MOSSAD’IN Türkiye faaliyetleri ve örnekler.

MOSSAD’IN Türkiye faaliyetleri ve örnekler.


MOSSAD’ın Türkiye’deki Faaliyetleri ve Örnekler: Bir Analiz

MOSSAD (Ha-Mossad le-Modiin ule-Tafkidim Meyuhadim), İsrail’in dış istihbarat teşkilatı olarak bilinir ve dünya çapında operasyonlar yürüten en etkili istihbarat servislerinden biridir. Türkiye, İsrail’in komşu olduğu Orta Doğu coğrafyasındaki stratejik konumu ve bölgesel dinamiklere yakınlığı nedeniyle, MOSSAD’ın faaliyet yürüttüğü önemli ülkelerden biri olmuştur.

MOSSAD ve Türkiye: Tarihsel Arka Plan

1. Erken Dönem İşbirliği (1948-1990)

İsrail’in 1948’de kurulmasının ardından Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman çoğunluklu ülke olmuştur. Bu yakınlık, askeri ve istihbarat alanında iş birliğini beraberinde getirmiştir.

Soğuk Savaş döneminde, MOSSAD ve Türk istihbaratı (MİT), Sovyetler Birliği ve Arap ülkelerine karşı istihbarat paylaşımı yapmıştır. Özellikle Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) faaliyetlerine karşı ortak çalışmalar yürütülmüştür.

2. 1990’lar: Altın Dönem

1990’larda Türkiye ve İsrail arasında askeri, ekonomik ve istihbarat iş birliği en üst düzeyine ulaşmıştır. Bu dönemde, MOSSAD’ın Türkiye’deki faaliyetleri genellikle Türkiye ile koordinasyon içinde yürütülmüştür.

İki ülkenin Kürt ayrılıkçı gruplara (özellikle PKK’ya) karşı bilgi paylaşımı yaptığı belirtilmiştir.

3. 2000’lerden Sonra Gerilimli İlişkiler

2000’li yıllarda Türkiye-İsrail ilişkilerinde gerilimler yaşanmıştır. Mavi Marmara Olayı (2010) sonrasında bu ilişkiler daha da zayıflamış, MOSSAD’ın Türkiye’deki faaliyetleri daha gizli ve bağımsız bir şekilde yürütülmeye başlamıştır.

MOSSAD’ın Türkiye’deki Öncelikleri

1. İran’a Karşı Faaliyetler
MOSSAD, Türkiye’yi İran’a yönelik istihbarat operasyonları için önemli bir üs olarak kullanmıştır. Türkiye’deki İranlı diplomatlar ve İran’ın bölgedeki ajan ağları, MOSSAD’ın dikkatle takip ettiği hedefler olmuştur.

Örnek Olay: 2022’de Türkiye’de İran ajanlarına karşı gerçekleştirilen operasyonlarda, İsrail vatandaşlarına yönelik bir suikast planının engellendiği belirtilmiştir. İsrail, bu süreçte Türkiye ile yakın iş birliği yapmıştır.

2. Filistinli Gruplara Karşı Operasyonlar

MOSSAD, Filistinli grupların Türkiye’deki faaliyetlerini izlemek için operasyonlar yürütmüştür. Özellikle Hamas üyelerinin Türkiye’de barındığı iddiaları, MOSSAD’ın ilgisini çeken bir konu olmuştur.

Örnek Olay: 2021’de MOSSAD’ın, Türkiye’de Hamas’a bağlı kişilere yönelik istihbarat topladığı ve bazı kişilerin Türkiye’den sınır dışı edilmesini sağladığı iddia edilmiştir.

3. Türkiye’deki Yahudi Toplumu

Türkiye’deki Yahudi cemaatinin güvenliği, MOSSAD’ın önemli bir odak noktasıdır. Özellikle sinagoglara veya Yahudi kuruluşlarına yönelik tehditler, MOSSAD tarafından izlenmiş ve İsrail hükümetine raporlanmıştır.

Örnek Olay: 2003 İstanbul sinagog saldırılarında (Neve Şalom ve Beth Israel Sinagogları), MOSSAD’ın olay sonrası soruşturmalara katkı sağladığı iddia edilmiştir.

4. Ekonomik ve Teknolojik Çıkarlar
İsrail’in ekonomik çıkarları doğrultusunda, MOSSAD’ın Türkiye’deki enerji projeleri, savunma sanayii ve teknoloji transferleri ile ilgili bilgi topladığı öne sürülmüştür.

Türkiye’deki Örnek Faaliyetler

1. Kürt Gruplar ve PKK

1980’lerde ve 1990’larda MOSSAD, Kürt grupların İsrail karşıtı faaliyetlerini izlemek için Türkiye’de operasyonlar yürütmüştür. Ancak, bazı iddialara göre, İsrail’in Irak Kürtleriyle ilişkisi, MOSSAD-Türkiye iş birliğini zaman zaman zora sokmuştur.

Öcalan’ın Yakalanması: 1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanmasında, MOSSAD’ın lojistik destek sağladığı öne sürülmüştür.

2. İranlı Bilim İnsanlarına Suikast İddiaları

İran’ın nükleer programında çalışan bazı bilim insanlarının Türkiye üzerinden takip edildiği ve suikastlara maruz kaldığı iddiaları, MOSSAD’ın Türkiye’deki etkisini göstermektedir.

Örnek Olay: 2012’de İranlı bir nükleer bilim insanının Türkiye üzerinden İsrail’e yönelik istihbarat sağladığı iddiaları gündeme gelmiştir.

3. Hamas ve İslamcı Gruplar

MOSSAD, Türkiye’deki Hamas üyelerini izlemek ve bu grupların İsrail’e yönelik faaliyetlerini engellemek için yoğun bir istihbarat faaliyeti yürütmektedir.

2020’de Türkiye’nin Hamas liderlerini ağırlaması, MOSSAD’ın bu konuda daha agresif bir politika izlemesine neden olmuştur.

Tartışmalar ve Eleştiriler

1. Türkiye’nin Egemenliği

MOSSAD’ın Türkiye’de bağımsız operasyonlar yürütmesi, Türkiye’nin egemenlik haklarıyla çeliştiği gerekçesiyle eleştirilmiştir.

2. İran ile Gerginlikler

Türkiye, MOSSAD’ın İran’a karşı operasyonlarında bir üs olarak kullanılmasına zaman zaman mesafeli yaklaşmıştır.

3. Diplomatik Gerginlikler

Mavi Marmara olayı sonrası, MOSSAD’ın Türkiye’deki faaliyetleri daha çok gizlilik kazansa da bu durum iki ülke arasındaki güvensizliği artırmıştır.

Sonuç

MOSSAD’ın Türkiye’deki faaliyetleri, İsrail’in güvenlik ve istihbarat öncelikleri doğrultusunda şekillenmektedir. Türkiye ile İsrail arasındaki inişli çıkışlı ilişkiler, bu faaliyetlerin bazen iş birliği, bazen de gerginlik çerçevesinde yürütülmesine yol açmıştır. MOSSAD, özellikle İran, Hamas ve bölgedeki diğer tehditler konusunda Türkiye’yi hem bir partner hem de bir operasyon alanı olarak görmeye devam etmektedir. Gelecekte iki ülkenin ilişkilerindeki dinamikler, MOSSAD’ın Türkiye’deki varlığını ve etkisini belirleyen en önemli faktör olacaktır.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

Türkiye’de derin devlet ve faaliyetleri

Türkiye’de derin devlet ve faaliyetleri


Türkiye’de Derin Devlet ve Faaliyetleri: Bir İnceleme

Türkiye’de “derin devlet” kavramı, devletin resmi ve anayasal kurumlarının dışında, gizli ve genellikle yasadışı yollarla faaliyet gösteren bir yapılanmayı ifade eder. Bu yapı, genellikle ulusal güvenlik, istikrar ve devletin bekası adına hareket ettiğini iddia etse de, geçmişte karanlık olaylarla ilişkilendirilmiş, demokratik işleyişi zedeleyen müdahalelerde bulunmuştur.

Derin Devlet Nedir?

Derin devlet, devlet içinde etkili olan ancak anayasal denetime tabi olmayan, genellikle istihbarat teşkilatları, askeri unsurlar, emniyet güçleri, yargı mensupları, bürokratlar ve bazı iş dünyası aktörlerinden oluşan bir yapı olarak tanımlanır. Türkiye’de derin devlet kavramı, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, siyaset ve toplumsal olaylarla ilişkili olarak sıkça tartışılmıştır.

Türkiye’de Derin Devletin Tarihsel Arka Planı

1. İttihat ve Terakki Dönemi

Osmanlı’nın son döneminde faaliyet gösteren İttihat ve Terakki Cemiyeti, modern anlamda derin devlet yapılanmasının temellerini atan ilk örgütlerden biri olarak görülür. Bu dönemde, devletin bekası adına gayrimüslimlere yönelik şiddet eylemleri ve gizli örgütlenmeler dikkat çekmiştir.

2. Cumhuriyetin İlk Yılları

Cumhuriyetin ilanından sonra, devletin modernleşme ve merkeziyetçi politikaları çerçevesinde gizli yapılanmalar varlığını sürdürmüştür. Atatürk sonrası dönemde, devletin kritik kurumları içinde milliyetçi ve ulusalcı gruplar güç kazanmıştır.

3. Soğuk Savaş Dönemi ve Kontrgerilla

Türkiye, Soğuk Savaş sırasında NATO’nun “Stay Behind” (Gladio) programının bir parçası olmuş ve Kontrgerilla adı verilen paramiliter bir yapı oluşturulmuştur. Bu yapı, komünizmle mücadele amacıyla kurulmuş, ancak zamanla iç siyasette etkili olmaya başlamış ve şiddet olaylarıyla ilişkilendirilmiştir.

Derin Devletin Faaliyetleri ve Örnekler

1. Darbeler ve Askeri Müdahaleler

27 Mayıs 1960 Darbesi: İlk askeri darbe, derin devlet yapılanmasının etkisini açıkça gösterdiği bir olay olarak kabul edilir. Demokrat Parti iktidarına son verilmiş, siyasi liderler idam edilmiştir.

12 Mart 1971 Muhtırası: Askeri vesayet dönemlerinden biri olarak kabul edilen bu süreçte, derin devlet unsurlarının solcu gruplara karşı etkili olduğu görülmüştür.

12 Eylül 1980 Darbesi: Kontrgerilla ve askeri istihbarat unsurlarının rol oynadığı bu darbe, Türkiye’de sol ve sağ gruplar arasındaki çatışmaların zirveye çıktığı bir dönemde gerçekleşmiştir.

2. Susurluk Skandalı (1996)

Susurluk’ta meydana gelen trafik kazası, derin devlet yapılanmasını ifşa eden en önemli olaylardan biri olarak kabul edilir. Kaza yerinde; bir milletvekili, bir polis şefi ve bir mafya liderinin bulunması, devlet, siyaset, emniyet ve organize suç örgütleri arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmıştır. Bu olay, kamuoyunda büyük bir tartışmaya yol açmış ve “derin devlet” kavramını Türkiye’nin gündemine taşımıştır.

3. Faili Meçhul Cinayetler ve Provokasyonlar

Derin devlet, özellikle 1990’larda PKK ile mücadele bahanesiyle birçok faili meçhul cinayetle ilişkilendirilmiştir.

Madımak Olayı (1993) ve Başbağlar Katliamı (1993) gibi olaylar, derin devletin toplumsal kutuplaşmayı artırmak ve kaos ortamı yaratmak için provokasyonlara başvurduğu iddialarını güçlendirmiştir.

4. Hrant Dink Cinayeti (2007)

Ermeni gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi, derin devletin hâlâ aktif olduğuna dair tartışmaları alevlendirmiştir. Cinayetle ilgili soruşturmalarda emniyet ve istihbarat unsurlarının ihmalleri ya da doğrudan müdahaleleri olduğu iddia edilmiştir.

5. Ergenekon ve Balyoz Davaları (2007-2013)

2000’li yılların sonunda, “derin devlet” ile ilişkilendirilen bir dizi dava açılmıştır. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda, ordu mensupları, gazeteciler ve sivil toplum temsilcileri yargılanmış, ancak bu davaların ilerleyen süreçte siyasi hesaplaşma aracı olduğu iddia edilmiştir.

Derin Devletin Özellikleri

1. Gizlilik ve Hesap Vermeme: Derin devlet yapılanması, yasadışı yollarla hareket ettiği için kamu denetimine ve şeffaflığa kapalıdır.

2. Ulusal Güvenlik Gerekçesi: Faaliyetlerini genellikle ulusal güvenlik ve devletin bekası adına meşrulaştırır.

3. Devlet-Mafya-Siyaset Üçgeni: Derin devlet, organize suç örgütleri ve siyasetçilerle yakın ilişki içinde olmuştur.

Eleştiriler ve Tartışmalar

Demokrasiye Müdahale: Derin devlet, demokratik süreçleri sık sık baltalamış, halk iradesine rağmen darbeler ve müdahaleler gerçekleştirmiştir.

Toplumsal Güvensizlik: Faili meçhul cinayetler ve provokasyonlar, toplumda derin devlet yapılanmalarına karşı güvensizlik yaratmıştır.

Yargı ve Hesap Verilebilirlik Eksikliği: Derin devletle ilişkilendirilen birçok olay, hiçbir zaman tam anlamıyla aydınlatılamamış ve sorumlular yargı önüne çıkarılamamıştır.
Sonuç

Türkiye’de derin devlet, resmi kurumların dışında hareket eden ve çoğu zaman demokratik işleyişe zarar veren bir yapı olarak varlık göstermiştir. Susurluk Skandalı ve faili meçhul cinayetler gibi olaylar, bu yapının karanlık yüzünü gözler önüne sermiştir. Ancak Türkiye’de derin devletin etkinliğini yitirdiğini söylemek zordur. Geçmişte yaşanan olayların tam anlamıyla aydınlatılamaması ve yeni tartışmalar, bu yapıların hala aktif olabileceğine dair şüpheleri canlı tutmaktadır.

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

CIA- MOSSAD ve İngilizin İslam ülkeleri ve Ortadoğu plan ve oyunları.

CIA- MOSSAD ve İngilizin İslam ülkeleri ve Ortadoğu plan ve oyunları.


CIA, MOSSAD ve İngiltere’nin İslam Ülkeleri ve Ortadoğu Üzerindeki Plan ve Stratejileri

Ortadoğu, tarih boyunca jeopolitik, enerji kaynakları ve dini çatışmalar nedeniyle küresel güçlerin ilgi odağı olmuştur. ABD’nin CIA’sı, İsrail’in MOSSAD’ı ve İngiltere, bölgedeki çıkarlarını korumak için çeşitli stratejik planlar ve operasyonlar geliştirmiştir. Bu güçlerin İslam dünyasına yönelik politikaları genellikle enerji kaynaklarının kontrolü, stratejik ittifakların kurulması ve bölgeyi istikrarsızlaştırarak güç dengelerinin kendi lehlerine şekillendirilmesi üzerine kuruludur.

