SIRAT KÖPRÜSÜ: İKİ AYRI SON, İKİ AYRI YOL

SIRAT KÖPRÜSÜ: İKİ AYRI SON, İKİ AYRI YOL


Mahşer meydanındaki büyük sorgu tamamlanmıştı. Artık herkes, son kez sınanacakları yere doğru ilerliyordu. Önlerinde uzanan köprü, cehennemin üzerine kurulmuş Sırat Köprüsü idi.

Kıldan ince, kılıçtan keskin…

Köprünün altından cehennemin alevleri yükseliyor, oradan geçenlerin her adımı, ya kurtuluş ya da düşüş anlamına geliyordu.

Melekler çağırdı:

— “Her kul, ameline göre buradan geçecek!”

Kalabalığın içinden iki kişi ilerledi… Biri yüzü parlayan bir mümin, diğeri korkudan titreyen bir günahkâr…

BİRİNCİ KİŞİ: NUR GİBİ PARLAYAN MÜMİN

O, dünyada Allah’ın emirlerine uymaya gayret etmişti. Günahları olmuştu, hatalar yapmıştı ama hemen tövbe etmiş, Rabbine yönelmişti. Namazını terk etmemiş, kul hakkına dikkat etmiş, haramlardan kaçınmıştı.

Şimdi, elinde parlayan bir nur vardı. Önünü bu nur aydınlatıyordu. Cennetten esen bir meltem gibi, adımları hafif ve huzurluydu.

Bir ses duyuldu:

— “Müjdeler olsun! Sen bu yolu kolay geçeceksin.”

O, köprüye adımını attığında, ayakları sağlam basıyordu. Melekler ona eşlik ediyordu. Yaptığı iyilikler, duaları, oruçları, sadakaları kanat gibi olmuş, onu taşıyordu.

Birkaç adım attı ve ışık gibi hızla geçti. Arkasında bıraktığı mahşer meydanı ona artık uzaklaşmıştı. Önünde ise cennetin kapıları açılmıştı.

Melekler ona seslendi:

— “Ey mutlu kul! Gir cennete! Sen bugün ebedi huzura ereceksin!”

O an gözleri doldu. Dizlerinin üzerine çöküp şükretti. Artık ne korku ne de hüzün vardı…

Sonsuz mutluluk onu bekliyordu.

İKİNCİ KİŞİ: GÜNAHLARIN YÜKÜYLE YÜRÜYEN ADAM

Diğeri ise korkudan titriyordu. O da Allah’ı biliyordu ama dünyada nefsine uymuştu. Namazı terk etmiş, harama dalmış, zulmetmişti. Günahlarına aldırmamış, tövbeyi hep ertelemişti.

Şimdi, onun elinde bir nur yoktu. Önü zifiri karanlıktı.

Köprünün başına geldiğinde ayakları titredi. Aşağı baktı: Kıpkırmızı alevler, dehşet verici çığlıklar…

Tam o anda bir ses duyuldu:

— “Ey kul! Haydi, geç bakalım!”

Titreyerek yürümeye çalıştı. Ama günahları, bir ağırlık gibi onu aşağı çekiyordu. Ayakları kaydı.

Tövbesiz geçen namazsız günleri… Yetim hakkını yediği anlar… Haram sofraları… Hepsi şimdi sırtına binen bir yük olmuştu.

Düşmemek için çırpındı ama her adımda daha da sendeledi. Bir noktada ayakları takıldı, dengesini kaybetti ve boşluğa yuvarlandı…

Aşağıdan yükselen korkunç bir ses onu yuttu:

— “Hayırrrr! Bir şans daha! Bir kez daha! Ne olur!”

Ama artık dönüş yoktu. Günahlarının ağırlığı onu cehennemin derinliklerine çekti.

Ve sonsuz pişmanlık başladı…

SON SÖZ: SIRAT’TAN GEÇMEYE HAZIR MIYIZ?

O gün herkes Sırat’tan geçecek. Peki biz, hangi tarafta olacağız?

İyiliklerimiz bizi kanatlandıracak mı, yoksa günahlarımız bizi aşağı mı çekecek?

Bugün tövbe etme, Allah’a yönelme ve hazırlık yapma günü. Çünkü Sırat’tan düşen, bir daha asla geri dönmeyecek…

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 28th, 2025

İnkarcıların Şaşkınlığı: Hakikatle Yüzleşme Anı

İnkarcıların Şaşkınlığı: Hakikatle Yüzleşme Anı


Zamanın ve mekânın ötesinde, insanoğlunun en çok merak ettiği o an gelmişti. Birçok kişi için şaşkınlık ve pişmanlıkla dolu bir başlangıcın kapısı aralanmıştı. Bu, dünyada inkâr edenlerin hakikatle yüzleştiği o andı…

Gözlerini açtıklarında, dünyada olduklarından farklı bir yerdeydiler. Tüm duyu organları eskisinden daha hassas, daha keskin hale gelmişti. Duydukları her ses, içlerine korku salıyor, gördükleri manzara sarsıcı bir gerçeklik sunuyordu.

Dünyada iken, “Bu anlattıkların hepsi bir efsanedir,” diyenlerin yüzleri kireç gibi bembeyaz kesildi. “Ahirette hesap görülecekse, biz de orada bir çare buluruz,” diyenler ise titremeye başladı. Zira hesap vakti gelmişti. Herkesin, yaptıklarının ve inkâr ettiklerinin kaydedildiği sayfalar, işledikleri en küçük ameli bile gözler önüne seriyordu.

Biri dizlerinin üzerine çökmüş, hüzün hüzüne “Bunlar doğru muymuş?” diye fısıldıyordu kendi kendine. Diğeri ise nefes almakta güçlük çekerek, “Keşke… Keşke inanıp hazırlıklı olsaydım…” diye inliyordu. Ama keşkeler artık bir şey ifade etmiyordu.

Gökten gelen nidalar yürekleri paramparça ediyordu:

“Bugün sizin hesap günü”

Zamanı geri almanın mümkün olmadığını anlamışlardı. Dünyada alay ettikleri, reddettikleri her şey, gerçek olarak karşılarına çıkmıştı. Şimdi dillerine “Rabbimiz, bızı döndür, artık inandık!” cümlesi düşmüştü ama onlar için dönüş yoktu.

Gerçekleri görmek için vaktinde şansı varken, kör olana, gerçekleri gösterdiğinde artık işi bitmiştir. İşte inkârcılar, inkâr ettikleri gerçeklerin ortasında, çaresizce o anın dehşetiyle yüzleşmeye bırakılmıştı…

Loading

No ResponsesŞubat 28th, 2025

HZ. ADEM DEN PEYGAMBERLERİMİZE ORUC İBADETİ.

HZ. ADEM DEN PEYGAMBERLERİMİZE ORUC İBADETİ.


Hz. Adem’den Peygamberimize Orucun Hikayesi

Oruç, yalnızca İslam dinine özgü bir ibadet değildir. Allah, insanlık tarihi boyunca gönderdiği peygamberlere ve onların ümmetlerine farklı şekillerde oruç tutmayı emretmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de orucun geçmiş ümmetlere farz kılındığı açıkça belirtilir:

“Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılındı. Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara 2/183)

Bu ayetten anlaşıldığı üzere, oruç insanlık tarihi kadar eski bir ibadettir. Hz. Adem’den başlayarak tüm peygamberler, Allah’ın emriyle belirli şekillerde oruç tutmuşlardır.

