KELAM İLMİNİN DOĞUŞU VE TEMEL KONULAR

KELAM İLMİNİN DOĞUŞU VE TEMEL KONULAR[1]

Kelam İlminin Doğuşuna sebep olan faktörleri örnekleriyle açıklar mısın?


Kelâm İlminin Doğuşuna Sebep Olan Faktörler

Kelâm ilmi, İslam’ın inanç esaslarını aklî delillerle savunmak ve açıklamak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu ilmin doğuşuna sebep olan faktörler, hem içsel (Müslüman toplumun dinî ihtiyaçları) hem de dışsal (dış kültürler ve fikirlerle karşılaşma) nedenlerle şekillenmiştir. İşte kelâm ilminin ortaya çıkışını etkileyen başlıca faktörler:

1. Dinî ve Mezhebî İhtiyaçlar

a. İslam İnanç Esaslarını Koruma İhtiyacı

Hz. Muhammed’in (sav) vefatından sonra İslam hızla genişlemiş ve farklı kültür ve dinlerle temas kurmuştur. Bu genişleme, İslam inançlarını doğru bir şekilde anlamayı ve savunmayı gerektirmiştir.

Örneğin:

Kader Meselesi: Müslümanlar arasında kader konusu tartışma konusu olmuş, “İnsan eylemlerinde özgür müdür, yoksa kader tarafından mı belirlenir?” sorusu yoğun şekilde ele alınmıştır. Bu tartışmalar, Cebriye ve Kaderiye gibi akımların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

b. Mezhep Çatışmaları

Müslümanlar arasında ortaya çıkan mezhepler, özellikle siyaset ve inanç konularında ayrışmıştır. Kelâm ilmi, Ehl-i Sünnet inancını savunmak ve diğer mezheplerin görüşlerine cevap vermek amacıyla gelişmiştir.

Örneğin:

Şia: İmamet konusunda Şia ile Ehl-i Sünnet arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

Mutezile: Mutezile’nin kader ve Allah’ın sıfatları konusundaki görüşleri kelâm ilminde yoğun tartışma konusu olmuştur.

c. Hadislerin Yorumlanması

Bazı hadislerin zahirî anlamlarının farklı yorumlanması, Allah’ın sıfatları ve ahiret meseleleri gibi konularda tartışmalara yol açmıştır.

Örnek: “Allah’ın eli” gibi ifadeler, teşbih (benzetme) anlamı mı taşıyor, yoksa mecaz mı? Bu tür tartışmalar kelâm ilminde derinlemesine ele alınmıştır.
2. Yabancı Kültürler ve Felsefî Akımlar

a. Helenistik Felsefenin Etkisi

İslam dünyasının Yunan felsefesiyle (Aristoteles, Platon) tanışması, metafizik ve ontolojik meselelerde yeni sorulara yol açmıştır. Müslüman düşünürler, Yunan felsefesinin etkisiyle Allah’ın varlığı, evrenin yaratılışı, ahiret gibi konuları aklî yöntemlerle ele almaya başlamışlardır.

Örnek: Aristoteles’in evrenin ezelî olduğu fikrine karşı, kelâmcılar evrenin yaratılmış olduğunu savunmuşlardır (hudûs delili).

b. Diğer Dinlerle Etkileşim

İslam’ın diğer dinlerle (Hristiyanlık, Yahudilik, Mecusilik, Zerdüştlük) temas etmesi, kelâm ilminin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Kelâmcılar, İslam inançlarını bu dinlerin argümanlarına karşı savunmak durumunda kalmıştır.

Örnek: Hristiyanlığın teslis inancı, kelâm ilminde Allah’ın birliği (tevhid) meselesinin detaylı şekilde ele alınmasına yol açmıştır.

c. Maniheizm ve Zerdüştlük

Maniheizm gibi dualist dinler, evrendeki iyilik-kötülük dengesini iki ayrı ilahın varlığıyla açıklıyordu. Bu düşünceler, kelâmcıları Allah’ın mutlak gücünü ve evrendeki kötülüğün hikmetini açıklamaya yönlendirmiştir.

3. Siyasi ve Toplumsal Faktörler

a. Halifelik ve İmamet Tartışmaları

Hz. Osman’ın şehadeti ve Cemel, Sıffin savaşları gibi olaylar, İslam toplumunda siyasi ve itikadi ayrışmalara neden olmuştur.

Örnek: Şia, imametin ilahî bir hak olduğunu savunurken, Ehl-i Sünnet hilafeti bir toplumsal seçim meselesi olarak görmüştür. Bu tartışmalar, kelâm ilminin imamet meselesine odaklanmasını sağlamıştır.

b. Haricîlik ve İman Tartışmaları

Haricîler, büyük günah işleyenlerin dinden çıktığını savunmuş, Mürcie ise büyük günah işleyenlerin imanına zarar gelmeyeceğini öne sürmüştür. Bu tartışmalar, kelâm ilminin imanın tanımı ve günah kavramına dair detaylı açıklamalar yapmasına yol açmıştır.

4. Akıl ve Vahiy Dengesi

İslam âlimleri arasında, aklın dinî meselelerdeki rolü konusunda görüş ayrılıkları doğmuştur. Özellikle Mutezile mezhebi, aklı ön plana çıkarırken, diğer bazı mezhepler nakli (vahyi) daha fazla öne çıkarmıştır.

Örnek: Mutezile’nin “Adalet ve Tevhid” ilkeleri çerçevesinde, Allah’ın adaletini akıl yoluyla açıklama çabaları, Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından detaylı şekilde eleştirilmiştir.

5. Ahiret ve Kader Tartışmaları

Ahiret hayatı ve kader konuları, kelâm ilminin doğuşunda önemli bir rol oynamıştır. İnsanların eylemleri, Allah’ın bilgisi ve iradesi arasındaki ilişkiyi açıklama çabası kelâmcıları yoğun şekilde meşgul etmiştir.

Örnek: Mutezile, insanın tamamen özgür olduğunu savunurken, Cebriye her şeyin Allah’ın iradesine bağlı olduğunu iddia etmiştir. Ehl-i Sünnet ise bu iki uç arasında bir denge kurmuştur.

6. İslam Toplumunda Şüphe ve Sorgulama

İslam toplumunun genişlemesiyle birlikte yeni düşünce sistemleri, felsefi akımlar ve dinî şüpheler ortaya çıkmıştır. Bu durum, İslam inanç esaslarının akıl yoluyla açıklanması ve ispat edilmesi ihtiyacını doğurmuştur.

Örnek: Zındıklık ve ateizm gibi fikir akımları karşısında, Allah’ın varlığı ve evrenin yaratılışı gibi meseleler aklî ve mantıkî delillerle savunulmuştur.

Sonuç

Kelâm ilminin doğuşu, İslam toplumunun genişlemesiyle birlikte ortaya çıkan itikadî, felsefî ve toplumsal sorunlara cevap verme ihtiyacından doğmuştur. Kelâm ilmi, bir yandan İslam inancını dış tehditlere karşı savunurken, diğer yandan Müslümanlar arasındaki mezhebî ve itikadî ayrışmaları çözme çabası içinde olmuştur. Akıl ve nakil dengesini gözeterek, İslam’ın temel inanç esaslarını sistematik bir şekilde ele almış ve bu süreçte diğer dinlerin ve felsefî akımların etkisine de yanıt vermiştir.

 

***********  

Kelam İlminde temel mesele nedir ve odaklanılan konular nelerdir?

Kelâm İlminin Temel Meselesi ve Odaklanılan Konular

Kelâm İlminin Temel Meselesi

Kelâm ilminin temel meselesi, İslam inanç esaslarını aklen ispatlamak, savunmak ve bu esaslara yönelik itirazları cevaplandırmaktır. Kelâm, inanç esaslarını anlama ve açıklama sürecinde hem nakli (vahiy) hem de aklı kullanır. Bu bağlamda, kelâm ilmi şu üç ana hedefe odaklanır:

1. İslam İnancını Savunma (Tahsîn ve Tahkîm): İnanç esaslarını hem Müslümanlar arasında pekiştirmek hem de dış saldırılara karşı savunmak.

2. Şüphe ve İtirazları Giderme (Cevaplama): Felsefî, mezhebî veya dinî farklı inanç sistemlerinden gelen itirazlara cevap verme.

3. Doğru İnancı Açıklama (Tevhid): İslam inanç esaslarını açıklığa kavuşturma ve toplumda inanç birliğini sağlama.

Kelâm İlminin Odaklandığı Konular

Kelâm ilmi, İslam inancını sistematik bir şekilde ele alırken iki ana kategoriye ayrılan konulara odaklanır:

1. İlâhiyyât (Allah’a İlişkin Konular)

Kelâmın en temel ve en geniş alanı, Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlarıdır. Bu konular şunlardır:

Allah’ın Varlığı:

Kozmolojik delil, düzen delili, ahlak delili gibi aklî delillerle Allah’ın varlığı ispat edilir.

Ateizm ve materyalizm gibi inançsızlık sistemlerine cevap verilir.

Allah’ın Birliği (Tevhid):

Allah’ın bir olduğu, ortağı ve benzeri olmadığı açıklanır.

Şirk, teslis (üçleme) gibi inanç sistemlerine eleştiriler getirilir.
Allah’ın Sıfatları:

Zati sıfatlar (vücud, kıdem, beka vb.) ve subûtî sıfatlar (ilim, irade, kudret vb.) ayrıntılı olarak ele alınır.

Allah’ın sıfatlarının insanî özelliklerle karıştırılmaması gerektiği vurgulanır.

Allah’ın Fiilleri:

Yaratma, yönetme ve her şeye müdahale etme gibi fiillerin Allah’a özgü olduğu savunulur.

Kadere ilişkin tartışmalar bu kapsamda ele alınır.

2. Âlem ve İnsana İlişkin Konular

a. Âlem ve Yaratılış

Âlemin Yaratılışı:

Evrenin Allah tarafından yoktan yaratıldığı (hudûs) ve sonlu olduğu görüşü savunulur.

Ezelî evren anlayışına (Aristotelesçi kozmolojiye) karşı deliller sunulur.

Tabiat Kanunları:

Doğadaki neden-sonuç ilişkisi (illiyet) Allah’ın iradesine bağlanır.

Örneğin, ateşin yakıcı etkisi Allah’ın iradesiyle gerçekleşir.

b. Kader ve İnsan İradesi

Cüzî ve Küllî İrade:

İnsan iradesinin özgürlüğü ile Allah’ın mutlak iradesi arasındaki ilişki açıklanır.

Ehl-i Sünnet, insanın irade sahibi olduğunu ancak kaderin Allah’ın bilgisine dayandığını savunur.

Sorumluluk:

İnsanın yaptığı eylemlerden sorumlu olduğu, bu sorumluluğun akıl ve iradeye dayandığı belirtilir.
c. Ruh ve İnsan Doğası

Ruhun Mahiyeti:

Ruhun Allah’ın yarattığı bir varlık olduğu ve bedenin ölümünden sonra da varlığını sürdüreceği savunulur.

İnsan Doğası:

İnsan, hem akıl hem de nefis özelliklerine sahip bir varlık olarak tanımlanır.

3. Peygamberlik ve Nübüvvet

Kelâm, peygamberlik konusunu İslam inancının temel bir unsuru olarak ele alır.

Peygamberliğin Gerekliliği:

İnsan aklının her konuda yeterli olmadığı, vahyin yol göstericiliğine ihtiyaç duyduğu savunulur.

Peygamberlerin Özellikleri:

Doğruluk (sıdk), güvenilirlik (emanet), masumiyet (ismet) ve Allah’tan aldığı vahyi tebliğ etme (tebliğ) özellikleri açıklanır.

Mucizeler:

Peygamberlerin mucizelerinin, nübüvvetin doğruluğuna delil olduğu vurgulanır.

4. Ahiret ve Gayb Konuları

Kelâm ilmi, ahiret hayatını aklî ve naklî delillerle ele alır.

Ahiretin Varlığı:

Ölümden sonra hayat, kıyamet, hesap, cennet ve cehennem gibi ahiret inançları açıklanır.

Diriliş:

Ruhun ve bedenin yeniden dirilişi ve ahiretteki hayatın maddi-manevi boyutları tartışılır.

Adalet:

Allah’ın adaletine uygun olarak herkesin yaptığı amellere göre karşılık göreceği vurgulanır.

5. Mezhepler ve İnanç Tartışmaları

Fırak Tartışmaları:

İslam mezheplerinin inanç esaslarındaki farklılıkları ele alınır (örneğin, Mutezile, Şia, Hariciler vb.).

Ehl-i Sünnet’in inanç esaslarının doğru bir şekilde savunulması hedeflenir.

Diğer Dinlerle İlişkiler:

Yahudilik, Hristiyanlık gibi diğer dinlerin inanç esasları karşılaştırılır ve eleştirilir.

İslam’ın evrensel mesajı vurgulanır.

6. Güncel ve Felsefi Sorunlar

Kelâm ilmi, tarih boyunca değişen ihtiyaçlara göre yeni meselelerle ilgilenmiştir:

Bilim ve Din İlişkisi:

Modern bilimsel bulguların İslam inancıyla uyumlu olduğu savunulur.

Evrim teorisi, Big Bang ve bilinç gibi konular ele alınır.

Sekülerleşme ve Ateizm:

Modern düşüncenin getirdiği sekülerleşme ve inançsızlık problemlerine aklî ve naklî cevaplar verilir.
Etik Sorunlar:

Yapay zekâ, genetik mühendisliği, çevre sorunları gibi modern etik konular İslam’ın bakış açısıyla değerlendirilir.

Sonuç

Kelâm ilmi, İslam inanç esaslarını savunma ve açıklama görevini üstlenen bir bilim dalıdır. Allah’ın varlığı ve birliği gibi temel meselelerden, kader, ahiret ve peygamberlik gibi detaylı konulara kadar geniş bir yelpazede tartışmalar yürütür. Kelâm, her dönemde İslam inancını, o çağın ihtiyaçlarına uygun bir şekilde savunmayı amaçlamış ve bu nedenle sürekli yenilikçi bir karakter sergilemiştir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=barF7nl-eC4

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

KELAM VE DİĞER İSLAMİ İLİMLERLE OLAN İLGİSİ

KELAM VE DİĞER İSLAMİ İLİMLERLE OLAN İLGİSİ[1]

 

Kelam ilmi konusunda farklı nasıl bir araştırma yapayım. Örnek bir liste veya bir fihriste hazırlayabilir misin?


Kelam ilmi üzerine derinlemesine bir araştırma yapmak için sistematik bir fihrist oluşturabilirsiniz. İşte size örnek bir araştırma planı veya fihrist:

1. Kelam İlminin Tanımı ve Kapsamı

Kelam İlminin Tanımı ve Konusu

Kelam İlminin Amaçları

Kelam ve Diğer İslami İlimler (Fıkıh, Tasavvuf, Hadis) Arasındaki İlişki

Kelam İlminin Güncel Anlamı

2. Kelam İlminin Tarihi ve Gelişimi

Kelam İlminin Doğuşu ve Erken Dönem Tartışmaları

Hariciler, Şiiler ve Mutezile’nin Rolü

Klasik Dönem Kelam Ekolleri

Eş’arilik

Maturidilik

Mutezile

Orta Çağ ve İslam Felsefesiyle Etkileşim

Farabi, İbn Sina, Gazali ve İbn Rüşd gibi isimlerin katkıları

Modern Dönemde Kelam İlmi

Çağdaş meseleler ve modernist yorumlar

3. Kelam İlminin Temel Kavramları

Akıl ve Nakil Dengesi

İman ve Amel İlişkisi

İlahiyat (Allah’ın Zatı ve Sıfatları)

Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatları

Nübüvvet (Peygamberlik)

Peygamberlik anlayışı ve mucizeler

Ahiret İnancı (Mead)

Cennet, cehennem, hesap günü

İnsan ve Hür İrade

Cebr (determinist) ve kader (özgür irade) tartışmaları

4. Kelam Ekolleri ve Farklı Yaklaşımlar

Eş’arilik

Akıl ve nakil dengesinde mutedil bir yol

Gazali’nin rolü

Maturidilik

Akılcı yaklaşım ve iman-amel ilişkisi

İmam Maturidi’nin katkıları

Mutezile

Akılcı yöntem ve adalet anlayışı

“Beş Esas” ilkesi

Selefiyye

Kelam ilmine mesafeli yaklaşım ve literalizm

Çağdaş Kelam Ekolleri

Modern Müslüman düşünürlerin ele aldığı yeni meseleler

5. Kelam İlmi ve Felsefe İlişkisi

Kelam ile Felsefe Arasındaki Tarihi Tartışmalar

Gazali’nin Felsefe Eleştirisi (Tehafütü’l-Felasife)

İslam Felsefesinin Kelam Üzerindeki Etkileri

Akıl-Nakil Çatışması ve Uyum Tartışmaları

6. Kelam İlminin Tartışmalı Konuları

Allah’ın Sıfatları: Zati ve Subuti Sıfatlar

Kader ve İnsanın Sorumluluğu

Kötülük Problemi

Ahiret Hayatı ve Ruhun Mahiyeti

Mucizeler ve Akıl

7. Kelam İlmi ve Güncel Meseleler

Bilim ve Din İlişkisi

Evrim teorisi, modern kozmoloji ve din

Küresel Etik ve İslam

Sekülerleşme ve Kelam İlminin Rolü

Dinlerarası Diyalog ve Kelam

Çağdaş Ateizm ve Eleştirileri

8. Kelam İlminin Kaynakları ve Önemli Eserler

Klasik Eserler

Gazali’nin İhya-u Ulumiddin ve El-Munkız mine’d-Dalal adlı eserleri

İmam Maturidi’nin Kitabü’t-Tevhid’i

Fahreddin Razi’nin Mefatihü’l-Ğayb’ı

Modern Dönem Çalışmaları

Muhammed Abduh ve modernist yaklaşımlar

Fazlur Rahman ve İslami düşüncede reform çalışmaları

9. Örnek Meseleler Üzerinde Derinlemesine Çalışma

Allah’ın Varlığına Dair Deliller

Ontolojik, kozmolojik ve teleolojik deliller

Kader ve Özgür İrade Problemi

Eş’arilik ve Mutezile’nin farklı yaklaşımları

Akıl-Nakil Dengesi: Güncel Perspektifler

10. Sonuç ve Değerlendirme

Kelam İlminin Bugünkü İslam Dünyasındaki Yeri

Gelecekte Kelam İlminin Ele Alabileceği Meseleler

Kelam İlminin Evrensel Boyutları

Bu fihrist, Kelam ilmi hakkında kapsamlı bir çalışma yapmanıza yardımcı olacak bir rehber sunar. Araştırma sırasında klasik kaynakları, çağdaş yorumları ve eleştirel çalışmaları bir araya getirerek daha derinlemesine bir anlayış geliştirebilirsiniz.

