ALLAH’A ÜMMETİ VE İNSANLIĞI ŞİKâYETE GİDEN ÇOCUKLAR

ALLAH’A ÜMMETİ VE İNSANLIĞI ŞİKâYETE GİDEN ÇOCUKLAR


Ağır bir yük.

Allah’a Ümmeti ve İnsanlığı Şikâyete Giden Çocuklar.

Onlar küçücük bedenleriyle dünyanın en ağır yüklerini taşıyan çocuklar… Bombalar altında, açlığın, soğuğun ve korkunun gölgesinde büyüyemeyen, büyüyemeden yok olan masumlar… İnsanlığın vicdanını her gün mahkemeye çıkaran çocuklar…

Her biri, Allah’a şikâyetle gidiyor. Ümmetin suskunluğunu, insanlığın duyarsızlığını, zalimlerin bitmek bilmeyen zulmünü O’na anlatıyorlar. Onlar mahşer gününde sessiz kalmayacaklar; yeryüzünde bırakıldıkları yalnızlığın hesabını soracaklar.

Çocukların Şikâyeti.

Ey Allah’ım,
Bizi neden korumadılar?
Güzel bir geleceği hak etmiyor muyduk? Annemizi kollarımızdan, babamızı dualarımızdan aldıklarında neden kimse ses çıkarmadı?

Kardeşlik, merhamet, adalet dediler. Ama bize bunlardan hiçbiri gelmedi. Açlığın bizi bitirdiği gecelerde, bombaların gökyüzünü aydınlattığı sabahlarda sadece Sana sığınabildik. Bize merhamet etmesi gerekenler bizi unuttu, bizi savunması gerekenler yüzlerini çevirdi.

Biz suçlu muyduk, Allah’ım? Çocuk olmak, oyunlar oynamak, hayal kurmak suç muydu?

Mazlumların Feryadı.

Onlar, yetim kaldıklarında ümmetin onları bağrına basacağını sandılar. Evleri yıkıldığında bir elin uzanacağını düşündüler. Ancak ne bir el geldi ne de bir ses duyuldu. Ümmet sustu, insanlık sustu. Sessizlik, zulmün en büyük ortağı oldu.

Her gün Gazze’de, Halep’te, Yemen’de ve dünyanın dört bir yanında Allah’a yükselen çocuk çığlıkları, insanlığın en büyük utancı oldu. O çığlıklar, mahşerde tanıklık edecek:

> “Ey Rabbimiz, bizi koruyamayan ümmeti ve insanlığı Sana şikâyet ediyoruz. Onlar kardeşlikten söz ettiler ama bizi yalnız bıraktılar. Biz ölürken onlar sustular, gözlerini kapattılar. Zalime dur demediler.”

Sorumluluğumuz.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

> “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”

Bu hadis, bize sadece coğrafi komşuluk değil, ümmetin her ferdine karşı sorumluluklarımızı hatırlatıyor. Bugün Gazze’nin, Yemen’in, Suriye’nin çocukları bizim kardeşlerimizdir. Ve biz, onların şikâyetleri arasında olmamak için harekete geçmek zorundayız.

> Bir yetimin gözyaşı, insanlığın utancıdır. Bir çocuğun feryadı, Allah’a açılan bir davadır. Bu dava bizim de kaderimizi belirleyecek.

Vicdanları Uyandırmak.

Her çocuk doğduğu anda masumiyetin sembolüdür. Ama bugün, zulmün altında ezilen çocuklar, bizim eksikliğimizi ve duyarsızlığımızı gösteriyor. Allah’a gidip ümmeti ve insanlığı şikâyet eden o masum çocukların sessizliğini bozması gerekir.

Onları yalnız bırakmayalım. Dua ile, yardım ile, dayanışma ile bu çığlıklara karşılık verelim. Çünkü bir çocuğun Allah’a şikâyeti, sadece zalimi değil, sessiz kalanları da mahkûm eder.

Son Söz.

O çocuklar Allah’ın huzurunda durduklarında, bizi de şikâyet edenler arasında saymasınlar. Onların duasında, gözyaşında, feryadında bir umut olalım. Vicdanlarımızı uyandıralım, kardeşliğimizi hatırlayalım.

> “Ey Allah’ım,
Masumların gözyaşıyla yargıla bizi.
Çocukların mahşerdeki şikâyetinden koru.
Onlara huzur dolu bir dünya sunmayı bize nasip et.”

 

 

Loading

No ResponsesOcak 3rd, 2025

DÜN BOĞULAN AYLİN BEBEK, BUGÜN DONAN GAZZE.

DÜN BOĞULAN AYLİN BEBEK, BUGÜN DONAN GAZZE.


Bakıp görmediğimiz Aylin, duyup anlamadığımız Gazze.

Dün Boğulan Aylin Bebek, Bugün Donan Gazze.

Aylin bebek… Küçücük bedeniyle denizin soğuk sularında hayallerini kaybetti. Gözlerini bu dünyaya açan ama ne sevgiyle büyüyebilen ne de güvenli bir geleceğe ulaşabilen bir masum. Aylin’in cansız bedeni sahile vurduğunda insanlığın vicdanı bir kez daha yara aldı.

Bugün o sahilden kilometrelerce uzakta, Gazze’de çocuklar soğuktan, açlıktan, korkudan ölüyor. Dün denizde boğulan Aylin bebek, bugün Gazze’nin sokaklarında donuyor. Dünyanın sessizliği, Aylin’in çığlığı kadar yankılanıyor.

Aylin’in Çığlığı ve Gazze’nin Sessizliği.

Aylin, savaşlardan, yoksulluktan, zulümden kaçmaya çalışırken boğuldu. O küçücük bedeni, insanlığın ne kadar çaresiz olduğunu gösterdi. Gazze’deki çocuklar ise hiçbir yere kaçamıyor. Evlerinde bombalar altında, sokaklarda ise soğukta ölümü bekliyorlar.

Dün sahile vuran Aylin’in cansız bedeni, insanlığa “Artık dur” dedi. Ama durmadık. Bugün Gazze’deki çocuklar bize aynı haykırışı yapıyor. Ancak bu kez ne onları görebiliyor ne de duyabiliyoruz.

Masumiyetin Ölümü.

Bir çocuğun ölümü, masumiyetin ölümüdür. Dün Aylin bebek denizde boğulurken, Gazze’nin çocukları da gözyaşlarında boğuluyordu. Bugün, Gazze’de soğuktan donan bir çocuk, insanlığın utancını bir kez daha gözler önüne seriyor.

Bu çocuklar suçlu değil. Onlar sadece sıcak bir ev, bir parça ekmek, korkusuz bir hayat istiyor. Ama onlara bunu çok gören bir dünya var. Sessizliğiyle zulme ortak olan bir dünya…

Dün ve Bugün Aynı Acı.

Dün Aylin’in acısı hepimizi sarstı. Onun sahile vuran bedeni, savaşın gerçek yüzünü gösterdi. Ama ders aldık mı? Hayır. Bugün Gazze, Aylin’in hikayesinin devamıdır. Donan bedenler, açlıktan zayıf düşen çocuklar, annesiz kalan yavrular…

Aylin, Gazze’nin çocukları için bir semboldü. Onun ölümünden sonra dünya daha adil olabilirdi. Ama olmadı. Aynı acıyı tekrar tekrar yaşamak zorunda kalan bir insanlık olduk.

Bir Çocuk Gülerken Ölmemeli.

Gazze’nin çocukları bir gün gülebilecek mi? Aylin bebek gibi bir kıyıya savrulmadan, sıcak bir yatağa uzanabilecekler mi? Bu sorulara cevap veremiyoruz. Çünkü dün Aylin’i koruyamayan dünya, bugün Gazze’yi de koruyamıyor.

> “Bir çocuk gülerken ölmemeli,” diyor yüreğimiz. Ama Gazze’nin çocukları gülmeye bile cesaret edemiyor. Çünkü gökyüzü onlar için güven değil, ölüm anlamına geliyor.

Son Söz: Aynı Acıya Bir Daha İzin Verme.

Aylin bebek, insanoğlunun en acı hikayelerinden biriydi. Gazze’nin donan çocukları ise bu hikayenin devamı. Dün Aylin’i kurtaramadık, bugün Gazze’ye el uzatmazsak yarın yine aynı acıyı yaşayacağız.

> “Dün boğulan Aylin bebek, bugün donan Gazze. Peki yarın ne olacak? İnsanlık bir kez daha sessiz kalacak mı?”

Loading

No ResponsesOcak 3rd, 2025

GAZZEYE BORCUMUZ VAR

GAZZEYE BORCUMUZ VAR


O da çok…

Gazze: Yüreğimizin Kanayan Yarası.

