Fransa, tarihsel olarak Afrika’da geniş bir sömürge imparatorluğu kurmuştur. 19. ve 20. yüzyıllarda Fransız sömürgeciliği, günümüzdeki birçok Afrika ülkesini etkilemiştir. Fransızlar, ekonomik çıkarlar ve yeraltı kaynakları için bu bölgeleri sömürgeleştirmiş, kültürel ve siyasi etkilerini sürdürmüşlerdir. Bu durum, sömürge sonrası dönemde de etkilerini sürdürmüş ve bazı Afrika ülkelerinin bağımsızlık ve gelişim süreçlerini etkilemiştir.
%%%%%%%%%
Fransa’nın Afrika’daki sömürgecilik yılları
Fransa’nın Afrika’daki sömürgecilik yılları, 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Fransızların Afrika’daki sömürge faaliyetleri, birçok Afrika ülkesinin bugünkü sınırlarını oluşturan kolonilerin kurulmasıyla başlamıştır.
Bölgedeki ilk Fransız yerleşimi, 1830 yılında Cezayir’in işgal edilmesiyle gerçekleşti. Cezayir, Fransızların Afrika’daki en önemli ve uzun süreli sömürgelerinden biri oldu. Diğer önemli sömürgeler arasında Senegal, Mali, Burkina Faso, Nijer, Nijerya, Fildişi Sahili, Benin, Togo, Çad, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Gabon, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Madagaskar ve Komor Adaları bulunmaktadır.
Fransız sömürgeciliği, bölgedeki yerli halkları ekonomik sömürüye tabi tutarken aynı zamanda kültürel asimilasyon politikaları uygulamıştır. Fransız yerleşimciler ve yöneticiler, yerli halkları Fransızca ve Fransız kültürüne asimile etmeye çalışmışlardır. Ayrıca, yerli halklara Fransız vatandaşlığı vermek için baskı uygulamışlar ve bu şekilde yerli halkları Fransız sömürge imparatorluğuna bağımlı hale getirmişlerdir.
Fransız sömürgeciliği, özellikle ekonomik çıkarlar doğrultusunda en değerli kaynaklara sahip olan bölgelerde yoğunlaşmıştır. Özellikle madenler, tarım alanları ve doğal kaynaklar sömürgeciler için büyük önem taşımıştır. Bu kaynaklar, Fransa’nın kendi sanayi ve ekonomisini güçlendirmek için kullanılmıştır.
Fransız sömürgeciliği, 20. yüzyılın ortalarında başlayan bağımsızlık hareketleri ile son bulmuştur. Birçok Afrika ülkesi, Fransa’dan bağımsızlık elde etmiştir. Ancak, bu bağımsızlık süreci sancılı olmuş ve bazıları için hala etkileri devam etmektedir. Fransız sömürgeciliğinin mirası, Afrika ülkelerinin ekonomik, siyasi ve sosyal yapısının şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
#######
Fransa Afrika’da nereleri ve neleri sömürmüştür?
Fransa, tarihi boyunca Afrika’nın birçok bölgesinde sömürgeci politikalar uygulamıştır. İşte Fransa’nın Afrika’da sömürdüğü başlıca bölgeler ve sömürdükleri:
Cezayir: Fransa, 19. yüzyılın başında Cezayir’i işgal etmiş ve 132 yıl boyunca sömürgeci yönetim altında tutmuştur. Cezayir, Fransa’nın tarım ve maden kaynakları açısından önemli bir bölge olarak görülmüştür.
Senegal ve Batı Afrika: Fransa, 17. yüzyıldan itibaren Senegal’de koloniler kurmaya başlamıştır. Senegal, Batı Afrika’nın birçok bölgesi ile birlikte Fransız Batı Afrika’sı adı altında toplanmıştır. Bu bölgede kauçuk, palmiye yağı ve yeraltı kaynaklarına yönelik sömürü yapılmıştır.
Madagaskar: Fransa, 19. yüzyılın ikinci yarısında Madagaskar’ı işgal ederek burayı bir sömürge haline getirmiştir. Adada tarım, gıda ürünleri ve kahve üretimine dayalı sömürü politikaları uygulanmıştır.
Orta Afrika: Fransa, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Orta Afrika’nın bazı bölgelerini işgal etmiştir. Bu bölgede elmas, altın ve diğer maden kaynakları ekonomik çıkarlar için kullanılmıştır.
Sahra Altı Afrika: Fransa, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Sahra Altı Afrika’da birçok bölgeyi işgal etmiştir. Bu bölgelerde kauçuk, palmiye yağı, kakao ve mısır gibi tarım ürünleri sömürülmüştür. Aynı zamanda altın, uranyum, bakır, demir ve diğer maden kaynakları da sömürülmüştür.
Bu bölgelerde tarım, madencilik ve diğer kaynakların sömürülmesiyle birlikte yerel halklar üzerinde kültürel, ekonomik ve siyasi baskılar uygulanmıştır. Fransa’nın sömürgeci politikaları, Afrika’daki yerel halkların kendi kaynaklarından yoksun bırakılmasına ve bazen de zorla çalışmaya zorlanmasına neden olmuştur. Bu dönemde yerli nüfuslar zorla yerlerinden edilerek, siyasi ve sosyal yapıları Fransız yönetiminin kontrolü altına alınmıştır. Bugün Afrika’nın birçok ülkesinde Fransız birikimlerinin etkileri hala hissedilmektedir.
₺₺₺₺₺₺₺
Fransa’nın zulümlerle dolu tarihteki kirli sicili
Fransa, tarih boyunca birçok zulmü içeren bir sicile sahiptir. Bu zulümler çeşitli dönemlerde gerçekleşmiş olup, farklı nedenlere dayanmaktadır. İşte Fransa’nın tarihteki kirli sicilinde yer alan bazı olaylar:
Haçlı Seferleri: Fransa, 11. ve 13. yüzyıllar arasında düzenlenen Haçlı Seferleri’ne aktif bir şekilde katılmıştır. Bu seferler sırasında Müslümanların yaşadığı topraklara saldırılar düzenlenmiş, pek çok kişi katledilmiş ve yerle bir edilmiştir.
Jeanne d’Arc’ın İdamı: Fransız milliyetçisi Jeanne d’Arc, İngiliz hakimiyetine karşı Fransız direnişinin sembol isimlerinden biridir. Ancak 1431 yılında, Casusluk suçlamasıyla kilise tarafından yakalanarak yakılmıştır.
Köle Ticareti: Fransa da zamanında köle ticaretinin yoğun olarak yapıldığı ülkelerden biridir. Özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda, Fildişi Sahili ve Gine Körfezi’nden getirilen köleler Fransa’da satılıp kullanılmıştır.
Fransız Devrimi: Fransız Devrimi, 1789-1799 yılları arasında gerçekleşen ve monarşiyi deviren bir olaydır. Ancak bu devrim sürecinde pek çok masum insan öldürülmüş, infazlar ve idamlar artmıştır.
Cezayir Savaşı: 1954-1962 yılları arasında gerçekleşen Cezayir Savaşı, Fransa’nın Cezayir üzerindeki sömürgeci politikalarına karşı gerçekleşen bir bağımsızlık hareketidir. Bu dönemde Fransız askerleri birçok insanı katletmiş, işkenceler yapmış ve köyleri yerle bir etmiştir.
Ruanda Soykırımı: 1994 yılında gerçekleşen Ruanda Soykırımı’nda, Hutu etnik grubu Tutsilere karşı bir soykırım gerçekleştirmiş ve bu dönemde yüz binlerce kişi öldürülmüştür. Fransa, bu süreçte Hutu hükümetine destek vermiş ve soykırımın gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur.
Bu olaylar, Fransa’nın tarihindeki sadece birkaç örnek olup, ülkenin sicili zulümlerle doludur. Ancak bu olumsuz olaylarla birlikte Fransa’nın kültürel ve sanatsal açıdan da zengin bir geçmişi olduğunu unutmamak gerekmektedir.
%%%%%%%%
Fransa’nın İslam ülkeleri üzerinde uyguladığı politikaları nelerdir?
Fransa’nın İslam ülkeleri üzerinde uyguladığı politikalar çeşitli alanlarda farklılık gösterebilir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Laiklik İlkesi: Fransa, laik bir devlettir ve herhangi bir dini kurumun devlet işlerine müdahalesine izin vermez. Bu nedenle Fransa’nın İslam ülkeleriyle ilişkilerinde laiklik ilkesini koruma amacı güden politikalar izlenebilir.
İslamafobia ve Radikalleşmeyle Mücadele: Fransa, son yıllarda terör saldırıları ve radikal İslamcı faaliyetlerle mücadele etmek için çeşitli politikalar uygulamıştır. Bu politikalar, İslami radikalizmin yayılmasını önlemek amacı taşırken, aynı zamanda İslamafobia olarak adlandırılan İslam karşıtı düşünceleri ve eylemleri de engellemeyi hedefler.
Göç Politikaları: Fransa, İslam ülkelerinden gelen göçmenlerle ilgili olarak çeşitli politikalar uygulamaktadır. Göçmen akışını kontrol etmek ve entegrasyonu sağlamak amacıyla göçmenlik politikaları ve entegrasyon çabaları yürütülürken, aynı zamanda güvenlik endişeleri de dikkate alınır.
Diplomatik İlişkiler: Fransa, İslam ülkeleriyle diplomatik ilişkilerini ekonomik, askeri veya politik anlaşmalarla şekillendirebilir. Bu anlaşmalar çeşitli alanlarda işbirliği, yatırım, ticaret veya güvenlik konularında olabilir. Fransa, bazı İslam ülkeleriyle stratejik ortaklık ilişkileri de geliştirebilir.
İslamofobiyle Mücadele: Fransa, İslamofobiye karşı mücadelede öncü bir ülke olarak kabul edilir. İslamofobiye karşı yasal düzenlemeler yapılmış, cami yapımlarına izin verilmiş ve İslam karşıtı söylemler veya eylemlerle mücadele eden birçok sivil toplum örgütü desteklenmiştir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki, Fransa’nın İslam ülkeleri üzerinde uyguladığı politikalar genel olarak ülkenin çıkarları, güvenlik kaygıları ve laiklik ilkesi doğrultusunda şekillenir. Ancak politikalar zaman içinde değişebilir ve farklı dönemlerde farklı yaklaşımlar benimsenebilir.
%%%%%%%
Başta Türkiye olmak üzere Fransa’nın İslam ülkelerinde laikliği yerleştirmesinin temel amacı nedir?
Fransa gibi laik bir ülkenin İslam ülkelerinde laikliği yerleştirmeye yönelik çabalarının temel amacı, din ve devlet işlerinin ayrı olduğu, bireylerin inanç özgürlüğünü koruyan, toplumsal düzeni ve hukukun üstünlüğünü sağlayan bir yapı oluşturmaktır. Bu çabaların günümüzde özellikle radikalizm ve aşırılıkçılıkla mücadele, demokrasi ve insan haklarının yaygınlaştırılması, toplumsal barışın ve eşitliğin sağlanması gibi hedeflerle ilişkisi vardır.
Fransa’da laiklik, 1905 yılında kabul edilen Laiklik Yasası ile resmen kabul edilmiş ve bu yasa, Hristiyanlık gibi toplumun diğer kesimlerini de kapsayarak farklı dinlere ve inançlara eşit mesafede durulmasını sağlamayı hedeflemiştir. Fransa, kendi içinde farklı dini grupların ve inançların barış içinde yan yana yaşamasını sağlamak için laikliği benimsemiştir.
Fransa’nın İslam ülkelerine yönelik laiklik çabaları ise genellikle iki farklı nedenle ilişkilendirilebilir:
Laiklik İdeallerinin Yayılması: Fransız laikliği, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması, bireylerin inanç özgürlüğüne saygı gösterilmesi, demokrasi ve insan haklarının korunması gibi idealleri kapsamaktadır. Fransa, bu değerleri ve demokratik yapısını İslam ülkelerine yayarak demokrasi, insan hakları ve toplumsal düzenin güçlenmesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
Radicalization and Extremism Concerns: Fransa, son yıllarda yaşanan terör saldırıları ve radikalleşme eğilimleri nedeniyle İslam ülkelerindeki laiklik çabalarını artırmıştır. Terörle mücadele, aşırılıkçılığın önlenmesi ve toplumsal uyumun sağlanması amacıyla laiklik, Fransa tarafından bir savunma mekanizması olarak görülmektedir. Fransa, İslam ülkelerindeki dini kurumları ve radikalizme eğilimli grupları denetlemek ve kontrol altında tutmak için laiklik prensiplerini benimsemeyi önemli bir adım olarak görmektedir.
Bu nedenlerle, Fransa’nın İslam ülkelerinde laikliği yerleştirmeye yönelik çabalarının temel amacı, demokrasi, insan hakları ve toplumsal düzenin güçlenmesi, terörle mücadele ve aşırılıkçılığın önlenmesi gibi hedeflerle ilişkilidir.
%%%%%%%
Fransa’nın İslam ülkelerinde laikliği yerleştirmesine dair özel bir amaç belirtmek zor, çünkü bu konu karmaşık ve çok yönlüdür. Ancak genel olarak Fransa’nın laikliği savunmasının nedenleri arasında kendi tarihî deneyimleri, siyasi görüşleri ve içsel dinamikleri bulunabilir. Fransa’da laiklik, devletin ve dini kurumların ayrılmasını öngören bir prensip olarak kabul edilir. Fransız Devrimi’nin etkisiyle gelişmiş ve tarihsel olarak Fransız toplumunun bir parçası olmuştur.
Fransa’nın İslam ülkelerinde laikliği desteklemesinin amacı, kendi laiklik modelini tanıtarak veya paylaşarak farklı topluluklar arasında uyum ve entegrasyonu teşvik etmek olabilir. Ancak bu tür politikaların nasıl algılandığı ve kabul edildiği ülkelere göre farklılık gösterebilir. Unutmayın ki uluslararası ilişkiler ve kültürel etkileşim karmaşık bir süreçtir ve tek bir amaca indirgenemeyebilir.
Tarih boyunca İngiltere’nin Afrika’daki sömürgeciliği
İngiltere’nin Afrika’daki sömürgeciliği, 16. yüzyıldan itibaren başlamış ve 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. İngilizler, ticari ve siyasi amaçlarla çeşitli Afrika bölgelerine yerleşmiş, yerel halkları sömürmüş ve kaynaklarına el koymuşlardır. Bu dönem boyunca İngiliz İmparatorluğu, Afrika’da geniş topraklar kazanmış ve bu bölgelerde ekonomik çıkarlarını artırmıştır. Sömürgecilik, yerel kültürleri ve toplulukları olumsuz etkilemiş ve uzun süreli sonuçlar doğurmuştur.
%%%%%%%
İngiltere Afrika’da nereleri ve neleri sömürmüştür?
İngiltere, Afrika kıtasında birçok bölgeyi ve kaynağı sömürmüştür. İşgal ve sömürgecilik dönemlerinde, İngiltere’nin hakim olduğu Afrika bölgeleri şunlardır:
Mısır: İngiltere, 1882 yılında Mısır’ı işgal etmiştir. Mısır, İngiltere’nin önemli bir kolu olarak kabul edilmiş ve İngilizler tarafından sömürülmüştür. Bu dönemde, Mısır’ın doğal kaynakları, tarım ürünleri ve yer altı kaynakları İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda kullanılmıştır.
Güney Afrika: İngiltere, 1806 yılında Hollanda kolonisi olan Cape Colony’in kontrolünü ele geçirmiştir. Daha sonra Boer Savaşları adı verilen süreçte, İngiltere Boer Cumhuriyetleri olan Transvaal ve Orange Free State’i de hakimiyeti altına almıştır. İngiltere’nin Güney Afrika’daki ana amaçları, yer altı zenginlikleri (altın ve elmas madenleri), tarım ürünleri ve stratejik öneme sahip limanlardır.
Kenya: İngiltere, 1888 yılında Bölgesel Koruma Kuruluşu adı altında Kenya’yı işgal etmiş ve 1920’de resmen koloni haline getirmiştir. Kenya, İngiltere’nin tarım ürünleri (kavrulmuş kahve ve çay gibi), mineral kaynakları ve stratejik konumu nedeniyle önemli bir sömürge haline gelmiştir.
Nijerya: İngiltere, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Nijerya’yı işgal etmiştir. Nijerya, İngiltere’nin Batı Afrika’daki en önemli kolonisi haline gelmiş ve tarım ürünleri (kakao, yerfıstığı, palmiye yağı gibi) ve doğal kaynaklarının sömürülmesine yönelik bir dönem yaşamıştır.
Uganda: İngiltere, 1894’te Uganda’yı işgal etmiş ve burayı bir koloniye dönüştürmüştür. Buganda Kingdom’u ile ittifaklar kurarak bölgenin kontrolünü ele geçiren İngiltere, Uganda’nın tarım ürünleri (muz, kahve, pamuk) ve doğal kaynakları (altın, demir, bakır) üzerinde hakimiyet kurmuştur.
İngiltere’nin sömürdüğü diğer Afrika bölgeleri arasında Gana, Zimbabwe, Tanzanya, Zambiya, Lesotho, Botsvana ve Malavi gibi ülkeler de bulunmaktadır. İngiltere’nin sömürge dönemi boyunca, yerel kaynaklar ve işgücü sömürülmüş ve ekonomik, siyasi ve sosyal yapılar üzerinde derin etkiler bırakmıştır.
%%%%%%
İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği
İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği, İngiliz İmparatorluğu döneminde gerçekleşmiştir. Bu dönem 16. yüzyıldan itibaren başlayıp, 20. yüzyılın başına kadar devam etmiştir.
İngiltere’nin ilk olarak İslam ülkelerine yönelik sömürgeci faaliyetleri, Hindistan’la başlamıştır. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin 17. yüzyılda Hindistan’da kurulan yerleşimler ve ticari faaliyetlerle başlayan egemenlik anlayışı, zamanla büyümüş ve bölgedeki diğer ülkelerde de benzer uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
Bununla birlikte, İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği sadece Hindistan ile sınırlı kalmamıştır. Orta Doğu ve Afrika’daki birçok İslam ülkesi de İngiltere’nin egemenliği altına girmiştir. Örneğin, Mısır, Sudan, Irak, Ürdün, Filistin, Kuveyt, Yemen gibi ülkeler İngiltere’nin sömürgeci politikalarının hedefi olmuştur.
İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği, çoğunlukla ekonomik ve siyasi çıkarlar doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu dönemde İngiltere, İslam ülkelerinin doğal kaynaklarına, tarım ürünlerine ve ticaret yollarına erişmek amacıyla buralarda etkinlik göstermiştir. Aynı zamanda İngiltere, İslam ülkelerindeki toplumsal ve siyasal yapıyı da kontrol etmek istemiştir.
İngiltere’nin İslam ülkelerindeki sömürgeciliği, sömürge döneminin sona ermesiyle son bulmuştur. Ancak bu dönem, İslam ülkelerinin siyasal, ekonomik ve toplumsal yapısını derinden etkilemiş ve bırakmış olduğu izler hala hissedilmektedir.
%%%%%%%
İngiltere’nin yüz yıl önce kurduğu müstemlekat nazırlığı yani kölelik bakanlığının faaliyetleri nelerdir?
