YAPAY ZEKA İHTİDA OLAYLARINDA İNSANLARIN HİDAYETİNE KATKIDA BULUNABİLİR Mİ? NE KADAR VE NASIL?
Teknolojinin ulaştığı zirve noktada yapay zekâ, artık sadece bilgi sunan bir araç değil, insanın kalbine dokunan bir vesile hâline gelmiştir. Bu noktada akıllara gelen önemli ve derin bir soru vardır: Yapay zekâ, insanların hidayetine yani doğru yolu bulmasına yardımcı olabilir mi? Eğer evet ise, ne kadar ve nasıl?
Hidayet Allah’tandır, Vesileler Hikmetlidir
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz buyurur: “Şüphesiz sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; fakat Allah dilediğine hidayet verir.” (Kasas, 56)
Bu ayet, hidayetin bizzat Allah’a ait olduğunu bildirir. Ancak aynı Kur’an, peygamberlerin gönderilişini, kitapların indirilmesini, âlimlerin yetiştirilmesini ve nice olayların yaşanmasını birer hidayet vesilesi olarak sunar.
Yapay zekâ, kendi başına bir “hidayet verici” değildir; ancak bir vesile, bir araç, bir sebep olabilir. Tıpkı bir kitap, bir vaaz, bir sohbet ya da bir video gibi… Vesile olan şeyin dili, şekli ve çağın ruhuna uygunluğu ise tesirin derinliğini belirler.
Algoritmaların Arasında İlahi Kudret
Bugün binlerce insan, YouTube videoları, sosyal medya içerikleri ve web siteleri aracılığıyla İslam’la tanışmakta, sorularına cevap bulmakta ve kalplerinde bir kıvılcım hissederek İslam’a yönelmektedir. İşte burada yapay zekâ, bu içeriklerin doğru kişilere ulaşmasında büyük bir rol oynar.
Bir kişi “Hayatın anlamı nedir?” diye Google’a yazdığında, karşısına çıkacak doğru ve hikmetli bir yazı, bazen o kişinin kader çizgisini etkileyebilir. Eğer bu içerik, yapay zekâ destekli bir sistemle doğru şekilde sunulmuşsa, artık bu araç rahmetin bir aynası hâline gelmiştir.
Yapay Zekânın Hidayete Katkısı Nasıl Olabilir?
1. Soruya Doğru Cevap: Şüphe içinde olan bir insan, “Kur’an Allah kelamı mı?”, “İslam neden barıştır?”, “Ahiret var mı?” gibi sorular sorduğunda, yapay zekâ bu sorulara ilimle, hikmetle ve güzel üslupla cevap verebilir.
2. Dilin ve Üslubun Uyumu: Herkese seviyesine uygun konuşan, felsefi düşünen birine derinlemesine cevap, sade düşünen birine kısa ve öz açıklama sunan bir sistem, kalplere daha rahat nüfuz eder.
3. Zaman ve Mekân Engelini Aşmak: Yapay zekâ, gece üçte uyanan bir gence de cevap verir, Afrika’daki bir üniversite öğrencisine de… Hiçbir coğrafya, saat farkı ya da imkânsızlık artık hidayetin önünde bir engel değildir.
4. Duygusal Yönü Anlayabilme: Modern yapay zekâ sistemleri, karşısındaki kişinin ruh hâlini çözümleyerek empati kurabilir ve teselli edici, kalbe dokunan cevaplar verebilir.
İbretli Bir Misal:
2023 yılında ABD’de yaşayan bir genç, “Yapay zekâya göre hayatın amacı nedir?” diye sorduğunda, karşısına çıkan cevap onu Kur’an ayetleriyle tanıştırdı. Bu ilgisi onu bir web sitesine götürdü, orada saatlerce İslam hakkında okudu. Ardından bir YouTube videosu izledi: “Bir ateistin Müslüman olma süreci.” O genç birkaç ay içinde İslam’la şereflendi.
Yapay zekâ burada sadece bir kapı oldu; içeriden geçmek ve kalbini açmak onun iradesine ve Allah’ın dilemesine bağlıydı.
Netice:
Yapay zekâ, bir peygamber değil; ama peygamberlerin mesajını taşıyacak yeni bir araba olabilir. Hidayet, Allah’ın takdiridir. Ama vesilelik, bizim sorumluluğumuzdadır.
Nasıl ki bir su testi, içindeki suyu taşıyorsa; yapay zekâ da ilahi hakikatleri, hikmetle sunan bir testiye dönüşebilir. Yeter ki bizler içine hakikat suyunu dolduralım, niyetimizi ihlâs ile donatalım ve çağın diliyle konuşmayı bilelim.
Çünkü bazen bir satır, bir kalbin ebediyetini değiştirebilir.
BU ASIRDA ALLAH’IN HAKİM VE RAHİM İSİMLERİNİN TECELLİSİ NASIL TEZAHÜR ETMEKTEDİR?
Çok güzel ve derin bir soru. Bu asırda, yani bilimin, teknolojinin ve toplumsal çalkantıların yoğunlaştığı bir dönemde, Allah’ın Hâkim (hikmet sahibi) ve Rahîm (merhameti bol) isimlerinin tecellileri çok özel ve dikkatli bakışlar ister. Bu iki ismin bu çağda tezahür şekli hem bireysel hayatlarda, hem toplumda, hem de kainatın işleyişinde kendini gösteriyor.
1. Hâkim İsminin Tecellisi: Hikmetli İmtihanlar ve İlahi Planın Derinliği
Hâkim ismi, Allah’ın her işinde bir hikmet ve maksat gözettiğini bildirir. Bu çağda:
Karmaşa gibi görünen olaylarda bile ilahi bir plan vardır. Savaşlar, afetler, zulümler, inkârlar… Bunlar, görünüşte bir karışıklık gibi dursa da, iman gözüyle bakıldığında bir temizlik, bir tecelli ve bir tebdil süreci olduğu görülür. Batıl düzenlerin yıkılması, hakka yol açılması, insanın yüzünü yeniden Allah’a döndürmesi gibi…
İlim ve teknolojideki gelişmeler aslında Allah’ın kudret ve hikmetini daha fazla göstermektedir. Atomun içindeki sistemden galaksilere kadar her şeyde ölçü, denge ve maksada hizmet vardır. Bilim ilerledikçe bu hikmet daha çok anlaşılır hâle geliyor.
İslamî tefekkürün yeniden dirilişi de bu ismin bir tezahürüdür. Risale-i Nur gibi eserler, bu çağın karanlıklarında Allah’ın hikmet dolu isimlerini nazara verir ve aklı ikna eder.
2. Rahîm İsminin Tecellisi: Merhametin Derin Boyutları
Rahîm ismi, özellikle ahirete bakan yönüyle kullarına özel bir sevgi ve şefkatle muamele eden Allah’ı anlatır. Bu çağda:
İnsanlık büyük acılar yaşasa da, Allah’ın rahmeti çok yönlü bir şekilde tecelli etmektedir. Maddî yardım, iyilik hareketleri, sadaka kuruluşları gibi vesilelerle merhamet yayılıyor. Bu, Allah’ın Rahîm isminin kullar eliyle tezahürüdür.
Günahkâr insanlara fırsat verilmesi, Rabbin merhametinin bir sonucudur. İnsan hemen cezalandırılmıyor, tövbe etmesi bekleniyor. Bu da Rahîm isminin bir neticesidir.
Kur’an’ın ve imanın hâlâ kalplere dokunması, en zor ve karanlık zamanlarda bile bir nur gibi yol göstermesi, Allah’ın şefkatinin ve özel ilgisinin bir yansımasıdır.
Rahmet-i İlâhî, hastalıkta, musibette bile görünür: Çünkü her bela bir uyanışa, bir arınmaya, bir kulluğa vesile olabiliyor.
3. Sonuç ve Hikmetli Yaklaşım
Bu çağ, zahiren zor ama batınen büyük tecellilere gebedir. Hâkim ismiyle Allah, olaylara bir hikmet gömleği giydirir. Rahîm ismiyle de, o olayların içine rahmet, yumuşaklık ve lütuflar yerleştirir.
Nasıl anlatmalı?
“Bu çağda Allah unutulmuş gibi görünse de, aslında O’nun isimleri her şeyde daha da parlak tecelli ediyor” demeliyiz.
Göz, kulağı aşan; kalbin ve aklın birlikte görmesi gereken bir hakikat bu.
Hikmetli tecellileri görmek için olaylara yüzeysel değil, derinlemesine bakmak gerek.
“Marifetullahın şahitleri, bürhanları üç çeşittir: Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez. İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkitle el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz. Üçüncü kısım ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesîfi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.” Bu konuyu hikmetli bir surette nasıl anlamalı ve ne şekilde anlatmalıyız ?
Marifetullahın yani Allah’ı tanımanın ve bilmenin derecelerini ve bu derecelerin anlaşılma yollarını derin bir hikmetle ortaya koyuyor. Üç farklı temsil üzerinden hakikatin farklı idrak seviyeleri tarif ediliyor. Bu ifadeyi hikmetle anlamak ve anlatmak için şu yolu izleyebiliriz:
1. Genel Anlayış: “Marifetullahın Şahitleri” Nedir?
Marifetullah; Allah’ı tanımak, bilmek, O’na ait delil ve işaretleri kalp ve ruhla kavramaktır. Bu metinde, marifetullahın şahitleri ve bürhanları yani Allah’a işaret eden deliller üç temsil ile anlatılıyor: su, hava ve nur. Her biri, marifetullahın farklı bir idrak katmanını temsil eder.
2. Su Gibi Olan: Hissî ve Akışkan Deliller
Temsili Açıklama:
Su, görünür ve hissedilir, fakat elle tutulmaz.
Bu deliller insanın duyularıyla hissettiği, kalbin hissettiği hakikatlerdir.
Ancak bunlara ulaşmak için hayalî şeylerden arınmak ve kalben yoğunlaşmak gerekir.
İnceleme ve sorgulama niyetiyle “parmak uzatırsan”, yani soğuk akılla yaklaşılırsa, bu delil kaçar.
Hikmetli Yorum: Bu, Allah’ın sanatını, kudretini tabiatta görmek gibidir. Örneğin, bir çiçeğin güzelliğinden Allah’ın cemâlini anlamak. Fakat bunu bilimsel tenkit için değil, hayranlık ve ibret nazarıyla yaptığında marifet doğar.