Gazze… Adını her duyduğumuzda içimizde bir yerler kanar. Bir coğrafyadan fazlasıdır Gazze; insanlığın vicdanını sorguladığı bir sınavdır. Acının, gözyaşının ve direnişin kenti… Tarih boyunca mücadeleyle anılmış bu topraklar, bugün de ateşin ve zulmün altında inlemeye devam ediyor.

Çocukların Susturulan Çığlıkları.

Gazze’nin sokaklarında bir zamanlar çocuk sesleri ve kuş cıvıltıları yankılanırdı belki. Ancak bugün bu seslerin yerini korku dolu çığlıklar almış durumda. Bombaların gökyüzünden düşerken çocukların oyunlarını yarıda kesmesi, insana derin bir hüzün bırakıyor.

Her kaybolan can, bir hikâyenin sonu demek. Gazze’de bir çocuğun dünyası, diğer çocuklar gibi oyunlarla, hayallerle değil; enkazlarla, dumanlarla dolu. Bir annenin yıkılmış evin önünde feryadı, bir babanın cansız bedenini kucaklayan elleri… Bu görüntüler yalnızca Gazze’ye değil, insanlığın ruhuna da ağır bir yara bırakıyor.

Acı ve Direnişin Şehri.

Gazze’nin hikayesi, acıyla yoğrulmuş bir direniş destanıdır. Her bomba, halkı yıldırmak için düşerken Gazze’nin insanları, her seferinde küllerinden yeniden doğmayı öğrenmiştir. Gazze’nin enkaz yığınları arasında filizlenen umutlar, dünyanın dört bir yanına bir mesaj taşır: “Biz buradayız. Yaşıyoruz. Direniyoruz.”

Gazze’nin insanları, dünyaya ders veren bir sabırla hayata tutunmaya çalışır. Su, elektrik, yiyecek gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılan bu insanlar, yine de umutlarını kaybetmez. Ancak o umut, bazen acının ağırlığı altında ezilir. Gözlerdeki ışık, her geçen gün biraz daha sönmeye başlar.

Sessiz Kalan Dünya.

Belki de Gazze’nin acısını en derinleştiren şey, dünyanın sessizliği. Gazze bombalanırken, anneler çocuklarını kaybederken, evler yıkılırken dünya sadece izliyor. Sessiz kalmak, acının bir parçası olmaktır. Gazze’nin çığlıkları, tüm insanlığa yapılmış bir çağrıdır. Ancak bu çağrı çoğu zaman cevapsız kalıyor.

Gazze’nin çocukları bir savaşın kurbanı değil, insanlığın sessizliğinin kurbanıdır. Bombaların değil, sessiz kalan vicdanların yıktığı bir şehirdir Gazze.

Gazze’nin Hikayesi Bizim Hikayemizdir.

Gazze’yi anlamak, insanlığı anlamaktır. Bu toprakların acısı, sadece orada yaşayanların değil, tüm dünyanın ortak acısıdır. Gazze’nin yaraları, insanlığın yaralarıdır. Onlar, bizim kardeşlerimizdir. Ve bir gün bu acının dinmesi için harekete geçmezsek, insanlığımızı da kaybedeceğiz.

Sonuç: Gazze’ye Borcumuz.

Gazze, yalnızca bir şehir değildir. O, tüm dünyaya insanlığın sınırlarını sorgulatan bir aynadır. Bu aynaya baktığımızda, kendi çaresizliğimizi ve sessizliğimizi görürüz. Ancak Gazze’nin insanları hâlâ direniyor, hâlâ yaşıyor.

Bir gün Gazze’nin sokaklarında yeniden çocuk sesleri ve kuş cıvıltıları duyulacak mı? Bir gün anneler evlatlarını korkusuzca kucaklayabilecek mi? O günü görmek için mücadele etmek, insanlık olarak bizim görevimizdir.

“Ey Gazze, yüreğimiz seninle. Acın bizim acımızdır. Ve bir gün, elbet bir gün adalet seninle buluşacak.”

Loading

No ResponsesOcak 3rd, 2025

DÜN ÇANAKKALEDE OLAN GAZZEDE, BUGÜN BEN YOKUM

DÜN ÇANAKKALEDE OLAN GAZZEDE, BUGÜN BEN YOKUM


Evet, Gerçekten Dün Çanakkale’de Olan Gazze’de, Bugün Ben Yokum.
Neden?

Tarihin tozlu sayfaları, zulme direnen yiğitlerin destanlarıyla doludur. Bir zamanlar Çanakkale’de, Anadolu’dan Filistin’e kadar uzanan bir kardeşlik vardı. Gazze’nin çocukları, Çanakkale’nin toprağına kanlarını dökerek o toprakları savundular. O gün, Çanakkale’de Filistin vardı; kardeşlik vardı, fedakârlık vardı.

Ama bugün Gazze’de zulüm var, gözyaşı var, feryat var. Ve maalesef, bu feryada yeterince kulak veren bir Çanakkale yok. Ben yokum, biz yokuz. İnsanlık yok…

Bir Kardeşlik Destanı: Dün Çanakkale

Çanakkale Savaşı, sadece Türk milletinin değil, ümmetin de bir sınavıydı. O günlerde Gazze’den, Kudüs’ten, Şam’dan gençler, hiç tereddüt etmeden Çanakkale’ye koştu. Ellerindeki silahlar belki eskimişti, ama kalplerindeki iman taptazeydi. Onlar, “Birimiz hepimiz için,” diyerek bu toprakları savundular.

Gazze’nin evlatları, Çanakkale’nin topraklarına gözlerini kırpmadan düştü. Şehitler listesinde Gazze’nin adını görmek, bize kardeşliğin ne demek olduğunu anlatıyor. Peki ya şimdi? Biz, onların yanında aynı kararlılıkla durabiliyor muyuz?

Bugün Gazze’de.

Bugün Gazze’de her gün Çanakkale gibi bir mücadele var. Ancak bu kez düşman, daha zalim, daha acımasız. Bombaların, ambargoların, açlığın ve susuzluğun ortasında bir halk hayatta kalmaya çalışıyor. Ve biz, onların bu direnişine ne kadar ortak olabiliyoruz?

Her bomba Gazze’nin bir evini yıktığında, aslında bizim insanlığımızın bir parçası yok oluyor. Ama biz sustukça, dünya daha da sağırlaşıyor. Çanakkale’nin ruhu, bugün Gazze’nin sokaklarında yankılanmalıydı. Ama bugün o sokaklarda bizim izimiz yok.

Neden Yokuz?

Ey vicdanlar, neden Gazze’de yokuz? O gün Çanakkale için kendini feda eden Gazze’nin çocukları, bugün bizden sadece dua değil, dayanışma bekliyor. Biz ise onları izlemekle yetiniyoruz.

> “Kardeş, kardeşin derdiyle dertlenir,” diyor Peygamber Efendimiz. Ama biz, kardeşimizin derdiyle dertlenmek yerine kendi rahatımıza çekilmiş durumdayız. Çanakkale’de omuz omuza duran ümmet, bugün neden sessiz?

Gazze İçin Bir Sözümüz Var mı?

Çanakkale ruhu, sadece geçmişin bir hikayesi değil; bugün de yaşatmamız gereken bir mirastır. Eğer Çanakkale’nin çocuklarıysak, Gazze için de bir şeyler yapmalıyız. Onların acısını yüreğimizde hissetmeli, dualarımızı eksik etmemeli ve elimizden gelen ne varsa yapmalıyız.

> “Dün Çanakkale’de olan Gazze’de, bugün ben yokum” demek, tarihe ve insanlığa karşı en büyük borcumuzdur.

Birlikte Direnelim.

Gazze, sadece bir şehir değil; tüm ümmetin onurudur. Onların direnişi, bizim de direnişimizdir. Onların acısı, bizim de acımızdır. Çanakkale ruhunu bugün Gazze’de yeniden canlandırmalı, kardeşlerimizin yanında olmalıyız. Çünkü yarın tarih bize soracak:

“Gazze’nin yarasını sararken sen neredeydin?”

 

 

Loading

No ResponsesOcak 3rd, 2025

HÜZNÜN HÜZNÜMDÜR GAZZE

HÜZNÜN HÜZNÜMDÜR GAZZE


Evet, Gerçekten Hüznün Hüznümdür, Gazze.

Ey Gazze,
Her sabah adını duymak, yüreğimde bir yara gibi sızlıyor. Senin acın, sadece seninle sınırlı değil; dünyanın dört bir yanına yayılan bir hüzün denizidir. Yıkılmış duvarların, savrulan toprakların, paramparça umutların, gözyaşına boğulmuş çocukların… Hüznün, hüznümdür Gazze.

Bir Şehrin Sessiz Çığlığı.

