DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR[1]

 

DIŞ DÜNYAMIZI ŞEKİLLENDİREN İÇ DÜNYAMIZDIR

Dış Dünyamızı Şekillendiren İç Dünyamızdır: İslami ve İbretlik Bir Bakış

İnsan, iç dünyasında taşıdığı inançları, düşünceleri ve duyguları ile çevresini şekillendirir. Tıpkı bir tohumun toprağın altında filizlenip dış dünyaya yansıması gibi, insanın iç dünyasında olgunlaştırdığı fikirler ve duygular da hayatına yön verir. İslam, insanın kalbinin ve zihninin temiz olmasını, dış dünyaya da güzellikler yansıtmasını öğütler. Çünkü dışımızı inşa eden, içimizde taşıdığımızdır.

İç Dünya ve Kalbin Önemi

Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz ki Allah, bir kavim kendi içinde olanı değiştirmedikçe, onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11) buyrulmuştur. Bu ayet, değişimin ve dönüşümün insanın iç dünyasında başladığını ifade eder. Bir toplumun düzelmesi için bireylerin zihin ve kalp dünyalarının temizlenmesi gerekir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
“Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır. Eğer o iyi olursa, bütün vücut iyi olur; eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte o, kalptir.” (Buhari, Müslim)

Kalbin temizliği, sadece bireyin değil, toplumun da huzurunu sağlar. Kötü niyetler, hırslar ve yanlış düşünceler insanın dış dünyasını da karartır. Öyle ki, içindeki kötülükleri dizginleyemeyen kişi, çevresine de zarar vermeye başlar.

İç Dünyamızın Dışımıza Yansımaları

1. İyi Bir İç Dünya, Güzel Bir Hayat Getirir

İslam, insanın kalbini ve zihnini güzel duygularla doldurmasını öğütler. Tevekkül, sabır, şükür ve merhamet gibi erdemler insanın iç dünyasını huzurlu kılar. Böyle bir insan çevresine de huzur saçar.

Hz. Mevlana, bu gerçeği şöyle dile getirir:
“Dünyayı güzel görmek istiyorsan, önce kalbini güzelleştir.”

Eğer bir insan kalbini iyi niyetle doldurursa, onun bakışı, sözü ve davranışları da iyilikle dolacaktır.

2. Kötü Düşünceler, Hayatı da Kötüleştirir

Öfke, kibir, haset ve kin gibi duygular insanın iç dünyasını karartır. Zamanla bu duygular, kişinin dış dünyasına da yansır ve etrafındaki insanlara zarar vermeye başlar. Kalbi kinle dolu bir insan, etrafına da nefret saçar. Bunun sonucunda toplumda huzursuzluk ve fitne meydana gelir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Allahı anmak hususunda Kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!” (Zümer, 39/22)

Katılaşmış bir kalp, merhametsiz ve zalim bir hayat sürer. İç dünyasını kötü duygularla dolduran bir insan, sadece kendisini değil, çevresini de karanlığa sürükler.

İç Dünyamızı Güzelleştirmenin Yolları

İslam, insanın iç dünyasını güzelleştirmesi için bazı yollar gösterir:

1. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı anmak ve yaratılış üzerine düşünmek, insanın ruhunu temizler. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28)

2. Şükür ve Sabır: Şükreden ve sabreden bir insanın iç dünyası huzur bulur, bu da dış dünyasına yansır.

3. Güzel İnsanlarla Beraberlik: İyi insanlarla olmak, insanın kalbini temizler. “Kişi dostunun dini üzeredir.” (Tirmizi)

4. Helal ve Temiz Lokma: Helal rızık, insanın hem ruhunu hem de bedenini temizler.

5. Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık: Kur’an okumak ve Peygamber Efendimiz’in ahlakını örnek almak, insanın iç dünyasını nurlandırır.

Sonuç

Dış dünyamız, iç dünyamızın bir yansımasıdır. Kalbimiz neyle doluysa, hayatımız da ona göre şekillenir. Kalbi temiz olanın hayatı da huzurlu olur; kalbi kötü olan ise, kendisini ve çevresini sıkıntıya sokar. Bu yüzden, önce kalbimizi ve düşüncelerimizi temizlemeliyiz. Çünkü hayatın gerçek inşası, önce içimizde başlar.

Allah bizleri, kalbini temiz tutan ve dışına da güzellik yansıtan kullarından eylesin. Amin.

**************   

HAYATTAKİ KİRLİKLİKLER ÖNCE DÜŞÜNCENİN KİRLENMESİYLE BAŞLAR

Düşüncenin Kirlenmesi ve Hayattaki Kirlilikler: İslami ve İbretlik Bir Bakış

İnsan, Allah’ın yarattığı en şerefli varlık (eşref-i mahlûkat) olarak dünyaya gönderilmiştir. Ancak insanın şerefli olması, onun aklı ve düşünme kabiliyeti ile doğrudan bağlantılıdır. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette akletmek, düşünmek ve tefekkür etmek teşvik edilmiştir. Çünkü insanın kalbi ve zihni temiz oldukça, amelleri de temiz olur. Ancak düşüncenin kirlenmesi, zamanla amellere ve toplumsal yozlaşmaya sebep olur.

Düşüncenin Kirlenmesi Nasıl Başlar?

İnsanın zihni, tıpkı bir bahçe gibidir. Ona ne ekilirse, zamanla o yeşerir ve meyve verir. Eğer bu bahçeye güzel fikirler, ahlaki prensipler ve doğru inançlar ekilirse, insanın davranışları da güzel olur. Ancak bu bahçeye fesat, kin, nefret ve kötü düşünceler ekilirse, zamanla bireyin kalbi kararır ve topluma da zarar vermeye başlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır; eğer o iyi olursa bütün vücut iyi olur, eğer o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o, kalptir.” (Buhari, Müslim) buyurarak, insanın iç dünyasının dış dünyasını nasıl şekillendirdiğine işaret etmiştir.

Düşüncenin Kirlenmesinin Sonuçları

1. Bireysel Yozlaşma: Kötü düşünceler önce bireyin kendi iç dünyasında bozulmalara yol açar. Haset, kibir, öfke ve nefret gibi duygular kalbi kirletir ve zamanla insana yanlış davranışlar yaptırır.

2. Ahlaki Çöküş: Düşüncenin kirlenmesi, insanın ahlaki değerlerini aşındırır. Yalan, hile, gıybet gibi günahlar normalleşir ve bireyin ruhu kararmaya başlar.

3. Toplumsal Kirlilik: Bireylerin iç dünyasındaki bozulma, zamanla topluma sirayet eder. Rüşvet, adaletsizlik, sömürü, israf ve ahlaki dejenerasyon gibi sorunlar, aslında bireylerin düşünce dünyalarındaki bozulmanın yansımasıdır.

Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz ki Allah, bir kavim kendi içinde olanı değiştirmedikçe onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11) buyrularak, değişimin önce bireyin iç dünyasında başlaması gerektiği vurgulanmıştır.

Çözüm: Düşüncenin Arınması

Düşünceyi temiz tutmak, İslam’ın üzerinde önemle durduğu bir konudur. Bunun için şu hususlara dikkat etmek gerekir:

1. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı sürekli anmak ve yaratılış üzerine düşünmek, insanın iç dünyasını temizler. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28) ayeti, bunun önemini vurgular.

2. İyi İnsanlarla Birliktelik: Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kişi dostunun dini üzeredir. O hâlde kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin.” (Ebu Davud, Tirmizi) buyurarak, çevrenin insanın düşüncelerini etkilediğine işaret etmiştir.

3. Helal Lokma: İnsanın yediği gıdalar bile düşüncelerini etkiler. Helal ve temiz lokma, ruhu besler ve düşünceleri berraklaştırır.

4. Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık: Kur’an okumak ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadislerine uymak, zihni ve kalbi arındırır.

Sonuç

Düşünce, insanın en büyük sermayesidir. Eğer düşüncelerimiz temiz olursa, hayatımız da temiz olur. Ancak düşünceler kirlenirse, bu kirlilik önce bireyin kalbinde, sonra amellerinde ve en sonunda toplumda kendini gösterir. Bu yüzden Müslüman, zihnini ve kalbini sürekli temiz tutmalı, kötü düşüncelerden arınarak ahlaki güzellikleri hayatına hâkim kılmalıdır. Çünkü gerçek temizlik, önce kalpte ve düşüncede başlar.

Allah bizleri, kalbini ve düşüncelerini temiz tutan salih kullarından eylesin. Amin.

 

************  

FITRAT FITRİ OLANI KABUL ETMEZ

“Fıtrat, fıtri ve layık olmayan şeyi reddeder, atar. “

Fıtratın Hakikati: Yaratılışın Reddettiği Şeyler

İnsan, yaratılıştan gelen saf ve temiz bir yapıya sahiptir. İslam’da buna fıtrat denir. Fıtrat, insanın özündeki saf hakikati ve doğruyu arayan yapısıdır. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, “Fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.” Bu söz, insanın yaratılışına uygun olmayan şeyleri sevki ilahi olarak kabul etmeyeceğini, aksine onları reddedeceğini anlatır.

Ancak modern çağda, insanlar bazen fıtratlarının sesini duymakta zorlanır. Çünkü dış etkenler, alışkanlıklar ve toplum baskısı, insanın özündeki bu hakikati köreltebilir. Bu makalede, fıtratın neyi reddettiğini, neden reddettiğini ve insanın nasıl yeniden fıtratına dönebileceğini inceleyeceğiz.

1. Fıtrat Nedir ve Neden Önemlidir?

Fıtrat, insanın yaratılıştan gelen ilahi kodudur. Allah (c.c.), her insanı saf bir şekilde yaratmıştır:

> “O hâlde sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratmasında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30)

Bu ayet, Allah’ın insanı tertemiz bir fıtrat ile yarattığını ve aslında tüm insanların hakikati tanıyabilecek bir kalbe sahip olduğunu gösterir. Ancak zamanla çevresel faktörler, insanın bu saf yapısını değiştirebilir.

Bir hadiste de Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

> “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenaiz 79; Müslim, Kader 22)

Bu hadis, insanın doğuştan temiz olduğunu, ancak dış etkenlerin onu farklı yönlere çekebileceğini gösterir. Fakat ne kadar değişime uğrarsa uğrasın, insanın fıtratı aslında hep doğrudan yana olacaktır.

2. Fıtratın Reddettiği ve Kabul Etmediği Şeyler

Fıtrat, insanın yapısına uygun olmayan şeyleri kabul etmez ve reddeder. İşte fıtratın doğal olarak reddettiği bazı şeyler:

1) Adaletin Bozulması ve Zulüm

İnsan, yaratılış gereği adaleti sever ve zulmü reddeder. Hangi toplumda olursa olsun, insanlar adaletli bir yönetimi arzu eder. Bir insan kendi çıkarı için zulmü savunabilir, fakat içinde her zaman bir huzursuzluk hisseder.

Haksızlık karşısında içimizde bir rahatsızlık hissediyorsak, bu fıtratımızın zulme karşı olduğunu gösterir.

Küçük bir çocuğa haksızlık yapıldığında bile içimizde bir öfke uyanıyorsa, bu fıtratın bir sonucudur.

> “Zulüm ile abad olanın, ahiri berbat olur.” (Atasözü)

Fıtrat, zulmün ve adaletsizliğin sürdürülebilir olmadığını bilir. Bu yüzden haksız düzenler eninde sonunda yıkılır.

2) Yalan ve Riyakârlık

İnsan doğası gereği doğruyu sever ve yalandan nefret eder. Bunu anlamak için küçük çocukları gözlemleyebiliriz.

Bir çocuk, kendisine yalan söylendiğini fark ettiğinde güvensizlik hisseder.

Eğer sürekli yalan söylenirse, içindeki fıtri temizlik kirlenir ve yalanı normal görmeye başlar.

Ancak ne kadar alışırsa alışsın, fıtratının derinliklerinde bir huzursuzluk hisseder.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Doğruluk iyiliğe, iyilik cennete götürür. Yalan ise kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür.” (Buhârî, Edeb 69)

Bu hadis, doğruluğun fıtratın gereği olduğunu ve insanın iç huzurunu ancak hakikatle bulabileceğini gösterir.

3) Haram ve Helal Dengesi

İnsan, yaratılışı gereği helal olan şeylere meyleder ve haramlardan uzak durmak ister. Ancak alışkanlıklar ve çevresel etkenler, zamanla insanın harama duyarsızlaşmasına yol açabilir.

