Türkiye bir çok alanda atağa kalktı.
Özellikle askeri ve teknolojik alanlarda.
Bunların devam edip sürdürülebilir olması için önüne takozların konulmaması ve desteklenmesi gerekir
Neden tedirginim?
Bunca gelişmeler görülür ve yaşanır iken bu milletin kanını taşımayanlarca hafife alınmaya, önemsizleştirip hatta engellemeye çalışılmaktadır.
Geçmişte olduğu gibi.
Kısır zihniyetli, kökü bereketsiz, kabir kaçkını kişilerin varlığı azımsanmayacak bir yekûn teşkil etmektedir.
Ümitsiz değiliz ancak bu gelişmeleri kendilerine emanet edecek yönetimde, eğitimde, ARGE-sinde ve yatırımında kısaca bir çok alanda sahiplenerek kalbi imanla, aklı fen ilimleriyle aydınlanmış gençlere ihtiyaç var.
Bunca gelişmelere rağmen bu milletin baş örtüsüyle uğraşan kabir kaçkını ve hortlaklar ve de onları destekleyip sahiplenecek insanlar var.
Hala Ayasofya’yı müzeye çevirme sevdalıları mevcut.
Bunca askeri gelişmelere, bunca hastanelere, bunca camilere vesaire ne gerek var diyecek kısır zihniyetli insanlar var.
İktidar değişiminde eski günlere dönmeyi arzu eden çok insan var.
Bu inanç ve yasayışta olduğu gibi, maddi ve teknolojik gelişmelerde de söz konusu olmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu durum görüldü ve tedirginliği mi dile getirdim.[1]
Sırf kör ve körleşmiş bir muhalefet adına.
Muhalefet edenler her alanda iktidarın ve hükümetin başarısızlığını, öyle ki devletin bile çökmesi uğruna arzu ediyorlar.
Tam bir ihanet.[2]
Sayın Erdoğan kendisinin 22 yılda yaptığını, 22 günde yok edip tersine çevirecek insanların bulunduğu tehlikesini mutlaka görüyor ve biliyordur.
O halde yaptıklarıyla beraber kendisinden sonra bunları devam ettirecek ekibi de şimdiden hazırlaması gerekiyor.
Bu millet yüz yıldır maddi ve manevi kendisini temsil etmeyen, hassasiyetini gözetmeyen kısır zihniyetli insanlardan çok çekti.
Yine o durumlara dönülür diye korkuyor ve tedirgin oluyorum.
Ümitsiz olmamakla birlikte…
Vatanı ve değerlerini midesi uğruna satacak ,patates ve soğana değişecek insanlar yok değil.
Sınandık ve gördük.
Korona ve deprem bile bizleri yeteri kadar uyandırıp da kendimize getiremedi.
Onca kayıplar yaşandığı halde.
O halde?
Haksız mıyım?
************
Hayatta olan olaylar insanın içerisindeki gerçek yapıyı ve yapısını hatta karakterini ortaya çıkarıyor.
Tıpkı fakirken zengin olduğunda herkese yardım edeceğini söyleyen Salebe’nin, değil yardım etmek, zekât emri geldiği halde zekâtı vermemiştir.
İçindeki münafık yapıyı ortaya çıkarmıştır.
Olaylar kiminin münafıklığını gün yüzüne çıkarırken, kiminin de insaniyetini ortaya koyar.
6-7 Eylül olayları, 6 Eylül 1955 tarihinde İstanbul’da başlayan ve 7 Eylül’e kadar süren etnik temelli şiddet olaylarıdır. Bu olaylar, Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıkların mülklerine ve işyerlerine saldırılmasıyla başlamıştır.
O dönemde Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusunda gerilim yaşanmaktaydı. Fakat asıl tetikleyici etken, başbakanlık konutuna yerleştirilen “Atatürk’e hakaret” şeklindeki bir casusluk olayı olmuştur. Bu casusluk haberi halk arasında yayıldıkça, Türk milliyetçiliği aleyhinde bir atmosfer oluşmuştu. Olayın sorumlusu olarak halk, azınlıkları ve özellikle Rumları göstermeye başlamıştır.
Saatler süren olaylarda, Türk milliyetçileri tarafından azınlıkların mülkleri yağmalanmış, işyerleri ateşe verilmiş ve saldırılarda çok sayıda kişi yaralanmıştır. Şehirdeki Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin üyeleri hedef alınmıştır. Olaylar sırasında polis ve askerler müdahale etmemiş, hatta bazı durumlarda saldırganları teşvik etmiştir.
Olaylar sonucunda on binlerce Rum, Ermeni ve Yahudi Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Mülklerine ve işyerlerine yapılan saldırılar sonucunda büyük miktarda maddi zarar yaşanmıştır.
Olaylar üzerindeki en büyük spekülasyon, devletin bu olayları kendi çıkarları doğrultusunda planladığı şeklindedir. Buna göre, hükümet 6-7 Eylül olaylarını, Kıbrıs konusunda Yunanistan’ı zor durumda bırakmak ve azınlıklara yönelik hoşgörüsüzlüğü kışkırtmak için organize etmiştir. Bu teori, o dönemde baskın olan anti-Avrupa ve milliyetçi politikaların bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Ancak 6-7 Eylül olayları hakkında tam bir netlik olmaması sebebiyle, olayların tam olarak nasıl başladığı ve kimler tarafından organize edildiği konusunda kesin bir bilgiye sahip olmak zordur. Bu olaylar, Türkiye’nin tarihindeki en karanlık ve utanç verici olaylardan biri olarak kabul edilir.
@######
6-7 Eylül olaylarını kimler ne için yaptı
6-7 Eylül olaylarını kimlerin ve ne için yaptığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Olayların nasıl başladığı ve kimler tarafından organize edildiği konusunda farklı teoriler ve spekülasyonlar bulunmaktadır.
Bazı iddialara göre, olayları devletin kışkırttığı ve yönlendirdiği düşünülmektedir. 1955 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusunda gerilim yaşanıyordu ve bu gerilim ortamı 6-7 Eylül olaylarının patlak vermesine zemin hazırlamış olabilir. Bu teoriye göre, olaylar azınlık toplumlarına karşı hoşgörüsüzlüğü artırmak ve Türk milliyetçiliğini yükseltmek amacıyla planlanmıştır.
Diğer bir teoriye göre ise, 6-7 Eylül olayları sokaktaki kalabalığın hükümet kontrolünde çılgınca saldırılar düzenlediği bir olaydır. Bu teoriye göre, hükümet, azınlıklara yönelik düşmanlık ve şiddeti kışkırtıcı bir atmosfer yaratmak istemiş olabilir.
Ancak kesin ve sağlam bilgilere dayanmadan 6-7 Eylül olaylarının kimler tarafından ve ne için yapıldığını söylemek doğru olmaz. Bu olaylar üzerindeki spekülasyonlar ve teoriler, çeşitli kaynakların ve tanıklıkların çalışmalarına dayanmaktadır. Olayların gerçek sebeplerini tespit etmek için daha derinlemesine araştırmalar yapılması gerekmektedir.
₺₺₺₺₺₺
6-7 Eylül olaylarıyla ne amaçlanmaya çalışıldı
6-7 Eylül olaylarının amacı hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Olayların gerçek sebepleri ve amacı tam olarak belirlenememiş olsa da bazı olası amaçlar şunlar olabilir:
1. Azınlıklara karşı hoşgörüyü azaltmak ve Türk milliyetçiliğini yükseltmek: Olaylar, azınlık toplumlarına yönelik düşmanlığı artırmak ve Türk milliyetçiliğini güçlendirmek amacıyla yapılmış olabilir. Olaylar sonucunda azınlıklara yönelik saldırılar gerçekleşti ve bu durum toplumda hoşgörüsüzlüğü artırdı.
2. Kıbrıs konusunda Yunanistan’a baskı yapmak: 1955 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusu nedeniyle gerilim yaşanıyordu. Olaylar, Yunanistan’ı baskı altında tutabilmek ve Kıbrıs konusunda Türkiye’nin lehine bir durum yaratmak amacıyla düzenlenmiş olabilir. Bu teoriye göre olaylar, Türkiye’nin Kıbrıs’ta daha etkin bir şekilde hareket etmesini sağlamak amacıyla yapılmış olabilir.
3. İç politikada farklı kesimleri sindirmek veya güç gösterisi yapmak: Olaylar, iç politikada baskı kurma veya hedeflenen kesimleri sindirme amacını taşıyor olabilir. Hükümet veya güç sahipleri, olaylar aracılığıyla kendi güçlerini göstermek veya muhalif veya farklı grupları bastırmak amacıyla olayları kışkırtmış olabilir.
Tüm bu teoriler ve amaçlar spekülatiftir ve kesinlikle doğruluğu kanıtlanmamıştır. Olayların gerçek amacını belirlemek için daha derinlemesine araştırmalar yapılması ve daha fazla bilgiye ulaşılması gerekmektedir.
İsmet İnönü döneminde dini yaşantıda ne gibi yasaklar getirdi
İsmet İnönü döneminde dini yaşantıda bazı yasaklar ve kısıtlamalar getirilmiştir. Bu yasaklar ağırlıklı olarak dini eğitim, ibadet ve dini faaliyetler üzerinde etkili olmuştur. İşte İsmet İnönü döneminde getirilen bazı yasaklar:
Tekke ve zaviyelerin kapatılması: 1925 yılında çıkarılan bir yasayla tarikatlar ve benzeri dini kurumlar kapatılmıştır. Tekke ve zaviyelerin faaliyetleri durdurulmuş, cemaatlerin liderleri hapse atılmış veya sürgün edilmiştir.
Medreselerin kapatılması: 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması kararlaştırılmıştır. Bu durum, dini eğitimin resmi okullar üzerinden yapılmasını zorunlu kılmıştır.
Ezanın Türkçeleştirilmesi: 1932 yılında kabul edilen kanunla, ezanın Türkçe okunması zorunlu hale getirilmiştir. Bu, Arapça ezan okuyanların yaptıkları görevi Türkçe olarak yerine getirmelerini gerektirmiştir.
Kamusal alanda dini simge ve kıyafet yasakları: İnönü döneminde kamusal alanlarda dinin göstergesi olarak kabul edilen tespih, sarık, abide ve başörtüsü gibi dini simgelerin kullanımı kısıtlanmıştır. Bunun yanı sıra, açık saçık kıyafetlerin giyilmesi de yasaklanmıştır.
Cuma hutbelerinin kontrol altına alınması: Cumhuriyet dönemi boyunca İsmet İnönü liderliğindeki hükümetler, cuma hutbelerinin yazılmasında ve okunmasında sıkı bir kontrol uygulamıştır. Hutbeler, İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen konulara uygun olarak hazırlanıp okunması zorunlu hale getirilmiştir.
Bu yasak ve kısıtlamalar dönemin laiklik politikalarına dayanmaktadır. İsmet İnönü ve dönemin liderleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olarak kurulmasını ve dini yaşantının kamusal alanda sınırlanmasını amaçlamıştır. Ancak bu uygulamalar, dini yaşantıyı sınırlayarak toplumsal tepkilere yol açmış ve bazı kesimlerin dini özgürlük taleplerine neden olmuştur.
@@@@@@@#
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Mustafa Kemal döneminde dini yaşantıda ne gibi yasaklar getirildi
Mustafa Kemal Atatürk döneminde cumhuriyetin kuruluşu sonrasında bazı dini yaşantılar yasaklandı veya kısıtlandı. Bunlar arasında şunlar yer alır:
Şeriat yasalarının kaldırılması: Türkiye, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılmasını ve şeriat yasalarının laik olarak değiştirilmesini sağladı. Bu durum, dini yaşantının devlet işlerine müdahalesini ve dini eğitim kurumlarının devlet kontrolü altına alınmasını amaçlıyordu.
Tekke ve zaviyelerin kapatılması: Şeyhlerin ve tarikat liderlerinin faaliyet gösterdiği tekke ve zaviyeler, devletin kontrolü altına alınmak veya kapatılmak suretiyle tasfiye edildi. Bu uygulama, tarikatlar ve dervişlik pratiklerine karşıydı ve dini hayatı devlete bağımlı hale getirmeyi amaçlıyordu.
Din eğitiminde değişiklikler: Laik ve modern bir eğitim sistemi kurmak amacıyla, İlk ve Ortaöğretim Talim ve Terbiye Kanunu gibi yasalarla dini içerikli eğitim programları değiştirildi. Din dersleri anayasaya göre seçmeli hale getirildi ve devlet okullarındaki din derslerinin içeriği laikleştirildi.
Şapka kanunu: 1925 yılında kabul edilen Şapka Kanunu, türban ve diğer geleneksel baş örtülerinin kullanımını yasakladı. Bu kanunla Türk erkekleri ve kadınları devlet binalarında ve resmî törenlerde batılı tarzda şapkalar giymeye zorlandı.
Ezanın Türkçeleştirilmesi: Ezanın Türkçe olarak okunması kararı, 1932 yılında kabul edildi. Bu uygulama, İslam’ın Arapça diline bağlılığını kırmak amacıyla gerçekleşti.
Bu reformlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün dinin siyasi alana müdahalesini sınırlamak ve Türkiye’nin modernleşme sürecine hız kazandırmak amacıyla başlattığı laikleşme politikalarının bir parçasıydı.
1. Orman tahribatı: Ormanların tahrip edilmesi, kesilmesi ve yangınlar sonucunda ekosistemlerin dengeleri bozulur. Ormanların azalması, erozyon, toprak kaybı, su kaynaklarının azalması gibi sorunlara yol açar.
2. Kıyı alanlarının tahribi: Kıyı bölgelerindeki yapılaşma, turizm faaliyetleri, plansız balıkçılık ve sanayi atıkları gibi etkenler, kıyı ekosistemlerinin dengesini bozar. Denizel ekosistemlerde yaşayan canlıların yaşam alanları tahrip olup, biyolojik çeşitlilik azalır.
3. Su kaynaklarının kirlenmesi: Endüstriyel atıklar, tarım ilaçları, evsel atıklar ve sanayi atıkları gibi faktörler, içme suyu kaynaklarının kirlenmesine sebep olur. Kirli su kaynakları, hem sucul ekosistemleri hem de insan sağlığını olumsuz etkiler.
4. Tarım faaliyetleri: Aşırı tarım ilaçları kullanımı, aşırı gübreleme ve su kaynaklarının yanlış kullanımı, tarım faaliyetlerinin dengesini bozar. Toprağın verimliliği azalır, tarımsal alanlarda biyolojik çeşitlilik ve doğal denge bozulur.
5. Hava kirliliği: Sanayi faaliyetleri, fosil yakıt kullanımı, araç emisyonları ve yanlış enerji kullanımı, hava kirliliğine sebep olur. Hava kirliliği, bitki örtüsüne zarar verir ve insanların soluduğu havanın kalitesini düşürür.
6. Doğal yaşam alanlarının yok edilmesi: Kentsel genişleme, altyapı inşaatları, turizm tesisleri gibi faktörler, doğal yaşam alanlarının yok olmasına yol açar. Bu durum, çok sayıda türün neslinin tükenmesine ve ekosistemlerin dengesinin bozulmasına sebep olur.
7. İklim değişikliği: Fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma gibi faktörler, iklim değişikliğine sebep olur. İklim değişikliği, tarımsal verimlilik, su kaynakları, biyolojik çeşitlilik gibi birçok ekosistem bileşenini etkiler ve ekolojik dengeyi bozar.
Bu sebeplerin yanı sıra, plansız kentleşme, aşırı tüketim, atık yönetimsizliği gibi faktörler de Türkiye’deki ekolojik dengeyi bozan etkenler arasında yer alabilir.
1. İklim değişikliği: Fosil yakıtların kullanımı, ormansızlaşma ve sanayi faaliyetleri gibi etkenler, sera gazı emisyonlarını artırarak iklim değişikliğine yol açar. Artan sıcaklık, deniz seviyesi yükselmesi, daha sık ve şiddetli doğal afetler gibi etkiler, ekosistemleri olumsuz etkiler.
2. Orman tahribatı: Ormanların kesilmesi, tarım alanları açmak, tahıl ve et üretimi için ormansızlaşma gibi nedenlerle gerçekleşir. Ormanların tahribi, biyolojik çeşitliliği azaltır, toprak erozyonunu artırır ve iklim değişikliği sorununu daha da kötüleştirir.
3. Su kaynaklarının tükenmesi: Aşırı su kullanımı, barajlar ve göllerin kuruması, suyu kirleten sanayi atıkları ve tarım ilaçlarının kullanımı gibi nedenlerle su kaynakları azalır. Azalan su kaynakları, ekosistemlerin yaşaması için gerekli olan su döngüsünü etkiler.
4. Biyolojik çeşitlilik kaybı: Habitat tahribatı, iklim değişikliği, kirlilik, istilacı türler ve aşırı avlanma gibi sebeplerle biyolojik çeşitlilik azalır. Farklı türlerin yok olması, ekosistemlerin dengesini bozar ve gelecek nesiller için ciddi tehlikeler oluşturur.
5. Kirlilik: Hava, su ve toprak kirliliği, endüstriyel aktiviteler, fosil yakıt kullanımı, tarım ilaçları, plastik atıklar ve diğer insan faaliyetleriyle artar. Kirlilik, ekosistemlerin sağlığını etkiler, solunum yolları hastalıklarına neden olur ve suların içilemez hale gelmesine yol açar.
6. Aşırı tüketim: Kaynakların tükenmesine yol açan aşırı tüketim, ekosistemleri ve doğal kaynakları olumsuz etkiler. Aşırı avlanma, aşırı balıkçılık, aşırı ormansızlaşma gibi etkenler, ekolojik dengenin bozulmasına katkıda bulunur.
7. Plastik kirliliği: Plastik kullanımının artması ve plastik atıkların doğada uzun süreli kalabilmesi, ekosistemlere zarar verir. Deniz ve okyanuslardaki plastik kirliliği, deniz canlılarının yaşamını tehdit eder ve ekolojik dengeyi etkiler.
Bu liste, dünyadaki ekolojik dengeyi bozan sebeplerin bazılarını içermekte olup, daha birçok etken bulunmaktadır.
#####₺₺
Dünyadaki ekolojik dengeyi korumak için neler yapılabilir
Dünyadaki ekolojik dengeyi korumak için aşağıdaki adımlar atılabilir:
1. Sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçiş yapmak: Fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına, örneğin güneş, rüzgar, hidroelektrik ve jeotermal enerjiye yönelmek, sera gazı emisyonlarını azaltarak iklim değişikliğiyle mücadele etmekte önemlidir.
2. Ormanları korumak ve yeniden ağaçlandırmak: Orman tahribatını engellemek için ormansızlaşmayı durdurmak ve mevcut ormanları korumak gerekir. Aynı zamanda ağaçlandırma projeleri yoluyla yeni orman alanları oluşturulmalıdır.
3. Su kaynaklarını yönetmek: Suyu verimli bir şekilde kullanmak için su tasarrufu sağlayan önlemler alınmalı ve su kaynaklarının korunması için bilinçli şekilde hareket edilmelidir. Ayrıca suyun temizliği ve sürdürülebilirliği için kirlilik kaynakları kontrol altına alınmalıdır.
4. Biyolojik çeşitliliği korumak: Biyolojik çeşitlilik kaybını önlemek için habitatların korunması önemlidir. Milli parklar ve koruma alanları oluşturularak türlerin korunması sağlanmalı ve başta yasadışı avlanma olmak üzere zararlı faaliyetler engellenmelidir.
5. Kirliliği azaltmak: Endüstriyel tesisler, tarım faaliyetleri ve evsel atıkların çevreye verdiği kirliliği azaltmak için daha sürdürülebilir ve çevre dostu yöntemlere geçiş yapılmalıdır. Geri dönüşüm ve atık yönetimi, kirliliği azaltmada etkili yöntemlerdir.
