GERÇEK CUMHURİYET

GERÇEK CUMHURİYET

Bediüzzaman Said Nursi RİSALE-İ NURDA Cumhuriyet hakkında ne ifade etmektedir?

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur eserlerinde Cumhuriyet kavramını geniş bir perspektifle ele alır ve Cumhuriyetin temel ilkeleriyle İslam’ın değerlerini bağdaştırmaya çalışır. Nursi’ye göre, Cumhuriyet halkın iradesine dayanan bir yönetim şekli olduğu için İslam’ın ruhuna aykırı değildir, hatta İslam’ın adalet, eşitlik, ve insan hakları gibi ilkeleriyle uyumludur. Ancak, Cumhuriyetin halkın değerlerini ve dini inançlarını göz ardı etmeden, onların refahını, adaletini ve özgürlüğünü gözetmesi gerektiğini savunur.

Risale-i Nur’da geçen bazı ifadeler, Nursi’nin Cumhuriyetin ahlaki ve manevi değerlerle beslenmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını ortaya koyar. Örneğin, bir toplumun saadeti ve adalet içinde yaşaması için adalet, şefkat ve hürriyet ilkelerine dayanan bir Cumhuriyet anlayışını önemser. Nursi, dinin doğru anlaşılması ve bireysel özgürlüklerin korunmasının, toplumun hem dünyevi hem de uhrevi olarak gelişmesine katkı sağlayacağını savunur.

Ayrıca, Nursi’ye göre, Cumhuriyet idaresi, toplumun eğitim seviyesi arttıkça daha sağlıklı bir yapıya kavuşur. Bu bağlamda eğitim ve manevi gelişimin Cumhuriyetin temel direklerinden olması gerektiğini vurgular. Risale-i Nur’da yer alan bu yaklaşımlar, Nursi’nin ideal bir Cumhuriyetin insanlara sadece dünyevi değil aynı zamanda manevi bir huzur sunması gerektiği yönündeki düşüncesini yansıtır.

@@@@@@

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur’da cumhuriyeti, adalet ve hürriyetin hakim olduğu, İslam’ın sınırlarını belirlediği hürriyetin (hürriyet-i şer’iye) yaşandığı bir yönetim biçimi olarak görür.
Önemli noktalar:
* Dindar Cumhuriyet: Nursi, cumhuriyetin sadece isim ve resimden ibaret olmaması gerektiğini, gerçek anlamda adaleti ve İslam’ın hürriyet anlayışını yansıtması gerektiğini vurgular.
* Adalet ve Hürriyet: Cumhuriyetin temelini adalet ve hürriyet oluşturur. Bu hürriyet, İslam’ın sınırları içinde kalmak şartıyla herkese tanınan bir haktır.
* İstibdad Karşıtlığı: Nursi, istibdadı (mutlak yönetimi) reddeder. Cumhuriyetin, baskı ve zorlamalardan uzak, herkesin hak ve özgürlüklerinin korunduğu bir sistem olması gerektiğini savunur.
* Meşveret: Cumhuriyetin yönetiminde, halkın görüşlerinin alınması ve ortak karar alınması önemlidir.
* Kanun Hâkimiyeti: Herkesin eşit olduğu ve kanunların herkese adil bir şekilde uygulandığı bir sistem idealidir.
Risale-i Nur’a göre cumhuriyet:
* Manasız bir isim ve resim değil: Gerçek anlamda adaleti ve hürriyeti yaşatan bir sistemdir.
* İslam’a aykırı değil: İslam’ın hürriyet anlayışıyla tam uyum içinde olabilir.
* Halkın katılımını gerektirir: Meşveret ve demokrasi ilkelerine dayanır.
* Adalet ve eşitlik üzerine kuruludur: Herkesin hak ve özgürlüklerinin korunmasını sağlar.
Sonuç olarak, Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur’da cumhuriyeti, İslam’ın ilkeleriyle bağdaşan, adalet ve hürriyetin hakim olduğu ideal bir yönetim biçimi olarak sunar.

@@@@@@@@@

“Yaşlı mahkeme reisinden başka, daha siz dünyaya gelmeden benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder.Hülasası şudur ki; o zaman şimdiki gibi, hali bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu.Ben de taneleri karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim.Benden sordular,ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetçiliklerine hürmeten taneleri karıncalara veriyorum.Sonra dediler: “Sen selef­i salihine muhalif ediyorum”cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidin hem halife, hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A) Aşare-i Mübeşşereye ve Sahabe-i kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi.Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakiki adaleti ve hürriyeti-i şer’iyeyi taşıyan manâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” der.

Loading

No ResponsesEkim 29th, 2024

Bediüzzaman Said Nursi’nin Asarı Bediiyye adlı eseri ve KÜLLİYATINDA Kürtler ile ilgili ne gibi Tesbitler de bulunmaktadır?

Bediüzzaman Said Nursi’nin Asarı Bediiyye adlı eseri ve KÜLLİYATINDA Kürtler ile ilgili ne gibi Tesbitler de bulunmaktadır?


Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde ve külliyatında, Kürtlere yönelik çeşitli tespitler ve değerlendirmeler yer almaktadır. Özellikle “Asar-ı Bediyye” ve “Risale-i Nur” külliyatında, Kürtlerin durumu, İslam kardeşliği çerçevesinde ele alınmıştır. Said Nursi, Kürtlerin toplumdaki konumları, hakları ve İslam kardeşliği içinde Türklerle bir arada yaşamanın önemi üzerine düşüncelerini ifade ederken, aynı zamanda bölgenin geri kalmışlık sorunlarına da değinmiştir. İşte ana başlıklar:

1. İslam Kardeşliği ve Birlik Vurgusu: Said Nursi, Kürtler ve Türklerin İslam kardeşliği bağlamında birlik içinde olması gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre, İslam ümmeti içinde milliyet değil, din kardeşliği öne çıkmalıdır. Bu sebeple, etnik ayrımcılığa karşı çıkarak Kürtlerin de İslam kardeşliği içinde Türklerle bir arada olmalarının önemine değinir.

2. Eğitim ve Kalkınma: Bediüzzaman, Kürtlerin eğitim alanında geri kalmalarının sebebini cehalet ve imkansızlıklara bağlar. Medresetüz-zehra projesiyle, Kürtler başta olmak üzere tüm Doğu Anadolu halkına hitap eden bir eğitim sistemi kurma hayalini dile getirir. Bu projede Arapça, Türkçe ve Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılmasını önerir, böylece Kürt halkının da İslami ilimlerde ve modern bilimlerde yetişmesini hedefler.

3. Milliyetçilik Karşıtlığı: Said Nursi, ırkçılık ve aşırı milliyetçilik fikrine karşı çıkar. Ona göre İslam’da milliyetçilik, ümmet birliğine zarar verebilir. Bu sebeple Kürtlerin de İslami değerler çerçevesinde ümmetin bir parçası olarak Türklerle kardeşçe yaşamalarını savunur.

4. Sosyal Adalet ve Haklar: Kürtlerin yaşadığı zorlukları ve sıkıntıları dile getirirken, onların haklarının korunması gerektiğini de savunur. Sosyal adaletin sağlanması için toplumdaki tüm etnik grupların eşit muamele görmesi gerektiğini ifade eder.

5. Vatan ve Devlet Bağlılığı: Said Nursi, Kürtlerin Osmanlı Devleti’ne (ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’ne) sadakat göstermesi gerektiğini belirtir. Kürtlerin, vatanın bir parçası olarak devlete bağlı kalmalarını ve dış güçlerin kışkırtmalarına kapılmamalarını öğütler.

Bu başlıklar çerçevesinde, Said Nursi’nin eserlerinde Kürtlere yönelik düşünceleri, İslami bir perspektiften toplumsal birlik ve kalkınma odaklı bir çerçevede ele alınır. Bu görüşler, hem dönemin sosyo-politik meselelerine çözüm sunmayı amaçlar hem de İslam kardeşliği temelinde bir birlik önerir.

@@@@@@

Bediüzzaman Said Nursi’nin Asar-ı Bedi’iye ve Külliyat’ındaki Kürtler ile İlgili Tespitler
Bediüzzaman Said Nursi, geniş kapsamlı eserlerinde İslam’ın temel ilkelerini ve çağın sorunlarına çözümlerini sunarken, aynı zamanda yaşadığı coğrafyanın ve toplumların dinamiklerini de analiz etmiştir. Kürtler, bu coğrafyanın önemli bir parçası olduğu için, Nursi’nin eserlerinde de yer almaktadır. Ancak, Nursi’nin Kürtler hakkındaki görüşleri doğrudan ve sistematik bir şekilde ele alınmamaktadır. Eserlerindeki tespitler, daha çok genel insanlık ve İslam kardeşliği çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Genel Olarak Tespit Edilebilecek Noktalar:
* İslam Birliği ve Kardeşlik: Nursi, tüm Müslümanları bir kardeş olarak görür ve aralarındaki ayrılıkların İslam’a aykırı olduğunu vurgular. Bu bağlamda, Kürtler de diğer Müslümanlar gibi İslam kardeşliğine dahildir.
* Adalet ve Eşitlik: Nursi, adaletin önemini sürekli vurgular. Herkesin din, dil, ırk fark etmeksizin adalet karşısında eşit olması gerektiğini savunur. Bu yaklaşım, Kürtler de dahil olmak üzere tüm insanlar için geçerlidir.
* İnsanlık ve Merhamet: Nursi, insanın fıtratında merhamet olduğunu ve tüm insanlara karşı merhametli davranılması gerektiğini söyler. Bu da Kürtler dahil olmak üzere tüm insanlara karşı merhametli olmayı gerektirir.
* Cemaat ve Birlik: Nursi, cemaatin önemini vurgular ve cemaatin birlik ve beraberlik içinde olması gerektiğini söyler. Bu bağlamda, Kürtlerin de yaşadıkları coğrafyalarda diğer topluluklarla birlik içinde yaşaması gerektiği vurgulanabilir.
* Milliyetçilik ve İslamcılık: Nursi, milliyetçiliği İslam’a aykırı görmez, ancak milliyetçiliğin İslam kardeşliğini zedelememesi gerektiğini belirtir. Bu bağlamda, Kürt milliyetçiliği de İslam kardeşliği çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Özetle, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde Kürtler hakkında doğrudan ve detaylı bir inceleme bulunmamakla birlikte, genel olarak İslam kardeşliği, adalet, eşitlik, insanlık ve merhamet gibi evrensel değerler çerçevesinde Kürtlere de yer verildiği söylenebilir. Nursi’nin düşünceleri, farklı etnik ve dini kökenlere sahip insanların bir arada yaşadığı coğrafyalarda barış ve kardeşliğin tesis edilmesi için önemli bir kaynak teşkil edebilir.

@@@@@@@@

Loading

No ResponsesEkim 29th, 2024

Yağmur ve Gözyaşı

Yağmur ve Gözyaşı


Hicretin 18. yılı başında, Hicaz’da büyük bir kıtlık musibeti yaşanmıştı. Bu yıla ‘kül yılı’ denilmiştir. Çünkü yağmur yokluğundan çorak topraklar kül şeklini almış, rüzgar önünde toprak kül gibi savrulur olmuştu.
Çevre halkı azık için Medine’ye akın ediyor, vahşi hayvanlar da açlıktan insanlara yaklaşmaya çalışıyordu. Halife Hz. Ömer r.a. beytülmalda (hazinede) bulunan bütün gıda maddelerini halka dağıttı. Ayrıca Basra, Mısır ve Şam bölgelerinden kervanlarla gelen yardımlar çevre halkına dağıtıldı. Daha önce süte ekmek doğrayarak yemek yiyen Hz. Ömer, kıtlık döneminde sadece zeytinyağı ve ekmekten başka yemek yiyemez olmuş, bu yüzden rengi değişmiş ve vücudu iyice zayıflamıştı. Bu kıtlık afeti dokuz ay kadar sürmüş, bu arada birçok kişi de açlıktan ölmüştü.

Bu müthiş kıtlık dönemi sonlarında bir zat (Bilal b. Haris), Peygamber s.a.v.’in türbesine yaklaşıp şöyle demişti:

– Ya Rasulallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah’tan dile! Çünkü helâk olmak üzereler.

Daha sonra o şahsın rüyasına giren Rasulullah s.a.v. şöyle demişti:

– Ömer’e git, ona selamımı söyle. Yağmur yağacağını müjdele ve benden ona de ki: Ey ömer! Sen sözünde duran bir kişisin. Aklını başına al!

Adam uyanınca, kalkıp Hz. Ömer’e gitti ve rüyasını anlattı. Bu haberden ürperen Hz. Ömer, halka haber salıp onları mescidde topladı ve onlara:

– Sizler bende hoşlanmadığınız bir şey gördünüz mü? dedi.

– Öyle bir şey görmedik. Fakat neden böyle soruyorsun? dediler.

Hz. Ömer r.a. onlara rüya haberini anlattı. Onlar da bunun yağmur duasına işaret olduğu kanaatini belirttiler. Topluca yağmur duasına çıkıldı. Hz. Ömer, Rasulullah s.a.v.’in amcası Hz. Abbas r.a.’ın elinden tuttu, ‘Ya Rabbi, Rasulünün amcası vesilesiyle sana yaklaşıyor, senden mağrifet diliyor ve sana yalvarıyoruz’ diyerek, yağmur dileğiyle duasını sürdürdü. Oldukça yaşlanmış olan Hz. Abbas r.a.’ın da gözyaşları göğsüne dökülüyordu. O anda yoğun bulutlar gökyüzünü kapladı. Oradakiler, başlayan şiddetli yağmurla geri döndüler

 

Loading

No ResponsesEkim 29th, 2024

HUBEYB BİN ADİYY

HUBEYB BİN ADİYY

 

Darağacında ilk namaz kılan sahâbî.

 

Uhud savaşında bazı yakınları ölen müşrikler, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Alçakca bir plân hazırladılar. Hemen de planı tatbike koydular. Bu maksatla bir heyet Medine’ye giderek Resulullahın huzuruna çıkıp:

– Yâ Resûlallah. Bizim kabîlelerimiz, İslâmiyeti kabûl ettiler. Yalnız Kur’ân-ı kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti, Kur’an-ı kerimi öğretecek kimseler yollar mısınız? diye ricada bulundu.

 

Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar. Başlarında, Âsım bin Sâbit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târık, Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu.

 

Bu öğretmenler kâfilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl Kabilesi topraklarında, Reci’ suyu başında, seher vakti konakladılar…

 

Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabilesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğullarına gidip, haber verdi.

 

Çarpışmaya karar verdiler

Çok geçmeden kâfilenin etrâfı sarıldı. 200’den fazla silâhlı eşkiyâ oradaydı.

– Bize öğretmen lâzım! diyenler, çekip gittiler. O güzîde Müslümanları, eşkiyâ ile karşı karşıya bıraktılar.

 

Lıhyânoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple:

– Teslim olun. Canınızı kurtarın, teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri onları Mekke’de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekke’li müşrikler kendilerine:

– Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz, demişlerdi.

 

Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Onun için, aralarında istişâre ederek çarpışmaya karar verdiler. Arkalarını dağa dönüp, kılıçlarını çekip, Allahın dîni uğrunda vuruşmaya başladılar.

 

İkiyüz kişilik düşmana karşı görülmemiş bir kahramanlıkla çarpıştılar. Üzerlerine saldıran kuvvetten bir kısmını öldürdüler.

 

Nihayet çarpışa çarpışa on Sahâbi’den yedisi okla vurularak orada şehit düştü.

 

Sadece Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Târık kalmış, müşriklerle çarpışıyorlardı.

 

Çok geçmeden müşrikler, onları sağ olarak yakaladılar.

 

Arkadaşlarım bana örnektir

Lıhyanoğulları üçünü de yayların kirişleri ile bağladılar. Mekke’ye götürmek üzere yola çıktılar.

 

Abdullah bin Târık Mekkeli müşriklere götürülmeye râzı olmadı. Gitmemek için zorlandı.

– Vallahi ben size arkadaş ve yoldaş olmam! Şehit olan arkadaşlarım bana örnek ve önderdir, deyip, bir zorlayışta ellerini kurtardı.

 

Lıhyanoğulları O’nu taşa tuttular, sonunda O’nu da şehit ettiler.

 

Lihyânoğulları, Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne’yi Mekke’ye götürüp müşriklere yüksek bir fiyatla sattılar.

 

Çünkü Hazret-i Hubeyb Bedr Gazâsında müşriklerden Hâris bin Âmir’i Cehenneme yollamıştı.

 

Onun oğulları şimdi kendisini almak için, büyük para ödediler.

 

Zeyd bin Desinne’yi de Safvân bin Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babası Ümeyye bin Halef’in intikâmını almak üzere satın aldı.

 

Mekkeli Müşrikler, Hazret-i Hubeyb ve Zeyd’i satın aldıktan sonra, onlara ne cezâ vereceklerini konuşuyorlardı:

– Hayır! Evvelâ işkence etmeliyiz.

– Ama Harâm aylar içinde bulunuyoruz!

– Evet! Bu sebeple, hemen öldüremeyiz! Harâm ayların geçmesini beklememiz gerek.

– O hâlde, hapsedelim.

– Ellerini, ayaklarını zincire vuralım! diyorlardı. Öyle yaptılar.

 

İntikam hırsı

Harp meydanındaki yenilginin intikâmını, müdâfaasız bir insandan alacaklardı. Hem de o esîri; harpte değil, parayla pazardan almışlardı!..

 

Hârisoğulları, iftihârla Hubeyb bin Adiy’i kendi âile fertlerine gösteriyorlar:

– İşte babamızı öldüren. Şimdi vereceğimiz cezâyı beklemekte! diyorlardı.

 

Hazret-i Hubeyb bin Adiy, hapsedildiği evde tam bir tevekkül ile, Allahü teâlânın kendisi hakkındaki takdirini bekliyordu.

 

Üzüm salkımı

Hapsedildiği evde bulunan ve azatlı bir cariye olan Mâviye şöyle anlatmıştır:

Hübeyb, benim bulunduğum evde bir hücreye hapsedilmişti. Ben ondan daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün baktım elinde insan başı gibi kocaman bir üzüm salkımı vardı. Ondan yiyordu. Hergün böyle üzüm salkımı elinde görülürdü.

 

O mevsimde hem de Mekke’de üzüm bulmak asla mümkün değildi. Allahü teâlâ ona rızık veriyordu.

 

Hazret-i Hubeyb, hapsolunduğu hücrede namaz kılar, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Onun okuduğu Kur’ân-ı kerîmi dinleyen kadınlar ağlaşırlar. Ona acırlardı.

– Ona bir isteğin var mı? dediğimde,

– Bana tatlı su ver, putlar için kesilen hayvanların etinden getirme, bir de beni öldürecekleri zaman önceden haber ver, başka bir şey istemem, dedi.