@@@@@@@@

 

Kelam ve Diğer İslami İlimler (Fıkıh, Tasavvuf, Hadis) Arasındaki İlişki.


Kelâm ve Diğer İslâmî İlimler Arasındaki İlişki

Kelâm ilmi, İslam inanç esaslarını savunma, açıklama ve delillendirme görevini üstlenmiştir. Bu görev, diğer İslâmî ilimlerle (fıkıh, tasavvuf, hadis gibi) yakın bir ilişkiyi zorunlu kılar. Her bir ilim, İslam’ı farklı bir açıdan ele alırken, kelâm ilmi bu ilimlere inanç boyutunda bir çerçeve sunar. İşte kelâm ilminin diğer İslâmî ilimlerle ilişkisi:

1. Kelâm ve Fıkıh

Fıkıh (İslam Hukuku), Müslümanların bireysel ve toplumsal hayatını düzenleyen hukukî kuralları içerir. Fıkıhla kelâm arasındaki ilişki şu şekillerde görülebilir:

a. İnanç ve Amel İlişkisi

Kelâm ilmi, iman esaslarını ele alırken, fıkıh ilmi amelî (eylem) esasları düzenler.

Örneğin, bir ibadetin geçerli olabilmesi için kişinin iman esaslarını benimsemesi gerekir. Kelâm bu esasları belirler; fıkıh ise ibadetin nasıl yapılacağını açıklar.

b. Şer’î Delillerin Kullanımı

Hem kelâm hem de fıkıh, şer’î delillere (Kur’an, sünnet, icma, kıyas) dayanır. Ancak:

Kelâm bu delilleri inanç konularında kullanırken,

Fıkıh bu delilleri amelî hükümlerde uygular.

c. Mezhepsel Tartışmalar

Kelâmda ortaya çıkan farklı mezhepler (Ehl-i Sünnet, Mutezile gibi) fıkıh mezheplerini de etkilemiştir. Örneğin:

Mutezile’nin “Adalet” ilkesi, fıkıhta ahlakî sorumluluk ve cezalar konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

d. Örnek: İman-Amel Tartışması

Haricîler büyük günah işleyen bir Müslümanın dinden çıktığını iddia ederken, Mürcie bunun iman üzerinde etkisi olmadığını savunmuştur. Bu tartışmalar, hem kelâm ilmini hem de fıkhî hükümlerin uygulanmasını etkilemiştir.

2. Kelâm ve Tasavvuf

Tasavvuf, insanın Allah’a olan yakınlığını arttırmayı ve ruhsal olgunluğa ulaşmayı hedefler. Kelâm ile tasavvuf arasındaki ilişki, iman ve marifet (bilgi) bağlamında şekillenir.

a. İnanç ve Maneviyat

Kelâm, iman esaslarını aklî delillerle savunurken; tasavvuf, bu iman esaslarının kalpte ve ruh hayatında nasıl yerleşeceği üzerine odaklanır.

Örneğin, Allah’ın varlığı ve birliği (tevhid) kelâmda aklî temellere dayanırken, tasavvufta bu tevhid anlayışı Allah’a duyulan aşk ve teslimiyetle tamamlanır.

b. Farklı Yaklaşımlar

Kelâmcılar, bilgiye ulaşmada aklı ve delilleri ön planda tutar.

Tasavvuf ehli ise ilham, keşif ve kalp yoluyla hakikate ulaşmayı savunur.

c. Tartışma ve Uyum

Tasavvuf ve kelâm arasında zaman zaman çatışmalar yaşanmıştır. Örneğin:

İbn Arabî gibi mutasavvıfların “Vahdet-i Vücud” anlayışı, bazı kelâmcılar tarafından eleştirilmiştir.

Ancak Gazâlî, tasavvuf ile kelâmı birleştirerek aralarındaki çatışmayı büyük ölçüde yumuşatmıştır.

d. Örnek: İhsan Kavramı

Kelâm Allah’a iman etmeyi temellendirirken, tasavvuf bu imanı ihsan (Allah’ı görüyormuş gibi yaşamak) boyutuna taşır.

3. Kelâm ve Hadis

Hadis ilmi, Hz. Muhammed’in (sav) sözlerini, davranışlarını ve onaylarını öğrenmeyi ve aktarmayı konu alır. Kelâm ile hadis arasındaki ilişki, naklî delillerin kullanımı üzerinden şekillenir.

a. Naklî Delillerin Önemi

Kelâm ilmi, inanç esaslarını ispat ederken Kur’an ile birlikte hadisleri de kullanır.

Örneğin, kıyamet ve ahiret konularında hadisler kelâm ilminin temel kaynaklarından biridir.

b. Tartışmalı Hadisler

Kelâmcılar, bazı itikadî konularla ilgili hadislerin sıhhatini sorgulamış ve bunları akıl süzgecinden geçirmiştir.

Örnek: Allah’ın sıfatlarıyla ilgili bazı hadisler zahirî anlamda anlaşıldığında teşbih (benzetme) gibi problemler doğurduğundan, kelâmcılar bu tür hadisleri tevil etme yoluna gitmiştir.

c. İhtilaf Noktaları

Hadisçiler, naklin (vahyin) önceliğini savunurken; kelâmcılar, bazı durumlarda aklı vahyin yorumlanmasında araç olarak görmüşlerdir.

Bu yaklaşım özellikle Mutezile ve Hadis Ehli arasında tartışmalara yol açmıştır.

d. Örnek: Kader Hadisleri

Kader konusundaki bazı hadisler (örneğin, “Cennetlik ve cehennemlik olanların doğmadan önce yazıldığı” hadisleri), kelâm ilminde derin teolojik tartışmalara neden olmuştur.

4. Kelâm ve Tefsir

Tefsir, Kur’an-ı Kerim’in açıklanması ve yorumlanmasını konu alır. Kelâm ile tefsir arasında doğrudan bir ilişki vardır:

a. İnanç Konularının Açıklanması

Kelâm ilmi, tefsir ilmine özellikle inançla ilgili ayetlerin yorumlanmasında önemli katkılar sunar.

Örnek: Allah’ın sıfatları, kıyamet, ahiret ve peygamberlik konularını açıklayan ayetlerin anlaşılmasında kelâmcıların görüşleri tefsirlerde sıkça yer alır.

b. Tefsirde Mezhepsel Yaklaşımlar

Tefsirlerde mezhepsel farklılıklar görülebilir. Örneğin:

Mutezile, tefsirde aklı daha fazla ön planda tutarak bazı ayetleri kendi görüşlerine göre yorumlamıştır.

Ehl-i Sünnet, nakil ve akıl arasında denge gözetmiştir.

c. Te’vil Tartışmaları

Özellikle müteşabih (açık olmayan) ayetlerin yorumlanmasında kelâmcılar te’vil yöntemine başvurmuşlardır.

Örnek: “Allah’ın Arş’a istiva etmesi” gibi ayetler, zahirî anlamlarından uzaklaştırılarak akıl yoluyla açıklanmıştır.

Sonuç

Kelâm ilmi, diğer İslamî ilimlerle sıkı bir ilişki içindedir ve bu ilimler arasında bir denge kurar. İslam inanç esaslarını sistematik bir şekilde ele alan kelâm, fıkıh ile amelî hükümleri, tasavvuf ile maneviyatı, hadis ile nakli delilleri ve tefsir ile Kur’an’ın anlaşılmasını destekler. Bu ilişkiler, İslamî ilimlerin birbirini tamamlayan yönlerini ortaya koyar ve İslam medeniyetinde kapsamlı bir ilim anlayışının gelişmesine katkı sağlar.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=J6FUoudciiM

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

ÜZERİMİZE DİKİLEN DELİ GÖMLEĞİ

ÜZERİMİZE DİKİLEN DELİ GÖMLEĞİ[1]

 

Al-i İmran.54﴿ (Yahudiler) tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını bozdu. Evet, Allah en iyi tuzak bozucudur.”ayetini örnekleri ve yaşanmış olaylarla açıklar mısın?


Âl-i İmran Suresi 54. Ayeti, Allah’ın her türlü plan ve komplonun üstünde olduğunu ve onların kurduğu tuzakları boşa çıkaracağını ifade eder. Ayette geçen “tuzak kurmak” (mekr), genellikle kötü niyetle birine zarar vermek için yapılan gizli planlar anlamına gelir. Bu ayet, Yahudilerin Hz. İsa (as)’a kurduğu tuzak bağlamında inmiştir. Onlar, Hz. İsa’yı öldürmek için bir komplo düzenlemişlerdir, ancak Allah bu planı boşa çıkarmıştır.

Ayeti Anlamaya Yardımcı Olan Tarihi Olaylar

1. Hz. İsa’ya Kurulan Tuzak:

Yahudiler, Hz. İsa’nın (as) peygamber olduğunu kabul etmemiş ve onun Roma valisi tarafından öldürülmesi için bir komplo kurmuşlardır.

Ancak Allah, onların tuzağını bozarak Hz. İsa’yı semaya yükseltmiş ve onların iddialarını boşa çıkarmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şu şekilde anlatılır:

> “Onu ne öldürdüler ne de astılar; fakat (onlara) öyle gibi gösterildi…” (Nisa, 157)

Yahudilerin bu tuzağı başarısızlıkla sonuçlanmış, Hz. İsa Allah tarafından korunmuştur. Bu olay, Allah’ın tuzak kuranların planlarını nasıl boşa çıkaracağının açık bir örneğidir.

2. Hz. Muhammed (sav) Döneminde Kurulan Tuzaklar:

Hendek Savaşı: Mekke müşrikleri ve Yahudi kabileler, Medine’ye saldırmak için geniş çaplı bir ittifak kurmuşlardı. Ancak, Allah’ın yardımıyla Müslümanlar bu kuşatmayı aşmış, düşman ordusu dağılmıştır.

Hıyanet Eden Yahudi Kabileleri: Medine’deki Yahudi kabilelerinden bazıları (örneğin Beni Kureyza), Müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları bozarak düşmanlarla iş birliği yapmıştı. Ancak bu ihanetin sonucunda Müslümanlar galip gelmiş ve ihanet edenler cezalandırılmıştır.

3. Mekke’nin Fethi:

Mekkeli müşrikler, İslam’ı yok etmek için sayısız plan yapmış, ancak Allah’ın yardımıyla bu planlar boşa çıkmıştır. Sonunda, Müslümanlar Mekke’yi fethetmiş ve müşriklerin etkisini sona erdirmiştir.

Ayetin Günümüz İçin Mesajı

Bu ayet, Allah’ın her türlü komplonun ve kötü niyetli planın üzerinde bir iradeye sahip olduğunu gösterir. İnsanlar tuzaklar kursa da, nihai karar Allah’a aittir.

Ayet, müminlere Allah’a güvenmeyi, kötülüklerden korunmak için O’na sığınmayı öğretir. Aynı zamanda, zalimlerin planlarının uzun vadede başarılı olmayacağına dair bir uyarıdır.

Sonuç

Âl-i İmran Suresi 54. Ayeti, tarihte pek çok olayla doğrulanmış bir hakikati dile getirir: İnsanların kötülük dolu planları Allah’ın takdirine galip gelemez. Bu ayet, hem bir uyarı hem de inananlar için bir teselli kaynağıdır. Allah’ın adaleti ve kudreti, her türlü tuzağı boşa çıkaracak güçtedir.

@@@@@@

1. 50 yıldır PKK ile bu millete tuzak kuranlar, bu devletin tedbirler ile güçlenip bilenmesine sebep oldular.
2. Ambargolarla bu millete silah satmayanlar, bu milletten silah alır hale geldiler.
3. Türkiye’yi ekonomikman çökertmek için Suriyelileri Türkiye’ye sürenler, 61 yıllık Baas partisinin yıkılışını ve Esedin kaçışını ve Suriyelilerin onurlu bir şekilde bize bir devlet daha kazandırarak dönmeye başlamış oldular.
Allah’ın hesabı hesaplı ve köklüdür. Kök söktürür.

*********   

Bazı konularda acele mi ediyoruz.

Hemen olsun diye.
Çiçekler bile baharda açıyor.
Bütün ortam ve her şey hazır olsa da ekinler gene de baharı ve baharlıkları bekliyor.
Belki de haklı olarak kışın bizi fazla yakmasından şikâyet ediyoruz.
Bazı manevi kıtlıklar, yüz yıllık kısırlıklar, iznimiz olmadan bize dikilen deli gömlekleri bizi sıkıyor, sıkıntı veriyor. Rahatlamak istiyoruz.
Utanacak ve utandıracak durumlardan bir an evvel kurtulmak istiyoruz.
Mahcup olacağımız durumları sürdürmek istemiyoruz.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=YsrSZGLYByw

Loading

No ResponsesAralık 26th, 2024

KÜLLİ RUBÛBİYETE KÜLLİ UBUDİYET

KÜLLİ RUBÛBİYETE KÜLLİ UBUDİYET[1]

 

Risale-i Nur Külliyatı’nda anlatıldığı üzere, Esma-i ilahiye ve tecellileri ve de sıfatı Rabbaniye ile ilgili olarak bir fihrist ve kitap olacak başlıklar ve içindekiler bölümü üzerine.


Elbette! Risale-i Nur Külliyatı’nda Esma-i İlahiye (Allah’ın İsimleri) ve tecellileri ile Sıfat-ı Rabbaniye (Allah’ın sıfatları) üzerine yapılan izahlar, iman hakikatlerinin en temel meselelerinden biridir. Bu konular, kâinatın yaratılışı, insanın varoluş gayesi ve Allah ile insan arasındaki ilişkiyi anlamak açısından büyük önem taşır. İşte bu kapsamda bir kitap taslağı ve içindekiler bölümü:

@@@@@@@@@

Başlık: Esma-i İlahiye ve Sıfat-ı Rabbaniye: Risale-i Nur Perspektifi
Kâinatta Tecelli Eden İlahî Hakikatler.

Esma-i İlahiye ve Sıfat-ı Rabbaniye: Risale-i Nur Perspektifi
Kâinatta Tecelli Eden İlâhî Hakikatler

Risale-i Nur, varlık âlemindeki her bir detayın Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri olduğunu vurgular. Bu perspektifte, kâinat büyük bir kitap, insan onun okuyucusu ve Esma-i İlahiye ile sıfat-ı Rabbaniye bu kitabın harfleri ve mânâlarıdır. Bu yazıda, Risale-i Nur’un rehberliğinde Allah’ın isim ve sıfatlarının kâinattaki tecellilerini ve bunların insan üzerindeki yansımalarını ele alacağız.

1. Esma-i İlahiye: Allah’ın İsimleri

Esma-i İlahiye, Allah’ın zâtını ve sıfatlarını tanıtan isimlerdir. Her isim, Allah’ın bir yönünü yansıtır ve kâinatta farklı şekillerde tecelli eder. Risale-i Nur’a göre:

Tezahürlerin Kaynağı: Allah’ın her bir ismi, varlık âleminde farklı boyutlarda tecelli eder. Örneğin, Rahman ismi, tüm mahlûkata merhamet ve rızık dağıtırken; Rezzak ismi, her canlının ihtiyacını tam bir hikmetle karşılar.

Kapsam ve Şümul: İsimler sadece belirli bir varlığa değil, tüm varlık âlemine şâmildir. Musavvir ismi çiçeklerin deseninde, yıldızların düzeninde ve insanın yaratılışındaki estetikte kendini gösterir.

Esma-i İlahiye’nin Tevhidî Boyutu: Risale-i Nur, her bir ismin diğer isimlerle birlikte tecelli ettiğini vurgular. Mesela, Hakîm ismiyle birlikte Adl ismi, kâinattaki düzen ve dengeyi kurar.

2. Sıfat-ı Rabbaniye: Allah’ın Sıfatları

Sıfat-ı Rabbaniye, Allah’ın zatî ve subûtî sıfatlarıdır. Bu sıfatlar, Allah’ın varlıklar üzerindeki tasarruflarını ve hâkimiyetini ifade eder. Risale-i Nur’da bu sıfatlar şu şekilde öne çıkar:

İlim: Allah’ın ilmi, her şeyi kuşatmıştır. Bu sıfatın tecellisi, kâinattaki mükemmel düzen ve hikmette görülür.