Örneğin:

Temiz gıdalar insanın bedenine iyi gelirken, haram yiyecekler ve içkiler zarar verir.

Fıtrat, haramın zararlarını önce bedende, sonra ruhta gösterir.

Allah (c.c.), insana haram olan şeyleri yasaklamıştır çünkü bunlar fıtrata uygun değildir. Kur’an’da şöyle buyurulmuştur:

> “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (Maide, 5/87)

Fıtrat, Allah’ın koyduğu sınırları tanır ve bunlara uyduğunda huzur bulur.

3. Fıtratın Bozulması ve Geri Dönüş Yolları

Peki, insanlar neden bazen fıtratlarının sesini duyamaz hâle gelir? Bunun başlıca nedenleri şunlardır:

Yanlış alışkanlıklar ve bağımlılıklar (Örneğin: Yalan söylemeye alışan bir insan, zamanla bundan rahatsızlık duymaz.)

Toplumun yönlendirmesi (Eğer toplumda yanlış şeyler yaygınsa, birey de buna uyum sağlar.)

Gaflet ve ihmal (İnsan, fıtratının sesini dinlemeyip sürekli dünya işleriyle meşgul olursa, kalbi katılaşır.)

Ancak fıtrat hiçbir zaman tamamen kaybolmaz. İnsan ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, geri dönmesi her zaman mümkündür.

Fıtrata dönmenin yolları:

1. Samimi bir tövbe ile hataları kabul etmek

2. Allah’ı çokça anmak ve dua etmek

3. Doğru ve dürüst insanlarla beraber olmak

4. Fıtratın sesine kulak vermek, vicdanı öldürmemek

5. Kur’an ve sünnet rehberliğinde hareket etmek

Allah (c.c.), kullarını her zaman affetmeye hazırdır:

> “De ki: Ey kendi aleyhlerine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar.” (Zümer, 39/53)

Sonuç: Fıtrata Uygun Yaşamak, Hakikati Bilmektir

Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi, fıtrat, kendisine uygun olmayan şeyi reddeder ve atar. Zulüm, yalan, haram ve batıl olan şeyler, insanın fıtratına terstir. Ancak insan bazen fıtratının sesini duyamaz.

Önemli olan, fıtrata uygun yaşamaya çalışmak ve hakikati aramaktır. Çünkü insan ancak fıtratına uygun yaşadığında gerçek huzuru ve mutluluğu bulur.

> “Kim doğru yola yönelirse, ancak kendi iyiliği için yönelmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar.” (İsra, 17/15)

 

 

***************  

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR .-1-

Dünya: Herkesin Kendini Bildiği, Bulduğu ve Kendi Olduğu Bir Yer

Dünya, insanın hakikat yolculuğunu yaptığı, kendini tanıdığı ve varoluş gayesini keşfettiği bir imtihan yeridir. Her insan, bu dünyada kendi fıtratı, seçimleri ve niyetleri doğrultusunda bir yol çizer. Kimi hakikati bulur, kimi kendisini kaybeder. Ancak herkes, sonuçta kendi yaptıklarıyla şekillenir ve kendi gerçeğini yaşar.

Bu açıdan, İslam’ın bakış açısıyla dünya, bir tarla gibidir: İnsan, burada ne ekerse ahirette onu biçer. “Dünya herkesin kendisini bildiği, bulduğu ve kendisi olduğu bir yerdir” sözü, aslında insanın kendi özünü keşfetmesinin, fıtratına uygun bir hayat sürmesinin ve seçimlerinin sonucuyla yüzleşmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatır.

Kendini Bilmek: İnsan Nefsinin Farkında Olmalı

İslam, insanın önce kendisini tanımasını, nefsini bilmesini ve Rabbine yönelmesini öğütler. “Kendini bilen, Rabbini bilir” (Hadis-i Şerif) sözü, insanın hakikat yolculuğunun önce kendi iç dünyasını tanımaktan geçtiğini gösterir.

Kur’an’da Yüce Allah şöyle buyurur:

“Biz ona (insana) iki yolu göstermedik mi?” (Beled, 90:10)

Bu ayet, insanın dünya hayatında kendi seçimleriyle yolunu belirleyeceğini ve sonuçlarına katlanacağını anlatır. İnsan, ya nefsinin esiri olur ve kaybolur ya da hakikati arar ve özünü bulur.

Dünya, insanın kendini tanıdığı bir yerdir. Kimi mal ve mülk hırsıyla yanılır, kimi şöhret ve makam peşinde ömrünü tüketir. Ancak gerçekten “kendini bilen” kişi, faniliğini kavrar ve bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu idrak eder.

Kendini Bulmak: Hakikati Keşfetmek

Her insan, bu dünyada bir arayış içindedir. Kimileri doğru yolu bulur, kimileri gaflette kalır. Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kim hidayeti seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi zararına sapmış olur.” (İsra, 17:15)

Bu ayet, insanın yaptığı seçimlerin kendi kaderini belirlediğini vurgular. İnsan, dünyada hakikati arayıp bulanlardan mı olacak, yoksa nefsine uyup kaybolanlardan mı? İşte dünya, herkesin bu sorunun cevabını verdiği yerdir.

Gerçek anlamda “kendini bulan” insan, Allah’ın rızasını arayan insandır. Kur’an’da Allah, kendisini arayanlara şu müjdeyi verir:

“Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2:152)

Bu, insanın dünya hayatındaki en büyük keşfidir: Rabbini bulmak, O’na yönelmek ve bu fani hayatta ebedi saadeti kazanmak.

Kendisi Olmak: İnsan Kendi Seçimlerini Yaşar

Dünya, insanın kendisini gerçekleştirdiği bir yerdir. Her insan, seçimleriyle kendi kimliğini oluşturur. Kimisi adaletli olur, kimisi zalimleşir. Kimisi imanla yaşar, kimisi gaflet içinde ömrünü tüketir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzal, 99:7-8)

Aslında kendini görür, kendini bilir ve kendi olur.

Bu ayet, insanın dünyada yaptığı her şeyin kaydedildiğini ve sonunda karşısına çıkacağını gösterir. Her insan, bu dünyada yaptığı seçimlerle kendi ahiretini inşa eder.

Gerçek anlamda “kendisi olmak”, insanın fıtratına uygun yaşamasıdır. Allah insanı tertemiz bir fıtrat üzere yaratmıştır. Ancak dünya, insanın bu fıtratı koruyup koruyamayacağını test ettiği bir yerdir.

Sonuç: Dünya Bir Ayna Gibidir

Dünya, herkesin kendisini bildiği, bulduğu ve kendisi olduğu bir yerdir. Her insan, burada kendi hakikatini yaşar. Kim Allah’a yönelirse, huzuru bulur. Kim nefsine uyarsa, kaybolur.

Bu dünya bir ayna gibidir: İçimizdekini yansıtır. Kötülük tohumu eken, kötülükle karşılaşır. İyilik tohumu eken, iyilikle karşılaşır.

O halde insan, dünyaya neden geldiğini, ne yapmak istediğini ve bu hayatı nasıl geçirdiğini sorgulamalıdır. Çünkü herkes, burada kendi yolunu çizer ve ahirette de kendi çizdiği yolun karşılığını bulur.

 

 

***************

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR . -2-

### Dünya: Kendini Bilmenin, Bulmanın ve Olmanın İmtihan Sahnesi
Dünya, insanın kendini tanıma, anlamlandırma ve gerçek benliğine ulaşma yolculuğunda bir imtihan sahasıdır. İslam’a göre bu yolculuk, sadece biyolojik bir varlık olmanın ötesinde, ruhun ve kalbin terbiyesini gerektirir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kim nefsini tanırsa Rabbini tanır” hadisi, bu hakikatin temelini oluşturur. Peki insan, bu dünyada kendini nasıl “bilir”, “bulur” ve “olur”? İşte İslami perspektiften ibret ve tefekkürle dolu bir cevap…

#### 1. **Nefsini Bilmek: İlahi Bir Farz**
İslam, insanın kendini tanımasını farz-ı ayn olarak niteler. Modern psikolojinin aksine, insanı sadece biyolojik ve sosyal bir varlık olarak görmek, onun özünü unutmasına yol açar. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’ı unutan ve bu yüzden kendilerini unutturanlar” ifadesi, bu tehlikeyi hatırlatır. Nefsini bilmek, kalpteki hastalıkların (kibir, haset, bencillik) farkına varmak ve bunları tedavi etmekle mümkündür. Her Müslüman, kendi nefsinin psikoloğu olmalı; zira bu, Allah’a yakınlaşmanın ilk adımıdır.

**İbret:** İnsan, kibrini fark ettiğinde tevazuya, hasedini gördüğünde şükre ulaşır. Bu farkındalık, imanın nurudur.

#### 2. **Kendini Bulmak: Mensubiyet ve Anlam Arayışı**
Kendini bulmak, yalnızca içe dönük bir süreç değil; köklerle, toplumla ve Allah’la kurulan bağın keşfidir. Tasavvufta dünya, “yakın hayat” (el-hayâtü’d-dünyâ) olarak tanımlanır; geçici süslerle aldanmamak, kalıcı olanı aramak esastır. Ayette buyrulduğu üzere, “Dünya hayatı aldatıcı bir metadan ibarettir” (Âl-i İmrân, 3:185). Gerçek benliğe ulaşmak, bu aldanışı fark edip ahiret odaklı bir bilinç geliştirmekle mümkündür.

**Düşündürücü Soru:** Maskelerimizle yaşadığımız bir hayat, bizi ne kadar “kendimiz” yapar?

#### 3. **Kendin Olmak: Sorumluluk ve Fedakârlık**
Kendini bilen ve bulan insan, artık “olma” sorumluluğunu taşır. İslam’da “faydalı insan” olmak, Peygamber’in (s.a.v.) “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” emrinin gereğidir. Dünya, bireysel çıkarların değil; adaletin, merhametin ve fedakârlığın hâkim olduğu bir yer olmalıdır. Modern dünyanın benmerkezci değerleri, insanı yalnızlaştırırken; İslam, toplumsal dayanışmayı ve kardeşliği öne çıkarır.

**Örnek:** Hz. Ömer’in (r.a.) adaleti, sadece bir yönetici olarak değil; nefsini terbiye eden bir mümin olarak “kendini bilmesi”nden kaynaklanıyordu.

#### 4. **Dünya-Ahiret Dengesi: Geçici Olanla Kalıcı Olanın Terazisi**
Kur’an, dünya hayatını “yağmurla yeşerip sonra kuruyan bitkiye” benzetir (Yûnus, 10:24). Bu metafor, insana şu soruyu sordurur: “Geçici süsler peşinde koşarken, kalıcı eserler bırakabiliyor muyum?” İslam, dünyayı kötülemez; ancak onu ahiretin gölgesinde anlamlandırır. “Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de iyilik ver” duası (Bakara, 2:201), bu dengeyi sağlamanın rehberidir.

**Tefekkür:** Bir gülün ömrü kısadır, ama kokusu kalıcıdır. İnsanın dünyadaki amelleri de böyledir.

#### 5. **Toplumsal Ayna: Başkalarında Kendini Görmek**
Kendini bulmak, yalnızca manevi bir yolculuk değil; toplumla etkileşimle şekillenen bir süreçtir. Hadis-i şerifte, “Mümin, başkası için istediğini kendisi için isteyendir” buyrulur. İnsan, başkalarının ihtiyaçlarına cevap verirken kendi benliğini inşa eder.

**İbretli Hikâye:** Mevlânâ’nın “Sen göründüğün şey değilsin; sen, aynalarda gördüğün yansımasın” sözü, insanın toplumdaki rolünü hatırlatır.

### Sonuç: Dünya Bir Aynadır; Kendini Görebilenler İçin…
Dünya, insanın kendini tanıma, bulma ve olma sınavıdır. Bu sınavda başarı, nefsin farkındalığından, toplumsal sorumluluktan ve ahiret bilincinden geçer. Unutmamak gerekir: “Allah, bir toplumu değiştirmez, onlar kendilerini değiştirmedikçe” (Ra’d, 13:11). Kendini bilen, bulan ve “kendisi olan” insanların inşa ettiği bir dünya, ancak adalet, merhamet ve tevazu ile ayakta kalabilir.

