İslam inancına göre orası, ebedi hayatın ilk durağıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v), kabir hayatının önemini şu sözleriyle ifade etmiştir:

“Kabir, ahiret duraklarının ilkidir. Eğer kişi bu duraktan kurtulursa, ondan sonrası daha kolaydır. Eğer kurtulamazsa, ondan sonrası daha çetindir.” (Tirmizî, Zühd, 5)

Bu hadis, kabir hayatının sanıldığı gibi bir son değil, aksine büyük bir imtihanın başlangıcı olduğunu göstermektedir. İnsan, öldüğünde dünyadaki malını, makamını ve yakınlarını geride bırakır. Ancak yanında götürebileceği tek şey, iman ve amelleridir.

İşini Bitirmiş Olanlar Kimlerdir?

Dünya hayatında işini bitirmiş olduğunu zanneden nice insanlar, ölümle birlikte asıl hesabın yeni başladığını fark edeceklerdir. Kabristanda yatanlar için asıl soru şudur: Gerçekten işimizi bitirmiş olarak mı öldük, yoksa asıl sorumluluğumuz yeni mi başlıyor?

İslam’a göre, hayatta yapılan her şeyin bir karşılığı vardır:

Eğer kişi Allah’a iman etmiş ve güzel ameller işlemişse, kabir onun için bir cennet bahçesi olur.

Eğer isyan içinde yaşamış, Allah’ın emirlerine kulak asmamışsa, kabir onun için cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v), bu gerçeği şu hadis-i şerifle açıklar:

“Kul öldüğünde, amel defteri kapanır. Ancak üç şey onun için sevap kazandırmaya devam eder: Sadaka-i cariye (devam eden hayır), kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı bir evlat.” (Müslim, Vasiyyet, 14)

Bu hadisten anlıyoruz ki, bazı insanlar öldükten sonra bile işlerini tamamlamamış olur. Dünyada yaptıkları hayır işleri, yetiştirdikleri nesiller ve geride bıraktıkları faydalı ilimler sayesinde sevap kazanmaya devam ederler.

Kabristanda Yatıp da İşini Gerçekten Bitirmiş Olanlar

Dünya hayatında gaflet içinde olup da ahireti unutanlar, kabirde ilk sorguya çekildiklerinde işlerinin aslında bitmediğini anlayacaklardır. Ancak, dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanmış, helal bir ömür sürmüş ve hayırlı işler yapmış kimseler için iş gerçekten tamamlanmış olabilir.

Allah Kur’an’da bu bahtiyar kullardan şöyle bahseder:

“Onlara, ‘Selam olsun size! Yaptıklarınıza karşılık olarak cennete girin’ denilir.” (Nahl, 32)

Gerçek anlamda işini bitirmiş olanlar, dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanmış ve ahirette ebedi saadete ulaşanlardır.

Sonuç: Kabristan Bir Son Değil, Yeni Bir Başlangıçtır

Kabristan, dünya hayatının son durağı gibi görünse de, aslında sonsuz ahiret hayatının ilk adımıdır. Orada yatanlar için hesap henüz tamamlanmış değildir. Ya amel defterleri hayırla kapanmış olacak ya da yapılan kötülüklerin pişmanlığı içinde hesap günü beklenecektir.

Bu yüzden her insan, ölüm gelmeden önce kendini hesaba çekmeli ve şu soruyu sormalıdır:

“Öldüğümde gerçekten işimi tamamlamış olacak mıyım, yoksa ahiret hayatında pişmanlık duyacak mıyım?”

Cevabınız, bugünkü hayatınızı nasıl yaşadığınıza bağlıdır.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 10th, 2025

DÜNYADA KAYIP ÇOCUKLAR

DÜNYADA KAYIP ÇOCUKLAR

Dünyada kayıp çocuklar, hem insani hem de toplumsal açıdan büyük bir sorundur. Her yıl milyonlarca çocuk çeşitli nedenlerle kayboluyor. Bu kayıpların arkasında insan kaçakçılığı, aile içi anlaşmazlıklar, doğal afetler, savaşlar ve kaçırılma gibi pek çok sebep bulunuyor.

Kayıp Çocuklar ile İlgili Önemli Veriler

Uluslararası Kayıp Çocuklar Günü: Her yıl 25 Mayıs’ta, kayıp çocuklara dikkat çekmek amacıyla anılır.

Her Yıl Kaybolan Çocuk Sayısı:

ABD’de yıllık yaklaşık 460.000 çocuğun kaybolduğu bildiriliyor.

Avrupa’da yılda 250.000 çocuğun kaybolduğu tahmin ediliyor.

Dünya genelinde ise net bir rakam vermek zor, ancak milyonlarca çocuğun kaybolduğu düşünülüyor.

İnsan Kaçakçılığı ve Çocuk Ticareti:

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, insan kaçakçılığı mağdurlarının %30’u çocuklardan oluşuyor.

Çocuklar genellikle zorla çalıştırılma, organ mafyası, yasa dışı evlat edinme ve cinsel istismar gibi nedenlerle kaçırılıyor.

Kayıp Çocukların Başlıca Nedenleri

1. Aile İçinde Yaşanan Sorunlar: Boşanma, velayet davaları veya istismar nedeniyle çocuklar evden kaçabiliyor veya bir ebeveyn tarafından kaçırılabiliyor.

2. Kaçırılmalar: İnsan kaçakçılığı çeteleri veya bireysel suçlular tarafından kaçırılma vakaları sık görülüyor.

3. Savaş ve Göç: Savaş bölgelerinde ve mülteci kamplarında kaybolan çocukların bulunması daha da zorlaşıyor.

4. Doğal Afetler: Depremler, seller gibi felaketler sonucu çocuklar ailelerinden ayrı düşebiliyor.

Kayıp Çocukları Bulma Çalışmaları

Interpol’ün Kayıp Çocuk Programı: Uluslararası polis teşkilatı, kayıp çocukları bulmak için çalışıyor.

AMBER Alert Sistemi: ABD ve bazı ülkelerde kayıp çocuklar için anında bildirim yapan sistem.

Europol ve ECPAT Gibi Örgütler: Çocuk kaçakçılığına karşı uluslararası mücadele yürütüyor.

Türkiye’de Durum

Türkiye’de de her yıl binlerce çocuk kayboluyor. Kayıp Çocuklar Platformu ve Emniyet Genel Müdürlüğü, kayıp vakalarını takip ediyor. Aileler, kayıp çocuklarını bulmak için sosyal medyadan ve haberlerden de destek alıyor.

Kayıp çocuklarla ilgili farkındalığı artırmak, yetkililere bildirimde bulunmak ve önleyici tedbirler almak hayati önem taşıyor.

@@@@@@@

**Dünyada Kayıp Çocuklar: Genel Durum, Nedenler ve Çözüm Önerileri**
Dünya genelinde kayıp çocuklar, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde ciddi bir insani kriz olarak varlığını sürdürüyor. Bu sorun, çocuk hakları ihlalleri, organize suçlar, göç ve doğal afetler gibi faktörlerle daha da derinleşiyor. İşte dünya çapında kayıp çocuklara ilişkin temel veriler, zorluklar ve çözüm önerileri:

### **1. Küresel İstatistikler ve Ülke Bazlı Veriler**
– **Avrupa Birliği**: Her yıl yaklaşık **250.000 çocuk** kayboluyor. Bu vakaların önemli bir kısmı kaçırma, istismar veya insan ticaretiyle bağlantılı .
– **ABD**: Yılda **460.000 çocuk** kayboluyor. Bu sayı, dünya genelinde en yüksek oranlardan biri .
– **Hindistan**: Her **8 dakikada bir çocuk** kayboluyor. Kaybolan çocukların büyük kısmı zorla çalıştırılıyor veya seks ticaretine maruz bırakılıyor .
– **Almanya, Meksika ve Birleşik Krallık**: Sırasıyla yıllık **100.000**, **120.000** ve **112.853** çocuk kayıp vakası kaydediliyor .
– **Mülteci Çocuklar**: 2014-2017 arasında Avrupa’ya gelen **30.000 refakatsiz çocuk** kayboldu. Bu çocuklar genellikle organ mafyası veya fuhuş ağlarının hedefi oluyor .

### **2. Kaybolma Nedenleri**
– **İnsan Ticareti**: Özellikle Asya ve Afrika’da kaybolan çocuklar, zorla çalıştırma, seks köleliği veya organ ticareti için kaçırılıyor .
– **Çatışma ve Göç**: Suriye, Afganistan ve Afrika ülkelerindeki savaşlar, **milyonlarca çocuğu** yetim veya refakatsiz bırakıyor. UNICEF’e göre dünya genelinde **140 milyon** kayıtlı yetim çocuk bulunuyor .
– **Doğal Afetler**: Deprem, sel gibi afetler sonrası çocuklar kaybolabiliyor. Örneğin, 2023 Türkiye depremlerinde **3.270 kişi** kayıp ilan edildi ve çocuklar bu grubun önemli bir kısmını oluşturuyor .

