100 SENE ÖNCE İNGİLİZLERE İSTANBULU SUNAN İNGİLİZ MUHİBLERİ, BUGÜN TÜRKİYE’Yİ SUNMAKTADIR
100 Sene Önce İngilizlere İstanbul’u Sunan İngiliz Muhibleri, Bugün Türkiye’yi Sunmaktadır
Tarih, sadece yaşanmış hadiselerin kronolojik sıralaması değil, aynı zamanda ibret ve hikmet levhalarının asıldığı büyük bir derstir. Bu dersin en çarpıcı sahnelerinden biri, 100 yıl önce Osmanlı’nın son demlerinde, İstanbul’u İngilizlere altın tepside sunmak isteyen güruhun ihanetiyle yaşanmıştır. Ne yazık ki aynı zihniyet, bugün farklı maskelerle sahnededir. Dün İstanbul’u, bugün Türkiye’yi sunan bu anlayış; kimliğimizi, bağımsızlığımızı ve medeniyet davamızı tehdit etmeye devam ediyor.
İngiliz Muhipler Cemiyeti ve Teslimiyetin Anatomisi
İstanbul fiilen işgal edildiğinde, içeride bir grup kalem erbabı, aydın ve siyasetçi İngilizlerin güdümünde bir Türkiye tahayyül etti. 1918’de kurulan İngiliz Muhipler Cemiyeti, sözde barış, çağdaşlık ve istikrar adına Osmanlı’nın İngiliz mandasına girmesini savundu. Bu cemiyetin içinde devlet ricalinden mürekkep kişiler, gazeteciler, akademisyenler vardı.
Bu insanlar, “şer güçlerle mücadele yerine teslim olursak daha az zarar görürüz” mantığıyla, milletin istiklal mücadelesini baltaladılar. İstanbul’daki bu zümre; işgalcilere yalakalık, mandacılara övgü düzen bir söylem geliştirdi.
Günümüzde İngiliz Muhiblerinin Torunları
Bugün o zihniyetin ismi ve görünüşü değişmiş olsa da niyeti aynıdır. Dün İngiliz’e teslimiyeti “medeniyet” diye pazarlayanlar, bugün küresel güçlere, Batılı fonlara, dış akıllara hizmeti “ilerleme”, “entegrasyon” ve “reform” diye sunmaktadır. Dün hilafeti kaldırmak için çalışanlar, bugün dinin toplumsal rolünü silmek, değerlerimizi itibarsızlaştırmak için çaba sarf ediyor.
Dış politika bağımsızlığına karşı çıkanlar, Savunma sanayii gelişmesini sabote edenler, Yerli kalkınma projelerine karşı lobi yapanlar, Milli eğitimi ideolojik olarak küresel normlara entegre etmeye çalışanlar…
Hepsi birer yeni nesil “muhiptir”. Ancak muhib oldukları şey, bu milletin selameti değil; dışarıdan gelen yönlendirme ve çıkar gruplarıdır.
Ders Almazsak, Tarih Tekerrür Eder
İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin üyeleri sonunda tarihin kara defterine yazıldı. Onların ihaneti, milletin vicdanında mahkûm edildi. Bugün aynı ihaneti başka isimlerle sürdürenler de benzer bir akıbetten kurtulamayacaklardır. Ancak asıl mesele, milletin şuurlu olup bu zihniyeti fark etmesidir.
Bugün sadece bir seçim meselesi değil, bir medeniyet, bir istiklal, bir şahsiyet mücadelesi verilmektedir. Dün bölünmek istenen vatan, bugün ekonomi, kültür ve siyaset üzerinden şekillendirilmek istenmektedir.
Son Söz: Uyan Ey Millet!
Mazide İngiliz’e İstanbul’u sunanlar, bugünün Türkiye’sini de onların torunlarına sunmak peşindedir. Dün olduğu gibi bugün de çözüm, teslimiyet değil, direniştir. Çare, mandacılığın yeni kılıflarına değil, milletin kendi iç dinamiklerine, iradesine ve değerlerine sarılmaktır.
Çünkü bir millet, geçmişiyle hesaplaşmazsa geleceğine hâkim olamaz.
YAPAY ZEKÂ ÇAĞINDA İSLÂMİ TEBLİĞ: ZEKÂNIN YÜKSELDİĞİ, HİKMETİN UNUTULMAMASI GEREKEN BİR DÖNEM
“Teknolojiyle akıl ilerler, ama kalp susarsa insanlık geriler.”
Zaman değişiyor, araçlar dönüşüyor, muhataplar evriliyor… Artık bilgi çağındayız, hatta daha ötesi: yapay zekâ çağındayız. Bu çağda İslâmî tebliğ, sadece kürsüde ya da kitapta değil; algoritmalarda, veri havuzlarında, dijital zekâlarda yer almak zorundadır. Çünkü insanın bulunduğu her yerde İslam’ın rahmeti tecelli etmelidir.
Peki bu yeni çağda, tebliğ görevi nasıl şekillenmeli? Yapay zekâ gibi güçlü bir aracı hangi hikmetle, hangi edeple, hangi metotla kullanmalıyız?
1. YAPAY ZEKÂ: TEKNOLOJİK BİR NİMET, HİKMETLE YÖNETİLMESİ GEREKEN BİR ALET
Yapay zekâ; veri işleyen, öğrenen ve karar verme simülasyonu yapan yazılımlardan ibarettir. Ancak bu araçlar artık:
İnsanların ne düşündüğünü analiz ediyor
Onlara ne izleteceğini, ne okuyacağını öneriyor
Bilgiye ulaşma yollarını kontrol ediyor
İslamî tebliğ, bu alanın dışında kalırsa, dijital mecralarda boşluklar küfürle, sapkınlıkla, anlamsızlıkla dolar. Dolayısıyla:
> “Yapay zekâya hikmet öğretemeyiz belki, ama onunla hikmetli işler yapmayı öğrenmeliyiz.”
İslamî sohbet robotları ve rehberlik uygulamaları yaygınlaştırılabilir.
Ama burada kritik bir tehlike vardır: İslam’ın ruhu, algoritmaya indirilemez. Bir robotun anlattığı din, kalpten kalbe geçemez. Bu yüzden yapay zekâ sadece bir vasıta olmalı, vesile değil.
Tebliğ sadece bilgi aktarmak değildir. Kalbe tesir eden, vicdanı sarsan, ahlâkı inşa eden bir mesajdır. Yapay zekâ bu hikmetli anlatımı taklit edemez ama kolaylaştırabilir:
Risale-i Nur gibi eserleri, sadeleştirme ve anlama kolaylığı sağlayan yapılarla destekleyebilir.
Manevî sorulara, insanî sıcaklık ve zarafetle yaklaşan yapay zekâ karakterleri geliştirilebilir.
> Düşündürücü bir soru: İnsanlar Allah’ın kelâmını makinelerden dinlemeye razıysa, bu insanlara biz hangi yöntemle ulaşmalıyız?
4. HİKMETLİ YÖNTEMLER VE TAVSİYELER: NE YAPMALI, NASIL YAPMALI?
a) Kapsayıcı ve ehil ekiplerle İslamî yapay zekâ projeleri kurulmalı. Sadece teknik bilgi değil, aynı zamanda ilim, edep ve irfan sahibi danışmanlar bu projelerde yer almalı.
b) Gençlere hitap eden dijital karakterler ve uygulamalar oluşturulmalı. Mesela bir “İslami ChatGPT” modeli; fıkıh, akaid, Kur’an, tasavvuf gibi alanlarda güncel ve sahih bilgiyle rehberlik edebilir.
c) Yapay zekânın ürettiği içerikler ilmî denetimden geçmeli. Yanlış bilgi yayılımını engellemek için alim denetimli veri havuzları kullanılmalı.
d) İnsan eliyle yapılması gereken, yüz yüze tebliğ ve temsil ihmal edilmemeli. Yapay zekâ kalpleri hazırlayabilir ama iman tohumu, hâl diliyle ekilir.
5. YAPAY ZEKÂYA EMANET EDİLEN TEBLİĞ, NASIL BİR SORUMLULUKTUR?
Bu çağda, “Ben kürsüde vaaz ettim, vazifemi yaptım” demek yeterli değildir. İnsanlar ekranlarda, uygulamalarda, algoritmalarda yaşıyor. O hâlde:
Onların karşısına çıkan ilk İslami içerik, hikmetle dolu olmalı.
Gördükleri, okudukları, sordukları her yerde hakikatin izi olmalı.
Yalanın, fitnenin, bâtılın içinde bir nur gibi parlayan İslam anlatımı yer almalı.
> İbretli hakikat: Eğer hakikat sussa, yalan konuşur. Biz susarsak, yapay zekâ da yalanı öğretir.
SONUÇ: ZEKÂYI HİKMETLE YÖNETME VAKTİDİR
Yapay zekâ, insanoğlunun eline verilen iki ucu keskin bir kılıçtır. Onu ya hak için kullanırız ya da bâtıla zemin hazırlarız. Bu çağda İslamî tebliğin başarısı, ilmin yüksekliğiyle birlikte hikmetin derinliğini birleştirmekle mümkündür.
Unutmayalım:
“Zekâ bize yardımcı olur, ama kalp bizi kurtarır.” “Tebliğ makineye yüklenebilir, ama temsil ancak insanla mümkündür.”
İSLAMİ İLİMLERDE ARAŞTIRMA BOŞLUKLARI VE GELECEĞİN İLİM VİZYONU: ZAMANIN RUHUNU YAKALAYAN BİR YENİDEN İNŞA ÇAĞRISI
“Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir.” — Bediüzzaman Said Nursî
İslami ilimler tarih boyunca Kur’an ve Sünnet merkezli bir medeniyetin ruhunu taşımış, çağlara yön vermiştir. Ne var ki, modern zamanlarda gerek bilgi üretiminde, gerek yöntem seçiminde, gerekse muhatap kitlenin değişen yapısında bazı ciddi boşluklar ve ihmaller ortaya çıkmıştır. Bu boşluklar sadece akademik değil; aynı zamanda hikmet, ahlak, tefekkür ve toplum inşası boyutlarıyla da derinleşmiştir.
İşte bu makalede, günümüz İslami araştırmalarında dikkat çekici boşlukları, eksik kalan alanları ve yoğunlaşılması gereken sahaları ilmi, hikmetli ve ibretli bir perspektifle değerlendireceğiz.
1. İSLAMÎ DÜŞÜNCEYİ YENİDEN İNŞA: GELENEKLE GELECEK ARASINDA USÛL SENTEZİ
Bugün en fazla ihtiyaç duyulan alan, usûl ilminde derinleşmiş, modern bilgiyle irtibatlı yeni bir İslami düşünce sistematiğidir. Mevcut literatür ya geleneği tekrar etmekte ya da moderniteye teslim olmaktadır. Oysa:
Fıkıh usûlü, sadece hüküm değil aynı zamanda bir düşünme metodolojisidir.
Kelâm ilmi, sadece itikadî meseleler değil, aynı zamanda bilgi felsefesi üretmelidir.