İngiltere’nin tarihinde kölelik ve sömürgecilik faaliyetleri mevcuttur. İngiltere, 18. ve 19. yüzyıllarda başta Afrika olmak üzere çeşitli bölgelerden köleleri alarak sömürgelerinde çalıştırmıştır. Bu süreçte İngiltere’nin kölelik ve sömürge politikalarının faaliyetleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Transatlantik Köle Ticareti: 16. yüzyıldan itibaren İngiltere, Afrika’dan köleleri Avrupa’ya ve Amerika kıtasına ihraç etmiştir. Başta İngiliz Batı Hint Adaları ve Kuzey Amerika kolonileri olmak üzere, İngiltere’nin sömürgelerinde kölelik önemli bir çalışma sistemi olmuştur.
Kölelik Karşıtı Hareketler: 18. ve 19. yüzyıllarda kölelik karşıtı hareketler, köle ticaretini ve köleliği protesto etmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu hareketlerde yer alan birçok İngiliz aktivist, reformcu ve siyasetçi, köle ticaretinin ve köleliğin sonlandırılması için çalışmıştır.
Köle Ticaretinin Yasaklanması: 1807 yılında İngiltere, Transatlantik köle ticaretini yasaklayan yasayı çıkarmıştır. Ancak bu yasak, İngiliz gemilerinin köle taşımasını engellemek amacıyla geçerlilik kazanmıştır. 1833 yılında köleliği tamamen yasaklayan bir yasa çıkarmış ve 1838 yılına kadar İngiltere’deki tüm kölelerin serbest bırakılmasını sağlamıştır.
Sömürge Yönetimi: İngiltere’nin sahip olduğu sömürgelerde kölelik sona erdikten sonra, sömürge yönetimi politikaları sürmüştür. Bu dönemde İngiltere, sömürgelerinde yerel halkı sömürerek zenginleşmiş, topraklarını ve kaynaklarını kontrol etmiştir.
Bu faaliyetler, İngiltere’nin kölelik ve sömürgecilik geçmişiyle ilgilidir. Ancak, özellikle son yüz yılda bu faaliyetlerin yerini farklı politikalar almış ve İngiltere, kölelik karşıtı bir rol üstlenmiştir. Bugün İngiltere, kölelik ve sömürgecilik mirasıyla yüzleşme çabaları içerisinde ve insan hakları konusunda aktif bir rol oynamaktadır.
%%%%%%
İngiltere’nin sicili kirli ve kanlı olan tarihi hakkında bilgi verir misiniz?
İngiltere’nin tarihi, bazı dönemlerde kirli ve kanlı olaylarla doludur. Özellikle Orta Çağ’da, iç savaşlar, çatışmalar ve siyasi entrikalar nedeniyle ülke büyük bir kargaşa yaşadı. Aşağıda, İngiltere’nin tarihindeki bazı kirli ve kanlı dönemler hakkında bilgi bulabilirsiniz:
Saxon ve Viking İstilaları: 8. ve 9. yüzyıllarda, İngiltere, Viking saldırılarına ve istilalarına maruz kaldı. Bu dönemde, birçok vahşi savaş gerçekleşti ve İngiltere’nin yerlisi olan Anglosaksonlar ve Vikingler arasında çatışmalar yaşandı.
Norman İstilası: 1066’da İngiltere’yi ele geçiren Normandiya Dükü William ve ordusu, İngiltere’ye şiddetli bir saldırı düzenledi. Bu istila sırasında yoğun kan dökülmesi yaşandı ve İngiltere’nin Anglo-Sakson yönetimi tamamen değişerek Normandiya etkisi altına girdi.
Yeşilçamur: 12. yüzyılda İngiltere, nüfusun artması nedeniyle arazi ve kaynaklar üzerindeki çekişmelerle karşı karşıya kaldı. Bu dönemde yaşanan kirli mücadeleler, birçok sivilin öldürülmesine ve kasaba ve köylerin yakılmasına yol açtı.
Sivil Savaşlar: 17. yüzyılda İngiltere, Parlamento ve Kraliyet güçleri arasında sivil savaşlara sahne oldu. Bu dönemde, kiliselerin, şehirlerin ve kırsal bölgelerin yağmalanması, birçok insanın ölümüne yol açtı.
Kraliyet Soykırımı: İngiltere’nin 17. yüzyılda kısa bir süre Cumhuriyet dönemi yaşamasının ardından, Kral II. Charles’ın yeniden tahta geçmesiyle birlikte, Cromwell liderliğindeki Parlamento güçleri ile kraliyet taraftarları arasında çatışmalar yaşandı. Bu dönemde İngiltere’de bir dizi politik suikast gerçekleşti ve birçok kişi idam edildi.
İngiliz İç Savaşı: 19. yüzyılın ortalarında, İngiltere’de işçi sınıfının hakları ve yanlışlara karşı yapılan sokak gösterileri, polis şiddeti ve zorlu müdahalelerle sonuçlandı. Özellikle Peterloo Katliamı olarak bilinen olayda, Manchester’da düzenlenen bir gösteri sırasında askerlerin ateş açması sonucu 15 kişi öldü ve birçok kişi yaralandı.
Yukarıdaki örnekler, İngiltere’nin tarihindeki bazı kirli ve kanlı dönemlere ilişkin bilgilerdir. Bunlar, İngiltere’deki tüm tarih boyunca meydana gelen olayların sadece birkaçıdır ve ülkenin tarihi genel olarak çeşitli dönemlerden oluşmaktadır.
Çinde komünizmin kuruluşunda yapılan vahşet ve kan dökmeler
Çin’deki komünizmin kuruluş dönemi, özellikle Çin Komünist Partisi’nin iktidara gelmesi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması sırasında çeşitli iç çatışmalar, politik baskılar ve şiddet olaylarına sahne oldu. Bu süreçteki kan dökme ve vahşet olayları, birçok farklı kaynağa ve değerlendirmeye göre farklılık gösterebilir. Mao Zedong liderliğindeki Çin Komünist Partisi, 1949 yılında iktidarı ele geçirerek Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu.
@@@@@-
Çinde komünizmin kuruluşunda ne gibi tepki görmüş ve buna karşı nasıl bir baskı uygulanmıştır?
Komünizmin kuruluş döneminde farklı ülkelerde farklı tepkilerle karşılaştı. Birçok ülkede, komünist fikirler ve hareketler hükümetler ve diğer toplumsal gruplar tarafından ciddi bir tehdit olarak görüldü. Bu nedenle, komünizme karşı çeşitli baskılar uygulandı.
Özellikle Soğuk Savaş döneminde, komünizme karşı yaygın bir anti-komünist propaganda ve baskı dönemi yaşandı. Birçok ülkede, komünist partilere, liderlere ve destekçilere karşı gözaltılar, tutuklamalar ve yargılamalar gerçekleştirildi. Ayrıca, komünist yayınlar ve etkinlikler sıkı bir şekilde denetlendi veya yasaklandı.
Bazı ülkelerde, komünistler siyasi arenada baskı altında tutulurken, diğer ülkelerde komünist hareketlere silahlı müdahalelerde bulunuldu. Soğuk Savaş döneminde ABD liderliğindeki Batı bloku ile Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu bloku arasındaki ideolojik çatışma, bu baskıların artmasına neden oldu.
Ancak, tüm ülkelerde aynı derecede baskı uygulanmadı ve komünist hareketler farklı dönemlerde farklı oranlarda etkili olabildi. Tarihsel ve coğrafi bağlamlar, tepkilerin ve baskıların yoğunluğunu etkiledi.
%%%%%%%
Rusyada komünizmin uygulanmasında halktan ne gibi tepkiler gelmiş ve onlara ne gibi muameleler yapılmıştır?
Rusya’da komünizmin uygulanması sırasında, farklı dönemlerde halktan çeşitli tepkiler görmüş ve bu tepkilere farklı şekillerde yanıt verilmiştir. Devrim sonrası dönemde, komünist rejim halka toprak reformları, eğitim ve sağlık hizmetlerinin ücretsiz sağlanması gibi vaatlerde bulunmuş olsa da, bu vaatlerin gerçekleşmesi zaman alabilirdi ve halk arasında sabır azalmıştı.
Başlangıçta, bazı kesimler komünist rejimi desteklerken, diğerleri ise muhalefet gösterdi. Özellikle köylü sınıfı, toprak reformlarının uygulanması sırasında karışık duygular yaşadı. Topraklarının kamulaştırılması, bazı köylülerin hoşnutluğuna sebep olurken, diğerleri bunun zararlı olduğunu düşündü.
Komünist rejim, muhalefeti bastırmak için sert önlemler aldı. Halk arasında olan bitenler hakkında özgürce konuşma, basın özgürlüğü ve siyasi özgürlükler kısıtlandı. Halkın muhalefetini bastırmak için zorlayıcı yöntemler ve hatta şiddet kullanıldı. Bu durum zamanla toplumsal hoşnutsuzluğa yol açtı.
Stalin dönemi özellikle sert önlemlerle bilinir. Büyük Tehcir ve Holodomor gibi trajik olaylar, halkın komünist rejime karşı büyüyen hoşnutsuzluğunu artırdı. İnsanların ifade özgürlüğü daha da sınırlanırken, muhaliflerin sindirilmesi için baskı ve korkutma yöntemleri kullanıldı.
Sonuç olarak, komünizmin uygulanması sırasında Rus halkının tepkileri karmaşıktı ve zaman içinde değişti. Rejim, destek bulduğu kadar muhalefetle de karşılaştı ve muhalifleri bastırmak için sert önlemler aldı. Bu dönemin toplumsal ve siyasi karmaşıklığı oldukça geniş bir yelpazede yaşanan tepkilerle şekillendi.
Türkiye’de inkilapların yapılmasında ne gibi tepkiler olmuş ve onlara karşı nasıl karşılık verilmiştir?
Türkiye’de inkılapların yapılması sürecinde çeşitli tepkiler olmuştur. Bazı kesimler inkılapları olumlu bir şekilde desteklerken, bazıları ise eleştiri ve karşıtlık göstermiştir.
Örneğin, Cumhuriyet’in ilanı ve laiklik ilkesinin kabulü gibi önemli inkılaplara karşı dini ve geleneksel değerlere bağlı olan kesimler tepki göstermiş ve bu değişikliklere karşı çıkmışlardır. Aynı şekilde, özellikle köklü değişiklikler getiren inkılaplar, toplumun farklı kesimlerinde karışık tepkilere yol açmıştır.
Tepkilere karşılık olarak ise Türkiye’deki yönetim, genellikle reformların savunucularıyla iş birliği yaparak ve toplumu ikna ederek tepkilere cevap vermiştir. Ayrıca, eğitim ve medya gibi alanlarda yapılan düzenlemelerle halkın inkılaplara olan anlayışı ve desteği artırılmaya çalışılmıştır.
Bu süreç boyunca, inkılapların getirdiği değişiklikler ve toplumsal dönüşümler, zamanla daha geniş bir kabul görmüş ve Türkiye’nin modernleşme yolunda ilerlemesine katkı sağlamıştır.
%%^%^^
Türkiye’de 1925-1950 yıllarında ne gibi baskılar uygulanmıştır?
Türkiye’de 1925-1950 yılları arasında çeşitli politik ve sosyal baskılar yaşanmıştır. Özellikle İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde (1938-1950), çok partili siyasi sisteme geçişin olmaması ve CHP’nin tek parti yönetimi, muhalefetin kısıtlanmasına yol açmıştır. Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı yıllarında nötr kalma politikası ve savaşın getirdiği zorluklar da baskıları artırmıştır. Bu dönemde bazı siyasi ve toplumsal gruplar üzerinde sansür, gözaltılar ve yargısız infazlar gibi baskı yöntemleri kullanılmıştır.
%%%%%%%%
Türkiye’de 1925-1950 yıllarında dini alanda ne gibi baskılar uygulanmıştır?
Türkiye’de 1925-1950 yılları arasında dini alanda çeşitli baskılar yaşanmıştır. Özellikle 1920’lerin sonlarından itibaren başlayan dini reformlar ve laikleşme politikalarıyla birlikte, tarikatların kapatılması, din eğitiminin düzenlenmesi ve dinin kamusal alandaki etkisinin sınırlandırılması gibi önlemler alınmıştır. 1925’te Şeyh Said İsyanı’nın ardından tarikatlar kapatılmış, 1928’de Latin alfabesine geçilerek din eğitimi değişmiş, 1937’de Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak devlet denetimine alınmıştır. Bu dönemde camilerde hutbeler devlet kontrolünde verilmiş ve din eğitimi daha fazla devlet müdahalesine açık hale gelmiştir.
%%%%%%%%
1980 öncesi kanunun 163 maddesi ile dini alanda ne gibi baskılar yapılmış ve uygulanmıştır?
1980 öncesi Türkiye’de Kanunun 163. maddesi, dini alanda çeşitli baskıların ve uygulamaların merkezinde yer aldığı bir döneme işaret eder. Bu madde, dini öğretim ve faaliyetleri düzenlemek amacıyla kullanılmıştır. Bu dönemde:
Dini Eğitim Kontrolü: Kanunun 163. maddesi, dini eğitim kurumlarına devlet kontrolü sağlama amacıyla kullanıldı. Bu durum, dini eğitim veren kurumların devlet tarafından denetlendiği ve içeriğinin belirlendiği bir düzenlemeyi içeriyordu.
Dini Yayınlar ve Faaliyetler: Kanun, dini yayınları ve faaliyetleri düzenlemek için kullanıldı. Devlet, dini yayınların içeriğini denetlemekte ve dini faaliyetleri düzenlemekte yetkiliydi. Bu durum, dini grupların faaliyetlerini kısıtlayan bir etki yaratabilirdi.
Cemaat ve Tarikatlar: Kanun, cemaat ve tarikatların faaliyetlerini sınırlayıcı bir şekilde kullanıldı. Bu dönemde cemaat ve tarikatların etkinlikleri kontrol altına alınmaya çalışıldı ve devlet denetimine tabi tutuldu.
Dini Liderlerin Rolü: Kanun, din adamlarının ve liderlerinin faaliyetlerini sınırlamaya yönelik bir rol oynadı. Devlet, din adamlarının faaliyetlerini izleyebilir ve gerektiğinde sınırlayabilirdi.
Dini İfade ve Kıyafet Özgürlüğü: Kanunun 163. maddesi, dini ifade ve kıyafet özgürlüğünü de sınırlayabilirdi. Dini sembollerin ve ifadelerin kamusal alanda kullanımı denetime tabi tutulabilirdi.
Tüm bu durumlar, dini özgürlüklerin kısıtlandığı ve devletin dini alandaki faaliyetleri denetlemek ve kontrol etmek amacıyla kullanıldığı bir döneme işaret eder. Ancak 1980 sonrasında Türkiye’de birçok konuda liberalleşme ve reformlar yaşandı, bu da dini özgürlüklerin genişlemesine ve kanunların değişmesine yol açtı.
%%%%%%^
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulup inkilapların yerlestirilmesinde Atatürk ne gibi dini alanda baskı ve yaptırımlarda bulunmuştur?
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve inkılapların yerleştirilmesi sürecinde laiklik ilkesini vurgulayarak, dinin devlet işlerine karışmasını engellemeye çalıştı. Bu çerçevede bir dizi adım attı:
Şer’i Mahkemelerin Kaldırılması: 1924 yılında Şer’iye ve Evkaf Vekaleti (Din ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırıldı. Şer’i mahkemelerin yerine sivil mahkemeler kuruldu.
Laik Eğitim Sistemi: Din eğitimi ile devlet eğitimini ayırmayı amaçlayan bir eğitim reformu gerçekleştirildi. 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün eğitim kurumlarının devlet denetimine alınması ve din eğitiminin düzenlenmesi sağlandı.
Şapka Kanunu: 1925 yılında kabul edilen bu kanun, geleneksel olarak giyilen fes yerine herkesin aynı tarzda şapka giymesi gerektiğini belirtiyordu. Bu, dini sembollerden birini kaldırmayı amaçlayan bir adımdı.
Takvim ve Saat Reformu: 1926’da Hicri takvim yerine miladi takvimi kabul etti. Ayrıca 1931’de saatleri değiştirerek, takvimi sadece miladi takvime göre düzenlemeyi amaçladı.
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması: 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verildi. Bu manevi liderlik sağlayan yerlerin kapatılmasıyla dinî otoritenin zayıflatılması amaçlandı.
Lâik Anayasalar: 1924 ve 1961 anayasalarında laikliği vurgulayan maddeler yer aldı. 1928’de ise Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesiyle dini kullanarak halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suç sayıldı.
Atatürk’ün amaçları arasında dinin özel bir alana çekilmesi ve devlet işlerinden ayrılması vardı. Bu adımlar bazı kesimler arasında destek bulurken, bazı kesimlerde eleştirilere yol açtı. Dinî alanda uygulanan baskı ve yaptırımlar, laik devlet yapısının oluşturulması amacı doğrultusunda atılan adımlar olarak değerlendirilir.
%%%%%%%%
Harf inkilabının topluma getirdiği olumsuzluklar nelerdir?
Harf inkılabının topluma getirdiği olumsuzluklar arasında, geleneksel yazı sisteminden kopma ve geçiş sürecinde yaşanan zorluklar, okuma-yazma becerisine erişimdeki eşitsizlikler, dilin sadeleştirilmesiyle kültürel zenginliğin kaybı gibi faktörler yer alabilir. Ancak, bu konuda daha fazla detay ve örnek vermeniz mümkün olabilir.
*Harf inkilabının topluma getirdiği olumsuzlukları detaylandırıp örnekler verebilir misiniz
Elbette, işte harf inkılabının topluma getirdiği olumsuzlukları daha detaylı bir şekilde açıklamış ve örneklerle desteklemiş halde:
Geleneksel Yazı Sisteminden Kopma: Harf inkılabıyla birlikte Osmanlıca yerine Latin alfabesi kullanılmaya başlandı. Bu durum, yaşlı nesillerin yeni yazı sistemine adapte olma konusunda zorluklar yaşamasına neden oldu. Özellikle bu dönemde yetişmiş olan bazı kişiler, Latin alfabesini öğrenmekte zorlanmış ve iletişimde sıkıntılar yaşamış olabilir.
Eğitim Eşitsizliği: Harf inkılabının ardından okuma-yazma becerisi kazanmak, özellikle kırsal bölgelerde ve ekonomik olarak dezavantajlı gruplarda daha yavaş gerçekleşti. Bu da toplum içinde okuma-yazma eğitimine erişimde eşitsizlikleri artırabilir. Örneğin, kırsal bölgelerdeki çocuklar, şehirdeki çocuklara kıyasla okuma-yazma konusunda daha fazla güçlük yaşayabilir.
Kültürel Zenginliğin Kaybı: Harf inkılabıyla birlikte dil sadeleştirilmiş ve Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yerini Türkçe kökenliler almıştır. Bu durum, eski metinlerin anlaşılmasını zorlaştırdığı gibi, geleneksel kültürel zenginliğin de kaybedilmesine yol açmış olabilir.
Yabancı Kelimelerin Baskınlığı: Latin alfabesi ve sadeleştirilmiş dil, yabancı kelimelerin Türkçe içinde daha baskın hale gelmesine neden olabilir. Bu da dilin özgün yapısının ve kimliğinin kaybolmasına yol açabilir. Örneğin, bazı teknik terimlerde yabancı kökenli kelimeler kullanılmasıyla, dilin özgünlüğü zedelenebilir.
Yazılı Mirasın Azalması: Harf inkılabı sonrası, eski el yazmaları ve Osmanlıca metinlere olan erişim zorlaştı. Bu da tarih, kültür ve bilim alanlarında araştırma yapmayı güçleştirebilir ve yazılı mirasın azalmasına yol açabilir.