1. Ortadoğu’da CIA’nın Stratejileri ve Operasyonları

CIA, ABD’nin çıkarlarını korumak ve genişletmek için Ortadoğu’da yoğun istihbarat ve operasyonel faaliyetler yürütmektedir. Bu planlar genellikle “demokrasi getirme” söylemiyle meşrulaştırılsa da, birçok durumda bölge ülkelerini istikrarsızlaştırmaya yönelik adımları içermektedir.

Ana Hedefler:

1. Enerji Güvenliği ve Kontrol

ABD’nin enerji politikalarının temel unsuru, Ortadoğu’daki petrol ve doğal gaz rezervlerini kontrol altında tutmaktır. CIA, bu amaç doğrultusunda darbe, hükümet değişiklikleri ve ekonomik baskılar uygulamıştır.

Örnek: 1953 yılında İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın devrilmesi, CIA destekli bir operasyondu. Musaddık, petrol sektörünü millileştirdiği için Batı çıkarlarına tehdit olarak görülmüştü.

2. Rejim Değişikliği ve Darbeler

CIA, bölgede Batı’ya yakın rejimleri desteklemek ve ABD karşıtı liderleri devirmek için gizli operasyonlar düzenlemiştir.

Örnek: 1980’lerde Irak-İran Savaşı sırasında CIA, Saddam Hüseyin’e hem destek hem de kısıtlamalar uygulayarak iki tarafı zayıf tutmaya çalıştı.

3. Radikal Grupları Destekleme

Soğuk Savaş sırasında CIA, komünizmle mücadele adı altında radikal İslamcı grupları desteklemiştir.

Örnek: Afganistan’da Sovyet işgaline karşı savaşan mücahit gruplara milyarlarca dolar silah ve lojistik destek sağlanmıştır. Bu gruplar, daha sonra El Kaide gibi örgütlerin temelini oluşturmuştur.

2. MOSSAD’ın Ortadoğu Stratejileri ve Planları

MOSSAD, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve bölgedeki Arap ülkelerini zayıflatmak amacıyla operasyonlar yürütmektedir. İsrail, bölgedeki güvenlik tehditlerini azaltmak için MOSSAD aracılığıyla hem açık hem de gizli faaliyetlerde bulunur.

Ana Hedefler:

1. İran’ın Etkisizleştirilmesi

İran’ın nükleer programını engellemek ve bölgedeki nüfuzunu sınırlamak, MOSSAD’ın birinci önceliğidir.

Örnek: İranlı nükleer bilim insanlarına yönelik suikastlar, MOSSAD tarafından gerçekleştirilen operasyonlara örnektir.

2. Filistin Direniş Gruplarını Zayıflatma

MOSSAD, Hamas ve diğer Filistinli direniş gruplarını etkisiz hale getirmek için operasyonlar düzenlemektedir.

Örnek: 1988’de Tunus’ta Filistinli lider Ebu Cihad’a düzenlenen suikast, MOSSAD’ın uzak ülkelerde bile etkin olduğunu göstermektedir.

3. Bölgesel İttifaklar Kurma

İsrail, Arap ülkeleriyle normalleşme politikalarını desteklemek için MOSSAD’ı kullanmaktadır. Özellikle İran karşıtı cephede Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerle gizli iş birliği yürütmektedir.

4. Kaos Stratejisi

İsrail’in bölgedeki temel stratejilerinden biri, “böl ve yönet” ilkesine dayalı olarak komşu ülkeleri zayıflatmaktır. Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerdeki mezhepsel çatışmalar, MOSSAD’ın bu stratejisinin sonuçları olarak görülmektedir.

3. İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları ve Derin Planları

İngiltere, Ortadoğu’daki etkinliğini 19. yüzyıldan itibaren sömürgecilik politikalarıyla kurmuştur. Bölgedeki petrol kaynaklarının kontrolü ve stratejik konumu, İngiltere’nin bu coğrafyaya ilgisinin temel nedenleridir.

Ana Hedefler:

1. Sykes-Picot Antlaşması (1916)

İngiltere ve Fransa, Osmanlı sonrası Ortadoğu’yu paylaştı. Bu antlaşma, bugünkü sınırların oluşmasına ve etnik-mezhepsel çatışmaların tohumlarının atılmasına neden oldu.

2. Filistin ve İsrail’in Kuruluşu

İngiltere, 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu ile Yahudilere bir yurt vaadinde bulunmuş ve İsrail’in kuruluş sürecinde aktif rol oynamıştır.

Bu politika, Filistin sorununun temelini oluşturmuş ve bölgedeki sürekli çatışmalara zemin hazırlamıştır.

3. Enerji Kaynaklarının Kontrolü

İngiltere, Irak ve İran’daki petrol sahalarının kontrolünü uzun yıllar elinde tutmuş ve bu kaynaklara yönelik müdahalelerde bulunmuştur.

Örnek: Anglo-İran Petrol Şirketi’nin millileştirilmesi sürecinde İngiltere, İran’daki çıkarlarını korumak için ABD ile iş birliği yapmıştır.

4. Bölgesel Çatışmaları Destekleme

İngiltere, bölgedeki ülkeler arasındaki çatışmaları körükleyerek istikrarsızlık yaratma politikasını benimsemiştir. Özellikle Irak ve Suriye’deki iç savaşlarda dolaylı etkileri olduğu iddia edilmektedir.

4. Ortak Stratejiler ve Oyunlar

1. “Böl ve Yönet” Stratejisi

CIA, MOSSAD ve İngiltere, etnik ve mezhepsel farklılıkları kullanarak bölgedeki çatışmaları artırmış ve istikrarsızlık yaratmıştır.

Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde Sünni-Şii çatışmaları bu politikanın sonucudur.

2. Arap Baharı ve Rejim Değişiklikleri

2010’larda başlayan Arap Baharı, Batılı istihbarat örgütlerinin etkili olduğu bir süreç olarak değerlendirilir. Bu süreçte bazı rejimler devrilmiş, ancak sonuç olarak bölgede daha büyük kaos ortaya çıkmıştır.

Libya, Mısır ve Suriye bu planların en açık örnekleridir.

3. Terör Örgütleri Üzerinden Kontrol

Terör örgütleri, bölgedeki güç dengelerini kontrol etmek için bir araç olarak kullanılmıştır.

El Kaide, IŞİD ve diğer grupların ortaya çıkışı, bölgedeki istihbarat oyunlarının bir sonucu olarak görülmektedir.

4. Normalleşme ve Stratejik İttifaklar

İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme süreci, İran’a karşı bir cephe oluşturma stratejisinin parçasıdır.

Sonuç

CIA, MOSSAD ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki faaliyetleri, bölgenin jeopolitik öneminden kaynaklanan çıkar mücadelelerinin bir yansımasıdır. Bu güçler, enerji kaynaklarının kontrolü, rejim değişiklikleri ve bölgesel kaos stratejileriyle İslam ülkelerini etkisi altına almayı hedeflemiştir. Ancak bu politikalar, bölge halkları için istikrarsızlık, yoksulluk ve sürekli çatışmalar getirmiştir. Bu süreç, Ortadoğu’da kalıcı barışın sağlanmasını zorlaştırmakta ve dış güçlerin etkisini daha da artırmaktadır.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

Türkiye üzerine oynanan oyunlar

Türkiye üzerine oynanan oyunlar.


Türkiye Üzerine Oynanan Oyunlar: Jeopolitik ve Stratejik Bir Değerlendirme

Türkiye, sahip olduğu stratejik konum, tarihi mirası, doğal kaynakları ve güçlü nüfusu nedeniyle tarih boyunca küresel güçlerin hedefi olmuştur. Özellikle 20. yüzyıldan itibaren, Türkiye’nin jeopolitik konumu (Avrupa, Asya ve Ortadoğu’yu birleştiren köprü) ve İslam dünyasındaki potansiyel liderlik rolü, ülke üzerinde oynanan çeşitli siyasi, ekonomik ve toplumsal oyunların ana nedenleri arasında yer almıştır.

1. Türkiye’nin Jeopolitik Önemi

Türkiye, hem NATO üyesi olarak Batı bloğunda yer almakta hem de İslam dünyası ve Türk dünyasıyla derin bağlara sahip bir ülke konumundadır. Bu özellikler, ülkeyi hem bölgesel hem de küresel güçler için bir “kilit ülke” yapmaktadır.

Anahtar Jeopolitik Özellikler:

Boğazlar ve Denizler: Türkiye, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde hakimdir. Bu durum, enerji ve ticaret yolları açısından stratejik bir öneme sahiptir.

Enerji Koridoru: Türkiye, doğalgaz ve petrol boru hatlarının geçiş noktasıdır. Rusya, Orta Asya ve Ortadoğu’nun enerji kaynakları Avrupa’ya Türkiye üzerinden ulaşmaktadır.

Ortadoğu’ya Yakınlık: Türkiye, Suriye, Irak ve İran gibi ülkelerle komşudur ve bu bölgedeki çatışmalarda önemli bir rol oynamaktadır.

2. Türkiye Üzerine Oynanan Stratejik Oyunlar

a. Siyasi Müdahaleler

Türkiye’nin iç siyaseti, dış güçlerin müdahalelerine ve manipülasyonlarına açık bir alan olmuştur. Bu müdahaleler genellikle hükümetleri zayıflatmak, toplumsal kutuplaşmaları artırmak ve ülkeyi istikrarsızlaştırmak amacı taşımaktadır.

Örnekler:

Darbeler ve Askeri Müdahaleler: 1960, 1971, 1980 ve 1997 gibi dönemlerde dış destekli askeri darbeler gerçekleşmiştir. Bu müdahalelerde NATO ve CIA gibi Batılı güçlerin etkisi olduğu iddiaları sıklıkla gündeme gelmiştir.

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi: FETÖ’nün organize ettiği bu girişim, dış güçler tarafından desteklendiği iddia edilen büyük bir tehdit olarak ortaya çıkmıştır.

b. Terör Örgütleri ve Bölgesel İstikrarsızlık

Dış güçler, Türkiye’yi zayıflatmak için PKK, FETÖ, IŞİD gibi terör örgütlerini desteklemiş veya dolaylı olarak büyümelerine zemin hazırlamıştır.

Örnekler:

PKK Terörü: ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin, PKK’ya silah ve lojistik destek sağladığına dair raporlar bulunmaktadır.

Suriye İç Savaşı: Türkiye’nin sınır güvenliği ve mülteci krizi, Suriye’deki kaos ortamından doğrudan etkilenmiştir. Türkiye’nin YPG/PYD’ye karşı operasyonları, ABD ile ilişkilerde gerilim yaratmıştır.

c. Ekonomik Baskılar

Ekonomik manipülasyonlar, Türkiye’yi zayıflatmak ve bağımlı hale getirmek için kullanılan en etkili yöntemlerden biridir.

Örnekler:

Döviz Saldırıları: Türk Lirası üzerindeki spekülatif saldırılar, ekonomiyi istikrarsızlaştırma çabalarının bir parçasıdır.

Ambargolar ve Yaptırımlar: 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrası ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu, Türkiye’nin savunma sanayisini güçlendirme ihtiyacını doğurmuştur.

Enerji Bağımlılığı: Türkiye’nin enerji kaynaklarında dışa bağımlılığı, ülkenin ekonomik ve siyasi kararlarını etkileyen bir unsur olmuştur.

d. Toplumsal Kutuplaşmalar ve Medya Manipülasyonu

Toplumsal kutuplaşmaların derinleştirilmesi, Türkiye’nin iç istikrarını bozmak için kullanılan bir yöntemdir. Medya, sosyal medya ve kültürel çatışmalar, bu süreçte etkili araçlar olmuştur.

Örnekler:

Gezi Parkı Olayları (2013): Çevre protestosu olarak başlayan olaylar, kısa sürede hükümete karşı geniş çaplı bir harekete dönüşmüştür.

Dezenformasyon Kampanyaları: Sosyal medya platformları üzerinden Türkiye karşıtı propaganda yapılmaktadır.

3. Enerji ve Doğal Kaynak Mücadelesi

Türkiye, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve Karadeniz’de bulunan doğal gaz rezervleri ile küresel güçlerin dikkatini çekmektedir.

Doğu Akdeniz Gerilimi: Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Türkiye’yi bölgedeki enerji kaynaklarından dışlamaya çalışmaktadır. Bu süreçte AB, ABD ve İsrail gibi güçler Yunanistan’ı desteklemektedir.

Karadeniz Doğal Gaz Rezervleri: Türkiye’nin Karadeniz’deki doğal gaz keşifleri, enerji bağımsızlığına yönelik önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir.

4. Kültürel ve Dini Oyunlar

Türkiye’nin İslam dünyasında liderlik potansiyeli, Batılı güçler tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu nedenle dini ve kültürel çatışmalar körüklenmektedir.

Örnekler:

FETÖ’nün Rolü: FETÖ, Türkiye’yi içeriden zayıflatmak için dini bir yapı kisvesi altında Batılı güçlere hizmet eden bir araç olarak kullanılmıştır.

Sekülerlik-Din Tartışmaları: Türkiye’nin laiklik ve İslam arasında bir denge kurma çabası, toplumsal bölünmelerin derinleşmesi için manipüle edilmiştir.

5. Türkiye’nin Stratejik Yanıtları ve Direnci

Türkiye, bu oyunlara karşı hem iç hem de dış politikada çeşitli stratejiler geliştirmiştir:

Savunma Sanayiinde Yerli Üretim: İHA ve SİHA gibi teknolojiler, Türkiye’nin savunma alanındaki dışa bağımlılığını azaltmıştır.

Çok Boyutlu Diplomasi: Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen Rusya, Çin ve İslam dünyasıyla ilişkilerini güçlendirmiştir.

Bölgesel Aktörlük: Suriye, Libya ve Azerbaycan gibi çatışma bölgelerinde aktif rol oynayarak jeopolitik gücünü artırmıştır.

Enerji Politikaları: Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki enerji arama faaliyetleri, Türkiye’nin enerji bağımsızlığı hedefini desteklemektedir.

Sonuç

Türkiye, jeopolitik konumu ve potansiyeli nedeniyle küresel güçlerin hedefi olmayı sürdürecektir. Ancak savunma sanayii, bölgesel ittifaklar ve enerji bağımsızlığına yönelik adımları, Türkiye’yi bu oyunlara karşı daha dirençli hale getirmiştir. Türkiye’nin uzun vadeli başarısı, toplumsal birliğini koruyarak ve bağımsız politikalarını güçlendirerek mümkün olacaktır.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

İngiltere ve Derin Devlet

İngiltere ve Derin Devlet: Bir Değerlendirme


“Derin devlet” kavramı, genellikle resmi hükümetin ötesinde, devlet işleyişine gizlice müdahale eden veya yön veren gayriresmi yapı ve aktörleri ifade eder. İngiltere’de bu olgu, özellikle köklü bürokrasi, istihbarat kurumları ve elit gruplar etrafında şekillenmiştir.