 

Öldürüleceği gün kararlaştırılınca gidip kendisine söyledim. Hayret ettim, öldüreceği zamanı öğrenince onda en ufak bir değişiklik ve zerre kadar üzüntü eseri görülmüyordu. Bana:

– Ne olur bana, bir ustura buluver. Temizlik yapacağım. Ben de sana duâ ederim, dedi.

 

Haksız yere cana kıymayız

Ben de çocuğumun eline bir ustura verip, gönderdim. Çocuk yanına gidince birden korktum.

– Eyvah bu adam çocuğu ustura ile keser o nasıl olsa öldürülecek, dedim. Koşup çocuğa baktım.

 

Hubeyb, gönderdiğim usturayı çocuğun elinden alıp, çocuğu sevmek için dizine oturtmuştu. Ben bu durumu görünce çok korkup, feryâd etmeye başladım. Durumu anlayınca,

– Bu çocuğu öldüreceğimi mi zannediyorsun? Bizim dînimizde böyle şey yok. Haksız yere cana kıymak bizim hâl ve şânımızdan değildir, dedi. Aslında eli usturalı bir esir çok şey yapabilirdi. Hattâ bu fırsat sâyesinde, hürriyetine bile kavuşabilirdi.

 

Hazret-i Hubeyb böyle bir şeyi, düşünmek bile istemedi. Küçük bir yavruyu âlet etmek küçüklüğünü aklına bile getirmedi.

 

Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne’yi öldürmek için müşriklerin kararlaştırdığı gün gelmişti. Fakat müşriklerin kin ve intikâm hisleri geçmek bilmedi.

 

Herkese haber verildi. Bu yüzden şehrin zengin-fakîr, genç-ihtiyâr, kadın-erkek ve bütün çocuklar oradaydılar. Bu iki yüce Sahâbenin başına gelecekleri merak ediyorlardı.

 

Bir isteğin var mı?

Bir sabah erkenden O büyük îmânlı Sahâbînin zincirlerini çözüp, zindandan çıkardılar. Mekke dışında Ten’im denilen yere götürdüler. Çünkü bütün mel’anetlerini, orada yapmayı âdet edinmişlerdi.

 

Bu iki Allah ve Resûlullah dostu ise, heyacanlı değildiler.Yolda karşılaşıp görüşen bu iki Sahâbî kucaklaşarak birbirlerine uğradıkları belâya sabretmelerini tavsiye ettiler.

 

Az sonra bir müşrik bağırdı:

– Ey Hubeyb! Sen bizim babamızı, Hâris bin Âmir’i öldürdün. Bugün onun intikâmını senden alacağız. Ölmeden önce bir isteğin var mı?

 

Hubeyb bin Adiy gâyet sâkin, şunları söyledi:

– Yaşatan ve öldüren ve öldükten sonra gene diriltecek olan, yalnız Cenâb-ı Allahtır.. O’na binlerce hamd olsun.

 

Darağacında namaz

Müşrikler hayretle tekrar sordular:

– Ölmeden önce son bir arzun yok mudur?

– Beni bırakınız iki rekât namaz kılayım…

– Kıl orada.

 

Elleri ve ayakları çözülen Hazret-i Hubeyb, hemen namaza durup, büyük bir sükûnet içinde huşû’ ile iki rekât namaz kıldı. Cenâbı Hakka son duâlarını yaptı.

 

Toplanan müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyrediyorlardı. Namazını bitirdikten sonra

– Vallahi eğer ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım, dedi.

 

Böylece idam edilirken iki rekât namazı ilk kılan, âdet ve sünnet olmasına sebep olan Hubeyb bin Adiy’dir Peygamber efendimiz, onun idam edilirken iki rekât namaz kıldığını işitince bu hareketini yerinde ve uygun bulmuştur.

 

Allah ve Resûlullah sevgisi için

Hârisoğulları hırsla yaklaştılar:

– Artık ölmeye hazır mısın? diye sordular.

 

Aslında O’nun bağırıp çağırmasını istiyorlardı. Çünkü o zaman daha keyifle, işkence edeceklerdi.

 

Fakat aksine Hubeyb halâ sâkindi:

– Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli değil. Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Resûlullah sevgisi içindir. Cenâb-ı Hak dilerse, parça parça edeceğiniz vücudumun zerresini, lütuf ile Cennetine nâil eyler, dedi.

 

Hazret-i Hubeyb, son namazını kıldıktan sonra, Mekkeli müşrikler, onu tutup darağacına kaldırarak bağladılar. Yüzünü kıbleden Medine’ye doğru çevirdiler. Sonra:

– Vallahi dînimden asla dönmem! Bütün dünya benim olsa, bana verilse yine İslâmiyyetten dönmem!..

 

Esselâmü aleyke Yâ Resûlallah

– Şimdi senin yerine Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini, sen de evinde rahat oturasın ister misin?

– Ben Muhammed aleyhisselâmın değil benim yerimde olmasını, Medîne’de yürürken ayağına bir diken bile batmasına asla râzı olmam!

– Ey Hubeyb, İslâm dîninden dön eğer dönmezsen seni muhakkak öldüreceğiz.

– Allah yolunda olduktan sonra benim için öldürülmenin hiç ehemmiyeti yoktur.

 

Hazret-i Zeyd bin Desinne’ye de bu şekilde söylediler. O da aynı cevabı vererek şehit oldu.

 

Bundan sonra Hubeyb:

– Allahım! Şuracıkta düşman yüzünden başka yüz görmüyorum… Allahım! Resûlüne selâmımı ulaştır. Bize yapılan bu işi Resûlüne bildir, diyerek duâ etti.

 

Hubeyb bu duâyı yaptığı sırada sevgili Peygamberimiz, Eshâb-ı kirâmla oturuyordu.

 

Zeyd bin Hârise şöyle anlatmıştır:

Bir gün Resûlullah efendimiz Eshâbıyla otururken kendisine vahy geldiği sırada kaplayan hâl gibi bir hâl kapladı. Sonra,

– Ve aleyhisselâm, dedi.

– Yâ Resûlallah bu selâmı kimin selâmına karşılık verdiniz?

– Kardeşimiz Hubeyb’in selamına karşılık verdim. Cebrâil aleyhisselâm, Hubeyb’in selâmını bana ulaştırdı.

 

Ve Hubeyb ile Zeyd’in şehit edildiğini Eshâbına duyurdu. Hubeyb’in etrafında toplanan Kureyş müşrikleri:

– İşte babalarınızı öldüren bu adamdır, diyerek gençleri üzerine mızraklarıyla saldırttılar. Mızraklarını saplayarak vücudunu yaralamaya başladılar.

 

Yüzümü Ka’be’ye çevir

Bu sırada Hubeyb’in yüzü Kâ’be’ye doğru döndü. Müşrikler Medine’ye doğru döndürdüler. Hazret-i Hubeyb:

– Allahım eğer ben senin katında hayırlı bir kul isem yüzümü Ka’be’ye çevir, diyerek duâ etti.

 

Yüzü yine kıbleye döndü. Müşriklerden hiçbiri onun yüzünü Kâ’be’den başka bir tarafa çeviremedi.

 

Bu esnada Hazret-i Hubeyb darağacı üzerinde düşman arasında garip bir halde şehit edilmekte olduğunu dile getiren bir şiir söyledi.

 

Mekkeli müşrikler darağacına çıkardıkları Hazret-i Hubeyb’e, ellerindeki mızraklarla işkence yapmaya başlayınca:

– Vallahi ben Müslüman olarak öldürülecek olduktan sonra vurulup hangi yanım üstüne düşersem düşeyim gam yemem. Bunların hepsi Allah yolundadır, dedi.

 

Hubeyb bundan sonra yüksek sesle şöyle bedduâ etti.

– Ey büyük ve herşeye kâdir Allahım. Sen de bu zâlimlerin tamâmını mahveyle! Onlardan hiç birini sağ bırakma! Hepsini ayrı ayrı öldür, Allahım!

 

Hâinler korkak olur

Hâinler korkak olur. Bu hâinler de bedduâyı işitince korkmaya başladılar. Hazret-i Hubeyb biraz daha konuşursa, vaziyet değişebilirdi. Oradakiler müşrik de olsalar tesir altında kalabilirlerdi! Hattâ o mazlûmu kurtarmak istiyen bile çıkabilirdi. Hârisoğulları:

– Konuşturmayın şunu! diye bağırdılar.

 

Sonra da mızraklarını peşpeşe saplamaya başladılar, içlerinden biri göğsüne mızrağı sapladı, mızrak sırtından çıktı.

 

Hubeyb, vücudundan kanlar fışkırırken ve darağacında sallanarak son nefesini verirken,

– Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh diyerek şehit oldu.

 

Hubeyb bin Adiy’in cenazesi kırk gün darağacında asılı kaldı. Bedeni çürüyüp kokmadı. Hep taze kan aktı.

 

Peygamber efendimiz onun cenazesini getirmek üzere Eshâb-ı kirâmdan Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved’i gönderdi.

 

Gece gizlice Mekke’ye girip Hubeyb’i asılı bulunduğu darağacından indirip deveye yükleyerek Medine’ye doğru yola çıktılar.

 

Cennetteki komşu

Durumu öğrenen müşrikler büyük bir kalabalık hâlinde üzerlerine hücum ettiler.

 

Hazret-i Zübeyr ve Mikdâd, kendilerini savunmak için cenazeyi yere koydular. Biraz sonra baktılar ki, Hubeyb’in cenazesini bıraktıkları yer yarılıp, cesedi içine alındı ve kapandı. Onlar da oradan uzaklaşıp, Medine’ye döndüler.

 

Peygaber efendimiz, Hubeyb bin Adiy için:

– O benim Cennette komşumdur, buyurmuştur.

 

Bu şekilde şehit edilen Hubeyb, Ensârdan ya’nî Medîneli Müslümanlardan olup Evs kabilesindendir.

 

Hicretten önce Müslüman oldu. Bedir ve Uhud savaşına katıldı. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar gösterdi.

 

Ruhları için El Fatiha

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

İslamın yayılmasında önemli olan faktörler nelerdir?

İslamın yayılmasında önemli olan faktörler nelerdir?


İslam’ın tarih boyunca yayılmasında etkili olan birçok faktör vardır. İslam’ın hem ilk dönemlerinde hem de sonraki yüzyıllarda geniş coğrafyalara ulaşmasını sağlayan bu faktörler, dini, sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel boyutlar içerir. İşte İslam’ın yayılmasında önemli olan başlıca faktörler:

1. Peygamber Muhammed’in (S.A.V.) Liderliği ve Tebliği:

Örnek Bir Hayat: İslam’ın ilk dönemlerinde Peygamber Muhammed’in (S.A.V.) yaşantısı ve kişiliği, dinin yayılmasında en önemli etkenlerden biri olmuştur. Onun dürüstlüğü, ahlaki değerleri, sabrı ve adaleti, çevresindekileri derinden etkilemiş ve birçok kişi onun mesajına iman etmiştir.

İkna Edici Tebliğ: Peygamber Efendimiz’in (S.A.V.) dini yayarken sergilediği hikmetli, merhametli ve sabırlı tebliğ yöntemi, birçok kişinin İslam’a yönelmesine vesile olmuştur. Savaş yerine barışı ve adaleti önceleyen mesajları, insanların İslam’a karşı merak duymasına ve kabul etmesine yardımcı olmuştur.

2. Kur’an’ın Evrensel Mesajı ve Tevhid Anlayışı:

Tevhid (Allah’ın Birliği): İslam’ın tevhid (tek tanrılı) inancı, sade ve anlaşılır bir Tanrı anlayışı sunduğu için farklı kültürlerden ve dinlerden insanların ilgisini çekmiştir. İslam’ın her şeyin yaratıcısı olan tek bir Allah’a inanmayı öğütlemesi, karmaşık teolojik yapıların olduğu bölgelerde sade ve doğrudan bir inanç sistemi olarak öne çıkmıştır.

Evrensel Mesaj: Kur’an’ın tüm insanlığa hitap eden evrensel mesajı, İslam’ın sadece Araplara ya da belirli bir etnik gruba değil, tüm insanlığa gönderildiğini vurgular. Bu, farklı coğrafyalardaki insanların İslam’ı benimsemesini kolaylaştırmıştır.

3. İslam’ın Sosyal Adalet ve Eşitlik Vurgusu:

Sınıfsal Eşitlik: İslam, insanların ırk, renk, dil veya sosyal statü bakımından eşit olduğunu vurgular. Bu, sınıf farklarının ve sosyal ayrımların derin olduğu toplumlarda İslam’ı çekici kılmıştır. Özellikle, alt sınıflar ve köleler gibi dezavantajlı gruplar, İslam’ın getirdiği eşitlik anlayışına ilgi duymuş ve bu dini benimsemiştir.

Sosyal Adalet ve Yardımlaşma: İslam, toplumsal dayanışmaya, fakir ve zayıf olanlara yardım etmeye büyük önem verir. Zekat, sadaka ve infak gibi ibadetler, toplumda gelir adaletini sağlamayı amaçlar ve bu yönüyle İslam, toplumsal dengeyi sağlayıcı bir unsur olarak kabul edilmiştir.

4. Askerî ve Siyasi Fetihler:

Fetihler ve Devlet Desteği: İslam’ın yayılmasında askerî fetihler önemli bir rol oynamıştır. Hz. Ömer döneminde başlatılan fetihlerle birlikte İslam, Arap Yarımadası’nın ötesine, Irak, İran, Mısır, Kuzey Afrika ve İspanya gibi bölgelere kadar yayılmıştır. Ancak fetihler sırasında yerel halklara dinlerini değiştirme zorunluluğu getirilmemiştir. Fetihlerle birlikte İslam, bu bölgelerde yavaş yavaş yayılmıştır.

Hoşgörülü Yönetim: İslam fetihleri sonrasında kurulan İslam devletleri, fethedilen topraklarda yaşayan farklı dinlerden insanlara genellikle hoşgörüyle yaklaşmıştır. Özellikle Hristiyanlar ve Yahudiler, İslam topraklarında kendi dinlerini yaşama özgürlüğüne sahip olmuşlardır. Bu hoşgörü, yerel halkların İslam’ı daha sıcak karşılamalarına yardımcı olmuştur.

5. Tüccar ve Seyyahların Rolü:

Ticaret Yollarıyla Yayılma: Müslüman tüccarlar, İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren tüccarlar, ticaret yolları boyunca hem mallarını hem de dinlerini yaymışlardır. Doğu Afrika, Güneydoğu Asya (özellikle Endonezya ve Malezya) gibi bölgelerde İslam, savaş veya fetih yoluyla değil, Müslüman tüccarların ve seyyahların etkisiyle yayılmıştır.

Barışçıl ve Güvenilir Tüccarlar: Müslüman tüccarların dürüstlükleri ve güvenilirlikleri, İslam’ın kabul edilmesini kolaylaştırmıştır. Onların ahlaki duruşu ve adil ticaret anlayışı, yerel halklar üzerinde olumlu bir izlenim bırakmış ve İslam’ın benimsenmesini sağlamıştır.

6. Tasavvufun (Sufizm) Etkisi:

Manevi Cazibe: Tasavvuf, İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Tasavvufun sevgi, hoşgörü, Allah’a yakınlık ve içsel huzur üzerine kurulu öğretileri, İslam’ın farklı toplumlara yayılmasında büyük bir etkiye sahip olmuştur. Sufi dervişler, İslam’ı özellikle Asya ve Afrika’da barışçıl bir şekilde yaymışlardır.

Sufi Tarikatları: Tasavvuf tarikatları, özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar, Afrika ve Hindistan’da İslam’ın yayılmasında etkili olmuştur. Sufi liderlerin hoşgörülü ve sevgi dolu yaklaşımı, yerel halkları cezbetmiş ve İslam’ın kabul edilmesine katkıda bulunmuştur.

7. İslam’ın Ahlaki ve Hukuki Sistemi:

Ahlaki Duruş: İslam, bireylere ve topluma yönelik güçlü ahlaki öğretiler sunar. Ahlak kuralları, adalet anlayışı ve sosyal dayanışmayı ön plana çıkaran İslam, birçok insan için cazip bir inanç sistemi olmuştur. İslam’ın yasakladığı yalan, haksız kazanç ve zulüm gibi ahlaksızlıklar, toplumlarda güven ve huzur ortamı oluşturmuştur.

Hukuki Sistem: İslam’ın şeriat hukuku, adalet ve düzen üzerine kurulu bir hukuk sistemidir. Bu sistem, fethedilen bölgelerde düzenin sağlanmasına ve toplumun güvenini kazanmasına yardımcı olmuştur. Adil yönetim ve hukuki sistem, İslam’ın yayılmasını destekleyen unsurlardan biri olmuştur.

8. Kültürel ve Bilimsel Katkılar:

Bilim ve Sanatın Teşviki: İslam medeniyeti, özellikle Abbasiler döneminde bilim, sanat, tıp, matematik ve astronomi gibi alanlarda büyük ilerlemeler kaydetmiştir. İslam dünyasının kültürel ve bilimsel başarıları, Batı da dahil olmak üzere birçok bölgede hayranlık uyandırmış ve İslam’a olan ilgiyi artırmıştır.

Çeviri Faaliyetleri: Müslüman bilim adamları, Antik Yunan ve Roma’nın bilimsel mirasını koruyarak Arapçaya çevirmiş ve bu bilgileri geliştirmiştir. İslam dünyasının bilimsel başarıları, Batı’nın Rönesans dönemine geçişinde önemli bir rol oynamıştır. Bu da İslam’ın entelektüel bir din olarak algılanmasına katkıda bulunmuştur.

9. Dil ve Kültürün Etkisi:

Arapçanın Rolü: Kur’an’ın dili olan Arapça, İslam’ın yayılmasında önemli bir faktördür. Arapça, İslam’ı kabul eden toplumlar arasında ortak bir dil olarak benimsenmiş ve kültürel bir etkileşim aracı olmuştur. İslam medeniyeti ile birlikte Arapça, bilim, hukuk ve din alanlarında da yaygın olarak kullanılmıştır.

Kültürel Etkileşim: İslam, fethettiği bölgelerde yerel kültürlerle uyum içinde yaşamıştır. Bu kültürel etkileşim, İslam’ın yerel halklar tarafından daha kolay kabul edilmesine yardımcı olmuştur. İslam’ın esneklik gösterdiği bu kültürel adaptasyon süreci, dinin evrenselliğini göstermiştir.

Bu faktörlerin her biri, İslam’ın dünya genelinde hızlı bir şekilde yayılmasında ve geniş kitlelerce kabul edilmesinde etkili olmuştur. İslam’ın yayılma süreci, barışçıl yöntemler, toplumsal adalet ve ahlaki öğretilerle desteklenmiş ve zamanla evrensel bir din olarak kabul görmüştür.

************   

Batılıların İslam hakkında en çok ilgilerini çeken hususlar nelerdir?