Kudret: Allah’ın kudreti, zerreden yıldızlara kadar her şeyi kuşatır. Kün fe yekün (Ol der, olur) hakikati, bu sıfatın tecellisidir.

İrade: Kâinatta hiçbir şey başıboş değildir. Allah’ın iradesiyle her şey bir plana göre hareket eder.

Hayat: Allah Hayy’dır, yani diridir. Hayat sıfatı, kâinatı canlı bir kitap haline getiren temel hakikattir.

Kelâm: Allah’ın kelâmı Kur’an-ı Kerim’de en mükemmel şekilde tecelli eder. Aynı zamanda kâinat da Allah’ın kelâm sıfatının bir yansımasıdır.

3. Kâinat: Esma ve Sıfatların Aynası

Risale-i Nur’a göre, kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelligâhıdır:

Sanatlı Bir Kitap: Kâinat, Allah’ın sanatını sergileyen bir sergi gibidir. Her bir varlık, İlahi isimlerin bir harfi ve İlahi sıfatların bir yansımasıdır.

Hikmet ve İlim: Her şeyde bir hikmet, her varlıkta bir anlam vardır. Bir sineğin kanadından galaksilere kadar her şeyde ilim, kudret ve hikmetin izleri görünür.

Zıtların Birliği: Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri, zıtların bir arada bulunmasıyla kâinatta kendini gösterir. Mesela, hayat ile ölüm, kış ile bahar, varlık ile yokluk gibi.

4. İnsan: Esma ve Sıfatların En Büyük Mazharı

İnsan, Allah’ın isim ve sıfatlarının en kapsamlı mazharıdır:

Külliyet ve Şuur: İnsan, kâinatın bir özeti (mikrokozmos) olarak yaratılmıştır. Aklı, kalbi ve ruhuyla Allah’ın isimlerini idrak ve tefekkür eder.

Halifelik Vazifesi: İnsanın yaratılış gayesi, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını tanıyıp bu hakikatlere uygun şekilde yaşamasıdır. İnsan bu yönüyle “halife-i arz” olarak nitelenmiştir.

Dua ve İbadet: İnsan, kâinatta Allah’ın isim ve sıfatlarını idrak edip, bunlara karşılık ubudiyet ve dua ile mukabelede bulunur.

5. Risale-i Nur’un Vurguları

Risale-i Nur, esma-i İlahiye ve sıfat-ı Rabbaniye konusunda insanın kâinata bakışını şu şekilde yönlendirir:

Tefekkür: Her bir varlık, Allah’ın isimlerini anlamak için bir delildir. Bu deliller üzerinde tefekkür, imanın güçlenmesini sağlar.

Şükür: Allah’ın nimetlerinin ve tecellilerinin farkında olmak, insanı şükür bilincine götürür.

Külliyet: İnsan sadece kendisi için değil, bütün mahlûkat adına Allah’a kulluk eder.

Sonuç

Risale-i Nur, kâinatı, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelligâhı olarak tanıtır. İnsanın vazifesi, bu tecellileri idrak etmek, hikmetini anlamak ve kulluk şuuruyla Allah’a yönelmektir. Bu perspektifte kâinat, Allah’ın sanatını sergileyen bir sergi; insan ise bu sergiyi okuyup anlamlandıran bir seyirci ve şükreden bir kuldur.

 

**************  

“Tezahür-ü Rububiyete karşı, ubûdiyet-i külliye-i insaniye” sözünü Risale-i Nur Külliyatı çerçevesinde izah eder misin?


Bu ifade, Risale-i Nur Külliyatı’nda insanın yaratılışındaki temel gayeyi ve varlık âlemindeki yerini açıklayan bir kavramdır. Bunu açıklamak için ifadenin unsurlarını anlamamız gerekir:

1. Tezahür-ü Rububiyet:

“Rububiyet,” Allah’ın her şeyi terbiye etme, düzenleme ve yönetme sıfatını ifade eder. Allah’ın rububiyeti, varlıkların yaratılışı, idaresi ve onlara lâyık oldukları şeyleri verme şeklinde tecelli eder.

“Tezahür-ü Rububiyet,” bu rububiyetin kâinatta ortaya çıkışı, Allah’ın varlıklar üzerindeki tasarrufunun ve hikmetinin görünmesi demektir. Her bir varlık, Allah’ın rububiyet sıfatının bir tecellisi, bir yansımasıdır. Örneğin, güneşin ışığı, yağmurun bereketi, bir çiçeğin açması hep rububiyetin tezahürlerindendir.

2. Ubûdiyet-i Külliye-i İnsaniye:

“Ubûdiyet,” kulun Allah’a ibadet etmesi, boyun eğmesi ve kulluk vazifelerini yerine getirmesidir.

“Külliye-i insaniye” ifadesi, insanın tüm varlık âlemini kuşatabilecek bir kulluk şuuruna ve kabiliyetine sahip olması anlamına gelir. İnsan, bütün varlıkların yerine Allah’a kulluk edebilecek bir mahiyette yaratılmıştır. Çünkü insan, aklıyla kâinatı okuyabilir, kalbiyle Allah’ı sevebilir, diliyle dua ve tesbih edebilir.

3. Bu İki Unsur Arasındaki Münasebet:

Risale-i Nur perspektifinde, kâinattaki her şey Allah’ın rububiyet sıfatının bir tecellisidir ve bu tecellilere karşılık, insanın en büyük vazifesi “şuurla yapılan kulluk”tur. Yani insan, Allah’ın kâinattaki azametini, nimetlerini ve sanatını idrak eder; bu idrakten doğan bir marifetle (bilgiyle) ve muhabbette (sevgiyle) Allah’a yönelir.

İnsan, kâinatta var olan rububiyetin bütün tezahürlerine karşılık, kendi hayatını ve varlığını kulluk bilinciyle tanzim etmekle mükelleftir. Bu, sadece bireysel ibadetle değil, aynı zamanda düşünce, şükür, marifetullah ve muhabbetullah gibi kapsamlı bir kulluk anlayışıyla olur.

Risale-i Nur’da Yeri:

Risale-i Nur, özellikle “Sözler”, “Lem’alar” ve “Mektubat” gibi eserlerde, insanın kâinattaki bu konumunu ayrıntılı bir şekilde işler. Örneğin:

23. Söz: İnsanın “küllî şuur” ve “küllî dua” kabiliyetine sahip olduğunu vurgular.

33. Söz: Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini izah eder ve insanın bu tecellilere olan şahitlik vazifesini açıklar.

Özet:

“Tezahür-ü Rububiyet’e karşı ubûdiyet-i külliye-i insaniye,” kâinatta Allah’ın sonsuz rahmet, hikmet ve kudret tecellilerini görüp bu idraka uygun şekilde şükretmek, ibadet etmek ve kulluğunu en kapsamlı şekilde yerine getirmek anlamına gelir. İnsanın yaratılışının en büyük gayesi de budur. İnsan, bu kulluk sayesinde hem Allah’ın razı olduğu bir kul olur hem de kâinatın anlamını idrak eden ve bu anlamı dillendiren bir halife-i arz konum

[1] https://www.youtube.com/watch?v=hEe325TXl1k

 

Loading

No ResponsesAralık 26th, 2024

İSLAMİ İLİMLERİN BİRBİRİYLE OLAN İLGİSİ

İSLAMİ İLİMLERİN BİRBİRİYLE OLAN İLGİSİ[1]

 

Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam İlminin örnekleriyle birbiriyle olan ilgi ve bağlantısı.


Tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm ilimleri, İslam’ın ana kaynaklarını (Kur’an ve sünnet) farklı açılardan ele alan, birbiriyle sıkı bir ilişki içinde olan ilimlerdir. Her biri İslam’ın anlaşılması ve uygulanmasında belirli bir görev üstlenirken, ortak bir amaca hizmet eder: Müslümanların doğru bir inanç, ibadet ve ahlak sistemine sahip olmasını sağlamak. Bu ilimler arasındaki bağlantıyı örneklerle açıklayalım:

. Tefsir ile Diğer İlimler

a. Tefsir ve Hadis

Tefsir ilmi, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini açıklarken, hadislerden büyük ölçüde faydalanır. Hadisler, Kur’an ayetlerinin detaylarını ve bağlamlarını açıklar.

Örnek: Kur’an’da geçen “Namazı dosdoğru kılın…” (Bakara, 2/43) ayeti, namazın nasıl kılınacağını belirtmez. Ancak, hadisler namazın rekâtları, duaları ve uygulama biçimi hakkında ayrıntılı bilgi sunar.

b. Tefsir ve Kelâm

Tefsir ilmi, inanç esaslarını açıklarken kelâm ilminin kavramlarından ve yöntemlerinden faydalanır.

Örnek: “Rahman, Arş’a istiva etti” (Tâhâ, 20/5) ayeti, kelâm ilminde tevhid ve Allah’ın sıfatları bağlamında ele alınır. Kelâmcılar, bu ayeti Allah’a cisim isnad etmeden te’vil ederken tefsir ilmine katkıda bulunurlar.

c. Tefsir ve Fıkıh

Tefsir, fıkıh ilminin temelini oluşturur; çünkü fıkhî hükümler genellikle Kur’an ayetlerine dayanır.

Örnek: Kur’an’da “Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin” (Mâide, 5/38) ayeti, hırsızlık cezasını belirtir. Fıkıh ilmi, bu ayetin detaylarını (ellerin kesilme şartları, hırsızlığın miktarı, istisnalar) açıklar.

2. Hadis ile Diğer İlimler

a. Hadis ve Tefsir
Hadisler, Kur’an’ın anlaşılmasında birincil kaynaktır. Ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ı nüzul) ve bağlamı hadislerde açıklanır.

Örnek: “Ey örtüye bürünen!” (Müzzemmil, 73/1) ayetinin sebeb-i nüzulü, Peygamberimizin ilk vahiy sonrası yaşadığı durumu hadislerle öğreniriz.

b. Hadis ve Fıkıh

Hadisler, fıkıh hükümlerinin çıkarılmasında ikinci temel kaynaktır.

Örnek: Peygamberimizin “Alışverişte karşılıklı rıza esastır” hadisi, İslam ticaret hukukunun temel prensiplerinden biridir.

c. Hadis ve Kelâm

Kelâm ilmi, inanç meselelerini savunurken hadislerden naklî delil olarak faydalanır.

Örnek: “İmanın yetmiş küsur şubesi vardır, en üstünü Allah’tan başka ilah yoktur demektir…” hadisi, imanın tanımı ve dereceleri konusunda kelâm ilminde referans olarak kullanılır.

3. Fıkıh ile Diğer İlimler

a. Fıkıh ve Tefsir

Fıkıh, şer’î hükümlerin çıkarılmasında öncelikle Kur’an ayetlerine dayanır. Tefsir, bu ayetlerin hüküm ifade eden kısımlarını açıklamada fıkha zemin hazırlar.

Örnek: “Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır” (Bakara, 2/275) ayeti, fıkıhta ticaret ve faiz hükümlerinin temelini oluşturur.

b. Fıkıh ve Hadis

Fıkıh, şer’î hükümlerin detaylarını hadislerden alır. Hadisler, ibadetlerin nasıl yapılacağını ve ahkâmı açıklar.

Örnek: Peygamberimiz, abdestte ayakların yıkanması gerektiğini açıklayan hadisinde, Kur’an’daki “ayaklarınızı meshedin” ifadesini açıklamış ve bunu uygulamalı olarak göstermiştir.

c. Fıkıh ve Kelâm

Kelâm ilmi, iman ve amelin ilişkisini açıklarken, fıkıh bu ilişkinin pratikte nasıl uygulanacağını düzenler.

Örnek: Kelâmda, “Namaz kılmayan bir kişi dinden çıkar mı?” tartışması yapılırken, fıkıh, namazın kılınmaması durumunda uygulanacak dünyevî hükümleri (kaza, keffaret vb.) ele alır.

4. Kelâm ile Diğer İlimler

a. Kelâm ve Tefsir

Kelâm, tefsir ilmine aklî bir altyapı sunar. Özellikle müteşabih ayetlerin (açık olmayan) yorumlanmasında kelâm ilminin yöntemleri kullanılır.

Örnek: “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur, 24/35) ayetinde geçen “nur” kavramı, kelâmcılar tarafından Allah’ın varlık ve hikmetine işaret eden mecazî bir anlamda açıklanır.

  1. Kelâm ve Hadis

    Kelâmcılar, Allah’ın sıfatları ve ahiret konularında hadislerden delil getirir.

    Örnek: Peygamberimizin, “Kıyamet günü Allah’ı göreceksiniz” hadisi, kelâm ilminde Ehl-i Sünnet’in rü’yetullah (Allah’ın görülmesi) görüşünü savunmak için kullanılmıştır.

    c. Kelâm ve Fıkıh

    Kelâm, fıkıhta iman-amel ilişkisini tartışır ve hükümlerin temellendirilmesine katkı sağlar.

    Örnek: Kelâm ilminde, “Amel imandan bir parça mıdır?” tartışması yapılırken, fıkıhta amelin hukuki sonuçları detaylandırılır (örneğin, zina veya içki gibi günahların cezası).

    Sonuç

    Bu dört ilim, İslam’ın anlaşılması ve uygulanmasında birbirini tamamlayan yönlere sahiptir. Tefsir, Kur’an’ı anlamayı amaçlar; hadis, sünneti aktarır; fıkıh, bireysel ve toplumsal hayata dair kuralları belirler; kelâm ise inanç esaslarını savunur ve temellendirir. Her biri, diğerinin eksiklerini tamamlar ve İslam’ın bütüncül bir şekilde hayata geçirilmesini sağlar. Örnekler üzerinden bu ilişkiler, İslam ilimlerinin birbirine ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=9gQtYfTa09w&t=22s

Loading

No ResponsesAralık 25th, 2024

UMUMÜL BELVA-GENEL PROBLEM

UMUMÜL BELVA-GENEL PROBLEM[1]

 

Umumül Belva ve Bediüzzaman’ın buna getirdiği çözümler.

Umûmü’l-Belvâ ve Anlamı

Umûmü’l-Belvâ, İslam hukukunda, toplumda yaygın olarak karşılaşılan ve kaçınılması zor olan bir durum ya da uygulamayı ifade eder. Fıkıh terimi olarak, bu durum, insanların çoğunun karşılaşmak zorunda kaldığı veya uygulamak zorunda olduğu fiillerde kolaylaştırıcı hükümler getirilmesini gerektirir. Şer’î hükümlerde, “zorlukların kolaylaştırılması” ve “güçlüklerin kaldırılması” prensibi doğrultusunda bu tür durumlar değerlendirilir.

Umûmü’l-Belvâ’nın Fıkıhtaki Rolü

Kolaylaştırma İlkesi (Tevessür): İslam hukukunda, “Dinde zorluk yoktur” (Bakara, 2/185) ve “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez” (Bakara, 2/286) ayetleri, bu tür durumlar için rehber kabul edilir.

Örneğin, bir işin yapılması zorunlu hale geldiğinde ve bu durumdan kaçınmak imkânsızsa, şer’î hükümler kolaylaştırılabilir.

Örnek: Suların kirlendiği bir toplumda, temiz su bulunmadığında kirli suyla abdest alınmasına ruhsat verilmesi.

Umûmü’l-Belvâ Örnekleri:

Kadınların zorunlu durumlarda erkek doktorlara muayene olması.

Gıda sektöründe yaygın kullanılan bazı katkı maddelerinin şüpheli kaynaklardan gelmesi.

Ticari işlemlerde faiz gibi unsurların yaygınlaşması ve bunlardan kaçınmanın çok zor hale gelmesi.

Bediüzzaman Said Nursî ve Umûmü’l-Belvâ

Bediüzzaman Said Nursî, yaşadığı dönemin sosyal, siyasi ve ekonomik koşullarında Müslümanların karşılaştığı zorluklara, özellikle de umûmü’l-belvâ kapsamına giren meselelere çözümler üretmiştir. Onun getirdiği yaklaşımlar, İslam’ın temel ilkelerinden ödün vermeden, kolaylaştırma prensibini esas alır.

Bediüzzaman’ın Çözümleri
1. Zaruret ve Kolaylık Prensibi:

Bediüzzaman, umûmü’l-belvâ durumlarının zaruret ve kolaylık prensibi ile çözülmesi gerektiğini savunmuştur. Zaruret halinde haramların sınırlandırılmış ölçüde mübah olabileceğini ifade eder.

Örnek: Modern ekonomik sistemlerin faizli yapısı içinde, faizden tamamen kaçınmanın zor olduğu durumlarda, temel ihtiyaçları karşılamak için sınırlı bir ölçüde ruhsat verilebilir.

2. Niyet ve İhlasın Önemi:

Bediüzzaman, bir Müslümanın umûmü’l-belvâ durumlarında niyetine odaklanması gerektiğini vurgular. Eğer kişi, içinde bulunduğu zorluğu aşmak için elinden geleni yapıyor ve niyetini Allah rızasına yöneltiyorsa, bu gibi durumlarda bir çıkış yolu bulabilir.

Örnek: Zorunlu olarak şüpheli bir malı tüketmek durumunda kalan bir kişi, bunu bir alışkanlık haline getirmemek ve bu durumdan çıkış yolları aramak niyetinde olmalıdır.

3. Çağdaş Problemlere Dair Esnek Yorumlar:

Bediüzzaman, modern dönemin sorunlarının klasik fıkıh metotlarıyla çözümünün zor olduğunu ifade etmiş ve zamanın ihtiyaçlarına uygun içtihatların yapılması gerektiğini savunmuştur.

