ÖRNEK ALMAK İLE TAKLİT ETMEK ARASINDAKİ FARK

ÖRNEK ALMAK İLE TAKLİT ETMEK ARASINDAKİ FARK

BAK:  https://www.youtube.com/watch?v=CrC_Ku6IKvs   

Örnek almak ile taklit etmek arasındaki farkı örnekleriyle anlatılır mısın

Hendekler sonra ikindi namazını beni Kureyza yurdunda kılmalarını söyledi. İki kısma ayrıldılar bir kısmı yolda kıldı, diğeri namazın geçme tehlikesine karşı yolda kılmadı.
Peygamberimize sorulduğunda ikisine de bir şey dememiş, onaylamıştır.
Ancak burada taklit ile şuurlu bir uygulama olması lazım, Allah’ın emri namaz ve peygamberin sözü.

@@@@@@@
-Son zamanlarda kendisini dini araştırmalara veren Avustralyalı müzisyen Lily Jay, yapay zeka botu ChatGPT’den Kur’an-ı Kerim ayetlerine benzer bir ayet oluşturmasını istedi. ChatGPT, “Kur’an Allah’ın kelamıdır ve eşsiz, insanüstü bir dile sahiptir. Bu nedenle taklit edilmesi imkansızdır” cevabını vererek Jay’in isteğini yerine getiremedi. Aynı soru İncil için sorulunca, yapay zekâ ‘ChatGPT İncili’ adında yeni bir İncil oluşturarak kendi kelimeleriyle bir ayet yazdı.

-Örnek almak ile taklit etmek arasında derin bir fark vardır. Örnek almak, bir kişinin davranışlarını veya hayat tarzını temel alarak kendi yaşamına uygun bir şekilde uyarlamaktır. Bu, kişinin kendi karakterine ve özgünlüğüne zarar vermeden gerçekleşir. Taklit etmek ise bir kişiyi olduğu gibi kopyalamak, sorgulamadan ve kendine özgü bir katkı sağlamadan birebir benzemeye çalışmaktır.

Farkları ve Örnekler

1. Örnek Almak

Özellikleri:

Kişi, bir başkasının davranışlarını, ahlakını, çalışma yöntemlerini anlamaya çalışır ve bunları kendi koşullarına uygun hale getirir.

Yaratıcılık ve bireysellik korunur.

Bir gelişim ve öğrenme sürecidir.

Örnek:

Bir öğrenci, başarılı bir arkadaşının ders çalışma yöntemlerini gözlemleyip kendi programını oluşturur. O kişinin sabah erken kalkıp ders çalıştığını görür ve kendisi de erken kalkmaya başlar, ancak çalışma tarzını kendi ihtiyaçlarına göre düzenler.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hayatındaki güzel ahlakı örnek almak: Onun hoşgörüsünü, dürüstlüğünü kendi yaşamımızda uygulamak ama bunu yaparken bireyselliğimizi korumak.

2. Taklit Etmek

Özellikleri:

Kişi, bir başkasını sorgulamadan ve olduğu gibi kopyalamaya çalışır.

Kendine özgü düşünce ve davranış biçimi geliştirmez.

Genellikle yüzeysel ve geçici bir çabadır.

Örnek:

Aynı öğrencinin, başarılı arkadaşının yaptığı her şeyi sorgulamadan birebir yapmaya çalışması: Aynı saatlerde aynı kitaplara çalışması, ancak kendi öğrenme tarzını hiç dikkate almaması. Bu durum onun için etkisiz olabilir çünkü herkesin öğrenme tarzı farklıdır.

Birinin modadaki her yeni trendi sorgulamadan birebir uygulaması, bu kıyafetlerin ona uygun olup olmadığını düşünmeden aynı görünümü kopyalaması.

Başka Alanlardan Örnekler

1. Mesleki Hayat:

Örnek almak: Bir iş insanı, başarılı bir girişimcinin stratejilerini öğrenip kendi işine uygun bir şekilde uyarlayabilir. Örneğin, müşteri memnuniyetine önem veren bir girişimciyi gözlemleyip, kendi iş modelinde de müşteri odaklı bir yaklaşım benimseyebilir.

Taklit etmek: Aynı girişimcinin yaptığı her şeyi birebir kopyalamaya çalışmak (örneğin, aynı reklam sloganlarını kullanmak) genellikle başarısızlıkla sonuçlanır çünkü her işletmenin farklı koşulları vardır.

2. Sanat ve Üreticilik:

Örnek almak: Bir ressam, ünlü bir sanatçının tekniklerini inceleyip, bu teknikleri kendi tarzına uygun bir şekilde uygulayabilir.

Taklit etmek: Aynı ressam, o sanatçının eserlerini birebir kopyalamaya çalışırsa, bu sadece kopyacılık olur ve yaratıcılık barındırmaz.

3. Ahlak ve Davranışlar:

Örnek almak: Bir kişi, dürüst bir liderin prensiplerini hayatına uyarlayabilir (dürüstlük, adalet, hoşgörü gibi).

Taklit etmek: Aynı liderin konuşma tarzını, jest ve mimiklerini birebir kopyalamaya çalışırsa, bu yapmacık bir davranış olur.

Sonuç

Örnek almak, öğrenme ve gelişme sürecine katkı sağlar. Taklit etmek ise bireyselliği zayıflatır ve kişiyi yüzeyselliğe iter. Örnek alırken kişinin kendi koşullarını, yeteneklerini ve sınırlarını göz önünde bulundurması gerekir. Özgünlük, başarıya ve kişisel gelişime giden yolda en önemli unsurdur.

 

Loading

No ResponsesKasım 29th, 2024

PEYGAMBERİMİZ RABBİMİZİ NASIL TANITIYOR

PEYGAMBERİMİZ RABBİMİZİ NASIL TANITIYOR

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=iphW8h34CN8

Peygamber Efendimiz Rabbimizi nasıl bildirmekte ve anlatmaktadır?
– Maide.116. Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” İsa da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin.”

-Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’ı (Celle Celaluhu) tanıtma ve anlatma konusunda en güzel örnek ve rehberdir. Onun Allah’ı anlatışı hem Kur’an-ı Kerim’e dayanmakta hem de kendi sünnetinde görülen derin hikmet ve samimiyetle şekillenmiştir. Peygamber Efendimiz, Allah’ın zatını, sıfatlarını ve insanlarla olan ilişkisini çeşitli şekillerde öğretmiştir. İşte bu konudaki bazı temel başlıklar:

1. Allah’ı Kur’an Ayetleriyle Tanıtması

Peygamber Efendimiz, Allah’ı anlatırken Kur’an-ı Kerim’i rehber edinmiş ve Allah’ın kendi zatını nasıl tanıttığını tebliğ etmiştir. Özellikle Allah’ın birliğini ve eşsizliğini şu ayetlerle öğretmiştir:

Allah’ın birliği:

“De ki: O Allah birdir. Allah Samed’dir (her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir).” (İhlas, 112:1-2)

Allah’ın benzersizliği:

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” (Şura, 42:11)

Peygamberimiz, bu ayetleri açıklayarak Allah’ın yalnızca tapılmaya layık bir Rab olduğunu, hiçbir ortağı bulunmadığını ve O’nun her şeyi kuşatan bir ilme sahip olduğunu insanlara anlatmıştır.

2. Allah’ın Güzel İsimlerini (Esmaü’l-Hüsna) Öğretmesi

Peygamber Efendimiz, Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sını insanlara tanıtmış ve bu isimlerin O’nun sıfatlarını ve özelliklerini ifade ettiğini vurgulamıştır. Hadislerinde şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın 99 ismi vardır. Kim onları ezberler, anlar ve yaşarsa cennete girer.” (Buhari, Tevhid 12)

Bu isimler arasında Rahman, Rahim, Alim, Hâkim gibi isimler Allah’ın rahmetini, adaletini ve hikmetini anlamayı kolaylaştırmıştır. Peygamberimiz, Allah’ın isimleri üzerinde tefekkür etmeyi ve bu isimlerin anlamını idrak etmeyi tavsiye etmiştir.

3. Allah’ın Rahmet ve Merhametini Vurgulaması

Peygamber Efendimiz, Allah’ın rahmetinin ve merhametinin sınırsız olduğunu özellikle vurgulamıştır. İnsanları Allah’ın affediciliğine, bağışlayıcılığına ve şefkatine yönlendirmiştir:

“Allah, kullarına karşı annelerinden daha merhametlidir.” (Buhari, Edeb 18)

“Allah, rahmetini yüz parçaya ayırdı. Bunlardan birini dünya için indirdi. Bu bir parça ile insanlar, cinler, hayvanlar birbirine şefkat gösterir. Geri kalan 99’u ise ahiret için sakladı.” (Müslim, Tevbe 21)

4. Allah ile Kulluğun İlişkisini Anlatması

Peygamber Efendimiz, insanın Allah ile olan ilişkisinin sevgi, saygı ve kulluk üzerine kurulu olması gerektiğini öğretmiştir. Bu bağlamda:

Allah’a dua ve ibadetin önemi:

“Dua ibadetin özüdür.” (Tirmizi, Deavat 1)
Peygamberimiz, Allah’a yönelmenin ve O’ndan istemenin insanın kulluk görevi olduğunu öğretmiştir.

Allah’a teslimiyetin gerekliliği:
Peygamber Efendimiz, Allah’ın her şeyin sahibi ve yöneticisi olduğunu, bu nedenle O’na teslim olmanın huzura ve kurtuluşa vesile olduğunu öğretmiştir.

5. Allah’ın Adaletini ve Kudretini Vurgulaması

Peygamberimiz, Allah’ın mutlak adalet sahibi olduğunu ve her şeyin O’nun ilmi ve takdiri altında gerçekleştiğini ifade etmiştir:

“Allah zulmetmez, kullarına da zulmetmeyi yasaklamıştır.” (Müslim, Birr 55)

“Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. O, her şeye gücü yetendir.” (Hadid, 57:2)

Allah’ın her şeyi gören, bilen ve hükmeden bir Rab olduğunu sık sık dile getirerek, insanların adaletli olmaya ve sorumluluklarının farkında olmaya yönelmesini istemiştir.

6. Allah ile İnsanın Yakınlığına Dikkat Çekmesi

Peygamber Efendimiz, Allah’ın insanlara çok yakın olduğunu ve kullarının ihtiyaçlarını, dualarını işittiğini öğretmiştir:

“Allah, bir kulunun kendisine bir karış yaklaştığını görürse ona bir arşın yaklaşır. Kul ona bir arşın yaklaşırsa Allah ona daha fazla yaklaşır.” (Buhari, Tevhid 15)

“Allah size şah damarınızdan daha yakındır.” (Kaf, 50:16)

Bu ifadelerle Allah’ın uzak bir varlık olmadığını, kullarına her an yakın olduğunu ve dualarını kabul ettiğini vurgulamıştır.

7. Tefekkür ve Allah’ın Ayetleriyle Anlatması

Peygamberimiz, Allah’ın varlığını ve büyüklüğünü anlamak için insanları kainat üzerinde düşünmeye davet etmiştir.

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sahipleri için deliller vardır.” (Ali İmran, 3:190)

Peygamberimiz bu ayeti sık sık okuyarak insanları Allah’ın yarattığı mucizeler üzerinde tefekkür etmeye çağırmıştır.

8. Allah Korkusu ve Ümit Dengesi

Peygamber Efendimiz, Allah’a karşı sevgi, korku ve ümit arasında bir denge kurmayı öğütlemiştir. İnsanları hem Allah’tan korkmaya hem de O’nun rahmetinden ümit kesmemeye yönlendirmiştir:

“Akıllı kişi, nefsini kontrol altına alan ve ölümden sonrası için çalışan kişidir.” (Tirmizi, Kıyamet 25)

“Allah, kulunun tövbesine, çorak bir çölde kaybettiği devesini bulan birinden daha çok sevinir.” (Buhari, Tevbe 1)

9. Allah’ın Affediciliğini ve Tövbe Kapısını Hatırlatması

Peygamber Efendimiz, Allah’ın sonsuz bağışlayıcılığını sürekli vurgulamış ve insanları tövbe etmeye teşvik etmiştir:

“Kul günah işlediği zaman, Rabbine dönüp tövbe ederse Allah, o günahı hiç işlememiş gibi affeder.” (Müslim, Tevbe 29)

Sonuç

Peygamber Efendimiz, Allah’ı hem Kur’an ayetleriyle hem de kendi söz ve davranışlarıyla insanlara tanıtmış ve öğretmiştir. Allah’ın birliği, kudreti, rahmeti, adaleti ve kullarıyla olan yakınlığını vurgulamış; insanları hem sevgiyle O’na yönelmeye hem de saygıyla kulluk etmeye davet etmiştir. Peygamberimizin Allah’ı anlatışı, insanları O’na yakınlaştırmayı ve O’nun huzurunda bilinçli bir kul olmayı hedeflemiştir.

 

Loading

No ResponsesKasım 29th, 2024

4 AYETLE İNSAN ÖZELLİĞİ

4 AYETLE İNSAN ÖZELLİĞİ

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=wzrJYZAR5Ms 
Asr Suresi.2-” İnsan mutlaka ziyandadır.”
Ayeti ve hac.66. “İnsan gerçekten çok nankördür.”
Adiyat.6.”Kuşkusuz o insan Rabb’ine karşı çok nankördür.”
Alak.(6-7) Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.”
Ayetlerinin ifade ettiği ve tefsirlerdeki izahı ve ayetlerin iniş sebebi nedir?

Bahsettiğiniz ayetler, insanoğlunun genel özelliklerini, zaaflarını ve Allah’a karşı duruşunu ifade eden temel uyarılardır. Her biri, insanın yaratılışı gereği taşıdığı zayıflıkları ve bu zaafların nelere yol açabileceğini bildirerek, bir uyarı ve ibret vesilesi sunar. Aşağıda, her bir ayetin tefsiri ve iniş sebepleriyle ilgili özet bilgiler verilmiştir:

1. Asr Suresi, 2: “İnsan mutlaka ziyandadır.”

Tefsir:

Bu ayetteki “ziyandadır” ifadesi, insanın ömrünü Allah’ın rızasına uygun şekilde değerlendirmediği takdirde zararda olacağını ifade eder. İnsan; zamanı, aklı ve imkânlarını boşa harcayarak ahirette pişmanlık yaşayabilir. Ancak, surenin devamında (Asr, 3), bu zarardan kurtulmanın yolu açıklanır: İman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye etmek.