6. Aşırı tüketimi azaltmak: Kaynakları daha etkin ve verimli kullanmak için aşırı tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmeli ve sürdürülebilir tüketim modellerine geçiş yapmalıyız. Daha uzun ömürlü ürünler satın almak, yeniden kullanım ve paylaşım ekonomisini desteklemek bu alanda yapılacak adımlardır.
7. Plastik kullanımını azaltmak: Plastik kullanımını sınırlamak ve alternatif çözümlere yönelmek, plastik kirliliğini azaltmak için önemlidir. Plastik poşet kullanımını engellemek, geri dönüşümü teşvik etmek ve plastik üretim ve tüketimine yönelik politikalar uygulamak bu alanda atılabilecek adımlardandır.
Bu adımların yanı sıra, eğitim, farkındalık artırma, sürdürülebilir politikaların ve uluslararası işbirliklerinin desteklenmesi gibi faktörler de ekolojik dengeyi korumada önemlidir.
######₺₺
Dünyanın sonunu getirecek maddi ve manevi yanlış ve olumsuzluklar nelerdir
Dünyanın sonunu getirebilecek maddi ve manevi yanlışlar ve olumsuzluklar şunlardır:
1. İklim değişikliği: Fosil yakıtların aşırı kullanımı, ormansızlaşma, enerji ve su kaynaklarının etkisiz kullanımı gibi etkenler iklim değişikliğine ve küresel ısınmaya zemin hazırlar. Bunun sonucunda aşırı hava olayları, deniz seviyesinin yükselmesi, toprak erozyonu gibi sorunlar ortaya çıkar.
2. Biyolojik çeşitlilik kaybı: Orman tahribatı, habitat kaybı, kirlilik, aşırı avlanma gibi faktörler biyolojik çeşitlilik kaybına yol açar. Bu da ekosistemlerin dengesini ve işlevselliğini bozar.
3. Su krizi: İnsan nüfusunun artması ve su kaynaklarının etkisiz kullanımı su kaynaklarının azalmasına ve kirletilmesine yol açar. Su krizi, suyun temizliği, tarım alanları, çevrenin ve tüm canlıların sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratır.
4. Kirlilik: Hava, su ve toprak kirliliği, endüstriyel atıklar, kimyasal üretim ve kullanım, plastik kirliliği gibi etkenler çevreye zarar verir. Kirlilik, doğal ekosistemlerin bozulmasına, canlıların hastalanmasına ve tüm ekosistemin zarar görmesine neden olan bir tehdit oluşturur.
5. Aşırı tüketim ve kaynak israfı: Kaynakların aşırı kullanımı, tüketimin artması ve israf edilmesi doğal kaynakların tükenmesine yol açar. Bu durum, ekonomik, sosyal ve çevresel açıdan sürdürülebilirliği zorlar ve gelecek nesillerin kaynaklardan yararlanmasını engeller.
6. Savaş ve çatışmalar: Savaşlar ve çatışmalar, doğal kaynakların kontrolü ve kullanımı için mücadele eden ülkeler arasında gerilime neden olur. Bu, ekosistemlere, tarım alanlarına, su kaynaklarına, insanlara ve diğer canlılara zarar verir.
7. İnsanların bilinçsizlik, ilgisizlik ve umursamazlık: İnsanların doğaya, çevreye ve diğer canlılara karşı bilinçsizlik ve ilgisizlikleri, doğal kaynakların tükenmesi, kirlilik, iklim değişikliği gibi sorunların önemini anlamamaları ekolojik dengeyi sürdürmeyi zorlaştırır.
Bu olumsuzlukların önlenmesi ve dünyanın geleceğini koruyabilmek için bilinçli hareket etmek, eğitim, sürdürülebilirlik odaklı politikaların uygulanması ve uluslararası işbirliği gibi çalışmalara ihtiyaç vardır.
@@@@@@@
Dünyadaki insanların maddi ve manevi huzurunun sağlanması için toplum olarak neler yapılmalıdır
Dünyadaki insanların maddi ve manevi huzurunun sağlanması için toplum olarak aşağıdaki adımlar atılmalıdır:
1. Eşitlik ve adalet: Toplumda herkesin eşit haklara ve fırsatlara sahip olduğu bir adalet sistemi oluşturulmalıdır. Etnik köken, cinsiyet, sosyal statü gibi ayrımcılık unsurlarının ortadan kalkması için aktif önlemler alınmalıdır.
2. Eğitim: Eğitim, insanların bireysel ve toplumsal olarak gelişmelerini sağlar. Eğitim sistemi, herkesin erişimine açık, kaliteli ve çağın gereksinimlerini karşılayacak şekilde güçlendirilmelidir. Eğitim, insanların bilinçli, eleştirel düşünebilen ve problem çözebilen bireyler olmalarını destekler.
3. Sağlık hizmetleri: İnsanların fiziksel ve ruhsal sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırılmalıdır. Sağlık hizmetleri dengeli olarak sunulmalı ve herkesin ihtiyaçlarına uygun şekilde düzenlenmelidir.
4. Sosyal destek sistemleri: Toplumda güçsüz ve dezavantajlı gruplara yönelik sosyal destek sistemleri oluşturulmalıdır. Bu sistemler, yoksullara, engellilere, yaşlılara ve diğer dezavantajlı gruplara finansal, sağlık ve sosyal yardım sağlamayı amaçlar.
5. İnsan haklarına saygı: İnsan hakları evrensel bir kavramdır ve herkesin saygı görmesi gereken temel hakları vardır. İnsan haklarına saygı göstermek için bilinçlenmek, eğitmek ve hukuki önlemler almak önemlidir.
6. İletişim ve empati: İnsanlar arasında sağlıklı iletişim kurma becerisi ve empati yeteneği geliştirilmelidir. Empati, başkalarının duygularını anlamak ve aynı zamanda kendi eylemlerimizin başkaları üzerindeki etkilerini değerlendirebilmektir.
7. Sürdürülebilirlik: Doğal kaynaklar ve çevrenin sürdürülebilir şekilde kullanılması önemlidir. Ekolojik dengeyi korumak, gelecek nesillerin de kaynaklardan yararlanabilmesine olanak sağlar.
8. Toplumsal dayanışma ve işbirliği: Toplumda dayanışma ve işbirliği kültürünün geliştirilmesi, insanların birbirine destek olması ve ortak hedefler için birlikte çalışması önemlidir.
Bu adımların atılması, toplumun maddi ve manevi huzurunun sağlanmasına katkıda bulunur ve daha adil ve sürdürülebilir bir dünya için bir temel oluşturur.
@@@@@@##
Toplumlardaki ahlaki bakımdan çöküntü ne gibi zararlar ve yaralar açmaktadır
Toplumlardaki ahlaki bakımdan çöküntü, birçok zarar ve yara açmaktadır:
Güven erozyonu: Ahlaki değerlerin çökmesi, toplumda güvenin azalmasına yol açar. İnsanlar birbirlerine güvenemez hale gelir ve ilişkiler bozulur.
Yozlaşma: Ahlaki çöküntü, insanların dürüstlüğünü ve etik değerlerini kaybetmesine neden olur. Yozlaşma, yolsuzluk, haksız kazanç, sahtekarlık gibi olumsuz davranışların yaygınlaşması anlamına gelir.
Hoşgörüsüzlük: Ahlaki değerlerin kaybolması, toplumda hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın artmasına sebep olur. İnsanlar farklı düşüncelere, görüşlere ve yaşam tarzlarına tahammül edemezler.
Ahlaki değerlerin gerilemesi: Ahlaki çöküntü, toplumdaki ahlaki değerlerin gerilemesine yol açar. İnsanlar dürüstlük, saygı, sadakat gibi değerleri önemsememeye başlarlar.
Sosyal çatışmalar: Toplumdaki ahlaki bakımdan çöküntü, sosyal çatışmaların artmasına neden olur. İnsanlar arasındaki değer çatışmaları ve çekişmeler artar, toplumda huzur ve barış ortamı bozulur.
Değer kaybı: Ahlaki değerlerin ortadan kalkması, toplum için önemli olan değerlerin kaybolmasına neden olur. İnsanlar birbirlerine ve topluma olan sorumluluklarını yitirirler.
İletişim sorunları: Ahlaki çöküntü, toplumda iletişim sorunlarının artmasına sebep olur. Dürüstlük ve açık iletişim yerine, insanlar arasında manipülasyon, yalan ve yanlış bilgi yayma gibi sorunlar ortaya çıkar.
Toplumsal düzensizlik: Ahlaki değerlerin çökmesi, toplumsal düzenin bozulmasına neden olur. Yasaların çiğnenmesi, toplumdaki adalet duygusunun zedelenmesi ve suç oranlarının artması gibi sorunlar ortaya çıkar.
Değer eğrisinin değişmesi: Ahlaki çöküntü, toplumda değer eğrisinin değişmesine yol açar. Materyalizm, bencililik ve hırslılık gibi değerler daha ön planda olmaya başlar.
Toplumsal bölünmeler: Ahlaki bakımdan çöküntü, toplumda ayrışmaların ve bölünmelerin ortaya çıkmasına sebep olur. İnsanlar arasındaki farklılıkların vurgulanması ve ahlaki değerlerin paylaşılmaması toplumsal birliği bozar.
&&&&&&&&
Dünyada ahlaki olarak en çok hangi alanlarda bozulmalar yaşanmaktadır
Dünyada ahlaki olarak en çok bozulmalar yaşanan alanlar şunlardır:
Etik dışı iş uygulamaları: İş dünyasında, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık gibi etik dışı uygulamalar yaygındır. Kurumların kar hırsı nedeniyle ahlaki ilkelerden uzaklaşması, haksız rekabet ve dürüstlük ihlallerine neden olur.
Siyaset ve yönetim: Siyaset dünyasında ahlaki bozulmalar sıkça yaşanır. Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma gibi etik dışı davranışlar siyasetçiler ve kamu görevlileri arasında yaygındır. Bu durum, halkın güvenini zedeler ve adaletin sağlanmasını etkiler.
Medya manipülasyonu: Medya, haberleri doğru, tarafsız ve objektif bir şekilde sunma sorumluluğuna sahiptir. Ancak, reklamcılık, siyasi baskılar, manipülasyon gibi etik dışı uygulamalar nedeniyle medya güvenilirliğini kaybedebilir. Bilgiye erişimin önemli olduğu günümüzde, doğru habere ulaşmak güçleşir.
Teknoloji kullanımı: Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, ahlaki bozulmalar da artmıştır. İnternet üzerindeki siber suçlar, kişisel verilerin kötüye kullanımı, siber saldırılar gibi etik dışı davranışlar yaygındır. Ayrıca, sosyal medya kullanımıyla da nefret söylemi, düşmanlık, insanların mahremiyetinin ihlali gibi ahlaki sorunlar ortaya çıkar.
Çevre ve sürdürülebilirlik: Doğa tahribatı, çevre kirliliği, aşırı tüketim gibi ahlaki sorunlar, sürdürülebilirlik ilkesinin ihlali anlamına gelir. Doğal kaynakları aşırı kullanma veya atıkları doğru şekilde bertaraf etmeme gibi davranışlar, gelecek nesillerin yaşam hakkını ihlal eder.
Bu alanlardaki ahlaki bozulmalar, toplumun değerlerine ve adalet anlayışına zarar vererek, sosyal ve ekonomik sorunlara yol açabilir.
₺₺₺₺₺₺₺₺
Türkiye’de ahlaki olarak en çok hangi alanlarda bozulmalar yaşanmaktadır
Türkiye’de ahlaki olarak en çok bozulmalar yaşanan alanlar şunlardır:
Siyaset: Yolsuzluklar, rüşvet, adam kayırma gibi ahlaki olmayan davranışlar siyasi arenada sıkça karşılaşılan sorunlardır. Siyasetçilerin samimiyetsizlikleri, yanıltıcı söylemler, manipülasyon ve iftiralara başvurmaları da ahlaki açıdan endişe vericidir.
İş dünyası: Haksız rekabet, kar hırsı, müşteri haklarını ihlal etme ve çalışanların sömürülmesi gibi ahlaki olmayan uygulamalar iş dünyasında sıkça görülmektedir. İşadamlarının etik dışı davranışları, vergi kaçırma gibi yollarla haksız kazanç sağlamaya çalışmaları da ahlaki bozulmaların bir parçasıdır.
Eğitim sistemi: Sınav hileleri, kopya çekme, öğrencilerin notları üzerinde baskı yapma gibi ahlaki kurallara aykırı davranışlar eğitim sisteminde yaygındır. Ayrıca, her türlü öğrenci başarısını ve yeteneklerini gereksiz yere ön plana çıkaran yanıltıcı değerlendirme sistemi, ahlaki açıdan endişe verici bir durumdur.
Medya: Yalan yanlış haberlerin yayılması, manipülasyon, sansür ve taraflı yayıncılık gibi ahlaki olmayan uygulamalar medya alanında sıkça görülmektedir. Türkiye’de medyanın tarafsız ve objektif olmaması, toplumsal ahlakın bozulmasına katkı sağlamaktadır.
Kamu kurumları: Haksız kaynak kullanımı, liyakata uygun olmayan atamalar, rüşvet, yolsuzluk ve adam kayırma gibi ahlaki sorunlar kamu kurumlarında sıkça görülen bozulmalardır. Bu durum, kamu hizmetlerinin kalitesini olumsuz etkilemektedir.
Bu alanlar sadece Türkiye’de değil, pek çok ülkede ahlaki bozulmanın yaşandığı alanlardır. Ancak, bu sorunların Türkiye’deki boyutu ve sıklığı toplumun genel ahlaki değerleri üzerinde endişe verici bir etki yaratmaktadır.
#######₺
Dünyada maneviyat açısından nereye doğru gitmektedir
Dünyada maneviyatın yönü insanlar arasında değişiklik gösterebilir. Ancak genel olarak maneviyat insanların yaşamlarında anlam ve amaç arayışında olduğu bir alandır.
Birçok insan, maneviyatı daha fazla ön plana çıkaran bir döneme doğru ilerlediğini düşünmektedir. Günümüzde, geleneksel dini inançlar ve pratiklerden daha bağımsız bir maneviyat anlayışı gelişmektedir. İnsanlar, bağlı oldukları dini kurumların öğretilerine sıkıca bağlı kalmak yerine, daha kişisel manevi yollar keşfetmeyi tercih etmektedir.
Aynı zamanda, insanların manevi açıdan daha içe dönük hale geldiği de görülmektedir. Birçok insan, meditasyon, yoga, mındfulness gibi uygulamalarla kendi iç dünyalarıyla daha fazla bağlantı kurma ihtiyacı duymaktadır. Maneviyatın kişisel gelişimle ilişkilendirildiği bu yaklaşım, insanların daha bilinçli ve bütünsel bir yaşam sürmesine olanak tanımaktadır.
Bununla birlikte, maneviyat açısından dünyanın diğer bir yöne de doğru gittiğini söyleyebiliriz. Birçok insan, modern yaşamın getirdiği stres, aşırı tüketim, yabancılaşma gibi sorunlardan kaynaklanan bir boşluğu hissetmektedir. Bu nedenle, birçok insan maneviyatı yeniden keşfetmeye çalışmakta ve daha derin anlamlar aramaktadır.
Sonuç olarak, dünyada maneviyat açısından farklı yönlerde bir ilerleme olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların maneviyatı daha kişisel ve içe dönük bir şekilde deneyimlemesi, aynı zamanda daha anlamlı bir hayat yaşama arayışı işaretleridir. Ancak, bu değişim süreci hala devam etmekte ve farklı kültürler ve bireyler arasında farklılık gösterebilir.
@@@@@##
Türkiyede maneviyat açısından nereye doğru gidilmektedir
Türkiye’de maneviyat açısından nereye doğru gidildiği konusu çok yönlüdür ve farklı görüşlere sahip olabilir. Bununla birlikte, bazı genel eğilimler aşağıda belirtilmiştir:
Dini Hassasiyetin Artması: Türkiye’de son yıllarda dini hassasiyetin arttığı görülmektedir. Özellikle İslami değerlere ve ibadetlere verilen önemde artış yaşanmaktadır. Bu, camilerin daha fazla ziyaret edilmesi, Ramazan ayında oruç tutma ve Kur’an-ı Kerim öğrenme gibi uygulamaların yaygınlaşması gibi şekillerde kendini göstermektedir.
Dinamik Bir Maneviyat: Türkiye’de maneviyat anlayışı giderek dinamik bir hâl almaktadır. Geleneksel dinî pratiklerin yanı sıra farklı manevi yönelimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, insanların manevi dünyalarına farklı kaynakları dahil etme ihtiyacı artmaktadır. Yoga, meditasyon, nefes teknikleri gibi doğu kökenli teknikler ve spiritüel hareketlerin popülerlik kazandığı görülmektedir.
Toplumsal ve Siyasi Mücadelelerle Gelen Maneviyat: Türkiye’de toplumsal ve siyasi mücadelelerin artması, birçok kişinin manevi öğelerle bağ kurma ihtiyacını tetiklemektedir. Bazı kişiler, haksızlığa karşı durma, adaleti savunma gibi değerleri ön planda tutarak manevi değerlerle birleştirmeyi tercih etmektedir.
Modernleşme ve Batılılaşma Etkisi: Türkiye’nin modernleşme süreci, maneviyat anlayışında da değişikliklere neden olmuştur. Batı kültürünün etkisiyle, dinî değerlerin geri plana düşebildiği ve daha seküler bir yaşam tarzının tercih edildiği durumlar görülebilir. Bununla birlikte, modernleşme sürecinin de dini uygulamaları ve manevi arayışları destekleyen yeni anlayışların ortaya çıkmasına olanak sağladığı da söylenebilir.
Maneviyatın Ticarileşmesi: Türkiye’de maneviyatın ticarileşmesi eğilimi de gözlemlenebilir. Dinî objelerin satışı, manevi kitaplar ve seminerlerin yaygınlaşması gibi ticari faaliyetler, manevi arayışların bir parçası haline gelmiştir. Bu, maneviyatın bazı kesimler tarafından daha yüzeysel ve tüketimci bir anlayışla ele alınmasına yol açabilir.
Bu noktalar, Türkiye’deki maneviyat anlayışıyla ilgili genel bir bakış sunmaktadır. Ancak, Türkiye’nin büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, maneviyatın farklı toplum kesimleri arasında farklı seviyelerde ve yönlere doğru gittiğini belirtmek gerekir.
@@@@@@@
Türkiye’de ve Dünya’da en çok işlenilen suçlar nelerdir
Türkiye’de ve dünyada en çok işlenen suçlar şunlar olabilir:
Hırsızlık: Ev, iş yeri veya araç hırsızlığı gibi malların çalınması.
Dolandırıcılık: İnternet üzerinden yapılan dolandırıcılık, sahtekarlık veya kredi kartı dolandırıcılığı gibi yöntemlerle insanların mağdur edilmesi.
Uyuşturucu kaçakçılığı: Uyuşturucu madde ticareti, dağıtımı veya kullanımı.
Cinayet: Bir kişinin kasıtlı olarak öldürülmesi.
Cinsel saldırı: Tecavüz, cinsel istismar veya cinsel taciz gibi suçlar.
Şiddet: Fiziksel veya psikolojik olarak bir kişiye zarar vermek veya tehdit etmek.
Soygun: Silahlı veya silahsız olarak bir kişinin veya kurumun üzerindeki değerli eşyaların gasp edilmesi.
Terörizm: Politik veya ideolojik amaçlarla sivil halka veya hükümetlere karşı şiddet eylemleri gerçekleştirilmesi.
Yolsuzluk: Kamu görevlileri tarafından rüşvet, ihaleye fesat karıştırma veya zimmete para geçirme gibi yasa dışı kazanç elde etme eylemleri.
Kaçakçılık: İnsan, hayvan veya malın yasa dışı yollarla sınırların ötesine geçirilmesi veya satılması.
#######
Dünyada en çok suçun işlendiği devletler hangileridir ve sebepleri nelerdir
Dünyada en çok suçun işlendiği devletler genellikle aşağıdaki sebeplerle suç oranının yüksek olduğu ülkelerdir:
Brezilya: Yoksulluk, uyuşturucu ticareti, yolsuzluk ve organize suç gruplarının yaygınlığı gibi faktörler suç oranını artırır.