Senin sokakların, bir zamanlar Kuran okuyan, ilahi söylenen, ninniler terennüm eden rüzgarlarla doluydu belki. Ama şimdi her köşe başında bir çığlık var. Topraklarında kan izleri, gökyüzünde kara dumanlar… Senin çığlığın duyulmuyor Gazze. Dünya sağır olmuş, vicdanlar kör. Sen sustukça, biz eksiliyoruz.

Bir annenin enkaz altındaki çocuğuna uzanışını izlemek, insanlığın üzerine bir gölge gibi çöküyor. Bir babanın ellerinde küçücük bir bedenle sessizce ağlaması… Bu, bir insanın yüreğinde taşınması mümkün olmayan bir acı.

Mazlumluğun ve Direnişin Adı.

Ama sen yalnız acıyla değil, direnişle de anılıyorsun Gazze. Bombaların altında bile dimdik durmayı, enkazların arasında bile hayata tutunmayı öğretiyorsun. Herkes seni düşürmeye çalışırken, sen inadına yükseliyorsun.

> “Zulmün karşısında susan, dilsiz şeytandır,” der Hz. Muhammed (s.a.v). Ve sen, susmayarak dünyaya insanlık dersi veriyorsun. Her yıkıntında bir umut, her gözyaşında bir direniş saklı.

Hüznün Evlatlarına Selam Olsun.

Gazze, senin çocukların başka hiçbir çocuğun taşımadığı yükler taşıyor omuzlarında. Savaşın ağırlığı, onların minik omuzlarına erken çökmüş. Kimi yetim, kimi öksüz… Ama hepsi de dünyaya inatla bakmayı öğrenmiş.

Bir çocuğun gözyaşı, dünyanın en ağır yüküdür. Ama Gazze’nin çocukları, gözyaşlarını göğe bir dua gibi savuruyor. Belki de bizler için… Belki insanlığın uyanması için…

Ey Gazze, Sesin Bizim Sesimizdir.

Gazze, senin acın sessiz bir feryat gibi yankılanıyor. Her bomba düştüğünde sadece senin toprağın değil, bizim insanlığımız da parçalanıyor. Sadece senin evlerin değil, bizim vicdanlarımız da yıkılıyor. Senin hüznün, bizim hüzünlerimizden daha ağır. Çünkü biz uzaklarda, çaresizce izliyoruz.

> “Bir mümin diğer müminin derdiyle dertlenmedikçe, gerçek mümin olamaz,” der Peygamber Efendimiz. Ve işte bu yüzden senin hüznün, hüznümdür Gazze.

Bir Gün Elbet…

Bir gün Gazze, kanlı ellerin çekileceği o günü görecek. O gün, senin çocukların özgürce koşacak. Anneler evlatlarını korkusuzca bağrına basacak. Gökyüzünde kara dumanlar değil, mavi huzur dalgalanacak.

O güne kadar, senin yaraların bizim utancımızdır. Ama o gün geldiğinde, senin sevincin de bizim sevincimiz olacak.

> “Hüznün hüznümdür Gazze. Acının sesiyim, gözyaşının şahidiyim. Ve bir gün, adaletle huzur bulacağın o günün hayaliyle bekleyişteyim.”

Loading

No ResponsesOcak 3rd, 2025

İŞTE O GÜN

İŞTE O GÜN[1]

 

O GÜN

Abese.33-42.
33﴿ Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,
﴾34-36﴿ İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.
﴾37﴿ O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.
﴾38﴿ O gün birtakım yüzler parıldar;
﴾39﴿ Güleçtir, müjde almıştır.
﴾40﴿ Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş;
﴾41﴿ Kapkara kesilmiştir.
﴾42﴿ İşte bunlar inkârcılardır, günahkârlardır.

“Kıyametin Dehşeti ve Yüzlerin Ahiretteki Hali”

Bu ayetlerde kıyamet günü sahneleri ve o gün insanların yüzlerinde beliren ifadeler çok etkileyici bir şekilde anlatılmaktadır.

1. Kıyamet Günü: İnsanlığın Büyük Hesabı.

“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde…” (Abese, 33)
Kıyamet günü, dünyada bildiğimiz düzenin bozulduğu, insanların dünyadaki amelleriyle baş başa kaldığı büyük bir gündür. Allah Teâlâ başka bir ayette bu günü şöyle tarif eder:

> “O gün yer, kendisine has şiddetli bir sarsıntı ile sarsılır.” (Zilzal, 1)

Bu büyük olay, insanların tüm dünya meşguliyetlerini unutturacak bir olaydır. İnsan o gün, servetini, makamını, hatta sevdiklerini dahi hatırlamaz. Ayette belirtildiği gibi:

> “O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.” (Abese, 34-36)

2. Herkesin İşi Başından Aşkın

“O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.” (Abese, 37)
Kıyamet günü herkesin kendi hesabını verme telaşı vardır. İnsan sadece kendini düşünecek ve başkalarıyla ilgilenmeyecektir. Allah Teâlâ bu durumu başka bir ayette şöyle ifade eder:

> “Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.” (Müddessir, 38)

Bu dünyada önemsediğimiz pek çok şey, o gün anlamını yitirir. O yüzden dünya hayatında geçici şeylere bağlanmak yerine, ahiret için hazırlık yapmak gerekir.

3. Parıldayan Yüzler ve Kararan Yüzler.

“O gün birtakım yüzler parıldar; güleçtir, müjde almıştır.” (Abese, 38-39)
İman eden ve salih amel işleyenlerin yüzleri o gün nurlu ve sevinçlidir. Çünkü onlar dünyada Allah’a kulluk etmiş, ahiret için hazırlık yapmışlardır. Allah, onların ödüllerini cennetle müjdelemiştir:

> “O gün yüzler vardır ki sevinçle ışıldar. Rablerine bakar.” (Kıyamet, 22-23)

Ancak diğer tarafta, inkar edenlerin ve günahkârların yüzleri kararmıştır:
“Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş; kapkara kesilmiştir. İşte bunlar inkârcılardır, günahkârlardır.” (Abese, 40-42)

Bu insanlar, dünya hayatında Allah’ı ve ahireti inkar etmiş, O’nun emirlerini hiçe saymış kimselerdir. Onların akıbetini Allah Teâlâ şöyle bildirir:

> “O gün birçok yüz, zillete bürünmüş, yorgun ve bitkin bir haldedir.” (Gaşiye, 2-3)

4. Hesap Gününe Hazırlık.

Kıyamet gününün dehşeti, herkes için bir uyarıdır. O gün, herkes dünyada yaptıklarının karşılığını eksiksiz alacaktır:

> “Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görür.” (Zilzal, 7-8)

Bu nedenle, hepimiz dünya hayatında Allah’ın emirlerine uygun yaşamaya çalışmalıyız. Şu ayeti daima hatırlayalım:

> “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının. Herkes, yarın için ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 18)

Sonuç ve Dua:
Kıyamet günü herkesi bekleyen bir gerçektir. O gün, yüzlerin nurlu veya kararmış olması bizim bugün yaptıklarımıza bağlıdır. Gelin, Rabbimizin rahmetini kazanmak için imanımızı güçlendirelim, günahlardan kaçınalım ve salih ameller işleyelim. Unutmayalım ki Rabbimiz çok bağışlayıcıdır. Yeter ki biz samimiyetle O’na yönelip tövbe edelim.

Dua:
“Allah’ım! Bizleri yüzleri nurlu olanlardan eyle. İmanımızı artır, amellerimizi bereketli kıl. Bizleri kıyametin dehşetinden muhafaza buyur ve cennetinde cemalinle müşerref eyle. Amin.”

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=nmbILPy5Mgs

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

KIYAMETİN O DEHŞET ANI

KIYAMETİN O DEHŞET ANI[1]

 

Kıyamet ve O Günün Dehşeti


Kur’an-ı Kerim’in bizlere sıklıkla hatırlattığı kıyamet gününden, onun dehşetinden ve bizlere verdiği önemli mesajlarda,
Kıyamet günü, Allah’ın vaadidir ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde gerçekleşecektir. Kur’an-ı Kerim’de kıyamet günüyle ilgili pek çok ayet vardır. Bu ayetlerde, o günün şiddeti, insanın yaşayacağı korku ve panik detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.

1. Kıyamet Gününün Kesinliği.

Allah Teâlâ, kıyamet gününün mutlaka geleceğini şu şekilde ifade eder:

> “O saat mutlaka gelecektir, bunda hiçbir şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmaz.” (Mümin, 59)

Kıyamet, dünya hayatının sona erdiği, Allah’ın düzeni yeniden kurduğu ve herkesin hesaba çekileceği büyük bir gündür. Bu olay, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda Allah’ın adaletinin tecellisidir.