**Dua ve Çağrı:** Rabbimiz! Bizi nefsimizi bilen, hakikati bulan ve kulluk bilinciyle “kendisi olan”lardan eyle. Âmin.

 

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=e5aERmrZFi0

Loading

No ResponsesŞubat 15th, 2025

MAHŞER GÜNÜ HAYVANLARIN DURUMU

MAHŞER GÜNÜ HAYVANLARIN DURUMU

Mahşer Günü: Hayvanların Durumu ve Adaletin Tecellisi

Mahşer günü, tüm canlıların hesaba çekileceği ve ilahi adaletin eksiksiz bir şekilde ortaya konacağı büyük bir gündür. İnsanlar, cinler ve meleklerin yanı sıra hayvanlar da bu günde toplanacak, dünya hayatındaki amellerine göre sorgulanacaklardır. Hayvanların mahşerdeki durumları, Allah’ın adaletinin hiçbir varlığa haksızlık yapmayacak şekilde tecelli ettiğini gözler önüne serer.

Hayvanların Mahşer Günü Toplanışı

Kur’an-ı Kerim’de hayvanların da kıyamet günü toplanacağı şu şekilde ifade edilir:
“Yeryüzü dümdüz olup da, içindekileri çıkarıp boşaldığında… Her canlı türü bir araya getirildiğinde…” (Tekvir, 81/5).

Bu ayet, mahşer gününün yalnızca insan ve cinlere değil, tüm varlıklara şamil olduğunu göstermektedir. Hayvanlar, insanlar gibi akıl ve irade sahibi olmadıkları için cennet ya da cehennemle ödüllendirilmezler. Ancak aralarındaki haksızlıklar ve zulümler ilahi adaletle karşılık bulacaktır.

Hayvanlar Arasındaki Adaletin Sağlanması

Hadis-i şeriflerde hayvanların mahşer günündeki durumu hakkında Peygamber Efendimiz (sav) şu önemli bilgiyi vermiştir:
“Boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan mutlaka alınacaktır.” (Müslim, Birr, 60).

Bu hadis, hayvanlar arasındaki adaletin sağlanacağını açıkça ifade eder. Dünya hayatında boynuzlu bir koyunun boynuzsuz bir koyuna zarar verdiği bir olay dahi ilahi mahkemede çözüme kavuşacaktır. Allah, hiçbir varlığa zulmetmez ve herkesin hakkını tastamam verir.

Hayvanların İnsanlarla İlgili Şahitlikleri

Mahşer günü hayvanlar, insanlar hakkında da şahitlik yapacaklardır. Dünya hayatında bir insana hizmet etmiş, zulme uğramış ya da kötü muamele görmüş hayvanlar, bu durumları Allah’a arz edeceklerdir. Hayvanlara yapılan zulüm, insanın sorgusunda önemli bir yer tutacaktır.

Peygamber Efendimiz (sav), hayvanlara merhametli olmanın ve onlara iyi davranmanın önemini şu şekilde vurgulamıştır:
“Bir kadın, hapsedip aç bıraktığı ve ölümüne neden olduğu bir kedi yüzünden cehenneme girdi.” (Buhari, Edeb, 27).

Bu hadis, hayvanlara yapılan zulmün ahirette ciddi bir mesuliyet olduğunu gösterir. Hayvanlara merhamet etmek, insanın hem dünya hem de ahiret saadeti için önemlidir.

Hayvanların Hesap Sonrası Durumu

Mahşer günü hayvanlar, hakları teslim edildikten sonra toprak olacaklardır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir:
“İnkâr edenler der ki: ‘Ah ne olaydı, ben de toprak olaydım!'” (Nebe, 78/40).

Bu ayet, hayvanların hesaplarının ardından toprağa döneceğini ve bu durumu gören inkârcı insanların kendi akıbetlerinden korkarak toprak olmayı temenni edeceklerini anlatır.

Hayvanların Durumundan Alınacak İbretler

1. İlahi Adaletin Kapsayıcılığı: Mahşer günü hayvanların bile adaletle muamele göreceği gerçeği, Allah’ın adaletinin ne kadar kusursuz ve kapsayıcı olduğunu gösterir.

2. Hayvanlara Merhamet: İnsan, hayvanlara davranışlarında daha dikkatli olmalı, onlara merhamet göstermeli ve asla zulmetmemelidir.

3. Sorumluluk Bilinci: Hayvanlar, insanlar için bir nimet olduğu kadar büyük bir sorumluluktur. Onlara iyi davranmak, ahirette yüzümüzü ak edecek bir davranıştır.

4. Adaletin Evrenselliği: Hayvanların sorgusu, adaletin sadece insanlar ve cinler arasında değil, tüm yaratılmışlar için geçerli olduğunu ortaya koyar.

Sonuç

Mahşer günü, hayvanların da Allah’ın huzurunda toplanacağı ve aralarındaki hakların teslim edileceği büyük bir gündür. Bu durum, ilahi adaletin her varlığı kapsadığını, hiç kimseye ve hiçbir şeye zulmedilmeyeceğini gösterir. İnsan, hayvanlara karşı olan sorumluluğunu unutmamalı, merhamet ve adaletle onlara yaklaşmalıdır.

Rabbimiz, bizleri mahşer gününde yüzü ak olan kullarından eylesin ve hayvanlar dâhil her varlığa merhametle muamele edenlerden kılsın!

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

MAHŞER CİNLERİN SORGUSU VE HALİ

MAHŞER CİNLERİN SORGUSU VE HALİ

Mahşer Günü: Cinlerin Sorgusu ve Hali

Mahşer günü, tüm insanlık gibi cinlerin de Allah’ın huzurunda hesap vereceği büyük bir gündür. Kur’an-ı Kerim’de, cinlerin yaratılışı, görevleri ve ahiretteki durumları hakkında önemli bilgiler verilmiştir. İnsanlarla aynı şekilde iman etmek ve Allah’ın emirlerine uymakla sorumlu olan cinler, mahşer günü kendi amellerinden sorguya çekilecek, hak ettikleri karşılığı alacaklardır.

Cinler ve Sorumlulukları

Cinler, Allah tarafından dumansız ateşten yaratılmış, insana benzeyen fakat farklı bir boyutta yaşayan varlıklardır. Onlar da insanlar gibi akıl ve irade sahibi olduklarından, iman ve ibadetle yükümlüdürler. Allah, Kur’an’da cinlerin yaratılışını şu şekilde anlatır:
“Cinleri dumansız ateşten yarattı.” (Rahman, 55/15).

Cinler arasında iman edenler olduğu gibi, Allah’a isyan eden ve insanları da kötülüğe sürüklemeye çalışanlar bulunmaktadır. Cin Suresi’nde cinlerin bir kısmının Allah’ın davetine kulak verip iman ettikleri şöyle anlatılır:
“Gerçekten, biz doğru yolu gösteren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik.” (Cin, 72/1).

Ancak cinlerin bir kısmı inkârcıdır ve şeytanın yolundan gider. Mahşer günü, bu itaatkâr ve isyankâr cinler arasında da ayrım yapılacak, herkes amellerine göre sorgulanacaktır.

Mahşer Günü Cinlerin Sorgusu

Mahşer günü cinler de insanlar gibi kabirlerinden çıkarılarak Allah’ın huzurunda toplanacaktır. Kur’an-ı Kerim, bu büyük toplanmayı şu şekilde ifade eder:
“İnsanları ve cinleri bir araya toplayacağımız günü hatırla. Onlara şöyle diyeceğiz: ‘Ey cinler topluluğu! İnsanlardan birçoğunu saptırdınız.’ İnsanlardan onların dostları olanlar da der ki: ‘Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık ve bizim için belirlediğin süreye ulaştık.’ Allah buyurur: ‘Sizin varacağınız yer ateştir. Orada ebedî kalacaksınız. Ancak Allah’ın diledikleri müstesna.’” (En’am, 6/128).

Bu ayet, cinlerin insanlar üzerindeki etkisini ve bu etkinin sorgulanacağını ortaya koymaktadır. Cinlerin saptırdığı insanlar ve cinlerin iş birliği yaparak kötülüğü yaydığı durumlar mahşer günü açığa çıkacak ve her iki taraf da bu amellerinden ötürü yargılanacaktır.

İman Eden ve İnkâr Eden Cinlerin Durumu

1. İman Eden Cinler:
Allah’a iman eden ve onun emirlerine uygun yaşayan cinler, mükâfat olarak cennete gireceklerdir. İnsanlar gibi Allah’ın rahmetine mazhar olan bu cinler, dünya hayatındaki güzel amellerinin karşılığını göreceklerdir.

2. İnkâr Eden Cinler:
Allah’a isyan eden ve şeytanın yolunda giden cinler ise cehenneme sevk edilecektir. Bu cinler, sadece kendi yaptıklarından değil, aynı zamanda insanları saptırmalarından da sorumlu tutulacaktır.

Kur’an’da şeytanın insanlara mahşer günü vereceği itiraf şöyle geçer:
“Şeytan, iş bitirilince şöyle der: ‘Allah size gerçek olan vaadi verdi; ben de size vaatte bulundum ama sizi aldattım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Sizi sadece çağırdım, siz de bana uydunuz. Öyleyse beni kınamayın, kendinizi kınayın…'” (İbrahim, 14/22).

Bu ayet, cinlerin saptırma faaliyetlerinin sonuçlarını ve bu durumun inkârcı cinler için bir ceza sebebi olacağını gösterir.

İbretler ve Dersler

1. Sorumluluk Ortaklığı: İnsanlar gibi cinler de akıl ve irade sahibi oldukları için yaptıkları her şeyden sorumludur. Onların sorgulanması, Allah’ın adaletinin herkes için geçerli olduğunu gösterir.

2. Şeytanın ve Cinlerin Saptırma Gücü: Şeytan ve cinlerin insanları saptırmak için çaba sarf ettiği bir gerçektir. Bu durum, insanların daha dikkatli ve Allah’a bağlı bir yaşam sürmesi gerektiğini hatırlatır.

3. İman Eden Cinlerin Örneği: İman eden cinler, insanların dünyadaki mücadelelerinde yalnız olmadığını ve Allah’a yönelmenin evrensel bir gerçek olduğunu gösterir.

Sonuç

Mahşer günü, cinlerin de tıpkı insanlar gibi hesaba çekileceği ve yaptıklarının karşılığını alacağı bir gündür. Bu gerçek, Allah’ın adaletinin büyüklüğünü ve kapsayıcılığını gözler önüne serer. İnsanlar, cinlerin saptırmalarına karşı dikkatli olmalı ve Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya bağlı bir hayat sürmelidir.

Rabbimiz, bizleri ve tüm inananları mahşer gününde yüzü ak olan kullarından eylesin ve şeytanın ve kötü cinlerin tuzaklarından muhafaza buyursun!

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

MAHŞER GÜNÜ MELEKLERİN DURUMU

MAHŞER GÜNÜ MELEKLERİN DURUMU

Mahşer Günü: Meleklerin Şahitliği ve Görevleri

Mahşer günü, dünya hayatının sona erdiği ve bütün insanlığın hesap vermek üzere Allah’ın huzurunda toplandığı büyük bir gündür. Bu günün dehşeti ve büyüklüğü, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde detaylı bir şekilde anlatılmıştır. İnsanlar kadar melekler de bu günde önemli roller üstlenir. Mahşer günü, meleklerin Allah’a mutlak itaatlerini, adaletin tecellisinde nasıl bir görev üstlendiklerini ve şahitlik ettiklerini gözler önüne serer.

Meleklerin Mahşer Günündeki Durumu

Melekler, Allah’ın yarattığı en itaatkâr varlıklardır. Günah işlemez, Allah’ın emrinden asla sapmazlar. Mahşer günü melekler, hem insanları kuşatan dehşetin bir parçası olacak hem de Allah’ın emirlerini yerine getirmekle meşgul olacaklardır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Rabbinin emri geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman…” (Fecr, 89/22).

Bu ayet, mahşer gününde meleklerin saf saf dizileceğini ve Allah’ın huzurunda emirlerini yerine getireceğini haber verir. Bu saf tutuş, onların Allah’a olan mutlak teslimiyetlerini ve hesap günü kurulacak ilahi düzenin ciddiyetini simgeler.