Hz. Adem ve Oruç

İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’in orucu, Allah’a olan bağlılığını ve tövbesini göstermek için tuttuğu bir ibadet olarak kabul edilir. Rivayetlere göre, Hz. Adem ve Hz. Havva, cennetten dünyaya indirildiklerinde büyük bir pişmanlık içinde Allah’a yönelmişlerdir. Allah da onların tövbesini kabul etmiş, fakat bu süre içinde oruç tutmalarını emretmiştir. Hz. Adem’in, her ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerinde oruç tuttuğu rivayet edilir. Bu üç gün orucu, İslam’da da “Beyaz Günler Orucu” olarak devam etmiştir.

Hz. Nuh ve Oruç

Hz. Nuh’un kavmi, Allah’ın emirlerine karşı gelmiş ve büyük bir tufan ile helak olmuştur. Tufan sırasında Nuh Peygamber ve yanındaki müminler bir gemiye binerek kurtulmuşlardır. Rivayetlere göre, tufanın sona erdiği ve geminin karaya oturduğu gün Hz. Nuh ve müminler, Allah’a şükür için oruç tutmuşlardır. Bu gün, Muharrem ayının 10. günü olan Aşure Günü olarak bilinir ve oruç tutmak sünnettir.

Hz. İbrahim ve Oruç

Hz. İbrahim’in de düzenli olarak oruç tuttuğu rivayet edilir. Özellikle Allah’ın ona oğlunu kurban etme emrini verdiği günlerde oruç tuttuğu anlatılır. Hz. İbrahim’in ümmeti de belirli günlerde oruç tutarak Allah’a bağlılık göstermiştir.

Hz. Musa ve Oruç

Hz. Musa’nın orucu, en çok bilinen oruçlardan biridir. Kur’an-ı Kerim’de de geçen rivayete göre, Hz. Musa, Tur Dağı’nda Allah’tan vahiy almak için otuz gün oruç tutmuş ve daha sonra on gün daha ekleyerek kırk güne tamamlamıştır. Bu süre sonunda Allah, ona Tevrat’ı vahyetmiştir (Araf 7/142). Yahudiler, Hz. Musa’nın bu orucunu Muharrem ayında tutmaya devam etmişlerdir.

Hz. Davud ve Oruç

Hz. Davud, Allah’a olan ibadetlerinde çok titiz bir peygamberdi. Onun orucu, bir gün oruç tutup bir gün tutmamak şeklindeydi. Bu oruç, İslam’da “Davud Orucu” olarak bilinir ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu orucun en faziletli nafile oruçlardan biri olduğunu söylemiştir.

Hz. İsa ve Oruç

Hz. İsa da kavmine orucu emreden peygamberlerdendi. Hristiyanların inancına göre Hz. İsa, peygamberlik görevine başlamadan önce çölde 40 gün boyunca oruç tutmuştur. Bu oruç, Hristiyanlıkta günümüze kadar farklı şekillerde uygulanmış, ancak sonradan değişime uğramıştır. Günümüzde Hristiyanlar, Hz. İsa’nın bu orucunu anmak için Paskalya öncesi 40 günlük perhiz uygulamaktadırlar.

Hz. Muhammed ve Oruç

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), orucu en mükemmel haliyle ümmetine öğretmiştir. Ramazan orucu, onunla birlikte farz kılınmış, ayrıca nafile oruçları da teşvik etmiştir. Peygamberimiz, geçmiş peygamberlerin oruçlarını da sürdürmüş, özellikle Aşure Günü, Pazartesi-Perşembe oruçları ve Şaban ayında oruç tutmayı teşvik etmiştir.

Sonuç

Orucun insanlık tarihi boyunca var olduğu ve her peygambere farklı şekillerde emredildiği görülmektedir. Orucun temel amacı, nefsi terbiye etmek, sabrı artırmak ve Allah’a olan bağlılığı pekiştirmektir. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberlerin oruç tutmuş olması, bu ibadetin ne kadar önemli ve evrensel olduğunu göstermektedir.

Allah, bizleri de geçmiş peygamberlerin sünnetine uyarak oruç ibadetini hakkıyla yerine getirenlerden eylesin.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 28th, 2025

PEYGAMBER EFENDİMİZ RAMAZANI NASIL GEÇİRİR, GÜNÜ VE AYI NASIL DEĞERLENDİRİR, SAHURDA VE İFTARDA NE YAPARDI?

PEYGAMBER EFENDİMİZ RAMAZANI NASIL GEÇİRİR, GÜNÜ VE AYI NASIL DEĞERLENDİRİR, SAHURDA VE İFTARDA NE YAPARDI?


Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Ramazan ayını büyük bir coşku ve ibadetle geçirirdi. Onun Ramazan’ı nasıl değerlendirdiğine dair öne çıkan bazı hususlar şunlardır:

Ramazan Ayındaki İbadetleri

1. Oruç Tutma: Peygamber Efendimiz, Ramazan ayında farz olan orucu eksiksiz tutar ve ümmetini de teşvik ederdi.

2. Kur’an ile Meşguliyet: Ramazan ayında Cebrail (a.s.) ile birlikte o ana kadar inen Kur’an’ı mukabele şeklinde gözden geçirirdi. Vefatından önceki son Ramazan’da bu mukabeleyi iki kez yapmıştır.

3. Teravih Namazı: Efendimiz (s.a.v.), teravih namazını cemaatle kılmaya teşvik etmiş ancak farz olmaması için sürekli cemaatle kılmamıştır.

4. İtikâfa Girmek: Ramazan’ın özellikle son on gününde Mescid-i Nebevî’de itikâfa girer, dünya işlerinden uzaklaşarak ibadete yoğunlaşırdı.

5. Dua ve Tövbe: Ramazan boyunca sürekli dua eder, ümmeti için af ve mağfiret dilerdi.

Peygamberimizin Sahur ve İftarı

1. Sahur:

Sahuru teşvik etmiş ve “Sahur yapın, çünkü sahurda bereket vardır.” (Buhârî, Savm, 20) buyurmuştur.

Hafif, mideyi yormayan ve besleyici gıdalar tercih ederdi. Genellikle hurma ve su ile sahur yapardı.

Sahuru geciktirir ve imsaka yakın bir zamanda yapardı.

2. İftar:

İftarı erken açmayı sünnet olarak tavsiye etmiştir: “İnsanlar iftarı erken yaptıkları sürece hayır üzeredirler.” (Buhârî, Savm, 45)

İftarını genellikle taze hurma ile açar, hurma yoksa birkaç yudum su ile orucunu bozardı.

“Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttum, Senin rızkınla iftar ettim.” gibi dualarla iftar açardı.

İftar sofralarında misafirleri ağırlamaya önem verir, başkalarını da iftara davet ederdi.

Ramazan’ın Son On Günü ve Kadir Gecesi

Ramazan’ın son on gününü daha yoğun ibadetle geçirirdi.

Gece ibadetlerini artırır, ailesini de ibadete teşvik ederdi.

Kadir Gecesi’ni ibadetle geçirir ve ümmetine de bu geceyi ihya etmelerini tavsiye ederdi.

Peygamber Efendimiz’in Ramazan ayındaki bu güzel alışkanlıkları, müminler için en güzel örneklerdir. Onun sünnetine uyarak Ramazan’ı ihya etmek, bu mübarek ayı en verimli şekilde değerlendirmemize yardımcı olacaktır.

@@@@@@@

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ramazan ayını ibadet, infak, Kur’an tilaveti, tefekkür ve ahlaki erdemleri öne çıkararak geçirirdi. Onun Ramazan’ı değerlendirme şekli, hem bireysel hem de toplumsal hayata dair önemli örnekler barındırır. İşte detaylar:

### **1. İbadet ve Kur’an ile İlişkisi**
– **Tebliğ ve Tilavet:** Ramazan’da Cebrail (a.s.) ile Kur’an’ı mukabele usulüyle karşılıklı okurdu. Son yılında bu mukabele iki kez tekrarlandı (Buhârî, Savm, 7).
– **Gece İbadeti:** Teravih namazını hem tek başına hem de cemaatle kıldırdı. “Ramazan’da inanarak ve sevabını Allah’tan umarak namaz kılanın geçmiş günahları affolunur” buyururdu (Buhârî, Îmân, 27).
– **Dua ve Zikir:** Özellikle sahur ve iftar vakitlerinde, seherlerde ve secdelerde dua etmeye özen gösterirdi. “Üç kişinin duası reddedilmez: Oruçlunun iftar vaktindeki duası…” (Tirmizî, Deavât, 129).