Batılıların İslam hakkında ilgilerini çeken konular genellikle birkaç ana başlıkta toplanabilir:

1. Kültürel ve Dini Uygulamalar: İslam’ın ritüelleri (oruç, namaz, hac gibi) ve dini pratikler Batılılar için sıkça ilgi çekici bulunur. Özellikle Ramazan ayı, oruç ibadeti ve Mekke’ye yapılan hac ziyareti Batılı medyada ve araştırmalarda sıkça yer alır.

2. Kadın Hakları ve Toplumsal Roller: Müslüman ülkelerdeki kadınların durumu, İslam’ın kadın haklarına bakışı, tesettür ve kadının toplumsal hayattaki yeri Batı’da çokça tartışılır. Batılılar genellikle başörtüsü (hijab), çarşaf gibi kıyafetlerin dini ve kültürel anlamlarını merak ederler.

3. Şeriat ve Hukuk: İslam hukuk sistemi olan şeriatın nasıl işlediği, şeriat yasalarının Müslüman toplumlarda uygulanışı, adalet sistemiyle ilişkisi gibi konular Batı’da ilgi çeker. Bu bağlamda, cezalar, aile hukuku ve ekonomik sistem gibi alt başlıklar da dikkat çeker.

4. İslam ve Modernlik: İslam’ın modern dünya ile olan ilişkisi, bilim, eğitim ve teknoloji ile nasıl bir bağ kurduğu, İslam toplumlarının modernleşme süreci de merak edilen konular arasında. Özellikle İslam’ın Batı’daki laiklik anlayışıyla nasıl bir denge kurduğu sıkça sorulan bir sorudur.

5. Siyaset ve İslam: İslam’ın siyasetteki rolü, İslamcı hareketler, Müslüman dünyasında İslam’ın siyasi iktidarla ilişkisi Batılıların merak ettiği başlıklardan biridir. Özellikle İslam’ın devlet yönetiminde etkisi ve bu etkinin demokratik süreçlerle olan ilişkisi üzerine pek çok tartışma yapılır.

6. Radikalizm ve Terörizm: Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra, Batılıların İslam’a yönelik ilgisi büyük oranda İslamcı terörizm ve radikal hareketler etrafında şekillendi. IŞİD, El Kaide gibi örgütler üzerinden İslam ve şiddet arasındaki ilişki yanlış ya da eksik bilgilerle gündeme gelebiliyor. Ancak, birçok akademik çalışma ve tartışma, İslam’ın radikalizmle ilgisinin olmadığını vurgulamaya çalışır.

7. Müslüman Toplumlar ve Göç: Müslümanların Batı’ya göçü ve bu göçün etkileri, Müslüman toplulukların Batı toplumlarındaki entegrasyonu ve İslamofobi, güncel olarak sıkça tartışılan konulardan biridir. Özellikle Avrupa’daki Müslüman nüfusun artışı ve göçmen politikaları bu konuda başlıca ilgi alanları arasında yer alır.

Batı medyasında ve akademisinde İslam üzerine yapılan çalışmalar, bu başlıklar etrafında yoğunlaşsa da, genel bir ilgi ve merak, farklı kültürel ve dini anlayışları keşfetme isteğiyle de şekillenmektedir.

@@@@@@@@@

Batılıların İslam hakkında en çok tartışıp çözemedikleri ve kabullerine engel gördükleri hususlar nelerdir?

Batılıların İslam hakkında en çok tartışıp çözmekte zorlandıkları ve kabullenmekte güçlük çektikleri bazı hususlar şunlardır:

1. Şeriat ve Laiklik Çatışması: Batılı ülkelerde laiklik, dinin kamu hayatından ayrılması olarak tanımlanır ve devletin dinle ilişkisi minimum düzeyde tutulur. İslam’ın şeriat hukukuna dayalı yapısı ise Batı’nın laiklik anlayışıyla çelişir gibi algılanır. İslam ülkelerindeki şeriat uygulamaları, Batılılar tarafından genellikle baskıcı ve modern hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan bir sistem olarak görülür. Bu da İslam’ın, demokrasi ve insan haklarıyla çeliştiği yönündeki eleştirileri besler.

2. Kadın Hakları: İslam toplumlarındaki kadın hakları meselesi Batı’da en çok tartışılan ve anlaşılmakta zorlanılan konulardan biridir. Kadınların örtünmesi, miras ve boşanma gibi konulardaki şeriat hükümleri, Batı’da genellikle kadınların haklarının ihlal edildiği şeklinde yorumlanır. Özellikle başörtüsü, tesettür ve İslam’ın kadınlara yönelik toplumsal rolü konusunda Batı’da bir kabul zorluğu yaşanır. Birçok Batılı, kadınların bu uygulamalara zorlandığını veya baskı altında olduklarını düşünür.

3. İfade Özgürlüğü ile Kutsallık Arasındaki Gerilim: Batı’da ifade özgürlüğü, kutsal olanın eleştirilebilmesi anlamına gelirken, İslam’da kutsal değerlere ve özellikle Peygamber’e yönelik hakaretler kabul edilemez. Bu durum, özellikle karikatür krizi gibi olaylarda çok belirgin hale gelmiştir. Batı, ifade özgürlüğünü temel bir hak olarak savunurken, Müslümanlar bu tür ifade biçimlerinin dini hassasiyetlere saldırı olarak görülmesini savunur. Bu gerilim, iki tarafın uzlaşmakta zorlandığı bir konudur.

4. Din ve Şiddet İlişkisi: İslam’ın şiddetle ilişkilendirilmesi, özellikle terör olayları ve radikal örgütlerin İslam adına hareket ettiklerini iddia etmeleriyle Batı’da sıkça gündeme gelir. Radikalizmin İslam’ı temsil etmediği yönündeki söylemler yaygınlaşsa da, Batı’da bazı çevreler bu konuda şüphe duymakta ve İslam’ın şiddeti meşrulaştırdığına inanabilmektedir. Bu algı, Batı’da İslamofobi’nin de temel dayanaklarından biridir.

5. Dini ve Kültürel Çoğulculuk: Batı toplumları, çoğulculuk ve bireysel özgürlükler üzerine kuruludur. Ancak İslam’ın bazı yönleri, özellikle topluluk ve kimlik temelli yaklaşımları, bireycilik ve liberal değerlerle uyuşmayabilir. Örneğin, İslam toplumlarında aile, cemaat ve kolektif kimlikler büyük önem taşırken, Batı’da bireysel özgürlükler daha baskın kabul edilir. Bu farklılık, İslam’ın Batı’daki kültürel çoğulculuğa nasıl uyum sağlayacağı konusunda tartışmalara yol açar.

6. Müslüman Göçmenlerin Entegrasyonu: Batı’da yaşayan Müslüman göçmenlerin entegrasyonu, sıklıkla tartışılan bir diğer konudur. Batı toplumları, Müslüman göçmenlerin kendi kültürel ve dini değerlerini ne kadar sürdüreceği ile Batı’nın seküler değerlerine ne kadar uyum sağlayabileceği konusunda derin bir ikilem yaşamaktadır. Bu durum, Müslüman toplulukların izole olduğu, paralel toplumlar oluşturduğu ve entegrasyonun zor olduğu yönündeki endişeleri besler.

7. İslam ve Liberal Değerler: Batı, çoğunlukla bireysel özgürlük, ifade özgürlüğü, eşitlik ve cinsiyet özgürlüğü gibi liberal değerler üzerine kurulu bir toplum yapısına sahiptir. İslam’ın bazı değerlerinin bu kavramlarla tam olarak örtüşmemesi, Batı’da bir dirençle karşılanmasına yol açar. Özellikle LGBTQ+ hakları, cinsiyet eşitliği ve bireysel haklar gibi konularda İslam ve Batı arasında derin görüş ayrılıkları bulunur.

Bu meseleler, Batı’da İslam’ı anlamakta ve kabul etmekte en çok zorlanılan başlıklar arasında yer almakta ve çoğu zaman yanlış anlaşılmalardan ya da kültürel farklılıklardan kaynaklanan bu algıların giderilmesi için daha fazla diyalog ve eğitim gerektiği düşünülmektedir.

@@@@@@@@

Batılıların İslama girmelerinde en çok etkilendikleri hususlar nelerdir?

Batılıların İslam’a girmelerinde etkili olan başlıca hususlar, bireysel tecrübelerden kültürel ve manevi arayışlara kadar geniş bir yelpazede çeşitlenir. İşte en sık rastlanan etkenler:

1. Manevi Tatmin ve Ruhsal Arayış: Birçok Batılı, modern yaşamın getirdiği materyalizm ve sekülerlikten kaynaklanan manevi boşluğu doldurma arayışındadır. İslam’ın Tanrı ile doğrudan bir ilişki kurmayı vurgulayan öğretileri, düzenli ibadetleri (namaz, oruç) ve güçlü bir manevi disiplin sunması, bu arayıştaki insanlar için cazip hale gelir.

2. Kur’an ve İslam’ın Tevhid Anlayışı: İslam’ın sade ve saf tevhid (Allah’ın birliği) anlayışı, özellikle karmaşık teolojik yapılarla büyümüş Batılılar için etkileyici olabilir. Tek bir Tanrı’ya inanma fikrinin basit ve doğrudan olması, birçok kişiye anlamlı gelir. Kur’an’ı okumak, birçok Batılıyı İslam’a yönlendiren güçlü bir etken olmuştur, çünkü Kur’an’ın mesajını doğrudan ve güçlü bir şekilde hissettiklerini ifade edenler çoktur.

3. Peygamber Muhammed’in (S.A.V.) Hayatı ve Karakteri: Peygamber Muhammed’in dürüstlüğü, merhameti, adalet anlayışı ve liderlik özellikleri, İslam’ı öğrenen Batılıları derinden etkiler. Peygamber’in örnek yaşamı, hem insanî hem de dini bir model olarak birçok kişiye ilham verir. Onun hayatının detaylarını ve İslam’ı yayarken gösterdiği sabrı öğrenmek, birçok Batılının İslam’a ilgisini artırmıştır.

4. İslam’daki Adalet ve Toplumsal Denge Anlayışı: İslam’ın sosyal adalet ve eşitlik vurgusu, Batılılar arasında büyük bir çekim gücü oluşturur. Zekat, fakirlerin korunması, toplumdaki herkesin refahına katkıda bulunma gibi İslam’ın sosyal yardımlaşma ve dayanışma anlayışları, kapitalist sistemin getirdiği eşitsizliklerden rahatsız olan Batılıları etkiler.

5. İslam’ın Ahlaki Öğretileri: İslam’ın ahlak ve etik üzerine getirdiği net ve kapsamlı öğretiler, dürüstlük, iyilik yapma, komşuya ve topluma karşı sorumluluk gibi konulardaki güçlü vurgusu Batılıların dikkatini çeker. Ahlaki disiplinin ve bireysel sorumluluğun yoğun şekilde işlendiği İslam anlayışı, bazıları için cazip olabilir.

6. Tasavvuf ve Manevi Derinlik: İslam’ın tasavvuf geleneği, Batı’da özellikle mistik ve manevi yönelimde olan insanları etkiler. Mevlana, İbn Arabi gibi sufilerin öğretileri, evrensel sevgi, içsel huzur ve Allah’a yakınlaşma gibi temalar, Batı’da popüler olmuş ve birçok kişiyi İslam’a çekmiştir.

7. Müslümanların Hayat Tarzı ve Şahitlik: Birçok Batılı, Müslümanlarla olan kişisel etkileşimleri sonucunda İslam’a ilgi duymaya başlar. Müslümanların misafirperverliği, ahlaki duruşları, ibadetlerine olan bağlılıkları ve dürüst yaşam tarzları, İslam hakkında olumlu bir izlenim bırakabilir. Kendi çevresinde yaşayan dindar Müslümanların olumlu örnekleri, İslam’ın yaşanan bir din olduğunu ve insanlara huzur verdiğini gösterebilir.

8. İslam’ın Evrensel ve Kapsayıcı Yapısı: İslam’ın tüm insanlara hitap eden evrensel bir din olması ve ırk, renk, etnik köken gibi farklılıklar gözetmeksizin herkesi kucaklaması, Batılılar için çekici olabilir. İslam’ın kardeşlik ve eşitlik mesajı, özellikle ırksal ve sınıfsal ayrımcılıktan bıkmış insanlar için güçlü bir cazibe yaratır.

9. Batı Medyasında İslam’a Karşı Oluşan Merak: İlginç bir şekilde, Batı medyasında İslam hakkında yapılan olumsuz haberler ve İslam’ın yanlış temsil edilmesi, bazen insanların bu din hakkında daha fazla bilgi edinmesine ve sonunda İslam’a yönelmesine neden olabilir. Önyargılara rağmen derinlemesine araştırma yapan bazı kişiler, İslam’ın medyada sunulduğu gibi olmadığını keşfeder ve gerçek dini öğretilerini öğrenerek İslam’ı kabul edebilirler.

10. Toplumsal ve Ailevi Değerler: İslam, aile yapısını ve toplumsal sorumlulukları güçlü bir şekilde vurgular. Modern Batı toplumlarındaki bireycilik ve aile değerlerindeki zayıflama karşısında, İslam’ın aile birliğine verdiği önem birçok kişiye çekici gelebilir. Aile bağlarını koruma, evlilik kurumuna ve çocuk yetiştirmeye verilen değer, Batı’daki bazı insanlar için olumlu bir referans olabilir.

Bu faktörlerin birçoğu, Batılıların İslam’a olan ilgilerini şekillendirir ve onları İslam’a geçmeye yönlendiren önemli unsurlar haline gelir. Her bireyin tecrübesi farklı olsa da, genel olarak bu unsurlar birçok kişinin İslam’ı bir yaşam tarzı ve inanç sistemi olarak kabul etmesine yol açar.

@@@@@@

Batılılara İslamı sevdirip kabul ettirmek için hangi yöntem ve usuller tatbiki edilmelidir?

Batılılara İslam’ı sevdirip kabul ettirmek için izlenecek yöntem ve usuller, dinin doğru bir şekilde anlaşılmasını ve kültürel farklılıkları göz önünde bulunduran bir yaklaşımı gerektirir. İslam’ı sevdirmenin en etkili yolları, hoşgörü, şefkat ve doğru bilgiyi ön plana çıkaran stratejilere dayanmalıdır. İşte uygulanabilecek bazı yöntemler ve usuller:

1. Doğru Bilgi ve Eğitim Sunmak:

Yanlış Anlamaları Düzeltmek: Batıda İslam hakkında yaygın olan yanlış bilgiler ve önyargılar bulunmaktadır. Bu nedenle İslam’ın doğru öğretilerini aktarmak, yanlış anlamaları düzeltmek ve Kur’an’ın gerçek mesajını öğretmek önemlidir. Medyada yaygın olan yanlış imajları gidermek için doğru kaynaklara yönlendirme yapılmalıdır.

Akademik ve Kapsamlı Bilgi: İslam’ı daha derinlemesine anlamak isteyen Batılılar için kapsamlı ve akademik kaynaklar sunmak da etkili olabilir. İslam tarihi, felsefesi ve teolojik yönlerini anlatan kitaplar, seminerler ve konferanslar bu konuda önemli rol oynar.

2. Müslümanların Örnek Olması:

Yaşayan Bir Örnek Olmak: İslam’ın en etkili tanıtım yolu, Müslümanların hayatlarında bu dini nasıl yaşadıklarını göstermeleridir. Güzel ahlak, dürüstlük, yardımseverlik ve adaletli bir tutum sergileyen Müslümanlar, İslam’ın gerçek yüzünü en iyi şekilde temsil eder. Batılılarla kişisel ilişkilerde nazik, hoşgörülü ve sabırlı olmak, İslam’ı sevdirmenin en güçlü yollarından biridir.

Toplumsal Yardımlaşma ve Dayanışma: İslam’ın sosyal adalete ve yardımlaşmaya verdiği önemi göstermek, Batılıların ilgisini çekebilir. Müslümanlar olarak, ihtiyaç sahiplerine yardım etme, gönüllülük faaliyetlerine katılma gibi sosyal sorumluluk projeleri İslam’ın insani yönünü vurgulamak açısından önemlidir.

3. İletişimde Empati ve Hoşgörü Kullanmak:

Kültürel Farklılıklara Saygı: Batılılar genellikle bireysel özgürlüklerine ve kültürel değerlere büyük önem verirler. İslam’ı anlatırken bu kültürel hassasiyetleri göz önünde bulundurmak ve empatiyle yaklaşmak çok önemlidir. Baskıcı ve dayatmacı bir üslup yerine, karşı tarafın sorularına açık ve yapıcı bir şekilde cevap vermek daha etkili olacaktır.

Diyalog ve Anlayış Geliştirmek: İslam’ı tanıtırken karşılıklı diyalog ortamları oluşturmak faydalıdır. İslam’ı bir tehdit olarak değil, evrensel bir değerler sistemi olarak sunmak ve farklı dinlerle ortak noktaları vurgulamak, karşılıklı anlayışı güçlendirir.

4. İslam’ın Evrensel ve Hoşgörülü Yönünü Vurgulamak:

Barış ve Hoşgörü Dini: İslam, özünde barış, hoşgörü ve adalet dinidir. Batılılara İslam’ın bu yönlerini anlatmak, özellikle medyada sıkça karşılaşılan radikal ve şiddet içeren imajlara karşı önemli bir düzeltme olabilir. Peygamber Efendimiz’in (S.A.V.) barışçıl ve şefkat dolu tavrı, İslam’ın hoşgörüsünü anlatmak için iyi bir başlangıç noktasıdır.

Manevi Zenginliği Anlatmak: İslam’ın insan ruhuna hitap eden yönlerini ön plana çıkarmak, modern yaşamın getirdiği manevi boşlukları doldurma arayışındaki Batılılar için çekici olabilir. İslam’ın ruhsal dinginlik, huzur ve ibadet ile Allah’a yakınlık sağladığını anlatmak bu anlamda önemli olabilir.

5. Ortak Değerler Üzerinden Bağ Kurmak:

Ahlak ve Adalet: İslam’ın evrensel ahlaki değerleri, adalet, dürüstlük, yardımlaşma gibi kavramlar, Batı’nın değerleriyle örtüşebilir. Bu gibi konulara odaklanmak, Batılıların İslam’a olan bakış açılarını değiştirebilir. Örneğin, çevreyi koruma, insan haklarına saygı, sosyal adalet gibi konular üzerinden bağ kurmak etkili olabilir.

Dinler arasındaki ortak noktaları öne çıkarmak, İslam’ı daha tanıdık ve kabul edilebilir kılmak.

6. İslam’a Girenlerin Şahitliklerini Paylaşmak:

Mühtedilerin Hikayeleri: İslam’ı kabul eden Batılıların deneyimleri ve şahitlikleri, etkileyici bir yöntem olabilir. Bu kişilerin İslam’ı nasıl keşfettiklerini, hayatlarında ne gibi değişiklikler olduğunu ve neden bu dini seçtiklerini anlatmaları, İslam hakkında merak duyanlara ilham verebilir. Özellikle bu kişilerin kültürel ve dini serüvenleri, benzer süreçler yaşayan Batılılar üzerinde etkili olabilir.