2. Kıyamet Gününün Dehşeti.

Kıyamet günü, öyle bir gündür ki insanlar daha önce benzerine asla şahit olmamıştır. Kur’an bu günü tasvir ederken insanların yaşayacağı korkuyu şöyle ifade eder:

> “O saat geldiği zaman, hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan konuşamaz. O gün, kimi mutsuzdur, kimi mutlu.” (Hud, 105)

Başka bir ayette kıyametin şiddeti şöyle anlatılır:

> “O gün dağları yürütürüz; yeri dümdüz görürsün. Onları bir araya toplarız ve hiçbirini bırakmayız.” (Kehf, 47)

Bu ayetler, kıyametin sadece insanları değil, tüm evreni etkileyeceğini göstermektedir. O gün, dağlar savrulacak, gökler yarılacak ve yıldızlar dökülecektir.

3. İnsanların Durumu.

Kıyamet günü, herkesin kendi derdine düştüğü bir gündür. Abese Suresi’nde şöyle buyurulur:

> “O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.” (Abese, 34-37)

Bu ayetler, kıyamet gününün insanda oluşturacağı dehşeti açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. İnsan, en sevdiklerinden bile kaçacak kadar çaresiz bir hale düşecektir.

Allah, başka bir ayette insanların dehşetini şu şekilde ifade eder:

> “O gün herkes kendi derdiyle meşguldür.” (Müddessir, 38)

4. İki Farklı Akıbet.

Kıyamet günü, iman edenler ve inkar edenler için farklı sonuçlar doğuracaktır. Salih amel işleyen ve Allah’a itaat edenlerin yüzleri sevinçten parlayacak:

> “O gün birtakım yüzler parıldar; güleçtir, müjde almıştır.” (Abese, 38-39)

Ancak Allah’ı inkar eden ve O’nun emirlerini hiçe sayanların yüzleri kararmış olacak:

> “O gün birtakım yüzler de toza toprağa bürünmüş; kapkara kesilmiştir.” (Abese, 40-42)

Bu iki grup arasındaki fark, dünyada yaptıkları amellerle belirlenir. Allah şöyle buyurur:

> “Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görür.” (Zilzal, 7-8)

5. Kıyamet Gününe Hazırlık.

Kıyamet günü herkesin karşılaşacağı bir gerçektir. O günün dehşetinden kurtulmanın yolu, dünya hayatında Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde yaşamaktır. Rabbimiz bizleri şöyle uyarır:

> “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 18)

Bu ayeti düşünerek kendimize sormalıyız: Kıyamet günü için ne hazırlıyoruz? Amellerimiz, o gün yüzümüzü güldürecek mi yoksa utandıracak mı?

Sonuç ve Dua:

Kıyamet günü, Allah’ın adaletinin tam anlamıyla ortaya çıkacağı bir gündür. O günün dehşetini düşünerek, hem kendimiz hem de sevdiklerimiz için hazırlık yapmalıyız. Namazlarımızı aksatmadan kılmalı, Allah’ın kitabını okumalı ve O’nun rızasını kazanacak işler yapmalıyız. Unutmayalım ki Rabbimizin rahmeti büyüktür.

Dua:
“Allah’ım! Bizleri kıyametin dehşetinden koru. Yüzleri nurlu olanlardan, cennetine kavuşanlardan eyle. Amellerimizi hayır üzere kıl ve bizleri hesaba kolay çek. Amin.”

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=8m4uD7uqYbM

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

Maneviyat Öncüsü Hasan-ı Basri

Maneviyat Öncüsü Hasan-ı Basri


İslam düşünce tarihinde derin izler bırakan Hasan-ı Basri (642-728), zühd, takva ve manevi derinlik açısından İslam’ın en önde gelen şahsiyetlerinden biridir. Tabiîn neslinin büyük âlimlerinden olan Hasan-ı Basri, İslam ahlakının özümsenmesi ve manevi olgunluğun yaygınlaştırılmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Yaşadığı dönemde ve sonrasında, tasavvuf ve maneviyat hareketlerinin şekillenmesinde büyük etkisi olmuştur.

Hayatı ve Dönemi

Hasan-ı Basri, hicretin 21. yılında (642) Medine’de doğmuş, sahabe neslini görme şerefine erişmiş bir Tabiîndir. Babası Zeyd, Hz. Peygamber’in sahabelerinden biriydi ve Hz. Ali’nin azatlı kölesiydi. Annesi Hayre ise Hz. Peygamber’in hanımlarından Ümmü Seleme’nin hizmetindeydi. Bu nedenle Hasan-ı Basri, çocukluk yıllarında sahabelerin sohbetlerine tanıklık ederek İslam ahlakını derinlemesine öğrenme fırsatı bulmuştur.

Hasan-ı Basri, Basra’da yetişmiş ve burada İslam’ın manevi ve ahlaki ilkelerini insanlara öğretmekle meşgul olmuştur. Hayatı boyunca zühd ve takva ile öne çıkmış, devlet yöneticilerine dahi adalet ve ahlak konularında cesur nasihatlerde bulunmuştur.

Maneviyat Önderliğindeki Rolü

1. Zühd ve Takva Önderi
Hasan-ı Basri’nin hayatında zühd (dünyadan uzaklaşma) ve takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) merkezi bir yer tutar. O, dünya nimetlerine fazla değer vermemiş, insanları ahiret hayatını ön planda tutmaya davet etmiştir. Şu sözü, onun zühd anlayışını özetler:

> “Dünya bir hayaldir, peşinde koşan aldanır; ahiret ise bir gerçektir, ona yönelen kazanır.”

2. Tasavvufun Temelini Atması
Hasan-ı Basri, tasavvufun öncülerinden biri olarak kabul edilir. Onun manevi derinliği ve ahlak anlayışı, sonraki tasavvuf ekollerine ilham kaynağı olmuştur. Gönül terbiyesi, nefis muhasebesi ve Allah’a yakın olma bilinci, onun düşüncesinin temel taşlarıdır.

3. İlmi ve Hikmeti
Hasan-ı Basri, ilmiyle de devrinin en saygın âlimlerinden biri olmuştur. Tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında derin bilgiye sahipti. Ancak onun asıl etkisi, insanları kalbi olgunlaşmaya yönlendiren hikmet dolu sözleriydi. Şu sözü, onun manevi olgunluğunun bir yansımasıdır:

> “Mümin, Allah’tan ümit eder ama aynı zamanda korkar; günah işler ama hemen tövbe eder.”

4. Adalet ve Cesareti
Hasan-ı Basri, sadece manevi konularda değil, toplumsal adalet ve ahlak meselelerinde de cesur bir önder olmuştur. Zalim yöneticilere karşı hakkı savunmaktan çekinmemiş, insanları adaletli bir hayat yaşamaya teşvik etmiştir.

Öne Çıkan Özellikleri

1. Samimiyet ve İçtenlik
Hasan-ı Basri’nin en dikkat çeken özelliklerinden biri, samimi ve içten bir dindarlığa sahip olmasıdır. Amellerin Allah rızası için yapılması gerektiğini vurgular ve gösterişten uzak bir ibadet hayatını savunurdu.

2. Nefs Muhasebesi
Hasan-ı Basri, insanlara sürekli olarak nefislerini sorgulamalarını ve manevi olgunluğa ulaşmak için gayret göstermelerini tavsiye etmiştir. O, şu sözüyle nefis muhasebesinin önemini ifade eder:

> “Nefsini sorgulayan kurtulur, sorgulamayan helak olur.”

3. Sabır ve Şükür
Onun hayatında sabır ve şükür önemli bir yer tutar. O, her durumda Allah’a tevekkül etmeyi ve şükretmeyi öğütlemiştir.

4. Merhamet ve Şefkat
Hasan-ı Basri, insanlara ve tüm canlılara karşı derin bir merhamet ve şefkat beslerdi. Toplumun zayıf ve muhtaç kesimlerine yardım etmeyi bir müminin asli görevi olarak görürdü.

 

 

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden İsmail Hakkı Bursevi.

Maneviyat büyüklerinden İsmail Hakkı Bursevi.


İsmail Hakkı Bursevî: Osmanlı’nın Manevi ve Fikri Rehberi

İsmail Hakkı Bursevî (1653-1725), Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yetişen büyük bir mutasavvıf, alim ve müfessirdir. Celvetiyye Tarikatı’nın önde gelen isimlerinden biri olan Bursevî, özellikle Ruhul-Beyan adlı tefsiriyle İslam dünyasında büyük bir şöhrete kavuşmuş ve tasavvuf alanında derin etkiler bırakmıştır.

Hayatı

İsmail Hakkı Bursevî, 1653 yılında Aydın’ın Aydınoğulları beldesinde doğmuştur. Küçük yaşlardan itibaren dini ilimlere ve tasavvufa yönelmiş, bu alanda derin bir öğrenim görmüştür. İlk eğitimini memleketinde aldıktan sonra çeşitli alimlerin ve mutasavvıfların yanında yetişerek ilmini artırmıştır.