### **2. Günlük Hayatı ve Ahlaki Hassasiyet**
– **Nefis Terbiyesi:** “Oruç kalkandır; oruçlu kötü söz söylemesin, kavga etmesin” (Buhârî, Savm, 9) uyarısıyla, diline ve davranışlarına hâkim olurdu.
– **İnfak ve Cömertlik:** “Cömertlik meleğinden daha cömert” olarak nitelenirdi (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 5). Fakirleri doyurur, sadakayı teşvik ederdi.
– **Aile ve Çocuklar:** Aile fertlerini oruca teşvik eder, çocukları sevindirirdi. Hz. Aişe validemiz, “Ramazan dışında hiçbir ayda bu kadar çok ibadet ettiğini görmedim” derdi (Müslim, Sıyâm, 204).

### **3. Sahur ve İftar Adabı**
– **Sahur:**
– **Vakit:** Sahuru geciktirir, “Bizimle Ehl-i Kitab’ın orucu arasındaki fark sahur yemeğidir” buyururdu (Müslim, Sıyâm, 46).
– **Muhteva:** Hurma, su veya az miktarda yemekle yetinirdi. “Sahurda bereket vardır” (Buhârî, Savm, 20) diyerek önemini anlatırdı.
– **Dua:** “Sahur yemeği yiyen, Allah’ın rahmetine ortak olur” (Deylemî, Müsned, 2/229) hadisiyle teşvik ederdi.

– **İftar:**
– **Acele Etmek:** Güneş batar batmaz “İftar ettirenlerin ecri kadar oruçlununki de artar” (Ebû Dâvûd, Savm, 21) diyerek acele ederdi.
– **Beslenme:** Taze hurma veya suyla orucunu açar, ardından akşam namazını kılar, sonra yemeğe geçerdi.
– **İftar Duası:**
> **”ذَهَبَ الظَّمَأُ وَابْتَلَّتِ الْعُرُوقُ، وَثَبَتَ الْأَجْرُ إِنْ شَاءَ اللَّهُ”**
*”Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah ecir hak oldu.”* (Ebû Dâvûd, Savm, 22)

### **4. Son On Gün ve İtikâf**
– **İtikâf:** Ramazan’ın son on gününde mescitte inzivaya çekilir, Kur’an, dua ve tefekkürle meşgul olurdu. “Leyletü’l-Kadr’i arayın” emriyle bu geceleri ihya ederdi (Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 3).
– **Kadir Gecesi:** “Kim Kadir Gecesi’nde inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ibadet ederse, geçmiş günahları affolunur” (Buhârî, Îmân, 35) müjdesini verirdi.

### **5. Toplumsal Dayanışma**
– **Zekât ve Fitre:** Fakirlerin Ramazan sevincine ortak olmaları için fitre vermeyi emrederdi (Buhârî, Zekât, 70-76).
– **İftar Sofraları:** Misafirleri ve yoksulları iftara davet eder, “Bir oruçluyu iftar ettirene, onun sevabı kadar ecir verilir” derdi (Tirmizî, Savm, 82).

### **Özetle:**
Peygamberimiz (s.a.v.), Ramazan’ı **ibadetle diri bir kalp, infakla coşan bir merhamet, Kur’an’la yenilenen bir ruh** halinde geçirirdi. Onun sünneti, orucu sadece aç kalmak değil, insanı “insan-ı kâmil” mertebesine yükselten bir eğitim süreci olarak öğretir.

@@@@@@

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayına büyük bir önem verir, bu ayı ibadet, dua ve tefekkürle geçirirdi. Ramazan ayının gündüzlerini oruçla, gecelerini ise ibadetle değerlendirirdi.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Ramazan Ayını Değerlendirmesi:
* Oruç: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında oruç tutmaya büyük özen gösterirdi. Sahura kalkar, iftarını zamanında yapar ve orucunu büyük bir titizlikle tutardı.
* Namaz: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında namazlara daha fazla önem verirdi. Teravih namazlarını kılar, Kur’an-ı Kerim okur ve dua ederdi.
* Kur’an-ı Kerim: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’i daha çok okur ve üzerinde tefekkür ederdi. Hatta Cebrail (a.s.) ile karşılıklı olarak Kur’an-ı Kerim’i hatmederlerdi.
* Sadaka ve İyilik: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında sadaka vermeye ve iyilik yapmaya daha çok önem verirdi. Muhtaçlara yardım eder, yoksulları gözetir ve insanlara karşı şefkatli davranırdı.
* Dua ve İstiğfar: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayında bol bol dua eder ve istiğfarda bulunurdu. Allah’tan af diler, günahlarından tövbe eder ve bağışlanma dilerdi.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Sahur ve İftarı:
* Sahur: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sahura kalkar, hafif bir şeyler yer ve içerdi. Sahurda özellikle hurma ve süt gibi besinleri tercih ederdi. Sahurun bereketli bir öğün olduğunu belirtir ve ümmetine de sahura kalkmayı tavsiye ederdi.
* İftar: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) iftarını zamanında yapar, orucunu hurma veya su ile açardı. İftar yaparken acele etmez, yavaş yavaş yer ve içerdi. İftar sonrası bol bol dua eder ve Allah’a şükrederdi.
Özetle: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayını ibadet, dua, tefekkür ve iyilikle dolu bir şekilde geçirirdi. Ümmetine de bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirmeyi tavsiye ederdi.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 26th, 2025

BAZEN BİR HAKIKATLİ SOZ İNSANIN DÜNYASINI AÇARKEN, HAKİKATSİZ BİR SÖZ DE DÜNYASINI KAPATMAKTADIR. NASIL?

BAZEN BİR HAKIKATLİ SOZ İNSANIN DÜNYASINI AÇARKEN, HAKİKATSİZ BİR SÖZ DE DÜNYASINI KAPATMAKTADIR. NASIL?


Hakikatli bir söz, insanın dünyasını açar; hakikatsiz bir söz ise dünyasını kapatır. Bunun sebebi, sözlerin insanın zihni, kalbi ve ruhu üzerindeki etkisidir.

1. Hakikatli Sözün Dünyayı Açması

Bilgi ve İdrak Kapılarını Açması: Doğru ve hakikatli bir söz, insanın zihnindeki yanlış bilgileri düzeltir, ona yeni ufuklar açar. İnsan hakikati öğrendiğinde, düşünceleri genişler ve daha bilinçli hareket eder.

Kalbi Aydınlatması: Hakikatli söz, insanın kalbinde huzur, güven ve ferahlık oluşturur. Adalet, sevgi ve merhamet gibi yüksek değerleri hatırlatarak insanın ruhunu besler.

Motivasyon ve Umut Vermesi: Bazen tek bir doğru cümle, bir insanın hayatını değiştirebilir. Onu karanlıktan aydınlığa çıkarabilir, yılgınlık içindeyken ona cesaret verebilir.
Tıpkı elektriğin düğmesine açıp ve dokunup yakmak gibi.

2. Hakikatsiz Sözün Dünyayı Kapatması

Zihni Kördüğüm Haline Getirmesi: Yalan, iftira veya yanlış bilgi, insanın anlayışını bulanıklaştırır. Gerçeği görmek yerine yanlış yönlendirilmiş olur, bu da onun ilerlemesini engeller.