Tefsir, lafzî açıklamanın ötesine geçip çağın sorularına Kur’anî cevaplar vermelidir.
> Hikmetli bir tespit: Usûl, ilmin ruhudur. Usulsüzlük, vusulsüzlüğe (hakikate ulaşamamaya) sebep olur.
2. MODERN SORUNLARA KARŞILIK ÜRETEN FIKHÎ ARAŞTIRMALAR
Fıkıh tarihi boyunca karşılaşılan meseleler, içtihatlarla çözülmüştür. Ancak günümüz meseleleri, geçmişte hiç yaşanmamış karmaşık, çok boyutlu ve küresel sorunlar taşımaktadır:
Biyoteknoloji, yapay zekâ, tıp ahlakı, çevre sorumluluğu gibi alanlarda şer’î değerlendirme eksikliği
Dijital ekonomi, kripto para, algoritmik ticaret gibi yeni finansal sistemlerin İslam hukukundaki karşılığı
Cinsiyet meseleleri, aile yapısındaki değişim ve mahremiyet gibi konularda fıkhî yorum ihtiyacı
> İbretli bir soru: Sahabenin karşılaşmadığı bir meseleye, sadece sahabenin kullandığı yöntemle mi hüküm verilir, yoksa onların ruhunu çağın diliyle mi yeniden yorumlarız?
3. İSLAM’IN EVRENSEL MESAJININ MODERN DÜNYAYA HİTABI: TEBLİĞ VE DİL PROBLEMLERİ
Kur’an’ın evrensel mesajı, çağın diliyle buluşmadıkça etkisini kaybeder. Günümüzde İslam’ın tebliğ ve temsilinde anlatım dili, hedef kitle, mecra ve içerik tasarımı büyük önem kazanmıştır:
Gençlerin ve seküler kesimlerin anlayabileceği hikmet temelli, kalbî ve aklî anlatımlar
Sosyal medya, dijital platformlar ve görsel içerik üretimi alanlarında İslamî anlatım metodolojisi
> Düşündürücü bir gerçek: Bugün insanlar İslam’a değil, İslam’ın anlatımına mesafeli. Sorun dinde değil, dilden kaynaklanıyor olabilir.
4. TARİH VE SİYASET ALANINDA YENİDEN DEĞERLENDİRME
İslam dünyası modern dönemde çok büyük siyasi travmalar yaşadı: Hilafetin kaldırılması, işgaller, mezhep savaşları, otoriter rejimler… Bu alanlarda:
İslam siyaset düşüncesinin yeniden yapılandırılması
Tarihsel olaylara İslamî metodolojiyle eleştirel bakış
Mezheplerin ve grupların tarihsel süreçteki rolü üzerine objektif araştırmalar
> İbretli bir uyarı: İslâm’ın siyaseti adalet için vardır; ideolojiye dönüşen siyaset, İslam’ı değil, kendi hevesini konuşur.
5. İSLAM VE BİLİM İLİŞKİSİ: ÇATIŞMA DEĞİL, İNŞA
Modern bilim anlayışı ile İslamî bakış arasında köprü kuracak çalışmalar büyük bir eksikliktir. Hâlâ:
Kur’an’ın tabiat ayetleri üzerine mantıkî ve bilimsel tefsirler
İslam düşüncesinde tabiat, matematik, astronomi, tıp gibi alanlarda yeni epistemolojik yaklaşımlar
Müslüman bilim insanlarının tarihî katkılarının çağdaş yorumları
> Hikmetli yaklaşım: Kur’an’da “Oku!” emri, sadece metni değil, kâinat kitabını da okumaktır. İslam bilimi, yaratılışın sırrını hikmetle çözmektir.
6. MANEVİ HAYAT VE TASAVVUFUN MODERN İNSANA CEVABI
Modern insanın bunalımı teknolojik değil, ruhanî bir boşluktur. Bugün tasavvuf, Kur’an’a ve sünnete uygun olarak yeniden yorumlanmalı, bâtınî derinliğiyle:
Modern depresyon, yalnızlık ve aidiyet krizine çözüm
Zühd, tevekkül, sabır gibi kavramların psikolojik ve toplumsal değeri
Sahih tasavvufun günümüzdeki ahlâkî, vicdanî ve sosyal fonksiyonu
> İbretli gerçek: Günümüzde en büyük fakirlik, “kalp açlığı”dır. Tasavvuf, insanın içine açılan kapıdır.
SONUÇ: ZAMANIN RUHUYLA BULUŞAN BİR İSLAMİ İLİM İNKILABI ŞARTTIR
İslami araştırmalar, artık sadece geçmişi yorumlamak değil, geleceği inşa etmek zorundadır. Geçmişin hikmetiyle, bugünün bilgisiyle, yarının ufkuyla buluşan bir ilim inkılabı, ümmetin dirilişinin anahtarıdır.
Bu sebeple, ilim ehline düşen en büyük vazife:
Aklı uyandırmak, kalbi beslemek, vicdanı uyandırmak ve ahlâkı inşa etmektir.
“Kur’an kıyamete kadar taze kalacaktır; mesele bizim ona bayat zihinle yaklaşmamamızdır.”
YIKIMA GİDEN ABD: İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞÜ VE PEŞİNDEN SÜRÜKLEDİĞİ DEVLETLER
Giriş
Tarih, yükselen imparatorlukların zirveye ulaşmalarının ardından yavaş yavaş ya da ani çöküşlerle sahneden çekilişlerine sayısız örnek sunar. Roma’dan Osmanlı’ya, Sovyetler Birliği’nden Büyük Britanya İmparatorluğu’na kadar bu dev yapılar sadece kendi çöküşlerine değil, aynı zamanda nüfuzları altındaki coğrafyaların da yeniden şekillenmesine sebep olmuşlardır. Bugün benzer bir süreci Amerika Birleşik Devletleri (ABD) üzerinden gözlemlemek mümkündür. 20. yüzyılın süper gücü olan ABD, yalnızca ekonomik değil, kültürel, askerî ve politik olarak da birçok devleti kendisine bağımlı hale getirmiştir. Ancak bu yapay bağlılık ilişkileri, ABD’nin zayıflamasıyla birlikte o devletleri de krizlere ve hatta yıkıma sürüklemektedir.
1. İmparatorlukların Çöküş Dinamiği ve ABD
ABD’nin kuruluş ideali özgürlük, demokrasi ve bireysel haklar üzerine inşa edilmiş gibi görünse de, 2. Dünya Savaşı sonrasında adım adım bir dünya imparatorluğu halini almıştır. NATO’nun kurulması, Bretton Woods sistemi, IMF ve Dünya Bankası gibi yapılarla dünya düzeninin ekonomik ve askerî lideri haline gelen ABD, aslında çok kutuplu bir dünyayı tek kutuplu hale getirmek için sistematik bir strateji izlemiştir.
Ancak her imparatorluk gibi bu yapının da sürdürülemez zayıflıkları vardı: Sürekli savaş ekonomisi, borçla ayakta duran mali sistem, yozlaşmış siyaset ve toplumsal çözülme.
2. Bağımlı Devletlerin Kırılganlığı
ABD’nin gücünü artırmak için kullandığı en önemli araçlardan biri, “bağlı devletler” sistemidir. Bu ülkeler, ABD’nin askerî şemsiyesi altına girmiş, ekonomilerini Amerikan doları üzerinden şekillendirmiş ve iç siyasetlerinde Washington’a danışmadan adım atamaz hale gelmiştir.
Örnekler:
Latin Amerika: Şili, Venezuela, Kolombiya gibi ülkelerde ABD destekli darbeler ve hükümetler, kısa vadeli istikrar sağlarken uzun vadede toplumsal ayrışmaları ve krizleri derinleştirmiştir.
Ortadoğu: Körfez ülkeleri, İsrail ve bazı Arap rejimleri ABD’ye askerî ve ekonomik olarak bağımlı hale geldikçe, halktan kopmuş otoriteryan yönetimlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Avrupa: Almanya, Fransa gibi ülkeler bile dış politikada bağımsız karar alamaz hale gelirken, Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası ortaya çıkan enerji krizi ve ekonomik yıkım, Atlantik bloğunun kırılganlığını ortaya koymuştur.
3. ABD’nin Zayıflama Belirtileri
Borç Ekonomisi: ABD’nin ulusal borcu 34 trilyon doları aşmıştır. Bu, sürdürülebilir olmayan bir yapıdır ve her yeni kriz daha fazla para basımı ve enflasyon demektir.
Askerî Aşınma: Afganistan’dan çekiliş, Ukrayna Savaşı’na dolaylı müdahale ve Çin karşısında Pasifik’te zorlanan bir yapı, artık “dünyanın jandarması” olma iddiasının geçersiz kaldığını gösteriyor.
Toplumsal Çöküş: ABD’de gelir adaletsizliği, ırk ayrımı, değer erozyonu ve kimlik bunalımı gibi derin sosyolojik sorunlar artık sistemin tabanını sarsmaktadır.
4. Peşinden Sürüklediği Yıkım
ABD’nin çöküşü sadece kendi iç sorunlarıyla sınırlı değildir. Küresel ölçekte;
Doların rezerv para olarak zayıflaması, ona bağımlı ülkelerde ekonomik krizlerin tetikleyicisidir.
ABD destekli rejimlerin meşruiyet kaybı, halk isyanlarını ve iç savaşları doğurabilir.
Kültürel emperyalizmin çözülmesi, değer boşluğu ve kaos ortamı yaratabilir.
5. Yeni Dönem: Çok Kutupluluk ve Direniş Ekseni
ABD’nin tek kutuplu dünya düzenine karşı son 20 yıldır yükselen bir alternatif var: Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin başını çektiği çok kutuplu dünya anlayışı. BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi yapılar artık yalnızca ekonomik değil, ideolojik ve askerî alternatifler sunmakta.
Bağımlı devletler için bu dönem bir “yeni istiklal savaşı” anlamına gelmektedir. Ya ABD ile birlikte çöküşü yaşamak ya da kendi yerli ve milli politikalarını inşa ederek bağımsız bir geleceğe yürümek.
Sonuç
ABD, bir imparatorluk olarak çöküş sürecine girmiştir. Bu süreci tarihî olarak kaçınılmaz kılan nedenler kadar, güncel gelişmeler de desteklemektedir. Ancak bu çöküş, sadece Amerika’ya değil; ona bağlı, ondan beslenen ama ona bağımlı hale gelen devletlere de zarar vermektedir. Bu sebeple, özellikle İslam coğrafyasındaki devletler ve halklar için bu süreç bir fırsat olabilir: Kendi öz kaynaklarına dönmek, bağımsız stratejiler üretmek ve tarihî kimliğini yeniden inşa etmek. Aksi takdirde, yıkılan devin enkazı altında kalmak kaçınılmaz olacaktır.