### **3. Veri Toplama ve Politikaların Yetersizliği**
– **Veri Eksikliği**: Birçok ülkede kayıp çocuklara dair kapsamlı veri sistemleri bulunmuyor. Örneğin, Türkiye’de kayıp çocuk istatistikleri TÜİK tarafından yayımlanmakla birlikte, Toplum Çalışmaları Enstitüsü bu verilerin yetersiz olduğunu ve uluslararası ağlara entegrasyon eksikliğini eleştiriyor .
– **AB’deki Sorunlar**: Avrupa’da veri paylaşımı, mahremiyet endişeleri ve merkezi sistem eksikliği nedeniyle engelleniyor .

### **4. Çözüm Önerileri**
– **Ulusal Acil Uyarı Sistemleri**: AMBER Alert gibi sistemlerin yaygınlaştırılması ve teknoloji (yapay zeka, sosyal medya) ile entegrasyon .
– **Veri Analizi**: Kaybolma nedenlerini analiz eden ulusal veri ağları oluşturulması .
– **Uluslararası İş Birliği**: Türkiye gibi ülkelerin Missing Children Europe gibi ağlara katılımı ve sınır ötesi iş birliği .
– **Toplumsal Farkındalık**: Aileleri ve toplumu bilinçlendiren kampanyalar düzenlenmesi .

### **5. Vaka Örnekleri ve Sembolik Adımlar**
– **6 Şubat Deprem Anıtı (Türkiye)**: Depremde kaybolan çocukların anısına yapılan anıt, toplumsal hafızayı canlı tutmayı amaçlıyor .

**Sonuç**: Kayıp çocuklar sorunu, yalnızca yerel değil küresel bir insanlık meselesidir. Veri şeffaflığı, teknolojik altyapı ve uluslararası iş birliğiyle bu krizin boyutları azaltılabilir. UNICEF ve sivil toplum kuruluşları, özellikle mülteci çocukların korunması için acil politikalar üretilmesi çağrısı yapıyor .

Loading

No ResponsesŞubat 10th, 2025

MÜSLÜMAN KİMLİKLİ TÜRK ZULMETMEZ -2-

MÜSLÜMAN KİMLİKLİ TÜRK ZULMETMEZ -2-

“Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur…” Bediüzzaman.
O zaman kim? -2-

**”Hakiki Türk Kimdir? Bediüzzaman’ın Zulüm ve Kimlik Eleştirisi Üzerine İbretlik Bir Analiz”**

Bediüzzaman Said Nursî’nin, *”Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur”* sözü, kimlik, aidiyet ve zulüm arasındaki paradoksu sorgulayan derin bir sosyolojik tespittir. Bu ifade, Türk milliyetçiliği söylemi altında faaliyet gösteren ancak köken itibarıyla Türk olmayan kişilerin, Bediüzzaman’a ve davasına yönelik baskılarını eleştirirken, aynı zamanda “Türklük” kavramını da yeniden tanımlama çabasıdır. Peki, bu sözün arka planında hangi tarihî ve sosyal gerçekler yatıyor?

### 1. **Tarihî Bağlam: Türkçülük ve İktidar İlişkileri**
Bediüzzaman’ın bu sözü, 20. yüzyıl başlarında Osmanlı’nın çöküşü ve Cumhuriyet’in kuruluş sürecindeki kimlik politikalarına bir tepkidir. O dönemde, Türk Ocakları ve Türk Tarih Kurumu gibi kurumlar, etnik kökeni Türk olmayan ancak Türkçülük ideolojisini benimseyen kişilerce yönetiliyordu. Örneğin, Türk Ocakları’nın kurucuları arasında Kırım kökenli Yusuf Akçura, Kürt kökenli Ziya Gökalp ve Dönme kökenli Halide Edip gibi isimler vardı . Bediüzzaman, bu kişilerin “Türklük” perdesi altında asimilasyon ve baskı politikaları yürüttüğünü savunuyordu. Ona göre, gerçek Türklerin karakterinde zulme meyil yoktu; bu tavır, ancak kimliğini gizleyenlerin işi olabilirdi.

### 2. **Zulmün Kaynağı: İdeolojik Manipülasyon**
Bediüzzaman’a yönelik baskılar, özellikle Risale-i Nur hareketinin yayılması ve dini eğitimi savunması nedeniyle artmıştı. 1930’larda Kemalist rejim, sekülerleşme politikalarını dayatırken, Bediüzzaman’ın İslami eğitim vurgusu ve Medresetü’z-Zehra projesi (Şark Üniversitesi) bu politikaya ters düşüyordu . Bu çatışma, devlet yetkililerinin onu “Kürtçülük” ve “anarşizm”le suçlamasına yol açtı. Ancak Bediüzzaman, kendisine zulmedenlerin “Türk maskesi takan yabancı kökenli jakobenler” olduğunu vurguladı . Örneğin, 1936’daki Sason Hadisesi’nde devlet, Arap köylerindeki bir çatışmayı “Kürt isyanı” olarak rapor ederek, Bediüzzaman’ın talebelerini hedef gösterdi . Bu tür manipülasyonlar, gerçek Türk kimliğinin değil, ideolojik çıkarların ürünüydü.

### 3. **Hakiki Türk Kimdir?**
Bediüzzaman’ın “hakiki Türk” tanımı, etnik kökenden ziyade ahlaki ve manevi değerlere dayanır. Ona göre Türkler, İslam’ın bayraktarlığını yapan, adaletli ve merhametli bir millettir. Bu bağlamda, zulüm yapanların kökeni ne olursa olsun, Türklükle bağdaşmadığını savunur. Örneğin, Afyon Hapishanesi’nde tutuklu bulunduğu dönemde, kendisiyle görüşen jandarma ve savcıların tavrını “Türk olmayanların despotluğu” olarak yorumlamıştır . Bu durum, Bediüzzaman’ın milliyetçiliği reddetmediğini, ancak onu “manevi bir kimlik” olarak yeniden inşa etmeye çalıştığını gösterir.

### 4. **İbretlik Örnekler: Tarih ve Günümüz**
– **Türk Tarih Kurumu’nun Kurucuları**: Kurumun ilk başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu’nun kökeni belirsizdir ve kayıtlarda “Çanakkale doğumlu” dışında detay yoktur . Bu belirsizlik, Bediüzzaman’ın eleştirisini destekler niteliktedir.
– **Said Nursî’ye Yönelik İftiralar**: 1930’larda devlet, onu “anarşist” olarak suçlarken, hiçbir somut delil sunamamıştır. Mahkemelerde beraat etmesine rağmen, bu karalamalar siyasi bir araç olarak kullanılmıştır .
– **Günümüzdeki Yansımalar**: Bediüzzaman’ın sözleri, günümüzde de kimlik siyaseti ve baskı mekanizmaları arasındaki ilişkiyi anlamak için bir rehber niteliğindedir. Örneğin, “ırkçılık” adı altında yapılan ayrımcılıklar, gerçek millî değerlerle örtüşmemektedir.

### 5. **Sonuç: Kimlik, Ahlak ve Hakikat**
Bediüzzaman’ın eleştirisi, kimliğin etnik bir kategori olmaktan çok **ahlaki bir duruş** olduğunu vurgular. Ona göre, zulüm yapanlar “Türklük” iddiasında bulunsa bile, bu iddia ancak gerçek Türklerin erdemleriyle çeliştiği sürece geçersizdir. Bu perspektif, günümüzde de ırkçılık, baskı ve ideolojik manipülasyonlara karşı bir uyarıdır:
> *”Hakikat, ancak adalet ve merhametle taçlandırıldığında bir anlam kazanır. Gerisi, perde arkasındaki karanlık oyunlardır.”* .

Bediüzzaman’ın mirası, kimlikleri **aidiyetle değil, hakikatle** tanımlamamız gerektiğini hatırlatıyor.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 10th, 2025

MÜSLÜMAN KİMLİKLİ TÜRK ZULMETMEZ -1-

MÜSLÜMAN KİMLİKLİ TÜRK ZULMETMEZ -1-


“Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur…” Bediüzzaman. -1-

Hakiki Türk ve Zulmetmeyen Ruh

Tarih, milletlerin karakterini sadece zaferleriyle değil, aynı zamanda adalet anlayışlarıyla da şekillendirir. Türk milletinin binlerce yıllık geçmişine bakıldığında, adalet, merhamet ve hoşgörünün en temel değerler arasında olduğu görülür. “Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur…” sözü, bu tarihi karakterin en güzel özetlerinden biridir.

Türk’ün Adalet Anlayışı

Türk tarihinde, yönetim anlayışı her zaman adalet üzerine kurulmuştur. Orhun Yazıtları’ndan Osmanlı’nın hoşgörü politikalarına kadar birçok örnek, Türklerin zulmetmekten kaçındığını, bilakis adalet dağıtan bir millet olarak tanındığını gösterir.

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın “Bizim devletimizde herkes dininde ve inancında serbesttir” sözü, Türklerin adalet anlayışını yansıtan önemli bir örnektir. Yine Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin vasiyetinde yer alan “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturu, yönetimde adaletin ne denli önemli olduğunu gösterir. Osmanlı’nın fethettiği topraklarda insanların dinlerine, dillerine ve kültürlerine dokunulmaması da bu anlayışın sonucudur.