Kalbi Karartması: Hakikatsiz bir söz, insanın içine şüphe, korku, ümitsizlik ve nefret tohumu ekebilir. Bir insan, yanlış bir söz yüzünden büyük bir yanlışın içinde kaybolabilir.

Yanlış Yönlendirmesi: Bazen küçük bir yalan veya çarpıtılmış bir söz, insanın hayatını yanlış bir yöne çevirebilir. Kararlarını ve inançlarını etkileyerek onu yanlış bir yola sürükleyebilir.

Sonuç

Hakikatli söz, bir anahtar gibi insanın zihnini, kalbini ve ruhunu açar. Hakikatsiz söz ise bir kilit gibi insanı karanlığa hapseder. Bu yüzden insanın hem söylediği hem de dinlediği sözlere dikkat etmesi, hakikati araması ve onu dile getirmesi hayati önem taşır.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 26th, 2025

Bir Asırlık Vedâ: Bedeninden Ayrılan Ruhun Dramı

Bir Asırlık Vedâ: Bedeninden Ayrılan Ruhun Dramı


Gözlerini açtığında, her şey farklıydı. Bedenini hissedemiyor, ama düşünceleri eskisinden daha berraktı. Havada süzülüyordu sanki, ama ayakları toprağa basmıyordu. Çevresine baktığında, solgun ve hareketsiz yatan bedenini gördü. Hayatı boyunca taşıdığı bu bedene, şimdi uzak ve yabancı bir gözle bakıyordu.

Bir asra yaklaşan süre boyunca bu bedende yaşamış, onunla sevmiş, onunla acı çekmişti. Şimdi ise ayrılığın kaçınılmaz gerçeğiyle yüzleşiyordu. Her şey dün gibi tazeydi; çocukluğu, gençliği, yaşlılığı… Oysa artık zaman, onun için bir anlam ifade etmiyordu. Etrafında sessizce bekleyenler vardı; bazıları ağlıyor, bazıları ise dua ediyordu. Fakat artık seslerini duyamıyordu.

Birden, eski hatıralar zihninde belirmeye başladı. İlk adımlarını attığı gün, annesinin kucağındaki sıcaklık, çocukluk arkadaşlarıyla oynadığı oyunlar, gençlik yıllarında yaşadığı heyecanlar, savaşlar, zaferler, kayıplar… Ve sonunda yaşlılık, bedeninin her geçen gün ağırlaşması, gözlerinin ferinin sönmesi… Tüm bunlar, şimdi gözünün önünde bir film şeridi gibi akıyordu.

Ama en zoru, geride bıraktıklarıydı. Çocukları, torunları, dostları… Onları bir daha göremeyecek olmanın hüznü yüreğini sıkıyordu. Onlara dokunamıyor, seslenemiyordu. Varlığını hissettirmek istese de, bu mümkün değildi artık. Sadece izleyebiliyordu; bedeninin etrafında toplanan sevdiklerini, gözyaşlarını, dualarını…

Sonra, derin bir sessizlik çöktü. Bedeninin üzerine örtülen kefen, son vedayı simgeliyordu. Ruh, artık geriye dönüşün olmadığını anladı. Bir zamanlar içine hapsolduğu beden, toprağa emanet edilirken, o bilinmeyen bir yolculuğa çıkıyordu. Hüzünle geriye son bir kez baktı. Sonra, çağıran bir ses duydu; sıcak, huzur veren, fakat aynı zamanda hesap soran bir ses… Ve ruh, kaçınılmaz sona doğru süzülmeye başladı.

Loading

No ResponsesŞubat 26th, 2025

HER NEFİS YAPTIKLARINA KARŞI REHİNEDİR

HER NEFİS YAPTIKLARINA KARŞI REHİNEDİR

Müddessir suresi:

“﴾38﴿ Her nefis, yaptıklarına karşılık tutulan bir rehindir;
﴾39﴿ Ancak hakkın ve erdemin tarafında olanlar başka:
﴾40-41﴿ Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar?
﴾42﴿ “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”
﴾43﴿ Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik;
﴾44﴿ Yoksulu doyurmuyorduk;
﴾45﴿ (Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk,
﴾46﴿ Ceza gününü de asılsız sayıyorduk,
﴾47﴿ Sonunda bize ölüm geldi çattı.”
﴾48﴿ Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.”

Yakıcı Ateşin Mahkumları: Pişmanlık ve Kaçınılmaz Son

Cennet bahçelerinde huzur içinde olanlar, aşağıda yükselen iniltileri işitiyordu. Alevlerin dans ettiği o korkunç vadide, çırpınan ruhlar vardı. Azapla yüzleşen günahkârlar, çaresizlik içinde birbirlerine bakıyordu. Geçmişin hayaletleri zihinlerinde yankılanıyordu. Cennet ehli, onlara seslendi:

“Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”

Yanıtlar titrek, pişmanlık doluydu:

“Biz namaz kılanlardan değildik;”

İçlerinden biri, geçmişi hatırladı. Sabahın ilk ışıklarıyla yükselen ezanı duyduğu, ancak uykunun tatlı rehavetine kapıldığı anları düşündü. Dünya meşgaleleri içinde namazı erteledi, zamanla tamamen terk etti. Oysa şimdi, her vakit için binlerce defa secde etmeye razıydı… Ama artık çok geçti.

“Yoksulu doyurmuyorduk;”

Bir diğeri, aç bir çocuğun gözlerine baktığı ama sırtını döndüğü anları hatırladı. Servet içinde yüzmesine rağmen, yoksulun elini boş çeviren elleri, şimdi boşlukta kavruluyordu. Oysa bir lokma ekmek, bir yudum su, belki de onun kurtuluşu olabilirdi. Ama o, kendinden başkasını düşünmemişti.

“(Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk;”

Bir başkası, arkadaş meclislerinde boş sözlere dalarken duyduğu vicdan sesini bastırmaya çalıştığını anımsadı. Hakikati bilen ama umursamayan, eğlence ve günahın cazibesine kapılan biri olmuştu. Oysa şimdi, yanlış dostların ve yanlış seçimlerin bedelini ödemek zorundaydı.

“Ceza gününü de asılsız sayıyorduk;”

Bir başkası, dünya hayatının sonsuz olduğunu zannettiği zamanları düşündü. Ahiret uyarıları ona masal gibi gelmiş, alay konusu olmuştu. Şimdi ise önünde inkâr edemeyeceği bir gerçek vardı: Azap, tüm sıcaklığıyla onu kuşatmıştı.

“Sonunda bize ölüm geldi çattı.”

Ölüm, bir gölge gibi sinsice yaklaşmış, aniden yakalarına yapışmıştı. Hiç beklemedikleri bir anda, hiç ummadıkları bir şekilde… Şimdi, geriye dönüş yoktu. Ne pişmanlık fayda ederdi ne de kaçış mümkün olurdu.

Şefaat Kapıları Kapanınca…

Zalimler, günahkârlar, gaflete düşenler… Hepsi şimdi tek bir şey istiyordu: Bir şefaatçi, bir aracı, bir kurtuluş vesilesi… Ama ne fayda? Ayet gerçekleşmişti: “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.”

