Maneviyat öncülerinden Peygamberler ve peygamberlik.

Maneviyat öncülerinden Peygamberler ve peygamberlik.


Maneviyat Öncüleri: Peygamberler ve Peygamberlik

Tarih boyunca insanlar, varoluşun anlamını ve hayatın gayesini kavrayabilmek için manevi önderlere ihtiyaç duymuştur. Bu bağlamda peygamberler, insanlığın manevi rehberleri ve ilahi mesajın taşıyıcıları olarak, tarih boyunca önemli bir rol üstlenmişlerdir. Peygamberlik, insanlık tarihinde yalnızca dini bir olgu değil, aynı zamanda ahlaki ve toplumsal bir dönüşüm hareketi olarak da kabul edilebilir.

Peygamberlik Nedir?

Peygamberlik, Allah’ın seçtiği kullarına, insanlara doğru yolu göstermek amacıyla vahiy yoluyla mesaj iletme görevidir. Bu seçilmiş kişiler, Allah ile insanlar arasında bir elçi rolü üstlenirler. Peygamberlik, yalnızca dini bir çağrı değil, aynı zamanda insanların ahlaki, toplumsal ve bireysel düzeyde yükselmesini sağlayan bir rehberliktir.

Kur’an-ı Kerim’e göre peygamberler, insanlara tevhid inancını, yani Allah’ın birliğini anlatmak, ibadet şekillerini öğretmek ve doğru ile yanlışı ayırt etmeleri için yol göstermekle görevlendirilmiştir. Peygamberlerin getirdiği mesajlar, insanlara hem dünyalarını hem de ahiretlerini inşa edebilecekleri bir yol haritası sunar.

Peygamberlerin Ortak Özellikleri

Peygamberler, ilahi rehberliklerini ve ahlaki üstünlüklerini ortaya koyan bazı ortak özelliklere sahiptir:

1. Doğruluk (Sıdk): Peygamberler, asla yalan söylemezler ve tüm yaşamları boyunca dürüstlükleriyle tanınmışlardır.

2. Güvenilirlik (Emanet): İnsanlar, peygamberlere sonsuz bir güven duymuştur.

3. Aklî ve Manevî Olgunluk (Fetanet): Peygamberler, toplumu anlama ve onlara rehberlik etme kabiliyetine sahiptir.

4. Tebliğ: İlahi mesajı, hiç değiştirmeden ve eksiltmeden insanlara iletmişlerdir.

5. Masumiyet: Peygamberler, büyük günahlardan korunmuş ve hata yapmaktan uzak tutulmuşlardır.

Peygamberlerin Manevi Rolü

Peygamberler, sadece bir dini sistemin kurucuları değil, aynı zamanda bir toplumun ahlaki ve manevi temellerini inşa eden öncülerdir. Onların öğretileri, insanları bireysel bencillikten toplumsal dayanışmaya yönlendirmiştir.

Hz. Adem, insanlığın ilk peygamberi ve ilk manevi rehberi olarak, Allah’ın insanlığa olan yakınlığını ve merhametini temsil eder. Hz. İbrahim, tevhid inancını yeniden canlandırarak putperestliği reddetmiş ve insanlığa mutlak bir teslimiyet örneği sunmuştur. Hz. Musa, toplumunu esaretten kurtararak adaletin ve özgürlüğün sembolü olmuştur. Hz. İsa, sevgi, merhamet ve sabrı öğreterek insanların kalplerine dokunmuştur. Hz. Muhammed (s.a.v.), insanlığa ahlakın en yüce örneklerini göstermiş ve tüm insanlığa hitap eden evrensel bir mesaj bırakmıştır.

Peygamberlik ve İnsanlığın Manevi Yükselişi

Peygamberlerin rehberliği, insanlığın manevi yükselişi için bir anahtar niteliğindedir. Onların mesajları, insanın içsel yolculuğuna ışık tutar. Bu mesajlar, yalnızca ibadetlere değil, aynı zamanda toplumsal adalete, bireysel ahlaka ve tüm insanlık için bir huzur düzenine işaret eder.

Peygamberlik, bir topluma sadece dini bir inanç sistemi getirmekle kalmaz, aynı zamanda ahlaki değerlerin, adaletin ve huzurun tesis edilmesini de sağlar. İnsanlık, peygamberlerin izinden giderek, hem bireysel hem de toplumsal seviyede yücelmeyi başarabilir.

Sonuç

Peygamberler, insanlığın manevi yolculuğunda ışık tutan rehberlerdir. Onların öğretileri, sadece yaşadıkları dönemi değil, günümüzü ve geleceğimizi de şekillendirmektedir. Peygamberlik, Allah’ın insanlığa olan rahmetinin bir tezahürü olarak, her çağda ve her toplumda insanlara doğru yolu göstermiştir. Onların mesajları, sevgi, adalet, merhamet ve barış gibi evrensel değerleri kuşanarak insanlığı hakikate ulaştırmayı hedeflemiştir.

Bu yüzden, peygamberleri tanımak ve onların öğretilerini anlamak, hem bireysel hem de toplumsal huzur ve kurtuluş için vazgeçilmez bir adımdır.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 31st, 2024

KELAM İLMİNİN İNANÇ PROBLEMLERİNE ÇÖZÜMÜ

KELAM İLMİNİN İNANÇ PROBLEMLERİNE ÇÖZÜMÜ[1]

 

Kelam ilmi hangi problemlere ne gibi çözümler sunar?


Kelâm İlmi Hangi Problemlere Çözümler Sunar ve Bu Çözümler Nelerdir?

Kelâm ilmi, İslam inanç esaslarını anlamayı, savunmayı ve çağın ihtiyaçlarına uygun şekilde yorumlamayı amaçlayan bir disiplindir. Geçmişte olduğu gibi bugün de kelâm ilmi, bireysel, toplumsal, felsefî ve bilimsel problemlerle ilgili önemli çözümler sunmaktadır. Aşağıda kelâm ilminin çözüm sunduğu temel problemler ve sunduğu çözümler ele alınmıştır.

1. Allah’ın Varlığı ve Birliği ile İlgili Problemler

Problem:

Ateizm, agnostisizm ve panteizm gibi akımlar Allah’ın varlığını ve birliğini sorgulamakta, gençler arasında bu şüpheler artmaktadır.

Bilimsel bulguların dinî inançlarla çeliştiği iddiası dile getirilmektedir.

Çözüm:

Delillere Dayalı Savunma: Kelâm ilmi, Allah’ın varlığını kozmolojik, teleolojik (düzen delili) ve ahlaki delillerle rasyonel bir şekilde savunur.

Kozmolojik Delil: Evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu ispat eder.

Düzen Delili: Evrendeki düzen ve tasarım, Allah’ın birliğine işaret eder.

Bilimle Uyumlu Yaklaşım: Kelâm, modern bilimsel bulguları (örneğin evrenin başlangıcı, evrensel düzen gibi) Allah’ın varlığını ispat için kullanır.

2. Kader ve İnsanın İradesi İle İlgili Problemler

Problem:

Kader anlayışının yanlış anlaşılması, insan iradesinin yok sayılmasına veya Allah’a adaletsizlik isnat edilmesine yol açmaktadır.

“İnsan özgür mü, yoksa kaderin bir oyuncağı mı?” sorusu felsefî ve dinî tartışmalara sebep olmaktadır.

Çözüm:

Cüzi ve Külli İrade Ayrımı: Kelâm, insanın özgür iradesi (cüzi irade) ile Allah’ın mutlak iradesini (külli irade) dengeleyen bir açıklama sunar. İnsan, kendi seçimlerinden sorumlu tutulur, ancak bu seçimler Allah’ın ilmi dahilindedir.

İrade ve Sorumluluk İlişkisi: İnsanın irade sahibi olduğu ve yaptıklarından sorumlu tutulduğu, Allah’ın ise mutlak kudret ve irade sahibi olduğu izah edilir.

3. Ahiret İnancı ile İlgili Şüpheler

Problem:

Ahiret inancı, modern materyalist düşüncenin etkisiyle sorgulanmakta; ölümden sonra hayatın varlığı aklen nasıl ispatlanabilir sorusu gündeme gelmektedir.

Çözüm:

Fıtrat ve Ahlak Delili: İnsan fıtratında adalet beklentisi vardır. Dünyada tam anlamıyla adalet gerçekleşmediği için bir ahiret hayatının varlığı zorunludur.

Bilimsel ve Mantıksal İspatlar: Kelâm, biyolojik ölümle ruhun varlığının sona ermeyeceğini, Allah’ın kudretiyle yeniden dirilişin mümkün olduğunu aklen temellendirir.

4. Bilim ve Din Çatışması

Problem:

Bilimsel teoriler (örneğin evrim, big bang) ile dinî inançlar arasında çatışma olduğu iddia edilmekte ve bu durum gençlerde dinî şüphelere yol açmaktadır.

Çözüm:

Uyum Yaklaşımı: Kelâm ilmi, din ile bilim arasında çelişki olmadığını, bilimsel gerçeklerin İslam’ın inanç esaslarıyla uyumlu olduğunu açıklar.

Evrim Teorisi: İslam, yaratılışın çeşitli safhalardan geçmiş olabileceğini kabul edebilir; önemli olan yaratıcı iradenin varlığını savunmaktır.

Big Bang: Evrenin bir başlangıcı olduğu fikri, kelâmın yaratılış inancını destekler.

Bilimin Sınırlarını Gösterme: Bilimin sadece fiziksel dünyayı açıklayabileceğini, metafizik ve manevi meselelerde sınırlı olduğunu ortaya koyar.

5. Sekülerizm ve Ateizm

Problem:

Modern dünyada sekülerleşme, dini bireysel bir mesele hâline getirmekte ve sosyal hayattan dışlamaktadır.

Ateizm, Allah’ın varlığı ve dinin gerekliliğini sorgulamakta, dinin insanlık için gereksiz olduğunu savunmaktadır.

Çözüm:

Dinin Sosyal Hayattaki Rolünü Vurgulama: Kelâm, dinin toplumsal barış, adalet ve ahlak açısından insanlık için vazgeçilmez olduğunu aklen savunur.

Ateizme Rasyonel Cevaplar: Allah’ın varlığını aklî delillerle ispat eder; ahlakın, evrenin ve yaşamın anlamının ancak Allah’ın varlığıyla açıklanabileceğini gösterir.

6. Modern Etik Sorunlar

Problem:

Yapay zekâ, genetik mühendisliği, ötanazi gibi modern etik sorunlara İslam’ın nasıl bir çözüm sunduğu konusunda belirsizlikler yaşanmaktadır.

Çözüm:

İlahi Adalet ve Hikmet: Kelâm, Allah’ın adalet ve hikmetine dayanarak bu tür meselelerde İslam’ın bakış açısını açıklar.

Yapay zekâ ve teknolojik ilerlemelerin insanlığın faydasına olması gerektiği savunulur.

Ötanazi gibi konularda yaşam hakkının kutsallığı vurgulanır.

7. Mezhepler ve Dini Çoğulculuk

Problem:

Farklı mezhepler arasında çatışmalar ve dinler arası diyalogda uyumsuzluk yaşanmakta, Müslümanlar arasında birliğin sağlanması zorlaşmaktadır.