İmam Kurtubî, bu ayetin tüm insanlığı kapsadığını, ancak Allah’a ve O’nun emirlerine uyanların bundan istisna tutulduğunu belirtir.

Nüzul Sebebi:

Bu ayet, insanın hayatını Allah’ın belirlediği ölçülere göre yönlendirmediğinde kesin bir kayıpta olacağını vurgulamak için indirilmiştir. Belirli bir nüzul sebebi olmamakla birlikte, genel bir öğüt ve uyarı niteliğindedir.

2. Hac Suresi, 66: “İnsan gerçekten çok nankördür.”

Tefsir:

Bu ayet, Allah’ın insanlara sayısız nimetler verdiğini, ancak çoğunun bu nimetlere karşı şükürsüzlük ettiğini ifade eder. İnsan, dünyadaki nimetleri Allah’tan değil de başka yerlerden geldiğini zannederek nankörlük yapar.

Müfessirler, burada Allah’ın özellikle yaratılış, hayat verme ve ölüm gibi büyük nimetlerini kastettiğini vurgular. İnsan bunları düşünmek yerine geçici dünyevi işlere dalar.

Nüzul Sebebi:

İnsanların Allah’ın nimetlerini görmezden gelip şirk koşmalarına ve nankörlük etmelerine yönelik bir uyarıdır. Belirli bir olayla sınırlı değildir; insanlık geneline hitap eder.

3. Adiyat Suresi, 6: “Kuşkusuz o insan Rabb’ine karşı çok nankördür.”

Tefsir:

“Nankörlük” (küfran), insanın Allah’ın nimetlerini inkâr etmesi, O’na karşı isyan etmesi veya unutarak gaflet içinde yaşaması anlamına gelir.

İbn Kesir, bu ayetteki “insan” kelimesinin genel olarak bütün insanlığı temsil ettiğini, ancak özellikle dünya sevgisine dalıp ahireti unutanları kastettiğini belirtir. İnsan, kendisine verilen nimetlere rağmen Allah’a yönelmekte eksik davranır.

Nüzul Sebebi:

İnsanların mallarına ve dünyevi değerlerine aşırı derecede düşkün olup, Allah’a karşı olan görevlerini unutmalarına dikkat çekmek için indirilmiştir. Surenin genel bağlamı, dünya ve ahiret arasında bir denge kurma gerekliliğine işaret eder.

4. Alak Suresi (6-7): “Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.”

Tefsir:

Bu ayetler, insanın kibirlenme ve kendini yeterli görme eğilimine dikkat çeker. Allah’tan bağımsız olduğunu zanneden insan, sınırları aşarak isyana yönelebilir.

Fahreddin Râzi, bu ayetleri insanın mal ve mevki sahibi olduğunda Allah’a daha az yönelme eğilimine vurgu olarak açıklar. İnsan, aslında Allah’a muhtaç olduğunu unutarak gaflete düşer.

Nüzul Sebebi:

Alak Suresi’nin bu ayetlerinin, Mekke müşriklerinden Ebû Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir. Ebû Cehil, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ibadet ettiği için baskı uygulamış ve azgınlıkta sınır tanımamıştır. Ancak ayet, genel anlamda insanın kibirlenme özelliğini ele alır.

Genel Değerlendirme

Bu ayetlerin ortak noktası, insanın zaaflarına dikkat çekerek onu uyarıp eğitmektir. İnsanın nefsine ve arzularına yenik düşmemesi, nankörlükten uzak durarak Allah’a şükretmesi ve sınırları aşmaması gerektiği vurgulanır. Allah, insana hem zaaflarını hem de bu zaaflardan kurtulma yollarını gösterir. Özellikle iman, şükür ve kulluk bilinci bu ayetlerin temel mesajıdır.

Loading

No ResponsesKasım 29th, 2024

ŞERLERİN VE MUSİBETLERİN YARATILIŞTAKİ HİKMETLERİ

ŞERLERİN VE MUSİBETLERİN YARATILIŞTAKİ HİKMETLERİ

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=ov3OEqIn9-Q

Şerlerin ve musibetlerin yaratılıştaki hikmetleri.

-Her bir insan inanç düşünce yaşayışıyla kendi kişiliğini ve kimliğini, hüviyetini oluştururken, bir yandan da o kişiliğinin yaşayacağı mekânı ister cennet, ister cehennem, ister cennette farklı mekan, ister cehennemde farklı mekanını bizzat tesis etmektedir. Kişilik ve duygularının istidat ve kabiliyetlerinin latifelerinin açılımın nispetinde karşılığını bulacak, görecek artık o tamamen kendisidir.
-Şerlerin ve musibetlerin yaratılıştaki hikmetleri.
Şerlerin ve musibetlerin yaratılıştaki hikmetleri, hayatın derin anlamını kavramada önemli bir yere sahiptir. İlk bakışta olumsuz gibi görünen bu olaylar, aslında daha büyük bir planın parçalarıdır ve insanın hem dünyada hem de ahirette olgunlaşmasına hizmet eder. Bu hikmetleri birkaç başlık altında açıklayabiliriz:

1. İmtihan Dünyası

Dünya, insanın sınandığı bir meydandır. Şer ve musibetler, insanın iradesini, sabrını ve şükrünü ölçmek için birer imtihan vesilesidir.

İnsan, bu olaylarla karşılaştığında gösterdiği tavır ile ruhsal derecesini yükseltme fırsatı bulur. Kur’an’da bu gerçek şöyle ifade edilir:
“Sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınarız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155).

2. Hikmeti Anlama ve Farkındalık

Şer olarak görülen olaylar, insanın acziyetini ve sınırlılığını fark etmesine vesile olur. Bu farkındalık, insanı Yaradan’a yönlendirir ve Allah’ın kudretini daha derinden idrak etmesini sağlar.

Kötülük gibi görünen olaylar, iyilik ve güzelliklerin kıymetini anlamak için bir karşıtlık oluşturur. Tıpkı karanlık olmadan ışığın fark edilmemesi gibi.

3. İnsanın Manevi Tekâmülü

Şer ve musibetler, insanı ruhen olgunlaştırır ve ahlaken yüceltir. Zorluklarla karşılaşan insan, sabretmeyi, dayanıklılığı ve teslimiyeti öğrenir.

Musibetler, insanın kibir ve bencillik gibi nefsani zaaflarından arınmasına vesile olur. Bu da insanı daha olgun, anlayışlı ve merhametli bir hale getirir.

4. Hayır ve Şer Dengesi

Evrende hayır ve şer, dengeyi sağlayan unsurlardır. Şer gibi görünen olaylar, daha büyük bir iyiliğe hizmet edebilir. Kur’an’da bu hakikat şöyle dile getirilir:
“Sizin hoşlanmadığınız bir şey, sizin için hayırlı olabilir. Hoşlandığınız bir şey de, sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216).

Bazen bir musibet, daha büyük bir belayı önler ya da insana önemli bir ders verir.

5. Şefkat ve Merhametin Gelişimi

Şer gibi görünen olaylar, insanın empati duygusunu artırır ve diğer canlılara karşı daha duyarlı olmasını sağlar. Acı çeken insan, başkalarının acılarını anlama ve onlara yardım etme yeteneği kazanır.

6. Dünya Hayatının Geçiciliğini Hatırlatması

Musibetler, dünyanın geçici ve faniliğini insana hatırlatarak, onu ebedi hayata yönlendirir. Bu olaylar, insanın dünyevi bağlarını gevşetip ahiret saadetine yönelmesine vesile olur.

Örneğin, bir hastalık veya kayıp, insanın bu dünyaya bağımlılığını azaltır ve ebedi hayatın önemini kavramasını sağlar.

7. İlahî Adalet ve Hikmetin Tecellisi

Şer gibi görünen olaylar, bazen Allah’ın adaletinin tecelli etmesi için bir araçtır. İnsanların yanlışlarından ve zulümlerinden doğan sonuçlar, bir uyarı ve ders niteliği taşır.

İlahi hikmet, bazen görünürdeki şerlerden hayır çıkararak, insanı şaşırtır ve derin düşünmeye sevk eder.

8. Birlik ve Dayanışmayı Güçlendirme

Toplumsal musibetler, insanları bir araya getirir, yardımlaşmayı ve dayanışmayı artırır. Büyük zorluklar, insan topluluklarının ortak hedefler için bir araya gelmesini sağlar.

9. Mutlak Hayır ve Hikmet Perspektifi

Allah’ın yarattığı hiçbir şey, mutlak anlamda kötü değildir. İnsan, sınırlı bilgi ve bakış açısıyla bir olayı şer olarak değerlendirebilir. Ancak ilahi planda o olay, daha büyük bir hayır ve hikmete hizmet eder.

İmam Gazali, “Şer, Allah’ın yaratmasında değil, insanın bakışında vardır” diyerek bu gerçeği ifade eder.

Sonuç

Şer ve musibetler, insanın hem bireysel hem de toplumsal gelişimine hizmet eden önemli unsurlardır. Bu olayları birer imtihan, uyarı ve terbiye vesilesi olarak görmek, insanın bu zorluklarla başa çıkmasını kolaylaştırır. İlahi hikmete güvenmek ve her olayda hayır aramak, insanın ruhen olgunlaşmasını ve ebedi hayatını kazanca dönüştürmesini sağlar.

@@@@@@@

Bediüzzaman’ın 12. Mektupları soru cevap beyanında,
“İkinci Sualiniz: Şeytanların halkı ve icadı ne içindir? Cenâb-ı Hak şeytanı ve şerleri halk etmiş; hikmeti nedir? Şerrin halkı şerdir, kabîhin halkı kabîhtir.
Elcevap: Hâşâ, halk-ı şer şer değil, belki kesb-i şer şerdir. Çünkü, halk ve icad bütün netâice bakar. Kesb, hususî bir mübaşeret olduğu için, hususî netâice bakar. Meselâ, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var; bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse, “Yağmurun icadı rahmet değildir” diyemez, “Yağmurun halkı şerdir” diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faydalar var; bütünü de hayırdır. Fakat bazılar, sû-i kesbiyle, sû-i istimaliyle ateşten zarar görse, “Ateşin halkı şerdir” diyemez. Çünkü, ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış. Belki o, kendi sû-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.
Elhasıl: Hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesiri intaç eden bir şer terk edilse, o vakit şerr-i kesir irtikâp edilmiş olur. Meselâ, cihada asker sevk etmekte, elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesir var ki, İslâm, küffârın istilâsından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse, o vakit hayr-ı kesir gittikten sonra, şerr-i kesir gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem meselâ, kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir. Halbuki zâhiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesir olur.
İşte, kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları şer ve çirkin değildir; çünkü çok netâic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Meselâ, melâikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sâbittir, tebeddül etmez. Kezâ, hayvânâtın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır.
âlem-i insaniyette ise, merâtib-i terakkiyat ve tedenniyat, nihayetsizdir; Nemrutlardan, Firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.

İşte, kömür gibi olan ervâh-ı sâfileyi, elmas gibi olan ervâh-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-ı enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar beraber kalacaktı. âlâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i sâfilîndeki Ebu Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.
Demek, şeyâtin ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için, icadları şer değil, çirkin değil. Belki, sû-i istimâlâttan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler kesb-i insana aittir; icad-ı İlâhîye ait değildir.
Eğer sual etseniz ki: Bi’set-i enbiya ile beraber şeytanların vücudundan ekser insanlar kâfir oluyor, küfre gidiyor, zarar görüyor. “El-hükmü li’l-ekser” kaidesince, ekser ondan şer görse, o vakit halk-ı şer şerdir; hattâ bi’set-i enbiya dahi rahmet değil denilebilir.
Elcevap: Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar. Meselâ, yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa, yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki, “Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu”? Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan zarar etmez, şer olmaz.
Hem meselâ, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa, yirmisi yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki, “Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu”? Hayır, öyle değil, belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.
İşte, nev-i beşer, bi’set-i enbiya ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüz binlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde, kemiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvânât-ı muzırra nevinden olan küffârı ve münafıkları kaybetti.
Üçüncü Sualiniz: Cenâb-ı Hak musibetleri veriyor, belâları musallat ediyor. Hususan masumlara, hattâ hayvanlara bu zulüm değil mi?
Elcevap: Hâşâ! Mülk Onundur; mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hem acaba, san’atkâr bir zat, bir ücret mukabilinde seni bir model yapıp, gayet san’atkârâne yaptığı murassâ bir libası sana giydiriyor; hünerini, maharetini göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor, seni oturtuyor, kaldırıyor. Sen ona diyebilir misin ki, “Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana oturtup kaldırmakla zahmet verdin”? Elbette diyemezsin. Dersen divanelik edersin. Aynen öyle de, Sâni-i Zülcelâl göz, kulak, lisan gibi duygularla murassâ, gayet san’atkârâne bir vücudu sana giydirmiş. Mütenevvi esmâsının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, müptelâ eder, aç eder, tok eder, susuz eder, bu gibi ahvalde yuvarlatır. Mahiyet-i hayatiyeyi kuvvetleştirmek ve cilve-i esmâsını göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor. Sen eğer desen, “Beni niçin bu mesâibe müptelâ ediyorsun?” Temsilde işaret edildiği gibi, yüz hikmet seni susturacak.
Zaten sükûn ve sükûnet, atâlet, yeknesaklık, tevakkuf, bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül vücuttur, hayırdır. Hayat, harekâtla kemâlâtını bulur, beliyyat vasıtasıyla terakki eder. Hayat, cilve-i esmâ ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffî eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderâtını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini ifa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.”
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/on-ikinci-mektub/47
*************
KADERDEN ATILAN TAŞLAR

Kader adildir,kader ilimdir,Allah zulmetmez,insan zulmeder.Kadere iman eden kederden emin olur.Kaderden atılan taşa itiraz parmağını uzatma.
Meczubun biri köylü çocuklarının kendisini sürekli bir şekilde taşlamasından dolayı muzdarip olmaktadır.Çocuklar bir yandan kendisiyle deli diyerek dalga geçerken,diğer yandan da korkutmak amacıyla kendisine taş atmaktadırlar.
Bu durumdan muzdarip olan deli köyü terk etmeye karar verir.Ve bir gün köyden ayrılır.
Yolda yürürken iki kişinin kavga ettiğini görerek aralarına girip ayırmaya çalışır.Ancak baş edemez.
Kavga neticesinde birisi tutar öbürünü öldürerek oradan kaçar.Meczub ise ölen kişinin başucuna eğilerek bir şeyler yapmaya çalışır ancak elinden bir şey gelmez.
Uzaktan bir şeylerin olduğunu fark eden köylüler koşarak gelir bakarlar ki meczubun eli kanlı ve ölen kişinin başında duruyor.Katil zannıyla bunu yakalarlar.Öldüren ise çoktan görünmezlere karışmıştır.
Yapılacak hiçbir iş olmadığı,durumun aleyhine dönmüş olmasından dolayı meczub idama mahkum edilir.İdama götürülürken ağlamaya başlar.Sebebini sorduklarında ise;kendisinin korkudan dolayı ağlamadığını ancak Allah’ın kader tarafından atmış olduğu küçük taşlardan kaçmış,kendi kayalarımın kafamı kırmasına göz yumduğuma ağlıyorum,demiştir.
Kaderi tenkid eden başını örse vurur,kırar.Kaderi tenkid etme.
*********
Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin. Bu sır bazı risalelerde bir temsille izah edilmiş. İcmâli şudur ki:
Bir zat, bir biçareyi bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor. O mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnettarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sayıp, şükretmeyerek, yukarıya bakar. “Keşke bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım! Niçin o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil?” deyip şekvâya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, bir haksızlıktır. Öyle de, bir insan hiçlikten vücuda gelip, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i ihtiyarıyla veya sû-i istimaliyle elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, “Aman, ne yaptım böyle başıma geldi?” diye rububiyet-i İlâhiyeyi tenkit etmek gibi bir hâlet, maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî bir hastalıktır. Kırılmış elle döğüşmek gibi, şikâyetiyle hastalığını ziyadeleştirir. Âkıl odur ki, sırrıyla teslim olup sabretsin, tâ o hastalık vazifesini bitirsin, gitsin.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/yirmi-besinci-lem-a/217

 

Loading

No ResponsesKasım 28th, 2024

KABZ VE BAST HALLERİNİN DUYGULARLA OLAN İLGİSİ

KABZ VE BAST HALLERİNİN DUYGULARLA OLAN İLGİSİ

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=hOCiw1B6PG4&t=20s

Kabz ve bast halleri. Nedeni ve hikmeti.
Kabz ve Bast Nedir?