Güney Afrika: Zayıf ekonomik koşullar, yolsuzluk, aşırı gelir eşitsizliği ve yasadışı uyuşturucu ticareti gibi sebeplerle suç oranı yüksek.
Meksika: Uyuşturucu kartelleri, yolsuzluk, yoksulluk ve rakip çeteler arasındaki şiddet suçu oranını artırır.
Kolombiya: Uyuşturucu kartelleri, gerilla grupları ve yolsuzluk suç oranını yükseltir.
Endonezya: Yoksulluk, yolsuzluk, organize suç grupları ve uyuşturucu ticareti gibi etmenler suç oranını artırır.
Venezuela: Zayıf ekonomik koşullar, yolsuzluk, kamu güvenliği sorunları ve uyuşturucu kaçakçılığı suç oranını yükseltir.
Honduras: Yoksulluk, yolsuzluk, uyuşturucu kaçakçılığı ve çete şiddeti gibi etmenler suç oranını artırır.
Her ülkede suç oranını etkileyen birçok faktör vardır ve bu faktörlerin birbirleriyle etkileşimi suç oranını değiştirebilir. Ekonomik koşullar, sosyal eşitsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, eğitim seviyesi, hükümetin etkisi, hukukun üstünlüğü, uyuşturucu ve silah ticareti gibi etmenler suç oranını etkileyen faktörler arasında yer alır.
########
Dünya Devletleri ve halkları Türkiye’ye nasıl bakmakta ve nasıl değerlendirmektedir? Öne çıkan bakışlar ve değerlendirmeler nelerdir
Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’yi farklı perspektiflere göre değerlendirebilir. İşte bazı öne çıkan bakışlar ve değerlendirmeler:
Stratejik Ortak: Türkiye, jeopolitik konumu ve NATO üyesi olması nedeniyle birçok ülke için önemli bir stratejik ortak olarak görülmektedir. Türkiye’nin bölgesel güç olma potansiyeli, Avrupa’ya enerji koridoru sağlama imkanı ve güçlü ekonomisi bu perspektifi destekleyen unsurlardır.
Güvenlik Sorunu: Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan çatışmalar ve terör tehditleri, bazı ülkelerin Türkiye’ye güvenlik kaygılarıyla bakmasına neden olabilir. Özellikle Suriye’deki iç savaş ve PKK ile mücadele bu bakışın temel nedenleridir.
İstikrar ve Demokrasi: Türkiye, laik bir demokrasi olması ve NATO üyesi olması nedeniyle bazı ülkeler tarafından bir model olarak görülebilir. Ancak son yıllarda yaşanan demokrasi ve insan hakları ihlalleri, bu bakışın bazı ülkelerde sorgulanmasına ve eleştiriye neden olmuştur.
Ekonomik Güç: Türkiye’nin büyüyen ekonomisi ve genç nüfusu, birçok ülkenin Türkiye’ye olumlu bir şekilde baktığı ve ekonomik işbirliği fırsatı olarak değerlendirdiği bir bakış açısına neden olmaktadır. Özellikle Afrika ve Orta Doğu ülkeleri ile işbirliği olanakları bu perspektifi destekler.
İnsan Hakları ve Özgürlükler: Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri, basın özgürlüğü kısıtlamaları ve gazeteci tutuklamaları gibi konular, bazı ülkelerin Türkiye’ye eleştirel bakmasına neden olmuştur. İnsan hakları ve demokrasi endişeleri ile Türkiye’ye yönelik eleştiriler bu bakış açısını temsil eder.
Elbette, bu bakış açıları her ülke ve halk için değişebilir ve farklı boyutları bulunabilir. Genel olarak, Türkiye, jeopolitik konumu, büyüyen ekonomisi, terörle mücadelesi ve demokrasi sorunları gibi faktörlerle dünya devletleri ve halkları tarafından değerlendirilmekte ve bakılmaktadır.
@@@@@@
Dünya Devletleri ve halkları Türkiye’den neler bekleyip, neler istemektedirler
Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’den çeşitli beklentiler ve isteklerde bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
Savaş ve terörle mücadele: Türkiye, Orta Doğu’da ve özellikle Suriye ve Irak gibi komşu ülkelerde süregelen savaş ve terör tehdidine karşı etkin bir şekilde mücadele etmektedir. Dolayısıyla, dünya devletleri ve halkları Türkiye’den, bölgedeki istikrarın sağlanması ve terörizme karşı ortak bir mücadele yürütülmesi konusunda elinden geleni yapmasını beklemektedir.
Sığınmacı ve mültecilerin korunması: Türkiye, son yıllarda Suriye’deki iç savaş nedeniyle büyük bir mülteci akınına maruz kalmıştır. Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’den mültecilere ev sahipliği yapmaya devam etmesini ve onların temel ihtiyaçlarını karşılamasını beklemektedir.
İnsan hakları ve demokratik standartların iyileştirilmesi: Türkiye’de son yıllarda insan hakları ihlallerinin arttığı ve demokratik standartların gerilediği iddiaları gündeme gelmiştir. Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’nin insan haklarına saygılı bir şekilde hareket etmesini ve demokratik değerleri güçlendirmesini istemektedir.
Ekonomik işbirliği ve yatırımlar: Türkiye, stratejik konumu ve genç nüfusuyla potansiyel bir ekonomik güç olarak görülmektedir. Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’yle ekonomik işbirliğini artırmayı ve yatırımlar yapmayı beklemektedir.
Uluslararası ilişkilerde constructivist bir role sahip olması: Türkiye, birçok bölgesel ve uluslararası konuda aktif bir dış politika izleyen bir ülkedir. Türkiye’nin, bu rolüne uygun olarak, barışçıl ve yapıcı çözümler üretmeye çalışmasını ve bölgesel işbirliğine katkı sağlamasını beklemektedirler.
Elbette, bu beklenti ve istekler her ülkenin çıkarlarına, politikalarına ve önceliklerine bağlı olarak değişebilir. Ancak genel olarak, dünya devletleri ve halkları Türkiye’den istikrar, insan haklarına saygı, ekonomik işbirliği ve uluslararası konularda aktif bir rol beklemektedir.
@@@@@@
Batı dünyası Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl görmekte ve nasıl değerlendirip yorumlamaktadır
Batı dünyasının Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl gördüğü ve değerlendirdiği konusunda farklı görüşler bulunabilir. Bu konuda genel bir değerlendirme yapmak zor olsa da, bazı temel noktalar şunlar olabilir:
1. Çeşitli Görüşler: Batı’da Türkiye’nin İslam’ı temsil etme konusundaki görüşler geniş bir yelpazeye sahiptir. Kimileri Türkiye’yi daha ılımlı ve çağdaş bir İslam ülkesi olarak görürken, diğerleri ise Türkiye’deki siyasi ve dini değişimleri endişeyle izleyebilir.
2. Laiklik ve Demokrasi: Batı’da Türkiye, uzun süre laiklik ilkesi ve demokratik bir yapısıyla tanınmıştır. Ancak son yıllarda bazı eleştiriler, Türkiye’nin demokratik normlardan uzaklaştığını ve laiklik ilkesine zarar verdiğini öne sürmektedir.
3. Dış Politika: Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü ve dış politikadaki hamleleri, Batı ülkeleri tarafından farklı şekillerde yorumlanabilir. Özellikle Suriye, Libya ve diğer bölgelerdeki müdahaleleri, farklı Batı ülkeleri arasında farklı tepkilere yol açmıştır.
4. Ekonomi ve Ticaret: Türkiye’nin ekonomik gücü ve ticaret potansiyeli, Batı dünyasında dikkate alınır. Bu nedenle ekonomik ilişkiler de Türkiye’nin Batı’daki algısını etkileyebilir.
Sonuç olarak, Batı dünyasının Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl gördüğü ve değerlendirdiği karmaşık bir konudur ve farklı insanlar ve ülkeler farklı bakış açılarına sahip olabilir.
@@@@#@
İslam dünyası Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl görmekte ve nasıl değerlendirip yorumlamaktadır
İslam dünyasının Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl gördüğü ve değerlendirdiği konusunda da farklı görüşler bulunabilir. Bu görüşler, İslam dünyasının farklı bölgeleri ve toplulukları arasında değişebilir. İşte bazı temel noktalar:
1. Politika ve Liderlik: Türkiye, İslam dünyasında önemli bir ülke olarak kabul edilir ve bu nedenle bölgedeki politika ve liderlik konularında etkili bir oyuncu olarak görülür. Özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği, İslam dünyasında tartışma konusu olabilir.
2. İslami Gelenekler: Türkiye, hem Sünni hem de Şii Müslümanları barındıran bir coğrafyada bulunur. Bu nedenle Türkiye’nin İslam dünyasındaki rolü, İslam’ın farklı yorumlarını temsil ettiği şeklinde değerlendirilebilir.
3. Dış Politika: Türkiye’nin Ortadoğu’daki dış politika hamleleri, İslam dünyasında geniş bir yelpazede değerlendirmelere yol açabilir. Bazıları Türkiye’nin İslam ülkelerine yardım etme çabalarını olumlu bir şekilde değerlendirirken, diğerleri bu müdahaleleri eleştirebilir.
4. İslamcı Hareketler: Türkiye’de yükselen İslamcı hareketler, İslam dünyasındaki diğer topluluklar için bir ilham kaynağı olabilir. Ancak bu hareketler, İslam dünyasında da farklı yorumlara neden olabilir.
Sonuç olarak, İslam dünyasının Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl gördüğü ve değerlendirdiği karmaşık bir konudur ve bölgenin çeşitli dinamikleri ve tarihi faktörleri bu değerlendirmeleri etkiler. İslam dünyasının farklı bölgelerindeki insanlar ve topluluklar, Türkiye’yi farklı şekillerde yorumlayabilir.
###₺₺₺₺
Batı dünyasının Türkiye’den beklentileri nelerdir
Batı dünyasının Türkiye’den beklentileri, farklı ülkeler ve aktörler arasında değişebilir. Ancak genel olarak aşağıdaki bazı beklentiler öne çıkabilir:
1. Demokrasi ve İnsan Hakları: Batı dünyası, Türkiye’den demokratik ilkelere ve insan haklarına saygı göstermesini bekler. Özellikle ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve adalet sistemi gibi konular önemlidir.
2. Güvenlik ve İstikrar: Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak Batı dünyasının güvenliği için stratejik bir öneme sahiptir. Batılı ülkeler, Türkiye’den bölgedeki istikrarın korunması ve terörle mücadele konularında işbirliği yapmasını bekler.
3. Mülteci Krizi ve Göç: Türkiye, Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapması nedeniyle Batı dünyasının mülteci kriziyle başa çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Batı ülkeleri, Türkiye’den bu konuda destek ve işbirliği bekleyebilir.
4. Ekonomik İşbirliği: Türkiye’nin ekonomik gücü, Batı ülkeleriyle ticaret ve yatırım fırsatlarını artırma potansiyeli sunar. Batı, Türkiye ile ekonomik işbirliği ve serbest ticaret anlaşmalarını teşvik edebilir.
5. Dış Politika ve Bölgesel İşbirliği: Batı dünyası, Türkiye’nin dış politikasını ve bölgesel liderliğini yakından takip eder. Batılı ülkeler, Türkiye’den bölgesel istikrarı desteklemesini ve diğer ülkelerle işbirliği yapmasını bekler.
6. İklim Değişikliği ve Çevre Koruma: Batı dünyası, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadelede sorumluluk almasını ve çevre koruma önlemlerini güçlendirmesini bekler.
Bu beklentiler, Batı dünyasının Türkiye ile olan ilişkilerini etkileyen önemli faktörlerdir. Ancak unutulmaması gereken şey, her Batı ülkesinin farklı önceliklere sahip olabileceği ve Türkiye ile ilişkilerinin karmaşıklığının bu beklentilere etki edebileceğidir.
@@@###
İslam dünyasının Türkiye’den beklentileri nelerdir
İslam dünyasının Türkiye’den beklentileri de farklı bölgeler, topluluklar ve aktörler arasında değişebilir. Ancak genel olarak aşağıdaki bazı beklentiler öne çıkabilir:
1. Liderlik ve İslam Birliği: Bazı İslam ülkeleri, Türkiye’den İslam dünyasının liderliğini üstlenmesini ve İslam ülkeleri arasında birlik ve dayanışma oluşturmasını bekleyebilir. Türkiye’nin İslam dünyasında daha etkili bir liderlik rolü oynaması talep edilebilir.
2. İnsan Hakları ve Adalet: İslam dünyasındaki birçok ülke, Türkiye’den insan haklarına ve adalet sistemine daha fazla saygı göstermesini bekler. Bu, iç politika ve dış politika kararlarını da içerebilir.
3. Filistin Sorunu ve Kudüs: Birçok İslam ülkesi, Türkiye’den Filistin halkının haklarını savunmasını ve Kudüs’ün İslam dünyası için kutsal bir şehir olarak korunmasını bekler. Türkiye’nin bu konuda aktif bir rol üstlenmesi talep edilebilir.
4. Suriye ve Diğer Bölgesel Sorunlar: İslam dünyası, Türkiye’den bölgesel sorunların çözümüne katkıda bulunmasını ve insani yardım sağlamasını bekleyebilir. Özellikle Suriye’deki iç savaşın sona erdirilmesi ve mülteci krizinin çözülmesi konularında Türkiye’den destek talep edilebilir.
5. İslam Kültürü ve Eğitim: Bazı İslam ülkeleri, Türkiye’den İslam kültürünü ve eğitimini daha fazla teşvik etmesini ve yaymasını bekleyebilir. İslam dünyasının tarihine ve kültürüne katkı sağlaması önemli olabilir.
6. İslamofobi ile Mücadele: İslam dünyası, Türkiye’den İslamofobi ile mücadelede aktif bir rol üstlenmesini ve İslam dünyasının temsilcisi olarak uluslararası platformlarda bu konuda konuşmasını bekleyebilir.
Bu beklentiler, İslam dünyasının Türkiye ile ilişkilerini etkileyen önemli faktörlerdir. Ancak unutulmaması gereken şey, her İslam ülkesinin farklı önceliklere sahip olabileceği ve Türkiye’nin bu beklentilere nasıl yanıt vereceğinin karmaşık bir konu olduğudur.
@@@@###
Gelecek yüz yıl içinde dünyayı bekleyen tehlike ve riskler nelerdir
Gelecek yüz yıl içinde dünyayı bekleyen tehlike ve riskler karmaşık ve çok yönlü olabilir. Bu riskler, çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir ve önemli olan bu risklere karşı önlem almak ve çözüm yolları bulmaktır. İşte gelecek yüz yıl içinde dünyayı bekleyen bazı önemli tehlike ve riskler:
1. İklim Değişikliği: İklim değişikliği, küresel ısınma, deniz seviyelerinin yükselmesi ve aşırı hava olayları gibi sorunlara neden olabilir. Bu, su kaynaklarına erişim, gıda üretimi, ekonomi ve göç gibi bir dizi sorunu tetikleyebilir.
2. Doğal Afetler: İklim değişikliği nedeniyle doğal afetlerin sıklığı ve şiddeti artabilir. Depremler, tsunamiler, kasırgalar ve orman yangınları gibi afetler, insanları ve ekonomileri tehdit edebilir.
3. Su Kıtlığı: Su kaynaklarının azalması ve su kıtlığı, birçok bölgede ciddi bir sorun haline gelebilir. Bu, içme suyu temini, tarım, sanayi ve enerji üretimi gibi alanlarda sorunlara yol açabilir.
4. Nüfus Artışı: Dünya nüfusunun artışı, gıda, su, enerji ve diğer kaynaklara olan talebi artırabilir. Bu, kaynakların sürdürülebilir şekilde yönetilmediği durumlarda sorunlara neden olabilir.
5. Teknolojik Tehditler: Yapay zeka, biyoteknoloji ve siber saldırılar gibi teknolojik riskler, gelecekteki güvenlik ve gizlilik sorunlarını artırabilir.
6. İnsan Hakları ve Sosyal Adaletsizlik: Sosyal eşitsizlik, insan hakları ihlalleri ve siyasi istikrarsızlık, dünya genelinde devam eden bir sorun olabilir. Bu, toplumsal huzursuzluğa ve çatışmalara neden olabilir.
7. Pandemiler: Pandemiler, bulaşıcı hastalıkların hızla yayılması sonucu küresel sağlık krizlerine yol açabilir. COVID-19 gibi olaylar, gelecekte de benzer riskler taşıyabilir.
8. Terörizm ve Güvenlik Tehditleri: Uluslararası terörizm ve siber güvenlik sorunları, dünya genelinde güvenliği tehdit edebilir.
9. Yeraltı Kaynakları: Madenler, enerji kaynakları ve su gibi yeraltı kaynaklarının tükenmesi veya kötü yönetilmesi, uluslararası çatışmalara yol açabilir.
Bu riskler, karmaşık ve birbirine bağlıdır ve dünya liderleri, bilim insanları ve toplumlar, bu sorunları ele almak ve çözümler üretmek için işbirliği yapmalıdır. Gelecek yüz yıl içinde bu risklere karşı hazırlıklı olmak ve sürdürülebilir çözümler bulmak, küresel bir öncelik olmalıdır.
######₺#₺
Dünya gelecek yüz yıl içerisinde maddi ve manevi alanda hangi konularda tedbirler almalıdır
Gelecek yüz yıl içinde dünya, hem maddi hem de manevi alanda bir dizi önlem almalıdır. Bu önlemler, sürdürülebilirlik, güvenlik, eşitlik ve insan hakları gibi temel değerlere dayalı olmalıdır. İşte bazı konular ve önlemler:
Maddi Alanda:
1. İklim Değişikliği: İklim değişikliği ile mücadele için sera gazı emisyonlarını azaltan politikaları teşvik etmek, temiz enerjiye yatırım yapmak ve sürdürülebilir tarım uygulamalarını teşvik etmek gibi önlemler alınmalıdır.
2. Su ve Gıda Güvenliği: Su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi ve gıda üretiminin artırılması için tarımın verimliliği artırılmalıdır.
3. Sağlık Sistemi: Küresel sağlık sistemi, pandemilere ve bulaşıcı hastalıklara karşı daha iyi hazırlıklı olmalıdır.
4. Eğitim: Eğitim, insanların becerilerini geliştirmeleri ve fırsatlardan yararlanmaları için önemlidir. Eğitim erişimi ve kalitesi artırılmalıdır.
5. Teknoloji ve Veri Gizliliği: Teknolojik ilerlemelere ayak uydurmak ve veri gizliliğini korumak için düzenlemeler ve standartlar oluşturulmalıdır.
Manevi Alanda:
1. İnsan Hakları ve Adalet: İnsan haklarına saygı göstermek ve adil bir toplum oluşturmak için çaba harcanmalıdır.
2. Kültürel Çeşitlilik ve Tolerans: Kültürel çeşitliliği ve farklılıkları kutlamak, hoşgörüyü teşvik etmek ve ayrımcılığı önlemek önemlidir.
3. Barış ve Çatışma Çözümü: Diplomasi ve barışçıl çözüm yollarını teşvik etmek, çatışmaları önlemek veya çözmek için gereklidir.
4. Toplumsal Eşitlik: Cinsiyet eşitliği, gelir eşitsizliği ve diğer toplumsal eşitsizliklerle mücadele etmek için politikalar ve programlar geliştirilmelidir.
5. Ruhsal ve Zihinsel Sağlık: Ruhsal ve zihinsel sağlık hizmetlerine daha fazla erişim sağlamak ve bu konuda farkındalık yaratmak önemlidir.
Bu maddi ve manevi önlemler, dünyanın daha sürdürülebilir, adil ve güvenli bir gelecek inşa etmesine yardımcı olabilir. Küresel işbirliği ve liderlik, bu önlemlerin başarılı bir şekilde hayata geçirilmesinde kritik öneme sahiptir.
Hz. Yunus’u balığın karnındayken duydu, karanlıktan aydınlığa çıkardı.