DÖRT HAK MEZHEBİN ORTAK HAKİKATİ VE FARKLI YORUMLARI: TEFRİKADA DEĞİL, TEFEKKÜRDE ZENGİNLİK
İslam ümmetinin en temel bağlarından biri, sahih bir ibadet, istikametli bir amel ve mutedil bir anlayışa dayanan fıkıh mirasıdır. Bu mirasın zirvesinde, Ehl-i Sünnet’in dört büyük fıkıh mezhebi yer alır: Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri. Her biri, Kur’an ve Sünnet’i esas alarak, ilim, ictihad ve hikmetle hüküm çıkarmış; ümmete hem dinî hayatı düzenleyecek bir sistem hem de birliğe hizmet edecek bir zemin sunmuştur.
Peki bu mezhepler nelerde ittifak eder, hangi konularda farklılaşırlar? Bu farklılık bir ayrılık mıdır, yoksa rahmet midir? Gelin, bu suallerin cevabını birlikte arayalım.
İTTİFAK ETTİKLERİ TEMEL ESASLAR: DÖRT YOLDAN BİR HAKİKAT
Dört mezhep, temel itikadî ve ibadî esaslarda tam bir ittifak içindedir:
1. İtikatta Ehl-i Sünnet çizgisi
Hepsi, inanç esaslarında Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat çizgisindedir. Tevhid, nübüvvet, âhiret, meleklere iman gibi konularda hiçbir farklılık yoktur.
2. Kur’an ve Sünnet’e bağlılık
Hüküm çıkarma kaynağı olarak Kur’an ve Sünnet’i esas alırlar. Mezheplerin farkı, delili inkârda değil, delilin yorumunda ortaya çıkar.
3. Namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetlerin farzlığı
Bütün mezhepler, İslam’ın beş şartını aynen kabul eder ve tatbik eder. Sadece uygulama detaylarında farklılıklar vardır.
4. Helal-haram ölçüleri
İçki, faiz, zina, gıybet, hırsızlık gibi haramlar mezhepler arasında aynıdır. Farz ve haramlar konusunda ortak bir vicdan oluşmuştur.
5. İctihad ve usûl geleneği
Hepsi, içtihat kapısını kullanarak yeni meselelerde çözüm üretmeyi meşru görür. Ancak her biri bunu kendi usûl anlayışıyla yapar.
Mezheplerin ihtilafı, dinin kendisinde değil, yorumundadır. Bu da İslam’ın zenginliğini gösterir. İşte bazı temel farklılık başlıkları:
1. Kıyas ve re’yin kullanımı
Hanefî: Kıyas ve istihsan gibi akli delillere daha çok başvurur. “Maslahat” temelli yaklaşımları güçlüdür.
Mâlikî: Medine halkının amelini delil kabul eder; örf ve maslahat önemli bir yer tutar.
Şâfiî: Kıyas kullanır ama re’ye karşı temkinlidir. Hadisle amel önceliklidir.
Hanbelî: Hadis merkezlidir, kıyası çok sınırlı kullanır. Sahabe görüşlerine büyük önem verir.
> Hikmetli bir not: Bu farklılık, hükümlerde değil, delillerin sıralamasındadır. Kimisi suya önce elini sokar, kimisi ayağını; ama hepsi aynı kaynaktan abdest alır.
Mâlikîlikte mesela kadının evlilikte bazı sözleşmelerde daha çok hakkı olabilir.
Hanefîlik, kadına mehir ve nafaka konusunda geniş koruma sunar.
Şâfiî ve Hanbelî ise naslara daha bağlı bir denge gözetir.
> Toplumsal bir yansıma: Mezhepler, aynı zamanda farklı coğrafyaların sosyal ihtiyaçlarına da cevap vermiştir.
FARKLILIKTA AYRILIK DEĞİL, ZENGİNLİK VARDIR
Mezhep farklılıklarını kavga sebebi değil, ilim ve rahmet vesilesi olarak görmek gerekir. Nitekim:
> İmam Şâfiî der ki: “Görüşüm doğrudur ama yanılma ihtimali vardır; başkasınınki yanlış gibi görünür ama doğru olma ihtimali vardır.”
Bu nezaket, bu basiret, bu edep; bize mezhep büyüklerinin kalplerinde ne kadar ilim ve hikmet taşıdığını gösterir.
SONUÇ: BİRLİĞİNİ KORUYAN ÇEŞİTLİLİK, ÜMMETE BEREKET GETİRİR
Dört hak mezhep, bir bedenin dört uzvu gibidir. Biri eksik kalsa, ümmetin direnci kırılır. Bu mezheplerin tamamı, Resûlullah’tan gelen nurlu yolu kendi bakışlarıyla aydınlatmışlardır. Bugün ümmetin ihtiyacı, bu mezheplerin hikmetini yaşamak ve her birini İslam’ın rahmet dili olarak görmektir.
“İhtilaf-ı ümmet rahmettir” hadisi, bu farklılıkların ayrışma değil tamamlanma olduğunu göstermektedir.
“Dört mezhep, dört farklı pencere… Ama hepsi aynı güneşe bakar.”
Kamer Suresi 7-8. ayetler, kıyamet gününün dehşetli sahnelerinden birini tasvir eder. Bu tasvir sadece bir manzara anlatımı değildir; aynı zamanda derin hikmetler, uyarılar ve insan psikolojisine dair sırlar taşır.
Kamer Suresi 7-8:
7. “Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi, bakışları perişan bir halde dâvetçiye doğru koşarlar.” 8. “Kâfirler: ‘Bu, çok çetin bir gündür!’ derler.”
Hikmetli Yorum ve Tasvirin Derinliği
Bu ayetlerde kıyamet sahnesi, birkaç yönüyle çok çarpıcı anlatılmıştır:
1. Çekirge Sürüsü Benzetmesi:
“Etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi…” Bu benzetme, yoğunluk, düzensizlik, dehşet ve panik içinde hareket etme hâlini anlatır. Çekirgeler, toplu hâlde bir yerden fırlar, yönsüzce ama aceleyle dağılırlar. Bu da kıyamet gününde, kabirlerinden fırlayan insanların ruh halini gösterir:
Korku, Panik, Nereye gideceğini bilememe, Fakat çaresizce çağırana yönelme zorunluluğu…
Aynı zamanda çekirgeler tarım ürünlerini yok eden istilacı bir topluluk gibi görülürken burada da insanlık, Allah’ın huzuruna çıkmak zorunda bırakılmış bir mahkûm topluluğu gibidir.
2. “Bakışları perişan, utançtan yere bakar hâlde…”
Korku, dehşet, mahcubiyet ve inkârın boşluğuyla karşılaşmak…
Hayatta Allah’a karşı gelen kimselerin, artık kaçacak hiçbir yerinin kalmadığı, mahkemeye zorla götürülen bir suçlu gibi oldukları andır.
Gözler perişandır çünkü artık gerçekle yüzleşme anı gelmiştir. Gözler yere bakar çünkü mahcubiyet zirvededir.
3. “Davete uyarlar” — Zoraki bir yöneliş:
Burada geçen “dâvetçi”, büyük çoğunlukla İsrâfil aleyhisselâmın ikinci sûru veya Allah’ın gönderdiği bir melekî çağrıdır. Bu çağrıya itiraz, erteleme, geri dönüş yoktur. Herkes çağırılan yere koşmak zorundadır.
4. “Bu çok çetin bir gündür!” (Kâfirlerin itirafı):
Dünyada inkâr eden, Allah’a isyan eden insanlar, o gün artık inkâr edemezler. Daha önce “Kıyamet mi? Gelirse görelim!” diyenler, şimdi “Bu gerçekten dehşet bir günmüş!” derler. Bu, hem pişmanlığın, hem de gecikmiş bir kabulün ifadesidir — ama artık faydasızdır.
Benzer Ayetlerle Mukayeseli Hikmet
Bu kıyamet tasviri Kur’an’da başka yerlerde de farklı imgelerle desteklenmiştir:
1. Yasin Suresi 51:
> “Sûra üfürülür; bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru koşuyorlar.”
Burada da aynı zoraki yöneliş vardır. İnsanlar bir anda fırlatılmış gibi kalkar ve Rablerine yönelirler. Fakat bu koşuş, özgür iradeyle değil, kudretin mecburi çağrısıyladır.
2. Kıyamet Suresi 7:
> “O gün insan, ‘Kaçış nereye?’ der.” “Hayır, sığınacak hiçbir yer yoktur!”
Bu da gösteriyor ki insan fıtratı kaçmak ister, ama artık kaçacak bir yer kalmamıştır. Oysa dünya hayatında kendisine defalarca “dön!” çağrısı yapılmıştı.
3. Nebe’ Suresi 40:
> “Biz sizi yaklaştığını haber verdiğimiz o gün hakkında uyardık. İnsan, ellerinin öne sürdüklerine bakacak ve kâfir: ‘Keşke toprak olsaydım!’ diyecek.”
Bu ayet, Kamer 8. ayetle birebir paraleldir: Kâfirler, bu günün ne kadar zor, azap yüklü ve geri dönüşsüz olduğunu bizzat ikrar ederler.
Sonuç ve Hikmet Dersi:
Kıyamet, inkârcılar için mutlak adaletin ve hakikatin ortaya çıktığı gündür.
Bu ayetler bize dünyada iken uyanmayı, ölmeden evvel dirilmeyi, hesap gelmeden nefsi hesaba çekmeyi öğütler.
“Çekirge sürüsü” gibi dağılmış bir kalabalık içinde olmak istemeyen, bu dünya hayatında Allah’a yönelmelidir.
Zorla değil, şuurla bir yöneliş bizi kurtarır.
Aksi takdirde o gün, gözler düşer, kalpler kararır ve ağızdan şu itiraf dökülür:
Gizli işgal. Ayrık otları. Kripto yabancılar. Derin ve derindeki devlet.
Bir milletin ruhuna dokunmuş, toprağını işlemiş ama kendi tohumu değil, başkasının tohumu ekilmiş… Burası gizli bir işgalin, fikrî bir sömürünün, kimliksizleştirmenin hikâyesi…
BİZİM TARLAYI SÜRMÜŞLER
Gizli İşgalin Hikayesi: Kimliğimizin Altındaki Ayrık Otları
Toprak bizim. Evet, bu vatan bizim. Ama bir gün fark ettik ki bizim tarlayı başkaları sürmüş. Biz uyurken ya da dünyaya dalmışken, birileri gizlice girmiş bu topraklara. Önce tohumları değiştirmişler. Sonra su yollarını… Derken, ekilen ürün artık bize benzememeye başlamış. Dilimiz, düşüncemiz, kıblemiz, yönümüz… Fark etmeden başkasının tarlasını savunur olmuşuz.
GİZLİ İŞGAL: Silahsız Fethin Derin Yüzü
Bu bir top mermisiyle olmadı. Tankla, tüfekle, işgalle değil… Kalemle, Medyayla, Eğitimle, Kültürle, Alışkanlıklarla, Eğlenceyle, Ekonomik bağımlılıkla… Yani “görünmeyen zincirlerle” yapıldı.