Alevler daha da yükseldi, çığlıklar karanlığı deldi. Ama artık ne dönüş vardı ne de affedilme ümidi…

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 26th, 2025

RUHLARI SÖKÜP ÇIKARANLAR

RUHLARI SÖKÜP ÇIKARANLAR

“Andolsun (kâfirlerin ruhlarını) şiddetle çekip çıkaranlara,

Andolsun (mü’minlerin ruhlarını) kolaylıkla alanlara,” (Naziat.1-2)

Ruhların Son Yolculuğu: Karanlık ve Nur

Gece karanlığını çökerken, iki farklı evde ölüm yaklaşmaktaydı. Biri, zulümle geçmiş bir ömrün sahibiydi; diğeri, imanla yaşayan bir kalbin sahibi…

Kâfirin Son Anı: Acı ve Direniş

Zalim adam, nefes almakta zorlanıyordu. Bedenini korkunç bir ağırlık sarmıştı. Ölüm melekleri odasına doluşmuş, gölgeleri duvarlara yansıyordu. Son nefesini vermek üzereydi, fakat ruhu bedeninden ayrılmamak için direniyordu. “Andolsun (kâfirlerin ruhlarını) şiddetle çekip çıkaranlara,” ayeti, şimdi onun için bir gerçekti.

Melekler, azapla dolu emirleri yerine getirirken, ruhu dikenli bir demirin etten sökülmesi gibi çekilip çıkarıldı. Dehşet içinde bağırdı, ama artık kaçış yoktu. Yeryüzünde işlediği zulümler, yalanlar ve inkârlar ona bir fayda sağlamadı. Artık geri dönüşü olmayan bir karanlığa düşüyordu.

Mü’minin Son Anı: Rahmet ve Huzur

Diğer evde ise bambaşka bir hâl vardı. Yüzü nur gibi parlayan mü’min, gözlerini gökyüzüne dikmiş, hafif bir tebessümle son nefesini vermeye hazırlanıyordu. Melekler, ışık huzmeleri içinde odasına doluştu. “Andolsun (mü’minlerin ruhlarını) kolaylıkla alanlara,” ayeti, onun için bir müjdeydi.

Ruhu, bir damlanın süzülmesi gibi kolayca bedenden ayrıldı. Korku yerine huzur vardı. Rabbinin rahmetiyle sarmalanan bu ruh, hoş kokular ve selamlarla karşılandı. Dünya hayatını imanla geçirmiş, terazisine sevaplar koymuştu. Onun için, karanlık yoktu; önünde cennetin bahçeleri uzanıyordu.

İki Farklı Son, Tek Gerçek

Ölüm, her insanın kaçınılmaz gerçeğiydi. Ancak kimi ruhlar azapla çekilip alınırken, kimileri rahmetin kucağında huzurla ayrılıyordu. Bugün, hangi sona hazırlanıyoru

Loading

No ResponsesŞubat 26th, 2025

KABİRDE İKİ KİŞİ: AYNI MEZAR, FARKLI SON

KABİRDE İKİ KİŞİ: AYNI MEZAR, FARKLI SON


Güneş, o gün batarken iki cenaze aynı mezarlığa getirildi. Biri Salih, ömrünü iman ve salih amellerle geçirmiş biriydi. Diğeri Mehmet, dünyaya dalmış, Allah’ı unutarak yaşamış biriydi. İkisinin de bedenleri toprağa konuldu, dualar okundu, yakınları gözyaşı döktü. Ama herkes bir süre sonra dağıldı.

Şimdi, iki adam da yalnızdı.

Ve hakikat âlemi başlıyordu.

SALİH’İN MEZARINDA: NUR VE RAHMET

Salih, gözlerini açtığında güzel kokuların yayıldığı geniş bir bahçenin içinde buldu kendini. Burası ne karanlık ne de ürkütücüydü. Hafif bir esinti yüzüne vurdu, kalbine tarifsiz bir huzur doldu.

Tam o sırada, nur gibi parlayan iki melek belirdi. Onlar Münker ve Nekir idi. Ama Salih’in kalbinde korku yoktu. Çünkü hayatını Allah’a adamış, O’na kul olmaktan hiç vazgeçmemişti.

Melekler ona yumuşak bir sesle sordular:

— Rabbin kim?

Salih, gülümseyerek ve kalbinden gelen bir güvenle cevap verdi:

— Rabbim Allah’tır.

— Dinin ne?

— Dinim İslam’dır.

— Bu adam (Peygamber) hakkında ne biliyorsun?

— O, Allah’ın Elçisi Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.). O’na iman ettim, O’nu sevdim ve yolunu takip ettim.

Melekler tebessüm etti. Salih’in cevapları doğrulandı. Sonra gökyüzünden bir ses yükseldi:

— “Kulumuza cennet kapısını açın. Onun kabri genişlesin ve burası bir cennet bahçesi olsun.”

O anda mezar aydınlandı, genişledi. Rahmet melekleri, ona cennetteki yerini gösterdiler. Salih’in kalbi neşe ve huzurla doldu.

Şimdi sonsuz bir saadet onu bekliyordu…

MEHMET’İN MEZARINDA: KORKU VE AZAP

Mehmet de gözlerini açtığında, farklı bir âlemdeydi. Ama burası karanlık, ürkütücü ve dar bir yerdi. Boğucu bir koku vardı, mezarı gittikçe daralıyordu. Kalbine büyük bir korku düştü.

Tam o sırada, dehşet verici iki melek belirdi. Münker ve Nekir… Sesleri gök gürültüsü gibi yankılandı:

— Rabbin kim?

Mehmet’in dili tutuldu. Hayatı boyunca parayı, makamı, şöhreti her şeyin önüne koymuştu. Allah’ı anmaya vakit bulamamıştı.

Yutkundu, korkuyla fısıldadı:

— Bilmiyorum…

Melekler ikinci soruyu sordu:

— Dinin ne?

Mehmet, dünyada rahatını dininin önüne koymuştu. Namazı hep ertelemiş, haramlarla iç içe yaşamıştı.

— Bilmiyorum… diye mırıldandı.

Son soru geldi:

— Peygamber hakkında ne biliyorsun?

Mehmet, dünyada her şeyi öğrenmişti; borsa, siyaset, futbol… Ama Peygamber’in hayatını hiç merak etmemişti. Şimdi o bilgiye ihtiyacı vardı ama cevap veremedi.

Melekler başlarını eğdiler. Sonra gökyüzünden korkutucu bir ses yükseldi:

— “Onun kabrini daraltın! Ona cehennemin kapısını açın!”

O anda mezar daraldı, kaburgaları birbirine geçti. Karanlık ve korku içinde kalmıştı. Sonra azap melekleri geldi, elinde ateşten bir sopa olan biri ona yaklaştı.

Mehmet çığlık attı:

— Ne olur, geri dönmeme izin verin! Bir daha böyle yaşamayacağım!

Ama artık dönüş yoktu…

Ve o andan itibaren, azabı başlamıştı.

SONUÇ: DERS ÇIKARMAK İÇİN VAKİT VAR MI?

İki insan… Aynı dünyada yaşadılar ama farklı seçimler yaptılar. Şimdi biri sonsuz mutluluğa giderken, diğeri pişmanlığın içinde yanıyordu.

Peki ya biz?

Bugün, o sorulara cevap verebilecek durumda mıyız? Eğer değilsek, hâlâ vaktimiz var. Ama ölüm kapıyı çalmadan önce… Çünkü kabirde kimse yalan söyleyemez, çünkü kabirde herkes yalnızdır.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 26th, 2025

O SENDEN SEN O’NDAN RAZI OLARAK GİR CENNETE

O SENDEN SEN O’NDAN RAZI OLARAK GİR CENNETE[1]

 

“Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön!” Fecr.28.


Rabbine Râzı Dönmek: İlahi Rızanın Zirvesi

İnsan, yaratılış gayesini idrak ettiğinde en büyük hedeflerinden biri Rabb’inin rızasını kazanmaktır. Allah Teâlâ’nın mümin kullarına hitaben söylediği şu ayet, bu gayenin en güzel ifadesidir:

“Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön!” (Fecr, 28)

Bu ayet, Allah’ın razı olduğu ve kendisinden razı olunan kullara müjde niteliğindedir. Peki, Allah’tan razı olmak ve Allah’ın rızasını kazanmak ne anlama gelir? Bu ilahi rızaya ulaşan kulların vasıfları nelerdir?