Zulmeden Kimdir?

Hakiki Türk’ün zulmetmeyeceği fikri, aslında bir milletin öz değerlerini ve ahlaki kodlarını anlatır. Zulmetmek, adaletten sapmaktır. Tarih boyunca zalimlerin ortak özelliği, insani değerlerden uzak, bencil ve menfaatçi bir yaklaşım sergilemeleridir. Gerçek Türk, bu tür bir anlayışa sahip olamaz; çünkü Türklüğün mayasında vicdan, merhamet ve adalet vardır.

Zulmedenler, her zaman bireysel çıkarlarını toplumun huzurunun önüne koyanlardır. Onlar, makam ve servet hırsıyla gözleri kör olmuş, insaniyeti unutmuş olanlardır. Türk tarihine baktığımızda, zulmeden yöneticilerin eninde sonunda halk tarafından reddedildiğini, adaletten sapmanın uzun vadede yok oluşa sebep olduğunu görürüz.

Hakiki Türk Kimdir?

Hakiki Türk, mazluma kalkan olan, adaleti her şeyin üstünde tutan, düşmanına bile insanca davranan kişidir. Bu karakter, sadece devlet yönetiminde değil, gündelik hayatta da kendini gösterir. Bir Türk’ün ahlaki duruşu, onun zulmetmeyeceğini, bilakis haksızlığa karşı duracağını kanıtlar.

Bugün de gerçek bir Türk, hangi coğrafyada olursa olsun, mazlumun yanında durur, haksızlığa sessiz kalmaz ve zulmetmeyi bir insanlık suçu olarak görür. Hakiki Türk ruhu, asırlar boyunca ne Moğol istilalarında ne de modern çağın sömürgeci düzeninde zalimleşmemiştir.

Sonuç: Adaletin Mirası

Bu söz, sadece bir milletin karakterini anlatmakla kalmaz, aynı zamanda insan olmanın erdemini de hatırlatır. Zulmetmek, aslı ne olursa olsun, ahlaki zayıflıktan doğar. Hakiki Türk, zulmetmez; çünkü Türk ruhu, vicdanın, adaletin ve merhametin temsilcisidir.

Bu yüzden, bugün ve her zaman, zulmün kimden geldiğine değil, kimin adaleti savunduğuna bakılmalıdır. Hakiki Türk, her çağda adaletin yanında olan, mazlumu koruyan ve zalime karşı dimdik duran kişidir.

Zira, “Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi).”

Loading

No ResponsesŞubat 10th, 2025

BİLMEK VE BİLİNMEK İSTEYEN BİR RAB

BİLMEK VE BİLİNMEK İSTEYEN BİR RAB[1]

 

Muhyiddin-i Arabî

كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونٖى
hadîs-i şerifinin beyanında “Mahlukatı yarattım ki bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim.” demiştir.

**Muhyiddin İbn Arabî ve “Âyetü’l-Kübrâ” Perspektifinde Yaratılışın Aynası**
İbn Arabî’nin zikrettiği *”Mahlûkatı yarattım ki bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim”* sözü, onun varlık ve yaratılış metafiziğinin özünü yansıtır. Bu ifade, meşhur kudsî hadis olan *”Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en u‘rafe fe halaktü’l-halka”* (Ben gizli bir hazine idim; bilinmeyi istedim, bu yüzden mahlûkatı yarattım) hadisinin tefsiri mahiyetindedir. İbn Arabî’nin bu yaklaşımı, Vahdet-i Vücûd (Varlığın Birliği) doktriniyle derin bir bağlantı içindedir. Aynı tema, Bediüzzaman Said Nursî’nin *İşârâtü’l-İ’câz* eserinde de farklı bir üslupla ele alınır. İşte bu iki büyük düşünürün perspektifinden konunun izahı:

### **1. İbn Arabî’nin Metafizik Aynası: Tecelli ve Vahdet**
– **Ayna Metaforu**: İbn Arabî’ye göre Allah, mutlak güzelliğini (cemâl) ve isimlerinin tecellilerini görmek için âlemi bir ayna olarak yaratmıştır. Her mahlûk, O’nun bir isminin veya sıfatının tezahürüdür. İnsan ise bu aynanın en mükemmel parçasıdır (*aynetü’l-âlem*).
– **Vahdet-i Vücûd**: Yaratılış, Hakikat-i Muhammediye (İlâhî Hakikatin İlk Tecellisi) vasıtasıyla zuhur eder. İbn Arabî, *”Hak, halkın aynasıdır; halk da Hakk’ın aynasıdır”* (Fusûsü’l-Hikem) der. Bu, zâhir ile bâtının birliğini ifade eder.
– **Kendini Bilme Arzusu**: Allah’ın “bilinmeyi sevmesi”, kendi kemâlâtını müşahede etme iradesidir. İnsan, bu müşahedenin en şuurlu aracıdır.

### **2. Bediüzzaman’ın Teleolojik Yaklaşımı: İşârâtü’l-İ’câz’da Âyetler**
– **Kâinat Kitabı**: Nursî, *İşârâtü’l-İ’câz*’da kâinatı bir “âyetler mecmuası” olarak niteler. Her varlık, Allah’ın isimlerine işaret eden birer delildir. Örneğin, güneş *”Hakîm”* ismine, denizler *”Rahmân”* ismine ayna olur.
– **Hikmet ve Gaye**: Yaratılışın temel hikmeti, Allah’ın tanınmasıdır (*marifetullah*). Nursî, bu noktada İbn Arabî ile aynı hedefe işaret eder, ancak üslubu daha çok akıl, mantık ve Kur’ânî perspektifle sınırlıdır.
– **İnsanın Konumu**: İnsan, *şuur sahibi bir âyine* olarak yaratılmıştır. Ona verilen akıl ve kalp, Hakk’ı tanıma ve sevme kabiliyetinin araçlarıdır.

### **3. Benzerlikler ve Farklılıklar**
| **İbn Arabî** | **Bediüzzaman** |
|—————-|——————|
| Ontolojik (Varlığın özüne odaklı) | Teleolojik (Hikmet ve gayeye odaklı) |
| Mistik ve felsefi derinlik | Kur’ân merkezli ve akılcı izahlar |
| Vahdet-i Vücûd vurgusu | Vahdet-i Şuhûd (Görünenlerin birliği) yaklaşımı
| Tecelli ve zuhur temelli | İsbât-ı Sâni (Yaratıcıyı ispat) temelli |

### **4. Teolojik Hassasiyetler ve Sentez**
– **İbn Arabî’ye Yöneltilen Eleştiriler**: Bazı âlimler, Vahdet-i Vücûd’un panteizm ile karıştırılabileceğini söyler. Ancak İbn Arabî, *”Halk, Hakk’ın gölgesidir; Hakk’ın kendisi değil”* diyerek bu riski bertaraf eder.
– **Nursî’nin Denge Arayışı**: Nursî, İbn Arabî’nin derinliklerini “hakikat-ı hal” olarak kabul eder, ancak avamın idraki için daha sade ve Kur’ânî bir dil kullanır. *”Her şey O’nu gösterir, fakat O değildir”* prensibiyle aşırı yorumları önler.
– **Ortak Mesaj**: Her iki düşünür de mahlûkatın Allah’ın isimlerine birer ayna olduğunu vurgular. İnsanın vazifesi, bu aynayı şuurla temizlemek ve Hakk’ı müşahede etmektir.

### **5. Sonuç: Ayna Metaforunun İki Yansıması**
İbn Arabî ve Bediüzzaman, aynı hakikati farklı merceklerle ele alır:
– **İbn Arabî**, varlığın özünde Hakk’ın tecellisini görür ve insanı “kâmil âyine” olarak tanımlar.
– **Bediüzzaman**, bu tecelliyi Kur’ân’ın rehberliğinde akıl ve kalp ile idrake davet eder.

Her iki yaklaşım da, insanı “yaratılışın sırrını çözen şuurlu bir ayna” olarak konumlandırır. Bu, hem metafizik bir hakikat hem de pratik bir ubudiyet çağrısıdır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=X5-tL3-mWBU&t=3s

 

Loading

No ResponsesŞubat 10th, 2025

SIRAT KÖPRÜSÜNDEN CENNETE GİDECEK OLAN BİR YOL

SIRAT KÖPRÜSÜNDEN CENNETE GİDECEK OLAN BİR YOL


Sırat Köprüsünden Cennete Giden Yol: İbret ve Hakikat

Sırat Köprüsü, İslam inancına göre ahiret gününde herkesin geçmek zorunda olduğu, cennete veya cehenneme giden yolun bir parçasıdır. Bu köprü, herkesin dünyada yaptığı amellerin bir terazisi, imanın bir sınavıdır. İnsan, bu köprüde dünyadaki hayatının hesabını verecek; iman ve salih amellerle donanmış olanlar cennete ulaşırken, günahlarının ağırlığı altında ezilenler cehenneme düşecektir.

Sırat Köprüsü Nedir?

