Zaman geçtikçe hafif açılan yara ve daha sıcağı sıcağına farkına varılmayan acı ve sancı; zaman geçtikçe yara açılıyor ve acı ve sancı artıyor.
Allah sabırlar versin.
İbretlidir; Allah şükredenlerle değil, sabredenlerle beraberdir.
Allah sabredenlerin yanındadır.
************
Depremde kaybettiklerimiz Hz. Nuh’un gemisinin yükselmesine bir damla olursa, Nemrudun Hz. İbrahimi yakmak için tutuşturduğu ateşi söndürmeye bir damla su olup söndürürse ne mutlu. Zira memleketimiz maddi manevi ateş topu haline getirilmiş, millet her taraftan yakılmaya çalışılıyordu. Ateşi olanların şimdilik hile ateşleri söndü, oyunları bozuldu.
Ancak herkes kendi tınnetinin gereğini yapacağından ateşlemeye devam edilecektir.
Depremi istismar edip fırsatçılık yapanlar bize yakışmazken, maalesef oldu.
Mesela; Depremin başlamasıyla sabah ilk saatte Kayseri’den Adıyaman’a otobüsle yola çıktım, aktarmalı olarak.
Narlı ’ya kadar 160 TL-ye geldim. Bir tır şoförü -sağ olsun- Pazarcık’a kadar ücretsiz getirdi. Pazarcık’tan bir piyasa taksisi 10 kilometrelik alan için 400 TL istedi. Ben 175 TL verdim. Oradan deprem dolayısıyla iki ayrı arabayla Adıyaman’a vardım.
Benzer durumların olduğunu da duydum. Marketlere girme gibi.
Elbette bir kasa elmada birkaç tane çürüğü de bulunacaktır.
Allah imhal eder yani süre verir ancak ihmal etmez yani göz ardı etmez.
İnsanlara fırsat verip, onları test eder.
-Suyun maddesi bir iken; ondan içen yılan zehir akıtırken, arı bal akıtmaktadır.
Bütün madenlerin aslı karbon iken yani kömürden maden, altın ve elmasta maden, sadece fark dizilişlerindedir.
Tıpkı bilgisayarın tüm işleyişi 0 ile 1 olduğu gibi.
Sadece fark diziliştedir.
Bir dizilişi virüsü oluştururken, diğer diziliş antivirüsü oluşturmaktadır.
Bir dizilişi ile kes yaparken, diğeriyle yapıştır yapılmaktadır.
Et ve kandan oluşan insanlarda aynı özelliğe sahipken, karakter farkı ortaya çıkmaktadır.
-Bina yapanlar hem canlara ve hem de mallara zarar vermektedirler.
Oysa bir hırsızlık yapana bir malı çaldığı için ceza veriliyor.
Ancak yanlış bina yapıp ehliyetsiz insanların verdiği zarar onlarca ve yüzlerce insanların hayatına mal olmaktadır.
Cezaları ağır olmalıdır.
-Kader hükmünü verecektir.
Hüküm O’nun, karar O’nundur.
İnşallah ittihadı İslam’a vesile olacaktır. Deprem musibeti birleşmeye ve birleştirip kaynaşmaya sebep oldu. Beşer zulmeder, kader ise adalet eder.
Bizleri deprem öldürmedi ancak içinde deprem yaşayan ve yıkık olan insanlar bizi yıktı.
İnsanlığı yıkılanlar, insanları ve insanlığı yıktı.
Dünyayı kazanmaya çalışanlar, kendi ahiretlerini kaybederken, nicelerinin dünyalarını kararttılar.
Dükkanını büyütmek için dükkânın kolonunu kesenler, insanların kol ve bacaklarını kesip, dünyalarını küçülttüler.
Doktor hata yaptığında bir kişi ölürken, onay veren inşaat mühendisi ve müteahhit yüzlerce kişinin ölmesine sebep oluyor.
Zaman ve mekân adeta büküldü.
Yıkanan çamaşırın suyunu sıkma gibi, depremde dairelerin yer değişmesi adeta mekânın bükülmesi ve dürülmesi gibi oldu.
-Türkiye’de bu millete yüz yıldır depremi değil, cehennemi yaşatan zihniyetle yaşadık, kalıntıları ve artçıları hala devam etmektedir.[1]
12,7 şiddetindeki depremi yaşatanlar olup kabirlerinde azap çekerken, şimdi de ardından giden ve gelen artçıları bunu sürdürmektedir.
Yapı değişmiyor.
Asil bunlar için yapı denetleme kurumlarınca rapor hazırlanması gerekir.
-Her şey kader ile takdir edilmiştir.
Bir yaprak bile kader ile düşer.
Komşumuz vefat eden Vedat, gök gürültüsü olduğunda evde; Tamam Allah’ım, söz, artık namaza başlayacağım, derdi.
Bu deprem birilerine tövbe kapısını daha çok açmalı, yeni bir sayfa açmalı, yeni ve ebedi hayata sağlıklı ve istikametli adım atmalıdır.
Herkes ders çıkarıp, ibret almalıdır.
-Bu millet fedakâr bir millet.
Bu millet insanlığın simgesi olan bir millet.
Hele hele bir yardım söz konusu oldu mu, hemen öne atılır, yediden yetmişe herkes o asaleti gösterir.
TV’lerin yardım kampanyasından yardım kuruluşlarına kadar hayret edilecek hatta umulmayacak ve de dünyada benzeri görülmeyen bir değer ve üstünlükle kendisini göstermektedir.
Bu bizim gerçek yüzümüz. Ancak zorda ve zorlukta gösteriyoruz.
Boşluktayım bizim gerçek yüzümüz.
Biri aynanın on yüzünü gösterirken, diğeri arka yüzünü göstermektedir.
Gerçekten bu millet asil bir millet.
Allah’ın neden bu kutsal görevi bu millete yüklediğinin sırrı çok iyi anlaşılıyor.[2]
Annemin yıkılan binasında 11 yaşları civarında bir öğrenciden geriye kalan hatıra defterinden bazı notlar. Eğitim camiasına faydası olur düşüncesiyle yayınlıyorum.
“OCAK.6 Ocak-2023
Bugün okuldan döndüm, yemeğimi yedim biraz.
Biraz dls Dreams league söyler (futbol oyunu) oynadım. Birden babam beni çağırdı. Bir de baktım ki elinde bir hediye paketi var yani biraz heyecanlanmadım değil çünkü hediye paketi tam bir tablet boyutundaydı.
Sonra içinden bu günlükler çıktı. Açıkçası biraz hayal kırıklığına uğramıştım ama bunu bu kadar belli etmemeye çalıştım, inşallah başarılı olabilmişimdir. Çünkü annem ile babamı üzmek istemiyordum.
Şimdi de üzülmesinler diye bir şeyler yazmaya karar verdim. Zaten bu aralar en sevdiğim kalemim kayıp (TLG), onun için kurşun kalem ile yazıyorum.
Neyse, şimdi ben kalemimi yazmaya gidiyorum. Kalemi bulamadım. En son kardeşim İrem aldı. Şimdi de 100 TL’lik kalem ortada yok. Şu anda çok kötü, pembe bir kalemle yazıyorum.
15 tatile çok az kaldı. Ama tatilde günü 12 saatlik kurs açıyorlar ve sanki tatil yok gibi. Haftanın 5 günü, 1 günde öyle var. 2 günde futbol kursu, ödevler, günde 3 saatlik çalışma artık bıktım. Bunalıma girdim yaa!
Ama daha yeni bir umut oldu. Annem eğer hocaların, Yusuf’un durumu iyi derse..
Seni yazdırmam dedi.
-İngilizce konusunda sıkıntı yok ama matematik hocasından korkuyorum. Her zaman çalışmadığımı söyler ama ben her zaman matematik çözen birisiyim. Ama ne kadar denersem deneyeyim deneme stresi ile 2 ya da 3 yanlışım çıkıyor. Bunun nedenini ben de bilmiyorum. Keşke matematikte biraz başarılı olabilsem her şey çözülür.
Karne mükemmel, deneme berbat.
Sizce karne notu % 96 olan birisinin denemesi 11’i yanlış olabilir mi?
Bir de İlin en iyi okulunda okuyorum. Neyse daha Matematik ödevi var yarına. En iyisi erken uyuyayım. Erken kalkıp erkek kalkmak.
Ya da vazgeçtim daha erken. En iyi geç uyuyup, sürünerek kalkmak.
Bu arada daha kendimi tam olarak tanıtmadım.
Ben Yusuf Karakuş, derken elim çok yoruldu, onun için yarın devam.
-Bugün Arapça hocası habersiz sözlü yaptı. Allahtan merhametli bir hoca yoksa kötü almıştım ama hoca 100 verdi, hem de 3 tane. Çok mutlu oldum. Şu an diğer arkadaşlar sözlü oluyor. Sözlü bitti.
Bir konferans verdiler ve canım çok sıkıldı. Az kalsın Emir günlüğüme bakıyordu. Son anda yırttım.