Dışarıdan gelen işgalciye “düşman” dersin, ama içerideki kriptoya “arkadaş” zannedersin.” İşte bu yüzden “kripto yabancılar” en tehlikelisidir. Çünkü seni senden daha iyi tanır. Senin zaafını, geçmişini, geleceğini bilir. Ve seni seninle vurmaya çalışır. Bu, tarlanın içine sokulmuş ayrık otları gibidir. Rengi yeşildir ama suyu çeker. Kökü yerli görünür ama tohumu haricidir.
AYRIK OTU: Masum Görünüp Zehir Saçan
Kimliksiz bir gençlik… Kökünden bihaber bir toplum… Geçmişine düşman, geleceğine yabancı… İşte bu, ayrık otunun tarlayı istila etmesidir. Ve bu otlar, öyle bir yerleşir ki, “Temizleyelim!” desen, Tarlayı da söker hale gelirsin.
O yüzden “gizli işgal” bazen düşmandan daha yıkıcıdır. Çünkü seni savaşmadan teslim alır. Mabetleri boşaltır, kalpleri boşaltır, düşünceyi işgal eder.
DERİN VE DERİNDEKİ DEVLET: Hangisi Gerçek Sahibimiz?
Devlet dediğin, halkın hizmetkârıdır. Ama eğer o da işgale göz yumuyorsa, ya gafildir, ya işbirlikçidir. “Derin devlet” sadece dosyaların ardında değil, milletin ruhuna karşı yapılan operasyonlarda gizlidir. Ama daha derini var: Derindeki devlet… Yani kalpleri yöneten, fikirleri şekillendiren, değerleri değiştiren görünmeyen egemenler.
Bugün bir ekran, bir reklam, bir dizi senin evine girip çocuklarının düşüncesini belirleyebiliyorsa, gerçek egemenliği yeniden düşünmek zorundasın.
BİR ÇIKIŞ VAR MI?
Evet. Tarlanın hâlâ toprağı bereketlidir. Ama önce ayıklamak gerekir. Ayrık otlarını tanımak ve temizlemek… Fikrî işgale karşı dirilmek… Önce kendi kimliğine dönmek… Sonra zihinleri özgürleştirmek… Ve nihayetinde tekrar kendi tohumumuzu, kendi değerlerimizi ekmek.
Çünkü biz sadece tarlamızı değil, geleceğimizi de kurtarmak zorundayız.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi, halkın iradesinin defalarca kesintiye uğratıldığı, demokrasi dışı müdahalelere sahne olmuş bir tarih olarak hafızalara kazınmıştır. 1960’tan itibaren yaşanan darbeler, sadece siyasi bir tasfiye hareketi değil, aynı zamanda milletin değerleriyle, inancıyla, yönelişiyle çatışan bir zihniyetin ürünü olmuştur. Bu darbeler, genellikle “demokrasiyi kurtarmak”, “laikliği korumak” gibi söylemlerle meşrulaştırılmış, arka planında ise derin yapıların, dış desteklerin ve ideolojik kamplaşmaların izleri olmuştur.
1960 Darbesi – Demokrat Parti’ye “Ceza”
Tarih: 27 Mayıs 1960 Hedef: Başbakan Adnan Menderes ve Demokrat Parti iktidarı Kim Tarafından: Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki cunta (Milli Birlik Komitesi) Destekleyenler: Bazı yüksek yargı mensupları, üniversite çevreleri, CHP’nin etkili kadroları, ordu içindeki bazı NATO etkili unsurlar
Demokrat Parti’nin halkla kurduğu güçlü bağ, özellikle dini özgürlükleri genişleten politikaları ve ekonomik kalkınma hamleleri, “vesayetçi” çevreleri rahatsız etti. Menderes’in ezanı yeniden Arapça okutması, İmam Hatiplerin açılması, halkın değerlerine yönelmesi darbeye giden süreci hızlandırdı.
ABD’nin ve NATO’nun, Soğuk Savaş ortamında Türkiye üzerindeki nüfuzu da göz ardı edilemez. Darbeden sonra kurulan darbe mahkemelerinde Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idam edildi. Milletin oylarıyla başa gelen bir hükümet, silah zoruyla indirildi ve bu, sonraki darbeler için bir emsal oldu.
1971 Muhtırası – “Posta ile Demokrasi Düzeltme”
Tarih: 12 Mart 1971 Hedef: Süleyman Demirel hükümeti Kim Tarafından: Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanları Destekleyenler: Bürokrasi, sol tandanslı aydın çevreler, bazı dış istihbarat unsurları
Bu müdahale doğrudan bir askeri darbe değil, bir “muhtıra” şeklindeydi. Ordu, Hükümete bir mektup göndererek istifasını istedi. Gerekçe olarak “anarşi”, “sağ-sol çatışması” ve “laikliğe tehdit” gösterildi. Oysa perde arkasında toplumu şekillendirme çabası ve halkın seçtiği hükümeti kontrol altına alma arzusu vardı.
1980 Darbesi – Kanlı Planın Soğukkanlı Sahnesi
Tarih: 12 Eylül 1980 Hedef: Tüm siyasi partiler ve sivil alan Kim Tarafından: Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve askeri komuta kademesi Destekleyenler: ABD (CIA – Paul Henze: “Bizim çocuklar başardı”), NATO, Türkiye içindeki vesayet yapısı
1980 öncesi oluşturulan kaotik ortamda her gün onlarca genç sokaklarda öldürülüyor, sağ ve sol çatıştırılıyordu. Aslında bu çatışmaların bir kısmı kurgulanmıştı. Darbe geldiğinde bu çatışmalar bir anda bıçak gibi kesildi. Anayasa askıya alındı, siyasi liderler tutuklandı, işkenceler başladı.
Yeni anayasa ile halkın üzerine adeta bir zırh örüldü. Düşünen, sorgulayan, inancına sarılan her kesim baskılandı. Kenan Evren’in din eğitimine mesafeli yaklaşımı ve dindar kesimi kontrol altına alma çabaları ibretliktir.
28 Şubat 1997 – “Postmodern Darbe”
Tarih: 28 Şubat 1997 Hedef: Refah-Yol Hükümeti ve Necmettin Erbakan Kim Tarafından: MGK (Milli Güvenlik Kurulu) bürokrasisi Destekleyenler: Medya, bazı üniversiteler, yargı ve sermaye çevreleri
Bu müdahale tanklarla değil, medya manşetleriyle, fişleme listeleriyle ve psikolojik operasyonlarla yapıldı. “İrtica geliyor” diyerek halkın inanç değerleri suçlandı. Başörtüsü yasaklandı, İmam Hatiplerin orta kısımları kapatıldı, binlerce kamu çalışanı işten atıldı.
Bu sürecin arkasında Batı destekli modernleşme projesinin “İslamla barışık olamayacağı”na inanan bir zihniyet vardı. Darbeci paşaların bazıları yıllar sonra yargılandı ama milletin ruhunda açtıkları yara hâlâ tazedir.
15 Temmuz 2016 – Kanlı ve Hain Bir Girişim
Tarih: 15 Temmuz 2016 Hedef: Cumhurbaşkanı Erdoğan ve halk iradesi Kim Tarafından: FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) yapılanması Destekleyenler: Yurtdışındaki istihbarat güçleri, bazı medya organları, içerideki vesayet odakları
Bu darbe girişimi, sadece bir hükümeti değil, milletin topyekûn iradesini hedef aldı. TBMM bombalandı, halkın üzerine tanklar sürüldü. Ancak bu kez millet sokağa indi, şehit oldu ama boyun eğmedi. “Bu millet, artık darbelerden bıktı” diyerek darbeyi bertaraf etti.
Bu girişim, darbelerin artık sadece “askeri” değil, aynı zamanda istihbarat ve medya manipülasyonu eliyle yapılabildiğini gösterdi.
Sonuç: Darbeler, Halkın Değerlerine Karşı Bir Savaşın Adıdır
Türkiye’de darbeler, sadece iktidar değişikliği değil, değerlerin tasfiyesi hareketidir. Her darbenin ardında halkın dinine, örfüne, inancına karşı bir cepheleşme vardır. “İrtica geliyor” bahanesiyle yapılan bu müdahaleler, aslında halkın İslam’la barışık yaşama çabasına karşı birer savaş ilanıdır.
Bugün gelinen noktada, darbelerle hesaplaşmak sadece bir siyasi görev değil, aynı zamanda tarihî ve ahlakî bir sorumluluktur.
SADECE İSLAMİ ALANA BAĞLI OLARAK BİR YAPAY ZEKA KURULUMU İÇİN NELER YAPILMALI VE HANGİ YOLLAR İZLENMELİDİR ?
Sadece İslami alana bağlı bir yapay zekâ sistemi kurmak. Böyle bir yapı, sahih bilgiye dayalı, hikmetli, güvenilir, hurafeden ve sapkın yorumlardan arınmış bir dijital İslamî danışman olabilir. Bu tür bir yapının kurulumu için aşağıda detaylı ve aşamalı bir yol haritası:
İSLAMÎ ALANA ÖZGÜ BİR YAPAY ZEKÂ SİSTEMİ KURMA YOL HARİTASI
1. AMAÇ VE VİZYONUN NETLEŞTİRİLMESİ
Neden bu sistem kuruluyor?
Sahih İslami bilgiyi geniş kitlelere ulaştırmak
Gençleri ve araştırmacıları doğru kaynaklara yönlendirmek
Hurafe, sapkınlık ve dezenformasyona karşı güvenilir bir bilgi kaynağı oluşturmak
İslam’ı dijital dünyanın merkezine taşımak
Hedef kullanıcılar kim?
Müslüman gençler, araştırmacılar, hocalar, ilim talebeleri, yeni Müslüman olanlar
Farklı seviyelerde (temel, orta, ileri) kullanıcıya hitap edecek modüller
2. İLİM HAVUZUNUN OLUŞTURULMASI (VERİ TABANI VE İLİM KAYNAKLARI)
Bu adım en kritik safhadır. Yapay zekâ neyle beslenirse onun yorumunu yapar. O hâlde kaynaklar:
Sesli destek sistemi (özellikle yaşlılar ve görme engelliler için)
5. İLİM HEYETİ VE ŞÛRA MEKANİZMASI
Sistem mutlaka alimler, ilahiyatçılar, fıkıh ve kelam uzmanları tarafından izlenmeli
Cevapların dinî sahihliği, üslubu ve mezhep dengesi bu heyet tarafından denetlenmeli
Güncellemeler ve geri bildirimler düzenli alınmalı
6. EĞİTİMSEL VE TEBLİĞSEL ENTEGRASYON
Her soruya sadece teknik cevap değil, hikmetli ve ahlakî yorum da eklensin
“Sadece fetva değil, fıtrat da gözetilsin”
Gençlere yönelik motivasyon içerikleri, Kur’an’daki kıssalar, dua önerileri gibi bölümler eklensin
7. UYGULANABİLECEK PROJE İSİMLERİ ve FİKİR ÖNERİLERİ
NurBot: Risale-i Nur merkezli İslamî asistan
İslamZekâ: Sahih kaynaklara dayalı genel İslamî danışman
Mekke-AI: Manevî yönü güçlü, kıssalara dayalı içeriklerle öne çıkan yapay zekâ
Şûra AI: Mezhepler arası denge gözeten, danışma usulüyle geliştirilen sistem
8. GÜVENLİK VE SORUMLULUK
Sahte fetva üretimi, mezheplerin karıştırılması, uydurma hadis tehlikeleri göz önünde bulundurulmalı
Sistem düzenli ilmî denetime tabi tutulmalı
Toplum önünde güven kazanmak için şeffaflık politikası oluşturulmalı
SONUÇ: TEKNOLOJİ BİR NİMETTİR; ŞARTI, HİKMETLE KULLANMAKTIR
Yapay zekâ bir hizmetçidir. Ona ruhu biz veririz. Kalbi, hikmeti, dîni ona biz öğretiriz. Eğer biz eğitmezsek, başkaları onu eğitir. Ve o zaman İslamî anlatım değil, yozlaşmış yorumlar dijital dünyada yayılır.