Örnek: Günümüzdeki ticaret, ekonomi ve sağlıkla ilgili karmaşık sorunlar için, yeni çözümler üretmek gerektiğini belirtmiştir.

4. Hikmetli Yaklaşım:

Bediüzzaman, “mecelle kaideleri” gibi İslam hukukunun genel prensiplerinden faydalanarak, umûmü’l-belvâ durumlarında hikmetli bir yol izlenmesini önerir. Özellikle “Zarar kadim olmaz” (yaygın bir zarara dayalı hüküm sabit kalmaz) gibi kaidelerle kolaylaştırıcı çözümler sunar.

Bediüzzaman’ın Yaklaşımlarına Örnekler

Faiz Meselesi:

Faizin kaçınılmaz hale geldiği ekonomik sistemlerde, alternatif çözümler bulununcaya kadar yalnızca zaruri ihtiyaçlar için faizle işlem yapılabileceğini belirtmiştir. Ancak bunun alışkanlık haline getirilmemesi gerektiğini vurgular.
Modern Eğitim ve Zorunlu Durumlar:

Seküler eğitim sistemlerinde dinî eğitimin kısıtlandığı durumlarda, temel bilgilerin bireysel çabalarla kazanılmasını önerir ve bunu bir zorunluluk olarak görür. Bu bağlamda, iman hakikatlerinin eğitim yoluyla yayılması gerektiğini savunmuştur.

Kıyafet ve Sosyal Hayat:

Modern kıyafetlerin yaygınlaşmasıyla, İslamî ölçülere uygun giyinmenin zorlaştığı durumlarda, tesettüre uygun kıyafetlerin tercih edilmesini teşvik etmiştir. Ancak tamamen İslam’a aykırı bir kıyafet tercih edilmemesi gerektiğini hatırlatır.

Sonuç

Bediüzzaman Said Nursî, umûmü’l-belvâ durumlarında Müslümanların temel ilkelerden sapmadan, niyetlerini doğru tutarak ve hikmetli yaklaşımlarla çözümler aramasını önermiştir. Onun öğretileri, İslam’ın kolaylaştırıcı yönünü modern çağın problemleriyle birleştiren önemli bir rehber niteliğindedir. Umûmü’l-belvâ, birey ve toplum düzeyinde dikkatle ele alınması gereken bir durumdur ve Bediüzzaman, bu konudaki yorumlarıyla Müslümanlara pratik ve uygulanabilir çözümler sunmuştur.

*********** 

(Dişlerin kaplanması hakkındaki suale cevaptır)


1932 tarihli sualinize şimdilik etrafıyla cevap veremiyorum. Fakat bu meseleyle münasebettar bir-iki mesele-i şeriatı icmalen yazıyorum. Şöyle ki:

Abdest vaktinde ağzı yıkamak farz değil, sünnettir. Fakat gusül hengâmında ağzını yıkamak farzdır. Az birşey de yıkanmadık kalsa olmaz, zarardır. Onun için dişleri kaplama lehinde ulemâlar fetva vermeye cesaret edemiyorlar.

İmam-ı Âzam ile İmam-ı Muhammed (radıyallahü anhümâ) gümüş ve altından dişlerin yapılmasına fetvaları, sabit kaplama hakkında olmamak gerektir. Halbuki bu diş meselesi umûmü’l-belvâ suretinde o derece intişarı var ki, ref’i kabil değil. Ümmeti bu belvâ-yı azîmeden kurtarmak çaresini düşündüm; birden kalbime bu nokta geldi. Haddim ve hakkım değil ki, ehl-i içtihadın vazifesine karışayım. Fakat bu umûmü’l-belvâ zaruretine karşı, fetvalara taraftar olmadığım halde diyorum ki:

Eğer mütedeyyin bir hekîm-i hâzıkın gösterdiği ihtiyaca binaen kaplama sureti olsa, altındaki diş ağzın zahirîsinden çıkar, bâtın hükmüne geçer. Gusülde yıkanmaması, guslü iptal etmez. Çünkü üstündeki kaplama yıkanıyor, onun yerine geçiyor. Evet, cerihaların üstündeki sargıların zarar için kaldırılmadığından ceriha yerine yıkanması, şer’an o yaranın gasli yerine geçtiği gibi, böyle ihtiyaca binaen sabit kaplamanın yıkanması dahi dişin yıkanması yerine geçer, guslü iptal etmez.

وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ 1


Madem ihtiyaca binaen bu ruhsat oluyor. Elbette yalnız süs için, ihtiyaçsız dişleri kaplamak veya doldurmak bu ruhsattan istifade edemez. Çünkü, hattâ zaruret derecesine geldikten sonra, böyle umûmü’l-belvâda, eğer bilerek, su-i ihtiyarıyla olsa, o zaruret ibâhaya sebebiyet vermez. Eğer bilmeyerek olmuşsa, zaruret için elbette cevaz var. Said Nursî.[2]

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=daiBBZA_VIc

[2] https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/barla-lahikasi/221/221

Loading

No ResponsesAralık 25th, 2024

FIKIH İLMİNİN GÜNÜMÜZ MESELELERİNE ÇÖZÜMÜ

FIKIH İLMİNİN GÜNÜMÜZ MESELELERİNE ÇÖZÜMÜ[1]

 

Fıkıh İlminin günümüz meselelerine getirdiği çözümler.


Fıkıh İlminin Günümüz Meselelerine Çözümleri

Fıkıh ilmi, İslam’ın şer’î hükümlerini sosyal, ekonomik, teknolojik ve kültürel değişimlere uygun olarak ele alan bir disiplindir. Günümüzde, modern hayatın ortaya çıkardığı yeni sorunlar karşısında fıkıh ilmi, İslam’ın temel kaynaklarına (Kur’an ve sünnet) dayanarak, ictihat, kıyas, örf, zaruret ve maslahat gibi yöntemlerle çözümler üretmektedir.

1. Ekonomi ve Finans

Günümüz dünyasında faiz, bankacılık, sigorta ve modern ticaret sistemleri gibi konular, İslam’ın ekonomik hükümleri çerçevesinde yeniden ele alınmaktadır.

Faizsiz Bankacılık (İslami Finans):

Fıkıh, faizi haram kılmıştır. Modern finans sisteminde bu yasağı aşmak için murabaha (kâr payı), icara (kira finansmanı) ve müşaraka (ortaklık) gibi modeller geliştirilmiştir. Faizsiz bankacılık, bu yöntemleri kullanarak İslam’a uygun ekonomik çözümler sunmaktadır.

Kripto Paralar:

Kripto paraların İslam’a uygunluğu konusunda, fıkıh alimleri bu yeni teknolojiyi incelemiş ve şu kriterlere göre değerlendirme yapmıştır:

Para biriminin somut bir karşılığı var mı?

Adil bir değişim aracı olarak kullanılıyor mu?

Spekülasyon ve dolandırıcılık riskleri var mı?

Bazı alimler, kripto paraları meşru görmüş; bazıları ise spekülatif yapısından dolayı şüpheli kabul etmiştir.

Sigorta Sistemleri:

Geleneksel sigorta, faiz ve kumar unsurları içerdiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Bunun yerine, İslam’a uygun tekâfül (katılım sigortası) sistemi geliştirilmiştir. Bu sistem, dayanışma ve yardımlaşma esasına dayanır.

2. Teknoloji ve Tıp

Teknolojik gelişmeler ve tıptaki yenilikler, fıkıh alimlerinin yeni ictihatlar geliştirmesini gerektirmiştir.

Organ Nakli:

Fıkıh alimleri, organ naklini zaruret hali kapsamında değerlendirmiştir. Can kurtarma amacıyla ve kişinin rızasıyla yapılan organ nakli, birçok alim tarafından caiz kabul edilmiştir. Ancak, organ ticareti kesinlikle yasaktır.

Tüp Bebek ve Suni Döllenme:

Tüp bebek yöntemi, yalnızca evli çiftlerin kendi sperm ve yumurtası kullanıldığında caiz görülmüştür. Taşıyıcı annelik veya üçüncü şahıslardan sperm/yumurta temini ise haram kabul edilmektedir.

Klonlama ve Genetik Mühendislik:

İnsan klonlama, Allah’ın yaratma sıfatına müdahale olarak görüldüğü için büyük ölçüde caiz kabul edilmemiştir. Ancak genetik mühendislik, hastalıkların tedavisi amacıyla sınırlı ve kontrollü bir şekilde uygulanabilir.

Aşılar ve İlaçlar:

Zaruret ilkesi gereğince, İslam’a uygun olmayan maddeler içerse bile (örneğin domuz enzimi), alternatif bulunamadığında sağlık açısından gerekli olan ilaçlar ve aşılar kullanılabilir.

3. Kadın ve Aile Meseleleri

Modern çağda kadın hakları, evlilik ve aile hayatına dair birçok yeni durum ortaya çıkmıştır.

Çalışan Kadının Durumu:

Kadınların, İslam’ın tesettür ve mahremiyet kurallarına uymak şartıyla çalışabileceği fıkıh alimlerince ifade edilmiştir. Ancak, aile ve çocuk sorumluluğu göz önünde bulundurulmalıdır.

Boşanma ve Nafaka:

Günümüzde sıkça tartışılan boşanma süreçleri, İslam’ın “adalet” ve “merhamet” ilkelerine göre yeniden ele alınmaktadır. Boşanan kadının ekonomik güvencesi için nafaka hakkı fıkhî bir temele dayandırılmaktadır.

Doğum Kontrolü:

Fıkıh alimleri, doğum kontrolünün haram olmadığını, ancak aile planlamasının İslam’ın neslin korunması prensibiyle dengeli bir şekilde yapılması gerektiğini belirtir. Kalıcı kısırlık işlemleri ise zaruret olmadıkça haram kabul edilmiştir.

. Çevre ve Doğal Kaynaklar

Modern çevre sorunları, fıkıh ilminin “emanet” ve “israf” ilkeleriyle çözümler geliştirmesini gerektirmiştir.

Çevre Kirliliği:

İslam, çevreyi koruma sorumluluğunu insana yüklemiştir. Fıkıh, doğal kaynakların israf edilmesini ve çevreye zarar verilmesini haram kabul eder.

Örnek: İsrafın haram kılınması (Araf, 7/31) ayeti, doğal kaynakların korunması için temel bir rehberdir.

Sürdürülebilirlik:

İslam’a göre, toprak, su ve diğer kaynaklar toplumun ortak malıdır. Bu nedenle, çevre koruma politikaları geliştirmek hem bireysel hem toplumsal bir sorumluluktur.

5. Sosyal ve Kültürel Meseleler

Helal Gıda Sertifikaları:

Günümüzde yaygınlaşan katkı maddeleri ve üretim yöntemleri, gıda ürünlerinin İslam’a uygunluğunu sorgulatmaktadır. Helal gıda sertifikaları, fıkıh kriterleri doğrultusunda bu soruna çözüm sunmaktadır.

Sanat ve Medya:

Müzik, sinema ve sosyal medya gibi alanlar, fıkıh alimleri tarafından İslam ahlakına uygunluk açısından değerlendirilmektedir. Müstehcenlik içermeyen sanat faaliyetleri ve bilgi paylaşımı caiz görülmüştür.

Küresel İlişkiler ve Göç:

Fıkıh, Müslümanların azınlık olarak yaşadığı ülkelerde, o ülkenin kanunlarına uyma ve dinlerini koruma dengesini gözeten fetvalar sunmaktadır.

Fıkhın Esas Aldığı İlkeler

1. Zaruret Hali: Zorunlu durumlarda, haramlar sınırlı ölçüde mübah hale gelir.

Örnek: Helal gıda bulunmadığında, domuz eti veya haram ürünler hayatta kalmak için kullanılabilir.

2. Maslahat (Kamu Yararı): Toplumun yararına olan hükümlerin öncelenmesi.

Örnek: Çevreyi korumak için alınan önlemler.

3. Kolaylaştırma Prensibi: “Dinde zorluk yoktur” ilkesiyle bireylerin hayatını kolaylaştıracak çözümler geliştirilir.

Sonuç

Fıkıh ilmi, modern hayatın karmaşık sorunlarına, İslam’ın temel ilkelerine bağlı kalarak çözüm üretmeye devam etmektedir. Günümüz meselelerine yönelik getirilen çözümler, İslam’ın zamana uygun bir şekilde yaşanabilirliğini ortaya koyar. Bu, fıkhın hem esnek hem de sağlam bir temele dayandığını gösterir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=2W3Qerq4LGU

Loading

No ResponsesAralık 25th, 2024

FIKHİ YAKLAŞIMLAR

FIKHİ YAKLAŞIMLAR[1]

Şii Mezhepleri ve Fıkıh Yaklaşımları.


Şii mezhepleri, İslam dünyasında Hz. Ali’nin imametini ve onun soyundan gelenlerin liderliğini temel alan, özellikle imamet inancıyla ayrışan bir itikadi ve fıkhi geleneği ifade eder. Şii mezheplerinin fıkıh yaklaşımları, imamet inancına bağlı olarak farklılık gösterir ve büyük ölçüde Ehlibeyt imamlarının görüşlerine dayalıdır. Bu mezheplerin ortak noktası, Kur’an ve Sünnet’in yanında imamların söz ve fiillerini (rivayetlerini) de şer’i deliller arasında kabul etmeleridir.

Ana Şii Mezhepleri ve Fıkıh Yaklaşımları

1. İmamiye (Caferiyye) Mezhebi

Tanım: Şii mezheplerinin en büyük ve en etkili grubudur. On İki İmam (İsnâ Aşeriyye) inancına dayanır ve günümüzde İran, Irak, Azerbaycan gibi ülkelerde yaygındır.

Fıkıh Yaklaşımı:

Deliller: Kur’an, Sünnet (Hz. Peygamber ve Ehlibeyt imamlarının sünneti), icma ve akıl. Akıl, diğer Şii mezheplerine kıyasla daha fazla ön plana çıkarılır.

Usul: Usul-i Fıkh (fıkıh usulü) çalışmaları gelişmiştir. Örneğin, “istihsan” ve “istislah” yerine “akıl” temel delil olarak kabul edilir.

Taklit: Günümüzde, Şii fıkhında yaşayan bir müçtehidi taklit etmek esastır. Müçtehitler (merciler), halkın dini hayatını yönlendiren önemli otoriteler olarak kabul edilir.

Uygulamalar: Namazda ellerin yan tarafa salınması, mut’a nikâhının helal kabul edilmesi, bazı temizlik ve abdest detayları gibi konularda farklılıklar vardır.

2. İsmailiyye Mezhebi

Tanım: Yedinci İmam olarak İmam Cafer es-Sadık’ın oğlu İsmail’i kabul eden Şii mezhebidir. Farklı gruplara ayrılmıştır (örneğin Nizarîler, Musta’lîler). Günümüzde küçük bir topluluk olarak varlıklarını sürdürürler.

Fıkıh Yaklaşımı:

İsmaililer, imametle bağlantılı olarak fıkhı daha esnek bir şekilde ele alırlar. Batınîlik (derin anlam arayışı) sebebiyle zahirî hükümlerden çok manevi boyuta önem verirler.
Deliller arasında imamların sözleri önemli bir yer tutar ve fıkhî meselelerde genel halka göre daha az ayrıntıya girerler.

3. Zeydiyye Mezhebi

Tanım: Beşinci İmam olarak İmam Zeyd bin Ali’yi kabul eden Şii mezhebidir. Günümüzde özellikle Yemen’de yaygındır.

Fıkıh Yaklaşımı:

Zeydilik, diğer Şii mezheplerine göre Sünni mezheplere daha yakındır. Özellikle Hanefi fıkhından etkilenmiştir.

Deliller olarak Kur’an, Sünnet ve sahabenin icmaını kabul ederler. İmamların görüşleri ise bu delillerden sonra gelir.

Zeydiye, mut’a nikâhını reddeder ve bazı ibadet uygulamalarında Sünni metotlara daha yakındır.

4. Nusayriler (Aleviler/Alavîler)

Tanım: İmamet inancına dayanan ve İmam Cafer es-Sadık’ın görüşlerini temel alan, ancak zamanla farklılaşan bir gruptur. Özellikle Suriye, Türkiye ve Lübnan’da bulunurlar.

Fıkıh Yaklaşımı:

Geleneksel Şii fıkhından farklı bir yol izlerler. Daha çok sembolik ve mistik bir yaklaşım benimsenmiştir.

Fıkıh konularında çok detaylı kurallar yerine genel dini ve ahlaki çerçeve ön plandadır.

Şii Fıkhının Temel Özellikleri

1. Ehlibeyt Merkezliliği: Şii fıkhı, Ehlibeyt imamlarının hadis ve fetvalarını Kur’an ve Sünnet kadar önemli bir kaynak olarak kabul eder.

2. İmamın Otoritesi: İmamlar, masum kabul edildiği için onların görüşleri bağlayıcıdır.

3. Akıl ve İçtihat: İmamiye mezhebinde aklın ve içtihadın önemi büyüktür. Günümüzde müçtehitlere bağlılık (taklit) esas alınır.

4. Farklılıklar: Mut’a nikâhı, temizlik ve ibadet gibi konularda Sünni mezheplerden belirgin farklılıklar görülür.

Sonuç

Şii mezheplerinin fıkıh yaklaşımları, imamet inancına dayalı olarak şekillenmiştir. Her mezhebin kendine özgü yöntemleri ve uygulamaları olsa da, temel amaçları İslam’ın esaslarını Ehlibeyt imamlarının rehberliğinde yaşatmaktır. Bu yaklaşımlar, Müslümanların dini hayatında derin etkiler bırakmış ve farklı kültürel ve bölgesel zenginlikler oluşturmuştur.