İngiltere’de Derin Devlet Algısı

İngiltere’de derin devlet, Türkiye veya Orta Doğu’daki örneklerden farklı bir biçimde tanımlanır. Burada genellikle “Whitehall” bürokrasisi, kraliyet ailesi, istihbarat birimleri (MI5, MI6), büyük iş çevreleri ve medya kuruluşları gibi kurumlar, perde arkasında politikaları yönlendiren aktörler olarak görülür. Bu yapılar, İngiltere’nin uzun tarihine dayanan merkeziyetçi devlet modelinin bir ürünüdür.

Derin Devlet Unsurları

1. İstihbarat Servisleri
İngiltere’nin istihbarat kurumları, hem ülke içindeki güvenlik tehditlerini yönetmek hem de uluslararası operasyonları yönlendirmek açısından kritik bir öneme sahiptir. MI5 ve MI6 gibi kurumlar, terörle mücadeleden dış politikadaki stratejik hamlelere kadar geniş bir yelpazede etkili olmuştur.

2. Bürokrasi ve Whitehall
Whitehall, İngiltere’de hükümet politikalarının şekillendiği yer olarak bilinir. Burada çalışan üst düzey memurların, hükümetin değişen siyasi liderlerinden bağımsız olarak devlet politikalarının sürekliliğini sağladığı düşünülür.

3. Kraliyet Ailesi ve Monarşi
Resmi olarak sembolik bir konumda bulunan kraliyet ailesi, ülkenin sosyal ve politik düzeninde önemli bir yer tutar. Özellikle dış politikadaki yumuşak güç unsurları ve kamuoyu üzerindeki etkileriyle bazı kritik kararlarda dolaylı bir rol oynadıkları iddia edilir.

4. Medya ve Elit Gruplar
İngiltere’de medya, özellikle büyük kuruluşlar (ör. BBC, The Times) ve medya patronları, kamuoyunu şekillendirme gücüne sahiptir. Bunun yanı sıra bankacılık sektörü, büyük şirketler ve düşünce kuruluşları, ekonomi ve dış politika üzerinde etkili birer aktördür.

Tartışmalar ve Eleştiriler

İngiltere’de derin devlet iddiaları, genellikle büyük çaplı siyasi skandallar veya krizler sırasında gündeme gelir. Örneğin, 2003 Irak Savaşı öncesinde hükümetin aldığı kararların istihbarat raporlarıyla nasıl desteklendiği ve medyanın bu sürece nasıl yön verdiği hâlâ tartışmalıdır. Ayrıca Brexit sürecinde, bürokrasi ve elitlerin halkın kararını etkisizleştirme çabalarına yönelik eleştiriler yoğunlaşmıştır.

Sonuç

İngiltere’de derin devlet, doğrudan müdahaleden çok, elit grupların dolaylı etkisi ve devletin sürekliliğini sağlama amacıyla çalışan yapılar olarak şekillenmiştir. Bu durum, bir yandan istikrar sağlarken, diğer yandan demokratik süreçler üzerindeki etkisi nedeniyle eleştirilere neden olur. İngiltere’nin siyasi geleceği, bu gayriresmi yapıların halk iradesiyle nasıl dengeleneceği sorusuna bağlıdır.

 

 

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

Derin Devlet ve İran: Bir İnceleme

Derin Devlet ve İran: Bir İnceleme


İran, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana kendine has bir siyasi ve toplumsal yapı geliştirmiştir. Bu yapı içerisinde “derin devlet” kavramı, resmi devlet organlarının ötesinde, perde arkasında karar alma süreçlerini etkileyen veya yöneten gayriresmi yapılarla ilişkilendirilir. Derin devlet, genellikle güvenlik, istihbarat ve ideolojik alanlarda faaliyet gösteren unsurları ifade eder. İran’da bu olgu, rejimin doğasından ve teokratik sistemin yapısından kaynaklanan benzersiz bir karakter taşır.

Derin Devletin Tanımı ve İran’daki Yeri

Derin devlet, resmi hükümet yapılarının ötesinde, özellikle devlet güvenliği ve stratejik çıkarlar için faaliyet gösteren paralel yapılar olarak tanımlanabilir. İran’da bu yapı, büyük ölçüde İslam Devrimi sonrası kurulan sistemin bileşenlerinden biri olan Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) ve ona bağlı organlarla ilişkilendirilir.

IRGC, İran’da sadece askeri bir güç olmaktan ziyade, ekonomik, siyasi ve ideolojik alanlarda büyük bir etkendir. Ekonomik anlamda İran’ın en büyük şirketlerinden ve altyapı projelerinden sorumlu olan IRGC, aynı zamanda rejimin güvenliğini sağlamak ve muhalefeti bastırmakla görevlidir. Bu durum, IRGC’yi derin devletin merkezi bir unsuru haline getirmiştir.

İran’daki Derin Devlet Yapıları

1. Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC)
IRGC, İran’ın iç ve dış politikalarında en etkili güçlerden biridir. Özellikle Ortadoğu’da vekalet savaşlarında, örneğin Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye rejimiyle olan ilişkilerde aktif bir rol oynar. IRGC’nin Kudüs Gücü, İran’ın uluslararası operasyonlarının merkezinde yer alır ve bölgesel etkisini artırmak için stratejik müdahalelerde bulunur.

2. İstihbarat ve Güvenlik Servisleri
İran İstihbarat Bakanlığı (MOIS) ve IRGC’ye bağlı istihbarat birimleri, hem iç muhalefeti kontrol etmek hem de dış tehditlere karşı önlem almak amacıyla çalışır. Özellikle gazeteciler, akademisyenler ve muhalif gruplar üzerindeki baskılar, bu yapıların faaliyetlerini görünür kılar.

3. Velayet-i Fakih Sistemi
İran’ın teokratik sistemi, derin devlet kavramını güçlendiren bir diğer unsurdur. Anayasal olarak “Rehber” unvanına sahip olan dini lider, tüm devlet organlarının üstünde yer alır. Bu yapı, özellikle dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in IRGC ve diğer güvenlik birimleri üzerindeki kontrolü sayesinde, derin devletin işlemesini kolaylaştırır.

4. Bonyadlar (Vakıflar)
İran’da ekonomik gücü elinde tutan “bonyad” adı verilen vakıflar, resmi ekonominin dışında faaliyet göstererek rejimin finansmanında kritik rol oynar. Bu vakıflar, genellikle dini liderin kontrolü altındadır ve devlet denetiminden muaftır.

İran Derin Devletinin Sonuçları

İran’daki derin devlet, resmi hükümetin karar alma süreçlerini etkiler ve zaman zaman açık bir şekilde hükümet politikalarıyla çatışabilir. Örneğin, reform yanlısı hükümetler genellikle derin devlet yapıları tarafından engellenir. Bu durum, İran siyasetinde “seçilmişler” ile “atanmışlar” arasındaki sürekli gerilim olarak kendini gösterir.

Uluslararası alanda ise İran’ın bölgesel politikaları ve özellikle nükleer programı, derin devletin etkisinin bir sonucu olarak görülür. ABD ve Batılı ülkelerle yapılan müzakerelerde, IRGC gibi derin devlet unsurları genellikle sertlik yanlısı bir tutum sergiler ve diplomatik çözümleri zorlaştırır.

Sonuç

İran’daki derin devlet, rejimin güvenliği ve sürekliliği için önemli bir rol oynasa da, demokratikleşme ve reform girişimlerini baltalayarak ülke içinde siyasi ve toplumsal gerilimlere yol açar. Bölgesel ve uluslararası arenada ise İran’ın politikalarının anlaşılmasında derin devletin etkisi mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. İran’ın geleceği, bu yapıların nasıl evrileceği ve rejimin resmi devlet organlarıyla derin devlet arasındaki dengeyi nasıl kuracağına bağlı olacaktır.

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

KELAM İLMİNİN DOĞUŞU VE TEMEL KONULAR

KELAM İLMİNİN DOĞUŞU VE TEMEL KONULAR[1]

Kelam İlminin Doğuşuna sebep olan faktörleri örnekleriyle açıklar mısın?


Kelâm İlminin Doğuşuna Sebep Olan Faktörler

Kelâm ilmi, İslam’ın inanç esaslarını aklî delillerle savunmak ve açıklamak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu ilmin doğuşuna sebep olan faktörler, hem içsel (Müslüman toplumun dinî ihtiyaçları) hem de dışsal (dış kültürler ve fikirlerle karşılaşma) nedenlerle şekillenmiştir. İşte kelâm ilminin ortaya çıkışını etkileyen başlıca faktörler:

1. Dinî ve Mezhebî İhtiyaçlar

a. İslam İnanç Esaslarını Koruma İhtiyacı

Hz. Muhammed’in (sav) vefatından sonra İslam hızla genişlemiş ve farklı kültür ve dinlerle temas kurmuştur. Bu genişleme, İslam inançlarını doğru bir şekilde anlamayı ve savunmayı gerektirmiştir.

Örneğin:

Kader Meselesi: Müslümanlar arasında kader konusu tartışma konusu olmuş, “İnsan eylemlerinde özgür müdür, yoksa kader tarafından mı belirlenir?” sorusu yoğun şekilde ele alınmıştır. Bu tartışmalar, Cebriye ve Kaderiye gibi akımların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

b. Mezhep Çatışmaları

Müslümanlar arasında ortaya çıkan mezhepler, özellikle siyaset ve inanç konularında ayrışmıştır. Kelâm ilmi, Ehl-i Sünnet inancını savunmak ve diğer mezheplerin görüşlerine cevap vermek amacıyla gelişmiştir.

Örneğin:

Şia: İmamet konusunda Şia ile Ehl-i Sünnet arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

Mutezile: Mutezile’nin kader ve Allah’ın sıfatları konusundaki görüşleri kelâm ilminde yoğun tartışma konusu olmuştur.

c. Hadislerin Yorumlanması

Bazı hadislerin zahirî anlamlarının farklı yorumlanması, Allah’ın sıfatları ve ahiret meseleleri gibi konularda tartışmalara yol açmıştır.

Örnek: “Allah’ın eli” gibi ifadeler, teşbih (benzetme) anlamı mı taşıyor, yoksa mecaz mı? Bu tür tartışmalar kelâm ilminde derinlemesine ele alınmıştır.
2. Yabancı Kültürler ve Felsefî Akımlar

a. Helenistik Felsefenin Etkisi

İslam dünyasının Yunan felsefesiyle (Aristoteles, Platon) tanışması, metafizik ve ontolojik meselelerde yeni sorulara yol açmıştır. Müslüman düşünürler, Yunan felsefesinin etkisiyle Allah’ın varlığı, evrenin yaratılışı, ahiret gibi konuları aklî yöntemlerle ele almaya başlamışlardır.

Örnek: Aristoteles’in evrenin ezelî olduğu fikrine karşı, kelâmcılar evrenin yaratılmış olduğunu savunmuşlardır (hudûs delili).

b. Diğer Dinlerle Etkileşim

İslam’ın diğer dinlerle (Hristiyanlık, Yahudilik, Mecusilik, Zerdüştlük) temas etmesi, kelâm ilminin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Kelâmcılar, İslam inançlarını bu dinlerin argümanlarına karşı savunmak durumunda kalmıştır.

Örnek: Hristiyanlığın teslis inancı, kelâm ilminde Allah’ın birliği (tevhid) meselesinin detaylı şekilde ele alınmasına yol açmıştır.

c. Maniheizm ve Zerdüştlük

Maniheizm gibi dualist dinler, evrendeki iyilik-kötülük dengesini iki ayrı ilahın varlığıyla açıklıyordu. Bu düşünceler, kelâmcıları Allah’ın mutlak gücünü ve evrendeki kötülüğün hikmetini açıklamaya yönlendirmiştir.

3. Siyasi ve Toplumsal Faktörler

a. Halifelik ve İmamet Tartışmaları

Hz. Osman’ın şehadeti ve Cemel, Sıffin savaşları gibi olaylar, İslam toplumunda siyasi ve itikadi ayrışmalara neden olmuştur.

Örnek: Şia, imametin ilahî bir hak olduğunu savunurken, Ehl-i Sünnet hilafeti bir toplumsal seçim meselesi olarak görmüştür. Bu tartışmalar, kelâm ilminin imamet meselesine odaklanmasını sağlamıştır.

b. Haricîlik ve İman Tartışmaları

Haricîler, büyük günah işleyenlerin dinden çıktığını savunmuş, Mürcie ise büyük günah işleyenlerin imanına zarar gelmeyeceğini öne sürmüştür. Bu tartışmalar, kelâm ilminin imanın tanımı ve günah kavramına dair detaylı açıklamalar yapmasına yol açmıştır.

4. Akıl ve Vahiy Dengesi

İslam âlimleri arasında, aklın dinî meselelerdeki rolü konusunda görüş ayrılıkları doğmuştur. Özellikle Mutezile mezhebi, aklı ön plana çıkarırken, diğer bazı mezhepler nakli (vahyi) daha fazla öne çıkarmıştır.

Örnek: Mutezile’nin “Adalet ve Tevhid” ilkeleri çerçevesinde, Allah’ın adaletini akıl yoluyla açıklama çabaları, Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından detaylı şekilde eleştirilmiştir.

5. Ahiret ve Kader Tartışmaları

Ahiret hayatı ve kader konuları, kelâm ilminin doğuşunda önemli bir rol oynamıştır. İnsanların eylemleri, Allah’ın bilgisi ve iradesi arasındaki ilişkiyi açıklama çabası kelâmcıları yoğun şekilde meşgul etmiştir.

Örnek: Mutezile, insanın tamamen özgür olduğunu savunurken, Cebriye her şeyin Allah’ın iradesine bağlı olduğunu iddia etmiştir. Ehl-i Sünnet ise bu iki uç arasında bir denge kurmuştur.

6. İslam Toplumunda Şüphe ve Sorgulama

İslam toplumunun genişlemesiyle birlikte yeni düşünce sistemleri, felsefi akımlar ve dinî şüpheler ortaya çıkmıştır. Bu durum, İslam inanç esaslarının akıl yoluyla açıklanması ve ispat edilmesi ihtiyacını doğurmuştur.

Örnek: Zındıklık ve ateizm gibi fikir akımları karşısında, Allah’ın varlığı ve evrenin yaratılışı gibi meseleler aklî ve mantıkî delillerle savunulmuştur.

