Kuran-ı Kerim’de pek çok derin anlam ve ince nüans içeren kelimeler vardır. Arapça zengin bir dil olduğu için, her bir kelime tek bir anlamdan ziyade birçok farklı anlamı ve ince ayrımları barındırır. İşte Kuran’da geçen ve anlamlarıyla dikkat çeken bazı ilginç kelimeler:
1. Mutmainne (مطمئنة)
Anlam: Huzur bulan, dinginleşen.
Detay: Kuran’da “Nefs-i Mutmainne” olarak geçen bu ifade, huzura ermiş, Allah’a teslim olmuş nefsi ifade eder. Özellikle insanın manevi gelişiminde önemli bir kavramdır (Fecr, 89/27).
2. Tefekkür (تفكر)
Anlam: Derin düşünme, tefekkür etme.
Detay: Tefekkür kelimesi Kuran’da birçok ayette geçer ve insanların kâinat, yaratılış ve Allah’ın nimetleri üzerinde düşünmelerini teşvik eder. Bu kelime, İslam’da akıl yürütmenin ve derin düşünmenin önemini ifade eder.
3. İkhvân ve Hâlisîn (إخوان – خالصين)
Anlam: Kardeşler, samimi, arınmış olanlar.
Detay: İhvân, “kardeşler” anlamına gelirken hâlisîn “samimi ve içten olanlar” anlamında kullanılır. Allah’a adanmış olanların manevi bağlılığını ve samimiyetini ifade eder.
@Kuran-ı Kerim’de Muhlas ifadesi ve anlamı.
Kuran-ı Kerim’de geçen “muhlas” ifadesi, “Allah tarafından seçilmiş, ihlaslı, samimi ve arınmış kul” anlamına gelir. Bu kelime, özellikle Allah’ın koruduğu, temiz ve içten bir imana sahip olan, dünyada nefsani arzulardan arınmış ve yalnızca Allah’a yönelen kulları tanımlamak için kullanılır.
Muhlas kelimesi, Kuran’da Allah’a özel bir bağlılık gösteren kimseler için geçmektedir. Bu kişiler, Allah tarafından özel bir lütuf ve koruma altına alınmış, şeytanın veya dünyevi arzuların etkisine kapılmayan insanlardır. İhlas kelimesiyle aynı kökten türemiş olup, kişinin her türlü dünyevi ve nefsani bağlardan arınmış, Allah’a bağlılıkta samimi olan kul olduğunu ifade eder.
Örneğin, Sad Suresi 82-83. ayetlerde şeytanın, Allah’ın muhlas kıldığı kullar üzerinde bir etkisinin olmadığını ifade eden şu ayetler geçer:
> “İblis dedi ki: ‘Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki ben de onları saptırmak için Sen’in dosdoğru yolunun üstünde oturacağım. Onlardan ihlasa erdirilmiş (muhlas) kulların hariç, hepsini azdıracağım.'”
Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere, muhlas olanlar, Allah’ın ihlas ve samimiyetle kendisine bağlı kıldığı, koruma altındaki kullardır. Muhlas olmak hem Allah’ın bir ikramı hem de kişinin samimiyetinin bir karşılığıdır. Bu kişilerin içten bağlılıkları ve Allah’a yönelmeleri nedeniyle Allah onları özel bir koruma altına alır, böylece şeytanın ve dünyevi sapmaların etkisinden korunurlar.
Kuran’da muhlas ifadesi, imanında sağlam, yalnızca Allah’ın rızasını gözeten, ihlaslı ve samimi bir hayat süren müminlerin özelliği olarak zikredilir. Bu özellik, insanın Allah’a olan bağlılığını ve kulluğundaki samimiyetini ifade eder.[2]
@Kuran-ı Kerim’de Hz. Musa şu sıfatlarla vasıflanmaktadır.
Kuran-ı Kerim’de Hz. Musa, birçok üstün sıfatla anılmaktadır. Bu sıfatlar, onun Allah katındaki konumunu, görevlerini ve ahlaki özelliklerini ifade eder. İşte Kuran’da Hz. Musa’ya verilen başlıca sıfatlar:
1. Kelîmullah (Allah ile Konuşan)
Hz. Musa, Allah ile doğrudan konuştuğu için “Kelîmullah” olarak anılır. Allah ile konuşması, onun en belirgin vasıflarından biridir. Allah, Hz. Musa ile doğrudan iletişim kurarak ona vahiy indirmiştir. Bu durum, Kuran’da şu şekilde geçer:
“Ve Allah, Musa ile gerçekten konuştu.” (Nisa, 4/164)
2. Mürsel (Gönderilen Peygamber)
Hz. Musa, Allah tarafından İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderilmiş bir mürseldir. Kuran’da onun gönderilmiş bir elçi olduğu vurgulanır. Hz. Musa, Allah’ın emirlerini insanlara iletme görevini üstlenmiştir.
3. Nebî (Peygamber)
Kuran’da “nebi” yani peygamber olarak da anılır. Hz. Musa, İsrailoğulları’na hem peygamberlik hem de liderlik yapmıştır.
“Kitap’ta Musa’yı da an. Çünkü o ihlaslı (MUHLAS)bir kuldu ve gönderilmiş bir peygamberdi.” (Meryem, 19/51)
4. Abd (Kul)
Hz. Musa, Allah’a bağlılığı ve sadakati ile “abd” yani kul olarak vasıflandırılır. Bu, onun Allah’a olan derin bağlılığını ve teslimiyetini gösterir.
5. Sabırlı (Sabırlı ve Dirençli)
Hz. Musa, halkının sık sık isyan etmesi ve zorluklara karşı direnişi karşısında sabırlı bir duruş sergilemiştir. Bu sabrı ve kararlılığı Kuran’da övülmüştür.
6. Mukarrab (Allah’a Yakınlaştırılmış)
Allah’a yakın olan anlamında “mukarrab” sıfatı da Hz. Musa için geçerlidir. Allah, onu seçmiş ve kendisine yakın kılmıştır. Bu sıfat, onun manevi derecesinin yüksek olduğunu gösterir.
7. Zü’l-Eyd (Güçlü)
Hz. Musa, güçlü bir iradeye ve kuvvete sahip olarak anılmıştır. Allah ona fiziksel ve manevi bir güç vermiştir. Firavun’a karşı tebliğde bulunurken ve İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkarırken bu gücünü ortaya koymuştur.
8. Sadık (Doğru Sözlü ve Güvenilir)
Kuran’da, Hz. Musa’nın güvenilir ve doğru sözlü bir kul olduğu ifade edilir. Onun doğruluğu ve güvenilirliği Allah tarafından vurgulanır.
Bu sıfatlar, Hz. Musa’nın Kuran-ı Kerim’deki saygın ve yüksek konumunu ortaya koyar. Hem peygamber hem de lider olarak görevini yerine getirmiş ve Allah’a yakın, ihlaslı bir kul olarak örnek teşkil etmiştir.
4. Sabır (صبر)
Anlam: Sabır, tahammül, direnç.
Detay: Kuran’da sıkça geçen bu kelime, yalnızca zorluklara katlanmak anlamında değil, Allah yolunda kararlılıkla ilerlemeyi ve olgun bir duruş sergilemeyi de kapsar.
5. Zülkarneyn (ذو القرنين)
Anlam: İki boynuz sahibi, iki dönemin sahibi.
Detay: Kehf Suresi’nde geçen Zülkarneyn, kim olduğu kesin olarak bilinmeyen ve hakkında birçok tefsir bulunan bir şahsiyet olarak dikkat çeker. Farklı dönemlere veya ülkelere hükmettiği için “iki boynuz sahibi” olarak adlandırıldığı rivayet edilir.
6. Ruh (روح)
Anlam: Ruh, can, Allah’tan gelen nefes.
Detay: Kuran’da “ruh” kelimesi farklı anlamlarda kullanılır: Allah’ın insanlara verdiği hayat, vahiy ve Cebrail (a.s.) gibi. Ruh kelimesi, Allah’ın insanlara bahşettiği canı ve manevi yönü ifade eder.
7. Takva (تقوى)
Anlam: Allah’a karşı saygı ve bilinç, sakınma.
Detay: Takva, Allah’a karşı gelmekten sakınma, O’na duyulan derin saygı anlamına gelir. İslam’da takva sahibi olmak, bir insanın manevi olgunluğa ulaşmasının en önemli unsurlarındandır.
8. Muttaki (متقين)
Anlam: Takva sahibi, Allah’tan sakınan.
Detay: Takva ile ilişkili olan bu kelime, Allah’a gönülden bağlı olanları, O’nun emirlerine uyanları tanımlar.
9. Cennet (جنة) ve Cehennem (جهنم)
Anlam: Cennet- Bahçe, cehennem – Ateş çukuru.
Detay: Cennet kelimesi aslında bahçe anlamına gelir ve insanın ulaşabileceği en yüksek manevi mükafatı temsil eder. Cehennem ise “derin çukur” anlamında olup, insanın ruhsal ve bedensel azap çekeceği yeri ifade eder.
10. Nifak (نفاق)
Anlam: İkiyüzlülük, münafıklık.
Detay: Kuran’da nifak kelimesi, inancında samimi olmayan, ikiyüzlü kimseleri tanımlar. Nifak, dini ve toplumsal hayatta büyük zarar veren bir tutumu anlatır.
11. İhlas (إخلاص)
Anlam: Saflık, samimiyet.
Detay: İhlas, amellerde yalnızca Allah’ın rızasını gözetme anlamına gelir. Bu kavram, insanın ibadet ve davranışlarında samimi olmasını ifade eder.
12. Furkan (فرقان)
Anlam: Hakkı batıldan ayıran.
Detay: Furkan, Kuran’ın bir ismi olup, hakkı ve batılı birbirinden ayıran anlamına gelir. Bu isim, Kuran’ın insanları doğru yola ileten rehber oluşunu ifade eder.
13. Yakin (يقين)
Anlam: Kesin bilgi, şüphe taşımayan iman.
Detay: Yakin, kalbin şüphe etmeden Allah’a ve O’nun emirlerine inanmasını ifade eder. İman düzeyinin en üst seviyesi olarak görülür.
14. Şifa (شفاء)
Anlam: Şifa, iyileşme.
Detay: Kuran’da Allah’ın kelamının ruha şifa olduğu belirtilir. Burada şifa, hem bedensel hem de ruhsal hastalıkların giderilmesini kapsar.
Bu kelimeler, Kuran-ı Kerim’in hem dil olarak zenginliğini hem de derin manevi boyutlarını yansıtır. Her bir kelime, sadece bir anlam taşımakla kalmaz, aynı zamanda insanın manevi hayatında bir rehber olarak işlev görür.
“Cevher” ve “araz” kavramları, genellikle felsefede ve özellikle İslam felsefesi ile Aristotelesçi gelenekte insanın varlık yapısını ve özelliklerini anlamak için kullanılan iki temel terimdir. Bu kavramlar, insanın varlık yapısını farklı boyutlarıyla ele alır:
Cevher (Zât):
Tanım: Cevher, bir varlığın kendi başına var olabilen ve başka bir şeye bağlı olmayan temel özüdür. İnsan açısından, cevher, insanın varoluşunun özünü, onun değişmeyen ve varlık nedenini ifade eder.
İnsandaki karşılığı:
İnsan için cevher, onun zâtı, yani “insan olmasını” sağlayan temel yapısıdır. Bu bağlamda ruh, akıl ya da insanın varlık sebebi cevher olarak değerlendirilir.
İslam felsefesinde insanın cevheri genellikle ruh olarak ele alınır, çünkü beden değişken ve geçici iken ruh, kalıcı ve temel özdür.
Araz:
Tanım: Araz, bir varlığın özünde bulunmayan, geçici ve başka bir şeye bağlı olarak var olan özelliklerdir. Arazlar değişkendir ve cevhere bağımlıdır; cevher olmadan var olamazlar.
İnsandaki karşılığı:
İnsan açısından arazlar, onun görünüşü, özellikleri ve durumlarıdır. Örneğin, insanın fiziksel özellikleri (boy, kilo, ten rengi), ruh hâlleri (neşe, üzüntü), bilgi birikimi ya da diğer değişken durumları arazdır.
Arazlar, insandan insana farklılık gösterebilir ve zaman içinde değişebilir. Bu nedenle arazlar, insanın özünü değil, onun geçici hâllerini temsil eder.
Cevher ve Arazın İnsandaki İlişkisi:
Cevher, insanın varlık temeli olduğu için sabit ve değişmezdir; insanın insan olarak kalmasını sağlar.
Arazlar ise cevhere bağlıdır ve değişkendir. Arazlar olmadan da insanın cevheri (örneğin ruhu) var olmaya devam eder.
Örneğin, bir insanın gençlikten yaşlılığa geçmesi, fiziksel değişimler yaşaması ya da bilgi seviyesinin artıp azalması onun arazlarında değişiklik anlamına gelir, ancak bu değişiklikler onun özünü, yani cevherini etkilemez.
Felsefi Örnek:
Bir altın yüzük düşünelim:
Altının kendisi cevherdir, çünkü onun özünü oluşturur.
Yüzüğün şekli, büyüklüğü ya da üzerindeki desenler ise arazdır; bu özellikler değişse de altın “altın” olarak kalır.
İnsan açısından bu ayrım, onun dünya hayatı ile ruhî boyutu arasında bir ilişki kurmayı sağlar. Ruhun cevher, bedenin ve dünyevi özelliklerin araz olarak değerlendirilmesi, özellikle tasavvuf ve İslam felsefesinde insanın “öz”üne yönelik bir anlayış geliştirmede önemli bir rol oynamıştır.
@@@@@@@
Risale-i Nur Külliyatı’nda cevher ve araz konusu.
Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Said Nursî’nin İslami ilimler, iman hakikatleri ve varlık felsefesi üzerine derin tefekkürler içeren eserlerinden oluşur. Cevher ve araz kavramları da Risale-i Nur’da yer yer işlenir ve bu kavramlar üzerinden insanın, varlık âleminin ve Allah’ın yarattığı düzenin mahiyeti açıklanır.
Risale-i Nur’da, bu iki kavram, İslam felsefesindeki genel anlamlarına paralel olarak ele alınır ve özellikle Allah’ın yaratma fiili, insanın varlığı ve dünya hayatındaki geçici haller bağlamında kullanılır.
1. Cevher ve Arazın Tanımı Risale-i Nur Perspektifiyle
Cevher: Varlığın özü, kendisinden var olan ve başka bir şeye bağlı olmadan varlığını sürdürebilen unsurdur. Risale-i Nur’da bu, özellikle ruh, imanın sabit gerçekleri ve Allah’ın zatı gibi değişmez hakikatlere işaret eder.
Araz: Varlığın geçici halleri, başka bir şeye bağlı olarak var olan ve sürekli değişen özelliklerdir. Risale-i Nur’da arazlar, dünya hayatının faniliği, insanın geçici halleri ve mahlûkatın sürekli yenilenmesi ile ilişkilendirilir.
2. İnsan ve Cevher-Araz İlişkisi
Risale-i Nur’da insanın varlığı iki boyutlu ele alınır:
Cevher: İnsan ruhu ve imanla elde edilen hakikatlerdir. Ruh, insandaki sabit cevherdir ve bu cevher ahiret yolculuğunda da varlığını sürdürür.
Araz: İnsanın bedenî halleri, dünya hayatındaki geçici durumları ve dünyevi varlıklarıdır. Bu bağlamda insanın dünyevi özellikleri sürekli değişir ve ahiret yolculuğunda sona erer.
Said Nursî’ye göre, insanın kalıcı olan cevheri ruhu ve onun imanla kazandığı değerleridir. İnsan bedeninin fiziksel özellikleri (yaşlanma, hastalık, ölüm gibi) birer araz olup fanidir. Ancak ruh cevheri baki olduğundan insanın asıl önceliği, bu cevheri imanın ışığında olgunlaştırmak olmalıdır.