Genç yaşında Bursa’ya yerleşmiş ve burada Celvetiyye Tarikatı’na intisap etmiştir. Özellikle Aziz Mahmud Hüdayi’nin manevi öğretisine dayanan Celvetiyye’nin esaslarını hayatında rehber edinmiştir. Bursa’da uzun yıllar hem eğitim hem de manevi irşad faaliyetlerinde bulunmuş, halk arasında derin bir sevgi ve saygı kazanmıştır.

İlmi ve Tasavvufi Görüşleri

İsmail Hakkı Bursevî’nin tasavvuf anlayışı, Allah’ın birliği (tevhid) ve insanın bu birliğe yönelişi üzerinde temellenir. Ona göre, hakikat, Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde tefekkür ederek ve nefs terbiyesiyle elde edilir.

Temel İlkeleri

1. Tevhid: Bursevî’nin düşüncesinde, tüm varlıklar Allah’ın birliğini yansıtır. Evren, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisidir.

2. Nefs Terbiyesi: İnsan, nefsini arındırmadan hakikate ulaşamaz. Bu sebeple, zikir ve ibadet tasavvuf yolunun temel taşlarıdır.

3. Zahir ve Batın İlmi: Bursevî, hem zahiri ilimlere hem de batıni (manevi) ilimlere önem vermiştir. Ona göre, hakikati kavramak için her iki ilimde derinleşmek gerekir.

4. İrfan ve Tefekkür: İnsan, evrendeki olayları ve varlıkları düşünerek Allah’a yakınlaşabilir. Tefekkür, manevi yükselişin bir anahtarıdır.

Eserleri

İsmail Hakkı Bursevî, ardında zengin bir ilmi ve edebi miras bırakmıştır. Yazdığı eserler, tefsir, tasavvuf, ahlak ve irfan alanlarında önemli birer kaynak niteliğindedir. Başlıca eserleri şunlardır:

1. Ruhul-Beyan: Tasavvufi bir Kur’an tefsiri olan bu eser, Bursevî’nin en tanınmış eseridir. Ayetlerin derin manevi ve sembolik anlamlarını açıklar.

2. Şerh-i Nutk-ı Yunus Emre: Yunus Emre’nin tasavvufi şiirlerinin açıklamasını içerir.

3. Tuhfetü’s-Safiyye: Manevi eğitim ve nefis terbiyesi üzerine yazılmış bir eserdir.

4. Ferahnâme: Manevi huzur ve saadetin yollarını anlatır.

5. Kitabü’n-Netice: Tasavvufun temel esaslarını ele alan bir kitaptır.

Bursa ve İsmail Hakkı Bursevî

Bursa, İsmail Hakkı Bursevî’nin hayatında önemli bir yer tutar. Bu şehir, onun irşad faaliyetlerinin merkezi olmuş ve tasavvufi öğretilerini geniş kitlelere yaydığı bir mekan haline gelmiştir. Bugün Bursa’daki türbesi, hala manevi bir ziyaret yeri olarak kabul edilmektedir.

Mirası

İsmail Hakkı Bursevî’nin etkisi, yalnızca Osmanlı dönemiyle sınırlı kalmamış, eserleriyle İslam dünyasında derin bir iz bırakmıştır. Onun yazıları, tasavvufun derinliklerini anlamak isteyenler için eşsiz bir rehber niteliğindedir. Ayrıca, modern dönemde de tasavvuf ve İslam düşüncesi üzerine çalışan akademisyenlerin temel başvuru kaynaklarından biri olmuştur.

Sonuç

İsmail Hakkı Bursevî, Osmanlı’nın manevi rehberlerinden biri olarak, ilim ve tasavvuf arasında bir köprü kurmuş; hem zahiri hem de batıni ilimlere yaptığı katkılarla anılmıştır. Onun hayatı, Allah’a yakınlaşma yolunda ilim, ibadet ve nefis terbiyesinin nasıl birleştirileceğine dair örnek bir model sunar.

“Hakikate giden yol, tefekkürle başlayıp, teslimiyetle tamamlanır.” – İsmail Hakkı Bursevî

 

 

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden Aziz Mahmud Hüdayi.

Maneviyat büyüklerinden Aziz Mahmud Hüdayi.


Aziz Mahmud Hüdayi: Osmanlı’nın Manevi Mimarlarından Biri

Aziz Mahmud Hüdayi (1541-1628), Osmanlı Devleti’nin en önemli tasavvuf ehli ve manevi önderlerinden biridir. Üsküdar’da yaşamış olan Hüdayi Hazretleri, engin bilgisi, tasavvufi derinliği ve halkın her kesimine hitap eden hikmetli öğütleriyle hem Osmanlı padişahları hem de sıradan halk arasında büyük saygı görmüştür. Günümüzde de türbesi, İstanbul’un manevi merkezlerinden biri olarak ziyaret edilmeye devam etmektedir.

Hayatı

Aziz Mahmud Hüdayi, 1541 yılında Şereflikoçhisar’da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren medrese eğitimi alarak İslami ilimlerde derinleşti. Bursa’daki dönemin önemli alimlerinden olan Abdülmecid Sivasi’nin derslerine katıldı ve burada hem zahiri hem de batıni ilimlerde yetkinleşti.

Medrese eğitimini tamamladıktan sonra bir süre kadılık yaptı. Ancak bu süreçte adaletin sadece hukuk ile değil, manevi bir anlayışla da uygulanması gerektiğini idrak ederek tasavvuf yoluna yöneldi. Üsküdar’a gelerek Celvetiyye Tarikatı’nın kurucusu olan Üftade Hazretleri’nin müridi oldu.

Şeyhi Üftade’nin gözetiminde nefis terbiyesinden geçip manevi olgunluğa erişen Aziz Mahmud Hüdayi, şeyhinin vefatından sonra İstanbul’a döndü ve Üsküdar’da kendi dergahını kurdu. Buradan hem halkı irşad etti hem de devletin manevi rehberlerinden biri olarak padişahlara öğütlerde bulundu.

Tasavvufi Anlayışı

Aziz Mahmud Hüdayi’nin tasavvuf anlayışı, Celvetiyye Tarikatı’nın esaslarına dayanır. Celvetiyye, halkın içinde Allah’a kulluğu esas alan bir tarikattır. Aziz Mahmud Hüdayi’nin temel görüşleri şunlardır:

1. Tevhid: Allah’ın birliği, tasavvufun merkezinde yer alır. Tevhid, insanın hem zihninde hem de kalbinde yerleşmelidir.

2. Hizmet: Halk içinde Hakk’a hizmet anlayışını benimseyen Hüdayi, insanlara faydalı olmayı ibadetin bir parçası olarak görmüştür.

3. Nefs Terbiyesi: İnsan, kendi nefsini terbiye ederek manevi olgunluğa ulaşabilir. Bu süreçte ibadet, zikir ve hizmet temel unsurlardır.

4. Zühd: Dünyaya bağımlı olmamak, ancak dünyayı terk etmeden yaşamak gerektiğini savunmuştur.

Halka ve Devlete Rehberliği

Aziz Mahmud Hüdayi, sadece bir manevi rehber değil, aynı zamanda Osmanlı padişahlarının danışmanıydı. Özellikle Sultan I. Ahmed ve Sultan IV. Murad gibi padişahlar üzerinde büyük etkisi olmuştur. Savaşlar ve devlet meselelerinde, manevi öğütleriyle padişahlara yol göstermiştir.

Bunun yanı sıra, halkın manevi eğitimine büyük önem vermiş ve yazdığı eserlerle geniş kitlelere hitap etmiştir. Dergahında her kesimden insanı ağırlamış, onların sorunlarına çözüm bulmaya çalışmıştır.

Eserleri

Aziz Mahmud Hüdayi, tasavvuf edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Hem manzum hem de mensur eserleri, derin bir hikmet ve manevi öğreti içerir. Başlıca eserleri şunlardır:

Divan: İlahi aşkı ve manevi hakikatleri anlatan şiirlerden oluşur.

Nefâisü’l-Mecâlis: Sohbetlerinde ele aldığı konuları içerir.

Tarikatnâme: Tasavvufun esaslarını açıklayan bir eserdir.

Vâkıât: Manevi tecrübelerini ve hatıralarını anlattığı bir eserdir.

Manevi Mirası

Aziz Mahmud Hüdayi, Osmanlı toplumunda derin bir iz bırakmıştır. İnsanlara yalnızca dini bilgi değil, aynı zamanda hayata dair hikmetler sunmuş, ilmiyle halkın gönlünde taht kurmuştur. Üsküdar’daki dergahı, günümüzde de bir ziyaret ve ibadet merkezi olarak önemini korumaktadır. Türbesi, manevi huzur arayanların uğrak yeridir.