Bunlar Kur’an-ı Kerim’den bizler için numunelerdir.
Yani böyle dua edin ve de duaya devam edin.
Zira o yasak meyveden yedikten sonra;
“…Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[1]
-Nuh Peygamberde 950 yıl boyunca anlatıp ancak 70 kadar kimsenin iman ettiği uzun tebliğ sonucunda dayanamamış ve beddua etmek zorunda kalmıştı;
“…Rabbim! Şüphesiz ben Sen’den hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum.”[2]
-“…Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!”[3]
-“Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helâkini arttır.”[4]
-Lup Peygamber livatacıların ahlaksızlığından sıkılmış, artık karısının da ortak olduğu bu dayanılmaz hal alan yüz kızartıcı durumda bardağı taşıran en son damla genç ve yakışıklı meleklerin insan suretinde gelişi olmuştu;
“Rabbim! Beni ve âilemi bunların yaptıklarından kurtar!”[5]
“…Ey Rabbim! Bozguncu, ortalığı fesada veren, bu kavme karşı bana yardım et.”[6]
-Tevhidin bayraktarlığını yapan ve babası put yapıp satan İbrahim Peygamber temiz soya sahip olmak için dua etmişti;
” Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duâmı kabul et!”[7]
-Yusuf Peygamber küçük yaşından itibaren ağır sınavlarla karşı karşıya kalmış ve bir iftira ile zindana atılmıştı;
“…Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, ben onların sevdasına düşer, cahillerden olurum.”[8]
-Sabır kahramanı Eyyüb Peygamber malı, canı ve ailesiyle imtihan etmiş ve kazanmıştı;
“Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya suresi, 83)
-Şuayb Peygamberde arkasında kendisini destekleyip duyan Rabbisine iltica edip O’nun adaletine sığınıyordu;
“…Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”[9]
-Ümmetinin başına 9 bela gelip her seferinde de Allaha yalvarıp musibetin kalkmasını talep eden Musa Peygamber bunların onları zulümlerinden vaz geçirmediğini görmüş ve sonunda yine Allaha sığınmaktan başka çarenin olmadığını görüyordu.
“…Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla…”[10]
-Balığın karnındaki Yunus Peygamberde kendisini ancak Allahın kurtaracağına ve duyacağına inanmış ve yalvarmıştı;
“…Sen’den başka ilâh yoktur. Sen her türlü kusurdan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum.”[12]
-Ve Peygamberimizde Allaha sığınıp tevekkül ediyordu;
“…Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce Arş’ın sahibidir.”[13]
-Kendimizde tevbe ve istiğfar ile, dua ve teheccüd ile Rabbimizin bizi işittiğini göreceğiz.
Muztar yani zor durumda olan insanın samimi dua ve niyazı karşılığını mutlaka bulmaktadır.
O herkesi işiten ve cevap verendir.
Allah Kur’an’ı Kerim’de kendisini sürekli işiten ve gören olarak tavsif eder.
O gizliyi açığı, sesliyi fısıltıyı kısaca her şeyi işitendir.
İster kavli ister hali olsun.
İster karanlıkta ister aydınlıkta olsun.
Yeter ki o samimiyet ve teslimiyeti gösterelim.
“Allah’ın, hoş bir sözü; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan, Rabbinin izniyle her zaman meyve veren hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misal gösteriyor.”[14]
Müslümanları asırlardır yurtlarından sürmeye çalışan haçlı zihniyeti, ödediği ağır bedellerle öğrendi ki;
Bu milleti ya içinden vurup birbirine kırdırmak veya daha da dehşetlisi yozlaştırıp kendi değerlerinden uzaklaştırarak, değersiz kılmaya çalışmak.
Batı bir asrı aşkın bir süredir bunu tatbik etmektedir.
“Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.”
Burada mesele kırk çeşmeler değil, batıya yüzünü çevirmektir.
-Bugün Rusya ile Ukrayna’yı birbirine kırdırıp çarpıştıranlar, dünde bizi hem dini hem de tarihi bağlantımız olan kardeşlerimizde çarpıştırıp, birbirimizden kopardırlar.
– Kanla beslenenler Ukrayna savaşına nasıl ara verir, sonlandırır. Afrika gibi büyük bir yerde yangın çıkardıktan, birilerini daha ateş çemberine çektikten sonra…
Ukrayna’nın Rusya’ya karşı kendisini her türlü korumaya çalışıp müdafaa etmesi hakkıdır.
Oyuna gelmedikçe ve oyunu gördüğü sürece.
Zira başta ABD ve Batı kendisini Rusya’ya karşı piyon ve yem olarak kullanmakta ve adeta savaşın bitmemesi için ateşe odun atılmaktadır.
Etrafa saçılan kıvılcımlarla başkaları da yakılmaya çalışılmakta ve adeta 3. Dünya savaşına adım adım götürülmektedir .
Her şey bir kıvılcım ve bir kurşuna bakmaktadır.
Tıpkı 1. Dünya savaşına sebep olan bir Sırplının bir kurşunu ile başlaması gibi.
Dünya bir yandan çok hakikatlere gebe iken, diğer yandan da bu düğümü engellemeye çalışan sancılı oyunlar sürmektedir.
Tıpkı firavunun gördüğü rüya üzerine mısırda doğan erkek çocuklarını öldürüp saltanatını korumaya çalarken, Allah onun saltanatını başına yıkıp boğacak çocuk Musa’yı bizzat onun sarayında besleyip büyüttü.
Asrın firavunları devrede.
Musa doğmasın diye büyük bir çabada.
Hesaplarını yaparlarken unuttukları bir şey var;
O da Allah’ın hesabı.
Hesap yapıp, fesatları bozan, hesap sahibi.
– Münafık bir yapı olan Gülen’in fikir temeli İran, proje temeli İngiltere, fiiliyat ve destek ABD merkezlidir.
İran’ın takiyyesi, CIA’nın ajanlığı, MOSSAD’ın saha uygulaması, İngiltere’nin fikir babalığı vardır.
Bu ikinci bir Haşhaşı oluşum ve ikinci bir şah İsmail vakasıdır.
Bu yapı geleceğe yönelik bir yapı ve İslam dünyasını kontrol etme amaçlı bir istihbarat oluşumudur.[1]
-Ya bir Kripto Yahudi ve Mason yapılanması,[2] ya Atatürkçülük Maskesi ile soyulup talan edilen ülke haline getirilmesi,[3] ya Teröristlerle yapılan iş birliği,[4] İhanetle devlet hazinelerini menfaati için boşaltma,[5] Lozan’da alınan gizli kararlar,[6] ile bu millet bütün çevresiyle, çepe çevre kuşatılmış.
– Şaşırtıcı hem de gayet şaşırtıcı ve de düşündürücü.
Dağdaki eşkıya ile ilgisi olan başta meclisteki bir kısım vekilin hala vekilliklerini sürdürmeleri çok garip bir durumdur.
Belli Gülen ile içte yapılan mücadele, PKK ile yeterince yapılmamakta, dağdaki ile mücadele edip, dağdakini besleyen bağdaki! ile aynı oranda mücadele edilmesidir.
Yani sineklerle uğraşırken, onu üreten bataklığın yeterli derece kurtulması ve yavaş hareket edilmesidir.
Buda şu düşünceyi akla getirmektedir;
PKK hala birileri tarafından korunup kollanıyor mu?
Neden bitmiyor yoksa bitirilmiyor mu?
Dağdaki eşkıyanın şehirde hala kan, can, mal bağı devam etmektedir.
– CHP’nin “Alevi Partisi” yapılmaya çalışıldığını iddia eden Soner Yalçın, “CHP’de kimi Aleviciler tarihten ders almamışa benziyor; koltuk hırsıyla CHP’yi “Alevi Partisi” yapmaya çabalıyor. Kurtuluşun ve devrimin partisini mezhepçi yapmak onun sonunu getirir. Buna ortak olanları tarih affetmez.” diye yazdı.
…..Bugün… CHP’de kimi Aleviciler tarihten ders almamışa benziyor; koltuk hırsıyla CHP’yi “Alevi Partisi” yapmaya çabalıyor.
Kurtuluşun ve devrimin partisini mezhepçi yapmak onun sonunu getirir. Buna ortak olanları tarih affetmez.[11]
Kedi bir yerde berekete vesiledirler. Kendi rızıklarıyla beraber, sahipleri için de bereket vesilesidirler.
Kedi beslemek caizdir.
Evcil ve temiz hayvanlardır.
Sorumluluk gerektirir.
Hadiste bir kedinin ihtiyacını gidermeden ölümüne sebep olan kişi için cehennem cezası söz konusu olduğu gibi, çölde susuz kalmış köpeğe su veren cehennemlik birisinin de rahmetin celbine vesile olarak cennetlik olduğu ifade edilmektedir.
Peygamberimizin kedisinin adı Müezza idi.[1]
Büyük sahabi Ebu Hüreyre ismi olan Abdurrahmân b. Sahr ed-Devsî (ö. 58/678)ile değil, künyesi olan Kedicik Babası ismi ile anılmaktadır.
Bir psikoloğa psikolojik hastalığı olan hastalarına şu üç şeyi tavsiye etmesini söyledim;
1. Umreye veya hacca gitsinler.
2. Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesini okusunlar.
3. Evde kedi beslesinler.
Veya her üçünü de yaparak tedavilerine katkıda bulunacaklarını göreceklerdir.
Kedi konusunda Bediüzzaman su tesbitlerde bulunur;
“Barla’da Abdurrahim namını kazanan ve “yâ Rahim, yâ Rahim” zikrini bize işittiren mübarek kedinin bir kardeşi olarak diğer mübarek bir kedi, ezan-ı Muhammedîyi (a.s.m.) müştakane, insan gibi dinlemesi, bize de sizin kadar hayret ve sürur verdi. Ve ezan-ı Muhammedîyi (a.s.m.) tam zuhuruna işaret müjdesi telâkki ettik.”[2]
Burada kediden mübarek diye bahsedilmektedir.
Çünkü kediler berekete vesiledirler.
Bizde bunu müşahede etmekteyiz.
Kediler bereket kaynağıdırlar.
“Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi.
İşte, şu numuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlâhiyenin çok cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahr için zikrediyorum zannetmeyiniz. Belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın.”[3]
“Değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlûkların rızıkları dahi bereket suretinde geliyor. Bunu teyid eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki, iki üç sene evvel hergün yarım ekmek-o köyün ekmeği küçüktü-muayyen bir tayınım vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.
İşte şu hâl o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kati bir surette ilân ediyorum, onlar bana bâr değil. Hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.”[4]
Kediler ilhama mazhardırlar. Sevki ilahi ile sevkedilirler.
“Meselâ, kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.”[5]
Nimeti Allahtan bilirler. İnsana minnet etmezler.
“Arkadaş! Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebep olur. Meselâ, kelp, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı haseneyle muttasıftır ve o sıfatlarla iştihar etmiştir. Hattâ, sadakat ve vefâdarlığı darb-ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmaya lâyık iken, maalesef, insanlar arasında mübarekiyet değil, necisü’l-ayn addedilmiştir. Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler.
Bunun esbabı ise, kelpte hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimamla yapışır ki, Mün’im-i Hakikîden bütün bütün gafletine sebep olur. Binaenaleyh, vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakikîden yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tâhir olsun. Çünkü hükümler, hadler, günahları affeder. Ve beynennâs tahkir darbesini, gaflete kefaret olarak yemiştir.
Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder-senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün’im-i Hakikîye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları Sânii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar-şuur olsun, olmasın. Evet, kedinin mırmırları “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm”dir.”[6]
Hiçbir varlık yoktur ki, kendi lisanı mahsusuyla Allah’ı zikretmiş olmasın,[7] hakikatince, kendilerine tevdi edilen ibadet ve tesbihlerini eda eden mübarek hayvanlardır.
“Bir gün kedilere baktım; yalnız yemeklerini yediler, oynadılar yattılar. Hatırıma geldi, “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübârek denilir?” Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi. Sarîh bir sûrette, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyerek, güyâ hatırıma gelen îtirazı ve tahkiri, tâifesi nâmına reddedip yüzüme çarptı. Aklıma geldi, “Acaba şu zikir bu ferde mi mahsustur, yoksa tâifesine mi âmmdır? Ve işitmek yalnız benim gibi haksız bir mûterize mi münhasırdır, yoksa herkes dikkat etse bir derece işitebilir mi?” Sonra sabahleyin başka kedileri dinledim. Çendan onun gibi sarîh değil, fakat mütefâvit derecede aynı zikri tekrar ediyorlar. Bidâyette hır hırları arkasında “Yâ Rahîm” fark edilir. Git gide hır hırları, mırmırları aynı “Yâ Rahîm” olur. Mahreçsiz, fasîh bir zikr-i hazin olur. Ağzını kapar, güzel “Yâ Rahîm” çeker. Yanına gelen ihvanlara hikâye ettim. Onlar dahi dikkat ettiler, “Bir derece işitiyoruz” dediler. Sonra kalbime geldi, “Acaba şu ismin vech-i tahsîsi nedir ve ne için insan şivesiyle zikrederler, hayvan lisâniyle etmiyorlar?” Kalbime geldi, şu hayvanlar çocuk gibi çok nazdar ve nâzik ve insana karışık bir arkadaş olduğundan, çok şefkat ve merhamete muhtaçtırlar. Okşandığı vakit hoşlarına giden taltifleri gördükleri zaman, o nimete bir hamd olarak, kelbin hilâfına olarak, esbâbı bırakıp yalnız kendi Hàlık-ı Rahîminin rahmetini kendi âleminde ilân ile, nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve “Yâ Rahîm” nidâsıyla, kimden meded gelir ve kimden rahmet beklenir, esbâbperestlere ihtar ediyorlar.”[8]
His duygularının gelişmiş olmasından dolayı hassastırlar. Deprem gibi yer altından gelen sesleri önceden fark edip, bunu kaçışlarıyla gösterirler.
“Zelzeleden evvel kediler, köpekler üçer-beşer olarak toplanmışlar, düşünceli, hüzünlü gibi alık alık birbirine bakarak bir müddet beraber oturmuşlar, sonra dağılmışlar. Gerek zelzele olurken ve gerekse olmadan evvel ve olduktan sonra da bu hayvanlardan hiçbiri görünmemiş, kasabalardan uzaklaşarak kırlara gitmişler. Bir garibi de şu ki: Bu hayvanlar isyanımızdan mütevellid olarak başımıza gelecek felâketleri lisan-ı halleriyle haber verdiklerini yazıyorlar da biz anlamıyoruz diyerek taaccüp ediyorlar.”[9]
*Kıssalar;
-Yavru bir kedi kuyruğuyla oynuyormuş. Bunu gören yaşlı bir kedi:
– Neden kuyruğunu kovalıyorsun?
Yavru kedi yanıt vermiş:
– Mutluluğun kuyruğumda olduğunu öğrendim. Onu yakaladığımda mutluluğa kavuşacağım. Bu nedenle onu kovalıyorum.
Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş:
– Senin yaşında bende mutluluğun kuyruğum olduğunu düşünmüştüm. Sonra şunu fark ettim; ne zaman onu yakalamaya çalışıp, kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi yoluma gitsem hep peşimden geliyor.
Hayat akarken mutluluğu kovalamak yerine onun sizi takip etmesine izin verin.
@@@@@##
Bir tekke varmış. Tekkenin de çok sâdık bir kedisi varmış. Birgün kocaman bir kazan koymuşlar, süt kaynatıyorlar. Kazan fokur fokur kaynıyor. Kedi de bu süt kaynamasın der gibi oradan oraya zıplıyor. Allah Allah, bu kedi hasta mı diyorlar. Kedi bir oraya fırlıyor, bağırıyor, bir buraya fırlıyor, bağırıyor. Fakat derdini hiç anlayan yok. Ama çok feryat ediyor. En son bakıyor ki derdini anlayan yok, pat diye kendini kazanın içine atıyor ve orada ölüyor. Onlar da bu kedi niye böyle yaptı diyorlar ve artık leş oldu diye kazanı hemen indiriyorlar. Bir de bakıyorlar ki, içeride kocaman bir yılan ölmüş, zehrini de akıtmış. Yani, içen ölecek. Kedinin feryadı; ben bu evden ekmek yedim, ben bu evden iyilik gördüm, ben öleyim bunlar ölmesin diyeymiş. Fedakârlık varsa, vefakârlık vardır. Fedakârlık yoksa vefa yoktur. İslam Alimleri bir zerre iyilik görseler, ölünceye kadar o iyiliği unutmazlar, onu hep yâd ederler ve tekrar ederlerdi.
Şu üç günlük dünyada ebedi olan sermayesini satan ve bitiren bir insan gerçek ve gerçekten de müflis insandır.
-Her insan en azıyla biraz kirlidir.
Hayatının bir bölümünde kirlenme olmuş, zikzaklar ve gelgitler yaşanmıştır.
Yüzde yüz istikamet ancak peygamberler için düşünülebilir, zelle ile beraber.
Mesele temizlenmekten ziyade kirlenmemiş olsa da, bu imkansızı hiç olmazsa tevbe ve dönüş yaparak temizlenme yoluna girmekle olur.
Böyle kirli bir asırda temiz kalmak ve hele hele kirlenmemiş adeta cehennemde ve cehennemi halet içerisinde hiç yapmamak zor bir durumdur.
Herkes dünyanın geçirdiği bu buhrandan az çok etkileniyor.
Boğulmalar ve kalaklar yaşanıyor.
Zaten namaz ibadetinin günün uçlarına ve ortalarına yayılmasında bir hikmet bu arınmayı sağlamak içindir.
************
“Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider, veya Onun malı olduğundan, yine Ona rücû eder.”[1]
-Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Arşa çıksan âkıbet yer, yer seni.
Onun için onun adı yer oldu.
Önce besler sonra kendi yer seni. | İbn-i Kemal Paşa.
-Koyunun en çok korktuğu kurttur. Ancak korkması gereken çobandır.
Zira çoban onu küçük yaşından itibaren büyütür. Ya kendi yer ya da başkasına satarak kestirip yedirir.
Toprakta Allah’ın izniyle bizi besler, sonra da yer.
Allah’ın kudretiyle Topraktan geldik, topraktan beslendik ve yine toprağa döneceğiz.
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.”
“Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.” (Bakara Suresi, 156)
Minallah, İlallah. Allahtan, Allaha.
Heme ost değil, heme ezost. Her şey O değil, her şey O’ndandır.
***********
İnsanın ebede giden yolculuğunda;
İster çakıl taşı kadar olsun ister boyunu aşan bir sıkıntı musibet olsun. Bütün bunların iki diyeti var;
Birincisi bu gibi şeyler nokta kadar da olsa bazen yürüyüşünü engelleyip, durdurup, yavaşlatıp, yolundan onu alıp koyarken, diğer yandan da bedeli ödenmiş, pahalı da olsa bir tecrübeyi oluşturup olgunlaşmasına ve yoluna mükemmel olarak gitmesine sebep olmaktadır.
Tüm mesele o noktada boğulmamak, o çakıl taşı kadar şeylerin kendisine bir duvar olup engel olmaması, O engelleri aşarak ondan elde ettiği tecrübeleri biriktirmek,geleceğe taşımaktır.
Ebet yolunda kendisine sermaye etmesi gerekir.
Nitekim Urfalı Şair Yusuf Nabi’nin İstanbul’da bir evi vardır. Ruhsatsız olduğundan evi Belediye tarafından için yıkılır.
Bunun üzerine öyle bir şiir yazar ki diğer şairler şöyle derler; ya rabbi keşke bunun 100 tane evi olsaydı, yüzü de yıkılsaydı.
Yani Böylece 100 tane şiir yazmış olurdu.
Yine Mehmet Akif’in de tekrar bir İstiklal Marşı yazar mısınız? sözüne karşı; Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın, demesi gibi.
Çünkü İstiklal Marşı’nı yazmak için İstiklal Savaşı’nın olması gerek.