Eve geldim, yemeğimi yedim.
Kardeşim İrem biraz beyinsiz. Gelmiş önümüzdeki ekmeği alıyor.
Eğer annem ile babam olmasaydı, suratına tek atardım orda, ama işte olmuyor. Bazen ağzını kırasım var, böyle ama olmuyor işte.
Keşke yalnız kalsak.
Yalnız kalsak demişken aklıma geldi. Oyunda çantamı 2 kez boşaltılan çok iyi bir hediye alıcam. Ama işte olmuyor. Annem izin vermiyor.
Neyse şimdi ben biraz ders çalışıcam.
Vee tekrar burdayım. Annem ilk aldığı zaman kızmıstım. Ama artık alışıyorum.
Ben galiba sevdim bu işi.
Üff canım çok sıkkın arkadaşlar. Çünkü tuttuğum takım (Beşiktaş) çeyrek finalde elendik hem de ligin en kötüsüne.
Burada ödül alan 2,5 milyon bo-lı aldım.
Şimdi gece oldu. Şu anda bitkin haldeyim. Biraz müzik dinledim ve Şimdi uyuyacam. Hadi bay bay.
Ve perşembe bugün, 6 dersimiz boştu, 3 ders maç, 3 ders de film izledik. Unutulmaz bir gündü, çok eğlendim, eve geldiğimde ise bir baktım arkadaşlarım maç yapıyor, bende hemen indim.
Kusura bakmayın.
Kaç gündür yazamıyorum.
Bu aralar çok şey oldu. Mesela;
Altyapıya bir hafta geç başlayacağım çünkü evde biraz huzursuzluk çıkardım Onun dışında bugünlük de yeni bir karar aldım artık daha düzenli olması için her günü yazacağım, salı örnek.
Hadi neyse, ben bu sabah misafirliğe gideceğim uyuyorum.
Depremden geriye unutulmaz hatıralar kaldı. Lafız gitti, mana kaldı. Ceset gitti, ruh kaldı. Geriye dağlar büyüklüğünde sabır ve şükür kaldı. İmtihan devam ediyor, geriye tavır ve davranış kaldı. Kavga bitti, dayanışma ve barış kaldı. Tahrik değil, birbirine teselli ve moral kaldı. Dünyaya çok dalmıştık. Herkes şikayetçiydi. Ancak herkes o dalgaya kapılmış, gidiyordu. Materyalist ve şımarık bir hal almıştık. Ekonomiyle yatıyor, ekonomiyle kalkıyorduk. Hepimiz ekonomist, hepimiz Maliye ve Hazine Bakanı ve mütehassısı olmuştuk. Domates ve peynirin fiyat artışının verdiği deprem etkisi, kıyametin etkisini bastırıyordu. Koronada eve hapsolarak dışarıdaki mallarımızın gafletine ve telaşına düşerken, deprem ile şimdi oturduğumuz evin ve bindiğimiz arabamızın kaybı devrede. Allah adildir, haşa zulmetmez. Ders alına, ders çıkarıla… Düşünceler olumlu yönde değişmezse, hayatta değişmez. Hayatın değişimi, kendimizi değiştirmekten geçer. Ölenler kaybolmadı, kaybetmedi. Manevi şehit oldu. Kaybolan ve zayi olan malları sadaka hükmüne geçti. İmtihanın ağırlığı, mükafatının büyüklüğündendir. Zira bela ve musibetin büyüğü peygamberlere, velilere ve onu takip edenlere gelir. Elbette kolay bir olay değildir. Allah ateşlerimizi söndürüp dindirsin. Cennet ucuz değil, cehennemde lüzumsuz değildir. Allah ayrım yapmıyor ancak ayrıştırıyor. Bu zorlukta herkesin iç dünyası ve mahiyeti ortaya çıkıyor. Kim Ebubekir, kim Ebu Cehil, kim altın ve elmas, kim kömür olduğu ortaya çıkıyor. Kim millete hizmette, kim makam ve düşmanlık ve oy peşinde. Ayrıştırılmak üzere ateşe atılan madenler gibiyiz. Ayrıştırılıyoruz. Herkes mutlaka kendine göre bir ders çıkaracaktır.
Bizler zor ve zorlu dönemin insanlarıyız.
Bu millet asil ve asaletli bir millettir.
Zor zamanlarda dünyayı sırtlar, kolay ve rahatta bir kişiye bile tahammül etmese de.
Dünya yuvarlanıp delinse, üstüne çıkar, kurtarmaya çalışır.
Ancak tek başına irade göstermede, organizasyonda inisiyatif alıp sorumluluk yüklenmede yetersiz kalır.
İlla yukarıdan izin çıkacak, biri şunu yap diyecek diye emir beklemede.
Lokomotiflere ihtiyacımız var.
İmtihanımız büyük.
Yükümüz ağır.
Birlik ve beraberliğimiz, iman kardeşliğimiz bizim mayamız, tutkal ve harcımızdır.
Allah millet olarak yar ve yardımcımız olsun.
Dualaşalım.
Birbirimize moral verelim.
Metin olalım.
El ele verelim.
Kardeş olalım.
El Hükmü Lillah.
Hüküm Allah’ındır.
Veren O, alan O.
Veren Sensin, alan Sen. Dahi nemiz var.
Sen vermekte, Sen almaktasın.
Biz Ona teslim olduk.
Kadere iman eden, kederden emin olur.
Bu milletin kardeşliğine, birlik ve beraberliğine halel getirerek bulandırıp bozan, yüz yıllık bozuk ve kısır zihniyet yine gerçek yüzünü gösterdi.
Bu milletin kanını taşımadığını, kan uyuşmazlığıyla bir daha göstermiş oldu.
Yüz yıldır bu millete her gün maddi manevi yaşatılan deprem en az 12.7 şiddetinde idi.
Sadece bu milletin dünyalarını değil, ebedi hayatlarını da bitirdiler.
Zorda olsa, bu her günkü 12.7 şiddetindeki depremle mücadele edip, bunun üstesinden gelen bu millet, 7.7 depremin mi üstesinden gelemeyecek?
Bu bozuk ve kısır zihniyet bu milletin kanını taşımadığını, sahip olduğu eraş arsız negatif kanıyla göstermiş oldu, böyle hassas bir dönemde dahi…
Bunlar dünyadan gitse dahi, tarihin kirli sayfalarında silinmez bir leke kalıp;kalpleri, zihinleri kirletmeye devam edeceklerdir.
Oysa bu depremde ölenler manevi şehit olup, kaybetmediler, kazandılar,
Merhum annem ve akrabalarım da…
Ancak bu bozuk ve kısır zihniyet her zaman ki gibi kaybetti ve kaybettirmeye de devam ettiler.
İkinci bir Suriye benzerini yaşadık.
Adıyaman’ın adeta yeniden inşa edilip, kurulması gerekiyor.
Elbistan’dan arayan Fatih hocam, oranında tamamen bittiğini dile getiriyordu.
-Merhum Annemin enkazı önünde beklerken 10 yaşındaki bir kızın kurtuluşu doğum haberi gibi oldu. Sevinçle sarılıp, moral vermeye çalıştım.
En az onun kadar bizi mutlu eden bir durum ise, bir aylık bir kedi yavrusunun elbiseye sarılarak kurtarılması idi.
Yeğenimde enkazda vefat etmiş bulunan amcası Abdülkadir hocanın yüzüne baktığında tebessüm ettiğini ve vefat eden yengesini kucaklayıp götürdüğünde gülümsediğini gördüğünü ve adeta ölmeyip buna bir anlam veremediğini söyledi.
Bende o anlama şöyle bir anlam verdim; 70 yıldır İslam’a olan hizmetinin bir mükafatı olarak; belli ki her ikisi de memnun olacakları cennetteki makamlarını ve köşklerini görmenin sevinç ve memnuniyetini daha şimdiden, kabre girmeden yaşıyor, bu durum yüzlerine aksediyordu.
-Merhum Annemin 10 kat, 58 dairelik 2 Blok olan 1. Kattaki enkazı önünde ve arkada benim dairenin olduğu 4 kat 13 daire preslenmiş, 2 kat olmuştu.
Komşularla beraber 350’den fazla kişinin olduğu 3 blokun önünde üzüntü ile beklerken, bir genç enkazın önündekilerle röportaj yapıyor gibi görünüp, tahrik ediyordu.
Yanına yaklaşıp yumuşak sert bir şekilde ne yapmak istediğini sordum.
İstanbul’dan gelip medya fenomeni olduğunu, yardım etmek istediğini söyledi.
Bende annemin enkaz altında olup, herkesin hassas olduğunu söylediğimde ağlama numarası yaptı, oradan uzaklaştırdım.
Belli ki bu kısır zihniyet birilerinin vefatından dahi oy almaya, pay çıkarmaya, magazin haberlerini süslemeye çalışıyordu.
Allah bunlara fırsat vermesin.
Bu millet bu kan uyuşmazlığını taşıyanların depremini bin kat 12.7 şiddetinde, o da her gün yaşadı.