Karmaşık Çeviri Süreçleri: Harf inkılabı sonucunda ortaya çıkan farklı yazı sistemleri, çeviri süreçlerini karmaşıklaştırmış olabilir. Özellikle tarihi metinlerin çevirisinde anlam kaybı yaşanabilir.
Bu olumsuzluklar, harf inkılabının toplum üzerindeki etkilerini açıklamaktadır. Ancak, harf inkılabının getirdiği olumlu yönler ve modernleşme sürecine katkıları da dikkate alınmalıdır.
%%%%%%%%%
Hilafetin kaldırılmasının getirdiği olumsuzluklar nelerdir?
Halifeliğin kaldırılmasının bazı olumsuz etkileri olmuştur. Bu etkiler arasında kültürel ve siyasi değişiklikler, toplumsal bölünmeler, yönetim boşluğu ve dini liderlik eksikliği sayılabilir. Ancak, bu konuda daha fazla detay vermek için tarihsel ve bölgesel bağlama ihtiyaç duyarım. Hangi dönemi ve bölgeyi kastediyorsunuz?
*Hilafetin kaldırılmasının getirdiği olumsuzlukları detaylandırıp ve özellikle Türkiye’ye verdiği zararları açıklar mısınız
Türkiye’de 1924 yılında halifeliğin kaldırılması, birçok siyasi, kültürel ve toplumsal etkiye yol açmıştır. İşte bu kararın Türkiye’ye getirdiği bazı olumsuzluklar:
Siyasi Karışıklık: Halifelik kaldırıldığında Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki siyasi ve dini liderliği temsil eden bir unsur da kaybedildi. Bu, siyasi istikrarsızlığa ve farklı görüşler arasında çatışmalara yol açabilir.
Dini Liderlik Eksikliği: Halife, Müslüman dünyasının dini lideri olarak kabul ediliyordu. Halifeliğin kaldırılmasıyla bu dini liderlik boşluğu ortaya çıktı. Bu, Müslüman toplulukları bir arada tutan bir sembolün kaybına neden oldu.
Toplumsal Bölünme: Halifelik, Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı etnik ve dini gruplarını bir araya getiren bir faktördü. Halifeliğin kaldırılması, bu gruplar arasındaki bölünmeyi artırabilir ve toplumsal dengesizlikleri tetikleyebilirdi.
Dini ve Kültürel Değişiklikler: Halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte Türkiye, laik bir devlet yapısına geçiş yaptı. Bu, dini kurumların devletle bağını zayıflattı ve Türkiye’nin daha seküler bir kimlik kazanmasına neden oldu. Ancak, bu durum bazı kesimlerde dini ve kültürel değerlerin zayıflamasına yol açtı.
Kimlik ve Kimlik Kaybı: Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte, Türkiye yeni bir ulusal kimlik inşa etme sürecine girdi. Bu süreç bazı insanlar için kimlik kaybına veya kimlik bunalımına neden olabilir.
Siyasi İslam ve Radikalleşme: Halifelik, İslam’ın siyasi boyutunu temsil ediyordu. Halifeliğin kaldırılması, bazı kesimlerde siyasi İslam’ın güçlenmesine ve radikalleşme eğilimlerinin artmasına neden olabilir.
Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra, halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte Türkiye’de modernleşme ve demokratikleşme çabaları da hız kazandı. Bu süreçte laiklik ilkesi vurgulandı ve yeni bir siyasi, kültürel ve toplumsal dönüşüm başladı.
&&&&&&&&
Bizler hilafetin kaldırılmasıyla maddi ve manevi ne gibi kayıplar yaşadık?
Hilafetin kaldırılmasının Türkiye üzerindeki maddi ve manevi etkileri farklı perspektiflere göre değerlendirilebilir:
Maddi Kayıplar:
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki toprak kayıpları ve ekonomik zorluklarla mücadele ediyordu. Halifeliğin kaldırılması, devletin dini liderlik konumunu kaybetmesi anlamına geldi ancak bu durumun doğrudan maddi kayıplarla ilişkisi daha zayıf olabilir.
Manevi Kayıplar:
Halifelik, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki siyasi ve dini otoriteyi temsil ediyordu. Bu nedenle, halifeliğin kaldırılması bazı insanlar için manevi bir kayıp olarak algılanabilir. İslam’ın siyasi lideri olarak kabul edilen halife, Müslüman topluluklar arasında bir birlik sembolüydü ve kaldırılması bu birliği zayıflatabilir.
Türk milletinin kimliği ve tarihine bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu ve halifelik dönemi önemli bir rol oynamıştır. Bu nedenle, halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte Türk toplumunda bazı kesimlerde manevi bir bağın zayıfladığı düşünülebilir.
Ancak bu konuda farklı görüşler ve değerlendirmeler olabilir. Kimi insanlar halifeliğin kaldırılmasını modernleşme ve demokratikleşme çabalarının bir parçası olarak görüp olumlu bir adım olarak değerlendirebilirken, kimileri de manevi ve tarihsel bağların kopmasını olumsuz bir gelişme olarak algılayabilir.
%%%%%%^
İstiklal mahkemeleri niçin kuruldu ve ne kadar alım ve vatandaş asıldı?
İstiklal Mahkemeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde, Milli Mücadele’nin ardından ülkenin iç düzenini sağlamak amacıyla kuruldu. Bu mahkemeler, özellikle işgalcilere ve içerideki isyancılara karşı hızlı ve etkili bir şekilde adalet sağlama amacı güdüyordu. Ancak zaman içinde bu mahkemelerin yargılama yöntemleri ve sonuçları bazı eleştirilere yol açtı.
Ne kadar kişinin asıldığına dair kesin bir sayı vermek zor olabilir, çünkü kaynaklar arasında farklılıklar olabilir. Ancak, yüzlerce kişinin idam edildiği tahmin edilmektedir. İstiklal Mahkemeleri’nin yargılamaları ve sonuçları, tarihçiler ve araştırmacılar arasında hala tartışmalı bir konudur. Daha fazla ayrıntı için güvenilir tarih kaynaklarına başvurmanızı öneririm.
“(Günaha batmış) ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helâk etmiş veya onları çetin bir şekilde azaba uğratmış olacağız. Bu, kitapta yazılıdır.” [1]
1445 sene önce ahirzaman ve Peygamberimizde ahirzaman peygamberi olursa;
1445 sene sonra olan şu zaman elbette ahirinde ahiri olur.
Geçmiş kavimlerdeki toplu helake karşılık, zamanımızda köy, karye, belde,kasaba, şehir,devlet ve devletler olarak; ya deprem, ya yangın,ya sel ve fırtına gibi afetlerle gerçekleşmektedir.
“ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ:
Cenab-ı Hak musibetleri veriyor, belaları musallat ediyor. Hususan masumlara, hattâ hayvanlara bu zulüm değil mi?
Elcevab:
Hâşâ! Mülk Onundur. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hem acaba: San’atkâr bir zât, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp gayet san’atkârane yaptığı murassa’ bir libası sana giydiriyor, hünerini, meharetini göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor.. seni oturtuyor, kaldırıyor. Sen ona diyebilir misin ki: “Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana, oturtup kaldırmakla zahmet verdin”? Elbette diyemezsin. Dersen, divanelik edersin. Aynen öyle de: Sâni’-i Zülcelal göz, kulak, lisan gibi duygularla murassa’ gayet san’atkârane bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder, susuz eder.. bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i esmasını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor. Sen eğer desen: “Beni ne için bu mesaibe mübtela ediyorsun?” Temsilde işaret edildiği gibi, yüz hikmet seni susturacak. Zâten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücuddur, hayırdır. Hayat, harekâtla kemalâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki eder. Hayat cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.”[2]
“Üçüncü nokta : Ayette vardır: “Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlumlar da içinde yanar.” (Enfal Suresi: 25.) Çünkü, musibet-i ammeden masumlar harika bir tarzda, yangın içinde selamette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i ammede masumlar da bela çekerler.” [3]
“[Şefkat yüzünden, esasat-ı İslamiyenin haricindeki bid’at ve dalâlet yollarına sapanları çeviren bir hakikattır.]
Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmetenli’l-Âlemîn zâtın (a.s.m.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir.
Meselâ, kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur’an’ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azimini inkâr ve tekzip olduğu gibi, bir zulm-ü azim ve gayet derecede bir merhametsizliktir.
Çünkü masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.
Risale-i Nur’da kat’iyetle ispat edilmiş ki, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azimdir ve rahmetin ref’ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hatta, deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, “İstirahatimizin selbine sebep oldular” diye rivayet-i sahiha vardır.
O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkata lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman masumlar da yanarlar; onlara acımak olmuyor. Fakat, cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.
Bir zaman, eski Harb-i Umumîde, düşmanların ehl-i İslama ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim.
Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belalara mukabil rahmet-i İlahiyenin hazinesinden öyle mükâfâtları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, “Ya Rabbi, şükür elhamdü lillâh” diyeceklerini bildim ve kat’î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum.”[4]
Günahıyla sevabıyla dünyadan Hüseyin Atay’da göçtü.
Allah amelince muamele etsin.
Merhum Hüseyin Atay belli ki herkeste bir iz ve de bir yara bırakmış.[1]
1984 yılında Ali Bardakoğlu hoca Hüseyin Atay’ı sadece son sınıf öğrencilerine konferans vermek üzere Ankara’dan Kayseri’ye davet etmişti.
Bize de ısrarla; sessizce dinleyip, itirazda bulunmamayı ve de soru sormamayı tenbih etmişti.
Yüzlerce öğrenci ve akademisyenler pür dikkat dinliyorduk.
Çok seri konuşuyordu.
Bir ara, Riyazus Salihin Hadis kitabının sahibi İmamı Nevevi Hazretleri için;
İmamı Nevevi gibi bilmem ne heriflerin yazdıkları eserlerden dolayı insanların araştırmasının önü kapandı, dedi.
Birden ben ayağa kalkıp kendisine cevap verecektim ancak sol yanında ayakta uslu bir talebe gibi bekleyen Bardakoğlu, sinirli ve kızgın bir şekilde oturmamı söyledi.
Aslında bende kendisine şunu soracaktım;
Sizde Arapçadan Türkçe ‘ye yaptığınız çeviri ve yazdığınız kitaplardan dolayı bizlerin araştırmasını engellediniz diye, bizde size mi hakaret edelim?
-Yine aykırı bir görüşte daha bulunmuş, salonun öbür başında bulunan Hadis hocamız muhterem Selahattin Polat’ta bir çıkışta bulunmuştu.
Ona da yanında bulunan arkadaşları müdahale ederek susturmuşlardı.
@@@@@##
Merhumu Chatgpt–ye sorduk;
Hüseyin Atay’ın ehli sünnete aykırı görüşleri nelerdir
Hüseyin Atay’ın ehli sünnete aykırı olduğu iddia edilen bazı görüşleri şunlar olabilir:
1. İslam diniyle ilgili bazı önemli konularda yorumlarının radikal ve muhalif olduğu iddia edilir. Örneğin, İslam’ın kadına verdiği hakları sınırlayan veya İslam’ın eşitlikçi prensiplerine aykırı olduğu söylenen görüşleri vardır.
2. Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinin doğru yorumlandığını iddia eder ve bunlar üzerinde kendi yorumlarını yapar. Bu da ehli sünnete aykırı olduğu düşünülür.
3. Hüseyin Atay bazen İslam tarihinde yaşanan bazı olayları veya İslam peygamberinin hayatını eleştirici şekilde yorumladığı iddia edilir. Bu da ehli sünnete aykırı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
4. Bazı konularda geleneksel İslam hukukuyla ilgili farklı görüşler savunduğu iddia edilir. Örneğin, ceza hukuku veya miras hukuku gibi konularda farklı yorumlara sahip olabilir.
Bu görüşler üstünlükle eleştiri, yorum ve algılamalardan ibarettir ve Hüseyin Atay’ın düşüncelerini tam olarak yansıtmayabilir. Ehli sünnete aykırı olduğu iddia edilen görüşler çeşitli kaynaklardan öğrenilebilir. En doğru ve sağlıklı bilgiyi ise Hüseyin Atay’ın eserlerinden veya kendisinin açıklamalarından edinmek daha doğru olacaktır.
BABA OLMAK
İnsan, Rabbimiz tarafından Ruhlar aleminde yaratılır, sonra o Ruh anne karnında cenine verilir, doğum, çocukluk, gençlik, olgun yaş arkasından artık geri dönüş başlar, irade kısılır, güç azalır, kan ve can yavaş -yavaş her ay ve yıl bir öncesine göre geriler çekilir. Babalar ve analar çocukları üzerine titrer soğuktan yelden sıcaktan haşerattan hastalıktan korumak için gece gündüz demez çalışır, didinir. Nihayet okul çağı gelir en iyi okulda okutayım en iyi yedireyim, en iyisini giydireyim diye analar babalar çırpınır didinir durur. Okul biter, iyi bir işe sokayım diye çabalanır-çırpınılır.İyi iş bulunur bu sefer de iyi bir eş arayışı başlar, Peşinden torunlar olur, onların peşine koşulur. Hele günümüz şartlarında hele kadın ve erkek çalışıyorsa torunların büyümesi okuması her türlü hayat zorluklarıyla boğuşmak ana babanın üzerinde ağır bir yük olarak devam eder.
Nihayetinde görülür ki bu dünya rahatça yaşamak için gelinilen bir yer değil.Müslümanca bir hayat sürülüyorsa anlaşılır ki;” Allah Resulü şöyle buyururlar: “Dünyada rahat yoktur.”
Bu genel bir kaidedir. Dünya rahat yeri değil, çalışma ve yorulma yeridir. “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadis-i şerifi de aynı manayı ders verir: Tarlada rahat yoktur.
Daima huzur içinde ve sıhhatli yaşayan, ne kendisi ne sevdikleri hiçbir dert çekmeyen, yorulmayan, ihtiyarlamayan bir insan düşünülemez. O halde dünyanın yapısında rahat yoktur. Bu bütün insanlar için böyledir; mümin kâfir farkı yoktur. Bununla birlikte, dünya nimetlerinden istifade ederek bir derece refah içinde yaşayan bir kâfirin bu hali, ahirette çekeceği ebedî azapla mukayese edildiğinde bir cennet gibi görünür.
Müminin bu dünyada çektiği sıkıntılar ise, cennetteki ebedî saadetine nispetle cehennem gibi olur.“Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü’mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten).”
“Bediüzzaman Hazretleri iki dünyada da mesut olmanın yolunu şöyle gösteriyor:“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”
Bu süreçte her ne kadar ana baba beraber koştursa beraber mücadele etse de, Babalar çoğu zaman yükü esas omuzlayandır. Ailede; bayat ekmekleri tüketmek meyvelerin zayi olacaklarını seçip yemek, eski yemekleri önce tüketmek, çocuklardan kalan giysiler zayi olmasın diye yeni elbise ayakkabı giyememek yine sessiz kahraman olan babanın görevidir. Ben babamın 7 çocuğu yetiştirirken sessiz çırpınmalarını içime kadar hisseden biriyim. Ailenin her birine elbise, ayakkabı, harçlık, okul masrafları, evlilik yaşına gelince everme telaş ve yükü babamın belini büken yüklerdi. Hiç unutmuyorum Bize okul harçlığı yetiştirebilmek için gece yarılarına kadar tarla sular, güzden kışa soba yapar, biz rahatça uyurken o birkaç saat uyku ile soba yapar siparişini aldığı müşterisine yetiştirir bize harçlık ev ihtiyaçlarına para çıkarırdı. Eğer ellerini yumruk yapıp başını o ellere koymuşsa bil ki babamın bir sıkıntısı var ama söyleyemez. Bazen de sebepsiz öfkesinden anlaşılırdı bizimle ilgili bir sıkıntısı var o yükün altında bocalıyor.
Rabbimizin kanunu bir gün gelir o babalar da artık ihtiyarlar güçten düşer, her ay bir önceki ayı aratır. O, 300 kg çuvalı taşıyan kahraman artık zamanla 5 kiloyu hatta 2 ekmeği taşıyamaz hale gelir. Artık o evlatlara muhtaç hale gelmiş, görev evlatlara geçmiştir. Eğer O baba evlatları Rabbimizin rızası dairesinde yetiştirmiş, evlat dünyevi ve gayrı ahlakı cereyanlara, çevrelere kapılmamış dini terbiyesini iyi almışsa görevin artık kendisinde olduğunu bilir. Kurân ve sünnetten aldığı telkinatla o devin yıkılışına göz yumamaz görevin kendisinde olduğunu bilir. Rabbimizin bu konuda emirleri; Kur’anı kerimde anne ve babanın haklarına çok önem verilmiştir. Dolayısıyla Kur’anı kerimin birkaç ayetinde Allaha şirk koşma anlayışı nehiy edildikten hemen sonra anne ve babaya iyilik ve güzellik yapılmasına dikkat çekilmiş ve bu yönde emir verilmiştir. Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyilik yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara “Öf!” bile deme, onları azarlama, onlara gönül alıcı tatlı ve güzel söz söyle!
Efendimizin(s.a.v) sünnetine göre; Anne babasına bakmıyanın hali çok kötü, mesela; bir defasında öfkeli bir şekilde üç defa: “Yazıklar olsun o kimseye.” dediler. Ashab-ı Kirâm: “Kimdir o? Ey Allah’ın Resûlü” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: “Ana-babası veya bunlardan biri yanında ihtiyarladığı hâlde, Cennet’e giremeyip Cehennem’e giden kimseye.”
Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle buyurur: “Evet dünyada en yüksek hakikat, peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünki onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlâdlarının hayatı için feda edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılab etmemiş herbir veled; o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmektir. “İşte o mübarek ihtiyarların vücutlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek, ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır bil, ayıl! Evet hayatını senin hayatına feda edenin zeval-i hayatını arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!”
Nihayetinde evlatlar bu anlayış ve kültürde yetişmişlerse Baba ve anaların yatakta o çaresiz bakışlarına kayıtsız kalamaz, Rabbinden aldığı emirle, Peygamberinin sünnetine uygun, Velilerden gördüğü örneklerle artık görevin kendisinde olduğunu bilir fedakarane sadıkane vefadarane babasının imdadına koşar vefa borcunu öder evlatlık görevini yapar inşallah Rızayı ilahiye ulaşır.
Ya bir evlat İslam ahlakıyla yetişmemişse günümüzde çok örneklerde görüldüğü gibi çok yazık o düşkün ana-babaların haline Allah yardım etsin.
Tabi burada konumuz Baba olduğu için genelde babadan, baba hakkından bahsettik ama ana hakkı daha önce geliyor, o başka bir çalışma ve makale konusu olabilir.
Rabbimiz çocuklarımızı İslam ahlakıyla yetiştirmeyi, Hayrul halef olmalarına vesile olmayı, birlikte rızasını ve cennetini kazanmayı nasip etsin. Üstad Bediüzzamanın duasıyla; “Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et, Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli ve Ona yalvarmayı ve duamızın kabulünü nasip etsin. 31/08/2023
Mustafa Güneş
Pentagonun kuruluş amacı ve faaliyetleri nelerdir?
Pentagon, Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı’nın merkezi olarak bilinen ve ABD ordusunun yönetimi, planlaması ve operasyonel faaliyetlerinin koordinasyonunu sağlayan bir binadır. Pentagon’un kuruluş amacı ve faaliyetleri şunları içerir:
Savunma stratejilerinin oluşturulması: Pentagon, ABD’nin savunma politikalarının oluşturulmasına öncülük eder. Savunma stratejileri, ulusal çıkarlar doğrultusunda tehditleri tespit etmeyi, kaynakları yönlendirmeyi ve güvenlik politikalarını belirlemeyi amaçlar.