3. Kâinatın Mahiyeti: Cevher ve Araz Açısından
Risale-i Nur’da kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisi olarak görülür:
Cevher: Kâinatın özü, Allah’ın yaratma fiiliyle var edilmiş olmasıdır. Varlıkların özündeki hakikatler Allah’ın iradesi ve ilminin bir tecellisidir.
Araz: Kâinattaki sürekli değişim, yenilenme ve geçici olaylar, Allah’ın yaratma fiilinin bir yansımasıdır. Bu bağlamda, kâinat sürekli bir yaratılış ve yok oluş içinde hareket eder. Bu değişimler (arazlar) varlıkların özü olan hakikati değiştirmez.
Said Nursî’nin “her şey fani, yalnız Cenâb-ı Hakk’ın zatı bâkidir” ifadesi, arazların geçiciliği ve yalnızca Allah’ın zatının gerçek cevher olduğu fikrini yansıtır.
4. Risale-i Nur’da İman ve Cevherin Önemi
Risale-i Nur, imanın insan cevherini olgunlaştıran ve ebediyete hazırlayan en önemli unsur olduğunu vurgular. Bediüzzaman, iman hakikatlerini öğrenmenin ve tefekkür etmenin, insan cevherini Allah’a yakınlaştıracak ve ahiret saadetini kazandıracak bir yol olduğunu ifade eder:
İman: İnsan ruhunun cevherini nurlandırır ve baki bir değer kazandırır.
Günahlar ve gaflet: İnsanın geçici arazlarına yönelerek cevherini karartmasına sebep olur.
Sonuç
Risale-i Nur’da cevher ve araz kavramları, insanın ve kâinatın mahiyetini anlamaya yönelik derin bir bakış açısı sunar. İnsan ruhunun cevher olduğu ve bu cevherin iman ve ibadetle olgunlaşması gerektiği sıkça vurgulanır. Dünya hayatındaki geçici olaylar ve dünyevi nimetler ise birer araz olarak değerlendirilir. Bu, insanın kalıcı olana (ahiret hayatı ve Allah’a kulluk) yönelmesi gerektiğini öğütler.
Kuran-ı Kerim’de insan ve insanın özelliğini anlatan ayetler.
Kur’an-ı Kerim, insanı ve onun özelliklerini çeşitli açılardan ele alır. İnsanın yaratılış amacı, zaafları, olumlu ve olumsuz yönleri, Allah ile olan ilişkisi gibi birçok konuya vurgu yapılır. Aşağıda, Kur’an’da insanı ve özelliklerini anlatan bazı önemli ayetler sınıflandırılarak sunulmuştur:
1. İnsanın Yaratılışı ve Allah’a Olan Bağlılığı
“Andolsun, biz insanı çamurdan bir özden yarattık.”
(Müminun, 23:12)
İnsan, Allah’ın özel bir yaratığıdır ve varlığı O’nun iradesine bağlıdır. Yaratılışında Allah’ın kudreti ve hikmeti görülür.
“Sonra ona şekil verip ruhumdan üfledim.”
(Hicr, 15:29)
Bu ayet, insanın Allah tarafından hem maddi hem de manevi bir boyutla yaratıldığını gösterir.
“Sizi tek bir nefisten yaratan, ardından ondan eşini var eden Allah’tır.”
(Zümer, 39:6)
İnsan, fıtratına uygun şekilde yaratılmıştır ve sosyal bir varlıktır.
2. İnsanın Zaafları ve Nankörlüğü
“İnsan gerçekten çok zayıf yaratılmıştır.”
(Nisa, 4:28)
İnsan, yaratılışı gereği hata yapmaya ve etkilenmeye açık bir varlıktır. Bu nedenle ilahi rehberliğe ihtiyaç duyar.
“İnsan, Rabbine karşı gerçekten nankördür.”
(Adiyat, 100:6)
İnsan, çoğu zaman nimetleri unutup nankörlük eder.
“Eğer insana nimet versek, sonra onu alsak, mutlaka ümitsiz ve nankör olur.”
(Hud, 11:9)
İnsan, sıkıntıya düştüğünde hemen ümitsizliğe kapılan bir varlıktır.
“Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.”
(Alak, 96:6-7)
İnsan, kendisini güçlü ve bağımsız zannettiğinde sınırları aşma eğilimi gösterebilir.
3. İnsanın Aceleciliği ve Şükürsüzlüğü
“İnsan aceleci yaratılmıştır.”
(Enbiya, 21:37)
İnsan, çoğu zaman sabır gösteremez ve hemen sonuç ister.
“Rabbinizden bağışlanma dileyin; çünkü insan gerçekten pek zalim ve nankördür.”
(İbrahim, 14:34)
İnsan, çoğu zaman şükretmek yerine nimetleri inkâr edebilir.
4. İnsanın Sorumluluğu ve İmtihanı
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Ama insan bunu yüklendi. Doğrusu o çok zalim ve çok cahildir.”
(Ahzab, 33:72)
İnsan, büyük bir sorumluluk altına girmiştir. Bu sorumluluğu yerine getirmek onun görevidir.
“Andolsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz.”
(Kaf, 50:16)
İnsan, Allah tarafından her yönüyle bilinmektedir ve bu bilgiye göre imtihan edilmektedir.
“İnsan için çalıştığından başkası yoktur.”
(Necm, 53:39)
İnsan, emek verdiği şeylerin sonucunu görecek, dünyadaki davranışlarına göre ahirette karşılık alacaktır.
5. İnsanın İyi Özellikleri
“Biz gerçekten insanı en güzel şekilde yarattık.”
(Tin, 95:4)
İnsanın yaratılışı güzeldir; fiziksel ve ruhsal boyutu mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir.
“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder.”
(Bakara, 2:207)
İnsan, Allah’a bağlılıkta büyük fedakârlık gösterebilecek bir varlıktır.
“O, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı.”
(Fatır, 35:39)
İnsan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Bu, onun üstün özelliklerini ve sorumluluğunu ifade eder.
6. İnsanın İman ve Salih Amel İle Kurtuluşu
“İman edip salih amel işleyenler müstesna.”
(Asr, 103:3)
İnsan, iman ve güzel davranışlar sergileyerek kayıptan kurtulabilir.
“Kim zerre kadar iyilik yaparsa, onu görür.”
(Zilzal, 99:7)
İnsanın en küçük iyiliği bile Allah katında karşılık bulur.
Genel Değerlendirme
Kur’an, insanın zayıf, nankör, aceleci ve kibirli özelliklerini vurgularken; aynı zamanda onun iman, şükür ve güzel amellerle yükselebileceğini belirtir. İnsanın özü itibarıyla iyi bir fıtrata sahip olduğu, ancak nefsine yenik düştüğünde sorunların başladığı ifade edilir. Allah’a bağlılık ve kulluk bilinci, insanı hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa ulaştıracaktır.
*************
Törpülenen şu dünyada bilenmek lazım.
Bir zamanlar, çok güçlü bir oduncu bir kereste tüccarından iş istemiş ve işe alınmış.
İşin hem ödeme hem de çalışma koşulları çok iyiymiş. Bu nedenle, oduncu elinden geleni yapmaya karar vermiş.
Patronu ona bir balta vermiş ve çalışacağı bölgeyi göstermiş.
Oduncu büyük bir gayretle ilk gün tam 18 ağaç keserek getirmiş.
“Tebrikler,” demiş patron, “Çalışmana böyle devam et”
Patronun bu söylediklerinden daha da motive olan oduncu ertesi gün çok daha gayretle çalışmış. Ancak, sadece 15 ağaç kesip getirebilmiş.
Bu durumdan biraz mahcup olmuş.
Üçüncü günü bunu telafi edeyim diye gayret etmiş. Ama sadece 10 ağaç kesip getirebilmiş.
Her geçen gün kesip getirdiği ağaç sayısı giderek daha da azalmaya başlamış.
“Gücümde ve kuvvetimde azalma oluyor”, diye düşünmüş oduncu. Ve patronuna giderek özür dilemiş. Çok çalıştığını ama kestiği ağaç sayısının giderek azaldığını söylemiş. Bunun nedenini de tam olarak çözemediğini ifade etmiş.
Patronu, “En son baltanı ne zaman biledin?” diye sormuş.
“Bilemek mi?” diye cevap vermiş oduncu. “Odun kesmekle o kadar çok meşguldüm ki, baltayı bilemek hiç aklıma gelmedi.”
Hayatta her zaman aynı işi yapmakla meşgul olmak veya sadece çok çalışmak başarı için yeterli değildir.
Bu zaman içinde arada bir durup, kendinizi geliştirmek ve daha verimli olmak için ne yapmanız gerektiğini de öğrenmek gerekir.
Yani arada bir durup, kendi kişisel baltanızı da bilemelisiniz…
Arş- Kürsi- Levhi Kalem ve Levhi Mahfuzun mahiyetleri nedir?
Kur’an-ı Kerim ve İslam inancı çerçevesinde Arş, Kürsi, Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz kavramları, Allah’ın yüceliğini, kudretini ve ilmindeki sınırsızlığı ifade eden derin anlamlara sahip terimlerdir. Bunların mahiyetleri insan aklıyla tam anlamıyla kavranamasa da Kur’an-ı Kerim ve hadislerde geçen bilgilere dayanarak bir tasavvur oluşturulabilir. İşte bu kavramların mahiyetleri:
1. Arş (Allah’ın Yüce Kürsüsü, Kudret Tahtı)
Mahiyeti:
“Arş” kelimesi, sözlükte taht anlamına gelir, ancak İslam’da daha çok Allah’ın yüce kudret ve hâkimiyetinin bir sembolü olarak anlaşılır. Arş, Allah’ın mahlûkat üzerindeki sonsuz otoritesini ve hâkimiyetini temsil eder. Fiziksel bir mekân anlamında değil, Allah’ın büyüklüğünün ve kudretinin bir sembolüdür.
“Rahmân Arş’a hükmetti.” (Tâhâ, 20/5)
Kudret ve Yüceliğin Sembolü:
Arş, Allah’ın mutlak kudretinin tecelli ettiği yerdir. O’nun zatına uygun bir yücelik makamıdır. İnsan aklı, Arş’ın mahiyetini tam anlamıyla kavrayamaz.
Meleklerin Taşıdığı Bir Mekân Olarak Anlatılır:
Melekler Arş’ı taşır, bu da Allah’a olan itaatin ve yüceliğin bir ifadesidir.
“Arş’ı taşıyan ve onun çevresinde bulunan melekler Rablerini överek tesbih ederler…” (Gâfir, 40/7)
2. Kürsi (Allah’ın Bilgi ve Hâkimiyet Alanı)
Mahiyeti:
Kürsi, kelime anlamıyla “taht” veya “iskele” demektir. İslamî anlamda ise Allah’ın ilminin ve kudretinin kâinat üzerindeki hâkimiyetini temsil eder. Kürsi, Arş’tan daha farklı bir kavram olup, Allah’ın sınırsız bilgisini ifade eder.
“Onun Kürsi’si gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara, 2/255)
Allah’ın İlmini Temsil Eder:
Allah’ın gökleri, yeri ve yaratılmış her şeyi ilmiyle kuşattığını ifade eder. Kürsi’nin fiziksel bir varlık olduğu söylenemez; daha çok ilahî ilmin bir sembolüdür.
3. Levh-i Kalem (Yazı Tahtası ve Kalem)
Mahiyeti:
Levh-i Kalem, Allah’ın kader ve kaza ile ilgili bütün bilgileri yazdığı bir semboldür. “Kalem” burada yazıcı bir araç olarak anlatılır, ancak bu mahiyetinin ne olduğunu sadece Allah bilir.
“Kaleme ve yazdıklarına andolsun…” (Kalem, 68/1)
İlk Yaratılan Kalemdir:
Hadis-i şeriflerde, Allah’ın ilk yarattığı şeyin kalem olduğu ve ona, “Yaz!” buyurduğu belirtilir. Kalem, Allah’ın kaderde takdir ettiği her şeyi yazar.
“Allah ilk olarak kalemi yarattı ve ona, ‘Yaz!’ dedi. Kalem, ‘Ne yazayım?’ diye sordu. Allah, ‘Kıyamete kadar olacak her şeyi yaz!’ buyurdu.” (Tirmizî, Kader, 2155)
4. Levh-i Mahfuz (Korunmuş Levha)
Mahiyeti:
Levh-i Mahfuz, Allah’ın ilminde var olan her şeyin yazılı olduğu, korunmuş bir levhayı ifade eder. Burada bütün kainatın kaderi, geçmişi, şimdisi ve geleceği kayıt altındadır. Bu ilahî kayıt, hiçbir şekilde değiştirilemez ve korunur.
“Hayır! O, korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da) bulunan şerefli bir Kur’an’dır.” (Büruc, 85/21-22)
Allah’ın Mutlak İlminin Sembolü:
Levh-i Mahfuz, Allah’ın her şeyi kapsayan ilminden hiçbir şeyin gizlenemeyeceğini ve O’nun her şeyi en ince detayına kadar bildiğini ifade eder.
Kavramların Birbirine Bağlantısı
Arş. ve Kürsi:
Arş, Allah’ın hâkimiyetini ve yüceliğini temsil ederken Kürsi, O’nun ilmini ve kâinat üzerindeki kontrolünü sembolize eder. Kürsi, Arş’tan daha küçük bir kapsamı ifade eder.
Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz:
Levh-i Kalem, Allah’ın yazdırdığı kader planını temsil ederken Levh-i Mahfuz, bu bilgilerin muhafaza edildiği bir kayıt olarak tasvir edilir. Levh-i Mahfuz, Allah’ın ilmini ve takdirini temsil eden bir ilahî kayıt defteridir.
Sonuç
Bu kavramlar, insan aklının sınırlarını aşan, Allah’ın kudretini, bilgisini ve hâkimiyetini sembolik bir şekilde açıklamak için kullanılan derin anlamlara sahiptir. Arş ve Kürsi, Allah’ın yüceliğini ve hâkimiyetini; Levh-i Kalem ve Levh-i Mahfuz ise Allah’ın ilmini ve kaderin kayıt altına alınışını ifade eder. Bu kavramlar, Allah’ın her şey üzerindeki mutlak kontrolünü ve insanın bu kudrete teslimiyetinin gerekliliğini hatırlatır.
“Balina düşüşü” (İngilizce: whale fall), okyanus tabanında ölen bir balinanın vücudunun ekosisteme sağladığı eşsiz ve zengin katkıyı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Balina öldüğünde ve bedeni deniz tabanına çöktüğünde, bu devasa biyokütle, derin deniz ekosistemlerinde uzun yıllar boyunca bir besin kaynağı ve yaşam alanı sağlar. Bu olay genellikle şu aşamalarla gerçekleşir:
1. Hareketli canlıların ziyafeti (Mobil faz):
İlk aşamada balina leşine köpekbalıkları, kemikli balıklar ve yengeçler gibi hareketli deniz canlıları hücum eder. Bu canlılar, balinanın yumuşak dokularını hızla tüketir. Bu süreç haftalar ya da aylar sürebilir.
2. Oportunistik faunalar (Opportunist faz):
Yumuşak dokular tükendikten sonra, balinanın iskeleti ve çevresindeki artıklar, küçük omurgasızlar (örneğin solucanlar, kabuklular) gibi canlılar tarafından işlenir. Bu canlılar kemiklerin üzerindeki organik materyalleri tüketir.