Yunanistan bile yardım ederken, içimizdeki yunanlar onları geride bırakıyordu.
Yunandan daha yunan, Fransız’dan daha Fransız kalınıyordu.
-Mahallenin imamı minibüs şoförü olup yanında bulunan iki kişiyle yanımda durdu. Bu ekonomik sıkıntıda gönderilen yardımların hayret verici olduğunu söyleyip, yardıma koşturuyordu.
Kayseri’den dostlar gönderdikleri mesajda, kaç TIR istenirse yiyecek giyecek, nakdi yardım ve ailelere barınma yerleri hazırladıklarını hatta kazma küreklerle enkazda çalışmaya geleceklerini söylediler.
Van’dan Antalya’ya, Kars’tan Edirne’ye kadar millet tam bir seferberlik içerisindeydi.
Bir ara düşündüm, bu aziz ve asil millet bu sıkıntılı, zor ve zorlu zamanda gösterdiğinin binde birini diğer zamanlarda gösterseydi bu vatan, cennet vatan olur, kardeşlik daha da pekişirdi.
Bu millet tozlansa da, kirlense de mayası temiz bir millettir.
İmtihanımız ağır ancak yüz yıllık kan uyuşmazlığı yaşadığımız insanlarla olan imtihanımız daha ağır.
Eğer bu deprem dönemlerinde onlar bulunsaydı, güvensizlik ve sorumsuzluklarından dolayı yüz katını yaşardık.
Yüz kere ölürdük.
Zira geçmişleri gelecekte yapacaklarının da göstergesidir.
Allah bu kısır zihniyete fırsat vermesin.
Ve yine hükümetin deprem gibi felaketlerde gösterdikleri performans, başarı ve güven, yapacaklarının da teminatıdır.
Allah bu hükümete ve millete yardım etsin.
İbret ve dersler çıkarmalıyız.
Musibetlerin hikmet ciheti, insanlardaki duyguların inkişafına sebeptir.
Mahşerin küçük bir tatbikatı ve provası yapıldı.
O mahşer ki,
“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,
İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.
O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.
O gün birtakım yüzler parıldar;
Güleçtir, müjde almıştır.
Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş;
Kapkara kesilmiştir.
İşte bunlar inkârcılardır, günahkârlardır.”[1]
Annemin enkazının önünde durup düşündüm;
50 yıldır şehitliği anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.
Ancak bir 15 Temmuz işgal hareketindeki 251 şehit, bir günde 50 yıllık neticeyi verdi ve sevdirdi.
50 yıldır dünyanın fani olduğunu ve eşyanın değersizliğini öğrenip dile getirmeye çalışıyorum.
Ancak 6 Şubat 2023 depremiyle dünyanın gerçekten fani olduğunu bil fiil öğrendik.
Ev ve araba gibi eşyalarında ortalıklarda dağılmış, yıkık ve hurda halinde olduğunu görünce, ne kadar önemsiz hatta uğruna övünülmeyeceğini ve de ölünmeyeceğini daha iyi anladık.
Ondan olsa gerek ki, kabrin üstündekiler basit şeyler için kavga ederken, kabrin altındakiler sessiz ve suskun yatmaktalar.
Yardım ekiplerine o yağmur ve soğuk ortamda gösterdikleri gayret ve anlayışlarından dolayı teşekkür ediyorum.
Cenab-ı Hak depremde vefat edenlere rahmet, yaralılara acil şifalar versin.
Annem gibi nice anne ve yavruları Hakiki Dosta uğurladık. YÜCE dost.. Yüce Dost… Yolları açık olsun. Dostlar sağ olsun, var olsun. Türkiye’ye müteşekkiriz. Milletiyle devletiyle, Türkiye’siyle dost ülkeleriyle herkese müteşekkiriz. -Apartmandan 5 gün sonra çıkan çocuk, annesinin yetiştirdiği yaprakla beslenip hayatta kaldığını söyledi. -58 yaşındaki amca ve eşi 5. günde iki saat serum verilerek kurtarıldı. -Depremde 5-25-85 yıllık hatıralar sahipleriyle yıkılan binaya defnedildi. -Rahmet ve zahmet, rahmetli ve zahmetlinin yazılışı arasında bir nokta farkı var. İşte bu depremde o durum ortaya çıktı.
Kimmiş rahmet ve rahmetli, kimmiş zahmet ve zahmetli!
Suriyelilerin durumunu başta deprem bölgesindekiler ve millet olarak şimdi daha iyi anladık. -Patates, soğan, domates ve Peynir için ağlayıp entrika yapanlar, artık ev ve arabasını ve inşaat altında kalan ziynet ve mallarını bile düşünemiyor. Canımızı kurtardık ya, diyor. Arabasındaki çiziklerden dolayı kavga eden genç, artık kendisiyle beraber ailesine atılan çiziklerden habersiz yatıyor. Ev fiyatını yükselten, değerini biçilmez kılanların evleri biçilip enkaz haline geldi. Her önüne gelen müteahhit oldu. Öğretmen, sağlıkçı, memur 40 yılda alamadığını bir yılda almanın sarhoşluğuna kapıldı. Binaları mezarlık yaptı, kabir oldu. İş ehline verilmedi. Ehli işe verilmedi, ehliyetsizlerin eline kaldı. Yapılan gökdelenler ve kuleler yerlerde sürünmeye başladı. “De ki: “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar.” Rabbiniz kimin doğru bir yol tuttuğunu çok iyi bilmektedir.”[1]
İşte örneği: “İsrail Hahambaşı Konseyi Üyesi Shmuel Eliyahu: “Türkiye ve Suriye’de meydana gelen deprem ilahi adalet. Tanrı, topraklarımızı işgal etmek isteyenleri yargılıyor. Dünya temizleniyor.”[2]
Nitekim Adıyaman’da Bilal Karakuş’un 1993 ve 1997 yılında ilk yaptığı Merkez İmam Hatip Lisesinin karşısında bulunan Zümrüt A-B-C üç Blok yıkıldı. Diğer yerlerde yaptıklarının bir kısmı da yıkıldı. Depremde yardım için Diyarbakır’dan gelen demir ustasının beyanına göre müteahhit demirden % 70 çalmış, diğer malzemelerden de. Nitekim bunu devam ettiren oğlu Yavuz Karakuş ve gelini Sevilay Karakuş kaçarken havaalanında yakalandı.[3]
-İnsanlar hayatlarını sürdürecekleri yerleri düşünmekten vazgeçmiş, ölülerini sağlam çıkarmak için çaba gösterip, dua eder oldular. -Allah lafza değil manaya, cesede değil ruha, dünyaya değil içindeki tecelliye değer verdiği ortaya çıkıyordu. -“Dünyanın, Cenab-ı Hakk’ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirler bir yudum suyu ondan içmeyecek idiler.” Hiç olmazsa bu andan itibaren insanların birbirine bakışı, düşüncesi, fikri, değerlendirmesi, konuşması gibi hallerinin değişmesi gerek. 150-200 metreye sığmayan aileler, bugün bir odaya bir kaç aile sığmaktadır. Beğenilmeyen yiyecek, giyecek ve eşyalar en kötü haliyle aranmaktadır. Her şey incelenip nazlanmadan kabul edilmektedir. Hayata bakış ve değerlendirmemiz değişmelidir. Bizler bizden öncekilerin tatlı acı hatıralarını anlatıp, onlarla büyüdük. Bizden sonrakilerde bizlerin hatıralarını… “Mal ve çocuklarınızın sizin için birer imtihan olduğunu ve büyük mükâfatın Allah katında bulunduğunu bilin.”[4]
Depremde kurtarma hususunda hızlı hareket edilmedi. İşin vahametinin bu derece büyük olduğu tam anlaşılmadı. Prosedürler kurtarmaya engel oldu. Hemen evimizin yanındaki iş yerinde kepçesi bulunan arkadaş iki gün sonra kepçesini kullandı. Sebebini sorduğumda; müsaade edilmediğini ve izin çıkmadığını söyledi. 5. gün sabah dörde kadar ve 6. günde sürekli çalıştılar. Depremzedelerin kaybı arttıysa organizede bazı aksamalar oldu. Devlet tevil götürmez. Afet bölgesinde koordinasyon eksikliği vardı. Daha seri olunabilirdi ancak yağmur ve soğuk, ulaşım ve iletişimdeki arızalar ve yetersizlik buna mani olan sebeplerdendi. Elbette kolay değil. Canlı olanlara zarar verilmemeli ve de bilinçli kaldırılmalı idi. -Yardımlarla bu millet asaletini ve gerçek ruhunu bir daha gösterdi. Annemin bulunduğu bir üst katta bulunan iki kişinin cenazesi çıkarıldı, bir alt katta bulunan anneme ulaşmaya müsaade edilmedi. -Belediye başkanı enkaz altında kalıp kurtarılmış, başkan yardımcısı ise kurtarılamamıştı. Deprem bir yer ve bölgede değil, her yerde idi. Geniş alana yayılmış, bir yer değil, her yer yıkılmıştı. Yıkılmayan evlerde sağlıklı değildi. Sağlam görülen bir yakınımızın evine çürük raporu verilmişti. Yeniden yıkılıp yapılacak olan Nurdağı gibi, Adıyaman’da kesinlikle yeniden yapılmalı. Sağlıklı ev yok. Zira yıkım alanı genişti. Saniyelerle yarışıldı. Kıyâmetin küçük provası yaşandı. Büyüğü ise; “Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır. O gün birtakım yüzler parıldar; Güleçtir, müjde almıştır. Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş; Kapkara kesilmiştir. İşte bunlar inkârcılardır, günahkârlardır.”[5]
Annem Hakka yürüdü. Yolu ve yolları açık olsun. Bugün 8. gün annemi Gürcistan’lılara çıkarmak nasip oldu. Planlı, düzenli, koordineli çalıştılar. Bu vesile ile tüm gayret gösterenlerle beraber, Gürcistan devletine de teşekkürümü arz ediyorum. Sonuç olarak şu unutulmasın ki; “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.”[6]
“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.”[7]
“Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.”[8]
“Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” dendiği zaman, “Hayır! Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridir; fakat bunun farkına varmazlar.”[9]
“Sükut bürünmüşse dillere, yara derindir. Yara derinse, Allah Kerimdir.” Bela ve musibetler büyük olsa da, Allah daha büyüktür. Allahu Ekber. Vefat edenler, manevi şehittirler. Allah vefat edenlere rahmet eylesin. Depremzedelere sabırlar versin. Nusretini esirgemesin. Milletimizin başı sağ olsun.
