İNSANLAR NEDEN ÖLECEKLERİNİ DÜŞÜNMÜYORLAR?
İNSANLAR NEDEN ÖLECEKLERİNİ DÜŞÜNMÜYORLAR? YOKSA ÖLMEYECEKLER Mİ? BAŞLARINA GELECEKLERİNİ BİLDİKLERİNDEN Mİ? BİLMEYİNCE GELMEYECEK Mİ?
Ölümü Unutmak: İnsan Neden Öleceğini Düşünmez?
İnsan, varoluşun en büyük gerçeği olan ölümü çoğu zaman düşünmez ya da düşünmek istemez. Günlük telaşeler, hayaller ve dünya meşguliyetleri içinde ölüm, sanki çok uzak bir ihtimal gibi düşünülür. Oysa her insanın kaçınılmaz sonu ölümdür ve ölüm her an gelebilir. Peki, insanlar neden öleceklerini düşünmezler? Ölümü unutmak bir bilinçsizliğin sonucu mudur, yoksa bilinçli bir kaçış mı?
Ölümü düşünmemek, insan yapısının bir parçasıdır. Beyin, insanı hayatta tutmak için sürekli olarak umut ve gelecek beklentisi üretir. Eğer insanlar her an öleceklerini düşünerek yaşasalardı, hayatın anlamı kaybolur ve korku içinde bir varoluş sürerlerdi. Bu nedenle, insan zihni bir savunma mekanizması geliştirerek ölümü gündemden uzaklaştırır.
Ancak ölümü düşünmemek, onu değiştirmez. Ölüm, kaçınılmaz bir gerçektir ve zamanı geldiğinde herkesin kapısını çalar. Asıl soru, insanın bu gerçeğe nasıl hazırlandığıdır. Kimi insanlar ölümü düşünmeyi bir korku kaynağı olarak görüp ondan kaçarken, bazıları da ölümü hatırlamanın hayatlarını daha anlamlı kıldığına inanır. Ölümü unutanlar, dünya nimetleriyle kendilerini oyalarken, onu hatırlayanlar hayatın geçiciliğini fark eder ve ona göre yaşarlar.
Ölümden kaçmanın bir diğer sebebi, insanın geleceğe dair kesinlik arayışıdır. İnsan, başına ne geleceğini bilmediği sürece, ölümün uzak bir ihtimal olduğunu varsayar. Ancak ölüm, bilinmezlik perdesinin ardında bekleyen kesin bir sondur. Onu düşünmek, insanı derin bir sorgulamaya iter: “Hayatımı nasıl geçiriyorum?”, “Ölümden sonra ne olacak?”, “Ölmeden önce neler yapmalıyım?”
Belki de asıl mesele, ölümü düşünmekten kaçmak değil, ölümü anlamlandırmaktır. Ölümü kabullenmek, onu bir son olarak değil, yeni bir başlangıç olarak görmek, insanı huzura ulaştırabilir. Ölüm, her an gelebilecek bir gerçek olduğu için, insanın onu hatırlayarak hayatına yön vermesi gerekir. Hayatı anlamlı kılmak, ölümü unutmamakla mümkündür.
Sonuç olarak, insanlar ölümü düşünmekten kaçınarak ondan korunabileceklerini sanırlar. Oysa ölüm, hatırlanmasa da unutulmasa da gelecektir. Mesele, ölümün gelip gelmeyeceği değil, insanın ona ne kadar hazır olduğudur. Ölümü unutmak yerine, onu bir öğretmen olarak görmek, hayatı daha bilinçli ve anlamlı yaşamanın anahtarı olabilir.
@@@@@@@
### İnsanlar Neden Ölümü Düşünmüyor?
“İnsanlar neden öleceklerini düşünmüyorlar?” Bu soru, basit bir merakın ötesinde, insan ruhunun en derin kuytularına dokunan bir sızı barındırır. Yoksa ölmeyecekler mi? Başlarına gelecekleri bildiklerinden mi suskunlar? Bilmezlerse, ölüm kapılarını çalmayacak mı? Bu sorular, hayatın en kesin gerçeğiyle, ölümle yüzleşmekten kaçınan insanlığın trajik hikâyesini gözler önüne seriyor. Peki, bu kaçış nereden geliyor ve nereye varıyor?
#### Ölüm: Görünmez Gerçek
Her insan, doğduğu anda ölümüyle birlikte bir yolculuğa başlar. Bu, evrensel bir kanundur: “Her nefis ölümü tadacaktır.” Buna rağmen, ölüm, günlük hayatın telaşında bir gölge gibi sessizce takip ederken, insanlar ona sırtını dönmeyi tercih ediyor. Sabah uyanıp işe giden, akşam evine dönen, geleceğe dair planlar kuran insan, sanki sonsuz bir zaman diliminde yaşıyormuş gibi davranıyor. Oysa saatler, dakikalar, hatta nefesler, bir sona doğru akıyor. Bu inkâr, bilerek mi, yoksa bilmeyerek mi?
