Kuran-ı Kerim’de Yıldızlarla, gezegenlerle ilgili Ayeti kerimeler.
Kur’an-ı Kerim’de yıldızlar ve gezegenler, Allah’ın kudretini, yaratıcı gücünü ve evrendeki düzeni göstermesi açısından önemli deliller olarak zikredilmiştir. Bu ayetler, gök cisimlerinin hem fiziksel işlevlerine hem de Allah’ın birliğine işaret eden manevi anlamlarına dikkat çeker. İşte yıldızlar ve gezegenlerle ilgili bazı ayetler:
1. Yıldızların Yaratılışı ve İşlevi
> “Şüphesiz ki Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için süsledik.”
(Hicr, 15:16)
Bu ayette, yıldızların Allah tarafından yaratıldığı ve gökyüzünün süsü olduğu ifade edilmiştir.
> “Biz, dünya semasını kandillerle süsledik.”
(Mülk, 67:5)
Burada “kandiller” ifadesiyle yıldızlar kastedilmiş, onların gökyüzünü aydınlatma ve süsleme işlevine vurgu yapılmıştır.
2. Yıldızların Yol Gösterici Olması
> “Karada ve denizde yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları yarattı. Bilen bir topluluk için ayetleri ayrıntılı olarak açıklamaktadır.”
(En’am, 6:97)
Bu ayet, yıldızların insanların karada ve denizde yollarını bulmalarına yardımcı olduğuna işaret etmektedir.
> “Geceleyin yıldızlarla yollarını bulan kimdir?”
(Nahl, 16:16)
Yıldızların gece yolculuklarında yön tayin etmek için kullanıldığı hatırlatılmıştır.
3. Yıldızların Allah’a Boyun Eğmesi
> “Doğrusu Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket eder. Yıldızlar ve ağaçlar Allah’a secde eder.”
(Rahman, 55:5-6)
Bu ayet, yıldızların ve diğer varlıkların Allah’ın iradesine boyun eğdiğini ve O’na secde ettiğini belirtir.
4. Yıldızlar ve Şeytanlardan Korunma
> “Andolsun, Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara atılan taşlar yaptık.”
(Saffat, 37:6-7)
Bu ayet, yıldızların sadece süs değil, aynı zamanda cinlerin ve şeytanların göklere yaklaşmasını engelleyen bir işlev gördüğünü ifade eder.
Bu ayette yıldızların konumlarına dikkat çekilerek, onların düzeni üzerinde düşünmenin önemine vurgu yapılmıştır.
Sonuç
Kur’an-ı Kerim’de yıldızlar ve gezegenler, evrendeki ilahi düzenin birer delili olarak tanıtılmıştır. Bu ayetler, insanları gök cisimlerinin yaratılışı üzerinde düşünmeye, Allah’ın kudretini anlamaya ve O’na şükretmeye davet eder. Yıldızların ve gezegenlerin hem fiziksel işlevleri hem de manevi mesajları, Allah’ın büyüklüğünün ve hikmetinin bir göstergesidir.
Kur’an-ı Kerim’de Ay (Arapça: “Kamer”) Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerinden biri olarak sıkça zikredilmiştir. Ayetlerde Ay’ın yaratılışı, hareketi ve işlevleri üzerinde durularak, insanların bu yaratılıştan ibret alması istenmiştir. İşte Kur’an-ı Kerim’de Ay’la ilgili bazı ayetler:
1. Ay’ın Allah’ın Kudretine İşareti
> “Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket eder.”
(Rahman, 55:5)
Bu ayette, Güneş ve Ay’ın hareketlerinin bir düzene ve hesaba göre olduğu belirtilerek, Allah’ın evrendeki kusursuz düzeni yarattığı vurgulanmıştır.
2. Ay’ın Yörüngesi
> “Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”
(Enbiya, 21:33)
Burada Ay’ın, Güneş gibi belirli bir yörüngede hareket ettiği, bunun Allah’ın ilmi ve kudreti ile gerçekleştiği ifade edilmiştir.
3. Ay’ın Nurlarından İbret Almak
> “Gecede ve gündüzde, Güneş ve Ay’da sizin için ibretler vardır.”
(Yunus, 10:67)
Bu ayette, Ay’ın gecedeki aydınlatıcı işlevinin insanlara Allah’ın varlığını hatırlatan bir delil olduğu vurgulanmıştır.
4. Ay’ın Evreleri
> “Ay’a gelince, onun için de menziller belirledik; sonunda o, kuru bir hurma dalı gibi olur.”
(Yasin, 36:39)
Bu ayet, Ay’ın farklı evrelerden geçtiğini ve bu evrelerin Allah tarafından düzenlendiğini açıklar. Ay’ın hilalden dolunaya, sonra tekrar hilale dönmesi, evrendeki düzenin bir parçasıdır.
5. Ay ve Takvim Düzeni
> “Biz, Ay’a menziller tayin ettik ki, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. Bilen bir topluluk için ayetleri ayrıntılı olarak açıklamaktadır.”
(Yunus, 10:5)
Bu ayet, Ay’ın hareketlerinin insanların takvim hesaplamalarına ve zaman düzenine katkı sağladığını belirtir.
6. Ay’ın Işığı (Nur Oluşu)
> “O, Güneş’i bir ışık, Ay’ı bir nur yapan ve yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye Ay’a menziller takdir edendir. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır.”
(Yunus, 10:5)
Bu ayette, Güneş’in ışık kaynağı, Ay’ın ise bu ışığı yansıtan bir nur olduğu ifade edilmiştir.
7. Ay’ın İnsanlar İçin Yaratılışı
> “Geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin hizmetinize veren Allah’tır. Yıldızlar da O’nun emriyle hizmet etmektedir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.”
(Nahl, 16:12)
Bu ayet, Ay’ın insanların faydasına yaratıldığını ve Allah’ın büyüklüğünü hatırlatan bir delil olduğunu açıklar.
8. Ay’ın Kıyamet Günü Etkisi
> “Ay tutulduğu zaman, Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman…”
(Kıyamet, 75:8-9)
Bu ayet, kıyamet gününde Ay ve Güneş’in düzeninin bozulacağına, evrendeki doğal işleyişin son bulacağına işaret eder.
9. Ay’a Secde Etmemek
> “Gece, gündüz, Güneş ve Ay O’nun (varlığının) delillerindendir. Güneş’e ve Ay’a secde etmeyin; onları yaratan Allah’a secde edin.”
(Fussilet, 41:37)
Bu ayette, Ay gibi varlıkların Allah’ın bir yaratılış delili olduğu, asıl secdenin Allah’a yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.
Sonuç
Kur’an’da Ay, Allah’ın yaratma kudretinin bir işareti, insanların faydasına sunulmuş bir nimet ve evrendeki düzenin bir parçası olarak anlatılır. Bu ayetler, insanları Ay’ın yaratılışı üzerinde düşünmeye ve Allah’a şükretmeye davet eder.
Kur’an-ı Kerim’de Güneş’ten birçok ayette bahsedilmiştir. Güneş, Allah’ın varlığının ve kudretinin bir delili olarak zikredilmiş, insanların faydasına yaratıldığı vurgulanmış ve evrendeki düzenin bir parçası olduğu belirtilmiştir. İşte Güneş ile ilgili bazı ayetler:
1. Güneş ve Ay Allah’ın Kudretinin Delilidir
> “Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin hizmetinize veren Allah’tır. Yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmiştir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.”
(Nahl, 16:12)
Bu ayet, Güneş ve Ay’ın Allah tarafından insanların hizmetine sunulduğunu, evrendeki düzenin tesadüfen değil, Allah’ın iradesiyle işlediğini vurgular.
2. Güneş’in ve Ay’ın İlahi Düzeni
> “Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket eder.”
(Rahman, 55:5)
Bu ayette, Güneş ve Ay’ın hareketlerinin ilahi bir düzen ve hesapla gerçekleştiği belirtilmiştir. Bu, evrendeki kusursuz düzenin bir işaretidir.
3. Güneş’in Doğuşu ve Batışı
> “Ve Güneş, kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, Azîz ve Alîm olan Allah’ın takdiridir.”
(Yasin, 36:38)
Bu ayet, Güneş’in bir yörünge üzerinde hareket ettiğini ve bu hareketin Allah tarafından belirlenmiş olduğunu ifade eder.
4. Güneş ve Gölgeler
> “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu sabit kılardı. Sonra Güneş’i de ona delil kıldık.”
(Furkan, 25:45)
Bu ayette, Güneş’in gölgelerin oluşumundaki rolüne dikkat çekilmiştir. Güneş’in varlığı, gölgeyi ve zamanı anlamamıza yardımcı olur.
5. Güneş ve Ay’ın Secdesi
> “Gece, gündüz, Güneş ve Ay O’nun (varlığının) delillerindendir. Güneş’e ve Ay’a secde etmeyin; onları yaratan Allah’a secde edin.”
(Fussilet, 41:37)
Bu ayet, Güneş ve Ay’ın insanlar için yaratıldığını, onların kendisine değil, Allah’a ibadet edilmesi gerektiğini öğretir.
6. Güneş ve Kıyamet
> “Güneş sarılıp dürüldüğü zaman…”
(Tekvir, 81:1)
Bu ayet, kıyamet gününde Güneş’in görevinin sona ereceğine, evrenin düzeninin değişeceğine işaret eder.
7. Güneş’in Karşı Konulmaz Gücü
> “Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”
(Enbiya, 21:33)
Burada Güneş’in ve diğer gök cisimlerinin belirli bir sistemde hareket ettiği açıklanır.
Kur’an-ı Kerim’de Güneş’in yaratılışı, hareketi ve insanlar için önemi, Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini anlatan birçok ayette dile getirilmiştir. Bu ayetler, insanlara Allah’ın yaratışındaki hikmeti düşünme ve O’na şükretme çağrısında bulunur.
Kuran-ı Kerim’de mahşer anı ve yeri ve de orada söylenen sözler.
Kur’an-ı Kerim’de mahşer anı, yer ve o gün yaşanacak olaylar detaylı şekilde tasvir edilmiştir. Bu tasvirler, insanları uyarmak, hesap gününe hazırlıklı olmalarını sağlamak ve ilahi adaletin nasıl tecelli edeceğini anlatmak amacıyla zikredilmiştir.
Mahşer Anı ve Yerinin Tasviri
1. Yer ve Zamanın Değişimi
Mahşer, kıyametten sonra insanların yeniden diriltilip hesaba çekileceği yerdir. Kur’an’da mahşer yeri düz bir arazi olarak tasvir edilir. O gün, dünya ve gökler yeniden şekillendirilir:
“O gün yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir olan, her şeye hükmeden Allah’ın huzuruna çıkarılır.” (İbrahim Suresi, 48)
Mahşer yeri geniş, dümdüz ve hiçbir gölgenin bulunmadığı bir alan olarak ifade edilir.
2. Korku ve Dehşet
İnsanlar diriltildiklerinde büyük bir korku ve dehşet içinde olacaklardır:
“O gün her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün; oysa onlar sarhoş değildir. Ancak Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” (Hac Suresi, 2)
3. Diriltilme ve Toplanma
İnsanlar, kabirlerinden çıkarılıp mahşer yerinde toplanacaklardır:
“Kabirlerde olanlar dışarı fırlatıldığı zaman, insan yaptıklarının ve yapmadıklarının ne olduğunu öğrenir.” (Zilzal Suresi, 6-8)
“Sizi bir araya toplayacağı o gün, işte o kâr ve zarar günüdür.” (Tegabün Suresi, 9)
Mahşerde Söylenen Sözler
1. Pişmanlık Sözleri
Günahkârlar ve zalimler, işledikleri suçlardan dolayı büyük bir pişmanlık içinde olacaklar:
“Ah, keşke bu hayatım için önceden bir şeyler yapmış olsaydım!” (Fecr Suresi, 24)
“Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, yaptıklarımızdan farklı olarak salih amel işleyelim.” (Fatır Suresi, 37)
Ancak o gün yapılan pişmanlık ve özürlerin hiçbir faydası olmayacaktır.
2. Mazlumların ve Zalimlerin Sözleri
Zalimler, mazlumların haklarını gasp ettiklerini kabul edecek, ancak artık bu itiraflar bir işe yaramayacaktır:
“Ey Rabbimiz! Bizi saptıranları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım ki, en aşağılık kimselerden olsunlar.” (Fussilet Suresi, 29)
3. Şahitlerin Konuşması
O gün insanın organları, melekler ve peygamberler de şahitlik yapacaktır:
“Derilerinin, ‘Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?’ dediklerinde, derileri, ‘Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu.’ diye cevap verecek.” (Fussilet Suresi, 21)
“O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları yaptıklarına şahitlik eder.” (Yasin Suresi, 65)
4. Müminlerin Sözleri ve Sevinci
Müminler, o gün kurtuluşlarına sevinir ve Allah’a şükrederler:
“Hamd, bize verdiği sözünü yerine getiren ve bizi bu yere mirasçı yapan Allah’a mahsustur. Cennette istediğimiz yerde oturuyoruz. İyi ameller işleyenlerin ödülü ne güzelmiş!” (Zümer Suresi, 74)
Sonuç: İlahi Adaletin Tecellisi
Mahşer günü, ilahi adaletin tam olarak tecelli edeceği gündür. Herkesin yaptıkları ortaya konacak ve hiç kimse haksızlığa uğramayacaktır:
“O gün, kimseye hiçbir haksızlık yapılmaz ve herkese yalnızca yaptıklarının karşılığı verilir.” (Yasin Suresi, 54)
Bu tasvirler, insanlara ahirete hazırlıklı olmaları için birer uyarıdır. Allah’ın rahmetine ve adaletine güvenenler, mahşer günü sevinç içinde olacak, ancak zulüm ve günah işleyenler için o gün büyük bir pişmanlık anı olacaktır.
Allah Rab ismiyle İnsanları nasıl ve ne şekilde terbiye ettiğini örnekleriyle açıklar mısın?
Allah, Rab ismiyle insanları hem maddi hem de manevi yönlerden terbiye eder. Bu terbiye, insanın yaratılışından ölümüne kadar süren kapsamlı bir eğitim sürecini içerir. Aşağıda Allah’ın insanları Rab ismiyle nasıl ve ne şekilde terbiye ettiğini örneklerle açıklıyoruz:
* Kendimizin bir damla sudan yaratıldığını bilmeseydim, Hz. Ademin toprak ve su karışımından yaratıldığından haberimiz olmasaydı ve bize bir damla sudan ve bir parça topraktan bu birçok özelliklerle donatılmıştır insan yaratılacak denilseydi, ne derdik?
Allah değil mi?
İşte terbiye sıfatı ve müsebbibi isminin müşahhas örneği.
—
1. Yaratılış Sürecindeki Terbiye
Allah, insanı en güzel şekilde yaratmış, ihtiyaçlarına uygun bir beden ve ruh vermiştir.
Nasıl?
İnsan, anne rahminde geçirdiği aşamalardan itibaren mükemmel bir düzen içinde gelişir.
Örnek:
Anne rahmindeki gelişim: İnsan, anne karnında nutfe, alaka, mudga gibi aşamalardan geçerek Allah’ın terbiye edici sıfatıyla tamamlanır.
“Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmaktadır.” (Zümer, 39:6)
Duyuların verilmesi: İnsan, işitme, görme ve akıl gibi nimetlerle donatılmıştır.
“Sizi işitme, görme ve gönül sahibi yapan O’dur.” (Mülk, 67:23)
—
2. Rızık ve İhtiyaçların Karşılanması
Allah, insanın bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli rızıkları yaratmıştır.
Nasıl?
İnsan doğduğunda ihtiyacı olan süt, ilerleyen yaşlarda çeşitli gıdalar ve dünyadaki nimetlerle karşılanır.
Örnek:
Anne sütü: Bebek için en uygun besin olarak Allah tarafından hazırlanmıştır.
Toprağın nimetleri: İnsan, yeryüzünden elde ettiği ürünlerle beslenir.
“İnsana bakmalı: Yemeğini nasıl yarattık? Yağmuru bolca indirdik. Sonra toprağı yardık. Orada tahıllar bitirdik.” (Abese, 80:24-27)
—
3. Peygamberler ve Vahiy ile Manevi Terbiye
Allah, insanlara doğru yolu göstermek için peygamberler göndermiş ve vahiy yoluyla onları eğitmiştir.
Nasıl?
Peygamberler, insanlara Allah’ın emirlerini iletmiş, onları ahlaki ve dini yönden terbiye etmişlerdir.
Örnek:
Hz. Muhammed (sav): İnsanlara Kur’an-ı Kerim ile ahlaklı bir yaşamın rehberliğini yapmıştır.
“Gerçekten de Allah, müminlere kendi içlerinden bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmran, 3:164)
—
4. İmtihanlarla Terbiye
Allah, insanları farklı zorluklar ve nimetlerle imtihan ederek onların olgunlaşmasını ve kendisine yönelmelerini sağlar.
Nasıl?
Hayatta karşılaşılan zorluklar, insanın sabır ve tevekkül gibi manevi erdemler kazanmasına vesile olur.
Örnek:
Hz. Eyyûb’un sabrı: Hz. Eyyûb’un hastalık ve sıkıntılar karşısında gösterdiği sabır, Allah’ın terbiye edici hikmetini gösterir.
Nimetlerin sınavı: Mal, evlat ve sağlık gibi nimetler de bir imtihan vesilesidir.
“Sizi bir imtihan olarak hayırla da şerle de deniyoruz.” (Enbiyâ, 21:35)
—
5. Kur’an-ı Kerim ile Eğitim
Kur’an, insanlara dünya ve ahiret hayatını düzenleyecek bir rehber olarak indirilmiştir.
Nasıl?
İnsanlara hak ve batıl arasındaki farkı öğretir, güzel ahlakı emreder.
Örnek:
Ahlakî terbiye: Kur’an, yalan söylemeyi, hırsızlık yapmayı ve zulmü yasaklayarak insanları ahlak açısından olgunlaştırır.
İbadet eğitimi: Namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerle insanın kulluk bilinci güçlenir.
“Şüphesiz ki bu Kur’an, en doğru yola iletir.” (İsrâ, 17:9)
—
6. Doğa ve Kâinat ile Eğitim
Allah, insanlara doğa olayları ve kâinatın düzeni aracılığıyla da dersler verir.
Nasıl?
Kâinatın işleyişi, insanın Allah’ı tanımasını ve O’na yönelmesini sağlar.
Örnek:
Yağmurun hikmeti: Yağmurun toprağı canlandırması, Allah’ın rahmetini ve kudretini hatırlatır.
“Ölü toprağı dirilttik ve oradan taneler çıkardık; işte ondan yersiniz.” (Yâsîn, 36:33)
Gece ve gündüz: Gece dinlenme, gündüz çalışma için birer terbiye vesilesidir.
—
7. İnsan Fıtratı ile Terbiye
Allah, insanı iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecek bir fıtratla yaratmıştır.
Nasıl?
Vicdan, insanın doğruyu ve yanlışı anlamasını sağlar.
Örnek:
Nefis ve vicdan: İnsan, nefsinin arzularını kontrol etmek ve vicdanına kulak vermekle manevi olarak terbiye olur.
“Nefse ve onu şekillendirene andolsun ki; ona hem kötülüğü hem de takvayı ilham etti.” (Şems, 91:7-8)
—
Sonuç
Allah’ın Rab ismiyle insanları terbiye etmesi, hayatın her alanını kapsayan bir süreçtir. Bu terbiye; yaratılış, rızık, peygamberler, vahiy, imtihanlar, kâinatın düzeni ve insanın iç dünyası aracılığıyla gerçekleşir. İnsan, bu terbiyeyi fark edip Allah’a şükrettiğinde gerçek kulluk bilincine ulaşır. Allah’ın terbiyesi olmadan insanın anlamlı bir hayat sürdürmesi mümkün değildir.
@@@@@@
Allah Rab ismiyle Hayvanları nasıl ve ne şekilde terbiye ettiğini örnekleriyle açıklar mısın?
Allah, Rab ismiyle hayvanları onların ihtiyaçlarına uygun şekilde yaratmış, yönlendirmiş ve yaşatmıştır. Bu terbiye, hem hayvanların fiziksel yapılarında hem de davranışlarında açıkça görülür. Hayvanların her biri, Allah’ın kudreti ve hikmetiyle düzenlenmiş bir terbiye sürecine tabidir. İşte Allah’ın Rab ismiyle hayvanları nasıl ve ne şekilde terbiye ettiğine dair detaylar ve örnekler:
—
1. Hayvanların Yaratılışındaki Terbiye
Allah, hayvanları yaşadıkları çevreye ve görevlerine uygun fiziksel özelliklerle donatmıştır.
Nasıl?
Her hayvana yaşam alanına uygun organlar, yetenekler ve özellikler verilmiştir.
Örnek:
Deve: Çölde yaşayan develer, uzun süre susuz kalabilmeleri, kumda yürüyebilmeleri için özel olarak yaratılmıştır.
Balıklar: Suda yaşayabilecek şekilde solungaçlar ve yüzgeçlerle donatılmıştır.
Kuşlar: Uçmak için hafif kemik yapısı ve güçlü kanatlarla yaratılmıştır.
—
2. İçgüdülerin İlham Edilmesi
Allah, hayvanlara içgüdü yoluyla ne yapmaları gerektiğini öğretir.
Nasıl?
Hayvanlar, eğitim almadan yaşamlarını sürdürebilecek bilgi ve yeteneklerle yaratılmıştır.
Örnek:
Arılar: Arılar, bal yapmayı, petek inşa etmeyi ve çiçeklerden nektar toplama yollarını bilirler. Bu ilham Kur’an’da şöyle belirtilmiştir:
“Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları çardaklardan kendine evler edin.” (Nahl, 16:68)
Kuşların yuva yapması: Kuşlar, yaşamak ve yavrularını korumak için uygun yuvalar yapmayı içgüdüsel olarak bilirler.