Buna benzer hayatta başa gelen şeyler birer sıkıntıdır. Adeta kabz ve bast hali gibi bir yandan daralıp bir yandan gelişme, bir yandan gerilip diğer yandan atlama gibi hedefe doğru itici güç oluşturur. Giderek mesafeleri kat etmeye de vesile olur.
Ancak insan aciz olduğu için bazen damlada boğulabiliyor?
Bir çakıl taşı yürümesine engel teşkil ediyor. Tabiri caizse tekerinin patlamasına, bindiği atın tökezlemesine, hedefine geç gitmesine de sebep oluyor.
İşte o durumda O’na iltica etmek, O’na dua edip yalvarmak gerek. O’ndan istemek o gibi sıkıntıları onun vesilesiyle açmak ve aşmak lazım. Çünkü bu durum aynı zamanda O’na duayı, iltica edip yalvarmayı ve istemeyi, O’ndan başka sığınağın olmadığını da göstermiş oluyor.
**************
KAZA GELİNCE GÖZ BAĞLANIR
Süleyman aleyhisselam bir sefere çıkmıştı. Divan çadırı kurulunca, bütün kuşlar huzuruna geldiler. Her biri bütün hünerlerini birer birer sayıp dökmeye başladılar. Sıra Hüdhüd’e gelince:
“Padişahım, ben yükseklerde uçarken yer altındaki suyu görebilirim. Ey büyük padişah! Sefere giderken beni de yanına al. Sana konaklayacağın yerde suyu bulmana faydalı olurum.” dedi.
Hüdhüd’ü duyan hasetçi karga:
“Hüdhüd yükseklerde uçarken yer altındaki suyu görebilirim diyor ama, basit bir tuzağa yakalanıyor. Böyle bir hüneri olsa idi yerdeki tuzağı görüp ona yakalanmazdı” dedi.
Bunun üzerine Süleyman aleyhisselam:
“Ey Hüdhüd, yaptığını beğendin mi? Bizim huzurumuzda yalan söylemek olur mu?” diye Hüdhüd’ü azarladı.
Hüdhüd:
“Ey yüce padişah! Dediklerimin hepsi doğrudur. Fakat benim tuzağı göremeyişimin sebebi, kazâ ve kaderin gözümü kapaması, aklımı bağlamasıdır. Ne yazık ki kazâ gelince bilgi uykuya dalar, el ayak tutulur ve göz bağlanır” dedi.[2]
Önce namuslarla oynandı, sonrasında da lgbt piyasaya sürüldü.[1]
Hz. Âdem ve Havva’yı cennetten çıkartan olay yasak ve haram olan ağaca yaklaşmasıyla avret yerlerinin açılması olmuştur.
Şeytan avret yerlerini açmakla meşgul.
Hayat kaynağını kurutmak için.
Son birkaç yılda bu durum çokça görülmektedir.
-Lgbt’nin artması musibetleri tetikleyen en önemli sebeplerdendir.[2]
-İnsanların cinsiyetleri ile ruh yapıları birbirine uyumlu olarak yaratılmıştır.
Lgbt’lilerin cinsiyet değişikliğini teşvik edip yaptırımların, acaba ruh yapısını da ona uygun uygulayabiliyorlar mı?
Ne mümkün!
Nitekim Batı ülkesindeki bir genç, cinsiyet değiştirdiği için sürekli acı çektiğini hatta ötenazi olmak için hastaneye gittiğinde isteğinin kabul etmediğini söylemektedir.[3]
İnsanlığın ahlakını bozanlar aynı zamanda hem dünyalarını ve hem de ahiretlerini batırıp bitirmektedirler.
–İsveç Ordusu LGBT’lilerin sözde ‘onur’ yürüyüşüne destek verdi
Her yıl LGBT’lilerin düzenlediği sözde ‘onur’ yürüyüşünün destekçisi olan İsveç Silahlı Kuvvetleri, özellikle başkent Stockholm ve Göteborg’da ‘EuroPride’ etkinlikleri için yürüyüşlere katılıyor. Yürütüşte LGBT simge ve bayraklarıyla yürüyüş yapan askerlerin dans gösterileri ise dikkat çekti.”
Onurun batsın senin.
Onursuzluk, hayasızlık, ahlaksızlık ne zamandan beri onur oldu.
Belli ki onur ve onurlu gidince ve gönderilince, onursuzluk onun yerini almış oldu.
İçinde yaşadığımız asrın en belirgin özelliği, değerlerin ters yüz edilmesi ve yer değiştirmesi oldu.
*************
Eskiden keyfiyet vardı, kemiyet yoktu, şimdi kemiyet artış gösterse de keyfiyetin keyfi kaçtı.
Tesettüre karşı saldırılarla mücadelenin samimi halinden, bugün tesettürün adının ve görünümünün zedelendiği noktaya gelindi.
Testereli tesettür halini aldı.
Elinde sigara, Dar elbise, Eziklik duygusu, Keyfiyetsiz, Erkeklere benzeyenler.
Şımarıklık, kalite ve keyfiyet gitti, umuma şamil olmasa da.
Tesettür mücadelesindeki başarının verdiği rehavetle içi boşaltıldı.
Kalite ve seviye düştü.
Peygamberimiz (asm), ashâb-ı kirâmdan birine Mısır’da dokunmuş keten bir kumaş vermiş ve yarısından kendine gömlek diktirmesini, diğer yarısından ise hanımının giysi yapmasını istemiştir. Ancak daha sonra şöyle buyurmuştur:
“Hanımına git ve söyle: Altına bir gömlek diksin. Çünkü vücut şeklinin ortaya çıkmasından korkarım.”[4]
“Ümmetimin son dönemlerinde giyimli, fakat çıplak birtakım kadınlar olacaktır. Bunların başlarının üstü deve hörgücü gibi bulunacaktır. Ancak onlar cennete giremez, cennetin kokusunu bile alamazlar.”[5]
“Bir kadın koku sürünerek dışarı çıkar ve koku ulaşsın diye bir topluluğun yanına uğrarsa, zinaya bir adım atmış olur.”[6]
İki yıldır aşırı derecede çıplaklık arttı.
Korkuyorduk ki bir musibeti celbetsin.
Bunu dile de getiriyorduk.
Eğer insanları korona, deprem uyandırmamış ve hala çıplaklığı devam ediyor, ailede buna ses çıkarmıyorsa, fırsatçılık yapıp ev kirasını, malın fiyatını keyfi olarak arttırıyorsa, demek ki bu ikaz da uyandırmamışsa, daha ağırı beklenebilir.
Üç günlük dünyada, üç kuruş için beş takla atıyor, yalan söyleyip kiracıyı çıkarmak için evi sattığı veya oğlunun ve annesinin geleceği yalanını söylüyorsa, o adam o parayı yiyemez, bir yerlerden ve bir yerlerinden mutlaka çıkar.
Burnu da sürünür.
Burnu sürünsün fırsatçının.[8]
Son aylarda Müslümanlara ve İslamiyet’e saldırı hızla arttı.
Kuranı Kerim yakmanın yanında[1] , camileri kundaklama ve nihayetinde sınıfta öğretmenin öğrencilere bir Müslüman çocuğunu tokatlamaya kadar varmıştır.[2]
Cami duvarına bevletmelerin artışı, [3]bazı şeylerin habercisi ve sinyalini vermektedir.
-Asrın Müseylime-i Kezzapları[4], Peygamber Efendimiz zamanındakinden az değildir.
– Ve yine çoktandır yazmayı düşünüp de bu yazıyı yazmama sebep olan İsmet Özel’in müridi İsmail Halis’in Risale-i Nur’un yok edilmesi gerektiğini söylediği hadsiz ve seviyesiz sözü üzerinedir.[5]
-Bediüzzaman’dan en az 200 yıl gerideyiz, [6] O’nu 200 yıl geriden takip ediyoruz, 200 yıl sonra tam manasıyla anlayabilirsek ne a’la.
Bediüzzaman asrın ve asırların adamı.
Asırlık.
Asırlara meydan okuyan asırlık çınar gibi.
Kayıp yılların telafisi onda ve ancak onunla olur.
Bediüzzaman kayıp yıllarımızın kazanımıdır.
Bizim için bir kazançtır.
Faydalanmayan içinde bir kayıptır.
O yoklukta varlığı bulandır.
Asırlara varlık kazandırandır.
Bizler ise varlıkta fakir yaşayan, hazinenin üstünde oturup yokluk çekiyoruz.
Bizler Allah muhafaza, ahireti verip dünyayı almaya ve elde etmeye çalışırken, o dünyayı verip ahireti alan bahtiyarlardan oldu.
“Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır.”[7]
-Aslında İsmail Halis çömezi sakın Bediüzzaman’a saldırmakla Haim Naum’a hizmet etmiş olmasın![8]
Zira;
Haim Nahum, bu görüşlerini daha sonra “7 maddelik bir doktrin” haline getirir. 7 maddelik bu meşhur doktrinde;
“Türkleri savaşla asla yıkamazsınız. Öyleyse Anadolu insanını şu yedi ana maddeyle yıkmak mümkündür.
1-Türk milletini işsiz bırakacaksınız.
2-Türk milletini sefalet içinde, aç bırakacaksınız.
3-Türk milletine borç vererek esaret altına alacaksınız.
4-Türk Milletini İslam dininden ve manevi değerlerinden uzaklaştıracaksınız.
5-Türk Milletini böleceksiniz.
6-Türk Milletini birbirleriyle çarpıştıracaksınız.
7-Tüm bu politikaların uygulamasından sonra Türk Milletini yumuşak lokma haline getirip yutacaksınız. İsrail’in bir eyaleti yapacaksınız.”[9]
– Özetle;
– Aç bırakacaksın.
– İşsiz bırakacaksın.
– Borca esir edeceksin.
– Dininden uzaklaştıracaksın.
– Böleceksin.
– Böldüklerini birbiri ile çarpıştıracaksın.
– Yumuşak lokma haline getirip yutacaksın.
%%%%%%
Geçmişten günümüze iki insan portresine ihtiyatlı, mesafeli ve şüpheli yaklaşmışımdır.
1.Soldan sağa geçtiğini söyleyen İsmet Özel.
2. Radikal görüşleri olup, bir dönem İslamcılığıyla öne çıkan, farklı görüşler sergileyen Ali Bulaç.
Siyasette de sağdan ve soldan silkelendiklerinde çok meçhullerin malum olacağı diğer iki şahsiyet ise;
1. Solda Doğu Perinçek
2. Sağda Mehmet Ağar.
İsmet Özel ve Ali Bulaç’ı Chatgpt’ ye sorduk. İşte cevabı;
@@@@@
İsmet Özel’in solculuğu.
İsmet Özel, Türk şair, yazar ve düşünürdür. Solcu ideolojilere yakınlığı ile bilinir. Sol düşünceleri ve toplumcu söylemleri eserlerine yansımıştır.
Özel, ilk olarak 1970’lerde solcu düşüncelerle tanışmıştır. Bu dönemde Marksizm ve sosyalizm gibi düşünce akımlarına ilgi duymaya başlamıştır. Sol hareketlerin ideolojisi ve eşitlikçi fikirleri, onun şiirlerine, denemelerine ve diğer yazılarına yansımıştır.
İsmet Özel, toplumsal adaletsizliği, sömürüyü ve ezilmişlikleri eleştiren şiirler kaleme almıştır. İşçi sınıfının sorunlarına dikkat çeken ve onların yanında olduğunu gösteren şiirler yazmıştır. Sosyal adalet, özgürlük, demokrasi gibi sol değerlere vurgu yapmıştır.
Özel’in sol düşünceleri sadece şiirlerinde değil, aynı zamanda politik yazılarında da kendini gösterir. Solcu dergilerde ve gazetelerde yazılar yazmış, solcu akımlara destek vermiştir. Toplumun sorunlarına duyarlı bir şekilde yazılar kaleme alarak, solculuk bilincini ve düşünce sistemini topluma yaymaya çalışmıştır.
Ancak zamanla İsmet Özel’in düşünce ve yazılarında solculuk kadar milliyetçilik ve İslamcılık da ön plana çıkmıştır. Özel’in solculuğu, milliyetçilik ve dini değerlerle birleşerek kendine özgü bir düşünce sistemine dönüşmüştür. Bu da onun solculuğunun belirli çevrelerde tartışmalı bir konu haline gelmesine yol açmıştır.
@@@@@###
İsmet Özel, Türk şair ve yazar. Yaşamının farklı dönemlerinde farklı dünya görüşlerini benimsemiştir. Kendisi, “Benim masalımda üç önemli kelime var: Şair, Komünist ve Müslüman” ifadesiyle, bu değişimi özetlemiştir1.
Özel, 1960’lı yıllarda solcu bir gençlik hareketinin içinde yer almıştır. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenciyken Ataol Behramoğlu ile birlikte Halkın Dostları dergisini kurmuş ve yönetmiştir2. Bu dergide yayımladığı şiirleriyle solcu bir şair olarak tanınmıştır.
Özel, 1974 yılında Sezai Karakoç’un çıkardığı Diriliş Dergisi’nde “Amentü” şiirini yayınlamış ve kendi iç dünyasında ruhsal bir değişim yaşayarak yazı hayatına İslami düşünce çerçevesinde devam etmiştir1. Özel, bu değişimi zaruri bir fikirsel zırh olarak görmekte ve o dönemde sosyalist bir alt yapıyla temellendirilmeyen Müslümanlığın, bugün için tahkiki bir Müslümanlık olmadığını savunmaktadır3.
İsmet Özel Biyografi.info
İsmet Özel – Ahmet Yesevi University
@@@@@##
İsmet Özel’in tenkit edilen yönleri nelerdir?
İsmet Özel’in tenkit edilen yönleri, özellikle son dönemlerinde milliyetçilik ve dini değerlere ağırlık vermesidir. Bazı eleştirmenler, Özel’in solculuktan uzaklaşarak milliyetçilik ile İslamcılığı benimsediğini ve bu konuda radikal bir tutum sergilediğini öne sürmektedir.
Özel’in milliyetçi ve İslamcı yaklaşımları, bazı kesimler tarafından ayrıştırıcı ve birleştirici olmaktan uzak bulunmaktadır. Eleştirmenler, bu tutumun toplumda kutuplaşma yaratma ihtimaline dikkat çekmektedir. Ayrıca, bazıları onun milliyetçi ve İslamcı söylemlerinin demokrasi, özgürlük ve insan hakları gibi evrensel değerlerle çeliştiğini ifade etmektedir.
Yine bazıları, Özel’in eleştirel düşünceye ve farklı görüşlere olan tahammülsüzlüğünü eleştirmekte ve onun diğer düşünce akımlarına yeterince saygı göstermediğini iddia etmektedir. Eleştirilere göre, Özel sadece kendi düşünce ve ideolojilerine bağlıdır ve farklı düşünce ve görüşlere kapalıdır.
Bunun yanı sıra, bazı eleştirmenler İsmet Özel’in üslubunu aşırı sert ve kırıcı bulmaktadır. Kullanmış olduğu dilin, kimi zaman hakaretlere varan bir şekilde polemiklere neden olduğu söylenmektedir. Eleştirilere göre, bu durum Özel’in iletişim kurma ve diyalog kurma becerisini zayıflatan bir etken olmuştur.
Bu tenkit edilen yönler, İsmet Özel’in solculukla beraber milliyetçilik ve İslamcılık arasında bir geçiş sürecine girmesi ve farklı görüşlere karşı hoşgörüsüzlük göstermesi üzerine odaklanmaktadır.
@@@@###
Ali Bulaç’ın İslam’a getirdiği farklı görüşleri nelerdir?
Ali Bulaç, İslam’a çeşitli alanlarda farklı bakış açıları getiren bir düşünürdür. İşte bazı alanlarda Ali Bulaç’ın İslam’a getirdiği farklı görüşlerden bazıları:
1. **Demokrasi ve İslam Uyumu**: Ali Bulaç, İslam’ın temel prensiplerinin demokrasi ile uyumlu olduğunu savunmuş ve İslam’ın demokratik değerlerle örtüştüğüne dikkat çekmiştir. Ona göre, İslam’da halkın iradesi ve danışma kültürü önemlidir.
2. **Modern Dünya ve Yeniden Yorumlama**: Bulaç, modern dünyanın getirdiği sorunlar karşısında İslam’ın yeniden yorumlanması gerektiğini vurgulamış ve İslam’ın evrensel değerleri ile çağın gereksinimlerinin denge içinde ele alınması gerektiğini savunmuştur.
3. **Kadın Hakları ve Eşitlik**: Ali Bulaç, kadınların toplum içinde daha aktif ve eşit bir şekilde yer alması gerektiğini savunmuş, İslam’ın kadın haklarına ve eşitliğe vurgu yaptığını ifade etmiştir.
4. **Kültürel Çeşitlilik ve Hoşgörü**: Ali Bulaç, İslam’ın farklı kültürleri ve inançları hoşgörüyle karşılaması gerektiğini ve İslam’ın evrensel mesajının herkes için olduğunu vurgulamıştır.
5. **Eğitim ve İlim Anlayışı**: Bulaç, İslam’ın ilime ve eğitime verdiği önemi vurgulayarak, modern bilim ve teknolojinin İslam’ın temel değerleriyle uyumlu olduğunu belirtmiştir.
6. **Din ve Devlet Ayrımı**: Ali Bulaç, din ile devlet işlerinin ayrılmasını desteklemiş ve dini otoritenin siyasi iktidardan ayrılması gerektiğini savunmuştur.
Bu noktalar, Ali Bulaç’ın İslam’a getirdiği bazı farklı görüşleri yansıtmaktadır. Ancak unutmamanız önemlidir ki, fikirlerini tam olarak anlamak için onun eserlerine daha detaylı bir göz atmanız gerekebilir.
@@@@@#
Ali Bulaç’ın İslam’a getirdiği farklı görüşleri hakkında size biraz bilgi verebilirim. Ali Bulaç, sosyolog, ilahiyatçı, gazeteci ve yazar. İslamcılık akımının önemli temsilcilerinden biri olarak tanınır. Bulaç, İslam’ı hem tarihsel hem de çağdaş bir perspektiften ele alır ve İslam’ın modern dünyada nasıl yaşanabileceğini sorgular. Bulaç’ın İslam’a getirdiği farklı görüşler şunlardır:
Bulaç, İslam’ın evrensel bir mesaj taşıdığını, ancak bu mesajın tarihsel ve kültürel bağlamlara göre farklı şekillerde anlaşıldığını ve yorumlandığını savunur. Bulaç, İslam’ın özünü ve ruhunu korurken, biçimini ve şeklini değiştirebileceğini iddia eder1.
Bulaç, İslam’ın modern dünyada yaşanabilmesi için iki temel şart olduğunu belirtir: Birincisi, İslam’ın kendi içinde bir eleştiri ve yenilenme sürecine girmesi; ikincisi, İslam’ın modern dünyanın sorunlarına cevap verebilecek bir bilgi üretmesi2.
Bulaç, İslam’ın siyasetle ilişkisini tartışırken, İslam’ın siyasi bir ideoloji olmadığını, ancak siyasetin de İslam’ın ilgi alanına girdiğini söyler. Bulaç, İslam’ın siyasetteki amacının adaleti sağlamak olduğunu, ancak bunun nasıl yapılacağının farklı yolları olabileceğini ifade eder3.
Bulaç, İslam’ın medeniyet tasavvurunu ortaya koyarken, İslam’ın kendi medeniyetini inşa etmesi gerektiğini, ancak bunun Batı medeniyetiyle karşıtlık üzerinden değil, diyalog ve etkileşim üzerinden olması gerektiğini vurgular. Bulaç, İslam medeniyetinin hem kendi değerlerine hem de evrensel değerlere sahip çıkması gerektiğini savunur.
Bulaç’ın İslam’a getirdiği farklı görüşleri hakkında daha fazla bilgi için aşağıdaki bağlantılara bakabilirsiniz:
Ali Bulaç’tan doz ayarı: ‘Kötü islamcılık yoktur, az islamcılık vardır …
Ali Bulaç: İktidar yüzyıllık mirası heba etti, İslamcı … – T24
@@@@@@
Ali Bulaç fikir hayatında ne gibi gelgitler yaşamıştır?