3. Sülfürik faunalar (Sülfürik faz):
Son aşamada, balinanın kemikleri içerisindeki yağ molekülleri anaerobik bakteriler tarafından ayrıştırılır. Bu süreçte hidrojen sülfür açığa çıkar. Bu gaz, sülfürik bakteriler ve onların üzerinde yaşayan eşsiz bir fauna topluluğu için enerji sağlar. Sülfürik faz onlarca yıl sürebilir.
Ekosisteme Katkısı:
Balina düşüşü, derin deniz ekosistemleri için bir “vaha” gibidir. Yerelde besin açısından fakir olan derin deniz tabanında yüzlerce türe barınma ve beslenme olanağı sağlar.
Bazı canlı türleri yalnızca balina düşüşleri gibi olaylarla ilişkilendirilir ve başka hiçbir yerde bulunmaz.
Bu ilahi takdir ve hesap, hem bilimsel anlamda derin deniz ekosistemlerinin işleyişini anlamamıza yardımcı olur hem de okyanuslardaki biyolojik döngülerin önemini vurgular.
Kur’an-ı Kerim’de sır ve esrar, bilinmeyen ve gizli şeyleri ifade eden ayetler.
Kur’an-ı Kerim’de sırlar, gizemler ve bilinmeyenlere dair birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Allah’ın bilgisi ve kudreti karşısında insanların sınırlı bilgiye sahip olduğunu vurgularken, Allah’ın her şeyin bilgisine sahip olduğunu hatırlatır. İşte Kur’an’da sır, gizem ve bilinmeyenleri ifade eden bazı ayetler:
1. Allah’ın Her Şeyi Bilmesi:
Bakara Suresi 33. Ayet: “Ben göklerin ve yerin gaybını bilirim, sizin açıkladığınızı ve gizlediğinizi de bilirim.”
Allah’ın hem insanların açıktan yaptıklarını hem de kalplerinde gizlediklerini bildiği ifade edilmiştir.
2. Gaybın Bilgisi Allah’a Aittir:
En’am Suresi 59. Ayet: “Gaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez…”
Bu ayet, gaybın yani bilinmeyenin anahtarlarının Allah’ın yanında olduğunu ve her türlü bilginin Allah’a ait olduğunu vurgular.
3. İnsanlardan Gizli Olanları Allah’ın Bilmesi:
Taha Suresi 7. Ayet: “Eğer sen (duanı) sesli olarak söyleyecek olsan, bil ki O gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.”
Allah, insanların içlerinden geçen en gizli düşünceleri dahi bilmektedir.
Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi Allah’a ait olup insanlardan gizlenmiştir. Bu, ilahi bilginin insana kapalı yönlerinden biridir.
5. Allah’ın İnsanlara Bilinmeyeni Bildirmesi:
Cin Suresi 26-27. Ayetler: “O, gaybı bilendir. Gaybını kimseye açmaz, ancak elçilerinden razı olduğu kimse başka.”
Allah, bilinmeyenleri dilediği takdirde seçtiği peygamberlere vahiy yoluyla açıklayabilir. Ancak gaybın tam bilgisi yalnız Allah’a aittir.
6. İnsanların Sınırlı Bilgisi:
İsra Suresi 85. Ayet: “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir; size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”
Ruhun mahiyeti gibi bazı konular Allah’ın sırlarındandır ve insanın bilgisi bu konularda sınırlıdır.
7. Kalplerden Geçenlerin Bilinmesi:
Mülk Suresi 13. Ayet: “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; O, göğüslerin özünde saklı olanı bilir.”
Allah, insanların kalplerinde sakladıkları en gizli duyguları ve düşünceleri dahi bilmektedir.
8. Allah’ın Gizli Planları:
Ali İmran Suresi 54. Ayet: “Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”
Allah’ın gizli planlarının insanlara kapalı olduğu ve insanların tuzaklarına karşı ilahi planın üstün olduğu ifade edilmiştir.
Bu ayetler, Allah’ın her türlü gizli bilgiye, bilinmeyene ve insanlardan saklı olan her türlü sırra sahip olduğunu gösterir. Kur’an, Allah’ın mutlak bilgi sahibi olduğunu ve insanların ise sadece Allah’ın izin verdiği ölçüde bilgiye ulaşabileceğini açıklar. Bu, insanı tevazua yönlendirir ve Allah’ın sınırsız ilmini kabul etmeye teşvik eder.
Nur ile narın arapça gramer ile, mana ve de manevi farkları nelerdir?
Arapça’da “nur” (نُور) ve “nar” (نَار) kelimeleri, gramer yapıları, anlamları ve manevi çağrışımları açısından farklılık gösterir. Her iki kelimenin de derin anlamları vardır ve özellikle İslam düşüncesinde önemli semboller olarak kullanılır.
1. Gramer Yapıları
“Nur” (نُور): “Nur” kelimesi Arapça’da “ışık, aydınlık” anlamına gelir. İsim olarak kullanılır ve genellikle soyut bir ışığı ifade eder. Tekil hâli “نُور” (nur), çoğul hâli ise “أَنْوَار” (envâr) şeklindedir.
“Nar” (نَار): “Nar” kelimesi “ateş” anlamındadır. Arapça’da da isim olarak kullanılır ve çoğul hâli “نِيرَان” (nîrân) olarak kullanılır.
2. Anlam Farkları
Nur (Işık): Nur, daha çok soyut bir ışık, aydınlanma veya parıltı anlamında kullanılır. Hem fiziksel anlamda bir ışığı hem de manevi aydınlanmayı ifade edebilir. Örneğin, “Allah’ın nuru” (Allah’ın aydınlatması) ifadesinde soyut anlamıyla manevi bir ışığı kasteder. Kur’an-ı Kerim’de “Allah, göklerin ve yerin nurudur” ayetiyle, nurun yüce bir aydınlatıcı ve rehber olduğu anlatılır.
Nar (Ateş): Nar, genellikle maddi bir ateşi ifade eder ve yanma, ısı, sıcaklık gibi somut anlamlarla ilişkilidir. Bunun yanında Kur’an’da nar, cehennem ateşi anlamında da kullanılır. Nar, aynı zamanda Allah’ın gazabını, azabı veya temizleyici bir güç olarak da sembolize edilir.
3. Manevi Farkları
Nurun Manevi Boyutu: Nur, İslam düşüncesinde ruhani aydınlanma, hidayet ve imanla ilişkilidir. Karanlıktan aydınlığa çıkaran, gönülleri ve akılları aydınlatan, hakikati gösteren bir güç olarak kabul edilir. Manevi olarak nur, insanın kalbindeki iman ışığına veya Allah’ın hidayetine işaret eder. Allah’ın nuruyla aydınlanan kalp, hakikati görebilir, doğru yoldan sapmaz.
Narın Manevi Boyutu: Nar ise manevi anlamda cezayı, azabı, Allah’ın gazabını temsil eder. Kur’an’da cehennem ateşi anlamında sıkça kullanılan nar, günahkârların cezalandırılacağı yeri ifade eder. Nar, ayrıca bir arınma ve temizlenme vesilesi olarak da anlaşılabilir; tıpkı madenlerin ateşte temizlenip saflaştırılması gibi, nar da insanın içindeki kusurları temizleyen bir ateş olarak görülür.
4. Nur ve Nar Arasındaki Temel Farklılıklar
Nur, pozitif anlamlar taşırken, manevi aydınlanmayı, ilahi ışığı, hakikate ulaşmayı sembolize eder.
Nar, daha çok negatif veya uyarıcı anlamlar taşır; azap, ceza veya arındırıcı bir güç olarak algılanır.
Nur, hidayeti ve rahmeti temsil ederken, nar ise gazabı ve arınmayı simgeler.
Bu bağlamda “nur” ve “nar” Arapça’da hem dilsel hem de manevi olarak derin farklılıkları olan iki kavramdır ve İslami terminolojide oldukça önemli yere sahiptir.
@@@@@@@@
Nur ve Nar: Arapça Gramer, Mana ve Manevi Farklar
Arapça Gramer:
* Köken: Her iki kelime de aynı kökten gelir ve temelde “ışık” anlamını taşır.
* Türetilme: “Nur” daha çok genel bir ışık kavramını ifade ederken, “nar” kelimesi belirli bir tür ışık veya parıltıyı ifade etmek için türetilmiştir.
* Kullanım: “Nur” genellikle ilahi bir ışık, aydınlanma ve hidayet anlamında kullanılırken, “nar” kelimesi daha çok maddi bir ışık veya ateş anlamında kullanılır.
Mana Farkı:
* Nur:
* İlahi bir ışık, aydınlanma, hidayet
* Kalbin aydınlanması, ruhun aydınlanması
* Bilgi, ilim, hakikat
* Güzellik, bereket
* Nar:
* Maddi bir ışık, ateş
* Güneş, yıldızların ışığı
* Cehennem ateşi
* Kızgınlık, öfke (mecazi anlamda)
Manevi Fark:
* Nur:
* İyiliğin, güzelliğin, doğruluğun sembolü
* İnsanın iç dünyasını aydınlatan bir güç
* İman, ibadet ve erdemli bir yaşamın meyvesi
* Nar:
* Kötülüğün, cehennemin, günahların sembolü
* İnsanın iç dünyasını karartan bir güç
* Şeytanın vesvesesi, nefsin kötü arzuları
Özetle:
“Nur” ve “nar” kelimeleri Arapçada aynı kökten gelmelerine rağmen, farklı anlamlara ve manevi çağrışımlara sahiptir. “Nur” ilahi bir ışık, aydınlanma ve hidayet anlamına gelirken, “nar” daha çok maddi bir ışık veya ateş anlamına gelir. Manevi olarak ise “nur” iyiliği, “nar” ise kötülüğü temsil eder.
Ek Bilgiler:
* Kur’an’da: Her iki kelime de Kur’an’da sıkça geçer ve genellikle zıt anlamlarda kullanılır.
* Tasavvufta: Nur, Allah’ın zatı ve sıfatları ile ilişkilendirilirken, nar, insanın nefsani arzuları ve şeytanın vesveseleri ile ilişkilendirilir.
* Günlük Hayatta: “Nur yüzlü” gibi ifadeler, kişinin güzel ahlaklı ve iyi kalpli olduğunu ifade etmek için kullanılırken, “gözlerinden ateşler saçıyor” gibi ifadeler, kişinin kızgın ve öfkeli olduğunu ifade etmek için kullanılır.
Önemli Not: Bu açıklamalar genel bir çerçeve sunmaktadır. Her iki kelimenin anlamı, kullanıldığı bağlama göre değişebilir.
Daha Fazla Bilgi İçin:
* Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri: Özellikle “İşarat-ül İ’caz” adlı eserinde bu konuya dair detaylı açıklamalar bulunmaktadır.
* Arapça dilbilgisi kitapları: Bu kelimelerin kökeni, türetilmesi ve kullanım alanları hakkında daha detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.
* Tasavvuf eserleri: Nur ve nar kavramlarının tasavvufi anlamı hakkında daha derinlemesine bilgi edinebilirsiniz.
Kur’an-ı Kerim’de müşrik ve kâfirlere karşı meydan okuyan ayetler.
Kur’an-ı Kerim’de müşrikler ve kafirlere karşı Allah’ın mutlak kudretini, Kur’an’ın hakikatini ve Peygamber’in (s.a.v.) tebliğini açıklayan birçok meydan okuyucu ayet bulunmaktadır. Bu ayetler, Allah’ın ilmini ve kudretini reddedenlere, inkâr edenlere ve Kur’an’ın ilahi bir vahiy olduğunu kabul etmeyenlere karşı uyarı niteliğindedir. İşte müşrik ve kafirlere karşı meydan okuyan bazı ayet örnekleri:
1. Bakara Suresi 23. Ayet
“Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın; eğer doğru söyleyenler iseniz.”
Bu ayet, Kur’an’ın bir benzerini yapmaları için kafirleri meydan okumaya çağırır. Kur’an’ın eşsizliği ve insan yapısı olmadığı vurgulanır. Bu meydan okuma, hiçbir zaman kabul edilememiştir; çünkü Kur’an’a benzer bir kitap yazmak kimse için mümkün olmamıştır.
2. Hud Suresi 13. Ayet
“Yoksa ‘Onu uydurdu’ mu diyorlar? De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz, siz de onun benzeri on sure getirin, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın.”
Burada Allah, Kur’an’ın insan sözü olmadığını iddia edenlere meydan okumakta ve onlardan en azından on sure getirmelerini istemektedir. Ancak Kur’an’ın mucizeli yapısı karşısında bu meydan okuma da cevapsız kalmıştır.
3. İsra Suresi 88. Ayet
“De ki: ‘Eğer insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini getiremezler.'”
Bu ayet, Kur’an’ın benzersiz olduğunu ve hiçbir varlığın buna benzer bir kitap ortaya koyamayacağını açıkça bildirir. İnsanların ve cinlerin tüm bilgileriyle birleşseler bile Kur’an’ın eşsiz yapısını taklit edemeyecekleri meydan okuma üslubuyla ifade edilmiştir.
4. Tur Suresi 33-34. Ayetler
“Yoksa ‘Onu kendisi uydurdu’ mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmiyorlar. Eğer doğru söyleyenler iseler onun benzeri bir söz getirsinler!”
Kur’an’ın Peygamber tarafından uydurulmuş olduğu iddiasına karşı meydan okuyucu bir yanıt olarak, benzeri bir söz getirmeleri istenmektedir. Ancak Kur’an’ın dil ve içerik bakımından erişilmez olduğu burada açıkça ifade edilir.
5. Bakara Suresi 24. Ayet
“Eğer bunu yapamazsanız ki asla yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, kafirler için hazırlanmış ateşten sakının.”
Burada, Kur’an’ın bir benzerini getiremeyecekleri net bir şekilde belirtilir ve bunu yapamayanları, cehennem azabının beklediği bildirilir. Ayet, kafirlerin bu meydan okumayı kabul edememeleri durumunda büyük bir cezaya çarptırılacağını ifade eder.
6. Yunus Suresi 38. Ayet
“Yoksa ‘Onu uydurdu’ mu diyorlar? De ki: ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz, siz de onun benzeri bir sure getirin ve Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırın.'”
Bu ayette, Peygamber’e yönelik “uydurma” ithamı reddedilir ve meydan okuma tekrarlanır. Kur’an’ın bir sure bile benzerini getirememelerinin, onun ilahi kaynağını doğruladığı bildirilir.
7. Fussilet Suresi 26-27. Ayetler
“İnkar edenler, ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin, onda üstün gelmek için yaygara koparın’ dediler. Andolsun, biz inkar edenlere şiddetli bir azap tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.”
Müşriklerin, Kur’an’ın mesajını etkisiz hale getirmek için yaygara koparmaları ve insanları ondan uzaklaştırmaya çalışmaları eleştirilir. Bu ayet, inkar edenlere karşı bir meydan okuma niteliğindedir ve onları acı bir azabın beklediği bildirilmektedir.
8. Müddessir Suresi 49-51. Ayetler
“Onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar? Sanki ürkmüş yaban eşekleri gibi, arslandan kaçıyorlar.”
Kur’an’ı dinlemekten kaçınanların durumu, yaban eşeklerinin arslandan kaçması gibi bir mecazla ifade edilir. Bu ayetler, müşriklere ve kafirlere karşı alaycı bir meydan okuma olarak da yorumlanabilir.
9. Maide Suresi 64. Ayet
“Yahudiler, ‘Allah’ın eli bağlıdır’ dediler. Söyledikleri şey yüzünden kendi elleri bağlandı ve lanetlendiler. Bilakis O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir…”
Yahudilerin, Allah’ın kudretini sınırlamaya çalışması eleştirilmiş ve onlara meydan okuyan bir cevap verilmiştir. Allah’ın dilediği her şeyi yapabileceği ve onlara verdikleri yüzünden lanetlendikleri bildirilmiştir.