Kabz ve bast, tasavvuf terminolojisinde insanın ruhsal durumunu ifade eden iki temel haldir:

Kabz (Daralma): Ruhun sıkıntı, darlık ve üzüntü hali. Kişinin kendisini Allah’tan uzak hissettiği veya ilahi bir huzurdan yoksun olduğu duygusal bir durumdur.

Bast (Açılma): Ruhun genişleme, ferahlık ve huzur hali. Kişinin Allah’a yakın olduğunu hissettiği ve manevi bir coşku yaşadığı durumdur.

Bu haller, Allah tarafından kulun kalbine yerleştirilen özel hallerdir ve genellikle birbiri ardına gelir. Her ikisi de geçici olup, kulun manevi terbiyesi ve olgunlaşması için birer imtihan ve eğitim vesilesidir.

Kabz ve Bast Hallerinin Nedeni

Kabz ve bast hallerinin nedeni, kulun Allah’a olan yakınlık derecesini artırmak, manevi terbiyesini sağlamak ve onun irade gücünü güçlendirmektir. Bu haller, kulun ruhsal ve manevi gelişimini tamamlaması için ilahi hikmetle düzenlenmiştir:

1. Kabz Halinin Nedeni:

Kendini Tanıma: Kabz hali, insanın zayıflıklarını ve acziyetini fark etmesini sağlar. Bu durumda kişi, Allah’a olan muhtaçlığını daha derinden idrak eder.

İmtihan: Kabz, kulun sabrını ve teslimiyetini ölçen bir imtihandır. Bu süreçte kişi, Allah’a olan tevekkülünü güçlendirme fırsatı bulur.

Arınma: Ruhsal darlık, kişinin günahlarından tövbe etmesi ve içsel bir temizlenme yaşaması için bir vesiledir.

Dua ve Yaklaşma: Kabz halindeki kişi, iç sıkıntısından kurtulmak için dua eder ve Allah’a daha fazla yönelir. Bu, kul ile Allah arasındaki bağın güçlenmesine neden olur.

2. Bast Halinin Nedeni:

Manevi Coşku: Bast hali, kulun Allah’a olan yakınlığını hissettiği, sevgi ve huzur dolu bir durumdur. Bu hal, insanı daha fazla ibadete ve şükre yönlendirir.

Teşvik: Bast hali, kulun ruhsal yükselişini destekler ve manevi hayatında ilerlemesini teşvik eder.

İlahi Rahmetin Hissi: Bast, Allah’ın rahmetini ve sevgisini doğrudan hissetmenin bir neticesidir. Bu hal, kulda Allah’a olan sevgiyi artırır.

İmtihan: Bast hali de bir imtihandır. Kişinin bu genişlik içinde ne kadar şükür sahibi olduğu ve Allah’a bağlı kaldığı ölçülür.

Kabz ve Bast Hallerinin Hikmeti

Kabz ve bast, kulun manevi olgunluğunu sağlamak için Allah’ın bir lütfu ve terbiyesidir. Bu haller, insanın ruhsal tekâmülünde şu şekilde hikmet taşır:

1. Ruhun Dengesi:

İnsanın ruhu sürekli genişleme (bast) içinde olursa, gaflete düşebilir ve Allah’a olan muhtaçlığını unutabilir. Aynı şekilde sürekli daralma (kabz) halinde olursa ümitsizliğe kapılabilir. Bu haller, insanın ruhunu dengede tutar ve onu ne aşırı sevince ne de aşırı kedere kaptırır.

2. Sabır ve Şükür Eğitimi:

Kabz Halinde Sabır: Daralma halinde kul, sabır göstermeyi öğrenir ve Allah’a tevekkül eder. Bu hal, kişinin ruhsal dayanıklılığını artırır.

Bast Halinde Şükür: Genişleme halinde ise kul, Allah’a şükretmeyi ve nimetlerin değerini bilmeyi öğrenir.

3. İlahi Yakınlığın Öğretilmesi:

Kabz ve bast, kulun Allah’a olan yakınlığını hissetmesi için bir vesiledir. Kabz hali, kulun acziyetini ve Allah’a olan ihtiyacını öğretirken; bast hali, Allah’ın sevgisini ve rahmetini hissettirir. Bu süreç, kulun kalbini sürekli Allah’a yönlendiren bir eğitimdir.

4. Manevi Yolculukta İlerleme:

Bu haller, tasavvufta seyrü sülûk yolculuğu yapan bir kişinin ruhsal makamlar arasında ilerlemesine vesile olur. Kabz, bir duraklama ve içsel arınma süreci iken; bast, ilerleme ve yükselme dönemidir.

5. Allah’ın Mutlak Kudretinin Fark Edilmesi:

Kabz ve bast hallerinde kul, her iki durumun da Allah’ın takdiri ile olduğunu fark eder. Bu durum, kulluk bilincini artırır ve kişiyi Allah’a teslim olmaya yönlendirir.

Kabz ve Bast Hallerinde Kulun Tavrı
Kabz ve bast hallerinde kulun sergilemesi gereken tutumlar şunlardır:
Kabz Halinde:
Sabırlı olmak ve ümitsizliğe kapılmamak.
Dua ve istiğfarla Allah’a yönelmek.
Sıkıntının geçici olduğunu bilmek.

Bast Halinde:
Şükretmek ve kibirden kaçınmak.
Allah’a olan bağlılığı artırmak ve gaflete düşmemek.
Bu halin de bir imtihan olduğunu unutmamak.

Sonuç

Kabz ve bast, insanın manevi hayatında sürekli karşılaştığı iki haldir. Kabz hali, kişinin sabrını ve tevekkülünü; bast hali ise şükrünü ve tevazusunu öğretir. Her iki hal de kulun Allah’a olan yakınlığını artırmak ve onu manevi olgunluğa ulaştırmak için birer araçtır. İnsan bu hallerde dengeli davranmalı, hem daralmayı hem de genişlemeyi Allah’tan bir hikmet ve rahmet olarak görmelidir. Bu şekilde, kabz ve bast, kulun Allah’a giden yolda ilerlemesine vesile olur.

@@@@@@@@

Kabz ve bast hallerine sebep olan faktörler.

Kabz (daralma) ve bast (genişleme) hallerine sebep olan faktörler, kişinin manevi yolculuğundaki durumu, Allah ile olan ilişkisi, nefsi ve çevresel etkilerle bağlantılıdır. Bu hallerin kaynağı ilahi bir tasarruf olmakla birlikte, kulun ruhsal, zihinsel ve davranışsal durumları da bu hallerin ortaya çıkmasında etkili olabilir.

Kabz Haline Sebep Olan Faktörler

1. İlahi Tasarruf (İmtihan ve Eğitim):

İmtihan: Kabz hali, Allah tarafından kulun sabrını, teslimiyetini ve tevekkülünü sınamak için bir imtihan olarak verilebilir. Kul, bu süreçte Allah’a olan bağlılığını daha da güçlendirme fırsatı bulur.

Manevi Eğitim: Allah, kulunu daralma ile terbiye ederek, onun nefsini kırar ve manevi bir olgunluğa hazırlık yapar.

2. Günahlar ve Nefsin Durumu:

Günahların Etkisi: Günah işlemek, insanın ruhunda karanlık bir etki bırakabilir ve kabz haline sebep olabilir. Kişi, Allah’tan uzaklaştığını hisseder.
Nefsi Arzular: Nefsin isteklerine aşırı düşkünlük, ruhu daraltır ve kabz halini tetikleyebilir. Nefsin doyumsuzluğu, insanı manevi darlığa sürükler.

3. Manevi Duraklama ve Kendi Kusurlarını Görme:

Duraklama: Manevi yolculukta ilerleyen bir kişi, bazen bir duraklama ve sükunet dönemine girebilir. Bu kabz hali, kişinin eksikliklerini fark etmesi ve kendini yenilemesi için bir fırsattır.

Kendi Kusurlarıyla Yüzleşme: İnsan, kendi eksik ve hatalarını fark ettiğinde ruhsal bir daralma yaşayabilir. Bu farkındalık, kabz halini doğurabilir.

4. Dua ve Zikirde Eksiklik:

İbadetlerde İhmal: Dua, zikir ve ibadetlerdeki eksiklik, Allah ile olan bağın zayıflamasına neden olabilir. Bu durum, ruhsal bir darlık olarak ortaya çıkabilir.

Ruhun Gıdasız Kalması: Manevi beslenmeden mahrum kalan bir ruh, daralma hissi yaşar.

5. Çevresel Faktörler ve Dünya Telaşı:

Dünyevi Endişeler: Dünya işlerine aşırı dalmak ve ahireti unutmak, kabz halini tetikleyebilir. Bu durumda insan, ruhsal bir boşluğa düşer.

Olumsuz Çevre: Kötü arkadaşlıklar ve manevi anlamda insanı etkileyen olumsuz çevre, ruhun daralmasına sebep olabilir.

6. Ruhsal ve Fiziksel Yorgunluk:

Ruhsal Yorgunluk: Uzun süren çabalar, ibadetlerde sürekli yoğunluk veya aşırı yorgunluk, kabz halini getirebilir.

Fiziksel Durum: Bedenin yorgunluğu, insanın manevi halini etkiler ve kabz hissi oluşturabilir.

Bast Haline Sebep Olan Faktörler

1. İlahi Lütuf ve Rahmet:

Allah’ın Lütfu: Bast hali, Allah’ın bir rahmeti olarak kulun kalbine huzur, genişlik ve ferahlık verir. Bu, kulun şükür ve kulluk bilincini artırması için bir lütuftur.

İlahi Yakınlık: Allah’ın rahmetini ve sevgisini hissetmek, bast halini doğurur. Bu hal, kulun manevi coşkusunu artırır.

2. Zikir, Dua ve İbadetler:

Zikir ve Tefekkür: Allah’ı anmak ve üzerinde düşünmek, ruhun genişlemesine neden olur. Zikir ve tefekkür, ruhu manevi bir huzur ve ferahlığa ulaştırır.

Samimi İbadet: İhlasla yapılan ibadetler, kalbi genişletir ve bast halini tetikler. Özellikle namaz, Kur’an okumak ve teheccüd namazı bu duruma vesile olabilir.

3. Manevi İlerleme ve İlahi Huzur:

Manevi Yükseliş: Tasavvuf yolculuğunda ilerleyen bir kişi, manevi makamda yükseldikçe bast hali yaşar. Bu, Allah’a yaklaşmanın bir neticesidir.

Allah’ın Huzurunda Olmak: Kişi, Allah’a yakın olduğunu hissettiğinde ruhsal bir genişlik yaşar.

4. Tevbe ve Arınma:

Günahlardan Arınma: Samimi bir tövbe, insanın ruhunu ferahlatır ve genişlik hissi verir. Allah’ın affını ve rahmetini hissetmek, bast haline sebep olur.

İçsel Temizlik: Nefsin ve kalbin arınması, ruhu genişletir ve huzura vesile olur.

5. Şükür ve Rıza:

Şükür Hali: Allah’a şükretmek, kulun ruhunu genişletir. Şükreden bir insan, Allah’ın nimetlerini daha fazla hisseder ve bast hali yaşar.

Kadere Rıza: Allah’ın takdirine razı olan bir kişi, ruhsal bir huzur ve ferahlık içinde olur.

6. Manevi Sohbet ve Olumlu Çevre:

Sohbet ve Dostluk: Salih insanlarla birlikte olmak ve onların hikmetli sözlerini dinlemek, bast halini tetikleyen en önemli faktörlerden biridir.

Olumlu Çevre: Manevi anlamda insanı destekleyen bir çevre, ruhsal genişliğe vesile olur.

7. Kainat Üzerinde Tefekkür:

Yaratılış Üzerine Düşünmek: Kainattaki ilahi düzeni ve güzellikleri tefekkür etmek, insanın kalbine huzur ve genişlik verir. Allah’ın kudretini ve rahmetini düşünmek, bast halini artırır.

Sonuç:

Kabz ve bast halleri, hem insanın içsel durumlarından hem de dışsal faktörlerden etkilenir. Kabz hali genellikle kişinin kendini sorgulaması, arınması ve Allah’a yönelmesi için bir fırsat sunarken; bast hali ruhsal coşku ve huzur getirir. Her iki halin de temelinde, kulun Allah’a yakınlaşmasını ve manevi tekâmülünü sağlamak gibi bir hikmet bulunur. Kul, bu hallerin geçici olduğunu bilerek sabır, şükür ve tevekkül içinde olmalı, bu süreçleri kendisi için bir terbiye vesilesi olarak görmelidir.