 

**************  

Ahkam-ı Hamse (Beş Temel Hüküm).

Ahkâm-ı Hamse (Beş Temel Hüküm), İslam hukukunda (fıkıhta) insan fiillerinin şer‘î açıdan değerlendirildiği beş temel kategoriyi ifade eder. Bu hüküm kategorileri, kişilerin amellerinin İslami ölçülere göre hangi hükme tabi olduğunu belirler. Şer‘î deliller (Kur’an, Sünnet, icma ve kıyas) ışığında, bir fiilin bu beş kategoriden birine dahil edilmesi, Müslümanların hayatlarını doğru şekilde yönlendirmesine yardımcı olur.

Ahkâm-ı Hamse’nin Kategorileri

1. Farz (Vâcip):
Yapılması kesin delillerle emredilen ve yapılmadığında ceza gerektiren fiillerdir. Farz, “Farz-ı Ayn” (her Müslümanın bireysel olarak yapması gereken ibadetler, örneğin namaz, oruç) ve “Farz-ı Kifâye” (bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun düştüğü ibadetler, örneğin cenaze namazı) olarak ikiye ayrılır.

2. Mendup (Sünnet/Müstehab):
Yapılması teşvik edilen, sevap kazandıran ancak yapılmaması durumunda günah olmayan fiillerdir. Sünnet, Hz. Peygamber’in uygulamalarıyla sabit olan ve farz kadar bağlayıcı olmayan hükümlerdir. Örneğin, nafile namazlar ve selam vermek mendup olarak değerlendirilir.

3. Mubah:
Yapılması veya yapılmaması dinen serbest bırakılan, herhangi bir sevap veya günah gerektirmeyen fiillerdir. Mubah olan şeyler, niyete göre sevap veya günah kazanabilir. Örneğin, yemek yemek veya uyumak, mubah olarak değerlendirilebilir.

4. Haram:
Yapılması kesin delillerle yasaklanmış ve yapılması durumunda ceza gerektiren fiillerdir. Örneğin, zina, içki içmek, adam öldürmek gibi fiiller haramdır.

5. Mehruh:
Yapılmaması teşvik edilen, yapılması durumunda günah olmayan ancak sevap kaybına yol açan fiillerdir. Mekruh, “Tahrimen Mekruh” (harama yakın, kesin delil olmamakla birlikte yasaklanan fiiller) ve “Tenzihen Mekruh” (helale daha yakın, yapılması hoş görülmeyen fiiller) olarak ikiye ayrılır.

Ahkâm-ı Hamse’nin Önemi

Bilinçli İbadet: Müslümanlar, bu beş temel hükme göre fiillerini değerlendirebilir ve hayatlarını şer‘î ölçülere uygun bir şekilde düzenleyebilir.

Amellerin Sorumluluğu: Hangi fiillerin zorunlu, yasak, serbest veya teşvik edildiğini bilmek, kişisel ve toplumsal sorumluluk bilinci oluşturur.

Niyetin Rolü: Özellikle mubah fiillerde, niyetin ahkâm üzerindeki etkisi büyüktür. Mubah bir fiil, Allah rızası için yapıldığında sevap kazanılabilir.

Bu sınıflandırma, İslam hukukunun temel taşlarından biri olup, hayatın her alanında Müslümanlara rehberlik eder.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=EwzpnP8aGfE

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2024

EHLİ SÜNNETTEN AYRILAN MEZHEPLER

EHLİ SÜNNETTEN AYRILAN MEZHEPLER[1]

Batıl ve ehli sünnetten ayrılan fıkhi Mezheplerin ayrılış neden ve gerekçeleri nelerdir?


Batıl ve Ehl-i Sünnet’ten ayrılan fıkhi mezhepler, İslam’ın temel prensiplerini veya Ehl-i Sünnet çizgisindeki yöntem ve yaklaşımları terk eden grupları ifade eder. Bu mezheplerin ayrılma nedenleri, genellikle itikadi farklılıklar, siyasi ve toplumsal olaylar, imamet ve hilafet anlayışları, dini metinlerin yorumlanması ve fıkhi usullerdeki farklı yaklaşımlarla ilgilidir. İşte bu ayrılışın başlıca neden ve gerekçeleri:

1. Siyasi ve Tarihi Faktörler

Siyasi olaylar, İslam tarihindeki mezhep ayrılıklarının en önemli nedenlerinden biridir:

İmamet ve Hilafet Çekişmesi:
Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşanan siyasi mücadeleler ve ardından ortaya çıkan Kerbela Vakası, Şii ve Ehl-i Sünnet ayrılığının temelini oluşturmuştur. Şiiler, imametin Hz. Ali’nin soyundan gelenlere ait olduğuna inanırken, Ehl-i Sünnet bu yetkiyi ümmetin seçimine bırakmıştır.

Haricilerin Ortaya Çıkışı:
Hariciler, Sıffin Savaşı’ndaki hakem olayına karşı çıkarak hem Hz. Ali’yi hem de Muaviye’yi dışlamış ve “adaleti” merkeze alan radikal bir mezhep geliştirmiştir. Bu da itikadi ve fıkhi ayrılıklara yol açmıştır.

2. Metinlerin Yorumu ve Akılcı Yaklaşımlar

Kur’an ve Sünnet’in Yorumu:
Fıkhi ve itikadi meselelerde Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması konusunda farklı metotlar benimsenmiştir. Batıl mezhepler, genellikle Kur’an ayetlerini veya hadisleri bağlamından kopararak zahiri veya batıni anlamlar yüklemişlerdir.

Batınilik: Ayetlerin ve hadislerin gizli, sembolik anlamlar içerdiğini savunan mezhepler (örneğin İsmailiyye) bu yöntemle Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrılmıştır.

Zahiri Yaklaşım: Hariciler gibi bazı gruplar, metinleri sadece zahiri anlamıyla yorumlayarak katı hükümler geliştirmiştir.

Akıl ve Nakil Çatışması:
Mu’tezile, dini meselelerde aklı ön plana çıkararak, Ehl-i Sünnet’in naslara dayalı metodolojisinden uzaklaşmıştır. Özellikle kadere iman, Allah’ın sıfatları ve peygamberlerin ismeti gibi konularda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
3. İtikadi Farklılıklar

Allah’ın Sıfatları:
Mu’tezile, Allah’ın sıfatlarını reddederek Allah’ın yalnızca zatıyla kaim olduğunu savunmuş ve Ehl-i Sünnet ile ayrışmıştır. Bu durum, fıkhi hükümler üzerinde de etkili olmuştur.

Kader Anlayışı:
Kadere iman konusunda Cebriyye (her şeyin Allah’ın zorlamasıyla olduğuna inanan) ve Kaderiyye (insanın kaderini tamamen kendisinin belirlediğine inanan) gibi mezhepler, Ehl-i Sünnet çizgisinden sapmıştır.

Günah ve İman İlişkisi:
Hariciler, büyük günah işleyenlerin kâfir olduğunu savunurken, Mu’tezile bu kişilerin iman ve küfür arasında bir yerde olduklarını (el-Menzile Beyne’l-Menzileteyn) söylemiştir. Bu farklılıklar, fıkhi hükümler üzerinde ciddi etkiler doğurmuştur.

4. Fıkhi Usul ve Metodoloji Farklılıkları

Şer’i Delillerin Kullanımı:

Ehl-i Sünnet mezhepleri (Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli), Kur’an, Sünnet, icma ve kıyas gibi delilleri temel alırken, diğer mezhepler bu delillerden bazılarını reddetmiş veya farklı şekilde kullanmıştır.

Örneğin, Şii mezhepleri, Ehlibeyt imamlarının söz ve fiillerini fıkhi deliller arasında kabul ederken, Hariciler kıyası reddetmiştir.

İçtihad ve Taklit:

Şii İmamiye mezhebi, yaşayan bir müçtehidi taklit etmeyi zorunlu görürken, diğer bazı gruplar içtihadı tamamen reddetmiş veya bireysel içtihadı esas almıştır (örneğin Zahiriye mezhebi).

Katı veya Esnek Yorumlar:

Hariciler, şer’i hükümleri katı bir şekilde uygulayarak aşırı görüşler ortaya koymuşlardır.

Batınîler ise fıkhi hükümleri büyük ölçüde sembolik ve manevi bir yoruma dönüştürmüştür.

5. Toplumsal ve Kültürel Sebepler

Mezhepsel Kimlik Arayışı:
Bazı gruplar, toplumsal veya siyasi ayrışmayı dini bir kimlik haline getirmiş ve bu da farklı mezheplerin doğmasına yol açmıştır.

Örneğin, İsmaililik ve Nusayrilik gibi mezhepler, kültürel ve coğrafi etkilerle farklı bir çizgiye yönelmiştir.

Sosyal Adalet Talepleri:
Hariciler ve Mu’tezile gibi mezhepler, eşitlik ve adalet konularını merkeze alarak kendilerine özgü fıkhi ve itikadi görüşler geliştirmiştir.

Özet: Ayrılma Nedenleri

1. Siyasi çekişmeler (hilafet ve imamet tartışmaları).

2. Metinlerin yorumu (zahirî, batınî veya akılcı yaklaşımlar).

3. İtikadi görüş ayrılıkları (Allah’ın sıfatları, kader, iman-günah ilişkisi).

4. Fıkhi metodoloji farklılıkları (şer’i delillerin kullanımı ve içtihat anlayışı).

5. Toplumsal ve kültürel faktörler (kimlik arayışı ve sosyal adalet talepleri).

Ehl-i Sünnet mezhepleri, bu noktada vasat bir yol izleyerek aşırılıklardan kaçınmış ve Kur’an ve Sünnet’in temel prensiplerine sadık kalmaya özen göstermiştir. Batıl mezheplerin ayrışma gerekçeleri ise genellikle bu temel prensiplerden uzaklaşma veya onları aşırı yorumlama üzerine kuruludur.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=FTMxsaXQqKk

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2024

MEZHEPLER VE FIKIH USULÜ

MEZHEPLER VE FIKIH USULÜ[1]

 

Mezheplerin Ortaya Çıkışı

Erken Dönem İhtilaflar ve Mezheplerin Kurulması.

Mezheplerin Ortaya Çıkışı

İslam tarihindeki mezheplerin ortaya çıkışı, dinî, siyasî, sosyal ve kültürel etkenlerin bir araya gelmesiyle gerçekleşmiştir. İslam’ın ilk dönemlerinde birliğin korunmasına büyük önem verilmesine rağmen, özellikle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra liderlik ve dinî yorumlar konusunda ihtilaflar ortaya çıkmıştır. Bu ihtilaflar zamanla itikadi, siyasi ve fıkhi mezheplerin doğmasına neden olmuştur.

Erken Dönem İhtilaflar

1. Siyasi İhtilaflar (İmamet ve Hilafet Sorunu)

Hilafetin Kime Ait Olacağı Sorunu:
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatının ardından Müslümanlar arasında halifelik meselesinde ihtilaf çıktı. Bu mesele, Müslüman toplumun Şii ve Sünni olarak ayrışmasına neden olan temel faktördür.

Ehl-i Sünnet: Halifeliğin ümmetin seçimine bağlı bir görev olduğunu savunur.

Şia: Halifeliğin (imametin) Allah tarafından belirlendiğine ve Hz. Ali ile onun soyuna ait olduğuna inanır.

Kerbela Olayı (680): Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi, Şii kimliğinin güçlenmesine ve siyasi ihtilafların derinleşmesine yol açtı.

2. İtikadi İhtilaflar (Teolojik Tartışmalar)

Kader ve İrade Tartışmaları:
Müslümanlar arasında kader ve insanın özgür iradesi konusunda ciddi görüş ayrılıkları yaşandı:

Cebriyye: Her şeyin Allah’ın iradesiyle gerçekleştiğini ve insanın hiçbir iradesi olmadığını savunan mezhep.

Kaderiyye: İnsanların kaderlerini kendilerinin belirlediğini savunan görüş.

Büyük Günah Meselesi:
Büyük günah işleyenlerin durumuyla ilgili ihtilaflar:

Hariciler: Büyük günah işleyenin dinden çıkacağını savundu.

Mu’tezile: Büyük günah işleyenlerin iman ve küfür arasında bir yerde olduğunu (el-Menzile Beyne’l-Menzileteyn) ileri sürdü.

Ehl-i Sünnet: Büyük günah işleyenlerin mümin olarak kalacağını ancak ahirette cezalandırılabileceğini savundu.

3. Fıkhi İhtilaflar

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra Müslümanlar, yeni meselelerde Kur’an ve Sünnet’e dayanarak içtihat yapmaya başladı. Ancak farklı coğrafyalarda farklı yaklaşımlar ortaya çıktı:

Hicaz (Medine) Ekolü: Sünnet ve sahabe uygulamalarına ağırlık verdi.

Irak Ekolü: Daha fazla kıyas ve akıl yürütme yöntemine başvurdu.

Mezheplerin Kurulması

1. Siyasi Mezhepler

Şia:

İmamet anlayışı etrafında şekillenmiştir. Şia, imamları masum kabul eder ve onların sözlerini dinî delil sayar.

Şii Mezhepleri: İmamiyye (Caferiyye), İsmailiyye, Zeydiyye gibi alt gruplar oluşmuştur.

Hariciler:

Hz. Ali ile Muaviye arasında gerçekleşen Sıffin Savaşı’ndan sonra hakem olayını reddeden ve her iki tarafı da kâfir ilan eden radikal bir mezhep.

Günümüzde bu mezhep tamamen ortadan kalkmış olmasa da etkisi sınırlıdır.

2. İtikadi Mezhepler

Ehl-i Sünnet:

İtikadi konularda mutedil bir çizgi benimseyen gruptur. Ashabın görüş birliğine ve nasslara dayanır.

Kelami Okulları:

Maturidilik: Hanefi fıkhına uygun bir itikadi mezheptir. Akla ve insan iradesine önem verir.

Eş’arilik: Şafii mezhebine bağlıdır. İlahi irade ve kader üzerinde durur.

Mu’tezile:

Akılcı bir yaklaşımı benimseyerek Allah’ın sıfatları, kader ve günah gibi konularda farklı görüşler ileri sürmüştür.

Cebriyye:

İnsan iradesini tamamen reddeden ve her şeyin Allah’ın zorlamasıyla gerçekleştiğini savunan mezheptir.

3. Fıkhi Mezhepler

Ehl-i Sünnet Fıkıh Mezhepleri:

Hanefilik: Akıl ve kıyas kullanımına önem veren, özellikle Irak bölgesinde gelişen bir mezheptir.

Malikilik: Medine halkının uygulamalarını esas alan bir mezheptir.

Şafiilik: Sünnet ve kıyası dengeli bir şekilde kullanan mezheptir.

Hanbelilik: Nasslara sıkı sıkıya bağlı, kıyas ve içtihada sınırlı ölçüde başvuran bir mezheptir.

Zahiriye:

Sadece Kur’an ve Sünnet’in zahiri anlamıyla hüküm çıkaran mezhep.

Mezheplerin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Faktörler

1. Siyasi Çekişmeler: Hilafet ve imamet meselesi, özellikle Şii ve Harici mezheplerin oluşmasında etkili olmuştur.

2. Coğrafi Farklılıklar: Hicaz, Irak, Şam ve diğer bölgelerde yaşayan Müslümanların çevresel koşullara bağlı olarak farklı yöntemler geliştirmesi.

3. İlim ve Eğitim: Farklı bölgelerdeki ilim merkezlerinin (Medine, Kufe, Basra gibi) farklı yorum yöntemleri geliştirmesi.

4. Sosyal ve Kültürel Etkiler: İslam coğrafyasının genişlemesiyle farklı kültürlerin etkisi altına girilmesi.

5. Hadislerin Tedvini: Hadislerin yazılı hale getirilme sürecinde, bazı grupların farklı rivayetleri öne çıkarması.

Sonuç

Mezheplerin ortaya çıkışı, İslam’ın farklı coğrafyalarda ve şartlarda yaşanmasıyla doğan doğal bir süreçtir. Ancak bu süreçte siyasi ve itikadi ihtilaflar, mezheplerin teşekkülünü hızlandırmıştır. Ehl-i Sünnet, bu ihtilaflara karşı vasat bir yol izlemeye çalışmış ve dini birliği korumayı hedeflemiştir. Mezheplerin farklılıkları, İslam düşüncesinin zenginleşmesine katkı sağlamış olmakla birlikte, tarih boyunca zaman zaman ayrılıklara ve çatışmalara da neden olmuştur.

*************  

Fikhın ve Fıkıh Usulünün Temel İlkeleri ve Fıkıh İlminin Temel Kavramları nelerdir?


Fıkhın ve Fıkıh Usulünün Temel İlkeleri

Fıkıh, İslam’ın günlük hayata dair hükümlerini ve ibadet, muamelat (insanlar arası ilişkiler), ceza gibi alanları düzenleyen bir ilimdir. Fıkıh usulü, bu hükümlerin elde edilmesi için kullanılan yöntemleri ve ilkeleri inceler. Bu alanlar, İslam hukukunun teorik ve pratik boyutlarını kapsar.

Fıkhın Temel İlkeleri

1. Kolaylık İlkesi (Yüsr):
İslam’da yükümlülüklerin (ibadet ve muamelat) ifasında kolaylık esastır. Zor durumlarda hükümler hafifletilir (örneğin, seferde namazların kısaltılması).

Delil: “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara, 2:185).