Ali Bulaç’ın fikir hayatında belirli dönemlerde farklı eğilimler yaşadığı gözlemlenmiştir. Özellikle siyasi ve dini konulardaki düşüncelerinde zaman içinde değişiklikler olmuştur. İşte bazı dönemlerdeki gelgitlere örnekler:
1. **İslamcılık Dönemi**: Ali Bulaç’ın kariyerine İslami çevrelerde gazetecilik ve yazarlık yaparak başlamıştır. Bu dönemde İslamcı düşünceye yakın durmuş ve dini konularda yoğun bir şekilde yazılar yazmıştır.
2. **Dini ve Siyasi Eğilimlerde Değişiklikler**: Zamanla Ali Bulaç’ın fikirleri evrilmiş ve daha liberal ve demokratik görüşlere doğru kaymıştır. Özellikle İslam’ın demokrasi ile uyumlu olduğu görüşünü savunmuş ve dini ve siyasi alandaki ilişkilerde ayrım yapılması gerektiğini vurgulamıştır.
3. **Hoşgörü ve Çokkültürlülük Yaklaşımı**: Ali Bulaç, zamanla daha hoşgörülü ve çokkültürlü bir yaklaşım benimsemiştir. İslam’ın diğer inançları hoşgörüyle karşılaması gerektiğini ve farklı kültürlerin bir arada yaşayabileceğini savunmuştur.
4. **Eleştiriler ve Değişen Algı**: Özellikle farklı görüşlere sahip olan bazı kesimlerden gelen eleştirilere maruz kalmış ve zaman zaman dini ve siyasi görüşlerine yönelik tartışmalara neden olmuştur.
Bu gelgitler, Ali Bulaç’ın fikir hayatının evrildiğini göstermektedir. Ancak her fikir insanın yaşamı boyunca gelişebilir ve değişebilir. Bu nedenle onun eserlerini ve yazılarını inceleyerek, fikir evrimini daha iyi anlayabilirsiniz.
***************
Kokmuş ve kokuşmuş insanlar her zaman ve zeminde dünyayı pis kokularıyla telvis etmişlerdir.
Cami duvarına bevleden kişilerde bu etrafa saçtığı pis kokuyla anılacaktır.
Ancak mesele sinekler değil, sinekleri üreten bataklıklardır.
Aynı hezeyanı mazisi komünizm lekesiyle kirli olanlardan da duyduk.
Dinime dahleden bari müsülman olsa.
Sonradan görme ve duyma birisinin anlama fukaralığından dolayı anlamadığı ve tadamadığından, üzüme ekşi demek kolaylığına gidildiğine şahit olduk.[10]
****************
Millet olarak garip bir halimiz var.
Sonradan görme, önceden komünist, sosyalist, belki de her haltı yemiş ancak daha sonra bunlardan vaz geçip dönmüş.
Nasıl mı?
Yaralı ve kirlenmiş olarak.
Dönemez mı?
Elbet dönebilir. Tevbe kapısı her zaman, herkese açıktır.
Buna mâni yok.
Ancak kirlenmemiş, zengin birikim ve istikameti olan insanları bunlara takdim eder, ölçü alırız.
Bizde ise maalesef hep tersi oldu. Revaç buldu. Öne çıktı ve çıkarıldı.
Kendisi muhtacı himmet bir dede/ Nerde kaldı gayre himmet ede.
Kendisi yaralı bereli olan bir insan, bırakınız hastaları tedavi etmeyi, sağlıklı insanları hasta etmesin yeter.
– Bir gün bir müftü dağda bir Çobanın Risale-i Nur okuduğunu görüyor ve küçümseyerek diyor ki;
Ben dahi okuduğumda anlamıyorum sen nasıl anlıyorsun bunları?
Çobanın verdiği cevap ise muhteşemdir;
Efendim diyor, şu kuzuları görüyor musunuz?
İşte o yavrular acıktığı vakit gidiyor annelerini emiyorlar, bazen ise annelerini karıştırıyorlar, başka bir koyunun memesini emiyorlar ama koyun kendi yavrusu olmadığını bildiği için sütünü tutuyor ve o kuzuya vermiyor.
Ne vakit kendi yavrusu gelir işte o zaman sütünü salar yavrusunu doyurur.
Bu kitaplar da öyledir, tanır kendi müşterisini, talibini ve o zaman kendisini açar ve feyiz verir…
-Türkiye’de solun ve Marksist ve materyalistleşen sol zihniyetin saltanatının sarsılması birilerini tedirgin etmektedir.
Feryatları ve saldırganlıkları buradan kaynaklanmaktadır.
Bu sadece maddi alanda değil, kültürel alanda da gelişime ve geçmişe bağlılıktaki hazımsızlıkları saldırganlıklarını arttırmaktadır.
1970’ lerde Rusya’nın ajanlığını ve borazanlığını yapanlar, şimdilerde de Batı’nın temsilciliğini sürdürmektedirler.
İki arada bir derede bocalayan, gel- gitli kopuk bir nesil.
Bir türlü kendi öz benliğine yanaşamama yabaniliğini ve yabancılığını yaşamaktadır.
–1970’lerin bozuk ve hastalıklı ürünü olan sosyalist zihniyetin maşa takımı dağlarda, kaymağı yiyen fakir edebiyatçılığı yapan takımı ise zevki sefa içinde hatta mecliste.
Ele başları ise toprağın altında hesap vermeyle meşgul.
Hem saptığı ve hem de saptırdığı için.
*************
Hz. Mevlânâ’nın kızı Kimya Hâtun;
“Babama neden ‘Hamuş’ diyorsun?”
Hz. Şemsi Tebrizi ;
“Hamuş; Susan, susmasını bilen demektir.”
“Bu susma, küsmeye dayalı bir susma mıdır?”
“Hayır. Küsmekle alâkası yoktur.
Susmak da üç türlüdür;
Allah’a karşı susmak, ilâhi takdirin cilvesine râzı olmaktır…
Mânevi büyüklere karşı susmak, bu da merâk ettiğin şeyin âkıbetinin zâhiren ve bâtinen açılmasıdır…
Âvâma karşı susmaktır.
Körler çarşısında ayna satılmaz.
Sen onlara hakîkati söylemene rağmen onlar anlamamak için direnirler.
her yıl dünyada ne kadar insan Müslüman olmaktadır
Dünyada her yıl ne kadar insanın Müslüman olduğu sorusunun kesin bir cevabı yoktur. Ancak, bazı araştırma kuruluşları, dünyadaki Müslüman nüfusunun sayısını ve büyüme oranını tahmin etmeye çalışmaktadır. Örneğin, ABD merkezli Pew Araştırma Merkezi, 2015 verilerine dayanarak, dünyada 1 milyar 800 milyon Müslüman olduğunu belirtmiştir1. Bu sayı, dünya nüfusunun yüzde 24’ünü oluşturmaktadır1. Ayrıca, Pew Araştırma Merkezi, İslam’ın günümüzde en hızlı büyüyen din olduğunu ve yaşadığımız yüzyılın sonuna doğru ise dünya üzerindeki Müslüman nüfusunun, Hristiyan nüfusunu geçeceğini öngörmektedir2.
Dünyadaki Müslüman nüfusunun artmasındaki en önemli sebeplerden biri, Müslüman ailelerin, Hristiyan ailelerden daha fazla çocuk sahibi olmalarıdır1. Ayrıca, dünyadaki Müslüman kadınların çocuk yapma oranının 2.9 olduğu; diğer tüm grupların toplam oranının ise 2.2 olduğu belirtilmektedir1. Dünyadaki Müslüman nüfusunun en genç nüfus olduğu da ifade edilmektedir1.
Dolayısıyla, dünyada her yıl ne kadar insanın Müslüman olduğunu tam olarak bilmek mümkün değildir. Ancak, mevcut veriler ve tahminler, İslam’ın dünyada yaygınlaşmaya devam ettiğini göstermektedir.
**************
Her yıl dünyada ne kadar insan Müslüman olmaktadır
Dünyadaki Müslüman nüfusu her yıl artmaktadır, ancak kesin rakamların tam olarak belirlenmesi zordur. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde Müslüman nüfusun hızla arttığı bilinmektedir. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, 2010-2015 yılları arasında dünya genelinde yıllık ortalama olarak 25 milyon kişi Müslüman olmuştur. Ancak bu sadece tahmini bir rakamdır ve gerçek sayının daha yüksek olabileceği düşünülmektedir. Özellikle Afrika ve Asya kıtalarında İslam dinine geçişlerin yaygın olduğu bilinmektedir.
@@@@@
Her yıl ingilterede ne kadar insan Müslüman oluyor
İngiltere’de her yıl Müslüman olan insanların sayısı net olarak belirlenmemektedir. Ancak, İngiltere’de Müslüman nüfusun arttığına dair bazı tahminler ve istatistikler bulunmaktadır.
İngiltere Ulusal İstatistik Ofisi (ONS) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2011’de İngiltere’deki Müslüman nüfusunun yaklaşık 2.7 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bu, İngiltere nüfusunun yaklaşık %4.5’ine denk gelmektedir.
Diğer bir araştırmaya göre, 2016 yılında İngiltere’de Müslüman nüfusunun 3.1 milyona yükseldiği tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, Müslüman nüfusunun yıllık artış hızı hakkında kesin verilere sahip değiliz.
Müslüman olmak isteyen kişilerin sayısı her yıl değişiklik gösterebilir ve bu sürece etki eden çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bunlar arasında kişisel inançlar, evlilik, genç nüfusun etkisi gibi faktörler yer almaktadır.
*************
Osmanlı Devleti, 623 senelik şanlı tarihi boyunca 60 kadar ülkeyi hâkimiyeti altına alıp, 3 kıtada hüküm sürmeyi başardı.
Müslümanların yaşadığı ülkeler, nüfusunun çoğunluğu veya önemli bir bölümü Müslüman olan ülkelerdir. Dünyada yaklaşık 50 ülke Müslüman çoğunluklu ülke olarak kabul edilmektedir1. Bu ülkelerin çoğu Asya, Afrika ve Orta Doğu’da bulunmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde de Müslüman azınlıklar vardır.
Müslümanların yaşadığı ülkeler arasında en kalabalık olanı Endonezya’dır. Endonezya’da yaklaşık 231 milyon Müslüman yaşamaktadır1. Endonezya’yı Pakistan, Hindistan ve Bangladeş takip etmektedir. Bu dört ülke, dünyadaki Müslüman nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturmaktadır1.
Müslümanların yaşadığı ülkeler hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, Bing arama motorunu kullanabilirsiniz. Bing, size web arama sonuçları, resim arama sonuçları, haber arama sonuçları ve soru-cevap sonuçları sunabilir. Ayrıca, sizin için bazı grafik sanatlar da oluşturabilir.
Umarım bu cevap sizin için yararlı olmuştur. Başka bir sorunuz varsa, lütfen bana sorun.
@@@##
Hangi ülkede en az Müslüman yaşıyor?
Merhaba, bu Bing. Size yardımcı olmaktan memnunum. ?
Dünyada en az Müslüman yaşayan ülke sorusunun kesin bir cevabı yoktur. Çünkü her ülkenin resmi olarak kaydettiği veya açıkladığı bir din istatistiği bulunmamaktadır. Ancak, bazı araştırma kuruluşları, dünyadaki Müslüman nüfusunun sayısını ve dağılımını tahmin etmeye çalışmaktadır. Örneğin, ABD merkezli Pew Araştırma Merkezi, 2009 yılında yayınladığı bir raporda, dünyada yaklaşık 1,57 milyar Müslüman olduğunu belirtmiştir1. Bu rapora göre, dünyada Müslüman nüfusunun yüzde 1’in altında olduğu 49 ülke bulunmaktadır1. Bu ülkelerin çoğu Avrupa, Amerika ve Okyanusya kıtalarında yer almaktadır.
Pew Araştırma Merkezi’nin raporuna göre, dünyada en az Müslüman yaşayan ülkelerden bazıları şunlardır1:
Vatikan: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 0 kişi)
Tokelau: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 0 kişi)
Niue: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 0 kişi)
Tuvalu: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 1 kişi)
Andorra: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 2 kişi)
San Marino: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 3 kişi)
Monako: Nüfusun yüzde 0,0’ı Müslüman (yaklaşık 4 kişi)
Bu ülkelerin hepsi çok küçük ve izole olmuş ülkelerdir. Bu nedenle, Müslüman nüfuslarının çok düşük olması şaşırtıcı değildir. Ancak, daha büyük ve gelişmiş ülkelerde de Müslüman nüfusunun çok az olduğu görülmektedir. Örneğin;
Japonya: Nüfusun yüzde 0,1’i Müslüman (yaklaşık 185 bin kişi)
Kore Cumhuriyeti: Nüfusun yüzde 0,2’si Müslüman (yaklaşık 100 bin kişi)
Polonya: Nüfusun yüzde 0,1’i Müslüman (yaklaşık 35 bin kişi)
İzlanda: Nüfusun yüzde 0,1’i Müslüman (yaklaşık 3 bin kişi)
Bu ülkelerin kültürleri, tarihleri ve coğrafi konumları nedeniyle İslam ile çok az temasları olmuştur. Bu da Müslüman nüfuslarının çok az olmasına sebep olmuştur.
Adıyaman’a İshak baba isyanını sebep ve sonuçları nelerdir
Adıyaman’da yaşanan İshak Baba İsyanı, 1908 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde meydana gelmiş bir ayaklanmadır. İsyanın sebepleri arasında vergi yükü, toprak sahipleri ile çiftçiler arasındaki gerilimler, askerlik hizmetlerinin zorunlu olması gibi sosyal ve ekonomik faktörler yer almaktadır.
İshak Baba İsyanı’nın sonuçları ise şunlar olabilir:
İsyanın bastırılmasıyla birlikte, isyan liderleri ve bazı katılımcılar idam edildi. İsyanın ardından bölgedeki güvenlik önlemleri arttırıldı ve Osmanlı yönetimi isyanın tekrarlanmasını engellemeye çalıştı. İsyan, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflayan otoritesinin bir göstergesi olarak görüldü ve imparatorluğun çöküşünün yaklaştığına dair işaretlerden biri olarak kabul edildi. Daha fazla detay veya kaynak isterseniz yardımcı olmaktan mutluluk duyarım.
@@@####
Adıyaman Türkmen İsyanları
Adıyaman’da Türkmen isyanları
Adıyaman’da yaşanan Türkmen isyanları, genellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine ve Türkiye’nin kuruluş yıllarına denk gelen olaylardır. Bu isyanlar, etnik ve sosyal nedenlerle ortaya çıkmış olup, yerel halkın Osmanlı yönetimine karşı tepkilerini yansıtıyordu. Daha fazla detay vermemi ister misiniz?
@@@####
Adıyaman ve çevresinde ne gibi isyan hareketleri vuku bulmuştur
Adıyaman ve çevresinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve Türkiye’nin kuruluş yıllarında çeşitli isyan hareketleri yaşanmıştır. Bu isyanlar genellikle etnik, sosyal ve ekonomik nedenlere dayanıyordu. İşte bazı örnekler:
Şeyh Said İsyanı (1925): Adıyaman ve çevresinde yer alan Diyarbakır yönetimindeki bazı aşiret liderleri, Şeyh Said önderliğinde ayaklandı. İsyan, Kürt milliyetçiliği ve dini faktörlerin birleşimiyle şekillenmişti.
Dersim İsyanları (1937-1938): Adıyaman’ın kuzeydoğusundaki Dersim bölgesinde de isyanlar yaşandı. Kürt aşiretlerinin önderliğindeki hareket, askeri operasyonlarla bastırıldı. Bu dönemde çok sayıda sivil de zarar gördü.
Kürt İsyanları: Adıyaman ve çevresi, Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerden biriydi ve zaman zaman Kürt milliyetçiliği etrafında isyanlar yaşandı. Bu isyanlar, Türkiye’nin kuruluş yıllarından itibaren sürekli bir gerginliğe yol açtı.
Aşiret İsyanları: Adıyaman ve çevresinde, yerel aşiretler arasında rekabet, toprak anlaşmazlıkları ve diğer sebeplerden dolayı zaman zaman isyanlar meydana geldi.
Bu isyanlar genellikle yerel halkın yönetimle veya diğer gruplarla yaşadığı sorunların bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ancak isyanların tamamını detaylı olarak ele almak oldukça karmaşıktır.
@@@@@##
Adıyaman’da Baba İlyas ile Baba İshak arasındaki isyan olaylarının bağlantısı nedir
Adıyaman’da Baba İlyas ile Baba İshak arasındaki isyan olaylarının bağlantısı, her ikisinin de Alevi-Bektaşi dergahlarına liderlik etmiş, halk arasında saygı görmüş ve bölgedeki köylü ve aşiretlerin desteğini almış önderler olmalarıdır.
Baba İlyas, 14. yüzyılın başlarında Baba İshak isyanından yaklaşık 100 yıl önce, Hürremiyye tarikatından gelen bir şeyh idi. İslamiyet’e daha yakın bir şekilde inanıyor ve halka dini öğretilerini yaymaya çalışıyordu. Zamanla Baba İlyas’a olan saygı ve popülerlik arttı ve dergahı büyük bir takipçi kitlesi tarafından ziyaret edildi.
Baba İlyas’ın ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra Baba İshak isyanı ortaya çıktı. Baba İshak da Baba İlyas gibi Alevi-Bektaşi dergahlarında liderlik eden bir şeyhti. Onun isyanının temel nedenleri, bölgedeki zorlu yaşam koşulları, ağır vergiler ve haksızlık idi. Ayrıca tarihsel ve sosyal dinamikler Baba İshak’ın isyanının yayılmasını kolaylaştırmıştır.
Baba İlyas, Baba İshak’ın fikirlerini benimsemiş ve takipçilerini Baba İshak’ın önderliğindeki isyana katılmaya teşvik etmiştir. Dolayısıyla isyanların bağlantısı, Baba İshak’ın Baba İlyas’ın mirasını sürdürmesi ve halk desteğiyle birlikte ortaya çıkmış olmalarıdır. Her iki isyan da halkın adalet taleplerini yükseltmek, zulme karşı direnmek ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla gerçekleşmiştir.
%%%%%%^^
Anadolu vilayetlerinde şiiliğin yayılmacı politikaları nasıl başlamış ve gelişmiştir
Anadolu vilayetlerinde Şiilik’in yayılmacı politikaları, Safeviler döneminde başlamıştır. Safeviler, 16. yüzyılda İran’da Şii İslam mezhebini resmi mezhep olarak kabul etmiş ve bu mezhebi yaymak için çeşitli politikalar izlemişlerdir.
Safevi hükümdarları, Anadolu vilayetlerindeki Alevi-Bektaşi cemaatinin de Şii İslam üzerine dönüşmesini hedeflemişlerdir. Amacı, Anadolu’daki Alevi ve Bektaşi yapılarını güçlendirerek Şii İslam’ın İran’ı kuşatması ve bölgede etkisini artırmasıydı. Safeviler, Alevi ve Bektaşi dedelerini himaye etmiş, onlara maddi ve manevi destek sağlamışlardır. Bu destekle birlikte Alevi ve Bektaşi yapıları, Şii inanç ve uygulamalarını benimsemiş ve yaygınlaştırmışlardır.
Safeviler döneminde Anadolu’daki Alevi ve Bektaşi yapıları, özellikle kırsal kesimlerde büyük bir etkinlik kazanmıştır. Safevi hükümdarları, bu bölgelerde din adamları yetiştirerek Şii inancını yaymayı hedeflemişlerdir. Alevi-Bektaşi ocakları, dergahlar ve cemevleri gibi yapılar kurulmuş, bu yapılar üzerinden Şii inancının yayılması sağlanmıştır.