Belki de insanlar, ölümü düşünmenin ağırlığından kaçıyor. Ölüm, insana acizliğini, faniliğini ve kontrol edemediği bir hakikati hatırlatır. Modern dünya, bu hatırlatmayı susturmak için her şeyi yapmış gibi görünüyor: Eğlence, teknoloji, tüketim… Hepsi, insanın gözünü o kaçınılmaz sondan uzaklaştırmak için bir perde. Ama perde ne kadar kalın olursa olsun, ölüm bir gün o perdeyi yırtıp geçecek. Bilmek ya da bilmemek, bu gerçeği değiştirmeyecek.
#### Bilmek mi, Bilmemek mi?
“Başlarına geleceklerini bildikleri için mi?” sorusu, ilginç bir tezat barındırıyor. İnsan, ölümü bilir; bu, aklıyla kavradığı bir bilgidir. Çocukluktan itibaren çevresinde ölümler görür, mezarlıklar geçer, sevdiklerini toprağa verir. Ama bu bilgi, kalbe inmediğinde bir yabancı gibi kalır. Bilmek, sadece zihinsel bir farkındalıkla sınırlıysa, insan hayatını “sonsuz” bir yanılmayla sürdürebilir. Ölüm, “bir gün” gelecek bir misafir gibi görülür; oysa her an kapıyı çalabilir.
“Bilmezlerse gelmeyecek mi?” Bu soru ise, insanın kendini kandırma çabasını resmediyor. Ölümü düşünmemek, onu uzak tutar mı? Çocukken karanlıkta gözleri kapamak, korkuyu yok edermiş gibi gelir; ama gerçekte karanlık hâlâ oradadır. Ölüm de öyle: Onu görmezden gelmek, varlığını silmez. Aksine, bu kaçış, insanı hazırlıksız yakalanmaya mahkûm eder. Ölüm, bilmeyenler için daha mı acımasız olur, yoksa bilenler için bir teslimiyet kapısı mı açar? Bu, insanın kendi elindedir.
#### Neden Kaçıyoruz?
İnsanlar ölümü düşünmüyorsa, belki de hayatı anlamlandırmaktan korkuyorlardır. Ölüm, hayatın aynasıdır; ona bakmak, yaşadığımız anların değerini sorgulamayı gerektirir. Boşa harcanan zaman, ertelenen iyilikler, biriken pişmanlıklar… Ölüm, tüm bunları yüzümüze vurur. Bu yüzleşmeye cesaret edemeyen insan, ölümü bir tabu haline getirir. Oysa düşünmek, insanı uyandırabilir. Ölüm, bir son değil, bir başlangıçtır; bu dünyadan öteye uzanan bir yolculuğun ilk adımıdır.
Belki de kaçış, haz odaklı bir yaşamın sonucudur. Modern insan, anı yaşamak adına geleceği, dolayısıyla ölümü yok sayar. “Carpe diem” yani günü yakala derken, yarını unutur. Ama ya o yarın, bugün gelirse? Hazlar tükenir, eller boş kalır ve insan, “Keşke düşünseydim” diye hayıflanır. Ölümü düşünmek, aslında hayatı düşünmektir; her nefesin kıymetini bilmek, her anı anlamla doldurmaktır.
#### İbret ve Uyanış
Ölüm, insan için bir ibret sahnesidir. Toprak, kralları da, köleleri de aynı sükûnetle kucaklar. Mal, mülk, şan, şöhret; hepsi geride kalır. Öyleyse, neden insan bu gerçeği unutur? Belki de asıl soru şu: Ölümü düşünmek, insanı korkutmaz; aksine, ona bir yön verir. Ölümün kaçınılmazlığı, hayatı değerli kılar. Bilmek, insanı hazırlar; düşünmek, insanı kurtarır.
“İnsanlar neden öleceklerini düşünmüyorlar?” Çünkü düşünmek, sorumluluk ister. “Yoksa ölmeyecekler mi?” Hayır, hepsi ölecek; bu, değişmez bir hakikat. “Başlarına gelecekleri bildikleri için mi?” Evet, ama bu bilgi, kalbe inmediğinde bir yük olur. “Bilmezlerse gelmeyecek mi?” Hayır, ölüm, bileni de bilmeyeni de bulur. Öyleyse, insana düşen, bu gerçeği bir düşman gibi görmek değil, bir hatırlatıcı olarak kucaklamaktır.
Ölümü düşünmek, yaşamayı öğrenmektir. Her nefeste, her adımda, bu dünyaya veda etmeye hazır olmak; ama aynı zamanda, her anı dolu dolu yaşamaktır. Ölüm, bir son değil, bir aynadır; ona bakabilen, kendi hakikatini görür.