10. Nisa Suresi 56. Ayet
“Ayetlerimizi inkar edenleri, yakında ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bu ayet, ayetleri inkar edenlerin bekleyen cehennem azabını son derece etkili ve korkutucu bir dille ifade eder. İnkarcıların akıbetine dair açık ve meydan okuyucu bir tehdittir.
11. En’am Suresi 93. Ayet
“Allah’a iftira edenden veya kendisine bir şey vahyedilmemişken ‘Bana vahyolundu’ diyenden ve ‘Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim’ diyenden daha zalim kim olabilir?”
Kendisine vahiy gelmediği halde vahiy iddiasında bulunanlar ve Allah’a iftira edenler şiddetle eleştirilmiş ve bu kimseler zalimlerin en zalimi olarak nitelendirilmiştir. Bu ayet, Allah’a karşı yalan söyleyenlere açık bir meydan okumadır.
12. Kamer Suresi 43-44. Ayetler
“Sizin kafirleriniz, öncekilerden daha mı hayırlıdır, yoksa kitaplarda size bir dokunulmazlık mı var? Yoksa, ‘Biz yardımlaşan bir topluluğuz’ mu diyorlar?”
Bu ayetlerde, inkar edenlerin kendilerini önceki kavimlerden üstün sanmaları sorgulanır ve onların da bir azaba uğrayacakları ima edilir. Allah’a karşı kibirlenmenin anlamsızlığı ve sonu olmayan bir meydan okuma vurgulanır.
13. Tevbe Suresi 32-33. Ayetler
“Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır. O, müşrikler hoşlanmasa da peygamberini hidayet ve hak dini ile göndermiştir.”
Müşriklerin Allah’ın dinini bastırmaya yönelik çabaları eleştirilir ve Allah’ın nurunu tamamlayacağına dair meydan okuyan bir ifade yer alır. Bu ayetler, İslam’ın galip geleceğine dair kesin bir taahhüttür.
Sonuç
Bu ayetler, müşrik ve kafirlerin Allah’a karşı kibirli ve inkarcı tavırlarına karşı sert bir dille meydan okumaktadır. Kur’an’ın ilahi mesajına karşı çıkanlara, Allah’ın kudretini hafife alanlara ve Peygamber’in getirdiği hakikati reddedenlere yönelik bu meydan okuyuşlar, Kur’an’ın güçlü üslubunu ve inkarcılara karşı verdiği yanıtları ortaya koymaktadır.
***********
Ve onlara, “Rahman’a secde edin.” dendiği zaman, “Rahman da neymiş? Senin bize buyurduğun her şeye secde mi edeceğiz?” dediler. Bu çağrın onların nefretlerini arttırdı.Furkan 60. Ayet tefsirlerde nasıl izah edilmektedir
Furkan Suresi 60. ayeti, müşriklerin Allah’ın bir sıfatı olan “Rahman” ismine karşı gösterdikleri inatçı ve alaycı tutumu ifade etmektedir. Ayetin tefsirlerinde genellikle şu noktalara dikkat çekilir:
1. “Rahman” İsmine Karşı Cahillik ve İnat
Mekke müşrikleri, “Rahman” ismini bilmiyor gibi davranarak bu isme karşı alaycı bir tavır sergilemişlerdir. Halbuki Arapça’da “Rahman” kelimesi, “son derece merhametli” anlamında bilinen bir sıfattır. Ancak müşrikler, Allah’ın sıfatlarını ve tekliğini kabul etmekten kaçındıkları için bu isme de karşı çıkmışlardır.
İbn Kesir: Müşriklerin bu sözü, bilgisizlikten değil, kibir ve inattan kaynaklanmaktadır. Onlar, Allah’a kulluk etmeyi ve yalnız O’na secde etmeyi reddetmişlerdir.
Taberi: Müşrikler, Allah’ın bir sıfatı olan “Rahman” ismini kabul etmek istememiş ve bu ismi küçümsemişlerdir. Onların bu alaycı tavrı, Allah’a karşı düşmanlıklarını ve inkarlarını daha da artırmıştır.
2. Secde Emrine Karşı İsyan
Ayetteki “Rahman’a secde edin” ifadesi, Allah’a teslim olmayı ve O’na ibadet etmeyi emreden bir çağrıdır. Ancak müşrikler, secde etmeyi küçümsediklerini ve yalnızca kendi putlarına taptıklarını açıkça belirtmişlerdir.
Zemahşeri (Keşşaf): Müşriklerin bu tutumu, hakikati kabul etmeye yanaşmayanların karakteristik özelliğidir. Onlar, Allah’ın büyüklüğünü kavramaktan uzak bir anlayışla hareket etmişlerdir.
3. Nefretin Artması
Ayetin sonunda, “Bu çağrı onların nefretlerini artırdı” ifadesi, hakkı kabul etmeyen kimselerin dini hakikatlerle yüzleştiğinde daha da inatçı ve nefret dolu bir hale geldiğini gösterir.
Fahreddin er-Razi: Nefretlerinin artması, hakikati bilerek reddetmelerinin ve kalplerindeki kibirin bir sonucudur. Bu, Allah’a karşı duydukları düşmanlığın derinliğini ifade eder.
Elmalılı Hamdi Yazır: Rahman ismi ve secde emri, müşrikler için birer sınavdır. Onlar, bu isim ve emir karşısında kibirlenmiş ve içlerindeki inkarı daha da derinleştirmişlerdir.
4. Tarihi Bağlam
Bu ayet, özellikle Rahman isminin Mekke müşrikleri arasında tartışmaya yol açtığı bir dönemi işaret eder. Müşrikler, bu ismin Allah’a ait olduğunu kabul etmemiş ve bu ismi putlara ya da başka varlıklara ait bir sıfat gibi görmüşlerdir.
onuç olarak, Furkan Suresi 60. ayeti, müşriklerin Allah’ın sıfatlarını ve emirlerini reddetme konusundaki inatçılığını, kibirlerini ve dini hakikatlere karşı duydukları nefretin arttığını vurgulamaktadır. Bu ayet, aynı zamanda müminlere, Allah’ın emrine boyun eğmenin ve yalnızca O’na kulluk etmenin önemini hatırlatır.
İnsanın yapısında ve yaratılışında mevcut olan cevherler ve özellikler, Kur’an-ı Kerim’de ve İslamî düşüncede insanın yüce bir gayeye matuf olarak yaratıldığını gösterir. Bu özellikler, insanın hem maddi hem de manevi yönünü kapsar ve onu diğer varlıklardan üstün kılan bir mahiyet kazandırır. İnsanın bu özellikleri Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini taşır ve onun yeryüzündeki halife olmasının temelini oluşturur.
—
1. İnsanın Maddi ve Manevi Yapısındaki Cevherler
a. Maddi Yön (Beden):
Topraktan Yaratılış:
İnsan bedeninin yaratılışı toprak temeline dayanır:
> “Andolsun ki, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.”
(Hicr, 15:26)
Beden, insanın dünya hayatında varlığını sürdürebilmesi için gerekli bir araçtır. Ancak bu araç, insanın manevi gayesini gerçekleştirmesi için bir vesiledir.
İlahi Ruhun Üflenmesi:
İnsan bedeni, Allah’ın kendi ruhundan üflemesiyle değer kazanmıştır:
> “Ona şekil verdiğim ve ruhumdan üflediğim zaman…”
(Hicr, 15:29)
Bu, insanın sadece maddi değil, aynı zamanda yüce bir manevi cevhere sahip olduğunu ifade eder.
b. Manevi Yön (Ruh ve Kalp):
Ruh:
Ruh, insana ilahi bir boyut kazandıran temel cevherdir. İnsan, ruh sayesinde düşünme, sevme, inanma ve ahlaki davranışlar sergileme kapasitesine sahiptir. Kur’an’da ruh hakkında şöyle buyrulur:
Kalp:
İnsanın manevi dünyasında kalp, sevgi, iman, korku ve Allah’a yöneliş gibi hislerin merkezi olarak ele alınır. Kalp, doğru eğitildiğinde Allah’ın nurunun tecellisine mazhar olur:
> “Ancak Allah’a selim bir kalple gelenler (kurtulacaktır).”
(Şuara, 26:89)
—
2. İnsan Fıtratındaki Özellikler
a. Akıl:
Düşünme ve Anlama Yeteneği:
Akıl, insanın bilgi edinme ve hakikati kavrama aracıdır. İnsan, aklı sayesinde evrenin hikmetini idrak eder ve Allah’ın varlığını tanır:
> “Hiç akletmez misiniz?”
(En’am, 6:32)
Sorumluluk Bilinci:
İnsan, aklı sayesinde iyiyi kötüden ayırabilir ve iradesini kullanarak doğruyu seçebilir. Bu nedenle Kur’an, aklı büyük bir nimet olarak vurgular.
b. İrade:
Seçim Hakkı:
İnsan, özgür iradeye sahip bir varlıktır. İyiyi ya da kötüyü seçme yeteneği verilmiştir:
> “Biz ona iki yolu da gösterdik.”
(Beled, 90:10)
Sorumluluk:
İrade, insanın imtihan dünyasında hareketlerini belirleyen önemli bir unsurdur. Bu sorumluluğun farkında olan insan, dünya ve ahiret saadetine ulaşabilir.
c. Fıtri İstidatlar:
İnsan, yaratılışında mevcut olan fıtri bir kabiliyete sahiptir. Bu kabiliyetler insanın hem maddi hem de manevi gelişimini sağlar:
İyiliğe Meğillilik:
> “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.”
(Tin, 95:4)
İnsan, iyiliğe ve adalete yönelmeye uygun bir yaratılışa sahiptir.
Gelişme Potansiyeli:
İnsan fıtratındaki kabiliyetler, eğitim ve tecrübe ile geliştirilir. Ancak bu kabiliyetlerin yönlendirilmesi önemlidir.
d. Sevgi ve Merhamet:
İnsan, sevgi ve merhamet duygularıyla yaratılmıştır. Bu özellikler, insanın hem Allah’a yönelmesini hem de diğer insanlarla sağlıklı bir ilişki kurmasını sağlar:
> “Biz ona kendi katımızdan bir sevgi ve merhamet verdik.”
(Meryem, 19:13)
e. Sonsuzluk Arzusu:
İnsan, fıtratında sonsuz bir yaşama arzusu taşır. Bu duygu, insanın Allah’a yönelmesine vesile olur. Dünya hayatı, bu arzunun tatmin edileceği bir yer değil, ahirete bir hazırlıktır.
—
3. İnsanın Özelliklerinin İmtihan Vesilesi Olması
İnsan, yaratılışındaki bu cevherlerle sınanır. Bu imtihan, insanın manevi kemale ulaşmasını sağlar:
> “Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık ve onu imtihan ediyoruz.”
(İnsan, 76:2)
İnsan, bu özelliklerini doğru kullanarak Allah’a yakınlaşabilir:
İnsanın yapısında bulunan cevherler ve özellikler, Allah’ı tanımak, sevmek ve O’na kulluk etmek amacıyla verilmiştir. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifade ettiği gibi, insanın mahiyetindeki bu cevherler, Allah’ın isim ve sıfatlarının anlaşılmasında birer anahtar gibidir.
Şükür ve Kulluk:
İnsan, kendisine verilen bu nimetlerin farkında olmalı ve bunları Allah yolunda kullanmalıdır:
> “Sizi yaratan, size kulaklar, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz!”
(Mülk, 67:23)
—
Sonuç:
İnsanın yapısında ve yaratılışında bulunan cevherler ve özellikler, onu Allah’a yakınlaştıran ve kâmil bir varlık haline getiren en temel unsurlardır. Akıl, irade, ruh, kalp ve fıtri istidatlar gibi bu özellikler, insanın dünya hayatını anlamlı kılarken ahiretteki saadeti için de birer anahtardır. Ancak bu cevherler, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun olarak kullanılmadığında insan, bu yüce emanete ihanet etmiş olur. Bu nedenle, insanın bu özelliklerini vahyin rehberliğinde yönlendirmesi esastır.
Kur’an-ı Kerim, Allah’ı (Celle Celaluhu) eşsiz, benzersiz ve her şeyin yaratıcısı olarak tanımlar. Allah’ı diğer varlıklardan farklı kılan ve öne çıkaran özellikler, genellikle O’nun isimleri ve sıfatları ile ifade edilir. Bu özellikler, Allah’ın zatî (kendisine ait) ve sübutî (yaratılışla ilişkili) sıfatlarında belirginleşir. İşte Kur’an-ı Kerim’de Allah’ı eşsiz kılan bazı temel özellikler:
1. Eşi ve Benzeri Olmaması
Allah, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir varlığa benzemez.
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şura, 42:11)
Bu özellik, Allah’ı yarattıklarından tamamen ayrı ve yüce kılar.
2. Tek ve Mutlak Varlık Olması
Allah tektir ve ortağı yoktur. Tekliği, O’nun varlığının temel özelliğidir.
“De ki: O Allah birdir. Allah Samed’dir (her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir).” (İhlas, 112:1-2)
Hiçbir varlık, O’nun yetkisine, gücüne veya varlığına ortak değildir.
3. Her Şeyi Yaratan ve Yoktan Var Eden
Allah, bütün evrenin yaratıcısıdır. O, yoktan var eden (el-Hâlik) ve varlıkları şekillendiren (el-Musavvir)dir.
“Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’tır.” (En’am, 6:101)
“Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer, 39:62)
4. Her Şeye Gücü Yetmesi (Kudret)
Allah’ın gücü sınırsızdır. Her şey O’nun iradesine ve emrine bağlıdır.
“Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.” (Bakara, 2:20)
Evrenin düzeni, Allah’ın mutlak kudreti sayesinde devam eder.
5. İlim ve Hikmet Sahibi Olması
Allah, her şeyi en ince detayına kadar bilir (el-Alim) ve hikmetle yaratır (el-Hakim).
“O, yerde ve gökte olan her şeyi bilir.” (Hadid, 57:4)
“O, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4:26)
6. Rahmet ve Merhamet Sahibi Olması
Allah, sonsuz merhamet (er-Rahman) ve şefkat (er-Rahim) sahibidir. O, kullarına karşı şefkatli ve bağışlayıcıdır.
“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (A’raf, 7:156)
“De ki: Ey kendi aleyhlerine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar.” (Zümer, 39:53)
7. Her Yerde Hazır ve Nazır Olması
Allah zamandan ve mekândan münezzehtir, her yerde hazır ve nazırdır.
Allah mutlak adalet sahibidir (el-Adl). O, her şeyi adil bir şekilde yaratır ve hükmeder.
“Allah, adaleti, iyiliği ve yakınlara yardım etmeyi emreder.” (Nahl, 16:90)
10. Rızık Verici Olması
Allah, bütün varlıkların rızkını sağlayandır (er-Rezzak).
“Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hud, 11:6)
İnsanların ve diğer canlıların ihtiyaçları, Allah’ın rahmetinin bir tecellisidir.
11. Affedici ve Bağışlayıcı Olması
Allah, hata yapan kullarına tövbe kapısını açık tutar ve bağışlar.
“O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Zümer, 39:53)
12. Sonsuz Sabır ve Hoşgörü Sahibi Olması
Allah, kullarının hatalarını görmezden gelip, onlara sürekli yeni fırsatlar tanır.
“Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı.” (Fatır, 35:45)
13. Mutlak Hakimiyet Sahibi Olması
Allah, göklerin, yerin ve her şeyin sahibi ve yöneticisidir.
“Mülk O’nundur. O, dilediğini yaşatır, dilediğini öldürür.” (Hadid, 57:2)
14. İradenin ve Takdirin Sahibi Olması
Allah her şeyi bir ölçüye göre yaratır ve dilediği şekilde takdir eder.