@@@@@@@@

İnsandaki inkibaz ve inbisatin istidat ve kabiliyetlerle olan ilgi ve alakası.

İnkıbaz (daralma) ve inbisat (genişleme) hallerinin, insandaki istidat (yaratılıştan gelen yetenek ve potansiyel) ve kabiliyetlerle (bu potansiyelin açığa çıkarılabilmesi) güçlü bir ilişkisi vardır. İnsan ruhunun ve duygularının kabz ve bast haline bürünmesi, onun manevi donanımı, yaratılışındaki kapasite ve bu kapasiteyi işleyebilme derecesi ile doğrudan bağlantılıdır.

1. İnkıbaz ve İnbisat Nedir?

İnkıbaz (Daralma): Ruhun, çevresel etkilerden, düşüncelerden veya manevi bir sebepten dolayı sıkıntı hissetmesi ve kendi içine kapanmasıdır. Bu hal, kişinin kendisini sınırlı ve güçsüz hissetmesine neden olabilir.

İnbisat (Genişleme): Ruhun, huzur ve mutluluk içinde kendini genişlemiş hissetmesi, yetenek ve potansiyellerinin farkına varmasıdır. Bu hal, kişinin özgüvenli ve umut dolu hissetmesine yol açar.

2. İstidat ve Kabiliyet Nedir?

İstidat: İnsanın yaratılıştan gelen yetenek, fıtri eğilim ve potansiyelidir. Bu, kişinin her türlü duygu, düşünce ve yeteneğinin temelini oluşturur.

Kabiliyet: İnsanın, istidadını geliştirme derecesi, yani potansiyelini pratiğe dökme kapasitesidir. Kabiliyet, eğitim, tecrübe, çevresel etkiler ve bireysel çabayla şekillenir.

3. İnkıbaz ve İnbisatın İstidat ve Kabiliyetle İlişkisi

a. İnkıbazın İstidat ve Kabiliyet Üzerindeki Etkisi:

1. İnsanın Fıtri Sınırlılıkları:

İnkıbaz hali, insanın yaratılıştan gelen istidadını ve kabiliyetlerini sorgulamasına sebep olabilir. Bu süreçte insan, kendi yetersizliklerini fark eder ve bunları geliştirme ihtiyacı hisseder.

Örneğin, bir insanın başarısızlık hissi, onun istidadının sınırlarını anlamasına ve kabiliyetlerini daha verimli kullanmak için çaba göstermesine vesile olabilir.

2. Manevi ve Psikolojik Arınma:

İnkıbaz, kişinin ruhsal ve manevi boyutta kendi iç dünyasını keşfetmesini sağlar. Bu süreç, kişinin daha önce fark etmediği potansiyellerini ortaya çıkarabilir.

Kendi acziyetini ve sınırlarını fark eden insan, daha derin bir tevazu ve teslimiyet hali kazanır, böylece kabiliyetlerini Allah’ın rızasına uygun şekilde yönlendirebilir.

3. Durgunluk ve Kapasiteyi Kullanamama:

Aşırı inkıbaz hali, insanın kabiliyetlerini köreltebilir ve onu atalete sürükleyebilir. Bu nedenle, bu halden çıkış yollarını aramak (dua, tefekkür, manevi rehberlik) önemlidir.

b. İnbisatın İstidat ve Kabiliyet Üzerindeki Etkisi:

1. İnsanın Potansiyelinin Farkına Varması:

İnbisat hali, insanın istidadını geliştirmesi ve kabiliyetlerini en üst düzeyde kullanması için uygun bir zemin oluşturur. Ruhsal genişlik, insana özgüven ve ilham vererek onun yaratıcı potansiyelini açığa çıkarır.

Örneğin, huzur ve mutluluk içinde olan bir kişi, kendisini ifade etme, yaratıcı düşünceler üretme ve sosyal ilişkilerde başarılı olma konusunda daha aktiftir.

2. İlahi İlim ve Hikmetin Açılması:

İnbisat hali, kişinin ruhsal olarak Allah’ın hikmetini ve kainattaki düzeni anlamasına olanak sağlar. Bu durum, insanın manevi istidadını artırır ve kabiliyetlerini Allah yolunda kullanmasına vesile olur.

Örneğin, bir sanatçı, ruhsal genişlik içinde daha ilham verici eserler üretebilir.
3. Aşırılık ve Gaflet Riski:

İnbisat hali, kişinin kendini fazla güçlü ve yeterli hissetmesine yol açarsa, bu durum onu gaflete düşürebilir. Bu nedenle, insanın bu hali şükür ve tevazu ile dengelemesi gerekir.

4. İnkıbaz ve İnbisatın İstidat ve Kabiliyetlerin Gelişimindeki Hikmeti

a. İnkıbazın Hikmeti:

İnkıbaz, insanın yaratılıştaki zayıflıklarını ve hatalarını fark etmesini sağlar. Bu, insanı tevbe ve istiğfara yönlendirerek manevi bir arınma sürecine sokar.

İnsan, inkıbaz haliyle kabiliyetlerini yeterince kullanamadığını fark eder ve kendisini geliştirme yönünde çaba harcar.

İnkıbaz, kişiyi sabır, tevekkül ve teslimiyet gibi erdemlerle donatarak ahlaki bir olgunlaşmaya ulaştırır.

b. İnbisatın Hikmeti:

İnbisat, insanın Allah’ın rahmetini ve lütfunu hissetmesini sağlayarak ona manevi bir coşku ve ilham verir.

Bu hal, insanın istidadını en verimli şekilde kullanmasını sağlar ve ona büyük bir manevi enerji kazandırır.

İnbisat, insanı şükür, sevgi ve muhabbet gibi erdemlerle süsleyerek manevi gelişimine katkıda bulunur.

5. Sonuç: İnkıbaz ve İnbisat Dengesi

İnkıbaz ve inbisat hallerinin istidat ve kabiliyetlerle doğrudan bir ilişkisi vardır. İnsan, bu haller aracılığıyla kendini tanır, yeteneklerini keşfeder ve bunları geliştirme yolunda çaba gösterir. İnkıbaz, insanın içsel eksikliklerini ve sınırlılıklarını anlamasına vesile olurken; inbisat, bu potansiyelin açığa çıkması ve yaratılış amacına uygun şekilde kullanılması için bir fırsat sunar.

Her iki hal de, Allah’ın hikmetiyle insana verilmiş birer imtihan ve terbiye aracıdır. Bu süreçte insan, sabır, şükür ve tevekkül bilinciyle hareket ederek manevi olgunluğa ulaşabilir ve istidadını en iyi şekilde ortaya koyabilir.

 

Loading

No ResponsesKasım 28th, 2024

İSTİDAT VE KABİLİYETLERE YAPILAN İLAHİ YATIRIMLAR

İSTİDAT VE KABİLİYETLERE YAPILAN İLAHİ YATIRIMLAR

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=oxrIuVQyqsU

Bunca ilahi yatırımlar ve meydana gelen olaylar şu kısa hayat için olmamalı, insanın ebede uzanan ruh, istidat, kabiliyet ve latifelerinin gelişimiyle ilgili olmalıdır.

Evet, bu düşünce insanın varoluş amacına ve yaratılış hikmetine derin bir vurgu yapıyor. Hayatın yalnızca geçici, maddi kazançlarla sınırlı olmadığı; insanın ruhu, potansiyeli ve manevi yeteneklerinin gelişimi için bir fırsat olduğu ifade ediliyor. İlahi yatırımlar, insanın ebedi hayat yolculuğunda hakikati, güzelliği ve anlamı bulmasına rehberlik eden bir süreç olarak düşünülebilir. Bu perspektifle bakıldığında, dünya hayatı, insanın ahirete hazırlanması için bir imtihan, eğitim ve tekâmül alanı haline geliyor.
-Bu bir demircinin soğuk demiri eğemeyip, sıcak vererek eritmesi gibi.

@@@@@

Bu ifadede derin bir hakikat gizli. Gerçekten de bu dünya hayatı, insanın ruhunun ve manevi yönlerinin gelişmesi için bir araç olarak görülebilir. İlahi yatırımlar, evrendeki düzen, yaratılıştaki hikmet ve insana bahşedilen potansiyeller, yalnızca bu kısa dünya hayatına yönelik olamaz. İnsan, sonsuzluk yolculuğunun bir yolcusu olarak, bu dünyada kendisine verilen ruh, istidat (yetenek), kabiliyet ve latifeleri (manevi duyular) geliştirerek ebedi hayat için hazırlanmalıdır. Çünkü insanın yaratılış gayesi ve değerleri, sadece fani dünyanın sınırlarıyla açıklanamayacak kadar büyüktür.

@@@@@@@

Bu söz, insanın yaratılışındaki derin hikmete ve varlık amacına işaret eden bir anlam taşımaktadır. Gerçekten de, evrendeki bu mükemmel düzen, insana verilen sayısız nimet ve meydana gelen olaylar, yalnızca bu kısa dünya hayatıyla sınırlı olamaz. İnsan, ruhuyla, yetenekleriyle ve manevi donanımlarıyla ebedi bir yolculuğa hazırlanmaktadır. Bu dünya, ruhun ve insanın diğer latifelerinin tekâmül ettiği, ahiret için bir hazırlık yeri olarak görülebilir. İlahi hikmet, insanın bu gelişim sürecinde hakikati bulmasını ve sonsuz hayatına değer katmasını hedefler. Dolayısıyla, dünya hayatı bir nihayet değil, bir başlangıçtır; ebedi hayatın provasıdır.

@@@@@@@

Evet, bu cümle insanın varlık gayesini ve yaratılış hikmetini anlamada derin bir bakış açısı sunuyor. Evrenin kusursuz düzeni, insanın akıl almaz yetenekleri ve her an tecelli eden olaylar, yalnızca bu kısa dünya hayatı için olamaz. İnsan, sadece maddi varlığıyla değil, ruhuyla ve manevi yönleriyle de ebediyete uzanan bir yolculuğun yolcusudur. Bu süreçte, insana verilen ruh, istidat, kabiliyet ve latifeler; ahiret yurdunda hakiki meyvelerini verebilmek için bu dünyada işlenip geliştirilmelidir. Dolayısıyla, hayat, insanın sonsuzluğa uzanan potansiyelini keşfetme ve bu potansiyeli maksadına uygun şekilde gerçekleştirme sürecidir.

@@@@@@@

Başa gelen ağır olaylar, savaşlar, musibetler, hastalıklar ve de zorluklar İnsan yapısı, karakteri, vücuduna ekilen duygu tohumlarının gelişimiyle bir ilgisi olmalı.

Kesinlikle, başa gelen ağır olaylar, savaşlar, musibetler, hastalıklar ve zorluklar insanın sadece dış dünyasına değil, iç dünyasına da derin etkiler bırakır. Bu olaylar, insanın yaratılışında var olan duygu, düşünce ve karakter tohumlarının yeşermesi ve gelişmesi için bir vesile olabilir.

Zorluklar, insanı düşündürür, sabretmeyi öğretir, empati duygusunu artırır ve insanı kendi sınırlarını keşfetmeye iter. İnsan, bu süreçlerde dayanıklılık, azim, şefkat, tevazu ve anlayış gibi özelliklerini geliştirir. Tıpkı bir tohumun filizlenmesi için toprağın altında karanlık ve baskı şartlarına ihtiyaç duyması gibi, insan ruhunun da olgunlaşması için zorluklara ihtiyacı vardır.

Bunlar birer sınav olduğu kadar, insanın potansiyelini ortaya çıkaran birer fırsat olarak da görülebilir. Bu bakımdan, hayatın çetin yönleri, insanın hem ruhsal hem de karakter gelişimiyle doğrudan ilişkilidir.

@@@@@@@

Başa gelen ağır olaylar, savaşlar, musibetler, hastalıklar ve de zorluklar İnsan yapısı, karakteri, vücuduna ekilen duygu tohumlarının gelişimine vesile olmasını nasıl fırsata ve ebedi kazanca dönüştürebiliriz.

Başa gelen ağır olaylar ve zorluklar, insanın ruhsal, zihinsel ve ahlaki açıdan gelişimi için birer fırsat olabilir. Bu zorlukları ebedi kazanca dönüştürmek için bazı temel yaklaşımlar benimsenebilir:

1. Bakış Açısını Değiştirmek

Zorlukları bir ceza veya anlamsız bir tesadüf olarak görmek yerine, birer ilahi eğitim ve terbiye süreci olarak kabul etmek, insanın sabrını ve şükrünü artırır.

Her olayın insanın olgunlaşması için bir fırsat taşıdığına inanmak, yaşanan sıkıntılara daha güçlü ve pozitif bir şekilde yaklaşmayı sağlar.

2. Sabrı ve Şükrü Öğrenmek

Sabır, zorluklarla baş etmenin en önemli manevi aracıdır. İmtihan sürecinde sabrederek insan, hem iç huzurunu koruyabilir hem de ruhunu güçlendirebilir.

Şükretmek, insanın elindekilerin değerini anlamasını ve musibetlerin içinde dahi hikmetleri görmesini sağlar.

3. Empati ve Yardımseverliği Artırmak

Yaşanan acılar, başkalarının acılarını anlamaya kapı aralar. Empati duygusu gelişir ve birey, başkalarına yardım ederek kendi zorluklarını aşma gücü bulur.

Yardımseverlik, hem dünyada hem de ahirette ebedi bir kazanç kapısıdır.

4. Ders Çıkarmak

Olayların neden yaşandığını sorgulamak ve bu sorgulamalar sonucunda hayata dair dersler çıkarmak, kişinin hem kendini hem de çevresini daha iyi anlamasına yol açar.

Hatalardan ders alarak daha bilinçli bir yaşam sürmek, insanın ruhsal gelişimini hızlandırır.

5. Maneviyata Yönelmek

Zorluklar, insanı daha derin düşünmeye ve Yaradan’a sığınmaya teşvik edebilir. Dua ve ibadetler, ruhu yatıştırır ve kişinin yaşananları anlamlandırmasına yardımcı olur.

İlahi hikmeti anlamaya çalışmak, insanı derin bir huzura ve sabra ulaştırır.

6. Kabiliyetleri Geliştirmek

Zorluklar, insanın güçlü yönlerini keşfetmesine ve bunları geliştirmesine vesile olabilir. Örneğin, bir musibet dayanıklılığı artırır, bir hastalık sabrı öğretir.

Yaşanan süreçler, insanın içindeki gizli potansiyelleri ortaya çıkarır.