Çözüm:

Vahdet ve Tevhid Prensibi: Kelâm, İslam’ın temelinde yer alan tevhid inancını ve Müslümanların ortak değerlerini ön plana çıkararak birliği teşvik eder.

Delile Dayalı Tartışma: Farklı mezheplerin görüşlerine delillerle cevap verir, ancak çatışmadan uzak durarak İslam’ın evrensel mesajını vurgular.

8. Postmodern Düşünce ve Görecelik

Problem:

Postmodernizm, hakikatin göreceli olduğunu savunarak dinî inançları ve mutlak doğruları sorgulamaktadır.

Çözüm:

Mutlak Hakikati Savunma: Kelâm, hakikatin göreceli olamayacağını, Allah’ın ve vahyin insanlığa mutlak doğruları sunduğunu savunur.

Eleştirel Yaklaşım: Postmodernizmin kendi içinde çelişkili bir anlayış sunduğunu ortaya koyar ve İslam’ın rasyonel bir din olduğunu delillerle savunur.

Sonuç

Kelâm ilmi, modern dünyanın getirdiği bireysel, toplumsal, felsefî ve bilimsel problemlere İslam inanç esaslarını merkeze alarak akılcı, delile dayalı ve çözüm odaklı yaklaşımlar sunar. İslam’ın çağlar üstü bir mesaj taşıdığını savunur ve bu mesajı modern dünyanın ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yorumlar. Bu nedenle, kelâm ilmi geçmişte olduğu gibi bugün de İslam dünyasında vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=7RvgLmzMHzE

Loading

No ResponsesAralık 31st, 2024

KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZ MESELELERİNE ÇÖZÜMÜ

KELAM İLMİNİN GÜNÜMÜZ MESELELERİNE ÇÖZÜMÜ[1]

 

Kelam İlminin zamanımızda Güncel meselelerin çözümünde önemi ve lüzumu nedir?


Kelâm İlminin Günümüzdeki Önemi ve Güncel Meselelerin Çözümündeki Rolü

Kelâm ilmi, İslam’ın inanç esaslarını delillere dayalı olarak ispat eden, bu esasları şüphe ve inkâr girişimlerine karşı savunan ve bunları doğru bir şekilde anlamayı amaçlayan bir ilimdir. Günümüzde, modern dünyanın getirdiği çeşitli dinî, felsefî, sosyal ve bilimsel meseleler karşısında kelâm ilmi, Müslüman bireylerin ve toplumların inançlarını korumasında ve bu konulara cevap üretmesinde hayati bir rol oynamaktadır.

  1. Günümüzde Ortaya Çıkan Güncel Meseleler

    a. Bilim ve Din İlişkisi

    Evrim teorisi, big bang teorisi gibi bilimsel yaklaşımlar karşısında Müslümanların inançlarını nasıl koruyacakları ve bu teorilerle din arasındaki ilişkiyi nasıl anlamlandıracakları sorusu önemli bir gündemdir.

    Bilimsel ilerlemeler, Allah’ın varlığı, yaratılış ve kader gibi temel inanç konularını tartışmaya açmıştır.

    b. Sekülerizm ve Ateizm

    Seküler yaşam tarzı ve ateizmin artışı, dini inançların sorgulanmasına ve bireylerde şüphelerin doğmasına yol açmıştır.

    Modern toplumlarda dinî inançlar, kişisel bir mesele olarak görülmekte ve dinin sosyal hayattan uzaklaştırılması teşvik edilmektedir.

    c. Felsefî ve Etik Sorunlar

    Postmodern düşünce, hakikatin göreceli olduğunu ve mutlak doğruların olmadığını savunmaktadır. Bu durum, İslam’ın mutlak hakikat iddiasını nasıl savunacağını bir mesele hâline getirmiştir.

    Etik konular, örneğin yapay zekâ, genetik mühendisliği, ötanazi gibi meseleler, İslam’ın bu konulara nasıl yaklaşacağını tartışmaya açmaktadır.

    d. Dinler ve Mezhepler Arası İlişkiler

    Farklı din mensuplarıyla veya mezheplerle diyalog ve çatışma konuları, Müslümanların inançlarını nasıl savunacaklarını ve diğer inanç gruplarına karşı nasıl bir tutum sergileyeceklerini gündeme getirmiştir.

    e. Modern İdeolojiler

    Feminizm, liberalizm, kapitalizm ve sosyalizm gibi modern ideolojiler, İslam’ın toplumsal düzen, hak ve özgürlükler konusundaki bakış açısına meydan okumaktadır.

    2. Kelâm İlminin Güncel Meselelerdeki Rolü

    a. Akıl ve Nakil Arasında Denge

    Kelâm ilmi, akıl ve nakil arasında dengeli bir ilişki kurar. Bu denge, modern bireylerin dinî inançlarını bilimsel ve felsefî sorular karşısında savunmalarını sağlar. Örneğin:

    Allah’ın varlığı ve birliği: Felsefî ve bilimsel argümanlara dayalı olarak Allah’ın varlığı ispatlanabilir (kozmolojik delil, düzen delili, ahlak delili vb.).

    Ahiret inancı: İnsan fıtratını ve evrenin düzenini delil olarak sunarak ahiret inancını aklen temellendirebilir.

    b. Dinî Şüphelere Karşı Savunma

    Kelâm, bireylerin modern şüpheler karşısında dinî inançlarını korumalarına yardımcı olur.

    Ateizm ve agnostisizm gibi inançsızlık akımlarına karşı rasyonel delillerle cevap verir.

    Seküler ve materyalist düşüncelerin dinî hayat üzerindeki etkilerini eleştirir ve çözüm önerileri sunar.

    c. İnançları Anlamlandırma ve Temellendirme

    Kelâm, Müslümanların inançlarını sadece taklit düzeyinde değil, bilinçli bir şekilde yaşamalarını teşvik eder. İnançların aklen temellendirilmesi, Müslüman bireyin kendi dinî kimliğini daha sağlam bir şekilde inşa etmesine katkı sağlar.

    d. Felsefî ve Bilimsel Tartışmalara Katılım

    Kelâm, İslam’ın felsefî ve bilimsel tartışmalara aktif bir şekilde katılmasını sağlar.

    Evrim teorisi, kozmoloji ve etik gibi konularda İslam’ın bakış açısını sunar.

    Modern bilimsel gelişmeleri İslam’ın inanç sistemiyle uyumlu bir şekilde yorumlar.

    e. İdeolojik ve Kültürel Meydan Okumalar

    Kelâm, İslam’ın modern ideolojiler karşısında kendi duruşunu korumasına yardımcı olur.

    Feminizm, çevre etiği veya insan hakları gibi konularda İslam’ın görüşlerini delillendirir.

    İslam’ı, Batı merkezli ideolojiler karşısında özgün bir şekilde savunur.
    3. Günümüz Kelâm İlminin Metodolojisi

    a. Klasik Kelâmın Yeniden Yorumu

    Klasik kelâm eserlerinde ele alınan meseleler (örneğin Allah’ın sıfatları, kader, ahiret gibi) günümüz ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yeniden ele alınmalıdır.

    Gazali, Fahreddin Razi gibi alimlerin yöntemleri modern meselelerle ilişkilendirilerek güncellenebilir.

    b. Bilim ve Felsefe ile Etkileşim

    Günümüz kelâmı, modern bilimsel bulgular ve felsefî teorilerle ilişki kurarak İslam inanç esaslarını savunmalıdır.

    Bilimsel gelişmeleri inkâr etmek yerine, İslam’ın bilimle uyumlu bir din olduğunu gösterecek bir yaklaşım benimsenmelidir.

    c. Eleştirel Yaklaşım

    Modern ideolojilerin İslam’a meydan okuyan yönlerine eleştirel bir şekilde yaklaşılmalı ve İslam’ın bakış açısı tutarlı bir şekilde savunulmalıdır.

    4. Günümüzde Kelâm İlminin Pratik Faydaları

    1. Gençlerin İnanç Problemlerini Çözme:

    Gençler arasında yaygınlaşan ateizm, agnostisizm ve dinî şüphelerin giderilmesinde kelâm ilmi hayati bir rol oynar.

    2. Toplumsal Sorunlara Çözüm Üretme:

    Adalet, çevre, insan hakları gibi evrensel sorunlara İslam’ın katkısını sunar.

    3. Dini Çoğulculuk ve Diyalog:

    Farklı inançlarla yapıcı bir diyalog kurarak İslam’ın evrensel mesajını anlatır.

    4. İslamofobiye Cevap Verme:

    Batı’daki İslam karşıtı önyargılarla mücadelede rasyonel bir dil geliştirir.

    Sonuç

    Kelâm ilmi, İslam’ın inanç esaslarını çağın meselelerine uygun bir şekilde savunma, açıklama ve yorumlama görevini üstlenir. Günümüzdeki dinî ve felsefî tartışmalara cevap üretmek, Müslüman bireylerin inançlarını bilinçli bir şekilde yaşamalarını sağlamak ve İslam’ın küresel düzeyde etkili bir şekilde temsil edilmesini mümkün kılmak açısından kelâm ilminin önemi ve lüzumu tartışmasızdır. Bu nedenle, kelâm ilminin güncel meselelerle ilişkilendirilmesi ve modern bir anlayışla yeniden yorumlanması büyük bir gerekliliktir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=vcczfkn7VqU

Loading

No ResponsesAralık 31st, 2024

İKİ ZIT KUTUPLU VARLIK İNSAN

İKİ ZIT KUTUPLU VARLIK İNSAN[1]

 

ÜÇÜNCÜ MESELE


وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنٖٓى اٰدَمَ   âyetinin

اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا   âyetiyle vech-i tevfiki nedir?

Elcevap: On Birinci Söz’de ve Yirmi Üçüncü Söz’de ve Yirmi Dördüncü’nün Beşinci Dal’ının İkinci Meyvesi’nde izahı vardır. Sırr-ı icmalîsi budur ki:

Cenab-ı Hak kemal-i kudretiyle nasıl bir tek şeyden çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sahifede bin kitabı yazıyor. Öyle de insanı, pek çok enva yerinde bir nev-i câmi’ halk etmiş. Yani, bütün enva-ı hayvanatın muhtelif derecatı kadar, bir tek nevi olan insan ile o vezaifi gördürmek irade etmiş ki insanların kuvalarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış; fıtrî bir kayıt koymamış, serbest bırakmış. Sair hayvanatın kuvaları ve hissiyatları mahduddur, fıtrî bir kayıt altındadır.

Halbuki insanın her kuvası, hadsiz bir mesafede cevelan eder gibi gayr-ı mütenahî canibine gider. Çünkü insan, Hâlık-ı kâinat’ın esmasının nihayetsiz tecellilerine bir âyine olduğu için kuvalarına nihayetsiz bir istidat verilmiş.

Mesela, insan hırs ile bütün dünya ona verilse هَلْ مِنْ مَزٖيدٍ

diyecek. Hem hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder ve hâkeza… Ahlâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrutlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sîga-i mübalağa ile zalûm olduğu gibi ahlâk-ı hasenede dahi hadsiz bir terakkiyata mazhar olur, enbiya ve sıddıkîn derecesine terakki eder.