“Şüphesiz biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer, 54:49)
Özet
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın özellikleri, O’nun mutlak kudretini, merhametini, adaletini ve eşsizliğini vurgular. Allah, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde mutlak ve benzersizdir. O’nun yüceliği, insana kulluğunu hatırlatır ve insanı O’na yakınlaşmaya çağırır. Allah’ı tanımak ve anlamak, insanın hem dünyadaki hem de ahiretteki en büyük hedefidir.
PENCERELERİMİZ GÖZ KULAK AĞIZ BURUN DIŞA AÇILAN KABİLİYETLERİN GELİŞİM NOKTA VE ÇIKIŞ YERLERİ. KATİFELERİN GELİŞİM YOLLARI
*Duygular ruhun dışa açılmış kapı ve pencereleridir.
Evet, bu ifade duyguların insanın iç dünyasını dışa yansıttığını, bir nevi içsel dünyamızın dışa açılan birer aracı olduğunu ifade eder. Duygular, ruh halimizi, düşüncelerimizi ve içsel deneyimlerimizi çevremizdeki insanlara ve dünyaya aktarmamıza olanak tanır. Tıpkı bir evin kapı ve pencerelerinin içindekileri dış dünyaya gösterdiği gibi, duygular da ruhun birer yansımasıdır. Bu, insanın kendini ifade etmesinin ve başkalarıyla bağ kurmasının en temel yollarından biridir.
@@@@@@@@@
Risale-i Nur Külliyatı’nda kuva ve türevleri.
Risale-i Nur Külliyatı’nda “kuvâ” kelimesi, genellikle insanın ruhsal ve bedensel yapısındaki çeşitli güçler ve yetenekleri ifade etmek için kullanılır. Bu kavram, İslamî düşünce geleneğinde, özellikle de İmam Gazâlî ve İbn Sina’nın tesirinde, insanın manevi terbiyesi ve yaratılış gayesi bağlamında önemli bir yere sahiptir. Risale-i Nur’da kuvâ kavramı ve türevleri, insanın maddi ve manevi varlığını anlamlandırmak ve insanın görevlerini açıklamak için sıkça yer alır.
Öne Çıkan Kullanımlar ve Türevler
1. Kuvâ-i Akliye (Aklî Güçler):
İnsan aklının düşünme, anlama ve hakikati bulma gücünü ifade eder. Aklın doğru kullanımı, hakikate ulaşmayı sağlar; yanlış yönlendirilmesi ise insanı dalâlete sürükler. Risale-i Nur’da akıl, iman ve marifetullah yolunda önemli bir araç olarak öne çıkar.
2. Kuvâ-i Şeheviyye (Şehvet Güçleri):
İnsanın dünya nimetlerine yönelmesini sağlayan fıtrî güçtür. Şehevi kuvvet, sınırları içinde kaldığında helal dairede hazların tadını çıkarma aracı olur. Ancak aşırıya kaçıldığında insanın nefsine hâkim olması zorlaşır ve günah tehlikesine sürükler.
3. Kuvâ-i Gadabiyye (Öfke Güçleri):
İnsanın tehlikelerden korunmasını ve kendini savunmasını sağlayan bir kuvvettir. Ancak bu kuvvetin haddini aşması, öfke ve saldırganlığa dönüşebilir. Risale-i Nur’da bu kuvvetin itidal ile kontrol altında tutulması gerektiği vurgulanır.
4. Kuvâ-i İmaniye (İman Gücü):
İnsan ruhunun en yüksek kuvvetidir ve diğer kuvvetlerin itidal içinde çalışmasını sağlar. İman, insanın her türlü ahlaki, manevi ve zihinsel kuvvetini dengeler.
5. Kuvve-i Zihniye (Zihinsel Güçler):
İnsan zihninin ilim öğrenme, düşünce üretme ve tefekkür etme kabiliyetlerini ifade eder. Risale-i Nur, tefekkürü imanla birleştirerek insanın hakikati bulmasını teşvik eder.
Kuvâların İtidal ve İfrat-Tefrit Dengesi
Bediüzzaman Said Nursî, kuvâların ifrat (aşırılık), tefrit (yetersizlik) ve itidal (orta yol) hallerine dikkat çeker. İnsan, kuvâlarını Allah’ın emir ve yasaklarına göre terbiye edip dengeye ulaştırmalıdır. Bu denge sağlanmazsa:
İfrat, aşırılıklara ve kötülüklere yol açar.
Tefrit, insanın yaratılış gayesine uygun hareket edememesine neden olur.
İtidal ise insanı saadet-i ebediyeye ulaştırır.
Örnek Risale-i Nur Metinleri
1. Kuvâların Fıtrî Olması:
“İnsanın mahiyetine derc edilen kuvâ ve cihazat, başka maksatlar için değil, belki ulvî hikmetler ve yüksek gayeler içindir.”
(Sözler, 23. Söz)
2. İtidal ve Ahlak:
“İnsanın ruhundaki kuvâ-i akliye, kuvâ-i gadabiye ve kuvâ-i şeheviyye gibi latifeler, eğer İslâmiyetin terbiyesiyle ve imanın nuruyla nurlandırılırsa, o zaman insan, mükemmel bir kul ve halife-i arz olur.”
(Lem’alar, 11. Lem’a)
Sonuç
Risale-i Nur, kuvâ kavramını insanın manevi ve ahlaki gelişimi için önemli bir temel olarak ele alır. İnsanın yaratılışındaki bu kuvvetler, doğru yönlendirildiğinde insanı kâmil bir varlık yapar; yanlış kullanıldığında ise insanı zayıf ve nefsine mağlup bir hale getirir. Bu nedenle, kuvâların Allah’ın iradesine uygun olarak terbiye edilmesi, insanın yaratılış gayesini gerçekleştirmesi için elzemdir.
@@@@@@@@@
Risale-i Nur Külliyatı’nda istidat,duygu ve kabiliyet konusu.
Risale-i Nur Külliyatı’nda istidat, duygu ve kabiliyet kavramları, insanın yaratılışına ve Allah’ın ona verdiği potansiyellere işaret eder. Bediüzzaman Said Nursî, insanın fıtratında yer alan bu özellikleri detaylı bir şekilde ele alır ve onların Allah’ın emir ve yasaklarına uygun şekilde kullanıldığında yüksek bir değer kazandığını vurgular. Bu kavramlar, insanın kulluk vazifesini idrak etmesi ve ahirete yönelik bir yaşam sürmesi bağlamında da işlenir.
1. İstidat (Yetenek ve Potansiyel):
İstidat, insanın yaratılıştan sahip olduğu potansiyel ve yeteneklerdir. Risale-i Nur’da, insanın istidatları ilahi bir emanet olarak değerlendirilir.
Evrendeki İstisnai Yeri: İnsan, yeryüzündeki diğer varlıklardan farklı olarak üstün bir istidada sahiptir. Bu, insanın Allah’ı tanıma, anlama ve O’na kulluk etme kabiliyetini ifade eder.
Geliştirilmesi Gereken Bir Cevher: İstidatlar, geliştirilmeyi bekleyen birer tohum gibidir. Eğer bu tohumlar uygun ortamda filizlendirilir ve ilahi rehberlikle beslenirse, insan “halife-i arz” konumuna yükselir.
Misal: Bediüzzaman, insanın istidatlarını “ahiret tarlasında ekilecek birer tohum” olarak tanımlar. Eğer bu tohumlar dünya hayatında düzgün bir şekilde kullanılırsa, ahirette cennet meyveleri verir.
> “İnsanın mahiyetine derc edilen kuvâ ve cihazat, nihayetsiz terakkiyatı ve tedenniyatı içinde bulunduran istidatlardır.”
(Sözler, 23. Söz)
2. Duygular:
Ruhun Pencereleri: Duygular, insanın ruhundaki derinliği yansıtan ve ona varlıkları algılama imkânı veren özelliklerdir. Risale-i Nur’da duygular, insanın Allah’ı tanımasında önemli bir araç olarak görülür.
İlahi Bir Emanet: Duygular, insanın imtihanında belirleyici bir rol oynar. Sevgi, korku, ümit gibi temel duygular, yaratılış gayesine uygun yönlendirildiğinde insanı saadet-i ebediyeye ulaştırır.
Yanlış Kullanımı: Duygular, nefis ve şeytanın etkisiyle yanlış yönlendirilirse insanı dalâlete sürükler. Bu nedenle, duyguların terbiye edilmesi ve doğru bir istikamette kullanılması şarttır.
> “İnsanın mahiyetine derc edilen cihazat ve duygular, eğer iman ve marifetullah ile çalıştırılırsa, o insan nurani bir sultan olur.”
(Sözler, 23. Söz)
Tefekkür ve Duygular: Bediüzzaman, tefekkürün duygular üzerinde büyük bir etkisi olduğunu vurgular. İnsan, tefekkür yoluyla hem Allah’ın varlığını hem de evrendeki hikmetleri anlayabilir.
3. Kabiliyet (Yetenek):
İstidadın Açığa Çıkışı: Kabiliyet, insanın sahip olduğu istidatların gelişmiş ve ortaya çıkmış halidir. Risale-i Nur’da kabiliyet, insanın fıtratında yer alan özelliklerin aktif bir şekilde kullanılması olarak ifade edilir.
İlahi Bir Gaye: İnsanın kabiliyetleri, sadece dünya menfaatine hizmet etmek için değil, Allah’a kulluk ve ahireti kazanmak için verilmiştir. Kabiliyetlerini bu gayeye uygun kullanmayan insan, emanete ihanet etmiş olur.
Eğitimin Önemi: İnsan, sahip olduğu kabiliyetleri eğitmek ve yönlendirmekle mükelleftir. Bu eğitim, hem dünya işlerinde hem de manevi hayatta başarı ve huzur getirir.
> “İnsana verilen binlerce duygular, Allah’ın isim ve sıfatlarını tanıma ve onlara aynalık etme gayesiyle verilmiştir.”
(Sözler, 23. Söz)
İstidat, Duygu ve Kabiliyetin Birlikte Kullanımı:
Risale-i Nur’da bu üç unsur birbiriyle bağlantılıdır ve insanın kulluk görevini yerine getirmesi için bir bütünlük içinde çalışır:
1. İstidat: İnsan fıtratında saklı olan potansiyeldir.
2. Duygular: Bu potansiyelin harekete geçmesini ve dış dünyaya yansımasını sağlar.
3. Kabiliyet: İstidatların işlenmiş ve etkin hale gelmiş halidir.
Bediüzzaman, insanın bu üç unsuru ilahi ölçülerle kullanması gerektiğini, aksi halde potansiyelinin ziyan olacağını belirtir.
Sonuç:
Risale-i Nur’da istidat, duygu ve kabiliyet kavramları, insanın manevi gelişimi ve yaratılış gayesine ulaşması için temel taşlardır. İnsan, bu özelliklerini doğru kullanırsa kâmil bir insan, Allah’a yakın bir kul ve ahiret saadetine layık bir varlık haline gelir. Ancak bu unsurlar yanlış yönlendirilirse insan, nefsine yenilir ve yaratılış amacını kaybeder. Bu nedenle, Bediüzzaman, bu potansiyellerin iman, marifetullah ve ahiret bilinciyle şekillendirilmesi gerektiğini vurgular.
Allah’ı bulamayanların kafalarında tasarlayıp uydurdukları, cahiliye dönemindekilerin elleriyle yaptıkları hamurdan ve helvadan putlara taparak, sonra da yedikleri tanrılarını bugün Abdullah Öcalan yapmış, mensupları da yemektedir.
Tıpkı Cem Karaca’nın Tanrıyla barıştım, sözündeki ilk tanrısıyla, son Yar olan Allah’ı araması arasındaki fark gibi.
-Apo yani Abdullah Öcalan’ın bakın bozuk zihniyetine ve ona uyanlarında neye uyduklarını bir düşünün.
Apo kitabında şunları söylüyor;
“Tanrı ile savaş verdim. Bu savaştan başarıyla çıktıktan sonra yarı tanrı oldum. Namazın kendisi de genel anlamda bir tiyatrodur.
…Yukarıda tanrı olsaydı beni yine yanlış yola sevk edecekti. Allah da Kürtler için değildir, Kürtleri şaşırtıyor. Kürtlerin Allah’ı da onları yanlış yola sevk ediyor. Bunun için ben kendi kendimin tanrısıyım’
CHP’nin de bunlara sahip çıkıp, ortaklık yapması ne kadar düşündürücü değil mi?
-Eli, fikri, namusu kanlı bir terör örgütüyle mücadele edilmektedir, o da elli yıldır.
Fikri kirli çünkü bu milletin inancı ve değerleri değil, Rus komünizm ve sosyalizmi savunulmaktadır.
Eli kanlıdır çünkü 50 bin insanın kanının akmasına ve hala da devam etmesine sebep olmuştur.
Namusu kirli çünkü namus ve sağlıklı bir cinsiyeti olmayan Lgbt savunucuları yapmakta ve kendi içlerindeki kızlara tecavüzde bulunmaktadırlar.
Haşhaşi Hasan Sabbah gibi.
Uyuşturucu içip, kendinden geçip, her türlü melaneti yapmaktadır.
İnsanlıktan çıkılmıştır.
-Maalesef dün dağda olan eşkıya, bugün devletin içinde destek görmektedir.[1]
-Bir asırdır bu saldırı Laiklik bahane edilerek İslamiyet’e saldırıldı ancak bu hastalıklı zihniyet bitmiş olmayıp, varlığını yine hırçınlıkla sürdürmeye çalışmaktadır.
Bir asırdır laikliği dinsizlik olarak uygulayan bir zihniyet ve yapıdan hangi samimi ve müsbet bir düşünce beklenebilir?[2]
Böyle bir tartışma seri katilin tavuk öldürdü mü öldürmedi mi tartışması gibidir.
Adam bir kere seri katil.
Tekke, zaviye, medrese, ezan, Kuran, hoca, din problemi var.
Tıpkı Cemil Meriç ifadesiyle, bizim aydınımız din düşmanı değil, İslamiyet düşmanıdır.
-” CHP’liler geçmişte camilerin kapılarına kilit vurduklarını hatta bazılarını ahıra çevirdiklerini inkâr etse de bazı camilerde o utancın izlerini görmek mümkün. İstanbul’un Vefa semtinde önce nalbant dükkânı sonra da ahıra dönüştürülen Mehmet Ağa Camii’nde hayvanların bağlandığı demir halkalar hâlâ yerlerinde duruyor.”[3]
Teröre yardım ve destekten alınan Belediye Başkanına milletin parasıyla konvoy halinde gidilip destekle bulunulması, teröre meşruiyet kazandırmak ve teröre güç vermek ve güçlendirmektir.
Yine rahmetlik dedemin 1970’lerde söylediği sözü hatırlayacak ve hatırlatacağım;
Evvelden eşkıya dağdaydı, şimdi şehre indi.
Şimdi olsaydı, belediyelere ve TBMM’ de girdi der ve görürdü.[5]
-” CHP Genel Başkan Yardımcısı Bakan: Atatürk’ün yolundayız, konser yapmaya devam edeceğiz.”
Yapılan ahlaksızlığın perdesi ve örtbas etme yöntemi, Atatürk’ün arkasından gitmek.