7. Teknolojiyi ve Medyayı Etkili Kullanmak:

Sosyal Medya ve Dijital İçerikler: Günümüzde dijital medya, İslam’ı anlatmak için güçlü bir araçtır. İslam’ın doğru bir şekilde anlatıldığı videolar, blog yazıları, podcastler ve sosyal medya hesapları, geniş bir kitleye ulaşmak için kullanılabilir. Bilgilendirici ve estetik olarak ilgi çekici içerikler, İslam’ı tanıtmanın etkili yollarından biridir.

Müslüman Entelektüellerin Konuşmaları: Batı’da kabul gören Müslüman entelektüellerin ve akademisyenlerin konuşmaları, kitapları ve medya içerikleri, İslam’ın doğru anlaşılmasına katkıda bulunabilir. Bu entelektüeller, İslam’ı modern dünya ile bağdaştıran, Batı kültürü ile İslam arasında köprüler kuran bir perspektif sunabilirler.

8. Karşılıklı Saygı ve Zorlamadan Uzak Durmak:

Zorlamadan Kaçınmak: İslam’ı anlatırken, baskıcı ya da zorlayıcı bir üslup benimsemekten kaçınılmalıdır. Her bireyin kendi özgür iradesiyle dini kabul etmesi gerektiğini vurgulamak, İslam’ın gerçek mesajına uygun bir yaklaşım olacaktır. Zorlama hissi oluşturmak yerine, karşı tarafın kendi keşif yolculuğunu desteklemek daha etkili olur.

Sonuç olarak, Batılılara İslam’ı sevdirip kabul ettirmek sabır, anlayış ve doğru bilgiyi paylaşma sürecini gerektirir. İslam’ın barışçıl, hoşgörülü ve evrensel yönlerini öne çıkarmak, insanların bu dini daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir. En etkili yöntemlerden biri ise, Müslümanların kendi hayatlarında İslam’ın güzelliklerini göstererek, örnek teşkil etmeleridir.

 

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

İngilizler 1916,1917 ve 1918 yılında nereleri işgal etti?

İngilizler 1916,1917 ve 1918 yılında nereleri işgal etti?


  1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı geniş çaplı askeri harekâtlar düzenleyerek Orta Doğu’da birçok stratejik bölgeyi ele geçirdiler. 1916, 1917 ve 1918 yıllarında İngiliz işgali altına alınan başlıca yerler şunlardır:

    1916:

    Irak Cephesi: İngilizler, Osmanlı’ya karşı Basra Körfezi’nden kuzeye doğru ilerleyerek Irak topraklarına saldırılar düzenlediler. 1916’da Kut’ül Ammare’de Osmanlı’ya karşı bir yenilgi alsalar da, yılın sonunda tekrar saldırıya geçip bölgeyi zor durumda bıraktılar.

    Arap Yarımadası: Hicaz bölgesinde Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in İngiliz desteğiyle başlattığı isyan sonucunda, Osmanlı’nın bu bölgedeki hâkimiyeti büyük ölçüde sarsıldı.

    1917:

    Filistin ve Suriye Cephesi: İngilizler, Sina ve Filistin Cephesi’nde ilerleyerek Gazze’yi, ardından da Kudüs’ü 9 Aralık 1917’de ele geçirdiler. Bu işgal, Osmanlı’nın Orta Doğu’daki varlığına ağır bir darbe vurdu ve İngilizlerin bölgedeki nüfuzunu artırdı.

    Mezopotamya Cephesi: 1917’de İngilizler, Bağdat’ı Osmanlı’dan alarak Mezopotamya’daki işgallerini genişlettiler.

    1918:

    Filistin ve Suriye’nin Tamamen İşgali: İngiliz ordusu, 1918’de Yıldırım Orduları’na karşı yürüttüğü saldırılarda Osmanlı ordusunu büyük yenilgilere uğrattı ve Suriye’nin tamamını ele geçirdi. Şam ve Halep de İngiliz kuvvetlerinin eline geçti.

    Kafkasya ve İran: Osmanlı’nın Kafkasya ve İran’daki konumu da İngiliz müdahaleleri nedeniyle zayıfladı; İngilizler burada da nüfuzlarını artırdılar.

    Bu işgaller sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’daki topraklarının çoğu İngilizlerin kontrolüne geçti. Savaşın sonunda, bölgedeki sınırlar büyük ölçüde değişti ve İngiltere’nin bu bölgelerde manda yönetimleri kurma süreci başladı.

    @@@@@@@@

    Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin işgalleri oldukça geniş bir coğrafyada gerçekleşti. 1916, 1917 ve 1918 yılları için net bir liste vermek biraz zor olsa da, genel olarak İngilizlerin işgalleri şu bölgeleri kapsıyordu:
    * Orta Doğu: Mezopotamya (Irak), Sina yarımadası ve Filistin gibi bölgeler İngilizlerin yoğun ilgisindeydi. Kanal Harekâtı ve Kut’ül Amara gibi önemli savaşlar bu bölgelerde yaşandı.
    * Afrika: Afrika’nın birçok bölgesi İngiliz sömürgesi altındaydı ve savaş sırasında bu bölgelerdeki kontrolü güçlendirmeye çalıştılar. Özellikle Doğu Afrika cephesinde önemli çatışmalar yaşandı.
    * Avrupa: Batı Cephesinde Almanlara karşı savaşan İngilizler, aynı zamanda bazı Avrupa ülkelerini de işgal ettiler.
    Daha spesifik bilgi için:
    * Belirli bir bölgeye odaklanmak: Eğer belirli bir bölgeyi merak ediyorsanız, o bölgeye özel olarak arama yapabilirsiniz. Örneğin, “İngilizler 1918’de Mezopotamya’da neredeydi?” şeklinde bir soru sorabilirsiniz.
    * Tarihsel kaynakları incelemek: Birinci Dünya Savaşı tarihine dair kitaplar, makaleler ve arşiv belgeleri size daha detaylı bilgi verebilir.
    Neden tam bir liste vermek zor?
    * Savaşın dinamik doğası: Savaşın seyri sürekli değişiyordu. İngilizler bir bölgeyi işgal edebilir, daha sonra başka bir güç tarafından geri alınabilirdi.
    * Geniş coğrafya: İngiliz İmparatorluğu’nun genişliği göz önüne alındığında, her bir işgalin ayrıntılı bir kaydını tutmak oldukça zor.
    * Kaynakların sınırlılığı: Bazı bölgelerdeki işgaller daha az belgelenmiş olabilir.
    Özetle:
    İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı sırasındaki işgalleri, Orta Doğu, Afrika ve Avrupa’nın geniş bir coğrafyasını kapsıyordu. Daha detaylı bilgi için belirli bir bölgeye odaklanmanız ve tarihsel kaynakları incelemeniz önerilir.
    Ek bilgi:
    * Mondros Mütarekesi: 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük bir kısmı İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. Bu mütareke, İngilizlerin Orta Doğu’daki varlığını önemli ölçüde güçlendirdi.
    * Türk Kurtuluş Savaşı: Mondros Mütarekesi’nden sonra başlayan Türk Kurtuluş Savaşı ile İngiliz işgalleri sona erdirildi.

    @@@@@@@@

    1916, 1917 ve 1918 yıllarında İngilizler, I. Dünya Savaşı sırasında birçok bölgeyi işgal etmiştir. Bu dönemdeki bazı önemli işgaller şunlardır:

    1. **Orta Doğu**:
    – **Filistin**: 1917’de İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Filistin topraklarını işgal etmeye başladılar. Özellikle 1917’deki Gazze Savaşları sonrasında Kudüs’ü ele geçirdiler.
    – **Irak**: 1916’dan itibaren İngiliz güçleri, Basra’dan başlayarak Irak’ın iç bölgelerine doğru ilerlediler ve 1917’de Bağdat’ı ele geçirdiler.

    2. **Kıbrıs**: 1916’da, Kıbrıs adası İngiliz yönetimindeydi ve bu dönemde stratejik bir askeri üs olarak kullanıldı.

    3. **Kuzey Afrika**:
    – **Mısır**: İngilizler, Mısır’ı 1882’den beri işgal altında tutuyordu ve savaş boyunca bu bölgedeki varlıklarını sürdürdüler.

    4. **Batı Cephesi**:
    – **Fransa**: İngiliz ordusu, Batı Cephesi’nde çeşitli muharebelere katıldı ve 1916’da Somme Muharebesi gibi büyük çatışmalara dahil oldular.

    5. **Deniz ve Koloniler**:
    – İngiliz Donanması, deniz yollarını kontrol ederek, çeşitli deniz kolonilerini güvence altına aldı ve düşman gemilerini etkisiz hale getirdi.

    Bu işgaller, İngiltere’nin savaş stratejileri ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı olan askeri hedefleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.

                                                                               **************  

  1. Ve 2. Dünya savaşına hangi ülkeler kimlerle bir araya ve karşı karşıya geldiler. Ne kadar insan öldü?

  2. ve II. Dünya Savaşları, 20. yüzyılın en yıkıcı ve büyük çaplı çatışmaları olarak tarihe geçti. Her iki savaşta da geniş koalisyonlar oluştu ve milyonlarca insan hayatını kaybetti. İşte bu savaşlardaki ana güçler ve kayıpların genel bir özeti:

    I. Dünya Savaşı (1914-1918)

    İttifaklar

    İtilaf Devletleri: İngiltere, Fransa, Rusya (1917’de Bolşevik Devrimi sonrası savaştan çekildi), İtalya (1915’te İttifak’tan ayrılıp İtilaf’a katıldı), Japonya, Sırbistan, Belçika, Romanya, Amerika Birleşik Devletleri (1917’de savaşa katıldı).

    İttifak Devletleri: Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan.
    Savaş ve Sonuçlar

    Savaş Avrupa’nın yanında Orta Doğu, Afrika ve Asya-Pasifik bölgelerine de yayıldı.

    İnsan Kaybı: Tahmini olarak 15-20 milyon kişi öldü (asker ve sivil). 20 milyona yakın insan yaralandı.

    Sonuç: Savaş sonunda İttifak Devletleri mağlup oldu. 1919’da Versailles Antlaşması’yla Almanya ağır şartlara tabi tutuldu. Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları parçalandı ve yeni devletler kuruldu.

    II. Dünya Savaşı (1939-1945)

    İttifaklar

    Müttefik Devletler: ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği (SSCB), Çin, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri (bazıları işgal altında veya sürgünde destek verdi).

    Mihver Devletleri: Almanya, İtalya (1943’te taraf değiştirerek Müttefiklere katıldı), Japonya.

    Savaş ve Sonuçlar

    II. Dünya Savaşı, Avrupa, Asya-Pasifik, Afrika ve Atlantik Okyanusu gibi çok geniş bir alana yayıldı.

    İnsan Kaybı: 70-85 milyon kişi hayatını kaybetti. Bunların yaklaşık 25-30 milyonu askeri, geri kalanı ise sivil kayıplardı. Holokost’ta yaklaşık 6 milyon Yahudi hayatını kaybetti.

    Sonuç: Mihver Devletleri yenildi ve Almanya ikiye bölündü. Japonya, ABD’nin atom bombası saldırısıyla teslim oldu. Savaş sonunda Birleşmiş Milletler kuruldu. Soğuk Savaş döneminin başlangıcı oldu.

    Toplam Kayıplar
    I. Dünya Savaşı: 15-20 milyon ölü.

    II. Dünya Savaşı: 70-85 milyon ölü.
    Bu iki savaş, dünya tarihini ve uluslararası ilişkileri derinden etkiledi, sınırları ve dünya düzenini yeniden şekillendirdi.

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

KURANI KERİMDE ÜZERİNE YEMİN EDİLEN ŞEYLER

KURANI KERİMDE ÜZERİNE YEMİN EDİLEN ŞEYLER[1]

Kuranı kerimde üzerine yemin edilen şeyler, ayetler.


Allahın 2 tarzda ayetleri vardır.
Kuran Kitabı ve Tabiat Kitabı.

Kur’an-ı Kerim’de Allah, bazı varlıklar veya olaylar üzerine yemin eder. Bu yeminler, dikkatimizi o varlıkların veya olayların önemine çekmek için yapılır. Yemin edilen varlıklar, olaylar ya da kavramlar, Allah’ın kudretini ve yarattığı düzenin mükemmelliğini vurgular. İşte Kur’an-ı Kerim’de yemin edilen bazı şeyler ve bunlarla ilgili ayetler:

1. Zaman (Asr):

“Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir.” (Asr Suresi, 103:1-2)

2. Güneş ve Ay:

“Güneşe ve onun parıltısına andolsun, ardından gelen aya…” (Şems Suresi, 91:1-2)

3. Gece ve Gündüz:

“Geceye ve gündüze yemin ederim…” (Leyl Suresi, 92:1-2)

4. Fecr (Şafak vakti):

“Fecre ve on geceye yemin olsun.” (Fecr Suresi, 89:1-2)

5. Dağlar (Tur):

“Tur’a, yayılmış ince deriye yazılmış kitaba…” (Tur Suresi, 52:1-2)

6. Denizler:

“Tutuştuğu zaman denize andolsun.” (Tur Suresi, 52:6)

7. İncir ve Zeytin:

“İncire ve zeytine, Sina dağına…” (Tin Suresi, 95:1-2)

8. Rüzgar:

“Savurdukça savuranlara yemin olsun.” (Zariyat Suresi, 51:1)

9. Yıldızlar:

“Battığı zaman yıldıza andolsun.” (Necm Suresi, 53:1)

10. Gök ve Yer:

“Göğe ve onu bina edene, yere ve onu yayıp döşeyene andolsun.” (Şems Suresi, 91:5-6)

Bu yeminlerle Allah, yaratılışın mükemmelliğini ve evrenin işleyişindeki hikmeti göstermekte, insanları bu yüce gerçekler üzerine düşünmeye davet etmektedir.

@@@@@@@

Kasematı Kuranıye.

Kāsemât-ı Kur’âniye, Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde geçen yeminler üzerine yaptığı bir tefsir çalışmasıdır. Bu terim, “Kur’an’ın yeminleri” anlamına gelir. Kur’an’da Allah’ın üzerine yemin ettiği varlıklar veya kavramlar, insanlara ibret vermek ve onların önemine dikkat çekmek amacıyla kullanılır. Bediüzzaman, bu yeminlerin anlam derinliğine inerek, özellikle iman hakikatlerine işaret eden yönlerini vurgular.

Kur’an-ı Kerim’de birçok yemin vardır ve bu yeminler genellikle Allah’ın kudretine, yaratılışın harikalığına ve evrendeki düzene dikkat çekmek için yapılır. Bediüzzaman, bu yemini edilen varlıkları ve olayları, insanın imanını güçlendirecek ve düşünce dünyasını derinleştirecek deliller olarak yorumlar.

Kasemat-ı Kur’âniye’deki ana temalar, genellikle şunlar üzerinde yoğunlaşır:

1. Yeminlerin anlamı: Yemin edilen şeylerin niçin yemin konusu yapıldığına dair derinlemesine bir analiz.

2. İman hakikatleri: Bu yeminlerin insanın Allah’a olan imanını nasıl güçlendirdiği ve Allah’ın varlığının delili olduğu.

3. Kainatın dili: Yemin edilen varlıkların aslında Allah’ın birer ayeti olduğu, yani Allah’ı gösteren işaretler olduğu fikri.

Bediüzzaman, Kur’an’daki bu yeminlerle kainat kitabının okunabileceğini ve her şeyin Allah’ı tanıttığını ifade eder. Örneğin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, incir, zeytin gibi varlıklar üzerine edilen yeminler, insanı tefekküre davet eden birer vesiledir. Bu yaklaşım, Kur’an’daki yeminlerin daha derin bir anlam ve ibret taşıdığını ve imanî bir bakış açısıyla okunması gerektiğini ortaya koyar.

@@@@@@

YEMİN ÂYETLERİ

36/ Yâsîn -2- Hikmet dolu Kur’ân’a andolsun ki.

37/ es-Sâffât -1- Andolsun o saf bağlayıp duranlara. 2- O haykırıp da sürenlere.3- Ve o yolda zikir okuyanlara.

38/ Sâd -1-2- Sâd. İbret dersi veren Kur’ân’a yemin ederim ki!

44/ ed-Duhân -2- O apaçık kitaba yemin olsun!

50/ Kâf -1- Ve Kur’ân-ı mecid hakkı için!

51/ ez-Zâriyât -1- O tozutup savuranlara,

-Zerv; savurmak, geçip gitmek.

2- Bir ağırlık taşıyanlara, 3- Kolayca akıp gidenlere, 4- Emri bölüşenlere, meleklere yemin ederim ki, 7- Düzgün yollara sahip gökyüzüne yemin ederim ki!

-Hubük; yollar, caddeler.

52/ et-Tûr -1- Kasem olsun Tûr’a, 2- Ve yazılmış bir kitaba, 3- Yayılmış bir ince deride, 4- Ve Beyt-i Mâmura, 5- Ve yükseltilmiş tavana, 6- Ve alevlendirilmiş denize kasem olsun ki!

53/en-Necm-1- İndiği zaman necm’e yemin olsun ki!

56/ el-Vâkı’a -75-76- Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.

68/ el-Kalem -1-2- Nûn, yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde bir mecnûn değilsin.

69/ el-Hâkka -38-39-40- Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur’ân), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (ALLÂH’ dan alıp tebliğ ettiği) sözüdür.

70/ el-Meâric -40- Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye Bizim gücümüz yeter. Bizim önümüze geçilemez.

74/ el-Müddesir -32-33-34-35-36-37- Hayır, (öğüt almazlar.) Ay’a, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahud geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.

75/ el-Kıyâme -2- Kıyamet gününe yemin ederim. (Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba çekileceksiniz).

77/ el-Mürselât -1-2-3-4-5- Yemin olsun tanınmak için gönderilenlere, derken büküp devirenlere, büyük bir şekilde yayanlara, derken seçip ayıranlara, sonra bir öğüt bırakanlara.

79/ en-Nâzi’ât -1- Andolsun şiddetle çekip çıkaranlara,

2- Andolsun kolaylıkla alanlara,

3- Andolsun yüzüp yüzüp gidenlere,

4- Derken, öne geçenlere,

5- Nihayet işi çekip çevirenlere (ki, mutlaka tekrar diriltileceksiniz).

81/ et-Tekvîr -15-16- Andolsun, bir görünüp bir sinenlere, akıp gidip kaybolanlara,

17- Andolsun, yöneldiği zaman geceye,

18- Andolsun, aydınlandığı zaman sabaha ki.

84/ el-İnşikâk -16-17-18- Yemin ederim şafağa, geceye ve içinde topladıklarına, dolunay halindeki ay’a ki.

85/ el-Bürûc -1-2-3- Burçlarla dolu göğe andolsun, vaad edilmiş güne (kıyamete) andolsun, şâhidlik edene ve şâhidlik edilene andolsun ki.

86/ et-Târık -1- Kasem olsun o semâya ve târıka.