—
3. Beslenme ve Rızıklandırma
Allah, hayvanların her birini rızıklarını bulabilecek şekilde yaratmış ve çevrelerini onlara uygun hale getirmiştir.
Nasıl?
Doğada her hayvan, ihtiyacına uygun besin kaynaklarına ulaşır.
Örnek:
Otçullar ve etçiller: Bazı hayvanlar otlarla, bazıları ise etle beslenir ve her biri ekosistemde bir denge unsuru oluşturur.
Kutuplardaki ayılar: Kutup ayıları, buzlu alanlarda avlanabilecek şekilde güçlü pençeler ve kalın kürklerle donatılmıştır.
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hûd, 11:6)
—
4. Göç ve Hareket Kabiliyeti
Allah, bazı hayvanlara uzak mesafelere göç etme ve yön bulma yeteneği vermiştir.
Nasıl?
Hayvanlar, belirli zamanlarda kendileri için en uygun yerlere göç eder ve bu süreçte yönlerini şaşırmazlar.
Örnek:
Leylekler: Leylekler, mevsim değişikliklerine göre binlerce kilometreyi aşarak göç ederler.
Balinalar: Balinalar, okyanuslarda uzun mesafeleri navigasyon sistemleri olmadan kat ederler.
—
5. Üreme ve Neslin Devamı
Allah, hayvanların nesillerini sürdürebilmeleri için özel bir düzen kurmuştur.
Nasıl?
Hayvanlar, üreme yetenekleri ve yavrularını koruma içgüdüsü ile donatılmıştır.
Örnek:
Kuluçka süreçleri: Kuşlar yumurtalarını belli bir sıcaklıkta tutarak yavrularını korurlar.
Yavruların bakımı: Aslanlar, kurtlar ve diğer birçok hayvan türü, yavrularını avlanmayı öğrenene kadar korur ve besler.
—
6. Ekosistemdeki Görevleri
Allah, hayvanlara ekosistemde belirli görevler yüklemiştir. Her hayvan, doğanın dengesi için yaratılmıştır.
Nasıl?
Hayvanlar, avcı-av ilişkileriyle, bitki tohumlarının yayılmasıyla ve doğanın temizlenmesiyle görev yaparlar.
Örnek:
Kargalar: Doğada çürüyen hayvan leşlerini temizleyerek çevrenin hijyenine katkıda bulunurlar.
“Allah, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi ki ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin.” (Mâide, 5:31)
Arılar: Tozlaşma yaparak bitkilerin üremesine katkıda bulunurlar.
—
7. Hayvanların Fıtrî İbadeti
Allah, hayvanları kendi yaratılışlarına uygun şekilde ibadet eden varlıklar olarak yaratmıştır.
Nasıl?
Her hayvan, Allah’ı kendi hâl diliyle zikreder ve O’na tesbih eder.
Örnek:
Kur’an’da tesbih eden hayvanlar:
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” (İsrâ, 17:44)
—
Sonuç
Allah’ın Rab ismi, hayvanların yaratılışında, beslenmesinde, korunmasında ve görevlerini yerine getirmesinde açıkça tecelli eder. Her hayvan, O’nun sonsuz ilminin ve kudretinin bir eseri olarak var olur, yaşar ve kendisine verilen görevi eksiksiz yerine getirir. Bu tefekkür, insanlara Allah’ın büyüklüğünü anlamayı ve şükretmeyi öğretir.
**************
Eğer alemde Rab ismi ve rububiyet olmasaydı varlıklar nasıl olurdu?
Eğer âlemde Rab ismi ve Rubûbiyet olmasaydı, varlıkların düzeni, yaratılışı, devamlılığı ve hikmeti tamamen anlamsız ve kaotik bir durumda olurdu. Allah’ın Rubûbiyet sıfatı, kâinatın hem var oluş hem de sürekliliği için temel bir gerçekliktir. Bu sıfatın olmaması halinde ortaya çıkabilecek durumları şu şekilde özetleyebiliriz:
—
1. Yaratılış Olmazdı
Rubûbiyet, Allah’ın her varlığı yaratma ve düzenleme sıfatını içerir. Eğer bu sıfat olmasaydı:
Varlıklar yoktan var edilemezdi.
Kâinatta hiçbir şey kendi kendine var olamazdı.
Varlıkların bir başlangıcı veya kaynağı olmaz, sonsuz bir kaos içinde kalırlardı.
—
2. Düzen ve Sistem Kaybolurdu
Rubûbiyet, varlıkların bir düzen içinde yaratılması ve bu düzenin devamlılığını sağlar. Bu sıfatın yokluğu, şu sonuçlara yol açardı:
Düzensizlik ve Kaos: Kâinattaki her şey birbirine karışır, hiçbir düzen olmazdı. Güneş, ay, yıldızlar ve gezegenler yörüngelerinde hareket edemezdi.
Hikmetsiz Bir Varlık: Varlıklar amaçsız, başıboş ve tesadüflere bağlı şekilde ortaya çıkardı.
—
3. Rızık ve İhtiyaçlar Karşılanamazdı
Rab sıfatı, varlıkların ihtiyaçlarını karşılamayı da içerir. Eğer bu sıfat olmasaydı:
Canlıların yaşaması için gerekli olan rızık, su, hava ve ışık gibi kaynaklar oluşmazdı.
Rubûbiyet, insana hayatının bir anlamı ve amacı olduğunu öğretir. Bu sıfatın olmaması durumunda:
İnsan kendisinin neden yaratıldığını ve neye hizmet ettiğini bilemezdi.
İmtihan ve kulluk bilinci ortadan kalkar, insan bir kaos içinde yaşardı.
Ölüm ve hayat arasındaki bağ anlamsız hale gelirdi.
—
5. İlahi Hikmet, Adalet ve Merhamet Tecelli Etmezdi
Rubûbiyet, Allah’ın hikmet, adalet ve merhametini yansıtan bir sıfattır. Bu sıfatın yokluğu, şu sonuçları doğururdu:
Evrenin yaratılışı ve işleyişinde hikmet bulunmazdı.
Adalet kavramı tamamen kaybolur, kimin haklı veya haksız olduğunun hiçbir anlamı kalmazdı.
Merhamet tecelli etmediği için hayat acımasız bir karmaşaya dönüşürdü.
—
6. Sonuç: Yokluk ve Kaos
Eğer âlemde Rab ismi ve Rubûbiyet olmasaydı, tüm varlıklar yoklukta kalır veya tamamen anlamsız, tesadüfe bağlı ve kaotik bir düzende başıboş bir şekilde sürüklenirdi. Rubûbiyet, kâinatın var oluşundan insanın hayatındaki en küçük ayrıntıya kadar düzenin ve anlamın temeli olduğu için onsuz bir âlem düşünülemez.
Allah’ın Rab ismi ve Rubûbiyet sıfatı, varlık âleminin varlık sebebi ve düzeninin güvencesidir. Bu sıfatın yokluğu, hem yaratılışı hem de hayatı tamamen imkânsız hale getirirdi.
@@@@@@@
Allah Rab ismiyle neyi nasıl ve ne şekilde terbiye ettiğini örnekleriyle açıklar mısın?
Allah’ın Rab ismiyle varlıkları terbiye etmesi, onları yaratması, ihtiyaçlarını karşılaması, düzenlemesi ve kemale doğru yönlendirmesi anlamına gelir. Terbiye süreci, varlıkların fiziksel, biyolojik, manevi ve ahlaki yönlerini kapsar. Bu süreç, kâinatta her şeyde açıkça görülebilecek delillerle doludur. Aşağıda bu terbiyeyi nasıl ve ne şekilde gerçekleştirdiğini örneklerle açıklayalım:
—
1. Kâinatın Terbiyesi: Düzen ve Sistem
Allah, kâinatı mükemmel bir düzen içinde yaratmış ve bu düzenin devamını sağlamıştır.
Nasıl?
Gökleri ve yeri ölçü ve hikmetle yaratmıştır. Gezegenler, yıldızlar, galaksiler belli bir yörüngede hareket eder.
Örnek:
Güneş sisteminin işleyişi: Güneşin belirli bir mesafede olması, dünyada hayatın devamı için mükemmel bir ısı ve ışık sağlaması.
“O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi.” (Nahl, 16:12)
—
2. Canlıların Terbiyesi: Hayatın Devamı
Allah, canlıların her birini ihtiyaçlarına uygun şekilde yaratır, büyütür ve yaşatır.
Nasıl?
Canlıların bedenlerini ve organlarını ihtiyaçlarına göre şekillendirmiştir.
Örnek:
Anne sütü: Bir bebek doğar doğmaz onun tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde anne sütü hazırlanmıştır.
Bitkilerin fotosentezi: Bitkiler, insanlara ve hayvanlara oksijen ve besin sağlamak için Allah tarafından bu göreve uygun şekilde yaratılmıştır.
—
3. İnsanların Terbiyesi: Akıl, İlim ve İman
Allah, insanları diğer varlıklardan üstün kılarak onları akıl, irade ve sorumlulukla donatmıştır. İnsanları ahlaki, manevi ve sosyal açıdan eğitir.
Nasıl?
Peygamberler ve vahiy göndermek suretiyle insanları doğru yola yönlendirmiştir.
Örnek:
Hz. Musa ve Firavun Kıssası: Allah, Hz. Musa’yı insanlara hakikati öğretmesi için bir peygamber olarak terbiye etmiştir.
Kur’ân-ı Kerim: İnsanlara doğru yolu gösteren bir rehber olarak indirilmiştir.
“Gerçekten insanı bir nutfeden yarattık; onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.” (İnsan, 76:2)
—
4. Hayvanların Terbiyesi: İlham ve Yetenek
Allah, hayvanları yaşamlarını sürdürebilmeleri için özel yeteneklerle donatmıştır.
Nasıl?
Her hayvana yaşadığı çevreye uygun yetenekler ve içgüdüler verir.
Örnek:
Arılar: Allah, arılara bal yapma bilgisini ilham etmiştir.
“Rabbin bal arısına vahyetti…” (Nahl, 16:68)
Kuşların göçü: Kuşlar binlerce kilometre mesafeyi hiçbir eğitim almadan yönlerini şaşırmadan aşarlar.
—
5. Doğal Olayların Terbiyesi: Hikmet ve İbret
Allah, tabiat olaylarını insanlar için hem bir nimet hem de bir uyarı aracı olarak kullanır.
Nasıl?
Yağmur, rüzgar, denizlerin düzeni ve güneşin hareketi gibi olaylarla insanlara hem ihtiyaçlarını karşılar hem de düşünmeleri için hikmetli dersler verir.
Örnek:
Yağmurun hikmeti: Yağmur sayesinde toprak canlanır, bitkiler yeşerir ve insanlar ile hayvanlar rızıklanır.
“Ölü toprak için bir delil vardır. Biz ona hayat verdik ve ondan tahıllar çıkardık, böylece ondan yerler.” (Yâsîn, 36:33)
Denizlerin faydası: Denizlerden balık, inci, ulaşım ve ticaret gibi nimetler sağlanır.
—
6. Ruh ve Kalbin Terbiyesi: Ahlak ve Maneviyat
Allah, insanın ruhunu ve kalbini eğiterek onu ahlaken yüceltecek yollar göstermiştir.
Nasıl?
İlahi buyruklar ve ahiret bilinci ile insanın kötülüklerden uzaklaşıp iyiliklere yönelmesini sağlar.
Örnek:
Namaz ve Zikir: Allah, ibadetlerle insanın ruhunu temizler ve manen yükseltir.
Sabır ve Şükür: İnsanı musibetlerle terbiye ederek sabır öğretir ve nimetlerle şükür etmeyi sağlar.
—
Sonuç
Allah’ın Rab ismiyle terbiye ettiği her şey, kâinatta bir düzen, hikmet ve merhamet örneği olarak kendini gösterir. Canlılardan cansızlara, bireylerden toplumlara kadar her varlık, Allah’ın Rubûbiyyetinin bir tezahürüdür. Bu terbiyeyi fark eden insan, Allah’a şükretmeli ve O’nun Rab sıfatını tefekkür ederek hayatını doğru yola yönlendirmelidir.
@@@@@@@
Allah’ın Zatı ve Rubûbiyet
* Allah’ın varlığı ve birliği
* Allah’ın sıfatları ve isimleri
* Rubûbiyet sıfatının diğer sıfatlarla ilişkisi
* Allah’ın zâtının ezeli, ebedi ve kayyûm olması
* Allah’ın yaratma fiili ve rubûbiyet.
Allah’ın Zatı ve Rububiyeti, İslam inancının temel taşlarından biridir. Bu kavramlar, Allah’ın kim olduğunu, evrenle ve insanla olan ilişkisini anlamamızı sağlar. İşte bu konulara dair detaylı bir açıklama:
1. Allah’ın Varlığı ve Birliği (Vücud ve Vahdaniyet)
İslam inancının özü, Allah’ın varlığına ve birliğine (tevhid) inanmaktır.
* Vücud (Var Olmak): Allah’ın varlığı, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesindir. O, kendi kendine var olandır (Vacibü’l-Vücud). Evrendeki düzen, uyum ve mükemmellik, O’nun varlığının en açık delilleridir.
* Vahdaniyet (Birlik): Allah tektir, ortaksızdır. O’nun dışında ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Bu, İslam’ın en temel ilkesidir. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O, Hayy (diri) ve Kayyum (kendi kendine kaim) olandır.” (Bakara, 255)
2. Allah’ın Sıfatları ve İsimleri (Esma-i Hüsna)
Allah’ın, Zatı’na ait olan ve O’nu tanımlayan birçok sıfatı ve ismi vardır. Bu sıfatlar iki ana kategoriye ayrılır:
* Zati Sıfatlar: Allah’ın Zatı’na özgü olan, O’nun mahiyetini ifade eden sıfatlardır. Bunlar:
* Vücud: Var olmak.
* Kıdem: Başlangıcı olmamak.
* Beka: Sonu olmamak.
* Vahdaniyet: Tek olmak.
* Muhalefetün li’l-havadis: Yaratılmışlara benzememek.
* Kıyam bi-nefsihi: Kendi kendine kaim olmak, hiçbir şeye muhtaç olmamak.
* Subuti Sıfatlar: Allah’ın fiillerini ve evrenle olan ilişkisini ifade eden sıfatlardır. Bunlar:
* Hayat: Diri olmak.
* İlim: Her şeyi bilmek.
* İrade: Dilemek, istemek.
* Kudret: Güç yetirmek.
* Semi’: İşitmek.
* Basar: Görmek.
* Kelam: Konuşmak (vahiy yoluyla peygamberlere bildirmek).
* Tekvin: Yaratmak.
Allah’ın 99 ismi (Esma-i Hüsna) de bu sıfatlardan türetilmiştir ve O’nun yüceliğini, güzelliğini ve mükemmelliğini ifade eder. Örneğin, Rahman (çok merhametli), Rahim (çok şefkatli), Alim (her şeyi bilen), Kadir (her şeye gücü yeten) gibi.
3. Rububiyet Sıfatının Diğer Sıfatlarla İlişkisi
Rububiyet (Rablik), Allah’ın evreni ve içindeki her şeyi yaratması, yönetmesi, terbiye etmesi, rızıklandırması ve koruması anlamına gelir. Rububiyet sıfatı, diğer sıfatlarla ayrılmaz bir ilişki içindedir:
* Halikiyet (Yaratıcılık): Allah’ın yaratması, O’nun Rabliğinin bir gereğidir. Yaratmadan Rablik düşünülemez.
* Rahmet (Merhamet): Allah’ın kullarına olan merhameti, Rububiyetinin bir tezahürüdür. Kullarını korur, gözetir ve ihtiyaçlarını karşılar.
* İlim (Bilgi): Allah’ın her şeyi bilmesi, O’nun Rabliğinin bir gereğidir. Yarattıklarını en iyi şekilde yönetebilmesi için her şeyi bilmesi gerekir.
* Kudret (Güç): Allah’ın her şeye gücü yetmesi, O’nun Rabliğinin bir göstergesidir. Evreni ve içindekileri dilediği gibi yönetebilir.
4. Allah’ın Zatının Ezeli, Ebedi ve Kayyum Olması
Bu üç sıfat, Allah’ın Zatı’nın temel özelliklerini ifade eder:
* Ezeli (Kıdem): Allah’ın başlangıcı yoktur. O, her zaman var olmuştur.
* Ebedi (Beka): Allah’ın sonu yoktur. O, her zaman var olacaktır.
* Kayyum (Kıyam bi-nefsihi): Allah, kendi kendine kaimdir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey O’na muhtaçtır. O, evreni ve içindeki her şeyi ayakta tutandır.
Bu sıfatlar, Allah’ın mutlak ve sonsuz varlığını ifade eder.
5. Allah’ın Yaratma Fiili ve Rububiyet
Allah’ın yaratma fiili (Tekvin), Rububiyetinin en önemli tezahürlerinden biridir. Allah, evreni ve içindeki her şeyi yoktan var etmiştir. Bu yaratma, O’nun sonsuz kudretinin ve hikmetinin bir göstergesidir.
* Yaratmanın Amacı: Allah’ın yaratmasının temel amacı, kendi varlığını ve birliğini göstermek, kullarına lütufta bulunmak ve onları imtihan etmektir.
* Yaratılışın Mükemmelliği: Allah’ın yaratması kusursuzdur. Evrendeki düzen, uyum ve denge, O’nun yaratmasının mükemmelliğini gösterir.
* Rububiyetin Devamlılığı: Allah’ın yaratmasıyla başlayan Rububiyeti, evren var oldukça devam eder. O, her an yaratıklarını gözetir, yönetir ve ihtiyaçlarını karşılar.
Özetle:
Allah’ın Zatı ve Rububiyeti, İslam inancının temelini oluşturur. Allah’ın varlığı, birliği, sıfatları, isimleri, ezeli ve ebedi oluşu, yaratma fiili ve Rububiyeti, birbirleriyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Bu kavramları anlamak, Allah’ı daha iyi tanımamızı, O’na daha yakın olmamızı ve O’na karşı sorumluluklarımızı daha iyi anlamamızı sağlar.
******************
Bütün yönleriyle Allah’ın Rubûbiyyetinin zatina, mahlukata ve insana bakan yönleri…
* Rubûbiyet kavramının önemi ve İslam düşüncesindeki yeri
* Rubûbiyet ile diğer ilahi sıfatlar arasındaki ilişki
Allah’ın Rububiyetinin (Rabliğinin) tüm yönleriyle incelenmesi, İslam düşüncesinin temelini oluşturan en önemli konulardan biridir. Rububiyet, Allah’ın varlıkları yaratması, onları idare etmesi, terbiye etmesi, rızıklandırması ve her an onlarla ilgilenmesi anlamına gelir. Bu kavram, Allah’ın Zatı, mahlukatı (yaratılmışlar) ve özellikle insan ile olan ilişkisi açısından derin anlamlar taşır.
1. Rububiyet Kavramının Önemi ve İslam Düşüncesindeki Yeri
Rububiyet, İslam’ın temelini oluşturan tevhid (Allah’ın birliği) ilkesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Tevhid, Allah’ı hem yaratıcı (Halik) hem de yönetici (Rab) olarak birlemek anlamına gelir. Bu nedenle, Rububiyet inancı, Allah’ın evrendeki tek hakim, yönetici ve söz sahibi olduğunu kabul etmeyi içerir.
* Tevhidin Temeli: Rububiyet, tevhidin pratik ve yaşamsal boyutunu oluşturur. Allah’ın Rab olarak kabul edilmesi, O’na kayıtsız şartsız itaat etmeyi, O’nun emirlerine uymayı ve O’nun yasaklarından kaçınmayı gerektirir.
* İmanın Özü: Rububiyet inancı, imanın özünü oluşturur. Bir Müslüman, Allah’ın Rab olduğuna inanmadıkça gerçek anlamda iman etmiş sayılmaz. Bu inanç, insanın Allah’a karşı sorumluluklarını ve kulluk görevlerini anlamasının temelidir.
* Hayatın Anlamı: Rububiyet, hayata anlam ve amaç kazandırır. İnsan, Allah’ın kulu olduğunu ve O’nun tarafından sürekli gözetlendiğini bilerek yaşar. Bu bilinç, insanın davranışlarını düzenler, ahlaki değerlere bağlı kalmasını sağlar ve ahiret bilincini canlı tutar.
2. Rububiyetin Allah’ın Zatına Bakan Yönü
Rububiyet, Allah’ın Zatı ile kaim bir sıfattır. Bu, Allah’ın ezelden beri Rab olduğunu ve bu özelliğinin O’nun Zatı’nın ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade eder.
* Ezeliyet ve Ebediyet: Allah, ezelden beri Rab’dir ve ebediyen de Rab olarak kalacaktır. O’nun Rabliği, yaratılışla başlamış veya sona erecek bir özellik değildir.
* Kusursuzluk ve Mükemmellik: Allah’ın Rububiyeti, O’nun kusursuz ve mükemmel olduğunu gösterir. O, yaratıklarını en iyi şekilde yönetir, terbiye eder ve ihtiyaçlarını karşılar. O’nun yönetiminde hiçbir eksiklik, hata veya adaletsizlik bulunmaz.
* Mutlak Hakimiyet: Allah, evrenin ve tüm yaratıkların mutlak hakimidir. O’nun iradesi ve hükmü her şeyin üzerindedir. Hiçbir güç O’nun iradesine karşı gelemez.
3. Rububiyetin Mahlukata Bakan Yönü
Rububiyet, Allah’ın tüm yaratıklarla olan ilişkisini kapsar. O, tüm varlıkları yaratmış, onlara rızık vermiş, onları yönetmekte ve onlara karşı sonsuz bir şefkat ve merhamet göstermektedir.
* Yaratma ve Var Etme: Allah, tüm varlıkları yoktan var etmiştir. O’nun yaratması, benzersiz ve kusursuzdur. Her varlık, O’nun sonsuz kudretinin ve hikmetinin bir göstergesidir.