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sırat köprüsünü şöyle tarif eder:
“Sırat, kıldan ince, kılıçtan keskindir.” (Tirmizi, Kıyamet, 9).
Bu ifade, sırat köprüsünün geçilmesinin ne kadar zor olduğunu ve cennete ulaşmanın büyük bir çaba gerektirdiğini gösterir. Köprünün inceliği, dünya hayatındaki hassas dengeyi temsil eder: İmanla ve takva ile yaşayanlar bu köprüyü kolaylıkla geçerken, günaha dalanlar için bu yol son derece zorlu olacaktır.

Sırat Köprüsünde Geçen Anlar

Sırat köprüsünden geçiş anı, insanın ahiret yolculuğunda en kritik dönemeçlerden biridir. Kur’an, bu anı şu şekilde anlatır:
“Rabbinizden korkup sakınanlar ise bölük bölük cennete sevk edilir.” (Zümer, 73).
İyi amellerle donanmış olanlar sıratı hızla ve güvenle geçerken, günahkâr olanlar zorlanır, hatta cehenneme düşer. Peygamberimiz (s.a.v.), müminlerin sırattan geçiş hızını şu şekilde belirtir:
“Kimisi göz açıp kapayıncaya kadar geçer, kimisi şimşek gibi, kimisi rüzgar gibi, kimisi kuş gibi hızla geçer…” (Buhari, Rikak, 52).
Bu farklılık, insanların dünya hayatında yaptıkları amellerin bir yansımasıdır.

Sırattan Geçmek İçin Ne Gerekir?

Sırattan geçiş, dünya hayatında yapılan hazırlığa bağlıdır. Bu hazırlık, iman ve salih amellerle gerçekleşir. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Kim zerre miktarı hayır işlerse, onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlerse, onu görür.” (Zilzal, 7-8).
Her insan, sırattan geçerken dünya hayatında yaptığı en küçük iyiliğin bile karşılığını bulacak ve en küçük kötülüğün bile hesabını verecektir.

İman: Sırattan Geçişin Anahtarı

Sırattan geçebilmek için öncelikli şart, sağlam bir imandır. Allah’a ve ahiret gününe inanan, O’nun emirlerine uygun bir hayat yaşayan kişi, bu yolda güvenle ilerleyecektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur ki:
“Ümmetimden sırattan ilk geçenler, namazlarına devam edenlerdir.” (Taberani, El-Mucemu’l-Kebir).
Bu hadis, ibadetlerin ve Allah’a olan bağlılığın sırat köprüsünde ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Güzel Ahlak ve Salih Ameller

Dünya hayatında işlenen salih ameller, sırattan geçişi kolaylaştırır. Sadaka vermek, iyilik yapmak, insanlara faydalı olmak, Allah’ın rızasını kazandıracak her türlü davranış, sıratta bir ışık ve destek olacaktır. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kişinin sırattan geçmesine yardım eden şeylerden biri de komşularına karşı güzel davranışlarıdır.”

Cennete Giden Yolun Müjdesi

Sırat köprüsünü geçen müminler, cennetin kapısına ulaştıklarında tarifsiz bir mutluluğa kavuşurlar. Dünya hayatındaki zorlukları ve fedakarlıkları unutarak ebedi saadet yurduna adım atarlar. Kur’an, cennete giren müminlerin halini şöyle tasvir eder:
“Orada onların gönüllerinde kinden eser bırakmadık. Altlarından ırmaklar akar. ‘Hamd olsun bizi bu nimetlere eriştiren Allah’a!’ derler.” (Araf, 43).

Sonuç: Sırat Köprüsü ve Hayatın Hesabı

Sırat köprüsünden geçiş, insanın dünya hayatındaki imtihanının bir sonucudur. Cennete ulaşmak isteyen kişi, bu dünyada iman ve güzel amellerle hayatını süslemelidir. Sırat, bizlere hayatın ne kadar değerli ve ahiret hazırlığının ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. Rabbim bizleri sıratı kolayca geçenlerden ve cennet nimetlerine kavuşanlardan eylesin.

Amin.

Loading

No ResponsesŞubat 9th, 2025

CENNETTE GEÇEN BİR GÜN

CENNETTE GEÇEN BİR GÜN


Cennette Geçen Bir Gün: Ebedi Mutluluğun Tasviri

Cennet, Allah’ın salih kullarına vaat ettiği ebedi huzur ve mutluluk yurdudur. Orada acı, hüzün, sıkıntı ya da pişmanlık yoktur. Cennette geçirilen bir gün bile, dünya hayatının tüm yorgunluklarını, acılarını ve eksikliklerini unutturur. Bu yüce makam, Kur’an ve hadislerde sıkça tasvir edilir; müminlere, ebedi saadetin nasıl bir nimet olduğunu düşündürerek ahiret bilinci kazandırır.

Cennette Geçen Bir Günün Özellikleri

1. Sonsuz Huzur ve Rahatlık
Cennette ne yorgunluk ne de mutsuzluk vardır. Allah, cennet nimetlerini şu şekilde açıklar:
“Orada ne bir yorgunluk hissederler, ne de oradan çıkarılırlar.” (Hicr, 48).
Dünyada insanı huzursuz eden kaygılar, korkular ve ihtiyaçlar cennette yoktur. Oradaki bir gün, insanın en güzel hayallerinin bile ötesinde bir huzur sunar.

2. Eşsiz Nimetler ve Lezzetler
Cennet, dünya hayatında hayal edilemeyecek kadar güzel nimetlerle doludur. Her türlü yiyecek, içecek ve güzellik orada müminlerin emrine sunulmuştur. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Canların çektiği, gözlerin hoşlandığı ne varsa orada onlarındır. Siz orada ebedî kalacaksınız.” (Zuhruf, 71).
Cennette bir gün geçirmek, insanın dünyada arayıp da bulamadığı tüm tatmin ve mutluluğu ona sunar.

3. Sevdiklerle Birlikte Olma Nimeti
Cennet, aynı zamanda sevdiklerinle birlikte geçirilecek sonsuz bir mutluluk yurdudur. Dünya hayatında Allah’ın rızasını kazanmış aile bireyleri ve dostlar, orada bir araya gelir. Allah, bu büyük nimeti şöyle müjdeler:
“İman eden ve zürriyetleri de imanla kendilerine tâbi olan kimseler var ya, işte biz onların nesillerini de kendilerine katarız.” (Tûr, 21).
Sevdikleriyle bir arada olmak, cennetteki bir günü daha anlamlı ve güzel kılar.

4. Rabbini Görmenin Eşsiz Nimeti
Cennette müminlerin en büyük saadeti, Allah’ın cemalini görmek olacaktır. Bu, tüm nimetlerin ötesinde bir mutluluk kaynağıdır. Kur’an’da bu büyük nimet şöyle ifade edilir:
“O gün, yüzler parlak, Rablerine bakmaktadır.” (Kıyamet, 22-23).
Cennette bir gün, Allah’ın cemalini görmekle tamamlandığında, müminlerin kalpleri tarifsiz bir huzurla dolar.

Cennette Zaman Kavramı

Cennette zamanın dünya ile kıyaslanması mümkün değildir. Dünya hayatında saatler, günler ve yıllar hızla geçerken, cennette geçen bir gün bile ebediyetin bir parçasıdır. Orada zaman kaygısı yoktur, çünkü sonsuzluk içinde geçen her an, müminler için bir sevinç vesilesidir.

İbret ve Düşünce

Cennette bir gün geçirmek, insanın dünya hayatında yaptığı tercihlere bağlıdır. Kur’an ve sünnet, bizlere cennet yolunu açıkça gösterir: İman etmek, salih ameller işlemek, insanlara karşı güzel ahlakla davranmak ve Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Cennette, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın aklına bile gelmeyen nimetler vardır.” (Buhari, Tefsir, 32).

Sonuç

Cennette geçen bir gün, insanın dünya hayatında ulaşabileceği hiçbir mutlulukla kıyaslanamaz. Bu tasvirler, müminlerin ahiretteki gerçek saadet yurdunu düşünerek dünya hayatında ona layık bir yaşam sürmesi için birer hatırlatmadır. Rabbim bizlere, cennet nimetlerinden faydalanmayı ve orada ebediyen kalmayı nasip etsin.

Amin.

Loading

No ResponsesŞubat 9th, 2025

CEHENNEMDE GEÇEN BİR GÜN

CEHENNEMDE GEÇEN BİR GÜN


Cehennemde Geçen Bir Gün: İbret ve Düşünce

Ahiret, dünya hayatının sonrasında insanın yaptıklarının karşılığını bulacağı ebedi bir diyardır. Cennet, Allah’ın rızasına erenlerin ödüllendirildiği sonsuz nimet yurduyken, cehennem ise O’nun emirlerine karşı gelenlerin cezalandırıldığı azap mekânıdır. Cehennem, sadece fiziksel acının değil, aynı zamanda pişmanlık ve manevi ızdırabın da yaşandığı bir yerdir. Kur’an-ı Kerim’de cehennem azabının şiddeti ve orada geçen zamanın dayanılmazlığı, insanı derin düşüncelere sevk eder.