3. Hava Gibi Olan: Lâtif ve Manevî Deliller
Temsili Açıklama:
Hava görünmez ama hissedilir. Onu tatmak için yüzünü ona dönmek gerekir.
Maddî el ile değil, ruhunla teneffüs edersin.
Sorgulayıcı ve şüpheci bir şekilde yaklaşırsan, kaybolur.
Hikmetli Yorum: Bu, daha çok Allah’ın rahmetini, muhabbetini, huzur veren manevi tecellîlerini ifade eder. Bazen bir dua anında kalbe gelen huzur, bir istiğfarla gelen ferahlık gibi. Bu lâtif hisleri ancak ruh hissedebilir; akıl tek başına tutamaz.
4. Nur Gibi Olan: İlhamî ve Basiretle Kavranan Deliller
Temsili Açıklama:
Nur görünür ama tutulmaz, hissedilmez.
Ona ulaşmak için basiret gözü gerekir. Kalbin gözüyle görmek gerekir.
Maddî aletlerle yaklaşırsan, nur gizlenir.
Hikmetli Yorum: Bu en derin seviyedir. Bu, hakikatin ledünnî yönüdür. Allah’ın sıfatlarına dair daha yüksek bir idraki temsil eder. Bazen bir anda kalbe doğan “kesin bir iman”, ilhama yakın bir anlayış, ya da bir tefekkür anında yakalanan vecd hali gibi. Bu hal, sadece içten ve samimi bir yönelişle gelir.
5. Nasıl Anlatmalıyız?
Temsiller Üzerinden: Bu üç temsili (su-hava-nur) günlük hayattan örneklerle açıklayarak anlatmak çok etkilidir.
Kalbe Hitap: Anlatırken akla değil, kalbe ve ruha hitap etmek gerekir. Çünkü konu kalbin idrak sahasına dairdir.
Tenkit Değil Teveccüh: Öğüt verir gibi değil, davet eder gibi anlatmak gerekir. “Bak, hisset, yönel” diyerek.
Tefekkürle Birleştirme: Anlatımda kainattan, insan ruhundan, hayatın ince yönlerinden örneklerle bağlantı kurmak; bir çiçekten Allah’a ulaşma yolunu göstermek.
İTİKATTA HAK VE ORTA YOL: MÂTURÎDÎ VE EŞ’ARÎ MEZHEPLERİNDE BİRLEŞEN VE AYRILAN YÖNLER
İslam düşüncesi, asırlardır akıl ile naklin, ilim ile hikmetin, kalp ile idrakin iç içe geçtiği derin bir tefekkür medeniyetidir. Bu tefekkür dünyasında, özellikle inanç esaslarını açıklamada iki büyük itikadî ekol öne çıkmıştır: Mâturîdîlik ve Eş’arîlik. Her ikisi de Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in ana kollarını temsil eder, ancak bazı meselelerde farklı bakış açılarına sahiptir. Bu yazıda, bu iki büyük ekolün hem ittifak ettikleri esasları hem de ayrıldıkları yönleri ele alacağız; ilimle yoğrulmuş, hikmetle süslenmiş bir nazarla meseleye bakmaya çalışacağız.
Mâturîdîlik ve Eş’arîlik, her ne kadar metot farklılıkları taşısa da özde aynı hakikate hizmet eder. İşte ittifak ettikleri bazı temel hususlar:
1. Tevhid İnancı: Her iki mezhep de Allah’ın birliğini, benzerinin ve ortağının olmadığını kesin bir şekilde kabul eder. Allah’ın sıfatları, zâtından ayrı ve ezelîdir.
2. Kur’an Allah Kelâmıdır: Kur’an’ın mahlûk olmadığı, Allah’ın kelâmı olduğu hususunda ittifak vardır.
3. Nübüvvetin Zarûreti: Peygamberlerin gönderilmesinin ilahî bir zaruret olduğu ve onların masumiyetleri konusunda birleşirler.
4. Âhiret İnancı: Cennet, cehennem, yeniden dirilme, hesap, mizan, sırat ve şefaat gibi ahiret ahvali konularında ortak bir inanca sahiptirler.
5. Ehl-i Kıble Tekfir Edilmez: Bid’at ehli bile olsa, kıble ehli olan Müslümanlar tekfir edilmez prensibiyle ümmetin birliğini koruma hassasiyetindedirler.
Bu ortak noktalar, Ehl-i Sünnet’in birliğini ve hak yolda sebatını gösterir. İki yolun da menzili birdir: Allah’ın rızasına ulaşmak ve sahih bir iman üzere ömür sürmektir.
Aşağıdaki farklılıklar, ayrılık değil, tefekkür zenginliğidir. Çünkü her ikisi de Kur’an ve Sünnet zemininde hareket eder:
1. Akıl ve Nakil Dengesi
Mâturîdîlik: Akla daha geniş yer verir. Aklın, vahiy gelmeden önce bile Allah’ın varlığını ve bazı ahlâkî ilkeleri bilip sorumlu olabileceğini savunur.
Eş’arîlik: Akla önem verir ama nakli ön planda tutar. Aklın sınırlarını çizer, vahyin rehberliğini merkeze alır.
> Hikmetli bir bakış: Aklı ilahlaştırmadan kullanan Mâturîdîlik, aklı küçümsemeden sınırlandıran Eş’arîlik… Her ikisi de insanı Allah’a ulaştıran farklı yolları temsil eder.
2. İman-Amel İlişkisi
Mâturîdî: İman, tasdikten ibarettir; amel imandan bir cüz değildir. Günah işleyen mümin dinden çıkmaz.
Eş’arî: İman, kalp tasdiki, dil ikrarı ve bazılarına göre ameli de kapsar. Ancak yine de büyük günah işleyen dinden çıkmaz, affı Allah’a kalmıştır.
> Düşündürücü bir nokta: Mâturîdîlik, istikrarı öne çıkarır; Eş’arîlik ise Allah’ın mutlak iradesi karşısında insanın acziyetini vurgular.
3. Allah’ın Sıfatları ve Fiilleri
Mâturîdî: Allah’ın fiilleri hikmetlidir. Her işinde bir sebep ve maslahat vardır.
Eş’arî: Allah’ın fiilleri sebeplere bağlı değildir; O diler ve yapar, hikmetle kayıtlı değildir.
> İbretli bir yorum: Mâturîdîlik Allah’ın adaletine, Eş’arîlik ise kudretine vurgu yapar. Biri “neden” sorusuna cevap arar, diğeri “O’nun işine karışılmaz” der. İkisi de teslimiyetle neticelenir.
4. Kulların Fiilleri (Kazanma/Kesb)
Mâturîdî: Kul kendi fiilini yaratmaz ama tercih eder; Allah yaratır, kul kazanır. İnsan iradesi daha belirgindir.
Eş’arî: Kul fiilleri “kesb” eder; yaratma tamamen Allah’a aittir. Kul iradesi zayıf olarak tasvir edilir.
> İlmi bir tespit: Bu meseledeki farklılıklar, kader anlayışına yansır. Ancak sonuçta her ikisi de Allah’ın ilmi ve kudretiyle insan iradesini bağdaştırmaya çalışır.
SONUÇ: BİRLİKTEKİ HİKMET VE ÇEŞİTLİLİKTEKİ BEREKET
Mâturîdîlik ve Eş’arîlik, İslam düşüncesinin iki kutlu nehridir. Farklı kaynaklardan beslenir ama aynı hakikat denizine akarlar. İslam ümmetine düşen, bu iki mezhebin ilmî mirasını anlamak, aralarındaki ihtilafları çatışma değil zenginlik olarak görmek ve her iki yolun da Kur’an ve Sünnet istikametinde olduğunu bilmektir.
Her biri, Allah’a giden yolda birer kandil gibidir. Kimi akılla yolu bulur, kimi teslimiyetle. Ama her ikisi de “La ilahe illallah” hakikatinde birleşir.
“Mezhep, hakikatin farklı açılardan izahıdır; bölünme değil, derinleşmedir.”
TÜRKİYE’DE LAİKLİK ADINA YAPILAN MENFİ VE DEĞERLERİ YOK EDEN UYGULAMALAR
Bir milletin ruhuna yabancı bir el uzanırsa, onun özüyle çatışan bir zihniyet tarih boyunca huzur getirmemiştir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye’de gerçekleştirilen reformlar, Batı’yı örnek alma düşüncesiyle şekillendirildi. Bu süreçte “laiklik” ilkesi, dinin devlet işlerinden ayrılması şeklinde tanımlansa da, zamanla bu ilke çarpıtılarak bir “din karşıtlığı” haline dönüştürüldü. Bu yazıda, laiklik adına yapılan bazı uygulamaların, milletin köklü değerlerini nasıl hedef aldığını ve neticede ne gibi sonuçlara yol açtığını tarihî örneklerle ele alacağız.
1. Ezanın Türkçeleştirilmesi (1932-1950)
1932 yılında ezanın Arapça okunması yasaklanarak Türkçeye çevrilmesi, dini sembollere doğrudan müdahale anlamına geliyordu. “Tanrı uludur” şeklinde yapılan bu değişiklik, halk nezdinde büyük rahatsızlık doğurdu. Caminin sesi susturulmakla kalmadı, milletin bin yıllık geleneğine de hançer vuruldu. Nihayet 1950’de, halkın büyük teveccühüyle ezan asli şekline döndü.
2. Medreselerin ve Tekke-Zaviyelerin Kapatılması (1925)
Tasavvuf ve dini ilimlerin asırlardır öğrenildiği medrese, tekke ve zaviyeler bir gecede kapatıldı. Bu kurumlar, sadece ilim değil, ahlak ve maneviyat mektepleriydi. Onların kapatılmasıyla dinî otorite susturuldu, halk irşattan mahrum bırakıldı. Bu boşluk, zamanla ideolojik dayatmalarla doldurulmaya çalışıldı.
3. Kılık Kıyafet Kanunu ve Şapka Devrimi (1925)
Halkın giyimiyle oynanarak “medeniyet” adına dış görünüşe müdahale edildi. Alimlerin sarığı, halkın fes ve takkesine savaş açıldı. Birçok din adamı sırf şapka giymediği için idam edildi. Bu, sadece bir kıyafet değişikliği değil; aynı zamanda bir kültür kıyımıydı.