11- Yağmurlu göğe andolsun,

12- Yarık yarık çatlamış yere andolsun.

89/ el-Fecr -1-2-3-4-5- Yemin olsun ağaran şafağa, on geceye, çifte ve teke, geçip giden geceye andolsun (ki, müşrikler azaba uğrayacaklardır). Şüphesiz bunlarda, akıl sahibi bir kimse için üzerine yemin edilmeye değer bir özellik vardır.

90/ el-Beled-1- Hayır bu şehre yemin ederim.

3- Babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki.

91/ eş-Şems -1- Güneşe, onun parıltısına,

2- Güneşin ardından gelen ay’a, 3- Güneşi açıp ortaya çıkaran gündüze, 4- Onu örten geceye, 5- Göğe ve onu bina edene, 6- Yere ve onu döşeyene, 7- Nefse ve onu biçimlendirene, 8- Sonrada ona kötülük ve takvâ kabiliyeti verene yemin olsun ki!

92/ el-Leyl -1-2-3- (Ortalığı) bürüdüğü zaman geceye andolsun, açılıp aydınlandığı zaman gündüze andolsun, Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki!

93/ ed-Duha’ -1-2- Kuşluk vaktine andolsun, karanlığı çöktüğü vakit geceye andolsun ki.

95/ et-Tîn -1-2- Tîn (incir)e ve zeytin’e andolsun. Sinâ Dağına andolsun, bu güvenli şehre (Mekke’ye) andolsun ki.

100/ el-Âdiyât -1-2-3-4-5- O harıl harıl koşan, çakarak da ateşler saçan, sabahleyin baskın basan, derken savurup da bir toz duman, bir derneği o dem de ortalayan kuvvetlere kasem eylerim ki!

103/ el-Asr -1- Asr’a yemin olsun ki!

MEHMET ÖZÇELŞK

28-10-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=wiKhJe7HaAw

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

AHLAKİ ÇÖKÜŞ

AHLAKİ ÇÖKÜŞ[1]

Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.”Taha. 121

” Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.” Araf.22-27

“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.

Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.
*onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.Allah, dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”

Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).

Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.

                                                                 ************      

Kuranı kerimde ahlak konusu.


Kur’an-ı Kerim, ahlâkî prensipler ve değerler üzerine büyük bir vurgu yapar. İslam ahlâkının temel kaynağı olan Kur’an, bireylerin ve toplumun ahlâkî yönden nasıl bir yaşam sürmesi gerektiği konusunda rehberlik eder. Kur’an’da ahlâkla ilgili pek çok ayet bulunur ve bu ayetlerde hem bireysel hem de toplumsal ahlâkî davranışların önemi vurgulanır. Ahlâk, imanla doğrudan bağlantılıdır; kişinin Allah’a olan inancı, ahlâkî davranışlarına da yansır.

Kur’an’da geçen temel ahlâkî konular:

1. Adalet ve Dürüstlük: Adalet ve dürüstlük, İslam ahlâkının temel taşlarındandır. Kur’an, her durumda adaletli olmayı ve doğru sözlü olmayı emreder. Örneğin, Nisa Suresi 135. ayet, adaletin önemini vurgular: “Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve akrabalarınız aleyhinde de olsa, Allah için adaleti ayakta tutan şahidler olun.”

2. Sabır ve Tevekkül: Sabır, Kur’an’da sıkça vurgulanan ahlâkî erdemlerden biridir. Zorluklar karşısında sabırlı olmak ve Allah’a güvenmek, İslam ahlâkında önemli bir yer tutar. Bakara Suresi 153. ayette sabır ve namazın yardımıyla Allah’tan yardım istenmesi gerektiği belirtilir.

3. Merhamet ve Şefkat: Kur’an, insanlara ve diğer canlılara karşı merhametli olmayı öğütler. İnsanların birbirine yardım etmesi, muhtaçlara el uzatması, zayıflara karşı şefkatli davranması İslam ahlâkının bir gereğidir. Rahman ve Rahim olan Allah’ın sıfatları, bu ahlâkî erdemleri pekiştirir.

4. Bağışlama ve Affedicilik: Kur’an, affedici olmanın faziletini över ve kin gütmeyi yasaklar. Şura Suresi 43. ayette affetmenin erdem olduğu ve sabırlı olanların mükâfatlandırılacağı ifade edilir.

5. Sözünde Durma ve Emanete Riayet: Müminlerin en önemli ahlâkî özelliklerinden biri de verdikleri sözlere sadık kalmaları ve kendilerine emanet edilen şeylere riayet etmeleridir. Maide Suresi 1. ayette müminlerden akitlerine sadık kalmaları istenir.

6. Gıybet ve Yalanın Yasaklanması: Kur’an, insanlara zarar verecek davranışları, özellikle gıybeti ve yalanı şiddetle yasaklar. Hucurat Suresi 12. ayet, gıybeti ölü kardeşinin etini yemeye benzetir ve müminlere bu kötü alışkanlıktan uzak durmalarını emreder.

Kur’an-ı Kerim’de bu ahlâkî ilkeler, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle barışık, adaletli, merhametli ve doğru bir yaşam sürmesini hedefler. İslam’da ahlâk, sadece bir etik sistem değil, aynı zamanda bir iman göstergesidir ve müminlerin hayatını şekillendiren en önemli unsurlardan biridir.

@@@@@@

Hadisi şeriflerde ahlak konusu.

Hadis-i şeriflerde ahlâk konusu da çok geniş bir yer tutar. Peygamber Efendimiz (s.a.v), İslam ahlâkının yaşayan bir örneği olarak Müslümanlara rehberlik etmiştir. O’nun sözleri ve fiilleri, Kur’an-ı Kerim’in ahlâkî prensiplerini yaşantıya geçiren en önemli kaynaklardan biridir. Peygamber Efendimizin ahlâka dair birçok hadisinde, bireylerin ve toplumların nasıl bir ahlâkî çizgide ilerlemesi gerektiği detaylı şekilde açıklanmıştır.

İşte hadis-i şeriflerde geçen bazı temel ahlâkî konular:

1. Güzel Ahlâkın Önemi: Peygamber Efendimiz (s.a.v), İslam’daki en önemli görevlerinden birinin güzel ahlâkı tamamlamak olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, ahlâkın İslam’daki temel yerini net bir şekilde ortaya koyar:

> “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8)

2. İnsanlarla Güzel Geçinmek: Peygamber Efendimiz (s.a.v), insanlara yumuşak huylu olmayı, onlarla güzel bir üslup içinde geçinmeyi öğütlemiştir:

> “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Buhari, Edeb, 18)

3. Kolaylaştırmak ve Zorlaştırmamak: Peygamber Efendimiz (s.a.v), İslam’ın müsamaha dini olduğunu sıkça vurgulamış ve insanlara hoşgörülü davranılmasını öğütlemiştir:

> “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Buhari, İlim, 11)

4. Ahlâkî Üstünlük: Hadis-i şeriflerde güzel ahlâk, en yüksek değerlerden biri olarak gösterilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), insanların güzel ahlâk sahibi olmalarını, Allah katında büyük bir değeri olduğunu belirtmiştir:

> “Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanı, ahlâkı en güzel olanıdır.” (Tirmizi, İman, 6)

5. Bağışlama ve Öfke Kontrolü: Hadislerde öfkeyi yenmek, affedici olmak ve başkalarına karşı hoşgörülü davranmak da büyük bir fazilet olarak gösterilmiştir:

> “Güçlü kişi, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiğinde kendine hâkim olandır.” (Buhari, Edeb, 76)

6. Doğruluk ve Güvenilirlik: Peygamberimiz (s.a.v), her durumda dürüst olmayı ve emanete sahip çıkmayı vurgulamıştır:

> “Doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye, Allah katında sıddîk (doğru kimse) diye yazılır. Yalan da kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür.” (Müslim, Birr, 103)

7. Komşuluk Hakkı: Komşuya iyi davranmak ve komşuluk ilişkilerini sağlam tutmak, Peygamber Efendimiz’in üzerinde durduğu konulardan biridir:

> “Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Buhari, Edeb, 28)

8. Kibirden Kaçınma: Peygamber Efendimiz, kibirli olmayı şiddetle kınamış ve tevazunun, mütevazı davranmanın ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır:

> “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” (Müslim, İman, 147)

9. İyilik Yapmak ve Yardımseverlik: Peygamberimiz, iyilik yapmayı, sadaka vermeyi ve insanlara yardım etmeyi teşvik etmiştir:

> “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat)

Sonuç olarak, hadis-i şeriflerde ahlâk konusu, Müslümanların hem bireysel hem de toplumsal hayatında temel bir yer tutar. Peygamber Efendimiz (s.a.v), güzel ahlâkın örnek bir modelini sunmuş, doğru sözlülük, merhamet, adalet, tevazu gibi değerlerin Müslümanların hayatında önemli olduğunu sürekli vurgulamıştır. Bu hadisler, İslam ahlâkının hem kalp hem de davranışları güzelleştiren bir rehber olduğunu gösterir.

@@@@@@@

Ahlakın tanımı ve insan kişiliğiyle olan ilgisi.

Ahlâk, bireylerin iyi veya kötü olarak değerlendirdiği davranışları ve bu davranışların altında yatan ilkeleri ifade eder. Felsefi açıdan, ahlâk, insanların yaşamlarını yönlendiren değerler, kurallar ve normlar bütünüdür. Ahlâk; doğru, dürüst, adaletli, yardımsever gibi nitelikleri öne çıkarırken, yalan söylemek, haksızlık yapmak gibi olumsuz davranışları reddeder.

Ahlâkın tanımı şu şekillerde yapılabilir:

Genel olarak: İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayıran ilkeler bütünü.

İslami perspektifte: Ahlâk, bireyin hem Allah’a karşı olan sorumluluklarını hem de diğer insanlara karşı olan görevlerini doğru bir şekilde yerine getirmesini sağlayan ilkeler ve değerler bütünü olarak tanımlanır.

Ahlâk ve İnsan Kişiliği Arasındaki İlişki:

Ahlâk, insan kişiliğinin temel unsurlarından biridir. Bir insanın ahlâkî değerleri, onun karakterinin ve kişiliğinin nasıl şekillendiğini belirler. Ahlâk, bireyin hem kendisiyle hem de toplumla olan ilişkilerini düzenler ve insanın sosyal hayatındaki yerini belirler. İnsan kişiliği, ahlâkî değerlerin doğrultusunda gelişir ve bu değerler, bireyin hayatını anlamlandırmasında büyük rol oynar.

Ahlâk ve insan kişiliği arasındaki ilişkilerden bazıları şunlardır:

1. Karakterin Temelini Oluşturur: Ahlâk, bir insanın karakterini şekillendiren en önemli faktörlerden biridir. İyi bir ahlâka sahip olan bir kişi, dürüst, adaletli, saygılı ve sorumluluk sahibi olur. Kişinin ahlâkî değerleri, onun günlük hayatta nasıl davrandığını ve kararlarını neye göre verdiğini belirler.

2. Davranışları Yönlendirir: Ahlâkî değerler, bir insanın davranışlarını ve tutumlarını doğrudan etkiler. İnsanın yaptığı her hareket, benimsediği ahlâkî ilkeler doğrultusunda şekillenir. Bu da kişinin topluma nasıl uyum sağlayacağını, sosyal ilişkilerini nasıl yöneteceğini belirler.

3. İç Huzur ve Toplumsal Barış Sağlar: Ahlâklı bir birey, içsel bir huzura sahip olur. Çünkü ahlâk, insanın vicdanıyla barışık olmasını sağlar. Aynı zamanda, toplumdaki bireylerin ahlâklı olması, toplumsal düzenin ve barışın teminatıdır. Ahlâkî değerlere sahip bir toplumda insanlar birbirine güven duyar, hak ve adalet ön plandadır.

4. Özgüven ve Saygınlık Kazandırır: Ahlâklı insanlar, toplumda saygınlık kazanır ve güvenilir kişiler olarak tanınırlar. Bu durum, kişinin kendine olan güvenini de artırır. Ahlâkî değerlere sahip bir birey, doğru davranışları sebebiyle toplumda olumlu bir yer edinir ve kendisiyle gurur duyar.

5. Vicdan ve Sorumluluk Duygusu: Ahlâk, kişiye vicdanını ve sorumluluk duygusunu kazandırır. Vicdan, kişinin doğruyu ve yanlışı ayırt etmesini sağlayan bir iç ses gibidir. Ahlâkî ilkelere uygun hareket etmek, kişinin vicdanını rahatlatır ve sorumluluklarını yerine getirmesine yardımcı olur.

6. Toplumla Uyum Sağlama: Ahlâkî değerler, toplumun genel kabul görmüş kurallarıyla uyumlu olduğu sürece, bireyin toplum içinde sağlıklı ve sürdürülebilir ilişkiler kurmasına olanak tanır. Toplumsal değerlerle çatışmayan bir ahlâk anlayışı, kişinin sosyal çevresinde kabul görmesini sağlar.

Sonuç olarak, ahlâk insan kişiliğinin merkezinde yer alır ve bireyin karakterini şekillendirir. Ahlâkî değerler, bireylerin kendi iç dünyasıyla barışık, sosyal çevresiyle uyumlu ve toplum içinde saygın bir yer edinmesine katkıda bulunur. Ahlâk ve insan kişiliği arasındaki bu bağ, bireyin hem kendisi hem de toplum için daha iyi bir insan olma yolunda ilerlemesini sağlar.

 

************* 

ENDONEZYA NASIL MÜSLÜMAN OLDU.

KISSADAN HİSSE…

 

Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi Endonezya 5 akçelik bir kumaş sayesinde Müslüman oldu…

 

Olay şöyledir: Kendi halinde bir tüccar bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya’ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da Halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine.

Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:

-Hangi kumaştan sattın?

-Şu kumaştan efendim.

-Metresini kaça verdin?

-On akçeye.

-Nasıl olur?” diye hayret etti,

-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?

Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.

-Ne demekti hakkını helâl et?

Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:

-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?

-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman’ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.

Kral,

-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm’ı kabul etti. Daha daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı.

Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı.

Efendimizin müjdesi herkese açık: “Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.

 

****** 

MEHMET ÖZÇELİK

28-10-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=u3VrICI3EC4

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

KAPIMIZA YAKLAŞAN ATEŞ

KAPIMIZA YAKLAŞAN ATEŞ

 

İsrailin hedefi Nilden Fırata yani Arzı Mevud.
İran, Hizbullah ve Hamas tamamen bahane ve uydurma İsrail için.
Hedefini gerçekleştirmek için, kurt kuzu bahanesiyle tam bir tilkilik ve çakallık işi.
İsrail Arzı Mevudu gerçekleştirmek için büyük abisi ABD’nin yetiştirip beslediği, donatıp hazırladığı PKK’yı ek ve yedekte bekletiyor.
İki aşamalı bir yol var.
Biri ABD desteğiyle İsrail’in Suriye ve Irak’a kadar gelişi.
Diğeri ise PKK’nın işgal ederek İsrail’e devredeceği Fırat çevresi ve uzantısı.
Ancak İsrail daha Gazze’yi aşamadı.
Dereyi geçemeyen İsrail’in, DENİZDE boğulması mukadderdir.
Hadsiz.
Densiz.
Kanla alınan bu toprakların, toplama çapulcularla kolayca alınacağını zannediyor.
Buralar onların mezarı olur.
Ve böylece dünyadan bazı pislikler temizlenmiş olur.
Onu dayısı da kurtaramaz.
Yeter ki içte kopukluk ve ihanetler olmasın.
Çünkü hep darbeyi içten yemişiz.
ABD bizim oğlanlar başardı, diyerek beslemeleri ve piyonlarıyla bu işi yürüttü.
Çünkü içte de dışta da ABD vekalet savaşları ve savaşçıları ve unsurlarıyla bu işi sürdürüyor.
Bizdeki tehlikenin büyüklüğünü anlamak için daha ne olması gerekir?
İçte bir asırdır süren kavga ve darbeler.
15 Temmuz işgal hareketi.
Ve alınmaya çalışılan rövanşı.
İşte Suriye, Irak, Gazze, Filistin, Lübnan, dökülen İran, Rusya, Ukrayna gibi dünyayı saran ve yayılma eğilimi gösteren savaşlar.
Tek yapmamız gereken başta iç hatları güçlendirmek, dışta ise İttihadı İslam’ı tesis etmektir.

MEHMET ÖZÇELİK

28-10-2024

Loading

No ResponsesEkim 28th, 2024

KUR’AN-I KERİMDE ELEDDUL HİSAM

KUR’AN-I KERİMDE ELEDDUL HİSAM[1]

Bakara suresi 204. ayette geçen ‘Eleddül hisam’ kelimesini müfessirler nasıl açıklamıştır?


Bakara Suresi 204. Ayet ve “Eleddül Hisam” Kelimesi
“Eleddül hisam” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresinin 204. ayetinde geçmekte ve müfessirler tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bu kelimenin tam olarak ne anlama geldiği konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır.
Müfessirlerin Görüşleri
* Silah Kınına Koymak: Birçok müfessir, “hisam” kelimesini kılıç kını anlamında alarak, bu ifadenin münafıkların kalplerinde kin ve düşmanlık beslediklerini, ancak bunu gizleyerek mümin gibi göründüklerini ifade ettiğini belirtmiştir. Yani münafıklar, kılıçlarını kına koymuş gibi görünseler de kalplerinde iman yerine kin beslemektedirler.
* Sözünü Tutmak: Bazı müfessirler ise “hisam” kelimesini sözünü tutmak veya sözleşme anlamında almışlardır. Bu görüşe göre, ayet münafıkların sözleriyle değil, kalplerindeki kin ve düşmanlıkla yemin ettiklerini belirtmektedir. Yani onlar, sözleriyle Allah’a yemin etseler de kalplerinde O’na karşı düşmanlık beslemektedirler.
* Diğer Yorumlar: Başka müfessirler de bu kelimeye farklı anlamlar vermişlerdir. Örneğin, “hisam” kelimesinin “güçlü bağ” veya “sert tutum” gibi anlamlara geldiğini öne sürenler olmuştur.
Ayetin Genel Anlamı
Bakara suresinin 204. ayeti, münafıkların ikiyüzlü ve çelişkili davranışlarını anlatmaktadır. Münafıklar, dışarıdan bakıldığında mümin gibi görünseler de kalplerinde iman yerine kin ve düşmanlık beslemektedirler. Bu ayet, müminleri münafıklardan ayırt etme konusunda önemli bir uyarıdır.
Özetle, “Eleddül hisam” kelimesinin kesin bir anlamı üzerinde müfessirler arasında tam bir ittifak bulunmamakla birlikte, genel olarak bu kelimenin münafıkların kalplerindeki kin ve düşmanlığı ifade ettiği kabul edilmektedir.