Cehennemde Zaman Kavramı

Kur’an’da cehennemde geçen zamanın uzunluğu ve ağırlığı şöyle ifade edilir:
“Onlar orada, gökler ve yer durdukça kalacaklardır…” (Hud, 107).
Bu ifade, cehennemin ebedi bir azap yurdu olduğunu gösterir. Ancak cehennemlikler için orada geçen her an, dayanılması zor bir acıyla doludur. İnsan, dünya hayatında birkaç saniyelik bir yanık acısına bile dayanamazken, cehennemdeki bir günün ağırlığını düşünmek bile korku ve ibret vericidir.

Cehennemde Geçen Bir Günün Manzarası

Cehennem azabını tarif eden ayetler, oradaki bir günün ne kadar dehşet verici olduğunu gözler önüne serer:

1. Fiziksel Azap:
Cehennemdeki en ağır azaplardan biri, bedenin sürekli olarak yanması ve yeniden yaratılmasıdır. Kur’an bu durumu şöyle tarif eder:
“Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştiririz.” (Nisa, 56).
Bu, cehennem azabının sürekliliğini ve dayanılmazlığını gösterir. Her yanış bir son değil, azabın yeniden başlamasıdır.

2. Manevi Pişmanlık:
Cehennemde geçen bir günün diğer bir yönü de, kişinin yaptığı hataların farkına varması ve geri dönmek için duyduğu çaresiz arzudur. Ancak artık dönüş yolu kapanmıştır:
“Orada feryat ederler: ‘Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, yaptıklarımızdan başka salih bir amel işleyelim.’ (Onlara şöyle denir:) ‘Size, düşünüp öğüt alacak kimsenin öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi?’” (Fatır, 37).
Bu ayet, cehennemliklerin pişmanlık içinde kıvrandığını ancak dünyadaki gafletlerinin bedelini ödediklerini ifade eder.

3. Ruhsal Azap:
Cehennemdeki bir gün, yalnızca fiziksel acılarla değil, aynı zamanda ruhsal bir boşluk ve karanlıkla geçer. Allah’tan uzak olmanın verdiği ıstırap, azabı daha da ağırlaştırır. İnsan, dünyada Allah’ın rahmetinden yararlandığı her anın kıymetini o zaman idrak eder.

Cehennemden Kaçış Yok

Cehennemlikler, oradan kurtulmanın hiçbir yolu olmadığını acı bir şekilde anlar. Kur’an’da cehennemliklerin haline şöyle değinilir:
“Onlar, her ne zaman oradan çıkmak isteseler, tekrar oraya geri döndürülürler ve kendilerine, ‘Yalanlamakta olduğunuz azabı tadın!’ denilir.” (Secde, 20).
Bu, cehennemin kapılarının hiçbir zaman kurtuluş için açılmayacağını ve azabın sürekliliğini ifade eder.

İbret ve Düşünce

Cehennemde geçen bir günün bu tasviri, insana dünya hayatının değerini ve ahirete hazırlığın önemini hatırlatır. İnsan, dünya hayatında Allah’ın emirlerine uymalı, haramlardan sakınmalı ve ahireti düşünerek yaşamalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), cehennem azabının şiddetini şu sözleriyle hatırlatır:
“Cehennem ateşi, dünya ateşinizden yetmiş kat daha şiddetlidir.” (Buhari, Bedü’l-Halk, 10).

Sonuç

Cehennemde geçen bir günün dehşeti, insanı dünya hayatında Rabbine yönelmeye ve ahiret bilinciyle yaşamaya teşvik etmelidir. İnsan, dünyadaki gaflet ve zevklerin geçiciliğine aldanmamalı; ebedi hayatın huzurunu kaybetmemek için gayret göstermelidir. Rabbim, bizleri cehennem azabından korusun ve cennetiyle mükâfatlandırsın.

Amin.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 9th, 2025

YIKIMI İÇTEN BAŞLAYARAK HIZLANAN ABD

YIKIMI İÇTEN BAŞLAYARAK HIZLANAN ABD


Yıkımı İçten Başlayan ABD: Çöküşün Ayak Sesleri

Tarih sahnesinde büyük imparatorluklar çoğu zaman dış saldırılarla değil, iç çürümeyle yıkılmıştır. Roma İmparatorluğu, Osmanlı ve Sovyetler Birliği gibi devasa güçlerin sonu, önce iç dinamiklerinin bozulmasıyla başlamıştı. Bugün ABD de benzer bir kaderle yüzleşiyor olabilir mi? Gittikçe artan sosyal bölünme, ekonomik dengesizlikler, kültürel yozlaşma ve jeopolitik itibar kaybı, bu sürecin habercisi gibi görünüyor.

1. İç Çatışma ve Toplumsal Bölünme

ABD, tarihinin en kutuplaşmış dönemlerinden birini yaşıyor. Siyasi partiler arasındaki uçurum, halk arasında derin düşmanlıklara dönüşmüş durumda. Bir zamanlar “Amerikan Rüyası” olarak sunulan birlik ve beraberlik fikri, yerini birbirine nefretle bakan topluluklara bıraktı. Irkçılık, göçmen karşıtlığı, cinsiyet tartışmaları ve ideolojik savaşlar, ülkenin iç huzurunu sarsıyor. Bu bölünme, Roma’nın son dönemlerini hatırlatan bir çürümenin işareti olabilir mi?

2. Ekonomik Erozyon ve Borç Kıskacı

ABD ekonomisi uzun yıllardır büyük bir borç balonu içinde yaşıyor. Ulusal borç 34 trilyon doları aşmış durumda ve her geçen gün artıyor. Doların rezerv para birimi olarak küresel güvenilirliği sorgulanmaya başlanırken, Çin ve diğer yükselen ekonomiler alternatif finans sistemleri kuruyor. Enflasyon, gelir adaletsizliği ve orta sınıfın giderek fakirleşmesi, Amerikan toplumunda huzursuzluğu büyütüyor.

3. Kültürel Çöküş ve Değerlerin Aşınması

Bir milletin yıkımı, sadece ekonomiyle olmaz; kültürel ve ahlaki çöküş de büyük rol oynar. Hollywood ve sosyal medya aracılığıyla yayılan aşırılıklar, Amerikan toplumunun temel değerlerini sarsıyor. Aile yapısı zayıflıyor, genç nesiller amaçsız ve yönsüz yetişiyor. Eğitimin içi boşaltılmış, kalite yerine ideolojik ajandalar ön plana çıkarılmış durumda. Roma’nın son dönemindeki “ekmek ve sirk” politikası, bugün ABD’de Netflix ve sosyal medya bağımlılığıyla devam ediyor.

4. Küresel İtibar Kaybı ve Jeopolitik Gerileme

Bir zamanlar dünyanın süper gücü olan ABD, artık meydan okuyucu yeni güçlerle baş etmekte zorlanıyor. Çin, Rusya ve BRICS ülkeleri, ABD hegemonyasına karşı güçlü ittifaklar kuruyor. Ukrayna ve Orta Doğu’daki başarısız politikalar, Washington’un küresel otoritesini sarsıyor. ABD’nin eski müttefikleri bile artık alternatif seçenekler arıyor.

Sonuç: Tarih Tekerrür mü Ediyor?

ABD’nin çöküşü kaçınılmaz mı, yoksa hala toparlanma şansı var mı? Tarih bize gösteriyor ki, iç çürüme yaşayan imparatorluklar genellikle ayakta kalamaz. ABD’nin sonu, Roma gibi mi olacak, yoksa bir yeniden doğuş mümkün mü? Bunu zaman gösterecek. Ancak kesin olan bir şey var: Çöküş içeriden başladığında, onu durdurmak çok daha zor olur.

Loading

No ResponsesŞubat 9th, 2025

KENDİSİYLE UZUN SÜREDİR BERABER OLDUĞU BEDENİNDEN AYRILAN RUHUN HÜZNÜ

KENDİSİYLE UZUN SÜREDİR BERABER OLDUĞU BEDENİNDEN AYRILAN RUHUN HÜZNÜ


İnsan, ruh ve bedenin bir araya gelmesiyle var olur. Ruh, bu dünyaya gözlerini açtığında bedenle tanışır ve onunla uzun bir yolculuğa başlar. Yıllar geçtikçe beden yaşlanır, yorulur, zayıflar; fakat ruh hep tazedir, değişmez. Bedenin acıları, sevinçleri, yükleri ve arzuları zamanla ruha da yansır. Ancak her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu birlikteliğin de bir vedası vardır. İşte o an geldiğinde ruh, yıllardır içinde yaşadığı bedeni terk etmek zorunda kalır. Bu ayrılış, hem ibret dolu hem de derin bir hüzün taşır.

Birlikte Geçen Yılların Ardından Gelen Ayrılık

Düşünelim ki bir yol arkadaşıyla uzun bir yolculuğa çıkmışsınız. Yıllarca beraber yürümüş, zorluklara birlikte göğüs germiş, sevinçleri ve acıları paylaşmışsınız. Fakat bir gün, yol arkadaşınızın gücü tükeniyor ve sizden ayrılmak zorunda kalıyor. Onun yorgun bedeni toprağa karışırken, siz yolculuğa yalnız devam etmek zorundasınız. Ruh için bedenle vedalaşmak işte tam da böyledir.