4. Latin Alfabesi Devrimi (1928)
Osmanlı Türkçesi’nin kaldırılıp Latin harflerine geçilmesi, geçmişle bağın koparılmasıydı. Bir gecede milyonlarca insan “okuma yazma bilmeyen” statüsüne düştü. Arşivler, kütüphaneler, mezar taşları okunamaz hale geldi. Böylece milletin tarihiyle irtibatı kesildi; köksüz bir nesil yetiştirilmeye çalışıldı.
5. Din Eğitiminin Yasaklanması ve Kontrol Altına Alınması
Bir dönem tamamen yasaklanan din dersleri, halkın yoğun tepkisi sonrası seçmeli hale geldi. Sonrasında ise devlet kontrolünde verilen din eğitimi, şekilci ve ruhsuz bir yapıya büründü. Dini bilgi, sadece müfredat bilgisi haline geldi, yaşanan bir değer olmaktan çıkarıldı.
6. Diyanet’in Laiklikle Sınırlandırılması
Kuruluşu laiklik adına meşrulaştırılan Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece devletin çizdiği sınırlar içinde din hizmeti sunabilen bir kurum haline geldi. Diyanet, milletin değil, devletin dini yorumlamasını esas aldı. Bu da zamanla halkın güvenini zedeledi.
SONUÇ: LAİKLİK Mİ, DİNSİZLİK Mİ?
Laiklik, inançlara eşit mesafede duran bir sistem olarak tanımlansa da Türkiye’deki uygulaması, büyük oranda inancı baskılayan bir araç haline gelmiştir. Bu dayatmalar, sadece dini değil; ahlaki, kültürel ve toplumsal değerleri de zedelemiştir. Oysa milletin mayasında din vardır, inanç vardır. Onu bundan ayırmaya çalışan her hareket, milletle çatışmış ve tarih boyunca başarısız olmuştur.
Bugün geldiğimiz noktada, geçmişte yaşanan bu menfi uygulamaların sorgulanması ve milletin değerleriyle barışık bir anlayışın hâkim olması elzemdir. Aksi halde, ne tarih affeder ne de vicdanlar.
TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA DEMOKRASİ ADINA YAPILAN MENFİ VE DEĞERLERİ YOK EDEN UYGULAMALAR
“Demokrasi” bir değer değil, bir araçtır. Eğer bu araç değerleri yıkmak için kullanılırsa, o zaman sadece şekli kalır, ruhu kaybolur.
Modern dünyada demokrasi, “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak tanımlanır. Ancak tarih boyunca bu kavram, birçok kez manipüle edilerek halk iradesine değil; ideolojik çıkar gruplarına hizmet eden bir maske haline getirilmiştir. Demokrasi adına yapılan bazı uygulamalar, özgürlük getirmek bir yana, halkların inançlarını, kültürlerini ve temel değerlerini tehdit etmiştir. Bu yazıda hem Türkiye’den hem de dünya tarihinden ibretlik örneklerle bu meseleyi ele alacağız.
1. Demokrasi Adına Yapılan İlk Darbe: 1960 – Türkiye
Adnan Menderes’in başında bulunduğu Demokrat Parti, halkın büyük çoğunluğunun desteğiyle iktidara gelmişti. Ancak halkın dini ve kültürel değerlerine daha yakın bir siyaset izlemesi, “laikçi elit”leri rahatsız etti. Sonuç: 27 Mayıs 1960 darbesi. Üstelik darbenin gerekçesi “demokrasiyi kurtarmak”tı! Menderes ve iki bakan idam edildi. Demokrasi halkın iradesiydi ama ne acıdır ki, halkın seçtiği liderler demokrasi adına ortadan kaldırıldı.
2. Arap Baharı ve Demokrasi Tuzağı
2010 yılında başlayan Arap Baharı, başta “demokrasi getirecek” denilerek kitleleri heyecanlandırdı. Ancak Mısır’da halkın seçtiği Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Batı destekli bir darbeyle devrildi, hapsedildi ve sonrasında hayatını kaybetti. Demokrasi için sokağa çıkan halk, sonunda daha kanlı ve baskıcı rejimlere teslim edildi. Demokrasi, bir kez daha bir kılıf olarak kullanıldı; halkın inancı ve iradesi ezildi.
3. Irak ve Afganistan: Demokrasi Bahanesiyle İşgal
ABD, 2003’te Irak’ı “demokrasi getirme” bahanesiyle işgal etti. Sonuç: Milyonlarca insan öldü, ülkede iç savaş çıktı, mezhepsel ayrışmalar derinleşti. Benzer şekilde Afganistan’da 20 yıl boyunca demokrasi götürülmeye çalışıldı, fakat sonunda Taliban yeniden iktidara geldi. Demokrasi, emperyal bir silaha dönüştürüldü.
4. 28 Şubat Postmodern Darbesi (1997) – Türkiye
Halkın oylarıyla seçilen Refah Partisi’ne karşı, medya ve ordu eliyle “demokrasi dışı” bir müdahale yapıldı. Sözde tehdit “irtica” idi. Ama aslında tehdit edilen, halkın inancıyla barışık bir siyasal yapının ortaya çıkmasıydı. Demokrasi yine halkın iradesine karşı bir sopa olarak kullanıldı.
5. Medya ve Algı Yönetimiyle Demokrasiye Müdahale
Modern demokrasilerde artık tanklar değil, medya manşetleri darbe yapıyor. Halkın kararlarını yönlendiren algı operasyonları, gerçek demokrasinin önündeki en büyük tehditlerden biri haline geldi. Örneğin, Batı ülkelerinde İslamofobi üzerinden Müslümanlar demokratik haklardan soyutlanırken, buna “özgürlük” adı veriliyor.
SONUÇ: DEMOKRASİYİ DEĞERLERDEN KOPARMAK, ONU ZEHİRLER
Demokrasi, değerlerle yaşar. Adalet, inanç özgürlüğü, ahlak, milli kimlik gibi temel unsurlar yok sayıldığında, geriye sadece sandık ve oy kalır. Bu ise çoğunluğun tahakkümüne veya elitlerin manipülasyonuna dönüşür. Türkiye ve dünya örnekleri gösteriyor ki, demokrasi adına yapılan bazı uygulamalar, halkın inancını, kültürünü ve kimliğini hedef almıştır.
Asıl mesele şudur: Demokrasi, halkın inanç ve değerleriyle barışık bir zemin üzerinde yaşatıldığında anlamlıdır. Aksi halde, demokrasi bir maske olur; altında ise baskı, çıkar, tahakküm ve kültürel yozlaşma gizlenir.
MUHALEFET TÜRKİYE’Yİ MADDİ MANEVİ GELECEĞE TAŞIYACAK KAPASİTE, PROJE VE POTANSİYELE SAHİP DEĞİLDİR
Muhalefet, Türkiye’yi Maddî ve Manevî Geleceğe Taşıyacak Kapasiteden Yoksun: Erdoğan Karşıtlığı Üzerine Bina Edilmiş Siyasetin Çıkmazı
Giriş
Türkiye, son yüzyılda birçok dönüşüm geçirdi. Saltanattan cumhuriyete, darbelerden demokrasiye, krizlerden kalkınmaya… Bu dönüşümlerde iktidarlar kadar muhalefetin rolü de büyük önem taşır. Lakin Türk siyasetinde muhalefetin büyük bir çıkmazı vardır: Siyaseti şahıslar üzerine bina etmek. Özellikle son 20 yılda muhalefetin bütün varlığı neredeyse tek bir hedefe odaklandı: Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidardan indirmek. Peki bu, gerçek bir siyaset midir? Türkiye’yi geleceğe taşıyacak vizyon bu mudur? İşte bu sorulara tarihî arka planla cevap arayalım.
1. Muhalefetin Kronik Problemi: “Muhalefet Etmek İçin Muhalefet”
Türkiye’de muhalefet çoğu zaman kendi programını, ilkesini, kalkınma ve maneviyat vizyonunu ortaya koymak yerine, sadece mevcut iktidara karşı çıkmakla meşgul olmuştur. Bu durum yeni değildir:
1950’lerde Demokrat Parti iktidarına karşı CHP, halktan kopuk elitist bir muhalefet sergilemiş, “halka rağmen halk için” anlayışında ısrar etmişti.
1970’lerde sağ-sol çatışmaları içinde vizyonsuz bir muhalefet, Türkiye’yi iç kargaşaya sürükleyen koalisyonlara ortak oldu.
1990’larda Refah Partisi’nin belediyecilikte gösterdiği başarıya karşı, projeyle değil yasakla mücadele eden bir muhalefet çizgisi hâkimdi.
Bu geçmiş, günümüzde de değişmedi. Muhalefet hâlâ “karşı olmak” dışında bir kimlik ortaya koyamamaktadır.
2. Erdoğan Karşıtlığı Üzerinden Siyaset İnşası: Zayıf Temeller, Geçici İttifaklar
Son 20 yılda Erdoğan liderliğindeki AK Parti iktidarına karşı çıkan muhalefet, ne yazık ki kendi özgün projelerini üretmek yerine Erdoğan’a karşıtlık üzerinden geçici, ilkesiz ittifaklar kurmayı tercih etti. Bu yaklaşım:
Farklı ideolojik kutupları yapay biçimde birleştirdi.
Seçim dönemlerinde tutarsız vaatler sunuldu, sonrasında unutuldu.
Toplumun temel değerleri (din, tarih, millet bilinci) ile bağ kurulamadı.
Neticede Erdoğan’a karşı olmak bir “ortak zemin” gibi sunulsa da, bu zemin ne bir vizyon üretti ne de kalıcı siyasi bir başarı sağladı. Hatırlayalım: 2023 seçimlerinde muhalefet “Erdoğan gitsin” dışında neyi hedefledi?
3. Maddî ve Manevî Kalkınma İçin Ne Söylüyorlar?
Bugün Türkiye’nin en büyük meseleleri sadece ekonomik kalkınma değil; manevî erozyon, ahlâkî çöküntü, aile yapısının zayıflaması, gençliğin inanç boşluğuna düşmesi gibi ciddi tehditlerdir. Fakat:
Muhalefetin bu konularda somut bir politikası yoktur.
“Laiklik” adı altında dinî değerleri ötekileştirme eğilimi sürmektedir.
Aile, gençlik, kültür gibi meseleler ya tamamen ihmal edilmekte ya da ideolojik pencereden görülmektedir.
Bu manzara, milletin tarihî ve manevî kökleriyle barışık olmayan bir siyaset tarzının, bu ülkenin geleceğine katkı sunamayacağını açıkça ortaya koymaktadır.