7. Ebedi Hayatı Hedeflemek

Dünya hayatındaki sıkıntıları, ebedi hayat için bir hazırlık ve arınma süreci olarak görmek, insanın manevi huzurunu artırır.

Zorlukları ahiret bilinciyle değerlendirmek, onların geçici olduğunu hatırlatarak sabrı kolaylaştırır.

Sonuç olarak, her zorluk bir kayıp gibi görünse de, doğru bir perspektifle bakıldığında insanın manevi yolculuğu için eşsiz fırsatlar sunar. Bu fırsatları değerlendirerek, insan hem dünyasında huzura kavuşabilir hem de ahiret yurdunda ebedi bir kazanç elde edebilir.

 

Loading

No ResponsesKasım 27th, 2024

HAMDIM-PİŞTİM-YANDIM

HAMDIM-PİŞTİM-YANDIM

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=4Z2GDHynOzo

Mevla’nın, Hamdım-Piştim-Yandım sözünün, insanın ruhunun, istidat ve kabiliyetlerinin, latife ve duygularının gelişimiyle olan ilgisi nedir?

Mevlâna’nın “Hamdım, piştim, yandım” sözü, insanın ruhsal, zihinsel ve manevi gelişim sürecini özetleyen derin bir semboldür. Bu ifade, insanın yaradılışından itibaren olgunlaşma, dönüşüm ve kemale erme yolculuğunu anlatır. Ruh, istidat, kabiliyet, latife ve duyguların bu süreçle olan ilişkisini şu şekilde açıklayabiliriz:

1. Hamdım (Hamlık – Potansiyel ve Başlangıç Aşaması)

Bu aşama, insanın yaratılıştan itibaren taşıdığı ham potansiyelleri ve işlenmemiş kabiliyetlerini simgeler.

İnsanın doğasında bulunan istidatlar ve kabiliyetler, henüz işlenmemiş bir maden gibidir.

Latifeler ve duygular, bu aşamada keşfedilmeyi ve olgunlaştırılmayı bekler.

“Hamlık” dönemi, insanın kendisini ve varlığını tam anlamıyla anlamadığı, öğrenmeye ve değişime açık olduğu bir dönemdir.

2. Piştim (Olgunlaşma – Eğitim ve Dönüşüm Aşaması)

Bu aşama, insanın tecrübeler, zorluklar ve içsel sorgulamalar yoluyla olgunlaşmaya başladığı süreçtir.

Zorluklar, musibetler ve imtihanlar, ruhun ve latifelerin gelişmesi için birer araçtır. Tıpkı bir hamurun ateşte pişmesi gibi, insan da tecrübelerle olgunlaşır.

Eğitim, öğrenme ve irade ile insan, sahip olduğu potansiyelleri açığa çıkarır ve yeteneklerini geliştirir.

Bu aşama, kişinin kendisini tanımaya ve içsel yolculuğunu derinleştirmeye başladığı süreçtir.

3. Yandım (Aşk ve Teslimiyet – Kemale Eriş Aşaması)

Bu aşama, insanın olgunluğun zirvesine ulaştığı, ruhunun hakikati bulduğu ve Yaratıcı’ya teslim olduğu noktadır.

“Yanma” burada ilahi aşkla yanmayı, nefsin arınmasını ve insanın yaratılış gayesine uygun bir şekilde kemale ermesini simgeler.

Latifeler ve duygular bu aşamada en yüksek potansiyeline ulaşır; insan, sevgide, şefkatte ve merhamette kemale erer.

Kendi benliğinden sıyrılarak, tüm varlığı ve olayları ilahi bir perspektifle anlamaya başlar.

Mevlâna’nın Sözünün Ruhsal Gelişimle İlgisi

İnsan, başlangıçta ham bir varlıktır. Ancak zamanla yaşadığı tecrübeler, karşılaştığı zorluklar ve içsel sorgulamaları sayesinde ruhu, kabiliyetleri ve duyguları gelişir.

“Pişmek,” insanın zorlukları sabır ve hikmetle karşılayarak dönüşmesi, manevi olgunluğa adım atmasıdır.

“Yanmak” ise, bu olgunlaşmanın zirvesi, insanın içindeki ilahi aşkın alevlenmesi ve Yaradan’la bütünleşmesidir.

Bu üç aşama, insanın yaratılış gayesine ulaşmak için geçirdiği birer eğitim safhasıdır. Mevlâna’nın bu sözü, insana hayatın bir dönüşüm yolculuğu olduğunu ve her aşamanın bir sonraki için gerekli olduğunu hatırlatır. Ruhun ve kabiliyetlerin gelişimi, bu yolculukta sabır, şükür, sevgi ve teslimiyetle mümkün olur.

@@@@@@@@

Var oluş süreci içerisindeki bunca evrilip çevrilmeler, zahmet ve zorluklar ne için?

Var oluş sürecindeki tüm evrilip çevrilmeler, zahmet ve zorluklar, insanın yaratılış hikmetine, varlık gayesine ve manevi tekâmülüne hizmet eder. Bu zorlukların ve değişimlerin hikmeti, insanın sadece maddi bir varlık değil, aynı zamanda ebediyete yönelik bir yolcu olduğunu anlamasında gizlidir. Bu süreçleri şu şekilde anlamlandırabiliriz:

1. İnsanın Kendini Keşfi ve Potansiyelinin Ortaya Çıkması

İnsan, doğuştan birçok istidat ve kabiliyete sahiptir; ancak bu potansiyeller genellikle zahmet, mücadele ve zorluklarla açığa çıkar.

Tıpkı bir elmasın, ham halinden kesilip parlatılarak değerli hale gelmesi gibi, insan da zorluklarla olgunlaşır ve kendini keşfeder.

2. İmtihan ve Manevi Olgunluk

Bu dünya, insanın ahiret yurdu için hazırlık yaptığı bir imtihan meydanıdır. Zahmetler ve zorluklar, insanın sabrını, şükrünü ve teslimiyetini sınar.

Zorluklarla karşılaşan insan, acziyetini fark eder ve Yaradan’a yönelir. Bu süreç, insanın ruhen ve ahlaken olgunlaşmasını sağlar.

3. Ruhun Arınması ve Latifelerin Gelişimi

Zorluklar ve sıkıntılar, insanın ruhunu arındırır ve kalbini olgunlaştırır. İnsan, nefsini terbiye ederek içindeki güzellikleri ve manevi latifeleri geliştirir.

Her zahmet, insanın duygu ve düşünce dünyasında yeni bir kapı açar, daha derin bir anlayış kazandırır.

4. İlahi Hikmeti ve Yaratılış Gayesini Anlama

Evrende hiçbir şey sebepsiz değildir; her olay, insanı bir adım daha hakikate ve yaratılış gayesine yaklaştırır.

İnsan, bu zorluklar vasıtasıyla hem kendini hem de Allah’ın kudret ve hikmetini tanımaya başlar. Bu, insanın ebedi saadet yolculuğunda önemli bir aşamadır.

5. Ebedi Hayata Hazırlık

Dünya hayatı, insanın ebedi hayatına hazırlık sürecidir. Zorluklar, insanın ahiret için manevi bir birikim oluşturmasına ve sabrının karşılığını ebediyette almasına vesile olur.

Her zahmet, sabırla karşılandığında ebedi bir kazanca dönüşür.

6. Tevhidi ve Birliği Fark Etmek

İnsan, bu süreçler sayesinde kendi varlığının sınırlı olduğunu, fakat Allah’ın sınırsız kudret ve merhametiyle her şeyin bir anlam kazandığını idrak eder.

Zorluklar, insanı Yaradan’a daha yakın kılar ve hayatın geçici olduğunu hatırlatarak asıl hedefe yönlendirir.

Sonuç olarak, var oluş sürecindeki tüm zahmet ve zorluklar, insanın manevi ve ahlaki gelişimi, yaratılış gayesini gerçekleştirmesi ve ebedi saadete ulaşması içindir. Bu süreç, insanın olgunlaşması ve hakikati bulması için bir yolculuktur. Zahmetin arkasındaki rahmet, insanı ahlaken yüceltmek ve ebediyete hazırlamaktır.

@@@@@@

Loading

No ResponsesKasım 27th, 2024

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDA İSTİDAT-KABİLİYET VE DUYGULAR.

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDA İSTİDAT-KABİLİYET VE DUYGULAR.

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=W5yxu76U8iQ

Risale-i Nur Külliyatı’nda istidat,kabiliyet ve duygular konusu hakkında.

Risale-i Nur Külliyatı’nda istidat (yetenek), kabiliyet (beceri) ve duygular, insanın yaratılış gayesi ve onun varlık âlemindeki yerini anlamada önemli kavramlar olarak ele alınır. Bu kavramlar, insanın Allah’ın (C.C.) isim ve sıfatlarını anlaması, tanıması ve kulluk vazifesini yerine getirmesi için verilen donanımlardır.

1. İstidat ve Kabiliyet

İstidat, insanın yaratılıştan sahip olduğu potansiyel ve yatkınlıkları ifade eder. Risale-i Nur’da insanın istidatları, Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını anlamaya yönlendirilmiş araçlar olarak anlatılır. Her insanın istidatları farklıdır ve bu farklılık, ilahi hikmetin bir yansımasıdır.

Kabiliyet, insanın istidatlarını geliştirme ve onları hayata geçirme sürecinde ortaya çıkan becerilerdir. İnsanın kabiliyetlerini doğru yönde kullanması, Allah’a yaklaşmasına ve yaratılış gayesine uygun bir hayat yaşamasına vesile olur.

Örneğin:
Bediüzzaman Said Nursi, insanın istidat ve kabiliyetlerini, “çekirdek” ve “ağaç” metaforuyla açıklar. İnsan, yaratılış itibarıyla bir çekirdeğe benzer. O çekirdekte saklı olan kabiliyetler, ilim, hikmet ve marifetle geliştirilirse bir “manevi ağaç” hâline gelir.

2. Duyguların Rolü

Duygular, insanın istidat ve kabiliyetlerini harekete geçiren, onları belirli hedeflere yönlendiren ilahi birer araçtır. Risale-i Nur’da duyguların doğru yönetimi üzerinde önemle durulur. Yanlış kullanılan duygular insanı dalalete sürüklerken, Allah rızası doğrultusunda kullanılan duygular, insanı marifetullaha (Allah’ı tanıma) ulaştırır.

Duyguların hikmetli kullanımı:
Bediüzzaman, insanın sahip olduğu aşk, sevgi, korku, ümit gibi duyguları yaratıcıya yönlendirmesi gerektiğini belirtir. Mesela:

Sevgi, Allah’ı ve O’nun yarattıklarını sevmeye;

Korku, Allah’ın azametini idrak etmeye;

Ümit, Allah’ın rahmetine güvenmeye yönlendirilmelidir.

3. İstidat ve Duyguların Nihai Gayesi

Risale-i Nur’da bu kavramlar, insanın yaratılışındaki asıl amacını gerçekleştirme bağlamında değerlendirilir:

İnsan, istidat ve kabiliyetleriyle Allah’ın sanat eserlerini tefekkür eder.

Duygularıyla Allah’a yakınlık hisseder ve O’na kulluk eder.

Alakalı Risaleler:

“23. Söz”: İnsanın yaratılışındaki hikmet ve duyguların doğru kullanımı.

“İkinci Lem’a”: İstidat ve kabiliyetlerin nasıl geliştirileceği.

“13. Söz”: İnsan çekirdeğinin maneviyat ağacı hâline gelmesi.

Özetle, Risale-i Nur’da insanın istidat, kabiliyet ve duyguları, yaratılış gayesi çerçevesinde değerlendirilir ve bunların doğru şekilde yönlendirilmesi gerektiği vurgulanır. Bu yönlendirme ise ancak iman, tefekkür ve ibadetle mümkündür.

 

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2024

KABİLİYETLERİN GELİŞMESİNDE MEŞRU VE HELAL DAİRE

KABİLİYETLERİN GELİŞMESİNDE MEŞRU VE HELAL DAİRE

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=TAI6-O4Kz3k

Meşru ve helal dairede ruh ve kabiliyetlerin gelişimine sebep olan faktörler.
İnsanın ruhunu, kabiliyetlerini ve duygularını meşru ve helal dairede geliştiren faktörler, onun yaratılış amacına uygun olarak manevi kemal yolunda ilerlemesini sağlar. Bu faktörler, hem bireysel hem toplumsal hayatın anlam kazanmasına katkıda bulunur. Ruh ve kabiliyetlerin gelişimi, insanın Allah’a yakınlaşmasına ve yeryüzündeki halifelik görevini yerine getirmesine vesile olur.

1. İman ve Allah’a Yakınlık

a. İmanın Güçlendirilmesi:

İman, insanın ruhunu besleyen en temel kaynaktır. İmanın güçlenmesi, kabiliyetlerin ve duyguların Allah rızası için kullanılmasını sağlar.

İmanın Ruha Tesiri:

> “Allah, iman edenleri sabit bir sözle hem dünya hayatında hem ahirette sağlamlaştırır.”
(İbrahim, 14:27)
İman, insanın manevi duygularını harekete geçirir ve ruhunu kararlılıkla besler.

b. Allah’a Olan Sevgi ve Korku:

Allah’a duyulan sevgi, insanın duygularını ve kabiliyetlerini doğru yolda yönlendirmesine yardımcı olur. Korku ise yanlış yollardan uzak durmayı sağlar:

> “İman edenlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlüdür.”
(Bakara, 2:165)

2. İbadetler ve Zikir

İbadetler, ruhun saflaşmasına ve kabiliyetlerin doğru yönde gelişmesine büyük katkıda bulunur.

a. Namaz ve Dua:

Namaz: Ruhun gıdasıdır ve insanı her türlü kötülükten uzaklaştırır. Namaz, Allah’a yönelişi artırarak insanın manevi kabiliyetlerini geliştirir.

> “Şüphesiz ki namaz, insanı her türlü kötülükten ve fahşadan alıkoyar.”
(Ankebut, 29:45)

Dua: İnsan, dua yoluyla Allah’a yakınlaşır ve ruhunu tatmin eder. Dua, insanın fıtratında var olan güçsüzlüğünü kabul ederek Allah’tan yardım dilemesiyle kabiliyetlerini yüceltir.

b. Zikir:

Allah’ı anmak, ruhun huzur bulmasını ve kabiliyetlerin berraklaşmasını sağlar:

> “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
(Rad, 13:28)

3. Helal ve Meşru Çalışmalar

a. İlme ve Marifete Yönelmek:

İnsan, fıtratında var olan öğrenme ve bilme arzusu sayesinde kabiliyetlerini geliştirebilir. İlim, insanın aklını ve ruhunu nurlandırır.