Hem insan –hayvanların aksine olarak– hayata lâzım her şeye karşı cahildir, her şeyi öğrenmeye mecburdur. Hadsiz eşyaya muhtaç olduğu için sîga-i mübalağa ile cehûldür. Hayvan ise dünyaya geldiği vakit hem az şeylere muhtaç hem muhtaç olduğu şeyleri bir iki ayda belki bir iki günde, bazen bir iki saatte bütün şerait-i hayatını öğrenir. Güya bir başka âlemde tekemmül etmiş, öyle gelmiş. İnsan ise bir iki senede ancak ayağa kalkar, on beş senede ancak menfaat ve zararı fark eder.

İşte cehûl mübalağası, buna da işaret eder. (Mektubat.365.)

[1] https://www.youtube.com/watch?v=L8KC-pQeKIc

Loading

No ResponsesAralık 29th, 2024

KURAN-I KERİM’DE SORU EDATLARI

KURAN-I KERİM’DE SORU EDATLARI[1]

 

Kuran-ı Kerim’de geçen soru edatları ve Özellikleri nelerdir?


Kur’an-ı Kerim’de sıkça kullanılan soru edatları, Arapça’nın zengin dil yapısıyla çeşitli anlam ve amaçlar taşır. Bu edatlar, anlamı açıklamak, derin düşünmeye teşvik etmek veya bir gerçeği vurgulamak amacıyla kullanılır. İşte Kur’an’da geçen başlıca soru edatları ve özellikleri:

1. هَل (Hel)

Anlamı: “Acaba?”, “Mı?”, “Mi?” gibi olumlu ya da olumsuz bir cevap bekleyen sorularda kullanılır.

Özellikleri: Genellikle bilgi talebi için kullanılır. Bazen bir olayı ya da gerçeği vurgulamak için retorik bir soru (cevap beklenmeyen soru) şeklinde de yer alabilir.

Örnek:
هَلْ أَتَىٰ عَلَى ٱلْإِنسَٰنِ حِينٌ مِّنَ ٱلدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْـًٔا مَّذْكُورًا
(“İnsanın üzerinden, kendisinin anılmaya değer bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?” – [İnsan, 1])

2. أَ (E)

Anlamı: “Mı?”, “Mi?”

Özellikleri: Genellikle cümle başında gelir ve cevap beklenen sorular için kullanılır. Bazen hayret ve şaşkınlık ifade eder.

Örnek:
أَفَرَءَيْتَ ٱلَّذِى كَفَرَ بِـَٔايَٰتِنَا
(“Ayetlerimizi inkâr eden kimseyi gördün mü?” – [Kehf, 17])

3. مَا (Mâ)

Anlamı: “Ne?”, “Nedir?”

Özellikleri: Bilgi talep eden sorularda veya açıklama bekleyen durumlarda kullanılır. Ayrıca hayret ifade etmek için de kullanılır.

Örnek:
وَمَا أَدْرَىٰكَ مَا ٱلطَّارِقُ
(“Tarık’ın ne olduğunu sana bildiren nedir?” – [Tarık, 2])

4. مَن (Men)

Anlamı: “Kim?”

Özellikleri: Kişilerle ilgili sorular için kullanılır. Genellikle muhatabı düşündürmeye yöneliktir.

Örnek:
مَن ذَا ٱلَّذِى يَشْفَعُ عِندَهُۥٓ إِلَّا بِإِذْنِهِ
(“O’nun izni olmadan kim O’nun katında şefaat edebilir?” – [Bakara, 255])

5. أَيّ (Eyy)

Anlamı: “Hangi?”

Özellikleri: Bir şeyin veya bir durumun niteliklerini sorgulamak için kullanılır.

Örnek:
فَأَيُّ ٱلْفَرِيقَيْنِ أَحَقُّ بِٱلْأَمْنِ
(“Hangi grup güvene daha layıktır?” – [En’am, 81])

6. كَيْفَ (Keyfe)

Anlamı: “Nasıl?”

Özellikleri: Durumu veya olayı sorgular. Genellikle düşünmeye teşvik eder.

Örnek:
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِٱللَّهِ
(“Allah’ı nasıl inkâr edersiniz?” – [Bakara, 28])

7. أَيْنَ (Eyne)

Anlamı: “Nerede?”

Özellikleri: Mekân sorgusu yapmak için kullanılır.

Örnek:
فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ
(“Öyleyse nereye gidiyorsunuz?” – [Tekvir, 26])
8. لِمَ / لِمَاذَا (Lime/Limâza)

Anlamı: “Niçin?”

Özellikleri: Sebep ve hikmeti sorgular.

Örnek:
لِمَ تُحَرِّمُ مَآ أَحَلَّ ٱللَّهُ لَكَ
(“Allah’ın sana helal kıldığı şeyi neden haram kılıyorsun?” – [Tahrim, 1])

9. مَتَى (Metâ)

Anlamı: “Ne zaman?”

Özellikleri: Zamanı sorgulamak için kullanılır.

Örnek:
يَسْـَٔلُونَكَ مَتَىٰ هُوَ قُلْ عَسَىٰٓ أَن يَكُونَ قَرِيبًا
(“O ne zaman olacak, diye soruyorlar. De ki: Belki yakında olur.” – [İsra, 51])

Genel Özellikler:

1. Muhatapları düşündürmek: Sorular genellikle muhatapların üzerinde düşünmesini ve derinlemesine anlamasını sağlar.

2. Retorik Amaçlı Sorular: Bazı soruların cevabı açık olsa da vurgu yapmak için sorulur.

3. Kısa ve Özlü İfade: Arapça dilinin doğasına uygun şekilde, sorular genellikle kısa ama anlam derinliğine sahiptir.

Bu soru edatları, Kur’an’ın etkileyici üslubunun önemli bir parçasıdır ve dinleyicileri üzerinde derin bir etki bırakır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=PZA8EcmgcmM

Loading

No ResponsesAralık 29th, 2024

KURAN-I KERİM’DE KÂNE EDATI

KURAN-I KERİM’DE KÂNE EDATI[1]

 

Kuran-ı Kerim’de geçen Kane edatları ve Özellikleri nelerdir?


Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen “kâne” edatı, Arapça dilbilgisinde önemli bir fiildir ve farklı bağlamlarda çeşitli anlamlar taşır. İşte “kâne” edatının Kur’an’daki kullanımları ve özellikleri:

1. Gramerdeki Temel Anlamı

“Kâne”, genellikle “idi” veya “oldu” anlamında kullanılan bir yardımcı fiildir. Geçmiş zaman anlamı taşır ve ismin başına gelerek bir cümleyi isim cümlesi haline dönüştürür. Kur’an’da bu yapıyı hem fiil cümlelerini hem de isim cümlelerini tamamlamak için görebiliriz.

2. Kur’an’daki Kullanım Özellikleri

a. Yardımcı Fiil Olarak Kullanımı:

“Kâne”, bir durumu veya sıfatı geçmişe taşımak için kullanılır.

Örnek:
وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
(“Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendi.” [Nisâ, 96])

b. Süreklilik ve Değişmezlik Anlamı:

Bir özelliğin sürekli ve değişmez olduğunu vurgulamak için kullanılır.

Örnek:
إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
(“Şüphesiz Allah, hakkıyla bilen ve hikmet sahibidir.” [Nisâ, 17])

c. Eksik Fiil Olarak Kullanımı:

“Kâne”, tamamlayıcı unsurlara ihtiyaç duyan eksik fiil (nakıs fiil) olarak da geçer. Bu durumda özne (ism-i kâne) ve yüklem (haber-i kâne) kullanılarak bir cümle oluşturulur.

Örnek:
وَكَانَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا
(“Allah’ın lütfu sana büyük oldu.” [Nisâ, 113])

d. Retorik ve Vurgusal Kullanımlar:

“Kâne” bazen geçmişte olmuş gibi görünen olayları veya geleceğe yönelik kesinliği vurgulamak için de kullanılır.

Örnek:
كَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِن۪ينَ
(“Mü’minlere yardım etmek, bizim üzerimize bir haktır.” [Rum, 47])

3. Türetilmiş Haller ve Anlamları

Kâne fiilinin farklı türevleri de Kur’an’da geçer:

“Lâ yezâlu” (Hâlâ devam ediyor):
وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ
(“Onlar sizi hâlâ öldürmek için savaşıyorlar.” [Bakara, 217])

“Mâ zâle” (Hâlâ):
وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفٖينَۙ
(“Hâlâ ihtilaf içerisindeler.” [Hûd, 118])

4. Kur’an’da “Kâne”nin Anlam Derinliği

Kur’an’da “kâne” genellikle Allah’ın sıfatlarını vurgulamak, geçmişte olan olaylara işaret etmek veya bir durumun sürekliliğini belirtmek amacıyla kullanılır. Bu, Arapça dilinin zenginliği ile birleşerek mesajın daha etkili bir şekilde aktarılmasını sağlar.

Özetle:

“Kâne” genellikle geçmiş zaman, süreklilik veya Allah’ın değişmez sıfatlarını ifade eder.

Kullanımı gramatik olarak eksik fiil özelliği taşır ve isim cümlelerinde bir bağlayıcı görevi görür.

Kur’an’da özellikle Allah’ın merhameti, ilmi ve gücünü vurgulamada sıkça kullanılmıştır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=Wq75w3VQ1Io

 

Loading

No ResponsesAralık 29th, 2024

İYYÂKE NÂBUDU İZAHI

İYYÂKE NÂBUDU İZAHI[1]

 

Kuran-ı Kerim’de İyyake edatı ile başlayan ayetler ve Özellikleri nelerdir?


“İyyâke” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de önemli bir anlam taşıyan ifadelerden biridir ve özellikle Allah’a yönelişi, kulluğu ve dua üslubunu vurgulamak için kullanılır. Bu kelimenin geçtiği yerler ve özellikleri şunlardır:

1. “İyyâke” Nedir?

“İyyâke”, Arapçada “sadece sana” anlamına gelir.

Tek başına veya bir zamirle birlikte kullanılır ve vurgu yapar. Genellikle ibadet ve dua cümlelerinde Allah’a yönelişi ifade eder.

Bu kelime ile başlayan cümlelerde, Allah’tan başkasına yönelmenin mümkün olmadığı net bir şekilde vurgulanır.

2. Kur’an-ı Kerim’de Geçtiği Yer

“İyyâke”, Kur’an-ı Kerim’de doğrudan şu ayette geçer:

Fâtiha Suresi, Ayet 5:

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
(“Sadece sana ibadet ederiz ve sadece senden yardım dileriz.”)

Özellikleri:

Bu ayet, tevhid inancını ve Allah’a olan tam teslimiyeti ifade eder.

“İyyâke” kelimesi, ibadet ve yardımı Allah’a tahsis eder, başka hiçbir varlığa yönelmenin mümkün olmadığını belirtir.

Kelime sırası, Arapça dilinde vurguyu artırmak için özne olan “sana” kelimesini başa alır.

“Nâbudu” (ibadet ederiz) fiili, topluluğu ifade eden çoğul bir yapıdadır. Bu, müminlerin Allah’a topluca kulluk ettiğini gösterir.