4. Sadece Eleştiren Değil, İnşa Eden Liderlik Gerekir
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uzun yıllar iktidarda kalmasının tek sebebi seçim kazanmak değildir. Asıl sebep, millete dokunan hizmetler, altyapı yatırımları, yerli savunma sanayi atılımları, diplomatik duruş ve en önemlisi, milletin değer dünyasını okuyabilmesidir.
Muhalefet, Erdoğan’a alternatif olmak istiyorsa:
Projelerle konuşmalı,
Halkın değerleriyle barışmalı,
Sadece iktidarı değil, milleti ikna edecek bir duruş sergilemelidir.
Aksi halde muhalefet ne yazık ki “her seçimde aynı hatayı tekrar eden ama farklı sonuç bekleyen bir yapı” olarak kalmaya devam edecektir.
Sonuç: Sadece Gitmesini İsteyerek Gelen Olunmaz
Siyaset, sadece birinin gitmesini istemekle değil, halkı ikna edecek bir gelecek tasavvuru ortaya koymakla yapılır. Türkiye’nin maddî ve manevî kalkınması; yalnızca eleştiriden değil, inşa edici bir vizyondan geçer.
Ne yazık ki mevcut muhalefet, bu vizyonu taşıyamamaktadır. Bugüne kadar Erdoğan karşıtlığı üzerine bina edilmiş siyaset, milletin gönlünde kalıcı bir güven oluşturmamıştır. Çünkü millet bilir: Yıkan çok, yapan azdır. Bozan çok, inşa eden kıymetlidir.
(“Tesbitler – islam bilgi arşivi.” içeriğine dayanarak, sitenin başlıkları ve konularıyla ilgili genel bir rapor aşağıdadır: Genel Bakış: * Sitenin adı “İslâm Bilgi Arşivi” olarak belirtilmiş ve “Mehmet Özçellik” ile ilişkilendirilmiştir. Aynı zamanda “Tesbitler” (Tespitler/Gözlemler) başlığı da öne çıkmaktadır, bu da sitenin analiz ve yorum odaklı olabileceğini düşündürmektedir. * Site, İslami bilgi ve kaynakları bir araya getiren bir arşiv niteliğindedir. Ana Başlıklar ve İçerik Türleri: * Makaleler: Sitede düzenli olarak makaleler yayınlanmaktadır (“Son Makaleler”, “MAKALELER”). Arşiv bölümünün varlığı (örneğin, 2017’den 2021’e kadar aylık arşivler), uzun süredir devam eden bir yayın geçmişi olduğunu göstermektedir. * Sesli İçerikler: * “SESLİ RİSALE-İ NURLAR-İNDİR” başlığı, Risale-i Nur külliyatının sesli formatta sunulduğunu ve indirilebildiğini göstermektedir. Bu, sitenin belirli bir İslami ekole (Nur Cemaati) yönelik içerik barındırdığını işaret edebilir. * “RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDA” ve “MASAÜSTÜ RADYO PLAYER-İNDİR” başlıkları, sitenin 24 saat yayın yapan bir internet radyosuna sahip olduğunu ve bilgisayardan dinlemek için bir oynatıcı sunduğunu belirtir. Başkalarının kendi sitelerine ekleyebileceği bir radyo eklentisi de mevcuttur (“Sitene Radyo Ekle”). * Video İçerikler: “SESLİ-VİDEO-ZENGİN İSLAM BİLGİ ARŞİVİ” ifadesi ve “YOUTUBE’LER” başlığı, sitede video içeriklerin de bulunduğunu veya YouTube kanallarına yönlendirme yapıldığını göstermektedir. * Mobil Uygulama: “Google Play” ve “SESLİ-VİDEO-ZENGİN İSLAM BİLGİ ARŞİVİ Uygulama indir” (Google Drive linki ile) başlıkları, sitenin bir mobil uygulamasının olduğunu göstermektedir. * Güncel Konular ve Teknoloji: * “CHATGPT VE YAPAY ZEKA SOHBETLERİ VE MAKALELER” başlığı (birden fazla yerde geçiyor), sitenin yapay zeka ve ChatGPT gibi güncel teknolojik konuları İslami veya genel bir perspektiften ele aldığını göstermektedir. * “6 ŞUBAT DEPREMİ: *DEPREMLE İMTİHANIMIZ DEVAM EDİYOR” başlığı, güncel olaylara (deprem gibi) dini bir bakış açısıyla yaklaşıldığını belirtir (“imtihan” vurgusu). * “GAZZE VE İSRAİL VAHŞETİ-YAHUDİLİK” başlığı, güncel jeopolitik konuların (İsrail-Filistin meselesi) ve ilgili dinlerin (Yahudilik) sitede tartışıldığını göstermektedir. * Sosyal Medya ve İletişim: “YOUTUBE’LER VE TELEGRAMLAR” başlığı, sitenin YouTube ve Telegram gibi platformlarda da varlık gösterdiğini belirtir. * Diğer Özellikler: “HAKKIMIZDA” (About Us) bölümü ve sitenin potansiyel olarak birden fazla dilde hizmet verdiği iddiası (“SİTEMİZ TÜM DİLLERDE”) diğer özelliklerdendir. Sonuç: “İslâm Bilgi Arşivi” sitesi, Mehmet Özçellik tarafından yönetilen veya onunla ilişkili, geniş bir İslami içerik yelpazesi sunan bir platformdur. Yazılı makalelerin yanı sıra sesli (özellikle Risale-i Nur ve radyo yayını) ve video içeriklere de yer vermektedir. Güncel olaylar (deprem, Gazze) ve modern teknolojiler (yapay zeka, ChatGPT) gibi konuları da İslami bir perspektifle ele alan, multimedya destekli bir bilgi kaynağı ve yorum platformu olarak görünmektedir. Sitenin ayrıca bir mobil uygulaması ve sosyal medya uzantıları bulunmaktadır.
“İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir.” (İşaratü’l-İ’caz, Bakara Suresi 25. Ayetin tefsiri)
İnsan, fıtraten sonsuzluğu ister. Gönlünde tükenmez bir yaşama arzusu, ruhunda bitmez bir kalıcılık sevgisi taşır. Bir çiçeğin soluşu, bir sevdiğinin vefatı, gençliğinin gidişi, kalbini yaralar. Çünkü o, geçici olana değil, bâki olana meyillidir. İşte bu sırdan dolayıdır ki, Kur’an insanı “ebed için yaratılmış bir varlık” olarak tanımlar.
Bediüzzaman Hazretleri, bu cümlede insanın yaratılış gayesini veciz bir şekilde ortaya koyar: Gerçek lezzet, sonsuzlukla ilgilidir. Yani insanın kalıcı bir huzura, derin bir saadete ulaşması, ancak Allah’ı tanımak (marifetullah), O’nu sevmek (muhabbetullah) ve O’nun sonsuz ilminden nasiplenmekle mümkündür.
Dünya hayatı, lezzet gibi görünen yüzlerce geçici tatlarla doludur. Fakat bu tatlar, insanın kalbini doyurmaz. Çünkü kalbin gıdası madde değil, manadır. Maddi nimetlerin zirvesine ulaşanlar bile ruhlarında bir boşluk hissederler. Bu boşluğu dolduracak olan ise, ancak ebedî olanla irtibat kurmaktır.
Marifetullah; yani Allah’ı tanımak, kalbin gözünü açmak gibidir. İnsan bir aynadır; kendine baktığında sadece tenini değil, onu yaratanın sanatını da görebilmelidir. Kalp, nefsin arzularından değil, Hakk’ın nurundan tat bulduğunda gerçek huzura ulaşır. Muhabbetullah ise bu tanımanın neticesidir. Çünkü tanıyan sever, seven ise vuslat ister. İşte insanın hakiki gayesi de bu vuslattır: Rabbinin rızasını kazanarak O’na dönmek.
İlim ise bu yolculukta bir ışıktır. Ancak burada bahsedilen ilim, sadece teknik bilgi değil, kalbi de aydınlatan hikmetli ilimdir. O ilim ki, kişiyi kendini bilmeye, Rabbini tanımaya, hayatı anlamlandırmaya götürür.
**
Bir mümin, hayatı sadece dünyevî hedeflerle sınırlarsa, sonsuzluk fıtratına dar bir elbise giydirmiş olur. Halbuki o, sonsuzluğu isteyen bir ruh taşımaktadır. Bu ruhun kıblesi ise ancak Allah olabilir.
**
Netice olarak: İnsan, sonsuz saadete talip olacak şekilde yaratılmıştır. Dünyanın faniliği içinde kalıcı bir tat arayan insana düşen, fıtratının işaret ettiği ebedi hayatı unutmamak, onu hazırlamak ve gerçek lezzeti Hakk’ı tanımakta bulmaktır. Çünkü gerçek huzur, marifetullahladır; gerçek muhabbet, muhabbetullahladır; hakiki lezzet, ilim ve hikmetledir.
“Evet insan ve insanın hayatı esma-i İlahiyenin tecelliyatına bir tarladır. Ve Cennet’te rahmet-i İlahiyenin enva’ının cilvelerine mazhardır. Ve hayat-ı uhreviyenin hârika ve gayr-ı mütenahî semereleri için bir fidanlık veya bir çekirdektir. Demek insan bir sefine kaptanı gibidir. Sefinenin gayr-ı mahdud faidelerinden, kaptanın alâka ve hizmeti nisbetinde kendisine verilir. Bâki kalan kısmı sultana raci’dir. İnsan da, sefine-i vücuduyla alâkası derecesinde o vücudun hayatdar semeratından hissesini alır. Mütebâkisi, Sultan-ı Ezelî’ye aittir…”
İnsanın Yolculuğu: Varlık Sefinesinde Bir Kaptan
İnsan… Görünüşte küçük, fakat hakikatte büyük bir âlem. Maddî yapısıyla zayıf, ruhî derinliğiyle sonsuz bir cevher. Kur’ân’ın ifadesiyle yeryüzünün halifesi, ahiretin adayı ve sonsuz bir yolculuğun misafiri. Ve bu insan, kendisine emanet edilen “sefine-i vücudun” kaptanı.