Meleklerin Görevleri

1. Hesap Günü Tanıklık:
Melekler, insanların dünya hayatında yaptıklarına şahitlik etmekle görevlendirilmiştir. Her insanın sağında ve solunda oturan Kirâmen Kâtibîn melekleri, kişinin yaptığı her amelini kaydeder. Mahşer günü, bu kayıtlar ortaya çıkarılacak ve kişinin amel defteri kendisine sunulacaktır:
“Ve amel defterleri ortaya konulmuştur. Suçluların, onda yazılı olanlardan korkarak şöyle dediklerini görürsün: ‘Eyvah bize! Bu nasıl bir kitapmış ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!’ Ve yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49).

Melekler, bu kayıtları getiren tanıklar olarak insanların yaptıkları her şeyin adil bir şekilde değerlendirilmesine katkıda bulunur.

2. İnsanları Toplama:
Mahşer günü, insanlar kabirlerinden çıkarılıp toplanacak ve ilahi huzura sevk edilecektir. Bu süreçte melekler, insanları büyük bir disiplinle mahşer meydanına sevk ederler. Kur’an’da bu durum şu şekilde anlatılır:
“O gün büyük bir korku ile çağıran kimseyi işitecekler. İşte bu, çıkış günüdür.” (Kâf, 50/41).

3. Cennet ve Cehennemin Hazırlanması:
Mahşer gününde melekler, cennet ve cehennemin kapılarını hazırlar. İyilik sahiplerini cennete müjdelemekle görevlendirilen melekler, inkar edenlerin ise cehenneme sevkini gerçekleştirir:
“Ve Rablerine karşı gelmekten sakınanlar grup grup cennete sevk edilirler…” (Zümer, 39/73).

Meleklerin Şahitliği ve İlahi Adalet

Meleklerin mahşer günündeki şahitliği, Allah’ın adaletinin tam anlamıyla tecelli etmesi için önemli bir unsurdur. Melekler, Allah’ın emirlerini kusursuz bir şekilde yerine getirerek insanların yaptıklarının karşılığını almasını sağlar. Hiçbir haksızlık yapılmaz, herkesin amelleri eksiksiz olarak değerlendirilir.

Kur’an-ı Kerim’de meleklerin şahitliği şöyle belirtilir:
“O gün, her ümmetten bir şahit getiririz. Seni de bunlara şahit getiririz.” (Nahl, 16/89).

Bu ayet, meleklerin yanı sıra peygamberlerin de ümmetlerine şahitlik edeceğini, böylece adaletin tam olarak sağlanacağını ifade eder.

Meleklerden Alınacak İbretler

Mahşer günü, meleklerin görevleri üzerinden şu dersleri çıkarabiliriz:

1. Amellerimize Dikkat Etmeliyiz: Meleklerin her yaptığımızı kaydettiği gerçeği, bizi daha dikkatli ve sorumlu bir yaşam sürmeye teşvik eder.

2. Allah’a İtaat ve Teslimiyet: Meleklerin Allah’a mutlak itaatkâr halleri, kullar için bir örnektir. İnsanlar da Rablerine karşı aynı teslimiyeti göstermelidir.

3. Adaletin Kaçınılmazlığı: Meleklerin şahitliği, Allah’ın adaletinin ne kadar titiz ve kusursuz olduğunu gösterir. Hiçbir şey unutulmaz ve herkes hak ettiği karşılığı alır.

Sonuç

Mahşer günü, meleklerin saf saf dizildiği, insanlığın yaptıklarının hesabını verdiği büyük bir gündür. Melekler, Allah’ın emirlerini yerine getirerek bu büyük günün düzeninde önemli bir rol üstlenir. Onların görevlerini anlamak, insanlara Allah’a olan itaat ve kullukta örnek teşkil eder.

Rabbimiz, bizleri mahşer gününde meleklerin şahitliğiyle yüzü ak olan kullarından eylesin ve o büyük günün dehşetinden rahmetiyle korusun!

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

ALLAH’IN RAHMETİ HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR, ADALETİ DE RAHMETİNİ KUŞATMIŞTIR

ALLAH’IN RAHMETİ HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR, ADALETİ DE RAHMETİNİ KUŞATMIŞTIR

Allah’ın Rahmeti ve Adaleti: Her Şeyi Kuşatan İlahi Dengeler

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de rahmetinin ve adaletinin sınırsızlığını sıkça vurgulamış ve kullarını bu ilahi sıfatları tefekkür etmeye davet etmiştir. “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” (A‘raf, 7/156) buyuran Allah, bu evrensel rahmetin tüm varlık âlemine yayıldığını beyan etmiştir. Ancak Allah’ın rahmeti ne kadar genişse, adaleti de o derece derindir. Adalet, rahmetin bir tecellisi olarak yaratılmıştır ve ilahi hikmetin temel taşlarından biridir.

Rahmetin Kuşatıcılığı

Allah’ın rahmeti, inanan-inanmayan tüm varlıkları kapsayan bir şefkat ve lütuftur. Bu rahmet, insanların yaratılışından hayatlarının sonuna kadar her anlarında kendini hissettirir. Güneşin doğuşu, yağmurun yağışı, toprağın bereketlenmesi, insanların rızıklandırılması ve affedilme kapısının her daim açık olması, Allah’ın rahmetinin yansımalarıdır.

Kur’an-ı Kerim’de bu rahmet şöyle anlatılır:
“Rahman, arşı üzerine istiva etmiştir.” (Tâhâ, 20/5).
Rahman sıfatı, Allah’ın tüm varlıkları kapsayan ve onları merhametiyle kuşatan sınırsız rahmetini ifade eder. İnsanlar, bu rahmet sayesinde hata yapmalarına rağmen tövbe edebilir, yeniden Allah’a yönelme fırsatı bulabilirler.

Adaletin Rahmetle Dengesi

Rahmet ne kadar geniş ve kuşatıcıysa, adalet de o kadar titiz ve şaşmazdır. Allah’ın adaleti, her şeyi yerli yerine koyar, kimseye haksızlık yapmaz ve herkesin yaptığının karşılığını eksiksiz verir. Ancak bu adalet, soğuk ve katı bir ceza sistemi değil; rahmetle iç içe geçmiş bir denge sistemidir. Allah’ın adaleti, kullarına merhamet ederken bile onların sorumluluklarını hatırlatır ve haksızlıkların önüne geçer.

Kur’an’da bu denge şu şekilde ifade edilir:
“Kim zerre kadar hayır işlerse, onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse, onun karşılığını görür.” (Zilzal, 99/7-8).

Bu ayet, adaletin ince detaylarına kadar işlediğini ve rahmetin bu adaletle insanlara yöneldiğini gösterir. Bir kişinin işlediği küçük bir iyilik dahi zayi olmaz ve Allah katında değer bulur.

Rahmetin ve Adaletin İbretleri

Allah’ın rahmet ve adalet sıfatlarını anlamak, insanın dünya hayatında sorumluluk bilinciyle yaşamasını sağlar. Bu ilahi sıfatlardan çıkarılabilecek bazı ibretler şunlardır:

1. İnsan İçin Fırsat Kapıları: Allah’ın rahmeti, kullarına sürekli yeni başlangıçlar sunar. Tövbe eden bir kul, rahmetin kapısından girerek hatalarından arınabilir.

2. Adaletin Kaçınılmazlığı: Hiçbir iyilik ya da kötülük karşılıksız kalmaz. Bu durum, insanları daha dikkatli ve bilinçli yaşamaya sevk eder.

3. Zalimlerin ve Mazlumların Durumu: Allah’ın adaleti, zalimleri yaptıkları haksızlıkların cezasıyla yüzleştirirken, mazlumlara rahmet eder ve onların hakkını iade eder.

4. Rahmet ve Adaletin Dengesi: Allah, kullarını cezalandırmak yerine onlara rahmetle muamele etmeyi tercih eder. Ancak, adaletin gereği olarak herkesin hak ettiği karşılığı da verir.

Rahmet ve Adaletten Nasıl Ders Alınır?

Allah’ın rahmeti ve adaleti, insanlara bir yaşam rehberi sunar. İnsan, bu sıfatları tefekkür ederek kendi hayatında adaletli ve merhametli bir tavır benimsemelidir. Başkalarına haksızlık etmemek, affedici olmak, iyilik yapmak ve Allah’ın emirlerine uymak bu derslerin bir yansımasıdır.

Peygamber Efendimiz (sav), Allah’ın rahmetinin büyüklüğünü şöyle ifade etmiştir:
“Allah, rahmetini yüz parçaya böldü. Bu parçadan bir tanesini dünya ehline indirdi. Onlar, birbirlerine olan merhametlerini bu bir parça rahmetten alırlar. Geri kalan doksan dokuz parça ise Allah katındadır.”

Sonuç

Allah’ın rahmeti ve adaleti, yaratılışın temel taşlarıdır. Rahmeti her şeyi kuşatırken, adaleti bu rahmeti anlamlandırır ve insanlara sorumluluklarını hatırlatır. İnsan, Allah’ın rahmetini umarak yaşamalı, ancak adaletinden korkarak da dünya hayatını dikkatle sürdürmelidir.

Bu dengeyi hayatında kurabilen kişi, hem dünyada hem de ahirette huzur bulur. Rabbimiz, bizleri rahmetine mazhar olan ve adaletin gereği olarak rızasına erişen kullarından eylesin.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

YAŞANACAK OLAN KIYAMETİN O DEHŞET ANI

YAŞANACAK OLAN KIYAMETİN O DEHŞET ANI

Kıyamet: Dehşet ve Hakikatin Günü

Kıyamet, Kur’an-ı Kerim’de sıkça üzerinde durulan, insanlık tarihi boyunca varlığına inanılan ve her bir insanın karşılaşacağı en büyük hakikattir. Bu gün, sadece dünyanın değil, aynı zamanda insanlığın da en büyük imtihanının gerçekleştiği bir gündür. Kıyametin tasviri, insanlara hem bir uyarı hem de bir ibret vesikasıdır.

Kıyametin Dehşet Anı

Kur’an-ı Kerim’de kıyametin o dehşet anı şu şekilde tasvir edilir:
“Yer, o dehşetli sarsıntıyla sarsıldığı zaman, içindeki ağırlıkları dışarı attığı zaman ve insan, ‘Ne oluyor buna?’ dediği zaman…” (Zilzal, 99/1-3).

Bu ayetler, yerin altüst olduğu, insanın aklını yitirecek kadar korktuğu ve her şeyin altüst olduğu bir günü gözler önüne serer. Dağlar un ufak olacak, denizler taşacak, gökler çatlayacak, her şey yok olup büyük bir sessizlik hâkim olacaktır. İnsanlar o gün, “Sarhoş gibi dolaşırlar. Oysa sarhoş değildirler; fakat Allah’ın azabı çok şiddetlidir” (Hac, 22/2).

Hesap Günü ve Korkunun Doruk Noktası

Kıyamet, sadece fiziksel bir felaket değil, aynı zamanda tüm insanların yaptıklarından hesaba çekileceği bir gündür. Herkes, amel defterinin açıldığı, sırların ortaya döküldüğü, tartının kurulduğu ve hakikatin tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı bu günde, yaptıklarıyla yüzleşir.

O gün, inkar edenler için büyük bir pişmanlık ve korku günüdür. Kur’an-ı Kerim, onların durumunu şöyle tasvir eder:
“O gün insan kaçar: kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün herkesin kendine yetecek bir derdi vardır.” (Abese, 80/34-37).

İnananlar İçin Bir Kurtuluş Günü

Kıyametin dehşeti büyük olsa da Allah’a iman eden, O’nun emirlerine uyan ve dünya hayatını O’nun rızasına uygun şekilde yaşayan kimseler için bu gün, bir kurtuluşun müjdesidir. Melekler, bu kimseleri rahmetle karşılayacak ve şöyle diyecektir:
“Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilen cennetle sevinin!” (Fussilet, 41/30).

Bu müjde, inananların dünya hayatındaki imanlarının ve salih amellerinin bir mükâfatıdır. O gün, onlar için korkunun değil, Allah’a kavuşmanın ve ebedî saadetin günü olacaktır.