Tefekkür ve İlmin Önemi:

> “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
(Zümer, 39:9)
Tefekkür, insanın yaratılış amacını anlamasına ve kabiliyetlerini bu yönde kullanmasına vesile olur.

b. Meslek ve Sanatta Çalışkanlık:

Helal yoldan kazanç sağlamak, insanın kabiliyetlerini geliştirmesi için önemli bir yoldur. Meslek sahibi olmak, insanın fıtratındaki üretkenliği ve sorumluluğu ortaya çıkarır:

> “Hiçbir kimse, kendi el emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir.”
(Hadis-i Şerif, Buhari)

4. Salih Amel ve Güzel Ahlak

a. Salih Ameller:

Salih ameller, insanın ruhunu güçlendirir ve Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmesine vesile olur. Salih amel işlemek, insanın yaratılışındaki kabiliyetleri meşru dairede kullanmasına yardımcı olur.

Amelin Ruh ve Kabiliyetlere Tesiri:

> “Erkek veya kadın, kim salih bir amel işlerse, ona hoş bir hayat yaşatırız.”
(Nahl, 16:97)

b. Güzel Ahlak:

Ahlak, insanın manevi kemaline ulaşmasında temel taşlardan biridir. Sabır, merhamet, tevazu gibi ahlaki değerler, duyguların meşru dairede yönlendirilmesine katkı sağlar.

5. İnsani İlişkiler ve Sosyal Çevre

a. Salih İnsanlarla Birlikte Olmak:

İnsan, çevresindeki kişilerin etkisi altındadır. Salih bir çevrede bulunmak, kişinin ruh ve kabiliyetlerini olumlu yönde etkiler.

Salihlerle Birlikte Olmanın Önemi:

> “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru kimselerle birlikte olun.”
(Tevbe, 9:119)

b. Yardımlaşma ve İyilik:

Başkalarına yardım etmek ve iyilik yapmak, insanın hem duygularını hem de kabiliyetlerini geliştiren bir eylemdir. İyilik, insanın kalbinde manevi bir huzur oluşturur.

6. Haramdan Sakınma

Meşru ve helal dairede gelişimin en önemli unsurlarından biri, haramlardan sakınmaktır. İnsan, ruhunu ve kabiliyetlerini günahlardan koruduğu ölçüde geliştirebilir.

a. Takva:

Takva, insanın Allah’a yakınlaşmasını ve ruhunu kemale erdirmesini sağlar:

> “Şüphesiz ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.”
(Nahl, 16:128)

b. Haramdan Kaçınmanın Ruh Üzerindeki Etkisi:

Bediüzzaman Said Nursî, haramların insanın kalbini ve kabiliyetlerini körelttiğini, meşru dairenin ise insan için yeterli ve huzurlu olduğunu belirtir:

> “Meşru daire keyfe kafidir. Harama girmeye lüzum yoktur.”
(Lem’alar, 17. Lem’a)

7. İstikamet ve İtidal

Helal dairede ruh ve kabiliyetlerin gelişiminde istikamet ve itidal önemlidir. Her şeyin ölçülü kullanılması, insanın manevi dengede kalmasını sağlar.

İtidalin Önemi:

> “Her işte orta yolu tutun. İfrat ve tefrite düşmeyin.”
(Hadis-i Şerif)

Sonuç:

İnsanın ruhunu ve kabiliyetlerini geliştiren faktörler, meşru ve helal dairede ilahi emir ve yasaklara uygun bir yaşam sürmekle mümkündür. İman, ibadet, ilim, güzel ahlak ve salih çevre gibi unsurlar, insanın yaratılışındaki potansiyeli açığa çıkarır ve Allah’a yakınlaştırır. Haramdan sakınmak, helal rızıkla yaşamak ve sürekli tefekkür halinde olmak, bu gelişimin devamlılığını sağlar. İnsanın yaratılış gayesine uygun hareket etmesi, hem dünya hem de ahiret saadetini kazanmasına vesile olur.

 

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2024

KURAN-I KERİM’DE İSTİDAT VE KABİLİYETLER

KURAN-I KERİM’DE İSTİDAT VE KABİLİYETLER

BAK: https://www.youtube.com/watch?v=wcPNrT5Vwgk 

Kuran-ı Kerim’de insan istidat, kabiliyet ve sahip olduğu duygular.

Kur’an-ı Kerim, insanın istidat, kabiliyet ve duygularını Allah’ın bir emaneti ve insanın yaratılışındaki hikmetin tezahürü olarak ele alır. Bu kavramlar, insanın Allah’a kulluk etmek, dünya ve ahiret dengesini kurmak için verilmiş önemli donanımlar olarak değerlendirilir. Kur’an’da bu özelliklerin nasıl yönlendirilmesi gerektiği sıkça vurgulanır.

1. İstidat (Yetenek ve Potansiyel):

Kur’an-ı Kerim, insanın Allah tarafından üstün bir yetenek ve potansiyele sahip kılındığını ifade eder. İnsan, diğer varlıkların üstünde bir donanımla yaratılmıştır ve bu istidatları Allah’ın emir ve yasaklarına göre kullanmakla mükelleftir.

İnsanın Şerefli Yaratılışı:

> “Andolsun ki, Biz insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık…”
(İsra, 17:70)
Bu ayet, insanın sahip olduğu istidatlarla meleklerden bile üstün bir mertebeye ulaşabileceğini ifade eder.

Hilafet Vazifesi:

> “Hani Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dedi…”
(Bakara, 2:30)
İnsan, istidat ve kabiliyetleriyle yeryüzünde Allah’ın temsilcisi olma görevini üstlenmiştir.

Cevher Niteliği:
İnsanın mahiyetine yerleştirilen istidatlar, Allah’ın isim ve sıfatlarını tanıyıp anlamaya yönelik bir “emanet” olarak ifade edilir:

> “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik, onlar bunu yüklenmekten çekindiler; insan ise onu yüklendi.”
(Ahzab, 33:72)

2. Kabiliyet (Yeteneklerin Gelişimi):

Kur’an, insanın sahip olduğu istidatları geliştirmesi ve kabiliyete dönüştürmesi gerektiğini sıkça belirtir. İnsana verilen akıl, irade ve diğer yetenekler, dünya ve ahiret saadetini kazandırmak için verilmiştir.

Öğrenme ve Anlama Kabiliyeti:
İnsan, öğrenme ve anlamaya yönelik kabiliyeti sayesinde ilahi hakikatlere ulaşabilir:

> “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti…”
(Bakara, 2:31)
Bu ayet, insanın öğrenme kapasitesinin bir göstergesi olarak kabul edilir.

Akıl ve Fikir Kullanımı:

> “Hiç düşünmez misiniz?”
(Bakara, 2:44)
“Hiç akletmez misiniz?”
(En’am, 6:32)
İnsan, sahip olduğu akıl ve düşünce yeteneğiyle Allah’ın ayetlerini anlamaya davet edilir.

Kabiliyetlerin Sınanması:
İnsan, kabiliyetleriyle sınanır ve bu sınav sonucunda ahiretteki yerini belirler:

> “Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten mutlaka hesaba çekileceksiniz.”
(Tekasür, 102:8)

3. Duygular:

Kur’an’da insanın duyguları, hem dünya hayatında başarıyı hem de ahiret saadetini kazandırabilecek yönlendirici güçler olarak ele alınır. Ancak bu duyguların kontrol edilmesi ve fıtrata uygun bir şekilde kullanılması gerekir.

Sevgi ve Şefkat:
Sevgi, Allah’a, Peygamber’e ve müminlere yöneltilmesi gereken bir duygudur:

> “İman edenler ise Allah’ı her şeyden daha çok severler.”
(Bakara, 2:165)

Korku ve Ümit:
Allah’tan korkma ve rahmetini umma arasında bir denge, insanın kulluğunu anlamlı kılar:

> “Rabbinizin rahmetinden ümit kesmeyin.”
(Zümer, 39:53)
“Onlar, Rablerinden korkarak ve rahmetini umarak dua ederler.”
(Secde, 32:16)

Nefis ve Şehvet:
İnsan, şehvet ve arzularını kontrol etmekle mükelleftir. Bu duygular doğru yönlendirilmediğinde insanı kötülüğe sürükler:

> “Kim nefsini arındırırsa felaha ermiştir. Kim de onu kötülüklere gömerse, ziyan etmiştir.”
(Şems, 91:9-10)

Hırs ve Haset:
Kur’an, hırs ve hasedin kontrol edilmesi gerektiğini vurgular:

> “Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri kıskanmayın.”
(Nisa, 4:32)

İnsanın Bu Özelliklerle İmtihanı:

Kur’an’a göre insanın istidatları, kabiliyetleri ve duyguları birer imtihan vesilesidir. Allah, bu nimetleri doğru şekilde kullanmayı insandan istemektedir:

İmtihanın Gerekliliği:

> “Hanginizin daha güzel iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yarattı.”
(Mülk, 67:2)

Duyguların Terbiyesi:
İnsan duygularını ve yeteneklerini vahye uygun olarak yönlendirdiğinde, cennet gibi ebedi saadetlere ulaşır.

Sonuç:

Kur’an-ı Kerim, insanın istidat, kabiliyet ve duygularını, Allah’a kulluk için verilmiş birer emanet olarak görür. Bu emanetlerin doğru kullanımı, insanı hem dünya hem de ahiret saadetine ulaştırır. Ancak, bu özelliklerin kötüye kullanımı insanı felakete sürükler. Kur’an, insanın bu duyguları, aklı ve iradesiyle dengeleyip doğru bir şekilde yönlendirmesini öğütler.

@@@@@@@

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2024

Kuran-ı Kerim’de anlatılan ‘Kısasta sizin için hayat vardır ‘ ayetiyle kısasın tarihi serüveni, hikmeti ve sosyal hayata katkıları.

Kuran-ı Kerim’de anlatılan ‘Kısasta sizin için hayat vardır ‘ ayetiyle kısasın tarihi serüveni, hikmeti ve sosyal hayata katkıları.

Kur’an-ı Kerim’de, Bakara Suresi 179. Ayet şu şekilde ifade edilir:

> “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.”

Bu ayet, kısas hükmünün hikmetini ve topluma kazandırdığı faydaları özetleyen önemli bir mesaj taşır. Ayette, adaletin sağlanması için kısasın uygulanmasının sadece ceza vermek amacı taşımadığı, aynı zamanda bireysel ve toplumsal hayata yönelik derin bir hikmet barındırdığı belirtilir.

1. Kısasın Tarihi Serüveni

Kısas, insanlık tarihinin erken dönemlerinden itibaren adaletin tesisi için uygulanan ceza yöntemlerinden biridir. Ancak kısasın İslam’dan önceki ve İslam’daki uygulanışı arasında belirgin farklar vardır:

a. Cahiliye Döneminde Kısas

İslam öncesi Arap toplumunda kısas, intikam odaklı ve aşırı bir şekilde uygulanıyordu.

Suçlunun statüsü, cinsiyeti veya kabilesine göre adalet ölçüleri değişebiliyordu.

Bazen bir kişinin öldürülmesine karşılık, saldırgan tarafın birçok üyesi öldürülüyor ve bu durum kan davalarına yol açıyordu.

b. İslam’la Gelen Düzenleme

İslam, kısas hükmünü adalet ve denge ilkesi çerçevesinde düzenlemiştir.

Kur’an, suç ve ceza arasında dengeyi sağlamış, aşırı intikam duygularını törpülemiştir.

Kısasın uygulanmasını yargı makamlarına bırakmış, bireysel adalet anlayışını ortadan kaldırmıştır.

c. Kısasın Alternatifleri

Kur’an, kısası farz kılarken, mağdur tarafın affetme hakkını ve diyeti (kan bedeli) kabul ederek, barış ve uzlaşma için fırsatlar sunmuştur:

> “Kim affedip bağışlarsa, onun mükafatı Allah’a aittir.” (Şura Suresi, 40)

 

d. İslam Tarihindeki Uygulamalar

Dört Halife döneminde kısas, dikkatli soruşturmalarla ve adil yargılama süreçleriyle uygulanmıştır.

Kısas cezaları, caydırıcılık sağlamış, suçların azalmasında etkili olmuştur.

Osmanlı’da ise kısas, İslam hukukunun temel cezai düzenlemelerinden biri olarak varlığını sürdürmüştür.

2. Kısasın Hikmeti

Kısas hükmü, sadece suçluya ceza vermekle sınırlı kalmaz; aynı zamanda derin hikmetlere dayanır:

a. Adaletin Sağlanması

Kısas, bireysel adalet anlayışını toplum adına devletin kontrolüne bırakır. Suç ile ceza arasında denge kurarak, adaleti tesis eder.

b. Caydırıcılık

Kısas, suçun tekrar işlenmesini önleyici bir mekanizma olarak işlev görür.

İnsanlar, bir başkasına zarar verdiklerinde aynı cezayla karşılaşacaklarını bilerek hareket ederler.

Bu, bireylerin suç işleme eğilimini azaltır.

c. Hayatı ve Toplumu Koruma

Ayette geçen “Kısasta sizin için hayat vardır” ifadesi, bu ceza sisteminin toplumun genel güvenliği için hayati önem taşıdığını belirtir.

Kısas, intikam ve kan davasını engelleyerek toplumsal barışı korur.

d. Affetme ve Merhamet Teşviki

Kur’an, kısası bir hak olarak belirlerken affetmeyi ve uzlaşmayı teşvik eder.
Bu, mağdur tarafı merhametli olmaya yönlendirirken, suçluya da ıslah olma fırsatı tanır.

3. Kısasın Sosyal Hayata Katkıları

a. Adaletin Yerleşmesi

Kısas, toplumda adalet duygusunun kökleşmesine katkıda bulunur. Her bireyin hakkının korunacağını bilmesi, toplumda güven ortamı oluşturur.

b. Kan Davalarının Önlenmesi

İslam, bireysel veya toplumsal intikam anlayışını kaldırarak kan davalarını önlemiştir. Kısas, intikam yerine adalet mekanizmasını işletmiştir.

c. Toplumsal Barışın Korunması

Kısasın uygulanması ve affetme mekanizması, toplumda kin ve düşmanlık duygularını azaltır. Diyet gibi uzlaşma yolları, taraflar arasında barışı teşvik eder.

d. Caydırıcı Etki

Kısasın varlığı, suç işlemeye yönelik caydırıcı bir etki sağlar. Bu, hem bireysel suçların hem de toplumsal huzuru tehdit eden büyük suçların azalmasına katkı sunar.

e. İnsan Hayatına Değer Verilmesi

Ayette vurgulanan “hayat”, bireysel ve toplumsal anlamda güvenli yaşamı ifade eder.