“Nestain” (yardım dileriz) fiili, yalnızca Allah’ın yardımına güvenilmesi gerektiğini vurgular.

  1. Anlam Derinliği

    Tevhid Vurgusu: “İyyâke” kelimesiyle başlayan bu ayet, Allah’ın birliğine (tevhid) ve yalnız O’na ibadet edilmesi gerektiğine güçlü bir vurgu yapar.

    İhlas ve Samimiyet: İbadetin yalnızca Allah için yapılması gerektiğini belirtir.

    Yardımın Kaynağı: Müminlerin her türlü yardım ve desteği sadece Allah’tan beklemeleri gerektiği ifade edilir.

    4. “İyyâke”nin Kullanımı ile İlgili Dil Özellikleri

    Vurgulu Bir Yapıdır: Normalde “Nâbudu İyyâke” denilebilirdi, ancak “İyyâke” başa alınarak vurgu yapılır. Bu, ibadetin ve yardım dilemenin yalnızca Allah’a tahsis edildiğini kesinleştirir.

    Zamir ile Kullanım: “İyyâke” kelimesinden sonra kullanılan zamir, hitap edilen varlığın yüceliğini belirtir.

    5. Diğer Benzer Kullanımlar

    Her ne kadar “İyyâke” doğrudan yalnızca Fâtiha Suresi’nde geçse de, aynı anlam ve ruhu taşıyan ifadeler Kur’an’ın başka yerlerinde de bulunur. Bu ifadeler de tevhid, ibadet ve dua teması taşır.

Sonuç

“İyyâke”, Fâtiha Suresi’nin temelini oluşturan, Allah’a kulluk ve yardım dileme bilincini ifade eden güçlü bir kelimedir. Bu kelime, müminlerin hem ibadetlerini hem de yardım dileklerini yalnızca Allah’a yönlendirmeleri gerektiğini öğretir. Özellikle tevhid ve ihlasın zirvesini temsil eder.

@@@@@@@

“İnsanın bir ferdinde bir cemaat-ı mükellefîn bulunur. Evet, her bir uzuv, bir şey için yaratılmıştır. O uzvu, o şeyde kullanmakla mükelleftir…” (Mesnevi-i Nuriye, Şemme.)

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=sLAmmpMtyeE

Loading

No ResponsesAralık 29th, 2024

ELHAMDÜ FARKI

ELHAMDÜ FARKI[1]

 

El hamdü- nün Risale-i Nur Külliyatı’nda yapılan izahı.

Hamd,sena ve şükür farkı nedir?

Hamd, sena ve şükür kavramları birbirine yakın anlamlar taşımakla birlikte farklı yönleri ve kullanım alanları vardır. İşte bu üç kavramın farkları:

1. Hamd (Övgü ve Şükür Birleşimi)

Anlamı: Hamd, övgü ve şükür kavramlarının birleşimini ifade eder. Hem bir varlığın kemalini, üstün sıfatlarını övmek hem de onun verdiği nimetlere teşekkür etmeyi içerir.

Kime Yapılır: Hamd, yalnızca Allah’a mahsustur. Çünkü gerçek anlamda övülmeye ve şükredilmeye layık olan sadece Allah’tır.

Örnek: “Elhamdü lillahi Rabbi’l-alemin” (Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.)

Kapsam:

Allah’ın zatına, sıfatlarına ve fiillerine duyulan hayranlık.

Allah’ın verdiği nimetlere şükür ve teşekkür.

2. Sena (Övgü ve Yüceltme)

Anlamı: Sena, sadece övgü ve yüceltme anlamındadır. Bir varlığın üstün sıfatlarını ve mükemmelliğini dile getirmek demektir.

Kime Yapılır: Allah’a veya başka varlıklara (insan, peygamber vb.) yapılabilir. Ancak Allah’a yapılan sena, mutlak övgüyü ifade eder ve tevhid inancıyla ilişkilidir.

Örnek: “Ve inneke le alâ hulukin azîm” (Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin. [Kalem, 4])

Farkı: Sena, şükür boyutunu içermez; sadece övgü anlamına gelir.

3. Şükür (Teşekkür ve Minnettarlık)

Anlamı: Şükür, bir varlığın verdiği nimetlere teşekkür etmektir. Nimet sahibine olan minneti ifade eder.

Kime Yapılır:

En yüksek seviyede şükür Allah’a yapılır. Çünkü her türlü nimetin kaynağı Allah’tır.

İnsanlar arası ilişkilerde de nimetin sebebi olan kişilere teşekkür anlamında şükür yapılabilir.

Örnek: “Şükrederseniz, elbette nimetimi artırırım.” (İbrahim, 7)

Kapsam:

Dil ile Şükür: Allah’a hamd ederek veya teşekkür ederek yapılır.

Kalp ile Şükür: Nimeti verenin Allah olduğunu düşünerek minnettarlık hissetmek.

Fiil ile Şükür: Allah’ın nimetlerini doğru bir şekilde kullanmak ve O’na itaat etmek.

Kavramların Karşılaştırılması

Sonuç:

Hamd, hem Allah’a övgüyü hem de nimetlere şükrü birleştirir ve kapsamı en geniş olan kavramdır.

Sena, yalnızca övgüyü ifade eder ve şükür boyutunu içermez.

Şükür, nimete yönelik teşekkür ve minnettarlığı ifade eder.
Bu üç kavram, insanın Allah’a olan bağlılığını ve ilişkisini farklı yönleriyle ifade eder.

@@@@@@@

Risale-i Nur Külliyatı’nda “Elhamdü” kelimesi, Fâtiha Suresi’nin başındaki “Elhamdü lillahi Rabbi’l-alemin” ayetinin tefsirinde ele alınır ve oldukça derin bir şekilde açıklanır. Bediüzzaman Said Nursî, bu ifadeyi farklı açılardan ele alarak tevhid, şükür, ibadet ve kainattaki ilahi düzeni anlamaya yönelik önemli bir tefekkür zemini oluşturur.

Risale-i Nur’da “Elhamdü” Kelimesinin İzahı:

1. Hamd ve Şükür Kavramları

“Hamd”, Allah’a şükür ve övgü anlamındadır. Risale-i Nur’da hamd, Allah’ın sonsuz nimetlerine bir teşekkür olduğu gibi, O’nun zatına ve sıfatlarına yapılan bir övgüyü de ifade eder.

Hamd, yalnızca Allah’a mahsustur. Çünkü her türlü nimet, güzellik ve kemal, O’ndan kaynaklanır.

2. Hamdın Tevhidle Bağlantısı

“Elhamdü lillah”, tevhid inancının bir ifadesidir. Risale-i Nur’da bu cümle, kainattaki her şeyin Allah’a ait olduğunu ve O’nun Rububiyeti (Rablik) ile yönetildiğini vurgular.

Kainatta var olan her şey, Allah’ın isimlerinin bir yansımasıdır. Bu yüzden bütün hamdler, doğrudan veya dolaylı olarak O’na yönelir.

3. Hamdın Kapsamı ve Evrenselliği

Risale-i Nur’da hamd, yalnızca dil ile yapılan bir övgü değil, aynı zamanda fiiller ve düşüncelerle yapılan bir teşekkürdür.

Tüm varlıklar, Allah’a hamd eder. İnsan, bu hamd zincirinin bilinçli bir halkasıdır.

4. “Elhamdü” Kelimesindeki Varlık Anlamı

“Elhamdü” ifadesi, Allah’ın varlık ve birliğinin bir delilidir. Said Nursî’ye göre, varlık âlemindeki her şey Allah’ın bir nimetidir ve bu nimetlerin bir sahibi olduğunu gösterir.

5. Hamdın Dereceleri

Risale-i Nur’da hamd, derecelere ayrılır:

Zahiri Hamd: Dille yapılan övgü ve şükür.

Bâtıni Hamd: Kalple Allah’a olan sevgiyi ve minnettarlığı ifade etmek.

Hal Diliyle Hamd: İnsanın davranışlarıyla ve Allah’ın emirlerine uygun yaşamıyla O’na hamd etmesi.

6. Hamdın Sonsuzluğu

“Elhamdü lillah” ifadesi, Allah’a yapılan hamdin sonsuz olduğunu ifade eder. Çünkü Allah’ın nimetleri ve güzellikleri de sonsuzdur.

Özetle:

Risale-i Nur’da “Elhamdü”, Allah’a olan şükür ve övgünün en mükemmel ifadesi olarak tanımlanır. Said Nursî, bu kelimeyi tevhid, şükür, kulluk ve kainatın yaratılışındaki hikmetle bağlantılı olarak detaylı bir şekilde açıklar. “Elhamdü lillahi Rabbi’l-alemin” ifadesi, kainattaki tüm hamd ve övgülerin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve insanın bu bilinçle yaşaması gerektiğini öğretir.

@@@@@@@

“Rabian: Hamdin en meşhur mânâsı, sıfât-ı kemâliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki:”

“Cenab-ı Hak, insanı, kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnâdan herbirisinin tecellîgâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır.”

“Eğer insan, maddî ve manevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur.”
bk. İşârâtü’l-İ’câz, Fâtiha Sûresi Tefsiri.

@@@@@@

“Saniyen: Şu اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ cümlesi, her biri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur’ân’ın dört sûresinde tekerrür etmiştir. O nimetler de, ‘neş’e-i ûlâ ile neş’e-i ûlâda beka, neş’e-i uhrâ ile neş’e-i uhrâda beka’ nimetlerinden ibarettir.”
bk. İşaratü’l-İ’caz, Fatiha Suresi Tefsiri.

“Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahîm olan Allah’a mahsustur.” (Fatiha, 1/2-3)

“Hamd o Allah’adır ki, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Onundur. Ahirette de hamd Onundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyden haberdardır.” (Sebe, 34/1)

“Hamd O Allah’a mahsustur ki, kuluna kitabı indirdi ve onun içine tutarsız hiçbir şey koymadı.” (Kehf, 18/1)

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’ın hakkıdır. Bir de kâfirler kalkmışlar, birtakım putları Rab’lerine eşit sayıyorlar!” (En’am, 6/1)

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi iki, üç, dört… kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratıklarından, istediğine, dilediği kadar fazla özellikler verir, çünkü O her şeye kadirdir.” (Fatır, 35/1)

@@@@@@#

[1] https://www.youtube.com/watch?v=zAn2RHer3pk

Loading

No ResponsesAralık 29th, 2024

SAHİBİNİ İNKÂR EDEN ROBOT

SAHİBİNİ İNKÂR EDEN ROBOT[1]

 

Siz dünyanın en iyi robot üreten bir üreticisi olsanız ve şöyle bir robot yapar mısınız? Size kafa tutan bir robot, size meydan okuyan, sizi tanımayan, sizi reddeden, sizi inkar eden, size küfür eden, her türlü olumsuzluğu yapan bir video üretir misiniz?

Bir robot üretir misiniz, bir elektronik eşya üretir misiniz yoksa böyle bir şeyi ürettiğinizde ne kadar ona karşı sabredersiniz, onu kırar atar mısınız?