Her bir insan, kendi varlığıyla bir gemi gibidir. Bu geminin içi bin bir cihaz ve duygularla donatılmıştır. Göz bir pencere, kalp bir pusula, akıl bir rota çizer. Bu yolculuk, sıradan bir seyahat değil; ezelî bir Kaynak’tan gelip, ebedî bir menzile doğru uzanır. Bu seyrin asıl gayesi, İlâhî isimlerin (esma-i hüsnânın) tecellisine mazhar olmak, onları hayatında yansıtmak ve neticede bu tecellilerle Cennet’te Rahmân’ın sonsuz ihsanına muhatap olmaktır.
Varlık, Esma-i İlahiye’nin Bir Aynasıdır
Kâinatın yaratılış gayesi, Allah’ın güzel isimlerinin (esma-i hüsnâ) tezahürüdür. Kudret ismiyle var edilir, Rezzâk ismiyle rızıklandırılır, Hakîm ismiyle hikmetle düzenlenir. İşte insan, bu isimlerin en parlak tezahürlerine mazhar olan bir merkezdir.
Hayatı, sadece dünyalık bir koşturma, bedenî ihtiyaçların giderilmesi sanmak, insanın bu derin anlamını küçültmek olur. Zira onun yaratılışı, sadece yemek, içmek, çalışmak ve tüketmek için değildir. O, bir tefekkür mahalli, bir şuur taşıyıcısı, bir emanetin hamalıdır.
Yani Cennet sadece nimetlerle dolu bir yer değil; İlâhî isimlerin orada tam manasıyla görünür hale geldiği, kulun Rabbiyle daha derinden tanıştığı bir vuslat mekânıdır. Merhamet orada Rahîm ismiyle parlar, güzellik Cemîl ismiyle taçlanır, sonsuzluk Bâkî ismiyle anlaşılır.
Bu dünyada küçük bir hizmetle, küçük bir sabırla kazanılan bu büyük nimetler; aslında İlâhî isimlerin bir ikramıdır.
İnsanın Sorumluluğu: Sefinenin Kaptanı Olmak
Bir sefinenin kaptanı, geminin iç düzeninden, yönünden ve yolcularından sorumludur. Ancak denizin dalgası, rüzgârın yönü ve fırtınalar onun elinde değildir. Ona düşen, kendi mesuliyet sınırları içinde en iyi şekilde görevini yapmaktır.
İşte insan da böyledir. Ne doğduğu yeri, ne fizikî şartları, ne de karşılaştığı olayları tam anlamıyla kontrol edemez. Ama o olaylara verdiği tepkiler, tavırlar ve tercihler ona aittir. Ve bu tercihlerle ahiretini şekillendirir.
> “Sefinenin gayr-ı mahdud faidelerinden, kaptanın alâka ve hizmeti nispetinde kendisine verilir.”
İnsan, vücuduna ne kadar sahip çıkar, onu ne kadar anlamlandırırsa, o kadar yüksek bir kulluk derecesine ulaşır. Geri kalan her şey, Sultan-ı Ezelî’nin tasarrufundadır.
Sonuç: Hayatın Her Anı Bir İmtihan ve Tefekkürdür
Bu bakışla insan, artık sıradan bir varlık değildir. Her anı, her hissi, her düşüncesi bir İlâhî isme ayna olabilecek potansiyele sahiptir. Sabırda Sabûr, affetmede Gafûr, güzellikte Cemîl, adalette Adl ismine mazhar olur.
Ve bu dünyadaki her hizmet, her ibadet, her niyet; ahirette bir çiçek, bir meyve, bir sürpriz olarak karşısına çıkar.
Unutma:
> Sen bir sefinenin kaptanısın. Bu yolculuk bir gün bitecek. Mühim olan, seyrini hangi niyetle ve neye rehberlik ederek tamamladığındır.
@@@@@@@@
“Evet insan ve insanın hayatı esma-i İlahiyenin tecelliyatına bir tarladır. “
### İnsan: İlahi İsimlerin Tecelli Tarlası
“Evet, insan ve insanın hayatı esmâ-i İlâhiyenin tecelliyatına bir tarladır.” Bu derin ve hikmet dolu söz, insanın varoluşunun özünü ve hayatın gayesini bir çiftçinin tarlasına benzeterek gözler önüne serer. Tarla, nasıl ki tohumların yeşermesi, büyümesi ve mahsul vermesi için bir zemin ise, insan da Allah’ın güzel isimlerinin (esmâ-i İlâhiye) tecelli ettiği, yani göründüğü, açığa çıktığı bir sahadır. Peki, bu benzetme bize neyi anlatır? İnsan, bu tarlada nasıl bir rol oynar ve hayatın iniş çıkışları bu hakikatin neresinde durur?
#### Tarla ve Tohum: Yaratılışın Hikmeti Bir tarlaya baktığımızda, onun boş ve anlamsız bir arazi olmadığını görürüz. Toprak, içinde saklı bir potansiyel taşır; yeter ki ona tohum ekilsin, su verilsin ve güneşle buluşsun. İnsan da böyledir. Yaratılışı itibarıyla boş bir sayfa değildir; ruhuna, aklına ve kalbine sayısız kabiliyet tohumları ekilmiştir. Bu tohumlar, Allah’ın isimlerinin birer yansımasıdır. Mesela, insanın merhamet etmesi “Rahman” ve “Rahim” isimlerinin bir tecellisidir; bir şeyi bilmesi “Alîm” isminin, güzellik yaratması “Musavvir” isminin bir izidir. İnsan, bu isimlerin her birini hayatında açığa vurma potansiyeline sahiptir. Ancak tarlanın verimli olabilmesi için çiftçinin emeği gerektiği gibi, insanın da bu tohumları yeşertmesi için çaba, bilinç ve teslimiyet lazımdır.
#### Hayatın Sınavları: Toprağın İşlenmesi Tarla her zaman düzgün ve kolay işlenebilir değildir. Bazen taşlıdır, bazen kuraktır, bazen de fırtınalarla sarsılır. İnsan hayatı da böyledir; inişler ve çıkışlarla doludur. Hastalıklar, kayıplar, zorluklar… Bunlar, tarladaki dikenler ve taşlar gibidir. İlk bakışta anlamsız ya da acı verici görünse de, hikmet gözüyle bakıldığında her birinin bir gayesi olduğu anlaşılır. Zira toprak, işlendikçe verimli hale gelir; insan da sınandıkça olgunlaşır, içindeki cevherler ortaya çıkar. Mesela, sabırla karşılanan bir musibet, “Sabûr” isminin tecellisine vesile olur; şükürle geçen bir nimet, “Şekûr” ismini yansıtır. Hayatın her anı, bu isimlerin birer aynasıdır; yeter ki insan, bu aynayı temiz tutsun.
#### İbret Dolu Bir Hakikat: İnsan Kendi Mahsulünü Biçer Çiftçi, tarlasına ne ekerse onu biçer. Buğday ekersen buğday, diken ekersen diken alırsın. İnsan da hayat tarlasında düşünceleriyle, niyetleriyle ve eylemleriyle bir mahsul yetiştirir. Kalbinde kin büyütürse, hayatında huzursuzluk biçer; sevgi ve merhamet ekerse, dostluk ve saadet toplar. Bu, hem dünya hem de ahiret için geçerli bir hakikattir. Kur’an’da “Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun karşılığını görür, kim zerre kadar kötülük yaparsa onun karşılığını görür” (Zilzal, 7-8) buyurulması, bu tarla metaforunun en çarpıcı ifadesidir. İnsan, kendi elleriyle ektiğini biçerken, aslında Allah’ın “Adil” isminin tecellisine de şahitlik eder.
#### Düşündürücü Bir Soru: Tarlamızı Nasıl İşliyoruz? Şimdi dönüp kendimize soralım: Hayat tarlamıza ne ekiyoruz? Günlerimizi, saatlerimizi nasıl geçiriyoruz? Toprağımızı nasıl bırakıp tembelliğe mi düşüyoruz, yoksa her anı bir tohumla değerlendirmeye mi gayret ediyoruz? Unutmayalım ki, bu tarla bize emanettir ve bir gün sahibi tarafından kontrol edilecektir. O gün geldiğinde, “Ben bu tarlayı sana verdim, sen ne yaptın?” sorusuyla karşılaşacağız. Tarlamızda çiçekler mi açtırdık, yoksa dikenler mi büyüttük? Bu soru, her birimizi derin bir tefekküre davet eder.
#### Son Söz: Tarlanın Sahibi ve Çiftçi İnsan, hayat tarlasında bir çiftçi gibidir; ama tarlanın sahibi değildir. Sahip, her şeyi yoktan var eden, her tohuma can veren, her tecelliyi hikmetle işleyen Allah’tır. Bizim vazifemiz, O’nun bize emanet ettiği bu tarlayı en güzel şekilde işlemek, O’nun isimlerini en güzel şekilde yansıtmaktır. Zira insan, esmâ-i İlâhiyenin tecelliyatına bir tarla ise, bu tarlanın en güzel mahsulü, Allah’a kul olmanın şuuruna ermiş bir kalp, O’nu tanıyan bir akıl ve O’na yönelen bir hayattır.
KUR’AN-I KERİM’DE BÜYÜ VE SİHİR: HİKMETLİ VE İBRETLİ DERSLER
İnsanlık tarihi boyunca büyü ve sihir, farklı toplumlarda çeşitli şekillerde var olmuş, insanların merakını ve korkusunu cezbetmiştir. Ancak İslam, büyü ve sihir konusuna net bir şekilde yaklaşarak, bunların insanı hem dünyevi hem de uhrevi olarak felakete sürükleyebileceğini bildirmiştir. Kur’an-ı Kerim, sihrin hakikatini, zararlarını ve ondan nasıl korunulması gerektiğini bizlere öğretir.
1. BÜYÜ VE SİHRİN TARİHÎ KÖKÜ
Büyü ve sihir, insanları etkileyerek onların anlayışlarını değiştirmek, ruhsal ve fiziksel zararlar vermek amacıyla yapılan şeytani bir iştir. Kur’an-ı Kerim’de sihrin, özellikle Hz. Süleyman (a.s.)’ın döneminde Babil’de geliştiği anlatılır:
“Ve onlar, Süleyman’ın mülkü hakkında şeytanların uydurup söylediklerine tabi oldular. Oysa Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular. İnsanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe –Harut ve Marut’a– indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, ‘Biz ancak bir imtihan vesilesiyiz, sakın inkâr etme’ demeden kimseye (sihir) öğretmezlerdi…” (Bakara, 2/102)
Bu ayette, insanların sihir yoluyla başkalarına zarar vermeye çalıştığı, aileleri ayırdığı ve bu işin ancak Allah’ın izniyle etkili olabileceği anlatılmaktadır. Ayetin sonunda ise sihirle uğraşanların ahirette nasipsiz kalacağı bildirilmiştir.