Allah’tan Razı Olmak ve Allah’ın Rızasını Kazanmak

Allah’tan razı olmak, kişinin başına gelen her şeyi O’ndan bilmesi, kaderine teslim olması ve O’nun hükümlerine gönülden bağlanmasıdır. Bu, hem bollukta hem de darlıkta O’na güvenmeyi ve sabretmeyi gerektirir. Hadis-i şeriflerde de Allah’ın rızasına ulaşan kulların özellikleri anlatılmıştır:

“Allah kime hayır dilerse, onu musibetle imtihan eder.” (Buhârî, Merdâ, 1)

Bu hadis, kişinin başına gelen sıkıntıları birer imtihan olarak görmesi gerektiğini vurgular. Allah’a tam teslimiyet içinde olan bir kul, başına gelen her durumda O’ndan razı olur ve tevekkülle hareket eder.

İlahi Rızaya Eren Kulların Özellikleri

Kur’an ve hadisler, Allah’ın razı olduğu kulların bazı temel vasıflarını bize bildirir:

1. İhlas ve Samimiyet: Allah’ın rızasını gözeterek ibadet edenler, amellerinde gösterişten uzak dururlar.

2. Sabır ve Şükür: Musibetlere karşı sabreden, nimetlere şükredenler, rıza makamına erişirler.

3. Tevbe ve Bağışlanma Dilemek: Günahlarını kabul edip Allah’tan af dileyenler, O’nun merhametine ulaşırlar.

4. Salih Ameller İşlemek: Namaz, oruç, zekât gibi ibadetleri samimiyetle yerine getirenler, Allah’ın sevgisine yaklaşır.

Bu vasıflara sahip olan kimseler için Kur’an’da şöyle buyurulur:

“Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu, en büyük başarıdır.” (Maide, 119)

Son Anı Güzel Tamamlamak: Hüsn-ü Hâtime

Fecr Suresi’nin 28. ayetinde geçen ilahi hitap, özellikle hayatın son anı için büyük bir müjdedir. Öyle bir an düşünelim ki kişi, Rabbine dönerken O’nun rızasını kazanmış, hayatını kulluk bilinciyle tamamlamıştır. İşte bu, mümin için en büyük kazançtır.

Peygamber Efendimiz (sav), “Bir kul hayatı boyunca nasıl yaşarsa, o şekilde ölür ve nasıl ölürse, o şekilde diriltilir.” (Müslim, Cennet, 83) buyurarak, rıza makamına ulaşan kulların güzel bir sonla ahirete irtihal edeceklerini bildirmiştir.

Sonuç: Rıza Makamına Ulaşmak İçin Çaba Göstermek

Allah’ın rızasını kazanmak, dünyadaki en büyük nimetlerden biridir. Bu yolda samimiyetle yürüyen ve imtihanlara sabreden kullar, sonunda en büyük müjdeye ulaşacaklardır:

“Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdır.” (Beyyine, 8)

Öyleyse, her anımızı bu ilahi rızaya ulaşmak için değerlendirelim. O’nun sevgisini kazanan kullardan olmak duasıyla…

@@@@@

[1] https://www.youtube.com/watch?v=knBZL9pXpzA

Loading

No ResponsesŞubat 25th, 2025

Kuran-ı Kerim’de insan hak ve hukuki ile ilgili düstur ve ölçüler.

Kuran-ı Kerim’de insan hak ve hukuki ile ilgili düstur ve ölçüler.


Kur’an-ı Kerim, insan hak ve hukukunu gözeten bir dizi ilke ve ölçü içermektedir. Bu ilkeler, insanların onuruna, özgürlüğüne ve adaletine büyük önem verir. Aşağıda, insan haklarıyla ilgili bazı temel düsturlar ve ölçülerden bahsedilmektedir:

1. İnsanın Değeri ve Eşitliği

Her insan eşit yaratılmıştır: Kur’an, insanın en değerli varlık olarak yaratıldığını ve üstünlüğün sadece takvada olduğunu vurgular.

“Andolsun, Biz insanı şerefli kıldık.” (İsra, 17/70)

“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık… Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” (Hucurât, 49/13)

2. Adalet ve Hukukun Üstünlüğü

Adaletin temel olduğu: Adaletin herkes için geçerli olduğu, haksızlık ve zulmün yasaklandığı ifade edilir.

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa, 4/58)

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan ve Allah için şahitlik eden kimseler olun.” (Maide, 5/8)

3. Can Güvenliği ve Yaşam Hakkı

Yaşama hakkı kutsaldır: Haksız yere bir cana kıyılması, bütün insanlığı öldürmekle eşdeğer görülür.

“Kim bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa, sanki bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Maide, 5/32)

4. Özgürlük ve İnanç Hakkı

Dinde zorlama yoktur: İnanç özgürlüğü esastır ve bir kişiye zorla bir din veya görüş benimsetilemez.

“Dinde zorlama yoktur. Artık doğruluk, sapıklıktan ayrılmıştır.” (Bakara, 2/256)

5. Mülkiyet Hakkı

Haksız kazanç yasaklanmıştır: Kur’an, bireylerin mal ve mülk edinme hakkını tanır ancak bu hakların adaletli yollarla elde edilmesini şart koşar.

“Birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin.” (Bakara, 2/188)

6. Kadın ve Erkek Hakları

Kadın ve erkeğin eşitliği: Kadınlar ve erkekler, insanlık onuru bakımından eşittir; ancak biyolojik ve sosyal farklılıklara uygun hak ve sorumluluklar tanınmıştır.

“Erkeklerin kazandıklarından bir payı olduğu gibi, kadınların da kazandıklarından bir pay vardır.” (Nisa, 4/32)

7. Yetim ve Zayıfların Korunması

Yetim haklarına saygı: Yetimlerin haklarının korunması ve zayıf durumdaki insanların gözetilmesi teşvik edilir.

“Yetimin malına, erginlik çağına ulaşıncaya kadar, en güzel bir tarz dışında yaklaşmayın.” (En’am, 6/152)

8. İnsanın Özgür İradesi

İradenin korunması: İnsanlar seçimlerinde özgürdür ve baskı altına alınmaları yasaklanmıştır.

“De ki: Hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 18/29)

9. Zulüm ve Haksızlığın Yasaklanması

Haksızlık ve zulmün her türlüsü yasaktır: İnsanlara karşı adil davranmak bir müminin görevidir.

“Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur.” (Hud, 11/113)

10. Mazlumlara Yardım

Mazlumları savunma görevi: Mazlumların korunması ve zalimlerin zulmüne karşı durulması emredilmiştir.

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizi bu zalim halkın içinden çıkar’ diyen zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 4/75)

Bu ilkeler, Kur’an-ı Kerim’in insan haklarını koruma ve toplumsal düzeni sağlama konusundaki genel yaklaşımını özetlemektedir. İslam hukukunda bu ilkeler, bireysel ve toplumsal hakların çerçevesini çizer.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 25th, 2025

Ana rahminden geldik pazara, bir kefen aldık döndük mezara…

Ana rahminden geldik pazara, bir kefen aldık döndük mezara…

“Ana Rahminden Geldik Pazara, Bir Kefen Aldık Döndük Mezara”

İnsan, dünyaya gözlerini açtığı anda aslında ölüm yolculuğuna başlamıştır. Yunus Emre’nin bu anlamlı sözleri, hayatın geçiciliğini ve insanın ahiret yolculuğunu en güzel şekilde özetler. Dünyanın cazibesine kapılan insan, çoğu zaman gerçek amacını unutur; ancak bu dizeler, bizi tekrar hakikate döndürmek ve hayatın özünü kavramamıza yardımcı olmak için güçlü bir uyarıdır.