Onu susturma yoluna gider misiniz yoksa onun 70 sene, 100 sene, 500 sene, 1000 sene yaşamasına müsaade eder misiniz?

Ederseniz buna nasıl o süre içerisinde sabır gösterirsiniz, tahammül gösterirsiniz, neticesini beklemeye çalışırsınız, ne kadar?

İşte Allah bundan daha mükemmel bir varlık yaratıyor, kendisine her türlü olumsuzlukta bulunuyor, uzunca bir ömür verip yaşatıyor.

*Allah bile kulunun akıbetini bildiği halde ona fırsat veriyor. Tabiri caizse kesip atmıyor.

Süre veriyor.
Duygularının uyanmasına, uyanmadaki gayretine bakıyor.
Tıpkı doktorun hastasının son nefesine kadar umudu gibi.
Ümit kesilmez misali.
Allah da immal ediyor, ihmal etmiyor.
Tıpkı Hz. Ömer gibi.
Tıpkı bir Ziraatcinin bir tohumun yeşermesi için verdiği gayret ve gelişimini beklemesi gibi.

Gerçeği bilen Allah kulun itirazını reddetme kabilinden varlığına son nefesine kadar müsaade etmiştir.
Tıpkı öğretmenin yazılıda bir şey yazmayıp oturan öğrenciye zil çalana kadar müsaade etmesi gibi.

 

Müdakkik, muhakkik, mütebahhir arasındaki farklar nelerdir?


Müdakkik, muhakkik ve mütebahhir kelimeleri, Arapça kökenlidir ve genellikle ilim, araştırma ve derinlik ile ilgili kavramlardır. Anlamları birbirine yakın gibi görünse de, farklı yönleri vurgular. İşte bu kavramların farkları ve kullanım alanları:

1. Müdakkik

Tanım:

Müdakkik, “dikkatli ve titizlikle inceleyen, her detayı önemseyen kişi” anlamına gelir.

Özellikle bir konuyu derinlemesine ve hatasız bir şekilde inceleyen kişiler için kullanılır.

zellikleri:

Detaycıdır ve hassas bir şekilde çalışır.

Genellikle bilim, hukuk ve edebiyat gibi alanlarda kullanılır.

Örnek Cümle:

“Müdakkik bir araştırmacı, her ayrıntıyı dikkatle gözden geçirir.”

2. Muhakkik

Tanım:

Muhakkik, “hakikati arayan, gerçeği bulmaya çalışan kişi” anlamına gelir.

İslam düşüncesinde özellikle hakikati ve ilahi bilgiyi araştıran alimler için kullanılır.

Özellikleri:

Derin düşünür ve hakikate ulaşmak için araştırmalar yapar.

Daha çok tasavvuf, felsefe ve dinî ilimlerde kullanılan bir kavramdır.

Örnek Cümle:

“Muhakkik alimler, zahirî bilginin ötesine geçerek hakikatin peşine düşer.”

3. Mütebahhir

Tanım:

Mütebahhir, “ilimde deniz gibi derinleşmiş, çok geniş bilgiye sahip kişi” anlamına gelir.

“Bahhir” (deniz) kelimesinden türemiştir ve ilim deryasında boğulacak kadar bilgili olanları ifade eder.

Özellikleri:

Bilgi açısından çok geniş bir birikime sahiptir.

Genellikle çok çeşitli konularda derin bilgiye sahip alimler için kullanılır.

Örnek Cümle:

“Mütebahhir bir âlim, her ilim dalında engin bir bilgiye sahiptir.”

Farkların Tablosu

Özet:

1. Müdakkik: Dikkatli ve titiz bir inceleme yapar; ayrıntıya önem verir.

2. Muhakkik: Hakikati arayan, derinlemesine düşünen ve araştıran kişidir.

3. Mütebahhir: Bilgi deryasında engin bir birikime sahip olan, ilimlerde derinleşmiş kişidir.

Bu kavramlar, ilim dünyasında farklı alanlarda ve mertebelerde kullanılan önemli terimlerdir.

@@@@@@@

Ayette geçen,- ver rasihune fil ilmi- tefsir ve izahı nedir?

“Ver Rasihune Fil İlmi” ifadesi, Kur’an-ı Kerim’in Ali İmran Suresi, 7. ayetinde geçer ve “ilimde derinleşenler” anlamına gelir. Bu ifade, özellikle Allah’ın kitabındaki anlam derinliklerini kavrayabilen seçkin kimseleri tarif etmek için kullanılmıştır. Ayet ve izahı aşağıda verilmiştir:

Ali İmran Suresi, 7. Ayet

> “Hüvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtün muhkemâtun hunne ummü’l-kitâbi ve uharu müteşâbihâtun. Fe emmâllezîne fî kulûbihim zeyğun feyettebiûne mâ teşâbehe minhü’btigâe’l-fitneti vebtigâe te’vîlih. Ve mâ ya’lemü te’vîlehu illallâh. Ver râsihûne fîl’ilmi yekûlûne âmennâ bihî küllün min ‘indi rabbinâ. Ve mâ yez-zekkeru illâ ulûl’el-bâb.”
Meali:

“O, sana kitabı indiren Zât’tır. Kitapta bazı ayetler muhkemdir (hükümleri açık ve sabittir); bunlar kitabın temelidir. Diğer ayetler ise müteşabihtir (birden fazla anlam taşıyan ayetlerdir). Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun tevilini (derin anlamını) aramak için müteşabih olan ayetlere tabi olurlar. Oysa onların tevilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşenler (ver rasihune fil ilmi) ise, ‘Biz buna iman ettik, hepsi Rabbimizin katındandır.’ derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”

Tefsir ve İzah

1. “Ver Rasihune Fil İlmi” Ne Anlama Gelir?

“Rasihun”, kök itibariyle “derinleşmek, sağlamlaşmak, kökleşmek” anlamına gelir. “Rasihune fil ilmi”, ilimde derinleşmiş, hikmet sahibi, doğru bilgiyle sağlam bir anlayışa ulaşmış kişileri ifade eder.

Bu kişiler, müteşabih ayetlerin (birden fazla anlam taşıyan, yoruma açık ayetlerin) hakikatini tam olarak bilmeseler bile, onların Allah’tan geldiğini bilir ve teslimiyetle inanırlar.

2. Ayetteki Ana Kavramlar

Muhkem Ayetler:
Anlamları açık ve kesin olan, yorum gerektirmeyen ayetlerdir. Örneğin, İslam’ın temel inanç esasları ve ibadetlere dair hükümler muhkem ayetlerde yer alır.

Müteşabih Ayetler:
Anlamları tam olarak anlaşılamayan, yoruma açık ve sembolik ifadeler içeren ayetlerdir. Örneğin, cennet, cehennem, kıyamet ve Allah’ın bazı sıfatları hakkındaki ayetler bu gruba girer.

3. İlimde Derinleşenlerin Özellikleri

Teslimiyet ve İman:
Bu kişiler, müteşabih ayetlerin anlamını tam olarak anlamasalar da Allah’a ve O’nun kitabına teslimiyet gösterirler.

> Örnek: “Hepsi Rabbimizin katındandır.” diyerek iman ederler.

Derin Bilgi Sahibi Olmaları:
İlimde derinleşmek, yalnızca yüzeysel bilgiye sahip olmak değil, hakikati anlamaya yönelik ciddi bir araştırma ve hikmetli düşünceyi ifade eder. Onlar, bilgi ve hikmetle ayetleri anlamaya çalışırlar.

Kalplerindeki Eğrilikten Uzak Olmaları:
Rasih alimler, ayetleri fitne veya bozgunculuk amacıyla değil, Allah’a yakınlaşmak ve hakikati öğrenmek için anlamaya çalışırlar.

4. Müteşabih Ayetlerin Yorumu

Tefsir alimleri arasında “ve mâ ya’lemü te’vîlehu illallâh” (Onların tevilini ancak Allah bilir) ifadesinin anlamı üzerinde iki görüş vardır:

1. Yalnızca Allah bilir:
Müteşabih ayetlerin hakikatini sadece Allah bilir. İnsanlar bu ayetlerin detaylarını kavrayamaz ve teslimiyetle iman ederler.
2. Allah ve İlimde Derinleşenler Bilir:
Bazı alimler, ayetteki duraksamayı farklı bir şekilde okuyarak, müteşabih ayetlerin yorumunu hem Allah’ın hem de ilimde derinleşenlerin bilebileceğini belirtir.

5. Rasih Alimlere Örnekler

İbn Abbas: Müteşabih ayetleri yorumlamada ünlü bir sahabedir ve Kur’an’ın derin manalarını anlama konusundaki yeteneği ile tanınır.

İmam Gazali: Hikmetli düşünceleri ve tasavvufi yorumlarıyla ilimde derinleşen bir alimdir.

Fahreddin er-Razi: Kur’an tefsirinde derinlemesine çalışan ve müteşabih ayetlere dair açıklamalar yapan bir tefsir alimidir.

Sonuç:

“Ver rasihune fil ilmi” ifadesi, ilimde derinleşmiş ve sağlam bir inanca sahip kimseleri ifade eder. Bu kişiler, muhkem ayetleri açıkça anlar ve müteşabih ayetlere teslimiyetle iman ederler. Bu ayet, hem bilgiye hem de imana dayalı bir dengeyi temsil eder ve insanlara Kur’an’ın hakikatlerini anlamada tevazu ve teslimiyetle hareket etmeleri gerektiğini öğretir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=wF3-FS1QQfo

Loading

No ResponsesAralık 28th, 2024

ALLAH’IN MUİZ VE MÜZİL İSİMLERİ

ALLAH’IN MUİZ VE MÜZİL İSİMLERİ[1]

 

  1. Ali İmran, 26. ayet

Ayet
Erhan Aktaş
De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü hak edene verirsin, mülkü hak edenden çekip alırsın. Hak edeni aziz, hak edeni zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Kuşkusuz Sen Her Şeye Güç Yetiren’sin.”

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Kulillahumme malikel mulki tu’til mulke men teşau ve tenziul mulke mimmen teşa’, ve tuizzu men teşau ve tuzillu men teşa’, bi yedikel hayr, inneke ala kulli şey’in kadir.

@@@@@@@

Allahın Muiz ve Müzil isimleri ve tarihsel örnekleri.

El-Muiz ve El-Müzil, Allah’ın 99 isminden (Esmâü’l-Hüsnâ) ikisidir ve Allah’ın kainatta hem yücelten hem de alçaltan, güç ve izzet veren veya dilediği kimseyi zelil eden özelliklerini ifade eder. Bu iki isim, Allah’ın adalet ve hikmetiyle tecelli eden farklı yönlerini gösterir.

El-Muiz (المعزّ)

Anlamı: “İzzet veren, güçlendiren, şeref ve onur bahşeden.”

Allah, dilediği kişilere, toplumlara ya da kavimlere izzet ve güç verir, onları yüceltir. Bu isim, Allah’ın rahmeti ve kudretiyle kullarına nimetler ihsan ettiğini gösterir.

Tarihsel Örnekler

1. Hz. Peygamber ve Sahabelerin İzzet Bulması: Mekke döneminde zayıf ve baskı altında olan Müslümanlar, Medine’ye hicretten sonra Allah’ın yardımıyla güçlenmiş, Bedir Savaşı gibi zaferlerle izzet kazanmışlardır.