Kıyametin İbretleri

Kıyamet, insanlık için bir uyarıdır. Bu büyük günün dehşeti, insanları dünya hayatında daha bilinçli yaşamaya, yaptıklarını ve söylediklerini dikkatle tartmaya teşvik eder. Kıyametle ilgili ibretler şunlardır:

1. Dünya Hayatının Geçiciliği: Dünya ve içindekiler, bir gün yok olacak. İnsan, ebedî saadeti hedef alarak yaşamalıdır.

2. Hesap Günü Gerçeği: İnsan, yaptığı her şeyin karşılığını alacaktır. Bu nedenle, salih amellerle amel defterini güzelleştirmelidir.

3. Allah’ın Kudreti: Kıyametin tasviri, Allah’ın her şeye kadir olduğunun bir göstergesidir. Bu da insanın O’na teslimiyetini artırmalıdır.

4. Hazırlıklı Olma Zorunluluğu: Her insan, kıyamet ve ahiret için hazırlık yapmalı, dünya hayatını ahiret kazancına vesile kılmalıdır.

Sonuç

Kıyamet, inananlar için bir uyarı, hazırlıklı olanlar için bir müjde, gaflet içinde olanlar için ise büyük bir felakettir. Bu büyük gün, insanın dünya hayatını nasıl değerlendirdiğinin ve Allah’a ne kadar bağlı olduğunun bir yansımasıdır.

İnsan, kıyametin dehşetini düşünerek hayatını yeniden gözden geçirmelidir. Zira o gün, her şeyin anlam kazandığı, adaletin tam olarak tecelli ettiği ve ebedî hayatın başladığı gündür. Rabbimiz, bizleri kıyamet gününde yüzü ak olan kullarından eylesin ve o günün dehşetinden muhafaza buyursun.

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

HAYA DAMARI ÇATLARSA…

HAYA DAMARI ÇATLARSA…

İnsan ruhunun en hassas ipliklerinden biri hayadır. Bir toplumu ayakta tutan, bireyleri kötülüklerden uzaklaştıran, kalpleri arındıran en değerli erdemlerden biridir. Ne var ki, haya damarı çatladığında, insanın içindeki o ulvi hisler silikleşir, kötülük normalleşir ve ahlaki çöküş kaçınılmaz hale gelir.

Hayanın Önemi

Haya, insana vicdanın fısıldadığı bir iç sestir. Yanlış yapıldığında yüz kızarması, gözlerin kaçması, dilin tutulmasıdır. Bizi hatadan alıkoyan, başkalarına ve kendimize karşı saygılı olmamızı sağlayan bir iç disiplindir. Hadiste, haya imanın bir parçası olarak görülmüş ve onu kaybedenlerin manevi anlamda büyük bir boşluğa düştüğü görülmüştür.

Haya Damarı Çatladığında Ne Olur?

Haya damarı çatlayan bir insan, önce küçük şeyleri normalleştirmeye başlar. Önceden utanç duyduğu bir davranış artık ona olağan gelir. Sonra o küçük şeyler büyür, bir yaşam tarzına dönüşür. İşte haya duygusunun kaybolmasıyla meydana gelen bazı olumsuz sonuçlar:

Ahlaki değerler aşınır: Yalan, aldatma, bencillik ve haksızlık sıradanlaşır.

Toplumsal bağlar zayıflar: İnsanlar birbirine karşı daha saygısız, umursamaz ve acımasız olur.

Merhamet azalır: Başkalarının duygularına duyarsızlaşan bireyler, kalplerindeki sevgi ve şefkati yitirir.

Kötülük yaygınlaşır: Günahlar aleni hale gelir ve bunlardan rahatsızlık duyanların sesi kısılır.

Tarih ve Günümüzden Dersler

Tarihte birçok toplum, haya duygusunu kaybettikçe bozulmuş ve sonunda yok olmuştur. Lüks ve sefahat içinde yaşayan toplumlar, önce ahlaki değerlerini kaybetmiş, sonra da çöküşe sürüklenmiştir. Günümüzde de benzer bir tehlike söz konusudur. Mahremiyetin ihlali, edep sınırlarının yok sayılması, haya duygusunun zayıfladığının işaretleridir.

Haya Nasıl Korunur?

Haya damarının çatlamaması için bireysel ve toplumsal çabalar gerekir.

1. İman ve ahlak eğitimi: Küçük yaşlardan itibaren haya bilinci aşılanmalıdır.

2. İyi örnekler seçmek: Ahlaklı, hayalı insanlarla birlikte olmak karakteri güçlendirir.

3. Mahremiyete dikkat etmek: Bireyler özel alanlarını koruyarak haya duygusunu besleyebilir.

4. Kendi iç muhasebemizi yapmak: Günlük hayatta sözlerimizi, davranışlarımızı gözden geçirerek haya duygumuzu koruyabiliriz.

Son Söz

Haya bir insanın en büyük ziynetidir. Onu kaybetmek, değerli bir mücevheri çamura atmak gibidir. Hayanın yok olduğu bir dünyada kötülük sıradanlaşır, iyilik küçümsenir. O halde, haya damarımızı diri tutalım ve vicdanımızın sesine kulak verelim. Çünkü haya gittiğinde, geriye sadece boşluk ve pişmanlık kalır…

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

ALLAH’IN ADALETİNİN KAPSAM ALANI, RAHMETİNİN KAPSAM ALANINDAN DAHA GENİŞ VE KAPSAMLIDIR.

ALLAH’IN ADALETİNİN KAPSAM ALANI, RAHMETİNİN KAPSAM ALANINDAN DAHA GENİŞ VE KAPSAMLIDIR.

Allah’ın Adaleti ve Rahmeti: Hangisi Daha Kapsamlıdır?

İnsan, hayata bakarken çoğu zaman ya Allah’ın rahmetini ya da adaletini merkeze alarak düşünür. Kimileri, Allah’ın sonsuz merhamet sahibi olduğunu ve her şeyi bağışlayacağını savunurken, kimileri de adaletin kaçınılmaz olduğunu ve herkesin yaptığıyla yüzleşeceğini söyler. Peki, Allah’ın adaletinin kapsamı mı daha geniştir, yoksa rahmetinin mi?

Bu sorunun cevabı, Allah’ın zatında çelişki değil, tam tersine mükemmel bir denge olduğunu gösterir. Ancak unutmamak gerekir ki, Allah’ın adaleti her şeyi kapsar ve O’nun rahmeti de bu adaletin içinde şekillenir.

1. Rahmetin Kapsamı: Allah’ın Sonsuz Merhameti

Allah, Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette kendisini Rahmân ve Rahîm olarak tanıtır. Bu, O’nun rahmetinin sınırsız olduğunu gösterir. Hatta öyle ki, bir hadiste şöyle buyrulur:

> “Allah’ın rahmeti, gazabını geçmiştir.” (Buhârî, Tevhid 22)

Bu, Allah’ın rahmetinin ne kadar büyük olduğunu gösteren bir işarettir. O, insanı yaratmış, ona rızık vermiş, hata yaptığında tövbe etme fırsatı tanımış ve ona cenneti vaat etmiştir. Eğer Allah’ın rahmeti olmasaydı, hiçbir insan kurtuluşa eremezdi.

Ancak rahmet, tek başına her şeyi belirlemez. Çünkü eğer yalnızca rahmet olsaydı, zalim ile mazlum aynı kefeye konulurdu. İşte burada adalet devreye girer.

2. Adaletin Kapsamı: Hak Edileni Vermek

Adalet, hak edene hakkını vermektir. Allah’ın adaleti, rahmetten daha geniştir çünkü sadece iyi kullarını değil, tüm varlıkları kapsar. Allah’ın adaletinin tecellisi şu şekillerde görülür:

Herkes yaptığının karşılığını görecektir.

Mazlumun hakkı zayi olmaz.

Zulmedenler, yaptıklarının hesabını verecektir.

Kur’an’da şöyle buyurulur:

> “Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim zerre kadar şer işlerse onu da görür.” (Zilzâl, 7-8)

Bu ayet, Allah’ın adaletinin hiçbir detayı atlamadığını gösterir. Eğer yalnızca rahmet geçerli olsaydı, kötülük yapanlar hiçbir karşılık görmezdi ve bu dünya kaosa sürüklenirdi. Ama Allah, hem rahmet sahibi hem de adalet sahibidir.

3. Adalet mi Önce Gelir, Rahmet mi?

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah’ın rahmeti, adaletine tabidir. Çünkü rahmet, bir lütuf; adalet ise bir zorunluluktur.

Örnek: Bir mahkemede bir katil düşünelim. Eğer hâkim, sırf merhametli olduğu için bu katili serbest bırakırsa, bu adaletsizlik olur. Ancak önce adalet sağlanır, sonra özel bir durum olursa merhamet devreye girer. İşte Allah’ın adaleti de böyledir. Önce hak yerini bulur, sonra dilerse rahmet eder.

Allah, merhametini istediğine verir ama adaletinden asla vazgeçmez. Çünkü eğer Allah’ın adaleti olmasaydı:

Firavun ve Musa aynı kefeye konurdu,

Habil ve Kabil eşit muamele görürdü,

İyilerle kötüler aynı sona ulaşırdı.

Ama Allah buyuruyor ki:

> “Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini iman edip salih amel işleyenlerle bir mi tutacağımızı sandılar? Hayatlarında ve ölümlerinde onlara eşit davranacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye, 21)

Sonuç: Allah’ın Adaleti Her Şeyi Kapsar

Allah’ın rahmeti elbette büyüktür, ancak rahmet adalete bağlıdır. Çünkü rahmet, sadece hak edene verildiğinde değer kazanır. Allah, merhamet edicidir ama adaletinden asla vazgeçmez. Bu yüzden Allah’ın adaleti rahmetinden daha geniştir; çünkü her şey onun kapsamındadır, rahmet ise sadece hak edenlere ulaşır.

Bu dünya bazen zalimlerin güç sahibi olduğu, mazlumların ezildiği bir yer gibi görünebilir. Ancak unutulmaması gereken şey şudur: Allah’ın adaleti mutlaka tecelli edecektir. Belki bugün değil, belki yarın değil… Ama sonunda herkes yaptığının karşılığını bulacaktır.

> “Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık yapmaz.” (Nisâ, 40)

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

NEFİS VE ŞEYTANIN ESARETİNDEKİ RUHLAR

NEFİS VE ŞEYTANIN ESARETİNDEKİ RUHLAR

Nefis ve Şeytanın Esaretindeki Ruhlar: Hakikate Uyanış

İnsanoğlu, yaratılışı gereği hem iyiliğe hem de kötülüğe meyyaldir. Allah (c.c.), insanı en güzel şekilde yaratmış ve ona doğru ile yanlışı ayırt edebilme yeteneği vermiştir. Ancak nefis ve şeytan, insanı Allah’ın yolundan saptırmak için sürekli vesvese verir. Nefsin isteklerine boyun eğen, şeytanın fısıltılarına kulak veren ruhlar, farkında olmadan bir esaret altına girer. Bu esaret, insanı dünyada gaflete, ahirette ise büyük bir pişmanlığa sürükler.

Nefis: İçimizdeki Sinsi Düşman

Nefis, insanın içinde taşıdığı en büyük imtihandır. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de nefsi üç mertebede anlatır:

1. Nefs-i Emmare (Kötülüğü Emreden Nefis): Bu nefis, insanı sürekli günaha ve kötülüğe sürükler. Allah’ı unutturan, insanı hırs, kibir, şehvet ve bencillikle dolduran bir nefsin esaretinde olan kişi, şeytanın oyuncağı hâline gelir. Yusuf (a.s.), nefsin tehlikesini şöyle ifade eder:

> “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis, Rabbimin merhamet ettiği hâller hariç, daima kötülüğü emreder.” (Yusuf, 12/53)

2. Nefs-i Levvame (Kendini Kınayan Nefis): Günah işlediğinde pişmanlık duyan, hata yaptığında vicdan azabı çeken nefsin seviyesidir. Bu mertebeye ulaşan insan, hatalarından dönmeye ve Allah’a yönelmeye başlar.

3. Nefs-i Mutmainne (Huzur Bulmuş Nefis): Bu mertebe, Allah’a teslim olan, dünya hırslarından arınmış ve sadece O’nun rızasını gözeten nefistir. Allah, böyle bir nefis için şöyle buyurur:

> “Ey huzura ermiş nefis! Razı edici ve razı olmuş olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 89/27-30)

Nefs-i emmareye boyun eğen kişi, dünyevi hazlar uğruna ahiretini unutur. Para, şöhret, makam ve zevkler onun gözünü kör eder. Dünya hayatı ona aldatıcı bir oyun gibi görünür, ancak gerçekte bu bir tuzaktır.