2. SİHRİN GERÇEKLİĞİ VE ZARARLARI
Kur’an’da sihir, bir göz boyama ve anlayışı yönetme aracı olarak tarif edilir. Firavun’un sihirbazlarının sihir yoluyla insanları kandırmaya çalıştığı anlatılır:
“Sihirbazlar iplerini ve değneklerini yere atınca, halkın gözlerini büyülediler ve onları korkuttular. Büyük bir sihir gösterdiler.” (Araf, 7/116)
Bu olay, sihrin insanların anlayışını değiştirebileceğini ancak hakikati değiştiremeyeceğini gösterir. Nihayetinde, Hz. Musa’nın (a.s.) Allah’ın izniyle gösterdiği mucize karşısında Firavun’un sihirbazları gerçeği anladı ve iman etti.
Bu kıssadan şu dersi çıkarabiliriz: Sihir, geçici ve aldatıcıdır. Hakikat karşısında hiçbir gücü yoktur.
3. SİHRİN HARAM VE TEHLİKELİ OLMASI
İslam, büyü ve sihri kesin olarak yasaklamış, hatta büyü yapmayı büyük günahlardan biri olarak nitelemiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), büyünün yedi büyük günah arasında yer aldığını bildirmiştir:
“Yedi şey vardır ki, bunlar büyük günahlardandır: Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak ve iffetli bir kadına zina iftirasında bulunmak.” (Buhârî, Vasaya, 23)
Bu hadis, sihrin şirk derecesinde büyük bir günah olduğunu gösterir. Çünkü sihir, genellikle şeytanlarla iş birliği yapılarak, Allah’ın emirlerine karşı gelerek ve insanlara zarar vererek icra edilir.
4. SİHİRDEN KORUNMANIN YOLLARI
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde, sihrin zararlarından korunmak için bizlere öğütler verilmiştir. İşte sihirden korunmak için bazı yollar:
a) Allah’a Sığınmak
Sihirden korunmanın en güçlü yolu, Allah’a sığınmaktır. Felak ve Nas sureleri, özellikle sihir ve kötü insanların şerrinden korunmak için birer kalkandır:
Bu ayet, özellikle sihir yapan kimselerin kötülüğünden korunmak için Allah’a yönelmemiz gerektiğini öğretir.
b) Ayet-el Kürsi Okumak
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ayet-el Kürsi’nin şeytanlara karşı bir kalkan olduğunu bildirmiştir. Bu ayet, sihir ve büyünün etkilerini ortadan kaldıran manevi bir kalkan gibidir.
c) Namaz ve Dua ile Korunmak
Namaz kılan, dua eden ve Allah’ı zikreden kişiler, sihir ve büyünün şerrinden korunurlar. Özellikle sabır ve tevekkül, insanın her türlü kötülükten korunmasına vesile olur.
d) Helal Yaşamak ve Haramdan Kaçınmak
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), haram lokma yiyenlerin şeytanların vesveselerine daha açık hale geldiğini bildirmiştir. Büyü ve sihrin tesiri, manevi olarak zayıf olan insanlarda daha fazla görülür. Bu yüzden helal kazanç, helal lokma ve temiz bir hayat yaşamak, bu tür zararlardan korunmanın yollarından biridir.
5. SONUÇ: BÜYÜ VE SİHİR İLE İMTİHAN
Büyü ve sihir, insanlık için bir imtihan vesilesidir. Kur’an-ı Kerim, insanların bu tür şeylere kapılmamaları, sihre ve büyücülüğe başvurmamaları konusunda ciddi uyarılarda bulunmuştur. Çünkü sihir, insanı hem dünyevi hem de ahirette büyük bir felakete sürükleyebilir.
Peygamberlerin karşısına sihir ve büyü ile çıkanlar her zaman hüsrana uğramışlardır. Hakikat, batılın üzerine geldiğinde batıl yok olmaya mahkûmdur:
“De ki: Hak geldi, batıl yok olup gitti. Çünkü batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsra, 17/81)
Bu nedenle Müslüman, sihre bulaşmamalı, büyü yaptırmamalı ve bu tür şeylere itibar etmemelidir. Bunun yerine Allah’a tevekkül etmeli, dua ve zikirle korunmalı ve hayatını helal üzere yaşamalıdır.
Allah bizleri sihrin ve büyünün her türlü şerrinden muhafaza eylesin. Felak ve Nas surelerinin sırrına eriştirerek, bizi şeytanın ve kötü niyetli insanların fitnelerinden korusun. Amin.
Kur’ân’ı İnceleyen Âlimlerin ve Bilim İnsanlarının En Çok İlgi Duyduğu Konular
Kur’ân-ı Kerîm, yüzyıllardır hem İslam âlimleri hem de farklı disiplinlerden bilim insanları tarafından derinlemesine incelenen bir kitap olmuştur. Gerek tefsir ilmiyle ilgilenen din âlimleri, gerekse modern bilim insanları Kur’ân’ın çeşitli yönlerini merak etmekte ve üzerinde araştırmalar yapmaktadır. İşte bu bağlamda en çok ilgilenilen konular ve hususlar:
1. Kur’ân ve Bilimsel Gerçekler
Astronomi: Göklerin ve yerin yaratılışı, gezegenlerin hareketleri (Enbiya 21:30)
Embriyoloji: İnsan embriyosunun oluşum süreci (Müminun 23:13-14)
Okyanus Bilimi: Denizlerin karışmaması ve içindeki yaşam (Furkan 25:53)
Zooloji: Arıların bal üretimi ve biyolojik yapıları (Nahl 16:68-69)
2. Kur’ân ve Matematiksel Kodlar
19 Sayısı Teorisi: Kur’ân’daki bazı kelimelerin ve harflerin belirli bir düzen içinde 19 sayısına dayalı olması
Kelime ve Terim Frekansları: Örneğin, “gün” kelimesinin 365 defa, “ay” kelimesinin 12 defa geçmesi
3. Evrensel Ahlâkî ve Sosyal İlkeler
Adalet ve Hukuk İlkeleri
İnsan Hakları ve Kadın Hakları
Ekonomik Adalet ve Faiz Yasağı
Savaş ve Barış İlkeleri
4. Kur’ân’ın Dil ve Edebiyat Açısından İncelenmesi
Mucizevî Dil Yapısı ve Belağat
Kur’ân’da Metafor ve Alegoriler
Ayetlerin Nazım Düzeni ve Ritmi
5. Kur’ân’da Geçmiş ve Geleceğe Dair İşaretler
Eski Kavimlerin ve Medeniyetlerin Kur’ân’daki Tasviri (Ad, Semud, Firavun vs.)
Ahir Zaman ve Kıyamet Alametleri
İslam’ın Yayılması ve Geleceğe Dair İşaretler
6. Kur’ân ve Modern Psikoloji
Stres ve Kaygıyı Azaltan Ayetler
İnsan Psikolojisine Etkisi Açısından Dua ve Zikir
Ahlâkî ve Karakter Eğitimi Açısından Kur’ân’ın Öğretileri
Sonuç
Kur’ân, ihtiva ettiği bilimsel, tarihî, ahlaki ve edebî yönleriyle farklı disiplinlerden araştırmacılar için büyük bir ilgi kaynağı olmaya devam etmektedir. Günümüzde hem İslam âlimleri hem de bilim insanları, Kur’ân’ın mesajlarını daha iyi anlamak ve bilimle olan ilişkisini çözmek için çeşitli alanlarda çalışmalar yapmaktadırlar. Bu çalışmalar, hem dini hem de bilimsel bakış açılarını zenginleştirmekte ve insanlığa yeni ufuklar açmaktadır.
@@@@@@@
İLGİ ÇEKİCİ HUSUSLAR İSE;
İnsanlar genellikle kendileriyle doğrudan bağlantılı olan konulara daha fazla ilgi gösterirler. Kur’ân bağlamında en ilgi çekici konular şunlar olabilir:
1. Ahir Zaman ve Kıyamet Alametleri – Gelecekte neler olacağına dair merak her zaman yüksektir. Dabbetü’l-Arz, Ye’cüc ve Me’cüc, Güneş’in batıdan doğması gibi kıyamet alametleri insanların ilgisini çeken konulardır.
2. Kur’ân ve Modern Psikoloji – Stres, kaygı, mutluluk gibi psikolojik durumlara Kur’ân’ın nasıl çözümler sunduğu bireyler için oldukça ilginçtir.
3. Kur’ân ve Bilimsel Gerçekler – Özellikle astronomi, embriyoloji ve okyanus bilimi gibi modern bilimle uyumlu olduğu düşünülen ayetler büyük ilgi uyandırır.
4. Matematiksel Kodlar (19 Sayısı Teorisi vb.) – İnsanlar gizemli ve şifreli konulara ilgi duyar. Kur’ân’da belirli sayısal dizilimler olduğu iddiası, bu tür merak uyandıran bir alan oluşturur.
5. Geçmiş Kavimler ve Medeniyetler – Ad, Semud, Firavun gibi Kur’ân’da bahsedilen eski toplumların akıbeti ve bu anlatımların tarihsel gerçekliklerle bağlantısı, özellikle tarih meraklılarının ilgisini çeker.
6. Ölümden Sonra Hayat ve Ahiret – İnsan için en büyük bilinmezlerden biri ölüm sonrası yaşamdır. Cennet, Cehennem, kabir hayatı gibi konular, insanların en çok merak ettikleri alanlardan biridir.
@@@@@@
BAZI GİZLİ SIRLAR İSE;
Kur’ân’da doğrudan “gizli sırlar” olarak belirtilen bir kavram yoktur, ancak bazı ayetler ve konular, gizemli veya derin anlamlar taşıdığı düşünülen bilgiler ihtiva eder. Bu açıdan, İslam âlimleri ve araştırmacılar tarafından farklı yorumlar yapılmıştır. İşte bazı dikkat çeken gizemli konular:
1. Gayb Bilgisi (Görünmeyen Alem)
Kur’ân, gaybın (bilinmeyenlerin) sadece Allah tarafından bilindiğini söyler: “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez.” (Neml 27:65)
Ancak bazı peygamberlere vahiy yoluyla gaybın bir kısmının bildirildiği de ifade edilir (Cin 72:26-27).