Abd mutlaka bizden daha iyi biliyordur ki; şu anda yerde süründüğü kadar ve bu milletin içerisinde kendisine gösterilen nefret hiçbir dönemde bu derece ayyuka çıkmamıştır.
Yahudilerin kırk yıl Tih çölünde dolaşıp, Hz. Musa’nın onların yeni yetişen nesillerini kırk yıl eğittikten sonra, Kudüs’e gidip fethetmesi gibi, bir neslin, birkaç neslin değişmesi gerekmektedir.
-ABD’lilere soruyorlar, sizler hainleri ne yapıyorsunuz?
Bizde olursa öldürüyoruz, başkalarında olursa besliyoruz.
İşte bizdeki silahşorundan kalemşoruna, farklı kesimlerde bu beslemeleri, o da monoton tiplerden bulunmaktadır.[1] -Bizi içeridekilerle beraber dışarıdan vurarak yıkmaya çalışanlar, yemin olsun ki içten, içinden, içeriden vurulacaklardır.
-“Türkiye’nin bir de şöyle bir talihsizliği var, Türkiye’ye gelen her Amerikan Büyükelçisi, ‘Ben Türkiye’de nasıl darbe yaparım, yaptırırım’ telaşı içerisindedir. Bu, Türkiye’nin temel bir talihsizliğidir. Her Amerikan Büyükelçisinin ‘Türkiye’de acaba ben ne yaparım, ne yaptırırım ve Türkiye’ye nasıl zarar veririm, babalarıma nasıl yaranırım’ dertleri budur. Türkiye’nin yıllardan beri en önemli talihsizliklerinden bir tanesi budur, hep de bu olmuştur. Diğer büyükelçilerini toplar, fıs fıs fıs, onlara akıl vermeye çalışır. Avrupa’da da aynısını yapıyorlar ya, onlar idare ediyorlar Avrupa’yı Amerikan büyükelçiliği. Avrupalılar üzülmez bu söze merak etmeyin. Onlar gerçeklerin ne olduğunu biliyorlar. Hakikaten biliyorlar, otururlar dizayn ederler, Türkiye’yi de dizayn edebileceklerini zannediyorlardı ama bir adam oyunlarını bozdu, Recep Tayyip Erdoğan. Onlar Türkiye’yi de böyle zannediyorlardı, oturacaklardı, fıs fıs fıs oyun, tezgah kuracaklar. Amerikan Büyükelçisi’ne buradan söylüyorum, hangi gazetecilere yazı yazdırdığını biliyorum, pis ellerini Türkiye’nin üzerinden çek, çok net söylüyorum, pis ellerini Türkiye’nin üzerinden çek. Neleri yaptırdığınızı, hangi adımları attırdığınızı, Türkiye’yi nasıl karıştırmak istediğinizi net bir şekilde biliyorum. O pis ellerinizi, o maskeli, sırıtan yüzlerinizi Türkiye’nin üzerinden çekiniz. Bu kadar açık.”
-Bu en üst düzey bizzat İçişleri Bakanı tarafından bir tespittir.
Abd’nin kirli gerçek yüzünü göstermektedir.
Ancak ondan daha acısı güya bizden görünen, farklı kanı taşıyan insanlardan kendisine çanak tutacak, her türlü yardımı yapacak yandaşları bulmasıdır.
-ABD’yi bitirecek olan yaptıkları zulümlerdir.
Zira, hadiste de belirtildiği gibi, küfür devam eder ancak zulüm devam etmez.
-Yunan Türkolog Profesör Dimitris Kiçikis, Batı’nın Türkiye üzerinde oynadığı oyunlara dikkat çekti. Obama yönetiminin 2016’da Recep Tayyip Erdoğan’ı ortadan kaldırarak Meral Akşener’i iktidar yapma planı olduğunu söyledi. Kiçikis, Erdoğan’ın Batı’ya karşı bağımsızlık mücadelesi verdiğini vurguladı.”[2]
-Bati kartondan bir dev.
İçi boş bir heyula.
Fransa, Paris, Londra, Washington gözde ve zihinde büyütülmüş ancak gerçek yüzü hiçte öyle değil.
Boyalı ve makyajlı acuze bir kadın
Hadiste mealen, mahşer günü dünya acuze bir kadın suretinde getirilir ve insanlar derler ki;
Bir ömür boyu peşinden koştuğumuz dünya bu muymuş?
Ondandır ki, dünya herkesle nişanlar ancak kimseyle evlenmez.
Eğer evlenirse foyası meydana çıkacaktır.
-Kof bir Batı var karşımızda.
Bir üfürükle yıkılacak.
İçi kurtlu.
İçi onu yakar, dışı bizi.
Dışı süs, İçi pis.
Yakılışı da içten olacak.
Tam ruhsuz bir heykel.
-İçte olsun dışta olsun onlar birbirinin dostudurlar.
“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”[3]
Aynı cins kumaş.
Aynı yapı.
Aynı binanın materyallerinden olanlar her zaman birbirlerine sahip çıkarlar.
Hizip olsun, parti olsun, ideolojileri aynı olanlar kendileri başarılı olmasalarda, yol yürüdükleri insanların her zaman için başarılı olmasını isterler.
-İşte o batının iç ve gerçek yüzü;
“Fransa genelinde 42 bini çocuk 300 bin kişi sokaklarda yaşıyor! Fransa’daki Türklerden evsizlere yardım eli.
Fransa genelinde 300 bin kişi sokaklarda yaşıyor. Üstelik onların arasında binlerce çocuk da var. Kimi bir köprü altında kimi ise bir binanın girişinde hayata tutunmaya çalışıyor. Aralarında Türklerin de olduğu gönüllüler ise onlar için adeta yardım seferberliği başlatmış durumda.” [4]
Neyzen Tevfik bir gün yolda dolaşırken, önüne küçük bir çocuk çıkar.
Çocuk gariban bir ayakkabı boyacısıdır.
Neyzen’in ayakkabılarını boyamak ister.
Fakat boyanacak ayakkabı yoktur ki Neyzen’in ayağında.
Yırtık, pırtık, parmakların dışarıya taştığı bir ayakkabı.
Neyzen, bunun farkında olduğundan çocuğa bakmadan yoluna devam eder.
Ama çocuk azimlidir, üç-beş kuruşunu almaya niyetlidir Neyzen’in ayakkabıları ne kadar eski olursa olsun boyamayı kafasına koymuştur.
Neyzen Tevfik bakar ki çocuktan kurtuluş yok, durur, döner yüzünü çocuğa ve bir anda boylu boyunca yere yatar. Ardından da “hadi evladım boya bakalım suratımı” der.
Çocuk şaşırır. Defalarca ayakkabı boyamıştır ama yüzünü boyatmak isteyen birisine ilk defa rastlamıştır.
Neyzen, “hadi oğlum, başla boyamaya, al işte bu da parası” diye ısrar edince, boyacı çocuk başlar Neyzen’in suratını boyamaya. Sonra bir de cila atar, sonunda da kadifeyle parlatır. Operasyon bitmiştir, Neyzen’in yüzü ışıl ışıl olmuştur. Çocuk mutlu bir şekilde parasını alır,Neyzen Tevfik de yüzünde kuzguni bir parıldamayla arkadaşlarının yanına döner.