@@@@@@@

Bakara Suresi 204. ayette geçen “eladdül hisam” (أَلَدُّ الْخِصَامِ) ifadesi, müfessirler tarafından detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Ayetin ilgili kısmı şu şekildedir:

“İnsanlardan, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna giden kimseler vardır. Kalbindekine Allah’ı şahit tutar; oysa o, düşmanlıkta en amansız olandır.” (Bakara, 2/204)

Buradaki “eladdül hisam” ifadesi Arapça’da “çok şiddetli düşmanlık eden, tartışmada ileri giden, sert ve inatçı kimse” anlamına gelir. Müfessirlerin bu kelimeyi açıklamaları şu çerçevede olmuştur:

1. Taberî: Bu kelimeyi, hakikate karşı inatla karşı koyan, sert ve uzun tartışmalara giren kişi olarak tanımlar. Taberî’ye göre, bu kişi tartışmada üstün gelmek ve haksız olduğu halde haklı çıkmak için laf oyunları yapar.

2. Zemahşerî (Keşşaf): “Eladdü’l-hisam” ifadesini, hak ile batıl arasında sürekli tartışan, kavgacı ve kötü niyetli insanlar için kullanır. Bu kişiler, doğru olanı kabul etmez ve sürekli inatla hakikate karşı gelirler.

3. Beydavî: Beydavî, bu ifadenin anlamını “düşmanlıkta ileri giden, kavgada aşırıya kaçan ve tartışmayı kişisel bir mesele haline getiren” olarak açıklar. Beydavî’ye göre bu kişiler dışarıdan dost gibi gözükse de içten içe büyük bir düşmanlık beslerler.

4. Elmalılı Hamdi Yazır: Eladdü’l-hisam ifadesini, “Kavgada en inatçı olan” olarak tercüme eder ve bu kişinin, güzel konuşmasına ve insanları etkileme kabiliyetine rağmen, aslında yalan, riyakârlık ve kötülük taşıdığını belirtir.

Bu müfessirlerin ortak noktasına göre, ayetteki bu ifade, içi kin ve düşmanlık dolu fakat dışarıya dost görünmeye çalışan, özellikle tartışmalarda inatçı ve saldırgan olan kişileri tarif eder.

@@@@@@@

“İnsanların inananlara düşmanlık bakımından en azılısı olarak Herhalde Yahudilerle Allah’a ortak koşanları bulacaksın.” Mâide/82.

*** 

Hacc Suresi

Bismillahirrahmanirrahim.

19.Ayet: “Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: İmdi, inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir!

20.Ayet: Bununla, karınlarının içindeki (organlar) ve derileri eritilecektir!

21.Ayet: Bir de onlar için demir kamçılar vardır!

22.Ayet: Izdıraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya geri döndürülürler ve: «Tadın bu yakıcı azabı!» (denilir).

23.Ayet: Muhakkak ki Allah, iman edip iyi davranışlarda bulunanları, zemininden ırmaklar akan cennetlere kabul eder. Bunlar orada altın bileziklerle ve incilerle bezenirler. Orada giyecekleri ise ipektir.

24.Ayet: Ve onlar, sözün en güzeline yöneltilmişler, övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna iletilmişlerdir.”

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=ZCivUB1DnI8&t=33s

Loading

No ResponsesEkim 27th, 2024

ARAPÇADA CEALE VE CEALNA KELİMESİNİN ÖZELLİKLERİ

ARAPÇADA CEALE VE CEALNA KELİMESİNİN ÖZELLİKLERİ[1]


Arapça’da “ceale” (جَعَلَ) fiili, oldukça yaygın kullanılan bir fiildir ve çeşitli anlamlar taşır. Bu fiilin dilbilgisel ve anlam özelliklerine dair önemli noktalar şunlardır:

1. Köken ve Çekim

Köken: Üç harfli (sülasi) köklü fiillerdendir. ج (cim), ع (ayın), ل (lam) harflerinden oluşur.

Fiil Kalıbı: Mazi (geçmiş) zaman fiilidir. “Ceale” üçüncü tekil şahıs mazi halidir (O yaptı/kıldı).

Muzari: “Yecealu” (يَجْعَلُ) olarak gelir. Şimdiki ve geniş zaman için kullanılır (O yapar/kılar).

2. Anlamları

Yapmak, kılmak, dönüştürmek: En temel anlamıdır. Bir şeyi başka bir duruma, hale veya şekle getirmek anlamında kullanılır. Örneğin:

“Cealehû kâtiben” (Onu bir yazar yaptı).

Atamak: Birini belli bir göreve veya konuma getirmek anlamında kullanılır.

“Cealehû emîran” (Onu emir yaptı).

Koymak, yerleştirmek: Bir şeyi belirli bir yere koymak anlamında da kullanılabilir.

“Ceale kitâbe ale’l-mekteb” (Kitabı masaya koydu).

3. Geçişli ve Geçişsiz Kullanım

Geçişli fiil: Genellikle geçişli bir fiil olup, iki nesne alabilir. Örneğin, “Onu bir yazar yaptı” anlamında hem onu (birinci nesne) hem de yazar (ikinci nesne) kullanılır.

Geçişsiz kullanım: Bazı durumlarda tek nesne ile de kullanılabilir, bu durumda fiilin anlamı biraz daha soyut olabilir.

4. Mastar ve Türetilmiş Kelimeler

Mastar: “Ce’l” (جَعْل) olarak kullanılır. “Yapma, kılma, dönüştürme” anlamına gelir.

Türevler: Bu kökten türeyen birçok kelime ve fiil vardır, örneğin:

“İsticâl” (acele etmek, bir şeyi hızla yapmak)

“Mecâl” (alan, saha, yer)

5. Kuran’daki Kullanımı

“Ceale” fiili Kuran-ı Kerim’de de sıklıkla geçer ve çoğunlukla Allah’ın bir şeyi yaratması, bir durumu değiştirmesi anlamında kullanılır. Örnekler:

“Ve cealne’l-leyle libâsen” (Ve geceyi bir örtü kıldık) [Nebe Suresi, 10].

Ceale fiili bu özellikleriyle Arapça’da çok yönlü ve geniş anlam kapasiteli bir fiil olarak bilinir.

 

*Kuranı kerimde Caalna ile ilgili ayetler


Kur’an-ı Kerim’de “caalna” (جعلنا) kelimesi, “biz yaptık”, “biz kıldık”, “biz yarattık” anlamlarına gelir ve çeşitli ayetlerde Allah’ın yaratma, düzenleme veya belli bir duruma getirme fiillerini ifade eder. Bu kelime genellikle Allah’ın kudretini ve insan hayatındaki düzenlemelerini vurgular. Aşağıda “caalna” kelimesinin geçtiği birkaç ayete örnekler bulabilirsiniz:

1. Enbiya Suresi, 30. Ayet:

> “İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Hâlâ inanmayacaklar mı?”

Burada “caalna” kelimesi, “her canlı şeyi sudan yarattık” şeklinde geçmektedir.

2. Nebe Suresi, 6. Ayet:

> “Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?”

Bu ayette, yeryüzünün insanlar için yaşamaya elverişli bir ortam haline getirilmesi, “caalna” ifadesiyle belirtilmiştir.

3. Mülk Suresi, 15. Ayet:

> “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Haydi, onun sırtlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyin. Sonunda dönüş yalnız O’nadır.”

Burada da yeryüzünün insanlar için yaşanabilir kılındığı vurgulanıyor.

4. Secde Suresi, 27. Ayet:

> “Kendilerine fayda vermesi için suyu kupkuru toprağa sevk ettiğimizi görmüyorlar mı? O su ile hayvanlarının ve kendilerinin yiyeceklerinden bitkiler çıkarıyoruz. Hâlâ görmeyecekler mi?”

Bu ayette, Allah’ın suyu kuru toprağa yönlendirip bitkiler çıkardığına dair bir ifade “caalna” ile vurgulanmaktadır.

“Jaalna” ya da “caalna” kelimesi bu ayetlerde Allah’ın bir şeyi belli bir duruma getirdiğini ya da yarattığını ifade eden bir fiil olarak kullanılır. Allah’ın kudreti ve yaratışıyla ilgili pek çok farklı bağlamda geçebilir.

Başka bir soru sormak ister misiniz?

@@@@

Kuranı kerimde Caalna ile ilgili ayetler kaç yerde geçmektedir

Kur’an-ı Kerim’de “جعلنا” (caalna) ifadesi, yani “biz kıldık”, “biz yaptık”, “biz yarattık” anlamına gelen fiil, birçok ayette geçmektedir. “Caalna” ve bu kelimenin türevleri Kur’an’da yaklaşık 40 yerde geçmektedir. Bu kullanım genellikle Allah’ın yaratma, düzenleme ve insanların hayatını etkileyen düzenlemeleri anlatmak için kullanılır.

Kur’an’da “caalna”, Allah’ın hem maddi hem manevi yaratışını ifade eden farklı bağlamlarda kullanılır. Örneğin, yeryüzünü yaşanabilir kılması, bitkileri, gece ve gündüzü yaratması, insanların ruhsal durumlarını belirlemesi gibi geniş kapsamlı ayetlerde yer alır.

Bu sayı, bazı varyasyonlara ve fiilin çekimlerine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Her ne kadar “caalna” doğrudan bu formda 40 civarında olsa da, aynı kökten gelen diğer türevler de Kur’an’da yaygın olarak yer almaktadır.

Daha detaylı bir inceleme ya da belirli ayetler hakkında bilgi isterseniz, yardımcı olabilirim.

@@@@@

Kur’an-ı Kerim’de “جعلنا” (caalna) kelimesi, Allah’ın yaratma ve düzenleme fiillerini ifade eden bir terim olarak birçok ayette geçer. Allah’ın yarattığı düzeni, dünya ve evreni nasıl şekillendirdiğini ve insanlara ne tür nimetler sunduğunu anlatır. Aşağıda bazı ayetlerde “caalna” kelimesinin geçtiği örnekleri detaylandırdım:

1. Enbiya Suresi, 30. Ayet:

> “İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Hâlâ inanmayacaklar mı?”

Caalna: Allah, canlıları sudan yarattığını ve evreni düzenlediğini ifade ediyor.

2. Secde Suresi, 27. Ayet:

> “Kendilerine fayda vermesi için suyu kupkuru toprağa sevk ettiğimizi görmüyorlar mı? O su ile hayvanlarının ve kendilerinin yiyeceklerinden bitkiler çıkarıyoruz. Hâlâ görmeyecekler mi?”

Caalna: Allah’ın toprağa suyu sevk ederek bitkileri çıkardığını ifade ediyor.

3. Nebe Suresi, 6-7. Ayetler:

> “Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı? Dağları da birer kazık yapmadık mı?”

Caalna: Allah, yeryüzünü insanlar için yaşanabilir hale getirdiğini, dağları da sabit ve sağlam yarattığını belirtiyor.

4. Zuhruf Suresi, 12. Ayet:

> “O, bütün çiftleri yaratmış ve binmeniz için size gemiler ve hayvanlar var etmiştir.”

Caalna: Allah’ın, insanların binip kullanmaları için gemileri ve hayvanları yaratması.

5. Kehf Suresi, 7. Ayet:

> “Şüphesiz biz, yeryüzünde olanları, hangisinin daha güzel işler yapacağını deneyelim diye ona bir süs yaptık.”

Caalna: Yeryüzünün güzelliklerini insanları denemek için bir süs olarak yarattığını ifade ediyor.

6. Furkan Suresi, 53. Ayet:

> “Birbirine kavuşan iki denizi salıveren O’dur. Şu tatlı ve susuzluğu giderici, bu tuzlu ve acıdır. Ve aralarına aşılmaz bir engel koymuştur.”

Caalna: Tatlı ve tuzlu suyun karışmaması için aralarına bir engel yarattığını ifade eder.

7. Mülk Suresi, 15. Ayet:

> “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Haydi, onun sırtlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyin. Sonunda dönüş yalnız O’nadır.”

Caalna: Yeryüzünün insanlar için yaşanabilir ve rızkın elde edilebileceği bir yer haline getirildiğini anlatır.

Bu örneklerde görüldüğü gibi, “caalna” kelimesi Allah’ın yaratıcı gücünü, evrendeki düzeni nasıl kurduğunu ve insanlara sunduğu nimetleri vurgular. Kur’an’ın birçok yerinde Allah’ın kudretini ve insan hayatındaki düzenleyici gücünü ifade eden ayetler mevcuttur.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=9M_hnNhDOfE

Loading

No ResponsesEkim 27th, 2024

ZERREDEN KÜREYE

ZERREDEN KÜREYE[1]

Kuran’da “zerre” kelimesi birçok ayette geçmektedir. Bu ayetlerde zerre genellikle çok küçük bir şeyin metaforu olarak kullanılır ve Allah’ın gücü, ilmi ve adaleti gibi kavramları vurgulamak için kullanılır.
Zerre ile ilgili bazı ayetler şunlardır:
* Nisâ Suresi 40: “
Allah zerre kadar bile olsa kimseye zulmetmez. Ama zerre kadar bir iyilik yapılsa, onun sevabını kat kat artırır ve ayrıca kendi yüce katından pek büyük bir mükâfat verir.”
Bu ayette Allah’ın adaleti vurgulanmaktadır. Allah’ın hiçbir kuluna zulmetmeyeceğini ve zerre kadar bile olsa bir iyiliğin karşılığını kat kat vereceğini bildirmektedir.
* Yunus Suresi 61: “
Ne yerde ne gökte zerre miktarı bir şey bile Rabbinden gizli kalabilir. Bundan küçük olsun, büyük olsun ne varsa hepsi istisnâsız apaçık bir kitapta kayıtlıdır.”
Bu ayette Allah’ın ilmi vurgulanmaktadır. Allah’ın gökte ve yerde olan her şeyi bildiğini ve zerre kadar bile olsa bir şeyin O’ndan gizlenemeyeceğini bildirmektedir.
* Sebe Suresi 22: “De ki: “
Allah’ın dışında (ilah diye) öne sürdüklerinizi çağırın. Zerre kadar bir maliklikleri veya gökte ve yerde bir ortaklıkları varsa ortaya koysunlar.”
Bu ayette Allah’ın gücü vurgulanmaktadır. Allah’tan başka ilah olmadığını ve putların hiçbir güce sahip olmadığını bildirmektedir.
* Zilzâl Suresi 7-8: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.”
Bu ayette Allah’ın adaleti vurgulanmaktadır. Allah’ın insanları yaptıkları iyilik ve kötülüklere göre cezalandıracağını bildirmektedir.
Bunların dışında Kuranda zerre ile ilgili daha birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Allah’ın gücü, ilmi ve adaleti gibi kavramları anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Ayrıca, bazı tefsirlerde zerre kelimesinin atom altı parçacıklara da işaret ettiği yorumu yapılmaktadır. Bu yorum, Kuranda modern bilimin keşifleri ile örtüşen bilgiler olduğunu göstermektedir.

@@######


Mesnevî-i Nuriye, Bediüzzaman Said Nursî tarafından kaleme alınmış bir eserdir. “Zerre” bölümü, kâinattaki en küçük varlık olan zerrelerin Allah’ın kudretini ve ilmini yansıttığına dikkat çeker. Bu bölümde, zerrelerin birer ayet olduğu ve Allah’ın her şeyi kuşattığı vurgulanır. Zerrelerin içinde gizlenen sırlar, kâinatın büyük bir kitabı gibidir ve insanın Allah’a olan imanını güçlendirir. Mesnevî-i Nuriye’deki bu derin tefekkür, kâinatın yaratılışındaki hikmetleri anlamamıza yardımcı olur⁴.[2]

@@@@@@#@

Risale-i Nur’da Zerre
Risale-i Nur’da “zerre” kelimesi, kainattaki en küçük varlıkları temsil etmek için kullanılır. Yaratılışın inceliğini, Allah’ın kudret ve hikmetini gösteren önemli bir delildir.
Zerrelerin Varlığı ve Özellikleri:
* Zerreler, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçüktür.
* Her bir zerre, Allah’ın kusursuz sanat eseridir.
* Zerreler, belirli bir nizam ve düzene göre hareket ederler.
* Her bir zerre, Allah’ın isim ve sıfatlarının birer tecellisidir.
Zerrelerin Allah’ın Varlığını Göstermesi:
* Zerrelerin varlığı ve kusursuz işleyişi, onları yaratan bir Zât’ın varlığını açıkça gösterir.
* Zerreler, kendi başlarına hareket edemezler. Her an Allah’ın kudret ve iradesiyle varlıklarını sürdürürler.
* Zerrelerdeki nizam ve düzen, Allah’ın sonsuz ilmini ve hikmetini gösterir.
Zerrelerle İlgili Risale-i Nur’dan Bazı Alıntılar:
* “Her bir zerre, Vâcibü’l-Vücud’un vücuduna ve vahdetine iki şâhid-i sâdık vardır.” (Sözler, On Üçüncü Söz)
* “Evet, zerre -çünkü âcizdir, yükü nihayetsiz ağırdır ve vazifeleri nihayetsiz çoktur- bir Kadîr-i Mutlak’ın ismiyle, emriyle kàim ve müteharrik olduğunu bildirir.” (Lem’alar, Yirmi Dokuzuncu Lem’a)
* “Cenab-ı Hakk’a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir. Âdi bir yol kapandığı zaman, bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir.” (Mesnevi-i Nuriye, Zerre)[3]

@@@@@###

Risale-i Nur, Bediüzzaman Said Nursî tarafından kaleme alınmış bir eser külliyatıdır. “Zerre” konusu da bu eserlerin içinde yer almaktadır. İşte “zerre” hakkında bazı önemli noktalar:

1. **Zerre Nedir?**
– Zerre, kâinatın maddi planda en küçük yapı taşıdır.
– Baş döndürücü hareketiyle var oluş sırrını mahiyetinde barındırır.
– Üstad Bediüzzaman’a göre zerrelerin hareketleri, Allah’ın kudret kaleminin kâinat kitabına yaratılış âyetlerini yazarken çıkardığı titreşim ve cızırtıdan başka bir şey değildir².

2. **Zerrelerin Anlamı:**
– Zerreler, kâinattaki her varlıkta Allah’ın kudretini ve ilmini yansıtır.
– Her zerre, birer ayettir ve kâinatın büyük bir kitabı gibidir.
– İnsanın Allah’a olan imanını güçlendirir ve derin tefekkür sağlar.

3. **Risale-i Nur’da Zerre:**
– Risale-i Nur eserlerinde zerre konusu, kâinattaki bu en küçük varlıkların derin anlamlarını açıklar.
– Zerrelerin içinde gizlenen sırlar, kâinatın yaratılışındaki hikmetleri anlamamıza yardımcı olur.
– Bu konu, insanın Allah’a olan yakınlığını ve hayatın anlamını düşünmesine vesile olur.

Risale-i Nur’un genel olarak İslami ve imani konularda derinlemesine açıklamalar içerdiğini unutmayın.