* Rızık Verme ve İhtiyaçları Karşılama: Allah, tüm yaratıkların rızkını verir ve ihtiyaçlarını karşılar. O, her bir varlığın neye ihtiyacı olduğunu bilir ve onları en uygun şekilde rızıklandırır.
* Yönetme ve İdare Etme: Allah, tüm evreni ve içindeki varlıkları kusursuz bir düzen içinde yönetir. O’nun yönetimi, evrenin işleyişinde görülen mükemmel denge ve uyumla açıkça görülmektedir.
* Terbiye Etme ve Geliştirme: Allah, yaratıklarını terbiye eder ve onları en iyi şekilde geliştirir. Bu terbiye, bazen zorluklar ve imtihanlar şeklinde olsa da, sonuçta yaratıkların hayrına ve olgunlaşmasına yöneliktir.
4. Rububiyetin İnsana Bakan Yönü
Rububiyet, insanla özel bir ilişki içindedir. Allah, insanı en güzel şekilde yaratmış, ona akıl ve irade vermiş ve onu yeryüzünde halife kılmıştır.
* İmtihan ve Sorumluluk: Allah, insanı imtihan etmek için yaratmıştır. İnsan, aklı ve iradesi sayesinde iyiyi kötüden ayırt edebilir ve seçimler yapabilir. Bu seçimlerinden dolayı da Allah’a karşı sorumludur.
* Hidayet ve Rehberlik: Allah, insanlara hidayet ve rehberlik etmek için peygamberler göndermiş ve kutsal kitaplar indirmiştir. Bu sayede insanlar, doğru yolu bulabilir ve Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşayabilirler.
* Lütuf ve İhsan: Allah, insanlara sayısız lütuflarda ve ihsanlarda bulunur. Sağlık, rızık, akıl, iman gibi nimetler, Allah’ın insanlara olan sonsuz lütfunun birer göstergesidir.
* Affetme ve Merhamet: Allah, kullarının hatalarını affeder ve onlara karşı sonsuz bir merhamet gösterir. Tövbe eden ve O’na yönelen kullarını bağışlar ve onlara yeniden bir fırsat verir.
5. Rububiyet ile Diğer İlahi Sıfatlar Arasındaki İlişki
Rububiyet, diğer ilahi sıfatlarla yakından ilişkilidir ve onlarla birlikte anlam kazanır.
* Uluhiyet (İlahlık): Rububiyet, Uluhiyetin ayrılmaz bir parçasıdır. Allah, hem İlah hem de Rab’dir. O’nun İlahlığı, O’nun Rabliğini gerektirir ve O’nun Rabliği, O’nun İlahlığının bir gereğidir.
* Halikiyet (Yaratıcılık): Allah’ın Halik olması, O’nun Rab olmasının bir sonucudur. Yaratmak, Rabliğin bir gereğidir ve Rab olmak, yaratmayı gerektirir.
* Rahmet (Merhamet): Allah’ın Rahmeti, O’nun Rububiyetinin bir tezahürüdür. Rab olarak Allah, kullarına karşı sonsuz bir merhamet gösterir ve onları korur, gözetir ve ihtiyaçlarını karşılar.
* İlim (Bilgi): Allah’ın sonsuz İlmi, O’nun Rububiyetinin bir gereğidir. Rab olarak Allah, tüm yaratıklarını ve onların ihtiyaçlarını en ince detayına kadar bilir.
* Kudret (Güç): Allah’ın sonsuz Kudreti, O’nun Rububiyetinin bir göstergesidir. Rab olarak Allah, her şeye gücü yeter ve her şeyi dilediği gibi yönetir.
Sonuç olarak, Allah’ın Rububiyeti, İslam inancının temelini oluşturan en önemli kavramlardan biridir. Bu kavram, Allah’ın Zatı, mahlukatı ve özellikle insan ile olan ilişkisini anlamamızı sağlar. Rububiyet inancı, insanın Allah’a karşı sorumluluklarını, kulluk görevlerini ve hayatın anlamını anlamasının temelidir. Aynı zamanda, diğer ilahi sıfatlarla birlikte ele alındığında, Allah’ın sonsuz kudretini, ilmini, merhametini ve adaletini daha iyi kavramamıza yardımcı olur.
**************
İslam alimleri Allah’ın Rab ismine ve Ruhubiyetine nasıl bir bakış açısı getirmişlerdir?
İslam alimleri, Allah’ın Rab ismini ve Rubûbiyetini derinlemesine ele almış, bu kavramları farklı boyutlarıyla açıklamışlardır. Rab ismi ve Rubûbiyet, Allah’ın yaratıcı, terbiye edici, düzenleyici ve idare edici sıfatlarını ifade ettiği için tevhid, iman ve insanın kulluk bilincinin temel taşlarından biri olarak değerlendirilmiştir.
Aşağıda İslam alimlerinin Allah’ın Rab ismine ve Rubûbiyet hakikatine dair yaklaşımlarını özetledik:
—
1. Kelam Alimleri ve Rab İsmi
Kelam âlimleri, Allah’ın Rab ismini ve Rubûbiyetini özellikle tevhid inancının bir parçası olarak ele almışlardır. Bu bakış açısına göre:
Rab ismi, tevhidin anahtarıdır:
Allah, âlemin yegâne yaratıcısı ve idare edicisidir. Bu, Allah’ın varlığını ve birliğini (tevhid) ispat eder. Kelamcılar, Rubûbiyeti kâinattaki düzen ve hikmetin bir delili olarak sunmuşlardır.
Rubûbiyetin inkârı, şirk doğurur:
Kelam âlimlerine göre Allah’ın Rubûbiyet sıfatını inkâr etmek, O’nun hâkimiyetini ve yaratıcı sıfatını başka varlıklara isnat etmek anlamına gelir. Bu ise şirktir.
Rubûbiyetin insan üzerindeki etkisi:
İnsan, Rabbinin kulu olduğunu bilerek hayatını ona göre düzenlemelidir. Bu bilinç, insanın kulluk sorumluluğunu artırır.
—
2. Tasavvuf Ehli ve Rab İsmi
Tasavvuf ehli, Rab ismini daha çok insan-Allah ilişkisi bağlamında ele almış ve bireyin manevi terbiye sürecine vurgu yapmıştır:
Rab ismi terbiye edici anlamına gelir:
Tasavvufa göre Allah, insanın hem fiziksel hem de ruhsal ihtiyaçlarını karşılar. İnsan, Allah’ın Rab ismiyle sürekli terbiye edilir. Bu terbiye süreci, insanı olgunlaştırarak Allah’a yaklaştırır.
Rab ismi ile ubudiyet (kulluk) ilişkisi:
İnsan, Allah’ın Rab sıfatını tefekkür ederek kendi acizliğini ve O’na olan mutlak ihtiyacını idrak eder. Bu idrak, insanı tam bir kulluk bilincine sevk eder.
Rab isminin kalpteki tezahürü:
Sûfiler, Rubûbiyetin insanın kalbinde Allah’a olan derin bir sevgi, teslimiyet ve güven oluşturduğunu ifade etmişlerdir. Örneğin, Mevlânâ’ya göre Rab ismi, insanın ilahi terbiye ile kamil bir insan olmasını sağlar.
—
3. Tefsir Âlimleri ve Rab İsmi
Kur’an tefsirinde Rab ismi ve Rubûbiyet hakikati, özellikle şu üç temel bağlamda ele alınmıştır:
1. Kâinatın Yaratılışı ve İdaresi:
Tefsir âlimleri, “Âlemlerin Rabbi” ifadesini Allah’ın hem yaratıcılığını hem de sürekli olarak kâinatı idare eden Rab olduğunu vurgulamak için açıklarlar.
Örnek: Fahruddin Râzi, “Rab” kelimesini açıklarken Allah’ın kâinattaki düzeni, hikmeti ve hikmetli yaratışı ile varlık âlemini nasıl terbiye ettiğine vurgu yapar.
2. İnsanın Terbiyesi:
Rab isminin insan üzerindeki tezahürü, Allah’ın insanı fiziksel, ahlaki ve manevi olarak terbiye etmesidir. Tefsirlerde bu, insanın ahiret sorumluluğunu anlaması için bir uyarı olarak ele alınır.
3. Kur’an’daki Rubûbiyet Ayetleri:
Tefsir âlimleri, özellikle Fatiha Suresi’nin “Rabbü’l-Âlemin” ifadesini detaylı şekilde yorumlamışlardır. Allah’ın Rubûbiyet sıfatını, rahmet ve hikmetle birlikte ele almışlardır.
—
4. Felsefi Yaklaşımlar ve Rab İsmi
İslam filozofları, Rab ismini ve Rubûbiyet hakikatini daha çok varlık ve düzen ilişkisi üzerinden anlamaya çalışmışlardır:
Varlık âlemindeki düzen:
Farabi ve İbn Sina gibi filozoflar, kâinattaki düzeni Allah’ın Rubûbiyetinin bir delili olarak görmüşlerdir. Onlara göre, kâinatta hiçbir şey başıboş değildir; her şey Allah’ın hikmetiyle yaratılmış ve terbiye edilmiştir.
Rab sıfatı ve insanın aklı:
İbn Rüşd gibi düşünürler, insanın aklı ve iradesinin Allah’ın Rubûbiyet sıfatıyla bağlantılı olduğunu savunmuşlardır. İnsan, Rabbinin varlığını ve hikmetini aklıyla kavrayarak kulluk sorumluluğunu yerine getirebilir.
—
5. Bediüzzaman Said Nursi ve Rubûbiyet
Bediüzzaman, Rubûbiyet kavramını Risale-i Nur’da detaylı bir şekilde ele almıştır. Onun yaklaşımı şu şekilde özetlenebilir:
Kâinattaki Rubûbiyet:
Kâinat, Allah’ın Rubûbiyetinin bir tecellisidir. Her varlık, Allah’ın Rab isminin bir aynasıdır. Kâinattaki düzen, Rubûbiyetin en açık delilidir.
İnsanın Rubûbiyetle ilişkisi:
İnsan, Allah’ın bir sanat eseri olarak yaratılmıştır ve hayatındaki her detay Allah’ın Rubûbiyetinin bir sonucudur. İnsanın görevi, Allah’ın terbiye edici sıfatını tanıyıp şükretmektir.
Rubûbiyet ve Rahmet:
Bediüzzaman, Allah’ın Rubûbiyetini rahmetle birlikte ele almış ve bu iki sıfatın insan üzerindeki etkilerini detaylı bir şekilde açıklamıştır.
—
Sonuç
İslam alimleri, Allah’ın Rab ismini ve Rubûbiyetini tevhid, yaratılış, insanın terbiyesi ve kâinattaki düzen bağlamında derinlemesine incelemişlerdir. Bu çalışmalar, insanın Allah’a olan ihtiyacını ve O’na karşı olan kulluk sorumluluğunu anlamasına büyük katkı sağlamıştır. Rab ismi, hem insanın bireysel hayatında hem de toplumsal düzende Allah’ın hâkimiyetini ve rahmetini anlamanın anahtarıdır.
1.2. Rubûbiyyetin Tevhid ile İlişkisi
1.3. Rubûbiyyet İnancının İnsan Hayatındaki Önemi
2. Allah’ın Rubûbiyyetinin Zâtına Bakan Yönleri
2.1. Allah’ın Zâtı ve İsimleri ile Rubûbiyyeti
2.2. Rubûbiyyet ve Ulûhiyyet Arasındaki İlişki
2.3. Sonsuz Kudret, Hikmet ve İlmin Rubûbiyyet Bağlamında Anlamı
1. Rubûbiyyet Kavramının Tanımı
Rubûbiyyet, Allah’ın Rab sıfatının bir tezahürü olup, kâinatı yaratma, idare etme, yönetme, terbiye etme ve koruma sıfatlarını ifade eder. Rubûbiyyet, Allah’ın bütün varlıkları yoktan var etmesi, her birini kendi hikmetine uygun şekilde düzenlemesi ve onların ihtiyaçlarını karşılayarak terbiye etmesini kapsar.
Kelime Anlamı:
Arapça kökenli “Rab” kelimesinden türeyen Rubûbiyyet, “terbiye eden”, “düzenleyen” ve “sahiplik eden” anlamlarına gelir.
Rubûbiyyet, Allah’ın kâinat üzerindeki mutlak otoritesini ve yönetimini temsil eder.
Kur’ân’da Kullanımı:
Rubûbiyyet, özellikle “Rabbü’l-âlemîn” (Âlemlerin Rabbi) ifadesiyle Kur’ân’da sıkça vurgulanır (Fâtiha, 1:2). Bu ifade, Allah’ın hem yaratıcı (hâlık) hem de idare edici (mudebbîr) sıfatlarına işaret eder.
1.2. Rubûbiyyetin Tevhid ile İlişkisi
Tevhid, Allah’ın birliğini ve eşsizliğini ifade ederken, Rubûbiyyet bu birliğin yaratılış, yönetim ve terbiye alanında açık bir şekilde tezahür etmesidir.
Rubûbiyyet Tevhidinin Unsurları:
1. Tek Yaratan: Allah, kâinatın ve içindekilerin yaratıcısıdır. Rubûbiyyet tevhidi, yaratılışta ortağın olmadığını ifade eder.
“De ki: Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, birdir.” (Rad, 13:16)
2. Mutlak Yönetici: Kâinatın düzeni yalnızca Allah’ın elindedir. O’nun izni olmadan hiçbir şey varlık gösteremez.
“Şüphesiz ki göklerde ve yerde hüküm Allah’ındır.” (Casiye, 45:37)
3. Hikmetli İdare: Allah, Rubûbiyyetiyle her şeyi bir hikmetle yönetir. Bu idarede tesadüfe veya başıboşluğa yer yoktur.
Rubûbiyyet Tevhidine Aykırılıklar:
Rubûbiyyetin tevhid anlayışı, şirk ve inkâr gibi kavramlarla zıttır. Allah’tan başka yaratıcılar veya yöneticiler kabul etmek, Rubûbiyyet tevhidine aykırıdır.
1.3. Rubûbiyyet İnancının İnsan Hayatındaki Önemi
Rubûbiyyet inancı, insanın Allah ile ilişkisini düzenleyen temel unsurlardan biridir:
1. Şükür ve Tevekkül:
İnsan, kendisini ve her şeyi terbiye edenin Allah olduğunu bildiğinde O’na şükreder ve yalnızca O’na tevekkül eder.
“Benim Rabbim bana yeter.” (Tevbe, 9:129)
2. Hayatın Amacı:
Rubûbiyyet inancı, insanın başıboş olmadığını ve hayatın bir gayeye dayandığını öğretir. İnsan, Allah’ın terbiyesine mazhar olmayı hedeflemelidir.
3. İmtihan Bilinci:
Allah’ın Rubûbiyyeti, insanın dünya hayatındaki sorumluluklarını ve sınavını hatırlatır. İnsan, Rabbinin hükümlerine uygun bir hayat sürmekle yükümlüdür.
2. Allah’ın Rubûbiyyetinin Zâtına Bakan Yönleri
Allah’ın Rubûbiyyeti, Zâtı, isimleri ve sıfatlarıyla doğrudan ilişkilidir. Rubûbiyyet, O’nun mutlak kudret, hikmet ve ilmiyle kâinatta sürekli tecelli eder.
2.1. Allah’ın Zâtı ve İsimleri ile Rubûbiyyeti
Rubûbiyyet, Allah’ın Zâtının sonsuz sıfatları ve isimleri ile ayrılmaz bir bütün oluşturur:
1. Hâlık (Yaratıcı):
Rubûbiyyet, Allah’ın yaratıcı sıfatıyla başlar. O, her şeyi yoktan var eden tek Rab’dir.
2. Rezzâk (Rızık Veren):
Rubûbiyyet, varlıkların ihtiyaçlarını karşılayan Allah’ın Rezzâk ismiyle tecelli eder.
“Şüphesiz ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma, 62:11)
3. Hakîm (Hikmetli):
Rubûbiyyet, kâinattaki düzen ve hikmetle ortaya çıkar. Her şey, Allah’ın ilahi hikmetiyle idare edilir.
4. Rahmân ve Rahîm:
Rubûbiyyet, Allah’ın rahmet ve merhametini temsil eden bu iki isimle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.
2.2. Rubûbiyyet ve Ulûhiyyet Arasındaki İlişki
Rubûbiyyet ve Ulûhiyyet kavramları, Allah’ın birliğini ve yüceliğini anlamada birbirini tamamlar:
Rubûbiyyet: Allah’ın yaratıcı, düzenleyici ve terbiye edici sıfatlarıdır. O’nun fiillerini ifade eder.
Ulûhiyyet: Allah’ın ibadete layık yegâne varlık olmasıdır. Rubûbiyyet, Ulûhiyyetin temelidir.
İlişkinin Özeti:
Rubûbiyyeti kabul eden bir insan, Ulûhiyyeti de kabul etmek zorundadır. Allah’ın yaratıcılığına (Rubûbiyyet) inanmak, O’na ibadet etmeyi (Ulûhiyyet) gerektirir.
2.3. Sonsuz Kudret, Hikmet ve İlmin Rubûbiyyet Bağlamında Anlamı
Allah’ın Rubûbiyyeti, O’nun sonsuz kudreti, hikmeti ve ilmiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır:
1. Sonsuz Kudret:
Allah, her şeyi yaratmaya ve idare etmeye muktedirdir. Kâinattaki düzen, Allah’ın sınırsız kudretinin bir sonucudur.
“Allah her şeye gücü yetendir.” (Bakara, 2:20)
2. Hikmet:
Allah’ın Rubûbiyyeti, hiçbir şeyin amaçsız ve başıboş yaratılmadığını gösterir. O’nun her fiili hikmetlidir.
“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık.” (Sad, 38:27)
3. İlim:
Rubûbiyyet, Allah’ın her şeyi kuşatan ilmiyle gerçekleşir. O, her şeyin en ince detayını bilir ve ona göre hükmeder.
“O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir.” (Hadid, 57:4)
Sonuç
Rubûbiyyet kavramı, Allah’ın kâinat üzerindeki mutlak otoritesini ve yönetimini ifade eden temel bir tevhid unsurudur. Bu kavram, insanın hem Allah’a olan kulluk bilincini hem de hayatın gayesini anlamasını sağlar. Allah’ın Rubûbiyyeti, Zâtı, isimleri ve sıfatları ile tecelli ederken, O’nun sonsuz kudreti, hikmeti ve ilmiyle de desteklenir. Bu inanç, insanın dünyadaki davranışlarını şekillendirir ve onu Allah’a yaklaştırır.
*****************
RUBUBİYETLE İLGİLİ YÜZLERCE AYET:
Tevhid Meali
bakara 256, tağut, süleyman, muhakeme
Ara
MENÜ
Rab (Allah) ile ilgili ayetler
► Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.(1/Fâtiha 2)
► O (Rab ki) yeryüzünü sizin için bir döşek, gökyüzünü de tavan kıldı. Gökten su indirdi ve onunla size rızık olarak (çeşitli) ürünler çıkardı. (Öyleyse bütün bu gerçekleri ikrar edip) bildiğiniz hâlde Allah’a eş/ortak/denk koşmayın.(2/Bakara 22)
Yalnızca Allah’a (cc) kulluk yapmanın gerekliliği fıtrat ve akılla bilinir. Yaratan ve rızık veren kim ise teşekkür/kulluk ona yapılmalıdır. Yaratan ve rızık verenin Allah (cc) olduğunu ikrar eden, ancak dua, adak, kurban gibi ibadetlerini başkalarına yapan veya Allah’ın (cc) dışındaki varlıkların kanunlarına boyun eğen kimse, bile bile Allah’a (cc) ortak/denk/eş kılmış olur. (bk. 2/Bakara, 164)
► Ehl-i Kitap’tan kâfirler ve müşrikler Rabbinizden üzerinize hiçbir hayrın gelmesini istemezler. Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük bir fazilet sahibidir.(2/Bakara 105)
Hristiyan, Yahudi ve putperest müşriklerin masalarında İslam ümmetinin sorunları için çözüm arayanlar, bu ayeti iyi anlamalılardır. Onlar, İslam ümmeti için hiçbir hayır, iyilik ve güzellik istemezler. Ayrıca kâfirleri dost edinmenin hükmü hakkında bk. 5/Mâide, 51
► De ki: “O hem bizim Rabbimiz hem de sizin Rabbiniz iken, Allah hakkında bizimle tartışacak mısınız? Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size! Ve biz, (hiçbir ortak edinmeksizin dini) O’na halis kılanlarız.”(2/Bakara 139)
► “Şüphesiz ki Allah, benim Rabbim ve sizlerin Rabbidir. O’na ibadet edin. Bu (sizi davet ettiğim yol), sırat-ı mustakimdir/dosdoğru olan yoldur.” (3/Âl-i İmran 51)
► “Beni öldürmek (niyetiyle) elini bana uzatsan dahi, seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkuyorum.”(5/Mâide 28)
► Hani Havariler: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen, Rabbinden bizim için gökten sofra indirmesini isteyebilir misin?” demişlerdi. (İsa:) “Şayet müminlerseniz Allah’tan korkup sakının.” demişti. (5/Mâide 112)
Ayet-i kerimede iki farklı kıraat vardır.
Birincisi: Genelin okuyuşu olan “هل يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ ” kıraatidir. “Rabbin sofra indirmeye güç yetirebilir mi?” anlamındadır.
İkincisi: İmam Kisai’nin (rh) kıraati olan “هل تَسْتَطِيعُ رَبَّكَ ” okuyuşudur. Bu kıraat Allah Resûlü’nden de (sav) aktarılmıştır. (Hakim, Müstedrek, 2935; Tirmizi, 2930) Bizim de meal verirken esas aldığımız kıraattir. Bazıları birinci okuyuşa dayanarak Havarilerin Allah’ın (cc) kudretinden şüphe ettiğini iddia etmişlerdir. Oysa, Allah’ın (cc) kendilerine ilham ettiği (5/Mâide, 111), İsa’nın (as) çağrısına icabet eden (3/Âl-i İmran, 52-53) bu seçkin kulların Allah’ın (cc) kudretinden şüphe etmesi söz konusu olamaz.