Sonuç

Kelâm ilminin doğuşu, İslam toplumunun genişlemesiyle birlikte ortaya çıkan itikadî, felsefî ve toplumsal sorunlara cevap verme ihtiyacından doğmuştur. Kelâm ilmi, bir yandan İslam inancını dış tehditlere karşı savunurken, diğer yandan Müslümanlar arasındaki mezhebî ve itikadî ayrışmaları çözme çabası içinde olmuştur. Akıl ve nakil dengesini gözeterek, İslam’ın temel inanç esaslarını sistematik bir şekilde ele almış ve bu süreçte diğer dinlerin ve felsefî akımların etkisine de yanıt vermiştir.

 

***********  

Kelam İlminde temel mesele nedir ve odaklanılan konular nelerdir?

Kelâm İlminin Temel Meselesi ve Odaklanılan Konular

Kelâm İlminin Temel Meselesi

Kelâm ilminin temel meselesi, İslam inanç esaslarını aklen ispatlamak, savunmak ve bu esaslara yönelik itirazları cevaplandırmaktır. Kelâm, inanç esaslarını anlama ve açıklama sürecinde hem nakli (vahiy) hem de aklı kullanır. Bu bağlamda, kelâm ilmi şu üç ana hedefe odaklanır:

1. İslam İnancını Savunma (Tahsîn ve Tahkîm): İnanç esaslarını hem Müslümanlar arasında pekiştirmek hem de dış saldırılara karşı savunmak.

2. Şüphe ve İtirazları Giderme (Cevaplama): Felsefî, mezhebî veya dinî farklı inanç sistemlerinden gelen itirazlara cevap verme.

3. Doğru İnancı Açıklama (Tevhid): İslam inanç esaslarını açıklığa kavuşturma ve toplumda inanç birliğini sağlama.

Kelâm İlminin Odaklandığı Konular

Kelâm ilmi, İslam inancını sistematik bir şekilde ele alırken iki ana kategoriye ayrılan konulara odaklanır:

1. İlâhiyyât (Allah’a İlişkin Konular)

Kelâmın en temel ve en geniş alanı, Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlarıdır. Bu konular şunlardır:

Allah’ın Varlığı:

Kozmolojik delil, düzen delili, ahlak delili gibi aklî delillerle Allah’ın varlığı ispat edilir.

Ateizm ve materyalizm gibi inançsızlık sistemlerine cevap verilir.

Allah’ın Birliği (Tevhid):

Allah’ın bir olduğu, ortağı ve benzeri olmadığı açıklanır.

Şirk, teslis (üçleme) gibi inanç sistemlerine eleştiriler getirilir.
Allah’ın Sıfatları:

Zati sıfatlar (vücud, kıdem, beka vb.) ve subûtî sıfatlar (ilim, irade, kudret vb.) ayrıntılı olarak ele alınır.

Allah’ın sıfatlarının insanî özelliklerle karıştırılmaması gerektiği vurgulanır.

Allah’ın Fiilleri:

Yaratma, yönetme ve her şeye müdahale etme gibi fiillerin Allah’a özgü olduğu savunulur.

Kadere ilişkin tartışmalar bu kapsamda ele alınır.

2. Âlem ve İnsana İlişkin Konular

a. Âlem ve Yaratılış

Âlemin Yaratılışı:

Evrenin Allah tarafından yoktan yaratıldığı (hudûs) ve sonlu olduğu görüşü savunulur.

Ezelî evren anlayışına (Aristotelesçi kozmolojiye) karşı deliller sunulur.

Tabiat Kanunları:

Doğadaki neden-sonuç ilişkisi (illiyet) Allah’ın iradesine bağlanır.

Örneğin, ateşin yakıcı etkisi Allah’ın iradesiyle gerçekleşir.

b. Kader ve İnsan İradesi

Cüzî ve Küllî İrade:

İnsan iradesinin özgürlüğü ile Allah’ın mutlak iradesi arasındaki ilişki açıklanır.

Ehl-i Sünnet, insanın irade sahibi olduğunu ancak kaderin Allah’ın bilgisine dayandığını savunur.

Sorumluluk:

İnsanın yaptığı eylemlerden sorumlu olduğu, bu sorumluluğun akıl ve iradeye dayandığı belirtilir.
c. Ruh ve İnsan Doğası

Ruhun Mahiyeti:

Ruhun Allah’ın yarattığı bir varlık olduğu ve bedenin ölümünden sonra da varlığını sürdüreceği savunulur.

İnsan Doğası:

İnsan, hem akıl hem de nefis özelliklerine sahip bir varlık olarak tanımlanır.

3. Peygamberlik ve Nübüvvet

Kelâm, peygamberlik konusunu İslam inancının temel bir unsuru olarak ele alır.

Peygamberliğin Gerekliliği:

İnsan aklının her konuda yeterli olmadığı, vahyin yol göstericiliğine ihtiyaç duyduğu savunulur.

Peygamberlerin Özellikleri:

Doğruluk (sıdk), güvenilirlik (emanet), masumiyet (ismet) ve Allah’tan aldığı vahyi tebliğ etme (tebliğ) özellikleri açıklanır.

Mucizeler:

Peygamberlerin mucizelerinin, nübüvvetin doğruluğuna delil olduğu vurgulanır.

4. Ahiret ve Gayb Konuları

Kelâm ilmi, ahiret hayatını aklî ve naklî delillerle ele alır.

Ahiretin Varlığı:

Ölümden sonra hayat, kıyamet, hesap, cennet ve cehennem gibi ahiret inançları açıklanır.

Diriliş:

Ruhun ve bedenin yeniden dirilişi ve ahiretteki hayatın maddi-manevi boyutları tartışılır.

Adalet:

Allah’ın adaletine uygun olarak herkesin yaptığı amellere göre karşılık göreceği vurgulanır.

5. Mezhepler ve İnanç Tartışmaları

Fırak Tartışmaları:

İslam mezheplerinin inanç esaslarındaki farklılıkları ele alınır (örneğin, Mutezile, Şia, Hariciler vb.).

Ehl-i Sünnet’in inanç esaslarının doğru bir şekilde savunulması hedeflenir.

Diğer Dinlerle İlişkiler:

Yahudilik, Hristiyanlık gibi diğer dinlerin inanç esasları karşılaştırılır ve eleştirilir.

İslam’ın evrensel mesajı vurgulanır.

6. Güncel ve Felsefi Sorunlar

Kelâm ilmi, tarih boyunca değişen ihtiyaçlara göre yeni meselelerle ilgilenmiştir:

Bilim ve Din İlişkisi:

Modern bilimsel bulguların İslam inancıyla uyumlu olduğu savunulur.

Evrim teorisi, Big Bang ve bilinç gibi konular ele alınır.

Sekülerleşme ve Ateizm:

Modern düşüncenin getirdiği sekülerleşme ve inançsızlık problemlerine aklî ve naklî cevaplar verilir.
Etik Sorunlar:

Yapay zekâ, genetik mühendisliği, çevre sorunları gibi modern etik konular İslam’ın bakış açısıyla değerlendirilir.

Sonuç

Kelâm ilmi, İslam inanç esaslarını savunma ve açıklama görevini üstlenen bir bilim dalıdır. Allah’ın varlığı ve birliği gibi temel meselelerden, kader, ahiret ve peygamberlik gibi detaylı konulara kadar geniş bir yelpazede tartışmalar yürütür. Kelâm, her dönemde İslam inancını, o çağın ihtiyaçlarına uygun bir şekilde savunmayı amaçlamış ve bu nedenle sürekli yenilikçi bir karakter sergilemiştir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=barF7nl-eC4

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

KELAM VE DİĞER İSLAMİ İLİMLERLE OLAN İLGİSİ

KELAM VE DİĞER İSLAMİ İLİMLERLE OLAN İLGİSİ[1]

 

Kelam ilmi konusunda farklı nasıl bir araştırma yapayım. Örnek bir liste veya bir fihriste hazırlayabilir misin?


Kelam ilmi üzerine derinlemesine bir araştırma yapmak için sistematik bir fihrist oluşturabilirsiniz. İşte size örnek bir araştırma planı veya fihrist:

1. Kelam İlminin Tanımı ve Kapsamı

Kelam İlminin Tanımı ve Konusu

Kelam İlminin Amaçları

Kelam ve Diğer İslami İlimler (Fıkıh, Tasavvuf, Hadis) Arasındaki İlişki

Kelam İlminin Güncel Anlamı

2. Kelam İlminin Tarihi ve Gelişimi

Kelam İlminin Doğuşu ve Erken Dönem Tartışmaları

Hariciler, Şiiler ve Mutezile’nin Rolü

Klasik Dönem Kelam Ekolleri

Eş’arilik

Maturidilik

Mutezile

Orta Çağ ve İslam Felsefesiyle Etkileşim

Farabi, İbn Sina, Gazali ve İbn Rüşd gibi isimlerin katkıları

Modern Dönemde Kelam İlmi

Çağdaş meseleler ve modernist yorumlar

3. Kelam İlminin Temel Kavramları

Akıl ve Nakil Dengesi

İman ve Amel İlişkisi

İlahiyat (Allah’ın Zatı ve Sıfatları)

Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatları

Nübüvvet (Peygamberlik)

Peygamberlik anlayışı ve mucizeler

Ahiret İnancı (Mead)

Cennet, cehennem, hesap günü

İnsan ve Hür İrade

Cebr (determinist) ve kader (özgür irade) tartışmaları

4. Kelam Ekolleri ve Farklı Yaklaşımlar

Eş’arilik

Akıl ve nakil dengesinde mutedil bir yol

Gazali’nin rolü

Maturidilik

Akılcı yaklaşım ve iman-amel ilişkisi

İmam Maturidi’nin katkıları

Mutezile

Akılcı yöntem ve adalet anlayışı

“Beş Esas” ilkesi

Selefiyye

Kelam ilmine mesafeli yaklaşım ve literalizm

Çağdaş Kelam Ekolleri

Modern Müslüman düşünürlerin ele aldığı yeni meseleler

5. Kelam İlmi ve Felsefe İlişkisi

Kelam ile Felsefe Arasındaki Tarihi Tartışmalar

Gazali’nin Felsefe Eleştirisi (Tehafütü’l-Felasife)

İslam Felsefesinin Kelam Üzerindeki Etkileri

Akıl-Nakil Çatışması ve Uyum Tartışmaları

6. Kelam İlminin Tartışmalı Konuları

Allah’ın Sıfatları: Zati ve Subuti Sıfatlar

Kader ve İnsanın Sorumluluğu

Kötülük Problemi

Ahiret Hayatı ve Ruhun Mahiyeti

Mucizeler ve Akıl

7. Kelam İlmi ve Güncel Meseleler

Bilim ve Din İlişkisi

Evrim teorisi, modern kozmoloji ve din

Küresel Etik ve İslam

Sekülerleşme ve Kelam İlminin Rolü

Dinlerarası Diyalog ve Kelam

Çağdaş Ateizm ve Eleştirileri

8. Kelam İlminin Kaynakları ve Önemli Eserler

Klasik Eserler

Gazali’nin İhya-u Ulumiddin ve El-Munkız mine’d-Dalal adlı eserleri

İmam Maturidi’nin Kitabü’t-Tevhid’i

Fahreddin Razi’nin Mefatihü’l-Ğayb’ı

Modern Dönem Çalışmaları

Muhammed Abduh ve modernist yaklaşımlar

Fazlur Rahman ve İslami düşüncede reform çalışmaları

9. Örnek Meseleler Üzerinde Derinlemesine Çalışma

Allah’ın Varlığına Dair Deliller

Ontolojik, kozmolojik ve teleolojik deliller

Kader ve Özgür İrade Problemi

Eş’arilik ve Mutezile’nin farklı yaklaşımları

Akıl-Nakil Dengesi: Güncel Perspektifler

10. Sonuç ve Değerlendirme

Kelam İlminin Bugünkü İslam Dünyasındaki Yeri

Gelecekte Kelam İlminin Ele Alabileceği Meseleler

Kelam İlminin Evrensel Boyutları

Bu fihrist, Kelam ilmi hakkında kapsamlı bir çalışma yapmanıza yardımcı olacak bir rehber sunar. Araştırma sırasında klasik kaynakları, çağdaş yorumları ve eleştirel çalışmaları bir araya getirerek daha derinlemesine bir anlayış geliştirebilirsiniz.

@@@@@@@@

 

Kelam ve Diğer İslami İlimler (Fıkıh, Tasavvuf, Hadis) Arasındaki İlişki.


Kelâm ve Diğer İslâmî İlimler Arasındaki İlişki

Kelâm ilmi, İslam inanç esaslarını savunma, açıklama ve delillendirme görevini üstlenmiştir. Bu görev, diğer İslâmî ilimlerle (fıkıh, tasavvuf, hadis gibi) yakın bir ilişkiyi zorunlu kılar. Her bir ilim, İslam’ı farklı bir açıdan ele alırken, kelâm ilmi bu ilimlere inanç boyutunda bir çerçeve sunar. İşte kelâm ilminin diğer İslâmî ilimlerle ilişkisi:

1. Kelâm ve Fıkıh

Fıkıh (İslam Hukuku), Müslümanların bireysel ve toplumsal hayatını düzenleyen hukukî kuralları içerir. Fıkıhla kelâm arasındaki ilişki şu şekillerde görülebilir:

a. İnanç ve Amel İlişkisi

Kelâm ilmi, iman esaslarını ele alırken, fıkıh ilmi amelî (eylem) esasları düzenler.

Örneğin, bir ibadetin geçerli olabilmesi için kişinin iman esaslarını benimsemesi gerekir. Kelâm bu esasları belirler; fıkıh ise ibadetin nasıl yapılacağını açıklar.

b. Şer’î Delillerin Kullanımı

Hem kelâm hem de fıkıh, şer’î delillere (Kur’an, sünnet, icma, kıyas) dayanır. Ancak:

Kelâm bu delilleri inanç konularında kullanırken,

Fıkıh bu delilleri amelî hükümlerde uygular.

c. Mezhepsel Tartışmalar

Kelâmda ortaya çıkan farklı mezhepler (Ehl-i Sünnet, Mutezile gibi) fıkıh mezheplerini de etkilemiştir. Örneğin:

Mutezile’nin “Adalet” ilkesi, fıkıhta ahlakî sorumluluk ve cezalar konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

d. Örnek: İman-Amel Tartışması

Haricîler büyük günah işleyen bir Müslümanın dinden çıktığını iddia ederken, Mürcie bunun iman üzerinde etkisi olmadığını savunmuştur. Bu tartışmalar, hem kelâm ilmini hem de fıkhî hükümlerin uygulanmasını etkilemiştir.