-DEM Parti Mardin İl Eş Başkanı Mehdi Tunç, PKK yayın organında ‘Mardin halkı irade gasbına karşı kendi mahkemesini, halk mahkemesini kuracak. Bu kayyumlar gidecek. Bu kayyum gasbını kesinlikle kabul etmiyoruz.’ sözlerini sarf etti.[7]
-31 Mart’ta CHP ve DEM Parti arasındaki “kent uzlaşısı” kapsamında Esenyurt Belediye Başkanlığı’na aday gösterilen Ahmet Özer’in adaylıktan önce PKK’ya “sadakat yemini” ettiği ortaya çıktı. Soruşturmada ifadesi yer alan itirafçı, Özer’in Diyarbakır’da bir örgüt evine götürülüp yabancı telefon hattı üzerinden PKK elebaşları Duran Kalkan ve Bese Hozat ile görüştürüldüğünü söyledi. Özer, kayıt altına alınan görüşmede “sadakat yemini” edince CHP ve DEM’in ortak adayı oldu.[8]
-İçeridekiler ve içimizdekiler sırtını PKK’ya dayarken, PKK’da İsrail’e ve oda Biden ve pentagona yani ABD derin devletine sırtını dayamaktadır.
Şimdilik ABD’deki derin devletin piyonu Biden ve Harris gitti.
Bakalım Trump ipini onların elinden ne kadar gevşetecek ve ne kadarcık kurtaracaktır.
Bizdeki içteki derin devlet şimdiye kadar terörü ve terörle iltisaklı olanları meşrulaştırmaya çalışırken, dışarıda ABD ve pentagon ve Avrupa ülkeleri terör devleti İsrail’i dünyada meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
***************
Terör niye bitmiyor.
FETÖ elebaşı Gülen’in küçük yeğeni Hayrettin Kalaç’ın, ABD ordusunda subay olduğu ortaya çıktı. Army ROTC at Rutgers Üniversitesi’nden 2023’te mezun olan Kalaç, teğmen rütbesinde. Hayrettin Kalaç’ın babası Adem Kalaç, terör örgütünün damat kadrosunda yer alan bir isim.[9]
-Ve bizde adeta isyan bayrağını açan genç subaylar.
Toplumun büyük tepkisi üzerine soruşturma başlatıldı.
Bu durum herkeste; yoksa orduda hala 28 Şubat ve darbe kalıntıları mi var, düşüncesini gündeme getirdi.[10]
Ağzımız yandı, o da çok yandı. Onun için ayranı üfleyerek içiyoruz.
-Kara Harp Okulu’nun 30 Ağustos’taki mezuniyet töreninde Türkiye’yi ayağa kaldıran kılıçlı korsan yeminle ilgili sadece 2 teğmenin “ihraç talebiyle disipline sevk edilmesi” şaşkınlığa sebep oldu. TSK, son dönemde “Atatürkçülük” maskesi altında ve FETÖ’yü andıran taktiklerle örgütlenen gruplardan temizlenmezse, Türkiye yine 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz gibi darbe tehditleriyle karşı karşıya kalır. Cunta yapılanmaları ilk kez 10 Kasım 2023’te Tuzla Piyade Okulu’ndaki törende görünür olmuştu. 70 kadar teğmen, Atatürk karşıtı gördükleri 3 teğmenin kaldığı koğuşu bastı. Namaz kılan subaylar da WhatsApp’ta fişlendi. O dönem kışlada terör estiren 100’e yakın teğmenden sadece 4’ü ihraç edildi. Diğerleri göreve başlatıldı.[11]
-Yapılan eylemin mezun olmanın sevinciyle anlık gelişen bir durum olmadığı, önceden planlanarak organize edildiği ifade edildi.[12]
**************
Din öldürülecektir diye karar alan bir zihniyetin cami kapatıp kapatmadığını, ahıra ve meyhaneye çevirip çevrilmediğini, belgeler ortadayken tartışmaya hiç mahal yok.[13]
-CHP milletvekillerinin Meclis bütçe komisyonunda Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni laiklik üzerinden hedef alması üzerine verdiğini cevapta Bakan Yusuf Tekin, “Sizin anladığınız laiklik şu; 1940’lı yılları hatırlayın. Camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kur’an öğrenmesini yasaklamak. Siz bunları ‘laikliğin gereği’ olarak yaptınız. O zaman sizin laiklikten anladığınız şey ile benim laiklikten anladığım şey aynı değil. Laiklikten, bütün vatandaşların hangi dine inanırlarsa inansınlar; dini inanç ve ibadet hürriyetlerinin devlet garantisi altına alınmasını anlıyorum. Evrensel laiklikten yanayım. Sen Türkiye’ye özgü, kendi icat ettiğin bir laiklik kavramını bana dayatıyorsun.” ifadelerini kullanmıştı.
…Laiklik’ adı altında ceberut uygulamaları dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi:
“Kız çocuklarımız ile okulları arasında konan engelleri, başta başörtüsü yasağı olmak üzere birer birer ortadan kaldırdık. Birileri çıkıyor yakın tarihi yeniden yazmaya çalışıyor. Düne kadar kızlarımız başörtüsünden dolayı baskıya uğramamış, okuldan atılmamış, kadınlar memuriyetten ihraç edilmemiş gibi yalan yanlış konuşuyorlar. Bu çevrelerin safsata dedikleri acıları, zulümleri, yasakları, faşizmin her türlüsünü biz bizzat tecrübe ettik, iliklerimize kadar yaşadık.”
“28 Şubat döneminde güya irtica ile mücadele kılıfı altında aralarında kamu görevlilerinin de olduğu 6 milyon insanımız fişlendi. Yalnızca Milli Eğitim’de 33 bin öğretmen disiplin soruşturmasına uğradı. 11 bin 890 öğretmen disiplin cezası aldı. 11 bin öğretmen ise istifa ettirildi. Kamu bürokrasisi yanında ekonomiden siyasete, sivil toplumdan günlük hayata kadar her alanda milletimiz çok ağır baskılara maruz bırakıldı. Bakınız, daha üniversite kapılarında kurulan ikna odalarını, kürsüden zorla indirilen başarılı mezunları, eğitimlerini gözyaşlarıyla yarıda bırakan binlerce evladımızı, katsayı adaletsizliği sebebiyle hakları gasbedilen milyonlarca gencimizi burada saymıyorum. Bunlar ceberut laiklik uygulamalarının ayyuka çıktığı 1940’larda değil dikkatinizi çekiyorum, sadece 27 yıl önce bu ülkede, bu şehirde yaşandı. Muhalefet çevreleri bu utanç verici gerçekleri inkar etmek yerine kendi geçmişleriyle yüzleşmelidir.”[14]
****************
Dünya Yahudi işgalinde ve kıskacındadır.
ABD ve batının oyununa gelen Yahudi asıllı tiyatrocu Zelensky Ukrayna’yı hatta dünyayı yangına çevirdi, yakmaya çalışıyor.
Savaşı tiyatro zannediyor.
İsrail’de Netanyahu sadece Filistin’i değil, yine ABD ve batıyla birlikte ateşi Ortadoğu’ya yayıyor.
İki taraftan yapılan bu saldırı ile, Rusya, Çin, İran ve Türkiye hedef alınmaktadır.
-İsrail PKK el ele.
“PKK terör örgütü Suriye’deki işgal bölgelerinde baskıyı zulüm seviyesine taşıdı. Ailelerin elinden 17-35 yaş aralığındaki erkek ve kızlarını zorla alan PKK’nın son icraatı ise, İslam düşmanlığını resmî hâle getirmesi oldu.
Okullarda “Allah, Peygamber efendimiz, İslam, Kur’ân-ı kerim” düşmanlığını konu alan kitaplar “zorunlu ders” hâline getirildi. Bu konular yerine ilk ve orta dereceleri okullarda “ateizm, zerdüştlük ve terör elebaşı Öcalan’ın materyalizm merkezli anlatımları” ders olarak okutulmaya başlandı.”
-İsrail ve ABD sinsi planlarını uygulayarak, her zamanki gibi, Türkiye’ye doğrudan saldırarak değil de, PKK aparatını ve içteki piyonlarını harekete geçirip ayaklandırarak bu işi yapacaktır.
Darbeler ve 15 Temmuz’da olduğu gibi.
İran’a da aynı yöntemi uygulamaktadır.
-“CIA’nın Türk kökenli mensubu Ruzi Nazar bir toplantıda konuşuyor:
“Kürdistan’ı kurmak istiyorsak, Kürtleri kışkırtmak en kolay iş! Zor olan, Türkleri uyutacak birilerini bulmaktır! Bize iki adam lazım; biri dindar Müslümanları uyutacak, diğeri milliyetçilere ninni söyleyecek.”
Bir gazeteci; “Peki, Atatürkçü solcuları ne yapacaksınız?”
Ruzi Nazar, kendinden emin cevap verir:
“Türk solu vatansever mi, devrimci mi olacağına karar verene kadar biz Kürdistan’ı çoktan kurarız!” (Ruzi Nazar’ın kızı Sylvia Nasar’ın “Akıl Oyunları” adlı kitabından alıntıdır)
-İsrail yani MOSSAD yani Yahudiler ABD, Avrupa hatta İslam ülkelerinin lider ve önde gelenlerini fuhuş kasetleri ile kontrol ediyor.[15]
(WhatsApp’ta bir grup üyesinin, çok kitap okuduğunu, bunların dünyanın her yerini gezdirdiklerini ancak Yunus Emre’nin 40 yıl odun taşımasını anlamadığını yazması üzerine ele alınmıştır. )
Tasavvufta seyri sülukün manası ve hikmeti nedir?
Seyri Sülük, tasavvufta, bir müridin (öğrenci) Allah’a yakınlaşmak ve ruhsal olgunlaşmak için kat ettiği manevi yolculuğu ve bu yolda izlediği adımları ifade eder. Arapça kökeniyle “seyir” (yolculuk) ve “sülük” (yürümek, gitmek) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu terim, bir nevi ruhsal bir seyahat veya manevi bir gidişat anlamına gelir.
Seyri Sülük’ün Manası:
Seyri Sülük, müridin, nefsini terbiye etmek, Allah’a yaklaşmak, ahlaki olgunluğa erişmek ve kalbini saflaştırmak amacıyla kat ettiği manevi yolculuktur. Bu süreçte, mürid belirli bir rehber (şeyh veya mürşid) ve tasavvufi bir yöntemle ilerler. Seyri Sülük, genellikle tasavvufi bir disiplin içinde, ruhsal bir yükselişin aşamaları olarak kabul edilir ve müridin Allah’a doğru olan yolculuğu boyunca yaşadığı manevi tecrübeleri kapsar.
Seyri Sülük’ün Hikmeti:
Seyri Sülük, tasavvufun özüdür ve bir insanın gerçek manada ruhsal olgunluğa ulaşmasını, içsel huzur bulmasını ve Allah’a yakınlaşmasını sağlamak amacı taşır. Hikmeti, müridin içsel değişim ve dönüşüm geçirmesini sağlamak ve ona Allah’ın gerçekliğini, sevgi ve rahmetini daha derin bir şekilde kavratmaktır.
1. Nefsin Terbiyesi: Seyri Sülük, müridin egosunu (nefsini) terbiye etmesine ve Allah’a olan sevgisini arındırmasına olanak tanır. Nefsin en büyük engel olduğu kabul edilir, bu nedenle seyri sülük, müridin nefsani arzulardan arınmasını ve Allah’ın iradesine teslim olmasını hedefler.
2. Ruhsal Yükseliş: Bu yolculuk, bir insanın maneviyatını yükseltmesini sağlar. Mürid, nefsini terbiye ettikçe ve Allah’a yöneldikçe, içsel huzuru ve Allah’ın rahmetini daha fazla hisseder. Seyri Sülük, bir tür manevi olgunlaşma yoludur.
3. İlahi Aşk ve Tevhid: Seyri Sülük, müridi Allah’a daha yakın hale getirmeyi amaçlar. Tasavvuf öğretisinde, insanın gerçek amacı, Allah’ı her şeyin ötesinde görmesi ve O’na olan aşkını derinleştirmesidir. Bu yolculuk, bir bakıma, Allah ile birlik (tevhid) bilincine ulaşma sürecidir.
4. Toplum İçinde Hizmet: Seyri Sülük, yalnızca manevi bir yolculuk değil, aynı zamanda toplumla iç içe bir yaşam sürmeyi de kapsar. Bir mürid, mürşidinin rehberliğinde, hem kendi içsel gelişimini hem de çevresine hizmet etmeyi öğrenir. Zihinsel ve kalbi olarak olgunlaştıkça, toplumun da huzuru için çalışır.
Seyri Sülük’ün Aşamaları:
Seyri Sülük, genellikle birkaç aşamadan oluşur. Bu aşamalar, müridin manevi yolculuğundaki ilerleyişi simgeler ve tasavvuf okullarına göre farklılık gösterebilir. Ancak genel olarak şu şekilde özetlenebilir:
1. Şeriat (Dini Temeller): Seyri Sülük’ün ilk adımı, kişinin İslam’ın temel öğretilerini doğru şekilde yerine getirmesidir. Bu aşama, namaz, oruç, zekât gibi farz ibadetlerin yerine getirilmesi ve dinî hükümlerle uyum içinde yaşanması gerektiğini belirtir.
2. Tarikat (İçsel Yönelim): Tarikat, müridin manevi yolculuğunun ve rehberinin olduğu aşamadır. Burada, mürid, bir mürşid (şeyh) rehberliğinde manevi eğitim alır ve tasavvufi disiplinlere, zikirler ve ibadetler aracılığıyla derinleşir.
3. Hakiat (Gerçeklik): Hakiat, Allah’ın birliğini ve her şeyin O’ndan kaynaklandığını idrak etmeyi simgeler. Burada mürid, dünyadan elini eteğini çeker ve Allah’ın her şeydeki varlığını görmeye başlar.
4. Marifet (Bilgi ve Varlık): Marifet, Allah’ı tanımak ve O’nunla bir olmak anlamına gelir. Seyri Sülük’ün son aşamasında mürid, her şeyin özünün Allah olduğunu bilmeye başlar ve ilahi aşkı en derin şekilde hisseder.
Seyri Sülük Örnekleri:
1. Mevlana: Mevlana Celaleddin Rumi’nin yaşamı, seyri sülüğün en güzel örneklerinden biridir. Mevlana, şeyhi Şems-i Tebrizî’nin rehberliğinde içsel bir yolculuğa çıkmış, ızdırap ve aşk ile Allah’a doğru bir seyahat etmiştir. Mevlana’nın şiirleri, bu manevi yolculuğun derinliğini anlatır.
2. İbn Arabi: Tasavvufun önemli figürlerinden olan İbn Arabi de, seyri sülük yolunda birçok derin manevi tecrübeye sahipti. O, tasavvufi anlamda Allah’ın birliğini (vahdet-i vücud) keşfetmiş ve müridlerine Allah’ı tanımak için izlenmesi gereken yolculuğu öğretmiştir.
Sonuç:
Seyri Sülük, tasavvufun temel taşlarından biridir ve müridin Allah’a yaklaşmak, nefsini terbiye etmek ve manevi olgunlaşmak için yaptığı yolculuğun adıdır. Bu süreç, sabır, gayret ve rehberlik gerektiren bir yolculuk olup, müridin içsel huzura ermesini ve Allah ile daha yakın bir ilişki kurmasını sağlar. Seyri Sülük, sadece bir bireysel gelişim değil, aynı zamanda Allah’ın kudretine tanıklık etme ve tüm varlıkla birlik duygusunu hissetme yoludur.
@@@@@@@
Yunus Emre 40 yıl boyunca neden odun taşıdı, hikmeti nedir?
Yunus Emre’nin 40 yıl boyunca odun taşıması, onun derin bir tasavvufi öğretiye sahip olduğunu ve manevi olgunlaşma yolunda geçen yıllarını simgeler. Bu hikmet, zamanla özdeyiş haline gelmiş ve halk arasında Yunus Emre’nin içsel arayışını ve sabrını temsil eder. 40 yıl odun taşımasının birkaç farklı anlamı olabilir:
1. Manevi Sabır ve Azim: Yunus Emre, odun taşıma eylemini fiziksel bir zahmet olarak değil, manevi bir olgunlaşma süreci olarak kabul etmiştir. Tasavvufta, zorluklar ve sıkıntılar, kişinin nefsini terbiye etmesi ve Allah’a yakınlaşması için birer araçtır. Odun taşıma, bu zahmetli işin sabır, azim ve metinle yapılmasını sembolize eder.