Ruh, bedeni terk ederken bir hüzün hisseder. Çünkü yıllarca içinde yaşadığı bu beden, artık bir yük değil, bir emanet gibi olmuştur. Onunla gülmüş, onunla ağlamış, onunla öğrenmiş, onunla hata yapmıştır. Ve şimdi, bir daha geri dönmemek üzere ondan ayrılmaktadır. Tıpkı eski bir dostu son kez görmek gibi, ona son bir kez bakar ve ona teşekkür edercesine onu terk eder.

Bedenin Sessizliği ve Ruhun Yalnızlığı

Beden, toprağa karışırken ruh kendi yolculuğuna devam eder. Ama geride bıraktığı dünyaya bir bakış atmadan edemez. Sevdiği insanlar, yaşadığı anılar, gerçekleştiremediği hayaller… Hepsi hâlâ oradadır ama artık ona ait değildir. Ruh, bu vedalaşmanın kaçınılmaz olduğunu bilse de, geride bıraktıkları karşısında derin bir hüzne kapılır.

Belki de bu yüzden, dünyada yaşayanların birçoğu ölümden korkar. Çünkü herkes bir gün, alıştığı bedeni bırakıp gitmek zorunda kalacaktır. Ancak bu, sadece bir son değil, aynı zamanda bir başlangıçtır. Ruhun yolculuğu burada bitmez; o, yeni bir âleme adım atar.

Ölümün İbret Dolu Öğretisi

Bu ayrılık, insana büyük bir ders verir: Hiçbir şey kalıcı değildir. Ne beden, ne mal, ne de dünya nimetleri… Ruh, zamanı geldiğinde her şeyi geride bırakmak zorundadır. Bu yüzden, insanın dünyada geçirdiği vakti iyi değerlendirmesi gerekir. Bedenini sadece bir araç olarak görmeli, ruhunu beslemeli, iyilikle anılacak izler bırakmalıdır. Çünkü son nefes verildiğinde, bedenin dünyaya ait olduğu ama ruhun yoluna devam edeceği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırız.

Ruh, bedeninden ayrıldığında üzülse de, eğer ardında güzel izler bırakmışsa, huzurla yoluna devam eder. Ama eğer bu dünyada kendini unutmuş, sadece bedenin isteklerine hizmet etmişse, işte o zaman ruhun hüznü derinleşir. Çünkü onun gerçek varlığı, dünya nimetlerinde değil, maneviyatta saklıdır.

Son Söz

İnsan, bedeniyle değil, ruhuyla insandır. Beden sadece bir kabuktur; vakti geldiğinde toprağa dönecektir. Önemli olan, ruhun bu dünyadan giderken nasıl bir iz bıraktığıdır. Ruhun hüzünle değil, huzurla ayrılması için, bu gerçeği unutmadan yaşamak gerekir. Ölüm bir son değil, bir geçiştir. Asıl mesele, bu dünyadan nasıl ayrıldığımızdır.

Loading

No ResponsesŞubat 9th, 2025

PENTAGON’UN KİRLİ İŞLERİ

PENTAGON’UN KİRLİ İŞLERİ


Pentagon’un faaliyetleriyle ilgili birçok tartışmalı konu gündeme gelmiştir. Bunlar arasında gizli operasyonlar, savaş stratejileri, casusluk faaliyetleri, askeri harcamalar, biyolojik silah iddiaları ve çeşitli ülkelerdeki örtülü operasyonlar yer alıyor.

Bazı tartışmalı konular şunlardır:

1. Gizli Operasyonlar (Black Ops): ABD’nin çeşitli ülkelerde yürüttüğü ve resmi olarak kabul edilmeyen askeri operasyonlar. CIA ve özel kuvvetler aracılığıyla gerçekleştirilen suikastlar, hükümet değiştirme girişimleri bunlara örnek olabilir.

2. Savunma Harcamaları ve Yolsuzluk: Pentagon’un bütçesi trilyon dolarlarla ifade edilir. Ancak birçok ihalede yolsuzluk iddiaları ve denetlenemeyen harcamalar sıkça gündeme gelir.

3. Biyolojik ve Kimyasal Silah Projeleri: ABD’nin biyolojik silah araştırmaları yaptığına dair iddialar zaman zaman ortaya atılmıştır. Özellikle eski Sovyet ülkelerindeki laboratuvarlarla bağlantılar tartışma konusudur.

4. Irak ve Afganistan İşgalleri: 11 Eylül sonrası ABD’nin Orta Doğu’ya müdahaleleri ve bu savaşların petrol, stratejik çıkarlar ve silah sanayisi için yapıldığı yönündeki iddialar sıkça tartışılmıştır.

5. NSA ve Küresel Casusluk: ABD’nin elektronik istihbarat teşkilatı NSA’in küresel çapta dinleme ve gözetleme yaptığı, hatta müttefik ülkelerin liderlerini bile izlediği ortaya çıkmıştır.

6. Özel Askeri Şirketler: Pentagon’un, Blackwater gibi özel güvenlik şirketlerini kullanarak bazı yasadışı operasyonları doğrudan ABD ordusu üzerinden değil, özel sektör aracılığıyla gerçekleştirdiği iddiaları bulunmaktadır.

Bu konular Pentagon’un faaliyetleri hakkında en çok tartışılan başlıklardan bazılarıdır.

@@@@@@@@

Pentagon: ABD Savunma Bakanlığı’nın Merkezi

Pentagon, Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı’nın (Department of Defense – DoD) ana karargâhıdır. 1943 yılında tamamlanan beşgen şeklindeki bu devasa bina, ABD’nin askeri stratejilerini yöneten en önemli kurumlardan biridir. Aynı zamanda ABD’nin dünya çapındaki askeri operasyonlarını planlayan ve yürüten merkezdir.

1. Pentagon’un Görevleri ve Yapısı

Pentagon, ABD’nin savunma politikalarını belirleyen, askeri operasyonları yöneten ve istihbarat faaliyetlerini koordine eden bir kurumdur. ABD ordusunun tüm birimleri Pentagon’a bağlıdır:

ABD Kara Kuvvetleri (U.S. Army)

ABD Deniz Kuvvetleri (U.S. Navy)

ABD Hava Kuvvetleri (U.S. Air Force)

ABD Deniz Piyadeleri (U.S. Marine Corps)

ABD Uzay Kuvvetleri (U.S. Space Force)

Savunma Bakanı (Secretary of Defense), Pentagon’un başındaki kişidir ve doğrudan ABD Başkanı’na bağlıdır.

2. Pentagon’un Tartışmalı Faaliyetleri ve Kirli İşler

Pentagon, birçok ülkede askeri operasyonlar yürütmesi, büyük savunma bütçeleri, casusluk faaliyetleri ve örtülü operasyonları nedeniyle sık sık tartışmaların odağında olmuştur. İşte en çok tartışılan bazı konular:

A. Gizli Operasyonlar ve Rejim Değiştirme Müdahaleleri

Pentagon, CIA ile iş birliği içinde farklı ülkelerde birçok hükümetin devrilmesine yönelik gizli operasyonlar yürütmüştür. Örneğin:

1953 İran Darbesi (Operasyon Ajax): ABD, İngiltere ile birlikte İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ı devirmek için darbe planladı. Sebep, İran’ın petrolü millileştirme kararıydı.

1961 Domuzlar Körfezi Çıkarması: Pentagon’un desteğiyle CIA, Fidel Castro’yu devirmek için Küba’ya başarısız bir çıkartma yaptı.

1973 Şili Darbesi: Pentagon ve CIA, General Augusto Pinochet’in darbesine destek verdi ve demokratik yollarla seçilen Salvador Allende devrildi.

Irak ve Afganistan İşgalleri: 2001’de Afganistan, 2003’te Irak işgal edildi. Irak’ta kitle imha silahları olduğu iddiasıyla başlatılan savaş, sonrasında bu silahların bulunamaması nedeniyle büyük bir skandala dönüştü.

Bu tür operasyonların çoğu “demokrasiyi yaymak” iddiasıyla yapılmış olsa da genellikle enerji kaynaklarını kontrol etmek, jeopolitik çıkar sağlamak ve askeri-endüstriyel komplekse fayda sağlamak için gerçekleştirildiği söyleniyor.

B. Savunma Harcamaları ve Yolsuzluk İddiaları

Pentagon’un yıllık bütçesi trilyon dolarlara ulaşmaktadır ve dünyanın en büyük savunma bütçesine sahiptir. Ancak, Pentagon’un bütçesinin önemli bir kısmı kayıtlara tam olarak geçmemekte, kayıp paralar ve fahiş harcamalar sıkça gündeme gelmektedir. Örneğin:

2016’da Pentagon’un 6.5 trilyon dolarlık harcamasının izlenemediği ortaya çıktı.

Lockheed Martin, Boeing gibi savunma şirketlerine fahiş fiyatlarla silah siparişi verildiği iddia ediliyor.

F-35 savaş uçağı projesi için harcanan 1.7 trilyon doların büyük kısmının israf olduğu eleştirileri var.