2. Kelâm ve Tasavvuf

Tasavvuf, insanın Allah’a olan yakınlığını arttırmayı ve ruhsal olgunluğa ulaşmayı hedefler. Kelâm ile tasavvuf arasındaki ilişki, iman ve marifet (bilgi) bağlamında şekillenir.

a. İnanç ve Maneviyat

Kelâm, iman esaslarını aklî delillerle savunurken; tasavvuf, bu iman esaslarının kalpte ve ruh hayatında nasıl yerleşeceği üzerine odaklanır.

Örneğin, Allah’ın varlığı ve birliği (tevhid) kelâmda aklî temellere dayanırken, tasavvufta bu tevhid anlayışı Allah’a duyulan aşk ve teslimiyetle tamamlanır.

b. Farklı Yaklaşımlar

Kelâmcılar, bilgiye ulaşmada aklı ve delilleri ön planda tutar.

Tasavvuf ehli ise ilham, keşif ve kalp yoluyla hakikate ulaşmayı savunur.

c. Tartışma ve Uyum

Tasavvuf ve kelâm arasında zaman zaman çatışmalar yaşanmıştır. Örneğin:

İbn Arabî gibi mutasavvıfların “Vahdet-i Vücud” anlayışı, bazı kelâmcılar tarafından eleştirilmiştir.

Ancak Gazâlî, tasavvuf ile kelâmı birleştirerek aralarındaki çatışmayı büyük ölçüde yumuşatmıştır.

d. Örnek: İhsan Kavramı

Kelâm Allah’a iman etmeyi temellendirirken, tasavvuf bu imanı ihsan (Allah’ı görüyormuş gibi yaşamak) boyutuna taşır.

3. Kelâm ve Hadis

Hadis ilmi, Hz. Muhammed’in (sav) sözlerini, davranışlarını ve onaylarını öğrenmeyi ve aktarmayı konu alır. Kelâm ile hadis arasındaki ilişki, naklî delillerin kullanımı üzerinden şekillenir.

a. Naklî Delillerin Önemi

Kelâm ilmi, inanç esaslarını ispat ederken Kur’an ile birlikte hadisleri de kullanır.

Örneğin, kıyamet ve ahiret konularında hadisler kelâm ilminin temel kaynaklarından biridir.

b. Tartışmalı Hadisler

Kelâmcılar, bazı itikadî konularla ilgili hadislerin sıhhatini sorgulamış ve bunları akıl süzgecinden geçirmiştir.

Örnek: Allah’ın sıfatlarıyla ilgili bazı hadisler zahirî anlamda anlaşıldığında teşbih (benzetme) gibi problemler doğurduğundan, kelâmcılar bu tür hadisleri tevil etme yoluna gitmiştir.

c. İhtilaf Noktaları

Hadisçiler, naklin (vahyin) önceliğini savunurken; kelâmcılar, bazı durumlarda aklı vahyin yorumlanmasında araç olarak görmüşlerdir.

Bu yaklaşım özellikle Mutezile ve Hadis Ehli arasında tartışmalara yol açmıştır.

d. Örnek: Kader Hadisleri

Kader konusundaki bazı hadisler (örneğin, “Cennetlik ve cehennemlik olanların doğmadan önce yazıldığı” hadisleri), kelâm ilminde derin teolojik tartışmalara neden olmuştur.

4. Kelâm ve Tefsir

Tefsir, Kur’an-ı Kerim’in açıklanması ve yorumlanmasını konu alır. Kelâm ile tefsir arasında doğrudan bir ilişki vardır:

a. İnanç Konularının Açıklanması

Kelâm ilmi, tefsir ilmine özellikle inançla ilgili ayetlerin yorumlanmasında önemli katkılar sunar.

Örnek: Allah’ın sıfatları, kıyamet, ahiret ve peygamberlik konularını açıklayan ayetlerin anlaşılmasında kelâmcıların görüşleri tefsirlerde sıkça yer alır.

b. Tefsirde Mezhepsel Yaklaşımlar

Tefsirlerde mezhepsel farklılıklar görülebilir. Örneğin:

Mutezile, tefsirde aklı daha fazla ön planda tutarak bazı ayetleri kendi görüşlerine göre yorumlamıştır.

Ehl-i Sünnet, nakil ve akıl arasında denge gözetmiştir.

c. Te’vil Tartışmaları

Özellikle müteşabih (açık olmayan) ayetlerin yorumlanmasında kelâmcılar te’vil yöntemine başvurmuşlardır.

Örnek: “Allah’ın Arş’a istiva etmesi” gibi ayetler, zahirî anlamlarından uzaklaştırılarak akıl yoluyla açıklanmıştır.

Sonuç

Kelâm ilmi, diğer İslamî ilimlerle sıkı bir ilişki içindedir ve bu ilimler arasında bir denge kurar. İslam inanç esaslarını sistematik bir şekilde ele alan kelâm, fıkıh ile amelî hükümleri, tasavvuf ile maneviyatı, hadis ile nakli delilleri ve tefsir ile Kur’an’ın anlaşılmasını destekler. Bu ilişkiler, İslamî ilimlerin birbirini tamamlayan yönlerini ortaya koyar ve İslam medeniyetinde kapsamlı bir ilim anlayışının gelişmesine katkı sağlar.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=J6FUoudciiM

Loading

No ResponsesAralık 27th, 2024

ÜZERİMİZE DİKİLEN DELİ GÖMLEĞİ

ÜZERİMİZE DİKİLEN DELİ GÖMLEĞİ[1]

 

Al-i İmran.54﴿ (Yahudiler) tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarını bozdu. Evet, Allah en iyi tuzak bozucudur.”ayetini örnekleri ve yaşanmış olaylarla açıklar mısın?


Âl-i İmran Suresi 54. Ayeti, Allah’ın her türlü plan ve komplonun üstünde olduğunu ve onların kurduğu tuzakları boşa çıkaracağını ifade eder. Ayette geçen “tuzak kurmak” (mekr), genellikle kötü niyetle birine zarar vermek için yapılan gizli planlar anlamına gelir. Bu ayet, Yahudilerin Hz. İsa (as)’a kurduğu tuzak bağlamında inmiştir. Onlar, Hz. İsa’yı öldürmek için bir komplo düzenlemişlerdir, ancak Allah bu planı boşa çıkarmıştır.

Ayeti Anlamaya Yardımcı Olan Tarihi Olaylar

1. Hz. İsa’ya Kurulan Tuzak:

Yahudiler, Hz. İsa’nın (as) peygamber olduğunu kabul etmemiş ve onun Roma valisi tarafından öldürülmesi için bir komplo kurmuşlardır.

Ancak Allah, onların tuzağını bozarak Hz. İsa’yı semaya yükseltmiş ve onların iddialarını boşa çıkarmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şu şekilde anlatılır:

> “Onu ne öldürdüler ne de astılar; fakat (onlara) öyle gibi gösterildi…” (Nisa, 157)

Yahudilerin bu tuzağı başarısızlıkla sonuçlanmış, Hz. İsa Allah tarafından korunmuştur. Bu olay, Allah’ın tuzak kuranların planlarını nasıl boşa çıkaracağının açık bir örneğidir.

2. Hz. Muhammed (sav) Döneminde Kurulan Tuzaklar:

Hendek Savaşı: Mekke müşrikleri ve Yahudi kabileler, Medine’ye saldırmak için geniş çaplı bir ittifak kurmuşlardı. Ancak, Allah’ın yardımıyla Müslümanlar bu kuşatmayı aşmış, düşman ordusu dağılmıştır.

Hıyanet Eden Yahudi Kabileleri: Medine’deki Yahudi kabilelerinden bazıları (örneğin Beni Kureyza), Müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları bozarak düşmanlarla iş birliği yapmıştı. Ancak bu ihanetin sonucunda Müslümanlar galip gelmiş ve ihanet edenler cezalandırılmıştır.

3. Mekke’nin Fethi:

Mekkeli müşrikler, İslam’ı yok etmek için sayısız plan yapmış, ancak Allah’ın yardımıyla bu planlar boşa çıkmıştır. Sonunda, Müslümanlar Mekke’yi fethetmiş ve müşriklerin etkisini sona erdirmiştir.

Ayetin Günümüz İçin Mesajı

Bu ayet, Allah’ın her türlü komplonun ve kötü niyetli planın üzerinde bir iradeye sahip olduğunu gösterir. İnsanlar tuzaklar kursa da, nihai karar Allah’a aittir.

Ayet, müminlere Allah’a güvenmeyi, kötülüklerden korunmak için O’na sığınmayı öğretir. Aynı zamanda, zalimlerin planlarının uzun vadede başarılı olmayacağına dair bir uyarıdır.

Sonuç

Âl-i İmran Suresi 54. Ayeti, tarihte pek çok olayla doğrulanmış bir hakikati dile getirir: İnsanların kötülük dolu planları Allah’ın takdirine galip gelemez. Bu ayet, hem bir uyarı hem de inananlar için bir teselli kaynağıdır. Allah’ın adaleti ve kudreti, her türlü tuzağı boşa çıkaracak güçtedir.

@@@@@@

1. 50 yıldır PKK ile bu millete tuzak kuranlar, bu devletin tedbirler ile güçlenip bilenmesine sebep oldular.
2. Ambargolarla bu millete silah satmayanlar, bu milletten silah alır hale geldiler.
3. Türkiye’yi ekonomikman çökertmek için Suriyelileri Türkiye’ye sürenler, 61 yıllık Baas partisinin yıkılışını ve Esedin kaçışını ve Suriyelilerin onurlu bir şekilde bize bir devlet daha kazandırarak dönmeye başlamış oldular.
Allah’ın hesabı hesaplı ve köklüdür. Kök söktürür.

*********   

Bazı konularda acele mi ediyoruz.

Hemen olsun diye.
Çiçekler bile baharda açıyor.
Bütün ortam ve her şey hazır olsa da ekinler gene de baharı ve baharlıkları bekliyor.
Belki de haklı olarak kışın bizi fazla yakmasından şikâyet ediyoruz.
Bazı manevi kıtlıklar, yüz yıllık kısırlıklar, iznimiz olmadan bize dikilen deli gömlekleri bizi sıkıyor, sıkıntı veriyor. Rahatlamak istiyoruz.
Utanacak ve utandıracak durumlardan bir an evvel kurtulmak istiyoruz.
Mahcup olacağımız durumları sürdürmek istemiyoruz.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=YsrSZGLYByw

Loading

No ResponsesAralık 26th, 2024

KÜLLİ RUBÛBİYETE KÜLLİ UBUDİYET

KÜLLİ RUBÛBİYETE KÜLLİ UBUDİYET[1]

 

Risale-i Nur Külliyatı’nda anlatıldığı üzere, Esma-i ilahiye ve tecellileri ve de sıfatı Rabbaniye ile ilgili olarak bir fihrist ve kitap olacak başlıklar ve içindekiler bölümü üzerine.


Elbette! Risale-i Nur Külliyatı’nda Esma-i İlahiye (Allah’ın İsimleri) ve tecellileri ile Sıfat-ı Rabbaniye (Allah’ın sıfatları) üzerine yapılan izahlar, iman hakikatlerinin en temel meselelerinden biridir. Bu konular, kâinatın yaratılışı, insanın varoluş gayesi ve Allah ile insan arasındaki ilişkiyi anlamak açısından büyük önem taşır. İşte bu kapsamda bir kitap taslağı ve içindekiler bölümü:

@@@@@@@@@

Başlık: Esma-i İlahiye ve Sıfat-ı Rabbaniye: Risale-i Nur Perspektifi
Kâinatta Tecelli Eden İlahî Hakikatler.

Esma-i İlahiye ve Sıfat-ı Rabbaniye: Risale-i Nur Perspektifi
Kâinatta Tecelli Eden İlâhî Hakikatler

Risale-i Nur, varlık âlemindeki her bir detayın Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri olduğunu vurgular. Bu perspektifte, kâinat büyük bir kitap, insan onun okuyucusu ve Esma-i İlahiye ile sıfat-ı Rabbaniye bu kitabın harfleri ve mânâlarıdır. Bu yazıda, Risale-i Nur’un rehberliğinde Allah’ın isim ve sıfatlarının kâinattaki tecellilerini ve bunların insan üzerindeki yansımalarını ele alacağız.

1. Esma-i İlahiye: Allah’ın İsimleri

Esma-i İlahiye, Allah’ın zâtını ve sıfatlarını tanıtan isimlerdir. Her isim, Allah’ın bir yönünü yansıtır ve kâinatta farklı şekillerde tecelli eder. Risale-i Nur’a göre:

Tezahürlerin Kaynağı: Allah’ın her bir ismi, varlık âleminde farklı boyutlarda tecelli eder. Örneğin, Rahman ismi, tüm mahlûkata merhamet ve rızık dağıtırken; Rezzak ismi, her canlının ihtiyacını tam bir hikmetle karşılar.

Kapsam ve Şümul: İsimler sadece belirli bir varlığa değil, tüm varlık âlemine şâmildir. Musavvir ismi çiçeklerin deseninde, yıldızların düzeninde ve insanın yaratılışındaki estetikte kendini gösterir.

Esma-i İlahiye’nin Tevhidî Boyutu: Risale-i Nur, her bir ismin diğer isimlerle birlikte tecelli ettiğini vurgular. Mesela, Hakîm ismiyle birlikte Adl ismi, kâinattaki düzen ve dengeyi kurar.

2. Sıfat-ı Rabbaniye: Allah’ın Sıfatları

Sıfat-ı Rabbaniye, Allah’ın zatî ve subûtî sıfatlarıdır. Bu sıfatlar, Allah’ın varlıklar üzerindeki tasarruflarını ve hâkimiyetini ifade eder. Risale-i Nur’da bu sıfatlar şu şekilde öne çıkar:

İlim: Allah’ın ilmi, her şeyi kuşatmıştır. Bu sıfatın tecellisi, kâinattaki mükemmel düzen ve hikmette görülür.

Kudret: Allah’ın kudreti, zerreden yıldızlara kadar her şeyi kuşatır. Kün fe yekün (Ol der, olur) hakikati, bu sıfatın tecellisidir.

İrade: Kâinatta hiçbir şey başıboş değildir. Allah’ın iradesiyle her şey bir plana göre hareket eder.

Hayat: Allah Hayy’dır, yani diridir. Hayat sıfatı, kâinatı canlı bir kitap haline getiren temel hakikattir.

Kelâm: Allah’ın kelâmı Kur’an-ı Kerim’de en mükemmel şekilde tecelli eder. Aynı zamanda kâinat da Allah’ın kelâm sıfatının bir yansımasıdır.

3. Kâinat: Esma ve Sıfatların Aynası

Risale-i Nur’a göre, kâinat, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelligâhıdır:

Sanatlı Bir Kitap: Kâinat, Allah’ın sanatını sergileyen bir sergi gibidir. Her bir varlık, İlahi isimlerin bir harfi ve İlahi sıfatların bir yansımasıdır.