Neyzen’in halini gören arkadaşları şaşkınlıkla karışık gülüşüp bağırırlar: “Üstad, ne oldu sana böyle?. Aydede’ye dönmüşsün.
Kim boyadı seni?”
Neyzen Tevfik başından geçenleri anlatır ve olayın sonunu şöyle bağlar:
“Arkadaşlar, ben şimdi eve giderim, elime bir kalıp sabun alırım, yüzümü yıkarım ve yüzümün siyahlığını çıkartırım.
Peki, ya hırsızlar?
Ya uğursuzlar?
Ya gıybet yapanlar?
Garibi gurebayı bedava çalıştıranlar?
Makam mevki için entrika çevirenler?
Onlara ne diyelim?
Onların yüzlerindeki kara nasıl çıkar?
O köftehorların yüz siyahlığını hangi sabun çıkartır?
Alıntı
********************
Beşyüz itten kaçan kurda
Kurt diyenler halt eylemiş
Şehit verilmeyen yurda
Yurt diyenler halteylemiş
Birlik ister bizden olan
Kör olsun milleti bölen
Siyasette yalan, dolan
Şart diyenler halteylemiş
Hamdolsun alnımız aktır;
Zalimden korkumuz yoktur
Hakikatin yönü tektir
Dört diyenler halteylemiş….
#ABDURRAHİMKARAKOÇ
****************
BEDİÜZZAMANIN SIR KATİBİ MEHMED FEYZİ EFENDİ
“Secdeyi yalnız cesedle değil, kalple ruhla, sırla, hafîyle, ahfa
ile, nefisle, belki cesedin bütün zerreleriyle yapmak lazım..
Cesedle secde edip, nefis dimdik ayakta durduktan sonra ne kıymeti
var?..”
“Her rûhun ahsen-i takvîm üzere sûreti de vardır.. Ruhlar fevk’al-
Arş yaratıldı ve o ruhlar âleminde seciyeleri birbirine uygun olan
ruhlar birbirleriyle tanıştılar.. Ruhlar âleminde birbirleriyle
tanışan, biraraya gelen ruhlar, bu dünyada da çeşitli vesilelerle
bir araya gelirler, buluşurlar, tanışırlar, kaynaşırlar..”
“Cenab-ı Hakk’tan necât isteyelim. Bizim elimizde birşey yok..
Mülk O’nun..Hüdâi hazretlerinin dediği gibi:
“Neye kâdir bîçâre insan,
Hakk’tan olmayınca ihsan..”
“Elem neşrahleke..” sûresini oku!.. Gıdanı al.. Normal uykunu uyu..
Yalnız kalıp derin derin düşünme.. Hoşlandığın arkadaşlarınla sohbet
et.. Kendine bir meşgale bul, çalış, vücûden yorul.. Vücudun
yorulunca, zihnin dinlenir..”
“Hergün kalbe nazar etmeli.. Bostandaki yabanî otların sökülüp
atıldığı gibi kalbteki lüzumsuz şeyleri çıkarıp atmalı..”
“Bu zamanda kuvve-i kudsiyyenin, ibâdât-u tâatın, ezkâr ve
tesbihâtın azlığından ötürü ruhlar cılız kalmıştır.. Onun için
takviye lazımdır.. Ruhu kuvvetlendirmek için gıda almaya ihtiyaç
vardır.. Her yenilen gıdanın melekûtu rûha, maddesi de cesede kuvvet
verir..”
“Zâhirî kire ehemmiyet verip de bâtınî kire ehmmiyet vermemek
olmaz.. Sadece dışı zınetlendirmek kâfi gelmiyor.. Bu elbise cesedi
zînetlendiriyor.. Takva ise kalbi zînetlendiriyor.. Takva libası
daha kıymetlidir..”
HACER-İ ESVED’LE AŞI
Her sene yüzbinlerce müslüman Hacer’ülesved’i istîlamla, O’na elini
ve
Yüzünü sürmekle çeşitli mikropları o taşa bulaştırıyorlar. İstîlam
ile de mikroplar istîlam edenin bünyesine geçiyor.
Dolayısıyla aşı olmuş oluyorlar.
Çeşitli hastalıklar bu sayede zâil oluyor.
HACDAKİ SIRLAR
Hacda cihad sırrı var. Hacda istihâle de var. Senelik Hac, ıslahat
fabrikasıdır. Hüccâc, oraların feyiz ve bereketlerinden
memleketlerine getiriyorlar. Hac, tenperverleri, bahilleri de tedavi
ediyor. Şimdi hac kolay, ama muhafazası zor. Eskiden hac etmesi zor,
muhafazası kolaydı.
KABE’YE YAĞAN RAHMET
Kabe’ye her an yüz yirmi rahmet nâzil olur. Rahmetin altmışı tavaf
edenlere, kırkı etrafında namaz kılanlara, yirmisi O’na nazar
edenleredir.
FAZLACA TAVAF ETMEK
Tavaf eden Rabb’ul Kabe’yi tavaf ettiğini müdrik olmalı.
Uzaktan gelenler için, fazlaca tavaf güzeldir.
ZEMZEMİ SOĞUTMAMAK
Zemzemi ılık içmek güzeldir.
Yani kuyusundan çıktığı haliyle içmelidir. Buzdolabı ve benzeri
yerlerde durdurularak içilen zemzem tabiî özelliğini kaybeder.
ZEMZEMİ DOYA DOYA İÇMEK
Herkes zemzemi doyasıya içemez. Zemzemi doya doya içmek; saadet
alâmetidir.
HAC’DA ŞEYTANIN TAŞLANMASINDAKİ ANLAM
Hac’da şeytana atılan 7 taş, kalpte yedi başlı ejderhaya işaret
eden; kibir, hased, riyâ, ucub, hubb-u câh, hubb-u riyâset, dünya
muhabbetini söküp atmak mânâsınadır.
ZEMZEMİN VE KABE TOPRAĞININ YERYÜZÜNE DAĞILMASI
Nuh tufanında, Kabe toprağı ve zemzem yeryüzünün değişik bölgelerine
dağıldı.
Kâbe kapısı ile makam-ı İbrahim arasında 90, rükn-ü yemânî ile
Hacerülesved arasında da 70 Peygamber medfundur. Onun için bu
kısımlarda izdiham olur. Hacılar zorluk çekerler. Safa ile Merve
tepeleri arasında da 40 peygamber yatmaktadır. Tavaf ve say’in
lüzumundan dolayı kabirleri belirlenememiştir.
KABE-İ MUAZZAMA’NIN YANINDA
Eğer hakkıyla âdâba riâyet edemeyecekse Haremde fazla durup laubâli
olmamalı, vazifesini bitirip çekilmelidir. Fakat âdâba riâyet edebilirse istediği kadar kalsın. Kabe’ye nazar eylesin. Çünkü Kabe’ye nazar ibadettir. İmkan buldukça fazla tavaf etmek daha güzeldir.
FEYİZLERDEN DAMLALAR// MUSA ÖZDAĞ
***************
Kamburlu Genç
Bir gün Kümbet medresesindeyken yanıma iki üniversite talebesi geldi. Bunlardan birisi gayet uzun boylu ve sevimli bir gençti. Diğeri ise çok kısa boylu idi ve sırtında bir kamburu vardı.
Uzun boylu olan genç, “Hocam size bir sorumuz var.” dedi ve “Cenab-ı Hak adil midir?” diye sordu.
Ben de:
“Adalet güzel bir sıfat olduğuna göre, bütün güzel sıfatlar gibi bu sıfatın da kemali Allah’ta bulunur. Adaletin kemali Allah’ta olmazsa kimde olur?” dedim.
Bunun üzerine genç:
“Madem adildir, neden bazı insanları, toplum içerisinde utanç duyacakları bir vaziyette yaratmıştır?”
Bu soruyu duyunca meselenin hakikatini anladım. Uzun boylu olan genç, kendince yanındaki arkadaşının hakkını arıyordu. Şöyle dedim:
“Anladım ki, sen yanındaki kardeşin namına konuşuyorsun. Öyle değil mi?” “Evet” dedi.
Bunun üzerine kısa boylu olan arkadaşa döndüm ve, “Boyun ne kadar?” diye sordum. “Bir metre otuz beş santim.” dedi. Diğerine de aynı soruyu sordum. O da, “Bir metre seksen beş santim.” dedi. “Peki sen bu boyundan razı mısın?” dedim. “Razıyım.” dedi.
Bu sefer kısa boylu olana, “Sen de boyundan razı mısın?” dedim. “Böyle olmayı istemezdim.” dedi.
“Peki” dedim, “Allah’tan bir metre seksen beş santim boy alacağın vardı da Allah elli santimini kesti mi?”
Böyle bir cevap alınca şaşırıp kaldılar. Ben devam ettim:
“Hem hakkın olan elli santimi kesmiş hem de istemediğin halde sırtına bir kambur yüklemiş öyle mi?” Bu sözüm üzerine iyice mahcup oldular.