2. Ahir Zaman Alametleri ve Kıyamet Sırları
Kıyametin tam zamanı bilinmez, ancak bazı alametler belirtilmiştir (Zilzal 99:1-2, Tekvir 81:1-14).
Dabbetü’l-Arz’ın çıkışı (Neml 27:82)
Ye’cüc ve Me’cüc’ün ortaya çıkışı (Kehf 18:94-99)
3. Kehf Suresi ve Zülkarneyn’in Sırrı
Kehf Suresi’nde geçen Zülkarneyn’in kim olduğu konusunda farklı teoriler vardır. Bazı yorumcular, onun tarihî bir lider (örneğin, Büyük İskender veya başka bir kral) olabileceğini söylerken, bazıları onun sembolik bir şahsiyet olduğunu ileri sürer.
Kehf Suresi’ndeki mağara gençleri (Ashab-ı Kehf) uzun süre uyudukları halde yaşlanmamaları ile zamanın göreceliği konusunda da yorumlara açıktır (Kehf 18:9-26).
4. Harf-i Mukatta’lar (Şifreli Harfler)
Kur’ân’ın bazı surelerinin başında bulunan Elif-Lam-Mim, Yasin, Kaf, Ha-Mim gibi harfler, anlamı tam olarak bilinmeyen ve gizemli görülen harflerdir.
Bunların ilahi bir şifre olduğu, bir matematiksel sistemle bağlantılı olduğu veya sadece Allah’ın bildiği bir anlam taşıdığı düşünülmüştür.
5. Süleyman Peygamber’in Sırları
Cinleri ve rüzgarı kontrol edebilmesi (Sad 38:36-38)
Sebe Melikesi Belkıs’ın tahtının aniden getirilmesi (Neml 27:38-40)
“İlim sahibi bir zatın” Allah’ın izniyle göz açıp kapayıncaya kadar tahtı getirmesi, bir tür enerji veya fiziksel boyutlar arası hareketle ilgili bir sır olarak yorumlanmıştır.
6. Ruh ve Ölüm Sırrı
Kur’ân, ruh hakkında çok az bilgi verildiğini söyler: “Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsra 17:85)
Ölüm anındaki ruhun nasıl çekildiği, kabir hayatının mahiyeti ve Berzah âlemi gibi konular gizemini koruyan hususlardır.
7. İnsan ve Kader Sırrı
İnsan iradesi ve kaderin nasıl çalıştığı tam olarak çözülememiştir. İnsan özgür müdür, yoksa her şey önceden mi belirlenmiştir? (Hadid 57:22-23)
Levh-i Mahfuz kavramı, Allah’ın her şeyi önceden yazdığı ilahi bir kayıt olarak görülmüştür (Buruc 85:22).
Kur’ân’da bu gibi konular doğrudan “sır” olarak ifade edilmese de, bazı ayetler insan aklının tam anlamıyla kavrayamayacağı büyük gerçekliklere işaret eder.
@@@@@@
Mesela:
1. Harf-i Mukatta’ların Gizemi
Kur’ân’da 29 surenin başında bulunan Elif-Lam-Mim, Yasin, Ha-Mim, Kaf, Nun gibi harflerin anlamı tam olarak bilinmemektedir.
Bazı İslam âlimleri, bunların Kur’ân’ın korunmuş olduğuna dair bir işaret olduğunu savunurken, bazıları matematiksel bir sistemin parçası olabileceğini düşünüyor.
Günümüzde bazı araştırmacılar, bu harflerin belirli sayısal ve kelime dizilimleriyle bağlantılı olabileceğini iddia etmektedir.
2. Zülkarneyn ve Ye’cüc-Me’cüc’ün Sırrı
Kehf Suresi’nde Zülkarneyn’in Ye’cüc ve Me’cüc’ü bir sed ile hapsettiği anlatılır (Kehf 18:94-98).
3. Süleyman Peygamber’in Gizli İlimleri
Süleyman Peygamber’in cinleri, hayvanları ve rüzgarı kontrol edebilmesi (Sad 38:36-38)
Belkıs’ın tahtını bir göz açıp kapama süresinde getiren kişi kimdi? (Neml 27:40)
Bu olay, bir tür boyutlar arası geçiş, teleportasyon ya da metafizik bir sır olabilir mi?
Süleyman Peygamber’in ölümü cinler tarafından fark edilmemişti, çünkü asası kırılana kadar ayakta duruyordu (Sebe 34:14). Bu olay, bazılarına göre zaman algısıyla ilgili bir ipucu olabilir.
4. Ruh ve Ölüm Sırrı
Kur’ân, ruh hakkında çok az bilgi verildiğini belirtir: “Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsra 17:85)
Ölüm anında ruhun alınışı farklı tasvir edilmiştir:
Müminler için yumuşak bir geçiş (Fecr 89:27-30).
Kâfirler için zor ve acılı bir koparılış (Enfal 8:50).
Kabir hayatı ve Berzah âlemi, İslam’da ölüm sonrası ara bir dönem olarak kabul edilir. Ancak tam olarak nasıl olduğu bilinmemektedir.
5. Levh-i Mahfuz ve Kaderin Sırrı
Kur’ân, tüm olayların önceden Levh-i Mahfuz’a yazıldığını bildirir (Buruc 85:22).
Bu, her şeyin önceden belirlenmiş olduğu anlamına mı gelir, yoksa insanlar hür iradeye sahip mi?
Geçmiş ve gelecek zaten belli mi, yoksa kader değiştirilebilir mi?
“Zaman” kavramı insana göre mi, yoksa Allah’a göre farklı bir boyutta mı işliyor?
6. Ahir Zaman Alametleri ve Kıyametin Gizli İşaretleri
Dabbetü’l-Arz’ın çıkışı: Ne tür bir varlık? Fiziksel mi, metaforik mi? (Neml 27:82)
Ye’cüc ve Me’cüc’ün serbest kalışı: Fiziksel bir toplum mu, yoksa bir tür kaos ve anarşinin sembolü mü?
KURAN-I KERİM’DE VE HADİSİ ŞERİFLERDE İMAN VE İSLAM BAĞLANTISI VE FARKI DİĞER AYETLERLE BAĞLANTILI OLARAK NASIL ANLATILMAKTADIR?[1]
Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hadis-i Şerîflerde İman ve İslâm İlişkisi ve Farkı
Kur’ân ve hadislerde iman ve İslâm kavramları sıkça birlikte anılır, ancak aralarında önemli farklar da bulunur. İslâm, zahiri teslimiyet ve amel yönüyle; iman ise kalpteki tasdik ve yakin ile bağlılık yönüyle ele alınır. İdeal olan, İslâm’ın iman ile bütünleşmesi ve kişinin zahiren Müslüman olduğu gibi kalben de Allah’a tam bir bağlılık içinde olmasıdır.
1. Kur’ân-ı Kerîm’de İman ve İslâm
Kur’ân’da İman ve İslâm’ın farkı ve bağlantısı birçok ayette açıklanmıştır.
a) İman ve İslâm’ın Farkı
İman, kalpte olan bir tasdik ve yakini ifade ederken, İslâm ise kişinin dış dünyada Allah’a teslimiyetini ve itaatini gösterir.
Arapların zahiren Müslüman, ancak kalben iman etmemesi: “Bedevîler, ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, ancak ‘İslâm olduk’ deyin. Henüz iman kalplerinize tam yerleşmedi.'” (Hucurât 49/14)
Bu ayette İslâm’ın zahiri bir teslimiyet olduğu, ancak imanın kalpte yerleşmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
İman edenlerin özellikleri: “Müminler ancak, Allah’a ve Resûlü’ne iman eden, sonra da şüpheye düşmeyen ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerdir. İşte onlar sadık olanlardır.” (Hucurât 49/15)
Burada ise imanın tasdik, sadakat ve fedakârlık gerektirdiği anlatılmaktadır.
b) İman ve İslâm’ın Bağlantısı
İslâm, imana götüren bir kapıdır. Bir kişi zahiren Müslüman olabilir, ancak gerçek anlamda iman kalbine yerleştiğinde mümin olur.
İman, İslâm’ı kemale erdirir. Mümin olan kişi, hem kalben inanır hem de amel bakımından İslâm’a uygun yaşar.
2. Hadis-i Şerîflerde İman ve İslâm
Hadislerde İman ve İslâm arasındaki ilişki, Cebrâil Hadisi gibi temel metinlerde açıkça ortaya konmuştur.
a) Cebrâil Hadisi (Buhârî, Müslim)
Hz. Ömer (r.a.) şöyle rivayet eder: Bir gün Cebrâil (a.s.), Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanına gelerek şu soruları sordu:
İslâm nedir? “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna şehadet etmendir. Namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yetiyorsa hacca gitmendir.”
İman nedir? “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere; hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmendir.”
Bu hadiste, İslâm zahiri ibadetleri ve amelleri ifade ederken, imanın ise kalpteki tasdiki ve bağlılığı içerdiği net bir şekilde ortaya konulmaktadır.
b) İman ve İslâm’ın Birbirini Tamamlaması
İman olmadan yapılan amelin eksik kalacağı: “Kalbinde zerre kadar iman olan kişi cehennemden çıkacaktır.” (Buhârî, Müslim)
İslâm’ın amelsiz bir iman olmadığını gösteren hadis: “Kişi, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Müslim)
3. İman ve İslâm’ın Diğer Ayetlerle Bağlantısı
İman ve İslâm’ı destekleyen ve bütünleyen birçok ayet bulunmaktadır:
İman kalpte olmalıdır, sadece söz yetmez: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, ‘Allah’a ve ahiret gününe iman ettik’ derler; hâlbuki onlar iman etmiş değillerdir.” (Bakara 2/8)
İman amelle desteklenmelidir: “İman edip salih amel işleyenlere ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir.” (Ra’d 13/29)
İman ve İslâm’ın ortak noktası olan takva: “Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, en çok takvâ sahibi olanınızdır.” (Hucurât 49/13)
Sonuç: İman mı Önde, İslâm mı?
1. İslâm bir başlangıç, iman ise kemale ulaşmaktır.
Bir kişi kelime-i şehadet getirerek zahiren Müslüman olur. Ancak imanı kalbine yerleştiğinde gerçek mümin olur.
Zahiren İslâm’a girmek, kişiyi toplumda Müslüman yapar. Ancak Allah katında mümin sayılmak için kalpten gelen bir iman gerekir.