► “Ben onlara, bana emrettiğin: ‘Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ (buyruğu) dışında hiçbir şey söylemedim. Aralarında olduğum süre içinde (onların yaptıklarına) şahittim. Beni kendi katına aldığında (artık onların ne söylediğini ve ne yaptığını bilmem mümkün değildir). Sen onların üzerinde gözetleyicisin. Sen her şeyin üzerinde şahit olansın.”(5/Mâide 117)
► Böylece o, zalimler topluluğunun (kökü kurutulup) arkaları kesildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.(6/En’âm 45)
► De ki: “Allah bizi (tevhide) hidayet ettikten sonra, Allah’ı bırakıpta bize hiçbir faydası ve zararı olmayan şeylere mi (putlara, türbelere, yatırlara mı) dua edelim? Arkadaşları kendisini: ‘Hidayete gel.’ diye çağırdıkları hâlde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşırken şeytanların ayarttığı kimse gibi topuklarımız üzere geri mi dönelim?” De ki: “Şüphesiz ki gerçek ve hakiki hidayet, Allah’ın hidayetidir. Ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”(6/En’âm 71)
► İşte bu, Rabbiniz olan Allah’tır. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. (Öyleyse) yalnızca O’na kulluk edin. O, her şeyin üzerinde (gözetleyen, denetleyen ve işlerini yürüten) Vekil’dir. (6/En’âm 102)
► De ki: “Şüphesiz ki Rabbim, beni dosdoğru yola iletti. Dimdik/güçlü ve hanif olan İbrahim’in dinine. O, müşriklerden değildi.”(6/En’âm 161)
İbrahim’in milleti için bk. 60/Mümtehine, 4
► De ki: “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”(6/En’âm 162)
► “O, her şeyin Rabbi iken, Allah’ın dışında bir rab arar mıyım hiç? Herkesin kazandığı sadece kendini bağlar. Hiçbir suçlu bir başkasının suçunu yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, anlaşmazlığa düştüğünüz konularda (neyin hak ve doğru olduğunu) size haber verecektir.”(6/En’âm 164)
► Demişti ki: “Ey kavmim! Bende sapıklık yok. Lakin ben âlemlerin Rabbi olan (Allah tarafından gönderilmiş) bir elçiyim.”(7/A’râf 61)
► Demişti ki: “Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yoktur. Fakat ben âlemlerin Rabbi (tarafından gönderilmiş) bir elçiyim.”(7/A’râf 67)
► “Size Rabbimin risaletini/mesajlarını iletiyorum ve ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.”(7/A’râf 68)
► Musa demişti ki: “Ey Firavun! Şüphesiz ben, âlemlerin Rabbinden (gelen) bir elçiyim.”(7/A’râf 104)
► Demişlerdi ki: “Biz, âlemlerin Rabbi olan (Allah’a) iman ettik.”(7/A’râf 121)
► “Musa’nın ve Harun’un Rabbi olan (Allah’a).”(7/A’râf 122)
► Azap üzerlerine çökünce: “Ey Musa! Senin yanında bulunan (Allah’ın) ahdiyle bizim için Rabbine dua et. Bu azabı bizden giderirsen, andolsun ki sana iman edecek ve İsrailoğullarını seninle beraber yollayacağız!” demişlerdi.(7/A’râf 134)
► (Hatırla!) Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Demişlerdi ki: “Evet! (Sen bizim Rabbimizsin!) Şahit olduk.” (Bu,) Kıyamet Günü: “Biz bundan habersizdik.” dememeniz içindir.(7/A’râf 172)
Kur’ân’ın mufassal/detaylandırılmış bir kitap olmasının hikmetleri için bk. 6/En’âm, 55
► (Senden harikulade olaylar, mucizeler isteyip de) onlara bir ayet/mucize getirmediğinde: “Sen onu derlesen ya!” derler. De ki: “Ben yalnızca Rabbimden bana vahyolunana uyarım. (İlle de bir ayet/mucize istiyorsanız) işte bu (Kitap), içinde Rabbinizden basiretler taşıyan, mümin bir topluluk için hidayet ve rahmet olan bir ayettir/mucizedir.”(7/A’râf 203)
► Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri yöneten/çekip çeviren Allah’tır. O’nun izni olmaksızın hiç kimse şefaat edemez. İşte, Rabbiniz olan Allah budur. (Öyleyse) O’na ibadet edin. Öğüt almaz mısınız?(10/Yûnus 3)
► Orada duaları: “Allah’ım, sen eksiklerden münezzehsin.”, (birbirlerine) dilekleri: “Selam/Esenlik!” ve dualarının sonu: “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.” şeklindedir.(10/Yûnus 10)
► İşte bu, sizin hak Rabbiniz olan Allah’tır. Haktan ötesi sapıklıktan başka bir şey midir? Nasıl olur da (O’na ibadet etmekten, putlara ibadet etmeye) çevrilirsiniz?(10/Yûnus 32)
► İşte böyle! Senin Rabbinin kelimesi/hükmü fasıklar üzerinde kesinleşmiştir. Onlar kesinlikle iman etmezler.(10/Yûnus 33)
► Bu Kur’ân’ın, Allah’tan başka birileri tarafından uydurulması olacak şey değildir. O, kendinden önceki (Kitapları) doğrulayan ve Kitab’ı detaylı biçimde açıklayan (ayetlerinin bir kısmı diğer bir kısmını tefsir eden bir Kitap’tır). Âlemlerin Rabbi olan (Allah tarafından indirildiğinde) hiçbir şüphe yoktur.(10/Yûnus 37)
► Şayet sana indirdiğimizden şüphen varsa, senden önce Kitab’ı okuyanlara sor! Andolsun ki hak sana Rabbinden gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma!(10/Yûnus 94)
► “Şayet Allah sizi saptırmak istemişse, ben size nasihat etmek istesem de nasihatimin size bir faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.”(11/Hûd 34)
► “Hiç şüphesiz ben, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Hareket eden her canlıyı perçeminden tutan (kontrol edip yönlendiren) O’dur. Şüphesiz ki Rabbim, dosdoğru yol üzeredir.”(11/Hûd 56)
Şirk ehlinin tehditleri karşısında imani tavır için bk. 6/En’âm, 82
► “Şayet yüz çevirecek olursanız, kendisiyle gönderildiğim mesajı size ilettim. Rabbim sizin yerinize başka bir topluluğu getirir ve siz ona hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Şüphesiz ki Rabbim, her şeyi gözetleyip koruyandır.”(11/Hûd 57)
► Semud’a da kardeşleri Salih’i (gönderdik). Demişti ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet/kulluk edin! Sizin O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilahınız yoktur. Sizi yerden (topraktan) yaratan ve orayı imar edip, orada ömür süresiniz diye (sizi var eden) O’dur. (Öyleyse) O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz ki Rabbim, (kullarına en yakın olan) Karib ve (dualara ve isteklere icabet eden) Mucîb’dir.”(11/Hûd 61)
► (Helak) emrimiz gelince, Salih’i ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle, o günün alçaltıcı ve rezil edici (azabından) kurtardık. Şüphesiz ki senin Rabbin, (güç ve kuvvet sahibi) El-Kaviy, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz olanın ta kendisidir. (11/Hûd 66)
► (O taşlar) Rabbinin katında işaretlenmişlerdir. O (azabın bir benzeri, bu kavmin amelini yapan) zalimlerden uzak değildir.(11/Hûd 83)
► Demişti ki: “Ey kavmim! Görüşünüz nedir? (Söylesenize!) Şayet ben, Rabbimden bir belge/delil üzereysem ve beni kendi tarafından güzel bir rızıkla mükâfatlandırmışsa? Ben, size yasakladığım şeylere (kendim uymayarak) size muhalefet etmek istemiyorum. Tek amacım, gücüm yettiğince ıslah etmektir. Benim başarım, ancak Allah’ın izniyledir. Ben, O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na yönelirim.”(11/Hûd 88)
► “Rabbinizden bağışlanma dileyip sonra da O’na tevbe edin. Şüphesiz ki benim Rabbim, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm, (kullarını seven, kulları tarafından sevilen, kalplerde sevgi yaratan) Vedûd’dur.”(11/Hûd 90)
► Şayet Rabbin dileseydi, insanları (hiç ihtilaf etmeyen) tek bir ümmet yapardı. (Ama yapmadı.) Oysa onlar, ihtilaf hâlinde olmayı sürdürmektelerdir.(11/Hûd 118)
► Rabbinin rahmet ettikleri müstesna. Onları bunun için yarattı. Rabbinin: “Andolsun ki cinleri ve insanları cehenneme dolduracağım.” sözü/hükmü kesinleşmiştir.(11/Hûd 119)
► “İşte böylece Rabbin seni seçecek, sözlerin yorumunu/rüya tabirini sana öğretecek, daha önce ataların İbrahim ve İshak’a (nimetini) tamamladığı gibi sana ve Yakub ailesine de nimetini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin, (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.”(12/Yûsuf 6)
► Andolsun ki kadın onu arzulamış, o da kadını arzulamıştı. Şayet Rabbinin apaçık burhanını görmeseydi (Yusuf da arzusunun peşinden gidecekti). Böylece, kötülüğü ve fuhşiyatı ondan savuşturduk. Çünkü o, muhlas/arındırılmış/ihlaslı kılınmış kullarımızdandı. (12/Yûsuf 24)
► Dedi ki: “Size rızık olarak yiyeceğiniz bir yemek gelmeden önce mutlaka yorumunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği bilgidendir. Şüphesiz ki ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir topluluğun dinini terk ettim.”(12/Yûsuf 37)
► “Ben, nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis -Rabbimin merhamet ettiği müstesna- çokça kötülüğü emreder. Şüphesiz ki Rabbim, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”(12/Yûsuf 53)
► Demişti ki: “İleride sizin için Rabbimden bağışlanma talep edeceğim. Şüphesiz ki O, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olanın ta kendisidir.”(12/Yûsuf 98)
► Ebeveynini tahtın üzerine çıkarttı/oturttu. (Hepsi) ona secde ettiler/saygıyla selamladılar. Dedi ki: “Babacığım! İşte bu, benim daha önce gördüğüm rüyamın tevili/gerçekleşmesidir. Rabbim onu gerçek çıkardı. Şüphesiz ki beni zindandan çıkardığında ve şeytan, kardeşlerimle aramı bozduktan sonra sizleri çölden getirdiğinde bana iyilikte bulundu. Şüphesiz ki Rabbim, dilediği şeyi incelikle (sebeplerini hazırlayıp lütfu ve kuşatıcı bilgisiyle) sonuca ulaştırandır. Şüphesiz ki O, (her şeyi bilen) El-Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi) El-Hakîm olanın ta kendisidir.”(12/Yûsuf 100)
► “Rabbim! Hiç şüphesiz bana mülk/yetki verdin ve bana rüya tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Sen dünyada da ahirette de benim velimsin/dostumsun! Benim canımı Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen bir kul olarak al ve beni salihler zümresine dâhil et.”(12/Yûsuf 101)
► Senden iyilikten önce kötülük getirmeni istiyorlar. Muhakkak ki onlardan önce (buna benzer) nice örnekler gelip geçmiştir. Şüphesiz ki Rabbin, zulümlerine karşılık insanlara karşı mağfiret sahibidir. Şüphesiz ki Rabbin, cezası pek çetin olandır. (13/Ra’d 6)
► De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “(Göklerin ve yerin Rabbi O iken yine de) Allah’ı bırakıp kendilerine faydaları olmayan veya kendinden zararı defedemeyen varlıkları mı veliler edindiniz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Yahut karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa, Allah’a tayin ettikleri ortaklar (Allah gibi) yarattı da, (Allah’ın yaratmasıyla ortakların) yaratması birbirine mi benzedi (kimin ilah olduğuna dair kafaları mı karıştı)?” De ki: “Allah her şeyin yaratıcısıdır. Ve O, (zatında, fiillerinde ve sıfatlarında tek olan) El-Vâhid, (her şeye boyun eğdirip hükmüne ram eyleyen) El-Kahhâr’dır.”(13/Ra’d 16)
Allah’a (cc) şirk koşmanın hiçbir delili, gerekçesi ve tevili olamaz. Şirk koşulan ortaklar, yaratmadığı müddetçe -ki bu mümkün değildir- tevhid konusunda kafa karışıklığı iddiası kabul edilemez. Tevhid ve şirk konusunda batıl inançları bulunan, amellerine zulüm bulaştıran; zan, hurafe ve menkıbeyi delil zannedenler, kendi elleriyle şüpheye düşmüş, dinlerini karmakarışık hâle getirmişlerdir.
► Rablerine icabet edenlere El-Husna (cennet) vardır. O’na icabet etmeyenlerse yeryüzündeki her şey ve bir o kadarı daha onların olsa, hiç şüphesiz (azaptan kurtulmak için) verirlerdi. İşte bunlara hesabın en kötüsü vardır. Barınakları cehennemdir. Ne kötü yataktır orası.(13/Ra’d 18)
► Kâfirler der ki: “Ona Rabbinden bir ayet/mucize indirilmesi gerekmez miydi?” De ki: “Allah dilediğini saptırır, kendisine yönelenleri de hidayet eder.”(13/Ra’d 27)
► Sana vahyettiğimizi onlara okuyasın diye, seni kendilerinden önce nice ümmetin gelip geçtiği bir toplum içinde (risaletle) görevlendirdik. Onlarsa Er-Rahmân’ı inkâr ediyorlar. De ki: “O benim Rabbimdir. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Yalnızca O’na tevekkül ettim ve dönüşüm/tevbem de O’nadır.”(13/Ra’d 30)
► “Yaşlılıkta bana İsmail ve İshak’ı veren Allah’a hamd olsun. Şüphesiz ki benim Rabbim, duayı işitendir/icabet edendir.”(14/İbrahîm 39)
► Onları (diriltip) huzurunda toplayacak olan, hiç şüphesiz ki senin Rabbindir. Şüphesiz ki O, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm, (her şeyi bilen) Alîm’dir.(15/Hicr 25)
► Hani Rabbin, meleklere demişti ki: “Şüphesiz ki kokuşmuş balçığın kurumuş çamurundan bir insan yaratacağım.”(15/Hicr 28)
► Şüphesiz ki Rabbin, (çokça yaratan) El-Hallâk, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.(15/Hicr 86)
► (Bu sıkıntıdan, kurtulmak için) Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. (15/Hicr 98)
Müşriklerden gelecek eziyetler karşısında Rabbani tavır için bk. 20/Tâhâ, 130
► Yakin (ölüm) sana gelinceye dek Rabbine ibadet/kulluk et! (15/Hicr 99)
► Ağırlıklarınızı yüklenir, canınızın yarısı telef olmadan erişemeyeceğiniz beldelere taşırlar. Şüphesiz ki Rabbiniz, (pek şefkatli olan) Raûf, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.(16/Nahl 7)
► Onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde: “Öncekilerin masalları!” derler.(16/Nahl 24)
► Allah’tan korkup sakınanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Hayır (indirdi).” derler. Bu dünyada iyilik yapanlara (karşılık olarak) iyilik vardır. Ahiret yurduysa çok daha hayırlıdır. Muttakilerin yurdu ne güzeldir. (16/Nahl 30)
► (Nefislerine zulmedenler) kendilerine meleklerin ya da Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine zulmetmekteydiler. (16/Nahl 33)
► Ya da (mallarını, canlarını, amellerini eksilte eksilte onları) korku içerisindeyken yakalamasından (emin mi oldular)? Şüphesiz ki senin Rabbin, (şefkatli olan) Raûf, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.(16/Nahl 47)
► Sonra sıkıntınızı giderdiği zaman, (bir de bakarsın) içinizden bir grup, Rablerine şirk koşuverirler. (16/Nahl 54)
► De ki: “(Bu uydurulmuş bir kitap değil. Bilakis,) iman edenlerin (ayaklarını) sabit kılmak, teslim olanlara hidayet ve müjde olması için Ruhu’l Kudüs (Cibril) onu Rabbinden hak olarak indirmiştir.”(16/Nahl 102)
Kitab’ın indiriliş gayesi için bk. 4/Nisâ, 105
► Sonra kuşkusuz ki Rabbin, bilgisizce kötülük işleyen sonra bunun ardından tevbe edip (hâllerini) düzeltenlere, (evet) şüphesiz ki Rabbin, (böylelerine karşı) (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) pek Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.(16/Nahl 119)
► Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et! Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanları da hidayet ehli olanları da en iyi bilendir.(16/Nahl 125)
İslami davetin özellikleri için bk. 12/Yûsuf, 108
► Rabbiniz nefislerinizde olanı en iyi bilendir. Şayet salih kimseler olursanız hiç şüphesiz ki (Allah), O’na çokça yönelenleri bağışlayandır.(17/İsrâ 25)
► Anlamasınlar diye kalplerine de perde germişizdir, kulakları üzerinde de ağırlık vardır. Sen, Kur’ân’da Rabbini tek (ilah) olarak andığında, arkalarını dönüp nefretle kaçıp giderler.(17/İsrâ 46)
Hakkın anlaşılmasına engel olan sebepler için bk. 6/En’âm, 25
► O dua ettikleri de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile arar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınılması gereken bir azaptır.(17/İsrâ 57)
Abdullah b. Mesud (ra) şöyle demiştir: “Bazı müşrikler, bir grup cine tapıyordu. Taptıkları cinler İslam’a girdi ve Allah’a yakınlaşmak için salih ameller aramaya başladılar. Müşrikler de bu durumdan habersiz onlara ibadet etmeye devam ettiler.” (Buhari, 4714; Müslim, 3030)
► “Şüphesiz ki, kullarım üzerinde senin bir otoriten yoktur. (İşlerin kendisine havale edileceği bir) Vekil olarak Rabbin yeter.”(17/İsrâ 65)
► Rabbiniz, lütuf ve ihsanından arayasınız diye gemileri denizde (yumuşak bir şekilde) yürütendir. Kuşkusuz O, size karşı merhametlidir.(17/İsrâ 66)
► (Musa) demişti ki: “Andolsun ki bunları göklerin ve yerin Rabbinin, (insanları) basiretli kılıcı (ayetler) olarak indirdiğini biliyorsun. Ve ben senin kesinlikle helak olmuş biri olduğunu düşünüyorum ey Firavun!”(17/İsrâ 102)
► Ve kıyama kalkıp: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir! Onu bırakıp da hiçbir (sahte) ilaha dua etmeyiz. Andolsun ki o takdirde batıl/saçma bir şey söylemiş oluruz.” dediklerinde, onların kalplerini (yakin, sabır ve kararlılıkla) pekiştirmiştik.(18/Kehf 14)
► (Sonradan gelenler) diyecekler ki: “Üç kişiydiler, dördüncüleri köpekti.” Diyecekler ki: “Beş kişiydiler, altıncıları köpekti.” Bu, gaybı taşlamaktır/bir konuda bilgisizce konuşmaktır. Diyecekler ki: “Yedi kişiydiler, sekizincileri köpekti.” De ki: “Onların sayısını en iyi bilen Rabbimdir. Onları yalnızca çok az (insan) bilir. Onlar hakkında açık olandan (sahip olduğun vahiy bilgisinden) başkasıyla tartışma ve (buna dair) onlardan kimseye bilgi sorma.”(18/Kehf 22)
► Bir şey için kesinlikle: “Bunu yarın yapacağım.” deme!(18/Kehf 23)
► “Allah dilerse/inşallah” (de). Unuttuğun zaman Rabbini an. “Umulur ki Rabbim beni bundan daha yakın bir rüşde/olgunluğa eriştirir.” de.(18/Kehf 24)
► “Fakat O Allah, benim Rabbimdir. Ve ben hiçbir şeyi Rabbime ortak koşmam.”(18/Kehf 38)
► Senin Rabbin (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr ve merhamet sahibidir. Şayet işledikleriyle onları yargılasa azabı çarçabuk onlara ulaştırırdı. (Hayır, öyle değil!) Bilakis, onların (azapla) buluşma zamanları vardır ve ondan (korunacak) bir sığınak bulamayacaklardır.(18/Kehf 58)
► Dedi ki: “Zulmeden kimseyi cezalandıracağız. Sonra Rabbine döndürülecek ve (Rabbi) onu çetin bir azapla azaplandıracak.”(18/Kehf 87)
► (Okunacak olan ayetler) Rabbinin, kulu Zekeriyya’ya olan rahmetinin anılmasıdır. (19/Meryem 2)
► Hani o, Rabbine gizlice seslenmişti.(19/Meryem 3)
► Demişti ki: “Rabbim! Kemiklerim zayıfladı, saçlarım bembeyaz oldu. Sana dua etmem nedeniyle hiç mutsuz/bedbaht olmadım. (Her ne zaman dua ettiysem icabet ettin.)”(19/Meryem 4)
► Demişti ki: “Selam olsun sana! Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz ki O, bana karşı (merhametli, lütufkâr ve benimle yakından ilgilenen) Hafiy’dir.”(19/Meryem 47)
bk. 9/Tevbe, 114
► “Sizi ve Allah’ın dışında dua ettiklerinizi terk edip ayrılıyorum. Yalnızca Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime yaptığım dua nedeniyle bedbaht olmam. (Rabbim duama icabet eder.)”(19/Meryem 48)
► Biz ancak Rabbinin emriyle/izniyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasında ne varsa hepsi O’na aittir. Rabbin unutan değildir.(19/Meryem 64)
Allah Resûlü (sav) Cibril’e (as): “Neden bizi daha fazla ziyaret etmiyorsun?” diye sorunca bu ayetler inmiştir.” (Buhari, 4731; Tirmizi, 3158)
► Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. O’na ibadet/kulluk yap ve ibadetinde sabırlı ol. O’nun adıyla anılan/O’na denk birini bilir misin?(19/Meryem 65)
► “Şüphesiz ki ben, (evet) ben, senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen, mukaddes vadide, Tuva’dasın.”(20/Tâhâ 12)
► “Rabbimiz, her şeye hilkatini (cinsine en uygun olanı) veren ve sonra da yol gösterendir.” demişti.(20/Tâhâ 50)
► (Firavun) demişti ki: “Geçmişte olanlar ne olacak o hâlde?”(20/Tâhâ 51)
Firavun hak karşısında söyleyecek söz bulamayınca her dönemin en kullanışlı kozu olan “geçmiş kartını” kullandı. Musa’nın (as) daveti kendilerine ulaşmadan ölenler ne olacaktı? Onlar putlara tapıyordu. Neden Musa’nın (as) anlattığı doğrulara ulaşamamışlardı? Yoksa insanların yücelttiği ataları Musa’ya (as) göre azabı hak eden şaşkınlar mıydı? Hak karşısında söyleyecek hiçbir sözü olmayanların, zaman zaman gündeme getirdiği bu soru, kutsanan ataların hükmünü gündeme getirip, insanları tevhid davetçileri aleyhine kışkırtmak ve davetçileri sonu gelmez bir tartışmanın içine çekmek içindir. Asırlar sonra akrabalarını Allah Resûlü’ne (sav) kışkırtmak ve aşiret himayesini kaldırmak için Ebu Cehil’in: “Sorun bakalım Muhammed’e! Onu büyüten, Kureyş’in efendisi Abdulmuttalib nerede?” sorusu aynı amaca matuftur.