Benim o zamanlar bir adetim vardı, bu şekilde menfî sual soranları önce ilzam eder, sonra da iltifat ile gönüllerini alırdım. Onları da öncelikle böyle ilzam ettikten sonra, biraz rahatlasınlar diye onlar için çay hazırlattım. Sonra çay içerken suallerinin cevabını şöyle verdim:
“İnsan daima kendinden aşağı olana bakmalıdır, tâ ki şekva yerine şükretsin. Mesela, boyu bir metre olana bakarsanız daha huzurlu olursunuz. Evet boyunuz kısa ama Cenab-ı Hakk’ın size bahşettiği diğer nimetleri, mesela başta insan olmanızı, akıllı olmanızı, görmenizi, işitmenizi, konuşmanızı ve sayılamayacak daha nice nimetlere mazhar olmanızı niçin hesaba katmıyorsunuz?..”
“Efendiler, şunu iyi bilip iman etmemiz lazımdır ki, Cenab-ı Hakk’ın üzerine hiçbir şey vacip değildir.Yani Allah kimseye vermek zorunda değildir. Allah kimseye borçlu değil, kimse de ondan alacaklı değil. Kimsenin ondan mütehakkimane isteme hakkı yoktur. Mahlukatına her ne ikram ve ihsan buyurmuşsa kemal-i keremindendir. Mahlukatın onda zerre kadar bir hakkı yoktur ki, bir hak dava edebilsinler. Çünkü bütün mevcudat, dünya ve ahiret onundur. Zat-ı Kibriya mülk ve melekûtunda istediği gibi tasarruf eder ve ediyor. Kimine az, kimine çok verir. Kimini insan, kimini hayvan, kimini ağaç, kimini taş yaratır. Mülkünde ortak ve şeriki yok ki onun hakkına tecavüz ederek –haşa sümme haşa- zulmetmiş olsun. Kimine nazar-ı Celal ile kimine nazar-ı Cemal ile tecelli eder. Mutlak irade sahibidir. Onun işlerinden sual olunmaz. Şu halde insanların ona karşı hak dava etmesi nasıl tasavvur olunabilir?!.”
“Cenab-ı Hak senin boyunu kısa yaratmış ve bir de kambur vermiş. Fakat seni insan olarak yaratmış. Deveyi ise hem hayvan olarak yaratmış hem kambur vermiş hem de o kambur üzerine bir semer vermiş, semerin üstüne de yük yüklemiş.” Sonra latife ile, “Sen yine bu haline şükret. Hiç olmazsa sana yük taşıtmıyorlar.” dedim. Bu sözüme çok güldüler.
Devam ettim:
“Sizin bu mantığınıza göre devenin bu suali sizden önce sorması gerekirdi. Halbuki, onlar kendi hallerindden memnundurlar ve itiraz etmiyorlar. Onların da böyle bir sual sormaya hakkı yoktur.”
Sonra onlara, “Siz nerelisiniz?” diye sordum. “Kayseriliyiz” dediler. “Bu göz açıklık ancak Kayserililere mahsustur herhalde.” dedim. Bu latifeme de güldüler.
Sonra onlara Mektubat’ta geçen şu kısmı okudum:
“Meselâ madenler diyemezler: ‘Niçin nebatî olmadık?’ şekva edemezler: belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtırına şükrandır. Nebatat niçin hayvan olmadım deyip şekva edemez, belki vücud ile beraber hayata mazhar olduğu için hakkı şükrandır. Hayvan ise niçin insan olmadım diye şikayet edemez, belki hayat ve vücud ile beraber kıymetdar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkeza kıyas et.”
“Ey insan-ı müştekî! Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza…”
“Kadere rıza göstermek kadar sürurlu bir şey yoktur. Her kim ki kadere iman eder, kederden emin olur.
Aklınıza, “Acaba kaderin bu gibi hallerde hikmeti ne olabilir?” diye bir soru gelebilir. Ne çare ki, kaderin hükmü bilinmez ve anlaşılmaz. Kader ikiye ayrılır. Bunlardan biri insanın cüzi iradesine taalluk eden cihetidir. Bu noktada insan, kendi iradesini neye sarf ederse, Cenab-ı Hak onu yaratır. İşlediği hayırların mükafatını, şerlerin de cezasını görür.”
“Bir de ızdırarî kader vardır ki, dileyen de Cenab-ı Hakk’tır, yaratan da. Bu noktada kulun hiçbir mesuliyeti yoktur. İnsan aklı kaderin bu kısmının sırlarına vakıf olamaz.”
“Tabiî afetler, musibetler, aksak doğma gibi hadiseler tamamen Allah’ın dilemesiyledir. Şu var ki, Âdil-i Mutlak olan Cenab-ı Hak, dünyadaki en küçük bir sıkıntıyı bile günahlara kefaret saydığı gibi bu şekilde yaratılıştaki noksanlıkların mükafatını ahirette bilemeyeceğimiz bir şekilde verecektir. Yeter ki, gençliğimizi ubudiyet ve rıza-i ilahi dairesinde geçirmiş olalım.”
“Siz bana kaderin ızdırarî kısmını soruyorsunuz, ama Levh-i Mahfuzun defterleri benim elimde değil ki size cevap vereyim. Kaza ve kaderin şifresini kim halledebilir ki? Onun anahtarı ne insanın ne de melekût alemindeki meleklerin elindedir. Oradaki sırları AllahTeâlâ’dan başkası bilemez.”
“Kaza ve kaderin, bizim tarafımızdan bilinmemesi büyük bir rahmettir. Zira bir çok şeyler vardır ki, insan onları bilmezse pek rahat ve asude yaşar. Mesela bir adam ne zaman öleceğini ve başına ne gibi felaketler geleceğini bilse, onun için hayatın ne zevki, ne de lezzeti kalır. Bunları bilmediği takdirde dünya ve ahirete şevk ile çalışır.” dedim.
“Cenab-ı Hakk’ın hikmeti çok derindir. Biz bunları bilemeyiz. Sizin boyunuz da 1,85 olsaydı. Belki gurura düşüp dalalete girebilirdin. Belki bu hikmete binaen Yüce Allah seni böyle yaratmıştır. Bu ise senin hakkında daha hayırlıdır.”
“Mahlukatın en şereflisi ve en mükerremi insandır. Bu insan ise madde ve ruh denilen iki terkipten meydana gelmektedir. Maddeten insanın en kıymetli azası onun kalbidir. Kalbin gıda ve lezzeti ise marifetullah ve muhabbetullahtır. Bu marifet ve muhabbetin anahtarı sana verilen zahirî ve batınî duygularındadır. Hamdolsun onlarda da bir noksaniyetin yoktur. İşte senin kamil bir insan olman bunlarladır. Mesela senin gözün olmasaydı, o zaman derdin ki:
“Ya Rab! Benim gözüm olsaydı da kâinatı senin namına seyretseydim.” diye temenni edebilirdin. Demek ki, marifetullah ve muhabbetullah için bütün duygulara sahipsin. O halde hiçbir şikayet hakkına sahip değilsin.”
“Hem Allah Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerîm’de:
“Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp ibadet etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 51/56) buyuruyor.
“Senin boyunun kısa olması ve kambur olması ibadetine noksaniyet getirmediği gibi engelde teşkil etmez ki, sen de muzdarip ve mahcup olasın.”
Şu da bir hakikattir ki, insan dünyaya zevk ve sefa için gelmemiştir. Ahireti kazanmak için gelmiştir. Peygamberimizin buyurduğu gibi
“Dünya ahiretin çiftliğidir.”
çiftlikte ise oyun ve eğlence olmaz orada tembellik değil, kazanmak için çalışıp terlemek vardır. Bediüzzaman’ın dediği gibi,
“Bu dünya, dâr-ül hikmettir, dâr-ül hizmettir; dâr-ül ücret ve mükâfat değil. Buradaki a’mal ve hizmetlerin ücretleri cennettedir.”
Orada bitmesi ve tükenmesi mümkün olmayan bir saadet ve huzur olduğu gibi Cemâl-i İlâhiyenin müşahede makamı da orasıdır.
Sohbetimi Üstadımın şu veciz ifadelerini okuyarak bitirdim:
“Dünyanın bin sene mes’udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü’yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelal’in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Mübtela ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbublarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, onun cilve-i cemalinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi ve bütün Cennet, bütün letaifiyle bir cilve-i rahmeti ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizablar ve cazibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mabud-u Lemyezel’in, bir Mahbub-u Lâyezal’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet’e çağrılıyorsunuz.”
Bu anlattıklarımdan ve okuduklarımdan sonra memnun ve mesrur bir şekilde yanımızdan ayrıldılar.
**************
Adam uzun yıllar devesiyle taşımacılık yapmış.
Yaşlanan deve yolun sonuna gelmiş.
Artık öleceğini anlayınca:
— Sahibimi çağırın da helallik vereyim, demiş.
Devenin sahibi:
— Ne hakkı varmış ki bende? demiş.
Demiş ama yinede merak etmiş.
Dayanamayıp devesinin yanına gitmiş.
— Ne hakkın var ki bende? demiş.