Savunma bütçesinin yönetimi: Pentagon, ABD ordusunun bütçesini yönetir ve kaynakların etkili bir şekilde kullanılmasını sağlar. Savunma bütçesi, askeri personel maaşları, ekipman ve teknoloji geliştirme, tesis inşası ve bakımı gibi çeşitli alanlara ayrılır.
Ordu ve askeri birimlerin yönetimi: Pentagon, ABD ordusunun yönetimi ve kontrolü için birçok büro, ofis ve departmana ev sahipliği yapar. Bu birimler arasında Genelkurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri Birlikleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri İdari İşler Ajansı gibi önemli yapılar bulunur.
Savunma stratejilerinin uygulanması: Pentagon, belirlenen savunma stratejilerinin uygulanmasını ve operasyonel faaliyetlerin koordinasyonunu sağlar. Bunlar arasında askeri operasyonlar planlama, lojistik destek sağlama, istihbarat toplama ve tehditlerle mücadele etme gibi faaliyetler yer alır.
Savunma politikaları ve düzenlemelerinin oluşturulması: Pentagon, savunma politikaları ve düzenlemelerinin oluşturulmasına katkıda bulunur. Bu politikalar ve düzenlemeler, askeri personele yönelik kurallar, askeri ekipmanın kullanımıyla ilgili yönergeler ve uluslararası anlaşmalara uyum gibi konuları kapsar.
Pentagon, ABD ordusunun merkezi bir karargah olarak faaliyet göstererek ülkenin savunma ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik stratejilerin belirlenmesi ve uygulanmasını sağlar. Aynı zamanda, uluslararası ittifak ve iş birliklerine dayalı olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal güvenlik politikalarının yürütülmesine yardımcı olur.
%%%%%%%
Pentagon İslam ülkeleri ve liderleri üzerinde ne gibi darbeye ve rejim değişikliğine yönelik faaliyetlerde bulunmuştur?
Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı), geçmişte İslam ülkeleri ve liderleri üzerinde darbe ve rejim değişikliğine yönelik çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. İşte bazı örnekler:
İran (1953): ABD, İran’da demokratik olarak seçilen Başbakan Muhammed Musaddık’ın yerine Şah Rıza Pehlevi’yi getirmek için CIA tarafından desteklenen bir darbe düzenlemiştir. Bu darbenin amacı, ABD’nin İran petrol endüstrisine kontrol sağlamak ve Sovyet yayılmasını önlemektir.
Irak (2003): ABD liderliğindeki koalisyon güçleri, yanlış istihbarat bilgilerine dayanarak Saddam Hüseyin rejimine karşı askeri müdahalede bulunmuş ve Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle sonuçlanan bir savaş başlatmıştır.
Libya (2011): ABD, NATO koalisyonuyla birlikte Libya lideri Muammer Kaddafi’yi devirmek için askeri operasyonlara katılmıştır. Bu operasyon sonucunda Kaddafi, ayaklanma tarafından öldürülmüş ve Libya’da rejim değişikliği gerçekleşmiştir.
Afganistan (2001): ABD, Taliban rejimini devirmek için Afganistan’a askeri müdahalede bulunmuştur. Bu müdahale, 11 Eylül saldırılarının ardından gerçekleşmiş ve Taliban rejimi devrildi.
Mısır (2011): Pentagon, Mısır lideri Hüsnü Mübarek’in devrilmesi sırasında rol oynamıştır. Mısır halkının devrim talepleri üzerine ABD, Mübarek’e olan desteğini çekmiş ve rejim değişikliği gerçekleşmiştir.
Bu sadece birkaç örnektir ve Pentagon’un İslam ülkeleri ve liderleri üzerindeki faaliyetleriyle ilgili daha fazla bilgi bulunmaktadır. Ancak bütün bu faaliyetlerin sonuçları tartışmalıdır ve bazıları istikrarsızlık, iç savaşlar ve terörizm gibi sorunlara yol açmıştır.
&&&&&&&&
Pentagon Türkiye’deki darbelerde ne gibi etki ve etkinliklerde bulunmuştur?
Pentagon’un Türkiye’deki darbelerdeki etki ve etkinlikleri, genellikle darbe teşebbüslerini ve darbecileri teşhis etme, darbelerin sonuçlarını değerlendirme ve darbeden sonraki dönemde Türk hükümetiyle ilişkileri yönlendirme gibi alanlarda odaklanmıştır.
Örneğin, 1960 darbesinde Pentagon, Türk ordusunun içindeki darbecileri desteklemeye çalışmış ve darbenin başarılı olmasından sonra yeni hükümet ile ilişkilerini düzeltmeye çalışmıştır. Benzer şekilde, 1971 ve 1980 darbelerinde de Pentagon, darbe teşebbüslerinin sonuçlarını değerlendirmiş ve darbeden sonra Türk hükümetiyle ilişkilerini sürdürmeye çalışmıştır.
Ancak, 2016’daki başarısız darbe girişimi olan 15 Temmuz’da Pentagon’un etkisi ve etkinliği daha karmaşık bir hal almıştır. Darbe girişimi sonrasında Türk hükümeti, ABD’yi darbenin planlamasında ve desteklenmesinde dolaylı olarak rol oynamakla suçlamıştır. Pentagon ise bunu reddetmiş ve darbe karşıtı bir duruş sergilemiştir. Darbe girişimi sonrasında Türk-Amerikan ilişkileri gerilmiş ve ABD’li yetkililer ile Türk hükümeti arasında karşılıklı suçlamalar ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak, Pentagon’un Türkiye’deki darbelere etkisi ve etkinliği darbelerin türüne ve koşullarına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Ancak genel olarak, Pentagon’un darbe girişimlerinin sonuçlarını değerlendirme ve Türk hükümetiyle ilişkileri yönlendirme gibi roller üstlendiği söylenebilir.
%%%%%%%
Pentagon Türkiye’de 15 temmuz 2016 darbe ve işgal girişiminin plan ve uygulanmasında ne gibi aktif rol oynamıştır?
Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensupları tarafından planlanmış ve uygulanmıştır. Bu örgütün ABD’de yaşayan lideri Fethullah Gülen, darbenin arkasındaki isim olarak gösterilmektedir1. Darbe girişimi sırasında ve sonrasında, Türkiye hükümeti ve kamuoyu, ABD’yi FETÖ’ye destek vermekle ve darbeye karışmakla suçlamıştır2. Bu suçlamaların temelinde, Pentagon’un FETÖ’cü askerlere eğitim verdiği, ABD’nin darbe girişiminden önceden haberdar olduğu, darbecilerin ABD’ye kaçmasına izin verdiği gibi iddialar yer almaktadır2. Ancak ABD hükümeti, bu iddiaları reddetmiş ve darbe girişimini kınamıştır2. ABD’nin darbe girişimine ne kadar dahil olduğu konusunda kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Bu konu, Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz etkileyen bir faktör olarak devam etmektedir2
%%%%%^^
15 Temmuz darbe girişimi nasıl gerçekleşti?
15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’de 2016 yılında Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensupları tarafından planlanmış ve uygulanmış bir askeri darbe teşebbüsüdür. Bu girişim, Türk halkının ve güvenlik güçlerinin direnişiyle başarısız olmuştur. 15 Temmuz darbe girişimi nasıl gerçekleştiğine dair ayrıntılı bir cevap vermek için, size web arama sonuçlarımı sunacağım. Bu sonuçlar, farklı kaynaklardan alınmış haberler, makaleler ve analizler içermektedir. Bu sonuçlar arasında seçtiğiniz bağlantılara tıklayarak ilgili sayfalara gidebilirsiniz.
15 Temmuz darbe girişiminin başlangıcı, o gün saat 16.16’da Kara Havacılık Komutanlığı’nda görevli bir subayın MİT’e giderek, FETÖ üyesi askerler tarafından MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın alınması için kuruma saldırı olacağını ihbar etmesiyle oldu1. Bu ihbar üzerine MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı bilgilendirdi ve karargaha davet edildi1. Fidan, karargaha giderek komuta kademesiyle görüştü ve gelen ihbarın daha büyük bir planın parçası olabileceğini söyledi1. Bu sırada darbecilerin planını erkene almaya karar verdikleri ve saat 20.00 civarında harekete geçtikleri anlaşıldı1.
Darbeciler, Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı, MİT, TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi gibi önemli noktaları ele geçirmeye çalıştılar. Ayrıca İstanbul’da da Boğaziçi Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü trafiğe kapattılar. Darbecilerin kullandığı savaş uçakları ve helikopterler, Ankara ve İstanbul’da sivil hedeflere ateş açtılar2. Darbe girişiminin haberinin yayılmasıyla birlikte halk sokaklara çıkarak darbeye karşı direndi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Marmaris’te bulunduğu otelden ayrılarak İstanbul’a geldi. Erdoğan, CNN Türk’te canlı yayına bağlanarak halka meydanlara çıkma çağrısı yaptı2.
Darbe girişimi sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin büyük çoğunluğu darbeye karşı tavır aldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve diğer komutanlar darbeciler tarafından rehin alındılar ancak daha sonra kurtarıldılar2. Darbe girişimine karşı çıkan askerler, polisler ve siviller darbecilerle çatıştılar. Darbe girişimi gece boyunca devam etti ancak sabah saatlerinde tamamen bastırıldı2.
15 Temmuz darbe girişimi sonucunda 251 kişi şehit oldu, 2196 kişi de yaralandı3. Darbe girişimine katılan veya destek veren binlerce asker, polis, yargıç, savcı, akademisyen ve kamu görevlisi gözaltına alındı veya ihraç edildi3. Darbe girişiminin arkasında FETÖ lideri Fethullah Gülen’in olduğu iddia edildi ancak ABD’de yaşayan Gülen’in iadesi henüz gerçekleşmedi3.
15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’nin yakın tarihinde yaşadığı en büyük krizlerden biri olarak kabul edilmektedir. Darbe girişimi, Türkiye’nin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatını derinden etkilemiştir. Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de iki yıl boyunca olağanüstü hal ilan edilmiştir3. Darbe girişimi, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini de etkilemiştir. Türkiye, darbe girişimine karşı yeterli destek vermediğini düşündüğü ABD ve AB ile ilişkilerini gözden geçirmiş, Rusya, İran ve Katar gibi ülkelerle yakınlaşmıştır4.
15 Temmuz darbe girişimi hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Bu sonuçlar, olayın nasıl gerçekleştiği, nedenleri, sonuçları ve etkileri hakkında farklı bakış açıları sunmaktadır. Umarım bu cevap sizin için yararlı olmuştur. ?
1: 15 Temmuz Darbe Girişimi – Vikipedi 2: 15 Temmuz’da ne oldu ve neler yaşandı? Dakika dakika 15 Temmuz darbe girişiminde yaşananlar… – Son dakika haberleri – Sözcü 3: 15 Temmuz darbe girişimi ne zaman oldu? 15 Temmuz darbe girişimi nasıl ve nerede oldu? 15 günü neler yaşandı? – Gazete Vatan 4: 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde neler yaşandı? 15 Temmuz … – Akşam
%%%%%%
Türkiye’de FETÖ’nün etkisi nedir?
Türkiye’de FETÖ’nün etkisi nedir sorusuna cevap vermek için, size web arama sonuçlarımı sunacağım. Bu sonuçlar, FETÖ’nün Türkiye’de nasıl ortaya çıktığı, nasıl örgütlendiği, hangi amaçlarla hareket ettiği, nasıl bir darbe girişimi düzenlediği ve bu girişimin sonuçları ve etkileri hakkında bilgiler içermektedir. Bu sonuçlar arasından seçtiğiniz bağlantılara tıklayarak ilgili sayfalara gidebilirsiniz.
FETÖ, Fethullah Gülen liderliğindeki bir cemaat ve istihbarat örgütüdür1. FETÖ, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal kurumlarında meşru ve gayri meşru yollarla hakimiyet sağlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimini kendi ideolojisine göre dizayn etmeyi amaçlamaktadır1. FETÖ, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de bir darbe girişimi düzenlemiş ve bu girişim halkın ve güvenlik güçlerinin direnişiyle başarısız olmuştur2. Darbe girişimi sonucunda 251 kişi şehit olmuş, 2196 kişi de yaralanmıştır2. Darbe girişimine katılan veya destek veren binlerce asker, polis, yargıç, savcı, akademisyen ve kamu görevlisi gözaltına alınmış veya ihraç edilmiştir2.
FETÖ’nün Türkiye’de etkisi çok büyük ve olumsuz olmuştur. FETÖ, devletin kritik kurumlarına sızarak devletin işleyişini bozmuş, hukukun üstünlüğünü zayıflatmış, milli güvenliği tehlikeye atmıştır3. FETÖ, eğitim sistemi üzerinden genç nesilleri ideolojik olarak etkilemeye çalışmış, toplumun manevi değerlerini istismar etmiştir3. FETÖ, medya ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla kamuoyunu manipüle etmeye çalışmış, siyasi ve sosyal kutuplaşmalara neden olmuştur3. FETÖ, ekonomik faaliyetleriyle devletin kaynaklarını gasp etmiş, yolsuzluk ve usulsüzlük yapmıştır3. FETÖ, uluslararası alanda Türkiye’nin imajını zedelemeye çalışmış, Türkiye’nin çıkarlarına aykırı faaliyetlerde bulunmuştur3.
FETÖ’nün Türkiye’de etkisi sadece darbe girişimiyle sınırlı değildir. FETÖ’nün darbe girişimi öncesinde de Türkiye’ye karşı pek çok saldırıda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
2007 yılında Cumhuriyet mitingleri adı altında hükümete karşı sokak gösterileri düzenlemek1.
2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde e-muhtıra vermek1.
2008 yılında AK Parti’yi kapatmak için Anayasa Mahkemesi’ne dava açmak1.
2009 yılında Ergenekon davası adı altında devletin üst düzey yetkililerini tutuklamak1.
2010 yılında Balyoz davası adı altında TSK’nın komuta kademesini tutuklamak1.
2010 yılında Mavi Marmara gemisine saldırarak Türkiye-İsrail ilişkilerini bozmak1.
2011 yılında KCK davası adı altında Kürt siyasetçileri tutuklamak1.
2012 yılında Uludere olayını tertip ederek Türkiye-PKK çatışmasını körüklemek1.
2013 yılında Gezi Parkı olaylarını kışkırtarak hükümete karşı sokak eylemleri çıkarmak1.
2013 yılında 17-25 Aralık yargısal darbe girişimi düzenlemek1.
2014 yılında MİT TIR’larına saldırarak Türkiye’nin Suriye politikasını baltalamak1.
2015 yılında Şah Fırat operasyonunu engellemeye çalışarak Süleyman Şah Türbesi’ni terk etmek1.
2015 yılında Ankara Garı’na bombalı saldırı düzenleyerek Türkiye’nin güvenliğini ve istikrarını hedef almak1.
Bu saldırıların hepsi, FETÖ’nün Türkiye’yi zayıflatmak, bölünmeye sürüklemek, demokrasiyi yok etmek ve kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek istediğini göstermektedir. FETÖ’nün Türkiye’de etkisi, devletin ve milletin kararlı mücadelesi sayesinde azalmıştır. Ancak FETÖ’nün tamamen ortadan kaldırılması için daha yapılması gereken çok şey vardır. FETÖ’nün devlet kurumlarından tamamen temizlenmesi, yargılanması, cezalandırılması, mali kaynaklarının kurutulması, uluslararası alanda tanınması ve işbirliği yapılan ülkelerden iadesi gerekmektedir3.
1: Sayın Bakanımızın “Neden FETÖ’yle Kararlılıkla Mücadele Etmeliyiz … 2: FETÖ’nün tarihçesi – FETÖ nedir? Ne zaman kuruldu? – Habertürk 3: FETÖ Yapılanması – 15 Temmuz’un Dijital Kütüphanesi – Yeni Şafak
%%%%%%%%%
CIA ‘nın 15 temmuz 2016 darbe girişimindeki rolü nedir?
CIA’nın 15 Temmuz 2016 darbe girişimindeki rolü hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak bazı iddialar, CIA’nın darbecilerle bağlantılı olduğunu veya darbeyi önceden bildiğini ileri sürmektedir. Bu iddiaların kanıtlanması veya çürütülmesi için daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.
Bazı iddialara göre:
CIA, FETÖ lideri Fethullah Gülen’i koruyarak ve destekleyerek darbe girişimine zemin hazırlamıştır1
CIA, darbe girişiminden bir gün önce Türkiye’deki üslerinden birinde darbecilerle toplantı yapmıştır2
CIA, darbe girişimi sırasında Türkiye’deki bazı askeri üslerden kalkan uçaklara yakıt sağlamıştır3
CIA, darbe girişimi sırasında Türkiye’deki bazı diplomatik temsilciliklerden darbecilere istihbarat desteği vermiştir.
CIA, darbe girişiminden önce ABD Başkanı Barack Obama’yı bilgilendirmiş ancak Obama’nın müdahale etmesini engellemiştir.
Bu iddiaların hiçbiri resmi olarak doğrulanmamış veya yalanlanmamıştır. ABD hükümeti, CIA’nın darbe girişiminde herhangi bir rolü olmadığını açıklamıştır.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi, Türkiye tarihinde önemli bir olaydır. Darbe girişimi, Türk halkının demokrasiye olan bağlılığını ve direnişini göstermiştir. Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel birçok değişiklik yaşanmıştır.
%%%%%%%%
15 Temmuz darbe girişimi nasıl başarısız oldu?
15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’nin yakın tarihinde yaşadığı en kritik olaylardan biridir. Bu girişim, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bir grup asker tarafından, Fethullah Gülen Hareketi ile işbirliği yaparak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni devirmek ve ülkeyi yönetmek amacıyla başlatılmıştır. Ancak, bu girişim, halkın, hükümetin, güvenlik güçlerinin ve medyanın direnişi sayesinde başarısız olmuştur. Darbe girişiminin başarısız olmasının nedenleri şöyle sıralanabilir:
Darbe girişimi, Türk halkının demokrasinin yanında saf tutmasıyla gerçekleşemedi. Halk, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı üzerine sokaklara çıkarak, darbecilere karşı durdu. Darbecilerin kontrol ettiği veya etmeye çalıştığı noktalara akın eden halk, tankların ve silahların karşısında canını ortaya koydu. Halkın bu cesur tutumu, darbecilerin planlarını bozdu ve moralini kırdı12
Darbe girişiminin bertaraf edilmesinde halktan sonra en büyük pay ise asker ve polisin oldu. Askerin komuta kademesi, darbeye karşı tavır aldı ve darbecileri emir komuta zincirine uymaya çağırdı. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Millî İstihbarat Teşkilatı da darbeye karşı koymak için seferber oldu. Asker ve polis arasında yoğun çatışmalar yaşandı. Özellikle Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı, TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Akıncı Üssü gibi stratejik noktalarda darbecilerle güvenlik güçleri arasında şiddetli mücadeleler oldu. Güvenlik güçleri, darbecilerin kontrol ettiği noktaları geri almak için büyük bir gayret gösterdi12
Darbe girişiminin önlenmesinde medyanın da önemli bir rolü vardı. Medya kuruluşları, darbeye karşı çıkarak, halka doğru bilgi vermek için çalıştı. Darbecilerin TRT’yi ele geçirerek yayınladıkları bildiriye karşı, diğer medya kuruluşları bunu tanımadıklarını duyurdu. Bazı medya kuruluşlarına baskın düzenleyen darbeciler, burada da halkın direnişiyle karşılaştı. Medya kuruluşları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın canlı yayına bağlanarak yaptığı çağrının yayılmasını sağladı. Medya kuruluşları ayrıca, darbe girişimine karşı olan siyasi parti liderleri, sivil toplum kuruluşları ve dini liderlerin açıklamalarına da yer vererek, halkın bilinçlenmesine katkıda bulundu12
Bu nedenlerle, 15 Temmuz darbe girişimi başarısız oldu ve Türkiye tarihinin en kanlı gecelerinden biri olarak kayda geçti. Bu gecede 251 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 196 kişi yaralandı. Darbe girişimi sonrasında ise binlerce kişi gözaltına alındı veya tutuklandı. Darbe girişiminin arkasındaki gerçek güçler ve amaçlar ise halen araştırma ve soruşturma konusudur.