Bu ve benzeri sorulara nasıl cevap verilmelidir? Kendisine Kitap, ilim ve hikmet verilmiş Musa (as) şöyle cevap vermiştir:
► Demişti ki: “Onların bilgisi, Rabbimin yanında bir Kitap’tadır. Rabbim, şaşırmaz da unutmaz da.”(20/Tâhâ 52)
► Musa, içinden bir korku duymaya başlamıştı.(20/Tâhâ 67)
► Buyurduk ki: “Korkma! Şüphesiz ki sen, elbette, üstün olansın.”(20/Tâhâ 68)
► “At sağ elindekini! Onların yaptıklarını yutacaktır. Onların yaptığı yalnızca bir büyücü hilesidir. Ve büyücü ne yaparsa yapsın, kurtuluşa eremez/başarılı olamaz.”(20/Tâhâ 69)
► (Yaşananlar üzerine) sihirbazlar secdeye kapanmış: “Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik.” demişlerdi.(20/Tâhâ 70)
► “Kavmini bırakıp aceleyle (bize gelmenin) nedeni nedir ey Musa?”(20/Tâhâ 83)
► Demişti ki: “Onlar benim peşimde (onları bıraktığım hâl üzereler). Rabbim sana aceleyle geldim ki, benden razı olasın.”(20/Tâhâ 84)
► Andolsun ki, daha önce Harun şöyle demişti: “Kavmim! Siz ancak bununla fitneye düşürüldünüz. Şüphesiz ki sizin Rabbiniz Er-Rahmân’dır. Bana uyun ve emrime itaat edin.”(20/Tâhâ 90)
► Onlara Rablerinden yeni bir zikir/ayet gelecek olsa, mutlaka onu alaya alarak dinlerler.(21/Enbiyâ 2)
► Kalpleri oyundadır… Zulmedenler (aralarında) gizlice fısıldaşırlar: “Bu da sizin gibi bir insan değil midir? Göz göre göre büyülenmeye (teslim mi olacaksınız)?”(21/Enbiyâ 3)
► Dedi ki: “Rabbim, gökte ve yerde (konuşulan) sözü bilir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.”(21/Enbiyâ 4)
► Demişti ki: “Bilakis sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbi olup onları yoktan var edendir. Ben de buna şahitlik edenlerdenim.”(21/Enbiyâ 56)
► Zekeriyya’yı da (an)! Hani o: “Rabbim, beni bir başıma yalnız bırakma. Sen mirasçı olanların en hayırlısısın.” diye Rabbine nida etmişti.(21/Enbiyâ 89)
► Hiç kuşkusuz sizin bu ümmetiniz, tek (olan İslam) ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet edin.(21/Enbiyâ 92)
► Dedi ki: “Rabbim! Hak ile hükmet. Rabbimiz, Er-Rahmân olan ve sizin yakıştırmalarınıza karşılık (yardımına sığınılacak) El-Mustean’dır.”(21/Enbiyâ 112)
► Ey insanlar! Rabbinizden korkup sakının. Şüphesiz ki kıyamet sarsıntısı, büyük bir şeydir.(22/Hac 1)
► Biz, her ümmete bir ibadet yolu belirledik, o yol üzere ibadet etmektelerdir. Sakın bu konuda seninle tartışmasınlar/tartışmalarına müsaade etme. Sen, Rabbine davet et! Hiç şüphesiz sen, dosdoğru bir hidayet üzeresin.(22/Hac 67)
► Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet/kulluk edin ve hayırlı işler yapın ki kurtuluşa eresiniz. (22/Hac 77)
► Hiç kuşkusuz sizin bu ümmetiniz, tek (olan İslam) ümmetidir. Ben de sizin Rabbinizim. (Öyleyse) benden korkup sakının.(23/Mü’minûn 52)
► Şüphesiz ki (o müminler), Rablerine olan saygılarından dolayı (kalpleri) ürperti içinde olanlar,(23/Mü’minûn 57)
► Rablerinin ayetlerine iman edenler,(23/Mü’minûn 58)
► Rablerine (hiçbir şeyi) ortak koşmayanlar,(23/Mü’minûn 59)
► De ki: “Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir?”(23/Mü’minûn 86)
► De ki: “Rabbim! Şayet onları tehdit ettiğin (azabı) bana mutlaka göstereceksen…”(23/Mü’minûn 93)
► “Rabbim! Beni zalimler topluluğu içine dâhil etme!”(23/Mü’minûn 94)
► (Mutlak hâkimiyet/egemenlik sahibi, mülkünde dilediği gibi tasarruf eden) El-Melik, (hak ve hakikatin kaynağı) El-Hak olan Allah (böylesi batıl zanlardan ne kadar da) yücedir. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. O, kerim olan arşın Rabbidir.(23/Mü’minûn 116)
► Onlar ki: “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan göz aydınlığı/sevinç ve huzur kaynağı olacak kimseler ihsan et. Ve bizi muttakilere imam/öncü kıl.” derler.(25/Furkân 74)
► De ki: “Şayet duanız olmasaydı Allah katında bir kıymetiniz olur muydu? Ancak sizler yalanladınız. (Yalanlamanızın karşılığı olarak azap) kaçınılmaz olacaktır.”(25/Furkân 77)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(26/Şuarâ 9)
► Firavun demişti ki: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?”(26/Şuarâ 23)
► Demişti ki: “Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şayet yakinen inanırsanız (böyledir).”(26/Şuarâ 24)
► (Musa) demişti ki: “Doğunun, batının ve ikisi arasında olanların Rabbidir. Şayet aklederseniz.”(26/Şuarâ 28)
Firavun, Musa’yı (as) kızdırmak ve konuyu dağıtmak için elinden geleni yapmıştır. “Allah kim?” demiş, çevresinde bulunanları kışkırtmaya çalışmış, Musa’ya (as) deli demiş… Musa (as) ise onun sözlerine cevap vermeden, ana mesajı farklı cümlelerle tekrar etmiştir. Tevhid davetini sabote etmek isteyenlere karşı takınılması gereken tavır, bu kıssayla öğretilmiştir. Yan sorulara cevap vermeden, hakaret ve saldırıları duymaksızın ana mesajı farklı cümlelerle tekrar edip, firavun tıynetli insanların oyununa gelmemek… (Benzer bir üslup için bk. 20/Tâhâ, 51-52)
► “Âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a iman ettik.” dediler.(26/Şuarâ 47)
► “Musa’nın ve Harun’un Rabbine.”(26/Şuarâ 48)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(26/Şuarâ 68)
Müşrikler Allah’a (cc) taptıklarına, putların da onları Allah’a (cc) yakınlaştırdığına inanıyorlardı. İbrahim (as): “İbadet ettikleriniz benim düşmanımdır.” dediğinde: “Allah da mı?” sorusunu sormamaları için, âlemlerin Rabbi olan Allah’ı (cc) istisna tutmuştur.
► Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(26/Şuarâ 104)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(26/Şuarâ 140)
► “Sizden (davetim karşılığında) bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a aittir.”(26/Şuarâ 145)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(26/Şuarâ 159)
► “Sizden (davetim karşılığında) bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a aittir.”(26/Şuarâ 164)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(26/Şuarâ 175)
► “Sizden (davetim karşılığında) hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a aittir.”(26/Şuarâ 180)
► Demişti ki: “Rabbim yapmakta olduklarınızı en iyi bilendir.”(26/Şuarâ 188)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(26/Şuarâ 191)
► Şüphesiz ki o (Kur’ân), âlemlerin Rabbi olan (Allah)’ın indirmesidir.(26/Şuarâ 192)
► Oraya geldiğinde ona seslenildi: “Ateşte olanlar ve çevresindekiler mübarek kılındı. Âlemlerin Rabbi olan Allah tüm eksikliklerden münezzehtir.”(27/Neml 8)
► “Allah… O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Büyük arşın Rabbidir.”(27/Neml 26)
► Yanında Kitap’tan ilim bulunan kimse dedi ki: “Göz açıp kapayıncaya kadar onu sana getirebilirim.” (Tahtı) yanında yerleşmiş görünce: “Bu, Rabbimin ihsan ve lütfudur. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak için yaptı. Kim de şükrederse, kendi yararına şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz benim Rabbim (kimseye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu) Ğaniy, (cömert, ihsanı bol olan) Kerîm’dir.”(27/Neml 40)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, insanlara karşı lütuf ve ihsan sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.(27/Neml 73)
► Şüphesiz ki senin Rabbin, onların sinelerinin gizlediğini ve açığa vurduğunu bilir.(27/Neml 74)
► Hiç kuşkusuz Rabbin, (Kıyamet Günü) aralarında hükmüyle son sözü söyleyecektir. O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.(27/Neml 78)
► De ki: “Allah’a hamd olsun. O, size ayetlerini gösterecek ve siz o (ayetleri) tanıyacaksınız. Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir.”(27/Neml 93)
► Dedi ki: “Rabbim, nefsime zulmettim. Beni bağışla.” (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(28/Kasas 16)
► Dedi ki: “Rabbim! Beni (bağışlama) nimetine karşılık bir daha asla suçlu günahkârlara destek olmayacağım.”(28/Kasas 17)
► Oradan korkarak ve etrafı gözetleyerek çıktı. “Rabbim, beni zalimler topluluğundan kurtar.” dedi.(28/Kasas 21)
► Medyen’e doğru yöneldiğinde dedi ki: “Umulur ki Rabbim, beni dosdoğru olan yola iletir.”(28/Kasas 22)
► (Ateşin yanına) geldiğinde, mübarek vadinin sağ tarafındaki bir ağaçtan kendisine seslenildi: “Ey Musa! Şüphesiz ki ben, (evet, ben) âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.”(28/Kasas 30)
► Dedi ki: “Rabbim, ben onlardan birini öldürdüm. (Dolayısıyla) beni öldürmelerinden korkuyorum.”(28/Kasas 33)
► Musa dedi ki: “Rabbim, kimin kendi katından hidayetle geldiğini ve (güzel) akıbetin kime ait olduğunu en iyi bilendir. Şüphesiz ki zalimler, kurtuluşa ermezler.”(28/Kasas 37)
► Kendilerine (onun ayetleri) okunduğu zaman derler ki: “Ona iman ettik. Hiç kuşkusuz o, Rabbimizden (gelen bir) haktır. Şüphesiz ki biz, ondan önce de Müslimlerdendik/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullardandık.”(28/Kasas 53)
► Üzerlerine (azap) sözü hak olanlar diyecekler ki: “Rabbimiz! İşte azdırdıklarımız bunlar! Kendimiz azgınlaştığımız gibi onları da azdırdık, onlardan uzaklaşıp sana geldik. Bize ibadet ediyor değillerdi.”(28/Kasas 63)
► Rabbin dilediğini yaratır ve seçip (üstün kılar). Seçim onlara ait değildir. Allah, onların şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.(28/Kasas 68)
► Rabbin onların sinelerinin gizlediğini de açığa vurduğunu da bilir.(28/Kasas 69)
► Allah’ın ayetleri sana indirildikten sonra, sakın seni ondan alıkoymasınlar. Rabbine davet et ve sakın müşriklerden olma.(28/Kasas 87)
► Lut, ona iman etti. Ve dedi ki: “Hiç kuşkusuz ben, Rabbime hicret edeceğim. Çünkü O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’in ta kendisidir.”(29/Ankebût 26)
► Dedi ki: “Rabbim (şu) bozguncu topluluğa karşı bana yardım et.”(29/Ankebût 30)
► Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve öyle bir günden korkun ki; (o gün,) hiçbir babanın oğluna, oğlun da babasına faydası yoktur. Şüphesiz ki Allah’ın vaadi haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Çokça aldatan (şeytan) da sizi Allah’la aldatmasın.(31/Lokmân 33)
► İçinde hiçbir şüphe olmayan (bu) Kitap, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.(32/Secde 2)
► Yoksa: “Onu uydurdu.” mu diyorlar? (Hayır, öyle değil!) Bilakis, senden önce hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir toplumu uyarman için, o (Kur’ân), Rabbinden gelen bir haktır. Umulur ki hidayet bulurlar.(32/Secde 3)
bk. 28/Kasas, 46
► Şüphesiz ki Rabbin, ihtilaf ettikleri konularda Kıyamet Günü’nde aralarında hükmedecektir.(32/Secde 25)
► Rabbinden sana vahyolunana uy! Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.(33/Ahzâb 2)
► Onlar: “Rabbimiz! Yolculuklarımızın arasını aç.” dediler ve nefislerine zulmetmiş oldular. Onları (insanların akıbetlerini konuştuğu) masal hâline getirdik ve onları paramparça ettik. Şüphesiz ki bunda, çokça sabreden ve çokça şükreden herkes için ayetler vardır.(34/Sebe’ 19)
Allah’ın (cc) yolculuğu kolaylaştırdığı bir çok kavim, geçmişe özlem duyarak, nimete nankörlük etmişlerdir.
► O’nun katında izin verdikleri dışında, hiç kimsenin şefaati fayda sağlamaz. (Meleklerin) kalplerinden korku giderilince: “Rabbiniz ne buyurdu?” derler. (Cevap olarak hep beraber:) “Hak olanı söyledi. O, (zatı ve sıfatları en yüce olan) El-Aliy, (en büyük olan) El-Kebîr’dir.” derler. (34/Sebe’ 23)
34/Sebe’ Suresi 22-23. ayetler, insanları şirk koşmaya sevk eden sebepleri ele almış ve çürütmüştür. Şöyle ki kendisinden fayda umulan bir varlık, dört sıfattan birine sahip olmalıdır.
1. Mülkünde tek otorite olması.
2. Tek otorite olmasa da ortak olarak mülk sahibi olması.
3. Mülkte ortaklığı olmasa da yardımcı veya vezir olarak yetki sahibi olması.
4. Üç özelliğe sahip olmasa da mülk sahibi nezdinde hatırı sayılır biri olması.
Allah (cc) dört vasfı da kendi dışındaki tüm varlıklardan nefyetmiştir. Mülk, yalnızca Allah’ındır (cc), hiçbir zerresinde ortağı yoktur, kimseye yetki ve yardımcılık vermemiştir. O’nun izin verdikleri dışında kimsenin şefaati yoktur… Öyleyse kul, dini Allah’a (cc) halis kılarak ve araya hiçbir aracı koymadan doğrudan Rabbine yönelmeli, O’ndan istemeli, O’ndan beklemelidir. Ayrıca Kur’ân’da şefaat kavramı için bk. 43/Zuhruf, 86
► De ki: “Rabbimiz bizleri bir araya toplayacak, sonra hak olanla hükmedip aramızı açacaktır. O, (kullarının anlaşmazlıklarında hükmeden, fetih ve zafer ihsan eden) El-Fettâh, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.(34/Sebe’ 26)
► De ki: “Şüphesiz ki Rabbim, hakkı/nübüvveti (dilediği kimseye) yerleştirendir. (O,) gaybı bilendir.”(34/Sebe’ 48)
► De ki: “Şayet sapıtacak olsam, kendi aleyhime sapıtmış olurum. Hidayeti bulacak olsam bu, Rabbimin bana vahyettiği ile olur. Şüphesiz ki O, (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (kullarına en yakın olan) Karib’dir.”(34/Sebe’ 50)
► Geceyi gündüze, gündüzü de geceye katar. Güneş’i ve Ay’ı emre amade kılmıştır. Her biri belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte bu, sizin Rabbiniz olan Allah’tır. Hâkimiyet/Egemenlik yalnızca O’na aittir. O’nun dışında dua ettikleriniz, kıl kadar dahi bir şeye sahip değildir.(35/Fâtır 13)
► Hiçbir günahkâr, bir başkasının günahını yüklenmez. (Günah) yükü ağır olan biri (yükünü) taşıması için birini çağırsa yakın akraba dahi olsa günahı ona yükletilmez. Sen yalnızca gaybta (görmedikleri hâlde ya da kimsenin kendilerini görmediği yerlerde) Rablerinden korkanları ve namazı dosdoğru kılanları uyarırsın. Kim de arınırsa, ancak kendi yararına arınmış olur. Dönüş yalnızca Allah’adır.(35/Fâtır 18)
► Orada çığlıklarla yardım isterler. (Derler ki:) “Rabbimiz! Bizi çıkar, önceden yaptığımızdan (farklı olarak) salih ameller yapalım.” Size, öğüt almak isteyenin öğüt alacağı kadar ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da geldi. Tadın (azabı)! Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.(35/Fâtır 37)
► Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir.(37/Saffât 5)
► Hani Rabbine selim bir kalple gelmişti.(37/Saffât 84)
bk. 26/Şuarâ, 88-89
► “Sizin Rabbiniz ve evvelki atalarınızın Rabbi olan Allah’ı?!”(37/Saffât 126)
► İzzet sahibi olan Rabbin, onların yakıştırdıklarından münezzehtir.(37/Saffât 180)
► Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.(37/Saffât 182)
► Yoksa izzet sahibi, üstün ve karşılıksız veren Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır?(38/Sâd 9)
► Demişti ki: “Rabbim! Beni bağışla ve bana benden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk ver. Şüphesiz ki sen, (kullarına karşılıksız veren) El-Vehhâb’sın.”(38/Sâd 35)
► Kulumuz Eyyub’u da an! Hani o, Rabbine: “Şüphesiz ki şeytan, bana yorgunluk ve azapla dokundu.” diye seslenmişti.(38/Sâd 41)
► Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. (İzzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğaffâr’dır.(38/Sâd 66)
► Hani Rabbin, meleklere demişti ki: “Muhakkak ki ben, çamurdan bir insan yaratacağım.”(38/Sâd 71)
► Sizi, tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini var etti. Size, hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, üç karanlık içinde, bir yaratılış (evresinden) başka bir yaratılış (evresine) geçirerek yaratmaktadır. İşte bu, sizin Rabbiniz Allah’tır. Hâkimiyet/egemenlik yalnızca O’na aittir. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (Buna rağmen) nasıl da (tevhidden şirke) çevriliyorsunuz!(39/Zümer 6)
► De ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinizden korkup sakının! Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın arzı geniştir. (Dininizi yaşayamadığınız yerden hicret edin.) Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca verilir.”(39/Zümer 10)
► Sonra da sizler, Kıyamet Günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.(39/Zümer 31)
► Size azap gelmeden önce, Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız.(39/Zümer 54)
► Hiç farkında değilken, azap size ansızın gelmeden, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun.(39/Zümer 55)
► Yer, Rabbinin nuruyla aydınlanır. (Orta yere amellerin yazılı olduğu) kitap konur. Peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hak ile hükmedilir. Onlar zulme de uğramazlar.(39/Zümer 69)
► Rablerinden korkup sakınanlar, bölükler hâlinde cennete sevk edilirler. Ona geldiklerinde kapıları açılır ve (cennet) bekçileri onlara der ki: “Selam olsun size, tertemiz olarak geldiniz. Ebedî kalacaklar olarak oraya girin.”(39/Zümer 73)
► Arşı taşıyan ve onun etrafında bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih eder, O’na iman eder ve iman edenler için bağışlanma talebinde bulunurlar: “Rabbimiz! Rahmet ve ilimle her şeyi kuşattın, tevbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru.”(40/Mü’min (Ğafir) 7)
► “Rabbimiz! Onları kendilerine vadettiğin Adn Cennetlerine sok. Ve onları, babaları, eşleri ve zürriyetlerinden salih olanları da (Adn Cennetine sok). Hiç şüphesiz ki sen, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi) El-Hakîm olansın.”(40/Mü’min (Ğafir) 8)
► Derler ki: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. (Buradan) çıkmanın herhangi bir yolu var mı?”(40/Mü’min (Ğafir) 11)
► Musa dedi ki: “Hiç şüphesiz ki ben, Hesap Günü’ne inanmayan her kibirli kimseden, benim Rabbim ve sizlerin Rabbi olan (Allah’a) sığındım.”(40/Mü’min (Ğafir) 27)
► Firavun ailesinden olup imanını gizleyen bir adam dedi ki: “ ‘Rabbim Allah’tır.’ dediği için bir adamı mı öldürüyorsunuz? Muhakkak ki Rabbinizden size apaçık delillerle gelmiştir. Şayet yalancı biriyse, yalanı kendi aleyhinedir. Yok eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği (azabın) bir kısmı başınıza gelir. Kuşku yok ki Allah, haddi aşıp çokça yalan söyleyen kimseyi hidayet etmez.”(40/Mü’min (Ğafir) 28)
► (Öyleyse) sabret. Şüphesiz, Allah’ın vaadi haktır. Günahların için bağışlanma dile ve sabah akşam Rabbini hamd ile tesbih et.(40/Mü’min (Ğafir) 55)
► Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim. Hiç kuşkusuz, bana ibadet etmekten büyüklenenler, boyun eğmiş/alçaltılmış olarak cehenneme gireceklerdir.”(40/Mü’min (Ğafir) 60)
Numan b. Beşir’in (ra) rivayet ettiği bir hadiste Allah Resûlü (sav): “Dua ibadetin ta kendisidir.” demiş ve bu ayeti okumuştur. (Ebu Davud, 1479; Tirmizi, 2969)
► İşte bu sizin Rabbiniz olan, her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (Buna rağmen) nasıl oluyor da (tevhidden şirke) çevriliyorsunuz?(40/Mü’min (Ğafir) 62)
► Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, işte böyle çevrilirler.(40/Mü’min (Ğafir) 63)
► Allah ki; yeri sizin için (üzerinde yaşanacak) bir yerleşke, gökyüzünü de bir bina/tavan kılandır. Size şekil verdi, şekillerinizi en güzel hâle getirdi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı. İşte bu, sizin Rabbiniz olan Allah’tır. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne mübarek, ne yücedir.(40/Mü’min (Ğafir) 64)
► O (hayat sahibi ve her canlıya hayat veren) El-Hayy’dır. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (O hâlde) dini O’na halis kılarak kendisine dua edin. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.(40/Mü’min (Ğafir) 65)
► De ki: “Rabbimden bana gelen apaçık deliller (sebebiyle), Allah’ın dışında dua ettiğiniz (varlıklara) ibadet etmekten nehyedildim. Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim olmakla emrolundum.”(40/Mü’min (Ğafir) 66)
► De ki: “Yoksa sizler, yeryüzünü iki günde yaratan (Allah’a) kâfirlik ediyor ve O’na denkler/ortaklar mı kılıyorsunuz? Bu, âlemlerin Rabbidir.”(41/Fussilet 9)
► “Yalnızca Allah’a ibadet edin.” diyerek, önlerinden ve arkalarından resûller gelince dediler ki: “Şayet Rabbimiz dileseydi, (elçi olarak) melekler indirirdi. Şüphesiz ki biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr ediyoruz.”(41/Fussilet 14)
► Bu, sizin Rabbinize karşı beslediğiniz ve sizi helaka sürükleyen zannınızdır. Böylece hüsrana uğrayanlardan oldunuz.(41/Fussilet 23)
► Şüphesiz ki: “Rabbimiz Allah’tır.” deyip sonra da istikamet üzere olanların üzerine melekler iner (ve der ki): “Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin.”(41/Fussilet 30)
► Şayet büyüklenir (ve Allah’a secde etmeye yanaşmazlarsa), Rabbinin yanında olan (melekler), gece gündüz O’nu tesbih eder, usanmazlar.(41/Fussilet 38)
► Sana söylenenler, senden önceki resûllere söylenenden başka bir şey değildir. Şüphesiz ki senin Rabbin, mağfiret sahibi ve can yakıcı azabın sahibidir.(41/Fussilet 43)
► Neredeyse üstlerinden gökler (Allah’ın azametinden dolayı) yarılır. Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerde olanlar için bağışlanma talebinde bulunurlar. Dikkat edin! Hiç şüphesiz ki Allah, (evet) O, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.(42/Şûrâ 5)
► Herhangi bir konuda ihtilafa düşerseniz, onun hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim olan Allah’tır. Yalnızca O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na yönelirim.(42/Şûrâ 10)
bk.4/Nisâ, 59; 12/Yûsuf, 40
► Sen (tevhide) davet et. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına/arzularına uyma. Ve de ki: “Ben, Allah’ın indirdiği tüm Kitaplara iman ettim. Sizin aranızda adaletle (hükmetmekle) emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda hüccet (karşılıklı delil getirip tartışmak) yoktur. (Çünkü hak, apaçık ortadadır.) Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş O’nadır.”(42/Şûrâ 15)
Tevhidlerine şirk bulaştırmış ve dinlerinde ayrılığa düşmüş toplumlarda, insanlık için en faydalı hizmet, gereksiz tartışmalardan kaçınarak tevhide davettir. Tevhid; batıl din ve uydurulmuş hurafelerin insanlarda oluşturduğu kuşku, tereddüt, güvensizlik hastalıklarına şifa olacak kurtuluş reçetesidir. Ehl-i Kitab’ın, insanları “dinde ayrılıkla” felakete sürüklediği bir dönemde, tevhide davetin emredilip tartışmanın yasaklanması, günümüz muvahhidlerine de yol göstermektedir.