Hikmet ve İlim: Her şeyde bir hikmet, her varlıkta bir anlam vardır. Bir sineğin kanadından galaksilere kadar her şeyde ilim, kudret ve hikmetin izleri görünür.

Zıtların Birliği: Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri, zıtların bir arada bulunmasıyla kâinatta kendini gösterir. Mesela, hayat ile ölüm, kış ile bahar, varlık ile yokluk gibi.

4. İnsan: Esma ve Sıfatların En Büyük Mazharı

İnsan, Allah’ın isim ve sıfatlarının en kapsamlı mazharıdır:

Külliyet ve Şuur: İnsan, kâinatın bir özeti (mikrokozmos) olarak yaratılmıştır. Aklı, kalbi ve ruhuyla Allah’ın isimlerini idrak ve tefekkür eder.

Halifelik Vazifesi: İnsanın yaratılış gayesi, Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını tanıyıp bu hakikatlere uygun şekilde yaşamasıdır. İnsan bu yönüyle “halife-i arz” olarak nitelenmiştir.

Dua ve İbadet: İnsan, kâinatta Allah’ın isim ve sıfatlarını idrak edip, bunlara karşılık ubudiyet ve dua ile mukabelede bulunur.

5. Risale-i Nur’un Vurguları

Risale-i Nur, esma-i İlahiye ve sıfat-ı Rabbaniye konusunda insanın kâinata bakışını şu şekilde yönlendirir:

Tefekkür: Her bir varlık, Allah’ın isimlerini anlamak için bir delildir. Bu deliller üzerinde tefekkür, imanın güçlenmesini sağlar.

Şükür: Allah’ın nimetlerinin ve tecellilerinin farkında olmak, insanı şükür bilincine götürür.

Külliyet: İnsan sadece kendisi için değil, bütün mahlûkat adına Allah’a kulluk eder.

Sonuç

Risale-i Nur, kâinatı, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelligâhı olarak tanıtır. İnsanın vazifesi, bu tecellileri idrak etmek, hikmetini anlamak ve kulluk şuuruyla Allah’a yönelmektir. Bu perspektifte kâinat, Allah’ın sanatını sergileyen bir sergi; insan ise bu sergiyi okuyup anlamlandıran bir seyirci ve şükreden bir kuldur.

 

**************  

“Tezahür-ü Rububiyete karşı, ubûdiyet-i külliye-i insaniye” sözünü Risale-i Nur Külliyatı çerçevesinde izah eder misin?


Bu ifade, Risale-i Nur Külliyatı’nda insanın yaratılışındaki temel gayeyi ve varlık âlemindeki yerini açıklayan bir kavramdır. Bunu açıklamak için ifadenin unsurlarını anlamamız gerekir:

1. Tezahür-ü Rububiyet:

“Rububiyet,” Allah’ın her şeyi terbiye etme, düzenleme ve yönetme sıfatını ifade eder. Allah’ın rububiyeti, varlıkların yaratılışı, idaresi ve onlara lâyık oldukları şeyleri verme şeklinde tecelli eder.

“Tezahür-ü Rububiyet,” bu rububiyetin kâinatta ortaya çıkışı, Allah’ın varlıklar üzerindeki tasarrufunun ve hikmetinin görünmesi demektir. Her bir varlık, Allah’ın rububiyet sıfatının bir tecellisi, bir yansımasıdır. Örneğin, güneşin ışığı, yağmurun bereketi, bir çiçeğin açması hep rububiyetin tezahürlerindendir.

2. Ubûdiyet-i Külliye-i İnsaniye:

“Ubûdiyet,” kulun Allah’a ibadet etmesi, boyun eğmesi ve kulluk vazifelerini yerine getirmesidir.

“Külliye-i insaniye” ifadesi, insanın tüm varlık âlemini kuşatabilecek bir kulluk şuuruna ve kabiliyetine sahip olması anlamına gelir. İnsan, bütün varlıkların yerine Allah’a kulluk edebilecek bir mahiyette yaratılmıştır. Çünkü insan, aklıyla kâinatı okuyabilir, kalbiyle Allah’ı sevebilir, diliyle dua ve tesbih edebilir.

3. Bu İki Unsur Arasındaki Münasebet:

Risale-i Nur perspektifinde, kâinattaki her şey Allah’ın rububiyet sıfatının bir tecellisidir ve bu tecellilere karşılık, insanın en büyük vazifesi “şuurla yapılan kulluk”tur. Yani insan, Allah’ın kâinattaki azametini, nimetlerini ve sanatını idrak eder; bu idrakten doğan bir marifetle (bilgiyle) ve muhabbette (sevgiyle) Allah’a yönelir.

İnsan, kâinatta var olan rububiyetin bütün tezahürlerine karşılık, kendi hayatını ve varlığını kulluk bilinciyle tanzim etmekle mükelleftir. Bu, sadece bireysel ibadetle değil, aynı zamanda düşünce, şükür, marifetullah ve muhabbetullah gibi kapsamlı bir kulluk anlayışıyla olur.

Risale-i Nur’da Yeri:

Risale-i Nur, özellikle “Sözler”, “Lem’alar” ve “Mektubat” gibi eserlerde, insanın kâinattaki bu konumunu ayrıntılı bir şekilde işler. Örneğin:

23. Söz: İnsanın “küllî şuur” ve “küllî dua” kabiliyetine sahip olduğunu vurgular.

33. Söz: Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini izah eder ve insanın bu tecellilere olan şahitlik vazifesini açıklar.

Özet:

“Tezahür-ü Rububiyet’e karşı ubûdiyet-i külliye-i insaniye,” kâinatta Allah’ın sonsuz rahmet, hikmet ve kudret tecellilerini görüp bu idraka uygun şekilde şükretmek, ibadet etmek ve kulluğunu en kapsamlı şekilde yerine getirmek anlamına gelir. İnsanın yaratılışının en büyük gayesi de budur. İnsan, bu kulluk sayesinde hem Allah’ın razı olduğu bir kul olur hem de kâinatın anlamını idrak eden ve bu anlamı dillendiren bir halife-i arz konum

[1] https://www.youtube.com/watch?v=hEe325TXl1k

 

Loading

No ResponsesAralık 26th, 2024

İSLAMİ İLİMLERİN BİRBİRİYLE OLAN İLGİSİ

İSLAMİ İLİMLERİN BİRBİRİYLE OLAN İLGİSİ[1]

 

Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam İlminin örnekleriyle birbiriyle olan ilgi ve bağlantısı.


Tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm ilimleri, İslam’ın ana kaynaklarını (Kur’an ve sünnet) farklı açılardan ele alan, birbiriyle sıkı bir ilişki içinde olan ilimlerdir. Her biri İslam’ın anlaşılması ve uygulanmasında belirli bir görev üstlenirken, ortak bir amaca hizmet eder: Müslümanların doğru bir inanç, ibadet ve ahlak sistemine sahip olmasını sağlamak. Bu ilimler arasındaki bağlantıyı örneklerle açıklayalım:

. Tefsir ile Diğer İlimler

a. Tefsir ve Hadis

Tefsir ilmi, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini açıklarken, hadislerden büyük ölçüde faydalanır. Hadisler, Kur’an ayetlerinin detaylarını ve bağlamlarını açıklar.

Örnek: Kur’an’da geçen “Namazı dosdoğru kılın…” (Bakara, 2/43) ayeti, namazın nasıl kılınacağını belirtmez. Ancak, hadisler namazın rekâtları, duaları ve uygulama biçimi hakkında ayrıntılı bilgi sunar.

b. Tefsir ve Kelâm

Tefsir ilmi, inanç esaslarını açıklarken kelâm ilminin kavramlarından ve yöntemlerinden faydalanır.

Örnek: “Rahman, Arş’a istiva etti” (Tâhâ, 20/5) ayeti, kelâm ilminde tevhid ve Allah’ın sıfatları bağlamında ele alınır. Kelâmcılar, bu ayeti Allah’a cisim isnad etmeden te’vil ederken tefsir ilmine katkıda bulunurlar.

c. Tefsir ve Fıkıh

Tefsir, fıkıh ilminin temelini oluşturur; çünkü fıkhî hükümler genellikle Kur’an ayetlerine dayanır.

Örnek: Kur’an’da “Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin” (Mâide, 5/38) ayeti, hırsızlık cezasını belirtir. Fıkıh ilmi, bu ayetin detaylarını (ellerin kesilme şartları, hırsızlığın miktarı, istisnalar) açıklar.

2. Hadis ile Diğer İlimler

a. Hadis ve Tefsir
Hadisler, Kur’an’ın anlaşılmasında birincil kaynaktır. Ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ı nüzul) ve bağlamı hadislerde açıklanır.

Örnek: “Ey örtüye bürünen!” (Müzzemmil, 73/1) ayetinin sebeb-i nüzulü, Peygamberimizin ilk vahiy sonrası yaşadığı durumu hadislerle öğreniriz.

b. Hadis ve Fıkıh

Hadisler, fıkıh hükümlerinin çıkarılmasında ikinci temel kaynaktır.

Örnek: Peygamberimizin “Alışverişte karşılıklı rıza esastır” hadisi, İslam ticaret hukukunun temel prensiplerinden biridir.

c. Hadis ve Kelâm

Kelâm ilmi, inanç meselelerini savunurken hadislerden naklî delil olarak faydalanır.

Örnek: “İmanın yetmiş küsur şubesi vardır, en üstünü Allah’tan başka ilah yoktur demektir…” hadisi, imanın tanımı ve dereceleri konusunda kelâm ilminde referans olarak kullanılır.

3. Fıkıh ile Diğer İlimler

a. Fıkıh ve Tefsir

Fıkıh, şer’î hükümlerin çıkarılmasında öncelikle Kur’an ayetlerine dayanır. Tefsir, bu ayetlerin hüküm ifade eden kısımlarını açıklamada fıkha zemin hazırlar.

Örnek: “Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır” (Bakara, 2/275) ayeti, fıkıhta ticaret ve faiz hükümlerinin temelini oluşturur.

b. Fıkıh ve Hadis

Fıkıh, şer’î hükümlerin detaylarını hadislerden alır. Hadisler, ibadetlerin nasıl yapılacağını ve ahkâmı açıklar.

Örnek: Peygamberimiz, abdestte ayakların yıkanması gerektiğini açıklayan hadisinde, Kur’an’daki “ayaklarınızı meshedin” ifadesini açıklamış ve bunu uygulamalı olarak göstermiştir.

c. Fıkıh ve Kelâm

Kelâm ilmi, iman ve amelin ilişkisini açıklarken, fıkıh bu ilişkinin pratikte nasıl uygulanacağını düzenler.

Örnek: Kelâmda, “Namaz kılmayan bir kişi dinden çıkar mı?” tartışması yapılırken, fıkıh, namazın kılınmaması durumunda uygulanacak dünyevî hükümleri (kaza, keffaret vb.) ele alır.

4. Kelâm ile Diğer İlimler

a. Kelâm ve Tefsir

Kelâm, tefsir ilmine aklî bir altyapı sunar. Özellikle müteşabih ayetlerin (açık olmayan) yorumlanmasında kelâm ilminin yöntemleri kullanılır.

Örnek: “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur, 24/35) ayetinde geçen “nur” kavramı, kelâmcılar tarafından Allah’ın varlık ve hikmetine işaret eden mecazî bir anlamda açıklanır.

  1. Kelâm ve Hadis

    Kelâmcılar, Allah’ın sıfatları ve ahiret konularında hadislerden delil getirir.

    Örnek: Peygamberimizin, “Kıyamet günü Allah’ı göreceksiniz” hadisi, kelâm ilminde Ehl-i Sünnet’in rü’yetullah (Allah’ın görülmesi) görüşünü savunmak için kullanılmıştır.

    c. Kelâm ve Fıkıh

    Kelâm, fıkıhta iman-amel ilişkisini tartışır ve hükümlerin temellendirilmesine katkı sağlar.

    Örnek: Kelâm ilminde, “Amel imandan bir parça mıdır?” tartışması yapılırken, fıkıhta amelin hukuki sonuçları detaylandırılır (örneğin, zina veya içki gibi günahların cezası).

    Sonuç

    Bu dört ilim, İslam’ın anlaşılması ve uygulanmasında birbirini tamamlayan yönlere sahiptir. Tefsir, Kur’an’ı anlamayı amaçlar; hadis, sünneti aktarır; fıkıh, bireysel ve toplumsal hayata dair kuralları belirler; kelâm ise inanç esaslarını savunur ve temellendirir. Her biri, diğerinin eksiklerini tamamlar ve İslam’ın bütüncül bir şekilde hayata geçirilmesini sağlar. Örnekler üzerinden bu ilişkiler, İslam ilimlerinin birbirine ne kadar bağlı olduğunu göstermektedir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=9gQtYfTa09w&t=22s

Loading

No ResponsesAralık 25th, 2024

UMUMÜL BELVA-GENEL PROBLEM

UMUMÜL BELVA-GENEL PROBLEM[1]

 

Umumül Belva ve Bediüzzaman’ın buna getirdiği çözümler.

Umûmü’l-Belvâ ve Anlamı

Umûmü’l-Belvâ, İslam hukukunda, toplumda yaygın olarak karşılaşılan ve kaçınılması zor olan bir durum ya da uygulamayı ifade eder. Fıkıh terimi olarak, bu durum, insanların çoğunun karşılaşmak zorunda kaldığı veya uygulamak zorunda olduğu fiillerde kolaylaştırıcı hükümler getirilmesini gerektirir. Şer’î hükümlerde, “zorlukların kolaylaştırılması” ve “güçlüklerin kaldırılması” prensibi doğrultusunda bu tür durumlar değerlendirilir.

Umûmü’l-Belvâ’nın Fıkıhtaki Rolü

Kolaylaştırma İlkesi (Tevessür): İslam hukukunda, “Dinde zorluk yoktur” (Bakara, 2/185) ve “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez” (Bakara, 2/286) ayetleri, bu tür durumlar için rehber kabul edilir.

Örneğin, bir işin yapılması zorunlu hale geldiğinde ve bu durumdan kaçınmak imkânsızsa, şer’î hükümler kolaylaştırılabilir.

Örnek: Suların kirlendiği bir toplumda, temiz su bulunmadığında kirli suyla abdest alınmasına ruhsat verilmesi.

Umûmü’l-Belvâ Örnekleri:

Kadınların zorunlu durumlarda erkek doktorlara muayene olması.

Gıda sektöründe yaygın kullanılan bazı katkı maddelerinin şüpheli kaynaklardan gelmesi.

Ticari işlemlerde faiz gibi unsurların yaygınlaşması ve bunlardan kaçınmanın çok zor hale gelmesi.