@@@@@@@@

Mesnevi-i Nuriye’deki Zerre Bölümü Genel Olarak Nelerden Bahsetmektedir?
Mesnevi-i Nuriye’deki Zerre bölümü, küçük bir zerrenin gözünden evrenin işleyişini ve Allah’ın büyüklüğünü anlatan alegorik bir hikaye şeklindedir. Bu bölümde ele alınan bazı önemli temalar şunlardır:
* Küçük ve Büyük Arasındaki İlişki: Zerre, evrenin en küçük parçacıklarından biri olarak tasvir edilir. Fakat bu küçücük varlık, Allah’ın sonsuz kudretinin ve ilminin bir göstergesidir. Zerre örneği üzerinden, her şeyin Allah’a bağlı olduğu ve O’nun kontrolünde olduğu vurgulanır.
* Tesadüf ve Kader: Zerre, rüzgârın tesadüf eseri bir yere savurduğu bir toz zerresidir. Fakat bu tesadüfün aslında Allah’ın takdirinin bir parçası olduğu vurgulanır. Bu sayede, evrendeki her şeyin bir amaca hizmet ettiği ve Allah’ın planının kusursuz olduğu mesajı verilir.
* Şükür ve Kanaat: Zerre, küçücük bir varlık olmasına rağmen, Allah’ın ona bahşettiği nimetlerin farkındadır ve şükreder. Bu sayede, kanaat ve şükür duygusunun önemi vurgulanır.
* Sabır ve Sebat: Zerre, rüzgârın onu savurduğu zorluklara rağmen sabırla ve sebaten yoluna devam eder. Bu sayede, zorluklara karşı pes etmeden mücadele etmenin önemi vurgulanır.
* Allah’a Teslimiyet: Zerre, her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunun farkındadır ve O’na teslim olmuştur. Bu sayede, tevekkül ve teslimiyetin önemi vurgulanır.
Zerre bölümü, tasavvufi bir bakış açısıyla evrenin gizemlerini ve Allah’ın büyüklüğünü anlatan derin anlamlı bir metindir. Bu bölümde yer alan hikaye ve öğütler, günümüz insanına da birçok ders verebilecek niteliktedir.
Zerre Bölümünden Alınacak Bazı Dersler:
* Her şeyin Allah’a bağlı olduğunu ve O’nun kontrolünde olduğunu unutmamalıyız.
* Küçük ve büyük arasındaki fark gözetmemeli, her şeyin bir değerinin olduğunu bilmeliyiz.
* Evrendeki her şeyin bir amaca hizmet ettiğini ve Allah’ın planının kusursuz olduğunu unutmamalıyız.
* Kanaat ve şükür duygusunu geliştirmeliyiz.
* Zorluklara karşı pes etmeden mücadele etmeliyiz.
* Her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunun farkında olmalı ve O’na teslim olmalıyız.
Mesnevi-i Nuriye’deki Zerre bölümü, tasavvufi edebiyatın en önemli eserlerinden biridir. Bu bölümde yer alan hikâye ve öğütler, günümüz insanına da birçok ders verebilecek niteliktedir.

@@@@@@@@#

 

*Mesnevi. 174. Zerreden

“Âlem-i melekût, âlem-i şehadetten; âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir.” Sözler
“İ’lem Eyyühel-Aziz! Şeytanın ilka etmekte olduğu vesveselerden biri:

“Yahu, şu koyun veya inek, eğer Kadîr ve Alîm-i Ezelî’nin nakşı, mülkü olmuş olsa idi; bu kadar miskin bîçare olmazlardı. Eğer bâtınlarında, içlerinde Alîm, Kadîr, Mürîd bir Sâniin kâlemi çalışmış olsaydı, bu kadar cahil, yetim, miskin olmazlardı.” diyen ve cinnî şeytanlara üstad olan ey şeytan-ı insî! Cenab-ı Hak, her şeye lâyıkını veriyor ve maslahata göre veriyor. Eğer atâsı, in’amı bu kaideden hariç olsa idi, senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı, daha âlim olması lâzımdı. Ve senin parmağın içinde senin şuur ve iktidarından daha çok bir şuur, bir iktidar yaratırdı.”

“Demek her şeyin bir haddi var. O şey, o had ile mukayyeddir. Kader, her şeye bir mikdar ve o mikdara göre bir kalıb vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir.”

“Malûmdur ki, dâhilden harice süzülen cüz-ü ihtiyarî mizanıyla, ihtiyaç derecesiyle, kabiliyetin müsaadesi ile hâkimiyet-i esmanın nizam ve tekabülüyle feyz alınabilir. Maahaza, şemsin azametini bir kabarcıkta aramak, akıllı olanın işi değildir.”(175. Mesnevî-i Nuriye’de

MEHMET ÖZÇELİK

26-10-2024

[1] https://www.youtube.com/watch?v=hYfBqPUv9_8

[2] Mesnevi. 120
Bir zerre, bak. 174
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Zerre
http://www.erisale.com/

[3] https://www.risaleinurenstitusu.org/risale-i-nur-tahavvulat-i-zerrat-serhi-33/
https://www.risaleinur.hizmetvakfi.org/zerre/

Loading

No ResponsesEkim 26th, 2024

ALLAHIN HAFİZ İSMİ ŞERİFİ

ALLAHIN HAFİZ İSMİ ŞERİFİ[1]


“ON BEŞİNCİ NOTA
Üç meseledir.
BİRİNCİ MESELE : İsm-i Hafîzin tecellî-i etemmine işaret eden âyetidir. Kur’ân-ı Hakîmin bu hakikatine delil istersen, Kitab-ı Mübînin mistarı üstünde yazılan şu kâinat kitabının sayfalarına baksan, ism-i Hafîzin cilve-i âzamını ve bu âyet-i kerimenin bir hakikat-i kübrâsının nazîresini çok cihetlerle görebilirsin.
Ezcümle: Ağaç, çiçek ve otların muhtelif tohumlarından bir kabza al. O muhtelif ve birbirine muhalif tohumların cinsleri birbirinden ayrı, nevileri birbirinden başka olan çiçek ve ağaç ve otların sandukçaları hükmünde olan o kabzayı, karanlıkta ve karanlık ve basit ve câmid bir toprak içinde defnet, serp. Sonra, mizansız ve eşyayı fark etmeyen ve nereye yüzünü çevirsen oraya giden basit suyla sula.
Sonra, senevî haşrin meydanı olan bahar mevsiminde gel, bak. İsrâfilvâri melek-i ra’d, baharda, nefh-i sur nevinden yağmura bağırması, yeraltında defnedilen çekirdeklere nefh-i ruhla müjdelemesi zamanına dikkat et ki, o nihayet derece karışık ve karışmış ve birbirine benzeyen o tohumcuklar, ism-i Hafîzin tecellîsi altında, kemâl-i imtisalle, hatasız olarak, Fâtır-ı Hakîmden gelen evâmir-i tekviniyeyi imtisal ediyorlar. Ve öyle tevfik-i hareket ediyorlar ki, onların o hareketlerinde bir şuur, bir basiret, bir kast, bir irade, bir ilim, bir kemal, bir hikmet parladığı görünüyor. Çünkü, görüyorsun ki, o birbirine benzeyen tohumcuklar, birbirinden temayüz ediyor, ayrılıyor.
Meselâ bu tohumcuk bir incir ağacı oldu, Fâtır-ı Hakîmin nimetlerini başlarımız üstünde neşre başladı. Serpiyor, dallarının elleriyle bizlere uzatıyor. İşte bu, ona sureten benzeyen bu iki tohumcuk ise, gün âşıkı namındaki çiçekle, hercai menekşe gibi çiçekleri verdi. Bizler için süslendi. Yüzümüze gülüyorlar, kendilerini bizlere sevdiriyorlar.

“Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa karşılığını görür. Kim zerre kadar bir kötülük işlerse o da onun karşılığını görür.” Zilzal Sûresi, 99:7-8.

Daha buradaki bir kısım tohumcuklar, bu güzel meyveleri verdi. Ve sümbül ve ağaç oldular. Güzel tad ve koku ve şekilleriyle iştahımızı açıp, kendi nefislerine bizim nefislerimizi davet ediyorlar. Ve kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Tâ nebâtî hayat mertebesinden, hayvânî hayat mertebesine terakki etsinler.
Ve hâkezâ, kıyas et. Öyle bir surette o tohumcuklar inkişaf ettiler ki, o tek kabza, muhtelif ağaçlarla ve mütenevvi çiçeklerle dolu bir bahçe hükmüne geçti. İçinde hiçbir galat, kusur yok. -1- sırrını gösterir. Herbir tohum, ism-i Hafîzin cilvesiyle ve ihsanıyla, ona pederinin ve aslının malından verdiği irsiyeti, iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor.
İşte bu hadsiz harika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyamet ve haşirde, hafîziyetin tecellî-i ekberini göstereceğine katî bir işarettir.
Evet, bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyet cilvesi bir hüccet-i katıadır ki, ebedî tesiri ve azîm ehemmiyeti bulunan, emanet-i kübrâ hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef’âl ve âsâr ve akvâllleri ve hasenat ve seyyiatları, kemâl-i dikkatle muhafaza edilir ve muhasebesi görülecek.
Âyâ, bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzettir. Küçük büyük, az çok, her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.
İşte, hafîziyetin cilve-i kübrâsına ve mezkûr âyetin hakikatine şahitler had ve hesaba gelmez. Bu meseledeki gösterdiğimiz şahit, denizden bir katre, dağdan bir zerredir.[2]

@@@@@

Demek, ağacın bünyesinde semeresi mevcut olduğu gibi, tohumunda da semere mevcuttur. Ve keza, vücuttan çıkmış pek çok şeyler, insanın kuvve-i hafızasında mevcut kalır.
İşte bu misallerden hıfz ve hafîziyet kanunu ne derece ihatalı olduğu anlaşıldı. Evet, bu mevcudatın sahibi pek büyük bir ihtimamla mülkünde cereyan eden herşeyi taht-ı hıfz ve muhafazasına almıştır. Ve hâkimiyetinin muhafazası için sonsuz bir dikkati vardır. Ve rububiyetinde tam bir intizam ve saltanat vardır ki, ednâ bir hadiseyi, âdi bir hizmeti yazar ve yazdırır.[3]

@@@@@@@

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz, öyle ihâtalı ve azametli bir hafîziyet hükmeder ki, zîhayat herşeyin ve her hadisenin çok sûretlerini ve gördüğü fıtrî vazifesinin defterini ve esmâ-i İlâhiyeye karşı lisan-ı hal ile tesbihatına dair sahife-i a’mâlini misâlî levhalarda ve çekirdeklerinde ve tohumcuklarında ve Levh-i Mahfuzun nümunecikleri olan kuvâ-yı hâfızalarında ve bilhassa insanın dimağındaki pek büyük ve pek küçük kütüphanesi olan kuvve-i hafızasında ve sair maddî ve mânevî in’ikâs aynalarında kaydeder, yazdırır, zaptederek muhafaza altına alır. Sonra, mevsimi geldikçe bütün o mânevî yazıları maddî bir tarzda da gözümüze gösterip milyonlarla misâller ve deliller ve nümuneler kuvvetiyle -1- âyetindeki en acip bir hakikat-ı haşriyeyi, kudretin bir çiçeği olan her bahar, kendi çiçek-i ekberinde milyarlar dille kâinata ilân eder.[4]

@@@@@@

Yedinci Hakikat:
Bâb-ı hıfz ve hafîziyet olup, ism-i Hafîz ve Rakîbin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, gökte, yerde, karada, denizde yaş kuru, küçük büyük, âdi âlî herşeyi kemâl-i intizam ve mîzan içinde muhâfaza edip, bir türlü muhasebe içinde neticelerini eleyen bir hafîziyet, insan gibi büyük bir fıtratta, hilâfet-i kübrâ gibi bir rütbede, emânet-i kübrâ gibi büyük vazifesi olan beşerin Rubûbiyet-i âmmeye temas eden amelleri ve fiilleri muhâfaza edilmesin, muhasebe eleğinden geçirilmesin, adâlet terazisinde tartılmasın, şâyeste ceza ve mükâfat çekmesin? Hayır, aslâ!
Evet, şu kâinatı idare eden Zât, herşeyi nizam ve mîzan içinde muhâfaza ediyor. Nizam ve mîzan ise, ilim ile hikmet ve irâde ile kudretin tezâhürüdür. Çünkü görüyoruz, her masnu’, vücudunda gayet muntazam ve mevzun yaratılıyor. Hem, hayatı müddetince değiştirdiği sûretler dahi birer intizamlı olduğu halde, heyet-i mecmûası da bir intizam tahtındadır. Zîrâ görüyoruz ki, vazifesinin bitmesiyle ömrüne nihayet verilen ve şu âlem-i şehâdetten göçüp giden her şeyin, Hafîz-i Zülcelâl, birçok sûretlerini elvâh-ı mahfuza hükmünde olan Hâşiye hâfızalarda ve bir türlü misâlî aynalarda hıfzedip, ekser tarihçe-i hayatını çekirdeğinde, neticesinde nakşedip yazıyor. Zâhir ve bâtın aynalarda ibkà ediyor. Meselâ, beşerin hâfızası, ağacın meyvesi, meyvenin çekirdeği, çiçeğin tohumu, kanun-u hafîziyetin azamet-i ihâtasını gösteriyor.
Görmüyor musun ki, koca baharın hep çiçekli, meyveli bütün mevcudâtı ve bunların kendilerine göre bütün sahâif-i a’mâli ve teşkilâtının kanunları ve sûretlerinin timsâlleri, mahdut bir miktar tohumcuklar içlerinde yazarak, muhâfaza ediliyor. İkinci bir baharda, onlara göre bir muhasebe içinde sahife-i amellerini neşredip, kemâl-i intizam ve hikmet ile koca diğer bir bahar âlemini meydana getirmekle, hafîziyetin ne derece kuvvetli ihâta ile cereyan ettiğini gösteriyor. Acaba geçici, âdi, bekàsız, ehemmiyetsiz şeylerde böyle muhâfaza edilirse, âlem-i gaybda, âlem-i âhirette, âlem-i ervâhta Rubûbiyet-i âmmede mühim semere veren beşerin amelleri hıfz içinde gözetilmek sûretiyle, ehemmiyetle zaptedilmemesi kàbil midir? Hayır ve aslâ!
Evet, şu hafîziyetin bu sûrette tecellîsinden anlaşılıyor ki, şu mevcudâtın Mâliki, mülkünde cereyan eden her şeyin inzibâtına büyük bir ihtimâmı var. Hem, hâkimiyet vazifesinde nihayet derecede dikkat eder. Hem, Rubûbiyet-i saltanatında gayet ihtimâmı gözetir. O derece ki, en küçük bir hâdiseyi, en ufak bir hizmeti yazar, yazdırır. Mülkünde cereyan eden her şeyin sûretini müteaddit şeylerde hıfzeder. Şu hafîziyet işaret eder ki, ehemmiyetli bir muhasebe-i a’mâl defteri açılacak ve bilhassa mahiyetçe en büyük, en mükerrem, en müşerref bir mahlûk olan insanın büyük olan amelleri, mühim olan fiilleri, mühim bir hesab ve mîzana girecek. Sahife-i amelleri neşredilecek.[5]

@@@@@@@

Hem insanın geçmiş tarihçe-i hayatını buğday tanesi küçüklüğündeki kuvve-i hâfızasında ve her nebat ve ağacın gelecek tarihçe-i hayat-ı saniyesini çekirdeğinde yazmasına ve her zîhayatın muhafazasına lüzumu bulunan âlât ve cihazata, meselâ arının kanatçıklarına ve zehirli iğnesine ve dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin sert kabuklarına bak ve hafîziyet ve hâfiziyet-i Rabbâniyenin letafetli cemâlini gör.[6]

@@@@@@@

 

Peygamberler İsmet sıfatı gereği olarak nasıl korunuyorlarsa. Aslında gerek Ruhlar alemindeki İstidat ve kabiliyeti gerekse de Allah’ın ezelde bilmiş olduğu bilgisi doğrultusunda insanlar da korunmaktadır Mesela daha sonra kötülüğe anlaşılacak olan bir topluluğa bir türlü gitmek girmek istese de bir türlü giremiyor ve daha sonra o topluluğun bütün çirkinlikleri ortaya kötülükleri ortaya dökülüyor ve kendisi ondan Mahfuz kalıyor ise bu o insanın istidadı kabiliyet cenab-ı Hakk’ın Ezeli ilmiyle daha olmadan önceki onun sevk edileceği arzuladığı iflas ve Samimiyeti göz önünde bulunduruluyor Allah hafif ismiyle insanları Hıfz etmektedir Bu hıfzetme muhafaza etme sadece maddi yönde değil. O insanın manevi yapısındaki samimiyetle ihlastan dolayı korunması manasına da gelir.

MEHMET ÖZÇELİK

26-10-2024

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=bGOzelvOS1o

[2] http://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/on-yedinci-lem-a/141

 https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Haf%c4%b1z%c4%b1yet

[3] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mesnevi-i-nuriye/lasiyyemalar/40

[4] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/asa-yi-musa/yedinci-mesele/32

[5] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/onuncu-soz/75

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sualar/dorduncu-sua/72

Loading

No ResponsesEkim 26th, 2024

GÜNLÜK EVRAD

GÜNLÜK EVRAD:

 

1- 100 Besmele
2- 100 Estağfirullah
3. 100 Ya Selam
4. 33 Ya Fettah
5. 33 Leyse leha min dunillahi kaşifeh. Necm.58. 1153 defa okunacak.
6. 33 İdfa’ billeti hiye ahsen.
7. 33 Ya Cemil, Ya Celil, Ya Latif
8. 33 Ya Hakim, Ya Rahim, Ya Kerim
9. 33 Ya Hannan, Ya Mennan, Ya Deyyan
10. 33 Ya Şafi
11. 33 Ya muhavvilel Havli vel Ahval Havvil halena ila ahsenil hal
12. 33 Ya müfettihal ebvab iftah Lena hayral bab
13. 33 Ya mukallibel kulub sebbit kalbi Ala dinik
14. 33 La ilahe illa ente sübhaneke innî küntü minez zalimin.
15. 33 Rabbi innî messeniyed-durru ve ente erhamür-râhimîn.
16. 33 Hasbunallah ve nimel vekil
17. 33 Hasbiyallahü la ilahe illa hu
18. 33 La havle vela kuvvete illa billah
19. 33 Ya baki entel baki
20. Cuma günleri 100 salavat. 7 Fatiha, Kevserden Nas.a kadar 7 kere okuma.
21. 21 kere “Euzü bi kelimatillahit-tammati min şerri ma haleka ve zerae…”
22. Her türlü ağrı için 4 veya 7 kere el ağrıyan yere konularak,
“Eûzü bi-izzetillahi ve kudretihi min şerri mâ ecidu ve uhâziru min ma zerae”
23. 500 kere,
Hasbunallah ve nimel vekil
24. Korku için Kureyş suresi
25. Nazar için,
Ve in yekadullezîne keferû leyuzlikûneke biebsarihim lemmâ semiu’z-zikre ve yekulûne innehu le mecnûnun ve ma huve illâ zikrun lil âlemîn.”
26. Büyü gibi kötü etkilere karşı 3 veya 100 kere Felak nas suresi.
Veya 11 kere Felak ve Nas suresi.
27. İsteklerin husulü için 41 yasin.
28.Kur’an’da geçen Hz. İbrahim’in “Rabbic’alni mukimessalati,..” duasını çocuklarımızın ıslahı için her namazdan sonraki duada okuyalım.
29..بِسْمِ اللَّهِ الَّذِى لاَ يَضُرّ ُ مَعَ اسْمِهِ شَيْءٌ فِي اْلاَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاءِ وَ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمْ

Bismillahillezi Duasının Türkçe Okunuşu
“Bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihi şey’ün fil erdi ve lâ fissemâi ve hüves-semi’ul alim.”
Anlamı
İsmi sayesinde yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın adıyla. … Allah bütün yaratıkların yaratıcısı olandır. O ne isterse o olur.
29.ŞİFA İÇİN OKUNACAK SALAVAT
(TIBBIL KULUBİ DUASI)

Okunuşu: “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin, tıbbi’l-kulûbi ve devâihâ ve âfiyeti’l-ebdâni ve şifâihâ ve nûri’l-ebsâri ve diyâihâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.”