Pentagon’un büyük savunma şirketleriyle iç içe olduğu ve ABD’nin sürekli savaş halinde olmasının bu şirketlere büyük kazanç sağladığı da sıkça dile getirilen bir konu.

C. NSA ve Küresel Casusluk Faaliyetleri

Pentagon’a bağlı Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA), küresel çapta casusluk faaliyetleri yürütmektedir.

Edward Snowden’ın 2013’te ifşa ettiği belgelere göre: ABD, müttefik ülkeler dahil tüm dünyayı izliyordu.

Angela Merkel gibi dünya liderlerinin telefonlarının dinlendiği ortaya çıktı.

PRISM ve ECHELON gibi izleme programları ile internet ve telefon iletişimi sürekli gözetim altında.

Bu faaliyetler, Pentagon’un sadece askeri operasyonlarla değil, istihbarat ve veri toplama konusunda da küresel bir güç olduğunu gösteriyor.

D. Biyolojik Silah Araştırmaları ve Laboratuvarlar

Pentagon’un biyolojik silahlar üzerinde çalıştığı iddiaları yıllardır gündemde.

ABD’nin Gürcistan, Ukrayna ve diğer ülkelerde gizli biyolojik laboratuvarlar işlettiği iddia ediliyor.

Pentagon’a bağlı laboratuvarların, ölümcül virüsler ve biyolojik ajanlar üzerinde çalışmalar yaptığı öne sürülüyor.

Rusya ve Çin, ABD’nin biyolojik silah programları hakkında sık sık açıklamalar yaparak uluslararası soruşturma çağrısında bulunuyor.

Pentagon bu iddiaları reddetse de birçok analist, biyolojik savaşın gelecekte askeri stratejinin bir parçası olabileceğini düşünüyor.

3. Pentagon ve Medya Manipülasyonu

Pentagon, medya üzerindeki kontrolüyle de bilinir.

Hollywood ile iş birliği yaparak savaş propagandası içerikli filmler üretildiği iddia ediliyor. (Top Gun, Zero Dark Thirty vb.)

Irak ve Afganistan savaşları sırasında yanlış bilgiler yayarak kamuoyunu savaşa ikna etme çalışmaları yapıldı.

Sosyal medyada algı yönetimi için binlerce sahte hesap kullanıldığı öne sürülüyor.

Pentagon’un medya ve teknoloji şirketleriyle yakın ilişkisi, kamuoyunu yönlendirme kapasitesini artırıyor.

Sonuç: Pentagon Bir Savaş Makinesi mi?

Pentagon, ABD’nin askeri gücünün merkezi olmasının yanı sıra, jeopolitik çıkarları korumak için gizli operasyonlar, istihbarat faaliyetleri ve büyük savunma bütçeleri ile küresel dengeleri etkileyen bir kuruluştur.

Tartışmalı faaliyetleri nedeniyle barış ve güvenlik sağlamak mı yoksa emperyalist bir savaş makinesi mi olduğu sürekli olarak sorgulanıyor. Özellikle yolsuzluklar, casusluk, gizli operasyonlar ve medya manipülasyonu gibi konular, Pentagon’un etik dışı faaliyetler yürüttüğü yönündeki eleştirileri güçlendiriyor.

@@@@@@@@

**Pentagon’un Tartışmalı Faaliyetleri ve Uluslararası Tepkiler**
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), son yıllarda çeşitli operasyonları ve politikaları nedeniyle eleştirilerin odağında. İşte bu “kirli işler” olarak nitelendirilen başlıca tartışmalar:

### 1. **Suriye’de PKK/YPG Desteği ve Bölgesel Gerilimler**
Pentagon, Suriye’de DEAŞ ile mücadele adı altında PKK’nın Suriye kolu olan YPG’ye silah, eğitim ve lojistik destek sağlamaya devam ediyor. Türkiye, bu desteği “terör örgütüne yardım” olarak nitelendirirken, ABD yetkilileri Türkiye ile koordinasyonun sürdüğünü iddia etse de Ankara-Washington hattında güven sorunu devam ediyor. Ayrıca, Suriye’deki askeri varlığını sürdürmek için gizli operasyonlar düzenlendiği iddiaları da mevcut.

### 2. **İsrail’e Yapılan Devasa Silah Satışları**
ABD Dışişleri Bakanlığı, İsrail’e 7,4 milyar dolarlık silah satışını onayladı. Bu pakette 3 bin AGM-114 Hellfire füzesi, 13 bin JDAM güdüm kiti ve binlerce bomba yer alıyor. Satışın, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Washington ziyaretiyle aynı döneme denk gelmesi dikkat çekti. Arap ülkeleri, bu tür desteklerin uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve bölgesel istikrarı tehdit ettiğini vurguladı.

### 3. **Gazze Planı ve Zorla Yerinden Etme Senaryoları**
ABD Başkanı Trump’ın “Gazze’yi devralma” planı, Pentagon’un da dahil olduğu bir strateji olarak sunuldu. Plan, Filistinlilerin Mısır veya Ürdün gibi ülkelere göç ettirilmesini ve Gazze’nin ABD kontrolünde yeniden inşasını öngörüyor. Bu teklif, 12 Arap ülkesi tarafından “uluslararası hukukun açık ihlali” olarak reddedildi.

### 4. **Çin’e Karşı Askeri Yatırımlar ve Tayvan Krizi**
2025 bütçesinde Çin’i hedef alan 9,9 milyar dolarlık caydırıcılık operasyonlarına yer verildi. Ayrıca, Çin’in işgalinden korkan Tayvan’a 500 milyon dolarlık askeri destek paketi hazırlandı. Bu adım, Pekin yönetiminin tepkisini çekerken, bölgede gerilimi artırma riski taşıyor.

### 5. **Sızıntı Skandalı ve İç Güvenlik Zafiyetleri**
2023’te Pentagon’dan sızan 100’den fazla gizli belge, Ukrayna savaşına dair kritik istihbaratı ortaya çıkardı. Belgelerin bir “iç çarkır” tarafından paylaşıldığı düşünülüyor. Bu skandal, ABD’nin güvenlik protokollerindeki açıkları gözler önüne serdi.

### 6. **Nükleer Silahlanma ve Tehlikeli Yatırımlar**
Pentagon, 2025 bütçesinde nükleer silah programlarına 49,2 milyar dolar ayırdı. B-21 Raider bombardıman uçakları ve Columbia sınıfı denizaltılar gibi projeler, küresel silahlanma yarışını körükleyebilecek nitelikte.

### 7. **İnsan Hakları İhlalleri ve Uluslararası Hukuk Sorunları**
ABD’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) yönelik yaptırımları, 79 ülke tarafından “hukukun üstünlüğünü baltamak” olarak eleştirildi. Özellikle İsrailli yetkililere yönelik tutuklama emirlerinin engellenmesi, ABD’nin çifte standardını gösterdi.

### 8. **İç Politikaya Müdahale ve Askeri-Endüstriyel Kompleks**
Pentagon’un Kongre’ye sunduğu 850 milyar dolarlık bütçe talebi, askeri-endüstriyel kompleksin etkisini yansıtıyor. Bütçenin %1’lik artışla sınırlı kalmasına rağmen, Çin ve Rusya’ya karşı teknolojik üstünlük hedefi ön planda tutuluyor.

**Sonuç:**
Pentagon’un faaliyetleri, askeri hegemonya arayışı ve uluslararası hukuk ihlalleriyle sık sık gündeme geliyor. Silah satışları, gizli operasyonlar ve bütçe politikaları, küresel dengeleri derinden etkilemeye devam ederken, bu adımların insani ve siyasi maliyetleri tartışmaları da beraberinde getiriyor.

Loading

No ResponsesŞubat 9th, 2025

MAHREM ALANA GİRİP VE MAHREM BİLGİLERE SAHİP OLAN CEBRAİL’İN GİDEMEDİĞİ VE GİREMEDİĞİ MAKAM VE MAKALDİR MİRAÇ

MAHREM ALANA GİRİP VE MAHREM BİLGİLERE SAHİP OLAN CEBRAİL’İN GİDEMEDİĞİ VE GİREMEDİĞİ MAKAM VE MAKALDİR MİRAÇ


Miraç, İslam inancına göre Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) Allah ile buluştuğu manevi bir yolculuktur. Bu olay, İsra ve Miraç olarak iki aşamada gerçekleşmiştir:

1. İsra: Peygamber’in bir gece Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmesi.

2. Miraç: Mescid-i Aksa’dan göklere yükseltilerek Allah ile buluşması.

Bu yolculuk sırasında Cebrail (a.s.), Peygamber Efendimiz’e rehberlik etmiş, ancak Sidretü’l-Müntehâ denilen bir noktaya kadar eşlik edebilmiştir.

Sidretü’l-Müntehâ: Cebrail’in Geçemediği Sınır

Sidretü’l-Müntehâ, Miraç yolculuğunda göklerin en son noktasıdır. Cebrail (a.s.), buraya kadar Peygamberimize eşlik etmiş, fakat bu noktadan ileriye geçememiştir. Bunun sebebi:

Cebrail’in bir melek olması ve belirli sınırları aşamamasıdır.