Onun öğretileri, sadece Osmanlı toplumu için değil, günümüz insanı için de evrensel niteliktedir. Sevgi, merhamet ve hizmet anlayışıyla insanlığa rehberlik etmeye devam etmektedir.

Sonuç

Aziz Mahmud Hüdayi, Osmanlı’nın manevi mimarlarından biri olarak, ilmiyle, tasavvufi öğretileriyle ve halka olan hizmetiyle yüzyıllar boyunca örnek alınan bir şahsiyettir. Onun hayatı, iman, ilim ve hizmetin bir araya geldiği bir derviş modelinin simgesidir.

“Hak yolunda insanlara hizmet, Hakk’a yapılan en büyük ibadettir.” – Aziz Mahmud Hüdayi

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden Akşemseddin.

Maneviyat büyüklerinden Akşemseddin.

Akşemseddin: İlim ve Maneviyatın Zirvesi

Akşemseddin, Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemi alimlerinden biri olup, sadece bir tasavvuf büyüğü değil, aynı zamanda bir bilim insanı ve öğretmendir. Sultan II. Mehmed’in (Fatih Sultan Mehmed) hocası olan Akşemseddin, İstanbul’un fethine manevi ve ilmi katkılarda bulunmuş, tasavvuf tarihine damga vuran isimlerden biri olmuştur.

Hayatı

Akşemseddin, 1389 yılında Şam’da doğmuş, asıl adı Şeyh Mehmed Şemseddin’dir. Ailesi, Hz. Ebubekir’in (r.a.) soyundan gelen bir seyyid ailesidir. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Anadolu’ya göç eden Akşemseddin, ilk eğitimini Amasya’da almış, genç yaşta Kur’an-ı Kerim ve diğer İslami ilimlerde derinleşmiştir.

İlim öğrenmeye olan tutkusu onu Hacı Bayram-ı Veli’nin dergahına götürmüştür. Hacı Bayram-ı Veli’den tasavvuf eğitimi alan Akşemseddin, burada hem zahiri hem de batıni ilimlerde yetkinleşmiş ve manevi olgunluğa erişmiştir. Hocasının vefatından sonra Bayramiyye Tarikatı’nın önemli temsilcilerinden biri olmuş ve bu yolun devamını sağlamıştır.

İstanbul’un Fethi ve Akşemseddin

Akşemseddin’in Osmanlı tarihindeki en önemli rolü, İstanbul’un fethine yaptığı manevi rehberliktir. Sultan II. Mehmed’e hem manevi destek vermiş hem de fethin mümkün olduğuna olan inancı güçlendirmiştir.

Fetih sırasında, ordunun moralini yüksek tutmuş ve Sultan II. Mehmed’e şehrin mutlaka alınacağını müjdelemiştir. Ayrıca, Eyüp Sultan’ın (Ebu Eyyub el-Ensari) kabrini keşfetmiş, bu da fetih ordusunun manevi gücünü artırmıştır.

Tasavvufi Anlayışı

Akşemseddin’in tasavvuf anlayışı, Hacı Bayram-ı Veli’nin izinde şekillenmiş, tevazu, zühd ve hizmet esaslarına dayalıdır. Onun tasavvuf anlayışında şu temel ilkeler öne çıkar:

1. Tevhid: Allah’ın birliği ve kudreti, tasavvufun merkezinde yer alır.

2. Nefs Terbiyesi: İnsanın manevi yükselişi, nefsin terbiyesiyle mümkündür.

3. İlme Önem: Manevi bilginin yanında zahiri bilginin de öğrenilmesi, insanın kulluk görevini tam anlamıyla yerine getirmesi için gereklidir.

4. Hizmet: İnsanlara hizmet etmek, Allah’a hizmet olarak kabul edilir.

İlim ve Bilim Çalışmaları

Akşemseddin, tasavvufun yanı sıra tıp ve biyoloji gibi pozitif bilimlerle de ilgilenmiştir. Mikrobun varlığını keşfeden ilk bilim insanlarından biri olarak kabul edilir. Hastalıkların gözle görülmeyen küçük canlılar tarafından bulaştığını açıklamış, bu alandaki çalışmalarıyla modern bilime öncülük etmiştir.

Eserlerinde tıp, eczacılık ve biyoloji konularına geniş yer vermiştir. Ayrıca, insanın ruhsal ve bedensel sağlığını bir bütün olarak ele alan bir yaklaşım geliştirmiştir.

Eserleri

Akşemseddin, hem tasavvuf hem de bilim alanında eserler kaleme almıştır. Başlıca eserleri şunlardır:

Maddetü’l-Hayat: Mikrobiyoloji ve hastalıkların nedenleri üzerine yazılmış bir eserdir.

Risaletü’n-Nuriyye: Tasavvufun esaslarını ele alan bir eserdir.

Def’i Metain: İnsanın ruhsal ve ahlaki gelişimini konu alır.

Manevi ve İlmî Mirası

Akşemseddin, hem ilmi hem de manevi alanda Osmanlı tarihine büyük katkılar sağlamıştır. Sultan II. Mehmed gibi bir padişahı yetiştirmiş olması, onun ne denli etkili bir öğretmen ve rehber olduğunu gösterir. Ayrıca, bilimsel çalışmalarıyla döneminin çok ötesinde bir anlayış sergilemiştir.

Tasavvuf ve ilmi birleştiren bu büyük zat, sadece Osmanlı toplumu için değil, insanlık için evrensel bir model sunmuştur. Onun hayatı, ilim, iman ve hizmetin mükemmel bir sentezi olarak insanlara ilham vermeye devam etmektedir.

Sonuç

Akşemseddin, Osmanlı’nın manevi temelini atan ve bilimi tasavvufla harmanlayan önemli bir şahsiyettir. O, ilim ve maneviyatın birlikte yürütülmesi gerektiğini savunmuş, hem bir mutasavvıf hem de bir bilim insanı olarak gelecek nesillere rehberlik etmiştir.

“Hakikate ulaşmak, ilimle olur; fakat ilmin hakikati, ancak Allah’a teslimiyetle anlaşılır.” – Akşemseddin

 

 

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden Şahabeddin Sühreverdi.

Maneviyat büyüklerinden Şahabeddin Sühreverdi.

Şahabeddin Sühreverdi: İşrak Felsefesinin Mimarı

Şahabeddin Sühreverdi (1154-1191), İslam dünyasında “Şeyhü’l-İşrak” (İşrak Şeyhi) unvanıyla tanınan, tasavvuf, felsefe ve hikmet alanlarında derin etkiler bırakmış önemli bir alim ve filozofdur. İşrakilik (aydınlanma) felsefesinin kurucusu olan Sühreverdi, akıl ve sezgi yoluyla hakikatin keşfedilebileceğini savunmuş; ışık metaforu üzerinden Allah’ın birliği ve evrendeki düzeni açıklamıştır.

Hayatı

Şahabeddin Sühreverdi, 1154 yılında İran’ın Zencan şehrine yakın bir yer olan Sühreverd’de doğmuştur. Genç yaşta ilim tahsiline başlamış; İslam felsefesi, kelam, tasavvuf ve diğer dini ilimlerde derinleşmiştir. Özellikle Aristoteles, Platon ve İslam filozoflarından etkilenmiş, ancak kendi özgün felsefesini geliştirmiştir.

Hayatı boyunca birçok şehirde bulunmuş ve dönemin alimleriyle münazaralarda bulunmuştur. Ancak görüşleri, özellikle İşrakilik felsefesi, dönemin dini ve siyasi otoriteleri tarafından yanlış anlaşılmış ve eleştirilmiştir. Bu sebeple, 1191 yılında Halep’te idam edilmiştir.

Felsefesi: İşrakilik

Sühreverdi’nin felsefesi, “İşrakilik” olarak adlandırılmıştır. İşrak, “aydınlanma” veya “doğuş” anlamına gelir. Bu felsefenin temelinde, evrenin ve varlığın bir ışık düzeni içinde yaratıldığı anlayışı vardır.

Ana İlkeler

1. Işık Metaforu: Sühreverdi, Allah’ı “Mutlak Işık” olarak tanımlar. Evren, bu ışığın farklı derecelerde yansımasıdır. Tüm varlıklar, Allah’tan gelen bu ışığın birer tezahürüdür.

2. Aklın ve Sezginin Birliği: Hakikate ulaşmak için hem akıl hem de sezgi gereklidir. Aklı, insanın gerçekleri anlamada önemli bir araç olarak görürken, sezgiyi ilahi bilgiyi kavramada vazgeçilmez bir unsur olarak kabul eder.

3. Zühd ve Manevi Yolculuk: İnsan, ruhani bir yolculukla nefsini arındırarak Allah’a yaklaşabilir. Bu yolculukta, insanın hakikate ulaşması bir tür manevi aydınlanmadır.