Şiilik’in yayılmacı politikaları, Osmanlı Devleti tarafından da endişeyle takip edilmiştir. Osmanlı Devleti, Anadolu vilayetlerindeki Şii yayılmacılığına karşı tedbirler almıştır. Bu tedbirler arasında, Şii propagandasının önlenmesi, Alevi ve Bektaşi yapılarının kontrol altına alınması ve Şii liderlerin etkinliklerinin sınırlandırılması yer almaktadır.
Ancak, Şiilik’in Anadolu vilayetlerindeki yayılmacı politikaları, Osmanlı Devleti’nin baskılarına rağmen devam etmiştir. Özellikle 19. yüzyılda Azerbaycan ve İran’daki siyasi değişimlerin etkisiyle Şiilik, Anadolu’da daha da güçlenmiştir. Bu dönemde Alevi ve Bektaşi yapıları, Şii inancını daha da benimsemiş ve Şii uygulamalarını daha fazla yaygınlaştırmışlardır.
Sonuç olarak, Anadolu vilayetlerinde Şiilik’in yayılmacı politikaları Safeviler döneminde başlamış ve Alevi-Bektaşi yapılarının himayesi ve Osmanlı Devleti’nin baskılarına rağmen gelişmiştir. Özellikle 19. yüzyılda Azerbaycan ve İran’daki siyasi değişimlerin etkisiyle Şiilik, Anadolu’da daha da yaygınlaşmıştır. Bu dönemde Alevi-Bektaşi yapıları, Şii inancını benimsemiş ve yaymışlardır.
%%%%%%%%
Türkiye’de şiiliğin yayılmacı politikaları ve etkileri nelerdir?
Türkiye’de Şiilik mezhebinin yayılmacı politikaları ve etkileri çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bu etkiler arasında şunlar sayılabilir:
Siyasi etkiler: İran, Şii İslam’ın en büyük merkezlerinden biri olduğu için, Türkiye’deki Şii toplumunun politik etkileri olabilir. Şii nüfusunun etkisiyle, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarında daha Şii dostu bir yaklaşım benimsemesi mümkündür.
Dini etkiler: Türkiye’deki Şii toplumunun yayılmasıyla birlikte, Şii inançlar ve uygulamalar Türkiye’nin İslam pratiğini etkileyebilir. Bu, özellikle Alevi inancıyla bağlantılıdır, çünkü Alevilik, Şiilikten etkilenen bir mezheptir.
Kültürel etkiler: İran’ın Şii İslam’ı temel alan kültürel etkisi, Türkiye’deki Şii toplumu aracılığıyla yayılabilir. Bu, Şii festivallerin ve kutlamaların Türkiye’de daha yaygın hale gelmesiyle ortaya çıkabilir.
Bölgesel etkiler: Türkiye’de Şiiliğin yayılması, Türkiye’yi İran ve Irak gibi Şii çoğunluğa sahip ülkelerle daha yakın ilişkiler kurmaya teşvik edebilir. Bu durum, Kürt meselesi gibi bazı bölgesel sorunlar üzerindeki etkileri artırabilir.
Ancak, Türkiye’de Şiilik hâlâ Sünni İslam’ın çoğunluk olduğu bir ülkedir ve Şii İslam’ın genel etkisi, Sünni inanç ve uygulamalara kıyasla sınırlıdır. Türkiye’nin laiklik ilkesi ve Sünni İslamın etkisi, Şiilik etkisinin yayılmasını sınırlayan önemli faktörlerdir.
&&&&&&&&&&
Türkiye’de aktif olarak şiilik üzerine faaliyet gösteren şahıs ve kurumlar hangileridir?
Türkiye’de aktif olarak Şiilik üzerine faaliyet gösteren bazı şahıslar ve kurumlar aşağıdaki gibidir:
Caferilik Vakfı: Türkiye’deki Şii Müslümanlar arasında dinî ve kültürel faaliyetler düzenleyen bir vakıf.
Heyderi Vakfı: Türkiye’de Şiilik üzerine eğitim ve hizmet faaliyetleri gerçekleştiren bir vakıf.
Kerbela Araştırmaları Grubu: Şiilik ile ilgili araştırmalar yaparak bilimsel çalışmalar yürüten bir grup.
Şii Haber Ajansı (SHA): Türkiye’deki Şii Müslümanlar için haber ve bilgi kaynağı olan bir haber ajansı.
Mehdi Derneği: Türkiye’deki Şiilik inancını benimseyenler arasında dini faaliyetler yürüten bir dernek.
İmam Sadık Vakfı: Türkiye’de Şiilik üzerine eğitim ve kültürel faaliyetler düzenleyen bir vakıf.
Bu listede sadece bazı örnekler verilmiştir ve Türkiye’de aktif olarak Şiilik üzerine faaliyet gösteren daha birçok kişi ve kurum bulunmaktadır. Bu kişi ve kurumlar, Şii cemaatlerin ihtiyaçlarına ve inançlarına yönelik hizmetler sunmakta ve Şii camiasının birliğini ve dayanışmasını güçlendirmek amacıyla çalışmaktadır.
%%%%%%%%
Şiiliğin ehli sünnetten ayrıldığı temel itikadı ve ameli hususlar hangileridir?
Şiilik, tasavvuf ve mistisizme dayanan İslam’ın bir mezhebidir. Ehli Sünnet’ten ayrılan temel itikadi ve ameli hususlar şunlardır:
İmamet İnancı: Şiilikte imamet inancı vardır ve Hz. Ali’nin ve onu takip eden on iki imamın önderlik ettiği bir imamet zinciri kabul edilir. Şii Müslümanlar, bu imamların Allah’ın vahyiyle donatılmış en yüksek otorite olduğuna inanır. Ehli Sünnet ise, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ise hilafetin seçimle belirlendiğini savunan bir anlayışa sahiptir.
Taklit: Şii İslamında taklit, bir müminin taklidini yaptığı yetkin bir alimin (müctehid) hükümlerine uymayı içerir. Ehli Sünnet’te ise taklit yerine, müminlerin Kur’an ve hadislere dayanarak kendi aklını kullanarak hüküm çıkarması teşvik edilir.
Kerbela Olayı: Şiilikte Kerbela olayı büyük bir öneme sahiptir. Hz. Hüseyin ve ailesinin Kerbela’da Şam ordusu tarafından şehit edilmesi, Şiilikte Hz. Hüseyin’i haklı ve mazlum bir lider olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Ehli Sünnet’te ise bu olayın dini bir öneme sahip olduğu kabul edilmez.
İmamlara İlahi Nitelikler Atfedilmesi: Şiilikte imamlar, Allah’a benzeyen nitelikler ve ilahi otoriteye sahip olarak kabul edilir. Bu, imamlara özel bir dini otorite atfeden ve onlara dualar edilen bir inanç sistemidir. Ehli Sünnet’te ise peygamber dışında hiç kimseye ilahi nitelikler atfedilmez.
Alevilik: Alevilik, Şiilikten etkilenmiş bir inanç sistemidir. Alevilikte çeşitli ritüeller, semboller ve cem adı verilen toplumsal ibadetler bulunur. Alevilikte ayrıca, Ali ve on iki İmamlar’a özel bir sevgi ve saygı beslenir ve onlar kutsal olarak kabul edilir. Ehli Sünnet’te ise Alevilik gibi bir inanç sistemi yoktur.
Bu hususlar, Şii İslam’ın Ehli Sünnet’ten ayrıldığı temel itikadi ve ameli unsurlarıdır. Ancak her iki mezhep de Allah’a, peygamberlere ve İslam’ın temel prensiplerine inanır ve ahlaki değerleri paylaşır.
%%%%%%%%
1970 yıllarında Türkiye’de iranın ve Humeyninin ne gibi etkileri olmuştur?
1970’li yıllarda Türkiye’de İran ve Humeyni’nin etkileri şu şekilde özetlenebilir:
İslami Hareketlerin Yükselişi: İran İslam Devrimi, 1979 yılında gerçekleşti ve bu dönemde İslami hareketler Türkiye’de de etkinlik göstermeye başladı. İran’da gerçekleşen devrim, Türkiye’de İslami kimliklerin siyasal alanda daha görünür olmasına ve İslamcı düşüncenin etkisini artırmaya yol açtı.
Ülkedeki Siyasal İstikrarsızlık ve Radikalizasyon: İran İslam Devrimi, Türkiye’deki sol ve sağ eğilimli siyasi gruplar üzerinde etkisi oldu. Özellikle sol görüşlü gruplar, İran modelini benimseyerek silahlı mücadele yollarına yöneldi. Türkiye’de çeşitli sol örgütlerin silahlı eylemleri arttı ve ülkedeki siyasal istikrarsızlık ve radikalizasyon artış gösterdi.
Sosyal ve Kültürel Etkiler: İran İslam Devrimi, Türkiye’deki toplumsal ve kültürel yapı üzerinde de etkili oldu. İslami değerlerin güçlenmesiyle birlikte, geleneksel İslami pratikler ve kıyafetler gibi unsurlar daha fazla görünür hale geldi. Türkiye’de başörtüsü tartışmalarının artması da bu döneme denk gelir.
Komşu Ülke Algısı ve İran’la İlişkiler: İran İslam Devrimi sonrasında İran, Türkiye’nin komşu ülke algısında da değişikliklere neden oldu. Türkiye’nin batılılaşma sürecinden farklı bir yol izlediğini gösteren ve bölgesel bir güç haline gelen İran, Türkiye ile ilişkilerde de etkili bir aktör haline geldi. İkili ilişkilerde bazen yakınlaşma, bazen de gerilimler yaşandı.
Bu etkilerin yanı sıra, İran İslam Devrimi sonrası Türkiye’de İran yanlısı ve İran karşıtı grupların ortaya çıkması, İran’ın bölgesel politikalarının Türkiye’yi etkilemesi gibi birçok farklı etkileşim ve dinamik yaşandı.
%%%%%%%
Tarihin akışı içerisinde iranla ne gibi savaşlar yaptık ve sonuçları ne oldu?
Türkiye tarihinin farklı dönemlerinde İran ile çeşitli savaşlar yapmıştır. İşte bu savaşlardan bazıları ve sonuçları:
Osmanlı-İran Savaşı (1578-1590): Safevî Devletiyle yapılan bu savaşta Osmanlılar, Tebriz’i ele geçirdi ve Halep Antlaşması ile savaşı sona erdirdi. Sonuç olarak Osmanlılar, İran üzerindeki nüfuzlarını arttırdılar.
Osmanlı-İran Savaşı (1730-1736): Nadir Şah’ın tahta geçmesiyle başlayan bu savaşta Osmanlılar, Bağdat’ı geri aldı ve Kasr-ı Şirin Antlaşması ile savaşı sonlandırdılar. Sonuç olarak Osmanlılar, İran’daki etkinliklerini sürdürdüler.
Osmanlı-İran Savaşı (1821-1823): Bu savaşta Elazığ, Diyarbakır, Van gibi şehirlerde çarpışmalar yaşandı. Erzurum Antlaşması ile savaş sona erdi ve sınır anlaşmazlıkları belirlendi. Sonuç olarak sınırlar nisbi olarak değişti, ancak iki ülke arasındaki gerginlik devam etti.
İran-Irak Savaşı (1980-1988): İran ile Irak arasında gerçekleşen bu savaş, iki ülkenin arasındaki siyasi ve dini farklılıklardan kaynaklanıyordu. Uzun ve kanlı bir savaş olan bu çatışma sonucunda, milyonlarca insan hayatını kaybetti ve her iki taraf da ağır kayıplar verdi. Savaş sonucunda, sınırlar önceden olduğu gibi kaldı ve statüko korundu.
Bu savaşlar, Türkiye ile İran arasındaki ilişkileri etkiledi ve zaman zaman gerilimlere neden oldu. Ancak her iki ülke de tarih boyunca birçok kez işbirliği yapma ve ilişkileri normalleştirme çabalarında bulunmuştur. Günümüzde Türkiye ve İran, pek çok alanda işbirliği yaparak ilişkilerini geliştirmektedir.
%%%%%%^
Batı’nın ve İsrail’in İran politikaları nelerdir?
Batı’nın ve İsrail’in İran politikaları oldukça karmaşıktır ve zaman içerisinde değişiklik gösterebilir. Ancak genel olarak, Batı ve İsrail, İran’ın nükleer programı, İslam Devrimi sonrasında desteklediği terör örgütleri ve Orta Doğu’daki bölgesel etkisinin azaltılması gibi konular nedeniyle İran’a karşı sert bir tutum takınmışlardır.
Batı ülkeleri, özellikle Amerika Birleşik Devletleri, İran’ı uluslararası toplumun normlarına uymaya ve nükleer programını sivil amaçlarla sınırlamaya çağırmıştır. Bu bağlamda, Batı ülkeleri İran’a yönelik çeşitli yaptırımlar uygulamış ve uluslararası anlaşmalardaki taahhütlerini takip etmelerini sağlamak için baskı yapmışlardır. Ayrıca, Batı ülkeleri, İran’ın bölgesel etkisini de sınırlamak için müttefikleriyle işbirliği yapmış ve İran’a karşı bölgesel müttefiklerini desteklemiştir.
İsrail ise İran’ın bölgesel güç olma hedeflerinden dolayı İran’a karşı sert bir politika izlemektedir. İsrail, İran’ın nükleer programının sivil amaçlarla sınırlı olmadığına inanmakta ve İran’ın İsrail’in varlığına tehdit oluşturduğunu düşünmektedir. İsrail, İran’ın desteklediği terör örgütleri, özellikle Hizbullah’ın Güney Lübnan’da faaliyet göstermesini ve İran’ın Suriye üzerinden İsrail’e yönelik tehditlerini de ciddi bir şekilde ele almaktadır. İsrail, İran’a karşı stratejik çıkarlarını korumak için gerektiğinde askeri operasyonları da dahil olmak üzere farklı yöntemler kullanmaktadır.
Ancak, Batı ve İsrail’in İran politikaları karmaşık ve değişken olabilir. Diplomatik müzakereler, uluslararası gelişmeler ve güvenlik endişeleri gibi faktörler, politikaların değişmesine yada yumuşamış bir tutum takınmasına yol açabilir.
İslam hukuku, feraiz bölümü miras hukukunu ele alır. Bu bölüm, bir kişinin ölümü durumunda mal varlığının nasıl mirasçılara dağıtılacağını ve mirasçılara düşen payları belirler.
İslam hukukunda miras taksimi nasıl yapılır?
İslam hukukunda miras taksimi, feraiz yani miras hukuku kurallarına göre belirlenir. Miras taksimi yapılırken aşağıdaki temel adımlar göz önünde bulundurulur:
Mirasçıların Belirlenmesi: İslam hukukuna göre, mirasçılar önceden belirlenmiş kategorilere göre sıralanır. Bunlar genellikle çocuklar, eş, anne-baba, büyük ebeveynler, kardeşler ve diğer akrabalardır.
Miras Paylarının Hesaplanması: Mirasçılara düşen paylar, İslam hukukuna göre belirlenen oranlar doğrultusunda hesaplanır. İslam hukukunda farklı ilişkiler ve statüler için farklı miras payı oranları belirlenmiştir.
Mirasçılara Dağıtım: Miras taksimi, belirlenen oranlar çerçevesinde gerçekleştirilir. Öncelikle borçlar ve diğer öncelikli masraflar düşüldükten sonra kalan miras malı mirasçılar arasında dağıtılır.
Kadınların ve Erkeklerin Miras Hakları: İslam hukukunda kadınlar ve erkekler arasında miras payları farklıdır. Bu farklılık, aynı derecedeki erkek ve kadın mirasçılar arasında geçerlidir.
İslam hukuku, farklı mezheplere göre miras taksimi konusunda farklı yorumlar içerebilir. Bu nedenle, detaylı bilgi için ilgili mezhebin görüşlerine başvurmanız önemlidir.
***************
İslam hukukunda ölen kişinin mallarının taksiminde kime ne kadar verilir?
İslam hukukunda ölen kişinin mallarının taksimi, mirasçıların ilişkilerine ve statülerine göre belirlenen oranlar doğrultusunda yapılır. Temelde mirasçıların sırası ve alacakları paylar aşağıdaki gibi düzenlenmiştir:
Çocuklar: Ölen kişinin çocuklarına mirasın yarısı ayrılır. Eğer sadece bir çocuk varsa, mirasın yarısı ona verilir. Birden fazla çocuk varsa, mirasın yarısı tüm çocuklar arasında paylaştırılır.
Eş (Koca veya Karı): Eğer ölen kişi bir eş bırakmışsa, koca veya karıya mirasın dörtte biri ayrılır.
Anne-Baba: Ölen kişi anne veya baba ya da her ikisini de bırakmışsa, mirasın geri kalanı onlara ayrılır. Eğer sadece anne veya baba varsa, mirasın üçte biri ona verilir.
Büyük Ebeveynler: Eğer ölen kişi büyük ebeveynleri bırakmışsa, mirasın altıda biri onlara ayrılır.
Kardeşler: Eğer ölen kişi kardeşleri bırakmışsa, mirasın geri kalanı onlara ayrılır. Eğer sadece erkek kardeşler varsa, kız kardeşlere miras hakkı yoktur.
Diğer Akrabalar: Daha uzak akrabalara da miras payları ayrılmıştır, ancak bu durum öncelikli mirasçıların paylarını etkilemez.
İslam hukukunda kadın ve erkek mirasçılar arasında pay farklılıkları bulunmaktadır. Örneğin, bir erkek çocuğunun payı, kız çocuğunun payından genellikle daha büyük olabilir.
Mirasın taksimi, yerel yasalar ve mezheplere göre değişiklik gösterebilir. Detaylı ve kesin bilgi için ilgili mezhebin görüşlerine veya yerel yetkililere başvurmanız önemlidir.
****************
Kuran-ı Kerim’de miras ile ilgili ayetler
Kuran-ı Kerim’de mirasla ilgili ayetler bulunmaktadır. İşte bazı mirasla ilgili ayetler:
Nisa Suresi, Ayet 11:
“Allah size çocuklarınızın mirasını şöyle tavsiye eder: Erkek çocuğa, iki dişinin payı kadar; eğer (ölenin) çocuğu yoksa ve (ancak) kız kardeşi varsa, o zaman ona iki kız kardeşin payı kadar. Eğer kardeşi erkek ve kız ise, o zaman erkeğe dişinin yarısı kadar. Allah sizin düşündüğünüzü yapar.”
Nisa Suresi, Ayet 12:
“Oğullarınızı sizin için birer mal gibi edinmek istemenizden dolayı size düşen kısım (miras payı) daha azdır. Analarınızın malından pay almak ve onların nezdinde de bir kısım daha düşer. Eğer çocukları yoksa, o zaman ananızın mirasında sizin için daha fazla bir pay vardır.”
Nisa Suresi, Ayet 176:
“Onlar senden fetva isterler. De ki: “Allah size, miras konusunda, çocuklarınıza ölen kişinin mirasında paylarını: İki dişi hisse olarak erkeğin payını belirtiyor. Eğer çocukları yoksa ve kendisi (mirasçı olarak) kız kardeşse, ona iki kız kardeşin payı düşer. Eğer çocukları yoksa ve (sadece) kardeşleri varsa, o zaman erkek kardeşe bir hisse düşer. Annesi ve babası da birbirine miras bırakanın (yani ölenin) malından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yoksa ve (yalnız) annesi varsa, o zaman annesine üçte bir düşer. Çocuğu olursa, anne-babanın (mirasından) her birinin altıda bir hissesi vardır. Bu (hükümler), ölenin (borçlarından) sonraki paylaştırmadan meydana gelmiştir. Babalarınız, oğullarınız ve kardeşleriniz (miras hakkında) ne getirirseniz, bilin ki Allah onda bir hüküm koyucudur. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, yumuşak (hüküm ve hikmet sahibi) olandır.”
Bu ayetler, İslam hukukunda miras taksimini ve mirasçılara düşen payları belirlemek amacıyla rehberlik sağlar.