2. Zaruret İlkesi (Darurat):
Zaruret halinde haram olan bir fiilin, hayatı veya sağlığı korumak amacıyla yapılmasına izin verilir.
Örneğin, açlıktan ölme tehlikesi varsa domuz eti yemek caiz olabilir.

İlke: “Zaruretler haramları mubah kılar.”

3. Maslahat İlkesi:
Şer’i hükümlerin temel gayesi, insanların maddi ve manevi menfaatlerini korumaktır.

Beş temel maslahat: Din, can, akıl, nesil ve malın korunması.

4. Hükümlerde Kolaydan Zora Geçiş:
Fıkhi hükümler, bireyin kapasitesine ve koşullara göre düzenlenir. Kolaydan başlanır, zora mecbur kalındığında uygulanır.

5. Adalet ve Denge İlkesi:
Hükümler, bireysel ve toplumsal adaleti sağlamaya yöneliktir. Aşırılıklardan kaçınılır.

Delil: “Böylece sizi vasat (orta yolu izleyen) bir ümmet kıldık.” (Bakara, 2:143).

Fıkıh Usulünün Temel İlkeleri

1. Hükümlerin Kaynakları (Edille-i Şer’iyye):
Hükümler, belirli kaynaklardan elde edilir. Bu kaynaklar:

Kur’an: İslam’ın birinci ve temel kaynağıdır.

Sünnet: Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleridir.

İcma: Müçtehitlerin bir meseledeki görüş birliğidir.

Kıyas: Benzer bir meseleye kıyas yapılarak hüküm çıkarılmasıdır.

2. Aklın Rolü:
Özellikle Mu’tezile ve Şii fıkıh usulünde akıl, fıkhi hükümlerde önemli bir delil olarak görülür. Ehl-i Sünnet fıkhında ise akıl, nakle uygun şekilde kullanılır.

3. Maksatlar (Mekasıd):
Hükümlerin nihai amacı (mekasıdü’ş-şeria) bireyin ve toplumun maslahatını sağlamaktır. Örneğin, canı koruma amacıyla kısas cezası uygulanır.

4. İstihsan:
Daha büyük bir maslahatı gerçekleştirmek veya zararı önlemek için genel kuraldan bir istisna yapılmasıdır.

5. Örf ve Adet:
Şer’i kurallara aykırı olmadığı sürece, örf ve adet fıkhi hükümler için bir dayanak olabilir.

İlke: “Örf ile sabit olan, nass ile sabit gibidir.”

Fıkıh İlminin Temel Kavramları

1. Farz:
Yapılması kesin delille emredilen işlerdir. Terk edilmesi günah, yapılması sevap kazandırır (örneğin namaz).

2. Vacip:
Farz kadar kesin olmayan, ancak yapılması gerektiği düşünülen fiillerdir (örneğin bayram namazı).

3. Sünnet:
Hz. Peygamber’in ibadet ve günlük hayatta yaptığı ve tavsiye ettiği işlerdir. Yapılması sevap, terk edilmesi günah değildir.

4. Mübah:
Yapılması veya yapılmaması serbest olan fiillerdir (örneğin yemek yemek).

5. Haram:
Yapılması kesin delille yasaklanmış fiillerdir (örneğin içki içmek).

6. Mekruh:
Terk edilmesi tavsiye edilen, ancak yapılması günah olmayan fiillerdir. Mekruh, tahrimen (harama yakın) ve tenzihen (helale yakın) olarak ikiye ayrılır.

7. Zaruret:
Hayatı ve sağlığı tehdit eden durumlarda yasakların hafifletilmesi (örneğin, ölüm tehlikesi durumunda domuz eti yemek).

8. İçtihat:
Şer’i bir delilden hüküm çıkarma çabasıdır.

9. Taklit:
Bireyin bir müçtehide uyarak onun verdiği hükümleri kabul etmesi.

10. İcma:
Ümmetin müçtehitlerinin bir meselede ittifak etmesi.

Fıkıh ve Fıkıh Usulünün Amacı

1. İnsanın Allah’a karşı sorumluluğunu bilmesi ve yerine getirmesi.

2. Toplumun düzen ve adalet içinde yaşamasını sağlamak.

3. Maddi ve manevi zararlardan korunmak için rehberlik etmek.

. Hayatın tüm yönlerini İslam ahlakı ve hukuku ile düzenlemek.

Bu ilkeler ve kavramlar, İslam hukukunun hem teorik hem de pratik boyutlarını anlamak için temel bir çerçeve sunar.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=oW3FwhRhEqs

 

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2024

KURAN VE SÜNNETİN FIKHA TEMEL OLUŞTURMASI

KURAN VE SÜNNETİN FIKHA TEMEL OLUŞTURMASI[1]

 

Kur’an ve Sünnet’in Fıkıh’a Temel Oluşturması

Fıkıh, İslam’ın bireysel ve toplumsal hayatı düzenleyen pratik hükümlerini inceleyen bir ilim dalıdır. Fıkhın temel dayanakları Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’tir. İslam hukukunun (şeriat) ana kaynağı olan bu iki kaynak, İslam toplumunun dini, ahlaki, sosyal ve hukuki hayatını şekillendiren esasları belirler.

1. Kur’an’ın Fıkıh’a Temel Oluşturması

Kur’an-ı Kerim, İslam’ın ana kaynağıdır ve tüm fıkhi hükümlerin ilk referans noktasıdır. Kur’an, ibadetlerden sosyal ilişkilere, bireysel sorumluluklardan ekonomik ve hukuki düzenlemelere kadar geniş bir yelpazede hükümler içerir.

Kur’an’ın Hüküm Verme Metodu

1. Genel İlkeler:
Kur’an’da bazı hükümler genel ifadelerle verilmiştir. Örneğin:

Adalet: “Allah adaleti, iyiliği ve yakınlara yardım etmeyi emreder…” (Nahl, 16:90).

Haram ve helal: “Size güzel ve temiz olan şeyleri helal, pis olanları ise haram kılar.” (A’râf, 7:157).

2. Detaylı Hükümler:
Bazı alanlarda Kur’an, ayrıntılı hükümler koymuştur:

İbadetler: Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin farz olduğu açıkça belirtilmiştir.

Ceza Hukuku: Hırsızlık (Maide, 5:38), zina (Nur, 24:2) gibi suçların cezaları belirlenmiştir.

Miras Hukuku: Ferâiz ayetlerinde (Nisa, 4:11-12) miras paylaşımı detaylı bir şekilde açıklanmıştır.

Kur’an’ın Hüküm Kaynağı Olarak İşlevi

Kapsayıcılık: Kur’an, fıkhi hükümlerin temel çerçevesini oluşturur. Diğer tüm deliller (Sünnet, icma, kıyas) bu çerçeveye uygun olmalıdır.

Değişmeyen İlkeler: Kur’an’ın getirdiği hükümler zaman ve mekândan bağımsız olarak geçerlidir. Örneğin, faiz yasağı (Bakara, 2:275).

Kur’an’da Detaylandırılmayan Konular

Kur’an, her konuda detaylı bilgi vermez. Bazı meseleler genel ilkelerle geçilir ve ayrıntılar Hz. Peygamber’in Sünnet’i ile açıklanır.

2. Sünnet’in Fıkıh’a Temel Oluşturması

Sünnet, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sözleri, fiilleri ve onaylarından oluşur. Sünnet, Kur’an’ı açıklayan ve tamamlayan ikinci temel kaynaktır.

Sünnet’in İşlevleri

1. Kur’an’ı Açıklama ve Detaylandırma:
Sünnet, Kur’an’da genel ifadelerle belirtilen hükümleri açıklar:

Namazın Kılınışı: Kur’an’da namazın farz olduğu belirtilmiştir (Bakara, 2:43), ancak nasıl kılınacağı Sünnet ile açıklanmıştır.

Zekâtın Oranı: Kur’an, zekâtın verilmesini emreder (Tevbe, 9:60), ancak miktarı ve detayları Sünnet’te belirtilmiştir.

2. Hüküm Koyma:
Sünnet, Kur’an’da yer almayan konularda da hükümler koyar:

Örneğin, köpeğin artığıyla kirlenen bir kabın nasıl temizleneceği gibi detaylar Kur’an’da yer almaz, ancak Sünnet’te açıklanır.

3. Kur’an’ın Hükümlerini Destekleme:
Sünnet, Kur’an’daki hükümlerin uygulanabilirliğini gösterir ve bunları pekiştirir.

Örneğin, faiz yasağını hem Kur’an (Bakara, 2:275) hem de Hz. Peygamber’in hadisleri vurgular.

Sünnet’in Türleri

1. Kavli Sünnet: Hz. Peygamber’in sözleri.

“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.”

2. Fiili Sünnet: Hz. Peygamber’in davranışları.

Örneğin, namaz kılma şekli.

3. Takriri Sünnet: Hz. Peygamber’in, sahabenin yaptığı bir fiili onaylaması.

Örneğin, sahabenin farklı içtihatlarını onaylaması.

Kur’an ve Sünnet’in Birlikte Kullanımı

Kur’an ve Sünnet, fıkhi hükümlerin oluşturulmasında birbirini tamamlayıcı bir yapıya sahiptir:

1. Sünnet, Kur’an’a Uygundur:
Sünnet, hiçbir zaman Kur’an’a aykırı olamaz. Çünkü Hz. Peygamber, Allah’ın vahyine dayalı olarak konuşur (Necm, 53:3-4).

2. Sünnet, Kur’an’ı Destekler ve Açıklar:

Örneğin, Kur’an’da genel olarak geçen “müminlerin temiz olan şeyleri yemesi” (Maide, 5:4) hükmü, Sünnet’te helal ve haram yiyeceklerin açıklanmasıyla detaylandırılmıştır.

3. Sünnet, Yeni Hükümler Getirir:
Kur’an’da geçmeyen meselelerde Sünnet, yeni hükümler koyar ve yönlendirici bir rol üstlenir.

Fıkıh Usulünde Kur’an ve Sünnet’in Yeri

Fıkıh usulü, İslam hukukunun teorik boyutunu ifade eder ve şer’î hükümlerin kaynaklarını ve bu kaynaklardan hüküm çıkarma yöntemlerini ele alır. Kur’an ve Sünnet bu yöntemlerin temelini oluşturur:

1. Birinci Delil: Kur’an

Fıkıh usulüne göre, bir meselede öncelikle Kur’an’a başvurulur.

2. İkinci Delil: Sünnet

Kur’an’da bulunmayan veya genel ifadeler içeren konular için Sünnet’e başvurulur.

3. Sünnet, Kur’an’ı Tamamlar:

Fıkıh usulünde “tafsil” ve “teyit” kavramlarıyla Sünnet’in Kur’an’ı detaylandırıcı ve destekleyici işlevi vurgulanır.
Sonuç

Kur’an ve Sünnet, İslam’ın temel hükümlerinin kaynağıdır ve İslam fıkhının omurgasını oluşturur.

Kur’an, hükümleri belirler, genel ilkeler koyar ve Müslümanların yaşamını yönlendiren ilk kaynaktır.

Sünnet, bu ilkeleri açıklar, detaylandırır ve günlük hayatta uygulanabilir hale getirir.
Bu iki kaynağın uyum içinde çalışması, İslam hukukunun evrenselliğini ve uygulanabilirliğini sağlar.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=nxKoBuDAvyg

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2024

OSMANLIDA EHLİ KİTABIN HUKUKİ DURUMU

OSMANLIDA EHLİ KİTABIN HUKUKİ DURUMU[1]

 

Osmanlı 624 yıl boyunca ehli kitap olan Yahudi ve Hristiyanlara karşı yönetim olsun halk olsun nasıl davranıyor ve bu insanların memnuniyeti ne durumda idi?


Osmanlı İmparatorluğu, İslam hukukunun temel ilkelerinden olan “zımmi” statüsünü benimseyerek, Yahudi ve Hristiyanlara “ehli kitap” olarak özel bir statü tanımıştır. Zımmi statüsü, Müslüman olmayan topluluklara dinlerini özgürce yaşama hakkı tanıyan, ancak belirli vergiler ve bazı sosyal sınırlamalarla düzenlenen bir hukuki çerçeveye dayanıyordu. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışının önemli bir parçasını oluşturuyordu ve 624 yıl boyunca bu politikalar büyük ölçüde uygulanmıştır.

Osmanlı’nın Yönetim Politikaları

1. Dini Özgürlükler: Osmanlı, Yahudi ve Hristiyan topluluklarına ibadet özgürlüğü tanımış, kendi dinî liderleri tarafından yönetilme hakkı vermiştir. Örneğin:

Rum Ortodoks Kilisesi, Fener’deki patrikhane aracılığıyla kendi cemaatini yönetebilmiştir.

Yahudi toplumu, hahambaşılık makamı aracılığıyla organize edilmiştir.

2. Vergilendirme: Zımmiler, cizye adı verilen bir vergi ödemekle yükümlüydü. Bu vergi, askerlik hizmetinden muaf tutulmalarına karşılık alınırdı. Toplanan bu vergiler genellikle yerel halkın refahını artırmak için kullanılırdı.

3. Hukuki Statü: Müslümanlarla aynı hukuki haklara sahip olmasalar da, zımmiler kendi dini mahkemelerinde yargılanabilirdi. Ancak, Müslüman bir kişiyle anlaşmazlık durumunda Osmanlı kadılık sistemi devreye girerdi.

4. Yaşam Tarzı ve Kültür: Osmanlı’nın çok dinli ve çok kültürlü yapısı sayesinde, Yahudi ve Hristiyan toplulukları Osmanlı şehirlerinde sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan aktif roller oynadı. Yahudi toplumu özellikle ticaret ve tıp alanında önemli yer tutarken, Hristiyanlar tarım ve zanaatta öne çıkmıştır.

Memnuniyet ve Tepkiler

Osmanlı yönetimi, Yahudi ve Hristiyanların genel memnuniyetini büyük ölçüde sağlamıştır, ancak bu durum dönemden döneme ve bölgeden bölgeye farklılık gösterebilir:

1. Yahudiler: Osmanlı, 1492’de İspanya’dan sürgün edilen Yahudilere kucak açmış, onları başta İstanbul ve Selanik olmak üzere imparatorluğun çeşitli bölgelerine yerleştirmiştir. Yahudi toplumları Osmanlı’daki bu hoşgörüden büyük ölçüde memnun olmuş ve Osmanlı’yı “kurtarıcı” olarak görmüştür.
2. Hristiyanlar: Osmanlı, özellikle Balkanlar’daki Hristiyan topluluklarına karşı adil bir yönetim politikası izlemeye çalışmıştır. Ancak bazı dönemlerde, yüksek vergiler ya da savaşların etkisiyle yerel halkın memnuniyetsizliği artabilmiştir. Buna rağmen, Osmanlı’nın genel hoşgörüsü, diğer Avrupa devletlerindeki mezhep çatışmalarına kıyasla daha huzurlu bir ortam sağlamıştır.

3. Dönemsel İsyanlar ve Sorunlar: Osmanlı’nın özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda zayıflamaya başlamasıyla, Hristiyan toplulukların bağımsızlık talepleri artmıştır. Bu, yerel memnuniyetsizliklerin artmasına ve dış güçlerin de etkisiyle isyanlara yol açmıştır.

Sonuç

Osmanlı İmparatorluğu’nun Yahudi ve Hristiyanlara yönelik yaklaşımı, dönemin diğer devletleriyle kıyaslandığında genelde daha hoşgörülü ve kapsayıcıdır. Ancak bu durum, tamamen sorunsuz bir sistem anlamına gelmemektedir. Vergilendirme, sosyal sınırlamalar ve Osmanlı’nın gerileme dönemindeki zayıflıkları zaman zaman zımmilerin memnuniyetsizliklerine neden olmuştur. Buna rağmen, Osmanlı, farklı dinlerden halkların yüzyıllarca birlikte barış içinde yaşadığı nadir tarihsel örneklerden biri olarak öne çıkar.

@@@@@

İslamiyette Zimmi hukuku ve gayri Müslimlere karşı nasıl davranılması emredilip tavsiye edilmiştir?

İslam hukukunda zımmi terimi, İslam devleti sınırları içinde yaşayan ve devlete bağlılıklarını beyan ederek koruma altına alınan gayrimüslimleri ifade eder. Zımmi statüsü, Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve İslam hukukçularının içtihatlarına dayanır. İslam, gayrimüslimlere adaletli ve merhametli davranılmasını emreder. Bu bağlamda, zımmi hukuku temel haklar, sorumluluklar ve devletin yükümlülükleri çerçevesinde şekillenir.

İslam’da Zımmilere Karşı Davranış Esasları

1. Koruma ve Güvenlik Garantisi:

Zımmi, İslam devleti tarafından “koruma” altına alınır. Bu, hem canlarını hem mallarını hem de dinlerini kapsar.

Hz. Muhammed’in (sav) şu hadisi, zımmilere kötü davranılmasını yasaklar:

> “Kim bir zımmiye zulmederse, onun haklarını eksiltirse, gücünün üstünde yük yüklerse veya razı olmadığı bir şey alırsa, kıyamet günü onun hasmı ben olurum.” (Ebu Davud, İmare 33)

2. Dini Özgürlük:

Zımmilere kendi dinlerini yaşama özgürlüğü tanınmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de,

> “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256)
ayeti, İslam’ın zorla din değiştirmeyi yasakladığını açıkça ortaya koyar.

3. Adalet:

Zımmilere adaletle muamele edilmesi, Müslümanlara emredilmiştir.

> “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun. Bu, takvaya daha yakındır.” (Maide, 8)

4. Maddi ve Sosyal Güvence:

Zımmiler, İslam devletinin sunduğu genel kamu hizmetlerinden yararlanır. Yoksul zımmilere devlet yardımı yapılması da İslam hukukunun bir parçasıdır.