► (Allah’ın çağrısına) icabet edildikten sonra, Allah hakkında tartışanların delilleri, Rableri katında geçersizdir. Onların üzerine öfke vardır ve onlar için çetin bir azap vardır. (42/Şûrâ 16)
► Zalimleri, kazandıkları (küfür ve masiyet) nedeniyle korkuya kapılmış görürsün. O (korktukları azap), başlarına gelmiştir. İman edip salih amel işleyenlerse, cennet bahçelerindelerdir. Diledikleri her şey, Rableri katında onlarındır. İşte büyük lütuf ve ihsan budur.(42/Şûrâ 22)
► Andolsun ki Musa’yı, ayetlerimizle Firavun ve ileri gelenlerine yolladık. Dedi ki: “Şüphesiz ki ben, âlemlerin Rabbinin elçisiyim.”(43/Zuhruf 46)
► “Gerçek şu ki: Allah, O, benim de Rabbim sizin de Rabbinizdir. O’na ibadet edin. Bu, dosdoğru yoldur.”(43/Zuhruf 64)
► Göklerin, yerin ve arşın Rabbi (olan Allah), onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.(43/Zuhruf 82)
► Rabbinden bir rahmet olarak… Şüphesiz ki O, (her şeyi işiten) Es-Semi’ ve (her şeyi bilen) El-Alîm’in ta kendisidir.(44/Duhan 6)
► Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Yakinen inanıyorsanız (bu böyledir).(44/Duhan 7)
► Rabbine dua etti: “Şüphesiz ki bunlar, suçlu günahkâr bir topluluktur.”(44/Duhan 22)
► Rabbinden bir lütuf ve ihsan olarak… İşte bu, büyük kurtuluşun/kazancın ta kendisidir.(44/Duhan 57)
► Onlara (helal ve haramları içeren) emirden apaçık deliller verdik. Kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki azgınlık/kıskançlık/bir diğer gruba üstünlük sağlama isteği nedeniyle ihtilaf ettiler. Rabbin, Kıyamet Günü, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmedecektir.(45/Câsiye 17)
► İman edip salih amel işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine dâhil eder. Bu, apaçık kurtuluşun ta kendisidir.(45/Câsiye 30)
► Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.(45/Câsiye 36)
► Şüphesiz ki: “Rabbimiz Allah’tır.” dedikten sonra istikamet üzere olanlar, onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.(46/Ahkâf 13)
► Kâfirlerin ateşe arzedilecekleri gün (onlara denir ki): “Bu, hak değil miymiş?” derler ki: “Evet, Rabbimize andolsun ki (hakmış).” De ki: “Kâfir olmanıza karşılık, azabı tadın (bakalım).”(46/Ahkâf 34)
► Demişlerdi ki: “Böyle işte… Rabbin böyle buyurdu. Hiç şüphesiz O, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.”(51/Zâriyat 30)
► Şüphesiz ki Rabbinin azabı gerçekleşecektir.(52/Tûr 7)
► Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen, bizim gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman, Rabbini hamd ile tesbih et.(52/Tûr 48)
Müşriklerden gelecek eziyetler karşısında rabbani tavır için bk. 20/Tâhâ, 130
► Şimdi Rabbinin hangi nimetinde şüpheye kapılacaksın?(53/Necm 55)
► (Bu durumda) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayacaksınız?(55/Rahmân 13)
► (Bu durumda) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayacaksınız?(55/Rahmân 16)
► (Bu durumda) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayacaksınız?(55/Rahmân 18)
► (Bu durumda) Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayacaksınız?(55/Rahmân 21)
► O hâlde, büyük olan Rabbini ismiyle tesbih et.(56/Vâkıa 74)
► O hâlde büyük Rabbini ismiyle tesbih et.(56/Vâkıa 96)
► Size ne oluyor ki; Resûl sizi Rabbinize iman etmeye davet ettiği hâlde, Allah’a iman etmiyorsunuz? Hem muhakkak ki sizden, (iman edeceğinize dair) kesin bir söz almıştı. Şayet iman etmiş kimselerseniz (bu çağrının ve sözünüzün gereğini yerine getirin).(57/Hadîd 8)
► Rabbinizin mağfiretine ve genişliği gök ve yerin genişliği gibi/kadar olan cennete koşun. (O,) Allah’a ve resûllerine iman edenler için hazırlanmıştır. Bu, Allah’ın lütuf ve ihsanıdır, onu dilediğine verir. Allah, büyük bir lütuf sahibidir.(57/Hadîd 21)
► Şeytanın durumu gibi… Hani insana: “Kâfir ol!” dedi. (İnsan) kâfir olunca da: “Şüphesiz ki ben, senden berîyim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkuyorum.” dedi. (Münafıklar da dostları olan Ehl-i Kitab’ı böyle kandırdılar. “Yurtlarınızdan çıkarılırsanız biz de çıkarız, savaşırsanız yardım ederiz.” dediler. Savaş başlayınca da onlardan uzaklaştılar.)(59/Haşr 16)
► Şayet sizi boşayacak olursa Rabbinin ona, sizin yerinize, sizden daha hayırlı, Allah’a teslim olmuş, iman etmiş, gönülden ve sürekli itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bakire eşler ihsan etmesi umulur. (66/Tahrîm 5)
► Allah, iman edenlere de Firavun’un hanımını örnek verdi. Hani o demişti ki: “Rabbim! Bana kendi katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan, amelinden ve zalimler topluluğundan kurtar.”(66/Tahrîm 11)
► (Allah,) İmran kızı Meryem’i de (örnek verir). O ki iffetini korudu, biz de ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve Kitaplarını doğruladı. O gönülden sürekli itaat edenlerdendi.(66/Tahrîm 12)
► Sen, Rabbinin nimeti sayesinde asla deli/cinlenmiş değilsin.(68/Kalem 2)
► Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanları da hidayet üzere olanları da en iyi bilendir.(68/Kalem 7)
► Onlar uyurken, Rabbinden bir afet (bahçelerini) kuşattı.(68/Kalem 19)
► Dediler ki: “Rabbimiz! Sen tüm eksikliklerden münezzehsin. Doğrusu biz, zalimleriz.”(68/Kalem 29)
► “Umulur ki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir bize. Şüphesiz ki biz, Rabbimize rağbet edenleriz.”(68/Kalem 32)
► Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus Peygamber) gibi olma! Hani dert ve sıkıntıyla (Rabbine) dua etmişti.(68/Kalem 48)
► Şayet Rabbinden bir nimet ona ulaşmış olmasaydı, kınanmış bir hâlde boşluğa atılacaktı.(68/Kalem 49)
► Rabbi onu seçti ve salihlerden kıldı.(68/Kalem 50)
► Âlemlerin Rabbi (olan Allah) tarafından indirilmiştir.(69/Hakka 43)
► O hâlde büyük olan Rabbini ismiyle tesbih et.(69/Hakka 52)
► Onlar Rablerinin azabından dolayı korku içindelerdir.(70/Meâric 27)
► Çünkü Rablerinin azabından güven içinde olunmaz.(70/Meâric 28)
► Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, hiç şüphesiz biz, güç yetirenleriz.(70/Meâric 40)
► “O, en doğru olana hidayet ediyor. Biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayız.”(72/Cin 2)
► “Şüphesiz Rabbimizin kudret ve azameti pek yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.”(72/Cin 3)
► “Gerçek şu ki (Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi ve semadan haber alamıyor oluşumuz) insanlar için şer mi, yoksa Rableri onlar için hayır mı diledi, bilemiyoruz.”(72/Cin 10)
► “Hiç şüphesiz, hidayeti (Kur’ân’ı) işittiğimizde ona iman ettik. Kim de Rabbine iman ederse o, (sevabının) eksiltilmesinden de (kendisine) zulmedilmesinden de korkmaz.”(72/Cin 13)
► Onları denemek/imtihan etmek için… Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, onu zorlu bir azaba sokar. (72/Cin 17)
► De ki: “Ben ancak Rabbime dua ederim ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmam.”(72/Cin 20)
► De ki: “Size vadedilen (azap) yakın mıdır yoksa Rabbim ona uzun bir zaman mı tayin etmiştir, hiç bilmiyorum.”(72/Cin 25)
► Ta ki onların Rablerinden gelen iletileri (eksiksiz ve korunmuş olarak) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah,) onların yanında olan (bilgiyi) kuşatmış ve her şeyi sayıp (tane tane) kayıt altına almıştır.(72/Cin 28)
► Rabbinin ismini an ve (her şeyi bırakıp) tam bir yönelişle O’na yönel.(73/Müzzemmil 8)
► (O) doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (Öyleyse) O’nu Vekil edin.(73/Müzzemmil 9)
► Şüphesiz ki Rabbin, gecenin üçte ikisinde, yarısında ve üçte birinde senin ve beraberindeki bir grubun (namaz için) kalktığını bilir. Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. O sizin (gece boyu namaza) güç yetiremeyeceğinizi bildi. (Buna binaen) tevbelerinizi kabul etti. Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun. Sizden hastalananlar olacağını, başkalarının yeryüzünde Allah’ın lütfunu arayarak yolculuk edeceğini, bir diğerlerinin Allah yolunda savaşacağını bildi. (O hâlde) Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için hayır olarak ne takdim etmişseniz, onu Allah’ın yanında daha hayırlı ve mükâfatı daha büyük olarak bulacaksınız. Allah’tan bağışlanma dileyin. Çünkü Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.(73/Müzzemmil 20)
► Ve yalnızca Rabbini tekbir et (yücelt)!(74/Müddessir 3)
► Rabbin için sabret.(74/Müddessir 7)
► O gün varılıp karar kılınacak yer Rabbinin huzurudur.(75/Kıyâmet 12)
► O gün (insanlar) Rabbine sevk edilecekler.(75/Kıyâmet 30)
► (Öyleyse) Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan günahkâr ve nankör olan kimseye itaat etme.(76/İnsân 24)
► Ve sabah akşam Rabbinin adını zikret.(76/İnsân 25)
► Şüphesiz ki bu, bir öğüttür. Artık dileyen, Rabbine bir yol tutsun.(76/İnsân 29)
► (Bu,) Rabbinden bir mükâfat olarak yeterli bir armağandır.(78/Nebe 36)
► Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, Rahmân’dır. O’nun karşısında konuşmaya güç yetiremezler.(78/Nebe 37)
► Ruh (Cibril) ve meleklerin saf hâlinde durdukları gün, Rahmân’ın izin verdiği ve (dünyada) doğru olanı söylemiş olandan başkası konuşmayacak.(78/Nebe 38)
► İşte bu hak gündür. Dileyen Rabbine (iman ve taatle) bir dönüş yolu edinsin.(78/Nebe 39)
► Hani Rabbi ona, mukaddes vadi olan Tuva’da seslenmişti.(79/Nâziât 16)
► Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsinin (meşru olmayan) isteklerine engel olursa,(79/Nâziât 40)
► Onun nihai (bilgisi) Rabbindedir.(79/Nâziât 44)
► Âlemlerin Rabbi olan Allah istemedikçe siz isteyemezsiniz.(81/Tekvîr 29)
► Ey insan! El-Kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan şey nedir?(82/İnfitâr 6)
► O gün insanlar, âlemlerin Rabbi için ayakta duracaklardır.(83/Mutaffifîn 6)
► Asla! Hiç şüphesiz onlar, o gün Rablerinden perdelenmişlerdir (O’nu göremeyeceklerdir).(83/Mutaffifîn 15)
► Ey insan! Hiç şüphesiz sen, Rabbinin (rızası için) sürekli çabalayacaksın ve sonunda O’nunla karşılaşacaksın.(84/İnşikâk 6)
► Çünkü o, (Rabbine) dönmeyeceğini sanmıştı.(84/İnşikâk 14)
► Kuşkusuz, Rabbinin yakalayışı pek çetindir.(85/Burûc 12)
► Yüce olan Rabbinin ismini tesbih et.(87/A’lâ 1)
► Ve Rabbinin ismini zikredip namaz kılan.(87/A’lâ 15)
► Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı.(93/Duhâ 3)
► Ve Rabbinin nimetini anlat.(93/Duhâ 11)
► Ve yalnızca Rabbine rağbet et/yönel.(94/İnşirâh 8)
► Yaratan Rabbinin adıyla oku! (96/Alak 1)
► Oku! Rabbin (en cömert ve ihsanı en bol olan) El-Ekrem’dir.(96/Alak 3)
► Hiç şüphesiz, dönüş Rabbinedir.(96/Alak 8)
► Melekler ve Ruh (Cibril), onda, Rablerinin izniyle her bir iş için inerler. (97/Kâdir 4)
► Onların, Rableri katındaki mükâfatları, içinde ebedî kalacakları ve altından ırmaklar akan Adn Cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da (Allah’tan) razı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan kimse içindir.(98/Beyyine 8)
► Çünkü Rabbin, ona (“konuş” diye) vahyetmiştir.(99/Zilzâl 5)
► Şüphesiz ki insan, Rabbine karşı çok nankördür.(100/Âdiyât 6)
► Hiç şüphesiz o gün, Rableri onlardan haberdardır.(100/Âdiyât 11)
► Bu evin Rabbine ibadet etsinler, (bu nimetine şükretsin ve O’nu birlesinler).(106/Kureyş 3)
► (Buna şükür olarak) Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.(108/Kevser 2)
► (O zaman,) Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Tevvâb’tır.(110/Nasr 3)
► De ki: “Sabahın Rabbine sığınırım.”(113/Felak 1)
► De ki: “İnsanların Rabbine sığınırım.”(114/Nâs 1)
İslam dini, insanın ahlaki ve manevi özelliklerini yüceltmeye yönelik bir hayat rehberi sunar. Bu bağlamda, “haya” (utanma duygusu) İslam ahlakında önemli bir yer tutar. Haya, kişinin Allah’a, kendisine ve topluma karşı olan sorumluluklarını bilinçli bir şekilde yerine getirmesi ve kötü davranışlardan sakınması anlamına gelir.
Haya Kavramı ve Önemi
Haya, ahlakın temel taşlarından biri olarak görülür ve iman ile doğrudan ilişkilidir. Peygamber Efendimiz (sav), “Haya imandandır.” (Buhari, İman, 16) buyurarak haya ile imanın ayrılmaz bir bütün olduğunu vurgulamıştır. Bu hadis, hayanın sadece sosyal bir erdem değil, aynı zamanda dini bir zorunluluk olduğunu ortaya koyar.
Haya, insanın iç dünyasında ahlaki bir denetim mekanizmasıdır. Bu duygu, insanı kötülüklerden alıkoyar ve güzel davranışlara yöneltir. Hayanın olmadığı bir toplumda ahlaki yozlaşma, bireylerin kendine ve topluma olan saygısını yitirmesi gibi sorunlar ortaya çıkar.
Hayanın Çeşitleri
İslam alimleri haya kavramını çeşitli kategorilere ayırmışlardır:
1. Allah’a Karşı Haya: Kulun, Allah’ın her an kendisini gördüğünün bilincinde olması ve bu bilinçle hareket etmesidir. Bu haya, kişinin günahlardan sakınmasını ve ibadetlere yönelmesini sağlar.
2. Kendine Karşı Haya: Bireyin kendi vicdanına karşı sorumluluk hissetmesi ve kötü davranışlardan utanmasıdır. Bu, kişinin öz saygısını korumasına yardımcı olur.
3. İnsanlara Karşı Haya: Toplum içinde ahlaki değerleri gözetmek, insanlara karşı saygılı ve edepli bir şekilde davranmaktır.
Haya ile Damarlık Arasındaki İlişki
Haya, insanın manevi boyutunu güçlendiren bir erdemdir; damarlık (karakter ve cesaret) ise bu erdemin pratikteki yansımasıdır. Damarlık, kişinin ahlaki duruşunu bozmadan hak ve adalet uğrunda cesurca hareket etmesi anlamına gelir. Bu iki özellik bir arada olduğunda, kişi hem ahlaklı hem de güçlü bir birey haline gelir.
Kur’an-ı Kerim’de haya ve damarlığa işaret eden birçok ayet vardır. Örneğin:
> “Şüphesiz ki Allah, adaleti, ihsanı ve yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
Bu ayette, hayasızlık gibi ahlaki zafiyetlerden uzak durulması gerektiği, bunun yerine güzel davranışların teşvik edildiği vurgulanmaktadır.
Sonuç
Haya ve damarlık, İslam ahlakının iki temel unsurudur. Haya, insanı kötü davranışlardan alıkoyarken damarlık, insanı hak ve adalet uğrunda cesaretle mücadele etmeye sevk eder. Her iki özelliğin de dengeli bir şekilde geliştirilmesi, hem bireyin manevi yükselişi hem de toplumun huzuru için elzemdir.
İslam dini, haya ve damarlığı sadece bireysel değil, toplumsal bir değer olarak görür ve bu erdemlerin korunmasını teşvik eder. Müslümanlar olarak, bu ahlaki değerleri hayatımızın merkezine almalı ve her durumda bunlara uygun bir şekilde hareket etmeye özen göstermeliyiz.