Anlamı: “Allahım, kalplerin tabibi, devası; bedenlerin afiyeti ve şifası; gözlerin nuru ve ziyası Efendimiz Hz. Muhammed’e; onun ailesine ve ashabına salât ve selâm eyle.”

Akşamla yatsı arasında 7 kere okunursa, her derde devadır, inşaallah.
****”****
HASTALIKLARA MADDİ VE MANEVİ ŞİFALAR
• Dışarıdan gelen vesveselere 11 Felak okunmalı, nefisten gelen vesveselere 11 Nas Suresi okunmalı.
• Cimriliğe karşı 11 defa Maun Suresi okunmalı
• Şirke karşı 11 defa Kafirun Suresi okunmalı.
• Migrene karabaş balı kullanılmalı. Karabaş balı, beyin hastalıklarında damar açıcıdır.
• Kuyruk yağı romatizma, bel ve boyun ağrılarına iyi gelir.
• Kemik erimesine karşı kuyruk haşlanıp aç karnına yenmeli, belden alt kısmına tırnaklara kadar sürülmeli.
• Kalp damar tıkanıklıklarına karşı karabaş balı yenmeli.
• Kudret narı yağı, güzelleştirir, yüzde leke koymaz. İçilir ve hastalıklı yere sürülürse sedef hastalığını ve kaşıntıları yok eder.
• Ardıç yağı, antibiyotik yerine geçer. Ardıç yağına demiri koysan eritir, ama vücuda zarar vermez. Vücuttaki cerahati, iltihabı çıkarır, temizler. Vücut dengesini temin eder.
• Saf zeytinyağı ve kantaron, iç ve dış kanamaları önler, hücreleri yeniler, sinir uçlarını tamir eder. Kantaron yağı kanser ağrısını yok eder.
• Ağrı için ardıç yağı ve kantaron karışımı sürülür.
• Elmayı kabuğuyla yemek yüz güzelliği yapar.
• Çayı limonla içmek, çayın kan yapıcı özelliği yok etme keyfiyetini giderir.
• Saç için, kekik suyu ile saçlar yıkanır, dibine lavanta yağı sürülür. Kantaron yağı sürülür, saç diplerindeki cerahat boşalır, dibinden saç çıkar.
• Günlük 21 tane kuru üzüm hafızayı açar. Her birini besmele çekerek yemeli.
• Çörek otu baş ağrısını keser. Kimyevi ilaçların çare olmadığı pek çok hastalığa deva olur.(Ali İhsan Tola)

 

Loading

No ResponsesEkim 25th, 2024

Batılıların Kuranı kerimde anlamayıp kavrayamadıkları, tenkid ve inkâr ettikleri hususlar nelerdir?

Batılıların Kuranı kerimde anlamayıp kavrayamadıkları, tenkid ve inkâr ettikleri hususlar nelerdir?[1]

Kur’an-ı Kerim, Batılı düşünürler ve oryantalistler tarafından derinlemesine incelenmiş, bazıları tarafından hayranlıkla karşılanmış, bazıları ise eleştirilmiştir. Kur’an’ın içeriği, dili, mesajları ve tarihsel bağlamı konusunda Batı dünyasında bazı eleştiriler ve anlaşılmayan yönler ortaya çıkmıştır. Batılıların Kur’an hakkında kavrayamadıkları, eleştirdikleri ve inkâr ettikleri bazı temel hususlar şunlardır:

1. Vahiy Kavramı

Birçok Batılı düşünür ve araştırmacı, Kur’an’ın vahiy olduğuna dair inancı kavramakta zorlanmıştır. Peygamber Efendimiz’in (sav) doğrudan Allah’tan vahiy aldığı inancı, özellikle materyalist ve seküler düşünceye sahip Batılılar için kabul edilmesi zor bir iddiadır. Onlar, Kur’an’ı genellikle tarihi bir metin veya Hz. Muhammed’in (sav) kendi zamanındaki koşullara göre yazdığı bir kitap olarak değerlendirirler. Bu yüzden vahyin ilahi bir kaynaktan geldiği düşüncesine eleştiriler getirilmiştir.

2. Tarihi ve Bilimsel Eleştiriler

Batılı oryantalistler ve eleştirmenler, bazı ayetlerde geçen tarihsel olayları ve anlatıları kendi tarihsel verileriyle karşılaştırdıklarında uyumsuzluklar gördüklerini ileri sürmüşlerdir. Örneğin, Nuh Tufanı, Musa ve Firavun hikayeleri gibi kıssalar, Batılı tarihsel ve arkeolojik bulgularla örtüşmediği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Ayrıca bazı Batılılar, Kur’an’daki bilimsel gerçeklerin çağdaş bilimle uyuşmadığını veya o dönemin bilgisine dayandığını savunmuşlardır. Ancak bu konularda Müslüman alimler ve modern bilim insanları tarafından detaylı yanıtlar verilmiştir.

3. Çok Eşlilik ve Kadın Hakları

Batılıların en çok eleştirdiği konulardan biri, Kur’an’ın çok eşliliğe (poligami) izin vermesidir. Kur’an, şartlar altında erkeğin dörde kadar kadınla evlenmesine izin verir (Nisa Suresi, 3. ayet), ancak bu uygulama Batı’da sık sık kadın haklarına aykırı ve eşitliğe zarar verici olarak yorumlanmıştır. Ayrıca Kur’an’ın kadınlara yönelik hükümleri, Batı’nın modern feminist değerleriyle karşılaştırıldığında eleştirilmiştir. Kadınların şahitliği, miras hakkı ve toplumsal rolleri gibi konularda bazı Batılılar, İslam’ı eleştirmiştir. Ancak İslam alimleri, bu hükümleri İslam’ın genel çerçevesi ve o dönemin sosyokültürel şartları içinde anlamaya çalışmanın önemini vurgulamaktadır.

4. Cihad ve Şiddet Meselesi

Kur’an’da geçen cihad kavramı ve bazı savaşla ilgili ayetler, Batılılar tarafından sıkça yanlış anlaşılmış veya eleştirilmiştir. Özellikle Batı’da cihad, genellikle yalnızca “kutsal savaş” anlamında algılanmış ve İslam’ın şiddeti teşvik ettiği şeklinde yorumlanmıştır. Ancak Kur’an’daki cihad kavramı, sadece savaşla değil, nefisle mücadele ve adaleti sağlama çabasıyla da ilgilidir. Müslüman alimler, cihadın savunma amacıyla ve adaletin tesis edilmesi için gerekli olduğu durumları vurgulamaktadırlar.

5. Mucizeler ve Doğaüstü Olaylar

Batılı rasyonalist ve bilimsel düşünceye sahip kişiler, Kur’an’da geçen mucizevi olayları anlamakta güçlük çekmişlerdir. Hz. Musa’nın asasıyla denizi yarıp İsrailoğullarını kurtarması, Hz. İsa’nın mucizeleri, Nuh’un gemisi gibi olaylar, Batılı düşünürler tarafından sembolik ya da mitolojik olarak değerlendirilmiş ve doğrudan birer tarihi gerçek olarak kabul edilmemiştir.

6. Tevhid (Allah’ın Birliği) ve Hristiyanlık İle Farklılıklar

Kur’an’ın tevhid inancı, yani Allah’ın birliği vurgusu, Hristiyan teolojisindeki teslis (üçleme) inancı ile çelişmektedir. Kur’an, Allah’ın tek olduğunu ve hiçbir ortak veya oğul edinmediğini açıkça belirtir (İhlas Suresi). Bu durum, Hristiyanlık inancı açısından problematik olarak görülmüş ve Hristiyan teologlar tarafından eleştirilmiştir. Özellikle Hz. İsa’nın ilahi bir varlık değil, sadece bir peygamber olduğunun vurgulanması, Hristiyan dünyasında önemli bir tartışma konusu olmuştur.

7. Cezalar ve Hukuki Hükümler

Kur’an’da yer alan cezalar, özellikle hırsızlık için el kesme, zina suçuna karşı ceza ve kısas hükümleri, modern Batı hukuk sistemi ve insan hakları anlayışıyla çelişir. Bu tür cezaların sert ve barbarca olduğunu düşünen Batılılar, İslam hukuku olan şeriatla ilgili olumsuz görüşlere sahiptir. Ancak Müslümanlar, bu cezaların belirli sosyal ve ahlaki düzenin korunması için konulduğunu ve adaleti sağlamak için gerekli olduğunu savunur.

8. Kur’an’ın Dili ve Üslubu

Kur’an’ın dilsel yapısı, bazı Batılı akademisyenler tarafından anlaması zor olarak nitelendirilmiştir. Özellikle Arapça’nın inceliklerine hakim olmayanlar için, Kur’an’daki ayetlerin bazılarının tekrar içerdiği veya birbirleriyle çelişiyor gibi göründüğü iddia edilmiştir. Kur’an’ın anlaşılması için derin bir dil bilgisine ve tefsir çalışmalarına ihtiyaç duyulduğunu anlamakta zorlanmışlardır.

9. Son Peygamber İnancı

Kur’an’ın Hz. Muhammed’i (sav) son peygamber olarak ilan etmesi, Batılıların özellikle Yahudi ve Hristiyan kökenli olanlarının eleştirdiği bir konudur. Yahudiler, peygamberlik geleneğinin İsrailoğulları’ndan geleceğine inanırken, Hristiyanlar da Hz. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu savunurlar. Bu nedenle, Hz. Muhammed’in peygamberlik iddiası ve Kur’an’ın peygamberliği sonlandırdığı inancı Batı’da çoğu zaman kabul görmemiştir.

Bu eleştiriler, Batı’daki farklı dünya görüşlerinden, inanç sistemlerinden ve kültürel yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır. Ancak Kur’an’a yönelik bu tür eleştiriler, Müslüman alimler ve düşünürler tarafından tarih boyunca kapsamlı bir şekilde yanıtlanmış ve bu eleştirilerin birçoğunun yanlış anlamalardan veya önyargılardan kaynaklandığı ortaya konulmuştur.

@@@@@@@

Müsteşriklerden Kuranı kerimi tefsir eden varmı? Bu durum nasıl karşılanmıştır ve ne gibi tenkidde bulunulmuştur?

Evet, bazı müsteşrikler (oryantalistler) Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmiş veya Kur’an hakkında kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Ancak bu çalışmalar genellikle Müslümanlar tarafından önyargılı, taraflı ve yanlış anlamalara dayalı olarak eleştirilmiştir. Müsteşriklerin Kur’an’a yaklaşımları, İslam’a ve Kur’an’a karşı olan Batılı perspektiflerden etkilenmiş, bu da onların yaptığı tefsir çalışmalarında önemli eleştirilere neden olmuştur. İşte müsteşriklerden bazıları ve bu çalışmalara yönelik tepkiler:

1. Richard Bell

Çalışmaları: Richard Bell, Kur’an’ın yapısı ve ayetlerin dizilişi üzerine çalışmış ve “The Qur’an: Translated with a Critical Rearrangement of the Surahs” (Kur’an: Surelerin Eleştirel Yeniden Düzenlenmesiyle Birlikte Tercüme Edilmiş) adlı eserini yazmıştır. Bell, Kur’an’ın zamanla Hz. Muhammed (sav) tarafından revize edildiğini öne sürmüş, bazı ayetlerin daha sonra eklendiğini iddia etmiştir.

Eleştiriler: Bell’in Kur’an’ın Peygamber tarafından değiştirildiği iddiası, İslam’ın temel inançlarına aykırı olarak görülmüş ve vahyin ilahi, değişmez yapısına karşı bir saldırı olarak algılanmıştır. Müslüman alimler, bu tür iddiaların tarihi ve teolojik açıdan yanlış olduğunu belirtmiş, Bell’in Kur’an’ın iç bütünlüğünü ve tarihi sürecini anlamadığı konusunda eleştirilerde bulunmuşlardır.

2. Theodor Nöldeke

Çalışmaları: Nöldeke, Kur’an’ın tarihsel bağlamını ve dilini ele alarak “Geschichte des Qorans” (Kur’an’ın Tarihi) adlı önemli bir eser yazmıştır. Kur’an’ın derlenme süreci, ayetlerin sıralanışı ve tarihsel arka planı üzerine yoğunlaşmıştır. O, Kur’an’ın bir tarihsel süreçte şekillendiğini savunarak, Hz. Muhammed’in vahiy aldığı dönemlerin etkisi altında şekillendiğini öne sürmüştür.

Eleştiriler: Nöldeke’nin yaklaşımı, Kur’an’ı salt tarihsel ve edebi bir metin olarak ele alması nedeniyle büyük eleştiriler almıştır. Müslüman alimler, onun vahyin ilahi kaynağını göz ardı ettiğini ve Kur’an’ın ruhani boyutunu anlayamadığını savunmuşlardır. Nöldeke’nin Kur’an’ı tarihsel bir süreç içinde değerlendirmesi, Müslümanlar tarafından Kur’an’ın kutsallığına yönelik bir saldırı olarak görülmüştür.

3. Ignaz Goldziher

Çalışmaları: Goldziher, İslam tarihi ve özellikle hadis bilimi üzerine derinlemesine çalışmalar yapmıştır. Kur’an’ın yanı sıra İslam’ın erken dönemine dair eleştirel bir yaklaşımla çalışmış ve hadislerin tarihsel geçerliliğini sorgulamıştır. Goldziher, Kur’an’ın zaman içinde toplumun ihtiyaçlarına göre şekillendiğini öne süren bir yaklaşım benimsemiştir.

Eleştiriler: Müslüman alimler, Goldziher’in çalışmalarını, İslam’ın kutsal metinlerine karşı şüpheci ve eleştirel bir yaklaşım olarak değerlendirmiştir. Kur’an’ın değişmezliği ve peygamberlik misyonu üzerindeki vurgusunu göz ardı ettiği için, onun çalışmaları geniş çapta eleştirilmiştir.

4. Regis Blachère

Çalışmaları: Blachère, Kur’an’ın Fransızca çevirisini yapmış ve Kur’an üzerine detaylı filolojik çalışmalar yürütmüştür. O, Kur’an’ın üslubunu incelemiş, ancak bazı ayetlerin sembolik veya mitolojik öğeler içerdiğini iddia etmiştir. Batılı bilimsel analiz yöntemleriyle Kur’an’ı çözümlemeye çalışmıştır.

Eleştiriler: Blachère’in yaklaşımı, Müslümanlar tarafından Kur’an’ın ilahi mesajını küçümsemek ve onu sadece bir edebi metin gibi görmek olarak eleştirilmiştir. Blachère’in çalışmaları, özellikle Kur’an’daki bazı mucizevi anlatılara getirdiği sembolik yorumlar nedeniyle eleştirilmiştir.

5. Henri Lammens

Çalışmaları: Lammens, özellikle İslam’ın erken tarihi ve Hz. Muhammed’in (sav) hayatı üzerine çalışmalar yapmış, Kur’an ayetlerini tarihsel olaylarla ilişkilendirerek yorumlamıştır. O, Peygamber’in hayatını ele alırken İslam kaynaklarından ziyade Batılı eleştirel metotları kullanmış ve İslam’ın erken dönemlerine dair şüpheci bir yaklaşım sergilemiştir.

Eleştiriler: Lammens’in Kur’an’a ve İslam’ın tarihine dair şüpheci yaklaşımı, Müslümanlar tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. Onun çalışmaları, Hz. Muhammed’i ve Kur’an’ı eleştirirken önyargılı ve yanlı olarak görülmüştür.

6. Tepkiler ve Tenkidler

Önyargılı Yaklaşımlar: Müsteşriklerin büyük bir kısmı, Kur’an’ı genellikle Batılı, Hristiyan veya seküler perspektiflerden ele almışlardır. Bu durum, İslam’ın kendi iç dinamiklerinden ve inançlarından kopuk yorumlara yol açmıştır. Müslüman alimler, bu çalışmaları genellikle İslam’ı anlamaya yönelik değil, onu eleştirme ve zayıflatma amacı güden çalışmalar olarak görmüştür.

İlahi Mesajın İhmal Edilmesi: Müsteşriklerin tefsir çalışmalarında, Kur’an’ın ilahi bir vahiy olduğu inancı genellikle göz ardı edilmiştir. Bu, Kur’an’ın salt tarihsel bir metin olarak değerlendirilmesine ve vahyin ilahi yönünün inkâr edilmesine yol açmıştır. Müslümanlar, Kur’an’ın ilahi bir kaynak olduğunu ve onu anlamanın sadece dilsel veya tarihsel analizlerle değil, aynı zamanda manevi bir derinlikle mümkün olduğunu savunmuşlardır.

Kültürel ve Tarihsel Anlayış Eksikliği: Müsteşriklerin, Kur’an’ı yorumlarken İslam’ın tarihsel ve kültürel bağlamını tam anlamadığı, bu yüzden bazı ayetleri yanlış yorumladıkları eleştirisi yapılmıştır. Müslüman alimler, İslam’ın bütünsel bir din olduğunu ve Kur’an’ın anlaşılmasının sadece tarihsel bağlamla sınırlı olamayacağını belirtmişlerdir.

Sonuç olarak:

Müsteşriklerin Kur’an’ı tefsir etme girişimleri, genellikle Batılı bakış açılarından kaynaklanan önyargılar, eksik bilgiler ve yanlış anlamalar nedeniyle eleştirilmiştir. Müslümanlar, Kur’an’ın kutsallığı ve ilahi kaynağının göz ardı edilmesinin büyük bir hata olduğunu savunmuşlardır. Bu yüzden, müsteşriklerin Kur’an’a yönelik çalışmalarına genellikle eleştirel ve temkinli yaklaşılmış, Müslüman alimler, bu çalışmaların İslam’ın özünü tam olarak yansıtmadığını ileri sürmüşlerdir.

@@@@@@

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=LmV8ISxVimg

Loading

No ResponsesEkim 25th, 2024