Şeytan: Ebedi Düşman

Şeytan, Allah’a isyan eden ve kıyamete kadar insanları saptırmak için mühlet verilen bir varlıktır. Kur’an’da şeytanın insanı nasıl kandırdığına dair birçok ayet vardır:

> “Şeytan, onlara hakim oldu da, kendilerine Allah’ı anmayı unutturdu. İşte onlar, şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar hüsrana uğrayacaklardır.” (Mücadele, 58/19)

Şeytan, insanın zayıf noktalarını çok iyi bilir ve ona göre vesvese verir:

Kibirli insana: “Sen herkesten üstünsün.”

Haset eden insana: “Onda var, sende neden yok?”

Şehvetine düşkün olana: “Hayat kısa, istediğini yap.”

Mal hırsına kapılana: “Daha fazlasını kazan, her şey senin olmalı.”

Şeytan, önce küçük günahları süsleyerek insanı kandırır. Küçük günahlar zamanla normalleşir ve büyük günahların kapısını açar. Kalbi kararan kişi, günah işlediği hâlde pişmanlık duymaz, hatta günahlarını savunmaya başlar.

Nefis ve Şeytanın Esaretindeki Ruhların Alametleri

1. Günahı Küçümsemek: Haram olan şeyleri normalleştirmek, kalbin katılaşmasına yol açar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Mümin, günahını üzerine düşecek bir dağ gibi görür. Fasık ise, günahını burnuna konup uçan bir sinek gibi görür.” (Buhari)

2. Dünya Sevgisine Kapılmak: Ahireti unutup sadece dünya nimetleri için yaşayan kişi, mal hırsına kapılır. Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle uyarmıştır:

> “Ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhari, Rikak 10)

3. Vicdanın Susması: Kişi, haram işlediğinde içini bir huzursuzluk kaplamıyorsa, kalbi mühürlenmeye başlamış demektir. Allah (c.c.), kalpleri katılaşanlar hakkında şöyle buyurur:

> “Hayır! Onların kazandıkları günahlar, kalplerini paslandırmıştır.” (Mutaffifin, 83/14)

4. Allah’ı Unutmak ve Namazı Terk Etmek: Namaz, şeytanın ve nefsin esaretinden kurtulmanın en büyük kalkanıdır. Ancak nefsin kölesi olan kişi, ibadetleri terk eder ve gaflete düşer.

Nefis ve Şeytanın Esaretinden Kurtulmanın Yolları

1. Tövbe ve İstiğfar: Günahlardan arınmak için samimi bir tövbe etmek gerekir. Rabbimiz, samimi tövbe edenleri affedeceğini müjdelemiştir:

> “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah’a dönün.” (Tahrim, 66/8)

2. Nefsi Terbiye Etmek: Açgözlülükten, kibirden, hasetten ve haram sevgisinden kurtulmak için nefsin arzularına karşı direnmek gerekir. Oruç, nefsi terbiye eden en büyük ibadetlerden biridir.

3. Allah’ı Çokça Anmak: Zikir, kalbi yumuşatır ve şeytanın vesveselerini uzaklaştırır. Allah (c.c.), şöyle buyurur:

> “Bilin ki kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28)

4. Salihlerle Beraber Olmak: Kötü çevre, insanı günaha sürükler. Salih insanlarla beraber olmak, imanımızı kuvvetlendirir.

5. Kur’an ve Hadisleri Okuyup Düşünmek: Kur’an, şeytanın ve nefsin tuzaklarını fark etmemizi sağlar. Peygamberimizin (s.a.v.) sünneti ise, nasıl yaşarsak Allah’ın rızasını kazanacağımızı gösterir.

Son Söz: Gerçek Özgürlük, Nefsine ve Şeytana Esir Olmamaktır

Gerçek özgürlük, nefsin ve şeytanın esaretinden kurtulup Allah’ın yoluna teslim olmaktır. Dünya hayatı gelip geçicidir; asıl kazanç, nefsine uymayan, şeytanın hilelerine kapılmayan ve Allah’ın rızasını gözeten kullar içindir.

Allah (c.c.), hepimizi nefsinin ve şeytanın kölesi olanlardan değil, yalnızca O’na kul olanlardan eylesin. Âmin.

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

TUSIAD’IN ŞAİBELİ VE SİCİLİ İLE İLGİLİ BELGE VE UYGULAMALARI

TUSIAD’IN ŞAİBELİ VE SİCİLİ İLE İLGİLİ BELGE VE UYGULAMALARI

TÜSİAD’ın Tartışmalı Geçmişi: Belgeler ve Uygulamalar Üzerinden Bir Değerlendirme

Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), 1971 yılında kurulduğundan bu yana Türkiye’nin ekonomik ve siyasi yapısında önemli bir aktör olmuştur. Ancak, kuruluşundan itibaren TÜSİAD, sadece ekonomik büyümeye odaklanan bir iş dünyası örgütü olarak değil, zaman zaman siyasi süreçlere müdahale eden, hükümetlerle gerilim yaşayan ve halk nezdinde güven kaybına uğrayan bir yapı olarak da gündeme gelmiştir. Bu makalede, TÜSİAD’ın tartışmalı geçmişine, çeşitli dönemlerdeki uygulamalarına ve ortaya çıkan belgeler ışığında nasıl bir pozisyon aldığına dair ibretlik ve düşündürücü olayları ele alacağız.

1. TÜSİAD ve 12 Eylül Darbesi: Sermaye ve Siyaset İlişkisi

1980 askeri darbesi, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısını kökten değiştiren bir dönüm noktası olmuştur. Darbe öncesinde iş dünyasının, özellikle de büyük sermaye sahiplerinin hükümet politikalarından duyduğu rahatsızlık biliniyordu. TÜSİAD, 1979 yılında dönemin Ecevit hükümetine karşı açıkça eleştirel bir tavır almış, gazetelere tam sayfa ilanlar vererek ekonomik krizden hükümeti sorumlu tutmuştu. Bu ilanlar, darbe sürecine giden yolu hızlandıran unsurlar arasında değerlendirilmiştir. 12 Eylül sonrasında ise TÜSİAD üyelerinin büyük çoğunluğu, darbenin getirdiği neoliberal ekonomik politikalar sayesinde servetlerini daha da artırmış, halk ise bu süreçte ağır bedeller ödemiştir.

2. 28 Şubat Süreci ve TÜSİAD’ın Rolü

1997’de yaşanan 28 Şubat süreci, askerlerin ve sivil toplum kuruluşlarının hükümet üzerinde baskı kurduğu postmodern bir darbe olarak tarihe geçmiştir. TÜSİAD, bu dönemde “laiklik ve demokrasi” vurgusuyla dönemin Refah Partisi liderliğindeki hükümete karşı açık bir tavır almıştır. TÜSİAD raporları ve açıklamaları, askerin müdahalesini meşrulaştıran söylemler arasında yer almış ve iş dünyasının hükümetin değişmesi yönündeki beklentisini ortaya koymuştur. Ancak, 28 Şubat sürecinin ardından Türkiye’de ekonomik krizler derinleşmiş, 2001’deki büyük krizle birlikte sermaye sahipleri krizi fırsata çevirirken, halk büyük mağduriyetler yaşamıştır.

3. 2001 Krizi ve IMF Politikalarına Destek

2001 ekonomik krizi, Türkiye’nin en büyük ekonomik buhranlarından biri olarak tarihe geçmiştir. Kriz sürecinde TÜSİAD, hükümetin IMF ile anlaşmalar yapmasını desteklemiş ve “kemer sıkma politikalarının” zorunlu olduğunu savunmuştur. Ancak bu politikalar, bankacılık sisteminde büyük bir tasfiye sürecine yol açarken, TÜSİAD üyesi büyük sermaye sahipleri kriz sonrası uygulanan özelleştirme politikaları sayesinde büyük kazanımlar elde etmiştir. TÜSİAD’ın o dönemdeki önerileri, halk için daha fazla işsizlik ve yoksulluk anlamına gelmiştir.

4. TÜSİAD ve 2013 Gezi Olayları

2013 yılında Gezi Parkı protestoları, Türkiye’nin en büyük kitlesel hareketlerinden biri olarak ortaya çıkmıştır. TÜSİAD, bu süreçte hükümeti eleştiren bir pozisyon almış ve toplumsal taleplerin dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. Ancak bu olaylar sırasında sermaye çevrelerinin bazı grupları finanse ettiğine dair iddialar ortaya atılmış, TÜSİAD’ın olaylara yaklaşımı iş dünyasında bölünmelere neden olmuştur. TÜSİAD, hükümet ile olan gerilimleri nedeniyle bir süre dışlanmış, ancak ilerleyen yıllarda ilişkilerini yeniden düzenlemiştir.

5. TÜSİAD’ın Günümüzdeki Konumu: Hangi Çıkarlar Öncelikli?

Bugün TÜSİAD, bir yandan demokrasiyi ve hukuk devletini savunduğunu söylerken, diğer yandan sermaye sahiplerinin çıkarlarını önceleyen bir politika izlemeye devam etmektedir. TÜSİAD’ın açıklamaları, çoğu zaman halkın gerçek ekonomik sorunlarından uzak, büyük sermaye sahiplerinin çıkarlarını koruma refleksiyle şekillenmektedir. Son yıllarda ekonomi politikalarına dair eleştirileri artmış olsa da, bu eleştirilerin ana motivasyonunun halkın refahı mı yoksa büyük şirketlerin kazançlarını artırma hedefi mi olduğu konusunda ciddi soru işaretleri bulunmaktadır.

Sonuç: İbretlik Bir Tablo

TÜSİAD’ın geçmişi incelendiğinde, ekonomik büyüme ve demokratikleşme söylemlerinin ötesinde, büyük sermayenin çıkarlarını koruma refleksiyle hareket eden bir yapı olduğu açıkça görülmektedir. TÜSİAD, askeri darbelerden ekonomik krizlere, hükümet değişikliklerinden toplumsal hareketlere kadar birçok süreçte aktif rol oynamış ve genellikle sermaye sahiplerinin lehine pozisyon almıştır. Bu durum, halkın gözünde TÜSİAD’ın güvenilirliğini zaman zaman sorgulanan bir noktaya taşımıştır.

Tarih bize gösteriyor ki, ekonomik ve siyasi süreçlerde belirleyici olan yalnızca hükümetler değil, aynı zamanda büyük sermaye gruplarıdır. TÜSİAD gibi yapılar, kendi çıkarlarını önceliklendirirken, halkın gerçek sorunlarına ne kadar duyarlı oldukları sorusu hep gündemde kalacaktır. Bu yüzden, TÜSİAD’ın geçmişi, sadece bir iş dünyası örgütünün değil, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik dengelerinin nasıl şekillendiğini anlamak açısından da dikkatle incelenmesi gereken bir örnek sunmaktadır.

@@@@@@@

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras, Olağan Genel Kurulu’ndaki siyasi mesajlarla dolu konuşmasının ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2021 yılında İlim Yayma Vakfı tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlen programdaki TÜSİAD ile ilgili ifadeleri yeniden gündem oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 yıl önceki konuşmasında, “Ey TÜSİAD ve yavruları sizin tek göreviniz var, yatırım, istihdam ve büyüme. Kalkıp da hükümete saldırmanın yollarını aramayın bizimle mücadele edemezsiniz. Sizin cinsinizi de cibilliyetinizi de iyi biliyoruz.” sözlerini sarf etmişti.

https://www.yenisafak.com/video-galeri/gundem/cumhurbaskani-erdoganin-2021-yilindaki-tusiad-konusmasi-yeniden-gundem-oldu-4676970
@@@@@@@@

Bak.
https://www.facebook.com/share/1D7ub4gxiJ/

Bak:
https://www.google.com/search?q=cumhurba%C5%9Fkaninin+tusiad+ile+ilgili+konu%C5%9Fmas%C4%B1&oq=cumhurba%C5%9Fkaninin+tusiad+ile+ilgil&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUqBwgCECEYoAEyBggAEEUYOTIHCAEQIRigATIHCAIQIRigATIHCAMQIRigATIHCAQQIRigAdIBCTIxODkzajBqNKgCDrACAfEFfZIi1C3RqhI&client=ms-android-samsung-trvo1&sourceid=chrome-mobile&ie=UTF-8

Loading

No ResponsesŞubat 14th, 2025

VEN NAZİATİ ĞARKEN AYETINDE BELİRTİLEN KİŞİNİN ÖLÜM HALİ

VEN NAZİATİ ĞARKEN AYETINDE BELİRTİLEN KİŞİNİN ÖLÜM HALİ

“Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ”: Günahkâr Ruhun Azap Dolu Çıkışı

“وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا” (Nâziât, 79/1) ayetinde Allah Teâlâ, ruhu şiddetle ve zorlukla çekip alan meleklerden bahsetmektedir. Bu ayet, inkar eden, isyanda ısrar eden ve Allah’ın rızasına aykırı bir hayat süren kimselerin ölüm anındaki acı dolu hâlini tasvir eder. Ruhları, bedenlerinden âdeta çekilip koparılırken, bu kişiler büyük bir korku ve pişmanlık içinde olur.