. Dünya ve Ahiret Dengelemesi: Odun taşımak, Yunus’un dünyevi işlerle meşgul olmasına rağmen, kalbinde daima ahiret ve ilahi aşkı taşımayı başardığını gösterir. Bu, dünyadan elini eteğini çekip yalnızca maneviyatla meşgul olmanın, kişinin yaşamında dengesizliğe yol açabileceğini vurgular.
3. Toplum Hizmeti ve Alçakgönüllülük: Yunus Emre, odun taşıyarak halkın işlerine katkıda bulunan, alçakgönüllü bir öğretmendi. Toplum hizmetine olan bağlılığını ve kendi egosunu bir kenara koyarak halka faydalı olma çabasını gösterir. Tasavvufi öğretilerinde, gerçek erdemin, sadece insanlara öğretmekle değil, onlara hizmet etmekle de gerçekleşeceğini anlatır.
4. Manevi Yolculuk: 40 yıl boyunca odun taşıyan Yunus, aslında kendi içsel yolculuğunu gerçekleştirmiştir. Tasavvufi anlamda “40 yıl” bir olgunlaşma, temizlenme ve nefsin arındırılması sürecinin sembolüdür. Bu süre zarfında Yunus’un manevi gelişimi, derin bir iç yolculuğun sonucudur.
Sonuç olarak, Yunus Emre’nin 40 yıl boyunca odun taşıması, onun sabır, hizmet, manevi gelişim ve içsel arayışını simgeleyen bir metafordur. Bu hikmet, yaşamın zorlukları karşısında insanın ruhsal olgunluğa ulaşması için gösterdiği çabanın değerini vurgular.
@@@@@@@
Çile ne demek ve çile ile ne amaçlanmaktadır? Örnekleriyle açıklar mısın?
Eyvallah. Çile 40 gün anlamına gelir ancak bu seyir ve olgunlaşma 40 günden 40 yıla kadar bir seyir izler.
Çile, tasavvuf literatüründe, bir kişinin ruhsal olgunlaşma ve Allah’a yakınlaşma amacıyla gönüllü olarak çektiği manevi ve fiziksel sıkıntıları, zorlukları ifade eden bir terimdir. Çile, kelime olarak “zor bir iş” veya “çileli süreç” anlamına gelir ve genellikle kişinin nefsini terbiye etmesi, içsel temizliği ve Allah’a olan bağlılığını artırmak için katlandığı çeşitli ıstıraplar, yalnızlıklar ve zorluklar şeklinde tanımlanabilir. Çile, bir anlamda ruhsal arınmanın ve derinleşmenin yolu olarak kabul edilir.
Çile ile Amaçlananlar:
1. Nefsi Terbiye Etmek: Tasavvufta, insanın nefsi (benliği) en büyük engel olarak görülür. Çile, kişinin bu nefsani arzularını terbiye ederek, dünyevi bağlılıklardan kurtulmasını sağlar. Zorluklar karşısında sabır göstermek ve Allah’a yönelmek, nefsin ıslahını sağlar.
2. Manevi Gelişim ve Olgunlaşma: Çile, bir tür manevi eğitim olarak kabul edilir. Kişi, zor koşullar altında sabır ve metinle durarak ruhsal olarak olgunlaşır. Bu süreç, kişinin Allah’a olan sevgisini ve bağlılığını derinleştirir.
3. Dünya İlgisinden Arınmak: Tasavvufî anlayışa göre, dünyevi arzu ve isteklerden arınmak, insanın ahlaki ve manevi düzeyde yükselmesine yardımcı olur. Çile, kişinin dünya ile olan bağlarını kesmesine ve sadece ruhsal bir boyutta yaşamaya başlamasına yönelik bir süreçtir.
4. İçsel Yalnızlık ve Tevhit: Çile süreci, kişinin toplumsal hayattan bir süreliğine uzaklaşarak yalnız kalmasını, kendi iç dünyasına dönmesini sağlar. Bu yalnızlık, bir anlamda Allah ile olan ilişkiyi derinleştirme amacı taşır. Kişi, dış dünyanın gürültüsünden uzaklaşarak, ruhunu huzura kavuşturur.
Çile Örnekleri:
1. Mevlâna’nın Çilesi: Mevlâna Celaleddin Rumi, tasavvuf yolunda çok zor bir çile çekmiştir. Özellikle, Konya’da bir zamanlar sevdiklerinden uzak kalmak, dünya ile bağlarını kesmek için yaptıkları manevi bir yolculuk ve çile olarak kabul edilir. Bu süreçte, Mevlâna’nın ruhu derinleşmiş, içsel huzuru bulmuş ve ilahi aşkı keşfetmiştir.
2. Yunus Emre’nin Çilesi: Yunus Emre’nin de 40 yıl boyunca odun taşıma eylemi bir tür çiledir. Bu süre boyunca zahmetli bir işin içinde, halkla iç içe olup maddi ve manevi dünyadan uzaklaşmak, ona içsel bir arınma ve derinlik kazandırmıştır. Ayrıca, halk arasında yalnız kalma ve zaman zaman tecrit olma durumu da bir tür çiledir.
3. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Çilesi: Hacı Bektaş-ı Veli de, birçok mürşid gibi, müridlerine çile çekmenin önemini öğretmiştir. Hacı Bektaş, dergâhında yaşayan bir müridin, içsel olgunluğa erişebilmesi için bazı manevî çilelere girmesi gerektiğini savunmuştur. Bu, bazen yalnız kalmak, bazen de zorlu hizmetlerde bulunmak şeklinde kendini gösterebilir.
4. Süleyman Çelebi’nin Çilesi: Süleyman Çelebi, özellikle “Mevlid” adlı eserinde, Allah’a yakınlaşmak için ruhsal çilelerin gerekliliğinden bahseder. O da halkın içinde yer alarak, maneviyatını güçlendirmeye yönelik bazı içsel çilelere girmiştir.
Sonuç:
Çile, bir tasavvuf pratiği olarak, bireyin Allah’a daha yakın olabilmesi, nefsini terbiye edebilmesi ve ruhsal olgunlaşma yolunda ilerleyebilmesi için önemli bir araçtır. Çile, sadece bir zorluk değil, aynı zamanda derin bir içsel huzur ve manevi ödül vaat eden bir süreçtir.
@@@@@@@
Geçmişten günümüze başta peygamberler ve büyük zatlar bazen mağaralarda ve bazen dağların yüksek tepelerinde bir nevi inziva hayatı yaşamış ve mücerret bir hayat yaşamış, her şeyden kendilerini tecrit etmişlerdir. Bunların hikmet ve maslahat cihetleri nelerdir?
Peygamberler ve büyük zatların inziva hayatı yaşamaları, yani mağaralarda, dağların yüksek tepelerinde ya da yalnızlık içinde kalmaları, tasavvufi ve dini bir anlam taşır. Bu tür inzivaya çekilme eylemleri, onların manevi olgunlaşma süreçlerinin bir parçası olarak görülebilir ve bu davranışların çeşitli hikmetleri ve maslahatları vardır.
1. Allah’a Yakınlaşma ve İbadet İçin Dönüşüm
İnziva, insanın dış dünyadan ve dünyevi meşguliyetlerden uzaklaşarak, sadece Allah’a yönelmesi için bir fırsat sunar. Peygamberler ve büyük zatlar, bu yalnızlık dönemlerinde Allah’a daha yakın olabilmek, O’nun kudretini daha derin bir şekilde kavrayabilmek ve sürekli zikre dalmak amacıyla inzivaya çekilmişlerdir. İnsanın dış etkenlerden, toplumun gürültüsünden uzak kalması, kalbinin ve ruhunun arınmasına imkan verir. Bu, ruhsal olgunlaşma ve içsel huzura kavuşma için bir araçtır.
Örneğin, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Hira Mağarası’nda geçirdiği zaman, onun Allah ile daha derin bir ilişki kurmasına, kendisini dünya işlerinden soyutlamasına ve sadece vahye odaklanmasına olanak sağlamıştır. Hz. Muhammed’in inzivaya çekilmesi, aynı zamanda insanlara, içsel bir arınmanın ve sabrın önemini göstermektedir.
2. Nefsin Terbiyesi ve Dünyevi Arzulardan Arınma
İnziva, insanın nefsini terbiye etmek için önemli bir fırsattır. Dış dünyadaki her türlü dünyevi arzu ve zevki terk ederek, insan nefsini arındırabilir. Büyük zatlar, dünyevi arzulardan ve rahatlaktan uzaklaşarak, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı hedeflemişlerdir. İnziva, bir bakıma, egonun (nefsin) baskılanması ve insanın yalnızca ruhsal boyutta var olması için bir yöntemdir.
Örneğin, İbn Arabi gibi büyük mutasavvıflar, zahiri dünya ile olan bağlarını koparmış ve içsel huzura odaklanmışlardır. Bu tür inziva, kişinin Allah’a yönelmesinin bir yolu olarak görülür.
3. Zihinsel ve Ruhsal Temizlik
İnziva, insanın ruhsal ve zihinsel olarak temizlenmesini sağlar. Dış dünyadaki kaos, dikkat dağıtıcı unsurlar ve dünyevi işler, insanın kalbinin ve aklının kirlenmesine sebep olabilir. Peygamberler ve büyük zatlar, bu tür dışsal etmenlerden uzak durarak, zihinsel bir arınma süreci yaşar ve Allah’a odaklanabilirler. İnziva, insanın nefsini kontrol altına alıp, kalbini saf tutması için bir fırsattır.
Örneğin, Hz. Musa’nın Sina Dağı’nda geçirdiği zaman, onun manevi bir olgunlaşma sürecinin parçasıdır. Burada, sadece Allah’a yönelmiş ve her türlü dünyevi kaygıdan arınmıştır. Bu tür yalnızlıklar, bir tür ruhsal temizlik süreci olarak değerlendirilebilir.
4. Toplumdan Geçici Bir Uzaklaşma ve Yeni Bir Perspektif Kazanma
İnziva, bazen bir insanın toplumsal düzenden ve bireysel ilişkilerden geçici bir süreliğine uzaklaşarak, yeni bir bakış açısı kazanmasını sağlar. Peygamberler ve büyük zatlar, toplumların içinde yaşasalar da, zaman zaman bu tür inzivalara çekilerek, hem toplumlarına daha faydalı olabilmek için derinleşmiş bir anlayışa sahip olurlar, hem de toplumsal sorunlara çözüm önerileri getirebilirler.
Hz. İsa ve Hz. Musa gibi peygamberlerin inzivaya çekilmeleri, onların yalnızlık ve içsel bir huzurla halklarına daha iyi hizmet edebilmeleri için gerekli bir süreçtir. Bu inzivada Allah’a yakınlaşarak, insanlara nasıl daha doğru bir şekilde rehberlik edebileceklerini öğrenmişlerdir.
5. Vahiy ve İlahi İlhamı Kabul Etme
Birçok peygamber ve veli, inzivaya çekildiklerinde vahiy veya ilahi ilham almışlardır. İnziva, manevi olarak duyarlı olmayı ve İlahi ilhamı almayı kolaylaştırır. Peygamberler ve büyük zatlar, yalnızlık içinde kalırken, Allah’tan gelen vahiy veya ilhamları almış ve bu bilgileri toplumlarına iletmişlerdir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Hira Mağarası’nda vahiy almaya başlaması, Allah’ın özel ilhamının ve yönlendirmesinin bir örneğidir. Bu inziva, peygamberin halkına rehberlik etmek için gerekli bilgileri ve hikmetleri edinmesini sağlamıştır.
6. Zihinsel ve Ruhsal Derinleşme İçin Yalnızlık
İnziva, insanın yalnız kalması ve dış dünya ile olan ilişkilerden sıyrılması sayesinde, Allah’a dair derin düşüncelere dalabilmesini sağlar. Bu, kişinin ruhsal derinliğe inmesi, kalbinin sesini duyması ve Allah’ın varlığını daha yakından hissedebilmesi için gereklidir.
Büyük tasavvuf büyükleri, inziva sırasında dünya ile ilişkiyi keserek daha derin bir içsel yolculuğa çıkarlar. Bu, yalnızca kişisel bir gelişim değil, aynı zamanda bir ilahi aşk yolculuğudur. Örneğin, Mevlana ve Şems-i Tebrizî arasında yaşanan manevi ilişki, inziva sürecinin ilahi aşk ve derin düşüncelerle şekillendiğini gösterir.
Sonuç:
Peygamberlerin ve büyük zatların inzivaya çekilmelerinin hikmeti, onların içsel olarak Allah’a daha yakınlaşmalarını sağlamak, nefsini terbiye etmek, ilahi ilham almak ve halklarına doğru bir şekilde rehberlik edebilmeleri için manevi olgunlaşmalarını temin etmektir. Bu inzivalar, sadece bir yalnızlık süreci değil, aynı zamanda bir tür manevi derinleşme, ruhsal arınma ve içsel huzur bulma yolculuğudur. Inziva, bir insanın Allah ile olan ilişkisini güçlendirirken, aynı zamanda onun topluma ve insanlığa daha büyük bir hizmet sunmasına da olanak tanır.
@@@@@@@
Merhum Ali Ulvi Kurucu Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatında o zatın inziva hayatı ve sonrasını nasıl anlatıyor. Kendisinden dinleyelim;
“karanlık gece dalgalarını andıran korkunç küfür ve ilhad kabusunun Müslüman dünyasını ve dolayısıyla memleketimizi kaplamak üzere olduğu o tehlikeli günlerde, yatağından fırlayan bir aslan gibi, yanardağları andıran bir kükreyişle cihad meydanına atıldı. Bütün rahat ve huzurunu bu mukaddes davaya feda etti. Ve işte bu hikmete mebnîdir ki, o günden beri, her sözü bir dilim lav, her fikri bir ateş parçası olmuş; düştüğü gönülleri yakıyor, hisleri, fikirleri alevlendiriyor.
Büyük Üstadın tam bir uzlet ve inzivadan sonra, tekrar irşad ve cemiyet hayatına atılması, aynen İmam-ı Gazalî’nin hayatında geçirmiş olduğu o mühim ve tarihî merhaleye benzemektedir. Demek ki, Cenab-ı Hak, büyük mürşitleri, böyle, bir müddet inzivada terbiye, tasfiye ve tezkiye ettikten sonra tenvir ve irşad vazifesiyle mükellef kılıyor. Ve bu sebepledir ki, bir ma-i mukattardan daha temiz ve berrak olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalplere akseder etmez, bam başka tesirler icra ediyor.
Arz ettiğim gibi, İmam-ı Gazalî’nin bundan dokuz yüz sene evvel ahlak ve fazîlet sahasında yapmış olduğu fütuhatı, bu asırda, Bediüzzaman îman ve ihlas vadisinde başarmıştır.