4. Melekler ve Kozmik Düzen: Sühreverdi, melekleri varlıkların farklı ışık seviyeleri olarak tanımlar. Ona göre, evrenin düzeni, bu ilahi ışıkların bir sistematiğiyle işler.

Eserleri

Şahabeddin Sühreverdi, kısa yaşamına rağmen birçok önemli eser bırakmıştır. Felsefe, tasavvuf ve hikmet üzerine yazdığı eserler, günümüzde de büyük bir ilgiyle incelenmektedir. Öne çıkan eserleri şunlardır:

Hikmetü’l-İşrak: İşrakilik felsefesinin temel ilkelerini açıkladığı başyapıtıdır.

El-Mutârahat: Felsefi ve tasavvufi diyalogları içeren bir eserdir.

El-Elvâhu’l-İmâdiyye: Işık metaforuyla varlık ve hakikat ilişkisini ele alır.

Manevi ve Felsefi Mirası

Sühreverdi’nin felsefesi, İslam dünyasında büyük bir etki yaratmıştır. Ancak onun asıl mirası, yalnızca bir felsefi sistem kurmuş olması değil; aynı zamanda insanlara hakikatin derin anlamını kavramaları için bir yol göstermiş olmasıdır. İşrakilik, yalnızca İslam dünyasında değil, Batı’da da yankı bulmuş ve birçok düşünürü etkilemiştir.

Sühreverdi, düşüncelerinde Doğu ile Batı felsefesini birleştirmiş, akıl ve sezginin uyumunu vurgulamıştır. Onun ışık anlayışı, varlık, bilgi ve hakikat üzerine düşünen herkes için evrensel bir mesaj niteliğindedir.

Günümüzde Şahabeddin Sühreverdi

Sühreverdi’nin fikirleri, modern dönemde tasavvuf ve felsefe araştırmacıları tarafından incelenmeye devam etmektedir. Onun öğretileri, insanın içsel bir aydınlanma yaşayarak hakikati kavramasının mümkün olduğunu hatırlatır.

Sonuç

Şahabeddin Sühreverdi, felsefe ve tasavvufu birleştirerek hakikatin derin anlamlarını arayan bir düşünürdür. Onun ışık metaforu ve işrak felsefesi, yalnızca İslam düşüncesinde değil, evrensel bilgelik arayışında da önemli bir yer tutar. Sühreverdi’nin hayatı, hakikate adanmış bir ömrün ve aydınlanma yolculuğunun simgesidir.

“Hakikat, insanın ruhunda doğan bir ışığın re

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden İbn Arabi.

Maneviyat büyüklerinden İbn Arabi.

İbn Arabi: Tasavvufun Şeyhü’l-Ekberi

Muhyiddin İbn Arabi, İslam tasavvufunun en büyük isimlerinden biri olarak kabul edilen, fikirleri ve eserleriyle yüzyıllardır insanlığa ışık tutan bir mutasavvıf, filozof ve alimdir. “Şeyhü’l-Ekber” (En Büyük Şeyh) unvanıyla anılan İbn Arabi, özellikle vahdet-i vücut (varlık birliği) anlayışıyla tanınır ve hem İslam dünyasında hem de Batı’da derin izler bırakmıştır.

Hayatı

İbn Arabi, 1165 yılında Endülüs’te, bugünkü İspanya’nın Murcia kentinde doğmuştur. Zengin bir ilim ve kültür ortamında yetişen İbn Arabi, genç yaşta İslam ilimlerine yönelmiş ve çeşitli alimlerden ders almıştır. Tasavvuf yolculuğuna erken yaşta başlamış, manevi bir olgunlukla tasavvufun derinliklerine inmiştir.

İbn Arabi, hayatı boyunca birçok İslam beldesini dolaşmış; Endülüs’ten Mağrip’e, Mısır’dan Hicaz’a, Şam’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada bulunmuştur. Bu yolculuklar sırasında dönemin önemli alimleri ve mutasavvıflarıyla görüşerek ilmini ve tecrübelerini derinleştirmiştir. 1240 yılında Şam’da vefat etmiş ve burada defnedilmiştir.

Felsefesi ve Tasavvuf Anlayışı

İbn Arabi’nin tasavvuf anlayışı, İslam düşüncesinde önemli bir kırılma noktasıdır. Onun en dikkat çekici kavramlarından biri olan “Vahdet-i Vücut” (Varlık Birliği), bütün varlığın tek bir hakikatin tezahürü olduğunu savunur. Bu düşünceye göre, evrendeki her şey Allah’ın bir yansımasıdır ve O’ndan bağımsız bir varlık düşünülemez.

Ana İlkeleri

1. Varlığın Birliği (Vahdet-i Vücut): Allah, evrenin her zerresinde tecelli eder. Yaratılan her şey Allah’ın isim ve sıfatlarının bir yansımasıdır.

2. Aşk ve Marifet: Allah’a olan aşk, insanın yaratılışının temel gayesidir. İnsan, bu aşk sayesinde hakikati kavrayabilir ve Allah’a yakınlaşabilir.

3. İnsan-ı Kamil: İbn Arabi’nin öğretilerinde insan, yaratılışın en yüksek mertebesine ulaşabilecek bir varlıktır. İnsan-ı Kamil, Allah’ın tüm isim ve sıfatlarını en mükemmel şekilde yansıtan kişidir.

4. Hakikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed (s.a.v.), yaratılışın özü ve varlığın tamamlayıcı unsurudur. İbn Arabi’ye göre, Allah’ın isim ve sıfatlarının ilk tecellisi Hz. Muhammed’dir.

Eserleri

İbn Arabi’nin 400’den fazla eser yazdığı bilinmektedir. Bu eserlerden birçoğu günümüze ulaşmıştır ve tasavvuf edebiyatında başyapıt olarak kabul edilir:

Fusûsu’l-Hikem: Peygamberlerin manevi hikmetlerini açıklayan bir eserdir.

el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye: İbn Arabi’nin en kapsamlı eseridir. Tasavvufun temel ilkelerini, varlık felsefesini ve manevi yolculuğu detaylı bir şekilde ele alır.

Tercümanü’l-Eşvak: İlahi aşkı ve manevi tecrübeleri anlatan tasavvufi şiirlerden oluşur.

Eleştiriler ve Etkileri

İbn Arabi’nin fikirleri, döneminde büyük bir yankı uyandırmış ve hem takdir edilmiş hem de eleştirilmiştir. Vahdet-i vücut anlayışı bazı çevrelerce yanlış anlaşılmış ve eleştirilmiştir. Ancak İbn Arabi’nin düşünceleri, tasavvuf edebiyatında derin etkiler bırakmış ve birçok mutasavvıf, alim ve sanatçıyı etkilemiştir. Mevlana Celaleddin Rumi’den Yunus Emre’ye kadar birçok isim, İbn Arabi’nin fikirlerinden ilham almıştır.

Günümüzde İbn Arabi

Günümüzde İbn Arabi’nin eserleri ve düşünceleri, tasavvuf araştırmacıları ve İslam düşüncesiyle ilgilenenler tarafından incelenmeye devam etmektedir. Onun mesajları, yalnızca bir dini tecrübenin değil, evrensel bir manevi anlayışın ifadesi olarak değerlendirilir.

Sonuç

İbn Arabi, tasavvufun derinliklerini anlamaya çalışan herkes için bir kılavuz niteliğindedir. Onun vahdet-i vücut anlayışı, insanın Allah ile olan bağını ve evrendeki yerini yeniden düşünmesine vesile olur. Eserleri ve öğretileriyle İbn Arabi, insanlara ilahi hakikati kavramanın yollarını göstermeye devam etmektedir.

“Kendini bilen, Rabbini bilir.” – İbn Arabi

 

 

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden Ahmed er-Rufai.

Maneviyat büyüklerinden Ahmed er-Rufai.

Ahmed er-Rufai: Tasavvufun Mütevazı ve Merhametli Kutbu

Ahmed er-Rufai, 12. yüzyılda yaşamış, İslam tasavvufunun önemli temsilcilerinden biri olarak hem yaşadığı dönemde hem de günümüzde insanlara rehberlik etmiş büyük bir mutasavvıftır. Onun hayatı, öğretileri ve insana bakış açısı, İslam ahlakının ve tasavvufun en güzel örneklerini sunar. İslam tasavvufunda geniş bir etki bırakan Rufailik Tarikatı’nın kurucusu olan Ahmed er-Rufai, tevazu, merhamet ve Allah’a bağlılığıyla tanınmıştır.