Deve:
— Öyle deme!
İlk olarak; benim taşıma gücüm belliyken, sen bunun iki katı çuval yüklerdin bana.
Bu hakkımı helal ediyorum sana.
— İkinci olarak; benim günlük 10 kg yiyeceğe ihtiyacım varken, sen hep 8 kg verir kalanı vermezdin.
Bu hakkımı da helal ediyorum.
— Ayrıca ; Üç günlük yolu iki günde gitmem için sopayla döverdin beni.
Bu hakkımı da helal ediyorum.
— Dahası ; bir de yavrum olmuştu.
Onu kesmiş, misafirlerinle bir güzel yemiştiniz.
Bu hakkımı da helal ediyorum.
— Amma bir hakkım var ki, onu sana asla helal etmeyeceğim.
Mahşerde bunu senden soracağım.
Sahibi merakla sormuş.
— Nedir o?
— Her seferinde her yolu en iyi ben bildiğim halde, tüm yükü de ben taşıdığım halde, yularımı bir eşeğe verirdin.
Beni bir eşeğe mahkum ederdin ya, işte bu hakkımı asla helal etmeyeceğim!
“ABD’de silahlı müdahale niyetini açıkladı! Türkiye’deki seçimler…
ABD Dış İlişkiler Konseyinin (Council on Foreign Relations-CFR) yayın organı Foreign Affairs, Washington’ın yaklaşan Türkiye seçimlerine ‘askeri müdahale’ seçeneklerini ortaya koyan bir makale yayımladı.”[1]
Evet, Abd Kendi ipini çekiyor ve kafasına sıkıyor.
Bu durum bizi birleştirir, gürleştirir ve güçlendirir.
Evvela çekin pis ellerinizi.[2]
Bu durum İslam Dünyasını İttihad-ı İslam’a götürür. İslam dünyasını bir araya getirir.
15 Temmuzda dolaylı saldıran, piyonları kullanan Abd, şimdide doğrudan mı saldırıyor?
15 Temmuz içte birliği ve birleşmeyi sağladı, bu ise dışta birleşip güçlenmeyi sağlar.
Önümüzdeki tek önemli iş, İttihad-ı İslam[3] yani İslam Birliği.
Türk ve Arap iki kardeşi üç yüz yıl aradan sonra tekrar bir araya getirmeye sebeptir.
Belli ki bu da kolay olmayacak.
Bir bedel istiyor.
Dileriz Rabbimizden pahalıya satmasın, asan eylesin.
Sadece yüz yıllık bir değişim içerisinde değil, üç hatta bin dört yüz yıllık bir değişim ve dönüşüm içerisindeyiz.
Kapanış, açılıştan daha muhteşem olacaktır.
Ümmet uyanıyor.
Uyuduğu yeter.
“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!
Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’an’ın sabahında uyanınız. Yoksa Kur’an-ı Kerim’in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.
Kur’an’ın mecrasından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’an-ı Kerim’in saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-ı İslâmiye sularını akıtınız.
O hakikat-ı İslâmiye suları ile bu topraklarda iman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve manevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir inşâallah.”[4]
-“İşte ey ehli-i Kur’ân olan şu vatanın evlatları, altı yüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’ân-ı Hakimin bayraktarı olarak, bütün cihana meydan okuyup, Kur’ân’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’ân’a ve İslâmiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı def’ ettiniz.”
“Ey Türk Kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş, ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde sen, şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme!”
Bediüzzaman’a göre “bizi kurtaracak yine onun (İslâmiyetin) merhametidir.”
-“Elhasıl, Sultan Selim’e biat etmişim. Onun İttihad-ı İslâm’daki fikrini kabul ettim. Sultan Selim’dir ki demiş:
“İhtilaf ü tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hatta bî karar eyler beni,
İttihadken savlet-i adayı def’a çaremiz,
İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni…”
-Türk milletine hitaben;
“İşte ey ehli-i Kur’ân olan şu vatanın evlatları, altı yüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’ân-ı Hakimin bayraktarı olarak, bütün cihana meydan okuyup, Kur’ân’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’ân’a ve İslâmiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı def’ ettiniz.
…Ey Türk Kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş, ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde sen, şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme!”
-“Altmış beş sene evvel Cami’ül-Ezher’e gitmek istiyordum, Alem-i İslâmın medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet olmadı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki, Camiü’l – Ezher Afrika’da bir medrese- ii umumiye olduğu gibi Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise daha büyük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lazımdır. Ta ki İslâm kavimlerini, mesela Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakiki müsbet ve kudsi ve umumi miliyet-i hakikiye (gerçek milliyet)olan İslâmiyet milliyeti ile inneme’l mü’minune ihvetun Kur’ân’ın bir kanun-ı esasisinin tam inkişafına mazhar olsun ve felsefe fünunu ile ulûm-i diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla tam müsalaha etsin.”
Doğum kolay olmuyor.
O da bu bir çocuğun doğumu değil, koca İslam dünyasının doğumudur.
-Çerkeş Şeyhi-zâde Halil Hâlid Bey uyarısında;
Ey Araplar ve Türkler!
Sizi şaşırtmaya, sersem etmeye, birbirinizle uğraştırmaya çalışanlardan sakının…
Bilgisizlikten doğan kötü zanları artık bırakın…
Birbirinizi iyi anlayın…
Bütün İslâm âlemi, ümit içinde, sizin tam olarak birleşmenizi bekliyor…
Kalplerinizi birbirine sıkıca bağlayın…
Birbirinizi sevin: Ta ki Allah da sizi sevsin.”
-Bediüzzaman Araplara hitaben de;
– “Ey Araplar, tembellikle günahınız büyüktür .
Sizin tembelliğiniz ve füturunuzla, biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz.
…Hususan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek. “
-Bizi yıkan kanser gibi ümitsizlik olduğu teşhis ve tespitinde bulunan Bediüzzaman Araplara hitaben,
“İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi Garpta bir iki milyonluk küçük bir devlet, Şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş.
Hem o yeistir ki yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-i şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş.
Hem o yeistir ki kuvve-i maneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i maneviye ile şarktan garba kadar istila ettiği halde; o kuvve-i maneviye-i hârika, meyusiyetle kırıldığı için zalim ecnebiler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslüman’ı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeis ile başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip “Neme lâzım!” der “Herkes benim gibi berbattır.” diye şehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor.
Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o kātilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz.
لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ (Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin- Zümer 53.)kılıncı ile o yeisin başını parçalayacağız. مَا لَا يُدْرَكُ كُلُّهُ لَا يُتْرَكُ كُلُّهُ (Bir şeylerin tamamı elde edilemese de, tamamı da terkedilemez.)hadîsinin hakikatiyle belini kıracağız inşâallah.
Yeis; ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır. Ve kemalâta mani ve اَنَا عِنْدَ حُسْنِ ظَنِّ عَبْدٖى بٖى hakikatine muhaliftir. Korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleridir. Şehamet-i İslâmiyenin şe’ni değildir. Hususan Arap gibi nev-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtaz bir kavmin şe’ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arab’ın metanetinden ders almışlar. İnşâallah yine Araplar yeisi bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilan edeceklerdir. “
Rabbimizin Emir dairesinden olan ruh hakkında bize az bilgi verilmiştir.[1]
Hazreti Ali (kerramallahu vecheh): “ELESTÜ Bİ RABBİKÜM( َأBen sizin Rabbiniz değil miyim?) hitabında verilen BELAَ (Elbette!) cevabını, dünkü gibi, bugünkü gibi hatırlıyorum.” diyor.
– Sehl İbni Abdullah (kuddise sirruh): “BELAَ’yı çok iyi hatırlıyorum;
önümdekini, arkamdakini, sağımdakini solumdakini ismen sayarım.” diyor.
İnşallah ahirette gerçek mahiyetini göreceğiz ve gösterilecektir.
Tıpkı komutanın askere arş emriyle askerin harekete geçmesi gibi, sebepsiz olarak tabiri caizse birinci elden ve dilden yaratılan ruh da, insan bedeni gibi mürekkep, terkip edilmiş ve bir çok şeyden bir araya gelmiş değildir.
Bir bütünlük arz eder.
Teşbihte hata olmasın; maddi manevi farklı özelliklere sahip olan vücudu bir arada tutan ruh ne ise, bütün masivayı, Allah’ın dışındaki varlıkları bir bütün olarak, Kayyumiyet sırrıyla bir arada tutan İlahi Ruh da öyledir.
Hz. İsa’nın çamurdan yapıp üflediği kuş canlanıp uçmuştur.[2]
Ruh; hem Allah, hem Cebrail, hem İsa içinde kullanılır.
İnsan zıtlıkları içinde barındırmaktadır, ruh ve beden gibi.
Başta Peygamberlerin ve büyük zatların bir ömür feryadı, ruhu bedenin süfliyetinden kurtarmaktır.