Ölüm: İnkar Edenlerin Korkulu Gerçeği

Dünya hayatı, insana ebedî bir imtihan olarak verilmiştir. Bu hayat, Allah’a kulluk etmek, O’nun rızasına uygun bir yaşam sürmek için bir fırsattır. Ancak inkar eden ve dünya hayatının aldatıcı süsüne aldananlar, bu fırsatı heba ederler. İşte “Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ” ayeti, böyle kimselerin ölüm anında karşılaştıkları zorlukları ve ruhlarının melekler tarafından şiddetle çekilip alınışını anlatır.

Ruhun Azap Dolu Çıkışı

Ayette geçen “Nâzi’ât”, insanın ruhunu zorla ve acı vererek çeken meleklerdir. Bu durum, günahkâr ve isyankâr ruhların dünya hayatında sergiledikleri kötü davranışların bir sonucu olarak yaşanır. Allah’a iman etmeyen ve ahiret gerçeğini inkâr eden bu kimseler, ölüm anında korku ve dehşet içinde kalırlar. Ruhları, âdeta bir dikenli dalın içinden çekilircesine bedenlerinden koparılır. Bu şiddet, onların dünya hayatında işledikleri kötülüklerin bir yansımasıdır.

Peygamber Efendimiz (sav), inkar edenlerin ölüm anını şöyle tarif etmiştir:
“İnkar edenin ruhu, dikenlerle dolu yaş bir dalın içinden çıkar gibi alınır. Bu esnada damarlar ve sinirler koparcasına acı çeker.”

Günahkârların Pişmanlığı

“Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ” ayeti, aynı zamanda inkar edenlerin ölüm anında yaşadıkları pişmanlığı da hatırlatır. Dünya hayatında Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları için geri dönüşü olmayan bir sona ulaşırlar. Ancak bu pişmanlık, artık fayda sağlamaz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Sonunda onlardan birine ölüm gelince, ‘Rabbim, beni geri döndür! Belki terk ettiğim salih amelleri işlerim’ der. Hayır! Bu, onun söylediği boş bir sözden ibarettir.” (Müminun, 23/99-100).

İbretler ve Dersler

Bu ayet, insanlara dünya hayatında nasıl bir yaşam sürmeleri gerektiği konusunda önemli mesajlar verir. Çıkarmamız gereken ibretler şunlardır:

1. Dünya Hayatının Geçici Olduğu: İnsan, dünya hayatını ebedî sanıp kendini aldatmamalıdır. Gerçek hayat, ahiret yurdudur.

2. İsyanın ve Günahın Bedeli: Allah’ın emirlerine sırt çeviren ve ahireti unutan kimseler, ölüm anında büyük bir pişmanlık ve acı çekerler.

3. Hesap Günü Gerçeği: İnsan, dünyada yaptıklarından mutlaka sorguya çekilecektir. Bu sebeple her an, Allah’ın huzurunda hesap vereceğimiz bilinciyle yaşamalıyız.

4. Rahmet ve Azap Arasında Tercih: Allah, kullarını hem rahmetiyle hem de adaletiyle kuşatmıştır. İnsan, kendi seçimleriyle ya rahmeti ya da azabı hak eder.

Sonuç

“Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ” ayeti, inkar edenlerin ölüm anındaki zorluğunu ve ruhlarının azap içinde çekilip alınışını tasvir ederek insanlara uyarıda bulunur. Bu ayet, ölüm gerçeğini ciddiyetle düşünmeye ve hayatı Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde yaşamaya teşvik eder.

İnsan, dünya hayatında her anını ahireti düşünerek değerlendirmeli ve kendisini Allah’ın huzuruna yüz akıyla çıkaracak bir hayat sürmelidir. Zira ölüm, kişinin dünya hayatındaki tercihlerinin bir yansımasıdır. “Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ” ayetinde tasvir edilen acı dolu ölümden kurtulmanın yolu, Allah’a iman etmek, O’nun emirlerini yerine getirmek ve insanlara karşı adil ve merhametli olmaktan geçer.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 13th, 2025

İSLAM DÜNYASINDA UYANAN O RUH

İSLAM DÜNYASINDA UYANAN O RUH

İslam Dünyasında Uyanan O Ruh

Tarih, dalgalar gibi yükselen ve alçalan medeniyetlerin hikâyesidir. İslam dünyası da bir zamanlar bilginin, adaletin, ahlakın ve insanlığın kalesiydi. Ancak uzun süredir uykuya dalmış, kendini unutmuş, köklerinden kopmuş bir haldeydi. Fakat tarihin akışı değişmek üzere… Çünkü bir ruh uyanıyor. İslam dünyasında uyanan o ruh, zulme boyun eğmeyen, adaleti yeniden inşa eden ve hakkı savunan ruhtur.

Bu makalede, İslam dünyasında uyanışın belirtilerini, nedenlerini ve geleceğini ele alacağız.

1. Uyanışın Belirtileri: Sessizliğin Bozulduğu An

Uyuyan bir toplum, olan biteni seyreden bir toplumdur. Fakat artık İslam dünyasında sadece seyreden değil, sorgulayan, direnen, yeniden inşa eden bir nesil yetişiyor.

Bilgiye ve bilince dönüş: Geçmişte ilim ve hikmet merkezi olan Müslüman toplumlar, tekrar bilgiye yönelmeye başladı. Bugün İslam dünyasında genç nesil, tarihini, dinini ve dünyayı daha bilinçli bir şekilde okuyor.

Korkunun yerini cesaretin alması: Yıllardır baskı altında susturulan toplumlar, artık seslerini yükseltiyor. Haksızlığa karşı duran, zulme direnen ve adalet isteyen insanlar çoğalıyor.

İslam’ın gerçek yüzüne dönüş: İslam, yalnızca ibadetlerden ibaret değildir. Adalet, merhamet, ilim ve özgürlük dini olan İslam, yeniden bu yönüyle keşfedilmeye başlandı. İslam’ı bir doğma olarak değil, yaşanması gereken bir hakikat olarak görenler artıyor.

Ümmet bilincinin yeniden doğuşu: Farklı mezhepler, milletler ve coğrafyalar arasındaki yapay ayrılıklar yıkılıyor. Müslümanlar arasında birlik ve kardeşlik ruhu yeniden filizleniyor.

2. Uyanışın Sebepleri: Hangi Güç Bizi Uyandırdı?

Bir ruhun uyanması, acı, zulüm ve haksızlıkla karşı karşıya geldiğinde başlar. Bugün İslam dünyasında uyanışın en büyük sebeplerinden bazıları şunlardır:

Zulüm ve adaletsizlik: Zulüm, insanların gözlerini açan en büyük derstir. İşgaller, sömürüler, savaşlar ve adaletsizlikler, Müslümanları daha bilinçli hale getirdi. Artık boyun eğmek yerine, mücadele etme iradesi güçleniyor.

Batı’nın çöküş sinyalleri: Yüzyıllardır dünyaya hükmeden Batı, artık eskisi kadar güçlü değil. Kendi iç çelişkileri, ekonomik krizleri ve kültürel çözülmeleri, Müslümanlara alternatif bir yol arama fırsatı sundu.

Teknolojinin bilinç uyandırması: İnternet ve sosyal medya, Müslümanların dünyadaki zulmü görmesini sağladı. Bilgiye erişim kolaylaştı ve hakikatin üzerini örten perdeler birer birer kalktı.

Genç neslin değişimi: Geçmiş nesillerin içine kapanıklığı ve korkularını taşıyan Müslüman gençler, bugün daha cesur, daha bilinçli ve daha aktif. Onlar, sadece seyreden değil, harekete geçen bir nesil olma yolunda ilerliyor.

3. Geleceğin İnşası: Bu Ruh Bizi Nereye Götürecek?

Uyanan bir ruh, sadece farkında olmakla kalmaz, aynı zamanda harekete geçer. Peki, bu uyanışın sonucu ne olacak?

İslam dünyasında ilmin yeniden yükselişi: Artık Müslüman toplumlar, tekrar bilim, teknoloji ve düşünce üretmeye başlıyor. Üniversitelerde, araştırma merkezlerinde, düşünce kuruluşlarında İslam dünyasının sesi giderek yükseliyor.

Adaletin yeniden inşası: İslam, zulme rıza göstermez. Uyanan Müslümanlar, adaleti savunan bir ümmet olmanın bilinciyle hareket ediyor.

Ekonomik ve siyasi bağımsızlık: Müslüman ülkeler, ekonomik ve siyasi olarak Batı’ya bağımlı olmaktan çıkıp kendi güçlerini inşa etmeye çalışıyor. Kendi sanayisini, kendi ekonomisini ve kendi kültürünü inşa eden bir İslam dünyası yükseliyor.

Ümmetin yeniden birleşmesi: Irkçılık, mezhepçilik ve bölücülük duvarları yıkılıyor. Müslümanlar, tekrar “tek bir beden” olma bilinciyle hareket etmeye başlıyor.

Sonuç: Ruh Uyandı, Artık Dönüş Yok!

İslam dünyasında uyanış başladı. Artık korku, sessizlik ve teslimiyet devri geride kalıyor. Bu ruh, bilinçle, cesaretle ve adaletle yoluna devam edecek. Ancak bu uyanışın tam anlamıyla bir dirilişe dönüşmesi için herkesin bilgiye, mücadeleye ve kardeşliğe sahip çıkması gerekiyor.

Şimdi soru şu: Bu uyanışa katkı sağlayanlardan mı olacağız, yoksa tekrar uykuya dalmayı mı tercih edeceğiz?

Loading

No ResponsesŞubat 13th, 2025

HAYATTAKİ KİRLİKLİKLER ÖNCE DÜŞÜNCENİN KİRLENMESİYLE BAŞLAR

HAYATTAKİ KİRLİKLİKLER ÖNCE DÜŞÜNCENİN KİRLENMESİYLE BAŞLAR

Düşüncenin Kirlenmesi ve Hayattaki Kirlilikler: İslami ve İbretlik Bir Bakış

İnsan, Allah’ın yarattığı en şerefli varlık (eşref-i mahlûkat) olarak dünyaya gönderilmiştir. Ancak insanın şerefli olması, onun aklı ve düşünme kabiliyeti ile doğrudan bağlantılıdır. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette akletmek, düşünmek ve tefekkür etmek teşvik edilmiştir. Çünkü insanın kalbi ve zihni temiz oldukça, amelleri de temiz olur. Ancak düşüncenin kirlenmesi, zamanla amellere ve toplumsal yozlaşmaya sebep olur.

Düşüncenin Kirlenmesi Nasıl Başlar?

İnsanın zihni, tıpkı bir bahçe gibidir. Ona ne ekilirse, zamanla o yeşerir ve meyve verir. Eğer bu bahçeye güzel fikirler, ahlaki prensipler ve doğru inançlar ekilirse, insanın davranışları da güzel olur. Ancak bu bahçeye fesat, kin, nefret ve kötü düşünceler ekilirse, zamanla bireyin kalbi kararır ve topluma da zarar vermeye başlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır; eğer o iyi olursa bütün vücut iyi olur, eğer o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o, kalptir.” (Buhari, Müslim) buyurarak, insanın iç dünyasının dış dünyasını nasıl şekillendirdiğine işaret etmiştir.

Düşüncenin Kirlenmesinin Sonuçları

1. Bireysel Yozlaşma: Kötü düşünceler önce bireyin kendi iç dünyasında bozulmalara yol açar. Haset, kibir, öfke ve nefret gibi duygular kalbi kirletir ve zamanla insana yanlış davranışlar yaptırır.

