Kalemle Kurulan Medeniyet: Osmanlı’da Medrese Hayatı ve Adaletin Kitapla Yazılan Hükümleri
Kalemle Kurulan Medeniyet: Osmanlı’da Medrese Hayatı ve Adaletin Kitapla Yazılan Hükümleri
Giriş
Osmanlı, kılıçla fetheden ama kalemle hükmeden bir medeniyetti. Bu hükümranlığın ilim kaleleri ise medreselerdi. Medrese, sadece ders yapılan bir yapı değil; fikir üreten, ahlâk inşa eden, nesil yetiştiren ve hukuk üreten bir kurumdu. Ve bu kurumun gölgesinde yetişen âlimler, sadece kitapla değil, hikmetle ve adaletle konuşurdu.
Medrese: İlmin, Ahlâkın ve Nizamın Beşiği
Osmanlı medreseleri, Selçuklu geleneğini devralarak sistemli bir ilim teşkilatı haline geldi. Sıbyan mektebinden başlayan eğitim, rüşdiye, medrese ve ihtisas düzeyine kadar uzanırdı. Kur’an, hadis, fıkıh, kelâm, mantık, tefsir, astronomi ve hatta tıp dersleri okutulurdu. Medresenin en büyük hedefi, sadece bilen değil, doğruyu ve hakkı yaşayan insan yetiştirmekti.
Medrese Sadece Bilgi Yeri Değildi, Terbiye Yurduydu
Talebe, hocasının önünde edeple oturur, sual sorarken bile önce kalbini arındırırdı. Çünkü bilgi, temiz kalpte meyve verirdi. Medreselerde kalacak yer, günlük çorba, kırtasiye masrafı, hatta bazen elbise vakıf sistemiyle karşılanırdı. İlmin bu kadar desteklenmesi, toplumun “ilimle dirileceğine” olan imanının göstergesiydi.
Kadı Defterlerinden Medreseye Dair Hükümler
Kadı defterleri, sadece ticaretin değil, ilmin de hukukunu barındırır. İşte medreselerle ilgili bazı dikkat çekici örnek hükümler:
Bir müderrisin, öğrencilerden para alarak not karşılığı icazet verdiği şikâyet edilmiş, araştırma sonucu görevden alınarak “ilmi istismar”dan ötürü uyarı verilmiştir.
Bir talebe, diğer arkadaşlarına sürekli hakaret ettiği ve sınıf düzenini bozduğu gerekçesiyle kadıya şikâyet edilmiş, nasihatle düzelmezse “medreseden uzaklaştırılma” kararı verilmiştir.
Medrese vakfının yönetiminde usulsüzlük yapan bir görevliden hesap istenmiş, yolsuzluk sabit olunca yerine emin bir kişi atanmıştır.
Bir hocanın öğrencilere dayakla ders vermesi üzerine kadı, “terbiye ile işkence karıştırılamaz” hükmüyle hocayı uyarmış; cezanın sınırlarını Kur’an ve sünnet ölçüsüyle belirlemiştir.
Bir kadın, oğlunun da medresede okumasını talep etmiş; vakıf kayıtlarında yer bulamayınca kadı, vakıf yetkililerine “eşitlik ve liyakat” ilkesiyle yeniden değerlendirme yapılmasını emretmiştir.
Bu örnekler, Osmanlı’da sadece kılı kırk yaran bir ilim değil, aynı zamanda adaletle çevrelenmiş bir eğitim sisteminin varlığını ispatlar.
Hikmetli Bir Hadise: İlimde Niyetin Tartısı
Şöyle bir kıssa aktarılır:
> “Bir gün kadı huzuruna bir müderris çıkar. Şikâyet şudur: ‘Hocamız sabah dersine geç gelir, öğleye doğru iki ders verir ve gider. Talebe dersi değil, uykusunu öğreniyor.’ Kadı müderrisi çağırır. Hoca, ‘Ben geceleri kitap yazıyor, gündüzleri uykusuz kalıyorum’ der. Kadı şöyle hüküm verir: ‘Geceleri yazdığın kitap, gündüzleri uyuttuğun nesli kurtarmaz. İlim halkın içinde yaşanırsa kalıcıdır. Ya düzenini değiştir ya da görevini!’”
Bu kıssa bize şunu gösterir: Osmanlı’da ilim, sadece bilgi değil; ahlâk, süreklilik ve toplumla paylaşım demekti. Niyet bile mahkemeye konu olabiliyordu.
Sonuç: Kalem Kılıçtan Keskinse, Medrese O Kalemin Kınıydı
Osmanlı’da medrese, sadece bireyin değil; ümmetin aklını, ruhunu ve geleceğini inşa eden kurumdu. Kadı defterlerinden anlaşılıyor ki; ilim kadar, ilmin nasıl verildiği ve yaşandığı da büyük bir hassasiyetle takip ediliyordu. Bugün medrese sistemi yok belki, ama şu ders baki:
Eğitim sadece öğretmek değil; terbiye etmektir. Adalet sadece yargılamak değil; yön göstermektir. Ve ilim sadece kitapta değil; ahlakta hayat bulur.