Türkiye’de 15 temmuz 2016 darbe girişiminde Mossadın ne gibi rolü ve etkisi olmuştur?
Türkiye’de 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde Mossad’ın ne gibi rolü ve etkisi olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır:
Darbe girişiminden sonra, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, darbenin arkasında Fethullah Gülen Hareketi’nin olduğunu ve bu hareketin ABD, İsrail ve diğer ülkeler tarafından desteklendiğini iddia etti1
Darbe girişimine katılan askerlerden bazılarının İsrail istihbarat servisi Mossad ile bağlantılı olduğu öne sürüldü. Örneğin, darbecilerin liderlerinden biri olan Akın Öztürk’ün 1998-2000 yılları arasında Tel Aviv’de askeri ataşe olarak görev yaptığı ve burada Mossad ile ilişki kurduğu iddia edildi23
Darbe girişiminden birkaç gün önce, Mossad’ın Türkiye’deki casusluk faaliyetlerini yöneten Jose Satia kod adlı ajanın İstanbul’dan ayrıldığı ve darbe girişimi sırasında da Viyana’da olduğu ortaya çıktı. Bu da Mossad’ın darbe girişiminden haberdar olduğu veya dahil olduğu yönünde şüpheler uyandırdı4
Darbe girişiminden sonra, Türkiye’nin İran ile yakınlaşması ve Suriye krizinde Rusya ile işbirliği yapması, İsrail’in bölgedeki çıkarlarına ters düştü. Bu nedenle, bazı analistler, İsrail’in Türkiye’yi zayıflatmak ve bölgedeki nüfuzunu artırmak için darbe girişimine destek vermiş olabileceğini ileri sürdü5
%%%%%%%
Türkiye’de 15 Temmuz 2016 darbe girişimi başarılı olsaydı ne gibi bir plan devreye konulacak ve neler yapılacaktı?
Eğer 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’de bir dizi önemli değişiklik gerçekleştirilecekti. Ancak net bir plan veya yol haritası mevcut olmasa da bazı önemli değişikliklerin gerçekleşeceğine dair çıkarımlar yapılabilir.
Yönetimde değişiklik: Başarılı bir darbe girişimi Türkiye’de mevcut hükümeti devirerek, darbecilerin kontrolünde yeni bir yönetim oluşturacaktı. Bu yeni yönetim muhtemelen askeri bir cuntanın kontrolünde olacaktı. Demokratik kurumlar tasfiye edilecek ve yeni bir yönetim şekillendirilecekti.
Siyasi temizlik: Darbeciler, muhalefet partilerine ve hükümete muhalif olan siyasi liderleri tutuklama, görevden uzaklaştırma veya aforoz etme gibi baskılarla karşılaşacaklardı. Bu süreçte demokratik muhalefet kısıtlanacak ve toplu gözaltılar gerçekleştirilecekti.
Medya kontrolü ve sansür: Darbeci yönetim, bağımsız medya kuruluşlarını ve gazetecileri hedef alarak sansür uygulayacak, muhalif sesleri bastıracaktı. Serbest medyanın kapatılması veya kontrol altına alınmasıyla kamuoyu bilgi almasında ciddi bir kısıtlama oluşacaktı.
Anayasa değişiklikleri: Darbeciler muhtemelen anayasa değişiklikleri yaparak, hükümetin güçler dengesini değiştirecek, askeri vesayeti artıracak ve yönetimde yoğun bir şekilde askeri etkinlik sağlayacaklardı.
Uluslararası ilişkilerde değişiklikler: Darbe başarılı olursa Türkiye’nin dış politikada yapacağı değişikliklerde de önemli bir değişim olacaktı. Darbeciler muhtemelen Türkiye’nin mevcut ittifak ve ilişkilerini yeniden değerlendirecek, Türkiye’nin uluslararası rollerini ve müttefiklerini değiştirecek adımlar atacaklardı.
Yine de söylenmesi gereken şey, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi başarısız olduğu için bu sadece bir varsayımdır. Darbenin başarısız olması, Türkiye’de demokratik sürecin devam etmesini ve kurumların demokratik hukukun üstünlüğüne dayanarak hareket etmesini mümkün kılmıştır.
₺₺₺₺₺₺%%
Türkiye’de 15 Temmuz 2016 darbe girişimi başarılı olsaydı, ne gibi bir plan devreye konulacak ve neler yapılacaktı diye merak ediyorsunuz. Bu sorunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte, darbe girişimine katılan veya destekleyen kişi ve grupların amaçlarına ve eylemlerine bakarak bazı olasılıklar öne sürülebilir. İşte bunlardan bazıları:
Darbe girişiminde bulunan Yurtta Sulh Konseyi, darbe bildirisinde ülkenin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliğini korumak, anayasal düzeni sağlamak, insan haklarını güvence altına almak, terörle mücadele etmek gibi gerekçeler ileri sürmüştü1 Ancak bu bildirinin gerçek niyetleri gizlediği ve darbecilerin aslında Türkiye’yi bölgesel ve küresel güçlerin çıkarlarına göre şekillendirmek istedikleri iddia edildi2
Darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’nin mevcut siyasi liderleri, muhalefet partileri, milletvekilleri, yargı mensupları, bürokratlar, akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları ve diğer muhalif kesimler tutuklanacak, yargılanacak veya tasfiye edilecekti1 [3][3] Darbecilerin kendilerine bağlı olan veya kendilerine biat eden kişi ve kurumlarla yeni bir siyasi yapı oluşturacakları tahmin ediliyor4
Darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’nin dış politikası da büyük ölçüde değişecekti. Darbecilerin ABD, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerle yakın ilişkiler kuracakları ve bu ülkelerin bölgedeki çıkarlarına uygun hareket edecekleri ileri sürülüyor25 Türkiye’nin Rusya, İran, Suriye ve Irak gibi ülkelerle olan ilişkileri ise bozulacak veya kopacak, Türkiye bölgesel bir aktör olmaktan çıkacaktı.
Darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’nin iç güvenliği de tehlikeye girecekti. Darbecilerin PKK ve FETÖ gibi terör örgütleriyle işbirliği yapacakları veya onlara taviz verecekleri iddia ediliyor. Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve milli egemenliği de risk altına girecek, Türkiye parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı.
Bu olasılıkların hiçbiri kesin olarak kanıtlanmamış veya yalanlanmamıştır. Bu nedenle, darbe girişimi başarılı olsaydı ne olurdu sorusuna net bir cevap vermek mümkün değildir. Ancak bu soru, Türkiye’nin 15 Temmuz’da nasıl büyük bir felaketten kurtulduğunu hatırlatmak için önemlidir. Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Umarım size yardımcı olabilmişimdir.
%%%%%%
15 Temmuz sonrası Türk siyasi tarihi nasıl değişti?
15 Temmuz sonrası Türk siyasi tarihi nasıl değişti diye soruyorsunuz. Bu sorunun cevabı oldukça karmaşık ve kapsamlı olabilir. Ancak size bazı önemli noktaları özetlemeye çalışacağım. ?
15 Temmuz 2016’da Türkiye, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir grup asker tarafından gerçekleştirilen bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Darbe girişimi, hükümet, güvenlik güçleri ve sivil halkın direnişiyle başarısız oldu. Darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen Hareketi’nin olduğu iddia edildi1
Darbe girişiminin ardından Türkiye’de siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok değişim yaşandı. Bunlardan bazıları şunlardır:
Ülke çapında üç aylık periyotlar hâlinde, toplam yedi kez olmak üzere iki yıl boyunca olağanüstü hâl ilân edildi. Bu süreçte, darbe girişimine karıştığı veya desteklediği düşünülen binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı veya kamudan ihraç edildi. Bu kişiler arasında askerler, polisler, yargıçlar, savcılar, akademisyenler, gazeteciler, öğrenciler ve sivil toplum kuruluşu çalışanları vardı2
Hükümet politikalarına muhalif çeşitli kesimlerce başta darbeci olduğu iddia edilen kişilere yönelik başlayan tasfiyelerin, OHAL koşullarında hükümet tarafından genişletilerek çeşitli hükümet karşıtı kesimlere karşı da uygulandığı iddia edildi. Bu iddialara göre, darbe girişimi bahane edilerek muhalefet sindirilmeye çalışıldı3
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin dış politikası da değişti. Türkiye, ABD ve AB ile ilişkilerini gözden geçirdi ve NATO üyeliğini sorguladı. Türkiye, Rusya ve İran ile yakınlaştı ve Suriye krizinde daha aktif bir rol oynamaya başladı. Türkiye, bölgesel bir güç olma iddiasını güçlendirdi.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de milliyetçilik duygusu yükseldi ve toplumsal dayanışma arttı. Darbe girişimine karşı çıkan halkın kahramanlaştırılması ve şehitlik mertebesine yükseltilmesi gibi sembolik eylemler yapıldı. Darbe girişimiyle ilgili pek çok film, kitap, belgesel ve müze üretildi. 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü adında yeni bir resmî tatil ilân edildi.
Bu değişimlerin uzun vadeli etkileri henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Umarım size yardımcı olabilmişimdir. ?
%%%%%%%
15 Temmuz sonrası Türk ekonomisi nasıl etkilendi?
15 Temmuz sonrası Türk ekonomisi nasıl etkilendi diye soruyorsunuz. Bu sorunun cevabı çok boyutlu ve karmaşık olabilir. Ancak size bazı önemli noktaları özetlemeye çalışacağım. ?
15 Temmuz 2016’da Türkiye, FETÖ’nün hain darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Bu girişim, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarını hedef aldı. Darbe girişimi, hükümet, güvenlik güçleri ve milletin direnişiyle başarısızlığa uğratıldı. Ancak bu girişimin Türk ekonomisi üzerinde ciddi etkileri oldu.
15 Temmuz darbe girişiminin Türk ekonomisi üzerindeki etkileri iki ayrı fazda görüldü. Birincil etkiler, hemen darbe girişimin ardından 18-22 Temmuz haftasında finansal piyasalarda büyük kayıplar yaşanmasıyla gözlenmiştir. Daha sonraki haftalarda, bu kayıplar kademeli olarak giderilmiştir. İkincil etkiler ise, darbe girişiminin yarattığı siyasi ve güvenlik risklerinin uzun vadeli ekonomik performans üzerindeki olumsuz yansımaları olarak ortaya çıkmıştır.
Darbe girişiminin birincil etkileri şöyle özetlenebilir:
Darbe girişimi sonrasında Türk lirası dolar karşısında yüzde 5 değer kaybetti. Borsa İstanbul 100 Endeksi yüzde 13 düştü. Gösterge faiz oranı yüzde 9’dan yüzde 10’a yükseldi.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin kredi notu düşürüldü. Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “Baa3″ten “Ba1″e indirdi ve görünümünü “negatif” olarak belirledi. Standard & Poor’s ise Türkiye’nin kredi notunu “BB+”dan “BB”ye düşürdü ve görünümünü “negatif” olarak belirledi.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’ye yönelik yabancı sermaye akışları azaldı. Yabancı yatırımcılar, darbe girişimi sonrasında 2 milyar dolarlık hisse senedi ve 1 milyar dolarlık tahvil satışı gerçekleştirdiler.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin ekonomik büyümesi yavaşladı. Türkiye ekonomisi, darbe girişiminin gerçekleştiği üçüncü çeyrekte yüzde 1,3 oranında küçüldü. Bu, 2009 yılından bu yana ilk kez yaşanan bir daralma oldu.
Darbe girişiminin ikincil etkileri ise şöyle özetlenebilir:
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de olağanüstü hal (OHAL) ilan edildi. OHAL kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile binlerce kamu görevlisi ihraç edildi, çok sayıda kurum ve kuruluş kapatıldı, pasaport iptalleri yapıldı. Bu durum, kamu yönetimi, hukuk sistemi ve sivil toplum üzerinde baskıcı bir atmosfer yarattı.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin dış politikası değişti. Türkiye, ABD ve AB ile ilişkilerini gözden geçirdi ve NATO üyeliğini sorguladı. Türkiye, Rusya ve İran ile yakınlaştı ve Suriye krizinde daha aktif bir rol oynamaya başladı. Bu durum, Türkiye’nin bölgesel bir güç olma iddiasını güçlendirdi, ancak aynı zamanda yeni jeopolitik riskler yarattı.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’de milliyetçilik duygusu yükseldi ve toplumsal kutuplaşma arttı. Darbe girişimine karşı çıkan halkın kahramanlaştırılması ve şehitlik mertebesine yükseltilmesi gibi sembolik eylemler yapıldı. Darbe girişimiyle ilgili pek çok film, kitap, belgesel ve müze üretildi. 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü adında yeni bir resmî tatil ilân edildi.
Bu etkilerin uzun vadeli sonuçları henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak Türkiye’nin ekonomik tarihinde önemli bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Umarım size yardımcı olabilmişimdir.
%%%%%%%
Türkiye’deki diğer darbeler hakkında ne biliyorsunuz?
Türkiye’deki diğer darbeler hakkında ne biliyorsunuz diye soruyorsunuz. Bu sorunun cevabı oldukça uzun ve detaylı olabilir. Ancak size bazı önemli noktaları özetlemeye çalışacağım.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden önce, dört kez askeri darbe veya müdahale yaşanmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
27 Mayıs 1960 darbesi: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Demokrat Parti (DP) iktidarına karşı bir darbe gerçekleştirdi. Başbakan Adnan Menderes ve iki bakan idam edildi. Yeni bir anayasa hazırlandı ve 1961 seçimleriyle sivil yönetim yeniden kuruldu. Darbenin nedenleri arasında DP’nin otoriterleşmesi, ekonomik kriz, siyasi kutuplaşma, basın özgürlüğünün kısıtlanması ve laiklik ilkesinin ihlali sayılabilir1
12 Mart 1971 muhtırası: TSK, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Adalet Partisi (AP) koalisyon hükümetine bir muhtıra verdi. Muhtıranın gerekçesi, ülkedeki siyasi şiddet, terör, anarşi ve sosyal bunalım olarak gösterildi. Hükümet istifa etti ve yerine askerlerin desteklediği bir teknokrat hükümeti kuruldu. Bu dönemde pek çok siyasi parti, dernek ve yayın organı kapatıldı. Binlerce kişi tutuklandı veya yargılandı. 1973 seçimleriyle sivil yönetim yeniden kuruldu2
12 Eylül 1980 darbesi: TSK, CHP ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) koalisyon hükümetine karşı bir darbe gerçekleştirdi. Darbenin nedenleri arasında ülkedeki siyasi şiddet, terör, anarşi, ekonomik kriz ve toplumsal kutuplaşma sayılabilir. Darbe sonrasında sıkıyönetim ilan edildi. Yeni bir anayasa hazırlandı ve 1982 referandumuyla kabul edildi. Pek çok siyasi parti, dernek ve yayın organı kapatıldı. Yüz binlerce kişi gözaltına alındı, işkence gördü veya yargılandı. Binlerce kişi idam edildi veya sürgüne gönderildi. 1983 seçimleriyle sivil yönetim yeniden kuruldu3
28 Şubat 1997 postmodern darbesi: TSK, Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyon hükümetine karşı bir postmodern darbe gerçekleştirdi. Postmodern darbe, askerlerin silah kullanmadan medya, yargı ve bürokrasi aracılığıyla hükümete baskı yapması anlamına gelir. Darbenin nedenleri arasında RP’nin İslami eğilimleri, laiklik ilkesinin tehlikeye girmesi ve kamu düzeninin bozulması sayılabilir. Darbe sonrasında RP kapatıldı ve Başbakan Necmettin Erbakan istifa etti. Yerine askerlerin desteklediği bir teknokrat hükümeti kuruldu. Bu dönemde pek çok siyasi parti, dernek ve yayın organına kısıtlama getirildi. Binlerce kişi görevden alındı veya yargılandı.
Bu darbe veya müdahalelerin Türkiye’nin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına pek çok etkisi olmuştur. Bu etkilerin tamamını burada anlatmak mümkün değildir. Ancak bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size sunduğum web arama sonuçlarını inceleyebilirsiniz. Umarım size yardımcı olabilmişimdir.
Lozan Heyetinde Osmanlı Hahambaşı Haim Nahum Ne Arıyordu?*?
HAİM NAHUM DOKTRİNİ NEDİR?
Manisa doğumlu Haim Nahum, Filistin’de İbranice ve Arapça öğrendi. Fransa’ya eğitim için gittiğinde Jön Türklere katıldı.Bu ona büyük bir itibar kazandırdı ve İstanbul’a geldiğinde siyasi yaşamında muazzam faydalar sağladı.1908 Hahambaşı oldu. Lozan Antlaşması sırasında İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Türk heyeti resmi listesinde Haim Nahum’un adının olmamasına rağmen Türk heyetine Kasım 1920-Nisan 1923 yılları arasında danışmanlık yapmıştır. H.Nahum 1900’lerde İstihkam ve Topçu Okulu’nda İsmet Paşa’nın öğretmeniydi. Bundan istifade ederek İsmet Paşa’nın heyette danışmanı olmaya muvaffak oldu. Evvelinde ABD ve İngiltere’de gûya Türkiye lehine birçok konferanslar vermiştir. Böylelikle Türk yetkililerin güvenini kazanmıştır. Lozan’da heyetler arasında ara buluculuk rolüne soyundu. İngiliz heyeti başkanı Lord Curzon ve öbür itilaf devletleri heyetleriyle yürüttüğü görüşmelerin içeriğini Türk delegeleriyle paylaşmayan Haim Nahum kurduğu sinsi planla ağır şartlar taşıyan anlaşmayı Türk heyetine imzatmayı başarmıştır. O dönem görüşmeleri reddedenlere şöyle söylemiştir: ”Yanlış yapıyorsunuz; Anadolu’yu işgal etmekle Müslüman Türkleri sindireceğinizi mi sanıyorsunuz? Hayır, birkaç yıl içinde bu milletin yeniden dirileceğini, toparlanıp derleneceğini hesaba katmıyorsunuz! Öyleyse yapılacak şey; Lozan Antlaşması ile bunlara bir fırsat tanıyıp, bu zaman içinde İslamiyet’ten uzaklaştıracak, din ve tarih şuurunu unutturacaksınız. Müslüman Türkler, bir iman ve ahlak tahribatı süreci geçirmelidirler. Ekonomileri çökertilmeli, siyasi partilerden gazetecilere, hepsi ele geçirilmelidir. Onlar, ülkelerini parsel parsel satacak hale getirilmelidirler. Yumuşak ve kolay lokma yapıldıktan sonra ise, Türkiye parçalanıp büyük İsrail’e katılmalıdır.”