2. Ahlaki Çöküş: Düşüncenin kirlenmesi, insanın ahlaki değerlerini aşındırır. Yalan, hile, gıybet gibi günahlar normalleşir ve bireyin ruhu kararmaya başlar.

3. Toplumsal Kirlilik: Bireylerin iç dünyasındaki bozulma, zamanla topluma sirayet eder. Rüşvet, adaletsizlik, sömürü, israf ve ahlaki dejenerasyon gibi sorunlar, aslında bireylerin düşünce dünyalarındaki bozulmanın yansımasıdır.

Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz ki Allah, bir kavim kendi içinde olanı değiştirmedikçe onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11) buyrularak, değişimin önce bireyin iç dünyasında başlaması gerektiği vurgulanmıştır.

Çözüm: Düşüncenin Arınması

Düşünceyi temiz tutmak, İslam’ın üzerinde önemle durduğu bir konudur. Bunun için şu hususlara dikkat etmek gerekir:

1. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı sürekli anmak ve yaratılış üzerine düşünmek, insanın iç dünyasını temizler. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28) ayeti, bunun önemini vurgular.

2. İyi İnsanlarla Birliktelik: Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kişi dostunun dini üzeredir. O hâlde kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin.” (Ebu Davud, Tirmizi) buyurarak, çevrenin insanın düşüncelerini etkilediğine işaret etmiştir.

3. Helal Lokma: İnsanın yediği gıdalar bile düşüncelerini etkiler. Helal ve temiz lokma, ruhu besler ve düşünceleri berraklaştırır.

4. Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık: Kur’an okumak ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadislerine uymak, zihni ve kalbi arındırır.

Sonuç

Düşünce, insanın en büyük sermayesidir. Eğer düşüncelerimiz temiz olursa, hayatımız da temiz olur. Ancak düşünceler kirlenirse, bu kirlilik önce bireyin kalbinde, sonra amellerinde ve en sonunda toplumda kendini gösterir. Bu yüzden Müslüman, zihnini ve kalbini sürekli temiz tutmalı, kötü düşüncelerden arınarak ahlaki güzellikleri hayatına hâkim kılmalıdır. Çünkü gerçek temizlik, önce kalpte ve düşüncede başlar.

Allah bizleri, kalbini ve düşüncelerini temiz tutan salih kullarından eylesin. Amin.

 

Loading

No ResponsesŞubat 13th, 2025

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR . -2-

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR . -2-

### Dünya: Kendini Bilmenin, Bulmanın ve Olmanın İmtihan Sahnesi
Dünya, insanın kendini tanıma, anlamlandırma ve gerçek benliğine ulaşma yolculuğunda bir imtihan sahasıdır. İslam’a göre bu yolculuk, sadece biyolojik bir varlık olmanın ötesinde, ruhun ve kalbin terbiyesini gerektirir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kim nefsini tanırsa Rabbini tanır” hadisi, bu hakikatin temelini oluşturur. Peki insan, bu dünyada kendini nasıl “bilir”, “bulur” ve “olur”? İşte İslami perspektiften ibret ve tefekkürle dolu bir cevap…

#### 1. **Nefsini Bilmek: İlahi Bir Farz**
İslam, insanın kendini tanımasını farz-ı ayn olarak niteler. Modern psikolojinin aksine, insanı sadece biyolojik ve sosyal bir varlık olarak görmek, onun özünü unutmasına yol açar. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’ı unutan ve bu yüzden kendilerini unutturanlar” ifadesi, bu tehlikeyi hatırlatır. Nefsini bilmek, kalpteki hastalıkların (kibir, haset, bencillik) farkına varmak ve bunları tedavi etmekle mümkündür. Her Müslüman, kendi nefsinin psikoloğu olmalı; zira bu, Allah’a yakınlaşmanın ilk adımıdır.

**İbret:** İnsan, kibrini fark ettiğinde tevazuya, hasedini gördüğünde şükre ulaşır. Bu farkındalık, imanın nurudur.

#### 2. **Kendini Bulmak: Mensubiyet ve Anlam Arayışı**
Kendini bulmak, yalnızca içe dönük bir süreç değil; köklerle, toplumla ve Allah’la kurulan bağın keşfidir. Tasavvufta dünya, “yakın hayat” (el-hayâtü’d-dünyâ) olarak tanımlanır; geçici süslerle aldanmamak, kalıcı olanı aramak esastır. Ayette buyrulduğu üzere, “Dünya hayatı aldatıcı bir metadan ibarettir” (Âl-i İmrân, 3:185). Gerçek benliğe ulaşmak, bu aldanışı fark edip ahiret odaklı bir bilinç geliştirmekle mümkündür.

**Düşündürücü Soru:** Maskelerimizle yaşadığımız bir hayat, bizi ne kadar “kendimiz” yapar?

#### 3. **Kendin Olmak: Sorumluluk ve Fedakârlık**
Kendini bilen ve bulan insan, artık “olma” sorumluluğunu taşır. İslam’da “faydalı insan” olmak, Peygamber’in (s.a.v.) “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” emrinin gereğidir. Dünya, bireysel çıkarların değil; adaletin, merhametin ve fedakârlığın hâkim olduğu bir yer olmalıdır. Modern dünyanın benmerkezci değerleri, insanı yalnızlaştırırken; İslam, toplumsal dayanışmayı ve kardeşliği öne çıkarır.

**Örnek:** Hz. Ömer’in (r.a.) adaleti, sadece bir yönetici olarak değil; nefsini terbiye eden bir mümin olarak “kendini bilmesi”nden kaynaklanıyordu.

#### 4. **Dünya-Ahiret Dengesi: Geçici Olanla Kalıcı Olanın Terazisi**
Kur’an, dünya hayatını “yağmurla yeşerip sonra kuruyan bitkiye” benzetir (Yûnus, 10:24). Bu metafor, insana şu soruyu sordurur: “Geçici süsler peşinde koşarken, kalıcı eserler bırakabiliyor muyum?” İslam, dünyayı kötülemez; ancak onu ahiretin gölgesinde anlamlandırır. “Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de iyilik ver” duası (Bakara, 2:201), bu dengeyi sağlamanın rehberidir.

**Tefekkür:** Bir gülün ömrü kısadır, ama kokusu kalıcıdır. İnsanın dünyadaki amelleri de böyledir.

#### 5. **Toplumsal Ayna: Başkalarında Kendini Görmek**
Kendini bulmak, yalnızca manevi bir yolculuk değil; toplumla etkileşimle şekillenen bir süreçtir. Hadis-i şerifte, “Mümin, başkası için istediğini kendisi için isteyendir” buyrulur. İnsan, başkalarının ihtiyaçlarına cevap verirken kendi benliğini inşa eder.

**İbretli Hikâye:** Mevlânâ’nın “Sen göründüğün şey değilsin; sen, aynalarda gördüğün yansımasın” sözü, insanın toplumdaki rolünü hatırlatır.

### Sonuç: Dünya Bir Aynadır; Kendini Görebilenler İçin…
Dünya, insanın kendini tanıma, bulma ve olma sınavıdır. Bu sınavda başarı, nefsin farkındalığından, toplumsal sorumluluktan ve ahiret bilincinden geçer. Unutmamak gerekir: “Allah, bir toplumu değiştirmez, onlar kendilerini değiştirmedikçe” (Ra’d, 13:11). Kendini bilen, bulan ve “kendisi olan” insanların inşa ettiği bir dünya, ancak adalet, merhamet ve tevazu ile ayakta kalabilir.

**Dua ve Çağrı:** Rabbimiz! Bizi nefsimizi bilen, hakikati bulan ve kulluk bilinciyle “kendisi olan”lardan eyle. Âmin.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 13th, 2025

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR .-1-

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR .-1-

Dünya: Herkesin Kendini Bildiği, Bulduğu ve Kendi Olduğu Bir Yer

Dünya, insanın hakikat yolculuğunu yaptığı, kendini tanıdığı ve varoluş gayesini keşfettiği bir imtihan yeridir. Her insan, bu dünyada kendi fıtratı, seçimleri ve niyetleri doğrultusunda bir yol çizer. Kimi hakikati bulur, kimi kendisini kaybeder. Ancak herkes, sonuçta kendi yaptıklarıyla şekillenir ve kendi gerçeğini yaşar.

Bu açıdan, İslam’ın bakış açısıyla dünya, bir tarla gibidir: İnsan, burada ne ekerse ahirette onu biçer. “Dünya herkesin kendisini bildiği, bulduğu ve kendisi olduğu bir yerdir” sözü, aslında insanın kendi özünü keşfetmesinin, fıtratına uygun bir hayat sürmesinin ve seçimlerinin sonucuyla yüzleşmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatır.

Kendini Bilmek: İnsan Nefsinin Farkında Olmalı

İslam, insanın önce kendisini tanımasını, nefsini bilmesini ve Rabbine yönelmesini öğütler. “Kendini bilen, Rabbini bilir” (Hadis-i Şerif) sözü, insanın hakikat yolculuğunun önce kendi iç dünyasını tanımaktan geçtiğini gösterir.

Kur’an’da Yüce Allah şöyle buyurur:

“Biz ona (insana) iki yolu göstermedik mi?” (Beled, 90:10)

Bu ayet, insanın dünya hayatında kendi seçimleriyle yolunu belirleyeceğini ve sonuçlarına katlanacağını anlatır. İnsan, ya nefsinin esiri olur ve kaybolur ya da hakikati arar ve özünü bulur.

Dünya, insanın kendini tanıdığı bir yerdir. Kimi mal ve mülk hırsıyla yanılır, kimi şöhret ve makam peşinde ömrünü tüketir. Ancak gerçekten “kendini bilen” kişi, faniliğini kavrar ve bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu idrak eder.

Kendini Bulmak: Hakikati Keşfetmek

Her insan, bu dünyada bir arayış içindedir. Kimileri doğru yolu bulur, kimileri gaflette kalır. Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kim hidayeti seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi zararına sapmış olur.” (İsra, 17:15)

Bu ayet, insanın yaptığı seçimlerin kendi kaderini belirlediğini vurgular. İnsan, dünyada hakikati arayıp bulanlardan mı olacak, yoksa nefsine uyup kaybolanlardan mı? İşte dünya, herkesin bu sorunun cevabını verdiği yerdir.

Gerçek anlamda “kendini bulan” insan, Allah’ın rızasını arayan insandır. Kur’an’da Allah, kendisini arayanlara şu müjdeyi verir:

“Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2:152)

Bu, insanın dünya hayatındaki en büyük keşfidir: Rabbini bulmak, O’na yönelmek ve bu fani hayatta ebedi saadeti kazanmak.

Kendisi Olmak: İnsan Kendi Seçimlerini Yaşar

Dünya, insanın kendisini gerçekleştirdiği bir yerdir. Her insan, seçimleriyle kendi kimliğini oluşturur. Kimisi adaletli olur, kimisi zalimleşir. Kimisi imanla yaşar, kimisi gaflet içinde ömrünü tüketir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzal, 99:7-8)

Aslında kendini görür, kendini bilir ve kendi olur.

Bu ayet, insanın dünyada yaptığı her şeyin kaydedildiğini ve sonunda karşısına çıkacağını gösterir. Her insan, bu dünyada yaptığı seçimlerle kendi ahiretini inşa eder.

Gerçek anlamda “kendisi olmak”, insanın fıtratına uygun yaşamasıdır. Allah insanı tertemiz bir fıtrat üzere yaratmıştır. Ancak dünya, insanın bu fıtratı koruyup koruyamayacağını test ettiği bir yerdir.

Sonuç: Dünya Bir Ayna Gibidir

Dünya, herkesin kendisini bildiği, bulduğu ve kendisi olduğu bir yerdir. Her insan, burada kendi hakikatini yaşar. Kim Allah’a yönelirse, huzuru bulur. Kim nefsine uyarsa, kaybolur.

Bu dünya bir ayna gibidir: İçimizdekini yansıtır. Kötülük tohumu eken, kötülükle karşılaşır. İyilik tohumu eken, iyilikle karşılaşır.

O halde insan, dünyaya neden geldiğini, ne yapmak istediğini ve bu hayatı nasıl geçirdiğini sorgulamalıdır. Çünkü herkes, burada kendi yolunu çizer ve ahirette de kendi çizdiği yolun karşılığını bulur.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 13th, 2025