2. Gerçek mümin, hem İslâm’ı yaşar hem de imanını güçlendirir.
İslam sadece dışsal bir kabulleniş değil, iç dünyada da kökleşen bir imana dönüşmelidir.
3. İman ve amel birbirini tamamlar.
Sadece dil ile iman etmek yetmez, amel ve ahlak da bu imanı yansıtmalıdır.
Özet
Sonuç olarak iman ve İslâm iç içedir, ancak farkları da vardır. Bir kişi önce İslâm’a girer, ardından imanını güçlendirir ve takva ile kemale ulaşır. İslam sadece bir kimlik veya şekil değildir; imanla bütünleştiğinde gerçek anlamını bulur.
Aile, insanlığın en temel kurumudur. Sevgi, merhamet, sadakat ve sorumluluk duygusunun en yoğun şekilde yaşandığı bu müessese, İslam’da büyük bir öneme sahiptir. Yüce Allah, insanlara en güzel örnek olarak peygamberleri göndermiş ve onların aile hayatlarını bizler için bir rehber kılmıştır.
Peygamberlerin aile hayatı, sadece tarihi anlatılar olarak değil, aynı zamanda günümüz insanı için önemli mesajlar içeren ilahi bir model olarak değerlendirilmelidir. Çünkü onların eşleriyle, çocuklarıyla ve yakın çevreleriyle olan ilişkileri, aile huzurunun nasıl sağlanacağını ve aile bireyleri arasında nasıl bir iletişim kurulması gerektiğini en güzel şekilde gösterir.
1. Hz. Âdem ve Hz. Havva: Aile Birliğinin Temeli
İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (a.s.) ile Hz. Havva, aile hayatının temellerini atan ilk çifttir. Onların cennetten yeryüzüne indirilmeleri ve yeniden birlikte bir hayat kurmaları, insanın aile içindeki sabır, dayanışma ve affedicilik gibi değerlere ne kadar muhtaç olduğunu gösterir.
Alacağımız ders: Aile içinde hatalar yapılabilir, ancak önemli olan bu hatalardan ders çıkararak birlikteliği muhafaza etmektir. Sabır ve tevbe, aile hayatının temel direklerindendir.
2. Hz. Nuh ve Hz. Lut: Aile İçinde İman Sınavı
Hz. Nuh (a.s.), Allah’ın vahyine tam bir bağlılık içinde olmasına rağmen oğlu iman etmemiş ve tufan sırasında helak olmuştur. Hz. Lut (a.s.) ise kavminin sapkınlıkları karşısında mücadele ederken eşi ona destek olmamış, inançsızlardan biri olarak helak edilmiştir.
Alacağımız ders: Aile içinde iman en büyük bağdır. Ancak iman bağının olmadığı yerde, kan bağı da tek başına kurtarıcı olamaz. İman, bireysel bir seçimdir ve herkes kendi sorumluluğunu taşır. Aile içinde bile olsa, kişi Allah’ın emrine uymayan bir durumu destekleyemez.
3. Hz. İbrahim ve Ailesi: Teslimiyet ve Fedakârlık
Hz. İbrahim (a.s.), eşi Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail (a.s.) ile büyük bir imtihandan geçmiştir. Allah’ın emriyle Hz. Hacer ve Hz. İsmail’i ıssız bir çöle bırakmış, eşi ve oğlu ise Allah’a olan teslimiyetleriyle bu zor süreci metanetle karşılamışlardır. Daha sonra Hz. İbrahim, Allah’ın emriyle oğlunu kurban etmeye teşebbüs etmiş, ancak Allah onların teslimiyetini kabul ederek bu imtihanı bir kurban ibadetiyle taçlandırmıştır.
Alacağımız ders: Aile bireyleri arasında Allah’a olan güven ve teslimiyet ne kadar güçlü olursa, zorluklar o kadar kolay aşılır. Sabır, tevekkül ve fedakârlık, aile huzurunun anahtarıdır.
4. Hz. Musa ve Ailesi: Annenin Fedakârlığı ve Kardeşlik Bağı
Hz. Musa (a.s.), annesinin fedakârlığı sayesinde Firavun’un zulmünden kurtulmuştur. Allah, Hz. Musa’nın annesine, onu bir sandığa koyup nehre bırakmasını vahyetmiş ve ona tekrar kavuşacağını müjdelemiştir. Kız kardeşi Hz. Musa’nın izini sürerek onun tekrar annesiyle buluşmasını sağlamıştır.
Alacağımız ders: Bir annenin duası, fedakârlığı ve teslimiyeti, çocuklarının geleceğini şekillendirebilir. Ayrıca kardeşler arasındaki dayanışma, aileyi güçlü kılan önemli bir unsurdur.
5. Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahya: Evlat Hasreti ve Dua
Hz. Zekeriyya (a.s.), yaşlılık döneminde bir evlada sahip olmayı arzulamış ve Allah’a içten bir dua ile yönelerek Hz. Yahya’nın (a.s.) müjdesini almıştır. Bu kıssa, duanın gücünü ve Allah’ın dilediğine, dilediği zamanda lütuf verebileceğini gösterir.
Alacağımız ders: Çocuk, Allah’ın bir nimetidir ve her ebeveyn onun için dua etmelidir. Ebeveynlerin en büyük sorumluluğu, çocuklarını salih bir kul olarak yetiştirmektir.
6. Hz. Muhammed ve Aile Hayatı: Sevgi, Merhamet ve Adalet
Hz. Muhammed (s.a.v.), aile hayatında sevgi, merhamet, adalet ve fedakârlığın en güzel örneğini sergilemiştir. Eşlerine karşı nazik olmuş, onlarla istişare etmiş, ev işlerinde onlara yardımcı olmuştur. Çocuklarına karşı şefkatli davranmış ve torunlarıyla oyunlar oynamıştır.
Ayrıca, Hz. Hatice (r.a.) ile olan evliliği, sadakat ve karşılıklı destek açısından en güzel evlilik örneklerinden biridir. Hz. Hatice, Peygamber Efendimiz’in en zor zamanlarında onun yanında olmuş, O’na maddi ve manevi destek vermiştir.
Alacağımız ders: Aile içinde en önemli değerler sevgi, saygı, merhamet ve adalettir. Eşler birbirlerine destek olmalı, çocuklarına sevgiyle yaklaşmalı ve aile içindeki huzuru korumalıdırlar.
SONUÇ: PEYGAMBERLERİN AİLE HAYATINDAN ÇIKARACAĞIMIZ ANA MESAJLAR
1. Sabır ve Fedakârlık: Aile hayatı her zaman kolay değildir, ancak sabır ve fedakârlık huzurun anahtarıdır.
2. İman Bağı: Kan bağından daha önemli olan şey, Allah’a olan ortak bağlılıktır.
3. Ebeveynlerin Rolü: Anne-babalar çocukları için dua etmeli ve onları Allah’ın rızasına uygun şekilde yetiştirmelidir.
4. Sevgi ve Merhamet: Eşler arasında sevgi ve şefkat esas olmalıdır. Peygamber Efendimiz’in aile hayatı, bu konuda en büyük örnektir.
5. Sorumluluk Bilinci: Aile bireyleri birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeli, vefalı ve sadık olmalıdırlar.
Peygamberlerin aile hayatı, günümüz aile yapıları için eşsiz dersler içermektedir. Onların yaşadığı imtihanlar ve verdikleri mücadeleler, bizlere ailemize nasıl sahip çıkmamız gerektiğini ve hangi değerleri korumamız gerektiğini öğretmektedir.
Allah bizleri, peygamberlerin izinden giden, aile hayatını sevgi, sadakat ve merhamet üzerine inşa eden kullarından eylesin. Amin.
Kur’an-ı Kerim’de Geçen Elfaz-ı Küfür (Küfür Lafızları)
Kur’an-ı Kerim, iman esaslarını açık bir şekilde ortaya koyarken, küfre götüren söz ve davranışları da haber verir. “Elfâz-ı Küfür” (küfür lafızları), kişinin İslam’dan çıkmasına veya imanını zedelemesine sebep olabilecek sözlerdir. Kur’an-ı Kerim’de, inkâr, şirk, nifak ve küfürle ilgili pek çok ayet bulunmaktadır.
1. Küfrün Tanımı ve Kur’an’daki Anlamı
Küfür kelimesi, Arapça “kfr” kökünden gelir ve “örtmek, gizlemek” anlamına gelir. Terim olarak, Allah’ı, peygamberleri, kitaplarını veya dinin kesin hükümlerini inkâr etmeyi ifade eder. Kur’an’da küfür, şu şekillerde kullanılır:
Doğrudan inkâr: Allah’ı veya dinî hükümleri reddetmek.
Şirk: Allah’a ortak koşmak.
Nifak: Münafıkların içten inkârı.
İstihza (Alay): Dini değerleri küçümsemek.
2. Kur’an’da Geçen Küfürle İlgili Örnek Ayetler
a) Doğrudan Küfür İhtiva eden Ayetler
Kur’an’da, inkârcıların ve müşriklerin sözlerine sıkça yer verilir:
“Şüphesiz ki inkâr edenler, ‘Bu Kur’an bir yalandan ibarettir, onu uydurdu’ dediler…” (Furkan 25:4)
“İnkâr edenler: ‘Biz ne bu Kur’an’a ne de ondan önce gelen kitaplara inanırız’ dediler…” (Sebe 34:31)
Bu tür ifadeler, inkârın açık bir göstergesi olup küfrün bir örneğidir.
b) Şirk İhtiva eden Küfür Sözleri
Kur’an’da şirk, en büyük günah olarak tanımlanır:
“Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” (Yusuf 12:106)
Şirke, batıl inançlara ve hurafelere dayalı sözler söylemek.
Allah’a, peygambere, meleklere veya kutsal kitaplara saygısızlık İhtiva eden ifadeler kullanmak.
Sonuç
Kur’an-ı Kerim’de küfür lafızları, inkâr, şirk, nifak ve istihza gibi başlıklar altında ele alınmıştır. Bir Müslüman, imanını korumak için sözlerine ve inancına dikkat etmeli, Kur’an’da bildirilen tehlikeli ifadelerden uzak durmalıdır.
@@@@@@
“Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz. * Birincisi: Evcedethu’l-esbab, yani, “Esbab bu şeyi icad ediyor.” * İkincisi: Teşekkele binefsihî, yani, “Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor.” * Üçüncüsü: İktezathu’t-tabiat, yani, “Tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor.” Lemalar.181