Bediüzzaman Said Nursî ve Umûmü’l-Belvâ

Bediüzzaman Said Nursî, yaşadığı dönemin sosyal, siyasi ve ekonomik koşullarında Müslümanların karşılaştığı zorluklara, özellikle de umûmü’l-belvâ kapsamına giren meselelere çözümler üretmiştir. Onun getirdiği yaklaşımlar, İslam’ın temel ilkelerinden ödün vermeden, kolaylaştırma prensibini esas alır.

Bediüzzaman’ın Çözümleri
1. Zaruret ve Kolaylık Prensibi:

Bediüzzaman, umûmü’l-belvâ durumlarının zaruret ve kolaylık prensibi ile çözülmesi gerektiğini savunmuştur. Zaruret halinde haramların sınırlandırılmış ölçüde mübah olabileceğini ifade eder.

Örnek: Modern ekonomik sistemlerin faizli yapısı içinde, faizden tamamen kaçınmanın zor olduğu durumlarda, temel ihtiyaçları karşılamak için sınırlı bir ölçüde ruhsat verilebilir.

2. Niyet ve İhlasın Önemi:

Bediüzzaman, bir Müslümanın umûmü’l-belvâ durumlarında niyetine odaklanması gerektiğini vurgular. Eğer kişi, içinde bulunduğu zorluğu aşmak için elinden geleni yapıyor ve niyetini Allah rızasına yöneltiyorsa, bu gibi durumlarda bir çıkış yolu bulabilir.

Örnek: Zorunlu olarak şüpheli bir malı tüketmek durumunda kalan bir kişi, bunu bir alışkanlık haline getirmemek ve bu durumdan çıkış yolları aramak niyetinde olmalıdır.

3. Çağdaş Problemlere Dair Esnek Yorumlar:

Bediüzzaman, modern dönemin sorunlarının klasik fıkıh metotlarıyla çözümünün zor olduğunu ifade etmiş ve zamanın ihtiyaçlarına uygun içtihatların yapılması gerektiğini savunmuştur.

Örnek: Günümüzdeki ticaret, ekonomi ve sağlıkla ilgili karmaşık sorunlar için, yeni çözümler üretmek gerektiğini belirtmiştir.

4. Hikmetli Yaklaşım:

Bediüzzaman, “mecelle kaideleri” gibi İslam hukukunun genel prensiplerinden faydalanarak, umûmü’l-belvâ durumlarında hikmetli bir yol izlenmesini önerir. Özellikle “Zarar kadim olmaz” (yaygın bir zarara dayalı hüküm sabit kalmaz) gibi kaidelerle kolaylaştırıcı çözümler sunar.

Bediüzzaman’ın Yaklaşımlarına Örnekler

Faiz Meselesi:

Faizin kaçınılmaz hale geldiği ekonomik sistemlerde, alternatif çözümler bulununcaya kadar yalnızca zaruri ihtiyaçlar için faizle işlem yapılabileceğini belirtmiştir. Ancak bunun alışkanlık haline getirilmemesi gerektiğini vurgular.
Modern Eğitim ve Zorunlu Durumlar:

Seküler eğitim sistemlerinde dinî eğitimin kısıtlandığı durumlarda, temel bilgilerin bireysel çabalarla kazanılmasını önerir ve bunu bir zorunluluk olarak görür. Bu bağlamda, iman hakikatlerinin eğitim yoluyla yayılması gerektiğini savunmuştur.

Kıyafet ve Sosyal Hayat:

Modern kıyafetlerin yaygınlaşmasıyla, İslamî ölçülere uygun giyinmenin zorlaştığı durumlarda, tesettüre uygun kıyafetlerin tercih edilmesini teşvik etmiştir. Ancak tamamen İslam’a aykırı bir kıyafet tercih edilmemesi gerektiğini hatırlatır.

Sonuç

Bediüzzaman Said Nursî, umûmü’l-belvâ durumlarında Müslümanların temel ilkelerden sapmadan, niyetlerini doğru tutarak ve hikmetli yaklaşımlarla çözümler aramasını önermiştir. Onun öğretileri, İslam’ın kolaylaştırıcı yönünü modern çağın problemleriyle birleştiren önemli bir rehber niteliğindedir. Umûmü’l-belvâ, birey ve toplum düzeyinde dikkatle ele alınması gereken bir durumdur ve Bediüzzaman, bu konudaki yorumlarıyla Müslümanlara pratik ve uygulanabilir çözümler sunmuştur.

*********** 

(Dişlerin kaplanması hakkındaki suale cevaptır)


1932 tarihli sualinize şimdilik etrafıyla cevap veremiyorum. Fakat bu meseleyle münasebettar bir-iki mesele-i şeriatı icmalen yazıyorum. Şöyle ki:

Abdest vaktinde ağzı yıkamak farz değil, sünnettir. Fakat gusül hengâmında ağzını yıkamak farzdır. Az birşey de yıkanmadık kalsa olmaz, zarardır. Onun için dişleri kaplama lehinde ulemâlar fetva vermeye cesaret edemiyorlar.

İmam-ı Âzam ile İmam-ı Muhammed (radıyallahü anhümâ) gümüş ve altından dişlerin yapılmasına fetvaları, sabit kaplama hakkında olmamak gerektir. Halbuki bu diş meselesi umûmü’l-belvâ suretinde o derece intişarı var ki, ref’i kabil değil. Ümmeti bu belvâ-yı azîmeden kurtarmak çaresini düşündüm; birden kalbime bu nokta geldi. Haddim ve hakkım değil ki, ehl-i içtihadın vazifesine karışayım. Fakat bu umûmü’l-belvâ zaruretine karşı, fetvalara taraftar olmadığım halde diyorum ki:

Eğer mütedeyyin bir hekîm-i hâzıkın gösterdiği ihtiyaca binaen kaplama sureti olsa, altındaki diş ağzın zahirîsinden çıkar, bâtın hükmüne geçer. Gusülde yıkanmaması, guslü iptal etmez. Çünkü üstündeki kaplama yıkanıyor, onun yerine geçiyor. Evet, cerihaların üstündeki sargıların zarar için kaldırılmadığından ceriha yerine yıkanması, şer’an o yaranın gasli yerine geçtiği gibi, böyle ihtiyaca binaen sabit kaplamanın yıkanması dahi dişin yıkanması yerine geçer, guslü iptal etmez.

وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ 1


Madem ihtiyaca binaen bu ruhsat oluyor. Elbette yalnız süs için, ihtiyaçsız dişleri kaplamak veya doldurmak bu ruhsattan istifade edemez. Çünkü, hattâ zaruret derecesine geldikten sonra, böyle umûmü’l-belvâda, eğer bilerek, su-i ihtiyarıyla olsa, o zaruret ibâhaya sebebiyet vermez. Eğer bilmeyerek olmuşsa, zaruret için elbette cevaz var. Said Nursî.[2]

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=daiBBZA_VIc

[2] https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/barla-lahikasi/221/221

Loading

No ResponsesAralık 25th, 2024

FIKIH İLMİNİN GÜNÜMÜZ MESELELERİNE ÇÖZÜMÜ

FIKIH İLMİNİN GÜNÜMÜZ MESELELERİNE ÇÖZÜMÜ[1]

 

Fıkıh İlminin günümüz meselelerine getirdiği çözümler.


Fıkıh İlminin Günümüz Meselelerine Çözümleri

Fıkıh ilmi, İslam’ın şer’î hükümlerini sosyal, ekonomik, teknolojik ve kültürel değişimlere uygun olarak ele alan bir disiplindir. Günümüzde, modern hayatın ortaya çıkardığı yeni sorunlar karşısında fıkıh ilmi, İslam’ın temel kaynaklarına (Kur’an ve sünnet) dayanarak, ictihat, kıyas, örf, zaruret ve maslahat gibi yöntemlerle çözümler üretmektedir.

1. Ekonomi ve Finans

Günümüz dünyasında faiz, bankacılık, sigorta ve modern ticaret sistemleri gibi konular, İslam’ın ekonomik hükümleri çerçevesinde yeniden ele alınmaktadır.

Faizsiz Bankacılık (İslami Finans):

Fıkıh, faizi haram kılmıştır. Modern finans sisteminde bu yasağı aşmak için murabaha (kâr payı), icara (kira finansmanı) ve müşaraka (ortaklık) gibi modeller geliştirilmiştir. Faizsiz bankacılık, bu yöntemleri kullanarak İslam’a uygun ekonomik çözümler sunmaktadır.

Kripto Paralar:

Kripto paraların İslam’a uygunluğu konusunda, fıkıh alimleri bu yeni teknolojiyi incelemiş ve şu kriterlere göre değerlendirme yapmıştır:

Para biriminin somut bir karşılığı var mı?

Adil bir değişim aracı olarak kullanılıyor mu?

Spekülasyon ve dolandırıcılık riskleri var mı?

Bazı alimler, kripto paraları meşru görmüş; bazıları ise spekülatif yapısından dolayı şüpheli kabul etmiştir.

Sigorta Sistemleri:

Geleneksel sigorta, faiz ve kumar unsurları içerdiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Bunun yerine, İslam’a uygun tekâfül (katılım sigortası) sistemi geliştirilmiştir. Bu sistem, dayanışma ve yardımlaşma esasına dayanır.

2. Teknoloji ve Tıp

Teknolojik gelişmeler ve tıptaki yenilikler, fıkıh alimlerinin yeni ictihatlar geliştirmesini gerektirmiştir.

Organ Nakli:

Fıkıh alimleri, organ naklini zaruret hali kapsamında değerlendirmiştir. Can kurtarma amacıyla ve kişinin rızasıyla yapılan organ nakli, birçok alim tarafından caiz kabul edilmiştir. Ancak, organ ticareti kesinlikle yasaktır.

Tüp Bebek ve Suni Döllenme:

Tüp bebek yöntemi, yalnızca evli çiftlerin kendi sperm ve yumurtası kullanıldığında caiz görülmüştür. Taşıyıcı annelik veya üçüncü şahıslardan sperm/yumurta temini ise haram kabul edilmektedir.

Klonlama ve Genetik Mühendislik:

İnsan klonlama, Allah’ın yaratma sıfatına müdahale olarak görüldüğü için büyük ölçüde caiz kabul edilmemiştir. Ancak genetik mühendislik, hastalıkların tedavisi amacıyla sınırlı ve kontrollü bir şekilde uygulanabilir.

Aşılar ve İlaçlar:

Zaruret ilkesi gereğince, İslam’a uygun olmayan maddeler içerse bile (örneğin domuz enzimi), alternatif bulunamadığında sağlık açısından gerekli olan ilaçlar ve aşılar kullanılabilir.

3. Kadın ve Aile Meseleleri

Modern çağda kadın hakları, evlilik ve aile hayatına dair birçok yeni durum ortaya çıkmıştır.

Çalışan Kadının Durumu:

Kadınların, İslam’ın tesettür ve mahremiyet kurallarına uymak şartıyla çalışabileceği fıkıh alimlerince ifade edilmiştir. Ancak, aile ve çocuk sorumluluğu göz önünde bulundurulmalıdır.

Boşanma ve Nafaka:

Günümüzde sıkça tartışılan boşanma süreçleri, İslam’ın “adalet” ve “merhamet” ilkelerine göre yeniden ele alınmaktadır. Boşanan kadının ekonomik güvencesi için nafaka hakkı fıkhî bir temele dayandırılmaktadır.

Doğum Kontrolü:

Fıkıh alimleri, doğum kontrolünün haram olmadığını, ancak aile planlamasının İslam’ın neslin korunması prensibiyle dengeli bir şekilde yapılması gerektiğini belirtir. Kalıcı kısırlık işlemleri ise zaruret olmadıkça haram kabul edilmiştir.

. Çevre ve Doğal Kaynaklar

Modern çevre sorunları, fıkıh ilminin “emanet” ve “israf” ilkeleriyle çözümler geliştirmesini gerektirmiştir.

Çevre Kirliliği:

İslam, çevreyi koruma sorumluluğunu insana yüklemiştir. Fıkıh, doğal kaynakların israf edilmesini ve çevreye zarar verilmesini haram kabul eder.

Örnek: İsrafın haram kılınması (Araf, 7/31) ayeti, doğal kaynakların korunması için temel bir rehberdir.

Sürdürülebilirlik:

İslam’a göre, toprak, su ve diğer kaynaklar toplumun ortak malıdır. Bu nedenle, çevre koruma politikaları geliştirmek hem bireysel hem toplumsal bir sorumluluktur.

5. Sosyal ve Kültürel Meseleler

Helal Gıda Sertifikaları:

Günümüzde yaygınlaşan katkı maddeleri ve üretim yöntemleri, gıda ürünlerinin İslam’a uygunluğunu sorgulatmaktadır. Helal gıda sertifikaları, fıkıh kriterleri doğrultusunda bu soruna çözüm sunmaktadır.

Sanat ve Medya:

Müzik, sinema ve sosyal medya gibi alanlar, fıkıh alimleri tarafından İslam ahlakına uygunluk açısından değerlendirilmektedir. Müstehcenlik içermeyen sanat faaliyetleri ve bilgi paylaşımı caiz görülmüştür.

Küresel İlişkiler ve Göç:

Fıkıh, Müslümanların azınlık olarak yaşadığı ülkelerde, o ülkenin kanunlarına uyma ve dinlerini koruma dengesini gözeten fetvalar sunmaktadır.

Fıkhın Esas Aldığı İlkeler

1. Zaruret Hali: Zorunlu durumlarda, haramlar sınırlı ölçüde mübah hale gelir.

Örnek: Helal gıda bulunmadığında, domuz eti veya haram ürünler hayatta kalmak için kullanılabilir.

2. Maslahat (Kamu Yararı): Toplumun yararına olan hükümlerin öncelenmesi.

Örnek: Çevreyi korumak için alınan önlemler.

3. Kolaylaştırma Prensibi: “Dinde zorluk yoktur” ilkesiyle bireylerin hayatını kolaylaştıracak çözümler geliştirilir.

Sonuç

Fıkıh ilmi, modern hayatın karmaşık sorunlarına, İslam’ın temel ilkelerine bağlı kalarak çözüm üretmeye devam etmektedir. Günümüz meselelerine yönelik getirilen çözümler, İslam’ın zamana uygun bir şekilde yaşanabilirliğini ortaya koyar. Bu, fıkhın hem esnek hem de sağlam bir temele dayandığını gösterir.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=2W3Qerq4LGU

Loading

No ResponsesAralık 25th, 2024

FIKHİ YAKLAŞIMLAR

FIKHİ YAKLAŞIMLAR[1]

Şii Mezhepleri ve Fıkıh Yaklaşımları.