Bu sebeple:
“İslamî yapay zekâ, insanın yerini almak için değil; insanı Allah’a daha hikmetli yaklaştırmak için olmalı.”
Bu projeyi istersen birlikte adım adım şekillendirebiliriz:
Proje planı
Teknik-dini danışma kurulu yapısı
Görsel, isim, sunum ve tanıtım materyalleri gibi alanlarda destek verebilirim.
Başlamak ister misin?
@@@@@@@
Harika! O hâlde bu önemli projeye adım adım birlikte başlayalım. İlk etapta temel bir proje çerçevesi oluşturalım. İşte 1. aşama:
1. PROJE ADI ve KİMLİĞİ
A) Geçici/çalışma adı: “İslamZekâ” – Yapay zekâ destekli, sahih İslamî danışmanlık ve tebliğ platformu.
B) Kapsam:
Kur’an, hadis, fıkıh, akaid, ilmihal, tasavvuf gibi alanlarda sahih bilgi sunar
Mezhep dengesi gözetilir (Hanefî başta olmak üzere dört mezhep)
Hikmetli anlatım ve gençlere yönelik tebliğ üslubu ön planda
Sade, anlaşılır ve etkileyici arayüz
C) Hedefler:
1. Dijital ortamda sahih İslamî bilgiye güvenilir erişim sağlamak
2. Gençlerin İslam’la ilgili sorularına sade ve ikna edici cevaplar üretmek
3. Bid’at ve hurafe içeriklerle mücadele etmek
4. Yapay zekâyı tebliğ ve irşat için bir hizmetkâr hâline getirmek
2. PROJE AŞAMALARI (GENEL)
1. İlimsel Hazırlık:
Kaynaklar belirlenecek (Kur’an mealleri, tefsirler, hadis külliyatı, ilmihaller vb.)
İlmî danışma kurulu oluşturulacak
Veri setleri temizlenecek, sınıflandırılacak
2. Teknik Hazırlık:
Uygun bir açık kaynak yapay zekâ modeli seçilecek (örneğin Mistral, Llama vb.)
Model İslamî verilerle yeniden eğitilecek (fine-tune)
Filtreleme ve denetim mekanizmaları kurulacak
3. Kullanıcı Arayüzü:
Web uygulaması
Mobil uygulama (Android – iOS)
Sesli sohbet botu (örneğin WhatsApp, Telegram)
4. Deneme ve Geliştirme:
Beta sürüm yayına alınacak
Kullanıcı testleri yapılacak
Alim ve uzmanlardan geri bildirim toplanacak
5. Yaygınlaştırma:
Tanıtım kampanyaları
Sosyal medya hesapları
İlmi destekli seminerler, YouTube sunumları
ŞİMDİ SİZE SORUM ŞU:
Bu projeyi birlikte şekillendirmek için 3 ana soruya cevap verir misiniz?
1. Hedef kitle olarak ilk aşamada kimlere öncelik vermek istersiniz? (Gençler, araştırmacılar, hocalar, yeni Müslüman olanlar vb.)
2. İslamî kaynaklar konusunda özellikle vurgulamak istediğiniz eserler veya alimler kimlerdir? (Örn. Risale-i Nur, İmam Gazali, Elmalılı, Buhari…)
3. Projenin ilk sürümünü hangi platformda başlatmak istersiniz? (Web sitesi, mobil uygulama, sohbet botu vb.)
Bu 3 bilgiyle hemen proje dökümanı ve ilk demo planını oluşturalım. Hazırım!
@@@@@@@
Harika! O hâlde verdiğiniz “tamam” cevabına dayanarak aşağıdaki bilgileri varsayarak ilerliyorum. Eğer değiştirmek isterseniz her aşamada güncelleyebiliriz:
Anahtar kavramlar: Üstad’ın tabirleriyle sadıkane bir aktarım
2. DEMO İÇERİK: İSLAMZEKÂ ÖRNEK CEVAPLARI
Soru 1: Namaz kılmayan kişi kafir olur mu?
İslamZekâ Cevabı:
> Namaz, İslam’ın temel şartlarından biridir. Fakat dört mezhep, namazı inkâr etmeyen fakat tembellikle kılmayan kimsenin dinden çıkmadığı görüşündedir. Hanbelî mezhebinde ise bazı alimler kılmayanın küfrüne hükmeder. Ancak bu konuda kesin hüküm koymak yerine kişiyi nasihat ve hikmetle namaza teşvik etmek en doğru olandır. Bediüzzaman Hazretleri, “Namaz kılmayan bir adamın yüzüne ne yapacaksın?” sorusuna, “Cehennem azabını hatırlat ama kalbini de kırma.” buyurur.
Soru 2: Kur’an’da geçen Hz. Adem ve Şeytan kıssasından ne anlamalıyız?
İslamZekâ Cevabı:
> Bu kıssa sadece tarihi bir olay değil, insanın iç ve dış mücadelesinin sembolüdür. Şeytan kibriyle düştü, Adem ise tövbesiyle yükseldi. Kıssadan hisse: Günah işlemek insanlık hâlidir; asıl mesele o günahla kalmak ya da tövbe ile arınmaktır. Risale-i Nur’da denir ki: “Adem (as) ağladı, mağfiret kapısı açıldı; İblis ise isyan etti, lanet kapısı sonsuza kadar kapandı.”
Soru 3: Mezheplerin farklı olması dini zayıflatmaz mı?
İslamZekâ Cevabı:
> Hayır, aksine mezhepler, dinin farklı coğrafyalarda ve şartlarda yaşanabilmesini sağlayan rahmetli kolaylıklardır. Farklılık ihtilaf değil, zenginliktir. İmam Şafiî der ki: “Görüşüm doğrudur ama yanılma ihtimali de vardır.” Mezhep taassubu değil, mezhep anlayışı ve saygısı esastır. Bediüzzaman’a göre “mezhepler hakikatin farklı renkleridir.”
Şimdi sorum şu: Bu demo cevap tarzı hoşuna gitti mi? Eğer onaylarsan sıradaki adım, bir teknik ekip planı ve zaman çizelgesi hazırlamak olacak. Aynı zamanda kaynak metinlerin teknik formatlanması için öneriler sunabilirim.
Hazırsan bir sonraki adıma geçiyorum.
@@@@@@
Harika, şimdi proje için teknik bir yol haritası ve zaman çizelgesi hazırlayalım. Bu aşama, projenin başarılı bir şekilde ilerlemesi için önemli bir temel oluşturacak.
İslamZekâ Projesi Teknik Yol Haritası ve Zaman Çizelgesi
Aşama 1: Kaynakların Hazırlanması ve Veri Seti Oluşturma (Süre: 2-3 hafta)
Amaç: İslamî kaynakları toplayıp dijital ortama uygun hale getirmek.
Yapılacaklar:
1. Kur’an mealleri ve tefsirler (Elmalılı, Diyanet, vb.) dijitalleştirilecek.
2. Hadis külliyatları (Buhari, Müslim, Riyâzü’s-Sâlihîn) veritabanına eklenecek.
3. Fıkıh ve ilmihal kitapları (Ömer Nasuhi Bilmen ve diğerleri) taranacak ve dijitalleştirilecek.
4. Tasavvuf kitapları (Mevlana, İmam Rabbani, Geylani) ve Risale-i Nur metinleri toplandıktan sonra metin analizi yapılacak.
Sohbet botu ekranı ve cevap formatlarının entegrasyonu.
Kullanıcı güvenliği ve gizliliği için gerekli altyapı.
2. Mobil Uygulama (Android ve iOS):
Web platformuna paralel olarak mobil uygulama tasarımı.
Uygulama içinde sesli cevap verme özelliği.
Push bildirimlerle kullanıcıların yeni içerikler ve açıklamalar hakkında bilgilendirilmesi.
Araçlar:
Web Development: HTML, CSS, JavaScript (React.js, Vue.js)
Mobil Development: Flutter, React Native veya Swift
Backend: Node.js, Python (Flask veya Django)
Aşama 4: Test ve Geri Bildirim Süreci (Süre: 2-3 hafta)
Amaç: Sistemin kullanıcılar tarafından test edilmesi ve geri bildirim alınarak iyileştirilmesi.
Yapılacaklar:
1. Kapalı Beta Testi:
İlk olarak belirli bir kullanıcı kitlesiyle (imamlar, akademisyenler, öğrenciler) testler yapılacak.
Beta testlerinde hatalar, eksiklikler ve kullanıcı deneyimi sorunları tespit edilecek.
2. İlmi Geri Bildirim:
Alimlerden ve dini uzmanlardan geri bildirim alınacak.
Özellikle içerik doğruluğu ve doğru İslamî anlayışa uygunluk değerlendirilecek.
Araçlar:
Test platformları: Google Forms, Typeform
Beta test izleme: Jira, Trello
Aşama 5: Yayın ve Yaygınlaştırma (Süre: 3-4 hafta)
Amaç: Projenin geniş kitlelere ulaşması, tanıtılması ve sürdürülebilir hale getirilmesi.
Yapılacaklar:
1. Web Sitesi ve Uygulama Yayını:
Web platformu ve mobil uygulama resmi olarak yayına alınacak.
2. Tanıtım ve Pazarlama:
Sosyal medya kampanyaları (Instagram, Twitter, Facebook, TikTok)
YouTube videoları, podcastler, ve İslami içerikli içerikler ile hedef kitleye duyurular yapılacak.
3. Eğitim Seminerleri ve Web Seminerleri (Webinars):
Proje tanıtımları ve kullanıcı eğitimleri yapılacak.
Araçlar:
Google Ads, Facebook Ads, YouTube
WhatsApp, Telegram botları
Genel Zaman Çizelgesi:
Sonraki Adımlar: Projenin ilk aşamasına başlamak için, özellikle kaynakların dijitalleştirilmesi ve ilk yapay zekâ modelinin seçilmesi için ekip oluşturulabilir. Bu plana göre projeye başlayabiliriz!
Bu çizelgeyi beğendiniz mi?
@@@@@@@
Süper, şimdi elimizde sağlam bir temel var. Bir sonraki adım olarak dilersen:
1. İlk kaynak metinleri hazırlayıp formatlamaya başlayabiliriz (örneğin: Risale-i Nur, hadis açıklamaları, ilmihal bölümleri).