Kısas, adil cezalandırmayla hem mağduru hem de toplumun diğer üyelerini korur.

Sonuç

“Kısasta sizin için hayat vardır” ayeti, İslam’ın adalet anlayışını ve toplumsal düzeni sağlama ilkesini derin bir şekilde özetler. Kısas, bireysel intikamı önleyerek toplumsal barışa katkı sunar, suçun caydırıcılığını artırır ve hayatın korunmasını hedefler. Kur’an’ın bu ilkesine dayanan ceza sistemi, geçmişte olduğu gibi bugün de adaletin sağlanması ve toplumsal huzurun korunması açısından önemli bir rehberdir.

 

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2024

Kuran-ı Kerim’de anlatılan ‘Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini kesin ‘ayetiyle el kesmenin tarihi serüveni, hikmeti ve sosyal hayata katkıları nelerdir?

Kuran-ı Kerim’de anlatılan ‘Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini kesin ‘ayetiyle el kesmenin tarihi serüveni, hikmeti ve sosyal hayata katkıları nelerdir?

Kur’an-ı Kerim’de hırsızlık suçu ve bunun cezası hakkında, Maide Suresi 38. ayette şöyle buyrulmaktadır:

> “Hırsızlık yapan erkek ve kadının, yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan bir ibret cezası olarak ellerini kesin. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.”

Bu ayet, İslam ceza hukukunda önemli bir ceza türü olan el kesme cezası ile hırsızlık suçu arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Ancak, bu hüküm uygulanmadan önce belirli şartlar ve sınırlamalar getirilmiş, adalet ve merhamet ilkesi gözetilmiştir.

1. Tarihi Serüveni

a. İslam Öncesi Dönem

Hırsızlık Suçu ve Cezası: İslam öncesi Arap toplumunda hırsızlık suçlarına karşı ağır cezalar uygulanıyordu. Bazen ölüm cezası, bazen ise işkence gibi uygulamalar söz konusuydu.

Ceza, genellikle suçu işleyen kişinin toplumdaki statüsüne göre değişiyordu. Fakirler ve güçsüzler ağır cezalandırılırken, zenginler ve kabile reisleri korunuyordu.

b. İslam’la Gelen Düzenleme

Kur’an, hırsızlık suçuna sabit ve caydırıcı bir ceza getirmiştir. Ancak bu cezanın uygulanması için belirli şartlar öngörülmüştür.

Hz. Peygamber (sav), bu cezanın ancak suçu ispatlayan güçlü delillerin ve belirli ekonomik-sosyal şartların yerine getirilmesi durumunda uygulanacağını belirtmiştir.

c. İslam Tarihinde Uygulama

Hz. Muhammed Dönemi: Hırsızlık cezası, yalnızca suçun açıkça ispatlandığı durumlarda uygulanmıştır. Peygamber Efendimiz, hırsızlık yapan kişinin tövbe etmesini ve malın iadesini teşvik etmiştir.

Hz. Ömer Dönemi: Hz. Ömer, kıtlık yıllarında (açlık ve zorunluluk durumlarında) hırsızlık yapanların cezalandırılmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu, cezanın adalet ve hikmet çerçevesinde değerlendirildiğini gösterir.

Osmanlı Dönemi: Hırsızlık cezaları genellikle diyet (malın tazmini) veya uzlaşma yoluyla çözüme kavuşturulmuş, el kesme cezası istisnai durumlarda uygulanmıştır.

2. Hırsızlık Cezasının Hikmeti

a. Caydırıcılık

El kesme cezası, hırsızlık suçunu işleme eğiliminde olan kişiler üzerinde güçlü bir caydırıcı etki yapar. Bu cezanın uygulanma ihtimali bile, toplumu suçtan uzaklaştırır.

Toplumsal huzurun korunması için bu tür caydırıcı cezalar, bireylerin haklarına saygıyı artırır.

b. Adaletin Tesisi

Hırsızlık, bireysel haklara ve toplumsal düzene doğrudan bir saldırıdır. Bu nedenle Kur’an, adaletin sağlanması için belirli bir sınır cezası (hudud) öngörmüştür.

El kesme cezası, suça orantılı bir karşılık olarak görülür ve mağdurun hakkını korur.

c. Toplumun Haklarının Korunması

Kur’an, bu cezayı uygulamadan önce hırsızlığın gerçekleştiği sosyal ve ekonomik koşulları dikkate alır. Açlık, yoksulluk veya zorunluluk gibi durumlarda bu cezanın uygulanmaması gerektiği ifade edilmiştir.

Bu, toplumun bireylerine karşı adil bir şekilde davranması gerektiğini gösterir.

d. Tövbeye ve Islah Olmaya Teşvik

Kur’an’da el kesme cezasının ardından tövbe eden ve kendisini düzelten kişilerin Allah tarafından bağışlanacağı belirtilir:

> “Kim zulüm yaptıktan sonra tövbe eder ve ıslah olursa, Allah onun tövbesini kabul eder.” (Maide, 39)

Bu, cezanın sadece caydırıcılık değil, aynı zamanda toplumsal ıslah amacını taşıdığını gösterir.

3. Sosyal Hayata Katkıları

a. Mal Güvenliğinin Sağlanması

El kesme cezası, bireylerin mal varlığını güvence altına alır. Hırsızlık suçunun azalması, toplumda güven ortamını güçlendirir.

İnsanlar, mal ve mülklerine zarar gelmeyeceğinden emin olarak yaşarlar.

b. Toplumda Adaletin Yayılması

Cezanın uygulanması, toplumun her kesimine adaletin eşit şekilde işlediğini gösterir. Bu, sosyal barışı ve birlik duygusunu pekiştirir.

Kur’an, cezaların uygulanmasında kişilerin statüsüne, zenginlik durumuna veya kabilesine bakılmaksızın eşitlik ilkesini savunur.

c. Sosyal Yardımlaşma ve Ekonomik Adaletin Teşviki

Hırsızlık cezaları, suçun sosyal sebeplerini de dikkate alır. Kur’an, toplumda yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik ederek yoksulluğun giderilmesini hedefler. Zekat ve infak gibi ibadetler, fakirlerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlar.
Hırsızlığa neden olan ekonomik eşitsizlikler ortadan kaldırıldığında, suç oranları da azalır.

d. Toplumsal Barış ve Güvenlik

Hırsızlık, bireyler ve toplum arasında güvenin zedelenmesine yol açar. Kur’an’daki cezalandırma sistemi, bu güveni yeniden tesis etmeyi amaçlar.

Cezaların adil ve şartlara uygun uygulanması, toplumsal düzenin devamlılığını sağlar.

4. Cezanın Uygulanma Şartları

Kur’an’da yer alan el kesme cezasının uygulanması, belli kriterlere ve şartlara bağlanmıştır:

Suçun Sabitliği: Hırsızlık suçu, kesin delillerle ispatlanmalıdır.

Eşyaya Değer Biçilmesi: Çalınan malın, belirli bir değerden az olmaması gerekir.

Zorunluluk Hali: Açlık, sefalet veya yaşamı sürdürme zorunluluğu gibi nedenlerle yapılan hırsızlıklarda bu ceza uygulanmaz.

İhtiyatlı Yaklaşım: Hata veya şüphe durumlarında cezanın uygulanmaması gerektiği Hz. Peygamber’in (sav) hadislerinde belirtilmiştir:

> “Şüphe durumunda had cezalarını kaldırın.” (Tirmizî, Hudûd, 2)

Sonuç

Hırsızlık için öngörülen el kesme cezası, İslam hukukunda adaletin sağlanması ve suçun caydırılması açısından önemli bir yere sahiptir. Bu cezanın uygulanmasında gözetilen şartlar, İslam’ın adalet, merhamet ve toplumsal düzeni koruma ilkelerini yansıtır. Cezanın temel hedefi, bireylerin ve toplumun haklarını güvence altına almak, suçun kök sebeplerini ortadan kaldırmak ve toplumsal barışı sağlamaktır. Kur’an’ın bu hükmü, sadece bir cezalandırma yöntemi değil, aynı zamanda bir sosyal düzen mekanizmasıdır.

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2024

Kuran-ı Kerim’de anlatılan hukuki ceza-i müeyyidelerin tarihi serüveni, hikmeti ve sosyal hayata katkıları nelerdir?

Kuran-ı Kerim’de anlatılan hukuki ceza-i müeyyidelerin tarihi serüveni, hikmeti ve sosyal hayata katkıları nelerdir?

Kur’an-ı Kerim’de yer alan hukuki cezaî müeyyideler, bireysel ve toplumsal adaletin sağlanması, suçların caydırılması ve toplum düzeninin korunması amacıyla belirlenmiş ilkelerdir. Bu cezalar, suç ile ceza arasında denge kurarak, adaletin tesisini ve sosyal barışın devamlılığını hedefler. Kur’an-ı Kerim’deki cezaî hükümler; hadd cezaları, kısas, ta’zir cezaları ve uzlaşma mekanizmalarını kapsar.

1. Tarihi Serüveni

a. İslam Öncesi Dönem

İslam öncesi Arap toplumunda cezalar, genellikle bireysel ve kabile intikamı şeklinde uygulanıyordu. Kan davaları, adaletin sağlanmasında temel araçlardan biriydi.

Cezalar arasında haksızlıklar yaygındı. Sosyal statü, suçun ve cezanın ağırlığını belirleyen bir faktördü. Güçlü kabileler daha az ceza görürken, zayıf olanlar ağır şekilde cezalandırılabiliyordu.

Ceza sisteminde keyfilik hâkimdi. Adalet yerine kin, öfke ve intikam duyguları etkindi.

b. İslam’la Gelen Değişiklik

Kur’an-ı Kerim, hukuki cezalara ilişkin hükümleri düzenleyerek adalet ve merhamet ilkelerine dayalı bir sistem getirdi.

Hudud Cezaları: Allah’ın kesin olarak belirlediği sınırları ihlal eden suçlara karşı caydırıcı cezalar getirildi (hırsızlık, zina, içki içme gibi).

Kısas: Adam öldürme ve yaralamalarda, suç ile ceza arasında denge kurularak adalet sağlandı.

Uzlaşma ve Diyet: Kur’an, cezalandırma kadar affetmeyi ve uzlaşmayı da teşvik ederek toplumsal barışı ön planda tutmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav), cezalarda delil ve ispat gerekliliği gibi şartları getirmiş, şüphe durumunda cezaların uygulanmaması gerektiğini vurgulamıştır:

> “Şüphe durumunda had cezalarını düşürün.” (Tirmizî, Hudûd, 2)

 

c. İslam Tarihindeki Uygulamalar

Dört Halife Dönemi: Kur’an’ın belirlediği ceza hükümleri, adil bir şekilde uygulanmıştır. Özellikle Hz. Ömer gibi liderler, ekonomik koşulları göz önünde bulundurarak cezaların uygulanmasında hassas davranmışlardır (örneğin, kıtlık yıllarında hırsızlık cezalarının uygulanmaması).

Osmanlı Dönemi: İslam hukuku, cezaî müeyyidelerde rehber alınmış, ancak birçok durumda uzlaşma, diyet ve tazminat gibi alternatif mekanizmalar tercih edilmiştir.

2. Kur’an’daki Hukuki Cezaî Hükümlerin Hikmeti

a. Adaletin Tesis Edilmesi

Kur’an, cezaları bireysel intikam yerine toplum adına devletin kontrolüne bırakmıştır. Bu, adaletin tarafsız ve eşit bir şekilde sağlanmasını hedefler.

b. Caydırıcılık

Kur’an’da yer alan cezalar, suçu önlemeye yönelik güçlü bir caydırıcı etkiye sahiptir.

Suç işleyen kişinin benzer bir cezaya maruz kalacağını bilmesi hem bireysel hem de toplumsal suçları azaltır.

c. Toplumun Haklarının Korunması

Hırsızlık, zina, içki içme gibi suçlar, bireylerin ve toplumun huzurunu bozan fiillerdir. Bu cezalar hem bireysel hakları hem de toplumsal düzeni korur.

d. Affetme ve Merhametin Teşviki

Kur’an, ceza hükmünün yanı sıra affetme ve uzlaşmayı teşvik eder:

> “Kim affedip bağışlarsa, onun mükafatı Allah’a aittir.” (Şura Suresi, 40)

Bu hem mağdur tarafın hem de toplumun barış içinde bir arada yaşamasını sağlar.

e. Toplumun Islahı

Kur’an’daki cezalar, sadece suçun karşılığını vermekle sınırlı değildir. Aynı zamanda suçluyu ıslah ederek topluma kazandırmayı hedefler.

3. Sosyal Hayata Katkıları

a. Toplumsal Düzenin Sağlanması

Kur’an’daki cezalar, toplumu tehdit eden suçların önlenmesi için caydırıcı bir rol oynar. Bu, bireylerin güven içinde yaşamasını sağlar.

b. Mal ve Can Güvenliğinin Korunması

Kısas ve hırsızlık cezaları, bireylerin mal ve can güvenliğini teminat altına alır.

İnsanlar, haklarının korunacağından emin olarak huzurlu bir yaşam sürer.

c. Adalet ve Eşitliğin Yerleşmesi

Kur’an, cezaların uygulanmasında toplumsal statüye ve zenginlik-fakirlik farkına bakılmaksızın adaleti savunur. Zengin ya da fakir herkes için aynı hükümler geçerlidir.

d. Toplumsal Barışın Korunması

Uzlaşma, diyet ve affetme gibi mekanizmalar, toplumsal barışın devamlılığını sağlar.

Ceza sisteminin adil ve dengeli bir şekilde uygulanması, toplumda kin ve düşmanlık duygularını azaltır.

e. Ekonomik ve Sosyal Adaletin Teşviki

Kur’an, suçları önlemek için bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasına vurgu yapar.

Zekat, infak gibi ibadetler yoluyla yoksulluk azaltılır ve suça zemin hazırlayan sebepler ortadan kaldırılır.