*************
Miras ile ilgili Hadisler
Miras ile ilgili İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hadislerinde de birçok bilgi yer almaktadır. İşte mirasla ilgili bazı hadisler:
Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: “Bir kadın gelip, ‘Ey Allah’ın Elçisi! Babam vefat etti, annem, üç kız kardeşim ve ben varız. Babamdan bize yetecek kadar mal kalmadı. Kız kardeşlerime nasıl paylaştırabilirim?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v) ona, ‘Babandan geriye bir pay düşmez’ buyurdu. Kadın aynı soruyu birkaç defa tekrarladı ve her defasında Hz. Peygamber (s.a.v) aynı cevabı verdi.” (Buhari, Cihad 135; Müslim, Miras 11)
Hz. İbnu Abbas (r.a) anlatıyor: “Bir kadın gelip, ‘Ey Allah’ın Elçisi! Kocam hicret etti. Benim de bir kızım var. (Miras payını) nereden vereyim?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v), ‘Kocan vefat edinceye kadar bekleyeceksin. Oğlun olursa ondan, oğlun olmazsa kızından alırsın’ buyurdu.” (Buhari, Cihad 135; Müslim, Miras 13)
Hz. İbnu Ömer (r.a) anlatıyor: “Bir adam Hz. Peygamber’e (s.a.v) gelip, ‘Babam vefat etti. Bana iki kız kardeşim ve annem mirasçı oldu. Babamdan başka hiç kimse yok. Kız kardeşlerime nasıl pay veririm?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v), ‘Babandan başka hiç kimse yok mu?’ diye sordu. Adam, ‘Evet’ dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) ona, ‘Anne-babanın malının beşte birini kız kardeşlerine paylaştır’ buyurdu.” (Buhari, Miras 3; Müslim, Miras 7)
Bu hadisler, mirasın nasıl paylaştırılması gerektiği konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) rehberliğini göstermektedir. İslam hukukunun temel kaynaklarından biri olan hadisler, miras hukuku konusunda da önemli bilgiler sunmaktadır.
Türkiye’de bulunan Gregoryanlar, Anadolu’da Hristiyan inancının Doğu Ortodoks mezhebine mensup olan kişileri ifade eder. Gregoryanlar, Türkiye’nin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğun olarak yaşamaktadır. Bu bölgelerdeki köylerde ve büyük şehirlerde, özellikle Hatay, Mardin ve Şanlıurfa gibi illerde Gregoryan cemaatleri bulunmaktadır. Bu cemaatler, tarihi kiliseler ve manastırlar üzerinden Hristiyan ibadetlerini yapmaktadır. Türkiye’deki Gregoryanlar, Anadolu’nun tarihi ve kültürel dokusunun önemli bir parçasıdır.
%%%%%%^
Türkiye’de bulunan kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri nelerdir?
Türkiye’de bulunan kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri belirli bir grup üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak genel olarak kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri şu şekilde sıralanabilir:
Temsil ve Lobici Faaliyetler: Kripto Ermeniler, siyasette Ermeni diasporasının çıkarlarını temsil etme ve savunma amacıyla lobi faaliyetleri yürütmektedir. Bu faaliyetler aracılığıyla siyasi karar süreçlerine müdahale etme ve Ermeni çıkarlarını savunma çabası içerisindedirler.
Yerel ve Ulusal Düzeyde Etki: Kripto Ermeniler, siyasi partilere üye olma ve aktif bir şekilde siyasete katılma hakkına sahiptir. Dolayısıyla yerel ve ulusal düzeyde etkilerini gösterme imkânına sahiptirler. Bu kapsamda, siyasi parti üyeliği ve adaylık gibi faaliyetlerde bulunarak siyasete etki edebilirler.
Dış Politikada Rol Oynama: Kripto Ermeniler, dış politika alanında Ermenistan’ın ve Ermeni diasporasının çıkarlarını savunma amacıyla etkileşimde bulunabilirler. Bu etkileşimler, diaspora örgütleri, STK’lar ve diğer platformlar aracılığıyla gerçekleşebilir.
Uluslararası İlişkilerde Görünürlük: Kripto Ermeniler, uluslararası platformlarda Ermeni sorununun çözümüne katkıda bulunacak çabalar gösterebilirler. Bu kapsamda, uluslararası toplantılara katılma, söz hakkı elde etme ve diaspora etkisini uluslararası ilişkilerde görünür kılma gibi faaliyetlerde bulunabilirler.
Öte yandan, kripto Ermenilerin sayısal olarak az olmaları ve Ermeni meselesinin Türk kamuoyu ve siyasetinde hassas bir konu olması nedeniyle, siyasi etkileri genel olarak kısıtlı olabilir. Ancak, aktif bir şekilde siyasete katılmaları ve lobi faaliyetlerinde bulunmaları, siyasi arenada dikkate alınmalarını sağlayabilir.
@@@@@@#
Türkiye’de bulunan kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri nelerdir diye soruyorsunuz. Bu konu hakkında internette birçok haber, makale ve yorum bulunmaktadır. Ben size bunlardan bazılarını özetleyerek anlatmaya çalışacağım.
Kripto Ermeni, kendini Türk, Kürt veya Alevi olarak gizleyen Ermeni kökenli kişi veya aile anlamına gelmektedir. Bu terim, 1915 yılında Osmanlı Devleti tarafından uygulanan Ermeni tehciri sırasında veya sonrasında asimile olan veya zorla Müslümanlaştırılan Ermeniler için kullanılmaktadır. Kripto Ermenilerin sayısı ve kimlikleri kesin olarak bilinmemektedir, ancak bazı araştırmacılar Türkiye’de 37 bin 55 kripto Ermeni ailenin yaşadığını iddia etmektedir1.
Kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri ise tartışmalı bir konudur. Bazı görüşlere göre, kripto Ermeniler Türkiye’nin bölünmesine ve Ermeni meselesinin uluslararası alanda gündeme gelmesine hizmet eden gizli bir güçtür. Bu görüşü savunanlar, kripto Ermenilerin PKK, HDP, CHP gibi siyasi partilerde veya sivil toplum kuruluşlarında yer aldıklarını ve Türkiye karşıtı faaliyetler yürüttüklerini öne sürmektedir23. Bu görüşün temsilcilerinden biri olan ASİMDER Genel Başkanı Göksel Gülbey, kripto Ermenilerin Alevilik üzerinden Türkiye’yi bölmeye çalıştıklarını ve cemevi tartışmasını çıkaranların da kripto Ermeniler olduğunu söylemiştir1.
Bazı görüşlere göre ise, kripto Ermeniler Türkiye’nin demokratikleşmesine ve çoğulculuğuna katkı sağlayan bir unsur olarak görülmelidir. Bu görüşü savunanlar, kripto Ermenilerin aslında Türk toplumunun bir parçası olduğunu ve kendilerini gizlemek zorunda kalmalarının tarihsel ve sosyal nedenleri olduğunu belirtmektedir. Bu görüşün temsilcilerinden biri olan gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, kripto Ermenilerin Türkiye’nin zenginliği olduğunu ve onların açığa çıkmasının Türkiye-Ermenistan ilişkilerine de olumlu yansıyacağını ifade etmiştir.
Sonuç olarak, Türkiye’de bulunan kripto Ermenilerin siyasete olan etkileri farklı bakış açılarıyla değerlendirilmektedir. Bu konuda kesin bir yargıya varmak zor olabilir, ancak önemli olan kripto Ermenilerin de insan haklarına saygılı bir şekilde yaşamalarını sağlamaktır.
%%%%%%%%%
Türkiye’de bulunan kripto Gregoryanlar hakkında bilgi verir misiniz
Kripto Gregoryanlar, Türkiye’de yaşayan ve gizli olarak Gregoryan Kilisesi’ne bağlı olan bir grup insanı ifade eder. Bu terim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Gregoryan Ermenilerin asimilasyonu ve baskısı sonucu ortaya çıkmıştır. Kripto Gregoryanlar, kimliklerini gizlemek için Müslüman isimleri kullanmış, camilere gitmiş ve Ramazan orucu tutmuşlardır. Ancak, evlerinde gizlice Gregoryan ibadetlerini sürdürmüşlerdir. Kripto Gregoryanlar, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır. Özellikle Kayseri, Sivas, Malatya, Elazığ, Gaziantep ve Adana gibi şehirlerde yoğunlaşmışlardır1.
Kripto Gregoryanlar hakkında çok fazla bilimsel araştırma yapılmamıştır. Ancak, bazı akademisyenler ve gazeteciler bu konuyu incelemiş ve kripto Gregoryanlarla röportajlar yapmıştır. Örneğin, Ara Sarafian2, Ayşe Gül Altınay3, Ayşe Hür ve Rober Koptaş gibi isimler kripto Gregoryanların tarihini, kültürünü ve kimlik sorunlarını ele almışlardır.
Kripto Gregoryanlar, Türkiye’de azınlık haklarına sahip değildir. Bu nedenle, kimliklerini açığa vurmak isteyenler çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Bazı kripto Gregoryanlar, Ermeni Kilisesi’ne resmi olarak kaydolmak istemektedir. Ancak, bunun için nüfus cüzdanlarında din hanesinin değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da bürokratik engeller ve sosyal baskı nedeniyle kolay olmamaktadır. Ayrıca, kripto Gregoryanların soykırım travması, ayrımcılık ve asimilasyon gibi sorunlarla da baş etmek zorunda oldukları belirtilmektedir.
Kripto Gregoryanlar, Türkiye’deki çok kültürlülüğün bir parçasıdır. Onların varlığı ve hakları tanınmalı ve korunmalıdır. Kripto Gregoryanların tarihi ve kültürü hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size aşağıdaki kaynakları öneririm:
[Kripto Ermeniler: Türkiye’nin Gizli Kalan Gerçeği], Ara Sarafian
[Unutulanlar, Hatırlananlar: Ermeni Kadınlarına Yönelik Şiddet], Ayşe Gül Altınay
[Türkiye’de ‘kripto Ermeniler’ var mı?], Ayşe Hür
[Türkiye’deki Kripto Ermeniler], Rober Koptaş
%%%%%%%%
Türkiye’de bulunan kripto yahudler hakkında bilgi verir misiniz
Kripto yahudiler, Türkiye’de yaşayan ve gizli olarak Yahudiliği uygulayan bir grup insanı ifade eder. Bu terim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Yahudilerin asimilasyonu ve baskısı sonucu ortaya çıkmıştır. Kripto yahudiler, kimliklerini gizlemek için Müslüman isimleri kullanmış, camilere gitmiş ve Ramazan orucu tutmuşlardır. Ancak, evlerinde gizlice Yahudi ibadetlerini sürdürmüşlerdir. Kripto yahudiler, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır. Özellikle İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Adana ve Antakya gibi şehirlerde yoğunlaşmışlardır1.
Kripto yahudiler hakkında çok fazla bilimsel araştırma yapılmamıştır. Ancak, bazı akademisyenler ve gazeteciler bu konuyu incelemiş ve kripto yahudilerle röportajlar yapmıştır. Örneğin, Rifat Bali2, Selim Nüzhet Gerçek3, Cengiz Sisman ve Aylin Koç gibi isimler kripto yahudilerin tarihini, kültürünü ve kimlik sorunlarını ele almışlardır.
Kripto yahudiler, Türkiye’de azınlık haklarına sahip değildir. Bu nedenle, kimliklerini açığa vurmak isteyenler çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Bazı kripto yahudiler, Yahudi cemaatine resmi olarak katılmak istemektedir. Ancak, bunun için nüfus cüzdanlarında din hanesinin değiştirilmesi gerekmektedir. Bu da bürokratik engeller ve sosyal baskı nedeniyle kolay olmamaktadır. Ayrıca, kripto yahudilerin soykırım travması, ayrımcılık ve asimilasyon gibi sorunlarla da baş etmek zorunda oldukları belirtilmektedir.
Kripto yahudiler, Türkiye’deki çok kültürlülüğün bir parçasıdır. Onların varlığı ve hakları tanınmalı ve korunmalıdır. Kripto yahudilerin tarihi ve kültürü hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size aşağıdaki kaynakları öneririm:
Türkiye’deki Kripto Pakraduniler ve Kripto Yahudiler – HyeTert
Türkiye’deki Kripto Pakraduniler | Politika Dergisi
₺₺₺₺₺₺₺₺
Türkiye’de bulunan Selanik yahudileri hakkında bilgi verir misiniz
Selanik yahudileri, Türkiye’de yaşayan ve Selanik’ten göç etmiş olan bir Yahudi topluluğudur. Selanik, Osmanlı döneminde Yahudi kültürü açısından önemli bir merkezdi. 1492’de İspanya’dan sürülen Sefarad Yahudileri, Osmanlı’nın himayesinde Selanik’e yerleştiler ve kentin nüfusunun çoğunluğunu oluşturdular. Selanik Yahudileri, ticaret, sanat, eğitim ve siyaset alanlarında etkin rol oynadılar. Ayrıca, Sabetay Sevi gibi bazı dini liderler de Selanik’te ortaya çıktılar.
Selanik’in 1912’de Balkan Savaşları’nda Yunanistan’a kaybedilmesi, Selanik Yahudilerinin durumunu değiştirdi. Yunan yönetimi altında, Selanik Yahudileri asimilasyon baskısı ve ayrımcılıkla karşılaştılar. Birçok Yahudi aile, Türkiye’ye veya başka ülkelere göç etti. 1917’de çıkan büyük yangın, Selanik’in Yahudi mahallelerini harap etti. 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapıldı. Bu antlaşma kapsamında, Selanik’teki Müslümanlar Türkiye’ye, Türkiye’deki Rumlar ise Yunanistan’a gönderildi. Ancak, antlaşma Yahudileri kapsamadığı için, Selanik’te kalan Yahudilerin sayısı azaldı.
Selanik Yahudilerinin en büyük felaketi, Nazi işgali sırasında yaşandı. 1941-1944 yılları arasında, yaklaşık 50 bin Selanik Yahudisi toplama kamplarına gönderildi ve çoğu Auschwitz-Birkenau’da öldürüldü. Sadece 2000 kadar Selanik Yahudisi hayatta kaldı. Savaştan sonra, Selanik’e dönen Yahudilerin sayısı çok azdı ve kentteki Yahudi kültürü büyük ölçüde yok oldu.
Bugün Türkiye’de yaşayan Selanik yahudileri, Selanik’ten göç eden veya soykırımdan kurtulan ailelerin torunlarıdır. Türkiye’deki Yahudi nüfusunun önemli bir bölümünü oluştururlar. Selanik yahudileri, Türkçe’nin yanı sıra Ladino adı verilen bir Yahudi İspanyolcası da konuşurlar. Selanik yahudilerinin tarihi ve kültürü hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, size aşağıdaki kaynakları öneririm:
Selanik’teki Yahudilerin tarihi –
Türkiye’de Yahudilik –
Selanik’in İspanya Yahudileri (Yerleşme, Yükseliş, Büyük Yıkım)
%%%%%%%
dünya tarihinde yahudilerin çıkardıkları fitne ve isyanlar nelerdir?
Yahudilerin dünya tarihinde çıkardıkları fitne ve isyanlar nelerdir sorunuzun cevabı için, size web arama sonuçlarını gösteriyorum. Bu sonuçlar, Yahudilerin tarih boyunca yaşadıkları çeşitli olaylar, savaşlar, sürgünler ve zulümler hakkında bilgi vermektedir. Ancak, bu sonuçlar tamamen objektif ve tarafsız olmayabilir. Bu nedenle, Yahudilerin tarihi hakkında daha derinlemesine ve dengeli bir şekilde öğrenmek isterseniz, farklı kaynakları karşılaştırmalı ve eleştirel bir şekilde okumalısınız.
Web arama sonuçlarından bazıları şunlardır:
Yahudi diasporası – Wikiwand: Bu sayfa, Yahudilerin dünya üzerinde dağılımını ve göçlerini anlatmaktadır. Yahudilerin ilk sürgünü M.Ö. 6. yüzyılda Babil Kralı Nebukadnezar tarafından gerçekleştirilmiştir. Daha sonra M.Ö. 2. yüzyılda Roma İmparatorluğu ile yaptıkları savaşlarda yenilmiş ve Filistin’den çıkarılmışlardır. Bu süreçte birçok Yahudi isyan etmiş, ancak bastırılmıştır. Örneğin, M.S. 66-73 yılları arasında Yahuda liderliğindeki Yahudi-Roma Savaşı’nda Kudüs Tapınağı yıkılmıştır. M.S. 132-135 yılları arasında ise Bar Kohba liderliğindeki ikinci Yahudi-Roma Savaşı’nda Yahudiler tamamen Filistin’den sürülmüştür1.
DERS TANITIMI – avys.omu.edu.tr: Bu sayfa, hak dinler olarak kabul edilen Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam hakkında bir ders tanıtımı sunmaktadır. Yahudilik bölümünde, Yahudilerin inanç esasları, ibadet şekilleri, mezhepleri ve kutsal günleri anlatılmaktadır. Ayrıca, Hz. Musa ve Yahudilerin kısa tarihi de verilmektedir2.
Dünyadaki Yahudilerin ülkelere göre nüfusu – Dünya haberleri: Bu sayfa, dünyada yaşayan Yahudilerin hangi ülkelerde ne kadar olduğunu gösteren bir liste sunmaktadır. Listenin başında İsrail (6 milyon), ABD (5 milyon) ve Fransa (500 bin) gelmektedir. Türkiye’de ise yaklaşık 17 bin Yahudi yaşamaktadır3.
%%%%%%%%
dünya tarihi boyunca Ermenilerin çıkardıkları fitne ve isyanlar nelerdir?
Dünya tarihi boyunca Ermenilerin çıkardıkları fitne ve isyanlar nelerdir sorunuzun cevabı için, size web arama sonuçlarını gösteriyorum. Bu sonuçlar, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nda ve I. Dünya Savaşı’nda yaptıkları ayaklanmalar, savaşlar, katliamlar ve sürgünler hakkında bilgi vermektedir. Ancak, bu sonuçlar tamamen objektif ve tarafsız olmayabilir. Bu nedenle, Ermenilerin tarihi hakkında daha derinlemesine ve dengeli bir şekilde öğrenmek isterseniz, farklı kaynakları karşılaştırmalı ve eleştirel bir şekilde okumalısınız.
Web arama sonuçlarından bazıları şunlardır:
Ermeni isyanları – Vikipedi: Bu sayfa, Ermeni isyanlarının nedenlerini, gelişimini, sonuçlarını ve taraflarını anlatmaktadır. Ermeni isyanları, Taşnak, Armenakan, Hınçak gibi Ermeni milliyetçi partilerinin Osmanlı Devleti’ne karşı yürüttüğü silahlı mücadelelerdir. Bu partiler, Doğu Anadolu’da Ermeni devleti kurmak için hem Osmanlı’ya hem de Müslüman halka karşı saldırılar düzenlemişlerdir. Ayrıca, Rusya’nın desteğini almak için Rus ordusuna katılmış veya yardım etmişlerdir. Ermeni isyanları, 24 Nisan 1915’te başlayan Ermeni Kırımı’nın önemli bir sebebi olarak görülmektedir1.
VAN’DA ERMENİ İSYANLARI (1896-1916) – Sakarya Üniversitesi: Bu sayfa, Van’da yaşanan Ermeni isyanlarının tarihçesini ve etkilerini anlatmaktadır. Van, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı ve ayaklandığı bir şehirdir. 1896’da başlayan ve 1916’ya kadar devam eden isyanlarda, Van’daki Ermeniler hem Osmanlı askerleriyle hem de Müslüman halkla çatışmışlardır. İsyanların en büyüğü 1915’te yaşanmıştır. Bu isyanda, Van’daki Ermeniler Rus ordusunun yardımıyla şehri ele geçirmişler ve binlerce Müslümanı katletmişlerdir2.
Ermeni isyancıları 300 tüfek ve 1.000 tabanca ile 1.500 gönüllü Ermeni ile 30.000’i bulan Ermeni Vanlılar ve 15.000 Ermeni mültecinin korunmasını üstlenmiş: 1915’teki Van isyanında Ermenilerin sahip oldukları silahlar ve insan sayısı verilmektedir3.