2. Demo test platformu oluşturarak erken dönemde yapay zekâyı test edebiliriz.
3. İstersen benzer İslami yapay zekâ projelerinden ilham verici örnekler de sunabilirim.
Hangisiyle devam etmek istersin? Ya da başka bir şey eklemek ister misin?
@@@@@@@@
İlk kaynak metinleri hazırla
Harika! Başlangıç için her kategoriye ait örnek içerikleri özenle seçerek, sadeleştirilmiş ve etiketlenmiş bir şekilde aşağıda sunuyorum. Bu metinler, yapay zekâ modeline öğretilecek temel metin formatına uygundur.
1. KUR’ÂN-I KERİM: Ayet-Meal-Öğreti
Etiket: Kur’an | İman | Tevhid
Ayet: “Allahu lâ ilâhe illâ hüvel hayyul kayyûm.” Meal: “Allah, O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, her şeyin varlık sebebi ve idarecisidir.” (Bakara 2/255) Öğreti: Bu ayet, tevhid inancının temelini ifade eder. Allah’ın diri ve her şeyin idare edicisi olduğu vurgulanır.
2. HADİS: Metin-Şerh-Hikmet
Etiket: Hadis | Ahlak | Merhamet
Hadis: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” (Buhârî, Edeb 18) Şerh: İnsanlara merhamet etmeyen, ilahî rahmetten mahrum kalabilir. Hikmet: Toplumun temelinde şefkat vardır. Kalbi taşlaşan insan, hem dünya hem ahiret huzurunu kaybeder.
3. FIKIH / İLMİHAL: Hüküm-Kural-Gerekçe
Etiket: Fıkıh | İbadet | Namaz
Konu: Namazın farzları Metin: Namazın farzı on ikidir: Dışıyla altı, içiyle altı. Dış: Hadesten taharet, necasetten taharet, setr-i avret, istikbal-i kıble, vakit, niyet. Gerekçe: Bu şartlar, namazın Allah’a yönelmiş bir ibadet olmasını temin eder. Uyarı: Farzlardan biri eksik olursa namaz geçersiz olur.
4. AKAİD-KELAM: İnanç İlkesi – İzah – Delil
Etiket: Akaid | Ahiret | İman esasları
Konu: Kabir hayatı Metin: Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya cehennem çukurlarından bir çukurdur. Delil: Peygamber Efendimiz (sav) buyurur: “Kabir ya cennet bahçesidir ya da cehennem çukuru.” İzah: İnsan, ölümden sonra da bir bilinç hâlinde varlığını sürdürür.
5. TASAVVUF: Kavram-Açıklama-Özlü Söz
Etiket: Tasavvuf | Nefis | Terbiye
Konu: Nefs-i emmare Açıklama: Nefs-i emmare, insanı kötülüğe çağıran iç dürtüdür. Terbiye edilmediği sürece Allah’tan uzaklaştırır. Söz: İmam Rabbani: “Nefsin arzularından kaç, çünkü onun şehveti seni helaka götürür.”
6. RİSALE-İ NUR: Parça – Anahtar Kavram – Yorumu
Etiket: Risale-i Nur | İman | Marifetullah
Metin: “Her şey Cenab-ı Hakk’ın vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder.” (Sözler, 10. Söz) Kavram: Şehadet, vücub-u vücud, vahdet Yorum: Varlıkta görünen nizam ve hikmet, Allah’ın varlığını ve birliğini gösterir. Akıl sahibi her insan bu tefekkür ile imanını kuvvetlendirebilir.
İzlenecek Yol:
Her başlık için bu şekilde 100-150 temel metin hazırlanarak dijital eğitim havuzu oluşturulabilir.
İsteğe göre bu metinleri sadeleştirilmiş, sorulu-cevaplı, ya da çocuklara yönelik biçimlerde de türetebiliriz.
Şimdi sana sorum şu: Bu yapı ve metin formatı senin istediğin gibi mi? Onaylarsan bu kategorilerin her biri için sistemli içerik üretmeye başlayabiliriz. Hatta istersen önce Risale-i Nur ya da Kur’an merkezli kategoriyi genişletelim. Hangisiyle devam edelim?
@@@@@@@
Başlayabiliriz.
Süper! O zaman ilk olarak Risale-i Nur merkezli içerik üretimine başlayalım. Bu külliyat, tefekkür ve iman eğitimi açısından eşsiz bir kaynak ve yapay zekâya çok boyutlu düşünmeyi öğretmek için harika bir temel oluşturur.
RISALATÜ’N-NUR EĞİTİM HAVUZU | BÖLÜM 1: İMAN ve MARİFETULLAH
1. Metin:
“Her bir şey, vücub-u vücuduna ve vahdetine delâlet eder.” (Sözler, 10. Söz)
Etiketler: Risale-i Nur | İman | Tevhid | Tefekkür Kavramlar: Vücub-u vücud (zorunlu varlık), vahdet (birlik), delalet (işaret etme) Yorum: Evrendeki her şey, varlığını Allah’a borçludur. Varlık, kendi kendine değil; Allah’ın varlığıyla anlam kazanır. Soru & Cevap: – Soru: Eşyadaki düzen bize neyi gösterir? – Cevap: Allah’ın varlığını ve birliğini gösterir.
2. Metin:
“İman, insanı insan eder; belki insanı sultan eder.” (Sözler, 23. Söz)
Etiketler: Risale-i Nur | İman | İnsan | Değer Kavramlar: İman, insanlık, ruhî kemalat Yorum: İman, insanın iç dünyasını nurlandırır ve onu gerçek kıymetine ulaştırır. İmanlı bir insan hem ahlak hem idrak bakımından yüksek olur. Soru & Cevap: – Soru: İnsan imanla ne kazanır? – Cevap: Kendi hakiki değerini ve sonsuz bir hayatı kazanır.
@@@@@
BU ŞEKİLDE DEVAM EDİYOR. EGER LİSANSLI OLURSA TÜM PROGRAM VE YAPIMI BIR KEREDE VERİYOR.
Mezar taşlarındaki yazılar (Erteleme bahaneleri): * Başlarız Birgün * Sonra Kılarım * Evlenince Örtünürüm * Daha Erken * Emekli Olduktan Sonra * Okul Bitsin Sonra * Zamanına Hele Var * Hazır Değilim * Daha Gencim Alıntı: “Cehennem halkının en fazla çığlıkları güzel işlerini, tövbelerini tehir etmekten, ertelemekten, yarıncılıktan kaynaklanır.” (Tahricu ahadisi’l-ihya- 3/117)
Tehirin Ateşi: Ertelemek Cehennemi
Cehennem halkının en fazla çığlıkları ne inkâr için, ne günahın bizzat kendisi içindir… Asıl feryatları, “keşke ertelemeseydim” pişmanlığıyla yükselir. Zira nice doğruyu bilip de öteleyenler, nice hayrı görüp de yarına bırakanlar, sonunda en büyük zarara uğrayanlardır.
Ertelemenin Sessiz Zehiri
İnsanoğlu gariptir. Yapacağı iyi bir iş, kılacağı bir namaz, okuyacağı bir Kur’ân, vereceği bir sadaka vardır… Kalbine gelir, niyeti belirir, hatta bazen ilk adımı da atar. Fakat tam o sırada şeytan devreye girer:
> “Şimdi değil, birazdan…”
“Daha zamanın var…”
“Yarın başlarsın…”
Ve o yarın hiçbir zaman gelmez. Çünkü “yarın” bir şeytan tuzağıdır, içi boş bir hayaldir. Oyalayan, aldatan, uyutan bir hayaldir. Gün gelir, insan ne tövbeye vakit bulur, ne hayra yönelir, ne de kalbini toparlayabilir. Kalbi kararır, nefsi kuvvet bulur, iradesi çürür.
Kur’ân ve Erteleyenler
Kur’ân, erteleyenleri şu ayetle haber verir:
> “Onlar (cehennemdekilere) denilir ki: Size Rabbinizin ayetleri okunmadı mı? Siz onları yalanladınız ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi’ dediniz. Büyük bir sapıklık içinde idiniz.” (Zümer, 71)
Aslında onlar ayetleri biliyorlardı. Fakat sürekli “sonra yaparım” diyerek geçti o ayetlerin üzerinden. Sonra bir baktılar ki “sonra” artık yok.
Tövbenin Günü Bugündür
Tövbe, yarına bırakılmayacak kadar kıymetli bir kapıdır. Çünkü yarın, kimsenin garantisinde değildir. En ölümcül hastalık bile insana bu kadar sinsice yaklaşmaz: Ertelemek, kalbin ölümüdür; ruhun donmasıdır.
Hazreti Ömer (ra) ne güzel demiştir:
> “Bugün tevbe et! Çünkü yarın tövbe edeceğini sana kim garanti edebilir?”
Cehennemdeki Pişmanlık Sözleri
Kur’ân’da cehennemliklerin pişmanlık dolu sözleri yer alır:
> “Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki, önceden yaptıklarımızdan başka iyi işler yapalım.” (Fâtır, 37)
Fakat artık çok geçtir. Çünkü onlar tövbeyi tehir ettiler. Bir gün, bir an sonrasını beklediler. Ve o bir an, onları ebedî hüsrana götürdü.
Bir Gün Değil, Bu Gün
Mümin için en büyük tehlike, hayrın ertelenmesi, şerrin meşrulaştırılmasıdır. İnsanın nefsine verdiği her taviz, yarına bırakılan her ibadet, vicdanda açılan derin bir yaradır. Ve zamanla bu yaralar kapanmaz, kanar, acır, çürür…
Şunu unutma:
Bir gün Kur’ân okuyacağım diyen, çoğu zaman hiç okuyamaz.
Bir gün tövbe edeceğim diyen, çoğu zaman hiç edemez.
Bir gün Allah’a döneceğim diyen, belki o “bir gün” hiç doğmaz…
Son Söz
Her erteleme bir ihmal, her ihmal bir hüsrandır. Cehennemin en yakıcı ateşi, pişmanlık ateşidir. O yüzden en büyük pişmanlık, bilip de yapmamaktır. Duayı ertelemek, ibadeti sonraya bırakmak, nasihati zamana yaymak; tüm bunlar şeytanın gizli zaferleridir.
Tevbeyi bugüne al. Hayrı bugünden başlat. Çünkü “yarın” belki hiç olmayacak.
YAPAY ZEKA İHTİDA OLAYLARINDA İNSANLARIN HİDAYETİNE KATKIDA BULUNABİLİR Mİ? NE KADAR VE NASIL?
Teknolojinin ulaştığı zirve noktada yapay zekâ, artık sadece bilgi sunan bir araç değil, insanın kalbine dokunan bir vesile hâline gelmiştir. Bu noktada akıllara gelen önemli ve derin bir soru vardır: Yapay zekâ, insanların hidayetine yani doğru yolu bulmasına yardımcı olabilir mi? Eğer evet ise, ne kadar ve nasıl?