Miraç, insana özel bir makam ve Allah’ın özel bir daveti olduğu için Peygamber Efendimiz bu yolculuğa tek başına devam etmiştir.

Cebrail (a.s.), bu sınırı geçemeyeceğini, “Buradan öteye geçersem yanarım.” diyerek ifade etmiştir. Bu, beşeri ve ilahi hakikat arasındaki en yüksek perde olarak yorumlanır.

Miraç’ın Önemi

Peygamberimiz, Allah ile perdesiz bir şekilde konuşmuş, yani doğrudan ilahi huzura kabul edilmiştir.

Beş vakit namaz, bu yolculuk sırasında ümmete farz kılınmıştır.

Allah’ın varlığına ve kudretine dair manevi bir tecrübe olarak kabul edilir.

Miraç, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal ve metafizik bir yükseliştir. Bu nedenle İslam’da büyük bir öneme sahiptir.

@@@@@@@@

Miraç olayında Hz. Cebrail’in (a.s.) belirli bir sınıra kadar eşlik ettiği ve bu sınırdan ötesine geçemediği İslami kaynaklarda önemle vurgulanan bir konudur. Bu sınır, **Sidretü’l-Münteha** olarak adlandırılan ve “son sınır” anlamına gelen ilahi bir makamdır. İşte bu açıdan Cebrail’in giremediği mahrem alan ve makamlarla ilgili detaylar:

### 1. **Sidretü’l-Münteha ve Cebrail’in Duruşu**
Miraç yolculuğunda Cebrail, Peygamberimiz’i (s.a.v.) Sidretü’l-Münteha’ya kadar eşlik etmiş, ancak bu noktadan sonra ilerleyememiştir. **Sidretü’l-Münteha**, Kur’an’da Necm Suresi’nde (53:14-16) bahsedilen ve meleklerin bile ötesine geçemediği bir sınırdır. Cebrail, burada “Bir adım daha atsam yanarım” şeklinde ifade edilen bir sözle durmuştur .
– Sidretü’l-Münteha’nın melekler için son nokta olduğu genel kabul görmüştür .
– Bu makam, Allah’ın huzuruna yakınlığın sembolüdür ve yalnızca Peygamberimiz’e (s.a.v.) açılmıştır .

### 2. **Refref ile İlerleyiş ve İlahi Huzur**
Sidretü’l-Münteha’dan sonra Peygamberimiz (s.a.v.), **Refref** adı verilen bir vasıta ile “Kab-ı Kavseyn” (iki yay mesafesi) makamına ulaşmıştır. Bu, Allah’a en yakın mevki olarak tanımlanır ve burada tüm perdeler kalkarak ilahi huzur tecelli etmiştir .
– Cebrail’in bu noktaya girememesi, meleklerin mahrem ilahi bilgilere tam olarak vakıf olamayacağını gösterir.
– Tasavvufi kaynaklarda, bu makamın sadece Allah’ın seçtiği kullara (örneğin veliler) açılabileceği, ancak bu yolun da ancak Peygamberimiz’in (s.a.v.) mirasıyla mümkün olduğu belirtilir .

### 3. **Mahrem Bilgiler ve Cebrail’in Rolü**
Cebrail, vahiy meleği olmasına rağmen, Sidretü’l-Münteha’dan sonraki mahrem bilgilere (örneğin, namazın farz kılınışı veya ümmete verilen özel lütuflar) tam olarak vakıf olamamıştır.
– Peygamberimiz (s.a.v.), bu makamlarda Allah’tan doğrudan vahiy almış ve ümmeti için özel ikramlarla dönmüştür. Örneğin, 50 vakit namazın 5’e indirilmesi bu süreçte gerçekleşmiştir .
– Cebrail’in bu bilgileri aktarması, ancak Peygamberimiz’in (s.a.v.) tecrübesiyle mümkün olmuştur.

### 4. **Teolojik ve Tasavvufi Yorumlar**
– **Kelami Görüş:** Cebrail’in Sidretü’l-Münteha’da durması, meleklerin sınırlı bir ilmi olduğunu ve Allah’ın mutlak kudretini vurgular. Bu, insanın Allah’a yakınlıkta özel bir konuma sahip olabileceğine işaret eder .
– **Tasavvufi Yorum:** “Fenâfillah” (Allah’ta yok olma) mertebesine ulaşan veliler, manevi miraçla bu makamlara yaklaşabilir. Ancak bu yol, Peygamberimiz’in (s.a.v.) miracına bağlıdır ve Cebrail’in sınırını aşan bir lütuftur .

### 5. **Sonuç ve Özet**
Miraç’ta Cebrail’in giremediği mahrem alanlar şunlardır:
1. **Sidretü’l-Münteha Sonrası:** Refref ile ulaşılan “Kab-ı Kavseyn” ve ilahi huzur.
2. **İlahi Sırlar:** Namazın farz kılınışı gibi ümmete özel hükümler.
3. **Manevi Makamlar:** Allah’ın zatına yakınlık gerektiren bilgiler.

Bu durum, Peygamberimiz’in (s.a.v.) Allah katındaki benzersiz konumunu ve insanın manevi potansiyelini vurgular. Cebrail’in sınırı, meleklerin ilminin nihai noktasını; Peygamberimiz’in (s.a.v.) miracı ise insanın ulaşabileceği en yüce mertebeyi sembolize eder.

Loading

No ResponsesŞubat 9th, 2025

ÇOK İLAHLIK TASLAYAN FİRAVUNLAR GELİP GEÇTİ, HEPSİ TOPRAĞIN ALTINDA

ÇOK İLAHLIK TASLAYAN FİRAVUNLAR GELİP GEÇTİ, HEPSİ TOPRAĞIN ALTINDA


Tarih sahnesi, kendini ilah sanan, gücüne güvenen, zulmü kendine hak gören nice hükümdarlarla doludur. Bu kişiler, sahip oldukları iktidarın sonsuz olduğunu zannetmiş, kendilerini halktan üstün görmüş, hatta ilahlık iddia edecek kadar kibirlenmişlerdir. Ancak hepsinin sonu aynı olmuştur: Bir avuç toprak…

Firavunlar, Nemrutlar, krallar ve diktatörler… Hepsi bir zamanlar dünyaya hükmettiklerini sandılar. Orduları vardı, sarayları vardı, altınları vardı. Ama bir şeyleri yoktu: Ölümü engelleme gücü. Bugün onların hepsi tarihin tozlu raflarında ve sayfalarında birer ibret vesikası olarak duruyor.

Gücün Getirdiği Körlük

Güç, insanı kör edebilir. İnsan, eline geçen iktidarın kendisine ait olduğunu, onu dilediği gibi kullanabileceğini düşünür. Oysa ki bu güç, bir emanet gibidir. Gelir ve geçer. Ama tarihte nice lider, bu gerçeği unutmuş, kendini ilah gibi görmüştür. Mısır’ın firavunları da bunlardan biriydi. Kendilerini ilah ilan ettiler, halklarını köleleştirdiler, zulmü sıradan bir yönetim şekli haline getirdiler. Ama sonra ne oldu? Deniz onları yuttu, toprak onları örttü, zaman onları unutturdu.

Nemrut, Hz. İbrahim’in karşısına dikilen kibirli bir hükümdardı. Gücüne o kadar güveniyordu ki, Allah’a meydan okuyacak kadar ileri gitti. Ancak küçücük bir sinek, onun sonunu getirdi. Bir sineğin bile karşısında aciz kalan bir insanın, kendini ilah sanması ne büyük bir gaflettir!

Toprak Herkesi Eşitler

Zengin de olsan, fakir de olsan, kral da olsan, köle de olsan… Sonunda herkes aynı yere gidecek: Toprağın altına. Firavunlar, kendilerine devasa piramitler inşa ettirdiler. Öldükten sonra bile tahtlarını koruyabileceklerini sandılar. Ama ne oldu? Cesetleri sergilenen mumyalar haline geldi. Oysa ki onlar, bedenlerinin asla yok olmayacağını düşünerek ilahlık taslamışlardı. Bugünse turistlerin meraklı bakışları arasında cam fanusların içinde yatıyorlar.

Bu bize bir gerçeği hatırlatıyor: İnsanın son durağı, bir avuç topraktır. Ne malı ne mülkü ne de saltanatı onunla birlikte gidecektir. Öyleyse insan, bu dünyada nasıl bir miras bırakacağına, hangi izlerle anılacağına dikkat etmelidir. Çünkü toprağın altına yalnızca beden gider, ama insanın yaptıkları, nesiller boyu konuşulmaya devam eder.

Son Söz

Firavunlar gelip geçti. Hepsi toprağın altında, ama onların kibri ve zulmü hâlâ ibret olarak anlatılıyor. Dünya, kendini ilah sanan nice zalimi gördü, gömdü ve hepsini bir bir yok etti. O halde insanın, kibir yerine tevazuyu, zulüm yerine adaleti, bencillik yerine iyiliği seçmesi gerekmez mi? Çünkü gerçek güç, kendini ilah sanmakta değil, insan kalabilmekte saklıdır.

 

Loading

No ResponsesŞubat 9th, 2025