Şii mezhepleri, İslam dünyasında Hz. Ali’nin imametini ve onun soyundan gelenlerin liderliğini temel alan, özellikle imamet inancıyla ayrışan bir itikadi ve fıkhi geleneği ifade eder. Şii mezheplerinin fıkıh yaklaşımları, imamet inancına bağlı olarak farklılık gösterir ve büyük ölçüde Ehlibeyt imamlarının görüşlerine dayalıdır. Bu mezheplerin ortak noktası, Kur’an ve Sünnet’in yanında imamların söz ve fiillerini (rivayetlerini) de şer’i deliller arasında kabul etmeleridir.

Ana Şii Mezhepleri ve Fıkıh Yaklaşımları

1. İmamiye (Caferiyye) Mezhebi

Tanım: Şii mezheplerinin en büyük ve en etkili grubudur. On İki İmam (İsnâ Aşeriyye) inancına dayanır ve günümüzde İran, Irak, Azerbaycan gibi ülkelerde yaygındır.

Fıkıh Yaklaşımı:

Deliller: Kur’an, Sünnet (Hz. Peygamber ve Ehlibeyt imamlarının sünneti), icma ve akıl. Akıl, diğer Şii mezheplerine kıyasla daha fazla ön plana çıkarılır.

Usul: Usul-i Fıkh (fıkıh usulü) çalışmaları gelişmiştir. Örneğin, “istihsan” ve “istislah” yerine “akıl” temel delil olarak kabul edilir.

Taklit: Günümüzde, Şii fıkhında yaşayan bir müçtehidi taklit etmek esastır. Müçtehitler (merciler), halkın dini hayatını yönlendiren önemli otoriteler olarak kabul edilir.

Uygulamalar: Namazda ellerin yan tarafa salınması, mut’a nikâhının helal kabul edilmesi, bazı temizlik ve abdest detayları gibi konularda farklılıklar vardır.

2. İsmailiyye Mezhebi

Tanım: Yedinci İmam olarak İmam Cafer es-Sadık’ın oğlu İsmail’i kabul eden Şii mezhebidir. Farklı gruplara ayrılmıştır (örneğin Nizarîler, Musta’lîler). Günümüzde küçük bir topluluk olarak varlıklarını sürdürürler.

Fıkıh Yaklaşımı:

İsmaililer, imametle bağlantılı olarak fıkhı daha esnek bir şekilde ele alırlar. Batınîlik (derin anlam arayışı) sebebiyle zahirî hükümlerden çok manevi boyuta önem verirler.
Deliller arasında imamların sözleri önemli bir yer tutar ve fıkhî meselelerde genel halka göre daha az ayrıntıya girerler.

3. Zeydiyye Mezhebi

Tanım: Beşinci İmam olarak İmam Zeyd bin Ali’yi kabul eden Şii mezhebidir. Günümüzde özellikle Yemen’de yaygındır.

Fıkıh Yaklaşımı:

Zeydilik, diğer Şii mezheplerine göre Sünni mezheplere daha yakındır. Özellikle Hanefi fıkhından etkilenmiştir.

Deliller olarak Kur’an, Sünnet ve sahabenin icmaını kabul ederler. İmamların görüşleri ise bu delillerden sonra gelir.

Zeydiye, mut’a nikâhını reddeder ve bazı ibadet uygulamalarında Sünni metotlara daha yakındır.

4. Nusayriler (Aleviler/Alavîler)

Tanım: İmamet inancına dayanan ve İmam Cafer es-Sadık’ın görüşlerini temel alan, ancak zamanla farklılaşan bir gruptur. Özellikle Suriye, Türkiye ve Lübnan’da bulunurlar.

Fıkıh Yaklaşımı:

Geleneksel Şii fıkhından farklı bir yol izlerler. Daha çok sembolik ve mistik bir yaklaşım benimsenmiştir.

Fıkıh konularında çok detaylı kurallar yerine genel dini ve ahlaki çerçeve ön plandadır.

Şii Fıkhının Temel Özellikleri

1. Ehlibeyt Merkezliliği: Şii fıkhı, Ehlibeyt imamlarının hadis ve fetvalarını Kur’an ve Sünnet kadar önemli bir kaynak olarak kabul eder.

2. İmamın Otoritesi: İmamlar, masum kabul edildiği için onların görüşleri bağlayıcıdır.

3. Akıl ve İçtihat: İmamiye mezhebinde aklın ve içtihadın önemi büyüktür. Günümüzde müçtehitlere bağlılık (taklit) esas alınır.

4. Farklılıklar: Mut’a nikâhı, temizlik ve ibadet gibi konularda Sünni mezheplerden belirgin farklılıklar görülür.

Sonuç

Şii mezheplerinin fıkıh yaklaşımları, imamet inancına dayalı olarak şekillenmiştir. Her mezhebin kendine özgü yöntemleri ve uygulamaları olsa da, temel amaçları İslam’ın esaslarını Ehlibeyt imamlarının rehberliğinde yaşatmaktır. Bu yaklaşımlar, Müslümanların dini hayatında derin etkiler bırakmış ve farklı kültürel ve bölgesel zenginlikler oluşturmuştur.

 

**************  

Ahkam-ı Hamse (Beş Temel Hüküm).

Ahkâm-ı Hamse (Beş Temel Hüküm), İslam hukukunda (fıkıhta) insan fiillerinin şer‘î açıdan değerlendirildiği beş temel kategoriyi ifade eder. Bu hüküm kategorileri, kişilerin amellerinin İslami ölçülere göre hangi hükme tabi olduğunu belirler. Şer‘î deliller (Kur’an, Sünnet, icma ve kıyas) ışığında, bir fiilin bu beş kategoriden birine dahil edilmesi, Müslümanların hayatlarını doğru şekilde yönlendirmesine yardımcı olur.

Ahkâm-ı Hamse’nin Kategorileri

1. Farz (Vâcip):
Yapılması kesin delillerle emredilen ve yapılmadığında ceza gerektiren fiillerdir. Farz, “Farz-ı Ayn” (her Müslümanın bireysel olarak yapması gereken ibadetler, örneğin namaz, oruç) ve “Farz-ı Kifâye” (bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun düştüğü ibadetler, örneğin cenaze namazı) olarak ikiye ayrılır.

2. Mendup (Sünnet/Müstehab):
Yapılması teşvik edilen, sevap kazandıran ancak yapılmaması durumunda günah olmayan fiillerdir. Sünnet, Hz. Peygamber’in uygulamalarıyla sabit olan ve farz kadar bağlayıcı olmayan hükümlerdir. Örneğin, nafile namazlar ve selam vermek mendup olarak değerlendirilir.

3. Mubah:
Yapılması veya yapılmaması dinen serbest bırakılan, herhangi bir sevap veya günah gerektirmeyen fiillerdir. Mubah olan şeyler, niyete göre sevap veya günah kazanabilir. Örneğin, yemek yemek veya uyumak, mubah olarak değerlendirilebilir.

4. Haram:
Yapılması kesin delillerle yasaklanmış ve yapılması durumunda ceza gerektiren fiillerdir. Örneğin, zina, içki içmek, adam öldürmek gibi fiiller haramdır.

5. Mehruh:
Yapılmaması teşvik edilen, yapılması durumunda günah olmayan ancak sevap kaybına yol açan fiillerdir. Mekruh, “Tahrimen Mekruh” (harama yakın, kesin delil olmamakla birlikte yasaklanan fiiller) ve “Tenzihen Mekruh” (helale daha yakın, yapılması hoş görülmeyen fiiller) olarak ikiye ayrılır.

Ahkâm-ı Hamse’nin Önemi

Bilinçli İbadet: Müslümanlar, bu beş temel hükme göre fiillerini değerlendirebilir ve hayatlarını şer‘î ölçülere uygun bir şekilde düzenleyebilir.

Amellerin Sorumluluğu: Hangi fiillerin zorunlu, yasak, serbest veya teşvik edildiğini bilmek, kişisel ve toplumsal sorumluluk bilinci oluşturur.

Niyetin Rolü: Özellikle mubah fiillerde, niyetin ahkâm üzerindeki etkisi büyüktür. Mubah bir fiil, Allah rızası için yapıldığında sevap kazanılabilir.

Bu sınıflandırma, İslam hukukunun temel taşlarından biri olup, hayatın her alanında Müslümanlara rehberlik eder.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=EwzpnP8aGfE

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2024

EHLİ SÜNNETTEN AYRILAN MEZHEPLER

EHLİ SÜNNETTEN AYRILAN MEZHEPLER[1]

Batıl ve ehli sünnetten ayrılan fıkhi Mezheplerin ayrılış neden ve gerekçeleri nelerdir?


Batıl ve Ehl-i Sünnet’ten ayrılan fıkhi mezhepler, İslam’ın temel prensiplerini veya Ehl-i Sünnet çizgisindeki yöntem ve yaklaşımları terk eden grupları ifade eder. Bu mezheplerin ayrılma nedenleri, genellikle itikadi farklılıklar, siyasi ve toplumsal olaylar, imamet ve hilafet anlayışları, dini metinlerin yorumlanması ve fıkhi usullerdeki farklı yaklaşımlarla ilgilidir. İşte bu ayrılışın başlıca neden ve gerekçeleri:

1. Siyasi ve Tarihi Faktörler

Siyasi olaylar, İslam tarihindeki mezhep ayrılıklarının en önemli nedenlerinden biridir:

İmamet ve Hilafet Çekişmesi:
Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşanan siyasi mücadeleler ve ardından ortaya çıkan Kerbela Vakası, Şii ve Ehl-i Sünnet ayrılığının temelini oluşturmuştur. Şiiler, imametin Hz. Ali’nin soyundan gelenlere ait olduğuna inanırken, Ehl-i Sünnet bu yetkiyi ümmetin seçimine bırakmıştır.

Haricilerin Ortaya Çıkışı:
Hariciler, Sıffin Savaşı’ndaki hakem olayına karşı çıkarak hem Hz. Ali’yi hem de Muaviye’yi dışlamış ve “adaleti” merkeze alan radikal bir mezhep geliştirmiştir. Bu da itikadi ve fıkhi ayrılıklara yol açmıştır.

2. Metinlerin Yorumu ve Akılcı Yaklaşımlar

Kur’an ve Sünnet’in Yorumu:
Fıkhi ve itikadi meselelerde Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması konusunda farklı metotlar benimsenmiştir. Batıl mezhepler, genellikle Kur’an ayetlerini veya hadisleri bağlamından kopararak zahiri veya batıni anlamlar yüklemişlerdir.

Batınilik: Ayetlerin ve hadislerin gizli, sembolik anlamlar içerdiğini savunan mezhepler (örneğin İsmailiyye) bu yöntemle Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrılmıştır.

Zahiri Yaklaşım: Hariciler gibi bazı gruplar, metinleri sadece zahiri anlamıyla yorumlayarak katı hükümler geliştirmiştir.

Akıl ve Nakil Çatışması:
Mu’tezile, dini meselelerde aklı ön plana çıkararak, Ehl-i Sünnet’in naslara dayalı metodolojisinden uzaklaşmıştır. Özellikle kadere iman, Allah’ın sıfatları ve peygamberlerin ismeti gibi konularda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
3. İtikadi Farklılıklar

Allah’ın Sıfatları:
Mu’tezile, Allah’ın sıfatlarını reddederek Allah’ın yalnızca zatıyla kaim olduğunu savunmuş ve Ehl-i Sünnet ile ayrışmıştır. Bu durum, fıkhi hükümler üzerinde de etkili olmuştur.

Kader Anlayışı:
Kadere iman konusunda Cebriyye (her şeyin Allah’ın zorlamasıyla olduğuna inanan) ve Kaderiyye (insanın kaderini tamamen kendisinin belirlediğine inanan) gibi mezhepler, Ehl-i Sünnet çizgisinden sapmıştır.

Günah ve İman İlişkisi:
Hariciler, büyük günah işleyenlerin kâfir olduğunu savunurken, Mu’tezile bu kişilerin iman ve küfür arasında bir yerde olduklarını (el-Menzile Beyne’l-Menzileteyn) söylemiştir. Bu farklılıklar, fıkhi hükümler üzerinde ciddi etkiler doğurmuştur.

4. Fıkhi Usul ve Metodoloji Farklılıkları

Şer’i Delillerin Kullanımı:

Ehl-i Sünnet mezhepleri (Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli), Kur’an, Sünnet, icma ve kıyas gibi delilleri temel alırken, diğer mezhepler bu delillerden bazılarını reddetmiş veya farklı şekilde kullanmıştır.

Örneğin, Şii mezhepleri, Ehlibeyt imamlarının söz ve fiillerini fıkhi deliller arasında kabul ederken, Hariciler kıyası reddetmiştir.

İçtihad ve Taklit:

Şii İmamiye mezhebi, yaşayan bir müçtehidi taklit etmeyi zorunlu görürken, diğer bazı gruplar içtihadı tamamen reddetmiş veya bireysel içtihadı esas almıştır (örneğin Zahiriye mezhebi).

Katı veya Esnek Yorumlar:

Hariciler, şer’i hükümleri katı bir şekilde uygulayarak aşırı görüşler ortaya koymuşlardır.

Batınîler ise fıkhi hükümleri büyük ölçüde sembolik ve manevi bir yoruma dönüştürmüştür.

5. Toplumsal ve Kültürel Sebepler

Mezhepsel Kimlik Arayışı:
Bazı gruplar, toplumsal veya siyasi ayrışmayı dini bir kimlik haline getirmiş ve bu da farklı mezheplerin doğmasına yol açmıştır.

Örneğin, İsmaililik ve Nusayrilik gibi mezhepler, kültürel ve coğrafi etkilerle farklı bir çizgiye yönelmiştir.

Sosyal Adalet Talepleri:
Hariciler ve Mu’tezile gibi mezhepler, eşitlik ve adalet konularını merkeze alarak kendilerine özgü fıkhi ve itikadi görüşler geliştirmiştir.

Özet: Ayrılma Nedenleri

1. Siyasi çekişmeler (hilafet ve imamet tartışmaları).

2. Metinlerin yorumu (zahirî, batınî veya akılcı yaklaşımlar).

3. İtikadi görüş ayrılıkları (Allah’ın sıfatları, kader, iman-günah ilişkisi).

4. Fıkhi metodoloji farklılıkları (şer’i delillerin kullanımı ve içtihat anlayışı).

5. Toplumsal ve kültürel faktörler (kimlik arayışı ve sosyal adalet talepleri).

Ehl-i Sünnet mezhepleri, bu noktada vasat bir yol izleyerek aşırılıklardan kaçınmış ve Kur’an ve Sünnet’in temel prensiplerine sadık kalmaya özen göstermiştir. Batıl mezheplerin ayrışma gerekçeleri ise genellikle bu temel prensiplerden uzaklaşma veya onları aşırı yorumlama üzerine kuruludur.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=FTMxsaXQqKk

Loading

No ResponsesAralık 23rd, 2024