Hidayet Allah’tandır, Vesileler Hikmetlidir
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz buyurur: “Şüphesiz sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; fakat Allah dilediğine hidayet verir.” (Kasas, 56)
Bu ayet, hidayetin bizzat Allah’a ait olduğunu bildirir. Ancak aynı Kur’an, peygamberlerin gönderilişini, kitapların indirilmesini, âlimlerin yetiştirilmesini ve nice olayların yaşanmasını birer hidayet vesilesi olarak sunar.
Yapay zekâ, kendi başına bir “hidayet verici” değildir; ancak bir vesile, bir araç, bir sebep olabilir. Tıpkı bir kitap, bir vaaz, bir sohbet ya da bir video gibi… Vesile olan şeyin dili, şekli ve çağın ruhuna uygunluğu ise tesirin derinliğini belirler.
Algoritmaların Arasında İlahi Kudret
Bugün binlerce insan, YouTube videoları, sosyal medya içerikleri ve web siteleri aracılığıyla İslam’la tanışmakta, sorularına cevap bulmakta ve kalplerinde bir kıvılcım hissederek İslam’a yönelmektedir. İşte burada yapay zekâ, bu içeriklerin doğru kişilere ulaşmasında büyük bir rol oynar.
Bir kişi “Hayatın anlamı nedir?” diye Google’a yazdığında, karşısına çıkacak doğru ve hikmetli bir yazı, bazen o kişinin kader çizgisini etkileyebilir. Eğer bu içerik, yapay zekâ destekli bir sistemle doğru şekilde sunulmuşsa, artık bu araç rahmetin bir aynası hâline gelmiştir.
Yapay Zekânın Hidayete Katkısı Nasıl Olabilir?
1. Soruya Doğru Cevap: Şüphe içinde olan bir insan, “Kur’an Allah kelamı mı?”, “İslam neden barıştır?”, “Ahiret var mı?” gibi sorular sorduğunda, yapay zekâ bu sorulara ilimle, hikmetle ve güzel üslupla cevap verebilir.
2. Dilin ve Üslubun Uyumu: Herkese seviyesine uygun konuşan, felsefi düşünen birine derinlemesine cevap, sade düşünen birine kısa ve öz açıklama sunan bir sistem, kalplere daha rahat nüfuz eder.
3. Zaman ve Mekân Engelini Aşmak: Yapay zekâ, gece üçte uyanan bir gence de cevap verir, Afrika’daki bir üniversite öğrencisine de… Hiçbir coğrafya, saat farkı ya da imkânsızlık artık hidayetin önünde bir engel değildir.
4. Duygusal Yönü Anlayabilme: Modern yapay zekâ sistemleri, karşısındaki kişinin ruh hâlini çözümleyerek empati kurabilir ve teselli edici, kalbe dokunan cevaplar verebilir.
İbretli Bir Misal:
2023 yılında ABD’de yaşayan bir genç, “Yapay zekâya göre hayatın amacı nedir?” diye sorduğunda, karşısına çıkan cevap onu Kur’an ayetleriyle tanıştırdı. Bu ilgisi onu bir web sitesine götürdü, orada saatlerce İslam hakkında okudu. Ardından bir YouTube videosu izledi: “Bir ateistin Müslüman olma süreci.” O genç birkaç ay içinde İslam’la şereflendi.
Yapay zekâ burada sadece bir kapı oldu; içeriden geçmek ve kalbini açmak onun iradesine ve Allah’ın dilemesine bağlıydı.
Netice:
Yapay zekâ, bir peygamber değil; ama peygamberlerin mesajını taşıyacak yeni bir araba olabilir. Hidayet, Allah’ın takdiridir. Ama vesilelik, bizim sorumluluğumuzdadır.
Nasıl ki bir su testi, içindeki suyu taşıyorsa; yapay zekâ da ilahi hakikatleri, hikmetle sunan bir testiye dönüşebilir. Yeter ki bizler içine hakikat suyunu dolduralım, niyetimizi ihlâs ile donatalım ve çağın diliyle konuşmayı bilelim.
Çünkü bazen bir satır, bir kalbin ebediyetini değiştirebilir.
BU ASIRDA ALLAH’IN HAKİM VE RAHİM İSİMLERİNİN TECELLİSİ NASIL TEZAHÜR ETMEKTEDİR?
Çok güzel ve derin bir soru. Bu asırda, yani bilimin, teknolojinin ve toplumsal çalkantıların yoğunlaştığı bir dönemde, Allah’ın Hâkim (hikmet sahibi) ve Rahîm (merhameti bol) isimlerinin tecellileri çok özel ve dikkatli bakışlar ister. Bu iki ismin bu çağda tezahür şekli hem bireysel hayatlarda, hem toplumda, hem de kainatın işleyişinde kendini gösteriyor.
1. Hâkim İsminin Tecellisi: Hikmetli İmtihanlar ve İlahi Planın Derinliği
Hâkim ismi, Allah’ın her işinde bir hikmet ve maksat gözettiğini bildirir. Bu çağda:
Karmaşa gibi görünen olaylarda bile ilahi bir plan vardır. Savaşlar, afetler, zulümler, inkârlar… Bunlar, görünüşte bir karışıklık gibi dursa da, iman gözüyle bakıldığında bir temizlik, bir tecelli ve bir tebdil süreci olduğu görülür. Batıl düzenlerin yıkılması, hakka yol açılması, insanın yüzünü yeniden Allah’a döndürmesi gibi…
İlim ve teknolojideki gelişmeler aslında Allah’ın kudret ve hikmetini daha fazla göstermektedir. Atomun içindeki sistemden galaksilere kadar her şeyde ölçü, denge ve maksada hizmet vardır. Bilim ilerledikçe bu hikmet daha çok anlaşılır hâle geliyor.
İslamî tefekkürün yeniden dirilişi de bu ismin bir tezahürüdür. Risale-i Nur gibi eserler, bu çağın karanlıklarında Allah’ın hikmet dolu isimlerini nazara verir ve aklı ikna eder.
2. Rahîm İsminin Tecellisi: Merhametin Derin Boyutları
Rahîm ismi, özellikle ahirete bakan yönüyle kullarına özel bir sevgi ve şefkatle muamele eden Allah’ı anlatır. Bu çağda:
İnsanlık büyük acılar yaşasa da, Allah’ın rahmeti çok yönlü bir şekilde tecelli etmektedir. Maddî yardım, iyilik hareketleri, sadaka kuruluşları gibi vesilelerle merhamet yayılıyor. Bu, Allah’ın Rahîm isminin kullar eliyle tezahürüdür.
Günahkâr insanlara fırsat verilmesi, Rabbin merhametinin bir sonucudur. İnsan hemen cezalandırılmıyor, tövbe etmesi bekleniyor. Bu da Rahîm isminin bir neticesidir.
Kur’an’ın ve imanın hâlâ kalplere dokunması, en zor ve karanlık zamanlarda bile bir nur gibi yol göstermesi, Allah’ın şefkatinin ve özel ilgisinin bir yansımasıdır.
Rahmet-i İlâhî, hastalıkta, musibette bile görünür: Çünkü her bela bir uyanışa, bir arınmaya, bir kulluğa vesile olabiliyor.
3. Sonuç ve Hikmetli Yaklaşım
Bu çağ, zahiren zor ama batınen büyük tecellilere gebedir. Hâkim ismiyle Allah, olaylara bir hikmet gömleği giydirir. Rahîm ismiyle de, o olayların içine rahmet, yumuşaklık ve lütuflar yerleştirir.
Nasıl anlatmalı?
“Bu çağda Allah unutulmuş gibi görünse de, aslında O’nun isimleri her şeyde daha da parlak tecelli ediyor” demeliyiz.
Göz, kulağı aşan; kalbin ve aklın birlikte görmesi gereken bir hakikat bu.
Hikmetli tecellileri görmek için olaylara yüzeysel değil, derinlemesine bakmak gerek.
“Marifetullahın şahitleri, bürhanları üç çeşittir: Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez. İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkitle el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz. Üçüncü kısım ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesîfi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.” Bu konuyu hikmetli bir surette nasıl anlamalı ve ne şekilde anlatmalıyız ?
Marifetullahın yani Allah’ı tanımanın ve bilmenin derecelerini ve bu derecelerin anlaşılma yollarını derin bir hikmetle ortaya koyuyor. Üç farklı temsil üzerinden hakikatin farklı idrak seviyeleri tarif ediliyor. Bu ifadeyi hikmetle anlamak ve anlatmak için şu yolu izleyebiliriz:
1. Genel Anlayış: “Marifetullahın Şahitleri” Nedir?
Marifetullah; Allah’ı tanımak, bilmek, O’na ait delil ve işaretleri kalp ve ruhla kavramaktır. Bu metinde, marifetullahın şahitleri ve bürhanları yani Allah’a işaret eden deliller üç temsil ile anlatılıyor: su, hava ve nur. Her biri, marifetullahın farklı bir idrak katmanını temsil eder.
2. Su Gibi Olan: Hissî ve Akışkan Deliller
Temsili Açıklama:
Su, görünür ve hissedilir, fakat elle tutulmaz.
Bu deliller insanın duyularıyla hissettiği, kalbin hissettiği hakikatlerdir.
Ancak bunlara ulaşmak için hayalî şeylerden arınmak ve kalben yoğunlaşmak gerekir.
İnceleme ve sorgulama niyetiyle “parmak uzatırsan”, yani soğuk akılla yaklaşılırsa, bu delil kaçar.
Hikmetli Yorum: Bu, Allah’ın sanatını, kudretini tabiatta görmek gibidir. Örneğin, bir çiçeğin güzelliğinden Allah’ın cemâlini anlamak. Fakat bunu bilimsel tenkit için değil, hayranlık ve ibret nazarıyla yaptığında marifet doğar.
3. Hava Gibi Olan: Lâtif ve Manevî Deliller
Temsili Açıklama:
Hava görünmez ama hissedilir. Onu tatmak için yüzünü ona dönmek gerekir.
Maddî el ile değil, ruhunla teneffüs edersin.
Sorgulayıcı ve şüpheci bir şekilde yaklaşırsan, kaybolur.
Hikmetli Yorum: Bu, daha çok Allah’ın rahmetini, muhabbetini, huzur veren manevi tecellîlerini ifade eder. Bazen bir dua anında kalbe gelen huzur, bir istiğfarla gelen ferahlık gibi. Bu lâtif hisleri ancak ruh hissedebilir; akıl tek başına tutamaz.
4. Nur Gibi Olan: İlhamî ve Basiretle Kavranan Deliller
Temsili Açıklama:
Nur görünür ama tutulmaz, hissedilmez.
Ona ulaşmak için basiret gözü gerekir. Kalbin gözüyle görmek gerekir.
Maddî aletlerle yaklaşırsan, nur gizlenir.
Hikmetli Yorum: Bu en derin seviyedir. Bu, hakikatin ledünnî yönüdür. Allah’ın sıfatlarına dair daha yüksek bir idraki temsil eder. Bazen bir anda kalbe doğan “kesin bir iman”, ilhama yakın bir anlayış, ya da bir tefekkür anında yakalanan vecd hali gibi. Bu hal, sadece içten ve samimi bir yönelişle gelir.