@@@@@@@@
HAYA DAMARI ÇATLARSA
İslam ahlakının en önemli unsurlarından biri olan haya, insanın iç dünyasında iyiyi kötüden ayırmasını sağlayan bir kalkan gibidir. Bu kalkan, bireyin hem Allah’a hem kendine hem de topluma karşı sorumluluklarını hatırlatır. Ancak bu duygunun zayıflaması veya tamamen yok olması, kişiyi manevi bir çöküşe sürükler. İnsan için hayanın kaybolması, adeta vicdanın sustuğu ve ahlaki sınırların yıkıldığı bir durumdur. İşte bu nedenle, Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
Bu hadis-i şerif, hayanın olmadığı bir insanın her türlü kötülüğe açık hale geleceğini ifade eder.
Haya Damarının Çatlaması Ne Demektir?
“Haya damarı çatlamak” deyimi, kişinin ahlaki ve manevi değerlerini yitirip utanma duygusundan tamamen uzaklaşması anlamına gelir. Haya damarı çatlamış bir insan, doğruyu yanlıştan ayırt etmekte zorlanır ve kötülükleri normalleştirmeye başlar. Bu durum, bireyin hem kendi iç huzurunu hem de toplumsal düzeni tehdit eden bir tehlikedir.
Kur’an-ı Kerim’de hayasızlık ve ahlaksızlık, Allah’ın kesin olarak yasakladığı davranışlar arasında sayılmıştır:
> “De ki: Rabbim, yalnızca açık ve gizli hayasızlıkları, günahı, haksız yere saldırmayı ve hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı haram kılmıştır.” (Araf, 33)
Haya Damarı Çatladığında Neler Olur?
1. Vicdan Sessizleşir: Haya, insanın vicdanını diri tutar. Ancak haya damarı çatladığında, kişi kötü davranışlarına karşı hiçbir pişmanlık veya utanç hissetmez. Günahlar olağanlaşır ve zamanla manevi değerler göz ardı edilir.
2. Toplumsal Ahlak Zedelenir: Bireylerin haya duygusunu kaybetmesi, toplumu da olumsuz etkiler. Hayasızlık yaygınlaştığında, ahlaki yozlaşma, saygısızlık ve adaletsizlik artar. Bu durum, Peygamber Efendimizin “İnsanlar hayasızlık yapınca, onlara azap gelmesi yakındır.” (Tirmizi, Fiten, 12) hadisiyle açıkça uyarılmıştır.
3. İlahi Uyarılar Görmezden Gelinir: Haya damarı çatlamış bir insan, Allah’ın uyarılarına ve ayetlerine karşı duyarsız hale gelir. Bu durum, Kur’an’da anlatılan Lut Kavmi’nin helak edilme hikayesinde açıkça görülür. Lut Kavmi, hayasızlık ve ahlaksızlıkta sınırları aşmış ve sonunda Allah’ın gazabına uğramıştır.
Hayayı Korumak İçin Ne Yapılmalı?
1. Allah’ın Gözlemi Altında Olduğumuzu Hatırlamak: Her an Allah’ın bizi gördüğünü bilmek, hayayı diri tutmanın en etkili yoludur.
2. İbadetlere Özen Göstermek: Namaz, oruç ve diğer ibadetler, insanın nefsini terbiye eder ve ahlaki değerlerini korumasına yardımcı olur.
3. Kötü Alışkanlıklardan ve Ortamlardan Uzak Durmak: Hayayı zedeleyen ortamlardan ve alışkanlıklardan kaçınmak, imanımızı muhafaza etmemize katkı sağlar.
4. Kur’an ve Sünnete Sarılmak: Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin öğretileri, haya duygusunu canlı tutmanın en sağlam rehberidir.
Sonuç
Haya damarı çatlamış bir insan, sadece kendine değil, çevresine ve toplumuna da zarar verir. Haya, insanı insan yapan bir erdemdir ve ahlaki değerlerin teminatıdır. Bu nedenle, her Müslüman, haya duygusunu korumaya ve zayıflamamasına özen göstermelidir.
Unutulmamalıdır ki, Allah katında değerli olan, hayalı ve ahlaklı bir hayat sürmektir. Haya damarı çatladığında ise hem dünya hem de ahiret saadeti tehlikeye girer. Bu nedenle, her Müslüman, bu hadiseyi bir ibret vesilesi olarak görmeli ve hayayı hayatının merkezine almalıdır.
ABD’li İsrail karşıtı aktivistler: “Los Angeles yangınından İsrail sorumlu”
Birçok anti-İsrail grubu ve yorumcu, Gazze´deki savaşı ve ABD´nin İsrail´e yaptığı askeri harcamaları Los Angeles´ta çıkan yangınla ilişkilendirdi.
Sosyal medya platformu X’te (eski adıyla Twitter) bazı haber sayfaları yaptıkları paylaşımda, “Gazzelileri öldürün” açıklamasında bulunan ABD’li oyuncu James Woods’un Los Angeles kentinde çıkan orman yangınlarında evini kaybettiğini öne sürdü. Söz konusu iddia, yüz binlerce takipçiye sahip @SuppressedNws isimli X hesabı tarafından şu ifadelerle paylaşıldı: “James Woods, evi orman yangınlarında yok olduktan sonra CNN’de gözyaşlarına boğuldu. Bir zamanlar yok edilmesini savunduğu insanların çektiği acının sadece yüzde birini yaşıyor artık. Gerçekten gözyaşlarının kendisine sempati duyulmasını sağlayacağını mı sanıyor?”
* Daha önce de Hollywood’daki yapım şirketlerinin politikaları ve sansasyonel kararları hakkında açık sözlü yorumlar yapan Gibson, özellikle ahlaki değerlerin hiçe sayılmasından şikayetçi olduğunu belirtti. Gibson’ın bu açıklamaları sosyal medyada geniş yankı uyandırdı ve sektördeki sorunların tekrar tartışılmasına neden oldu.
ZULÜM ATEŞİ SADECE İNSANLARI DEĞİL, MASUM HAYVANLARI DA YAKMAKTADIR
Zulüm, adaletin zıddıdır ve insana, hayvana, hatta tabiatın kendisine yönelik bir ihanet ve kötülük biçimidir. Kur’an-ı Kerim’de zulüm, Allah’ın en sevmediği davranışlardan biri olarak zikredilmiş ve zalimlerin sonunun hüsran olduğu bildirilmiştir:
> “Allah zalimleri sevmez.”
(Âl-i İmrân, 3:57)
Ancak ne yazık ki, insanın hırsı, acımasızlığı ve vicdansızlığı yalnızca kendine zarar vermekle kalmaz; bu zulüm, çoğu zaman masum hayvanlara ve doğaya da yönelir. Bu, sadece insanın değil, yaratılmış her canlının haklarını gasp eden bir ateştir.
Hayvanlar Allah’ın Sessiz Kullarındandır
Allah, yeryüzündeki her varlığı bir hikmet ve düzen içinde yaratmıştır. Hayvanlar da bu yaratılış zincirinin masum birer halkasıdır. Kur’an-ı Kerim’de hayvanların da bir ümmet olduğu şöyle bildirilmiştir:
> “Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi birer ümmet olmasın. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.”
(En’âm, 6:38)
Bu ayet, hayvanların da insanlar gibi Allah’ın koruması altında olduğunu ve onların da yaratılış gayesine uygun olarak yaşama haklarının bulunduğunu göstermektedir. Buna rağmen, insanın zalimce davranışları bu masum varlıkların canını yakmakta ve Allah’ın bu emanetine ihanet etmektedir.
Zulüm Ateşi Masum Hayvanları da Yakar
Zulüm, yalnızca bir insanın hakkını gasp etmekle sınırlı kalmaz. Aç bırakılan bir kedi, zevk için avlanan bir kuş, işkence edilen bir köpek veya doğal ortamları tahrip edilerek yuvasız bırakılan hayvanlar da zulmün kurbanlarıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
> “Bir kadın bir kediyi hapsettiği için cehenneme girdi. Kediyi ne besledi ne de serbest bırakarak yeryüzünün haşerelerinden yemesine izin verdi.”
(Buhârî, Enbiyâ, 54)
Bu hadis, bir kediyi aç bırakmanın bile ne büyük bir günah olduğunu anlatırken, bugün masum hayvanlara yapılan zalimce muamelelerin insanı nasıl bir azaba sürükleyeceğini anlamamız gerekir. Zulüm, sadece zulmü yapanı değil, buna göz yumanları da sorumluluk altına sokar.
Vicdan ve Merhametin Sınavı
Allah, insanı yeryüzünde halife olarak yaratmış ve diğer varlıkları onun emrine vermiştir. Ancak bu emanet, bir zulüm vesilesi değil, merhamet ve adaletle muamele gerektirir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayvanlara karşı merhametli olmayı şu örnekle açıklamıştır:
> “Bir adam yolda yürürken çok susadı. Bir kuyu bulup içine inerek su içti. Çıktığında bir köpeğin dili dışarıda, susuzluktan toprağı yaladığını gördü. Adam, ‘Bu köpek de benim gibi susamış’ diyerek kuyuya indi, ayakkabısına su doldurdu ve köpeğe içirdi. Bu davranışından dolayı Allah, onu bağışladı.”
(Buhârî, Müzâraa, 19)
Bir köpeğe su vermek gibi basit görünen bir iyiliğin, Allah katında büyük bir sevap vesilesi olduğu bildirilmektedir. O halde, hayvanlara yapılan zulmün ne kadar büyük bir günah olduğunu düşünmek zorundayız.
Zulüm, Doğayı da Tahrip Eder
Hayvanlara yapılan zulüm, genellikle doğanın tahribatıyla da doğrudan ilişkilidir. Ormanların yok edilmesi, hayvanların doğal yaşam alanlarının işgal edilmesi, kontrolsüz avlanma ve çevre kirliliği, sadece hayvanların değil, insanlığın da geleceğini tehdit eden bir zulüm ateşidir. Kur’an-ı Kerim, insanların işlediği kötülüklerin hem karada hem de denizde fesada yol açacağını şu ayetle haber vermiştir:
> “İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Böylece Allah, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmaktadır ki belki doğru yola dönerler.”
(Rum, 30:41)
Bu ayet, insanın işlediği zulmün yalnızca kendi yaşamını değil, tüm yaratılış düzenini bozduğunu açıkça ifade eder.
Sonuç: Zulümden Kaçınmak ve Merhametle Hareket Etmek
Zulüm ateşi, masum hayvanları ve doğayı yakmaya devam ettikçe insanlık, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmaktadır. Bu ateşi söndürmenin yolu, vicdanımızı harekete geçirmek ve merhametle hareket etmektir. Allah’ın yarattığı her canlının bir değeri ve hakkı olduğunu unutmamalıyız. Peygamber Efendimiz’in şu sözüyle bu makaleyi sonlandırabiliriz:
> “Merhamet edenlere, Rahman da merhamet eder. Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.”
(Tirmizî, Birr, 16)
Masum hayvanlara karşı zalimce davrananlar, bu sözün ihtarını dikkate almalı ve Allah’ın huzurunda bu zulmün hesabını vereceklerini unutmamalıdırlar. Çünkü zulüm, yalnızca insanları değil, Allah’ın yaratmış olduğu tüm varlıkları hedef alan bir ateştir. Bu ateşi söndürmek, ancak adalet, merhamet ve vicdanla mümkündür.
“Eğer beli bükülmüş yaşlılar, takva sahibi gençler, süt emen çocuklar, yayılan hayvanlar olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” (bk. Ebu Yala el-Mevsıli, Musned, 11/511)
Böylece, “Eğer itaat edenler olmasaydı, isyan edenler helak olurdu.”
“Nimet ve rahmet-i İlahiyenin fiyatı, şükürdür. Biz şükrü hakkıyla vermedik. Evet, rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gazabı celb ediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile, nev-i beşer tam tokada kendini müstahak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.
İkinci nokta : Hadiste var ki: “Hatta deniz dibindeki balıklar dahi günahkar ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır” derler. Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor, masum hayvanlar da azap çekerler.”
İnsanın Zulmü ve İlahi Rahmetten Mahcubiyet
Dünya, insanın varlık sahnesindeki en büyük imtihan alanıdır. İnsana akıl, irade, şuur ve vicdan gibi üstün kabiliyetler verilmiş; bu emanetlerin kıymeti de onların nasıl kullanıldığıyla ölçülmüştür. Ancak insan, bu kıymetli emanetleri kötüye kullanarak, kimi zaman hem kendine hem de kainata zarar vermiştir.
Yukarıda zikredilen metinde, insanın nankörlük ve isyanıyla İlahi rahmetten uzaklaştığına, hatta zulmüyle masum varlıkları bile mağdur ettiğine dikkat çekiliyor. Bu, insanoğlunun yanlış tercihleriyle sadece kendine değil, aynı zamanda tüm bir kainata nasıl zarar verebildiğinin çarpıcı bir özetidir.
İsyanın ve Zulmün Yansımaları
Hadiste ifade edilen şekva, sadece insanların değil, kainatın tamamının insana emanet edilmiş olduğunu gösterir. Masum bir hayvanın veya denizlerin derinliklerinde yaşayan bir balığın bile insanın hataları yüzünden mağdur olması, insana yüklenen mesuliyetin ne derece ağır olduğuna işaret eder. Bugün çevre tahribatı, su kaynaklarının kirletilmesi, ormanların yok edilmesi gibi fiillerle, masum mahlukatı da etkileyen büyük felaketlerin birçoğu, insanın düşüncesizliği ve hırsının neticesidir.
Kur’an-ı Kerim’de, “İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Allah, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırıyor ki belki dönerler” (Rum Suresi, 41) buyrularak, insanın zulmünün hem kendisi hem de kainat üzerindeki yıkıcı etkisine vurgu yapılmıştır. İnsan, adalet, merhamet ve şükür yerine hırs, zulüm ve nankörlük yolunu seçtiğinde, İlahi rahmetin üzerini kendi elleriyle kapatmaktadır.
Rahmete Ulaşmanın Yolu: Şükür ve Adalet
Rahmetin fiyatının şükür olduğu vurgusu, insanın kainattaki varlığının en temel gayesini özetler. Şükür, sadece bir teşekkür ifadesi değil, insanın kainattaki sorumluluğunu idrak etmesi ve bu idrakin neticesinde davranışlarını şekillendirmesidir. Şükür, Allah’a olan minnettarlığın yanı sıra, emanet edilen kainata, canlılara ve tüm nimetlere karşı bir adalet ve merhamet tavrıdır.
Ancak bugün insanlık, şükrü ihmal etmiş, nimetleri hoyratça tüketmiş ve kendine verilen emaneti tahrip etmiştir. Bu nankörlük, hem bireysel hem de toplumsal boyutta, musibetlerin artmasına sebep olmuştur. Çünkü İlahi adalet, insana hürriyet verdiği gibi, yaptığı her fiilin neticesini de hak edişine uygun şekilde karşısına çıkarır.
Düşündüren Bir Gerçek
Bugün dünyada yaşanan birçok felaketin, savaşın, çevre krizinin ve sosyal adaletsizliğin temelinde, insanın kendini merkeze alarak kainatın düzenine zarar vermesi yatmaktadır. Bir yerde zalim bir insan veya toplumun zulmü varsa, orada mazlumların çığlıkları, masum hayvanların ızdırapları ve kainatın ahengi bozulmuş demektir. İşte bu durumda, insanlık topluca İlahi rahmetten uzaklaşmış olur.
Sonuç ve Ders
İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, ibret almak ve kendimizi hesaba çekmek için önemli bir fırsattır. İnsanın asıl görevi, hem kendisine hem de etrafındaki canlı-cansız tüm varlıklara rahmetle yaklaşmak, adaletle hükmetmek ve nimetlerin kıymetini bilerek şükretmektir. Eğer bu temel değerlere dönülmezse, İlahi rahmetten mahrumiyet ve tokatların artması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü kainatın ahengi, insanın vicdanında ve davranışlarında adalet bulduğu ölçüde devam edebilir.
Düşünmek, ders almak ve şükretmek vakti, belki de tam da bugündür.
“Musîbet şerr-i mahz olmadığı için bazan saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri Îla-i Kelimetullah ve beka-i istiklaliyet-i İslam için, farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücud olan alem-i İslama fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslamiyenin felaketi, alem-i İslamın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zîra, şu musîbet, maye-i hayatımız ve ab-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslamiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulade tacil etti. Biz incinirken, alem-i İslam ağlıyor; Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra, meydanda dirilenler var.”
Musibetlerin Hikmeti ve İslam Dünyasının Dirilişi
Tarih boyunca büyük musibetler ve felaketler, insanlık için acı verici olaylar olduğu kadar, derin hikmetler barındıran süreçler olmuştur. Zira musibet, sadece bir ceza veya yıkım değil, bazen bir dirilişin, bir uyanışın habercisidir. Yukarıdaki metinde, İslam dünyasının maruz kaldığı felaketlerin arkasındaki hikmete dikkat çekilmekte ve bu felaketlerin, İslam’ın birlik ve kardeşlik duygularını yeniden canlandıracağı ifade edilmektedir.
Musibetler ve İlahi Hikmet
Kur’an-ı Kerim, insanları musibetlere karşı sabır ve tevekküle davet eder. “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken siz onu hoş görmezsiniz; bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara Suresi, 216) ayeti, musibetlerin arkasındaki İlahi hikmete işaret eder. İnsanın ya da toplumların musibetlere maruz kalması, bir yıkım gibi görünse de, bu hadiseler çoğu zaman daha büyük hayırların tohumlarını barındırır.
İslam tarihine bakıldığında, İslam ümmeti büyük zorluklar, işgaller ve dağılmalar yaşamış, ancak her seferinde bu musibetler, daha güçlü bir uyanışa vesile olmuştur. İslam dünyasının birlik ve beraberlik duygusu, genellikle böyle zor zamanlarda daha belirgin hale gelir. Yukarıdaki metinde ifade edildiği gibi, bir devletin ya da toplumun maruz kaldığı felaketler, İslam ümmetinin diğer parçalarını harekete geçirir ve onları aynı gaye etrafında birleştirir.
Felaketlerden Doğan Saadet
Bir musibet, yalnızca acı değil, aynı zamanda bir diriliş vesilesidir. Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşanan siyasi ve askeri felaketler, İslam dünyasında derin izler bırakmış; ancak bu felaketler, ümmet bilincinin yeniden uyanmasına ve İslam kardeşliğinin güçlenmesine yol açmıştır. Osmanlı, İslam’ın bayraktarlığını üstlenmiş ve bu misyonu uğruna nice fedakarlıklarda bulunmuştur. Ancak bu büyük devletin karşılaştığı zorluklar, İslam dünyasında bir silkiniş ve yeni bir dirilişin zeminini hazırlamıştır.
“Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz” ifadesi, felaketlerin geçici olduğunu, ancak bu süreçlerin ardından daha büyük bir dirilişin geleceğini anlatır. Bu, İslam ümmetinin tarihten gelen dayanıklılığını ve inancını temsil eder. Her ne kadar bir dönem kayıplar ve yıkımlarla geçse de, bu süreçler, daha büyük bir uyanışa ve birlikteliğe kapı aralar.
Uhuvvet-i İslamiye: Birlik ve Dirilişin Temeli
İslam kardeşliği (uhuvvet-i İslamiyye), İslam ümmetinin en temel dinamiğidir. Bu kardeşlik, felaket zamanlarında daha belirgin hale gelir ve ümmetin yeniden toparlanması için bir zemin oluşturur. Yukarıdaki metinde de belirtildiği gibi, İslam dünyasının bir parçası incindiğinde, diğer parçaları da bundan etkilenir. Bu acı, ümmeti harekete geçirir ve daha büyük bir birlik ruhunun ortaya çıkmasına vesile olur.
Bugün İslam dünyası, tarih boyunca olduğu gibi, siyasi, sosyal ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya. Ancak bu zorluklar, ümmetin yeniden uyanışına ve İslam kardeşliğinin güçlenmesine vesile olabilir. Çünkü musibetler, çoğu zaman insanları kendi içlerine dönmeye ve kaybettikleri değerleri yeniden kazanmaya sevk eder.
Harikalar Asrında Diriliş
“Harikalar asrı” ifadesi, yaşanan bu dönemin olağanüstü hadiselerle dolu olduğunu ve bu hadiselerin büyük değişimlerin habercisi olduğunu ifade eder. İslam dünyası, bir yandan felaketlerle mücadele ederken, diğer yandan bu süreçlerin ardından yeni bir dirilişe hazırlanır. Çünkü tarih göstermiştir ki, her çöküşün ardından daha güçlü bir yükseliş, her felaketin ardından daha büyük bir saadet gelmiştir.
Sonuç
İslam ümmeti olarak, karşılaşılan zorlukları bir yıkım olarak değil, bir dirilişin işareti olarak görmeli ve bu süreçleri sabır, şükür ve uhuvvetle karşılamalıyız. Felaketler, bizi birlik ve kardeşlik duygularımızı yeniden hatırlamaya ve bu değerler etrafında toplanmaya çağırır. Eğer bu çağrıya kulak verirsek, geçmişin musibetlerinden geleceğin saadetini inşa edebiliriz. Çünkü musibetler, şerr-i mahz değil, bir hikmet deryasıdır.
“Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor. Zîra, beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez. Galip olsa idik, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedîdane kapılacak idik. Halbuki, o cereyan hem zalimane, hem tabiat-ı alem-i İslama münafi, hem ehl-i îmanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsa idik, alem-i İslamı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecek idik.”
Tabakaların Mücadelesi ve İnsanlık İradesi
Tarihin her döneminde, milletler ve devletler arasındaki mücadeleler, güç ve hakimiyet kurma amacıyla şekillenmiştir. Ancak insanlık tarihi, yalnızca devletler arasındaki savaşlarla sınırlı bir sahne değil, aynı zamanda insan tabakalarının, sınıflarının ve zihniyetlerinin de bir mücadelesi olmuştur. Yukarıdaki metinde ifade edilen yaklaşım, bu değişimin bir tezahürüdür: Devletlerin ve milletlerin mücadelelerinin yerini, tabakaların, fikirlerin ve zihniyetlerin mücadeleleri almıştır.