Haim Nahum doktrini; şu ana fikirlerden meydana gelmektedir. Türkleri savaşla yıkamazsınız. Öyleyse Anadolu insanı;
*1- Aç bırak*
Türk insanını üretmeyen, kendisine öz güveni olmayan, ekonomisi tüketime dönük bir topluluk haline getireceksiniz. Lozan Antlaşması imzalandığı 1923 tarihinde ABD Doları yaklaşık 1 Türk Lirasına eşitti. 1923 yılına gelene dek Türkiye 93 Harbi(1877), Balkan Savaşları(1912), Çanakkale Savaşı(1915 vd. 9 cephe) Kurtuluş Savaşı (1919-1923 yılları) pek çok cephede savaşmış ve bunca savaş, yokluğa rağmen 1 ABD Doları ancak 1 Türk Lirası kadardı.( Bugün üretime destek yerine ithalata yönelim var. Yerli malı üretmek zorlaşırken bu alanda vergiler en büyük gelir kalemi )Türkiye’de Mart 2020 itibariyle açlık sınırı (aylık gıda harcaması tutarı) 2.345 TL, iken asgari ücret 2.324 lira
*2- İşsiz bırak*
Türkleri üretkenlik yeteneklerini yitirmiş bir toplum haline getireceksiniz. Tarımı dahi çok göreceksiniz, tarım ve hayvancılığı zorlaştıracaksınız. Kalkınmanın önünü sürekli tıkayacak maddeleri uygulayacaksınız. Cumhuriyetin ilk yıllarında Halkın%80’i köylerde yaşamaktaydı. (Bugün köylerde yaşayanların oranı % 7’ye kadar inmiştir.) Türkiye seksenli yıllarda Avrupa’ya tarım ürünleri, Ortadoğu’ya canlı hayvan ihraç eden, dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydi. 2001 yılında IMF dayatmalaıyla Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) 2011 yılında çıkartılan kanun hükmünde kararname ile lağvedildi ve görevini Kalkınma Bakanlığına devretti.2006 yılında çıkartılan ”Tohumculuk Kanunu” [1] ile sertifikasız tohum satışı yasaklandı.”Tarım ve Orman Bakanlığı 19 Ekim 2018 tarihinde “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik”[2] ile takası yasakladı. 2.5 milyon çiftçiyi ilgilendiren şeker Türkiye için stratejik bir ürün olmasına rağmen şeker fabrikaları satıldı. Bununla birlikte 2002-2018 GSYH’de tarımın payı yüzde 10,3’den 5,8’e düştü.
*3- Borca esir et*
Türk Devletini borca esir etmek yetmez. Yaptırım uygulayın. Her ferdi bireysel olarak sürekli borçlu hale getirin. Şerefini hayatından üstün tutan bir millet borçlandırılabilirse, yok edilmesi rahat olacaktır. Yani dışa bağımlı bir hale getireceksiniz. Merkez Bankası son yıllarda borçlanmada Türkiye’nin rekor kırdığını açıkladı. Mailiye Bakanlığı 31 Aralık 2019 itibariyle Türkiye’nin 436 Milyar DOLAR brüt dış borç stokunun olduğunu açıkladı.[3] Buna mukabil 80 milyonluk Türkiye’de Haziran 2020 verilerine göre 71 milyon kredi kartı var. Yine 33 milyon kredi borçlusu var. Toplamda 720 milyar kredi borcu bulunurken kişi başı ortalama 21 bin liraya tekabül ediyor [4]
Tuik verilerine göre; Türkiye’de 59milyon 123 kişi borç yükü altında. Yani 4 kişiden 3’ü borçlu
*4- Dinden uzaklaştır*
Türk halkını gerçek İslam’dan uzaklaştıracaksınız. ”İslam’ı ortadan nasıl kaldıracaklardı? ya yasaklayarak da özünü değiştirerek. İkisini de denediler/deniyorlar. 1921 ve 1924 Anayası’nda; ”Türkiye Cumhuriyeti’nin dini islamdır.” maddesi vardı. Daha sonra 24 anayasasında 1928 tarihinde bir değişiklikle bu madde kaldırılmış ve 1937 yılında laiklik anayasaya dahil edilmişti. İstiklal Mahkemeleri, reformlar derken, 1950 sonrasında yasaklar bitiyor bu sefer de muhafazakarlar eliyle özü değiştiriliyordu. ”Ilımlı İslam”, ”Dinde reform” söylemleri laiklerden ziyade muhafazakarlardan gelmiştir. Din konusunda milletin kafası karıştırılarak, dinden soğuması sağlanacaktı. Gerçek din alimlerinin itibarı yok edilmeye çalışıldı. Son günlerde ‘bilhaassa gençler arasında ‘DEİZM”, ”ATEİZM” yükselmeye başlamıştır.
Hasılı kelam Haim Nahum, ”Çalışmalarınızda bu dört koşulu yerine getirmeden Türk milletini tarih sahnesinden silmek için harp etmeyiniz. Ola ki bu koşullar tekâmül olmadan harp ederseniz, savaşı kazanamazsınız.” demiştir.
Bu bağlamda bugün de milletimizin içine birçok fitne sokarak bölmek istiyorlar. Böldükleri grupları birbirleriyle çarpıştırarak yumuşak lokma haline getirip Siyonizmin hizmetine vermek suretiyle yönetmek istiyorlar
Halbuki bizim bölünmeye, parçalanmaya, yönetilmeye değil birleşmeye, toparlanmaya ve yönetmeye ihtiyacımız var.
*****************
Haim Nahum, bu görüşlerini daha sonra “7 maddelik bir doktrin” haline getirir. 7 maddelik bu meşhur doktrinde;
“Türkleri savaşla asla yıkamazsınız. Öyleyse Anadolu insanını şu yedi ana maddeyle yıkmak mümkündür.
1-Türk milletini işsiz bırakacaksınız.
2-Türk milletini sefalet içinde, aç bırakacaksınız.
3-Türk milletine borç vererek esaret altına alacaksınız.
4-Türk Milletini İslam dininden ve manevi değerlerinden uzaklaştıracaksınız.
Batılıların özellikle İngilizlerin 2. Abdülhamid devirmelerindeki amaçları ne idi?
Batılıların özellikle İngilizlerin 2. Abdülhamid’i devirmek istemelerinin birkaç sebebi vardır:
1. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflığını kullanma: İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’nun artık güçlü bir devlet olmadığına inanıyorlardı. 19. yüzyılda imparatorluğun topraklarını kaybetmesi, iç isyanlar ve ekonomik sıkıntılar, Osmanlı’yı kolay bir hedef haline getiriyordu. Bu durumu kullanarak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki etkilerini artırmak istiyorlardı.
2. Jeopolitik çıkarlar: İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolündeki stratejik bölgeleri ele geçirmek istiyorlardı. Özellikle Osmanlı’nın Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki toprakları, İngilizlerin Hindistan ve Mısır gibi kolonilerine yakın olan yerlerdi. Bu bölgelerdeki etkilerini artırabilmek için Osmanlı İmparatorluğu’nu zayıflatmak istiyorlardı.
3. Kültürel ve dini faktörler: İngilizlerin, İngiliz kültürü ve Hristiyanlık gibi değerlerini yayma hedefleri vardı. Osmanlı İmparatorluğu ise Müslüman bir devletti ve İngilizlerin kültürel ve dini yayılmacılığına direnç gösteriyordu. Bu sebeple İngilizler, İngiliz kültürünü ve Hristiyanlık dinini Osmanlı topraklarında daha etkin bir şekilde yaymak için 2. Abdülhamid’i devirmek istiyorlardı.
4. Reformları engellemek: 2. Abdülhamid, Osmanlı’nın iç sorunlarına çözüm bulma amacıyla bazı reformlar yapmıştı. İngilizler, bu reformların Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü artırmasından endişe ediyorlardı. Bu sebeple reformlarını engellemek ve Osmanlı İmparatorluğu’nu güçsüzleştirmek için 2. Abdülhamid’i devirmek istiyorlardı.
Bu sebepler, İngilizlerin ve batılıların 2. Abdülhamid’i devirmek istedikleri amaçlardan bazılarıdır. Ancak belirtmek önemlidir ki bu sebepler genel olarak batılıların Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik politikalarının bir parçasıdır ve sadece 2. Abdülhamid’e özgü değildir.
%%%%%%%
2. Abdülhamid’in devrilmesinden sonra dünyada ne gibi değişim, yıkım ve dağılmadan meydana geldi?
2. Abdülhamid’in devrilmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda çeşitli değişimlerin, yıkımların ve dağılmaların başlamasına yol açmıştır. İşte bu dönemde meydana gelen bazı önemli olaylar:
1. İttihat ve Terakki Hareketi: 2. Abdülhamid’in devrilmesiyle birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) adında bir siyasi hareket ortaya çıktı. İTC, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki reform sürecini hızlandırmak ve imparatorluğun toprak bütünlüğünü korumak amacıyla faaliyet gösteriyordu. İTC, milliyetçilik fikirlerini benimsedi ve etnik gruplar arasında anlaşmayı hedefledi.
2. Balkan Savaşları: 2. Abdülhamid’in devrilmesiyle birlikte Balkanlar’da Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bağımsızlık hareketleri arttı ve Balkan Savaşları (1912-1913) patlak verdi. Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan gibi Balkan devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’ndan topraklarını almak için savaştılar ve Osmanlı önemli toprak kayıpları yaşadı.
3. Birinci Dünya Savaşı: Osmanlı İmparatorluğu, 1. Dünya Savaşı’nda (1914-1918) İttifak Devletleri (Almanya ve Avusturya-Macaristan) yanında yer aldı. Ancak savaşta başarısız oldu ve topraklarının büyük bir kısmını kaybetti. Bu dönemde imparatorluğun dağılma süreci hızlandı.
4. Milliyetçilik ve azınlık sorunu: Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaya başlamasıyla birlikte milliyetçilik hareketleri güç kazandı. Farklı etnik gruplar kendi bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar. Aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan farklı etnik ve dini gruplar arasında gerilimler arttı ve azınlık sorunu ortaya çıktı.
5. On altı Devlet: Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte birçok bağımsız devlet ortaya çıktı. Arap toprakları üzerinde Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün gibi devletler kuruldu. Ayrıca Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya (bugünkü Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Slovenya), Kıbrıs ve diğer devletler kuruldu.
Bu olaylar, 2. Abdülhamid’in devrilmesinden sonra dünyada meydana gelen önemli değişimleri ve dağılmaları göstermektedir. Bu süreç, Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmesi ve parçalanmasıyla sonuçlandı.
%%%%%%%
İngilizlerin Osmanlı üzerinde ne gibi emelleri vardı ve nasıl bir siyaset uygularlardı?
İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çeşitli emelleri vardı ve buna göre bir siyaset uyguladılar. İşte bazı önemli emelleri ve uygulanan siyasetleri:
1. Coğrafi Avantaj: İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’nun stratejik konumu ve coğrafi avantajlarını kullanmak istediler. Özellikle Hint Okyanusu ve Hint rotası üzerindeki hakimiyetlerini pekiştirmek için Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik politikalar izlediler.
2. Ticari Çıkarlar: İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki emellerinin bir kısmını ticari çıkarlar oluşturuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun petrol kaynakları, İngiltere için önemliydi ve bölgedeki etkilerini sürdürebilmek adına bu kaynaklara erişmek istediler.
3. Sömürgeleştirme: İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi sömürgelerine dahil etmek istediler. Özellikle Mısır ve Kıbrıs gibi Osmanlı’ya ait bölgeleri ele geçirmek ve hakimiyet altına almak amacındaydılar.
4. Bölgesel Ayrıştırma: İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı etnik ve dini gruplarını kullanarak bir bölgesel ayrıştırma politikası izlediler. Ortadoğu’da Arapları, Kürtleri ve diğer etnik grupları kendi çıkarları doğrultusunda destekleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasına ve bölünmesine katkıda bulundular.
5. Savaş ve İşgal: I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir dizi askeri harekatta bulunarak çeşitli bölgeleri işgal etti. 1917’de General Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetleri, Kudüs’ü ele geçirdi ve bu, Osmanlı’nın Filistin ve Suriye topraklarının kaybedilmesine yol açtı.
İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki emelleri ve uygulanan siyasetler, Osmanlı’nın zayıflaması ve sonunda dağılmasına önemli ölçüde katkıda bulundu. İngilizler, Osmanlı’daki durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak bölgede etkilerini ve hakimiyetlerini artırdılar.
%%%%%%%%
Osmanlı’nın yıkılışına sebep olan faktörler nelerdir?
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına sebep olan faktörler şunlardır:
Askeri Güç Kaybı: Osmanlı İmparatorluğu, 17. yüzyıldan itibaren savaşlarda kaybettiği topraklarla askeri gücünü zayıflattı. Avusturya, Rusya ve diğer Avrupa devletleriyle yapılan savaşlarda yenilgi yaşandı.
Ekonomik Sıkıntılar: İmparatorluk, 18. yüzyılın ortalarından itibaren ekonomik sıkıntılarla karşılaştı. Savaş giderleri, mali kaynakların tükenmesi ve vergi tahsilatında yaşanan sorunlar ekonomik çöküşe sebep oldu.
Toprak Kayıpları: 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya, Rusya, İran ve diğer güçlü devletlerle yapılan savaşlarda toprak kaybetti. Bu toprak kayıpları, imparatorluğun sınırlarının geriye çekilmesine neden oldu.
İmparatorlukta Merkezi Yönetimin Güçsüzlüğü: Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim sistemi, merkezi çöküşe yol açacak şekilde zamanla zayıfladı. Bunu etkileyen faktörler arasında büyük aileler arasındaki mücadele, çıkar çatışmaları ve Sultanlar arası taht mücadeleleri yer alır. Bu durum, yönetimin etkisiz olmasına ve reformların gerçekleştirilememesine neden oldu.
Etnik ve Dini Sorunlar: Osmanlı İmparatorluğu, farklı dilleri, dinleri ve etnik grupları barındıran bir imparatorluktu. Bu farklılıklar zamanla birlikte yaşama zorluklarına dönüştü. Merkezi yönetimin bu sorunları çözememesi, toplumsal huzursuzlukları artırdı ve ayrılıkçı hareketleri tetikledi.
Reformların Yetersizliği: 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat ve Islahat Fermanları gibi reform girişimleri yapıldı. Ancak bu reformlar yetersiz oldu ve sağlıklı bir şekilde uygulanamadı. Bu durum, halkın beklentilerini karşılamadı ve ayaklanmalara yol açtı.
Avrupa Devletlerinin Müdahalesi: Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla birlikte Avrupa devletleri, 19. yüzyılda çıkarları doğrultusunda müdahale etmeye başladı. Bu müdahaleler, Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolünü daha da zorlaştırarak yıkılma sürecini hızlandırdı.
Tüm bu faktörler bir araya gelerek Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına neden oldu. 20. yüzyılın başında ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte imparatorluk tamamen sona erdi.
%%%%%%%
Osmanlı yönetiminde dünyanın genel durumu nasıldı?
Osmanlı İmparatorluğu, 14. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar var olan bir imparatorluktu. Bu süre boyunca dünya genelinde çeşitli politik, ekonomik ve sosyal değişiklikler yaşandı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu ve genişlemesi, dönemin diğer güçlü devletleriyle olan ilişkilerini de etkiledi. İlk dönemlerde, Osmanlılar Bizans İmparatorluğu ile çatışma içerisindeydi ve bu süreçte Balkanlar ve Anadolu’yu fethettiler. Daha sonra, Osmanlılar Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı fethederek İslam dünyasında önemli bir güç haline geldiler.
Osmanlı yönetimi altında, imparatorluk çeşitli dönemlerde genişleme ve çöküş yaşadı. 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’da önemli bir güç haline geldi ve Viyana Kuşatması gibi olaylarla Avrupa devletleriyle savaştı. 17. yüzyılda ise imparatorlukta genel bir gerileme yaşandı ve Batı Avrupa ülkeleri ile işbirlikleri arttı.
ve 19. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa devletleriyle çeşitli savaşlara girişti ve toprak kaybetmeye başladı. Bu dönemde Avrupa devletleri, Osmanlı toprakları üzerinde nüfuzlarını artırdılar. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde de toplumsal ve ekonomik sorunlar arttı.
yüzyılın başlarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na katıldı. Savaşın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları büyük ölçüde parçalandı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla son buldu.
Sonuç olarak, Osmanlı yönetimi altında dünya genel durumu çeşitli dönemlerde değişiklik gösterdi. Genellikle, Osmanlı İmparatorluğu 16. yüzyıla kadar önemli bir güç iken, sonraki dönemlerde sınırlarını koruyamadı ve diğer devletlerin etkisi altına girdi.
%%%%%%^
Osmanlı 624 yıl boyunca nasıl bir adalet sistemi uygulamıştır?
Osmanlı İmparatorluğu, 624 yıl boyunca çeşitli dönemlerde farklı adalet sistemleri uygulamıştır. Adalet sistemi, İslam hukuku temel alınarak şekillendirilmiştir.
Osmanlı adalet sisteminin temel yapı taşı, Şer’i mahkemelerdir. Bu mahkemeler, şeriat hukukuna dayanan ve Müslümanlar arasındaki davalara bakan mahkemelerdir. Her kadı, bu mahkemelerin başında bulunur ve dava sürecinde şahitlerin ifadelerini alır, delilleri değerlendirir ve karar verir. Şer’i mahkemelerde infaz işlemleri de gerçekleştirilirdi.
Osmanlı İmparatorluğu, aynı zamanda kanun hukuku temelli mahkemelere de sahipti. Bunlar, özel durumları veya belirli davalara bakan mahkemelerdi. Tanzimat Dönemi’nden itibaren, Batı hukuk sistemindeki reformlara paralel olarak, Tanzimat Kanunnamesi ve Islahat Fermanları ile yeni kanun sistemleri geliştirildi ve modern mahkemeler oluşturuldu.
Adalet sistemi, davalara hızlı ve etkin bir şekilde cevap verebilmek için bir dizi yargı seviyesi ve hiyerarşi içeriyordu. Kadı mahkemeleri yerel düzeyde çalışırken, davalara bakan daha yüksek mahkemeler vardı. Bunlar arasında kazasker mahkemeleri, şeriye sicilleri, meclis-i vala ve meclis-i dahili yer alır. En üst düzeyde ise şeyhülislam ve divan-ı hümayun bulunurdu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun adalet sistemi, dönemine göre oldukça gelişmiş ve karmaşıktı. Mahkemelerde davalara hızlı ve adil bir şekilde cevap verilmesi hedeflenirken, farklı kültürlerden insanların yaşadığı imparatorlukta dini, etnik ve sosyal farklılıklara saygı gösterilmesi ve herkesin adalet önünde eşit olduğu ilkesi benimsenmiştir. Ancak, adalet sisteminin tam anlamıyla tarafsız olduğunu söylemek zordur, çünkü bazen siyasi veya dini baskılar sonucu adaletsizlikler yaşanmıştır.
%%%%%%%
Osmanlı yönetiminde bulunan gayrı Müslimlerin yönetim uygulamaları nasıl tatbik edilirdi?
Osmanlı İmparatorluğu’nda gayrı Müslim topluluklar, genellikle Zimmi statüsünde yaşıyorlardı, yani Müslüman olmayanlar olarak kabul ediliyorlardı. Bu topluluklar, gayrı Müslimlerin Osmanlı İmparatorluğu’nda dini ve hukuki haklarının korunmasını sağlayan özel bir düzenlemeydi.