Hayatı

Ahmed er-Rufai, 1118 yılında Irak’ın Vasıt şehrine bağlı Hasen köyünde dünyaya gelmiştir. Ailesi, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) soyundan gelen bir seyyid ailesidir. Küçük yaşta babasını kaybeden Ahmed er-Rufai, amcası tarafından büyütülmüş ve çok iyi bir eğitim almıştır. Hadis, tefsir, fıkıh ve tasavvuf gibi ilimlerde derinleşmiş, özellikle zahiri ve batıni ilimleri birleştiren bir alim olarak tanınmıştır.

İlk gençlik yıllarından itibaren tasavvufa yönelen Ahmed er-Rufai, insanlara Allah’a yaklaşmanın yollarını öğretmiş ve onların ruhani anlamda olgunlaşmasına rehberlik etmiştir.

Manevi Öğretileri

Ahmed er-Rufai’nin tasavvuf anlayışı, şeriatın zahiri hükümlerini yerine getirmekle birlikte, insanın içsel bir yolculuk yaparak Allah’a ulaşmasını hedefler. Onun öğretilerinde şu esaslar öne çıkar:

1. Tevazu ve Alçakgönüllülük: Ahmed er-Rufai, Allah’a yakın olmanın yolunun tevazudan geçtiğini vurgulamıştır. İnsanların birbirine üstünlük taslamasını kınamış, her türlü kibirden uzak durmayı öğütlemiştir.

2. Merhamet ve Sevgi: Onun öğretisinde insan sevgisi ve merhamet temel bir yer tutar. Ahmed er-Rufai, yaratılmışları Allah’ın emaneti olarak görmüş ve insanlara hizmeti bir ibadet olarak kabul etmiştir.

3. Zühd ve Nefs Terbiyesi: Dünyanın geçici zevklerine aldanmamak ve nefsin isteklerine karşı direnmek, onun tasavvuf anlayışının önemli bir parçasıdır.

4. Allah’a Teslimiyet: Ahmed er-Rufai, her işte Allah’a güvenmeyi ve teslimiyet göstermeyi öğütlemiştir. Ona göre, insanın huzuru, Allah’a olan bağlılıkta saklıdır.

Rufailik Tarikatı

Ahmed er-Rufai’nin öğretileri, Rufailik Tarikatı adı altında şekillenmiştir. Rufailik, özellikle tevazu, zikir ve ibadet esaslarına dayanır. Bu tarikat, İslam dünyasında geniş bir coğrafyaya yayılmış ve milyonlarca insanın manevi hayatına rehberlik etmiştir. Rufai dervişleri, Allah’a olan bağlılıklarını ve teslimiyetlerini zikir meclislerinde dile getirmiş ve toplumu hakikatle buluşturmayı hedeflemiştir.

Eserleri

Ahmed er-Rufai’nin eserleri, tasavvufun inceliklerini ve İslam ahlakını anlamak isteyenler için rehber niteliğindedir. En bilinen eserlerinden bazıları şunlardır:

El-Burhan el-Müeyyed: Tasavvufun temel esaslarını açıklayan bir eserdir.

El-Hikem: Manevi hikmetleri ve Allah’a yakınlaşma yollarını ele alır.

Ahmed er-Rufai’nin Mirası

Ahmed er-Rufai, yaşamı boyunca insanlara sevgi, tevazu ve hizmet anlayışını aşılamış, ruhani derinliğiyle iz bırakmıştır. Onun öğretileri, sadece İslam dünyasında değil, evrensel anlamda da insanlığa ışık tutmaya devam etmektedir. Bugün Rufailik Tarikatı, Ahmed er-Rufai’nin manevi mirasını yaşatmakta ve onun öğretilerini yeni nesillere aktarmaktadır.

Sonuç

Ahmed er-Rufai, tasavvuf dünyasında tevazunun, merhametin ve Allah’a olan derin bağlılığın sembolü olarak kabul edilir. Onun hayatı ve öğretileri, insanları nefsin esaretinden kurtarıp hakikate yönlendirmeyi amaçlamıştır. Ahmed er-Rufai’nin mesajı, sevginin ve teslimiyetin evrensel gücünü hatırlatan bir davettir:

“Allah’a kul olmak, yaratılmışlara hizmetle başlar.”

 

 

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025

Maneviyat büyüklerinden Abdülkadir Geylani.

Maneviyat büyüklerinden Abdülkadir Geylani.


Abdülkadir Geylani: Tasavvufun Büyük Kutbu

Abdülkadir Geylani, İslam dünyasının en önemli manevi önderlerinden biri olarak kabul edilen, tasavvuf yolunda insanlığa rehberlik etmiş büyük bir alim, mutasavvıf ve mürşid-i kamildir. İslam tasavvufunun önde gelen tarikatlarından biri olan Kadirilik Tarikatı’nın kurucusu olan Geylani, insanlara Allah’a ulaşmanın yollarını öğretmiş ve hakikatin kapılarını aralamıştır.

Hayatı

Abdülkadir Geylani, 1077 veya 1078 yılında İran’ın Gilan (Geylan) bölgesinde doğmuştur. Baba tarafından Hz. Hasan’a, anne tarafından ise Hz. Hüseyin’e dayanan bir soya sahip olması, onun manevi kişiliğine ayrı bir değer katmıştır. Genç yaşta ilim tahsiline başlayan Geylani, önce Geylan’da, ardından Bağdat’ta dönemin en önemli alimlerinden tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf dersleri almıştır.

Bağdat, o dönemde İslam ilim ve kültürünün merkeziydi. Geylani, burada zahiri ilimlerde derinleşmiş, ardından tasavvufa yönelerek manevi bir yolculuğa çıkmıştır. 40 yıllık bir inziva dönemi sonrası irşad faaliyetine başlamış ve insanlara hem zahiri hem de batıni ilimlerde rehberlik etmiştir.

Tasavvuf Anlayışı

Abdülkadir Geylani, İslam tasavvufunda “Kutbul Aktab” (kutupların kutbu) olarak anılır. Onun tasavvuf anlayışı, şeriat ile tarikatı birleştiren bir çizgide şekillenmiştir. Geylani’nin en önemli ilkeleri arasında şunlar yer alır:

1. Tevhid: Allah’ın birliği ve büyüklüğü tasavvuf yolunun temelini oluşturur. Geylani, kulların yalnızca Allah’a yönelmesi gerektiğini vurgulamıştır.

2. Nefs Terbiyesi: İnsanın en büyük düşmanının kendi nefsi olduğunu ifade etmiş, nefsin terbiye edilmesiyle ilahi hakikate ulaşılabileceğini öğretmiştir.

3. Sabır ve Teslimiyet: Geylani, insanın zorluklara sabretmesini ve Allah’a tam bir teslimiyet göstermesini öğütlemiştir.

4. İyilik ve Hoşgörü: İnsanların birbirine merhametle yaklaşmasını, düşkünlere yardım etmeyi ve insanları Allah’ın bir emaneti olarak görmeyi teşvik etmiştir.

Eserleri

Abdülkadir Geylani, birçok kıymetli eser bırakmıştır. Bu eserler, hem tasavvufun inceliklerini hem de İslam’ın ahlaki ve itikadi esaslarını açıklar. Öne çıkan eserlerinden bazıları şunlardır:

Fethu’r-Rabbani: Vaazlarından derlenen bu eser, manevi yolculukta rehber niteliğindedir.

Gunyetü’t-Talibin: Hem fıkhi meseleleri hem de tasavvufi öğretileri ele alır.

El-Füyuzatü’r-Rabbaniyye: Allah’a olan sevgi ve teslimiyetin derinliklerini anlatır.

Kadirilik Tarikatı

Abdülkadir Geylani’nin öğretileri, onun vefatından sonra da Kadirilik Tarikatı aracılığıyla geniş bir coğrafyada yayılmıştır. Kadirilik, sevgi, hizmet, tevazu ve Allah’a bağlılık esaslarına dayalı bir tarikat olup İslam dünyasında milyonlarca insanın gönlünde yer edinmiştir.

Evrensel Etkisi

Abdülkadir Geylani’nin öğretileri, İslam dünyasının sınırlarını aşarak evrensel bir değer kazanmıştır. O, insanlığa sevginin, sabrın ve teslimiyetin gücünü hatırlatmış; insanların ruhani bir yolculukla Allah’a yakınlaşabileceğini göstermiştir.

Sonuç

Abdülkadir Geylani, hem İslam ilimlerinde hem de tasavvufta derinleşmiş, zahir ve batını birleştiren bir manevi rehberdir. Onun öğretileri, yüzyıllar boyunca insanlara yol göstermeye devam etmiş ve İslam tasavvufunun temel taşlarından biri olmuştur. Bugün, Geylani’nin adı, Allah’a olan derin sevgi ve bağlılıkla özdeşleşmiş; onun mesajları insanlığa hakikatin ve sevginin kapılarını aralamıştır.

“Allah ile ol ki, her şey seninle olsun.” – Abdülkadir Geylani

 

 

Loading

No ResponsesOcak 1st, 2025