Evet, Hazret-i Üstadı bu müthiş cihad meydanlarına sevk eden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur. Ve bunu bizzat kendisinden dinleyelim:
“Bana, `Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!.. ” https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/asa-yi-musa/medine-i-munevverede-bulunan-muhim-bir-alimin-bediuzzaman-said/250
@@@@@@
Bediüzzaman’ın talebelerinden merhum Ahmet Hüsrev bu hal ve haleti şöyle tasvir eyliyor;
“Evet, aziz Üstadım, ekser zamanlar ins ve cin şeytanlarının hücumlarından ve terbiye edemediğim âsi nefsimden gelen birtakım havâtır-ı şeytaniyeden kurtulmak için pek çok çabaladığım zamanlarım oluyordu. Kalb, bu gibi hâletten kurtulmak için inzivâ ararken, Nakşî kahramanlarının “Terk-i ukba, Terk-i ukba, Terk-i hesti, Terk-i hest” diye olan esâsâtı dimağıma ilişiyordu. Fakat bu söze cevap veren aziz Üstadımın beyanı arasında, “İnsan bir kalbden ibaret olsaydı, bu söz doğru olabilirdi. Halbuki, insanda, kalbden başka akıl, ruh, sır, nefis gibi mevcut olan letâif ve hâsseleri kendilerine mahsus vezaife sevk ederek zengin bir dairede, kalbin kumandası altında ifâ-yı ubudiyeti” tavsiye buyuruluyor. Güneş gibi böyle hakikatleri izhar eden böyle nurlu düsturlar talebelerinde esas olduğu için, sâlifü’l-arz havâtıra çare arıyordum.” https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/barla-lahikasi/yirmi-yedinci-mektubun-ucuncu-kismi-ve-ucuncu-zeylinin-nihayetidir/127
@@@@@@@
İkinci Sual: Sen eskide şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit onları medeniyet ve terakkiyâta çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan “mimsiz” diyerek hayât-ı içtimâiyeden çekildin, inzivâya sokuldun?
Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i Garbiye, semâvî kànun-u esâsîlere muhâlif olarak hareket ettiği için séyyiâtı hasenâtına; hatâları, zararlari fâidelerine râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayât-ı dünyevîye bozuldu. İktisat, kanaat yerine, israf ve sefâhet; ve sa’y ve hizmet yerine, tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından bîçâre beşeri hem gàyet fakir, hem gàyet tembel eyledi. Semâvî Kur’ân’ın kànun-u esâsîsi;
kulu veşrabu vela tusrifu ,
leyse lil insâni illâ mâ seâ.
fermân-ı esâsîsi ile beşerin saadet-i hayâtiyesi iktisat ve sâ’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir. https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/hutbe-i-samiye/hutbe-i-samiye-nin-ikinci-zeylinin-ikinci-kismi/156
@@@@@@@
İkinci Sualiniz: Neden vesika almak için müracaat etmiyorsun?
Elcevap: Şu meselede ben kaderin mahkûmuyum, ehl-i dünyanın mahkûmu değilim. Kadere müracaat ediyorum. Ne vakit izin verirse, rızkımı buradan ne vakit keserse, o vakit giderim. Şu mânânın hakikati şudur ki:
Başa gelen her işte iki sebep var: biri zâhirî, diğeri hakikî. Ehl-i dünya zâhirî bir sebep oldu, beni buraya getirdi. Kader-i İlâhî ise, sebeb-i hakikîdir; beni bu inzivâya mahkûm etti. Sebeb-i zâhîrî zulmetti, sebeb-i hakikî ise adalet etti. Zâhirîsi şöyle düşündü: “Şu adam ziyadesiyle ilme ve dine hizmet eder; belki dünyamıza karışır” ihtimaliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulmetti. Kader-i İlâhî ise, benim için gördü ki, hakkıyla ve ihlâsla ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti. Onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rahmete çevirdi.
Madem ki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir; ona müracaat ederim. Zâhîrî sebep ise, zaten bahane nevinden birşeyleri var. Demek onlara müracaat mânâsızdır. Eğer onların elinde bir hak veya kuvvetli bir esbab bulunsaydı, o vakit onlara karşı da müracaat olunurdu.
Örnek almak ile taklit etmek arasındaki farkı örnekleriyle anlatılır mısın
Hendekler sonra ikindi namazını beni Kureyza yurdunda kılmalarını söyledi. İki kısma ayrıldılar bir kısmı yolda kıldı, diğeri namazın geçme tehlikesine karşı yolda kılmadı. Peygamberimize sorulduğunda ikisine de bir şey dememiş, onaylamıştır. Ancak burada taklit ile şuurlu bir uygulama olması lazım, Allah’ın emri namaz ve peygamberin sözü.
@@@@@@@ -Son zamanlarda kendisini dini araştırmalara veren Avustralyalı müzisyen Lily Jay, yapay zeka botu ChatGPT’den Kur’an-ı Kerim ayetlerine benzer bir ayet oluşturmasını istedi. ChatGPT, “Kur’an Allah’ın kelamıdır ve eşsiz, insanüstü bir dile sahiptir. Bu nedenle taklit edilmesi imkansızdır” cevabını vererek Jay’in isteğini yerine getiremedi. Aynı soru İncil için sorulunca, yapay zekâ ‘ChatGPT İncili’ adında yeni bir İncil oluşturarak kendi kelimeleriyle bir ayet yazdı.
-Örnek almak ile taklit etmek arasında derin bir fark vardır. Örnek almak, bir kişinin davranışlarını veya hayat tarzını temel alarak kendi yaşamına uygun bir şekilde uyarlamaktır. Bu, kişinin kendi karakterine ve özgünlüğüne zarar vermeden gerçekleşir. Taklit etmek ise bir kişiyi olduğu gibi kopyalamak, sorgulamadan ve kendine özgü bir katkı sağlamadan birebir benzemeye çalışmaktır.
Farkları ve Örnekler
1. Örnek Almak
Özellikleri:
Kişi, bir başkasının davranışlarını, ahlakını, çalışma yöntemlerini anlamaya çalışır ve bunları kendi koşullarına uygun hale getirir.
Yaratıcılık ve bireysellik korunur.
Bir gelişim ve öğrenme sürecidir.
Örnek:
Bir öğrenci, başarılı bir arkadaşının ders çalışma yöntemlerini gözlemleyip kendi programını oluşturur. O kişinin sabah erken kalkıp ders çalıştığını görür ve kendisi de erken kalkmaya başlar, ancak çalışma tarzını kendi ihtiyaçlarına göre düzenler.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hayatındaki güzel ahlakı örnek almak: Onun hoşgörüsünü, dürüstlüğünü kendi yaşamımızda uygulamak ama bunu yaparken bireyselliğimizi korumak.
2. Taklit Etmek
Özellikleri:
Kişi, bir başkasını sorgulamadan ve olduğu gibi kopyalamaya çalışır.
Kendine özgü düşünce ve davranış biçimi geliştirmez.
Genellikle yüzeysel ve geçici bir çabadır.
Örnek:
Aynı öğrencinin, başarılı arkadaşının yaptığı her şeyi sorgulamadan birebir yapmaya çalışması: Aynı saatlerde aynı kitaplara çalışması, ancak kendi öğrenme tarzını hiç dikkate almaması. Bu durum onun için etkisiz olabilir çünkü herkesin öğrenme tarzı farklıdır.
Birinin modadaki her yeni trendi sorgulamadan birebir uygulaması, bu kıyafetlerin ona uygun olup olmadığını düşünmeden aynı görünümü kopyalaması.
Başka Alanlardan Örnekler
1. Mesleki Hayat:
Örnek almak: Bir iş insanı, başarılı bir girişimcinin stratejilerini öğrenip kendi işine uygun bir şekilde uyarlayabilir. Örneğin, müşteri memnuniyetine önem veren bir girişimciyi gözlemleyip, kendi iş modelinde de müşteri odaklı bir yaklaşım benimseyebilir.
Taklit etmek: Aynı girişimcinin yaptığı her şeyi birebir kopyalamaya çalışmak (örneğin, aynı reklam sloganlarını kullanmak) genellikle başarısızlıkla sonuçlanır çünkü her işletmenin farklı koşulları vardır.
2. Sanat ve Üreticilik:
Örnek almak: Bir ressam, ünlü bir sanatçının tekniklerini inceleyip, bu teknikleri kendi tarzına uygun bir şekilde uygulayabilir.
Taklit etmek: Aynı ressam, o sanatçının eserlerini birebir kopyalamaya çalışırsa, bu sadece kopyacılık olur ve yaratıcılık barındırmaz.
3. Ahlak ve Davranışlar:
Örnek almak: Bir kişi, dürüst bir liderin prensiplerini hayatına uyarlayabilir (dürüstlük, adalet, hoşgörü gibi).
Taklit etmek: Aynı liderin konuşma tarzını, jest ve mimiklerini birebir kopyalamaya çalışırsa, bu yapmacık bir davranış olur.
Sonuç
Örnek almak, öğrenme ve gelişme sürecine katkı sağlar. Taklit etmek ise bireyselliği zayıflatır ve kişiyi yüzeyselliğe iter. Örnek alırken kişinin kendi koşullarını, yeteneklerini ve sınırlarını göz önünde bulundurması gerekir. Özgünlük, başarıya ve kişisel gelişime giden yolda en önemli unsurdur.
Peygamber Efendimiz Rabbimizi nasıl bildirmekte ve anlatmaktadır? – Maide.116. Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” İsa da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin.”
-Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’ı (Celle Celaluhu) tanıtma ve anlatma konusunda en güzel örnek ve rehberdir. Onun Allah’ı anlatışı hem Kur’an-ı Kerim’e dayanmakta hem de kendi sünnetinde görülen derin hikmet ve samimiyetle şekillenmiştir. Peygamber Efendimiz, Allah’ın zatını, sıfatlarını ve insanlarla olan ilişkisini çeşitli şekillerde öğretmiştir. İşte bu konudaki bazı temel başlıklar:
1. Allah’ı Kur’an Ayetleriyle Tanıtması
Peygamber Efendimiz, Allah’ı anlatırken Kur’an-ı Kerim’i rehber edinmiş ve Allah’ın kendi zatını nasıl tanıttığını tebliğ etmiştir. Özellikle Allah’ın birliğini ve eşsizliğini şu ayetlerle öğretmiştir:
Allah’ın birliği:
“De ki: O Allah birdir. Allah Samed’dir (her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir).” (İhlas, 112:1-2)
Allah’ın benzersizliği:
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” (Şura, 42:11)
Peygamberimiz, bu ayetleri açıklayarak Allah’ın yalnızca tapılmaya layık bir Rab olduğunu, hiçbir ortağı bulunmadığını ve O’nun her şeyi kuşatan bir ilme sahip olduğunu insanlara anlatmıştır.
2. Allah’ın Güzel İsimlerini (Esmaü’l-Hüsna) Öğretmesi
Peygamber Efendimiz, Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sını insanlara tanıtmış ve bu isimlerin O’nun sıfatlarını ve özelliklerini ifade ettiğini vurgulamıştır. Hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın 99 ismi vardır. Kim onları ezberler, anlar ve yaşarsa cennete girer.” (Buhari, Tevhid 12)
Bu isimler arasında Rahman, Rahim, Alim, Hâkim gibi isimler Allah’ın rahmetini, adaletini ve hikmetini anlamayı kolaylaştırmıştır. Peygamberimiz, Allah’ın isimleri üzerinde tefekkür etmeyi ve bu isimlerin anlamını idrak etmeyi tavsiye etmiştir.
3. Allah’ın Rahmet ve Merhametini Vurgulaması
Peygamber Efendimiz, Allah’ın rahmetinin ve merhametinin sınırsız olduğunu özellikle vurgulamıştır. İnsanları Allah’ın affediciliğine, bağışlayıcılığına ve şefkatine yönlendirmiştir:
“Allah, kullarına karşı annelerinden daha merhametlidir.” (Buhari, Edeb 18)
“Allah, rahmetini yüz parçaya ayırdı. Bunlardan birini dünya için indirdi. Bu bir parça ile insanlar, cinler, hayvanlar birbirine şefkat gösterir. Geri kalan 99’u ise ahiret için sakladı.” (Müslim, Tevbe 21)
4. Allah ile Kulluğun İlişkisini Anlatması
Peygamber Efendimiz, insanın Allah ile olan ilişkisinin sevgi, saygı ve kulluk üzerine kurulu olması gerektiğini öğretmiştir. Bu bağlamda:
Allah’a dua ve ibadetin önemi:
“Dua ibadetin özüdür.” (Tirmizi, Deavat 1) Peygamberimiz, Allah’a yönelmenin ve O’ndan istemenin insanın kulluk görevi olduğunu öğretmiştir.
Allah’a teslimiyetin gerekliliği: Peygamber Efendimiz, Allah’ın her şeyin sahibi ve yöneticisi olduğunu, bu nedenle O’na teslim olmanın huzura ve kurtuluşa vesile olduğunu öğretmiştir.
5. Allah’ın Adaletini ve Kudretini Vurgulaması
Peygamberimiz, Allah’ın mutlak adalet sahibi olduğunu ve her şeyin O’nun ilmi ve takdiri altında gerçekleştiğini ifade etmiştir:
“Allah zulmetmez, kullarına da zulmetmeyi yasaklamıştır.” (Müslim, Birr 55)
“Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. O, her şeye gücü yetendir.” (Hadid, 57:2)
Allah’ın her şeyi gören, bilen ve hükmeden bir Rab olduğunu sık sık dile getirerek, insanların adaletli olmaya ve sorumluluklarının farkında olmaya yönelmesini istemiştir.
6. Allah ile İnsanın Yakınlığına Dikkat Çekmesi
Peygamber Efendimiz, Allah’ın insanlara çok yakın olduğunu ve kullarının ihtiyaçlarını, dualarını işittiğini öğretmiştir:
“Allah, bir kulunun kendisine bir karış yaklaştığını görürse ona bir arşın yaklaşır. Kul ona bir arşın yaklaşırsa Allah ona daha fazla yaklaşır.” (Buhari, Tevhid 15)
“Allah size şah damarınızdan daha yakındır.” (Kaf, 50:16)
Bu ifadelerle Allah’ın uzak bir varlık olmadığını, kullarına her an yakın olduğunu ve dualarını kabul ettiğini vurgulamıştır.
7. Tefekkür ve Allah’ın Ayetleriyle Anlatması
Peygamberimiz, Allah’ın varlığını ve büyüklüğünü anlamak için insanları kainat üzerinde düşünmeye davet etmiştir.
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sahipleri için deliller vardır.” (Ali İmran, 3:190)
Peygamberimiz bu ayeti sık sık okuyarak insanları Allah’ın yarattığı mucizeler üzerinde tefekkür etmeye çağırmıştır.
8. Allah Korkusu ve Ümit Dengesi
Peygamber Efendimiz, Allah’a karşı sevgi, korku ve ümit arasında bir denge kurmayı öğütlemiştir. İnsanları hem Allah’tan korkmaya hem de O’nun rahmetinden ümit kesmemeye yönlendirmiştir:
“Akıllı kişi, nefsini kontrol altına alan ve ölümden sonrası için çalışan kişidir.” (Tirmizi, Kıyamet 25)
“Allah, kulunun tövbesine, çorak bir çölde kaybettiği devesini bulan birinden daha çok sevinir.” (Buhari, Tevbe 1)
9. Allah’ın Affediciliğini ve Tövbe Kapısını Hatırlatması
Peygamber Efendimiz, Allah’ın sonsuz bağışlayıcılığını sürekli vurgulamış ve insanları tövbe etmeye teşvik etmiştir:
“Kul günah işlediği zaman, Rabbine dönüp tövbe ederse Allah, o günahı hiç işlememiş gibi affeder.” (Müslim, Tevbe 29)
Sonuç
Peygamber Efendimiz, Allah’ı hem Kur’an ayetleriyle hem de kendi söz ve davranışlarıyla insanlara tanıtmış ve öğretmiştir. Allah’ın birliği, kudreti, rahmeti, adaleti ve kullarıyla olan yakınlığını vurgulamış; insanları hem sevgiyle O’na yönelmeye hem de saygıyla kulluk etmeye davet etmiştir. Peygamberimizin Allah’ı anlatışı, insanları O’na yakınlaştırmayı ve O’nun huzurunda bilinçli bir kul olmayı hedeflemiştir.