İmanda Allah’tan bir ruh var.[3]
İnsan; ulvi ve yüce alemleri temsil eden ruh ile, düşük, kıymetsiz, deni, kıymetsiz, süfli alemleri temsil eden nefis ile bedendeki izdivacından ve evliliğinden oluşmuştur.
Ölüm ile tekrar hürriyetine kavuşmakta, ulvi alemlere seyrini sürdürmektedir.[5]
“Ruh-u insanî gayr-ı mütenahi ihtiyaçlara giriftar, gayr-ı mütenahi elemlere mahaldir. Gayr-ı mahsur lezzetlere iştihalıdır. Gayr-ı mahdud âmâli beslemektedir. Hatta kalbin dalâletiyle beraber ruhtan fışkıran şefkat, gayr-ı mütenahi elemleri tazammun ediyor.”[6]
-Burada bırakacağımız bedenimiz için harcadıklarımızı eğer ruhumuz için harcasaydık, beden ruhun peşinden uçarak giderdi.
Ruh ulvi alemleri tayaran ederdi.
“İnâyet-i Rabbâniye ile, marifet-i İlâhiyede bir hareket-i fikriye ve bir seyahat-i kalbiye ve bir inkişâfât-ı ruhiyede tezahür eden bazı lemeât-ı tevhidiye..”[7]
-Allah’ın yardımı, İlahi marifet yani Allah’ı derinlemesine bilmede üç şey gerekir;
Biri, Fikrin harekete geçmesi ve tetiklemesi.
İkincisi, Kalbin adeta on sekiz bin alemi seyahat edip, Halikını soran seyyahın bir müşahedesidir.
Üçüncü olarak, bu ikisinin neticesinde ruhun sonsuza dek gelişimiyle ortaya çıkan Allah’ı tanımanın oluşturduğu marifet kıvılcımlarıdır.
Mason hakimiyetinde olan İttihat ve Terakkinin klonlanmış hali zamanımızda da varlığını sürdürmektedir.
Kanlar depreşti.
Yüz elli yıllık perde indirildi, saflar netleşti.
Dünya çapında ise, durum gösteriyor ki; Abd Başkanı Biden dünyayı ateşe vermeden, savaşa sokmadan makamından ayrılmayacak gibi.
Rusya- Ukrayna bunun ilk kıvılcımı idi.
Allah’ın yürü dediğine, kim dur diyebilir?
Bu millet dini değerlerinin bayrağını bin yıldır dalgalandırmıştır.
Bu görev bu Müslüman- Türk milletine tevdi edilmiştir.
Yüz elli yıldır duraklama, üç yüz yıllık bulanıklık ve yüz yıllık kavga ile nadasa bırakılan bu millet; maddi- manevi yükselişini kaldığı yerden devam ettirecektir.
Maddi- Manevi yükseliş ve çukurdan çıkış başlamıştır.
Farzı ayın olan İttihad-ı İslam ile bu tahakkuk edecektir.
İslam Dünyası ve insanlık bizi bekliyor.
Lütfen gelen neslin önünde durmayın, takoz olmayın.
“Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zîra, asr-ı salis-i aşrın, yani on üçüncü asrın minaresinin başında durmuşum, sûreten medenî ve dinde lakayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camie davet ediyorum.
İşte ey iki hayatın rûhu hükmünde olan İslamiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor; çekiliniz. Ta ki, hakîkat-i İslamiyeyi hakkıyla kainat üzerinde temevvücsaz edecek olan nesl-i cedid gelsin!..”[1]
**************
Yüz yılın bir hınç. Kin ve nefreti depreşti.
Geldiğimizde her şeyi değiştireceğiz, diye.
Yüz yıllık saltanat ve keyfiliği kaybetmenin telaşı.
Aslında bitmişlik ve tükenmişlik sendromu.
Mahallenin hırçın çocuğunun, hırçın tavırları.
Ancak kader hükmünü icra edecek, yer yüzü içinde tutup sakladığı, sahiplerini beklediği hazineleri ortaya çıkaracaktır.
–Ebû Saidi’l-Hudrî’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte ise Mehdi’nin zamanındaki bolluk ve bereketten söz edilirken şöyle buyurulur:
“Benim ümmetim onun döneminde öylesine bir refaha ulaşacaktır ki, o güne kadar benzerine asla rastlanmamıştır. O kadar ki yer mahsullerini verir, insanlardan hiçbir şey saklamaz, mal da o gün çok birikir. Adam kalkıp, ‘Ey Mehdî, bana ver!’ dediğinde, Mehdî de ‘Al!..’ der.”[2]
“Ümmetim onun zamanında benzerine rastlanmamış derecede nimetlere kavuşacaklar, gök bol bol yağmurunu gönderecek. Yer de bitki ve mallardan hiçbir şey saklamayacak. (Yani yeraltı zenginliklerini insanların faydasına sunacaktır.)[3]
“Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez.
Bir de Allah, iman edenleri günahlardan arındırmak, kâfirleri de yok etmek için böyle yapıyor.”[4]
-“Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.
… Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedîdâne kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imânın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik.”[5]
Beşer zulmeder, kader adalet eder.
Bediüzzaman’ın rüyada bir hitabede beyan ettiği gibi; Eğer zahiren zulüm olan başta Mekke ve Medine’nin elimizden çıkmaması halinde bizdeki rejim, yüz yıllık kavga, buraya dikilen heykeller o kutsal beldelere de dikilecekti.
Yine gerek kapatılarak ve gerekse de beceriksizliğin sonucu olarak çıkarılmayan zenginliklerimiz bilinçli, şuurlu, değerlerine sahip çıkacak nesli cedit, Asımın neslini beklemektedir.
Sonsuzluk yolculuğunda, sonsuza dek silinmez kara bir leke.
İçten içe yakan ateş.
Acıyı azaltmak için başkalarını da yakmak ve başkalarıyla beraber yanmak.
Yaktıklarının bedelini bedeliyle ve misliyle ödemek.
Hele o utanç cehenneme denk bir acı.
Büyük bir mahcubiyet.
Perdelerin kalktığı ortamda, içlerin ve içtekilerin dışa çıktığı, dillerin susup organların konuştuğu, şahitlerin huzurunda, dayıların olmadığı ilahi huzurdaki mahcubiyet; tüm cehennemlere denk bir acı.
Cehennemin fevkinde bir cehennem.
Sonu ve sonsuzu belirleyen başlangıçtaki yanlış.
Yanlış açı ve açılışlar.
Sonu hüzünlü kapanışlar.
Keşke toprak olsaydım, feryatları.
Keşkelerin fayda vermediği ve geri dönüşün olmadığı bir gidiş.
Hüzünlü gidiş.
Karanlıklar içerisindeki bir gidiş.
Elbette tevbe kapısı son ana kadar açık.
İlahi adalet tahakkuk edecektir.
Af ve tevbenin durumuna göre cehennem olmasa bile, vicdani cehennem cehennemden daha dehşetli yakacaktır.
“Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım” diyecekleri gün kendilerine, “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın” denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun iç tarafında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.”[1]
Yüzlerin kara olduğu o dehşetli gün.
“Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı günü (düşünün.) İmdi, yüzleri kararanlara: İnanmanızdan sonra kâfir mi oldunuz? Öyle ise inkâr etmiş olmanız yüzünden tadın azabı! (denilir).”[2]
Herkesin birbirinden kaçtığı o gün.
“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, 0 gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. 0 gün her kişinin işi başından aşkındır. 0 gün birtakım yüzler ışık saçar; güleçtir, müjde almıştır. Bir takım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş; kapkara kesilmiştir. İşte bunlar inkarcılardır, günahkârlardır.”[3]
*************
Şerrin def’ i, hayrın celbinden evladır.
Kime oy vereceğin değil, kime vermeyeceğin önemlidir.
Kim olduğun önemli olduğu kadar, kiminle olduğun da önemlidir.
–15 Temmuz faaliyetinin içerisindeki ihanet şebekesiyle hareket edenleri düşünüyorum.
7 okyanusun üzerinden aksa temizleyemeyeceği bir leke.
Kendisinde kalmayıp çocuklarına ve çevresine sirayet eden kiri ve lekesi, büyük bir mahcubiyet olup, dünya mahkemelerinin üstesinden gelemeyeceği ancak ilahi huzurda neticelenecek bir olay.
Her şeyin faş olduğu mahkeme.
“O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.”[4]
Çanakkale’de, Kıbrıs’ta, Bedir’de bulunmak ne derece bir gurur ve şeref madalyası ise, ihanet içerinde olmakta o derece dereke içerisinde olmaktır.
Zira nasıl diyecek ve düşünecek; evlat ben o köprüde ve helikopterde insanlara, vatandaşlarımıza silah sıktım.
Onların yanındaydım.
Onları destekledim mi diyecek?
O da gururla.
Öyle mi?
Yoksa tevbe ve istiğfarda mı bulunacak?
İşte asıl sıkıntı bundan sonra başlıyor.
Savunanlar, avunanlar, avcunun ovalayanlar, avcunu yalayanlar ve karşısında duranlar.