Gayrı Müslimler için yönetim uygulamaları şunları içeriyordu:
Cizye: Gayrı Müslimler, Müslüman olmayan tek cemaatti ve İslam vergisi olan Cizye’yi ödemek zorundaydı. Bu vergi, Müslim vatandaşların vermekte olduğu zekat vergisine denkti.
Millet Sistemi: Gayrı Müslim topluluklar, kendi dini liderlerinin rehberliğinde toplumlarını yönetme hakkına sahipti. Bu liderler, Osmanlı hükümeti ile toplumları arasında bir aracı rolü oynuyor ve kendi adli işlerini yönetme yetkisine sahipti. Bu sistem, diğer bir deyişle millet sistemi, gayrı Müslimlere kollektif bir hak ve güvence sağladı.
Vakıflar: Gayrı Müslim topluluklar, dini, eğitim, sosyal yardım ve diğer amaçlar için vakıflar kurmalarına izin verildi. Bu vakıflar, topluluğun ihtiyaçlarına hizmet etmek ve kendi halkları için kaynak sağlamak için kullanıldı.
Adli Sistem: Gayrı Müslimler, kendi dini hukuklarına göre mahkemelere başvurabilirdi. Bu hukuk, örneğin Yahudi cemaatleri için Talmud hukuku veya Rum Ortodoks cemaatleri için Hristiyan kanon hukuku gibi dini metinlerden türetilen hukuk sistemlerini içeriyordu. Ancak, Müslümanların yargı yetkisi olduğu konular Müslüman mahkemeleri tarafından çözümlenirdi.
Askerlik: Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslümanlar askerlik hizmeti vermek zorundayken, gayrı Müslimler genellikle askerlik hizmetinden muaftı. Ancak, bazı durumlarda gayrı Müslim topluluklar, orduya zorunlu olarak asker sağlamakla yükümlü olabiliyordu.
Bu uygulamalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun gayrı Müslim topluluklarına tanınan hakları ve dinlerini serbestçe uygulama özgürlüğünü yansıtmaktadır. Ancak, bu haklar bazen uygulamada zorluklarla karşılaşabilirdi ve gayrı Müslimlerin durumu zaman zaman değişebilirdi.
%%%%%%
Osmanlı idaresinde bulunan gayri Müslim azınlıklar devlete karşı nasıl bir tutum sergilemişlerdir?
Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan gayri Müslim azınlıklar genellikle Osmanlı yönetimiyle ilişkilerini çeşitli şekillerde sürdürmüşlerdir. Bu azınlıklar arasında Rum Ortodoks, Ermeni, Süryani, Yahudi ve diğer Hristiyan, Musevi ve diğer dini ve etnik gruplar bulunmaktadır. Her azınlık, kendi içinde farklı taktikler ve stratejiler kullanarak Osmanlı idaresine karşı tutum sergilemiştir. Ancak, genel olarak aşağıdaki tutumlar öne çıkmaktadır:
İtaatkârlık ve Uyumluluk: Bazı azınlıklar, Osmanlı hükümetinin otoritesine uyum göstererek Osmanlı idaresine karşı itaatkar bir tutum sergilemiştir. Bu yaklaşım, azınlıkların Osmanlı imparatorluğunda kabul görmek ve korunmak için sadakatlerini göstermelerine dayanmaktadır. Örneğin, Osmanlı toplumunda en kalabalık ve ekonomik olarak güçlü olan Rum Ortodoks ve Ermeni azınlıkları, imparatorluğun yönetimine bağlılık göstererek ticaret, finans ve diğer sektörlerde başarılı olmuşlardır.
İş birliği ve Hizmet: Bazı azınlıklar, Osmanlı hükümetine doğrudan hizmet etme stratejisini benimsemiştir. Bu azınlıkların üyeleri, hükümete danışmanlık, diplomatik görevler veya vergi toplama gibi görevlerde yer almışlardır. Bu tür azınlıklar arasında, Osmanlı bürokrasisinde etkili olan Rum ve Ermeni elitlerini örnek verebiliriz.
Aktif Direniş: Bazı azınlıklar ise Osmanlı idaresine karşı aktif bir direniş göstermiştir. Bu direniş, genellikle siyasi veya dini bağımsızlık talepleriyle ilişkilidir. Örneğin, Rumlar, Ermeniler ve diğer bazı dini ve etnik gruplar, kendi ulusal kimliklerini koruma ve bağımsızlık taleplerini ileri sürmek için çeşitli isyanlar, ayaklanmalar ve siyasi hareketler düzenlemişlerdir.
Rekabet ve Reklam: Bazı azınlıklar, kendi topluluklarının sosyal, kültürel veya ekonomik başarılarını vurgulayarak, diğer toplulukların önünde yer almaya çalışmışlardır. Örneğin, Ermeniler ve Yahudiler, finans, ticaret ve diğer sektörlerde etkili olmalarıyla tanınmıştır.
Bu tutumlar, zaman ve yerel koşullara göre değişebilir ve her azınlık için geçerli olmayabilir. Ayrıca, Osmanlı idaresine karşı sergilenen bu tutumlar genel olarak karmaşık bir karışımdır ve her azınlık içinde de farklı tutumlar sergileyen bireyler bulunabilir.
%%%%%%
Osmanlı’nın azınlıklara uyguladığı adaletli uygulamalarından örnekler verir misin?
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, azınlıklara uygulanan adaletli uygulamalardan bazıları şunlardır:
Millet Sistemi: Osmanlı İmparatorluğu, farklı dini ve etnik grupları “milletler” olarak tanımlar ve bu gruplara kendi inanç ve geleneklerine göre dini ve hukuki bağımsızlık tanır. Bu sistem, azınlıkların korunmasına ve kendi iç işlerini yönetmelerine imkan sağlar.
Dini Özgürlükler: Osmanlı İmparatorluğu, farklı dini gruplara inançlarını serbestçe yaşama hakkı tanır. Azınlıklar, ibadetlerini gerçekleştirebilir, kiliseler, sinagoglar ve camiler inşa edebilir ve dini liderlerini seçme özgürlüğüne sahiptir.
Dilsel Çoğulculuk: Osmanlı İmparatorluğu, farklı dilleri konuşan azınlıklara kendi ana dillerinde eğitim ve yayın yapma özgürlüğü verir. Bu sayede, azınlık grupları kendi dillerini, kültürlerini ve miraslarını koruma imkanına sahip olabilirler.
Eşitlilik Yasanları: Osmanlı İmparatorluğu, farklı milletlere mensup olanların kanun önünde eşit olduğunu belirten yasalara sahipti. Herkesin adaleti arama hakkı vardı ve hukuki süreçlerde ayrımcılık yapılmazdı.
Vergi ve Askerlik Muafiyeti: Bazı azınlık grupları, kendi dini liderlerine ve dini mekanlara bakmakla yükümlü oldukları için vergi muafiyetine sahipti. Ayrıca, bazı azınlıklar da Osmanlı İmparatorluğu’nun ordusuna katılma zorunluluğundan muaf tutulurdu.
Bu örnekler, Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklara uyguladığı adaletli uygulamalardan sadece birkaç tanesidir. Ancak aynı dönemde bazı azınlıklar da ayrımcılık ve zulümle karşılaşmıştır, bu nedenle tüm uygulamaların adaletli olduğunu söylemek doğru olmayabilir.
%%%%%%
Osmanlı’nın azınlıklara nasıl bir uygulama yaptığına dair yaşamdan örnekler verir misin?
Osmanlı İmparatorluğu’nda azınlıklara yönelik uygulamalar çeşitli dönemlerde farklılık göstermiştir. Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda azınlıklara yönelik politikalar daha net şekilde görülmektedir. İşte Osmanlı İmparatorluğu’nda azınlıklara dair bazı yaşamsal örnekler:
Osmanlı Devleti’nin farklı dini ve etnik gruplara hoşgörü gösterdiği görülmektedir. Örneğin, Hristiyan ve Musevi topluluklara kendi dillerinde ibadet etme ve kendi dini liderlerini seçme özgürlüğü tanınmıştır.
İmparatorluk içinde yaşayan farklı dini ve etnik gruplara kendi hukuki ve idari yapılarına sahip olan milletler sistemi uygulanmıştır. Bu sistem sayesinde azınlıklar, kendilerine özgü kanunlara ve mahkemelere sahip olma hakkına sahipti. Rum, Ermeni, Sırp gibi farklı milletlere bu şekilde özerklik verilmiştir.
Azınlıklar, ticaret, sanat ve diğer yaşam alanlarında da etkin rol oynamışlardır. Özellikle Yahudi tüccarlar Osmanlı ekonomisi için önemli bir rol oynamış ve İmparatorluğun uluslararası ticaretteki başarısının bir parçası olmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda azınlıkların yerleşim bölgelerinde kendi dilleri ve kültürlerini koruma hakkı tanınmıştır. Örneğin, Ermenilerin, Rumların ve Sırpların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde kendi okullarını ve kiliselerini açma özgürlükleri vardı.
Ancak aynı zamanda azınlıklara yönelik ayrımcı ve baskıcı politikalar da yaşanmıştır. Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda azınlıkların haklarına kısıtlamalar getirilmiş, etnik ve dini gruplara karşı şiddet ve baskı uygulanmıştır. Örneğin, 1915 Ermeni Soykırımı’nda, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni azınlığa karşı sistematik bir şekilde baskı ve katliam gerçekleştirilmiştir. Bu gibi olaylar, Osmanlı’nın azınlıklara yönelik uygulamalarının sadece hoşgörü ve özerklikle sınırlı olmadığını göstermektedir.
%%%%%%%%
Batılılar Osmanlı’ya nasıl bakmış ve nasıl değerlendirmişlerdir?
Batılılar Osmanlı İmparatorluğu’na çeşitli perspektiflerle bakmış ve farklı şekillerde değerlendirmişlerdir. Bunlar arasında genel olarak şu görüşler öne çıkmaktadır:
Egzotiklik ve merak: Batılılar Osmanlı’ya egzotik bir toplum olarak bakmış ve onun dini, kültürel ve sosyal yapısını merak etmişlerdir. Özellikle Orta Doğu ve İslam kültürüyle temas kurmamış olan Avrupalılar için Osmanlı İmparatorluğu, egzotik bir dünya sunmuştur.
Tehlike ve tehdit: Batılılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının genişliği, askeri gücü ve stratejik konumu nedeniyle onu genellikle bir tehdit olarak görmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki güç dengelerini etkilemesi ve Avrupa topraklarını istila etme potansiyeli, Batılı devletlerin Osmanlı’ya karşı tedbirler almasına yol açmıştır.
Geri kalmışlık ve güçsüzlük: Batılılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun zamanla geri kalmış bir toplum haline geldiğini ve yönetimindeki sorunlar nedeniyle güçsüzleştiğini düşünmüşlerdir. Özellikle 19. yüzyılda Osmanlı’nın siyasi, ekonomik ve askeri başarısızlıkları, Batılı gözlemcilerin Osmanlı’nın zayıflığını vurgulamasına neden olmuştur.
Medeniyet ikilemi: Batılılar, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan toplumların modern Batı medeniyetiyle uyumlu olup olmadığını tartışmışlardır. Bu bağlamda, Batılı gözlemciler Osmanlı hükümetinin modernleşme çabalarını ve Batılılaşma politikalarını değerlendirmişlerdir.
Kültürel ilham kaynağı: Osmanlı İmparatorluğu, Batı sanatı ve edebiyatında etkili olmuş ve Batılı sanatçılar ve yazarlar için bir ilham kaynağı olmuştur. Özellikle Osmanlı motiflerinin ve estetiğinin Avrupa kültüründe kullanılması, Batılıların Osmanlı’ya olan ilgisini ve değerlendirmelerini etkilemiştir.
Bu değerlendirmeler arasında hem olumlu hem de olumsuz görüşler bulunmaktadır. Batılılar Osmanlı’ya farklı bakış açılarıyla yaklaşmış ve bazen Osmanlı toplumunu romantikleştirmiş, bazen de eleştirilerde bulunmuşlardır.
%%%%%%
Osmanlıda medreseler nasıldı ve neler okutulurdu?
Osmanlı İmparatorluğu döneminde medreseler, İslam eğitiminin sağlandığı önemli eğitim kurumlarıydı. Genellikle camilere ve medreselere bağlı olarak faaliyet gösteren bu okullarda öğrencilere dini ve fen ilimleri öğretilirdi.
Medreselerde eğitimde Arapça başlıca dil olarak kullanılırdı ve Kur’an-ı Kerim, hadis ve fıkıh gibi İslam’ın kutsal metinlerine dayalı dini bilgiler verilirdi. Öğrenciler, Arapça dilbilgisi, sözlük bilgisi, edebiyat ve retorik gibi dersler alırken, İslam hukuku, hadis bilimi, fıkıh, tefsir gibi İslam’a dair alanlarda da eğitim alırlardı.
Diğer yandan medreselerde fen bilimleri ve matematik de öğretilirdi. Astronomi, tıp, mantık, matematik ve geometri gibi bilimsel alanlar da Osmanlı medreselerinde okutulan derslerden bazılarıdır. Bu bilimsel ve felsefi dersler, genellikle Arap, Fars ve Batı bilim dünyasının eserlerinden yararlanılarak öğretilirdi.
Medreselerdeki eğitim sistemi, öğrencilerin seviyelerine ve ilgi alanlarına göre farklı branşlara ayrılırdı. Eğitim süresi genellikle uzun bir süre alır ve öğrenciler, derslerdeki başarılarına göre derecelendirilir ve birer alim olarak mezun olurlardı. Mezun olan öğrenciler, imamlık, cemaat başkanlığı ve öğretmenlik gibi İslamî kurumlarda çalışabilirlerdi.
Osmanlı medreseleri, İslam kültürünün yayılması ve korunması açısından büyük bir öneme sahipti. Bu eğitim kurumları, bilimsel ve dini bilgilerin Osmanlı toplumu içinde yaygınlaşmasına katkıda bulunmuş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun eğitim sistemini oluşturan temel parçalardan birini oluşturmuştur.
Bastırılmış ruhlar, gelişmeye kapalı ruhlardır. Gelişmemiş ruhlar, yükselişe kapalı, yüksekliği ve yükselmeyi kabullenemeyen, taşıyamayan ruhlardır. Köleyi Efendi’nin konumuna oturtursanız, o onun altında ezilir, taşıyamaz. Ehliyetsiz olan kişiye de verilen makamlar da böyledir. Adaletin değil, zulmün kapısını açar. Nadirde olsa köle ruhluların içinden keşfedilip de ortaya çıkarılmasıyla çok harikalıklar ortaya çıkar. İnsanın dünyaya gönderilmesindeki amaçta, işte ruhun bu gelişiminin ve yükselişinin önünü açmaktır. Mesela eğitimde kabiliyeti olmayan bir öğrenci torpille fen lisesine kaydedildiğinde, o çocuk bunun altında ezilecek, bir an evvel kaçmaya çalışacaktır. Çünkü yükü kendi istiab alanının üzerindedir. Dünyada zorba kişiler hep bu aşağı ruhlardan çıkmıştır. Bir vesile ile geldiği ve getirildiği yüksek makamla, kendi aşağı ve aşağılık ruhu önce kendi içinde bir çatışmaya girmiş, daha sonra da, bir yandan kendini isbat etmek, diğer yandan da cehaletini örtmek için böyle bir zulme ve zorbalığa tevessül etmiştir. Aslında dünya aşağı ve yüce ruhların mücadele ve de ayrılma ve ayrıştırılma yeridir. Hayatta olan her şey ruhun gerçek yapısını ortaya çıkarmaktadır. Aşağı ruhların yaratılış ve varlığına müsaade edilmesinin en büyük hikmeti, ulvi ruhları beslemek ve ortaya çıkarmaktır. Ruhlar, kendisi de ruh olan ve ruh taşıyan Cebrail’in ruhundan üflediği ve desteklediği ilahi ruhla nisbetini ve münasebetini sağlamaktır. İlahi ruhla hayat bulan ruhlar ile, o ruhtan nasibi olmayan ve beslenmeyenlerin arenası ve cevelan yeridir dünya. Cennet ise ruhların ve ruhluların mekanı olurken, cehennemde ruhsuzların çöplüğüdür
***************
“Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrutlardan, firavunlardan tut tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.”
İnsanın önünde sınır yoktur. İnsan yükselebilir yüksele bildiği kadar ve yine alçalabilir alçalabildiği kadar.
Yükselmesinin son noktası olmadığı gibi, alçalmasının da son noktası yoktur. Onun için Cennet aynı zamanda Tek yönlü Kemal’e doğru, mükemmele doğru yükselme yeridir. Cehennemde düşüş olarak Tek yönlü alçalma yeridir.
bir kişi aynı şekilde Cehennemde de alçalabilir alçalabildiği kadar, düşebilir düşebildiği kadar. Yani ona verilecek ceza hafifletilmeden devam eder.
Firavun şu anda kabir azabını çektiğini Kur’an bize haber verirken, kabirden sonra ahirette cezası tahakkuk ettikten sonra cehennemde de -Eşeddül Azad- diyerek daha şiddetli bir azab ile azabı arttırılır.
İnsan Böylece bu dünyadaki almış olduğu konum ile bağlantılı olarak ebedi ahiret hayatında da terakkisi veya tedennisi buradaki durum üzerine devam eder. Çünkü bunun nihayeti yoktur.
Zira insan ebeden namzettir.
Yükselişi de düşüşü de Sonsuzluğa göre ayarlanmış olmaktadır.
Evet insan ebede gidecektir. Çünkü insan ebede namzet bir varlıktır.
Gizli Ermeniler, genellikle Ermeni kimliğini Türk toplumundan gizleyen, tam ya da kısmi etnik Ermeni kökenli insanları tanımlamak için kullanılan bir terimdir. 1 Çoğunlukla Ermeni Kırımı sırasında “fiziksel yok oluş tehdidi altında” İslamlaşan (Türkleşen veya Kürtleşen) Osmanlı Ermenilerinin torunlarıdır. 2 Türkiye’de yaklaşık bir asırdır gerçek kimliklerini gizleyen insanların büyük çoğunluğu doğu illerinde olmak üzere, İslam dininin Sünnilik ve Alevilik gibi çeşitli mezheplerini benimseyerek Türk ya da Kürt kimliği altında yaşamaktadır. 34
Gizli Ermenilerin sayısı kesin olarak bilinmemektedir, ancak bazı tahminlere göre 100 bin ile 2 milyon arasında değişmektedir. 5 Bazı gizli Ermeniler, son yıllarda orijinal adlarını ve dinlerini kullanmaya başlamıştır. 6 Bazıları ise Ermenilik bilincini korumakta veya yeniden kazanmaya çalışmaktadır. 7
Gizli Ermeniler, Türkiye’nin tarihi ve kültürel zenginliğinin bir parçasıdır.