4. Kur’an’daki Ceza Türleri ve Sosyal Katkıları

a. Hudud Cezaları

Hudud, Allah’ın kesin sınırlarını ihlal eden suçlara verilen cezalardır (zina, hırsızlık, içki içme gibi). Bu cezalar, suçların tekrarını engelleyerek toplumsal düzeni korur.

b. Kısas
Kısas, cana veya bedene yönelik suçlarda uygulanır. “Kısasta sizin için hayat vardır.” (Bakara, 179) ayeti, kısasın bireysel intikamı önleyerek toplumsal barışı nasıl sağladığını açıklar.

c. Ta’zir Cezaları

Ta’zir, suçun niteliğine göre hâkimin belirlediği cezalardır. Bu, ceza sisteminin esnekliğini ve adaletin yerine göre farklılık gösterebileceğini gösterir.

d. Uzlaşma ve Diyet

Uzlaşma, mağdur tarafın affetmesi veya malın tazmin edilmesi yoluyla adaletin sağlanmasını teşvik eder. Bu mekanizma, barışçıl çözümü önceler.

Sonuç

Kur’an-ı Kerim’de yer alan hukuki cezaî müeyyideler, bireysel ve toplumsal hakların korunmasını, suçların caydırılmasını ve adaletin sağlanmasını hedefler. Bu cezaların uygulanması, toplumda güven ve huzurun temin edilmesine katkı sağlar. Bununla birlikte Kur’an, cezaları bir intikam aracı olarak değil, toplumun ıslahını ve barışını hedefleyen bir mekanizma olarak sunar. İslam’ın bu adalet sistemi hem tarihi hem de güncel olarak sosyal hayata derin katkılar sağlamıştır.

 

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2024

Bana Kuran yeter diyenlerin tutarsızlıkları nelerdir?

Bana Kuran yeter diyenlerin tutarsızlıkları nelerdir?

“Bana Kur’an yeter” diyenler, sadece Kur’an’ı referans alarak dinî meselelerde hüküm çıkarmaya çalışırlar ve genellikle hadisleri ve sünneti ikinci plana atarlar. Ancak bu yaklaşım, İslam’ın temel prensipleri ve Kur’an’ın kendisiyle çelişir. İşte bu yaklaşımın temel tutarsızlıkları:

1. Kur’an’ın Sünneti Onaylaması

Kur’an, Hz. Muhammed’in (sav) sünnetini ve hadislerini dinde bir kaynak olarak kabul etmeyi emreder. Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır:

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden sakındırdıysa ondan sakının.” (Haşr, 7)

“Kim Resûl’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80)
Bu ayetler, Peygamber Efendimizin getirdiği sünnetin, Allah’ın mesajını tamamladığını ve ona uymanın zorunlu olduğunu açıkça ortaya koyar. Hadis ve sünnet olmadan bu emirlerin nasıl uygulanacağı belirsizdir.

2. Kur’an’ın Açıklanması Gerekliliği

Kur’an, kendisinin açıklanması gerektiğini ifade eder:

“Biz, insanlara indirileni açıklayasın diye sana bu Kur’an’ı indirdik.” (Nahl, 44)

Peygamber Efendimizin görevi sadece vahyi iletmek değil, aynı zamanda onu açıklamaktır. Eğer sadece Kur’an yeterli olsaydı, bu açıklama görevi gerekmezdi. Peygamber’in açıklamaları, hadis ve sünnet yoluyla bize ulaşmıştır.

3. Kur’an’da Detaylandırılmamış Hükümler

Kur’an’da bazı hükümler genel ifadelerle yer alırken, detayları sünnetle açıklanmıştır. Örneğin:

a. Namaz

Kur’an, namazın kılınmasını emreder (Bakara, 43), ancak namazın vakitleri, rekat sayıları ve kılınış şekli gibi detayları açıklamaz. Bu bilgiler, sünnet ve hadislerle öğrenilmiştir.

b. Zekat

Zekatın verilmesi gerektiği Kur’an’da belirtilir, ancak hangi mallardan, ne miktarda ve kimlere verileceği gibi detaylar sünnetle açıklanmıştır.

c. Hac ve Diğer İbadetler

Hac ibadetiyle ilgili genel emirler Kur’an’da yer alır, ancak tavafın nasıl yapılacağı, sa’y ve ihram gibi detaylar sünnetten öğrenilmiştir.

Eğer sadece Kur’an esas alınırsa, bu ibadetlerin nasıl uygulanacağı belirsiz kalır.

4. Peygamber’in Yetkisinin İnkarı

Kur’an’da Hz. Muhammed’in (sav) dinde hüküm koyma yetkisi olduğuna dair ifadeler vardır:

“Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)

Bu ayet, Peygamber’in hüküm koyma ve uyuşmazlıkları çözme yetkisini teyit eder. Sadece Kur’an’ı esas alanlar, Peygamber’in bu otoritesini göz ardı ederek Kur’an’ın bir emrini çiğnemiş olurlar.

5. Hadisler ve Sünnet Olmadan Kur’an Anlaşılmaz

Kısas, el kesme cezası, recm gibi hükümler, sünnet olmadan doğru bir şekilde uygulanamaz. Örneğin, hırsızlık cezasında çalınan malın değerine dair sınır sünnette belirtilmiştir. Sünnet olmadan bu sınır nasıl belirlenecektir?

Kur’an’da geçen genel kavramlar, sünnet ve hadis olmadan farklı yorumlara açık hale gelir. Bu, birden fazla ve çelişkili uygulamanın ortaya çıkmasına neden olabilir.

6. Tarihsel ve Sosyal Bağlamı Göz Ardı Etme

Kur’an, birçok ayetinde o dönemin sosyal ve kültürel yapısına uygun örnekler verir. Ancak bu örneklerin doğru anlaşılması, Peygamberimizin uygulamaları ve açıklamaları ile mümkün olur. Sadece Kur’an’a bağlı kalanlar, bu bağlamı göz ardı ederek eksik veya yanlış yorumlara varabilir.

7. Peygamberi Devre Dışı Bırakma Tehlikesi

Kur’an’ı yeterli görenler, Hz. Muhammed’in (sav) dinin inşasındaki rolünü küçümseme eğilimindedirler. Bu durum, Peygamber’in bir tebliğci olarak misyonunu tamamlamamış gibi göstermeye yol açar. Ancak Kur’an, Peygamberin örnekliğini şöyle vurgular:

“Andolsun ki, Allah’ın Resûlünde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Peygamber’in örnekliği, sadece Kur’an’ı okumaktan değil, onun uygulamalarını anlamaktan geçer.

8. Mezheplerin ve Âlimlerin Rolünü İnkâr

“Bana Kur’an yeter” diyenler, genellikle İslam tarihinde fıkıh, kelam ve hadis gibi alanlarda derinlemesine çalışma yapan âlimlerin birikimini de reddeder. Bu yaklaşım, dini anlama çabasında kişiyi yalnız bırakır ve bireysel, hatalı yorumlara açık hale getirir.

9. Uygulamada Çelişkiler

Kur’an’ın yeterli olduğunu savunanlar, günlük hayatlarında sünnetten faydalandıklarını fark etmezler:

Namaz kılarken sünnetin belirlediği vakit ve şekilleri takip ederler.

Zekat hesaplamasında sünnetin getirdiği ölçütleri uygularlar.
Bu durum, “Kur’an yeter” söyleminin pratikte uygulanamadığını ve sünnetin aslında hayatlarında ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Sonuç

“Bana Kur’an yeter” yaklaşımı, Kur’an’ın kendi hükümleriyle çelişir ve İslam’ın bütüncül yapısını zedeler. Hadisler ve sünnet olmadan Kur’an’ın birçok emri uygulanamaz veya doğru anlaşılamaz. Bu nedenle, İslam’da Kur’an, sünnet ve hadis birbirini tamamlayan kaynaklar olarak değerlendirilir. Peygamber Efendimizin sünneti ve açıklamaları, Kur’an’ın anlaşılmasında ve uygulanmasında vazgeçilmez bir rehberdir.

@@@@@@@@@

MAHMUT TOPTAŞ HOCAMIZDAN; BANA KUR’AN YETERCİLERİN ELLERİNİ KOLLARINI BAĞLAYAN SORU: SEN “ATEŞ MEZHEBİNDENMİSİN BRE ???

“Bana Kur’an yeter!”cilerden beni sevdiğini söyleyen biri, kendisi Hadisleri kabul etmeyerek doğru yolu bulduğundan, beni de çok sevdiğinden irşat etmek için yanıma geldi.
İkindi namazı okunmuştu. Biraz sohbetten sonra “Namazı kılalım” dedim ve kalktım. “Sünneti de kılalım” deyince o yerinden kalkmadı, ben Sünneti kıldım, ayağa kalkınca Kamet getirmeye niyetlendi ama ben ona “Kamet getirmek Sünnettir, senin prensiplerini bozmamak için ben Kamet getireyim” dedim ve hem Müezzinlik hem İmamlık yaptım.
Namazdan sonra “Farz namazları nasıl kılarsın?” deyince “Senin kıldığın gibi dört rekat kılarım” dedi.
– Ezana karşı değilsin değil mi?
– Değilim.
– Ama Ezan okumak sünnet.
– Kamete karşı değilsin?
– Değilim.
– Kamet de sünnet.
– Erkek çocukları sünnet etmeye karşı mısın?
– Değilim.
– Sünnet olmak da sünnet.
– Namaz kılmaya başlarken Tekbir getirirken elleri kaldırmak sünnet.
– Elleri bağlamak sünnet.
– Euzü besmele çekmek sünnet.
– Kıyamda iken “Fatiha okuyun” diye bir ayet yok.
– Namaz içindeki tekbirler, Rükûdaki ve secdedeki tesbihler sünnet. Ne yapacaksın şimdi? Oturuşlarda okuduğumuz Ettehiyyatü bir hadistir. Sübhaneke hadistir.
– Bütün bunları kaldırıverirsen ne yapacaksın?
– İkindi namazının farzının dört rekât olduğunu Sevgili peygamberimizden öğreniyoruz.
– Sevgili peygamberimiz:
– ﺻَﻠُّﻮﺍ ﻛَﻤَﺎ ﺭَﺃَﻳْﺘُﻤُﻮﻧِﻲ ﺃُﺻَﻠِّﻲ
– “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi kılınız” buyurmuş. (Buhari, Sahih, K. Ezan, Bab’ül-Ezan lil müsafir)
– Ya Allah’ın elçisine uyarak namaz kılacağız veya Nasrettin hocanın hindisi gibi sessiz ve hareketsiz duracağız.
– Sonra senin mezhebin var. dedim
– Hayır yok.
– Var.
– Vallahi yok
– Billahi var.
– Ben Kur’an’ı okuyup ona göre amel ediyorum. Dedi.
– Kur’an’ı Arapçasından okuyup anlayabiliyor musun?
– Hayır.
– Mealden okuyorsun?
– Evet.
– İşte mezhep odur. Ben Hanefi’yim. İmam Ebu Hanife (Allah ona rahmet eylesin) Kur’an’ı ve Sünneti okumuş, Tabiini görenlerden eğitim almış ve anladıklarını yazmış, ben de onun yazdıklarına göre amel ediyorum ve amelde mezhebim onun yazdıkları oluyor.
– Sen de bu mealini okuduğun kişinin yazdıklarına göre amel ettiğinden amelde mezhebin o kişi oluyor” dedim.
– Elindeki meal kimin? Diye sorduğumda Süleyman Ateş’in meali olduğunu söyledi.
– Bak, dedim, Süleyman Ateş Bey, anladığını sayfanın kenarına yazmış. Sen onu okuyup ona göre yaşamaya çalışıyorsun, sen “Ateş” mezhebindensin. Benim mealim de yayınlandı. Benim mealdekiler, benim anladıklarımdır. Ona uyarsan, “Toptaş” mezhebinden olursun. Kur’an-ı Kerim kime nazil olmuşsa onun anladığı, tebliğ ettiği, anlattığı, uyguladığı en doğrusudur” dediğimde aklına yattı ve gitti.
Mahmut Toptaş

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2024

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Konularına Göre VECİZ SÖZLER

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Konularına Göre VECİZ SÖZLER- Mehmet Özçelik adlı kitap ve muhteviyatı hakkında.

“Risale-i Nur Külliyatı’ndan Konularına Göre Veciz Sözler” adlı kitap, Mehmet Özçelik tarafından hazırlanmış bir eserdir. Bu kitap, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilmiş veciz sözleri konularına göre tasnif ederek okuyuculara sunmayı amaçlamaktadır.

Kitabın İçeriği:

1. Tasnif ve Kolaylık: Risale-i Nur’un farklı yerlerinde geçen hikmetli ve veciz ifadeler, okuyucunun kolayca ulaşabilmesi için konularına göre sınıflandırılmıştır. Bu, özellikle Risale-i Nur külliyatını detaylı incelemek isteyenlerin işini kolaylaştırmaktadır.

2. Ana Konular: Kitap, iman, ibadet, ahlak, dua, insanın mahiyeti, kâinatın yaratılışı, Allah’ın varlığı ve birliği gibi temel dini ve felsefi meselelerde veciz sözleri içermektedir. Her bir bölümde, o konuyla ilgili kısa ve öz ifadeler yer alır.

3. Risale-i Nur’un Derinliği: Kitap, Risale-i Nur’un dil ve içerik olarak daha yoğun olan metinlerini özetler ve veciz bir şekilde sunar. Bu, özellikle Risale-i Nur’a yeni başlayanlar için bir rehber niteliği taşır.

4. Mehmet Özçelik’in Yorumu: Yazar, bu derlemeyi yaparken Risale-i Nur’un özüne sadık kalmış, metne herhangi bir yorum veya değişiklik katmadan, okuyucunun kolay anlayabileceği bir düzen sunmayı hedeflemiştir.

Kitabın Amacı:

Bu tür eserler, Risale-i Nur’un tamamını okuma imkânı bulamayan ya da zaman açısından sıkışıklık yaşayan okuyucular için bir özet ve rehber niteliği taşır. Aynı zamanda, Risale-i Nur’un temel kavramlarını öğrenmek ve üzerinde tefekkür etmek isteyenlere pratik bir araç sunar.

Eserin özellikle Risale-i Nur’un hikmetli ifadelerini daha geniş kitlelere ulaştırma ve anlaşılmasını kolaylaştırma gibi bir misyonu vardır. Yazarın, Risale-i Nur’a olan bağlılığı ve bu külliyatı tanıtma gayreti de kitabın önemli bir yönünü oluşturur.

BAK: VECİZ SÖZLER:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLC4WlB02NHVX7YiHefQhkh2oF6gWTF7To

https://tesbitler.com/category/veciz-sozler/

Loading

No ResponsesKasım 26th, 2024