Beşerin Hürriyet Arayışı
İnsanlık, yaratılışı gereği hürriyete meyyaldir. Hiçbir insan, esir olmayı ya da iradesiz bir şekilde yönetilmeyi kabul etmez. Aynı şekilde, insanlık artık sadece bir iş gücü kaynağı (ecir) olmayı da reddetmektedir. Modern dünyada yükselen bireysel bilinç, insanın hem fiziksel hem de zihinsel bağımsızlığını kazanma arzusunu ortaya koyar. Bu durum, insanın sadece devletlerin ya da sistemlerin etkisinden değil, aynı zamanda zalim ve baskıcı ideolojilerin tahakkümünden de kurtulma çabasıdır.
Beşerin bu irade arayışı, yalnızca bireysel hürriyet için değil, toplumsal düzeyde daha adil, daha insani bir düzen kurma amacını da içerir. Tarih boyunca güçlü devletler, bazen hakimiyetlerini sürdürebilmek adına zalim bir cereyana kapılmış; bu süreçte, halkların iradesini yok saymıştır. Ancak bu gibi cereyanlar, ne kadar güçlü görünürse görünsün, insan fıtratına aykırı olduklarından uzun ömürlü olamamışlardır.
Zalimane Cereyanlar ve İslam Dünyası
Metinde ifade edilen bir diğer önemli husus, galip gelmiş olunsa dahi İslam dünyasının bir tehlike ile karşı karşıya kalacağıdır. Çünkü “zalimane cereyan” olarak nitelenen baskıcı ideolojiler, hem insan fıtratına hem de İslam’ın öz değerlerine aykırıdır. Bu tür cereyanların İslam dünyasında kabul görmesi, ümmetin kendi kimliğinden uzaklaşmasına ve tabiatına muhalif bir yola sürüklenmesine sebep olur.
Baskıcı ideolojiler, genellikle gücü ve maddi üstünlüğü ön plana çıkarır; ancak İslam’ın dünya görüşü, adalet, merhamet ve insanlık onuru gibi değerler üzerine kuruludur. Eğer bu tür cereyanlara tutunulsaydı, İslam dünyası kendi asli değerlerinden uzaklaşarak, insanlığın ruhunu körelten bir yola sürüklenebilirdi. Ancak bu cereyanlar, ömrü kısa, parçalayıcı ve sürdürülemezdir. Çünkü insanlık, baskı ve zulme dayalı sistemleri daima reddetmiş, onların yerine daha insani ve adil düzenlerin kurulmasına zemin hazırlamıştır.
Tabakat-ı Beşerin Mücadelesi
Devletler ve milletler arasındaki mücadelelerin yerine, insan sınıfları arasındaki mücadelelerin geçmesi, insanlığın kolektif bilincindeki değişimin bir yansımasıdır. Bu yeni mücadele, sadece fiziksel bir hakimiyet değil, aynı zamanda fikirlerin ve değerlerin mücadelesidir. Bugün dünya, zalim güçlerin baskısına boyun eğmeyen ve insanlık onurunu savunan bireylerin, toplulukların ve hareketlerin direnişine şahit olmaktadır.
Bu mücadele, İslam dünyası için de büyük bir anlam taşır. Çünkü İslam, insan fıtratına uygun, adalet ve merhamet temellerine dayalı bir medeniyet tasavvuru sunar. Bu tasavvur, sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için bir kurtuluş reçetesidir. Eğer İslam dünyası, kendi asli değerlerine sahip çıkar ve insanlığın ortak iyiliği için çalışırsa, baskıcı ve zalim sistemlere karşı bir alternatif sunabilir.
Sonuç: İnsanlığın Dirilişi ve Adaletin Tesisi
Bugün insanlık, tarih boyunca baskıcı ve zalim cereyanların neden olduğu yıkımlardan ders alarak, daha adil ve insan fıtratına uygun bir dünya düzeni arayışındadır. Bu süreçte İslam dünyasına düşen görev, kendi değerlerine sadık kalarak, insanlığın bu arayışına rehberlik etmektir. Çünkü zalim cereyanlar geçicidir; ancak insanlığın vicdanında kök salan adalet ve merhamet değerleri ebedidir.
Sonuç olarak, metinde ifade edilen uyarılar, İslam dünyasının geleceğine dair önemli bir ders niteliğindedir. Bu ders, baskıcı sistemlere karşı durmak ve insanlığın hürriyet ve adalet arayışında doğru bir rehberlik yapmaktır. Eğer bu bilinçle hareket edilirse, zalim cereyanlar birer birer dağılacak ve yerlerini insanlık için daha adil, daha hür ve daha insani bir düzen alacaktır.
“Musibet, cinayetin neticesi, mükafatın mukaddemesidir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti. Musîbet-i amme ekseriyetin hatasına terettüb eder. Hazırda mükafatınız nedir?”
Dedim:
“Mukaddemesi üç mühim erkan-ı İslamiyedeki ihmalimizdir: salat, savm, zekat. Zîra, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Halık Teala bizden istedi; tenbellik ettik. Beş sene, yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile, bir nevî namaz kıldırdı. Hem, senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi; nefsimize acıdık. Keffareten, beş sene oruç tutturdu. “On’dan, ya “kırk”tan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekat istedi; buhl ettik, zulmettik; O da bizden müterakim zekatı aldı.”
İhmalin Bedeli: İlahi İkaz ve Kendimize Dönüş
İnsanın yaratılışındaki en temel gayelerden biri, Allah’a kulluk etmek ve O’nun rızasını kazanmaktır. Bu kulluğun ifadesi olan ibadetler, insanın hem Rabbiyle olan ilişkisini, hem de diğer insanlarla ve kainatla olan münasebetini düzenler. Ancak insan, zaman zaman bu sorumluluklarını ihmal eder ve gaflete düşer. Yukarıdaki metinde, ibadetlerin ihmal edilmesi sonucu gelen İlahi ikazların hikmetine işaret edilmiştir. Bu hikmetler, sadece bir ceza değil, aynı zamanda insanın kendine dönüşüne ve kulluk bilincini yeniden kazanmasına bir vesiledir.
Musibetlerin Hikmeti ve İnsanın İhmaline Cevap
Metinde, musibetlerin sebepleri olarak üç önemli İslami sorumluluğun ihmal edilmesi dile getirilmiştir: namaz, oruç ve zekat. Bu ibadetlerin her biri, insanın maddi ve manevi hayatını düzenleyen, toplumun huzur ve adaletini sağlayan temel taşlardır. Ancak bu ibadetler ihmal edildiğinde, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde olumsuz sonuçlar kaçınılmaz olur.
1. Namazın İhmal Edilmesi:
Namaz, insanın günlük hayatında Rabbiyle olan bağını sürekli kılan bir ibadettir. Allah, yirmi dört saatlik bir günün sadece bir saatini kendisine ayırmamızı istemiştir. Ancak insan, bu çağrıya karşı tembellik etmiş, dünyevi işlerini ibadetlerine tercih etmiştir. Bunun sonucu olarak, insan, hayatının büyük bir kısmını mecburi bir “talim” ve “meşakkat” içinde geçirerek, aslında farkında olmadan bir tür zorlama namaz kılar hale gelmiştir. Musibetler, insana, Rabbine olan kulluğunu hatırlatan bir “uyandırma alarmı” gibidir.
2. Oruç Tutmanın İhmal Edilmesi:
Oruç, insanın nefsini terbiye eden, sabır ve dayanıklılık kazandıran bir ibadettir. Ancak nefsimize olan düşkünlüğümüz, bu ibadeti ihmal etmemize neden olmuştur. Allah’ın bir ay boyunca istediği bu ibadet, bize farz olduğu halde nefsimize acımış, konforumuza öncelik vermişiz. Bu ihmalin karşılığında, hayatın zorlukları içinde beş yıl boyunca sabır ve tahammül içinde bir tür oruç tutmaya mecbur bırakılmışız. Bu, Allah’ın insana sabrı ve nefsin sınırlarını hatırlatma vesilesidir.
3. Zekatın İhmal Edilmesi:
Zekat, malın temizlenmesi ve toplumdaki ekonomik dengenin sağlanması için farz kılınmış bir ibadettir. Ancak cimrilik ve bencillik duygularıyla bu sorumluluk ihmal edilmiştir. Allah’ın bizden istediği, mallarımızın sadece kırkta biri ya da onda biri iken, bu ihmal toplumsal adaletsizliklere ve ekonomik krizlere yol açmıştır. Bunun sonucu olarak, insanlık, topluca buhl ve zulmün bedelini ödemekte ve birikmiş zekat borcunu musibetlerle geri vermektedir.
Musibetler: İlahi İkaz mı, Ceza mı?
Musibetler, sadece bir ceza değildir; aynı zamanda insanı uyandıran ve gafletten kurtaran birer İlahi ikazdır. Kur’an’da “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir” (Şura Suresi, 30) buyrularak, musibetlerin insanoğlunun ihmal ve hatalarından kaynaklandığı ifade edilir. Bu durumda musibet, insanı düşünmeye ve hatalarını düzeltmeye sevk eden bir fırsattır.
Metinde, musibetlerin aynı zamanda bir mükafatın mukaddimesi olduğu belirtilmiştir. Çünkü musibetler, insanın günahlarını temizler, kalbini arındırır ve onu Rabbiyle olan ilişkisini yeniden gözden geçirmeye davet eder. Eğer insan, bu ikazları doğru şekilde okur ve ders alırsa, musibetler onun için bir rahmet vesilesine dönüşür.
İbret ve Kendimize Çekidüzen Vermek
Bu derslerden çıkarılacak en önemli sonuç, Allah’ın bizden istediği ibadetlerin ve sorumlulukların, aslında bizim dünya ve ahiret saadetimiz için olduğunu idrak etmektir. Namaz, ruhun huzuru; oruç, nefsin terbiyesi; zekat ise toplumsal denge için vazgeçilmezdir. Bu ibadetlerin ihmal edilmesi, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de ciddi zararlar doğurur.
Eğer bizler, İlahi ikazlardan ders alır ve sorumluluklarımızı yerine getirme konusunda gayret gösterirsek, musibetlerin hikmetine ermiş ve onları rahmete çevirmiş oluruz. Çünkü Allah, kullarını affetmek ve rahmetiyle muamele etmek ister. Ancak bu rahmete ulaşmanın yolu, sorumluluklarımızı yerine getirmek ve hayatımızı Allah’ın rızasına uygun şekilde düzenlemektir.
Sonuç: Kendimize Dönüş Zamanı
Musibetler, insanın kendisine dönüp hesap vermesi için bir fırsattır. Yukarıdaki metin, bizi ibadetlerimize ve sorumluluklarımıza dair derin bir muhasebeye davet ediyor. Namaz, oruç ve zekat gibi temel ibadetlerin ihmal edilmesi, sadece bireysel değil, toplumsal musibetlere de kapı aralar. Ancak bu ihmal, ders alınıp telafi edilirse, musibetler birer rahmet vesilesine dönüşebilir.
Şimdi, hayatımızı yeniden gözden geçirmenin, sorumluluklarımızı hatırlamanın ve Rabbimize olan kulluğumuzu ihya etmenin tam vaktidir. Çünkü musibetlerin asıl gayesi, bizi hatalarımızdan döndürmek ve daha güzel bir geleceğe hazırlamaktır.
“Kader, ilim nevindendir. İlim, mâlûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, mâlûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, mâlûmu, haricî vücud noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, mâlûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, irâdeye bakar ve kudrete istinat eder.”
Kader ve İlim: İnsanın İradesi ile İlahi Takdirin Dengesi
Kader, İslam düşüncesinde çokça tartışılan ve üzerinde tefekkür edilen bir kavramdır. Kaderin anlaşılmasında temel husus, kaderin bir “ilim” meselesi olduğu, yani Allah’ın geçmişi, hali ve geleceği kuşatan ilminin bir tezahürü olduğudur. Bu bağlamda, yukarıdaki ifadede kaderin “ilim nevinden” olduğu, yani Allah’ın ilmindeki mâlûma (bilinene) göre şekillendiği belirtilmiştir. Ancak bu durum, insan iradesini ve sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Peki bu denge nasıl kurulur?
Kader: İlahi İlmin Bir Yansıması
Kader, Allah’ın her şeyi bilmesiyle ilgilidir. Ancak bu bilme, varlıkların ve olayların nasıl gerçekleşeceğine dair bir malumatın önceden mevcut olması demektir. Yani Allah, her şeyin nasıl gerçekleşeceğini ezelden bilir. Bu bilgi, Allah’ın ilim sıfatının bir tecellisidir. Ancak burada önemli bir ayrım vardır: İlim, mâlûma tâbidir. Bu şu anlama gelir: Allah’ın ilmi, bir şeyin nasıl olacağını bilip ona uygun bir şekilde taalluk eder; ilim, o şeyin varlığını zorlayıcı veya yönlendirici bir unsur değildir.
Örnek:
Bir öğretmenin, başarılı bir öğrencisinin bir sınavda yüksek not alacağını önceden bilmesi, öğrencinin çalışıp o başarıyı elde etmesini engellemez. Öğretmenin bilgisi, öğrencinin gayretine dayanır; bu bilgi, öğrencinin başarıya ulaşmasını zorlayan bir sebep değildir. Benzer şekilde, Allah’ın ilmi de bir olayın ya da varlığın gerçekleşme şekline uygun bir şekilde tecelli eder; o olayın gerçekleşme sürecine zorlama yapmaz.
İrade ve Kudretin Rolü
Bir olayın kaderde yazılmış olması, o olayın gerçekleşme biçiminin Allah’ın ilminde önceden bilindiği anlamına gelir. Ancak o olayın harici bir varlık kazanması, insanın iradesi ve Allah’ın kudretiyle ilişkilidir. Çünkü ilim, olayların sadece bilgisine sahiptir; onları gerçekleştiren ve harici bir varlık veren ise Allah’ın kudretidir.
Örnek:
Bir insanın bir seçim yapması, onun kendi iradesine bağlıdır. Allah, o kişinin hangi tercihi yapacağını önceden bilir. Ancak bu bilgi, o kişinin seçim yapma özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. O kişi, özgür iradesiyle bir seçim yapar ve Allah’ın kudreti, o seçimi gerçekleştirir. Burada, insan iradesi ile Allah’ın kudreti bir denge içinde çalışır.
İlim ve Mâlûmun İlişkisi
Bir başka önemli husus, kaderin, ilmin bir türü olduğu ve bu ilmin gerçekleşen olayları “önceden” bilmesidir. Ancak bu bilgi, olayların meydana gelişini zorlayan bir etki değildir. Örneğin:
1. Bir ressamın tablosu: Bir ressam, zihninde bir tablo tasarlar ve bu tasarım doğrultusunda tabloyu yapar. Ressamın zihnindeki bilgi, tablonun harici bir varlık kazanmasını sağlamaz. Bu süreç, ressamın iradesi ve eliyle gerçekleşir. Benzer şekilde, Allah’ın ilmi, olayların tasviridir; bu olaylar Allah’ın iradesi ve kudretiyle vücuda gelir.
2. Bir mühendis ve projeler: Bir mühendis, bir binayı tasarlarken, binanın tüm detaylarını bilir. Ancak bu bilgi, binanın varlık kazanması için yeterli değildir; bina, mühendis ve ekibinin fiili çalışmasıyla inşa edilir. Allah’ın ilmi de böyledir; olayların bilgisine sahip olsa da, onların gerçekleşmesi Allah’ın kudretine ve iradesine dayanır.
İnsan İradesi ve İlahi Kader
Bu noktada insanın sorumluluğu önem kazanır. İnsan, hür iradesiyle yaptığı fiillerden sorumludur. Allah’ın, insanın yapacağı işleri önceden bilmesi, insanı sorumluluktan kurtarmaz. Çünkü Allah, insanın iradesiyle yapacağı fiilleri bilir ve ona göre hükmeder.
Örnek:
Bir insan, hırsızlık yapmaya karar verdiğinde bu karar, onun özgür iradesiyle alınmıştır. Allah, o kişinin bu kararı alacağını bilir ve bu bilgi, o kişinin iradesine müdahale etmez. Hırsızlık fiili gerçekleştiğinde ise bu fiil, Allah’ın kudretiyle vücut bulur. Ancak bu durum, insanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz; çünkü o fiil, insanın kendi tercihidir.
Sonuç: Kaderin Hikmeti ve İnsan Sorumluluğu
Kader, Allah’ın sınırsız ilminin bir tezahürüdür. Allah, her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilir. Ancak bu bilgi, insanın iradesini ve sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. İlim, nasıl olacağını bildiği için olaylara taalluk eder; olaylar, ilme tâbi değildir. İnsanın hür iradesiyle yaptığı tercihler, onun sorumluluğundadır.
Kader ve insan iradesi arasındaki bu denge, insanı sürekli olarak tefekkür ve sorumluluk bilincine davet eder. Kader, Allah’ın sınırsız ilmini ve kudretini anlamaya bir kapı aralarken, insan iradesi de bizim bu dünyadaki imtihanımızın temelini oluşturur. Dolayısıyla, kaderi doğru anlamak, hem Allah’a olan teslimiyetimizi güçlendirir hem de kulluk vazifelerimizi yerine getirme hususunda bize daha büyük bir şevk ve sorumluluk kazandırır.
Dünyanın dört bir yanında mazlumların ahı, vicdanlara ulaşmak için yükseliyor. Ancak bu ahlar arasında en derinden yankılananı Gazze’nin haykırışıdır. Gazze, yıllardır bitmek bilmeyen zulmün, insanlık dramının ve vicdanların sınandığı bir coğrafya olmuştur. Bu küçük toprak parçası, yalnızca bir yerleşim yeri değil; aynı zamanda direnişin, adalet arayışının ve insanlık vicdanının sembolü hâline gelmiştir.
Mazlumların Ahı ve İlahi Adalet
Tarih boyunca zulme uğrayan mazlumların ahı, zalimlerin tahtını sarsmış, güç ve ihtişam peşinde koşanları kaçınılmaz bir sona sürüklemiştir. Firavunların, Nemrutların ve zalim diktatörlerin sonu, ilahi adaletin nasıl tecelli ettiğinin açık birer örneğidir. Gazze’den yükselen ah, günümüz dünyasının Firavunlarına bir uyarıdır. Zira mazlumların ahı, Allah katında karşılıksız kalmaz. Kur’an’da bu gerçeğe şöyle işaret edilir:
“Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size ateş dokunur.” (Hud Suresi, 113)
Gazze’nin masum çocuklarının, savunmasız kadınlarının ve haksız yere öldürülen insanların ahı, zalimlerin tahtını sarsacak bir güçtür. Tarih boyunca nice imparatorluklar, zulmün karşılığını görmüş ve çökmüştür. Bugün de Gazze’nin ahı, vicdanları harekete geçiren bir çağrıdır.
Gazze: İnsanlık Vicdanının Aynası
Gazze, sadece Filistin halkının değil, insanlık vicdanının da sınandığı bir sahnedir. Her bombanın düştüğü sokak, bir çocuğun yetim kaldığı her ev, insanlığın bu sınavdaki başarısızlığını haykırmaktadır. Dünyanın suskunluğu ve körleşmiş vicdanı, Gazze’deki zulmü daha da derinleştirmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, mazlumların sessiz çığlıkları, insanlığın ahlaki çöküşünün de aynasıdır.
Gazze’de yaşanan zulme sessiz kalmak, sadece o halkı değil, suskun kalanların ahiretini de tehdit eder. İnsanlık, bu zulme dur diyemediği sürece, vicdan ve adalet kavramlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bir Uyarı: Ahın Yakarışı
Gazze’nin ahı, sadece zalimleri değil, sessiz kalanları da yakar. Allah’ın adaleti, zulme karşı duranlarla zulme seyirci kalanları ayırır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Zalim de mazlum da kardeşine yardım et.” Sahabe, “Mazluma yardım etmeyi anladık, ya zalime nasıl yardım ederiz?” diye sorduğunda, Efendimiz, “Onu zulmünden alıkoyarak” buyurmuştur.
Bugün Gazze için bir şey yapmayanlar, zalimin zulmüne ortak olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Zira mazlumların ahı, vicdanlarda yankılanmazsa, ilahi adalet kaçınılmaz bir şekilde tecelli eder.
Ders Almak ve Harekete Geçmek
Gazze’nin ahı, sadece bir mazlumun haykırışı değil; insanlığın uyanış çağrısıdır. Bu çağrıyı duymak ve ders almak, insanlık onurunun bir gereğidir. Zulme karşı sessiz kalmamak, elden geldiğince mazlumun yanında olmak, Gazze için dua etmek ve yardım eli uzatmak, insan olmanın bir borcudur.
Bu çağrıyı duyanların, harekete geçmek için bahane değil, çözüm üretmesi gerekir. Gazze’nin ahı, insanlığa adaletin, merhametin ve dayanışmanın ne kadar hayati olduğunu hatırlatıyor. Zira bu ahlar, sadece zalimlere değil, zulme sessiz kalanlara da bir uyarıdır.
Sonuç: Vicdanın ve Adaletin Yanında Durmak
Gazze, sadece bir coğrafya değil, insanlık vicdanının sınandığı bir mihenk taşıdır. Gazze’de yükselen ah, insanlık için bir uyarıdır. Her bombanın altında ezilen bir çocuğun çığlığı, insanlık tarihine yazılmış bir utançtır. Ancak bu ahlar, zalimlerin tahtını yakacak ve mazlumların zaferine vesile olacaktır. Çünkü tarih, mazlumların gözyaşlarıyla yoğrulmuş ahların, zalimlerin saltanatını yıktığını defalarca göstermiştir.
Gazze’nin ahını duyup da harekete geçmeyenler, sadece mazlumlara değil, kendi vicdanlarına da ihanet eder. Bugün Gazze’nin yanında durmak, insanlığın yanında durmak demektir. Çünkü Gazze, adaletin, merhametin ve insanlığın sembolüdür. Unutulmamalıdır ki, Gazze’nin ahı, insanlığı diriltecek bir çağrıdır.