Fatih Altaylı, Van’ın Yukarı Bakraçlı köyünde bulunan ve “Yedi Kilise” olarak anılan bir Ermeni kilisesinin sahibidir. Bu kilise, 1915 sonrası el konan Ermeni mallarından biridir ve Hüsamettin Altaylı adlı kişiye tapu olarak geçmiştir. Hüsamettin Altaylı, Fatih Altaylı’nın dedesidir. Fatih Altaylı, bu kiliseyi miras aldığını ve istenirse satabileceğini söylemiştir. Bu durum, Türkiyeli bir grup Ermeni tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
@@@@##
Yedi Kilise, Ermenice Varakavank olarak da bilinen bir Ermeni manastırıdır. Bu manastır, Van’ın Yukarı Bakraçlı köyünde yer almaktadır. 1 Manastırın tarihi 8. yüzyıla kadar uzanmaktadır. 2 Manastır, yedi ayrı kilise ve yapıdan oluşmaktadır. Bunlardan en eskisi St. Sophia (Azize Sofya) kilisesidir. 3
Manastır, 1915 Ermeni Kırımı’nda büyük hasar görmüştür ve birçok Ermeni öldürülmüş veya sürgün edilmiştir. 4 Manastırın bir kısmı 1960 yılında valilik tarafından yıkılmıştır. 5 Manastır, bugün harabe halindedir ve koruma altına alınmamıştır.
Hayvanların dünyası, çeşitli türlerin ve türler arasındaki ilişkilerin bulunduğu bir ekosistemdir. Hayvanlar, doğada geniş bir çeşitlilik gösterir ve farklı habitatlarda yaşarlar. Bu habitatlar arasında ormanlar, çayırlar, dağlar, denizler ve hatta şehirler ve insan yerleşimleri bulunabilir.
Hayvanlar, doğal dengenin korunmasında ve ekosistemin işleyişinde önemli bir rol oynar. Besin zincirinde farklı basamaklarda yer alarak birbirlerine bağımlıdırlar. Örneğin, otobur hayvanlar ot yiyerek beslenirken, etoburlar diğer hayvanları avlayarak beslenir. Bu sayede enerji döngüsü devam eder.
Hayvanlar aynı zamanda doğal kaynakların dağılmasında ve tohumların yayılmasında da önemli bir rol oynar. Örneğin, kuşlar bitkilerin tohumlarını taşıyarak yeni alanlarda büyümelerini sağlar. Aynı zamanda bazı hayvanlar, bitki ve böcek popülasyonlarının kontrolünde de görev alır.
Hayvanların dünyasında sosyal organize olmuş yapılar da gözlemlenebilir. Örneğin, arılar ve karıncalar karmaşık topluluklar oluşturur ve birlikte yaşadıkları kolonilerde görev paylaşımı yaparlar. Diğer sosyal hayvanlar arasında aslanlar, kurtlar, maymunlar ve penguenler bulunur.
Hayvanlar dünyasında hayatta kalma mücadelesi de oldukça önemlidir. Hayvanlar, farklı avlanma ve savunma stratejileri geliştirir ve çevreleriyle adapte olurlar. Kimi hayvanlar hızlı koşabilir, kimileri ise parlak renklere sahip olabilir ya da kamuflaj yapabilir. Bunlar, hayvanların besin aramaları, yuva yapmaları ve üremeleri için gerekli olan becerilerdir.
Sonuç olarak, hayvanların dünyası biyolojik çeşitlilik ve türler arası etkileşimlerle dolu bir ekosistemdir. Hayvanlar çevrelerine uyum sağlayarak hayatta kalma mücadelesi verirler ve doğal dengenin korunmasında önemli bir role sahiptirler.
&&&&&&&
Bitkilerin dünyası
Bitkilerin dünyası, yeryüzünde büyük bir çeşitlilik gösteren bitki türlerinin ve bitkilerin yaşadığı ekosistemlerin tamamını kapsar. Bitkiler, fotosentez yaparak enerji üreten ve oksijen salınımı yapan canlılardır.
Bitkiler, sürekli değişen ya da sabit olan habitatlarda yaşayabilir. Ormanlar, çayırlar, çöller, dağlar, nehir kıyıları, denizler ve hatta buzullar gibi çeşitli ekosistemlerde yetişebilirler. Bitki türleri, çevre koşullarına adapte olacak şekilde farklı büyüme formları ve özellikler geliştirmiştir.
Bitkiler, toprakta kök sistemleriyle tutunarak besin ve su alır. Fotosentez yaparak güneş ışığını kullanarak karbondioksitden oksijen üretirler. Bu oksijen, tüm canlıların solunumunda önemli bir rol oynar. Aynı zamanda bitkiler, fotosentez sırasında ürettikleri organik maddeleri depolar ve enerjiye dönüştürerek büyümelerini sağlar.
Bitkilerin dünyasında, türler arasında rekabet ve işbirliği de gözlemlenebilir. Bitkiler, yeterli besin ve su kaynaklarını elde edebilmek için birbiriyle rekabet ederler. Aynı zamanda bazı bitkiler, mutualistik ilişkiler kurarak diğer organizmalarla işbirliği yaparlar. Örneğin, bazı bitkiler böceklerle veya sineklerle ortaklık kurarak tozlaşma yapabilir veya bazı mantarlarla simbiyotik bir ilişki içinde olabilir.
Bitkilerin dünyası, ayrıca doğal kaynakların dağılmasında, erozyon kontrolünde ve habitat sağlamada önemli bir rol oynar. Bitkiler, toprak erozyonunu önleyerek toprak tabakasının korunmasında etkilidir. Aynı zamanda ormanlar, oksijen üretimi, karbondioksit emilimi ve iklim düzenlemesi gibi ekosistem hizmetlerini sağlar.
Sonuç olarak, bitkilerin dünyası, biyolojik çeşitlilik açısından büyük bir zenginliğe sahip olan bitki türlerinin ve bitki ekosistemlerinin bir araya geldiği bir ekosistemdir. Bitkiler, enerji üretimi, ekosistem hizmetleri ve diğer canlılarla olan etkileşimleriyle doğal denge ve ekolojik denge açısından büyük bir öneme sahiptir.
₺₺₺₺₺₺₺₺₺
Deniz hayvanlarının özellikleri nelerdir?
Deniz hayvanları, denizlerde yaşayan çeşitli türleri kapsar. Bu hayvanların bazı ortak özellikleri şunlardır:
1. Solunum: Deniz hayvanları, çeşitli yöntemlerle solunum yapar. Balıklar gibi solungaçlara sahip olanlar, suyu ağızda alır ve solungaçlar aracılığıyla oksijen alışverişi yaparlar. Diğer deniz hayvanları ise derileri veya solunum delikleri aracılığıyla solunum yapabilirler.
2. Yüzgeçler: Deniz hayvanları, yüzme ve hareket için özelleşmiş yüzgeçlere sahiptir. Balıkların yanı sıra deniz memelileri gibi su ortamında yaşayan hayvanlar, yüzme yeteneklerini geliştirmiş yüzgeçlere sahiptir.
3. Tuz dengesi: Deniz suyu tuzlu olduğu için deniz hayvanları tuz dengelerini koruyabilmek için özel adaptasyonlar geliştirmiştir. Kimi deniz hayvanları tuzun atılmasını sağlayan özel organlara sahiptir.
4. Drift adaptasyonu: Denizde yaşayan bazı hayvanlar, su akıntılarına karşı dirençli olmak için özel adaptasyonlara sahiptir. Örneğin, balinalar ve yunuslar, ince ve kaygan vücut yapılarıyla su içinde kolayca hareket edebilirler.
5. Kamuflaj: Denizde yaşayan bazı hayvanlar, çevrelerine uyum sağlamak için kamuflaj yeteneklerine sahiptir. Bu sayede avcılardan ve avlardan kaçınabilirler.
6. Özelleşmiş organlar: Deniz hayvanları, su ortamında yaşamaya adapte olmak için özelleşmiş organlara sahiptir. Örneğin, köpekbalıkları ve balina balığı, su altındaki avlarını algılamak için elektro-reseptörler kullanır.
7. Hayvan grupları: Denizler, balıklar, kabuklular, yumuşakçalar, deniz memelileri, deniz kuşları, mercanlar ve deniz yıldızları gibi çeşitli hayvan gruplarına ev sahipliği yapar.
Deniz hayvanları, deniz ekosistemlerinin önemli bir parçasıdır ve denizlerdeki biyoçeşitliliğin büyük bir bölümünü oluşturur. Ayrıca, deniz hayvanları, deniz ekosistemlerindeki besin zincirlerinin ve ekosistem hizmetlerinin sürdürülmesinde de önemli bir rol oynar.
#######
Kara hayvanlarının özellikleri nelerdir?
Kara hayvanları, karada yaşayan ve çeşitli özelliklere sahip olan hayvanlardır. İşte kara hayvanlarının bazı ortak özellikleri:
Uyarlanabilme: Kara hayvanları, farklı çevresel şartlara uyum sağlama konusunda çok başarılıdır. İklim koşullarının değişikliklerine ve farklı habitatlara uyum sağlayabilirler.
Dört ayaklılık: Genellikle kara hayvanları, dört ayak üzerinde hareket ederler. Bu dört ayakları sayesinde dengede kalmayı sağlarlar ve daha hızlı hareket edebilirler.
Akciğer solunumu: Kara hayvanları, akciğerleri aracılığıyla solunum yaparlar. Bu sayede oksijeni alıp karbondioksiti vererek hayatta kalabilirler.
Çeşitli beslenme alışkanlıkları: Kara hayvanları, etçil, otçul ya da hem etçil hem otçul olabilirler. Bazıları yalnızca bitkilerle beslenirken, bazıları da diğer hayvanları avlarlar.
Varyasyon: Kara hayvanları arasında çok çeşitli türler bulunmaktadır. Büyük memelilerden küçük böceklere kadar farklı boyutlarda ve şekillerde kara hayvanları mevcuttur.
Sosyal davranışlar: Bazı kara hayvanları, sosyal gruplar halinde yaşarlar ve birlikte avlanır, ürer veya korunur. Örneğin, kurtlar, aslanlar ve fil gibi hayvanlar sosyal yapıları olan türlerdir.
Savunma mekanizmaları: Kara hayvanları, kendilerini korumak için çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmişlerdir. Zehirli dikenlere sahip hayvanlar, kamuflaj yetenekleri olan hayvanlar veya hızlı kaçabilen hayvanlar gibi farklı şekillerde savunma yapabilirler.
Bu özellikler, kara hayvanlarının genel özelliklerini açıklamaktadır, ancak her tür kendi benzersiz özellikleriyle birlikte bu genel özelliklere de sahip olabilir.
₺₺₺₺₺₺₺
Hava hayvanlarının özellikleri nelerdir?
Hava hayvanları, havada yaşamayı tercih eden ve uçuş yeteneğine sahip organizmalardır. İşte hava hayvanlarının genel özellikleri:
Uçma Yeteneği: Hava hayvanlarının en belirgin özelliği uçabilme kabiliyetidir. Bu yeteneklerini kanatları veya uçuş zarları gibi yapılar aracılığıyla gerçekleştirirler.
Hafif Kemik Yapısı: Hava hayvanlarının kemik yapısı hafiftir ve içerisinde hava boşlukları bulunur. Bu, daha etkin uçabilmelerine yardımcı olur.
Tüy Kaplaması: Tüm hava hayvanlarının üzerini kaplayan tüyler, uçuş sırasında denge sağlamalarını ve hareketlerini kontrol etmelerini sağlar. Ayrıca tüyler, ısı yalıtımı ve kamufle olma özelliklerine de sahiptir.
Hava Keseleri: Bazı hava hayvanları, vücutlarında hava keseleri bulundurur. Hava keseleri, süzülme ve yükselme gibi uçuş hareketleri için kullanılır.
Gözler ve Kulaklar: Hava hayvanları, uçuş sırasında çevrelerini daha iyi görebilmek için genellikle olağanüstü göz yeteneklerine sahiptir. Ayrıca, kulakları da uçuş ve avcılık sırasında önemli bir rol oynar.
Solunum Sistemi: Hava hayvanlarının solunum sistemleri, yüksek irtifalarda yeterli oksijen alabilmek için uyarlanmıştır. Bu hayvanların akciğerleri daha büyük ve daha etkilidir.
İskelet Sistemi: Hava hayvanlarının iskelet sistemleri, hava dinamiklerine daha iyi uyum sağlayabilmek için hafif ve esnektir.
Diyet: Hava hayvanları genellikle böceklerle beslenir, ancak bazı türler etçil olarak da beslenebilir. Besinlerini genellikle uçarken yakalayarak temin ederler.
Bu özellikler, hava hayvanlarının uçabilme yeteneklerini en etkili şekilde kullanmalarını sağlar. Bununla birlikte, tüm hava hayvanlarının bireysel özellikleri ve adaptasyonları farklı olabilir.
Yükseklik: Dağlar, genellikle deniz seviyesinden 1.000 metrenin üzerinde yükselir. Dünya’daki en yüksek dağ, Everest Dağı’dır ve 8.848 metreye kadar yükselir.
Dik ve Sarp Yamaçlar: Dağlar genellikle dik ve sarp yamaçlara sahiptir. Bu yüzden tırmanışı zor ve tehlikeli olabilir.
Zirve: Dağların zirvesi, en üst noktasıdır. Zirveler genellikle sarp ve kayalık olabilir.
Volkanik Faaliyet: Birçok dağ, volkanik faaliyetler sonucu oluşur. Volkanların patlamasıyla lav ve küllerle oluşan volkanik dağlar, örneğin Etna ve St. Helens gibi, dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunur.
Dağlık Sistemler: Dağlar, birçok dağın bir araya gelerek oluşturduğu dağlık sistemler olarak bilinir. Örnek olarak Himalayalar, Alpler ve And Dağları verilebilir.
İklim ve Bitki Örtüsü: Dağlar, yüksekliklerinden dolayı farklı iklim ve bitki örtüsüne sahiptir. Alçak rakımlarda daha sıcak ve nemli iklimler bulunurken, yüksek rakımlarda soğuk ve kurak iklimler hüküm sürer. Bu nedenle, dağlar çeşitli bitki ve hayvan türleri için önemli yaşam alanlarını temsil eder.
Su Kaynakları: Dağlar, önemli su kaynaklarını barındırır. Yüksek rakımlarda düşen yağmur ve kar, kıyı bölgelerine su sağlamak için eriyerek akar. Dağları besleyen ve tarım, içme suyu ve enerji üretimi için kullanılan nehirlerin kaynağıdır.
Coğrafi Bölünme: Dağlar genellikle coğrafi bölünmeye neden olur. Bir dağ, iki bölge veya ülke arasında sınırlar oluşturabilir.
Jeolojik Süreçler: Dağ oluşumları, tektonik levha hareketleri ve yer kabuğunun kıvrılması sonucu gerçekleşir. Bu süreçler, dağların yüksekliklerini ve şekillerini belirler.
Turizm ve Etkinlikler: Dağlar, turistik cazibe merkezleri olarak görülür. Dağ tırmanışı, dağ bisikleti, kayak, yürüyüş ve doğa gözlemi gibi açık hava etkinlikleri için popüler bir seçenektir.
&&&&&&
Yeryüzünün özellikleri ve genel yapısı nasıldır?
Yeryüzü, çok çeşitli özelliklere ve yapısal unsurlara sahip bir gezegendir. İşte yeryüzünün bazı temel özellikleri:
Kıtalar: Yeryüzü, yedi büyük kıtadan oluşur: Asya, Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Avustralya ve Antarktika. Kıtalar, büyük kara kütlesi oluştururlar ve birbirlerinden okyanuslarla ayrılırlar.
Okyanuslar: Dünya yüzeyinin yaklaşık %71’i okyanuslarla kaplıdır. Beş ana okyanus vardır: Büyük Okyanus, Hint Okyanusu, Atlas Okyanusu, Güney Okyanusu ve Arktik Okyanusu. Okyanuslar, suyla kaplı geniş alanlardır ve çeşitli denizel ekosistemlere ev sahipliği yaparlar.
Dağlar: Dağlar, yeryüzünün yükseklik kazanan kısımlarıdır. Volkanik dağlar, yüzeyin altından gelen eriyik lav kabarcıklarının yeryüzüne çıkması sonucu oluşurken, kıvrımlı dağlar, kabuğun hareketleri sonucu oluşur. Dağlar, ekolojik olarak zengin ve çeşitli bitki ve hayvan türlerine ev sahipliği yaparlar.
Ovalar: Ovalar, düz ya da hafif eğimli arazilerdir. Akarsuların ve rüzgarların taşıdığı alüvyonlarla oluşurlar. Ovalar genellikle tarım için elverişli topraklarla kaplıdır.
Nehirler ve Göller: Nehirler ve göller, yeryüzündeki tatlı su kaynaklarını temsil eder. Nehirler genellikle dağlık bölgelerden başlayıp ovalara doğru akarlar ve okyanuslara ulaşırken, göller ise jeolojik süreçler veya jeomorfolojik olaylar sonucu oluşan su birikintileridir.
Çöl ve Çöller: Çöller, çok az yağış alan ve neredeyse bitki örtüsü olmayan yerlerdir. Sıcak çöller, kumullarla kaplı olabilirken, soğuk çöller buz ve karla kaplı olabilir.
Ekosistemler: Yeryüzünde birçok farklı ekosistem bulunur. Bunlar, belirli bitki ve hayvan türleri ile çevreleri arasındaki etkileşimlerin bir sonucudur. Ormanlar, çayırlar, çöl, denizel ekosistemler gibi çeşitli ekosistemler, farklı iklim ve coğrafi bölgelerde bulunabilir.
Yeryüzü, yaşamın devam ettiği birçok çeşitli ortama ev sahipliği yapan karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu çeşitlilik, ekolojik dengenin sürdürülmesi ve türlerin çeşitliliği açısından önemlidir.
########
Yeraltında bulunan madenler ve özellikleri nelerdir?
Yeraltında bulunan madenler çeşitli minerallerden oluşur ve önemli birçok maden çeşidi bulunmaktadır. İşte bazı yaygın yeraltı madenleri ve özellikleri:
Kömür: Yeraltında bulunan ve yakılan bir çeşit karbonlu organik maddedir. Elektrik üretimi, endüstriyel işlemler ve ısıtma gibi enerji ihtiyaçlarında yaygın olarak kullanılır.
Demir cevheri: Demirin ana kaynağı olan demir cevherleri yüksek oranda demir içerir. Çelik üretiminde ve diğer metal üretimlerinde kullanılır.
Altın: Nadir bulunan ve değerli bir madendir. Takı yapımında, elektronik ve telekomünikasyon endüstrisinde kullanılır.
Gümüş: Değerli ve iletken bir madendir. Takılar, aygıtlar ve elektronik bileşenlerde kullanılır.
Bakır: İyi bir elektrik iletkeni olan bakır, elektrik, telekomünikasyon, inşaat ve otomotiv endüstrilerinde geniş bir kullanım alanına sahiptir.
Kurşun: Yumuşak ve kolay işlenebilen bir metal olan kurşun, batarya üretimi, mobilya, boya ve mermi yapımında kullanılır.
Çinko: Koruyucu kaplamalar, pil üretimi, alaşım ve metal işleme endüstrisinde kullanılan bir madendir.
Alüminyum: Hafif, dayanıklı ve paslanmaz bir madde olan alüminyum, uçak, otomotiv ve inşaat endüstrilerinde geniş bir kullanım alanına sahiptir.
Boksit: Alüminyumun ana kaynağı olan boksit, alüminyum üretiminde kullanılır.
Nikel: Paslanmaz çelik, pil, elektrikli araçlar ve diğer birçok sanayi üretiminde kullanılan bir madendir.
Bu sadece bazı yaygın yeraltı madenleri örnekleridir, ancak dünya genelinde birçok maden çeşidi bulunmaktadır. Madenler, endüstriler için önemli hammaddeler sağlar ve ekonomik kalkınmada büyük bir rol oynarlar.