1. Dünya: Kısa Bir Pazar

Ana rahminden dünyaya gelen insan, aslında bir pazara gelmiştir. Bu pazar, insanın ahiret sermayesini hazırlayacağı yerdir. Tıpkı bir tüccarın kazanç ve kayıp hesapları yaptığı bir çarşı gibi, dünya da insanın imtihan alanıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilir:
“Dünya hayatı, aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185)

Dünyadaki her şey geçicidir; mal, mülk, makam, hatta gençlik ve sağlık bile. İnsan, bu pazardan kazançlı çıkmak istiyorsa, salih amellerle ahiretini güzelleştirmek için çalışmalıdır.

2. Kefen: Hayatın Son Hediyesi

Yunus Emre’nin “Bir kefen aldık döndük mezara” sözü, hayatın en büyük gerçeğini, yani ölümü hatırlatır. İnsan, bu dünyadan ayrıldığında yanında sadece kefenini götürür. Malını, mülkünü, hatta sevdiklerini geride bırakır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de insan, ahiret için hazırlık yapmaya çağrılır:
“Her bir nefis, yarın için ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 18)

Kefen, hayatın dünya tarafındaki son noktasıdır. Bu beyaz bez, herkes için eşittir; zengin-fakir, genç-yaşlı fark etmeksizin herkes bu sade örtüyle toprağa verilir.

3. Ölüm: Bir Son Değil, Başlangıç

Ölüm, aslında yok oluş değil; ebedi hayata açılan bir kapıdır. Yunus Emre, bu dünyayı bir pazar olarak tasvir ederken, asıl kazancın ahiret olduğunu hatırlatır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), dünya hayatını bir yolcunun gölgelik altında dinlenmesi gibi tarif etmiştir. Yani dünya, ahiret yolculuğunda geçici bir duraktır.

Her gün bir adım daha sona yaklaştığımız bu hayat yolculuğunda ölüm, Allah’ın huzuruna çıkacağımız ana geçiştir. Bu nedenle ölümden korkmak yerine, ona hazırlıklı olmak gerekir.

4. İbretlik Dersler

Bu anlamlı sözlerden çıkarılacak pek çok ibret vardır:

Hayatın Geçiciliği: Dünyaya olan bağlılığımızı sorgulamalı ve geçici olan şeylere gereğinden fazla değer vermemeliyiz.

Ahiret Bilinci: Hayatımızı Allah’ın rızasını kazanmak için düzenlemeliyiz. Çünkü asıl yurdumuz ahirettir.

Hesap Günü: Her nefesimiz ve her adımımız, yarınki hesabımız için bir hazırlıktır.

5. Neyi Geride Bırakıyoruz?

İnsan, bu dünyada ne bırakıyorsa ahirette onunla karşılaşacaktır. Sadaka-i cariye, hayırlı bir evlat, güzel bir eser veya insanlara fayda sağlayan bir iyilik, ölümden sonra da amel defterimizi açık tutar. Yunus Emre’nin bu sözleri, bize hem bu dünyada hem de ahirette kazanç sağlayacak adımlar atmamız gerektiğini öğütler.

Sonuç: Hayatı ve Ölümü Anlamlandırmak

Yunus Emre’nin sözleri, hayatın ve ölümün anlamını kavramamız için bir fırsattır. Dünya, sadece ahirete hazırlık yapılan bir pazardır. Bu pazardan ellerimiz dolu çıkmak istiyorsak, iman, ihlas ve salih amel ile yolumuzu aydınlatmalıyız.

Hayatı her an son nefesimizi verecekmiş gibi yaşamalı, ahirette Allah’ın huzuruna yüz akıyla çıkabilmek için gayret etmeliyiz. Çünkü sonunda hepimiz “bir kefen alıp mezara döneceğiz.” Önemli olan, o mezara hangi güzel amellerle gireceğimizdir.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 25th, 2025

Mahşer Meydanı: Büyük Hesap Günü

Mahşer Meydanı: Büyük Hesap Günü


Güneş, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar yaklaşmıştı. Gökyüzü, o eski renginden eser kalmamış, korkutucu bir kızıllığa bürünmüştü. Yer titriyor, ufukta sonu gelmeyen bir kalabalık görünüyordu. İnsanlar çıplak, mahzun ve perişan halde bekleşiyordu. Bugün ne para ne mal ne de makam vardı. Bugün sadece hesap günüydü…

“O gün insanlar, amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük çıkacaklardır.”
(Zilzâl, 6)

Mahşer Meydanı’na Toplanış

Kimileri secdeye kapanmış, af diliyordu. Kimileri şaşkın, “Bu nasıl bir gündür?” diye feryat ediyordu. Anneler evlatlarını unutmuş, eşler birbirinden kaçıyordu. Çünkü artık herkes sadece kendi hesabının peşindeydi.

“O gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar!”
(Abese, 34-36)

Bir grup vardı ki, yüzleri bembeyaz, alınları ışık gibi parlıyordu. Onlar Rabbinin huzuruna umutla yürüyordu. Dünyadayken iman etmiş, salih ameller işlemiş, mazlumun hakkını korumuş olanlar… Melekler onlara selam veriyordu:

— “Korkmayın, üzülmeyin! Rabbiniz sizi rahmetiyle karşılayacak.”

Ama bir başka grup vardı ki, ayakları geri geri gidiyordu. Yüzleri kapkara, ter içinde kalmışlardı. Yaptıkları günahları düşündükçe dizleri titriyor, korkuyla gözlerini kapatıyorlardı.

“O gün kimi yüzler ağarır, kimi yüzler kararır!”
(Âl-i İmrân, 106)

Amel Defterleri Açılıyor

Sırayla herkes huzura çağrılıyordu. Devasa melekler, ellerinde parlayan defterlerle bir bir isimleri okuyor, insanlar öne çıkıyordu.

— “Filan oğlu filan, huzura gel!”

Kalabalık yarılıyor, adı okunan kişi adım adım ilerliyordu. Dünya hayatında yaptığı her şey, tek tek gözünün önüne seriliyordu. İyi ve kötü ne varsa, her şey kaydedilmişti. Küçücük bir iyilik bile, küçücük bir günah bile unutulmamıştı.

“Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.”
(Zilzâl, 7-8)

Bazıları amel defterlerini sağından aldı. Sevinçle, “Alın okuyun! Ben dünyada buna hazırlanmıştım!” diye haykırıyorlardı.

Ama bazıları defterini solundan ya da arkasından aldı. Yüzleri kireç gibi oldu. “Keşke bu günü hiç görmeseydim!” diye bağırıyorlardı.

“Kitabı solundan verilen ise, ‘Ah ne olurdu, bana kitabım verilmeseydi! Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!’ der.”
(Hâkka, 25-26)

Mîzan: Amellerin Tartıldığı Terazi

Sonra dev bir terazi kuruldu. Ameller terazinin bir kefesine konuyor, her şey titizlikle ölçülüyordu.

— Namazın var mıydı?
— Zekât verdin mi?
— Ana babana hürmet ettin mi?
— Mazluma yardım ettin mi?
— Kalbinde kibir, riya var mıydı?

Bazılarının iyi amelleri ağır bastı, onlar sevinçle cennete yürüdü. Ama bazılarının terazisi bomboş kaldı. Hayatlarını boşa geçirmiş, zevkler ve hırslar peşinde koşmuşlardı. Onlar dehşet içinde yere yığıldı.