2. Hz. Ömer’in İslam’la Şereflenmesi: Hz. Ömer, İslam’ı kabul ettikten sonra Müslümanlar arasında cesaret ve güç kaynağı olmuştur. Bu olay, Allah’ın izzet vermesi olarak yorumlanabilir.

El-Müzil (المذلّ)

Anlamı: “Zelil eden, küçülten, alçaltan.”

Allah, zulmedenleri, nankörlük edenleri veya kibirlenenleri adaleti gereği zelil eder ve onlardan güçlerini alır. Bu isim, Allah’ın mutlak otoritesini ve adaletini gösterir.

Tarihsel Örnekler

1. Firavun’un Helakı: Firavun, kibir ve zulümle halkına baskı yaparken, Allah tarafından denizde boğularak zelil edildi. Bu olay, El-Müzil isminin tecellilerinden biridir.

2. Ebrehe’nin Ordusunun Yok Edilmesi: Kabe’yi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusu, Allah’ın izniyle Ebabil kuşları tarafından helak edilmiş ve zelil olmuşlardır.

İki İsmin Birlikte Tecellisi

El-Muiz ve El-Müzil isimleri genellikle birbirini tamamlar. Allah, kullarını hem yüceltebilir hem de küçültebilir. Örneğin:

İslam’ın Yükselişi: Mekke’nin fethi sırasında Müslümanlar izzet bulurken, müşriklerin gururu kırılmış ve küçülmüşlerdir.

Bu iki isim, Allah’ın kainatta her şeyin mutlak hâkimi olduğunu ve dilediği şekilde adaletle hükmettiğini gösterir. İnsanlar ise bu isimlerin tecellisinden ders çıkararak hem şükretmeli hem de Allah’ın adaletine teslim olmalıdır.

@@@@@@#

“(Münafıklar:) “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek (devlet ve hükümete yerleşirsek), daha üstün ve şerefli olan (bizler), daha güçsüz ve zelil olanı (sadık mü’minleri) oradan mutlaka çıkarıp atacaktır” diyorlardı. Oysa (gerçek) izzet, haysiyet ve üstünlük, (ancak) Allah’ın; Peygamberin ve (samimiyetle ve bütünüyle İslam’a) inananlarındır. Ne var ki münafıklar bunu bilecek (ve idrak edecek akli ve vicdani dürüstlükten uzaktırlar).” Münafikun.8.

Beni Mustalik seferinde iken “Müreysi” suyu başında Ensar’dan Sinan-ı Cüheni ile muhacirlerden Cehcah b. Said arasında kavga çıkmıştı. Olaydan haberdar olan münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy, muhacirlere yardım edilmemesini istemiş ve “Medine’ye dönersek üstün olan zayıf ve düşük olanı oradan çıkaracaktır” şeklinde hezeyanda bulunmuştu.

@@@@@#

Bu ayet, Münafikûn Suresi 8. ayet olup, münafıkların kibir ve aldatıcı düşüncelerini ifade ederken, Allah’ın izzetin (şeref ve üstünlüğün) yalnızca Kendisine, Peygamberine ve samimi müminlere ait olduğunu beyan eder.

Ayetten Çıkarılacak Dersler:

1. Münafıkların Kibrine Karşı İlahi Adalet: Münafıklar, Medine’ye dönüp Müslümanları güçsüzleştireceklerini ve kendi üstünlüklerini ilan edeceklerini iddia ediyorlardı. Ancak bu, onların batıl bir zannıydı. Allah, gerçek izzetin kimde olduğunu ortaya koymuştur.

2. İzzetin Kaynağı: Gerçek güç, şeref ve haysiyet, maddi imkânlarla değil; iman ve Allah’a teslimiyetle kazanılır. Münafıklar, bu gerçeği kavrayacak vicdani ve akli dürüstlükten yoksundurlar.

3. Allah’ın Koruması: Allah, sadık müminleri zelil olmaktan korur ve her türlü tehlikeden muhafaza eder. Bu, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde geçerlidir.

Tarihsel Bağlam:

Bu ayet, Medine’deki münafıkların lideri olan Abdullah bin Übey bin Selul ve onun yandaşlarıyla ilgilidir. Uhud Savaşı gibi olaylarda münafıkların gerçek yüzleri ortaya çıkmış, onların planları bozulmuş ve şeref iddiaları boşa çıkmıştır.

El-Muiz ve El-Müzil İsimleriyle Bağlantı:

El-Muiz: Allah, müminleri üstün kılar ve onlara şeref verir. Medine İslam toplumunun güçlenmesi bunun bir örneğidir.

El-Müzil: Münafıklar, iman etmeyenlerin tarafını tutmuş ve planları başarısız olmuştur. Allah, onları küçük düşürmüş ve toplum önünde zelil etmiştir.

Bu ayet, müminlere umut verirken, münafıklara da bir uyarıdır: İzzet yalnızca Allah katındadır ve Allah’a samimiyetle bağlı olanlara aittir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=vfk0qQAfxwI

Loading

No ResponsesAralık 28th, 2024

GAZALİ’NİN FELSEFECİLERİ TENKİDİ

GAZALİ’NİN FELSEFECİLERİ TENKİDİ[1]


Gazali’nin Felsefe Eleştirisi: Tehafütü’l-Felasife

İslam düşünce tarihinin en önemli eserlerinden biri olan Gazali’nin Tehafütü’l-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı), filozofların bazı fikirlerini eleştiren ve İslam akidesiyle çeliştiği düşünülen felsefî görüşleri çürütmeyi amaçlayan bir eserdir. Gazali (1058-1111), bu eseriyle hem İslam dünyasında hem de Batı’da felsefe ve kelâm alanında derin etkiler bırakmıştır.

Gazali’nin Eserin Amacı ve Yazılma Sebebi

Felsefenin İslam İnancına Zararları: Gazali, İslam dünyasında yaygınlaşan Yunan felsefesi (özellikle Aristoteles ve onun İslam’daki temsilcileri olan Farabi ve İbn Sina’nın görüşleri) karşısında, bu felsefenin İslam akidesine zarar verebileceğini düşünmüştür. Ona göre, bu filozofların bazı görüşleri dinî inançlarla bağdaşmamaktadır.

Akıl-Nakil Dengesi: Gazali, aklı inkâr etmeyen bir âlimdi. Ancak aklın sınırlarını çizmeyi ve naklin (vahyin) mutlak hakikat olduğunu vurgulamayı amaçlamıştır.

Gazali, Tehafütü’l-Felasife eserini yazarken temel hedefinin, felsefenin metafizik alanındaki bazı iddialarını çürütmek ve bu alanın aklın kapasitesini aştığını göstermek olduğunu belirtmiştir.

Eleştirdiği Felsefî Görüşler

Gazali, filozofların düşüncelerini 20 temel mesele üzerinden ele almış ve bu meselelerin 17’sini hatalı, 3’ünü ise küfür olarak nitelendirmiştir.

Küfürle İtham Edilen Görüşler

1. Alemin Ezeli ve Ebedi Olduğu Görüşü:

Farabi ve İbn Sina gibi filozoflar, maddenin ve evrenin ezelî olduğunu savunmuşlardır. Gazali’ye göre bu görüş, İslam’ın yaratılış inancına aykırıdır, çünkü İslam’da evrenin Allah tarafından yoktan yaratıldığı (hudûs) inancı esastır.

Gazali bu görüşe, evrendeki değişim ve sonluluğu delil göstererek karşı çıkmıştır.

2. Allah’ın Cüziyatla İlgilenmediği Görüşü:

Filozoflara göre Allah, yalnızca genel ilkeleri bilir, ancak tek tek bireylerin ve olayların bilgisine sahip değildir. Gazali’ye göre bu, Allah’ın her şeyi kuşatan ilmiyle çelişmektedir.

Gazali, Allah’ın bilgisiyle her şeyin en ince ayrıntısına kadar kuşatıldığını savunur.

3. Bedenlerin Yeniden Dirilişi İnancını Reddetmek:

Filozoflar ahiret inancını sadece ruhani bir durum olarak görmüş ve bedenlerin dirilişini kabul etmemişlerdir. Gazali’ye göre bu görüş, İslam’ın ahiret inancı ve fiziksel diriliş öğretisiyle çelişir.

Gazali, ahiret inancının maddi ve manevi boyutlarıyla bir bütün olduğunu vurgulamıştır.

Hatalı Olduğunu Söylediği Görüşler

Gazali’nin hatalı bulduğu diğer 17 mesele metafizik, tabiat felsefesi ve mantıkla ilgilidir. Bu görüşlerden bazıları şunlardır:

1. Neden-Sonuç İlişkisi (İlliyet):

Filozoflar, doğadaki olayların neden-sonuç ilişkisine göre zorunlu bir şekilde meydana geldiğini savunmuştur. Örneğin, ateşin bir maddeyi yakması zorunlu bir sonuç olarak görülmüştür.

Gazali, bu ilişkiyi Allah’ın iradesine bağlamış ve illiyetin zorunlu değil, Allah’ın sürekli müdahalesine bağlı bir ilişki olduğunu savunmuştur. Bu, Gazali’nin “ateş yakmaz, Allah yakar” şeklinde özetlenebilecek görüşüdür.

2. Allah’ın Sıfatları:

Filozoflar, Allah’ın sıfatlarını bir tür metafor olarak yorumlamışlardır. Gazali ise Allah’ın sıfatlarının hakiki anlamda var olduğunu ve bunların inkar edilmesinin yanlış olduğunu belirtmiştir.

3. Nübüvvet (Peygamberlik):

Bazı filozoflar, peygamberliği sıradan bir insan yeteneği veya olağanüstü bir zeka ile açıklamaya çalışmıştır. Gazali ise peygamberliğin ilahî bir vahiy olduğunu ve sadece akıl yoluyla anlaşılamayacağını savunur.

azali’nin Eleştiri Metodu

Gazali, filozofların düşüncelerini çürütmek için şu yöntemleri kullanmıştır:

1. Filozofları Kendi Silahlarıyla Vurmak:

Gazali, filozofların kendi mantık ve delillerini kullanarak onların görüşlerindeki çelişkileri göstermiştir. Bu yüzden “tehafüt” (tutarsızlık) kelimesini kullanmıştır.

Örneğin, filozofların neden-sonuç ilişkisi konusundaki görüşlerinin kendi ilkeleriyle çeliştiğini iddia etmiştir.

2. Akıl ve Nakil Dengesi:

Gazali, aklın sınırlı olduğunu ve metafizik meselelerde kesin bilgiye ulaşamayacağını savunmuştur. Bu tür meselelerde vahyin yol gösterici olduğunu belirtmiştir.

3. Metafizik Eleştirisi:

Gazali’ye göre, metafizik felsefe kesin bilgi sağlayamaz. Matematik ve tabiat bilimleri gibi konular ise kesin bilgiye daha yakındır. Ancak filozoflar bu kesinlik anlayışını metafiziğe taşımaya çalışmışlardır ve burada hataya düşmüşlerdir.