Hz. Ömer (ra), bir yaşlı Yahudi’ye cizye vergisini ödeyemediği için yardım etmiş ve bu tür insanların vergiden muaf tutulmasını istemiştir.

Zımmilerin Hak ve Sorumlulukları

1. Hakları:

Dinlerini serbestçe yaşama ve ibadet etme hakkı.

Mal, mülk edinme ve ticaret yapma hakkı.

Devlet tarafından korunma hakkı.

Eşit yargılama ve adil bir mahkeme süreci hakkı.

  1. Sorumlulukları:

    Cizye Vergisi: Askerlik yükümlülüğüne karşılık, yetişkin erkek zımmilerden cizye adı verilen bir vergi alınır. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve yoksullar bu vergiden muaf tutulur.

    Devlete Bağlılık: İslam devletine sadık kalmak ve devletin güvenliğini tehlikeye atacak eylemlerde bulunmamak zorundadırlar.

    İslam’da Gayrimüslimlere İyi Davranışın Tavsiye Edilmesi

    İslam’da gayrimüslimlere adil, nazik ve merhametli davranmak özellikle tavsiye edilmiştir:

    1. Düşmanlık Durumu Olmayan Gayrimüslimlere Yaklaşım:

    Kur’an, Müslümanların düşmanlık yapmayan gayrimüslimlere karşı iyi davranmalarını emreder:

    > “Allah, sizinle din hususunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz.” (Mümtehine, 8)

    2. Komşuluk Hakkı:

    Peygamberimiz (sav), Müslüman olmayan komşulara da iyi davranmayı öğütlemiştir:

    > “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Buhari, Edeb 27)

    3. İnsanlık Bağlamında İyilik:

    Gayrimüslim de olsa herkesin insan olduğu bilinciyle davranmak esastır. İslam’ın amacı, barış içinde bir arada yaşamayı sağlamaktır.

    Sonuç

    İslam, gayrimüslimlere karşı temel insan haklarını gözeten bir hukuk ve ahlak anlayışını benimser. Zımmi hukuku, hoşgörü ve adalet ilkelerine dayanır. Bu yaklaşım, tarih boyunca İslam devletlerinde Yahudi ve Hristiyan toplulukların huzurlu bir şekilde yaşamalarına olanak sağlamış ve İslam medeniyetinin kapsayıcı yapısını güçlendirmiştir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=4FJjHkuD6Kc

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2024

FITRATTAKİ TECELLİLER…

FITRATTAKİ TECELLİLER[1]

 

Kâinat, İnsanın Fıtratı ve İlahî Tecelliler

  1. Esma-i İlahiye: Allah’ın Güzel İsimleri.

    1.3. Kâinat, İnsanın Fıtratı ve İlâhî Tecelliler

    Risale-i Nur’a göre kâinat, insanın fıtratı ve İlâhî tecelliler arasında derin bir ilişki vardır. Bu ilişki, kâinatın İlâhî isim ve sıfatların bir aynası olması, insanın bu aynayı okuyabilme yeteneğine sahip olması ve fıtratının bu tecellilere uygun yaratılmış olmasıyla açıklanır.

    1.3.1. Kâinat: İlâhî İsimlerin Büyük Kitabı

    Kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelligâhıdır ve bir kitap gibi okunabilir:

    Her varlık bir ayet: Bir çiçek, Mün’im ve Latîf isimlerini; bir yıldız, Azîm ve Celîl isimlerini yansıtır.

    Kâinattaki düzen: Her şeydeki hikmet ve denge, Allah’ın Hakîm ve Adl isimlerinin bir delilidir.
    Risale-i Nur, kâinatı büyük bir Kur’an olarak nitelendirir ve her bir varlığın Allah’ın varlığına ve birliğine işaret ettiğini söyler.

    1.3.2. İnsan: İlâhî İsimlerin En Büyük Mazharı

    İnsan, yaratılış itibarıyla İlâhî isim ve sıfatların en kapsamlı şekilde tecelli ettiği bir varlıktır:

    Küllî şuur: İnsan, aklıyla tüm kâinatı okuyabilir ve İlâhî isimlerin anlamlarını kavrayabilir.

    İbadet ve şükür: İnsanın asıl yaratılış gayesi, İlâhî tecellilere karşılık şükretmek ve kulluk etmektir.

    Fıtratın Allah’a yönelişi: İnsan, fıtratında Allah’ın isimlerini tanıyıp sevme ve onlara yönelme duygusuyla yaratılmıştır. Örneğin, sevgi Vedûd ismine, merhamet ise Rahîm ismine yönelir.

    1.3.3. İlâhî Tecelliler: Kâinat ve İnsanın Ortak Noktası

    Kâinat ve insan, İlâhî isimlerin farklı boyutlarda tecelli ettiği varlıklardır:

    Kâinatın genişliği İlâhî isimlerin azametini, insanın derinliği ise İlâhî isimlerin hikmetini gösterir.

    İnsan, kâinatta görünen İlâhî tecellileri kendi ruhunda ve hayatında hisseder. Örneğin:

    Hayat tecellisi: İnsan canlıdır ve bu, Allah’ın Hayy isminin bir tecellisidir.

    İlim tecellisi: İnsan öğrenir ve düşünür; bu, Allah’ın Âlim isminin bir yansımasıdır.

    2. Esma-i İlahiye: Allah’ın Güzel İsimleri

    2.1. Esma-i İlahiye’nin Kavramsal Anlamı

    Esma-i İlahiye, Allah’ın zatını, sıfatlarını ve fiillerini tanıtan isimlerdir. Kur’an’da “Esmâü’l-Hüsnâ” olarak anılan bu isimler, Allah’ın güzelliğini, mükemmelliğini ve sonsuzluğunu ifade eder. İlahî isimler, kâinattaki her varlıkta kendini gösteren İlâhî hakikatlerdir.

    2.2. Esma-i İlahiye’nin Özellikleri

    Çok boyutluluk: Her isim, Allah’ın farklı bir yönünü ve tecellisini gösterir.

    Tecellilerin çeşitliliği: İsimler, kâinatta farklı şekillerde ve derecelerde tecelli eder. Örneğin, Rezzak ismi, bir insanın rızkını temin etmesinde olduğu gibi bir karıncanın yiyecek bulmasında da görülür.

    Birlik ve bütünlük: Her isim, diğer isimlerle birlikte tecelli eder. Örneğin, Hakîm ismi hikmetle yaratmayı, Musavvir ismi ise bu yaratmanın şekillenmesini ifade eder.

    2.3. Esma-i İlahiye’nin Kâinatta Tecellisi

    Kâinat, Esma-i İlahiye’nin bir sergisi gibidir:

    Rahman ve Rahîm: Güneşin her sabah doğması ve canlılara hayat vermesi, Allah’ın merhamet ve rahmet sıfatlarının bir tecellisidir.

    Kadir: Atomlardan galaksilere kadar her şeyin Allah’ın kudret elinde olması.

    Adl: Evrendeki düzen ve denge, Allah’ın adaletinin açık bir delilidir.

    2.4. Risale-i Nur’da Esma-i İlahiye’nin Önemi

    Risale-i Nur, Allah’ın isimlerini tefekkür etmenin iman hakikatlerini anlamadaki önemini şu yönlerden ele alır:

    1. Tefekkürî İbadet: Allah’ın isimlerini kâinatta tefekkür etmek, insanı derin bir kulluk şuuruna ulaştırır.

    2. Marifetullah: İlahî isimler, Allah’ı tanımak ve sevmek için bir rehberdir. Risale-i Nur, özellikle Hakîm, Rezzak, Adl, Rahman gibi isimleri kâinat üzerinden açıklar.

    3. İmanın Güçlenmesi: İnsan, Allah’ın isimlerinin tecellilerini gördükçe imanında kuvvet bulur.

    Sonuç

    Kâinat ve insan, Esma-i İlahiye ve İlâhî sıfatların tecelligâhıdır. Risale-i Nur’un rehberliğinde bu tecelliler, iman ve marifet kapılarını açar. İnsan, fıtratındaki şuur ve duygu mekanizmalarıyla bu tecellilere yönelir ve kâinatı bir tefekkür sahası olarak görür. Allah’ın güzel isimlerini anlamak ve onlarla Allah’a yaklaşmak, insanın yaratılış gayesinin bir parçasıdır.

***********  

Esma-i İlahiye ve Sıfat-ı Rabbaniye Nedir?

1.2. Risale-i Nur’da İlahî İsimler ve Sıfatların Önemi.

1.1. Esma-i İlahiye ve Sıfat-ı Rabbaniye Nedir?

Esma-i İlahiye (Allah’ın isimleri), Allah’ın zâtını, sıfatlarını ve fiillerini tanıtan isimlerdir. Her bir isim, Allah’ın bir yönünü, kâinattaki tecellisini ve yaratılıştaki hikmetini ifade eder. Bu isimler, Allah’ın sonsuz güzelliklerini, mükemmelliğini ve kemalini anlamamız için birer anahtardır. Kur’an’da ve hadislerde yer alan doksan dokuz isim (Esmâü’l-Hüsnâ), bu isimlerin en bilinenlerindendir. Örneğin:

Rahman ve Rahim: Sonsuz merhamet ve rahmet sahibi.

Hakîm: Her şeyi hikmetle yaratan ve düzenleyen.

Rezzak: Her varlığın rızkını veren.

Sıfat-ı Rabbaniye, Allah’ın zâtına mahsus sıfatlardır ve O’nun kâinatı yaratma, yönetme ve devam ettirme gibi özelliklerini ifade eder. Bu sıfatlar, genelde zâtî ve subûtî sıfatlar olarak ikiye ayrılır:

Zâtî Sıfatlar: Allah’a has olan ve başka hiçbir varlıkta bulunmayan sıfatlardır (Vücud, Kıdem, Beka, Muhalefetün li’l-havadis, Kıyam bi nefsihi, Vahdaniyet).

Subûtî Sıfatlar: Allah’ın varlık ve kudretini ifade eden özelliklerdir (Hayat, İlim, İrade, Kudret, Sem’, Basar, Kelâm, Tekvin).

Kâinatta Tecelli:
Esma-i İlahiye ve sıfat-ı Rabbaniye, kâinatta mükemmel bir şekilde tecelli eder. Her varlık, Allah’ın bir ismini veya sıfatını yansıtan bir ayet gibidir. Örneğin:

Bir çiçekteki estetik ve simetri, Musavvir ismini.

Canlıların rızıklanması, Rezzak ismini.

Kâinattaki mükemmel düzen, Hakîm ve Adl isimlerini gösterir.

1.2. Risale-i Nur’da İlahî İsimler ve Sıfatların Önemi

Risale-i Nur, Esma-i İlahiye ve sıfat-ı Rabbaniye üzerinde yoğunlaşır ve bunları insanın Allah’ı tanıması için bir rehber olarak sunar. Bu isimler ve sıfatlar, Risale-i Nur’un birçok yerinde detaylı bir şekilde açıklanır:

1.2.1. İman ve Marifetullah İlişkisi

Risale-i Nur, Allah’ın isim ve sıfatlarını tanımanın imanı güçlendirdiğini vurgular. Marifetullah (Allah’ı tanıma), isimler ve sıfatlar üzerinden gerçekleşir. İnsan, kâinatta tecelli eden bu isimleri tefekkür ederek Allah’ın varlığını ve birliğini derinlemesine idrak eder. Örneğin:

23. Söz: Allah’ın isimlerini kâinatın diliyle anlatır.

32. Söz: İlahî isimlerin kâinattaki tecellilerini detaylandırır.

1.2.2. Tefekkür ve İbadet

Risale-i Nur’a göre, Allah’ın isim ve sıfatları, insanın tefekkür yoluyla Allah’a yaklaşmasını sağlar. Tefekkür, sadece kâinata bakmak değil, her varlıkta Allah’ın isimlerinin tecellisini görmektir.

Bir çiçekte Allah’ın Latîf ve Mün’im isimlerini görmek.

Gökyüzündeki yıldızlarda Allah’ın Celâl ve Azîm isimlerini hissetmek.

1.2.3. İnsan ve Esma-i İlahiye

İnsan, Allah’ın isim ve sıfatlarının en kapsamlı mazharıdır. İnsan yaratılış itibarıyla Allah’ın pek çok ismini yansıtır:

Aklıyla Âlim ismini.

Merhametiyle Rahîm ismini.

Gücüyle Kadir ismini.

1.2.4. Tevhid ve Esma-i İlahiye

Risale-i Nur, her bir ismin Allah’ın birliğine işaret ettiğini öğretir. Her şeyin yaratılışı, Allah’ın isimlerinin bir tecellisi olduğuna göre, bu isimlerin sahibi de birdir. Bu hakikat, özellikle 33. Sözde vurgulanır:

Sonuç

Risale-i Nur’da Esma-i İlahiye ve sıfat-ı Rabbaniye, insanın imanını, ibadetini ve tefekkürünü şekillendiren temel unsurlardır. İnsanın Allah’ı tanıması ve sevmesi, bu isim ve sıfatların idrakiyle mümkündür. Kâinat, bu hakikatlerin bir yansıması; insan ise bu hakikatlerin okuyucusu ve anlamlandırıcısıdır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=pVeLn3pAw5U

Loading

No ResponsesAralık 22nd, 2024

İLAHİ TECELLİLER

İLAHİ TECELLİLER[1]

 

Külli ve Cüzi Tecelliler: Kâinat ve İnsan Üzerindeki Yansımalar

2.4. Rahman, Rahim ve Hakim: İnsanın İman ve İbadetindeki Yeri.

2.3. Küllî ve Cüz’î Tecelliler: Kâinat ve İnsan Üzerindeki Yansımalar

Risale-i Nur, İlâhî isimlerin tecellilerini küllî ve cüz’î olarak iki farklı düzlemde ele alır. Bu kavramlar, Allah’ın isimlerinin kâinatın genelinde ve insan gibi bireysel varlıklar üzerinde farklı boyutlarda tecelli ettiğini ifade eder.

2.3.1. Küllî Tecelliler: Kâinattaki Genel Yansımalar

Küllî tecelliler, İlâhî isimlerin kâinatın bütünü üzerindeki geniş ve kapsayıcı yansımalarıdır. Allah’ın kudreti ve hikmeti, kâinatın büyük düzeni içinde kendini gösterir.

Kâinatın düzeni: Güneş sistemi, galaksiler, doğa kanunları, İlâhî isimlerin küllî bir tecellisidir. Hakîm, Kadir ve Adl isimleri bu düzende kendini belirgin bir şekilde gösterir.

Ekosistemler ve evrensel denge: Yeryüzündeki canlılar arasındaki uyum, Rezzak ve Rahman isimlerinin geniş bir tecellisidir.

Örnek:
Güneşin doğması ve ışık vermesi, yalnızca bir insanın değil, tüm canlıların ihtiyaçlarına hizmet eden küllî bir tecellidir. Bu olay, Rahman ve Nur isimlerinin evrensel bir yansımasıdır.

2.3.2. Cüz’î Tecelliler: İnsan Üzerindeki Özel Yansımalar

Cüz’î tecelliler, İlâhî isimlerin bireysel varlıklar üzerindeki detaylı ve ince yansımalarıdır. İnsan, bu tecellilerin en kapsamlı şekilde görüldüğü varlıktır.

Her bireyin rızkı: Allah’ın Rezzak ismi, her canlıya özel olarak rızık verişinde tecelli eder.

İnsanın duyguları ve yetenekleri: Akıl, sevgi, şefkat gibi özellikler, Âlim, Vedûd ve Rahîm isimlerinin cüz’î tecellileridir.

Örnek:
Bir bebeğin annesinden süt emmesi, Allah’ın Rezzak ve Rahîm isimlerinin bireysel bir tecellisidir. Bu olay, hem annenin şefkatinde hem de bebeğin ihtiyaçlarının karşılanmasında görünür.

2.3.3. Küllî ve Cüz’î Tecellilerin Birlikteliği

Küllî ve cüz’î tecelliler birbirini tamamlar. Risale-i Nur, her bir cüz’î tecellinin aslında küllî bir düzenin parçası olduğunu vurgular:

Bir çiçeğin varlığı (cüz’î), kâinattaki ekosistemle (küllî) uyum içindedir.

İnsan, kâinatın genel düzenini kavrayabilen bir varlık olarak küllî tecellileri cüz’î boyutta hisseder.

2.4. Rahman, Rahîm ve Hakîm: İnsanın İman ve İbadetindeki Yeri

Risale-i Nur, Rahman, Rahîm ve Hakîm isimlerini, insanın iman ve ibadet hayatında rehber kılacak şekilde açıklar. Bu isimler, insanın Allah’ı tanımasında, imanını güçlendirmesinde ve ibadetine derinlik kazandırmasında önemli rol oynar.

2.4.1. Rahman İsmi: Evrensel Merhametin Kaynağı

Rahman, Allah’ın rahmet ve merhametinin tüm varlıklara şamil olduğunu ifade eder.

Evrensel tecelli: Güneş, hava, su gibi nimetler, tüm canlılara Allah’ın Rahman isminin bir lütfudur.

İnsana etkisi: İnsan, Rahman ismini tefekkür ederek Allah’ın sonsuz merhametini ve şefkatini hisseder. Bu tefekkür, insanın ibadetine şükür boyutunu ekler.

2.4.2. Rahîm İsmi: Şefkatin ve Yakın İlginin Kaynağı

Rahîm, Allah’ın rahmetinin özel ve bireysel yansımalarını ifade eder.