“Kimin tartıları ağır gelirse, işte o, hoşnut olacağı bir hayat içindedir. Ama kimin tartıları hafif gelirse, onun varacağı yer Haviye’dir.”
(Kâria, 6-9)

Sırat Köprüsü: Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin

Son olarak, herkesin üzerinden geçmesi gereken bir köprü belirdi. Altı simsiyah, kızgın ateşlerle doluydu. Bu, Sırat Köprüsü idi.

Kimileri şimşek gibi geçti. Onlar dünyada Allah’a bağlı kalmış, adaletle yaşamıştı. Kimileri sendeledi, dizleri titredi ama sonunda geçti. Ama bazıları… Günahlarının ağırlığı onları aşağı çekti ve alevler içinde kayboldular.

“Cehennemden kurtulup cennete girenler, işte asıl kurtuluşa erenlerdir.”
(Âl-i İmrân, 185)

Sonuç: İş İşten Geçmeden…

Mahşer meydanı, hakikatin en açık şekilde görüldüğü yerdi. Artık yalan, bahane, hile yoktu.

Bugün hala nefes alıyorken, hesabımızı düşünmeli miyiz?

Çünkü o gün geldiğinde, pişmanlık hiçbir şeyi geri getirmeyecek…

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 25th, 2025

İSLAM MEDENİYETİ FAKİR-FUKARA, GARİP – GUREBA, YETİM VE ÖKSÜZÜ KORUYUP HIMAYE EDEN, VAKIFLARLA BUNU TEMİNAT ALTINA ALAN ŞANLI BİR MEDENİYETTİR.

İSLAM MEDENİYETİ FAKİR-FUKARA, GARİP – GUREBA, YETİM VE ÖKSÜZÜ

KORUYUP HIMAYE EDEN, VAKIFLARLA BUNU TEMİNAT ALTINA ALAN ŞANLI BİR MEDENİYETTİR.

Evet, İslam medeniyeti tarih boyunca fakirleri, yetimleri, garipleri ve ihtiyaç sahiplerini koruma konusunda büyük bir hassasiyet göstermiştir. Bu anlayışın temelinde Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) emir ve tavsiyeleri vardır.

İslam Medeniyetinde Fakir ve Kimsesizlere Yardım

1. Kur’an ve Hadislerde Fakir ve Yetimlere Yardım

Kur’an-ı Kerim’de yetimleri korumak ve fakirlere yardım etmek sıkça emredilmiştir:
“Yetimi sakın ezme. El açıp isteyeni azarlama.” (Duha, 9-10)
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar.” (Nisa, 10)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de yetimlerin korunmasını teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyle olacağız.” (İşaret parmağıyla orta parmağını birleştirerek göstermiştir.) (Buhârî, Edeb, 24)

2. Vakıf Medeniyeti

İslam dünyasında fakirlere, yetimlere, yolculara ve ilim talebelerine yardım etmek amacıyla vakıf kültürü gelişmiştir.

Osmanlı, Selçuklu ve diğer İslam devletleri döneminde kurulan vakıflar sayesinde yetimler, fakirler, kimsesizler, hastalar ve yolcular korunmuş, ihtiyaçları karşılanmıştır.

Darülaceze, imarethaneler, aşevleri, medreseler, kervansaraylar bu vakıf anlayışının birer eseridir.

3. Osmanlı’da Vakıfların Önemi

Osmanlı Devleti’nde “Garip, gureba, fakir, fukara” için özel vakıflar kurulmuş, ihtiyaç sahiplerine yiyecek, giyecek ve barınma imkânı sağlanmıştır.

Kimsesiz yaşlılar için Darülaceze, yetimler için Darüşşafaka, hasta ve düşkünler için hastaneler yapılmıştır.

Hatta sokak hayvanları için bile vakıflar kurulmuş, hayvanlara su ve yiyecek sağlanmıştır.

Sonuç

İslam medeniyeti, sadece bireysel yardımlarla değil, toplumsal ve kurumsal bir sistem olan vakıf kültürüyle sosyal adaleti tesis etmiş, kimsesizlerin ve mazlumların yanında olmuştur. Bugün de bu şanlı medeniyetin izinde gitmek, yetimleri korumak ve fakirlere sahip çıkmak Müslümanlar için en büyük görevlerden biridir.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 25th, 2025

MAHŞER MEYDANI: İKİ AYRI YÜZ, İKİ AYRI SON

MAHŞER MEYDANI: İKİ AYRI YÜZ, İKİ AYRI SON


O gün… Güneş insanların tepelerine yaklaşmış, yer ateş gibi olmuştu. Milyarlarca insan, mahşer meydanında toplanmıştı. Herkes boynuna asılı amel defterine bakıyor, titreyerek sırasını bekliyordu.

Kimi yüzler parlıyordu, kimi yüzler ise kapkaraydı.

İşte, kalabalığın içinde iki kişi… Biri huzur ve sevinç içindeydi, diğeri korku ve mahcubiyetle yere bakıyordu.

YÜZÜ BEMBEYAZ OLAN: MUTLU KUL

O, dünya hayatında Allah’a inanmış, salih ameller işlemişti. Elinden geldiğince iyilik yapmış, haramdan kaçınmıştı. Bugün artık mutmain bir kalple huzurda bekliyordu.

Gökyüzünden bir ses duyuldu:

— “Ey mutmain olmuş nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak dön Rabbine.”
(Fecr, 27-28)

Tam o anda amel defteri sağından verildi. Yüzü bir anda nur gibi parladı. Sevinçten gözleri doldu, secdeye kapandı. Heyecanla haykırdı:

— “Alın, okuyun! Ben buna hazırlanmıştım!” (Hâkka, 19)

Cennetin kokusu burnuna geldi, ruhu hafifledi. Melekler ona müjde verdi:

— “Korkma, üzülme! Bugün senin için büyük bir kurtuluş günü.”

Ve ona cennet kapıları açıldı…

O artık sonsuz saadete yürüyordu.

YÜZÜ SİMSİYAH OLAN: MAHCUP VE KORKU İÇİNDEKİ KUL

O ise dünya hayatında Allah’ı unutmuş, nefsinin peşinden gitmişti. Kimi zaman hatırlamış ama hep ertelemişti. Hep “Daha yaşlanınca tövbe ederim” demişti. Ama ölüm onu ansızın yakalamıştı.

Bugün burada, korkudan dizleri titriyordu. Sonunda adı okundu, amel defteri solundan verildi.

O anda yüzü kapkara kesildi. Titreyerek defterine baktı ve korkuyla feryat etti:

— “Keşke bana defterim verilmeseydi! Keşke hesabımı hiç bilmeseydim!” (Hâkka, 25-26)

Ama artık her şey apaçık ortadaydı. Günahları bir bir sayılıyor, gözlerinin önünde gösteriliyordu. Küçücük bir iyilik bile unutulmamıştı ama küçücük bir günah da silinmemişti.

Gökyüzünden korkutucu bir ses yükseldi:

— “Onu yakalayıp bağlayın! Sonra alevlerin içine atın!” (Hâkka, 30-31)

Melekler onu sürüklerken çığlıklar atıyordu:

— “Ne olur, beni geri gönderin! Bir daha böyle yaşamayacağım!”

Ama artık dönüş yoktu…

SON SÖZ: BUGÜN HAZIRLANMA ZAMANI

O gün herkes ya mutlu ya da perişan olacak. Kimi yüzler bembeyaz, kimi yüzler kapkara olacak.

Bugün biz hangi yolda yürüyoruz?

Yüzümüz hangi tarafta olacak?

Cevap vermek için hâlâ zamanımız var… Ama sadece bugün var. Çünkü mahşerde kimseye yeni bir fırsat verilmeyecek.

 

 

Loading

No ResponsesŞubat 25th, 2025