Tehafütü’l-Felasife’nin Etkileri

İslam Dünyasındaki Etkileri

Gazali’nin eleştirileri, İslam dünyasında felsefeye yönelik ciddi bir mesafeye neden olmuştur. Bu durum, İslam felsefesinin gelişiminde bir yavaşlama olarak görülmüştür.

Ancak kelâm ve tasavvuf gibi disiplinler bu eleştirilerden güç kazanmış ve gelişmiştir.

Batı Dünyasındaki Etkileri

Gazali’nin eleştirileri Batı’da da yankı bulmuş, özellikle 12. ve 13. yüzyıllarda Latince’ye çevrilen eserleri, Batı felsefesindeki skolastik tartışmaları etkilemiştir.

İbn Rüşd, Gazali’ye cevap olarak Tehafütü’t-Tehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eserini yazmış ve Gazali’nin eleştirilerine karşı çıkmıştır. Bu eser, Gazali’nin etkisini Batı’da daha da artırmıştır.

Sonuç

Gazali’nin Tehafütü’l-Felasife adlı eseri, İslam dünyasında felsefe ve din ilişkisinde bir dönüm noktasıdır. Gazali, aklın önemini reddetmemekle birlikte, aklın sınırlarını vurgulamış ve vahyin mutlak otoritesine dikkat çekmiştir. Onun bu eseri, İslam dünyasında felsefenin dinî inançlarla uyumlu bir şekilde ele alınması gerektiğini göstermiş ve dinî düşüncenin gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. Bununla birlikte, felsefe ile kelâm arasındaki denge arayışı, sonraki İslam düşüncesini derinden etkilemiştir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=G26hkgyBQpg

Loading

No ResponsesAralık 28th, 2024

İçimizdeki Baas ve Esed Artıkları

İçimizdeki Baas ve Esed Artıkları

Siyasi ve İdeolojik Körlük Üzerine Bir Eleştiri

Ortadoğu coğrafyası, tarih boyunca krizlerle ve güç mücadeleleriyle anılmıştır. Bu krizlerin birçoğunda, halkların özgürlük taleplerini bastıran otoriter rejimler önemli bir rol oynamıştır. Bu rejimlerden biri de Baas Partisi ve onun Suriye’deki temsilcisi Beşar Esed’dir. Ancak ne yazık ki, böylesine baskıcı bir rejimin ülkemizde hala dolaylı ya da doğrudan destekçileri bulunmaktadır. Bu kesimleri, “Baas ve Esed artıkları” olarak adlandırmak, hem tarihsel gerçeklik hem de güncel siyasi durum açısından yerinde bir tespittir.

Baas Rejiminin Karanlık Yüzü

Baas ideolojisi, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi temel alarak, sözde halkların birliğini ve refahını hedeflemiştir. Ancak pratikte, bu ideoloji Suriye’de bir aile diktatörlüğüne dönüşmüştür. Hafız Esed ile başlayan, Beşar Esed ile devam eden süreç, baskı, işkence ve katliamlarla şekillenmiştir. Suriye’deki iç savaş, bu rejimin halkına karşı nasıl acımasız bir politika izlediğini açıkça göstermiştir. Milyonlarca insanın yerinden edilmesi, yüz binlercesinin hayatını kaybetmesi, kimyasal silah saldırıları ve insanlık suçları, Baas rejiminin gerçek yüzünü gözler önüne sermiştir.

Türkiye’deki Baas ve Esed Artıkları Kimler?

Ülkemizdeki bazı gruplar ve bireyler, ideolojik, siyasi ya da pragmatik nedenlerle Esed rejimini desteklemeye devam etmektedir. Bu desteğin arkasındaki motivasyonlar genelde şu şekilde özetlenebilir:

1. İdeolojik Saplantılar:
Bazı kesimler, seküler bir rejim olduğu için Esed’i savunmaktadır. Ancak bu savunma, rejimin işlediği insanlık suçlarını görmezden gelmekte ve ideolojiyi insan haklarının üstünde konumlandırmaktadır. Bu durum, kör bir ideolojik bağlılığın yansımasıdır.

2. Siyasi Muhalefet Gölgesinde Esed Savunusu:
Türkiye’nin dış politikasına eleştiri getirmek adına, Esed rejimini “meşru bir yönetim” olarak lanse eden çevreler, aslında dolaylı yoldan rejimin suçlarına ortak olmaktadır. Bu tutum, sadece Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermekle kalmamakta, aynı zamanda mazlum Suriye halkının acılarını da küçümsemektedir.

3. Anti-Emperyalist Görünüm Altında Baasçılık:
Kendini anti-emperyalist olarak tanımlayan bazı gruplar, Batı karşıtlığı üzerinden Esed rejimini savunmakta ve onu “direniş cephesi”nin bir parçası olarak göstermektedir. Ancak bu yaklaşım, Esed’in kendi halkına karşı uyguladığı baskıyı görmezden gelen çarpık bir dünya görüşüne dayanmaktadır.
Bu Tavırların Bedeli

Esed rejimini savunan ya da meşrulaştıran her tutum, mazlum halkların çektiği acıların üstünü örtmek anlamına gelir. Türkiye, Suriye’deki krizin en ağır sonuçlarına katlanmak zorunda kalan ülkelerden biridir. Milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmakta, sınır güvenliğini sağlamak için çaba göstermekte ve bölgedeki insani dramı en yakından hisseden ülkelerden biri olmaktadır. Böyle bir ortamda, içimizdeki Baas ve Esed artıkları, sadece ideolojik ve siyasi körlükle değil, aynı zamanda ahlaki bir başarısızlıkla da yüzleşmek zorundadır.

Sonuç

Baas ve Esed rejimi, Ortadoğu’daki baskıcı rejimlerin sembolüdür. Türkiye’de, bu rejimi savunan ya da onun propagandasını yapanlar, tarihin doğru tarafında yer almadıklarını bilmelidir. İçimizdeki Baas ve Esed artıkları, kendi ideolojik ya da siyasi hesaplarını bir kenara bırakıp, insan hakları ve mazlumların yanında yer almalıdır. Aksi takdirde, sadece rejimin suçlarına değil, aynı zamanda bu suçların tarihsel sorumluluğuna da ortak olacaklardır.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 28th, 2024

Baas ve Esedin yasını içimizdeki Baasçılar ve Esed hayranları tutuyor.

Baas ve Esedin yasını içimizdeki Baasçılar ve Esed hayranları tutuyor.


Baas ve Esed’in Yasını Kim Tutuyor?
İçimizdeki Baasçılar ve Esed Hayranları Üzerine Bir Analiz

Ortadoğu’daki siyasal çatışmalar ve rejim değişiklikleri, bölgedeki birçok halkın kaderini belirlerken, aynı zamanda ideolojik kamplaşmaları da derinleştirdi. Bu bağlamda, Baas rejimi ve onun en tartışmalı liderlerinden biri olan Beşar Esed, sadece bölge siyasetine değil, Türkiye içindeki bazı çevrelerin söylemlerine ve duruşlarına da etki etti. Ne yazık ki, Esed rejiminin işlediği suçlar ve neden olduğu insani trajediler karşısında sessiz kalan, hatta bunu meşru gören bir kesim var: içimizdeki Baasçılar ve Esed hayranları.

Baas Rejiminin Mirası

Baas ideolojisi, Arap milliyetçiliği ve sosyalizmi birleştiren, çoğu zaman otoriter yönetimle uygulanan bir düşünce sistemidir. Suriye’de bu ideolojinin en somutlaşmış hali, Hafız Esed ve daha sonra oğlu Beşar Esed döneminde görüldü. Ancak Baas’ın vaad ettiği “birlik, özgürlük ve sosyalizm” sloganlarının yerini, baskıcı yönetim, ekonomik çöküş ve insan hakları ihlalleri aldı. Özellikle Beşar Esed rejimi, Arap Baharı’nın ardından yaşanan iç savaşla birlikte dünya tarihine, milyonlarca insanın yerinden edildiği, yüz binlerce insanın öldüğü ve bir ülkenin harabeye döndüğü trajedi olarak geçti.

Türkiye’deki Baasçılar ve Esed Hayranları

Türkiye’de ise bazı kesimler, ideolojik ya da pragmatik nedenlerle Esed rejimini açıkça desteklemektedir. Bu destek genellikle iki temele dayanır:

1. İdeolojik Yakınlık: Bazı gruplar, sekülerizmi savunan Baas ideolojisini, “dini gericiliğe karşı bir savunma hattı” olarak görmektedir. Bu çevreler, Esed’i bir “laiklik savunucusu” olarak idealize ederek, rejimin işlediği suçları görmezden gelmektedir.
2. Siyasi Hesaplar: Bazı siyasi partiler veya kişiler ise, Türkiye’nin Suriye politikasına muhalefet etmek adına, Esed’i bir denge unsuru olarak öne çıkarmaktadır. Bu, eleştiriden çok, bir tür örtülü destek anlamına gelir.

Esed’in Yasını Tutmanın Bedeli

Baasçılık hayranlığı veya Esed’i savunma refleksi, yalnızca ahlaki bir sorun değil, aynı zamanda siyasi bir tutarsızlıktır. Esed rejiminin kimyasal silah kullanımı, sivillere yönelik katliamları ve mülteci krizine neden olan politikaları ortadayken, bu rejimi savunmak ya da meşrulaştırmak, mazlumların acılarını görmezden gelmektir.

Esed hayranlığı, bir yandan Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını zedelerken, diğer yandan ülke içindeki toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir. Suriye’de yaşanan trajedilerden en çok etkilenen ülkelerden biri olan Türkiye’nin, bu duruma daha hassas yaklaşması gerekirken, içimizdeki bazı sesler bu acıyı önemsizleştirme çabasına girmiştir.

Sonuç

Baas rejimi ve Esed’in politikaları, Ortadoğu’da kaosun ve acının simgesi haline gelmiştir. Bu rejimin yasını tutanlar, tarihin doğru tarafında yer almadıklarını anlamalıdır. Türkiye’nin içindeki Baasçılar ve Esed hayranları, ideolojik veya siyasi çıkarlarını, insani değerlerin önüne koydukları sürece, yalnızca kendi vicdanlarını değil, halkın vicdanını da yaralamaktadır.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 28th, 2024

İKİ HAYATIN RUHU HÜKMÜNDE…

İKİ HAYATIN RUHU HÜKMÜNDE…

“ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız! Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Ta ki, hakîkat-ı İslâmîyeyi hakkıyla kainat üzerinde temevvüc-saz edecek olan nesl-i cedîd gelsin.”


Bu sözler, İslam’ın ruhunu ve hakikatini kaybeden, hayatlarını anlam ve inançtan yoksun bir şekilde sürdüren insanlar için güçlü bir uyarıdır. İfade, hem eleştiri hem de bir çağrıyı içerir. Özellikle iki ana mesaja odaklanır:

1. İslam’ı Bırakanlar için Eleştiri:
İslam’ın manevi ve ahlaki öğretilerini terk eden, sadece maddi dünyaya yönelmiş bireyler, “iki ayaklı mezar” olarak tanımlanıyor. Bu, içsel olarak ölü, fakat bedenen yaşayan insanlara bir göndermedir. Bu kişiler, inançtan koparak hayatlarını anlamdan uzak bir şekilde sürdüren “bedbahtlar” yani mutsuz kimseler olarak nitelendirilir.