Bireysel tecelli: Bir insanın ihtiyaçlarının en ince detaylarına kadar karşılanması, Rahîm isminin tecellisidir.

İnsana etkisi: İnsan, bu ismi tefekkür ederek Allah’a yakınlık hisseder. İbadetlerinde samimiyet ve teslimiyet artar.

2.4.3. Hakîm İsmi: Hikmet ve Düzenin Kaynağı

Hakîm, Allah’ın her işinde hikmetli bir düzen bulunduğunu ifade eder.

Kâinattaki hikmet: Doğadaki düzen ve insanın yaratılışındaki mükemmellik, Hakîm isminin açık delilleridir.

İnsana etkisi: İnsan, hayatındaki olaylarda hikmet arayarak sabırlı ve teslimiyetkâr olur. İbadetlerini hikmetli bir düzen içinde yerine getirir.

2.4.4. İman ve İbadetteki Yeri

İman: İnsan, Rahman ve Rahîm isimlerini tefekkür ederek Allah’ın şefkatini ve sevgisini hisseder; Hakîm ismini düşünerek olayların hikmetine inanır.

İbadet: Bu isimler, ibadetlere derin bir anlam katar. Şükür, sabır ve teslimiyet, bu isimlerin yansımasıdır.

Sonuç

Rahman, Rahîm ve Hakîm isimleri, insanın Allah’ı tanımasında ve O’na olan kulluk bilincinde temel rehberlerdir. Küllî ve cüz’î tecelliler ise insanın hem bireysel hayatında hem de kâinatta İlâhî isimlerin yansımalarını anlamasına yardımcı olur. Risale-i Nur, bu tecellilerin tefekkürünü iman ve ibadetle bütünleştirerek insanın varoluşsal anlam arayışına ışık tutar.

*****************  

İsimlerin Tevhid ve Marifetullah’a Açılan Kapısı

2.2. Cemal ve Celal İsimlerinin Tecellileri.

2.1. İsimlerin Tevhid ve Marifetullah’a Açılan Kapısı

Allah’ın isimleri, O’nun zatını, sıfatlarını ve fiillerini anlamamız için birer anahtardır. Risale-i Nur’a göre, Esma-i İlahiye, Tevhid (Allah’ın birliği) hakikatine ve Marifetullah’a (Allah’ı tanıma) açılan en önemli kapılardır:

2.1.1. Tevhid’in İspatı

Her bir İlâhî isim, Allah’ın birliğine ve sonsuz kudretine işaret eder. Risale-i Nur, kâinatta görünen her bir ismin diğer isimlerle birlikte tecelli ettiğini ve bunun Tevhid’e delil olduğunu vurgular:

İsimlerin Birbirini Desteklemesi:

Rezzak ismi, Allah’ın her canlıya rızık verdiğini gösterir; ancak bu rızkın temininde Rahman, Kerim ve Hakîm isimleri de tecelli eder.

Bir meyve, sadece Musavvir isminin değil, aynı zamanda Kadir, Rahman ve Rezzak isimlerinin birlikte tecellisidir.

Her şeyde Allah’a Açılan Bir Kapı:

2.1.2. Marifetullah’ın Derinleşmesi

Allah’ın isimlerini tefekkür etmek, O’nun büyüklüğünü ve mükemmelliğini tanımamıza yol açar.

Kâinat Kitabı: Kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının yazıldığı büyük bir kitaptır. İnsan, bu kitabı okumakla Marifetullah yolunda ilerler.

İnsanın Şuuru: İnsan, İlâhî isimleri okuyabilen ve anlamlandırabilen bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu sayede, her varlıkta Allah’ın varlığını ve birliğini idrak edebilir.

2.1.3. Risale-i Nur’un Yaklaşımı

Risale-i Nur, İlâhî isimlerin Tevhid ve Marifetullah’ı anlamadaki önemini şu şekilde açıklar:

İmanî Derinlik: Esma-i İlahiye, iman hakikatlerini derinlemesine kavramamıza yardımcı olur. Özellikle, “33 Pencere” bölümünde her bir pencerenin Allah’ın varlığına ve birliğine nasıl işaret ettiğini anlatır.

Tevhidî Bakış: Her şeyin bir elden çıktığını görmek, kâinattaki düzenin bir yaratıcının eseri olduğunu anlamamıza yardımcı olur.

2.2. Cemal ve Celal İsimlerinin Tecellileri

Allah’ın isimleri genelde iki kategoriye ayrılır: Cemal (güzellik) isimleri ve Celal (azamet ve heybet) isimleri. Risale-i Nur, bu isimlerin kâinattaki yansımalarını ayrıntılı bir şekilde açıklar.

2.2.1. Cemal İsimlerinin Tecellileri

Cemal isimleri, Allah’ın rahmet, lütuf, güzellik ve şefkatini ifade eden isimlerdir. Bu isimler, kâinatta görünen güzelliklerde ve insanın ruhunda derin etkiler bırakır:

Rahman ve Rahîm: Canlıların ihtiyaçlarının karşılanması, anne şefkatinde ve doğanın bolluğunda tecelli eder.

Latîf: Kâinatta sanat ve incelik; bir çiçekteki renkler, bir kelebeğin kanatlarındaki desenler bu ismin tecellisidir.
Kerim: Allah’ın ihsanı ve cömertliği; insanın ihtiyaçlarının fazlasıyla karşılanması.

Vedûd: Sevgi ve merhamet; anne ve evlat arasındaki bağ, toplumsal dayanışma Vedûd isminin yansımalarıdır.

Cemal isimlerinin tecellileri:

Güneşin doğmasıyla hayatın başlaması.

Bahar mevsiminde bitkilerin çiçek açması.

İnsanların şefkat ve sevgi ile birbirine bağlanması.

2.2.2. Celal İsimlerinin Tecellileri

Celal isimleri, Allah’ın azametini, kudretini ve heybetini ifade eden isimlerdir. Bu isimler, kâinattaki düzen, ölüm ve yeniden dirilme gibi tecellilerde görünür:

Azîm: Kâinatın büyüklüğü ve düzeni; galaksiler ve yıldızların azameti.

Cebbâr: Tahrip olanı tamir etme, ölümden sonra yeniden diriltme.

Kahhâr: Allah’ın her şeyi kontrol etmesi; kötülüğü yok etmesi.

Celîl: Allah’ın büyüklüğü ve heybeti; dağların görkemi, fırtınaların şiddeti.

Celal isimlerinin tecellileri:

Fırtınalar, depremler ve volkanik patlamalar.

Ölüm ve yeniden dirilme kanunları.

Kâinattaki büyüklük ve sonsuzluk hissi.

2.2.3. Cemal ve Celal’in Birlikteliği

Risale-i Nur, Cemal ve Celal isimlerinin her zaman birlikte tecelli ettiğini vurgular.

Baharın güzelliği (Cemal), kışın tahribatı (Celal) ile birlikte gelir.

İnsan hayatındaki nimetler (Cemal), ölüm (Celal) ile tamamlanır.

Sonuç

Cemal ve Celal isimleri, kâinatta zıtlık gibi görünen mükemmel bir uyumu ifade eder. Risale-i Nur, bu isimlerin tecellilerini okuyarak Allah’ın azametini, rahmetini ve hikmetini idrak etmemizi sağlar. İlahî isimler, Tevhid’i anlamamızda ve Marifetullah yolunda ilerlememizde vazgeçilmez rehberlerdir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=vS0pERC0nkk

Loading

No ResponsesAralık 22nd, 2024

KAİNATTA GÖRÜLEN İLAHİ İSİMLER

KAİNATTA GÖRÜLEN İLAHİ İSİMLER[1]

 

Kâinatta Tecelli Eden İsimler

Halik: Yaratılışın Güzelliği
Rezzak: Rızık ve İnsanın Muhtaçlığı
Şafi: Şifa ve Rahmetin Yansıması.

Kâinatta Tecelli Eden İsimler

Kâinatta görülen düzen, güzellik, hikmet ve rahmet, İlâhî isimlerin tecellilerinin bir yansımasıdır. Risale-i Nur, Allah’ın isimlerinin kâinattaki yansımalarını tefekkür ederek, iman ve marifetullah yolunda derinleşmeyi teşvik eder. Bu bölümde, özellikle Hâlık, Rezzak ve Şâfî isimlerinin tecellileri üzerinde durulacaktır.

Hâlık: Yaratılışın Güzelliği

Hâlık İsminin Anlamı

Hâlık, yaratıcı olan Allah demektir. Allah, yoktan var eden ve yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratan yegâne varlıktır.

Yoktan var etmek: Her bir varlık, Allah’ın yaratıcı sıfatının bir delilidir.

Sanat ve hikmet: Allah, yarattığı her şeyi hikmetle ve kusursuz bir sanatla var eder.

Kâinattaki Tecellileri

Atomlardan galaksilere: En küçük yapı taşı olan atomlardan en büyük galaksilere kadar her şeyde Hâlık isminin yansıması vardır.

Canlıların çeşitliliği: Her bir canlının kendine has özellikleri, Allah’ın yaratmadaki sanatını gösterir.

İnsanın Fıtratında Tecellisi

İnsanın vücudu, mükemmel bir yaratılış örneğidir.

Organların düzeni: Her organ, ayrı bir hikmetle yaratılmıştır. Örneğin, gözün görmesi, kalbin çalışması, Allah’ın yaratıcı gücünü gösterir.

İnsan aklı: İnsan aklı, Hâlık isminin en mükemmel tecellilerindendir.

Rezzak: Rızık ve İnsanın Muhtaçlığı

Rezzak İsminin Anlamı

Rezzak, bütün mahlûkatın rızkını veren Allah demektir. Allah, ihtiyaçları sınırsız olan canlıların rızkını eksiksiz ve düzenli bir şekilde temin eder.

Genel anlamda rızık: Yiyecek, içecek gibi bedensel ihtiyaçlar.

Manevî rızık: İlham, bilgi ve ruhun gıdası olan iman ve marifet.

Kâinattaki Tecellileri

Canlıların beslenmesi: Kuşların, balıkların, insanların ihtiyaçlarını karşılayan düzen, Rezzak isminin geniş bir tecellisidir.

Doğanın sunumu: Toprağın ürün vermesi, yağmurun yağması ve güneşin ışığı, Allah’ın rızık veren sıfatının delillerindendir.

İnsanın Fıtratında Tecellisi

Muhtaçlık: İnsan, sürekli bir şekilde rızka muhtaçtır. Bu ihtiyaç, insanı Allah’a yönlendirir.

Şükür ve tefekkür: İnsan, rızkını düşünerek Allah’ın nimetlerine şükreder ve O’nun Rezzak ismini tefekkür eder.

3.2.3. Şâfî: Şifa ve Rahmetin Yansıması

Şâfî İsminin Anlamı

Şâfî, hastalıklara şifa veren Allah demektir. İnsan bedenindeki iyileşme mekanizmaları ve tıbbi tedavilerin tesirli olması, Allah’ın Şâfî isminin bir tecellisidir.

Şifa veren: Hastalıkları gideren ve bedenin dengesini yeniden sağlayan Allah’tır.

Rahmetin bir boyutu: Şifa, Allah’ın rahmetinin somut bir göstergesidir.

Kâinattaki Tecellileri

Doğadaki şifa kaynakları: Bitkiler, mineraller ve diğer doğal unsurlar, Şâfî isminin birer tecellisidir.

Hastalıklara karşı direnç: İnsan bedeninin hastalıklara karşı kendini yenileme kapasitesi, Şâfî isminin yansımasıdır.

İnsanın Fıtratında Tecellisi

Hastalığın hikmeti: Hastalık, insanın Allah’a olan acziyetini hatırlatan bir vesiledir.

Şifada tefekkür: İnsan, hastalıktan sonra gelen iyileşmeyi düşünerek Allah’ın rahmetini ve kudretini tefekkür eder.

Sonuç

Hâlık, Rezzak ve Şâfî isimleri, Allah’ın kâinattaki faaliyetlerinin ve insan üzerindeki lütuflarının açık delilleridir. Risale-i Nur, bu isimlerin tecellilerini tefekkür ederek, insanın imanını derinleştirmesini ve Allah’a olan kulluk şuurunu artırmasını sağlar. Yaratılışın güzelliği, rızıkların düzeni ve şifanın rahmeti, Allah’ın varlığını ve birliğini en açık şekilde gösterir.

**************

Tecelliyat: İlahî İsimlerin Faaliyet Alanları

3.1. Tecelli Kavramı ve Risale-i Nur’da İzahı
3. Tecelliyat: İlâhî İsimlerin Faaliyet Alanları

İlâhî isimlerin tecelliyatı, Allah’ın sıfat ve isimlerinin kâinat ve mahlûkat üzerindeki yansımalarıdır. Risale-i Nur, bu kavramı detaylı bir şekilde ele alarak, tecellilerin hem kâinattaki hem de insan hayatındaki yansımalarını derinlemesine inceler. Bu bölümde, tecelli kavramı ve Risale-i Nur’daki izahı ele alınacaktır.

3.1. Tecelli Kavramı ve Risale-i Nur’da İzahı

3.1.1. Tecelli Nedir?

Tecelli, Allah’ın isim ve sıfatlarının mahlûkatta görünmesi ve onların vasıtasıyla Allah’ın bilinmesidir. Bu kavram, Allah’ın varlıklar üzerindeki hâkimiyetini, iradesini ve hikmetini anlamamız için temel bir köprüdür.

Manası: Tecelli, “yansıma” anlamına gelir. Allah’ın isimlerinin her bir varlık üzerinde farklı şekillerde yansıması, O’nun varlığının ve birliğinin delillerindendir.

Süreklilik: Tecelli, sürekli bir faaliyeti ifade eder. Risale-i Nur, bu tecellileri bir nehir akışına veya sürekli yazılan bir kitaba benzetir.

3.1.2. Risale-i Nur’da Tecelli Kavramı

Risale-i Nur, tecelli kavramını üç temel perspektiften açıklar:

1. İsimlerin Tecellisi:
İlâhî isimler, varlık âleminin her zerresinde yansır. Her varlık, bir veya daha fazla İlâhî ismin tecellisine sahne olur.

Rezzak ismi: Rızık veren Allah’ın tecellisi, tüm canlıların beslenmesiyle görünür.

Şafi ismi: Şifa veren Allah, hasta bir bedenin iyileşmesinde tecelli eder.

2. Sıfatların Tecellisi:
Allah’ın sıfatları (ilmi, iradesi, kudreti gibi), kâinattaki düzen ve faaliyetlerde açıkça tecelli eder.

İlim: Allah’ın sonsuz ilmi, atomlardan galaksilere kadar her varlığın düzeninde görülür.

Kudret: Kâinatın varlığı ve sürekliliği, Allah’ın kudretinin tecellisidir.

3. Fiillerin Tecellisi:
Allah’ın fiilleri (yaratma, yaşatma, öldürme gibi), İlâhî isimlerin tecellilerini ortaya çıkarır.

Hayat verme: Canlıların varoluşu, Allah’ın yaratıcı fiilinin (Hâlık) tecellisidir.

Öldürme ve yeniden diriltme: Ölüm ve diriliş döngüsü, Allah’ın Mümît ve Muhyî isimlerinin yansımasıdır.

3.1.3. Tecellinin Dereceleri

1. Küllî Tecelliler:
Kâinatın geneline yayılan tecellilerdir. Örneğin:

Güneşin tüm dünyayı aydınlatması, Allah’ın Nur isminin küllî bir tecellisidir.

Mevsimlerin değişimi ve rızkın tüm mahlûkata ulaşması, Rahman isminin geniş tecellilerindendir.

2. Cüz’î Tecelliler:
Tek bir varlık veya olay üzerindeki tecellilerdir. Örneğin:

Bir bebeğin doğumu, Hâlık ve Rezzak isimlerinin cüz’î tecellisidir.

Bir yaprağın ince nakışları, Latîf ve Musavvir isimlerinin bireysel bir yansımasıdır.
3.1.4. Tecelli ve İnsan

Risale-i Nur, tecellilerin en mükemmel yansımasının insan üzerinde gerçekleştiğini vurgular.

İnsanın Aynalığı: İnsan, İlâhî isimlerin hem küllî hem de cüz’î tecellilerini anlamaya ve idrak etmeye en uygun varlıktır.

Kalp ve Akıl: İnsan, İlâhî isimlerin tecellilerini kalbi ve aklıyla okuyabilir. Örneğin:

Âlim isminin tecellisini, kâinattaki hikmet ve düzeni anlayarak idrak eder.

Rahîm isminin yansımasını, kendi hayatındaki merhamet tecrübelerinde hisseder.

3.1.5. Tecellinin Amacı

Allah, isim ve sıfatlarının tecellileriyle mahlûkatı yaratır ve bu yaratılışla kendini tanıttırır. Tecellilerin amacı:

Marifetullah: İnsan, tecellileri okuyarak Allah’ı tanır.

Şükür ve İbadet: Tecellileri gören insan, Allah’a olan şükranını ve ibadetini artırır.

Sonuç

Tecelli, İlâhî isim ve sıfatların varlık âlemindeki faaliyetlerini ve yansımalarını ifade eder. Risale-i Nur, tecelli kavramını, Allah’ı tanımanın ve insanın O’na olan kulluk bilincini artırmanın bir yolu olarak açıklar. Tecelliler, kâinatı bir kitap gibi okumayı ve bu okumayla iman, marifet ve şükürde derinleşmeyi sağlar.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=IQdfIjG-hYs

Loading

No ResponsesAralık 22nd, 2024