5. Nasıl Anlatmalıyız?
Temsiller Üzerinden: Bu üç temsili (su-hava-nur) günlük hayattan örneklerle açıklayarak anlatmak çok etkilidir.
Kalbe Hitap: Anlatırken akla değil, kalbe ve ruha hitap etmek gerekir. Çünkü konu kalbin idrak sahasına dairdir.
Tenkit Değil Teveccüh: Öğüt verir gibi değil, davet eder gibi anlatmak gerekir. “Bak, hisset, yönel” diyerek.
Tefekkürle Birleştirme: Anlatımda kainattan, insan ruhundan, hayatın ince yönlerinden örneklerle bağlantı kurmak; bir çiçekten Allah’a ulaşma yolunu göstermek.
İTİKATTA HAK VE ORTA YOL: MÂTURÎDÎ VE EŞ’ARÎ MEZHEPLERİNDE BİRLEŞEN VE AYRILAN YÖNLER
İslam düşüncesi, asırlardır akıl ile naklin, ilim ile hikmetin, kalp ile idrakin iç içe geçtiği derin bir tefekkür medeniyetidir. Bu tefekkür dünyasında, özellikle inanç esaslarını açıklamada iki büyük itikadî ekol öne çıkmıştır: Mâturîdîlik ve Eş’arîlik. Her ikisi de Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in ana kollarını temsil eder, ancak bazı meselelerde farklı bakış açılarına sahiptir. Bu yazıda, bu iki büyük ekolün hem ittifak ettikleri esasları hem de ayrıldıkları yönleri ele alacağız; ilimle yoğrulmuş, hikmetle süslenmiş bir nazarla meseleye bakmaya çalışacağız.
Mâturîdîlik ve Eş’arîlik, her ne kadar metot farklılıkları taşısa da özde aynı hakikate hizmet eder. İşte ittifak ettikleri bazı temel hususlar:
1. Tevhid İnancı: Her iki mezhep de Allah’ın birliğini, benzerinin ve ortağının olmadığını kesin bir şekilde kabul eder. Allah’ın sıfatları, zâtından ayrı ve ezelîdir.
2. Kur’an Allah Kelâmıdır: Kur’an’ın mahlûk olmadığı, Allah’ın kelâmı olduğu hususunda ittifak vardır.
3. Nübüvvetin Zarûreti: Peygamberlerin gönderilmesinin ilahî bir zaruret olduğu ve onların masumiyetleri konusunda birleşirler.
4. Âhiret İnancı: Cennet, cehennem, yeniden dirilme, hesap, mizan, sırat ve şefaat gibi ahiret ahvali konularında ortak bir inanca sahiptirler.
5. Ehl-i Kıble Tekfir Edilmez: Bid’at ehli bile olsa, kıble ehli olan Müslümanlar tekfir edilmez prensibiyle ümmetin birliğini koruma hassasiyetindedirler.
Bu ortak noktalar, Ehl-i Sünnet’in birliğini ve hak yolda sebatını gösterir. İki yolun da menzili birdir: Allah’ın rızasına ulaşmak ve sahih bir iman üzere ömür sürmektir.
Aşağıdaki farklılıklar, ayrılık değil, tefekkür zenginliğidir. Çünkü her ikisi de Kur’an ve Sünnet zemininde hareket eder:
1. Akıl ve Nakil Dengesi
Mâturîdîlik: Akla daha geniş yer verir. Aklın, vahiy gelmeden önce bile Allah’ın varlığını ve bazı ahlâkî ilkeleri bilip sorumlu olabileceğini savunur.
Eş’arîlik: Akla önem verir ama nakli ön planda tutar. Aklın sınırlarını çizer, vahyin rehberliğini merkeze alır.
> Hikmetli bir bakış: Aklı ilahlaştırmadan kullanan Mâturîdîlik, aklı küçümsemeden sınırlandıran Eş’arîlik… Her ikisi de insanı Allah’a ulaştıran farklı yolları temsil eder.
2. İman-Amel İlişkisi
Mâturîdî: İman, tasdikten ibarettir; amel imandan bir cüz değildir. Günah işleyen mümin dinden çıkmaz.
Eş’arî: İman, kalp tasdiki, dil ikrarı ve bazılarına göre ameli de kapsar. Ancak yine de büyük günah işleyen dinden çıkmaz, affı Allah’a kalmıştır.
> Düşündürücü bir nokta: Mâturîdîlik, istikrarı öne çıkarır; Eş’arîlik ise Allah’ın mutlak iradesi karşısında insanın acziyetini vurgular.
3. Allah’ın Sıfatları ve Fiilleri
Mâturîdî: Allah’ın fiilleri hikmetlidir. Her işinde bir sebep ve maslahat vardır.
Eş’arî: Allah’ın fiilleri sebeplere bağlı değildir; O diler ve yapar, hikmetle kayıtlı değildir.
> İbretli bir yorum: Mâturîdîlik Allah’ın adaletine, Eş’arîlik ise kudretine vurgu yapar. Biri “neden” sorusuna cevap arar, diğeri “O’nun işine karışılmaz” der. İkisi de teslimiyetle neticelenir.
4. Kulların Fiilleri (Kazanma/Kesb)
Mâturîdî: Kul kendi fiilini yaratmaz ama tercih eder; Allah yaratır, kul kazanır. İnsan iradesi daha belirgindir.
Eş’arî: Kul fiilleri “kesb” eder; yaratma tamamen Allah’a aittir. Kul iradesi zayıf olarak tasvir edilir.
> İlmi bir tespit: Bu meseledeki farklılıklar, kader anlayışına yansır. Ancak sonuçta her ikisi de Allah’ın ilmi ve kudretiyle insan iradesini bağdaştırmaya çalışır.
SONUÇ: BİRLİKTEKİ HİKMET VE ÇEŞİTLİLİKTEKİ BEREKET
Mâturîdîlik ve Eş’arîlik, İslam düşüncesinin iki kutlu nehridir. Farklı kaynaklardan beslenir ama aynı hakikat denizine akarlar. İslam ümmetine düşen, bu iki mezhebin ilmî mirasını anlamak, aralarındaki ihtilafları çatışma değil zenginlik olarak görmek ve her iki yolun da Kur’an ve Sünnet istikametinde olduğunu bilmektir.
Her biri, Allah’a giden yolda birer kandil gibidir. Kimi akılla yolu bulur, kimi teslimiyetle. Ama her ikisi de “La ilahe illallah” hakikatinde birleşir.
“Mezhep, hakikatin farklı açılardan izahıdır; bölünme değil, derinleşmedir.”
TÜRKİYE’DE LAİKLİK ADINA YAPILAN MENFİ VE DEĞERLERİ YOK EDEN UYGULAMALAR
Bir milletin ruhuna yabancı bir el uzanırsa, onun özüyle çatışan bir zihniyet tarih boyunca huzur getirmemiştir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye’de gerçekleştirilen reformlar, Batı’yı örnek alma düşüncesiyle şekillendirildi. Bu süreçte “laiklik” ilkesi, dinin devlet işlerinden ayrılması şeklinde tanımlansa da, zamanla bu ilke çarpıtılarak bir “din karşıtlığı” haline dönüştürüldü. Bu yazıda, laiklik adına yapılan bazı uygulamaların, milletin köklü değerlerini nasıl hedef aldığını ve neticede ne gibi sonuçlara yol açtığını tarihî örneklerle ele alacağız.
1. Ezanın Türkçeleştirilmesi (1932-1950)
1932 yılında ezanın Arapça okunması yasaklanarak Türkçeye çevrilmesi, dini sembollere doğrudan müdahale anlamına geliyordu. “Tanrı uludur” şeklinde yapılan bu değişiklik, halk nezdinde büyük rahatsızlık doğurdu. Caminin sesi susturulmakla kalmadı, milletin bin yıllık geleneğine de hançer vuruldu. Nihayet 1950’de, halkın büyük teveccühüyle ezan asli şekline döndü.
2. Medreselerin ve Tekke-Zaviyelerin Kapatılması (1925)
Tasavvuf ve dini ilimlerin asırlardır öğrenildiği medrese, tekke ve zaviyeler bir gecede kapatıldı. Bu kurumlar, sadece ilim değil, ahlak ve maneviyat mektepleriydi. Onların kapatılmasıyla dinî otorite susturuldu, halk irşattan mahrum bırakıldı. Bu boşluk, zamanla ideolojik dayatmalarla doldurulmaya çalışıldı.
3. Kılık Kıyafet Kanunu ve Şapka Devrimi (1925)
Halkın giyimiyle oynanarak “medeniyet” adına dış görünüşe müdahale edildi. Alimlerin sarığı, halkın fes ve takkesine savaş açıldı. Birçok din adamı sırf şapka giymediği için idam edildi. Bu, sadece bir kıyafet değişikliği değil; aynı zamanda bir kültür kıyımıydı.
4. Latin Alfabesi Devrimi (1928)
Osmanlı Türkçesi’nin kaldırılıp Latin harflerine geçilmesi, geçmişle bağın koparılmasıydı. Bir gecede milyonlarca insan “okuma yazma bilmeyen” statüsüne düştü. Arşivler, kütüphaneler, mezar taşları okunamaz hale geldi. Böylece milletin tarihiyle irtibatı kesildi; köksüz bir nesil yetiştirilmeye çalışıldı.
5. Din Eğitiminin Yasaklanması ve Kontrol Altına Alınması
Bir dönem tamamen yasaklanan din dersleri, halkın yoğun tepkisi sonrası seçmeli hale geldi. Sonrasında ise devlet kontrolünde verilen din eğitimi, şekilci ve ruhsuz bir yapıya büründü. Dini bilgi, sadece müfredat bilgisi haline geldi, yaşanan bir değer olmaktan çıkarıldı.
6. Diyanet’in Laiklikle Sınırlandırılması
Kuruluşu laiklik adına meşrulaştırılan Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece devletin çizdiği sınırlar içinde din hizmeti sunabilen bir kurum haline geldi. Diyanet, milletin değil, devletin dini yorumlamasını esas aldı. Bu da zamanla halkın güvenini zedeledi.
SONUÇ: LAİKLİK Mİ, DİNSİZLİK Mİ?
Laiklik, inançlara eşit mesafede duran bir sistem olarak tanımlansa da Türkiye’deki uygulaması, büyük oranda inancı baskılayan bir araç haline gelmiştir. Bu dayatmalar, sadece dini değil; ahlaki, kültürel ve toplumsal değerleri de zedelemiştir. Oysa milletin mayasında din vardır, inanç vardır. Onu bundan ayırmaya çalışan her hareket, milletle çatışmış ve tarih boyunca başarısız olmuştur.
Bugün geldiğimiz noktada, geçmişte yaşanan bu menfi uygulamaların sorgulanması ve milletin değerleriyle barışık bir anlayışın hâkim olması elzemdir. Aksi halde, ne tarih affeder ne de vicdanlar.