2. Yeni Nesle Yer Açma Çağrısı:
Gelen nesil, İslam’ın hakikatini ve ruhunu yeniden canlandıracak, bu manevi mirası hakkıyla temsil edecek bir “nesl-i cedîd” yani yeni bir nesil olarak tasvir edilir. Burada, geçmişten gelen ataleti temsil edenlerin kenara çekilmesi gerektiği, çünkü onların yerini daha bilinçli, dinamik ve İslam’ın evrensel hakikatlerini yaşayıp yansıtacak bir neslin alacağı vurgulanır.

Çağrının Anlamı

Bu çağrı, toplumsal dönüşümü ve inanç esaslarının yenilenmesini vurgular. Şu noktalar öne çıkar:

1. Kendini Yenileme Gerekliliği:
Her toplum, manevi ve ahlaki değerlerini sürekli olarak yenilemeli ve bu değerleri sadece bir geçmiş mirası olarak değil, yaşayan bir hakikat olarak benimsemelidir.

2. Eski ve Yeni Arasındaki Geçiş:
Hayatın doğal akışında, eski anlayışların yerini daha taze ve diriltici yaklaşımlar almalıdır. Burada, geçmişin yorgunluğu yerine geleceğin umut dolu bir enerjisi öne çıkar.

Mesajın Günümüze Uygulanışı

Bu güçlü ifade, günümüz toplumunda da anlamını korumaktadır. İslam’ın hakikatini sadece şekilsel bir ritüel ya da geçmişin bir mirası olarak görenlere karşı bir uyarıdır. Aynı zamanda genç nesle, inancın özüyle yeniden buluşma, onu hayatın her alanında yaşama ve yansıtma sorumluluğunu hatırlatır.

Sonuç olarak, bu çağrı hem bir muhasebe hem de bir harekete geçme davetidir: Eski, anlamını yitirmiş alışkanlıkları terk ederek İslam’ın özünü anlayan ve yaşayan bir toplum oluşturmak. Bu, İslam’ın evrensel mesajını insanlığa yeniden sunma görevini üstlenmek demektir.

@@@@@@@@

İçimizdeki Yüz Yıllık Atık ve Artıkları
Tey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız! Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Ta ki, hakîkat-ı İslâmîyeyi hakkıyla kainat üzerinde temevvüc-saz edecek olan nesl-i cedîd gelsin.arihsel Kalıntılar ve Geleceğe Yansıyan İzler

Bir toplumun tarihsel mirası, onun kültürel, siyasi ve ekonomik yapısını derinden etkiler. Ancak bu mirasın içinde, yalnızca olumlu katkılar değil, aynı zamanda köhneleşmiş ve işlevsiz hale gelmiş unsurlar da yer alır. “Yüz yıllık atık ve artıklar” ifadesi, Türkiye gibi köklü bir geçmişe sahip toplumlarda, geçmişin tartışmalı unsurlarını ve bugüne kadar taşınan etkilerini anlamak için önemli bir metafor haline gelmiştir. Bu yazıda, tarihimizin ve toplumsal yapımızın içinde saklı kalmış, ancak bugün hala etkisini sürdüren yüz yıllık “atık ve artıkları” ele alacağız.

Atıklar: İşlevsizleşmiş Kalıntılar

Atıklar, işlevini yitirmiş, günümüzde ise birer yük haline gelmiş unsurlardır.

1. Monolitik Düşünce Yapıları:
Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar, çeşitli siyasi ve ideolojik çatışmalar yaşanmıştır. Bu süreçte oluşan bazı düşünce sistemleri, modern dünyanın gereksinimlerini karşılayamaz hale gelmiştir. Örneğin, dogmatik milliyetçilik ya da kökten laiklik anlayışı, dinamik bir toplumun ihtiyaçlarına yeterince cevap verememektedir. Bu tür sabit fikirler, bugün hala toplumsal kutuplaşmayı artıran unsurlar arasında yer alıyor.

2. Bürokratik Vesayet:
Yüzyıl boyunca bu vesayetçi anlayış, halk ile devlet arasındaki güven bağını zedelemiş ve değişime direnç gösteren bir yapı haline gelmiştir.

3. Toplumda Yerleşik Önyargılar:
Tarih boyunca, farklı etnik, dini ve ideolojik gruplar arasında süregelen önyargılar, toplumsal dayanışmayı zayıflatmıştır.

Artıklar:

1. Çok Kültürlülük Mirası:
Osmanlı’dan miras kalan çok kültürlü yapının izleri, bugün hala Türkiye’nin kültürel zenginliklerinden biridir. Ancak bu miras, yeterince değerlendirilememekte ve çoğu zaman çatışmalara neden olmaktadır. Doğru bir yaklaşımla, bu zenginlik toplumsal bir avantaja dönüştürülebilir.

2. Tarihsel Dayanıklılık:
Tarihi boyunca pek çok kriz ve savaş atlatan Türkiye, derin bir direnç ve adaptasyon yeteneğine sahiptir. Bu özellik, doğru bir liderlik ve vizyon ile gelecekteki zorlukları aşmak için bir fırsat olarak kullanılabilir.

3. Kadim Eğitim Gelenekleri:
Osmanlı’nın medrese sisteminden Cumhuriyet’in modern eğitim anlayışına kadar, Türkiye’nin eğitim alanında güçlü bir tarihsel mirası vardır. Bu miras, günümüz teknolojik gelişmeleriyle harmanlanarak daha etkili bir sistem inşa edebilir.

Bugün Hangi Yüzleşmelere İhtiyacımız Var?

“Yüz yıllık atık ve artıkları” ele almak, geçmişi reddetmek veya yüceltmek değil, onunla yüzleşmek anlamına gelir. Bugün toplum olarak şu adımları atmak zorundayız:

1. Geçmişin Yüklerinden Kurtulmak:
Artık işlevsiz hale gelmiş dogmatik düşüncelerden, önyargılardan ve köhnemiş kurumlardan kurtulmak gerekiyor. Bunun için eğitim ve toplumsal bilinçlenme şart.

2. Tarihi Doğru Okumak:
Geçmişin mirasını ideolojik bir bakış açısıyla değil, nesnel bir şekilde değerlendirmek, geleceğe daha sağlıklı bir yön vermek için gereklidir.

3. Değişimi Kucaklamak:
Gelenek ile modernlik arasında bir denge kurarak, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek yenilikçi yaklaşımlara yönelmeliyiz.

Sonuç

“Yüz yıllık atık ve artıkları” ele almak, hem geçmişi anlamak hem de geleceğe yönelik doğru adımlar atmak açısından önemlidir. Tarihimizdeki bu unsurları doğru bir şekilde analiz ederek, toplumsal dönüşüm ve gelişim için bir fırsat yaratabiliriz. Geçmişin ağırlığından kurtulurken, ondan ders çıkarmak, geleceği inşa etmek için en güçlü araçlarımızdan biridir. Bu dönüşüm, sadece bireyler için değil, Türkiye’nin bütünsel gelişimi için de kritik bir adımdır.

@@@@@@@

Loading

No ResponsesAralık 28th, 2024

İÇİMİZDEKİ TRUVA ATI İRAN

İÇİMİZDEKİ TRUVA ATI İRAN


İçimizdeki Truva Atı: İran ve Bölgesel Stratejiler

Ortadoğu’nun jeopolitik dinamikleri, tarih boyunca birçok farklı aktörün çıkar çatışmalarına sahne olmuştur. Bu karmaşık denklemde, İran’ın rolü ve stratejileri, yalnızca bölgeyi değil, küresel dengeleri de etkilemektedir. Özellikle İran’ın yumuşak güç stratejileri ve “Truva atı” taktikleri, dikkatle incelenmesi gereken bir mesele haline gelmiştir.

İran’ın Bölgesel Hedefleri ve Stratejileri

İran, tarihsel ve ideolojik mirasından güç alarak, Şii İslam’ı yayma ve bölgesel liderlik kurma amacını taşımaktadır. Bu doğrultuda kullandığı araçlar arasında:

1. Yumuşak Güç (Soft Power)
İran, kültürel, dini ve ekonomik araçlarla nüfuzunu artırmayı hedefler. Özellikle Şii topluluklar üzerinde etkili dini liderler ve kurumlar aracılığıyla nüfuz kurar. Bu strateji, yalnızca komşu ülkelerde değil, Türkiye gibi karmaşık etnik ve dini yapıya sahip ülkelerde de etkisini göstermektedir.

2. Milis Gruplar ve Vekalet Savaşları
İran, bölgede birçok milis grubu desteklemektedir. Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler ve Irak’ta Haşdi Şabi gibi yapılar, İran’ın bölgesel etkisini artıran unsurlar olarak öne çıkar. Bu gruplar, İran’ın doğrudan savaşa girmeden nüfuz alanlarını genişletmesine imkan sağlar.

3. Ekonomik ve Enerji Diplomasisi
İran, enerji kaynaklarını stratejik bir silah olarak kullanır. Türkiye gibi enerji bağımlılığı yüksek ülkelerle ekonomik ilişkilerini derinleştirerek, siyasi nüfuzunu artırmayı hedefler.

Türkiye’de İran’ın Etkisi

Türkiye, İran’ın “Truva atı” stratejilerinin etkisini hissettiği önemli ülkelerden biridir. Bu etkiler, şu başlıklar altında incelenebilir:

Mezhep Politikaları: Türkiye’deki Alevi ve Şii topluluklar üzerindeki İran etkisi, dini liderler ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla artırılmaktadır. Bu durum, toplumda ayrışma riskini beraberinde getirebilir.

Medya ve Propaganda: İran destekli medya kuruluşları ve sosyal medya kampanyaları, Türkiye’deki İran yanlısı söylemleri artırmaktadır.

Ekonomik Bağımlılık: İran, Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılayan önemli bir ülke olarak ekonomik bağımlılık üzerinden siyasi manevra alanı oluşturmaktadır.

İçimizdeki Truva Atı: Tehdit ve Fırsatlar

İran’ın bu stratejileri, yalnızca bir tehdit olarak değil, aynı zamanda bir fırsat olarak da değerlendirilebilir. Türkiye, bölgesel dengelerde İran’la işbirliği yapabileceği alanlar belirleyerek ortak çıkarlar doğrultusunda bir denge politikası geliştirebilir. Ancak bu süreçte, İran’ın uzun vadeli nüfuz stratejilerine karşı dikkatli olunmalı ve ulusal güvenlik ön planda tutulmalıdır.

Sonuç

İran’ın bölgesel stratejileri, yalnızca Ortadoğu’yu değil, Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle, İran’ın “Truva atı” niteliğindeki hamlelerine karşı farkındalık artırılmalı, ekonomik, siyasi ve kültürel alanda dengeli bir yaklaşım benimsenmelidir. Türkiye, kendi ulusal çıkarlarını koruyarak, bölgesel işbirliği ve rekabeti ustalıkla dengeleme yeteneğini geliştirmelidir.

Bu bağlamda, İran’la ilişkiler dikkatle yönetilmeli ve stratejik bir bakış açısıyla ele alınmalıdır.

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024